YASADIŞI BAHİS SUÇUNDA GİZLİ SORUŞTURMACI HUKUKU AYKIRI DELİL

TC
YARGITAY
7. Ceza Dairesi

2021/5681 E. , 2024/3942 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2015/621 E., 2016/122 K.
SUÇ : 7258 sayılı Kanun’a muhalefet
HÜKÜM : Mahkûmiyet
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Bozma

Sanık hakkında kurulan hükmün; temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteğinin süresinde olduğu, temyiz isteğinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle gereği düşünüldü:

I. TEMYİZ SEBEPLERİ
Sanık müdafiin temyiz sebepleri; kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna ilişkindir.

II. GEREKÇE
İhbar üzerine, sanığın işlettiği isimsiz vasfı belirsiz yere gidildiği, kolluk görevlilerinden birisinin müşteri rolüne bürünerek bahis oynadığı, daha sonra Mahkemece verilmiş bir arama kararı ya da gecikmesinde sakınca bulunan hal nedeniyle Cumhuriyet savcısı ya da kolluk amirinin yazılı emri olmaksızın diğer kolluk görevlilerinin de içeri girdiği, iş yerinde bulunan bilgisayar ve kupon yazıcısının muhafaza altına alındığı ve sanığın 7258 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açıldığı anlaşılmıştır.

Sanık savunmalarında; iş yerinin bir yakınına ait olduğunu, kendisinden emaneten bakmasını istediğini, yasadışı bahis oynatıldığını bilmediğini beyan etmiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 116. ve 119. maddelerinde arama kararının hangi hallerde ve ne şekilde alınacağı kanun koyucu tarafından açıkça düzenlenmiş olup, mahkemece verilmiş usulüne uygun bir arama kararı olmadığı gibi gecikmesinde sakınca bulunan hal nedeniyle Cumhuriyet savcısı tarafından da verilmiş bir yazılı arama izni ya da Cumhuriyet savcısına ulaşılamaması nedeniyle kolluk amirince verilmiş yazılı arama emri de bulunmaması karşısında, hukuka aykırı arama sonucu ele geçen bilgisayar ve kupon yazıcısının yasak delil niteliğinde olduğu, bilgisayar üzerinde yapılan incelemede atılı suçun işlendiğine dair deliller ele geçirilmesinin sonucu değiştirmeyeceği, öte yandan gizli soruşturma görevlendirilmesinin usul ve esaslarının düzenlendiği 5271 sayılı Kanun’un 139/7. maddesinde gizli soruşturmacı görevlendirilebilecek suçların sınırlı olarak sayıldığı, sanığın üzerine atılı 7258 sayılı Kanun’a muhalefet suçuna ise anılan maddede yer verilmediği, kaldı ki bahsi geçen maddede öngörülen usule de uyulmadığı, bu itibarla hukuka uygun şekilde görevlendirilmiş gizli soruşturmacı olmayan kolluk görevlilerinin bu suretle elde ettiği deliller de hukuka aykırı olduğundan hükme esas alınamayacağı, başkaca da sanığın atılı suçu işlediğini gösterir her türlü şüpheden uzak kesin delil ve sanığın ikrarının da bulunmadığı nazara alındığında, Anayasanın 38/2, 5271 sayılı Kanun’un 206/2-a, 217/2 ve 230/1 maddelerine göre, hukuka aykırı surette elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamayacağı gözetilmeden, sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur.

III. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle sanık müdafiin temyiz isteği yerinde görüldüğünden hükmün, 1412 sayılı Kanun’un 321 inci maddesi gereği, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA, 15.04.2024 tarihinde karar verildi.

BİLİŞİM SİSTEMLERİNİ KULLANMAK SURETİYLE HIRSIZLIK

TC
YARGITAY
8. Ceza Dairesi
2024/24160 E. , 2025/3482 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2007/447 E. 2010/54 K.
SUÇ : Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme
KARAR : Mahkumiyet
KANUN YARARINA BOZMA YOLUNA BAŞVURAN : Adalet Bakanlığının istemi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : İlgili kararın kanun yararına bozulması

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının, 02.08.2007 tarihli iddianamesi ile hükümlü hakkında nitelikli hırsızlık suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 142/2-e maddesi uyarınca açılan dava ile yapılan yargılama neticesinde İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.01.2010 tarihli kararı ile sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçundan, 5237 sayılı Kanun’un 244/4, 62, 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 1.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluklarına, aynı Kanun’un 51. maddesi uyarınca verilen hapis cezasının ertelenmesine ve 2 yıl denetim süresine tabi tutulmasına karar verildiği, söz konusu kararın, temyiz edilmeksizin 26.04.2010 tarihinde kesinleştiğine dair kesinleşme şerhi düzenlendiği belirlenmiştir.
Adalet Bakanlığının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 309/1. maddesi uyarınca, 17.09.2024 tarihli ve 2024/8936 sayılı evrakı ile kanun yararına bozma istemine istinaden düzenlenen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 01.10.2024 tarihli ve KYB-2024/98272 sayılı Tebliğnamesi ile dava dosyası Daireye gönderilmekle, gereği düşünüldü:

I. İSTEM
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin;
“Dosya kapsamına göre; müşteki …’in banka hesabından bilgisi olmadan çekilen 2.000,00 Türk lirasının sanığın hesabına aktarılmasından sonra sanık tarafından bu paranın Rusya Devletinde bulunan kişilere gönderilmesi eylemi nedeniyle sanık hakkında bilişim sistemleri, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçunu işlediğinden bahisle mahkûmiyet kararı verilmiş ise de, sanığın aynı eylemleri nedeniyle müştekiler … ve …’un şikâyeti ile açılan Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/71 sayılı soruşturma dosyasında, suça konu olayın müştekilerinin ayrı kişiler olması ve banka hesaplarının farklı illerde olması gerekçesi ile müşteki … yönünden tefrik kararı verilerek Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/528 sayılı soruşturma dosyasına kaydının yapılmasını takiben, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına yetkisizlik kararı verilmesi sonrasında, incelemeye konu kamu davasının iddianamesinin düzenlendiği, diğer müşteki … yönünden Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/71 soruşturma sayılı dosyasından soruşturmasının devamına karar verilmesinin ardından, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına yetkisizlik kararı verilmesini müteâkip, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 17/07/2007 tarihli iddianamesi ile açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonunda, bilişim sistemlerini kullanmak suretiyle hırsızlık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/02/2014 tarihli, 2007/468 esas, 2014/89 sayılı kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 20/06/2016 tarihli ve 2016/6021 esas, 2016/11619 karar sayılı ilâmı ile; “Dosya kapsamına göre; sanığın öğrenci olduğu Sinop ilinde internet ortamında ICQ proğramında tanıştığı Rusya Devletinde bulunan kişilerin sanığa şirketlerinin bilgisayar yazılımı yaparak Türkiye’de bulunan firmalara sattıklarını ancak ücretlerin ödenmesinde problem yaşadıklarını bu nedenle de firmalar ile aralarında çıkacak anlaşmazlıkları çözecek iyi derecede ingilizce bilen eleman aradıklarını söyleyerek iş teklif ettikleri, sanığın da öğrenci olması nedeniyle harçlığını çıkarmak için teklifi kabul ettiği, bu kişilerin sanığın hesabına suç tarihinde para havale ederek bu parayı… vasıtasıyla göndermesini istedikleri, sanığın iş sözleşmesini göndermelerini istediğinde ise sana güvenmemiz için bu havaleleri gönder sonra sözleşmeyi göndereceğiz demeleri üzerine sanığın havaleyi gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında; sanığın savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeter bir delil bulunmadığı gözetilmeden beraatine karar verilmesi gerekirken mahkumiyetine karar verilmesi,” şeklindeki bozma kararını müteâkip, mahkemesince yeniden karar verilmek sureti ile sanığın, banka hesabına gelen paraları Rusya Devletinde bulunan kişilere göndermesi eyleminin üzerine atılı bilişim sistemlerini kullanmak suretiyle hırsızlık suçunda, sanığın savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkûmiyetine yeter bir delil bulunmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmiş olduğu ve anılan kararın 01/06/2017 tarihinde kesinleştiği anlaşılmakla, sanığın benzer nitelikteki eylemleri nedeniyle yapılan incelemeye konu yargılama sonucunda sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.”
Şeklindeki gerekçeye dayandığı anlaşılmıştır.

