TRAFİK KAZASI- İBRANAME- HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

T.C

YARGITAY

17.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/585

KARAR: 2018/11162 

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı, davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davacının eşi …’ın, işvereni davalı …’a ait … plakalı kamyonetle sefer halindeyken meydana gelen trafik kazasında vefat ettiğini, kaza sonrasında davalının murisin mirasçıları hakkında, davacı ve çocuklarının ileride kendisine karşı davacı ve şikayetçi olmalarını engellemek amacıyla belge düzenlettiğini, … Noterliğinde davalı tarafından 100.000,00 TL ödemenin yapıldığına ilişkin feragat ve ibraname işleminin 11.07.2008 tarihinde gerçekleştiğini, davalının müvekkilini ödeme vaadiyle sürekli oyaladığını, ödemesi gereken miktarı hala ödemediğini, söz konusu ödemeye ilişkin belge bulunmadığını beyanla; halen ödenmemiş feragatname bedeli olan 100.000,00 TL’nın işlem tarihi olan 11.07.2008 tarihinden işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davanın hak düşürücü sürede açılmadığından bahisle davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, yasal süre geçirilmiş olduğundan davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 8,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 22/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İPOTEĞİN KALDIRILMASI NİSPİ HARCA TABİ OLUP DAVA DEĞERİNİN İPOTEK MİKTARI TOPLAMI OLARAK ESAS ALINMASI GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

2017/519 E.

2018/11996 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Aile Mahkemesi

DAVA TÜRÜ           : İpoteğin Kaldırılması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı … tarafından vekalet ücreti yönünden; davacı tarafından ise hükmün tamamı yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı, aile konutu olarak kullanılan taşınmaz üzerine davalılardan şirket lehine tesis edilen ipoteklerin kaldırılmasını talep etmiştir. Dava değeri 10.000 TL olarak belirtilmiş, nispi harç bu bedel üzerinden alınmıştır. Oysa ki dava konusu taşınmaz üzerine konulan ve kaldırılması istenen ipoteklerin toplam bedeli 275.000 TL’dir. İpoteğin kaldırılmasına ilişkin istemler nispi harca tabi olup, davanın değeri ipotek miktarı olduğundan, bu bedel üzerinden nispi harç tamamlattırılmadan müteakip işlemler yapılamaz (Harçlar Kanunu m.30-32). Açıklanan nedenlerle nispi peşin harç noksanlığının tamamlattırılması, tamamlanmaması halinde Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi gereğince işlem yapılması gerekirken harç eksikliği tamamlanmadan yargılamaya devamla işin esası hakkında karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacının diğer, davalının ise vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelemesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 25.10.2018 (Prş.)

AİLE KONUTU TAŞINMAZ EŞİN RIZASI ALINMADAN BANKAYA VERİLEN İPOTEK GEÇERSİZDİR

T.C

YARGITAY

2.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2017/934

KARAR: 2018/12724 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

DAVA TÜRÜ  :İpoteğin Kaldırılması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalılardan banka tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı malik olmayan eş, aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, malik olan davalı eş tarafından “Açık rızası bulunmadan” davalı banka lehine ipotek ettirildiğini ileri sürerek, aile konutu üzerine konulan ipoteklerin kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı banka, dava konusu taşınmazın tapu kaydında aile konutu olduğuna dair şerhin bulunmadığını, taşınmazın aile konutu olmadığını ve davacının kötüniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, taşınmazın aile konutu olduğu ve davacı eşin ipotek işleminde açık rızasının alınmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de; dava konusu taşınmazın ipotek tarihinde aile konutu olarak kullanılıp kullanılmadığı yönünde herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Davacı eş dava dilekçesinde tanık deliline dayandığını bildirmiştir. Ön inceleme duruşmasında davacıya tanıklarını bildirmesiyle ilgili bir süre verilmemiştir. Delil gösteren taraf, karşı tarafın açık izni olmadıkça, o delile dayanmaktan vazgeçemez (HMK m. 196). Mahkemece, davacıya, bu kapsamda tanıklarının isim ve adreslerini gösteren listeyi sunması için usulüne uygun şekilde kesin süre verilerek (HMK m. 240/3) gösterdiği takdirde Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 240 ve devamı maddeleri uyarınca tüm tanıkları dinlenip, tüm deliller birlikte değerlendirilerek dava konusu taşınmazın aile konutu olup olmadığı tespit edilip sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 07.11.2018 (Çrş.)

EHLİYETSİZ SÜRÜCÜNÜN ARACINA BİLEREK BİNMEK ZARARIN DOĞMASINA VEYA ARTMASINA SEBEBİYET VERMEKTE OLDUĞUNDAN MÜTERAFİK KUSURUN VARLIĞI ARAŞTIRILMASI GEREKİR

T.C

YARGITAY

17. HUKUK DAİRESİ

ESAS:2015/12517

KARAR:2018/11141

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, 23.10.2011 tarihinde davacının yolculuk ettiği trafik sigortasız motorsiklete dava dışı başka bir aracın çarpması ile meydana gelen çift taraflı kazada davacının yaralandığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı geçici ve kalıcı işgücü kaybı nedeniyle 10.000,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiş, ıslah dilekçesiyle talebini 157.110,75 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı vekili, olayda … taşımacılığı söz konusu olduğunu, davacının müterafik kusurunun bulunduğunu bu nedenlerle hükmedilecek tazminattan indirim yapılması gerektiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre, davanın kabulü ile 157.110,75 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilerek davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-)Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-)Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat ve manevi tazminatı istemine ilişkindir.

Davalı … vekili yargılama aşamasındaki savunmalarında, davacının kazaya karışan araçta … için taşındığını ileri sürerek belirlenecek zarardan indirim yapılması gerektiğini bildirmiştir. … taşımaları bir menfaat karşılığı olmadığı cihetle, bu gibi taşımalarda 6098 sayılı TBK’nin 51.maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse … İçtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır. … taşımasından ya da kullanmadan söz edebilmek için yaralanan ya da ölen karşılıksız taşınmış olmalıdır. Taşınan veya kullananın yararının söz konusu olduğu durumda … taşıması ilişkisi gündeme geleceğinden işletenin sorumluluğu genel hükümlere göre değerlendirilecek ve tazminattan indirim yapılacaktır. Bu bakımdan … taşıma ilişkisinin değerlendirilmesinde taşıma ya da kullanmanın kimin çıkar ve yararına olduğunun saptanması önemlidir. Yarar ekonomik olabileceği gibi, ortak toplumsal değerleri de ilgilendirebilir. Ancak taşıma ve kullanmada işletenin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin bir çıkarı veya yararının bulunması halinde … taşımasından söz edilemeyecektir.

Hakim tazminattan mutlaka indirim yapmak zorunda değilse de, bunun dahi gerekçesini kararında tartışması ve nedenlerini göstermesi gerekir.

Somut olayda, ceza yargılama dosyası incelendiğinde; davacı müşteki sıfatı ile verdiği ifadesinde dava dışı araç sürücüsü …’ün arkadaşı olduğunu, kazayı yapan aracın sürücüsü sanık … savunmasında “…. olay günü müşteki bana mesaj atarak motorsikletle gezmeyi teklif etti. Yanımda kardeşi … da vardı. Müştekiye ait motorsikleti kullanmam konusunda ikisi de ısrar etti. Benim ehliyetim yok, önce kabul etmedim, sonra çok ısrar edince kullandım. … istikametine İbrahim’in kardeşini almak için gidiyorduk…” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Mahkemece karar verilirken davalı vekilinin … savunması hakkında değerlendirme yapılmamıştır. Bu durumda mahkemece, ceza soruşturma (dosyası) belgeleri de getirtilerek … taşıması bulunup bulunmadığı, %20 oranında … indirimi yapılıp yapılmaması hususu tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.

3-)6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesine (818 sayılı BK 44) göre zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.

Davalı taraf, davacının sürücüsünün alkollü ve ehliyetsiz olduğunu bildiği araca binmesi ve kaskının takılı olmaması nedeniyle müterafık kusurlu olduğunu savunmuştur. Mahkemece, indirim uygulanmamıştır.

Somut olayda, trafik sigortasız araç sürücüsü dava dışı … ehliyetsiz olup, davacı … ile arkadaş olduğu, davacının sürücüsünün ehliyetsiz olduğunu bildiği araca binip binmediği hususu tartışılmamıştır. Ehliyetsiz sürücünün aracına bilerek binmek zararın doğmasına veya artmasına sebebiyet vermektedir.

Bu durumda mahkemece, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesi (818 sayılı BK 44) gereğince davacının müterafık kusuru bulunup bulunmadığı, %20 oranında müterafık kusur indirimi yapılıp yapılmaması hususu tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 22/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

EMNİYET KEMERİNİN TAKILMAMASI TAZMİNAT MİKTARININ TAYİNİNDE MÜTERAFİK KUSUR OLARAK GÖZETİLMESİ GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY

17.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/3135

KARAR: 2018/11955

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Asliye Hukuk Mahkemesi(Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla)

Taraflar arasındaki tazminat davasının yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerle davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içerisinde davacı ve davalı … vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, 11.03.2013 tarihinde, müvekkilinin yolcu olarak bulunduğu, davalıların işleten, sürücü ve trafik sigortacısı oldukları aracın karıştığı tek taraflı trafik kazasında müvekkilinin yaralandığını ve sakat kaldığını ve belirsiz alacak davası açtıklarını belirterek, iş gücü kaybı nedeniyle şimdilik 1.000,00 TL., … kapsamı dışında kalan tedavi ve refakatçi giderleri için şimdilik 1.000,00 TL ve 50.000,00 TL manevi tazminatın (sigorta şirketi maddi tazminattan sorumlu olmak kaydı ile) kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsilini talep etmiş, 52.867,93 TL olarak işgöremezlik, 5.495,82 TL olarak bakıcı gideri talebini ıslah etmiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacının davalı … yönünden geçici-sürekli iş göremezlik zararı ve bakıcı giderlerinin tazminine yönelik açılan davanın kabulü ile; 46.691,00 TL maddi zararının 2.000,00 TL kısmının olay tarihi olan 11/03/2013 tarihinden itibaren, 44.691,00 TL kısmının ıslah tarihi olan 02/09/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’dan tahsili ile davacıya verilmesine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile; 10.000,00 TL manevi tazminatın 11/03/2013 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı …’dan

tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, davalı … ve … Sigorta Şirketine karşı açmış olduğu maddi tazminat taleplerinin husumet yokluğu nedeniyle reddine, davacının tedavi giderlerine dair haklarının saklı tutulmasına karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı … vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, husumet nedeniyle haklarında davanın reddine karar verilen ve vekille temsil olunan davalılar lehine vekalet ücretine hükmedilmesinin uygun bulunmasına, dosya ve ceza dosyası kapsamından taşıt trafiğine kapalı yola giren ve hızını azaltmamak suretiyle tek taraflı trafik kazasına sebebiyet veren davalı sürücü …’un tam ve asli kusurlu olduğunun anlaşılmasına göre, davacı ve davalı … vekillerinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

Dava, trafik kazasında yaralanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

2- Somut olayda hükme esas alınan aktüer raporda davacının % 10 oranında kusurlu olduğunun kabulü ile hesaplama yapıldığı, yolcu konumunda bulunan davacıya % 10 oranındaki kusur oranının emniyet kemerinin takılı olmaması nedeniyle verildiği anlaşılmaktadır. Emniyet kemerinin takılmaması zararın belirlenmesinde esas alınması gereken bir kusur olmayıp, hakimin tazminatı belirlerken B.K.44. madde hükmüne göre resen gözönüne alınması gereken müterafik kusurdur. Davacının trafik kazasının meydana gelmesinde bir kusuru bulunmamaktadır.

Taşıt trafiğine kapalı yolda meydana gelen trafik kazasında, trafik kazası tespit tutanağının tanzim edilmediği, olay yeri görgü tespit tutanağının dosyada mevcut olduğu, bu halde mahkemece, davacının emniyet kemerinin takılı olup olmadığı hususu dosya kapsamı ve tanık beyanları da değerlendirilerek araştırılmak suretiyle ve emniyet kemerinin takılı olmamasının müterafik kusur olduğu da gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde karar verilmesi uygun bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir.

3- Maluliyete ilişkin alınacak raporların, kaza tarihi 11.10.2008 tarihinden önce ise Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11.10.2008 tarihi ile 01.09.2013 tarihleri arasında Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01.09.2013 tarihinden sonrada Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.

Kazanın 11.03.2013 tarihinde meydana geldiği gözetildiğinde maluliyetin tespitinde Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği hükümlerinin esas alınması gerektiği, hükme esas alınan ve Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü hükümlerine göre düzenlenen 26.09.2014 tarihli rapora davalı … vekili tarafından itiraz edildiği, rapor içeriğinde Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine göre de bir değerlendirme yapıldığı, dolayısıyla kaza tarihi gözetildiğinde olaya uygulanacak mevzuat hükümleri açısından raporun çelişkili olduğu anlaşılmaktadır.

Bu halde kaza tarihi gözetilerek, davacının maluliyetin tespitinde Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği hükümlerinin esas alındığı yeni bir maluliyet raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi uygun olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

4- Bozma ilamının kapsam ve şekline göre, davacı vekilinin manevi tazminata ilişkin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

Kabule göre, Mahkemece aktüer bilirkişi tarafından hesaplanan tazminat miktarından hatır taşıması nedeniyle takdiri indirim yapılarak maddi tazminatın kısmen reddine karar verilmiş, reddedilen miktar üzerinden davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmiştir. Hakimin takdir hakkını kullanarak yapmış olduğu indirim nedeniyle mahkemece davacının istediği miktardan daha az bir miktara hükmedilmesi halinde davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir.

Kabule göre, zarar gören, gerek kısmi davaya, gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak temerrüt tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahiptir. O halde, davalı … yönünden faiz başlangıcının asıl ve ıslah edilen kısım yönünden kaza tarihi olarak kabulü gerekirken yazılı şekilde ıslah edilen kısmın faiz başlangıcının ıslah tarihi olarak esas alınması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı ve davalı … vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davacı ve (3) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, (4) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harçların istek halinde temyiz eden davacı ve davalı …’a geri verilmesine 10/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEFECİYE VERİLEN SENET- TEFECİLİK SUÇUNUN TESPİTİ HALİNDE HÜKÜMSÜZ SAYILIR.

T.C. 

YARGITAY 

HUKUK GENEL KURULU

ESAS: 2014/1119

KARAR: 2016/627

Taraflar arasındaki “menfi tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.12.2012 gün ve 2012/217 E., 2012/732 K. sayılı karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 19.09.2013 gün ve 2013/9675 E., 2013/14260 K. sayılı kararı ile;

“…Davacı vekili, müvekkili hakkında davalı alacaklı tarafından başlatılan icra takibine konu toplam bedeli 8.000.TL olan 4 adet bono üzerindeki keşideci imzalarının müvekkiline ait olmadığını belirterek takibe konu bonolar nedeniyle müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, takibe konu bonolardaki imzaların davacıya ait olduğunu ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, cevap ve toplanan deliller doğrultusunda alacaklısı davalı A..Ü.. olan 4 adet bonoda borçlu olarak ismi bulunan davacıya atfen atılı imzaların davacı eli ürünü olduğu gerekçesiyle davanın reddine, takip tedbiren durdurulduğundan davalı lehine tazminata hükmedilmiş karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosya içerisinde bulunan ve davacı tarafın da müşteki olarak yer aldığı anlaşılan Mudanya Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/514 Esas,2013/39 Karar sayılı dosyasında davalının davacıya karşı tefecilik suçunu işlediğinden bahisle kamu davası açıldığı ve bu dosyada görevsizlik kararı verildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece davaya konu bonoların tefecilik yoluyla alındığının sabit olması durumunda bononun geçerliliğinin tartışılması gerekeceğinden yukarıda anılan ve görevsizlik kararı verilen dosyanın bekletici mesele yapılması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…”

gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava imza inkârına dayalı olarak, bonodan dolayı borçlu olunmadığının tesbiti istemine ilişkindir.

Mahkemece takip konusu bonolar üzerindeki keşideci imzasının davacının eli ürünü olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili temyiz dilekçesi ekinde müvekkilinin müşteki, davalının hakaret ve tehdit suçlarından sanık olarak yargılanıp mahkûm olduğu Karacabey Sulh Ceza Mahkemesinin 2011/975 E., 2013/697 K. sayılı ilamını ve müvekkilinin de dahil olduğu on altı kişinin müşteki, davalı ile yedi kişinin sanık olarak tefecilik suçlamasıyla yargılandığına dair Mudanya Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/514 E., 2013/914 K. sayılı görevsizlik kararını dosyaya sunmuştur.

Hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen gerekçeyle bozulmuş, mahkemece direnme kararı verilmiştir.
Hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı hakkında tefecilik suçundan açılmış ceza davası sonucunun menfi tesbit davasına konu edilen bonoların geçerliliğinin tartışılması bakımından bekletici sorun yapılmasının gerekip gerekmediği ve bu hususun davacı yanca süresi içinde ileri sürülmemesi karşısında dosyada delil olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle tefecilik suçu hakkında bilgi verilmelidir. Tefecilik suçu, 03.06.1933 gün ve 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanunun 17 nci maddesi ile 11.09.1981 gün ve 2520 sayılı 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesinde düzenlenmişken, daha sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 241 inci maddesiyle de düzenleme altına alınmıştır.

Tefecilik suçunu oluşturacak şekilde bağıtlanan tüketim ödüncü sözleşmesinin Türk Borçlar Kanununun 26 ve 27/I inci maddeleri kapsamında yasaya ve bu arada ahlaka aykırı olduğu konusunda kuşku ve duraksama bulunmamaktadır.

Kambiyo senedi niteliğindeki bononun tefecilik sebebiyle düzenlenip, karşı tarafa verildiğini ispat edebilmek için, kural olarak, yasal deliller (ikrar, yazılı delil) bulunmalı veya 18.03.1959 gün ve 18/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki şartlar dairesinde, diğer bir ifade ile açık muvafakatle dinlenebilen tanık beyanları veya eldeki davada olduğu gibi tefecilik yaptığı iddia olunan kişi hakkında açılmış ve mahkumiyetiyle sonuçlanmış bir ceza mahkemesi kararı bulunmalıdır.

Bu aşamada yargılama sürecinde sunulmayan delillerin, temyiz dilekçesi ekinde sunulmasının mümkün olup olmadığı üzerinde de durulmalıdır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119 ve 129 uncu maddelerinde delillerin ileri sürülme zamanı hakkında düzenlemeler bulunmaktadır. Buna göre taraflar, kural olarak, ellerindeki delilleri dilekçeleri ekinde mahkemeye sunmalı; başka yerlerden getirtilecek belgeler için masraf vermelidir. Delillerin sunulabileceği nihai zaman dilimi, ön inceleme aşamasıdır. Ancak delil sunulması kötü niyete ya da kusura dayanmıyorsa, mahkemece izin verilmek suretiyle tahkikat aşamasında da delil sunulabilir. Somut olayda olduğu gibi konusu suç teşkil eden bir hukuki ilişkiye dair delillerin sunulması için bu kısıtlamalar uygulanmaz.

Gerçekten de davacı yanca temyiz dilekçesi ekinde belgeleri sunulan ve Özel Dairece bekletici sorun konusu yapılması istenen ceza davası, maddi vakıaların belirlenmesi ve sonucu itibariyle taraflar arasındaki borç ilişkisinin kesin hükümsüzlüğünün anlaşılabilmesi için önem taşımaktadır. Nitekim borç ilişkisinin kesin hükümsüzlüğü hâkim tarafından re’sen göz önünde tutulacak nedenlerdendir ve buna ilişkin deliller her zaman ibraz edilebilir.

Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde; davacı imza inkârına dayanarak bonodan dolayı borçlu bulunmadığının tespitini istemiş; davanın reddi üzerine temyiz itirazlarını içeren dilekçe ekinde, yargılama aşamasında sunmadığı ve davalı alacaklı hakkında tefecilikten açılmış davaya ilişkin belgeleri sunmuştur. Bu ceza davası sonunda tefeciliğe ilişkin maddi vakıanın varlığı veya yokluğu netleşeceğinden, taraflar arasındaki borç ilişkisinin de kesin hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşıp karşılaşmadığı belirginleşecektir. Bu durumda mahkemece, belirtilen ceza dosyasının bekletici sorun yapılması Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 165 inci maddesi gereğidir.

Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında bir kısım üyeler tarafından, davalı hakkında tefecilik suçundan düzenlenen iddianame tarihinin, eldeki davanın derdest olduğu, bir diğer ifade ile henüz karar verilmeden önceki döneme rastladığı ve davacının suç duyurusunda bulunmasına rağmen, buna ilişkin bilgiyi süresi içinde hukuk mahkemesine sunmadığı; temyiz aşamasında delil sunulamayacağı görüşü ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.

O halde mahkemece bozma ilamında belirtildiği üzere ceza davasının bekletici sorun yapılarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.
Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma ilamına uyulmak gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ

Yukarda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 25.05.2016 gününde oy çokluğu ile karar verildi.

KAYNAK

KARGODA KAYBOLAN BONONUN ÖDEMEDEN MEN İLE ZAYİ NEDENİYLE İPTALİNE KARAR VERİLMESİ -TANZİM TARİHİNİN OLMAMASININ DAVANIN REDDİNE NEDEN OLAMAYACAĞI..