II. DEĞERLENDİRME VE GEREKÇE
1. Katılanın, 16.09.2005 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatında, 14.09.2005 tarihinde İzmir Garanti Bankası Kıbrıs Şehitleri Şubesinden arandığını ve 08.09.2005 tarihinde hesabından 2.000,00 TL paranın EFT yöntemi ile Sinop…. Şubesinde …. numaralı hükümlünün hesabına geçirildiğini ve bu kişi tarafından da bu paranın çekildiğini öğrendiğini beyanla şikayetçi olduğu belirlenmiştir.
2. Hükümlünün aşamalarda, olay tarihinde doktora öğrencisi olduğunu, ICQ programından Ruslarla konuşurken kendisine bilgisayar programı sattıklarını ancak iyi İngilizce bilen bir kişiyi aracı kılmak istediklerini belirtip kendisini bayi olarak kullanmak istediklerini teklif ederek bu bilgisayar programından %5 kar payı vereceklerini söylediklerini, bunlara inanıp kimlik ve hesap bilgilerini verdiğini, ertesi gün kendisini arayıp hesabına para yatırıldığını, bu parayı bildikleri hesaba göndermesini istediklerini, kendisinin de hesabına aktarılan parayı bildirilen hesaba havale ettiğini, olay nedeniyle kendisinin de kandırıldığını belirttiği belirlenmiştir.
3. Cari hesap ekstresine göre, hükümlüye ait hesaba …’a ait hesaptan 07.09.2005 tarihinde 1.400,00 YTL; 08.09.2005 tarihinde ise yine hükümlüye ait hesaba katılan …’a ait hesaptan EFT aracılığıyla 2.000,00 YTL para gönderildiği ve hükümlü tarafından bu paranın çekildiği belirlenmiştir.
4. Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 08.03.2007 tarihli tefrik kararı ile olayın müştekilerinin ayrı kişiler olması ve işlem yapılan hesapların farklı illerde olması nedeniyle soruşturma evrakının müştekiler yönünden tefrikine karar verildiği ve dosyanın müşteki … yönünden Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına yetkisizlik kararı ile gönderildiği, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 17.04.2007 tarihli iddianamesi ile, hükümlü hakkında 5237 sayılı Kanun’un 142/2-e maddesi uyarınca açılan dava ile yapılan yargılama neticesinde Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.02.2014 tarihli kararı ile “07.09.2005 tarihinde katılanın Garanti Bankası …. Şubesi’nden 3.500,00 TL’nin EFT internet aracılığıyla inceleme dışı sanık A.G.K.’nın Koçbank …. Şubesine aktarıldığı, 1.400,00 TL’nin ise hükümlünün Sinop …. Şubesine aktarıldığı, sanıklar yargılama sırasında internet ortamında kandırıldıklarını Rus bir şahsın talebi üzerine hesap numaralarını verdiklerini ve bu işlemleri komisyon karşılığı yaptıklarını belirtmiş olup katılanın bilgisi dışında hesabına girilip hesabından internet aracılığıyla para aktarımının temini bilişim yoluyla hırsızlık suçunu oluşturduğu” gerekçesiyle hükümlü hakkında 5237 sayılı Kanun’un 142/2-e, 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu hükmün hükümlü müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 20.06.2016 tarihli ve 2016/6021 Esas, 2016/11619 Karar sayılı kararı ile “Dosya kapsamına göre; sanığın öğrenci olduğu Sinop ilinde internet ortamında ICQ proğramında tanıştığı Rusya Devletinde bulunan kişilerin sanığa şirketlerinin bilgisayar yazılımı yaparak Türkiye’de bulunan firmalara sattıklarını ancak ücretlerin ödenmesinde problem yaşadıklarını bu nedenle de firmalar ile aralarında çıkacak anlaşmazlıkları çözecek iyi derecede ingilizce bilen eleman aradıklarını söyleyerek iş teklif ettikleri, sanığın da öğrenci olması nedeniyle harçlığını çıkarmak için teklifi kabul ettiği, bu kişilerin sanığın hesabına suç tarihinde para havale ederek bu parayı… vasıtasıyla göndermesini istedikleri, sanığın iş sözleşmesini göndermelerini istediğinde ise sana güvenmemiz için bu havaleleri gönder sonra sözleşmeyi göndereceğiz demeleri üzerine sanığın havaleyi gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında; sanığın savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeter bir delil bulunmadığı gözetilmeden beraatine karar verilmesi gerekirken mahkumiyetine karar verilmesi” nedeniyle bozulmasına karar verilmesini müteakip Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 24.01.2017 tarihli kararı ile bozma kararına uyularak hükümlünün savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeter bir delil bulunmadığı gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun’un 223/2-e maddesi uyarınca beraat kararı verildiği ve bu karara karşı hükümlü müdafiinin istinaf başvurusunda bulunduğu, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesinin 04.05.2017 tarihli ve 2017/1106 Esas, 2017/1003 Karar sayılı kararı ile istinaf başvuru talebinin temyiz mahiyetinde kabulü ile Yargıtayca değerlendirilip karar verilmek üzere, 5271 sayılı Kanun’un 279/1-b maddesi uyarınca hükümlü müdafiinin istinaf başvurusunun reddine, dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere ilk derece mahkemesine tevdiine karar verildiği, Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesince hükmün istinaf kararı ile 01.06.2017 tarihinde kesinleştiğine dair kesinleşme şerhi düzenlendiği belirlenmiştir.
5. Bu kapsamda inceleme konusu dava dosyası değerlendirildiğinde; Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 20.06.2016 tarihli ve 2016/6021 Esas, 2016/11619 Karar sayılı kararı da dikkate alınarak, Rusya devletinde bulunan kişilerin, bilgisayar yazılımı yaparak Türkiye’de bulunan firmalara sattıklarını ancak ücretlerin ödenmesinde problem yaşadıklarını, iyi derecede İngilizce bilen bir eleman aradıklarını söyleyerek iş teklifinde bulundukları hükümlünün, öğrenci olması nedeniyle harçlığını çıkarmak için bu teklifi kabul ettiği ve 08.09.2005 tarihinde Rusya devletinde bulunan bu kişilerin hükümlünün hesabına katılanın hesabından para havale ettikleri ve bu parayı… aracılığıyla göndermesini istedikleri, hükümlünün de hesabına gönderilen parayı belli bir komisyon karşılığında bu şahıslara havale ettiğinin anlaşılması karşısında, hükümlü hakkında, savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeterli delil bulunmadığından atılı suçtan beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi, Kanun’a aykırı olup kanun yararına bozma talebi yerinde görülmüştür.

III. KARAR
1. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin KABULÜNE,
2. İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin, 26.01.2010 tarihli ve 2007/447 Esas, 2010/54 Karar sayılı kararının, 5271 sayılı Kanun’un 309/3. maddesi gereği oy birliğiyle KANUN YARARINA BOZULMASINA,
3. 5271 sayılı Kanun’un 309/4-d maddesi uyarınca bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirdiğinden, hükümlü hakkında mahkemece hükmedilen bu CEZANIN KALDIRILMASINA,
Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.04.2025 tarihinde karar verildi.

SARKINTILIK SURETİYLE CİNSEL SALDIRI

TC
YARGITAY
9. Ceza Dairesi
2021/13989 E., 2025/3369 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2015/314 E., 2015/719 K.
SUÇ : Sarkıntılık suretiyle cinsel saldırı
HÜKÜM : Mahkûmiyet
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Bozma

İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelendi, gereği düşünüldü:

I. HUKUKÎ SÜREÇ
Sanık hakkında sarkıntılık suretiyle cinsel saldırı suçunu işlediği iddiası ile açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, İstanbul Anadolu 34. Asliye Ceza Mahkemesince mevcut delillerin değerlendirilmesi neticesinde sanığın atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmiştir.

II. GEREKÇE
1. Yargıtayın denetim işlevini yerine getirebilmesi için temyiz incelemesine konu hükmün gerekçe bölümünde, iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlerin belirtilmesi, mevcut delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin açıkça gösterilmesi ve ulaşılan kanaatin, suç oluşturduğu sabit görülen fiilin ve bunun nitelendirmesinin belirtilmesi, delillerle sonuç arasında bağ kurulması ve bu şekilde cezanın şahsileştirilmesi gerekirken, açıklanan ilkelere uyulmadan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34/1, 230 ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (1412 sayılı Kanun) 308/7. maddelerine muhalefet edilmesi,

2. Mahkemenin gerekçesinde, okul müdürü olan sanığın katılana masaj yapmak bahanesi ile dokunduğu ve başkaca fiziksel temas içeren bir eylemde bulunduğunun kabul edilmemesine karşın, hükümde zincirleme şekilde sarkıntılık suretiyle cinsel saldırı suçundan mahkumiyetine kararı verilmesi suretiyle kabul ile hüküm arasında çelişki yaratılması,
Hukuka aykırı bulunmuştur.

III. KARAR
Başkaca yönleri incelenmeyen İstanbul Anadolu 34. Asliye Ceza Mahkemesinin kararının, gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle, 1412 sayılı Kanun’un 321. maddesi gereği, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,

24.04.2025 tarihinde karar verildi.

EVLENME VAADİYLE DOLANDIRICILIK

TC
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
2017/13952 E. , 2019/8670 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Dolandırıcılık
HÜKÜM : CMK 223/2-a uyarınca beraat

Dolandırıcılık suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm katılan ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanığın, katılan ile evlenme vaadiyle arkadaşlık kurduktan sonra temyiz dışı sanık … ile birlikte katılanın evine gittikleri, bir müddet birlikte oturduktan sonra temyiz dışı sanık …’ın ‘siz anlaşın ben kalkayım’ diyerek evden gittiği, giderken de katılandan taksi parası istediği, katılanın 150 TL taksi parası verdiği, akabinde katılan ile sanık …’nin evde yalnız kaldıkları, birbirlerinden hoşlandıkları ve evlenmeye karar verdikleri, bunun üzerine katılanın sanığa 1.330 TL değerinde bir adet altın kolye, bir adet altın yüzük ve bir çift altın küpe taktığı, sonra sanığın evde para var mı diye sorunca katılan ‘madem evleneceğiz birbirimize güvenmemiz lazım’ diyerek evinde bulunan 7.000 TL’yi sanığa verdiği, daha sonra sanık …’nin katılana ‘seninle sevişmek istiyorum ama önce yıkanman lazım’ diyerek onu banyoya girmeye ikna ettiği ve katılanın banyoya girmesini müteakip ziynet eşyaları ile parayı alıp ortadan kaybolduğu, bu şekilde sanığın hileli eylemlerle haksız menfaat temin etmek suretiyle dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda;

Soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki beyanlar ile tüm dosya kapsamından; sanığın çelişkili ve aşamalarda değişen savunmaları, katılanın değişmeyen ve tutarlı beyanları, ziynet eşyalarına ilişkin fatura örneğindan müsnet suçun sübut bulduğu anlaşıldığı gibi sanığın benzer nitelikteki eylemler ile farklı yer ve zamanlarda dolandırıcılık suçunu işlediği adli sicil kayıtları ile UYAP’taki bilgilerden anlaşılmakta olup sanığın eyleminin, hükümden sonra 02.12.2016 tarih ve 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. ve 254. madde fıkraları gereğince uzlaştırma kapsamında kalan ve TCK’nın 157/1 maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmeden, sanığın atılı suçtan mahkumiyeti yerine, delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde beraatine hükmedilmesi,
Kabule göre de; beraat eden ve kendisini vekil marifetiyle temsil ettiren sanık lehine maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekirken bunun gözetilmemesi,

Kanuna aykırı olup, katılanın ve sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca, hükmün BOZULMASINA, 23/09/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

YASADIŞI BAHİS – 7258 SAYILI KANUNA MUHALEFET- ZİNCİRLEME SUÇ

TC
YARGITAY
7. Ceza Dairesi
2023/5942 E. , 2024/11712 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2021/731 E., 2022/142 K.
SUÇ : 7258 sayılı Kanun’a muhalefet
HÜKÜM : Mahkûmiyet
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Onama

Sanık hakkında bozma üzerine kurulan hükmün; karar tarihi itibarıyla temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteğinin süresinde olduğu, temyiz isteğinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, hükmolunan cezanın nevi ve miktarına göre sanık müdafiin duruşmalı inceleme talebi yerinde görülmediğinden 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince yürürlükte olan 1412 sayılı Kanun’un 318. maddesi uyarınca reddine karar verilerek, gereği düşünüldü:

I. TEMYİZ SEBEPLERİ
Sanık müdafiin temyiz isteği, sanığın cezalandırılmasına yeter her türlü şüpheden uzak kesin delil bulunmadığına, sanığın suç kastı olmadığına, suçun unsurlarının oluşmadığına, ayrıntılı bilirkişi raporu alınmadan eksik araştırma ile hüküm kurulduğuna ve sair nedenlere ilişkindir.