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS: 2017/975
KARAR: 2018/6640

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA

Hasımsız olarak görülen davada … … 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 21/06/2016 tarih ve 2015/1049-2016/513 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davacı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, 31/05/2015 vadeli, 5.000,00 TL meblağlı, borçlusu … , hamili … Teks. Kom. ve Kim. Mad. Tic. ve San. A.Ş. olan senedin, hamili tarafından, davacı bankanın … Ticari Şubesine tahsil için verildiğini, … Şubesine gönderilmek üzere 26/05/2015 tarihinde dava dışı … Kargo’ya teslim edildiğini, ancak kargo şirketi tarafından dava konusu senetin … şubesine teslim edilmediğini ileri sürerek dava konusu senet hakkında ödemeden men ile zayi nedeniyle iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, … 766. madde uyarınca tanzim tarihinin senedin zorunlu unsuru olduğu, tanzim tarihi taşımayan senedin bono sayılmayacağı, davacı vekili tarafından dava konusu senedin tanzim tarihinin tespit edilemediğinin bildirildiği, … 757. maddesinde yer alan yasal koşulların oluşmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, … md. 778/1-ı yollamasıyla … md. 759/2 dayalı, bononun zayi nedenine dayalı iptali istemine ilişkindir. … 759/2 maddesinde iptal isteminde bulunan kişinin, bono elinde iken ziyaa uğradığını inandırıcı bir şekilde gösteren delilleri mahkemeye sunmak ve senedin bir suretini ibraz etmek veya esas içeriği hakkında bilgi vermekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir. Davacı vekili, dava dilekçesinde bononun vade tarihini, meblağını, borçlusu ve hamilini bildirerek zayi nedeniyle iptal isteminde bulunmuş, 26.02.2016 tarihli dilekçesinde dava konusu bono örneğinin davacıda bulunmadığından tanzim tarihinin tespit edilemediğini beyan etmiştir. 6102 sayılı …’nın 776/1-f maddesinde, düzenlenme tarihi, bonoda bulunması gereken unsurlar arasında sayılmıştır. Ancak, Dairemiz’in 2010/4563 – 2011/15716 , 2014/1148 – 2014/7886 ve yine 2016/1016 – 2017/3929 numaralı emsal nitelikteki ilamlarında da vurgulandığı üzere, 6102 sayılı …’nın 778/2-f maddesi atfıyla bonolara da uygulanan …’nın 680. madde hükmü uyarınca
bononun kısmen doldurulmuş ya da sadece imzalanmış olarak tedavüle çıkarılması mümkün olup, bu eksiklik senedin ibrazına kadar tamamlanabilir. Bu nedenle düzenlenme tarihi yazılı olmayan bononun doldurularak, zorunlu unsurları tamamlanmak suretiyle kambiyo senedi vasfıyla işlem yapılmasında yasaya aykırı bir durum bulunmadığından, mahkemenin yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 24/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

EHLİYETSİZ ARAÇ KULLANMA VE İSTİAP HADDİNDEN FAZLA YÜK VE YOLCU TAŞIMA- KAZA SALT VE MÜNHASIRAN BU NEDENLERLE MEYDANA GELMEDİĞİNDEN ZARARIN TAZMİNİ GEREKİR

T.C

YARGITAY

17.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2015/19398

KARAR: 2018/9993

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalının maliki olduğu, müvekkiline zorunlu mali sorumluluk poliçesi ile sigortalı aracın sürücüsünün, sürücü belgesiz ve istiap haddini aşmak suretiyle seyri sırasında araçta yolcu olarak bulunan dava dışı …’ın öldüğünü, ölenin hak sahiplerine müvekkilince ödeme yapıldığını, ödenenin rücuan tahsili amacı ile aşlatılan takibe davalının itiraz ettiğini açıklayıp itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; gerçekleşen riziko ile istiap haddinden fazla yük ve yolcu taşıma ile ehliyetsiz araç kullanma arasında uygun nedensellik bağının bulunmadığı, kazanın salt ve münhasıran bu nedenlerle meydana gelmediği, zararın teminat dışında kalmasını gerektiren hallerin dava konu olayda söz konusu olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, zorunlu trafik sigortası sözleşmesine dayalı tazminat alacağının rücuen tahsili istemine ilişkin olarak başlatılan … takibine itirazın iptali davasıdır.
Bu tür davalarda sigortacı 2918 sayılı karayolları trafik yasasının 95/2. maddesi ve zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarının B-4.maddesi gereğince tazminat yükümlülüğünün azaltılması veya kaldırılmasına ilişkin halleri üçüncü kişilere karşı ileri süremeyeceğinden zarar görene ödeme yaptıktan sonra … sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre kendi … ettirenine rücu edebilir.

Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası genel şartlarının B.4.maddesinde … şirketinin sigortalısına rücu edebileceği haller sayılmıştır. B.4.e maddesinde ise; tazminatı gerektiren olayın, yolcu taşımaya ruhsatlı olmayan araçlarda yolcu taşınması veya yetkili makamlarca tesbit edilmiş olan istiab haddinden fazla yolcu veya yük taşınması veya patlayıcı, parlayıcı ve tehlikeli maddeleri taşıma ruhsatı bulunmayan araçlarda, bu maddelerin parlama, tutuşma ve infilakı yüzünden meydana gelmiş ise … şirketinin sigortalısına rücu edebileceği düzenlenmiştir.
2918 sayılı yasanın 3. maddesinde ise traktörün; belirli şartlarda römork ve yarı römork çekebilen, ancak ticari amaçla taşımada kullanılmayan tarım araçlar olduğu, istiap haddi(Taşıma sınırı Kapasitesi)nin; bir aracın güvenle taşıyabileceği en çok yük ağırlığı veya yolcu sayısı olduğu belirtilmiştir.

Taşıtın ruhsatında belirtilen taşıma haddinden fazla yük ve yolcu taşınması sırasında meydana gelen zararların teminat dışı kabul edilebilmesi için, riziko ile istiap haddinden fazla yük yada yolcu taşıma arasında uygun “nedensellik bağı”nın bulunması ve kazanın salt bu nedenle meydana gelmesi gerekir.

Somut uyuşmazlıkta, davacıya trafik sigortalı, davalıya ait, istiap haddi 1 kişiden ibaret olan zirai traktör niteliğindeki, davalı sürücünün kendisine ait traktör ile düğüne gittiği, düğün dönüşünde müteveffa ile kardeşlerinin köye gelmek için davalının traktörüne bindikleri, traktöre davalı sürücü haricinde 3 kişinin bindiği, traktörün sağ arka kısmına …’ın, sol tarafına ise … ile müteveffa …’ın bindiği, seyir halinde iken müteveffanın traktörden düştüğü, araç sürücünün ve araçta bulunan diğer yolcuların müteveffanın traktörden düştüğünü bir süre fark etmedikleri ve müteveffanın traktörde olmadığını anladıklarında ve geriye baktıklarında müteveffanın yerde yaralı vaziyette yattığını gördükleri, müteveffanın olay yerinde vefat etmiş olduğu, ceza yargılamasında alınan rapora göre davalı sürücünün 2918 sayılı Yasanın 84. maddesinde yer alan sürücülere ait diğer kusurlar ile ve aynı Yasanın 65/1-a maddesinde düzenlenen taşıma sınırı üzerinde yolcu almak kuralını ihlal ettiği, müteveffanın da aynı kanunun yolculara ait Kod 4’te belirtilen taşıt dışında “çamurluk vs.” seyahat etmek kuralına aykırı davranışı nedeniyle olayda kusurlu bulunduğu anlaşılmıştır.

Olayda ölenin hak sahiplerine davacı tarafından 23.498,38 TL destekten yoksunluk tazminatı ödenmiş, aracın istiap haddinin aşılması ve sürücünün ehliyetinin bulunmaması nedeniyle sigortalıya rücu hakkının doğduğu gerekçesiyle davacı tarafından … ettiren aleyhine başlatılan takibe itiraz nedeni ile açılan eldeki davanın yargılaması sonucunda yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

2918 sayılı ….nun 65/a maddesinde taşıma sınırı üstünde yolcu alınması yasaklanarak aykırı davranışlar yaptırıma bağlanmış, Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 131. maddesinde “Lastik Tekerlekli Tarım Traktörlerinin Karayolunu Kullanmaları ve Yük ve İnsan Taşıması Esasları” düzenlenmiş, Karayolları Motorlu araçlar … Genel Şartlarının sigortacının işletene rücu hakkı başlıklı B.4.e maddesinde de “…tazminatı gerektiren olayın … yolcu taşımaya ruhsatlı olmayan araçlarda yolcu taşınması… ” yüzünden meydana gelmiş ise sigortacının işletene rücu edebileceği belirtilmiştir.
Olayda; müteveffanın istiap haddi 1 yolcu olan ve yolcu taşımaya müsait olmayan traktörün çamurluğu üzerine oturduğu, traktörden düşerek vefat ettiği konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Mahkemece hükme esas alınan raporda; gece vakti, traktörün sol çamurluğunun önündeki demir üzerinde ayakta yolcu olarak bulunan müteveffanın bulunduğu yerden düşmesi ile sol arka tekerin üzerinden geçtiği, sürücü ve kaza esnasında araçta çamurluk üzerinde yolcu olarak bulunan tanık ifadelerine göre sürücünün her hangi bir sevk ve idare hatası bulunmadığı, her ne kadar araçta istiap haddi üzerinde yolcu bulunmakta ise de, bu durumun kazanın oluşumuna etkisi olmadığı, kazanın nizamlara aykırı şekilde araç dışında traktörün solunda demir üzerinde ayakta yolculuk eden müteveffanın dengesini kaybedip düşmesi ve traktörün sol arka tekerinin üzerinden geçmesi ile meydana geldiği bu haliyle sürücü belgesi bulunmamasının kazanın oluşumunda etken olmadığı, aynı şekilde her ne kadar istiap haddi üzerinde yolcu taşımakta ise de, söz konusu husussun kazanın oluşumunda etkisi bulunmadığı, kazanın müteveffanın bulunduğu yerden dengesini kaybederek düşmesi ile meydana geldiği belirtilmiştir. Mahkemece bu rapor hükme esas alınarak davanın reddine karar verilmiştir. Eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulamaz.

Mahkeme hükmünün gerekçesinde sürücünün ehliyetinin bulunmaması ve istiap haddinden fazla yolcunun taşınmasının kazaya etkileri tartışılmış ise de davalı işletenin, yönetmeliğin anılan hükümlerini ihlal edip etmediği, 2918 sayılı yasanın 65/1-a maddesine aykırı hareket edip etmediği, yönetmeliğin 131. maddesine göre de yasaklanan eylemlerin söz konusu olayda gerçekleşip gerçekleşmediği, trafik sigortası genel şartlarının 4-e maddesinde belirtilen “…yolcu taşımaya ruhsatlı olmayan araçlarda yolcu taşınması…” maddesine göre müteveffanın ölümü ile yasaklanan şekilde araçta taşınması arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı araştırılmamış ve tartışılmamıştır. Buna göre mahkemece anılan hususlarda araştırma yapılarak müteveffanın yolcu taşımaya ruhsatlı olmayan araçlarda, traktörün demir ayaklığı üzerinde taşınmasının davacı sigortanın davalı … ettirene rücu hakkını doğurup doğurmadığının tartışılarak sonucuna göre bir karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 01/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İSTİAP HADDİNİN AŞILMASI NEDENİYLE MANEVRA KABİLİYETİNİN KAYBEDİLMESİ

T.C
YARGITAY
17.HUKUK DAİRESİ
ESAS:2016/1473
KARAR:2018/11279

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı … adına kayıtlı, müvekkiline zorunlu trafik … poliçesi ile sigortalı olan motosikletin diğer davalı … idaresindeyken 12.07.2010 tarihinde karıştığı çift taraflı yaralanmalı ve maddi hasarlı trafik kazasının, istiap haddinin aşılması nedeniyle manevra kabiliyetinin kaybedilmesi sonucu meydana geldiğini, dava dışı 3. kişi ve kuruma 12.735,72 TL ödeme yapıldığını belirterek, davalılar aleyhine başlatılan … takibine yapılan itirazın iptali, takibin devamı ve … inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, … aleyhine açılan davanın pasif husumet yokluğundan, … aleyhine açılan davanın kanıtlanamadığından reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde, özellikle oluşa uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda dava konusu trafik kazasının münhasıran motosikletin istiap haddini aşan yolcu taşıması sebebiyle meydana gelmemiş olduğunun tespiti nedeniyle hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 8,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 26/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İSTİAP HADDİNİN AŞILMASI- FERDİ KAZA KOLTUK SİGORTASINA DAYALI YAPILAN ÖDEMENİN RÜCU TALEBİ

T.C
YARGITAY
17.HUKUK DAİRESİ
ESAS:2016/1246
KARAR: 2018/11814

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:
-K A R A R-
Davacı vekili, müvekkili şirkete karayolu yolcu taşımacılığı zorunlu koltuk ferdi kaza sigorta poliçesi ile sigortalı davalının maliki olduğu … plakalı araç ile meydana gelen çift taraflı trafik kazası sonucu hak sahiplerine toplamda 700.000,00 TL ödemede bulunduklarını, istiap haddi aşılması nedeni ile rücu hakkının doğduğunu belirterek ödemiş olduğu toplam 700.000,00 TL tazminatın ölenlerin yakınlarına yapılan ödeme tarihlerinden işleyecek faizi ile birlikte davalı sigortalı araç malikinden tahsilini talep etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 8,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 05/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÇEKİ ÇALINMADIĞI HALDE ÇALINDIĞINDAN BAHİSLE YETKİLİ MAKAMLARA İHBAR VE ŞİKÂYETTE BULUNMAK – SUÇ UYDURMA SUÇU- İFTİRA SUÇU

T.C

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

ESAS:2014/839

KARAR:2018/146

“İçtihat Metni”

Kararı veren

Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi

Mahkemesi :Asliye Ceza

Günü : 04.07.2011

Sayısı : 1101-560

Suç uydurma suçundan sanık …’nın TCK’nun 271/1, 50/1-a, 52/2-4. maddeleri uyarınca 7.300 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin Eyüp 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.07.2011 gün ve 1101-560 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 13.03.2014 gün ve 14274-2909 sayı ile;

“…Aralarındaki ticari ilişkiye istinaden kendi rızasıyla mağdura verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir isim vermemekle birlikte tahsil için ibrazı halinde mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılacağını bilerek şikâyetçi olan sanığın eyleminin, TCK’nın 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,

Daire üyesi C. Özer; “Sanığın mağdura olan 5000 TL borcundan dolayı tarafların noterde borç senedi düzenledikleri, sanığın borcu ödememesi nedeniyle mağdurun sanığı icraya vereceğini söyleyince bu defa sanığın mağdura suça konu 05.05.2009 ödeme tarihli 7000 TL’lik çeki verdiği, mağdurun önce düzenleme borç senedini tahsil için 09.03.2009 tarihinde Eyüp 2. İcra Müdürlüğünün 2009/807 Esas sayılı dosyasında icra takibi başlattığı, sanığın ise 08.04.2009 tarihinde söz konusu çekin çalındığından bahisle Cumhuriyet Başsavcılığına isim belirtmeden şikâyetçi olduğu, mağdurun ise 05.05.2009 tarihinde çeki tahsil için banka şubesine başvurduğu, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, çekin bankaya ibrazında el konulması istendiğinden mağdur hakkında hırsızlık suçundan ek takipsizlik kararı verilerek sanık hakkında suç uydurmadan kamu davası açıldığı, katılan ve sanığın savunmalarından anlaşılan ve aksi sabit olmayan sanık savunmasına göre çeke tedbir koydurduğu için çeki tahsile gitmemesi konusunda mağdurun uyarıldığı somut olayda; sayın çoğunluk ile aramızdaki hukuki uyuşmazlık sanığın eyleminin suç uydurma suçunu mu yoksa iftira suçunu mu oluşturduğu konusundadır.

Sanık ile mağdur arasında bir ticari ilişki olduğu, bu ilişki nedeniyle sanığın mağdura 5000 TL borcu bulunduğu, bu borç karşılığında Bakırköy 20. Noterliğinde tanzim edilmiş 00321 yevmiye nolu 5000 TL bedelli 05.01.2009 tarihli düzenleme borç senedi ile 7000 TL bedelli 05.05.2009 keşide tarihli çekinverildiği, mağdurun hem düzenleme borç senedini tahsil için icra takibi başlattığı, hem de çeki tahsil için suç tarihinde bankaya ibraz ettiği konusunda hiçbir tartışma ve kuşku bulunmamaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle iftira ile suç uydurma arasındaki farklara ve her iki suçu birbirinden ayırmakta kullanılacak ölçütün ne olduğuna değinmek gerekmektedir. İftira suçu soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak maksadıyla yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın yoluyla bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnadıyla işlenirken, suç uydurma ise yetkili makamlara işlenmediğini bildiği bir suçu işlenmiş gibi ihbar ederek ya da bir suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılabilecek biçimde uydurarak işlenmektedir. Yani iftira ile suç uydurmayı ayıracak en önemli ölçüt iftira suçunda belli bir kimseye isnatta bulunulması, suç uydurmada ise uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesidir. İftira suçunun failinde suçun mağduru hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlama amacı yani özel kasıt bulunması gerekirken, suç uydurmada bu suçun failinin hangi saikle bu suçu işlediğinin önemi yoktur. Dolayısıyla iftira suçu ancak özel kasıtla işlenebilirken, olası kasıtla işlenemezken, suç uydurmada genel kasıt yeterlidir. Failde özel kastın bulunması ve hukuka aykırı fiil isnat edilen kişinin belirlenebilir olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi halinde iftira suçu oluşabilmektedir. İsnatta bulunulan kişinin belirlenebilir olması ve soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacının varlığı iftira suçunun manevi unsuru içinde yer alan ancak birbirinden farklı kavramlardır. Somut olayda sanık çekle ilgili şikâyetinde katılan hakkında bir isnatta bulunmadığından ve çekin tahsili için ibrazı halinde mağdur hakkında kovuşturma yapılabileceğini bilmesi soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamak amacını göstermeyeceğinden dolayısıyla sanıkta iftira özel kastı bulunmadığından, iftira suçunun unsurları somut olayda oluşmamıştır.

Sanıkta mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacının bulunmadığı sanığın savunmasında belirttiği ‘sen haksız yere kazanç sağlıyorsun, çeke tedbir koydurdum, çeki bozdurmaya gitme, gidersen ben sorumlu değilim’ sözleri ile müştekinin mahkemede ‘sanığın şifahi olarak borcu ödeme gücü olmadığı için zaman kazanmak için çekin çalındığını söylediğine’ dair anlatımından anlaşılmaktadır. Zira sanık mağdura 5000 TL borçludur, ancak mağdur sanıktan 5000 TL bedelinde senet ve 7000 TL bedelli çek almış ve her iki kambiyo senedini tahsil için hareket etmektedir. Hem çeki hem de senedi tahsil ettiği takdirde mağdur haksız kazanç sağlayacaktır. Sanıkta borcun fazlasıyla kendisinden tahsil edilmesini önlemeye çalışmaktadır. Bu maksatla hukuki yollara müracaat etmek yerine çekin çalındığına dair şikâyette bulunmakla suç uydurma suçunu işlemiştir. Ancak sanık borcun kendisinden mükerrer olarak tahsilini önlemek için bu yola başvurduğundan, kendisinde mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacı yani iftira özel kastı bulunmadığından iftira suçunun unsurları somut olayda oluşmamıştır.

Sonuç olarak aralarındaki ticari ilişki nedeniyle verdiği çek veya senedin çalındığı iddiasıyla yetkili makamlara bir isim belirterek şikâyetçi olan kişinin iftira suçunu işleyeceği, herhangi bir kimse hakkında ihbar ve şikâyette bulunmadan sadece çekinin çalındığı iddiasıyla yetkili makamlara başvuranın eyleminin ise suç uydurma suçunu oluşturacağı, şayet yetkili makamlara ihbar ve şikâyette bulunmadan çekinçalındığı veya kaybolduğu iddiasıyla hukuk mahkemelerine dava açılırsa herhangi bir suçun oluşmayacağı düşüncesinde olduğumdan; somut olayda sanığın borcunun iki kez ödenmesini önlemek maksadıyla, hukuki yollara müracaat etmek yerine mağdur hakkında herhangi bir isnatta bulunmadan, gerçekte çeki çalınmadığı halde çalındığından bahisle yetkili makamlara ihbar ve şikâyette bulunarak suç uydurma suçunu işlediği, sanıkta mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacı bulunmadığı, borcun iki kez tahsilini önleme amacının olduğu, bu nedenle özel kasıtla işlenebilen iftira suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı, yerel mahkemenin suç uydurmadan verdiği mahkûmiyet hükmünün doğru olduğu, onanması gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.05.2014 gün ve 382635 sayı ile;

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 271. maddesinde suç uydurma suçu düzenlenmiştir.

Madde 271: ‘İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir’ hükmünü içermektedir.

Söz konusu suç, işlenmediğini bildiği bir suçu yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar etmek ya da işlenmeyen suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak şekilde, uydurmak suretiyle işlenmektedir. Suçun iki tür işleniş biçimi bulunmaktadır. Öğretide, birincisi eylemin ihbar edilmesi, buna şekli suç uydurma denilmektedir. İkincisi ise, delil ve emareler uydurmaktır, buna maddi suç uydurma denilmektedir.

Suç uydurma suçunun konusu, suç olmalıdır. Kabahat ya da disiplin eylemleri suçun konusu olmayacaktır. Fail tarafından ihbar suretiyle veya deliller ileri sürülerek uydurulan suçların taksirli ya da kasten işlenen suçlar olmasının bir önemi bulunmamaktadır.

Suçun oluşması için belirli bir kişiye suç isnad edilmemelidir. İşlenmeyen bir suçu uyduran failin, suçu işleyen ya da iştirak edenlerin ismini vermiş olması hâlinde, eylem iftira suçunu oluşturmaktadır. Suç uydurma suçunun tamamlanması için bir zarar ya da tehlikenin meydana gelme koşulunun varlığı gerekmemektedir.

Suç oluşması için amaç ve saik aranmayıp doğrudan genel kast ile işlenmektedir.

Maddi olayda, sanık ile mağdur arasında bir ticari ilişki olduğu, bu ilişki nedeniyle sanığın mağdura 5.000 TL borcu bulunduğu, bu borç karşılığında Bakırköy 20. Noterliğinde tanzim edilmiş 00321 yevmiye nolu 5.000 TL bedelli 05.01.2009 tarihli düzenleme borç senedi ile 7.000 TL bedelli 05.05.2009 keşide tarihli çekin verildiği, mağdurun düzenlenen borç senedini tahsil için icra takibi başlattığı, sanığın ise 08.04.2009 tarihinde söz konusu çekin çalındığından bahisle Cumhuriyet Başsavcılığına isim belirtmeden şikâyetçi olduğu, mağdurun, kendisine sanık tarafından verilen çeki ve noterden düzenlenen senedi tahsil ettiği takdirde haksız kazanç sağlayacağı açıktır. Bu itibarla sanık, varolan borcunu fazlasıyla kendisinden tahsil edilmesini önlemeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle hukuki yollara müracaat etmek yerine çekin çalındığına dair şikâyette bulunmakla suç uydurma suçunu işlemiştir. Sanığın mağdura yönelik herhangi bir suç isnadı bulunmamaktadır.

5237 sayılı TCK’nun madde 267- ‘(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’ şeklinde birinci fıkrası düzenlenmiştir.

İftira suçu failin, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnadıyla ihbar ve şikâyette bulunması suretiyle işlenmektedir. Failin mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari yaptırım uygulamasını sağlamak amacıyla suçsuz olduğu hâlde sırf suç yükleme özel kastıyla hareket ederek sanık hakkında suç isnadında bulunmasıdır.

İftira suçunda korunan hukuki yarar, suç isnadı ile yargı makamlarının yanıltarak, kişiler hakkında haksız yere soruşturma ve kovuşturma açılmasının engellenmesini amaçlamaktadır.

İftira suçunda kanunda yazılı tipik eylemin gerçekleşmesi durumunda, fiilin hukuka aykırılık öğesi de gerçekleşmektedir. İftira suçunda hukuka uygunluk nedenlerinin gerçekleşmemesi gerekmektedir.

İftira suçunda TCK’nun 26. maddesinde yazılı hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı hâlinde (örneğin, ‘şikâyet hakkı, gazetecilik, haber ve eleştiri hakkı, savunma dokunulmazlığı’ gibi) hakkın kullanılması hâlinde, suçun hukuka aykırılık öğesinin gerçekleşmediği kabul edilmelidir.

İftira suçunda şüphe ve olasılığa dayanarak yapılan ihbar ve şikâyetin, maddi olaylara dayandığı kabul edilerek anayasal şikâyet hakkı olarak kabulüne olanak bulunmaktadır.

Bunun dışında, işlenen ya da gerçekleşen olaya ilaveler yapılarak suç isnad edilmesi durumunda, sanığın iftira suçunu işlemiş sayılacağı kabul edilmelidir.

Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, sanık …’nın Eyüp Polis Karakoluna başvuruda bulunarak çekinin çalındığı konusunda ihbarda bulunmak şeklindeki eyleminin, mağdura olan borcunun iki kez tahsil edilmesini önlemek maksadıyla, hukuki yollara müracaat etmek yerine mağdur hakkında herhangi bir isnatta bulunmadan, gerçekte çeki çalınmadığı hâlde çalındığını ihbar ettiği, çekin bankaya ibrazı sonrasında çekin çalıntı olmadığının kolaylıkla anlaşılacağını sanık bilmektedir. Sanık, mağdurun elinde bulunan çekin banka tarafında tahsilini engellemeye çalışmaktadır. Sanığın eyleminde, sırf suç yükleme özel kastıyla hareket edilerek suç isnad edilmemektedir. Bu itibarla sanık hakkında iftira suçunun yasal öğelerinin oluşmadığı kabul edilmelidir.

Bu nedenle, Yüksek Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13.03.2014 gün ve 2013/14274 Esas, 2014/2909 Karar sayılı suç vasfına yönelik bozma kararı hukuka aykırı niteliktedir. Anılan bozma kararının kaldırılarak sanığın suç uydurma suçundan mahkûmiyetine ilişkin Eyüp 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.07.2011 tarih ve 2009/1101 Esas ve 2011/560 Karar sayılı ilamın onanmasına karar verilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 20.11.2014 gün ve 5312-11761 sayı ile, itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Sanığın eyleminin suç uydurma suçunu mu, yoksa iftira suçunu mu oluşturduğunun,

2- Karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik gözetildiğinde, hüküm fıkrasında yer alan “ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin belirtilmesine (sanığa ihtarat yapıldı)” ilişkin kısmın uygulanma imkânının kalıp kalmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık … ile şikâyetçi … arasında borç ilişkisi bulunduğu, buna istinaden Bakırköy 20. Noterliğince 5.150 TL bedelli, 20.02.2009 ödeme tarihli, borçlusu sanık …, alacaklısı şikâyetçi Sadi olan borç senedinin 05.01.2009 tarihinde tanzim edildiği,

Söz konusu borç senedine rağmen borcunu ödemeyen sanık …’ın, … Boya Pazarlama Ticaret adına tanık Nihat …cı’nın 05.05.2009 tarihinde hamiline yazılı şekilde keşide ettiği 7.000 TL bedelli çeki ciro ederek, icra takibine uğramamak amacıyla şikâyetçi Sadi’ye verdiği, çekin yalnızca sanık … tarafından ciro edildiği,

Sanık …’ın, borç senedine konu bedeli vadesinde ödememesi üzerine şikâyetçi Sadi tarafından 09.03.2009 tarihinde sanık … aleyhine Eyüp 2. İcra Müdürlüğünün 2009/807 sayılı dosyası üzerinden bahse konu borç senedi dayanak gösterilerek icra takibi başlatıldığı,

Sanık …’ın, şikâyetçi Sadi’ye verdiği 05.05.2009 keşide tarihli çekle ilgili olarak; minibüste yolculuk yaparken üzerinde taşımakta olduğu çekin kaybolduğundan bahisle Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına 08.04.2009 havale tarihli dilekçeyle başvurduğu, aynı gün savcılıkta alınan ifadesinde çekin çalındığını beyan ettiği, sanık …’ın gerek dilekçesinde gerekse savcılık ifadesinde herhangi bir kişiden şüphelendiğine dair anlatımda bulunmadığı,

Şikâyetçi Sadi’nin, 05.05.2009 tarihinde banka şubesine şikâyete konu çeki ibraz etmesi üzerine, bu çekle ilgili olarak çalıntı kaydı bulunduğundan bahisle banka görevlisince kolluğa haber verildiği, aynı gün kollukta şikâyetçi Sadi’nin şüpheli, sanık …’ın ise şikâyetçi şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alındığı, yürütülen soruşturmada elde edilen deliller doğrultusunda sanık … hakkında suç uydurma suçundan kamu davası açılırken, şikâyetçi Sadi hakkında ise hırsızlık suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verildiği, anlaşılmaktadır.

Şikâyetçi … şüpheli sıfatıyla soruşturmada; 2007 yılında sanık … ile ortak iş yapmayı planladıklarını, o dönemde adı geçene 7.500 TL borç verdiğini, ancak işi yapamadıklarını ve ortaklıklarının bittiğini, bu borca ilişkin kendisini devamlı oyalayan sanık …’ın 2009 yılı başında 2.500 TL tutarında bir ödeme yaptığını, kalan 5.000 Lira için noter huzurunda 20.02.2009 vadeli borç senedi düzenlediklerini, ancak ödeme tarihi gelince defalarca uyarmasına rağmen sanık …’ın borcunu ödemediğini, sanık …’a borcunu ödememesi hâlinde icra takibi başlatacağını söylemesi üzerine sanık …’ın 05.05.2009 keşide tarihli çeki verdiğini, sanık …’ın borcunu yine ödemeyeceğini anladığı için bu çeki kabul ettiğini, aynı gün kendisini arayan sanık …’ın “Çeki getir, sana paranı vereceğim” dediğini, kendisinin de “Zaten iki yıldır oyalıyorsun, sen parayı getir, o zaman sana çeki veririm” demesi üzerine sanık …’ın “Sana hiçbir şey vermeyeceğim, elinden ne geliyorsa yap” dediğini, sonrasında borç senedini icra takibine koyduğundan sanık …’ın evinde haciz yapıldığını, 05.05.2009 tarihinde ise şikâyete konu çeki tahsil için bankaya ibraz edince çalıntı kaydı nedeniyle ödeme yapılmadığını,

Kovuşturmada sunduğu 17.06.2009 tarihli dilekçesinde; sanık …’ın, çeki çaldığını iddia ederek kendisini töhmet altında bırakmaya çalıştığını, ancak yapılan soruşturma neticesinde tarafına iftira atıldığının ortaya çıktığını,

Kovuşturmada istinabe olunan mahkemede; herhangi bir ortaklıkları bulunmayan sanık …’ın, kendisine olan borcu nedeniyle şikâyete konu çeki verdiğini, adı geçenin borcu ödeme gücü olmadığı için, çalındığından bahisle müracaatta bulunduğunu sonradan kendisine söylediğini,

Kovuşturmada sunduğu 02.06.2011 tarihli dilekçesinde de; şikâyete konu çekle ilgili şikâyetinden ve hakkından feragat ettiğini,

Tanık Nihat …cı; şikâyete konu çeki 2009 yılı Mart ayında sanık …’ın isteği üzerine hatır çeki olarak verdiğini, ancak sanık …’ın söz konusu çeki kaybettiğinden bahisle 08.04.2009 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduğunu anlattığını İfade etmişlerdir.

Sanık … şikâyetçi şüpheli sıfatıyla soruşturmada; tekstilcilik yaptığı dönemde Saadet Güzeller’e olan 5.000 TL borcu nedeniyle, adı geçenin amcasının oğlu olan şikâyetçi Sadi’nin kendisinden bu borcu ödemesini istediğini, bunun üzerine, arkadaşı olan tanık Nihat’tan bir iş dolayısıyla almış olduğu şikâyete konu 7.000 TL bedelli çeki 2009 yılının Şubat Ayında şikâyetçi Sadi’ye verdiğini, çeki kontrol ettireceğini söyleyerek alan şikâyetçi Sadi’den çek ile borç miktarı arasındaki bedel farkı olan 2.000 TL’yi geri getirmesini istediğini, ancak ertesi gün kendisini arayan şikâyetçi Sadi’nin “Çeki geri vermiyorum, elime koz geçti, seni icraya vereceğim” dediğini, bu görüşmeden on gün sonra evinde haciz işlemi yapıldığını, bu tarihten on gün sonra da şikâyetçi Sadi’yi hırsızlıkla suçlamamak için söz konusu çekin kaybolduğuna ilişkin müracaatta bulunduğunu, çekin bankaya ibrazından bir gün önce yaptıkları görüşmede, söz konusu çeki tahsil edeceğini söyleyen şikâyetçi Sadi’ye “Sen haksız yere kazanç sağlıyorsun, çeke tedbir koydurdum, çeki bozdurmaya gitme, gidersen ben sorumlu değilim” dediğini, şikâyetçi Sadi’nin aralarında anlaşabileceklerini söylemesi üzerine de “Beni icraya verdiğin senedi çekeceksin, çekimi bana geri vereceksin, o zaman paranı öderim” dediğini, 05.05.2009 tarihinde şikâyetçi Sadi’nin kendisini arayarak “Çeke tedbir koydurmuşsun, beni içeri aldılar, buraya gel” demesi üzerine karakola gittiğini, şikâyetçi Sadi’nin zarar görmemesi amacıyla çekin kaybolduğundan bahisle başvuruda bulunduğunu,

Kovuşturmada; şikâyete konu çekle, şikâyetçi Sadi’ye olan borcundan fazla ödeme yaptığını, bu nedenle şikâyetçi Sadi’den alacaklı olduğu 2.000 TL’yi istediği hâlde kendisine çekin kaybolduğunu söylediğini, bu sebeple çekle ilgili başvuruda bulunduğunu, daha sonra şikâyetçi ile aralarında anlaştıklarını savunmuştur.

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, iftira ve suç uydurma suçları üzerinde durulması gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nun “Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “İftira” başlıklı 267. maddesinin uyuşmazlık konusuyla ilgili 1. fıkrası;

“Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.

İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.

Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak, isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir. Başka bir deyişle, yetkili makamlara isnada muhatap kişinin açık kimlik bilgilerinin verilmesi şart olmayıp, kişinin kimliğini belirleyecek hususların verilmesi yeterlidir. Bununla birlikte, isnadın kime yönelik olduğunun yapılan açıklamalardan anlaşılabilir olması gerekmektedir. İsnadın kime yönelik olduğunun yapılan açıklamalardan dolaylı olarak dahi anlaşılamaması hâlinde ise, eylem iftira suçuna değil suç uydurma suçuna vücut verecektir.

İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.

İftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir.

Suç uydurma suçu ise TCK’nun 271. maddesinin birinci fıkrasında;

“(1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir” biçiminde düzenlenmiştir.

Suç uydurma suçu ile, adlî makamların gereksiz olarak işgal edilmesi veya yanlış yollara yönlendirilerek boşuna uğraştırılması eylemleri yaptırım altına alınmıştır. Böylece adlî makamların yıpratılıp itibar kaybına uğraması önlenmek istenmiştir.

Bu suç, belirli bir kimseye isnat yöneltilmeden, işlenmediği bilinen bir suçun yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar edilmesi veya işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerinin soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurulması suretiyle işlenmektedir. Bu anlamda, söz konusu suç tipinde, uydurulan suçun ceza hukuku açısından suç olması gerekmektedir. Kabahat veya diğer hukuk dallarına ilişkin olan, örneğin bir idari soruşturma veya yaptırımı gerektiren eylemin uydurulması bu suça vücut vermeyecektir. Buna göre, suç uydurma suçunda yetkili makamlara bildirilen fiilin suç teşkil eden bir eylem olması gerekmektedir.

İhbar veya uydurma hareketlerinin gerçekleştirilmesi ile tamamlanan bu suçun iki tür işleniş biçimi bulunmakta olup fiilin, ihbar suretiyle işlenmesine şekli suç uydurma, delil veya emarelerini uydurmak suretiyle işlenmesine ise maddi suç uydurma denilmektedir. Söz konusu suçun unsurlarını; işlenmemiş bir suçun olması, suç duyurusunun kanuni tipte belirtilen makamlara yapılması ve uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesi olarak saymak mümkündür.

Suç uydurma suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Neticesini bilerek ve isteyerek ihbarda bulunma ya da delil veya emare uydurma iradesi suçun manevi unsurudur. Bu suçun manevi unsuru bakımından doğrudan ve genel kastın bulunması yeterli olup failin suçu işleme nedeninin, maksadının veya saikinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu suçta özel kast aranmamaktadır.

Uyuşmazlık konusuyla bağlantılı olarak, suç uydurma ve iftira suçlarının arasındaki farkın ortaya konulması bakımından isnadın belirli veya belirlenebilir bir kimseye yöneltilmesinin gerekip gerekmediği hususu üzerinde durulması gerekmektedir.

Suç uydurma suçunda uydurulan suçun, belirli bir kimseye isnat edilmemesi gerekmektedir. Bu şekilde, belirli olmayan veya belirlenmesi de mümkün olmayan kimseye yönelik isnatlar suç uydurma, belirli veya belirlenebilir bir kimse hedefe konulmuşsa iftira suçu oluşmaktadır. Suç uydurma suçunda, uydurulan suçun belirli veya basit bir araştırmayla tespit edilmesi mümkün olan kişi ya da kişilere isnat edilmemiş olması aranmaktadır. Ayrıca uydurulan suçun, açık veya zımnen bilinmeyen kişiler veya hayali insanlara yöneltilmesi hâlinde de yine suç uydurma suçu oluşacaktır. Şu hâlde, muayyen veya tayin edilmesi mümkün bir kişi hedef alınarak suç isnadında bulunulmuş ise eylem, TCK’nun 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunu, belirli bir kimse hedeflenmeden ve belli bir kimseden söz edilmeden gerçekleştirilen isnatlar, TCK’nun 271. maddesinde düzenlenen suç uydurma suçunu oluşturmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanık …’ın, şikâyetçi Sadi’ye olan borcundan dolayı önceden verdiği borç senedine konu bedeli ödememesi üzerine suça konu hamiline yazılı çeki verdiği, sanığın, şikâyetçi Sadi’nin borç senedine dayalı olarak icra takibi başlatması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığına başvurup herhangi bir kişiden şüphelendiğine dair anlatımda bulunmadan, söz konusu çekin çalındığını belirterek şikâyetçi olmasından sonra, şikâyetçi Sadi’nin suça konu çeki bankaya ibraz ettiğinde çekte çalıntı kaydı bulunması nedeniyle hakkında hırsızlık suçundan soruşturma başlatıldığı olayda; sanık …’ın, kendisinden aynı borca yönelik mükerrer tahsilat yapılmasını önlemek amacıyla başvuruda bulunması gözetildiğinde, sanığın şikâyetçi Sadi hakkında soruşturma başlatılmasına yönelik özel kastı bulunmaması ve para gibi tedavülü söz konusu olan hamiline yazılı çekin, şikâyetçi Sadi dışında üçüncü kişi tarafından bankaya ibraz edilebileceği nazara alındığında da, sanığın belirli bir kimseyi hedefe koymamış olması birlikte değerlendirildiğinde; somut olayda iftira suçunun oluşmayacağı, sanığın, şikâyetçiye rızasıyla verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir kişiyi hedef göstermeksizin yetkili makamlara başvurmaktan ibaret eyleminin suç uydurma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, uygulamanın denetlenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; “itirazın reddine karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

Ulaşılan sonuç karşısında, bu aşamada 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik gözetildiğinde, hüküm fıkrasında yer alan “ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin belirtilmesine (sanığa ihtarat yapıldı)” ilişkin kısmın uygulanma imkânının kalıp kalmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13.03.2014 gün ve 14274-2909 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

3- Dosyanın, uygulamanın denetlenmesi amacıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.04.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

KAZAYA KARIŞAN ARAÇLARIN AYNI SİGORTA ŞİRKETİNE SİGORTALI OLMASI

T.C.

YARGITAY

11.Hukuk Dairesi

Esas No: 2000/3748 Karar No: 2000/4732 Tarihi: 29.05.2000

  • KAZAYA KARIŞAN ARAÇLARIN AYNI SİGORTA ŞİRKETİNE SİGORTALI OLMASI
  • KASKO SİGORTASI
  • ZORUNLU MALİ MESULİYET SİGORTASI

ÖZET:Olayda, kazaya karışan her iki araç da davacı sigorta şirketine kasko ve zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalıdır. Böyle bir durumda, davacı sigortalısına yaptığı ödeme ile yasadan kaynaklanan halefiyet hakkına ilke olarak kavuşması gerekir. Fakat, davacı sigorta şirketi, davalı aracının da trafik sigortacısı olduğuna göre, davalının bu kaza ile neden olduğu zararlar bakımından poliçede belirlenen limitler çerçevesinde davalının hukuki sorumluluğunu KTK’nın 85. maddesi uyarınca üzerine almış bulunmaktadır. Yani hem zarar gören, hem de zarar sorumlusu kavramlarını üzerinde toplamaktadır. Bu durumda, sigortalısına karşı zararı karşılamak amacıyla hukuki sorumluluğu üzerine alan davacı sigorta şirketinin bu ilkeyi bertaraf edecek şekilde zarar sorumlusu sıfatıyla davalıya karşı limitler çerçevesinde rücu davası açabilme hakkının bulunmadığının kabulü gerekir.

(2918 s. KTK m. 85)

TAM METİN:

Taraflar arasındaki davanın Ankara 5. Sulh Hukuk Mahkemesince görülerek verilen 05.11.1999 tarih ve 1998/1328 – 1999/978 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dava dosyası için Tetkik Hakimi Deniz Biltekin taralından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkili sigorta şirketine özel otomobil paket sigorta poliçesi ile kasko sigortalı araca, davalının maliki olduğu aracın tam kusurlu ile çarpması sonucu hasarlandığını ileri sürerek, sigortalılarına ödedikleri 135.000.000.- liranın 06.05.1997 tarihinden itibaren reeskont faizi ile davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili aracının davacıya trafik sigortası ile sigortalı olduğunu açıkladıktan sonra davanın trafik sigortacısı G. Sigorta A.Ş.’ye ve sürücüsüne ihbarını talep ederek davanın reddini talep etmiş, son celse takas ve mahsup talepleri olmadığını beyan etmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından davacının aynı zamanda davalıya ait aracın zorunlu trafik sigortacısı olduğu ancak, davalı vekilinin takas ve mahsup talebi olmadığını beyan etmesi nedeniyle davanın kısmen kabulü ile 127.788.000.- liranın 06.05.1997 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Davadaki uyuşmazlık, kasko sigorta poliçesi gereğince sigortalısına sigorta tazminatı ödeyen sigortacının, kazaya yine sigortacıya zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı bir başka aracın sebebiyet vermesi halinde sigortacının halefiyet yolu ile TTK’nın 1301. maddesinden, kaynaklanan rücu hakkını kendi sigortalısına karşı zarar sorumlusu olarak kullanıp kullanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Gerçekten de dava dosyasının incelenmesinde, kazaya karışan her iki aracın da davacı sigorta şirketine kasko ve zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir durumda, davacı sigortalısına yaptığı ödeme ile yasadan kaynaklanan halefiyet hakkına ilke olarak kavuşması gerekir. Ne var ki, yukarıda değinildiği üzere, davacı sigorta şirketi, davalı aracının da trafik sigortacısı olduğuna göre, davalının bu kaza ile neden olduğu zararlar bakımından poliçede belirlenen limitler çerçevesinde davalının hukuki sorumluluğunu KTK’nın 85. maddesi uyarınca üzerine almış bulunmaktadır. Bir başka deyişle, davacı sigortacı, az önce değinilen yasal düzenleme ile bir yandan sigortalının halefiyet hakkını kullanarak davalıya rücu edebilme imkanına kavuştuğu gibi, öte yandan aynı olay sebebiyle davalının hukuki sorumluluğunu limitler çerçevesinde üzerine almış bulunmakta, yani hem zarar gören, hem de zarar sorumlusu kavramlarını üzerinde toplamaktadır. Bu durumda, sigortalısına karşı zararı karşılamak amacıyla hukuki sorumluluğu üzerine alan davacı sigorta şirketinin bu ilkeyi bertaraf edecek şekilde zarar sorumlusu sıfatıyla davalıya karşı limitler çerçevesinde rücu davası açabilme hakkının bulunmadığının kabulü gerekir. Dava konusu olayda da, davacı sigorta şirketinin sigortalısına ödediği 127.788.000.- liralık hasar miktarı, davalının zorunlu mali mesuliyet sigortasında 250.000.000.- liralık hukuki sorumluluğu üzerine aldığına göre, davalı zarar sorumluğuna karşı limitler üzerinde bir başvuru hakkı bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, olayda uygulanma imkanı olmayan davalı vekilinin takas-mahsup talep etmemesi beyanına dayanılarak yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 29.05.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

SENET DÜZENLENİRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

SENET DÜZENLENİRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR

Ticari yaşamın vazgeçilmez araçlarından biri olan ve Ticaret Hukuku’nda yer verilen Senet  sözlük anlamı olarak bir kimsenin ödemeye ya da yapmaya borçlu olduğu şeyi göstermek üzere imzalayıp ilgiliye (muhataba) verdiği belge olarak tanımlanmış olup çoğunlukla vadeli iş ve işlemlerde kolaylık sağlamak bu anlamda alacaklının yada borçlunun haklarının hukuki olarak ispatı noktasında önemli bir belgedir.

Ticari hayatın içinde çoğunlukla belirli bir vadeye bağlanmış alacağın güvence altına alınması veya bir işin görülmesi bakımından müstakbel alacakları teminat altına alan resmi bir belge hükmü taşımaktadır.

Bu anlamda Senetler düzenlenirken çoğu kere Kambiyo vasfı taşımadığı gerekçesiyle senet adi bir belge mahiyetinde kabul edilmekte, bazı hak kayıplarına sebep olmaktadır. Bu itibarla öncelikle kambiyo vasfı üzerinde durmakta yarar vardır.

Kayıtsız şartsız bir bedel ödeme vaadi; Senet (Bono) bir ödeme vaadidir. Bu vaadin belirli bir tutar olması ve kayıtsız şartsız bedeli ihtiva etmesi gerekir. Eğer bononun içeriğinde şarta bağlı ibareler yer alırsa, bu takdirde bononun kıymetli evrak niteliği kaybolur. Adi yazılı belge olarak hüküm ifade etmeye devam eder.

Lehtarın ad ve soyadı; Bono kime veya kimin emrine ödenmesi kararlaştırılmış ise (lehdar) onun ad ve soyadını taşımalıdır. Lehdar tüzel kişi ise tüzel kişinin unvanı bonoda yer almalıdır. Lehdar ismini ihtiva etmeyen bono, ticari senet olma özelliğini yitirir. Unvanların kısaltılarak yazılması mümkündür ancak, unvan nev’i mutlaka belirtilmiş olmalıdır.

Bononun düzenlendiği yer ve tarih: Bonoda senedin düzenlendiği yer açıkca belirtilmelidir. Senedin düzenlendiği yer belirtilmemiş ise, senedi düzenleyenin isminin yanında yazılı olan yer düzenleme yeri sayılır. Bononun düzenlendiği günün bonoda yer alması gerekir. Tanzim tarihi bulunmayan bono kambiyo senedi olma vasfını kaybeder, adi senet hükmünü ifade eder.

İmza : Bonoyu ödeyecek olan şahsın imzasını taşımayan bono hiç bir şekilde hüküm ihtiva etmez.

Ödeme yeri; Bonoda ödeme yeri belirtilmelidir. Ödeme yeri belirtilmeyen durumlarda, düzenleme yeri ödeme yeri sayılır.

Bono veya emre muharrer senet kelimesi; Senet metninde Bono veya emre muharrer (emre yazılı) senet ibaresi yazılı olmalıdır. Senet Türkçe’den başka bir dilde yazılmış ise, o dildeki bono karşılığı kullanılan kelimenin bulunması gerekir.