II. GEREKÇE
Dosya kapsamına göre, ihbar ve kolluk görevlilerinin araştırmaları üzerine arama-el koyma kararına istinaden sanığa ait işyerine gidildiğinde, bankonun arkasında, kupon yazdırmakta kullanılan yazıcı bağlı bilgisayar olduğu görülmüş, masa üzerinde on adet bahis bülteni ve üç adet oynanmış bahis kuponu bulunmuş, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 134. maddesi uyarınca alınan karara istinaden yaptırılan bilirkişi incelemesinde, üzerinde “bayi kodu” yazılı bir adet oynanmış kupon, bahis sitelerine erişim sağlandığı, bayi olarak oturum açıldığı, kupon düzenlendiği ve yazdırıldığına dair onbinlerce kayıt tespit edilmiş ve sanığın 7258 sayılı Kanun’a muahalefet suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.

Sanık aşamalardaki savunmalarında, bahis oynamadığını ve oynatmadığını beyan etmiştir.

Tüm dosya kapsamına göre, sanığın işyerinde 7258 sayılı Kanun’a aykırı olarak bahis oynattığına yönelik bulgular ele geçirilmesi karşısında, sanığın atılı suçu işlediğinin sabit kabul edilip hakkında 7258 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan mahkûmiyet hükmü kurulmasında hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç vasfı ile yaptırımın doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, sanık hakkında kurulan hükümde hukuka aykırılık bulunmamış, sanık müdafiin yerinde görülmeyen diğer temyiz sebepleri reddedilmiştir.

III. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle sanık müdafii tarafından öne sürülen temyiz sebepleri ve dikkate alınan sair hususlar yönünden herhangi bir hukuka aykırılık görülmediğinden sanık müdafiin temyiz sebeplerinin reddiyle hükmün, Tebliğname’ye uygun olarak, oy çokluğuyla ONANMASINA,

Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,

16.12.2024 tarihinde karar verildi.

KARŞI DÜŞÜNCE

Sanık … hakkında, 7258 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükmün, sanık müdafii tarafından temyizi üzerine sayın çoğunluğun onamaya ilişkin kararı yerinde değildir.

Şöyle ki;
Sayın çoğunluk ile aramızdaki görüş ayrılığı, 07.07.2014 ile 17.03.2015 tarihleri arasında değişik şahıslara bir çok kez yasa dışı bahis oynatan sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

Temyiz incelemesi yapılan bu dosyada, sanığa ait işyerinde internet üzerinden bahis oynantığının tespiti üzerine bilgisayara el konulduğu, yaptırılan bilirkişi incelemesinde 07.07.2014 ile 17.03.2015 tarihleri arasında bir çok kez yurtdışı kaynaklı bahis oynatıldığı tespit edilmiş, 7258 sayılı Yasanın 5/1a maddesinden cezalandırılması için dava açılmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.04.2014 tarih ve 2014/7-591 E., 2014/171 K. sayılı kararında belirtildiği üzere;

Görüş ayrılığının çözülebilmesi için “zincirleme suç” hükümleri üzerinde durulmalıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, … ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.

TCK.nun 43/1. maddesi düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.

5237 sayılı TCK.nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için gerekli olan unsurların üzerinde ayrıntılı olarak durulmasında yarar bulunmaktadır.

a) Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi;

Aynı suç 5237 sayılı TCK.nun 43. maddesinde; “Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır” denmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Öğretide de “aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu”, kanunda düzenlenen suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz edileceği, suçun ismi farklı ise artık aynı suçtan bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara, 2008. s.316; Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan – Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 1. cilt, Ankara, 2014, s.1241-1242; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 6. bası, Ankara, 2013, s. 486-488; Türkan Sancar Yalçın-Yeni Türk Ceza Kanununda “Zincirleme Suç”, TBB Dergisi, sayı 70, Mayıs/Haziran 2007, s. 253)

5237 sayılı TCK.nun 43/1. maddesinde bulunan “değişik zamanlarda” ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK.nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde gözönünde bulundurulacaktır.

b) İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması;

Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (Mehmet Emin Artuk – Ahmet Gökcen – A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. bası, Ankara, 2014, s.284; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. bası, Ankara, 2013, s. 211-215; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. bası, Ankara, 2013, s.107-109; Osman Yaşar – Hasan Tahsin
Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. cilt, Ankara, 2014, s.7958-7959)

c) Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi;

Ceza Genel Kurulunun 14.01.2014 gün ve 384-2, 03.12.2013 gün ve 1475-577, 30.05.2006 gün ve 173-145, 08.07.2003 gün ve 189-207, 13.10.1998 gün ve 205-304, 20.03.1995 gün ve 48-68 ile 02.03.1987 gün ve 341-84 sayılı kararlarında “aynı suç işleme kararı” kavramından, kanunun aynı hükmünü birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, hareketinin önceki hareketinin devamı olmasının ve tüm hareketleri arasında subjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiş, ilk eylemle ikinci eylem arasında makul sayılamayacak uzunca bir sürenin geçmesinin, sanığın aynı suç işleme kararıyla değil, çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suçu işlediğini gösterdiği belirtilmiştir.

Öğretide ise aynı suç işleme kararının, kanunun aynı hükmünü müteaddit defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan ve genel bir niyet anlamında bulunduğu (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza hukuku, Beta Basım Yayım, 14. bası, İstanbul, 1997, s.528 vd), çok genel bir birliğin, genel bir saik birliği sonucuna götüreceği, saik birliğinin, kararda birliği meydana getiremeyeceği, suç saiki, niyeti, amacı ile kararının karıştırılmaması gerektiği, yine fırsat çıktığı zaman suç işlemek için verilen genel bir kararın, müteselsil suçun bu sübjektif şartını oluşturmayacağı (Türkan Yalçın Sancar, Mütesessil Suç, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1995, s.70 vd), failin çıkacak her fırsattan yararlanmak hususunda genel ve soyut bir kararının varlığının aynı suç işleme kararının kabulünü gerektirmeyeceği (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 136-137; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. bası, Ankara, 2013, s. 490), kanunda kullanılan karar tabirinden anlaşılması gerekenin, failin daha baştan itibaren birden fazla suçu kısım kısım işlemeye yönelik tasavvuru olduğu, önceden bir plan yapmış, niyetini oluşturmuş, fakat bunu bir defada gerçekleştireceği yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plana göre hareket etmiş olduğu için zincirleme suçun kabul edildiği (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2011, s.507), zincirleme suç halinde failin somut fiiline ve fiillerin bütününe yönelik olmak üzere iki iradesinden söz edilebileceği, zincirleme suç işlemeye yönelik iradenin, yani bir suç işleme kararının her bir suça ilişkin kasıttan önce geldiği (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. bası, İstanbul, 2013, s. 475), zincirleme suçun sübjektif şartının bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenen suçlar arasında manevi bir bağ bulunması olduğu (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. bası, Ankara, 2013, s. 553), suçların işleniş biçimindeki benzerlik, aynı türden fırsatları değerlendirme, suçla korunan hukuki değer, hareketin yöneldiği maddi konunun nitelik ve başkalıkları ve suçlar arasındaki zaman aralığı gibi dışa yansıyan veri ve davranışlardan yararlanılarak tespit edilecek olan bir suç işleme kararının kanunun aynı hükmünü ihlal etmek hususundaki failin genel planı olduğu (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. bası, Ankara, 2013, s. 645-646) görüşleri ileri sürülmüştür.

Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların herbirinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır. Böylece suç işleme kararı denilen genel plân, niyet veya karar, zinciri oluşturan ve her biri birbirinden bağımsız olan suçları birbirine bağlayan ortak bir zemini oluşturur.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de çeşitli suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini

düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.

Görüldüğü üzere, zincirleme suçun oluşumu için işlenen suçlar arasında ne kadar zaman geçmesi gerektiği konusunda genel ve mutlak bir kural koymak mümkün olmadığından, hangi süre içerisinde işlenirse işlensin, işlenen suç başlangıçtaki genel niyete veya suç işleme konusundaki tek karara dayanıyor ise zincirleme suç hükümleri uygulanacak, ancak işlenen suç failin yeni bir suç işleme kararına dayanıyorsa artık zincirleme suç söz konusu olmayacaktır.

Yapılmakta olan soruşturma sonucunda toplanan delillerin failin suçu işlediği yönünde yeterli şüphe oluşturması üzerine Cumhuriyet Savcısınca şüpheli hakkında CMK.nun 170. maddesi uyarınca iddianamenin düzenlenmesiyle hukuki kesinti oluşmaktadır. İddianamenin düzenlenmesiyle olaylar arasında hukuki kesinti oluştuğundan iddianamenin düzenlenmesinden sonra devam eden eylemler ise başka bir ceza soruşturmasının konusunu oluşturacaktır.

Buna karşın işlemiş olduğu suçtan dolayı henüz hakkında iddianame düzenlenmeden, sanığın aynı suç işleme kararıyla ve aynı mağdura (suçtar zarar görene) karşı yeniden suç işlemesi durumunda, hukuki kesinti gerçekleşmeden aynı suçun işlenmesi söz konusu olduğundan sanık hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır. Bu ahvalde sanığın her suçtan ayrı ayrı cezalandırılması yoluna gidilmeyecek, sanığa bir suçtan ceza verildikten sonra hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanmak suretiyle cezasından artırım yapılacaktır.
Buna göre, soruşturma aşamasında sanığın aynı suç işleme kararıyla, aynı mağdura (suçtan zarar görene) karşı değişik zamanlarda aynı suçu işlediğinin tespit edilmesi durumda, soruşturma dosyalarının birleştirilerek kamu davası açılması, bu hususa riayet edilmeden kamu davalarının açılması halinde ise hukuki kesintinin oluşmasından önce sanığın aynı mağdura karşı bir suç işleme kararıyla aynı suçu değişik zamanlarda işlediğinin anlaşılması durumunda dava dosyalarının birleştirilerek sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi isabetli bir uygulama olacaktır.