Vade; Bonoda yazılı bulunan tutarın ödeme gününü gösterir. Bonoda Vade belirtilmemiş ise görüldüğünde ödenir. Vadenin yazılmamış olması bono niteliğini ortadan kaldırmaz.

Yukarıdaki açıklamalara paralel olarak senetlerin ticari hayatın içerisindeki yeri düşünülerek SENET DÜZENLENİRKEN DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLARI somutlaştırarak açıklamakta yarar görüyoruz.

  • Senet Senet üzerinde Rakamla ve yazıyla değer gösteren bölümlerine meblağ yazıldıktan sonra bu bölümlere gerek yazı gereksel rakamsal ilavelerin ve tahrifatların yapılmasını engellemek bakımından özellikle bitişik bir şekilde kapatma çizgileri ile kapatılması gerekmektedir. Senetlerin sıhhati ve sahteciliğin önlenmesi bakımından bu husus önemlidir. Kısaca bir örnek ile açıklayacak olursak; Senedin üst kısmında rakamsal tutarı gösteren “Türk Lirası” yazan kısımda”#100.000,00 TL#”  şeklinde “Yukarıda yazılı yalnız……. ” kısımda ise “Yukarıda yazılı yalnız……. #YÜZBİNTürkLirası#” şeklinde yazılarak kapatma çizgisiyle kapatılmalıdır.
  • Senedin ön kısmında yer alan alacaklı bilgileri olan ad ve soyadın bildirilmesi önemlidir. Özellikle takas mahsup iddialarına itirazlar bakımından yazılmasında yarar görüyoruz.
  • Senedin ön yüzünde senet bedelinin NAKDEN” veya “MALEN” şekilde belirtilmesi önemlidir. Nitekim MALEN kaydı mal karşılığında alındığını gösterir.
  • Senette herhangi bir ihtilaf çıkması, veya borcun ödenmemesi halinde icra takibinde yetkili olan İcra müdürlüğü veya mahkemelerin yetkisinin gösterilmesi gerekir “İhtilaf vukuunda …….” kısmına örnek olarak “İhtilaf vukuunda ŞANLIURFA” şeklinde olmasına dikkate edilmesi gerekir
  • Senet doldururken borçlunun veya kefilin adı, soyadı ve TC Kimlik Numarası’nı muhakkak kimlik ehliyet pasaport vs ile kontrol ederek huzurda imza atılması senedin takip ve tahsili bakımından son derece önemlidir.
  • Borçlu tarafından doldurulacak senette borçlu ve varsa kefilin adresini  muhakkak yazınız.
  • Senedin sağ alt köşesinde tarih yeri bulunmakta olup senedin düzenlendiği tarihi senette bildiriniz.
  • Senet Doldurulurken hem rakamla hem de yazıyla değer gösteren bölümlerin muhakkak doldurulması gerekir. Zira yazı ile rakam arasında çelişki bulunduğu taktirde yazıya itibar edileceği gözden kaçırılmamalıdır.
  • Senetlerde Çift İmza şart olmayıp tek imza yeterlidir. Lakin çoğunlukla sahte imzanın önlenmesi bakımından ve imzanın gerçekte imza sahibine ait olup olmadığının denetlenmesi bakımından önemlidir.
  • Senedi keşide tüzel kişilik (şirket) ise şirketin yetkili temsilcisinin (yetki belgesi kontrol edilerek) şirket kaşesinin üstüne imza atılması sağlanmalıdır. Şirket kaşesinin üstünde yer almayan imzalar şirket açısından bağlayıcı olmaz.
  • Senet muhtevasında ki yazıların mümkün mertebe borçlunun kendi eli ürünü (elyazısı) olması önemlidir.
  • Ödemesi yapılan senetlerin üzerine ödendiğine dair “İPTAL” veya “ÖDENMİŞTİR” şeklinde alacaklısına şerh düşürüp tahrif etmeden saklayabilir veya tamamen imha ediniz.
  • Tanımadığınız kişilerden ciro yoluyla senet almayınız. Senedi düzenleyen kişinin İmzasının sahte olması halinde aleyhinize senet miktarının %20 si oranında tazminata hükmedilebilir . Senetleri alacaklı ve borçlunun bulunduğu ortamlarda düzenleyiniz.
  • Verdiğiniz yada aldığınız senetlerin bir fotokopisini muhafaza ediniz.(Senedin kaybolması halinde senet üzerindeki bilgilerle hukuki yollara başvurma açısından önemlidir)
  • Borcunuzu ödedikten sonra aldığınız senetteki imzaların size ait olup olmadığını kontrol ediniz. (Kötüniyetli şahıslar imza örneklerinizi taklit ederek asıl senedi iade etmeyerek borcu mükerrer ödemek durumunda kalabilirsiniz)
  • Senet bir işin yapılması için ileriye yönelik teminat olarak verilmişse senedin üst kısmında ÖDEME GÜNÜ yerine muhakkak “TEMİNAT” senedi şeklinde şerh ve kayıt işleyiniz.
  • İmzalı boş senet vermeyiniz.(Hukuken açığa imza atan sonuçlarını kabullenmek zorundadır)

Faydalı olması dileğiyle

Av. Selim Hartavi

İTİRAZIN İPTALİ DAVALARI

 

  1. GİRİŞ

    II. İtirazın iptali davası

    1. İtirazın iptali davasının açılması
    A.itirazın iptali davası açılmasının şartları

    a. Geçerli Bir İcra Takibinin Bulunması
    b. Borçlunun Geçerli Bir İtirazının Bulunması
    c. Davanın Süresinde Açılmış Olması
    ç. Hukuki Yarar
    d. Kesin Hüküm ve Derdestlik
    e.Takibi Geçersiz Kılacak Diğer Sebepler

    2. itirazın iptali davasının Türk hukukundaki yeri
    A-itirazin iptali davasının hukuki niteliliği
    a. Doktrinde İleri Sürülen Görüşler
    b. Yargıtay’ın Görüşü
    c. Değerlendirme ve Kendi Görüşümüz

    B-İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA YARGILAMA

    a. Görevli ve Yetkili Mahkeme
    b. Dava Dilekçesi
    c. Cevap Dilekçesi
    ç. Yargılama Usulü ve İspat

    3.itirazın iptali davasının sonuçlanması

    A-İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA KARAR

    a.Davanın Reddi
    b.Davanın Kabulü
    c.Davayı Sona Erdiren Haller
    1. Feragat
    2. Kabul
    3. Sulh
    4. Diğer Sona Erme Halleri

    B-KANUN YOLLARI

    III. icra inkar tazminatı.

    1- genel bilgi
    2- icra inkâr tazminatına hükmedilebilmesi için
    gerekli koşullar

    a. İtirazın Haksız Olması
    b. Borçlunun Kötüniyetli Olması Şartı Aranmaz

    3- KÖTÜNİYET TAZMİNATININ ŞARTLARI

    a.Alacaklının Açmış Olduğu Dava Reddedilmelidir
    b.Davacı Takibinde Haksız ve Kötüniyetli Olmalıdır
    c.Davalı Borçlu Talepte Bulunmalıdır

    4- İNKAR TAZMİNATININ MİKTARI:
    ————————————————————————————–

    I. GİRİŞ

    Borcun rıza ile ödenmemesi halinde, alacaklının isteği üzerine devlet kuvveti yardımı ile borcun edası ve ifası sağlanabilir. Devlet kuvvetini temsil eden icra dairesi, borçlunun mevcut ise mal ve parasına el koyarak ve gerekirse mallarını satarak, paraya çevirdikten sonra satış bedelini alacaklıya vermek suretiyle görevini yerine getirir.

    Bu anlamda icra hukuku, icra takibi (cüz’i icra) ve iflas takibi (külli icra) olmak üzere ikiye ayrılır. İcra takibi de kendi içinde ilamlı icra ve ilamsız icra olmak üzere ikiye ayrılır. Bunlardan ilamlı icrada alacağın niteliği önemli değildir. Her türlü alacak için ilamlı icra yoluna başvurulabilir. Ancak aynı şeyi ilamsız icra için de söylemek mümkün değildir. İİK. m 42’ye göre, kural olarak yalnız para ve teminat alacakları için ilamsız icra yoluna başvurulabilir.
    İlamsız icra da kendi içinde “genel haciz yoluyla takip”, “kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takip” ve “kiralanan gayrimenkullerin ilamsız icra yoluyla tahliyesi” olmak üzere üç gruba ayrılır. İtirazın iptali davası bunlardan “genel haciz yoluyla takip” içerisinde yer almaktadır.
    İtirazın iptali davasının söz konusu olabilmesi için, alacaklının icra dairesine takip talebinde bulunması(İİK.m.58) ve borçlunun süresinde ödeme emrine itiraz etmesi gerekir. Alacaklının takip işlemini başlatması için elinde bir ilamın(mahkeme kararı) olması gerekmediği gibi, alacağını belgeleyen herhangi bir senede de ihtiyacı yoktur. Alacaklının borcun sebebini açıklaması yeterlidir.
    İcra takibine devam edilebilmesi, alacaklının bu itirazı hükümden düşürtmesi ile mümkündür. Başka bir deyişle, duran takibin yürüyebilmesi için “itirazın ref’i” yani kaldırılması gerekir. Kanun koyucu, alacaklıya bu amaçla üç imkan tanımıştır. Bunlardan biri alacaklı, itirazın kendisine tebliğinden itibaren 6 ay içinde icra mahkemesine başvurarak itirazın kesin ya da geçici olarak istemesi (İİK. m.68 ve 68-a), bir diğeri itirazın alacaklıya tebliğinden itibaren bir yıl içinde itirazın iptali davası açmak( İİK. m. 67) ve bu bir yıllık süre kaçırılırsa mahkeme de genel hükümler dairesi içerisinde eda davası açılabilir. Adı geçen bu süreler hak düşürücü nitelikte sürelerdir.
    Alacaklının takip talebi üzerine icra müdürü borçluya bir ödeme emri gönderir. Bunun üzerine borçlu ödeme emrine itiraz ederse takip işlemi durur. Takip işlemine devam etmek isteyen alacaklı, borçlunun itirazını hükümden düşürmediği sürece takip işlemine devam edemez. Alacaklının bu durumda iki seçeneği vardır. Biri itirazın kaldırılması yolu, diğeri ise itirazın iptali yoludur. Bizim inceleme konumuz itirazın iptali davası olduğundan bu konu hakkında bilgilendirme yapılacaktır.

    II. itirazın iptali davası

    1. itirazın iptali davasının açılması:

    İtirazın iptali davası, alacaklının elinde İİK. m. 68 ve 68-a’da belirtilen belgelerin olmaması halinde açılır. Alacaklı bu belgelere sahipse yine bu davayı açabilir ancak bu belgelere sahip değilse itirazı giderebilmek için itirazın iptali davası açmak zorundadır.Buna göre elinde İİK. m.68’deki belirtilen özelliklere sahip bir belge bulunduran alacaklı, dilerse itirazın iptali davası veya dilerse itirazın kaldırılması yoluna başvurabilecektir. Bu seçim hakkını mahkemede itirazın iptali davası açmak suretiyle kullanan alacaklı, icra mahkemesinde itirazın kaldırılmasını talep edemez. Fakat önce icra mahkemesine başvuran alacaklı bu yolu bırakarak itirazın mahkemede iptalini talep edebilir. Çünkü kanunda bunun aksini öngören bir hüküm bulunmamaktadır.

    Bununla beraber, itirazın kaldırılmasını tetkik merciinden isteyen ve fakat bu istemi reddedilen alacaklı artık İİK. m. 67 maddesi uyarınca itirazın iptalini ve inkar tazminatına hükmolunmasını isteyemez. Ancak genel hükümler dairesinde alacak davası açabilir.

    A. itirazın iptali davası açılmasının şartları:

    İtirazın iptali davası belgeye bağlı olmayan veya belgeye bağlı olmaklar beraber likid olmayan alacaklarda açılabilir. İcra ve İflas Kanunu’nun 68. maddesinde aranan belgelere sahip olmasına rağmen, itirazın kesin kaldırılması için icra mahkemesine başvurmak istemeyen alacaklı, itirazın kendisine tebliğinden itibaren (1 yıl içinde) doğrudan doğruya genel mahkemeye başvurmak suretiyle, itirazın iptali davası açabilir.

    Usul Hukuku’nda dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi için gerekli olan şartlardır. Dava şartları üç grup olup bunlar; dava şartları(yargı hakkı, yargı yolu, görev), taraflara ilişkin dava şartları (davada iki tarafın bulunması, taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davaya vekâlet ehliyeti ve geçerli vekâletname) ve dava konusuna ilişkin dava şartlarıdır (kesin hüküm bulunmaması ve hukuki yarar). Bu genel dava şartları itirazın iptali davası içinde geçerlidir. İtirazın iptali davasının açılabilmesi için bunlardan başka özel dava şartlarının da bulunması gerekmektedir. Bu dava şartlarından birinin bulunmaması halinde açılan itirazın iptali davası usulden reddedilmelidir. Özel dava şartları olarak:

    a. Geçerli Bir İcra Takibinin Bulunması:

    Geçerli bir ilamsız icra takibinden bahsedebilmemiz için kural olarak, genel haciz yoluyla takip bulunması gerekir. İlamsız icra kural olarak yalnız para ve teminat alacakları için mümkündür. Fakat burada bazı istisnalar mevcuttur. Bunlara kısaca değinecek olursak;

    İtirazın iptali davasında geçerli bir icra takibinden bahsedebilmemiz için alacağın daha önceden herhangi bir ilama konu edilmemiş olması gerekir. Bunun anlamı, bir dava şartı olarak kesin hüküm bulunmaması gerekir. Ayrıca ilamsız icraya konu olan alacağın ya para ya da konusu para olan teminat alacağı olması gerekir. Konusu para olan alacak Türk parası olarak belirtilmelidir. Yabancı para alacakları için, alacaklı hangi tarihteki kur karşılığını istiyorsa bunu göstermelidir (İİK. m. 58/3).

    Konusu altın olan alacaklar için ilamsız icraya başvurulamaz.

    Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte, itirazın iptali davası hükümleri uygulanamaz. Çünkü itiraz, doğrudan icra mahkemesine yapılır ve icra mahkemesine yapılan itiraz takibi kendiliğinden durdurmaz. Doğal olarak takip durmadığına göre hükümden düşürülecek bir şey de bulunmamaktadır.

    Rehnin paraya çevrilmesi yoluyla takipte de esasen itirazın iptali davası söz konusu olmaz. İcra ve İflas Kanunu madde 45’e göre rehinli alacaklarda kural olarak genel haciz yoluyla takip yapılamaz. Ancak 45.madde de yer alan atıflardan anlaşılacağı üzere (m.147, 150a ) istisnaen de olsa itirazın iptali davası söz konusu olabilmektedir.
    Eğer takip konusu paradan başka bir şeyin teminat gösterilmesine ilişkin ise ve borçlu ödeme emrine itiraz ederse, alacaklı icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını talep edemeyecek, yalnızca itirazın iptali davası yoluna gidebilecektir.

    Bundan başka, kiralanan gayrimenkullerin ilamsız tahliyesinde de itirazın iptali davası söz konusu olmaz.

    Yukarda sayılanlar da göz önünde bulundurulduğunda, geçerli bir ilamsız icra takibinin başlaması için, alacaklının icra dairesine yazılı veya sözlü olarak bir takip talebinde bulunması gerekir. Alacaklının takip talebinde bulunabilmesi için, alacağın bir senede dayanması zorunlu olmadığı gibi, takibin dayanağı belgenin İcra ve İflas Kanunu’nun 68. maddesindeki yazılı belgelerden olması da gerekmez. Alacaklının takip talebinde bulunmasıyla icra müdürü ödeme emri düzenleyerek borçluya ödeme emri gönderir.

    b. Borçlunun Geçerli Bir İtirazının Bulunması:

    Borçlu, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 7 gün içinde hiçbir sebep göstermeden ödeme emrine itiraz edebilir. Ödeme emrine itirazında borçlu sebep olarak imzaya itiraz veya borca itirazı gösterebileceği gibi takip yapma yetkisine veya yetkiye itiraz edebilir. Borçlu imzaya itirazını ayrıca ve açıkça belirtmelidir, aksi halde senet altındaki imzayı kabul etmiş sayılır.

    Borçlu, süresi içinde ödeme emrine itiraz ederken sadece yetki itirazında bulunmuş ve ayrıca esasa itiraz etmemiş ise mahkemede itirazın iptali davası açamaz. Bu durumda alacaklı icra mahkemesine yetki itirazının kaldırılması için başvurmalıdır. Ancak borçlu, yetki itirazı ile birlikte imzaya ya da borca da itiraz etmiş ise ve alacaklı da İcra ve İflas Kanunu m.68’de sayılan belgelere sahip değilse, bu durumda alacaklı yetki ve itirazın hükümden düşürülmesi için itirazın iptali davası açabilir.

    Bundan başka borçlu derdestlik itirazında bulunur ise alacaklı itirazın iptali davası açamaz.

    Borçlu, itirazını yedi gün içinde dilekçeyle veya sözlü olarak icra dairesine bildirebilir. İcra dairesi yerine icra mahkemesine yapılan itiraz hukuki sonuç doğurmaz.

    c. Davanın Süresinde Açılmış Olması:

    İtirazın iptali davası, borçlunun itirazının alacaklıya veya vekiline tebliğinden itibaren bir yıl içinde açılmalıdır. Bu süre hak düşürücü nitelikte bir süre olup hâkim tarafından re’sen gözetilir. Sürenin hesaplanmasında İcra ve İflas Kanunu’nun 19. maddesi dikkate alınır. Bu süre geçirilirse eğer alacaklı artık itirazın iptali davası değil, normal bir alacak davası açabilir.

    ç. Hukuki Yarar:

    Bir dava şartı olarak hukuki yarar itirazın iptali davasında da mevcut olmalıdır. Huku-ki yarardan söz edilebilmesi için mahkeme kararına ihtiyaç duyulmalıdır. Bir konuda mah-kemeye başvurup karar almadan, daha basit ve kolay başka bir yolla aynı sonuca ulaşılabiliyorsa, bu konuda mahkemeye başvurmakta hukuki yararın olduğu söylenemez. Çünkü takip durmamışsa, mahkeme kararına ihtiyaç olmadığı gibi daha basit daha kolay bir yolla (itirazın kaldırılması veya duruma göre şikayet) takibe devam edip hakka ulaşmak mümkündür.

    Elinde İcra ve İflas Kanunu madde 68 ve 68a’ da sayılan belgeleri bulunan alacaklının itirazın kaldırılması yerine itirazın iptali davası açmasında hukuki yararı olup olmadığı konusunda ise, itirazın kaldırılması yolu maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden, alacaklının itirazın iptali yoluna başvurmakla hukuki yararının var olduğu söylenebilir. Ancak alacaklıya hem itirazın icra mahkemesinde kaldırılmasını talep etme hem de mahkemede itirazın iptali davası açabilme imkânını tanımak gerekir.

    d. Kesin Hüküm ve Derdestlik:

    Bir diğer dava şartı olarak, açılan dava hakkında daha önceden mevcut olan bir kesin hüküm bulunmaması gerekir. Kesin hükümden bahsedebilmemiz için önce ve sonra açılan davanın tarafları, konusu ve sebebinin aynı olması gerekir. Kesin hüküm davanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi mahkemece de re’sen gözetilir. Eğer itirazın iptali davasına konu olan uyuşmazlık hakkında kesin hüküm varsa mahkeme dava şartı yokluğundan davanın reddine karar vermelidir.

    İtirazın iptali yolunu tercih eden ve bunun için mahkemede dava açan alacaklı, bu dava neticesinde verilecek hüküm, sadece takip hukuku bakımından değil, maddi anlamda da kesin hüküm teşkil edeceği için, sağlanacak hukuki koruma noktasında artık icra mahkemesine başvurarak itirazın kesin kaldırılmasını talep edemez. Fakat önce icra mahkemesine başvuran alacaklı, daha sonra mahkemeye başvurarak itirazın iptalini talep edebilir. Alacaklı aynı hukuki yararı olacağı gerekçesiyle, itiraza uğrayan alacağın bir kısmı hakkında itirazın iptali, diğer kısmı hakkında itirazın kaldırılması yoluna gidemez.

    e. Takibi Geçersiz Kılacak Diğer Sebepler:

    Takip hukukuna ilişkin bir durumun şikâyet sebebi olarak ortaya çıkması halinde, icra mahkemesi işlemin kanuna ve olaya göre aykırılığını tespit ederse işlemi iptal edecektir. Mesela, senet kambiyo senedi vasfında olmadığı halde icra müdürü böyle bir takibi talebini kabul etmişse, şikâyet üzerine icra mahkemesi yalnız ödeme emrinin iptalini değil, takibin iptaline de karar verecektir.

    Ancak icra mahkemesinin şikâyet hakkında verdiği kararlar, maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeyeceği için, ileride aynı taraflar arasında, aynı konu hakkında, aynı sebebe dayanılarak takipte bulunulması ya da genel mahkemelerde dava açılabilmesi mümkündür.

    1. itirazın iptali davasının Türk hukukundaki yeri

    A- İtirazın İptali Davasının Hukuki Niteliği

    a- Doktrinde İleri Sürülen Görüşler:

    Doktrinde itirazın iptali davasının hukuki niteliği konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Bir görüşe göre itirazın iptali davası eda(tahsil) davasıdır. KURU’ ya göre itirazın iptali davası, müddeabihi takip konusu yapılmış ve borçlunun itiraz etmiş olduğu, normal bir alacak (eda) davasıdır.Ayrıca KURU’ ya göre alacaklı dava dilekçesinde hem itirazın iptali (ve icra inkâr tazminatı) talebinde hem de tahsil talebinde bulunabilmelidir görüşünü savunmaktadır.

    Doktrindeki ikinci bir görüş ise itirazın iptali davasının tespit davası olduğu görüşüdür. Bu görüşü savunanlara göre, itirazın iptali davası ile alacaklı mahkemeden borçlunun bir edaya mahkûm edilmesini istememekte, mahkemede itirazın iptalini kabul etmekle borçluyu bir edaya mahkûm etmemektedir. İtirazın iptali davası bu nedenlerden dolayı bir tespit davası niteliğindedir. Ancak dava sonucunda alınacak ilamın mahkeme masrafı ile icra inkâr tazminatına ilişkin kısımları bir eda(tahsil) davası niteliğindedir.

    Doktrindeki bir diğer görüş ise, itirazın iptali davasının tespit ve eda isteklerinden meydana gelen takip hukukuna özgü bir dava olduğu görüşüdür. Zira itirazın iptali davasıyla alacaklı, ödeme emri ile takip konusu yaptığı alacağın varlığının tespitini talep etmekte ise de davacı sonuç olarak alacağın tahsilini amaçlamaktadır.

    b- Yargıtay’ın görüşü:

    Yargıtay’ın da itirazın iptali davasının hukuki niteliği ile ilgili olarak tam bir görüş birliği içinde olduğunu söylemek zordur.

    Yargıtay daha eski kararlarında,”itirazın iptali davasının bir eda davası olmadığını, bu nedenle tahsil kararı verilemeyeceğini belirtmiş ve bu davayı tespit davası olarak nitelendirmiştir.
    Yargıtay bazı kararlarında ise, alacağın ödettirilmesi talebi ile birlikte icra inkar tazminatının tahsilinin talep edilmesi halinde bu davanın alacağın tespitini de kapsadığını, itirazın iptali veya kaldırılması kelimeleri geçmese dahi alacağın varlığının ispatı suretiyle itirazın iptali isteminin alacağın tahsili hakkındaki davanın kapsamı içinde bulunduğunu belirtmiştir.