7258 sayılı Yasanın 5/b maddesindeki suçun oluşması için bir kez dahi yasadışı bahis oynatılması yeterlidir. Yani temadi eden bir suç değildir.

Bu anlatılanlardan sonra somut olaya baktığımızda;

İşyerinde internet üzerinden bahis oynantığının tespiti üzerine bilgisayara el koyularak, bilgisayar üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde 07.07.2014 ile 17.03.2015 tarihleri arasında bir çok kez yurtdışı kaynaklı bahis oynattığı tespit edilen sanığın, hukuki kesinti oluşmadan bir suç işleme kararıyla, aynı mağdura (suçtan zarar görene) karşı ve kısa aralıklarla değişik zamanlarda 7258 sayılı Yasanın 5/b maddesinde düzenlenen suçu işlediği anlaşıldığından, hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

7258 sayılı Yasanın 5/b maddesinde düzenlenen suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir.

Dosya kapsamına göre, sanığın yasadışı bahis oynatmaya karar verdikten sonra, bu kararın icrası kapsamında tespit edilebildiği kadar 11-22.08.2015 tarihleri arasında eylemlerini gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Ceza Genel Kurulu’nun yukarıda ayrıntısı ile bahsedilen içtihadında da belirtildiği üzere, tek suç işleme kararı kapsamında yani yasadışı bahis oynatma kararı uyarınca aynı mağdura karşı kısa aralıkla bir çok kez 7258 sayılı Yasanın 5/b maddesinde düzenlenen suçu işlediği, hukuki kesinti gerçekleşmeden aynı suçun işlenmesi söz konusu olduğundan sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekçesiyle hükmün bozulması yerine, sanığın eyleminin tek kabul edilerek 7258 sayılı Yasanın 5/b maddesinden kurulan hükmün onanması yönündeki sayın çoğunluğun kararına katılmıyoruz. 16.12.2024

SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA ÖRGÜT KURMA, SUÇTAN KAYNAKLANAN MALVARLIĞI DEĞERLERİNİ AKLAMA,

TC
YARGITAY
3. Ceza Dairesi
2021/3543 E. , 2022/10260 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, 7258 sayılı Kanuna muhalefet

Hüküm :1-)Sanıklar haklarında suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca ayrı ayrı beraat

2-)Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, … hakkında Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama suçundan CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca ayrı ayrı beraat

3-)Sanıklar …, …, … ve … hakkında TCK’nın 282/1, 53, 54 ve 55 maddeleri uyarınca mahkumiyet

4-)Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında 7258 sayılı yasanın 5/2 ve TCK’nın 53. maddeleri uyarınca mahkumiyet
5-)Sanık … hakkında 7258 sayılı Kanunun 5/2, TCK’nın 53, 54 ve 55 maddeleri uyarınca mahkumiyet
Temyiz edenler : Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, … ve … müdafiileri, sanık …, sanık …, sanık …, Spor Toto Teşkilatı Başkanlığı vekili, Maliye Hazinesi vekili

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Hükmedilen cezaların süresine göre şartları bulunmadığından, sanık … müdafiinin duruşmalı inceleme isteğinin 1412 sayılı CMUK’nın 318. maddesi uyarınca REDDİNE,
… müdafiinin yasal süresinden sonra gerçekleştirmiş olduğu anlaşılan temyiz talebinin 5320 sayılı kanunun 8. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
Maliye Hazinesinin atılı tüm suçlardan; Spor Toto Teşkilatı Başkanlığının suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini Aklama suçlarından doğrudan zarar görmesi söz konusu olmadığı ve bu suçlardan açılan davaya katılmalarına yasal olarak imkan bulunmadığından, davaya katılmaya ilişkin verilen karar hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz yetkisi vermeyeceğinden, Spor Toto Teşkilatı Başkanlığı vekili ile Maliye Hazinesi vekilinin temyiz istemlerinin 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi gereğince REDDİNE,
7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunu Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 5. maddesinin (22/4/2022-7405/48) ek fıkrasındaki açık düzenleme uyarınca Spor Toto Teşkilatı Başkanlığı’nın 7258 Sayılı Kanuna Muhalefet suçundan davaya katılan olarak kabulünde isabetsizlik görülmemiş, tebliğnamedeki aksi yöndeki görüşe iştirak edilmemiştir.
I-)Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında 7258 Sayılı Yasaya Muhalefet suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, … ve … müdafiileri, sanık …, sanık … ve sanık …’ın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine ancak;

Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E, 2015/85 sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulmasında zorunluluk bulunması,
Kanuna aykırı olup, hükümlerin bu sebepten dolayı BOZULMASINA, bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan hükümlerdeki TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin kısımlarının bütünüyle çıkarılarak yerine “Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E, 2015/85 sayılı iptal kararı doğrultusunda yürürlükte bulunan TCK’nın 53. maddesinin sanık hakkında uygulanmasına” ibaresi eklenmek suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

II-)Sanıklar …, …, … ve … hakkında Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama suçundan; sanıklar … ve … hakkında 7258 sayılı Kanuna muhalefet suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;

TCK’nın 282/1. maddesi uygulanırken ayrıca adli para cezası uygulanmaması suretiyle eksik ceza tayini, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

1-) …, …, … ve … yönünden;

A-)Sanıkların yasadışı bahis oynatılması suretiyle elde edilen 30.000 Euro miktarındaki parayı yurtdışına çıkarmaya çalışırken kolluk ekipleri tarafından yakalanarak el konulması şeklinde gerçekleşen eylemlerinin bu hali ile suça teşebbüs halinde kalması karşısında; sanıkların banka hesap hareketleri de incelenerek 7258 sayılı Kanuna muhalefet etme suçundan kaynaklanan ve dava konusu olan mal varlığı değerlerinin gayrimeşru kaynağını gizleyerek meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla hangi tarihli işlem ya da işlemlere tabi tutulduğunun veya başka surette yurtdışına çıkarılıp çıkarılmadığının araştırılması ile sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, yerinde olmayan gerekçe ile sanıkların mahkumiyetine karar verilmesi,

B-)Kabul ve uygulamaya göre de;

a-Takdiri indirim nedeni olarak failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failinin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususların göz önünde bulundurulması gerektiği gözetilmeden dosyaya yansıyan olumsuz bir davranışı tespit edilemeyen ve savunmasında da eylemleri ile ilgili olarak kısmi ikrarda bulunarak mahkemeye yardımcı olan sanıklar …, … ve … hakkında TCK’nın 62. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi,

b-Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53/1. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulmasında zorunluluk bulunması,

2-) Sanıklar … ve … yönünden;

a-…’in yanında para karşılığı çalıştıkları anlaşılan sanıklar … ve …’in kendi ad ve hesaplarına yasadışı bahis oynattıklarının her türlü kuşkudan uzak bir şekilde kanıtlanamadığı anlaşılmakla; bu hususta gerekli araştırmanın yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

b-Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53/1. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulmasında zorunluluk bulunması,

Kanuna aykırı, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 01.12.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

ARAMA KARARINDAN BELİRTİLEN SAATTEN ÖNCE ARAMA YAPILMASI -HUKUKA AYKIRI ARAMA

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
2024/8417 E. , 2025/41 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2024/2752 E., 2024/1651 K.
SUÇ : Uyuşturucu madde ticareti yapma
HÜKÜM : İstinaf başvurusunun esastan reddi
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Temyiz isteminin esastan reddiyle hükmün onanması

Sanık hakkında kurulan hükmün, yapılan ön inceleme neticesinde temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
Sanık müdafiinin duruşmalı inceleme talebinin, 5271 sayılı CMK’nın 299/1. maddesi gereği takdîren reddine karar verilmekle, gereği düşünüldü:

I. HUKUKİ SÜREÇ

A. Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir.

B. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesinin yukarıda belirtilen kararı ile sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ

Sanık müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Suçun unsurlarının oluşmadığına,
2. Yeterli delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
3. Eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturacağına,
4. Sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması gerektiğine,
5. Delil değerlendirmesinin hatalı yapıldığına,
6. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna, İlişkindir.

III. GEREKÇE

Alınan istihbari bilgi üzerine sanığın adresinde ve müştemilatında Cumhuriyet savcısı tarafından gecikmesinde sakınca bulunan hal kapsamında 13.12.2023 saat 23.00 ile 14.12.2023 saat 01.30 arasında arama yapılabilmesi için yazılı arama emri verildiği halde, 13.12.2023 tarihli arama tutanağına göre söz konusu adreste 13.12.2023 günü saat 21.00 sıralarında arama işlemine başlanılıp saat 22.55’de arama işleminin bitirildiğinin anlaşılması karşısında; arama işleminin arama emrinde belirtilen saatlerden önce yapılarak suça konu maddelerin ele geçtiği, ikametin CMK’nın 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde aranmadığı, hukuka aykırı arama sonucu ele geçirilen maddenin “suçun maddi konusu” ve “suçun delili” olarak hükme esas alınamayacağı gözetilerek, somut olayda suçun maddi konusu bulunmaması nedeniyle suçun unsurları oluşmadığından, sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkûmiyet hükmü kurulması hukuka aykırı bulunmuştur.

IV. KARAR

Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesi kararının 5271 sayılı CMK’nın 302/2. maddesi gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre sanığın SALIVERİLMESİNE, başka bir suçtan hükümlü ya da tutuklu bulunmadığı takdirde salıverilmesinin sağlanması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına,
Dava dosyasının, 5271 sayılı CMK’nın 304/2-a maddesi uyarınca takdîren Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilamının bir örneğinin ise Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
06.01.2025 tarihinde karar verildi.

SAHTE BELGELERLE BANKAYA YAPILAN KREDİ KARTI BAŞVURUSU

TC
YARGITAY
8. Ceza Dairesi
2014/21644 E. , 2014/30708 K.