    Yargıtay daha sonraki kararlarında ise, “itirazın iptali davasının tespit davası niteliğinde olduğu görüşünden hareketle bu dava sonucunda mahkemenin sadece itirazın tahsiline karar verebileceğini, alacağın tahsili şeklinde karar veremeyeceğini” kabul etmiştir.

    Yargıtay’ın bu şekilde zaman içinde görüş değiştirmesinin nedeni, itirazın iptali davasının konusu bakımından düşülen hatadır. Yargıtay’a göre, itirazın iptali davasında alacaklı, itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini istediğine göre, istekle bağlı kalınarak hüküm kurulması gerekir. Aksi takdirde, alacağın tahsiline de karar verilecek olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 74. maddesine aykırı davranılmış olur.

    Yargıtay daha yeni kararlarında ise, itirazın iptali ve alacağın tahsilinin birlikte istenemeyeceğine karar vermiştir. Gerekçe olarak da, nitelikleri ve sonuçları farklı olan bu talepleri içeren davalarda Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 179/3 ve 75/2 maddeleri uyarınca ilk önce davacıya talep sonucu açıklattırılarak davacının itirazın iptali veya alacak(eda) davasını tercih etmesi ve mahkemenin bu talebe göre hüküm kurması gerektiği hususunda karar vermiştir.

    Bununla birlikte Yargıtay 13. Hukuk Dairesi ise bir kararında, itirazın iptali davasında hem itirazın iptaline hem de alacağın tahsiline karar verilmesinin istenebileceğini kabul etmiştir.

    Hal böyle iken hangi durumda neye göre karar verilmelidir? Bunun için ilk önce tespit edilmesi gereken husus, davanın 1 yıllık süre içinde açılıp açılmadığını belirlemek gerekir. Eğer alacaklı davasını 1 yıllık süre içerisinde açmazsa davanın itirazın iptali davası olmadığı, normal bir alacak davası olduğu kendiliğinden kabul edilecektir. Dava 1 yıllık süre içinde açılmışsa ve davacı alacaklı takipten ve takibin bertaraf edilmesinden bahsederek, dava dilekçesinin talep kısmında bu yönde açıklama olmadan sadece “tahsil” talep eder ise, o zaman talebinin ne olduğu açıklattırılmalıdır. Çünkü bu durumda davacının mahkemeden ne istediği yeterince açık değildir. Hâkim, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu madde 75’e göre de hukuku re’sen uygulayamaz çünkü davacı tazminata mahkûm edilme tehlikesine karşı itirazın iptali davası yerine alacak(eda) davası da açmış olabilir.

    Buna karşılık davacı alacaklı, dava dilekçesinde takipten bahsetmekle birlikte, dava dilekçesinin talep sonucu kısmında hem takibe devam edilmesini hem alacağın ödenmesini ve ayrıca icra inkâr tazminatı ile birlikte faiz de isterse davanın duraksamaya gerek kalmaksızın itirazın iptali davası olduğu kabul edilmelidir. “Çünkü itirazın iptali davası bir alacak(eda) davası olarak kabul edilecek olursa, içinde doğal olarak tahsili de içereceğinden, ayrıca talebi açıklattırmaya gerek yoktur.”

    c- Değerlendirme ve kendi görüşümüz:

    İtirazın iptali davası konusunda hem doktrinde hem de Yargıtay’da görüldüğü üzere bir fikir birliğine varılamamıştır.

    “Eğer doktrinde ve bazı Yargıtay kararlarında da ifade edildiği gibi, itirazın iptali davasının hukuki niteliği bir tespit davası olarak nitelendirilirse, davayı kazanan alacaklı mahkemeden alacağı ilamı sadece itiraz ile durmuş olan ilamsız takip dosyasına koyarak takibin devamını talep edebilecek, itirazın kesin kaldırılması kararının icrasında olduğu gibi yeni bir ilamlı takip yapmak şeklinde tercih hakkına sahip olamayacaktır.” Ancak, itirazın iptali davası başlı başına bir tespit davası değildir. Çünkü, alacaklının eda davası açabilecekken tespit davası açmasında hukuki yarar olmayacağından tespit davasının şartlarından olan hukuki yarar şartı sağlanmamış olacaktır. Bundan başka, tespit davaları bir hukuki ilişkinin var olup olmadığını tespit etmeye yarayan davalardır. Ancak dava nedeni olan takip, haksız fiile ya da sözleşmeye de dayanabilir. Bu nedenlerle itirazın iptali davasına bir tespit davası diyemeyiz.

    Buna karşılık itirazın iptali davasını normal bir eda davası olarak değerlendirebilir miyiz? İtirazın iptali davası normal bir eda davasından farklı olarak takip prosedürü içerisinde yer alan ve takibin devamını sağlamaya yönelik bir dava çeşididir. İtirazın iptali davasının icra inkâr tazminatına yönelik kısmı eda davası niteliğindedir.

    Kanımca, itirazın iptali davası tespit davası niteliğinde olduğundan mahkeme sadece itirazın iptaline karar vermeli, ayrıca alacağın tahsiline karar vermemelidir ya da mahkeme alacağın tahsiline karar vermeli ancak icra inkâr tazminatına karar vermemelidir. Bunun nedeni borçlunun da menfaatler dengesi açısından korunmasını sağlamaktır.

    B-İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA YARGILAMA

    a. Görevli ve Yetkili Mahkeme:

    İtirazın iptali davasında görevli mahkeme, HUMK.’un 1–8. maddelerine göre belirlenir. Görev belirlenirken faiz ve icra inkâr tazminatı hesaba katılmaz. Dava konusu alacak HUMK.’un 8/1 maddesinde öngörülen meblağdan fazla ise asliye hukuk mahkemeleri, az ise sulh hukuk mahkemeleri görevlidir.

    Asliye ticaret mahkemesinin görevine giren ticari davalar asliye hukuk mahkemesinde açılmışsa veya ticari olmayan bir dava asliye ticaret mahkemesinde açılmışsa davalının iş bölümü itirazında bulunması gerekir (TTK m. 5/3). İş bölümü itirazı, yalnız ilk itiraz olarak ileri sürülebilir (HUMK. m.187 vd.). İş bölümü itirazı süresinde yapılmaz veya haksız görülürse reddedilir.

    İcra ve İflas Kanunumuzda itirazın iptali davası ile ilgili olarak herhangi bir yetkili mahkemeye ilişkin düzenleme olmadığından, itirazın iptali davasında yetkili mahkeme genel hükümlere göre tespit edilir.

    Buna göre itirazın iptali davasında yetkili mahkeme HUMK. m. 9’a göre, davalının ikametgahının bulunduğu yerdeki mahkemedir. Ancak itirazın iptali davasına konu olan alacak sözleşmeden kaynaklanıyorsa dava, ifa yeri mahkemesinde de açılabilir. Borcun ifa yeri Borçlar Kanunu m. 73’e göre tespit edilir. Buna göre, borcun ifa yeri taraflarca açık veya zımnen belirlenmişse dava bu yer mahkemesinde açılır. Buna karşılık sözleşmeden borcun ifa yeri anlaşılamıyorsa ve borcun konusu bir miktar para ise, itirazın iptali davası ödeme zamanındaki alacaklının ikametgâh mahkemesinde açılabilir.

    Borçlar Kanunu’nun 73. maddesi, götürülecek borçlarda uygulanır, aranacak borçlar için bu hüküm uygulanmaz. Örneğin kambiyo senetlerine ait alacaklar aranacak alacaklar olduğundan, bu hüküm uygulama alanı bulmaz.

    HUMK. m. 10’a göre, borcun ifa yeri dışında davalı veya vekilinin dava açıldığı sırada orada bulunması şartıyla sözleşmenin kurulduğu yer mahkemesi de yetkili sayılmıştır. HUMK. m. 21’e göre ise, itirazın iptali davasına konu olan alacak haksız fiilden kaynaklanıyorsa, haksız fiilin meydana geldiği yer mahkemesinde de dava açılabilir.

    Taraflar dilerlerse eğer yetki sözleşmesi yapabilirler. Tarafların belli bir uyuşmazlık için kanunen yetkili olan veya olmayan bir mahkemeyi yetkili kılmak için yaptıkları sözleşmeye yetki sözleşmesi denir.

    Yetkinin kamu düzenine ilişkin bulunmadığı durumlarda yetki itirazı ilk itirazdır ve mahkemece re’sen dikkate alınmaz. Yazılı yargılama usulünde yetki itirazı esasa cevap süresi içinde yapılmalıdır. Basit yargılama usulünde yetki itirazı ilk oturuma kadar, en geç ilk oturumda esasa girmeden önce yapılabilir. Yetki itirazında bulunan davalı yetkili mahkemeyi belirtmelidir.

    Borçlu süresi içinde ödeme emrine itiraz ederken sadece yetki itirazında bulunmuş ve ayrıca esasa itiraz etmemiş ise, alacaklı icra mahkemesinden itirazın kesin kaldırılmasını talep edebilir; mahkemede itirazın iptali davası açamaz. Keza borçlu, hem yetkiye hem de esasa itiraz etmişse, alacaklı sadece yetki itirazının iptali için mahkemede dava açamaz. Çünkü yetki itirazını inceleme görevi, icra mahkemesine aittir.

    Davalı, icra takibi sırasında sadece borca itiraz edip, icra dairesinin yetkisine itirazda bulunmamış olabilir. Bu durumda davalı icra dairesinin yetkisini kabul etmiş sayılır. Ancak bu, davalının, itirazın iptali davasının açıldığı mahkemenin de yetkisini kabul ettiği anlamına gelmez. Böylece, alacaklı itirazın iptali yoluna gitmişse, borçlu bu mahkemenin yetkisine itiraz edebilir.

    Buna karşılık borçlu, ilamsız icra takibine sadece icra dairesinin yetkisi yönünden itiraz etmişse, alacaklı, itirazı hükümden düşürtmek için itirazın iptali davası açamaz. Bu durumda alacaklı icra mahkemesine başvurabilecektir (İİK. m. 50/2).

    Davalı borçlu, icra dairesinin yetkisi ve borca itirazda bulunduktan sonra, itirazın iptali davasına bakan mahkemenin yetkisine de itiraz ederse, itirazın iptali davasına bakan mahkeme, eğer kendini yetkili görürse icra dairesinin yetkisini inceleyemez. Mahkeme bu durumda icra dairesinin yetkisi bakımından icra mahkemesine başvurulmasını sağlamalıdır. Mahkeme yetkisiz olduğunu tespit ederse mahkeme genel hükümlere göre dosyayı yetkili mahkemeye gönderecektir.

    b. Dava Dilekçesi:

    Dava dilekçesinde yer alması gereken kayıtlar HUMK’un 179. maddesinde düzenlenmiştir. Hükme göre dava dilekçesinde; tarafların ve varsa kanuni temsilcilerin ve vekillerin ad ve soyadları ile adresleri(b.1), açık bir şekilde davanın konusu (müddeabih) (b.2), uyuşmazlığın konusunu oluşturan bütün olayların nelerden ibaret olduğu (b.3), hukuki sebeplerin özeti (b.4), açık bir şekilde iddia ve savunma (b.5), karşı tarafın cevap verebileceği süre (b.6), davacı veya varsa kanuni temsilci veya vekilin imzası bulunmalıdır. Davacı alacaklı, dava konusunun (müddeabihin) parasal değerini göstermelidir.
    Dava dilekçesinde en önemli bölümlerden biri neticei talep kısmıdır. İtirazın iptali davasını tespit davası olarak kabul edenler, davacının itirazın iptali ile takibin devamına ve icra inkâr tazminatına karar verilmesini isteyebileceğini, alacağın tahsiline karar verilmesini isteyemeyeceğini savunmaktadırlar. Buna karşılık itirazın iptali davasını eda (tahsil-alacak) davası olarak nitelendirenler ise davacının bu davada alacağın tahsili ile birlikte itirazın iptali ile takibin devamına ve icra inkâr tazminatına karar verilmesini isteyebileceğini kabul etmektedirler. Kanaatimce, davacı alacaklı hem itirazın iptalini hem de alacağın tahsilini talep etmesi halinde yargıcın HUMK. m. 179/3 ve 75/2 uyarınca davacıya istek sonucunu açıklattırmalı ve buna göre davayı sonuca bağlamalıdır.

    c. Cevap Dilekçesi:

    İtirazın iptali davasında davalı, cevap dilekçesinde gerek usul hukukuna ilişkin gerekse maddi hukuka ilişkin tüm savunma sebeplerini (def’iler, itirazlar) bildirmelidir. Aksi takdirde savunmanın genişletildiği itirazı ile karşılaşabilir.

    Bu çerçevede davalı cevap dilekçesinde:
    a. İtirazın iptali davası şartlarından bir ya da birkaçının bulunmadığını,
    b. Yargı hakkı, yargı yolu, görev ve kamu düzenine ilişkin yetki konusunda mahkemeye ilişkin dava şartlarının bulunmadığını; taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davaya vekâlet ehliyeti ve iki bulunması konusundaki taraflara ilişkin dava şartının bulunmadığını,
    c. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 187. maddesinde sayılan ilk itirazlarını,
    d. Davayı inkârını,
    e. İtirazlarını (hakkın doğmamış olduğu, hakkın sona erdiği gibi),
    f. Def’ilerini (zamanaşımı def’i gibi)

    ileri sürebilir.

    Borçlu, bu davaya karşı vereceği cevapta, ödeme emrine itiraz ederken bildirmiş olduğu itiraz sebepleri ile bağlı değildir. Borçlu, ödeme emrine itiraz ederken ayrıca yetki itirazında bulunmamış olsa bile, itirazın iptali davasında mahkemenin yetkisine itiraz edebilir. Aynı şekilde daha önce imza itirazında bulunmamış olsa bile şimdi imzayı inkâr edebilir. Borçlu, cevap layihasında, ödeme emrine itiraz ederken bildirmiş olup olmamasına bakmaksızın, bütün itiraz sebeplerini bildirmelidir. Aksi halde savunmanın genişletildiği itirazı ile karşılaşabilir.

    ç. Yargılama Usulü ve İspat:

    İtirazın iptali davasının açılması normal bir eda davası gibidir. Bu dava takip alacaklısı tarafından, itiraz eden takip borçlusuna karşı açılır.

    İtirazın iptali davası yargılama usulü bakımından Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki genel hükümlere tabidir. İtirazın iptali davasında uyuşmazlığın niteliği ve bununla bağlantılı olarak görevli mahkemenin türüne göre yargılama usulleri farklılık gösterir. Görevli mahkeme, iş mahkemesi ise sözlü yargılama usulü; sulh hukuk mahkemesi ise basit yargılama usulü; asliye hukuk (ticaret) mahkemesi ise yazılı yargılama usulü uygulanır.

    Hâkim yargılamaya başlarken dava şartlarını incelemekle yükümlüdür. Ayrıca ileri sürülmüşse ilk itirazları ve esasa ilişkin savunmaları inceler.

    Medeni Kanunumuzun 6. maddesine göre kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. Bu genel hüküm gereği itirazın iptali davasında alacaklı, alacağının varlığını ve miktarını ispatla yükümlüdür.

    İtirazın iptali davasında, ispat vasıtaları bakımından genel hükümler uygulanacağı için, hukuki ilişkinin niteliğine göre; genel hükümler çerçevesinde tanık dinletmek, yemin teklif etmek, senet ve sözleşme ibraz etmek, ticari defter kayıtları üzerinde inceleme yapmak ve diğer ispat vasıtalarından yararlanmak mümkündür.

    3.itirazın iptali davasının sonuçlanması

    A-İTİRAZIN İPTALİ DAVASINDA KARAR

    Genel mahkemede açılan itirazın iptali davası sonunda mahkeme iki türlü karar verebilir. Biri davanın reddi diğeri de davanın kabulüdür. Bunun dışında taraf işlemleride davaya son verebilir. Bundan başka davanın konusuz kalması da bir diğer davayı sonlandıran işlem olarak karşımıza çıkar.

    a . Davanın Reddi:
    Mahkeme, yaptığı incelemede takip konusu yaptığı alacağın mevcut olmadığı kanaatine varırsa, itirazın iptali davasını reddeder. Mahkemenin davayı reddedebileceği bir diğer durum alacağın muaccel olmaması veya şarta bağlı borçlarda şartın gerçekleşmemiş olmasıdır. Davanın reddi kararı ( ve bu kararın kesinleşmesi) ile takip konusu alacağın mevcut olmadığı kesin hüküm olarak tespit edilmiş olur. Alacaklı, borçluya karşı aynı alacaktan dolayı yeni bir alacak davası açamaz.

    Eğer dava zamanaşımı nedeniyle reddedilecekse, yargıç zamanaşımının mahkeme de ileri sürülmüş olup olmadığına dikkat etmelidir. Çünkü yargıç zamanaşımı def’ini re’sen dikkate alamaz.

    b. Davanın Kabulü:

    İtirazın iptali davasında, davanın kabulü halinde itirazın iptaline ve takibin devamına karar verilir. Borçlunun itirazı iptal edildiğinden, alacaklı bu kararı icra dairesine vererek durmuş olan takibe devam edilmesini ve haciz yapılmasını isteyebilir. Ayrıca şartları mevcut ise davacı alacaklı lehine icra inkâr tazminatına karar verilmelidir. Ancak, mahkeme alacağın tahsiline yönelik karar vermemelidir. Çünkü itirazın iptali ile alacağın tahsili davalarının şartları ve sonuçları birbirlerinden farklı olan iki ayrı dava türüdür. Bu nedenle sadece itirazın iptali yönünde karar verilmelidir.

    İtirazın iptali davasının kabulü halinde kesinleşmesine gerek yoktur. Alacaklı itiraz ile durmuş olan icra takibine devam edebilir. Alacaklının talebi olması halinde borçluyu hüküm olunan alacak miktarının % 40 ‘ından aşağı olmamak üzere tazminata mahkûm edilir.

    c.Davayı Sona Erdiren Haller:

    1. Feragat:

    Davadan feragat, davacının talep sonucundan vazgeçmesidir (HUMK. m. 91). Karşılık dava dışında feragatte bulunacak taraf, davacıdır.

    Davadan feragat, hüküm kesinleşinceye kadar yargılamanın her aşamasında yapılabilir. Davacı, talep sonucunun bir kısmından vazgeçebileceği gibi, tamamından da vazgeçebilir. Ancak davadan feragat, davayı geri alma kurumundan farklıdır. Davanın geri alınması, davalının rızasına ihtiyaç gösterirken feragatte davalının rızası aranmaz. Davanın geri alınması ile davacı davayı daha sonra tekrar açabilir. Davacının şarta bağlı olarak davadan feragat etmesi, feragat değil bir sulh teklifidir. Feragatle sona eren itirazın iptali davası tekrar dava konusu yapılamaz ve davacı alacaklı feragatten dönemez.

    2. Kabul:

    Davayı kabul davalının, davacının talep sonucunu kabul etmesidir (HUMK. m. 92). Kabul de feragatte olduğu gibi hüküm kesinleşinceye kadar yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir. Kabul için mahkemenin veya karşı tarafın rızasına ihtiyaç yoktur. Kabul de kesin hüküm sonuçları doğurur ve davalı kabulden dönemez.

    3. Sulh:

    İtirazın iptali davası açıldıktan sonra, mahkemede yapılan sulh ile dava kendiliğinden sona erer. Sulh, görülmekte olan bir davanın taraflarının, karşılıklı anlaşma ile dava konusu uyuşmazlığa son vermeleridir. Sulh sözleşmesinden söz edebilmek için karşılıklı fedakârlık bulunmalıdır. Sulh, şarta bağlı olabileceği gibi olmayabilirde. Şarta bağlı olmayan sulh, kesin hüküm sonuçlarını doğurur. Şarta bağlı sulh ise, şarta bağlı hüküm kurulamayacağından ve henüz şart gerçekleşmediğinden kesin hüküm oluşturmaz. Buna karşılık sulhten dönme imkânı yoktur. Sulh sonucunda dava sona erer ve alacaklı bir daha aynı alacak için takip yapamaz.

    4. Diğer Sona Erme Halleri:

    İtirazın geri alınması veya borcun ödenmesi durumunda dava konusuz kalacağından dava sona erecektir.

    Davalı borçlu ödeme emrine itirazını her zaman geri alabilir. Bu durumda ortada iptaline karar verilebilecek geçerli bir itiraz bulunmadığından itirazın iptali davası konusuz kalacağından mahkemece “konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde bir hüküm kurulmalıdır. Davalı borçlunun itirazını geri alması onun haksız olduğunu gösterdiğinden, alacaklı lehine icra inkâr tazminatına hükmedilmelidir.

    Borçlunun takip veya dava konusu borcu ödemesi durumunda itirazın iptali davasının konusu kalmayacaktır. Ancak alacaklı davacı borç ödense dahi icra inkar tazminatı talebinde bulunursa dava sona ermeyecek ve mahkeme bu konuda bir karar verecektir. Mahkeme icra inkâr tazminatına karar vermelidir.

    B-KANUNYOLLARI:

    Kanun yolları, olağan ve olağanüstü kanun yolu olma üzere ikiye ayrılır. Olağan kanun yolu olarak temyiz ve karar düzeltme, olağanüstü kanun yolu olarak ise yargılamanın yenilenmesi yolu mevcuttur. İtirazın iptali talebinin reddi veya kabulüne ilişkin mahkemelerce verilen kararlara karşı başvurulacak kanun yolları, tamamen Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki genel hükümlere tabiidir. Alacaklı veya borçluya Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’ndaki şartlar dahilinde, olağan ve olağanüstü kanun yollarına başvurmak konusunda herhangi bir sınırlama getirilmemiştir.
    İtirazın iptali davalarında temyiz süresi ve sürenin işlemeye başlaması kararın verildiği mahkemeye göre değişir. Buna göre; asliye hukuk mahkemelerinde verilen kararlara karşı 15 günlük temyiz süresi vardır. Sulh hukuk mahkemelerinde verilen kararlara karşı 8 günlük temyiz süresi vardır. Aynı şekilde iş mahkemelerinde de itirazın iptali davalarında 8 günlük temyiz süresi vardır. İtirazın iptali davasının kabulü halinde davalı, reddi halinde davacı temyiz yoluna gidebilir. Davanın kısmen kabulü veya kısmen reddi halinde ise hem davacı hem de davalı temyiz yoluna başvurabilir.

    Karar düzeltme konusu da genel hükümler dairesinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na göre düzenlenir. İtirazın iptali davası ile ilgili olarak asliye hukuk (ticaret) mahkemesi kararlarına karşı karar düzeltme istenebilir. Karar düzeltme incelemesi de temyiz incelemesi incelemesini yapmış olan yetkili Yargıtay dairesince yapılır. Sulh hukuk mahkemesi kararlarının temyiz edilmesi üzerine verilen Yargıtay kararlarına karşı kural olarak karar düzeltme yoluna gidilemez. Ayrıca iş mahkemesi kararları ile ilgili olarak Yargıtay tarafından verilen kararlara karşı da karar düzeltme yoluna gidilemez. Karar düzeltme süresi Yargıtay kararının tefhimi veya tebliğinden itibaren on beş gündür. İtirazın iptali davasının reddine ilişkin kararın onanması halinde davacı alacaklı, bozulması halinde ise davalı borçlu karar düzeltme talebinde bulunabilir. İtirazın iptali davasının kabulüne ilişkin kararın Yargıtay tarafından onanması halinde davalı borçlu, bozulması halinde ise davacı alacaklı karar düzeltme isteyebilir.

    İtirazın iptali davasında davanın esası ile ilgili olarak karar maddi anlamda kesin hüküm teşkil eder. Bu kararlar aleyhine HUMK’un 445. maddesindeki koşulların varlığı halinde davanın tarafları yargılamanın yenilenmesi yoluna gidebilirler.

    III. icra İNKÂR tazminatı

    1- genel bilgi:

    İtirazın iptali davasının en önemli özelliği dava sonunda davacı veya davalı lehine tazminata hükmedilmesidir. Eğer bu davada davacı haklı çıkar ve borçlunun itirazının haksızlığına karar verilirse alacaklı lehine tazminata karar verilir (İİK. m. 67/2). Eğer davada davalı borçlu haklı çıkarsa ve dava reddedilirse bu kez alacaklının takibinde haksız ve kötü niyetli olması koşuluyla borçlu lehine tazminata hükmedilir. İnkâr tazminatı, Borçlar Kanunu anlamında bir tazminat olmayıp, borçlunun haksız yere itiraz etmesini önlemek için konulmuş bir müeyyidedir. Ayrıca borçlunun inkâr tazminatı ile sorumlu tutulabilmesi için, kusurlu olması şart değildir.

    İcra inkâr tazminatına hükmedebilmek için ortada bir itirazın iptali davası olması gerekmektedir. Bu itirazın iptali davasının esasına girebilmek için de gerekli olan dava şartlarının gerçekleşmiş olması lazımdır. Bunlar geçerli bir takip olması, süresi içinde geçerli bir itirazın olması, yine süresi içinde itirazın iptali davası açılmış olmalıdır. Bu genel şartlar yanında borçlunun tazminata mahkûm edilebilmesi için başka şartlar da aranmaktadır. Bunları aşağıda inceleyeceğiz.

    İcra İflas Kanunu madde 67/2 ye göre, icra inkâr ve kötüniyet tazminatı, hüküm altına alınan meblağın %40’ından aşağı olamaz. Kanunda öngörülen bu sınır asgari sınır olup itirazın iptali davasında haklı çıkan taraf zarar görmemiş olsa dahi bu tazminatı alabilir.

    İtirazın kaldırılması kurumundan farklı olarak; itirazın iptali davasında, alacaklının icra tazminatına mahkûm edilebilmesi için, kötüniyetle icra takibinde bulunmuş olması ve keza borçlunun icra inkâr tazminatına mahkûm edilebilmesi için, ödeme emrine kötüniyetle itiraz etmiş olması istisnaen aranmaktadır.

    2- icra inkâr tazminatına hükmedilebilmesi için gerekli koşullar

    a. itirazın haksız olması:

    Borçlunun icra inkâr tazminatına mahkûm edilebilmesi için itirazının haksız olması gerekmektedir. Bunun anlamı, borçlunun likid bir alacağa yaptığı itiraz haksız sayılmalıdır. Miktarı belirli ya da borçlu tarafından hesaplanmak suretiyle belirlenebilir olan ve bunun için mahkeme kararına gerek göstermeyen alacak likid bir alacaktır. Bununla birlikte, borç tarafların anlaşması veya mahkeme kararı ile tespit edilebiliyorsa likid değildir.

    Örneğin satım sözleşmesine dayanan bir borç likid nitelikteyken, haksız fiile dayanan borç likid değildir. Haksız fiil durumunda borçlu kişi ne kadar borçlu olduğunu bilemeyeceğinden, tarafların anlaşamaması halinde mahkeme borcun miktarını belirleyecektir. Bu nedenle, haksız fiile dayanarak yapılan bir ilamsız icra takibine borçlunun itiraz etmiş olması halinde, bu itirazı haksız sayılamayacağından mahkeme, borçlu aleyhine icra inkâr tazminatına karar veremeyecektir. İtirazın haksız sayılması Hukuk Genel Kurulu tarafından şöyle açıklanmıştır. “takip konusu alacağın belirli, sabit olması, borçlu tarafından bilinmesi veya tayin ve tahkik edilmesi mümkün nitelikte bulunması, hâkimin takdirine bağlı olmaması lazımdır. Belgeye bağlı bulunsun veya bulunmasın borçlunun böyle bir alacağa itirazı haksız sayılır.”

    b. borçlunun kötüniyetli olması şartı aranmaz:

    Borçlunun likid bir alacağa itiraz etmesi halinde, iyiniyetle takibe itiraz ettiğini ileri sürse bile, bu durum, icra inkâr tazminatının reddini gerektirmez. Çünkü itirazın haksız olması bakımından, borçlunun kötü niyetli olup olmamasının bir önemi yoktur. Bununla birlikte, ödeme emrine itiraz eden borçlunun vasisi, velisi, kayyımı veya mirasçısı ise bu halde borçlunun icra inkâr tazminatına hükmedilebilmesi için, bu kimselerin ödeme emrine kötüniyetle (borçlunun borçlu olduğunu bildikleri halde) itiraz ettiklerinin ispat edilmiş olması gerekir. Bu kişilerin kötüniyetini ispat yükü Medeni Kanun’un 6. maddesi gereği alacaklıya düşer.

    3- KÖTÜNİYET TAZMİNATININ ŞARTLARI

    a. Alacaklının Açmış Olduğu Dava Reddedilmelidir:

    Borçlu lehine tazminata hükmedebilmek için, itirazın iptali davasının kısmen veya tamamen reddedilmiş olması gerekir. Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda, takip konusu alacağı hiç ya da belirtilen miktarda olmadığı sonucuna varırsa, itirazın iptali davasının kısmen veya tamamen reddine karar verir. Böyle bir durumda ise borçlu, diğer şartlarında varlığı halinde tazminata hak kazanır.

    b.Davacı Takibinde Haksız ve Kötüniyetli Olmalıdır:

    Borçlu lehine tazminata hükmedebilmek için, alacaklının takibinin haksız olması yeterli değildir. Bundan başka alacaklının takibe geçmede ve itirazın iptali davası açıp yürütmekte kötüniyetli olduğunun da ispatlanması gerekir (İİK. m.67/2). Alacaklının kötüniyetli sayılabilmesi için haksız olduğunu bildiği ya da bilmesi gerektiği halde icra takibine girişmiş olmalıdır. Alacaklının kötüniyetli olduğu konusunda ispat yükü, davalı borçluya düşer.
    c. Davalı Talepte Bulunmalıdır:

    İtirazın iptali davasının alacaklı aleyhine sonuçlanması halinde borçlu lehine tazminata hükmedilebilesi için borçlunun tazminat talebinde bulunması gerekir. Davalı borçlu bu talebini cevap layihasında ileri sürmek zorundadır.

    4- İNKÂR TAZMİNATININ MİKTARI:

    İnkâr tazminatı, hüküm altına alınan alacağın yüzde kırkından aşağı olamaz. Mahkeme, bu yüzde kırkın altında inkâr tazminatına hükmedemez. Ancak alacaklı yüzde kırktan daha az bir oranda icra inkâr tazminatı talep ederse talep edilen miktarda tazminata hükmedilmelidir.

    KAYNAKÇA

    • Deynekli, Adnan/ Kısa, Sedat: İtirazın İptali Davaları,2. bası, Ankara,2004

    • DOĞAN, CAHİD: İcra ve İflas Hukuku, 4.baskı, Niğde, 2000

    • İNTERNET: http://www.yargitay.gov.tr/

    •kaçak, nazif: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, 2. baskı, Ankara, 2006

    • KİRAZ, TAYLAN ÖZGÜR: İcra Mahkemesinde İtirazın Kaldırılması (İİK md. 68–70), 2.baskı, Ankara, 2006

    • Kuru, BAKİ/Arslan, RAMAZAN/Yılmaz, EJDER:İcra ve İflas Hukuku Ders Kitabı, 20.baskı, Ankara, 2006

    • Kuru, BAKİ/Arslan, RAMAZAN/Yılmaz, EJDER:Medeni Usul Hukuku, 16. baskı, Ankara, 2005

    • Kuru, BAKİ/Arslan, RAMAZAN/Yılmaz, EJDER: : İcra ve İflas Kanunu ile Nizamnamesi ve Yönetmeliği, 24. baskı, 2006 (Kanun)

    •KURU, BAKİ: İcra ve İflas Hukuku, C. I, 3. baskı, İstanbul, 1988

    • Özkan, Yönel: İcra İflas Hukukunda İtirazın İptali Davası, Ankara, 2004

    • PEKCANITEZ, HAKAN/ ATALAY, OĞUZ/ SUNGURTEKİN ÖZKAN, MERAL/ ÖZEKES, MUHAMMET: İcra ve İflas Hukuku, 4. baskı, Ankara, 2006

    • SÜPHANDAĞ, YAVUZ: İcra ve İflas Hukukunda Uygulamalar, 2.baskı

    • ÜSTÜNDAĞ, SAİM: İcra Hukukunun Esasları, 6. baskı, İstanbul, 1995

“BEN ÇOCUK AVUTUYORUM, BİZ ÇOCUĞA BAKIYORUZ EŞİMİ SEVMİYORUM SEVGİM BİTTİ- BOŞANMA

T.C

YARGITAY

2.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/21816

KARAR: 2018/9487

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı erkek tarafından; her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece evlilik birliğinin sarsılmasına yol açan olaylarda, davalı-karşı davacı erkek tam kusurlu kabul edilerek erkeğin boşanma davasının reddine, kadının davasının kabulüyle boşanmaya karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının başkalarının yanında eşini kastederek “BEN ÇOCUK AVUTUYORUM, BİZ ÇOCUĞA BAKIYORUZ DEMEK SURETİYLE EŞİNİ AŞAĞILADIĞI VE BEN EŞİMİ SEVMİYORUM SEVGİM BİTTİ” dediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, erkek de dava açmakta haklıdır. Öyleyse, erkeğin davasının da kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, davasının reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre yeniden hüküm kurulması gerekli hale gelen kadının kabul edilen davası ve fer’ilerine yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 19.09.2018(Çrş.)

 

“SEVMİYORUM, GÖRÜCÜ USULÜ İLE EVLENDİM İSTEMİYORUM”- BOŞANMA- HAKARET

T.C

YARGITAY

2.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/22378

KARAR: 2018/9728

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi

DAVA TÜRÜ           : Karşılıklı Boşanma

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı erkek tarafından her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece evlilik birliğinin sarsılmasına yol açan olaylarda, davalı-karşı davacı erkek tam kusurlu kabul edilerek erkeğin boşanma davasının reddine, kadının davasının kabulüyle boşanmaya karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının eşine karşı “Sevmiyorum, görücü usulü ile evlendim istemiyorum” dediği, eşine “Sen mal mısın, sığır mısın” şeklinde hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, erkek dava açmakta haklıdır. Öyleyse erkeğin davasının da kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, davasının reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre yeniden hüküm kurulması gerekli hale gelen kadının kabul edilen davası ve fer’ilerine yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 20.09.2018

OTOBÜSTE YOLCU OLARAK BULUNAN ŞAHSIN TRAFİK KAZASI SONUCU ÖLMESİ HALİNDE HÜKMEDİLECEK TAZMİNATTAN HER İKİ ARAÇ MALİKLERİN DE MÜTESELSİLEN SORUMLU OLMASININ GEREKMESİ

T.C.

YARGITAY

HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2003/2583

KARAR: 2003/5599

TARİH: 27.5.2003

818/m.45,47

ÖZET : Desteğin ölüm tarihindeki gelir durumunun davacı tarafça kanıtlanması gerekir. Bunun kanıtlanmaması halinde ise maddi destek tazminatının hesabında asgari ücretin esas alınacağı kabul edilmektedir.Somut olayda,davacıların desteğinin ölüm tarihindeki geliri net olarak belirlenememiştir.Her ne kadar zabıta araştırmasında davacının bir Milli Piyango bayisi ile birlikte çalıştığı tespit edilmiş ise de, bu işin sabit bir iş olmadığı dikkate alınarak desteğin gelirinin asgari ücret olduğu kabul edilerek, tazminat hesabının buna göre yapılması gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Tekirdağ Asliye 2.Hukuk Mahkemesi’nce verilen 18.6.2002 tarih ve 1999/299-2002/310 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi duruşmalı olarak taraf vekilleri tarafından istenmiş olmakla, duruşma için belirlenen 27.05.2003 günde davalılardan T… Transport Uluslar arası Taş. Tic. A.Ş. avukatı Osman Erkal gelip, davacı avukatı tebligata rağmen gelmediğinden, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraf avukatı dinlenildikten sonra, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi Verda Çiçekli tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili,müvekkillerinin murisi İ.Hakkı K.’nin davalı T… Turizm Ltd.Şti.nin işlettiği otobüste yolcu olarak seyahat ederken otobüsün diğer davalıların maliki,sürücüsü bulundukları araçla çarpışması sonucu vefat ettiğini,ölüm nedeniyle müvekkillerinin maddi ve manevi destekten yoksun kaldıklarını ileri sürerek, ( 5.000.000.000 )TL manevi ve 5.000.000 )TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı T… Trasport Uluslararası Taş. A.Ş. vekili,davanın zamanaşımına uğradığını,atfedilen kusur oranını kabul etmediğini,istenen tazminatın fahiş olduğunu savunarak,davanın reddini istemiştir.

Mahkemece,taraflarca sunulan kanıtlar ve yaptırılan bilirkişi incelemesine göre,kazanın meydana gelmesinde davalı otobüs 1/8 davalı kamyon sürücüsünün 7/8 oranında kusurlu oldukları,davacı sağ eşin toplam ( 8.846.250.000 )TL destek tazminatı isteyebileceğinin belirlendiği, davacı çocukların üçünün reşit olmaları nedeniyle destek tazminatı isteme hakları bulunmadığı,tarafların sosyal ve mali durumları gözetilerek manevi tazminat takdir edildiği gerekçesiyle,davalı Osman M. hakkındaki dava takip edilmediğinden atiye terk edilmesine,davacı Saniye için (2.000.000.000 ) TL maddi ve ( 2.000.000.000 )TL manevi tazminat ile diğer davacıların her biri için ( 1.000.000.000 )TL’şer manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte diğer davalılardan tahsiline,diğer davacıların maddi tazminat davalarının reddine karar verilmiştir.

Kararı,davacılar ile davalı T… Transport Taş.A.Ş.vekilleri temyiz etmiştir.

1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve davacı vekilinin davacılardan Ayşegül K.’nin akıl hastası olduğuna dair herhangi bir kanıt sunmadığına,davacıların murisi yolcu olup, kendisinin kusurlu olduğu iddia edilmediğine ve davalılar arasında müteselsil sorumluluk bulunduğundan bu davada kusur araştırmasının zorunlu bulunmamasına göre, davacılar ile davalı T… Transport Taş A.Ş. vekillerinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Ancak dava,BK’nun 45nci maddesi uyarınca açılan maddi destekten yoksun kalma tazminatının tahsili istemine ilişkin olup, Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre,desteğin ölüm tarihindeki gelir durumunun davacı tarafça kanıtlanması gerekir.Bunun kanıtlanmaması halinde ise maddi destek tazminatının hesabında asgari ücretin esas alınacağı kabul edilmektedir.Somut olayda,davacıların desteğinin ölüm tarihindeki geliri net olarak belirlenememiştir.Her ne kadar zabıta araştırmasında davacının bir Milli Piyango bayisi ile birlikte çalıştığı tesbit edilmiş ise de,bu işin sabit bir iş olmadığı dikkate alınarak desteğin gelirinin asgari ücret olduğu kabul edilerek, tazminat hesabının buna göre yapılması gerekir.Şu halde, mahkemece,dosyanın yeniden aktüerya konusunda uzman bir bilirkişiye gönderilmesi ve desteğin gelirinin asgari ücret ve artışları dikkate alınarak bilinen ve bilinmeyen gelir durumlarının belirlenmesi, bilinmeyen dönem için hesaplanacak muhtemel zararın her yıl için %10 artırılıp %10 iskonto edilmek suretiyle hesaplanması ve oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmek gerekirken,yetersiz bilirkişi raporuna göre karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) No’lu bentte yazılı nedenlerle, taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) No’lu bentte yazılı nedenlerle, kararın davacılar ve davalı T… Transport A.Ş. yararına BOZULMASINA, 275.000.000.-TL duruşma vekillik ücretinin Avukatlık Ücret Tarifesi’nin 21 nci maddesi gereğince KDV’si ile birlikte davacıdan alınarak davalı T… Transport A.Ş. vekiline verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 27.05.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İLK DAVADA İSTENMEYEN (DAVA TARİHİ İLE ISLAH TARİHİ ARASINDA İŞLEMİŞ) FAİZ ALACAĞININ TAHSİLİ

T.C

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

ESAS:2017/1628

KARAR: 2018/1098

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki “alacak” davasının yapılan yargılaması sonunda İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 24.12.2012 gün ve 2012/153 E., 2012/390 K. sayılı kararının temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 06.05.2013 gün ve 2013/3812 E., 2013/8039 K. sayılı kararı ile:

“…Davacı vekili; davalı şirket aleyhine 17.10.2001 tarihinde İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2001/422 E. sayılı dosyasıyla tazminat davası açıldığını, dava dilekçesinde sehven faiz talebinde bulunulmadığını, 05.05.2010 tarihinde dava dilekçesi ıslah edilerek dava tarihinden itibaren faiz talep ettiklerini, mahkemece talep kabul edilerek karar verildiğini, kararın temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından ıslah tarihinden itibaren faize karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğunu, mahkemece Yargıtay kararına uyularak ıslah tarihinden itibaren faize hükmedildiğini, bu nedenle ıslah tarihi ile dava tarihi arası (17.10.2001-05.05.2010) faizi talep etme haklarının doğduğunu belirterek İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açılan davanın tarihi ile ıslah tarihi arasında 3095 sayılı Kanunun 2/2 maddesi gereğince işleyen 38.280-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; davacı asıl alacağa ilişkin dava dilekçesinde faiz talep etmediği için huzurdaki dava ile 17.10.2001-05.05.2010 tarihleri arasında işleyen faizin tahsilini talep ettiğini, ancak asıl alacağa uygulanan zamanaşımı feri nitelikteki faiz içinde geçerli olduğundan dava konusu faiz alacağının zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda; davalı şirket aleyhine İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/422 Esas sayılı dosyası ile 17.10.2001 tarihinde tazminat davası açıldığı, açılan iş bu davada faiz talep edilmediğinden 05.05.2010 tarihinde davacı yanca dava ıslah edilerek dava tarihinden itibaren faiz talep edildiği, mahkemece davacının talebi kabul edilerek bu doğrultuda karar verildiği, kararın temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından ıslah tarihinden itibaren faize karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğu, İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2012/94 esas sayılı dosyasında Yargıtay kararına uyularak ıslah tarihinden itibaren faize hükmedildiği, dava tarihi ile ıslah tarihi arası (17.10.2001-05.05.2010) faiz talebinin karar altına alınmamış olduğu gerekçesiyle İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/94 esas sayılı dosyasının dava açılış tarihi olan 17.10.2001 tarihi ile ıslah tarihi olan 05.05.2010 tarihi arası 3095 sayılı Kanunun 2/2 maddesi gereğince işleyen 38.280-TL’nin dava tarihinden itibaren temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı tarafından davalı şirket aleyhine İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/422 esas sayılı dosyası ile açılan tazminat davasında faiz talep edilmediği, ancak yargılama sırasında ıslah dilekçesi verilerek bu sefer dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi talebinde bulunulduğu, mahkemece uygun görülen davacı talebi doğrultusunda verilen kararın Dairemizin 14.07.2011 tarih, 2010/12753 esas, 2011/10060 karar sayılı ilamıyla faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulduğu ve yerel mahkemece bozma ilamına uyularak verilen kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği görülmüştür.

Her ne kadar davacı vekili tarafından İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinde hüküm altına alınmayan dava tarihi ile ıslah tarihi arasındaki faiz alacağı işbu davada dava konusu yapılmış ve mahkemece talep doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiş ise de, bu davada istenen faiz alacağının İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/422 esas sayılı dosyasında da dava konusu yapıldığı ve Dairemizin bozma ilamında bu talebin tartışılarak bir sonuca bağlandığı anlaşılmıştır. Bu durumda mahkemece tarafları, sebebi ve dava konusu aynı olan iş bu dava yönünden kesin hüküm bulunduğundan davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…”

gerekçesi ile ve oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle mahkemesince yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, ilk davada istenmeyen (dava tarihi ile ıslah tarihi arasında işlemiş) faiz alacağının tahsili istemine ilişkindir.

Taraflar arasında mobilya kenar bandı satımına ilişkin sözleşme bağıtlanmış, malzemenin ayıplı çıkması nedeniyle davacı tarafından (fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak) toplam 24.000,-TL tazminatın tahsili talep edilmiş, davanın devamı sırasında bu tutarın “dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile tahsili” şeklinde ıslah edilmiştir.

Mahkemece 11.512,-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile tahsili yönünde verilen karar Özel Dairece (davalı vekilinin sair temyiz itirazları reddedilerek) davacının dava dilekçesinde hüküm altına alınmasını istediği tazminata faiz yürütülmesi isteminde bulunmadığı vurgulanmak suretiyle faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozmaya uyularak kurulan hüküm çerçevesinde davalı tarafından icra dosyasına 06.06.2012 günü toplam borç yatırılmıştır.

04.06.2012 günü eldeki dava açılmış, davacı vekili “takip konusu alacağa ilişkin faizle ilgili açmış ve açacak olduğumuz dava hakkımız saklı kalmak kaydıyla dosyaya yatan paranın tarafıma ödenmesini talep ederim” şeklindeki talebi ile 20.06.2012 günü icra veznesindeki parayı çekmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen dosyada ise;

Davacı vekili tazminat dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulduğunu fakat hataen faiz talebinin yazılmadığını, bu hususa yönelik ıslah taleplerinin Yargıtay’ca kabul görmediğini; dava sırasında faiz istenememiş olmasının sonradan faiz için dava açılmasına engel olmadığını ve önceki davada hüküm altına alınan alacağın henüz tahsil edilmediğini ileri sürerek önceki davanın açıldığı 17.01.2001 ile ıslah tarihi olan 05.05.2010 arasındaki faizin tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili dava konusu faiz alacağının tabi olduğu asıl alacağın ticari satımda ayıba karşı tekeffülden kaynaklandığını ve buna ilişkin Türk Ticaret Kanunu’nun 25/4’üncü maddesinde belirlenen 6 aylık zamanaşımı süresinin dolduğunu; açılan ilk davada faiz istenmediğinden, ilk davanın anılan döneme ilişkin zamanaşımını kesmeyeceğini bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece asıl alacak tahsil edilmedikçe zamanaşımı kesilmeyeceğinden zamanaşımı definin reddine karar verildikten sonra; İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/94 E. sayılı dosyasının dava tarihi olan 17.10.2001 tarihi ile ıslah tarihi olan 05.05.2010 tarihi arası 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizi Hakkında Kanun’un 2/2 maddesi gereğince 38.280,-TL’nin dava tarihinden itibaren temerrüt faizi ile birlikte hüküm altına alınmasına karar verilmiştir.