“İçtihat Metni”
Tebliğname No : 8 – 2013/309656
MAHKEMESİ : Antalya 18. Asliye Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 21/05/2013
NUMARASI : 2009/943 (E) ve 2013/462 (K)
SUÇ : Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma

Gereği görüşülüp düşünüldü:

1- Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde:
Sanığın, sahte belgelerle kredi kartı almak amacıyla bankaya başvurması sonucu, belgelerde adı geçen şahsın gözaltına alınmasına neden olduğundan bahisle “kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak” suçundan cezalandırılması için dava açılıp, mahkumiyetine karar verilmiştir. Bir kimsenin hukuka aykırı olarak bir yere gitmesi veya bir yerde kalması, özgürlüğünden yoksun bırakılması halinde, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak suçu oluşmaktadır. Suç doğrudan doğruya fail tarafından işlenebileceği gibi, bir kişinin azmettirilmesi, asıl faile yardım edilmesi suretiyle de işlenebilir.
İftira suçu ise; işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturma veya kovuşturma başlatılması ya da idari bir yaptırım uygulanması için bir kimseye hukuka aykırı isnatta bulunulmasıdır. TCK.nun 267. maddesinin 4. fıkrası uyarınca bu fiil nedeniyle iftira edilenin gözaltına alınması halinde iftira eden, mağdurun hürriyetinden yoksun kılınması suçundan da dolaylı fail olarak sorumludur.
Somut olayda; mağdurun kimliğini kullanarak sahte kredi kartı almak için bankaya başvuran ve kendisine kart verilmeyen, adına belge düzenlenen kişinin; bir suç işlendiğinden bahisle yetkili makamlara başvurusu bulunmadığından ve mağdurun özgürlüğünü bizzat kısıtlamadığı gibi görevlileri azmettirdiği hususunda delil olmadığından kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun unsurları bulunmamaktadır.
Başkasının hürriyetini kısıtlama suçu kasten işlenen suçlardandır. Suçun manevi unsuru, bilerek ve isteyerek bir kimsenin bir yere gitmek veya bir yerde kalmak özgürlüğünden yoksun bırakılmasıdır. Sanığın; adına belge düzenlediği kişinin gözaltına alınması veya tutuklanması kastı bulunmadığından TCK.nun 109/1. maddesinde yazılı suçun yasal unsurları olayda gerçekleşmemiştir.
Öte yandan, ceza yasasının sahtecilik suçlarına ilişkin bölümünde, iftira suçunda olduğu gibi sahtecilik suçunun işlenmesi sonucunda bir kimsenin özgürlüğünün kısıtlanmasına neden olunması halinde TCK.nun 109. maddesinin uygulanması gerektiğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. İmzası taklit edilen kişinin gözaltına alınması hususunda yetkili merciilerin azmettirildiği de ileri sürülemez. Ceza Yasasında objektif sorumluluk kural olarak kabul edilmemiş olup TCK.nun 23. maddesi uyarınca fiilin kastedilenden daha ağır veya başka bir sonucun oluşumuna neden olması halinde kişinin sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekmektedir. Dosya kapsamına göre de, sanığın taksirli bir haraketi mevcut değildir.
Sanığın, kredi kartı almak için şikayetçi adına bankaya müracaat etmesi ve bir takım belgeleri şikayetçi adına imzalaması iftira suçunu oluşturmayıp eylemi, sahtecilik veya kredi kartını alması halinde TCK.nun 245/2. maddesindeki suçu oluşturmaktadır. Dolayısıyla TCK.nun 267/4. maddesinin uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Ayrıca tek bir eylem nedeniyle birden fazla mahkumiyet hükmü kurulması için bu konuda yasada açık bir hüküm bulunması gerektiği de gözetildiğinde, sanığın kredi kartı almak için sahte belgelerle bankaya başvurusu nedeniyle imzası taklit edilen kişinin gözaltına alınmasının sanığın sorumluluğunu gerektiren bir başka suçu oluşturduğuna dair yasal düzenleme bulunmadığı ve hürriyeti kısıtlama suçunun da yasal unsurlarının oluşmadığı gözetildiğinde “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi uyarınca sanık hakkında; “kişinin hürriyetinden yoksun bırakılması” suçundan açılan davada, beraatine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
2- Sanığın kredi kartının kötüye kullanılması suçundan kurulan hükme yönelik temyizine gelince:
Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanığın, bir sebebe dayanmayan temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine, ancak:

Katılan bankaya kredi kart başvurusunda bulunduğu sırada ibraz ettiği sahte belgelerin araştırılması sonucu gerçek olmadığının anlaşılması üzerine kart başvurusu reddedilen sanığın eyleminin 5464 sayılı Banka Kartları Ve Kredi Kartları Kanunu’nun 37/2. madde ve fıkrası ya da belgelerin niteliğine göre TCK.nun 204/1. madde ve fıkrasında düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı gözetilmeden, yazılı şekilde sahte kredi kartı üretmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi,
Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken CMUK.nun 321. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 10.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

6136 SAYILI ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR HAKKINDA KANUNA MUHALEFET

T.C
YARGITAY
8. Ceza Dairesi
2023/2484 E. , 2024/9115 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2021/37 E. 2021/32 K.
SUÇ : 6136 sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a aykırılık
KARAR : Mahkûmiyet
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : İlgili kararın kanun yararına bozulması

Gölköy Cumhuriyet Başsavcılığının 04.02.2021 tarihli talepnamesi ile hükümlü hakkında 6136 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesinin birinci fıkrası, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 250 nci maddesinin dördüncü fıkrası, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 62 nci maddesi, 50 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 3.600,00 TL ve 300,00 TL adli para cezaları ile cezalandırılması talebine ilişkin Gölköy Asliye Ceza Mahkemesinin 04.02.2021 tarihli kararı ile talebin kabulü ile talepnamede belirtilen şekilde hükümlünün cezalandırılmasına karar verilmiş, bu kararın itiraz edilmeksizin usulüne uygun şekilde 09.03.2021 tarihinde kesinleştiği belirlenmiştir.
Adalet Bakanlığının, 5271 sayılı Kanun’un 309 uncu maddesinin birinci fıkrası uyarınca, 12.05.2023 tarihli ve 2022/20027 sayılı evrakı ile kanun yararına bozma istemine istinaden düzenlenen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 07.07.2023 tarihli ve KYB-2023/62062 sayılı Tebliğnamesi ile dava dosyası Daireye gönderilmekle, gereği düşünüldü:
I. İSTEM
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 07.07.2023 tarihli ve KYB-2023/62062 sayılı kanun yararına bozma isteminin;
“Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 3/1. maddesindeki “Taşıma ve bulundurma ruhsatları onay tarihinden itibaren beş yıl için geçerli olup, gerekli şartların varlığı halinde her beş yılda bir yenilenir. Ruhsatlar verilirken ruhsatın geçerlilik süresi ve süre bitiminden itibaren en geç altı ay içinde ruhsatın yenilenmesi gerektiği kişiye tebliğ edilir. Beş yıllık geçerlilik süresini müteakip altı ay içinde ruhsatın yenilenmemesi halinde o silaha ait ruhsat başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilerek bu Yönetmelik hükümlerine göre devri sağlanır. Bu şekilde ruhsatı iptal edilen silah, ancak Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında belirlenen idari para cezasının ödenmesi kaydıyla aynı şahıs adına tekrar ruhsata bağlanabilir.” ve aynı Yönetmeliğin 17. maddesindeki “Taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan 16 ncı maddede belirtilen hallerden birine girmesi nedeniyle silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni ruhsat talepleri kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal edilerek, silahlar zaptedilir. Bu silahların, zaptedildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak, silah satın almaya hak kazanmış kişilere devri sağlanır. Bu süre içinde devri sağlanamayan silahlar ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirilir.
Bu Yönetmeliğin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası hükümlerine göre ruhsatı iptal edilen silahlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.” şeklindeki düzenlemeler karşısında,
Dosya kapsamına göre, sanığın 9.00 mm çapında ve T64****A000582 seri numaralı Canik 55 marka tabancasına 30/12/2014 tarihinden geçerli olmak üzere 26/08/2019 tarihine kadar bulundurma ruhsatı verildiği, söz konusu silahın ruhsat süresi dolması üzerine sanık tarafından yenileme işlemi yapılmadığından Ordu Valiliği’nin 04/03/2020 tarihli oluru ile silah ruhsatının iptal edildiği, iptal işlemini müteakip silahın 17/03/2020 tarihinde tutanak karşılığında kolluk personeli tarafından zapdedildiği ve 6 aylık süre içerisinde silahı devretmesi veya 6136 sayılı Kanun’un 6. maddesinde düzenlenen idari para cezasını ödemek suretiyle kendi adına ruhsat talebinde bulunabileceği hususunun sanığa tebliğ edildiği,
Sanığın, Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliği’nin 17/2. maddesi yollamasıyla 17/1. maddesi gereğince silahın zaptedildiği tarihten itibaren 6 ay içerisinde silah satın almaya hak kazanmış kişilere devredebileceği veya aynı Yönetmeliğin 3. maddesi uyarınca 6136 sayılı Kanun’un 6. maddesinde belirtilen idari para cezasını ödemek suretiyle kendi adına yeniden ruhsat talebinde bulunabileceği, bu kapsamda 17/03/2020 tarihinden itibaren kolluk uhdesine geçen silah nedeniyle 6 aylık sürenin geçmesi neticesinde işlem yapılmayan bir halde söz konusu silah ile ilgili olmak üzere silahın adli makamlara intikal ettirilerek müsadere, idareye teslim vb. işlemlerimin yapılmasının sağlanacağı nazara alındığında, sanığın üzerine atılı suçun yasal unsurları oluşmadığı gözetilmeden, talepnamenin reddedilerek soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyanın Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi yerine yazılı şekilde karar verilmesinde,
Kabule göre de,
Mahkemenin yargılama sonucunda ulaşılan sonuçların, iddia, savunma, tanık anlatımları ve dosyadaki diğer belgelere ilişkin değerlendirmeler ile sanığın eyleminin ve yüklenen suçun unsurlarının nelerden ibaret olduğunun, hangi gerekçe ile hangi delillere üstünlük tanındığının açık olarak gerekçeye yansıtılması ve bu şekilde cezanın şahsileştirilmesi gerekirken, 5271 sayılı Kanun’un 250/9. maddesinde yer alan “Mahkeme, şüpheliyi müdafii huzurunda dinledikten sonra üçüncü fıkradaki şartların gerçekleştiği, eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu ve dosyadaki mevcut delillere göre mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği kanaatine varırsa talep yazısında belirtilen yaptırımdan daha ağır olmamak üzere dört ila yedinci fıkra hükümleri doğrultusunda hüküm kurar; aksi takdirde talebi reddeder ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyayı Cumhuriyet başsavcılığına gönderir. Mazeretsiz olarak mahkemeye gelmeyen şüpheli, bu usulden vazgeçmiş sayılır.” şeklindeki düzenleme uyarınca mevcut delil durumunun mahkumiyet kararı verilmesi gerektirdiği kanaatine varılıp varılmadığının kararda tartışılmadan, gerekçe gösterilmeksizin hüküm kurulmak sureti ile Anayasa’nın 141. ve 5271 sayılı Kanun’un 34, 223 ve 230. maddelerine aykırı davranılmasında, isabet görülmemiştir.” şeklindeki gerekçeye dayandığı anlaşılmıştır.

II. GEREKÇE
1. Hükümlü adına Ordu Valiliğinin 25.12.2014 tarihli oluru ile meskende bulundurma ruhsatlı silahının, ruhsat süresinin 26.08.2019 tarihinde sona erdiği, silahın ruhsat süresinin dolması üzerine hükümlü tarafından yenileme işlemi yapılmadığından Ordu Valiliğinin 04.03.2020 tarihli oluru ile silah ruhsatının iptal edildiği, iptal işlemini müteakip silahın 17.03.2020 tarihinde tutanak karşılığında kolluk personeli tarafından zapdedildiği ve 6 aylık süre içerisinde silahı devretmesi veya 6136 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesinde düzenlenen idari para cezasını ödemek suretiyle kendi adına ruhsat talebinde bulunabileceği hususunun hükümlüye tebliğ edildiği belirlenmiştir.
2. Hükümlü hakkında Gölköy Cumhuriyet Başsavcılığının 04.02.2021 tarihli talepnamesi ile 6136 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesinin birinci fıkrası, 5271 sayılı Kanun’un 250 nci maddesinin dördüncü fıkrası, 5237 sayılı Kanun’un 62 nci maddesi, 50 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 3.600,00 TL ve 300,00 TL adli para cezaları ile cezalandırılması talebine ilişkin Gölköy Asliye Ceza Mahkemesinin 04.02.2021 tarihli kararı ile talebin kabulü ile talepnamede belirtilen şekilde hükümlünün cezalandırılmasına karar verilmiş, bu kararın itiraz edilmeksizin usulüne uygun şekilde 09.03.2021 tarihinde kesinleştiği belirlenmiştir.
3. a) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in “Ruhsatlar” başlıklı 3 üncü maddesi;
“Taşıma ve bulundurma ruhsatları onay tarihinden itibaren beş yıl için geçerli olup, gerekli şartların varlığı halinde her beş yılda bir yenilenir. Ruhsatlar verilirken ruhsatın geçerlilik süresi ve süre bitiminden itibaren en geç altı ay içinde ruhsatın yenilenmesi gerektiği kişiye tebliğ edilir. Beş yıllık geçerlilik süresini müteakip altı ay içinde ruhsatın yenilenmemesi halinde o silaha ait ruhsat başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilerek bu Yönetmelik hükümlerine göre devri sağlanır. Bu şekilde ruhsatı iptal edilen silah, ancak Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında belirlenen idari para cezasının ödenmesi kaydıyla aynı şahıs adına tekrar ruhsata bağlanabilir.”
b) Aynı Yönetmelik’in “Taşıma veya bulundurma hakkının kaybı” başlıklı 17 nci maddesi;
“Taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan 16 ncı maddede belirtilen hallerden birine girmesi nedeniyle silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni ruhsat talepleri kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal edilerek, silahlar zaptedilir. Bu silahların, zaptedildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak, silah satın almaya hak kazanmış kişilere devri sağlanır. Bu süre içinde devri sağlanamayan silahlar ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirilir.
Bu Yönetmeliğin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası hükümlerine göre ruhsatı iptal edilen silahlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.”
c) 5271 sayılı Kanun’un “Seri muhakeme usulü” başlıklı 250 nci maddesinin dokuzuncu fıkrası;
“(9) Mahkeme, şüpheliyi müdafii huzurunda dinledikten sonra üçüncü fıkradaki şartların gerçekleştiği, eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu ve dosyadaki mevcut delillere göre mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği kanaatine varırsa talep yazısında belirtilen yaptırımdan daha ağır olmamak üzere dört ila yedinci fıkra hükümleri doğrultusunda hüküm kurar; aksi takdirde talebi reddeder ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyayı Cumhuriyet başsavcılığına gönderir.” şeklinde düzenlenmiştir.
4. a) Bu kapsamda inceleme konusu dava dosyası değerlendirildiğinde; yukarıda anılan Yönetmelik’in 3 üncü ve 17 nci maddelerinde öngörülen, yeniletilmeyen ruhsatın iptali ile silaha el konulup başkasına devrinin sağlanacağına ilişkin hüküm karşısında; 04.03.2020 tarihinde bulundurma ruhsatının iptaline karar verildiği, suç tarihinde devir tebligatı ile birlikte silahın zaptedildiği de dikkate alındığında, suç kastının bulunmaması nedeniyle eyleminde atılı suçun unsurları oluşmadığından hükümlünün beraatine ve silahın devir işlemlerinin yapılması için idareye teslimine karar verilmesi gerektiği gözetilerek, 5271 sayılı Kanun’un 250 nci maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca talepnamenin reddine ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyanın Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkumiyet ve müsadere kararı verilmesi,
b) Kabule göre de;
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası, 5271 sayılı Kanun’un 34, 230 uncu maddeleri ve seri muhakeme usulünün uygulanmasına ilişkin olarak aynı Kanun’un 250 nci maddesinin dokuzuncu fıkrası ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11.06.2019 tarihli ve 2018/16-573 Esas, 2019/466 Karar sayılı kararı uyarınca hükmün gerekçesinin, Yargıtay denetimine olanak sağlayacak biçimde açık olması ve Yargıtay’ın bu işlevini yerine getirebilmesi için, kararın dayandığı tüm kanıtların, bu kanıtlara göre mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddia, savunma ve dosyadaki diğer belgelere ilişkin değerlendirmeler ile sanığa yüklenen suçun unsurlarının nelerden ibaret olduğunun açık olarak gerekçeye yansıtılması ve 5271 sayılı Kanun’un 230 uncu maddesinde yazılı hususları kapsaması gerekirken, bu kurallara uyulmaksızın gerekçesiz olarak yazılı şekilde hüküm kurulması, Kanun’a aykırı olup kanun yararına bozma talebi yerinde görülmüştür.

III. KARAR
1. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin KABULÜNE,
2. Gölköy Asliye Ceza Mahkemesinin 04.02.2021 tarihli ve 2021/37 Esas, 2021/32 Karar sayılı kararının 5271 sayılı Kanun’un 309 uncu maddesinin üçüncü fıkrası gereği, oy birliğiyle KANUN YARARINA BOZULMASINA,
5271 sayılı Kanun’un 309 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının (b) bendi uyarınca gerekli işlemin yapılması için dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 28.11.2024 tarihinde karar verildi.

UMUMA AÇIK YERLERE YAKIN ARAÇ İÇERİSİNDE UYUŞTURUCU (EROİN) MADDE TİCARETİ

TC
YARGITAY
20. Ceza Dairesi
2018/5682 E. , 2018/5255 K.

“İçtihat Metni”

İNCELENEN KARARLA
İLGİLİ BİLGİLER :
İtiraz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
İtiraz Yazısının Tarihi-Sayısı : 08.11.2018-10 -2017/60227
İtiraz Edilen Daire Kararı : Dairemizin 02/10/2018 tarih, 2018/73 esas ve 2018/3924 karar sayılı kararı
İtirazla İlgili Mahkeme Kararı : … Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi
03/10/2017 tarih, 2017/1447 esas ve 2017/1202 karar
İtiraza Konu Olan Sanıklar : 1-)…
2-)Ferhan Can
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma

İtiraz yazısı ile dava dosyası incelendi.
A) KONUYLA İLGİLİ BİLGİLER:
Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 08.06.2017 gün ve 2017/145 esas 2017/180 karar sayılı kararı ile sanıkların uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan TCK’nın 188/3-4-a,b, 62 maddeleri uyarınca cezalandırılmalarına karar verilmiş ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu… Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 03.10.2017 gün ve 2017/1447 esas-2017/1202 karar sayılı kararı ile düzeltilerek esastan reddedilmiştir.
Hüküm sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmiştir.
Dairemizin 02/10/2018 tarihinde 2018/73 esas ve 2018/3924 karar sayılı ilamı ile sanıklar hakkında verilen hükümlerin, üye … ve üye …’ün karşı oyu ve oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiştir.
B) İTİRAZ NEDENLERİ:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itiraz yazısında; “Suç tarihinde sanık …’ın şoförü olduğu ve diğer sanık …’ın sağ ön koltukta oturduğu 81 EA 804 plakalı aracın, mahkemece yapılan keşifte de belirlendiği şekilde TCK 188/4.b maddesinde sayılan okul, hastane gibi eğitim ve tedavi merkezlerinden olan … Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezine yürüme mesafesi olarak 145 metre uzaklıktaki 2040. Sokakta park edildiği, daha sonra bu aracın yanına kullanıcı …’in …. plakalı aracı ile gelip, kendi aracından indikten sonra sokak üzerinde bulunan ve sanıkların içinde bulunduğu araca binerek arka koltuğa oturduğu ve bu araçta sağ ön koltukta bulunan şahısla aralarında birşeyler alıp verdikten sonra bu araçtan inerek kendi aracına binip gittiği, kolluk görevlilerince durdurulduğu sırada aracın ön koltuğunda görülen senet kağıdına sarılı vaziyetteki 2 adet daralı 0,60 gr. net 0,036 gr. ağırlığındaki eroin içeren maddeyi kolluk görevlilerine verdiği, daha sonra eroin satışı yapılan… plakalı araçtaki sanıklar … ve …’ın da araçla … . Sokaktan hareket ettikleri sırada
./..