Davalı şirket vekilinin temyiz itirazı üzerine karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçe ile bozulmuştur.

Yerel mahkemece bu kez faize ilişkin yasal düzenlemeler vurgulanmak ve önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle ilk kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı şirket vekili temyiz etmektedir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: asıl alacağın henüz tamamen ödenmediği dönemde; faiz alacağının (açıkça vazgeçilmiş olmadıkça) dava konusu edilip edilemeyeceği; somut olay bakımından ilk davada istenmeyen dava ve ıslah tarihleri arasındaki faize ilişkin tutarın, istem biçimine göre hüküm altına alınamayacağına ilişkin Özel Daire bozma kararının bu alacak bakımından kesin hüküm teşkil edip etmediği noktalarında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için öncelikle maddi anlamda kesin hüküm ve sona ermeleri bakımından asli alacak ile bunun ferîleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesinde yarar vardır.

Bir karara karşı normal kanun yollarına başvurulamıyorsa buna şekli anlamda kesin hüküm denir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.V, 6.b., İstanbul 2001, s.4981; Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, C.I-II, 7.b., İstanbul 2000, s.693). Şekli anlamda kesin hükmün iki sonucu vardır. Bunlar: artık o karara karşı olağan kanun yollarına başvurulamaması ve maddi anlamda kesin hükümden söz edilebilmek için aranan ilk şart olmasıdır.

Şekli anlamda kesin hüküm Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda tanımlanmamış ise de, maddi anlamda kesin hüküm 303’üncü maddede tanımlanmış ve kesin hükmün diğer şartları, etki ve sonuçları burada gösterilmiştir. Buna göre bir davada maddi anlamda kesin hükümden söz edilebilmesinin ilk şartı o hükmün şekli anlamda kesinleşmiş olmasıdır. Bundan başka her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir (HMK m.303/1). Hemen belirtmek gerekir ki kesin hüküm kamu düzenindendir (Domaniç, H.: Hukukta Kaziyyei Muhkeme ve Nisbi Kuvveti, İstanbul 1964, s.5) ve dava şartı olarak kabul edilmiştir (HMK m.114/1-i).

Bir mahkeme kararının kesin hüküm hâline gelmesi, bu kararın bir yandan taraflar için hukuki bir gerçeklik sayılması, bu kimselerin kararda gösterilen hakların sahibi ve borçların yükümlüsü hâline gelmesi; öte yandan kararla çözümlenen hukuki sebep değişmedikçe taraflar arasında yeni bir dava konusu edilememesi anlamına gelir (Fabreguettes, M.P.: Adalet Mantığı ve Hüküm Verme Sanatı, Ankara 1945, s.62; Çenberci, M.: Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, Ankara 1965, s.15; Domaniç, s.4; Kuru, s.4987).

Bu aşamada Özel Daire bozma kararının, önceki karardaki faiz kısmını maddi anlamda kesin hüküm hâline getirip getirmediğinin belirlenmesi gerekir. İlk davada davacı vekili dava dilekçesinde gönderilen kenar bantlarının ayıplı çıkması nedeniyle 17.500,-TL; imalat, işçilik, depolama, ambalajlama ve enerji gideri olarak 3.500,-TL ve alınan iadeler nedeniyle oluşan itibar kaybı için 3.000,-TL toplamı 24.000,-TL’nin tahsiline karar verilmesini istemiş fakat faiz talebinde bulunmamıştır. Davacı vekili 05.05.2010 tarihli ıslah dilekçesinde ise “…24.000,-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faiz, masraf ve ücreti vekâlet ile birlikte tahsili…” şeklinde talebini ıslah etmiştir. Bu ıslah üzerine mahkemece davanın kısmen kabulü ile 11.512,-TL’nin dava tarihinden itibaren tahsiline karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, 19. Hukuk Dairesi 14.07.2011 gün ve 2010/12753 E., 2011/10060 K. sayılı kararının birinci bendinde “Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi”ne karar vermiş; kararın ikinci bendinde ise dava ve ıslah dilekçelerindeki talepler özetlenerek “…faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi isabetsiz olduğundan…” bahisle bozulmuştur.

Kesin hükme ilişkin ilkeler ve önceki davaya ilişkin açıklamalar bir arada değerlendirildiğinde, bozmanın kapsamı (temyiz edenin davalı olduğu da düşünüldüğünde); dava ve ıslah dilekçeleri içeriğine göre faize sadece ıslah tarihinden itibaren hükmolunabileceği noktasındadır. Özel Dairece bozma içeriğinde dava tarihi ile ıslah tarihi arasındaki faize ilişkin bir belirleme ya da bunun hüküm altına alınamayacağına dair bir sınırlama yapılmamıştır. Bu bakımdan anılan iki tarih arasındaki faiz konusunda bir kesin hükmün varlığından söz edilemez.

Somut olay bakımından dava dilekçesinde istenmeyen fakat ıslah dilekçesinde istendiği için dava tarihi ile ıslah tarihi arasında işleyen faiz alacağına hükmedilmeyen ilk davadan sonra, bu dönem faiz alacağının yeni bir dava ile istenip istenemeyeceği ve bunun şartlarının ne olduğu hususu üzerinde de durulmalıdır. Bunun için öncelikle faiz alacağı, bunun ferî niteliği, talep edilme şartları ve özellikle sona erme bakımından asıl borçla arasındaki ilişkinin açıklanması gerekir.

Kanunlarımızda faizin tanımı yapılmamıştır. Farklı kaynakları ve farklı uygulama alanları bulunduğundan faizin yeterli bir tanımını vermek de zorluk arz eder. Genel olarak faiz, konusu para olan borçlarda alacaklının parayı kullanmaktan mahrum kaldığı süre için borçludan almaya hak kazandığı bir karşılıktır (Von Tuhr, A.: Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, C.I-II, Çev. C. Edege, Ankara 1983, s.61; Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s.1005; Serozan, R./Kocayusufpaşaoğlu, N./Hatemi, H./Arpacı, A.: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.III, 6.b., İstanbul 2014, s.106; Helvacı, M.: Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz Kavramı, İstanbul 2000, s.43 vd.; Barlas, N.: Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar, İstanbul 1992, s.127 vd.). Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2015 gün ve 2013/2249 E., 2015/1362 K. sayılı kararında da bu hususa işaret edilmiştir.

Faiz asıl alacağa bağlıdır fakat bir kez doğmakla bir yan edim olarak varlık kazanır. Asıl alacak tamamen sona erdiğinde faiz borcu da sona erer (TBK m.131/1, BK m.113/2). Faiz alacağı doğduktan sonra, açıkça vazgeçilmedikçe ayrı dava ve takip konusu edilebilir.

Nitekim somut olayda davacı vekili 17.10.2001 tarihinde açtığı ilk davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş fakat dava tarihinden itibaren faiz istememiştir. Islah dilekçesinde ıslah tarihinden önceki dönem için de faiz istemiş, mahkemece bu yönde karar verilmiştir. Özel Daire o davaya ilişkin 14.7.2011 gün ve 2010/12753 E., 2011/10060 K. sayılı kararında ancak ıslah tarihinden itibaren faize hükmedilebileceği gerekçesiyle yerel mahkeme kararını bozmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama üzerine asıl alacağa ve ıslah tarihinden itibaren faize hükmedilmiştir.

İlk davada, dava tarihi ile ıslah tarihi arasında geçen sürede işleyen faiz alacağı ise eldeki davanın konusudur. Mahkemece talebin kabulüne ilişkin karar Özel Dairece yukarıdaki gerekçe ile bozulmuştur.

Hemen belirtmek gerekir ki ilk davada verilen kararın bozulmasına ilişkin Özel Daire kararında “…faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi isabetsiz olduğundan…” gerekçesi gösterildiğinden, faiz alacağının hiç istenemeyeceğine dair bir kesin hükümden söz edilemez.

Bu durumda somut olay bakımından faizin istenebilir olup olmadığı değerlendirilmelidir.

İlk davanın davacı yararına sonuçlanması üzerine davacı yanca Kadıköy 6. İcra Dairesinin 2010/19577 sayılı dosya ile ilamlı takibe girişilmiş, davalı borçlu tarafından icra dairesinin banka hesabına 06.06.2012 günü ödeme yapılmış; davacı eldeki davayı bu ödemeden önce 04.06.2012 günü açmış ve bilahare 20.06.2012 günü “takip konusu alacağa ilişkin faizle ilgili açmış ve açacak olduğumuz dava hakkımız saklı kalmak kaydıyla dosyaya yatan paranın tarafıma ödenmesini talep ederim” şeklindeki çekincesi ile dosyadaki parayı çekmiştir.

Yukarıda faizin niteliğine ilişkin olarak yapılan açıklamalar ile somut olay da dikkate alındığında, davacının ilk davanın dava tarihi ile ıslah tarihindeki alacağından açıkça vazgeçmediği ve asıl alacağın da tam ödenmek suretiyle sona ermediği bir dönemde eldeki davayı açtığı tartışmasızdır. Bu durumda davacının anılan dönem faizine hak kazandığı ve bunun hüküm altına alınmasında yasaya aykırı bir yön bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Hâl böyle olunca, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, direnme kararında açıklanan nedenlere göre direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davalı Lignadecor Üretim ve Pazarlama AŞ vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (2.070.70 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3’üncü maddesi çerçevesinde uygulanmasına devam olunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440’ıncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.

KESİN HÜKÜM İTİRAZI-MUVAZAA-PAY ORANINDA İPTAL VE TESCİL

T.C

YARGITAY

1.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/2082

KARAR: 2018/15332

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ-TESCİL-TENKİS

Davacılar, ortak mirasbırakanları …’e kendi murisi … ’den intikalen gelen 283 ada 28 parsel sayılı taşınmazdaki 1 no’lu bağımsız bölümün 1/3 payını 14.03.2011 tarihinde kardeşinin eşi davalı …’e satış göstererek temlik ettiğini, yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, devre konu payın iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini, mümkün olmazsa tenkisini istemişlerdir.
Davalı, kesin hüküm bulunduğunu, öncelikle bu nedenle dava şartı yokluğundan davanın reddedilmesi gerektiğini, aksi halde iddiaları kabul etmediğini, davanın esastan reddedilmesi gerektiğini beyan etmiştir.
Mahkemece, davacıların murisi …’in daha önce açtığı … 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.03.2012 tarih ve 2012/52 E 2012/83 K ile … 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2013 tarih ve 2012/489 E 2013/81 K sayılı davaların eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve miras payları oranında tescil, mümkün olmazsa tenkis isteğine ilişkin olup, bu tür davalarda dava hakkı murisin ölümü ile mirasçılarına geçer. Her bir mirasçının payı oranında iptal ve tescil isteme hakkı bulunmaktadır.
Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK’nın 303. maddesinde; ‘’ Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. ‘’ düzenlemesine yer verilmiştir.

Her ne kadar mahkemece, … 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.03.2012 tarih ve 2012/52 E 2012/83 K ile … 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2013 tarih ve 2012/489 E 2013/81 K sayılı davaların eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle de davanın reddine karar verilmiş ise de; eldeki dava ile anılan davalarda, taraflar ve dava konusu aynı olmasına rağmen dayanılan hukuksal neden farklı olduğundan, önceki davaların eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı kuşkusuzdur.

Öte yandan, dosya içeriği ve toplanan delillerden; 6100 sayılı HMK’nın 190. ve 4721 sayılı TMK’nın 6. maddeleri uyarınca herkesin iddiasını ispatla mükellef olduğu gözetildiğinde davacıların muvazaa iddialarını kanıtlayamadığı, tenkis koşullarının da oluşmadığı, mahkemece kesin hüküm yanında iddiaların kanıtlanamadığı hususunun da gerekçe yapıldığı anlaşıldığından iddiaların kanıtlanamadığından bahisle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerinde görülmediğinden reddi ile, hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 6.70-TL. bakiye harcının temyiz eden davacılardan alınmasına, 06.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

TANIKLARIN DİNLENMEMESİ -HUKUKİ DİNLENİLME HAKKININ İHLALİ- MURİS MUVAZAASI

T.C

YARGITAY

1.HUKUK DAİRESİ

 

ESAS:2016/396

KARAR: 2018/15288

“İçtihat Metni”

 

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan …’in maliki olduğu 115 ada 4 sayılı parseldeki dava konusu 13 nolu bağımsız bölümü dava dışı torunu … … verdiği 19.08.2013 tarihli vekaletname ile dava dışı torunu … eşi davalı …’e 29.08.2013 tarihinde satış suretiyle devrettiğini, anılan devrin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu iptali ve tescile, olmazsa tenkise karar verilmesini istemiştir.
Davalı, devrin bedeli karşılığında yapıldığını ve muvazaalı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, muvazaa iddiasının kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Ne var ki, davalı tarafça tanık listesi verildiği halde, davalı tanıklarının dinlenmesi yönünde mahkemece bir işlem yapılmamıştır.

Hemen belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi için, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanması zorunludur. Mahkeme iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. 1982 Anayasası’nın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
Diğer taraftan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 27. maddesinde: “(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. (2) Bu hak; a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, b) Açıklama ve ispat hakkını, c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”. hükmü düzenlenmiştir.

Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Zira, insan onurunun yargılamadaki zorunlu bir sonucu olarak, yargılama süjelerinin, yargılamada şeklen yer almaları dışında, tam olarak bilgi sahibi olmaları, kendilerini ilgilendiren yargılama konusunda açıklama ve ispat haklarını tam ve eşit olarak kullanmaları ve yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermesi gerekir.

Hâl böyle olunca; davalı tarafça bildirilen tanıkların dinlenmeleri yönünde HMK’nın 243. maddesi uyarınca işlem yapılması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, davalı tanıkları dinlenilmeksizin savunma hakkı kısıtlanmak suretiyle işin esası bakımından yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.

SONUÇ: Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre temyize konu diğer hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

MURİS MUVAZAASI – KIZLARDAN MAL KAÇIRMA

T.C

YARGITAY

1.Hukuk Dairesi

ESAS :2018/4310

KARAR: 2018/15309

MAHKEMESİ           :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

DAVA TÜRÜ           : TAPU İPTALİ-TESCİL

Taraflar arasındaki davadan dolayı … 2.Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 18.11.2014 gün ve 2013/669 Esas – 2014/606 Karar sayılı hükmün düzeltilerek onanmasına ilişkin olan 19.02.2018 gün ve 6233-993 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davalı … vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişikindir.

Davacı, mirasbırakanı…’nun 257 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını kızlarını mirastan mahrum bırakmak amacıyla ikinci eşi …e satış suretiyle temlik ettiğini, Atra Genç’in de taşınmazın tamamını çocukları … ve…’e eşit paylarla bağışladığını, davalı Sabri’nin de payını davalı … muvazaalı biçimde devrettiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile mirasçılık belgesindeki payı oranında adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı …, davalı sıfatı olmadığını, muvazaa iddiasının gerçeği yansıtmadığını belirterek davanın reddini savunmuş; diğer davalı …, davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, pay temlikinin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu, sonraki kayıt malikinin de durumu bilen ve bilmesi gereken konumunda bulunduğu, 4721 sayılı TMK’nın 1023. maddesindeki koruyuculuktan yararlanamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, davacının temyizi üzerine Dairece, hükmün kuruluşu ve pay oranları yönünden düzeltilerek onanmıştır.

Ne var ki, bu kez de mirasbırakanın satış suretiyle temlik ettiği çekişmeli pay dışındaki diğer payın da maddi yanılgı sonucu hükme dahil edildiği ve davacıya fazla pay verildiği görülmektedir.

Anılan husus, davalının karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan incelemede anlaşıldığından; karar düzeltme isteğinin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 440. maddesi uyarınca kabulüyle, Dairenin 19.02.2018 tarih, 7247-992 sayılı DÜZELTİLEREK ONAMA KARARININ ORTADAN KALDIRILMASINA, Yerel Mahkemenin 18/11/2014 tarihli ve 388-604 sayılı kararının (temyiz aşamasında sadece davacı tarafından temyiz edilmiş olması da gözetilerek):

“Davanın KABULÜNE,

Dava konusu … ili … ilçesi, … Köyü 257 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hisse ile …, 1/2 hisse ile … adına olan TAPU KAYDININ İPTALİNE,

Söz konusu taşınmazın 6/520 hissesinin … kızı … , 257/520 hissesinin … oğlu … , 257/520 hissesinin … kızı … adına TAPUYA KAYIT VE TESCİLİNE,” şeklindeki bölümünün:

“Davanın KABULÜNE,

Dava konusu … ili … ilçesi, … Köyü 257 parsel sayılı taşınmazdaki … adına kayıtlı 1/2 payın ve … adına kayıtlı 1/2 payın 3/520’şerden toplam 6/520’sinin iptali ile davacı … kızı…adına tapuya kayıt ve tesciline; kalan 257/520 payın davalı … oğlu … üzerinde ve kalan 257/520 hissesinin davalı … kızı … üzerinde bırakılmalarına,” şeklinde düzeltilmesine ve kararın bu hali ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/7. maddesi uyarınca DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İBRANAMENİN GEÇERSİZLİĞİ 2 YILLIK HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE İÇERİSİNDE AÇILMAYAN DAVANIN REDDİ GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY

17.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2015/8148 E.

KARAR: 2018/1602 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkilinin 20.12.2007 tarihinde … sevk ve idaresinde olup davalıya sigortalı bulunan …plakalı araçta yolcu olarak bulunmakta iken dava dışı …’un sevk ve idaresindeki … plakalı araçla çarpışmaları sonucunda sakat kaldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 3.000,00 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında talebini 27.186,79 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı vekili, … plakalı aracın 11.02.2007-2008 vadeli Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesi ile müvekkili şirket nezdinde sigortalı olduğunu,davacı tarafın başvurusu üzerine dava konusu kaza nedeni ile müvekkili şirket nezdinde hasar dosyası açıldığını ve hesaplanan 36.830,00 TL maluliyet tazminatının davacıya tam ve eksiksiz olarak müvekkili şirket tarafından 25.12.2009 tarihinde ödendiğini, bu ödeme nedeni ile hak sahipleri tarafından müvekkili şirketin tamamen ibra edildiğini, hukuki sorumluluğunu tam ve eksiksiz olarak yerine getirmiş olan müvekkili şirketin davacılara karşı karşılamakla yükümlü olduğu başkaca bir sorumluluğu bulunmadığını, bu nedenle hakkında ikame edilen davanın haksız ve hukuka aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacının davasının ıslah edilmiş hali ile kabulü ile 27.186,79 TL’nin temerrüt tarihi olan 28.09.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, karar verilmiş; hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dava, trafik kazası sonucu oluşan cismani zarar nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.Davacı taraf, davalıya trafik sigortalı aracın cismani zarara neden olması nedeniyle, davalının ZMSS poliçesi gereği zarardan sorumlu olduğunu iddia ederek davalıya husumet yöneltmiş; davalı … şirketi, davacının cismani zarara uğramasıyla sonuçlanan kazayı yapan ve şirketleri tarafından trafik sigortası yapılan aracın sebep olduğu zararı davacıya ödeyip ibra edildiklerini savunmuş; mahkemece, davalı tarafından davacıya kısmi ödeme yapılmış olmakla birlikte, davacının bakiye zarar alacağı hususunda açık nispetsizlik durumu oluştuğu gerekçesiyle, davalının ibra savunmasına itibar edilemeyerek tazminata hükmedilmiştir.

KTK’nın 111. maddesi uyarınca, tazminat miktarlarına ilişkin olup da yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar, yapıldıkları tarihten itibaren 2 yıl içinde iptal edilebilirler. Yasa’nın bu hükmünden yararlanmak için ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp, dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklaması da yeterlidir. Yasada belirtilen 2 yıllık süre hak düşürücü süre olup, mahkemece re’sen dikkate alınmalıdır.

Somut olaya bakıldığında; kazada cismani zarara uğrayan davacıya poliçe hükümleri gereğince davadan önce ödeme yapıldığı, taraflar arasında bila tarihli ibraname imzalandığı ve imzalanan ibranamenin (davalı yanca istenen diğer evrakla birlikte) davacı tarafından 3/12/2009 tarihli dilekçe ekinde davalıya gönderildiği ve bu dilekçenin de 4/12/2009 tarihinde davalıya ulaştığı anlaşılmaktadır.Davalı tarafından hesaplanan 36.830,00 TL tazminatın davacıya 25.12.2009 tarihinde ödendiği ve ibranamenin davacı tarafından imzalandığı mahkemeninde kabulündedir.

Bu itibarla, davacı tarafından imzalı ibraname bulunmasına ve eldeki davanın 03.10.2013 tarihinde açılmış olmasına göre, KTK’nın 111. maddesinde öngörülen 2 yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği gözetilmek suretiyle davacının tazminat talebinin, hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle 2 yıllık süre geçse de davanın açılabileceğinin kabulü ve yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

2-Bozma ilamının kapsam ve şekline göre; davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA; (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 7.3.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI- DESTEK PAYLARI ORANLARI

T.C.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2015/5528
KARAR NO:2016/11500

Özet:
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacılar vekili tarafından katılma yoluyla ve davalı … AŞ vekilince istenmiş, davalı … AŞ vekilince duruşma talep edilmiş olmakla duruşma için tayin edilen 13.12.2016 Salı günü davalı … AŞ tarafından gelen olmadı. Davacılar vekili Av…. geldi. Davalı … tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacılar vekili dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü. …

2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir….

Bedel artırım dilekçesinde davacı …için 23.722,84 TL destekten yoksun kalma tazminatı talep edildiği halde, mahkemece davacı … lehine 23.792,84 TL’ye hükmedilerek 6100 Sayılı HMK 26. maddesine aykırı olarak talepten fazlasına karar verilmesi doğru değildir….

3-Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı eşin evlenme ihtimali %35 olarak belirlenmiş ve indirim bu oran üzerinden yapılarak davacı eşin destekten yoksun kalma zararı hesaplanmıştır. Oysa, Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları ile benimsenen ilkeleri uyarınca, sağ kalan eşin evlenme ihtimalinin belirlenmesinde AYİM tarafından hazırlanan tablolara itibar edilmekte ve uygulamada yeknesaklık sağlanmaktadır. Buna göre, davacı eşin evlenme ihtimali olay tarihi itibariyle %43 olup indirimin bu oran üzerinden yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalı …Ş. aleyhine fazla tazminata hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir….

Buna göre öncelikle gelirin tamamının, yardım görenlere tahsis olunmuş varsayılamayacağı, ölenin gelirinden bir bölümünü kendisine ayıracağı, bu tahsisten vazgeçilemeyeceği ve bu suretle yardımın (payların) geliri yutmaması ilkesine dikkate alınmalıdır. Ayrıca ölenin kendi geçim masraflarından artan miktarın tamamının (hiçbir tasarruf düşüncesine yer bırakmadan) destek görenlere dağıtıldığı da kabul olunamaz. Öte yandan, destek görecek kimselere ayrılacak miktar da, bunların ihtiyaçlarının toplamı kadar olmalıdır….