yakalandıkları, Cumhuriyet Savcısından alınan yazılı arama emrine istinaden yapılan aramada, sanık …’ın üzerinde daralı ağırlığı 1,5 gram gelen eroin ve 90 TL para ile aracın torpido gözünde daralı ağırlığı 0,50 gram gelen eroin, uyuşturucu madde paketlemede kullanıldığı değerlendirilen alüminyum folyo, sigara paketi içerisinde bir adet metal renkli makas ve uyuşturucu madde paketlemede kullanıldığı değerlendirilen bir senet kağıdı ele geçirilmiş ve el konulmuştur.
Yapılan yargılama sonucunda,…. . Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/145 esas 2017/180 karar sayılı kararı ile sanıkların uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işledikleri sabit görülerek, satılan maddenin eroin olduğu ve satış yapılan yerin TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın olduğu, TCK 188/4.a ve b. fıkralarının birlikte ihlal edildiği kanaatiyle uygulama yapılarak ceza verilmiş ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu… Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 2017/447 Esas 2017/1202 karar sayılı kararı ile düzeltilerek esastan reddedilmiştir.
Sanıkların uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediklerinin sübutu konusunda ihtilaf yoktur. Ancak sayın çoğunluk uyuşturucu madde alışverişinin aracın içinde yapılması sebebiyle umumi yer olmadığından TCK 188/4.b maddesinin uygulanamayacağından bahisle temyiz isteminin kabulü ile kararın bozulmasına karar vermiştir. Oysa uyuşturucu madde ticareti yapma suçunun TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın mesafedeki umumi veya umuma açık yerlerde yapılması halinde bu maddenin uygulanması gerekmektedir. Sanıklar … ve … suçta kullandıkları … plakalı aracı TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden daha yakın mesafade bulunan ve umumi yer niteliğinde olan … Sokak üzerine park ederek yanlarına gelen kullanıcı …’e eroin maddesi satmışlardır. Burada satışın araç içerisinde yapılmış olması, satış yapılan yerin umumi yer olmadığı sonucunu doğurmaz. Zira otomobil hareket eden bir araçtır ve sanıklar kendi iradeleriyle bu aracı söz konusu yere park edip burada satış yapmışlardır. Başka bir ifade ile satış yaptıkları tezgahlarını eğitim ve tedavi kurumu olan… Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezine 145 metre mesafedeki umumi yer olan yola kurup bu şekilde uyuşturucu madde satışı yapmışlardır. Aksi düşüncenin kabulü, sanığın aracını okulun bahçesine veya tam karşısına park edip araç içerisinde öğrencilere uyuşturucu madde satması halinde TCK 188/4.b maddesinin konuluş amacına aykırı olarak umumi yer sayılmayıp bu madde uygulanmaması sonucu doğurur ki, bu halde TCK 188/4.b maddesinin uygulama alanı çok daraltılmış olur. Uyuşturucu madde satılan yer TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerin bitişiğindeki evin içi olsa idi, burada evin yeri değiştirilemeyeceğine göre ve evin içi de umumi yer olmayacağından TCK 188/4.b maddesi uygulanamazdı. Ancak olayımızda olduğu gibi, araç hareket eden ve yeri değiştirilebilen bir vasıta olduğundan ve bir nevi uyuşturucu madde satışı yapılan tezgah olarak kabul edilmesi gerektiğinden, satış yapılan aracın park edildiği yerin TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın mesafe içindeki umumi yer olması halinde, artık burada TCK 188/4.b maddesinin uygulanması gerekir.” şeklindeki gerekçeyle itiraza binaen temyiz isteminin esastan reddi ile hükmün onanmasına, itiraz yerinde görülmez ise dosyanın Yüksek Yargıtay Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmesi talep edilmiştir.
C) CUMHURİYET BAŞSAVCISININ İTİRAZIYLA İLGİLİ YASA HÜKÜMLERİ:
1- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi:
(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, resen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu’na itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.
(2) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
(3) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderir.
./..
2- 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici 5. maddesi (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen):
(1) Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308 inci maddesinde yapılan değişiklikler, bu Kanunun yayımı tarihinde Yargıtay Ceza Genel Kurulunda bulunan ve henüz karara bağlanmamış dosyalar hakkında da uygulanır.
D) İTİRAZIN VE KONUNUN İRDELENMESİ:
Dairemizin itiraza konu olan kararının, itiraz yazısında ileri sürülen tüm nedenler tartışılıp değerlendirilerek verildiği ve kararda bir yanlışlık bulunmadığı anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı yerinde görülmemiştir.
İtirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar vermek gerekmektedir.
E) KARAR:Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının yerinde görülmediğine,
2-5271 sayılı CMK’ nın 308. maddesinin 2. fıkrası uyarınca itirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na GÖNDERİLMESİNE, üye … ve üye …’ün karşı oyu ve oyçokluğu ile, 19.11.2018 tarihinde karar verildi.

(K.O)
(K.O)

KARŞI OY;

Dairemizin 02.10.2018 tarih, 2018/73 esas ve 2018/3924 karar sayılı hükmünde belirttiğimiz gerekçelerle itirazın kabulü görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.

CAMİ KARŞISINDA ARAÇ İÇERİSİNDE UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ

TC
YARGITAY
20. Ceza Dairesi
2019/595 E. , 2020/3905 K.

“İçtihat Metni”

İNCELENEN KARARLA
İLGİLİ BİLGİLER
İtiraz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
İtiraz Yazısının Tarihi-Sayısı : 02/03/2019 tarih ve KD/10-2018/19796
İtiraz Edilen Daire Kararı : Dairemizin 15/01/2019 tarih, 2018/4162 esas ve 2019/337 sayılı kararı.
İtirazla İlgili Mahkeme Kararı : Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 05/02/2018 tarih, 2018/100 ve 2018 175 sayılı kararı
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma

İtiraz yazısı ile dava dosyası incelendi.
A) KONUYLA İLGİLİ BİLGİLER:
Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık hakkında İnegöl Ağır Ceza Mahkemesi’nce yapılan yargılama sonucu 12/10/2017 tarihinde 2017/140 esas ve 2017/154 karar sayı ile sanığın mahkûmiyetine karar verilmiş ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 05/02/2018 tarih, 2018/100 ve 2018 175 sayılı kararı ile esastan reddedilmiştir.
Hüküm sanık ve müdafii tarafından tarafından temyiz edilmiştir.
Dairemizce 15/01/2019 tarih, 2018/4162 esas ve 2019/337 sayılı karar ile sanık hakkındaki hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
B) İTİRAZ NEDENLERİ:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itiraz yazısında;
“Suç tarihinde sanık …’nın Bursa ili İnegöl ilçesinde … plakalı aracı ile uyuşturucu sattığı ihbarını alan güvenlik güçlerinin sanığı ve aracını takibe alıp, sanığın Çardak Camiinin karşısında aracının durdurduğu ve aracın içerisine aldığı haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan işlem yapılan …, … ve …’e uyuşturucu madde sattığı ve bu şekilde suçun sübut bulduğu konusunda sayın çoğunluk ile aramızda ihtilaf yoktur. Ancak; sayın çoğunluk uyuşturucu madde alışverişinin aracın içinde yapılması sebebiyle umumi yer olmadığından TCK 188/4-b maddesinin uygulanmayacağından bahisle temyiz isteminin kabulü ile kararın bozulmasına karar vermiştir. Oysa uyuşturucu madde ticareti yapma suçunun TCK 188/4-b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın mesafedeki umumi veya umuma açık yerlerde yapılması halinde bu maddenin uygulanması gerekir.
Olayımızda sanık … aracının TCK 188/4-b maddesinde sayılan caminin karşısına park ederek aracın içerisine aldığı kullanıcılara uyuşturucu madde satmıştır. Burada satışın araç içerisinde yapılmış olması, satış yapılan yerin umumi yer olmadığı sonucunu doğurmaz. Zira otomobil hareket eden bir araçtır ve sanık kendi iradesi ile aracı caminin karşısına park edip satış yapmıştır. Başka bir ifade ile uyuşturucu satışı yaptığı tezgahını caminin karşısına kurup satış yapmıştır. Aksi düşüncenin kabulü sanığın aracını okulun yada caminin veya TCK 188/4-b maddesinde sayılan yerlerin bahçesine veya tam karşısına park edip araç içinden uyuşturucu madde satması halinde TCK 188/4-b maddesinin konuluş amacına aykırı olarak umumi yer sayılmayıp bu maddenin uygulanmaması sonucunu doğurur ki, bu halde TCK 188/4-b maddesinin uygulama alanı çok daraltılmış olur. Uyuşturucu madde satılan yer TCK 188/4-b maddesinde sayılan yerin bitişiğindeki evin içi olsa idi, burada evin yeri değiştirilemeyeceğinden ve evin içi de umumi yer olmayacağından TCK 188/4-b maddesi uygulanmazdı. Ancak bu olayda olduğu gibi araç hareket eden ve yeri değiştirilebilen bir vasıta olup bir nevi uyuşturucu madde satışı yapılan tezgah olarak kabul edilmesi gerektiğinden, satış yapılan aracın park edildiği yerin TCK 188/4-b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın mesafe içindeki umumi yer olması halinde, artık burada TCK 188/4-b maddesinin uygulanması gerektiği halde aksinin kabulü ile bozma kararı verilmesi usul ve yasalara aykırıdır.” denilerek temyize konu hükmün onanması talep edilmiştir.
C) CUMHURİYET BAŞSAVCISININ İTİRAZIYLA İLGİLİ YASA HÜKÜMLERİ:
1- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi:
(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, resen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu’na itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.
(2) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
(3) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderir.
2- 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici 5. maddesi (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen):
(1) Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308 inci maddesinde yapılan değişiklikler, bu Kanunun yayımı tarihinde Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bulunan ve henüz karara bağlanmamış dosyalar hakkında da uygulanır.
D) İTİRAZIN VE KONUNUN İRDELENMESİ:
Dairemizin itiraza konu olan kararının, itiraz yazısında ileri sürülen tüm nedenler tartışılıp değerlendirilerek verildiği ve kararda bir yanlışlık bulunmadığı anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazı yerinde görülmemiştir.
İtirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderilmesine karar vermek gerekmektedir.
E) KARAR: Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazının yerinde görülmediğine,
2- 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, itirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na GÖNDERİLMESİNE,07/07/2020 tarihinde, sayın başkan … ve sayın üye …’ün karşı oyları ile oyçokluğuyla karar verildi.