Somut olayda mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda ilk 12 yıl boyunca desteğe 4/12 (%33,33), eşe 4/12 (%33,33), çocuğa 2/12 (%16,66), anne ve babanın her birine ise (1/12’şer) %8,33’er pay ayrılacağı, sonraki 11 yıl için desteğe 4/10 (%40), eşe 4/10 (%40), anne ve babanın her birine ise (1/10’ar) %10’ar pay ayrılacağı, sonraki 4 yıl için desteğe 4/9 (%44,44), eşe 4/9(%44,44), anneye 1/9 (%11,11) pay ayrılacağı, son 11 yıl için desteğe 1/2 (%50), eşe 1/2 (%50) pay ayrılacağı varsayımına göre tazminat hesaplaması yapılmıştır. Dairemizce yukarıda belirtilen pay esasına göre somut olayda desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocuk ile anne ve babaya 1’er pay verilmek suretiyle destek, eş, çocuk, anne ve babaya toplam 7 pay üzerinden desteğin geliri dağıtılacaktır. Bu durumda bir payın gelirin tamamına oranı 100/7=%14,3 olacaktır. Bunun sonucu çocuk ile anne ve babanın her birinin payı %14,3’er, desteğe ayrılan pay %28,6, eşe ayrılacak pay %28,6’dır. Çocuğun destekten çıkması halinde desteğe ayrılan pay %35,75, eşe ayrılacak pay %35,75, anne ve babanın her birinin payı % 14,3’er olur. Sonradan babanın destekten çıkması durumunda desteğe ayrılan pay %35,75, eşe ayrılacak pay %35,75, anneye ayrılacak pay %28,6 olur. Annenin de destekten çıkması sonucu destek ve eş %50’şer pay alır. Temyiz eden davalı taraf açısından kazanılmış haklar da gözetilerek bahsedilen şekilde destek hesabı yapılması gerektiğinin gözetilmemesi doğru değildir….

5-Davacılar tarafından dava dilekçesinde 1.000 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı … ve davalı …Ş.’den tahsilinin talep edildiği, bedel artırım dilekçesinde davalı … bakımından davanın atiye terk edildiği, sadece davalı …Ş. bakımından bedel artırım talebinde bulunulduğu halde, mahkemece davalı … yönünden reddedilen miktar 1.000 TL iken, davalı … yönünden de bedel artırımı yapılmış gibi davalı … lehine 17.200,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir….

KARAR:

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacılar vekili tarafından katılma yoluyla ve davalı … AŞ vekilince istenmiş, davalı … AŞ vekilince duruşma talep edilmiş olmakla duruşma için tayin edilen 13.12.2016 Salı günü davalı … AŞ tarafından gelen olmadı. Davacılar vekili Av…. geldi. Davalı … tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacılar vekili dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü.
-K A R A R-

Davacılar vekili, davalı …ye zorunlu trafik sigortalı yabancı plakalı otobüsün Türkiye’de tek taraflı trafik kazası yapması sonucu araçta yolcu olarak bulunan murisin vefat ettiğini, desteğin müvekkillerinin eşi ve babaları olup müvekkillerinin destekten yoksun kaldığını, davalı …ye başvurulduğunda zararın öncelikle zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigortasından karşılanması gerektiği, poliçe limitini aşan kısım olursa kendilerine başvurulması gerektiğinden bahisle taleplerinin reddedildiğini, bu kez davalı …’na başvurulduğunda …’nın da zararın zorunlu trafik sigortacısı tarafından karşılanması gerektiğinden bahisle taleplerini reddettiğini beyanla, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davacı eş … için 400,00 TL, müşterek çocuk …. için 200,00 TL, baba …. için 200,00 TL, anne … için 200,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının kaza tarihinden işleyecek en yüksek avans faizi ile birlikte
davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiş, bedel artırım dilekçesiyle davalı … bakımından davayı atiye terk ettiklerini belirterek, davalı ….. bakımından taleplerini davacı … için 119.764,10 TL, davacı … için 23.722,84 TL, davacı … için 25.501,04 TL, davacı … için 31.012,02 TL’ye yükseltmiştir.
Davalı … vekili, yabancı plakalı araçların zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigortası yaptırma zorunluluğu bulunmadığından, zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigorta poliçesi bulunmayan yabancı plakalı otobüs nedeniyle müvekkili kurumun sorumluluğu bulunmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.
Davalı …Ş. vekili, yabancı plakalı araçların zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigortası yaptırma zorunluluğu bulunduğundan ve zararın öncelikle taşımacılık sorumluluk sigortasından karşılanması gerektiğinden, zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigorta poliçesi bulunmayan yabancı plakalı otobüs nedeniyle …’nın sorumlu olduğu 200.000 TL limiti aşan bir tazminat bulunması halinde müvekkili şirketin ancak bu kısımdan sorumlu tutulması gerektiğini, davacıların yabancı uyruklu olması nedeni ile teminat yatırması ve aktüerya hesabı yapılması gerektiğini beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davalılardan …. Sigorta AŞ hakkında açılan davanın kabulü ile ve poliçe limiti ile sınırlı olmak üzere; davacı … için 119.764,10 TL, davacı… için 23.792,84 TL, davacı … İçin 25.501,04 TL, davacı … İçin 31.012,02 TL olmak üzere toplam 200.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, davalılardan … hakkında açılan davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacılar vekili tarafından katılma yoluyla ve davalı …Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacılar vekili ve davalı …Ş. vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Bedel artırım dilekçesinde davacı …için 23.722,84 TL destekten yoksun kalma tazminatı talep edildiği halde, mahkemece davacı … lehine 23.792,84 TL’ye hükmedilerek 6100 Sayılı HMK 26. maddesine aykırı olarak talepten fazlasına karar verilmesi doğru değildir.
3-Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı eşin evlenme ihtimali %35 olarak belirlenmiş ve indirim bu oran üzerinden yapılarak davacı eşin destekten yoksun kalma zararı hesaplanmıştır. Oysa, Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları ile benimsenen ilkeleri uyarınca, sağ kalan eşin evlenme ihtimalinin belirlenmesinde AYİM tarafından hazırlanan tablolara itibar edilmekte ve uygulamada yeknesaklık sağlanmaktadır. Buna göre, davacı eşin evlenme ihtimali olay tarihi itibariyle %43 olup indirimin bu oran üzerinden yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalı …Ş. aleyhine fazla tazminata hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
4-Ölenin parasal veya bedensel destekliğinin derecesi ile bundan yoksun kalanların tazminat isteklerinin ölçüsü ya da hesaplama yöntemi konusunda öğretide görüş birliği yoktur. Gerçek yardım miktarının yeterli delillerle ispat edilemediği durumlarda yargıç, takdir hakkını kullanarak yardım miktarını belirleyebilecektir. Bu belirlemede destek ile destek olunan kimse arasındaki yakınlığın derecesi, aralarındaki manevi bağ, davacıların yaşları, dahil oldukları sosyal ve ekonomik çevre, yaşam standartları, cinsiyetleri gibi bakım ilişkisine ve miktarına etkili olabilecek unsurlar da göz önünde bulundurulacaktır. Hayatın olağan akışı içinde, destek sayılan kimsenin baktığı kimselere gelirini belli paylara bölerek baktığı pek söylenemese de tazminat hesabında bir paylaştırma yapmak zorunlu hale gelmektedir.
Buna göre öncelikle gelirin tamamının, yardım görenlere tahsis olunmuş varsayılamayacağı, ölenin gelirinden bir bölümünü kendisine ayıracağı, bu tahsisten vazgeçilemeyeceği ve bu suretle yardımın (payların) geliri yutmaması ilkesine dikkate alınmalıdır. Ayrıca ölenin kendi geçim masraflarından artan miktarın tamamının (hiçbir tasarruf düşüncesine yer bırakmadan) destek görenlere dağıtıldığı da kabul olunamaz. Öte yandan, destek görecek kimselere ayrılacak miktar da, bunların ihtiyaçlarının toplamı kadar olmalıdır.
Eş, çocuklar ile anne ve babanın desteklenen olduğu durumlarda destek paylarını belirlerken desteğin gelirinin bir miktarını kendisine, bir miktarını eşine, bir miktarını çocuklarına, bir miktarını da anne ve babasına ayıracağı kabul edilmektedir. Destek gelirinden kendisine ayıracağı pay kadar eşine de ayıracak, bu durum Türk Medeni Kanunu’nundaki eşitlik ilkelerine de uygun düşecek, kendisine ayırdığı paydan daha fazla payı eşine ayırması hayatın olağan akışına uygun düşmeyecektir.
Dairemizce kabul görmüş pay esasına göre; çocuksuz durumda destek, desteğin gelirini eşi ile ortak paylaşacağı varsayımına dayalı olarak, gelirden desteğin %50 ve eşin %50 pay alacağı kabul edilmektedir. Çocukların eş ile birlikte destek payı alacağı durumda ise destek gelirden eşi ile birlikte 2’şer pay alırken çocuklara birer pay verileceği, yine eş, çocuklar ile ana babanın pay alacağı durumlarda desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocukların her birine 1’er pay, ana ve babaya 1’er pay ayrılarak böylece gelirin tamamının dağıtılacağı esasına dayalıdır. Çocukların sayısı arttıkça hem desteğe ayrılan pay, hem de eş ve çocuklar ile ana ve babaya ayrılacak paylar düşecektir. Çocukların destekten çıkması ile birlikte destekten çıkan çocuğun payları destek, eş ve diğer çocuklara dağıtılacak, anne ve babaya verilmeyecektir. Böylece geriye kalan eş ve çocukların payları ile desteğin payı artacaktır. Bu pay esası Türk aile sistemine çok uygun düşmektedir. Çünkü Türk aile sisteminde desteğin geliri aile bireyleri tarafından birlikte paylaşılmakta, aile bireyleri arttıkça gelirden alınacak pay düşmekte, aile bireyi azaldıkça da gelirden alınacak pay yükselecektir. Ana ve babadan birinin destekten çıkması ile payı diğerine aktarılacak, ana ve baba ile çocukların tamamının destekten çıkması durumunda ise yine çocuksuz eş gibi desteğe 2 pay, eşe 2 pay esasına göre %50 pay desteğe, %50 pay eşe verilerek varsayımsal olarak gelir paylaştırılarak tazminat bu ilkelere göre hesaplanmalıdır.
Somut olayda mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda ilk 12 yıl boyunca desteğe 4/12 (%33,33), eşe 4/12 (%33,33), çocuğa 2/12 (%16,66), anne ve babanın her birine ise (1/12’şer) %8,33’er pay ayrılacağı, sonraki 11 yıl için desteğe 4/10 (%40), eşe 4/10 (%40), anne ve babanın her birine ise (1/10’ar) %10’ar pay ayrılacağı, sonraki 4 yıl için desteğe 4/9 (%44,44), eşe 4/9(%44,44), anneye 1/9 (%11,11) pay ayrılacağı, son 11 yıl için desteğe 1/2 (%50), eşe 1/2 (%50) pay ayrılacağı varsayımına göre tazminat hesaplaması yapılmıştır. Dairemizce yukarıda belirtilen pay esasına göre somut olayda desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocuk ile anne ve babaya 1’er pay verilmek suretiyle destek, eş, çocuk, anne ve babaya toplam 7 pay üzerinden desteğin geliri dağıtılacaktır. Bu durumda bir payın gelirin tamamına oranı 100/7=%14,3 olacaktır. Bunun sonucu çocuk ile anne ve babanın her birinin payı %14,3’er, desteğe ayrılan pay %28,6, eşe ayrılacak pay %28,6’dır. Çocuğun destekten çıkması halinde desteğe ayrılan pay %35,75, eşe ayrılacak pay %35,75, anne ve babanın her birinin payı % 14,3’er olur. Sonradan babanın destekten çıkması durumunda desteğe ayrılan pay %35,75, eşe ayrılacak pay %35,75, anneye ayrılacak pay %28,6 olur. Annenin de destekten çıkması sonucu destek ve eş %50’şer pay alır. Temyiz eden davalı taraf açısından kazanılmış haklar da gözetilerek bahsedilen şekilde destek hesabı yapılması gerektiğinin gözetilmemesi doğru değildir.
5-Davacılar tarafından dava dilekçesinde 1.000 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı … ve davalı …Ş.’den tahsilinin talep edildiği, bedel artırım dilekçesinde davalı … bakımından davanın atiye terk edildiği, sadece davalı …Ş. bakımından bedel artırım talebinde bulunulduğu halde, mahkemece davalı … yönünden reddedilen miktar 1.000 TL iken, davalı … yönünden de bedel artırımı yapılmış gibi davalı … lehine 17.200,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ:Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekili ve davalı …Ş. vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2), (3) ve (4) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davalı …Ş. vekilinin temyiz itirazlarının, (5) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının
kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 1.350,00 TL vekalet ücretinin davalı … AŞ’den alınarak duruşmada vekille temsil olunan davacılara verilmesine, duruşmada vekille temsil olunmayan davalı … AŞ yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılar ve davalı … AŞ’ye geri verilmesine 13/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI- KISMİ EDA KÜLLİ TESPİT TALEPLİ BELİRSİZ ALACAK DAVASI AÇILDIĞI ANDA ALACAĞIN TAMAMI İÇİN ZAMANAŞIMI KESİLİR

T.C

YARGITAY

9.HUKUK DAİRESİ

 

ESAS NO: 2015/26828

KARAR NO:2018/22139 K.

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar avukatlarınca istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

  1. A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili; müvekkilinin davalı işyerinde 02/03/2009-13/05/2011 tarihleri arasında lojistik ve idari işler direktörü olarak çalıştığını, net 5.000,00 TL ücretinin olduğunu, bordroda yarısının gösterilip bankadan ödendiğini diğer yarısının elden ödendiğini, ayrıca prim, asgari geçim indirimi, servis ve bir öğün yemek verildiğini, iş akdinin haklı ve geçerli neden olmaksızın feshedilmesi üzerine Bakırköy 1. İş Mahkemesinin 2011/373 E. sayılı dosyası ile dava açıldığını, işe iadesine karar verildiğini ve verilen kararın onanarak kesinleştiğini, 12.06.2013 tarihli ihtarname ile işe iade talebinde bulunulduğunu, davalının 21.06.2013 tarihli ihtarname ile işe başlama istemini kabul ettiğini, deponun …’e taşındığını ve davacının burada işe başlamasının istendiğini, 02.07.2013 tarihli ihtarname ile mahkeme kararına uygun davet olmadığının, iş koşullarında esaslı değişiklik olduğunun ve davetin samimi olmadığının belirtilerek alacakların ödenmesinin talep edildiğini, davalının 18.07.2013 tarihli ihtarname ile aynı hususları yinelediğini, davacının işten çıkartılmadan önce davalının Küçükköy’deki işyerinde çalıştığını ve … ile burası arasında 50 km mesafenin olduğunu, ulaşım bakımından elverişsiz olup gidip gelmenin 3 saatten fazla sürdüğünü, işten çıkartılırken kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin ücreti ve prim adı altında bir kısım ödeme yapıldığını ancak fazla çalışma ücreti, bayram ve genel tatil ücretinin ödenmediğini, 2008 yılından itibaren işyerinde hafta içi 08:00-18:00 saatleri arasında çalışıldığını, haftasonu çalışılmadığını, yarım saat öğle molasının olduğunu, ancak depoya mal geldiğinde yada gönderildiğinde iş bitmeden ayrılmasının mümkün olmadığını, çoğu zaman haftada 2-3 gün saat 21:00-22:00’ye kadar çalışmanın olduğunu, ulusal bayramlarda da çalışıldığını, fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini, yıllık izin ücretinin ise eksik ödendiğini iddia ederek, fark kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti, boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatı alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

  1. B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, zamanaşımı def’inde bulunduklarını, davacının işe iade başvurusunun kabul edildiğini ancak davacının davete icabet etmediğini, davacının depo elemanı olarak çalıştığını, işe iade davası sürecinde deponun Yassıören Mah. … Cd. No:90 Arnavutköy adresine taşındığını, nakilden sonra Küçükköy’de depo kalmadığını, şirkete ait tek deponun Arnavutköy’de bulunduğunu, davacının iş tanımında ve ücretinde esaslı değişikliğin olmadığını, işe iade davetinin kabul edilmemesinin davacının talebinin iyi niyetli olmadığını gösterdiğini, yapılan tüm mesailerinin karşılığının ödendiğini, maaşının tamamının eksiksiz olarak bordroda göründüğü şekli ile bankadan ödendiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

  1. C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

  1. D) Temyiz:

Kararı yasal süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.

  1. E) Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta dava açılış şekli itibariyle kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davasıdır. Davacının yaptığı ıslah olmayıp, talep artırımı ile alacağın belirli hale getirilmesidir. Belirsiz alacak davasının bütün türlerinde dava açılmakla zamanaşımı kesilir. Talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’i hukuki sonuç doğurmaz.

Bu nedenle talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’inin dikkate alınmaması gerekirken hukukî değer taşımayan zamanaşımına def’ine göre karar verilmesi isabetsizdir.

3-Dosyadaki bilgi ve belgelerden, kesinleşen işe iade kararı sonrası davacının süresi içerisinde işverene müraacatı üzerine işveren tarafından Arnavutköy’deki yeni depo adresinde işe başlamasının istenildiği, davacının daha önce çalıştığı ve iş akdinin feshedildiği işyeri adresinin Küçükköy Gaziosmanpaşa’da olduğu, davacının da bu nedenle işverenin davetinin samimi olmadığı ve iş koşullarında esaslı değişiklik yapıldığı gerekçesiyle yasal haklarını talep ettiği anlaşılmaktadır.

 

İşveren tarafından yeni çalışma yeri olarak bildirilen Arnavutköy adresinin davacının önceki çalıştığı adrese ve ikamet adresine çok uzak bir adres olması nedeniyle işyeri çalışma şartlarında esaslı değişiklik olduğundan, davacının işe başlatmama tazminatı talebinin kabulü yerine yazılı gerekçeyle reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

  1. F) Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 03/12/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İKİNCİ KEZ ISLAH YAPILAMAZ- TEMETTÜ İKRAMİYESİ, VEKALET ÜCRETİ ALACAĞI, FARK ÜCRET ALACAĞI VE FARK YILLIK ÜCRETLİ İZİN ALACAĞI

T.C
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
ESAS :2018/9640
KARAR: 2018/22991

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Davacı vekili tarafından verilen 25.10.2018 havale tarihli dilekçede; Dairemizin 05/07/2018 tarihli, 2015/20383 E. ve 2018/14816 K. sayılı bozma kararının maddi hataya dayalı olarak verildiği ileri sürülerek kararın ortadan kaldırılması ve hükmün onanmasına karar verilmesi talep olunmuştur. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacının hakim savcı adaylığına fiilen başlama tarihinin 29.03.2013 tarihi olduğu gözden kaçırılarak karar verildiği anlaşılmakla yukarıda tarih ve numarası belirtilen BOZMA KARARININ 2 NOLU BENDİNİN ORTADAN KALDIRILMASINA ve hükmün aşağıdaki şekilde bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının 04.01.2004-27.03.2013 tarihleri arasında davalı bankada avukat olarak çalıştığını, keyfi olarak terfi ettirilmeyerek ücret artışlarından yararlandırılmaması ve davalı banka tarafından çalışma koşullarında esaslı değişiklikler yapılmış olması nedenleriyle iş akdinin davacı tarafından haklı nedenle feshedildiğini iddia ederek kıdem tazminatı, fazla mesai, yol yardımı, vekalet ücreti alacağı, fark ücret alacağı, fark yıllık ücretli izin alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının hâkimlik sınavını kazanması sonucu, hâkimlik stajına başlamak amacıyla istifa ederek işten ayrıldığını, bu nedenle haklı fesih iddiasının iyi niyetli olmadığını, terfi edememesi ile ilgili olarak keyfi bir uygulamanın bulunmadığını, çalışma koşullarında değişiklik yapılmadığını, başarı ikramiyesinin ödendiği sırada iş yerinde çalışmadığından bu ödemeye hak kazanamadığını, fazla çalışmasının bulunmadığını, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, davacının temettü ikramiyesi, vekalet ücreti alacağı, fark ücret alacağı ve fark yıllık ücretli izin alacağının bulunduğu, bu gerekçelere dayalı olarak davacı tarafından yapılan feshin haklı bir fesih olduğu belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı, davalı vekili yasal süresi içinde temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacı “terfi ettirilecektim, ettirilmedim” gerekçesi ile fark ücret ve buna bağlı fark yıllık ücretli izin alacağı talep etmiştir.
Mahkemece davacının terfi ettirilmediği için fark ücret alacağı ve fark yıllık ücretli izin alacağı hüküm altına alınmışsa da Mahkemenin uygulaması hatalıdır.
Şöyle ki; taraflar arasında terfiye yönelik belirli bir sözleşme yapılmamış, terfinin ne zaman ne şartlarda olacağı kararlaştırılmamış, buna ilişkin yönetim kurulu kararı, personel yönetmeliği v.b. belge bulunmamaktadır. Terfi ettirilecekti iddiasının tanıkla kanıtlanması mümkün değildir. Buna bağlı olarak ücret farkı talep edilemez. Ancak davacı ücret farkıyla ilgili bu sebebin yanı sıra zamdan dolayı ödenmeyen ücret alacağının olduğunu iddia etmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden davacı ve diğer çalışanlara düzenli olarak zam yapıldığı ve bunun işyeri uygulaması haline geldiği anlaşılmaktadır. Tüm çalışanlara zam yapılırken davacıya zam yapılmaması yerinde değildir. Zam nedeni ile oluşan ücret ve buna bağlı izin ücreti farkına hükmedilmelidir. Fakat davacıya yapılacak zam emsal durumda çalışana yapılan zamma göre hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır. Ücret ve izin ücreti farkının terfi ettirilseydi varsayımına dayandırılması isabetsizdir.
3- Dava kısmi dava olarak açılmış yargılama sırasında davacı vekili toplam 44.252,00 TL. olan talebini, 22.11.2013 harç tarihli dilekçe ile 14.871,00 TL. daha arttırmış, buna gerekçe olarak 19.11.2013 tarihli 2 numaralı ara karara dayandırmış, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirtmiştir.
Yargılamanın devamı sırasında davacı vekili bu kez 11.03.2015 harç tarihli dilekçesi ile taleplerini ıslah ederek arttırıldığını belirtmiştir.
Yukarıda belirtildiği üzere dava kısmi dava olup davanın niteliğinin ıslah yada başka usulü bir işlemle değiştirilmesi mümkün değildir. Mahkemenin hatalı ara kararına uyulması da ilgilisine hak bahşetmez. Bu nedenle davacı vekilinin 22.11.2013 tarihinde yaptığı talep artırımı klasik anlamda ıslahtır.
HMK’nun 176/2. maddesine göre aynı davada ancak bir kez ıslah yapılabilir.
Bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler karşısında davacının 11.03.2015 harç tarihli ıslah işlemi ikinci ıslah olup hükümsüzdür. Yapılacak yargılama sonunda ikinci ıslaha değer verilmeden hüküm kurulmalıdır.
4- Hüküm altına alınan temettü ikramiyesi, vekalet ücreti, fark ücret alacağı ve fark izin ücreti alacağının net mi yoksa brüt mü olduğunun belirtilmemesinin infazda karışıklığa yol açacağının düşünülmesi de hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 12.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version