(K.O.) (K.O.)

KARŞI OY;

15/01/2019 tarihli ilamda karşı oy gerekçemizde belirtilen hususlar doğrultusunda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesi ve dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi yönündeki çoğunluğun görüşüne iştirak etmiyoruz.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ- HUKUKA AYKIRI ARAMA

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
2024/9437 E. , 2025/1168 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2024/2116 E., 2024/2037 K.
SUÇ : Uyuşturucu madde ticareti yapma
HÜKÜM : İstinaf başvurusunun esastan reddi
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Temyiz isteminin esastan reddiyle hükmün düzeltilerek onanması

Sanık hakkında kurulan hükmün, yapılan ön inceleme neticesinde temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı tespit edilmekle gereği düşünüldü:

I. HUKUKİ SÜREÇ
A. Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir.
B. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Ceza Dairesinin yukarıda belirtilen kararı ile sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
II. TEMYİZ SEBEPLERİ
Sanık müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Suçun unsurlarının oluşmadığına,
2. Delillerin hukuka uygun olarak toplandığına, elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağına,
3. Yeterli delil bulunmadığına, suça konu uyuşturucu maddenin kullanım sınırlarında kaldığına,
4. Arama kararının hukuka aykırı olduğuna,
5. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna,
İlişkindir.
III. GEREKÇE
A. İlk Derece Mahkemesinin ve Bölge Adliye Mahkemesinin, suçun vasfı ile sübutuna, delillerin hukuka uygun olarak toplandığına, delillerin değerlendirilmesine, arama kararında bir hukuka aykırılık bulunmadığına ilişkin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, sanık müdafiinin temyiz sebepleri yerinde görülmemiş; hükümde açıklanan gerekçeler, tüm dosya kapsamına göre usul ve yasaya uygun bulunarak, aşağıda belirtilenler dışında hükümde hukuka aykırılık tespit edilmemiştir.
B. Sanık hakkında kurulan hükümde,
1. Uyuşturucu maddenin niteliği esas alınıp arttırım yapılırken, 5237 sayılı TCK 188/4-a maddesi yerine 188/4. maddesi gösterilerek, 5271 sayılı CMK 232/6. maddesine aykırı davranılması,

2. Ödenmeyen para cezasının hapse çevrileceği yerine, çevrilebileceğine karar verilerek, 5237 sayılı TCK 52/4. maddesinin son cümlesine aykırı davranılması,
Hukuka aykırı olduğu değerlendirilmiş; söz konusu hususun Yargıtay tarafından düzeltilmesi mümkün görülmüştür.
IV. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Ceza Dairesi kararının 5271 sayılı CMK’nın 302/2. maddesi gereği, BOZULMASINA, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden aynı Kanun’un 303. maddesi gereği İlk Derece Mahkemesi hükmünün,
Adli para cezasının taksitlendirilmesine ilişkin kısımdaki, “hapse çevrilebileceğinin” ibaresinin çıkartılarak, hüküm fıkrasında ilgili bölümlere “TCK 188/4-a maddesi uyarınca” ve “hapse çevrileceği” ibarelerinin eklenmesi suretiyle, İlk Derece Mahkemesi hükmündeki hukuka aykırılığın DÜZELTİLEREK, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle TEMYİZ İSTEMLERİNİN ESASTAN REDDİ İLE HÜKMÜN ONANMASINA,
Hükmolunan ceza miktarı ile tutuklu kalınan süre dikkate alınarak sanık hakkındaki salıverilme talebinin REDDİNE,
Dava dosyasının, 5271 sayılı CMK’nın 304/1. maddesi uyarınca Bakırköy 16. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,05.02.2025 tarihinde karar verildi.

YAĞMA- KASTEN ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS

TC
YARGITAY
1. Ceza Dairesi
2018/5934 E. , 2021/3446 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇ : Kasten öldürmeye teşebbüs,yardım eden sıfatıyla kasten öldürmeye teşebbüs,uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti,nitelikli yağma,azmettiren sıfatıyla nitelikli yağma,suç işlemek amacıyla örgüt kurma,6136 sayılı Kanuna muhalefet

HÜKÜM: A-) 1- Sanık … hakkında :
a- Sanığın … ve …’ı öldürmeye teşebbüs suçundan iki kez 5237 sayılı TCK 81/1, 35/1, 53, 58/1-6-7 63 maddeler uyarınca iki kez 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
b- Sanığın mağdurlar … ve …’u öldürmeye teşebbüs suçundan iki kez 5237 sayılı TCK 81/1, 35/1, 21/2 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 5 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
c- Sanığın mağdur …’a karşı yağma suçundan 5237 sayılı TCK 149/1-a-c-h, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
d- Sanığın iddianamede 6. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 11 yıl 3 ay hapis cezası, 15.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
e- Sanığın iddianamede 7. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 9.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
f- Sanık hakkında iddianamede 8. Olay olarak belirtilen suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-4-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
g- Sanık hakkında iddianamede 9. Olay olarak belirtilen suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
h- Sanığın iddianamede 14. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 43/1, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası, 5.040 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
ı- Sanığın iddianamede 18. Olay olarak belirtilen fuhuşa teşvik, aracılık, kolaylaştırma, yer temin etme suçundan 5237 sayılı TCK 227/2-6, 43/1, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası, 22.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
i- Sanığın iddianamede 25. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 4.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
j- Sanığın iddianamede 28. olay olarak belirtilen yağma suçundan 5237 sayılı TCK 38, 149/1-a-c, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 11 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
k- Sanığın suç örgütünü yönetmek suçundan 5237 sayılı TCK 220/1-3, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 5 yıl 7 ay 6 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına
2- Sanık … hakkında :
a- Sanığın … ve …’ı öldürmeye teşebbüs suçundan iki kez 5237 sayılı TCK 81/1, 35/1, 53, 63 maddeler uyarınca iki kez 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
b- Sanığın 6136 sayılı yasaya aykırılık suçundan 12/2-4, , 5237 sayılı TCK 52, 53 maddeler uyarınca 12 yıl hapis cezası, 30.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
c- Sanığın mağdur …’a karşı yağma suçundan 5237 sayılı TCK 149/1-a-c-h, 53 maddeler uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
d- Sanığın iddianamede 6. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53 maddeler uyarınca 11 yıl 3 ay hapis cezası, 15.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
e- Sanığın iddianamede 7. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53 maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 9.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
f- Sanık hakkında iddianamede 8. Olay olarak belirtilen suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-4-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
3- Sanık … hakkında :
a- Sanığın … ve …’ı öldürmeye teşebbüs suçundan iki kez 5237 sayılı TCK 81/1, 35/1, 53, 63 maddeler uyarınca iki kez 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
b- Sanığın mağdur …’a karşı yağma suçundan 5237 sayılı TCK 149/1-a-c-h, 53 maddeler uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
c- Sanığın iddianamede 7. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53 maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 9.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
d- Sanık hakkında iddianamede 8. Olay olarak belirtilen suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-4-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
e- Sanık hakkında iddianamede 9. Olay olarak belirtilen suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
f- Sanığın iddianamede 14. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 43/1, 53, maddeler uyarınca 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası, 5.040 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
g- Sanığın iddianamede 25. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53, maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 4.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
h- Sanığın suç örgütüne üye olmak suçundan TCK 220/2-3, 53 maddeler uyarınca 2 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
4- Sanık … hakkında :
Sanığın … ve …’ı öldürmeye teşebbüs suçundan iki kez 5237 sayılı TCK 81/1, 35/1, 53, 63 maddeler uyarınca iki kez 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
5- Sanık … hakkında :
a- Sanığın … ve …’ı öldürmeye teşebbüs suçundan iki kez 5237 sayılı TCK 81/1, 35/1, 53, 63 maddeler uyarınca iki kez 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
b- Sanığın mağdur …’a karşı yağma suçundan 5237 sayılı TCK 149/1-a-c-h, 53 maddeler uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
c- Sanığın iddianamede 7. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53 maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 9.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
d- Sanığın iddianamede 25. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53, maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 4.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
6- Sanıklar …, hakkında :
a- Sanık hakkında … ve …’a karşı iki kez kasten öldürmeye teşebbüs suçunu işlediğinden bahisle TCK nun 81/1, 35/1 maddeleri ikişer kez cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın üzerlerine atılı suçlardan mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanığın müsnet suçlardan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca ayrı ayrı beraatine,
b- Sanığın mağdur …’a karşı yağma suçundan 5237 sayılı TCK 149/1-a-c-h, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
c- Sanığın iddianamede 21. Olay olarak belirtilen …’ı yaralama suçundan 5237 sayılı TCK 86/1, 86/3-e, 86/3, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 3 yıl 1 ay 24 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına
d- Sanığın iddianamede 21. Olay olarak belirtilen … Kılınç’ı yaralama suçundan 5237 sayılı TCK 86/2, 86/3-e, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına
e- Sanığın 21. Olayda 21. olayda belirtilen tehdit suçundan 5237 sayılı TCK 106/2-a-c, 43/2, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 4 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
7- Sanık … hakkında :
a- Sanık hakkında … ve …’a karşı iki kez kasten öldürmeye teşebbüs suçunu işlediğinden bahisle TCK nun 81/1, 35/1 maddeleri iki kez cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın üzerlerine atılı suçlardan mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanığın müsnet suçlardan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca ayrı ayrı beraatine,
b-Sanığın mağdur …’a karşı yağma suçundan 5237 sayılı TCK 149/1-a-c-h, 53 maddeler uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
8- Sanık … hakkında :
Sanığın 6136 sayılı yasaya aykırılık suçundan 12/2-4, 5237 sayılı TCK 52, 53 maddeler uyarınca 12 yıl hapis cezası, 30.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
9- Sanık … hakkında :
a- Sanığın 6136 sayılı yasaya aykırılık suçundan 12/2-4, , 5237 sayılı TCK 39/1-2,c, 52, 53 maddeler uyarınca 6 yıl hapis cezası, 15.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
b- Sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezası, 10.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
10- Sanık … hakkında :
a- Sanığın 6136 sayılı yasaya aykırılık suçundan 12/2-4, , 5237 sayılı TCK 39/1-2,c, 52, 53 maddeler uyarınca 6 yıl hapis cezası, 15.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
b- Sanık hakkında iddianamede 8. Olay olarak belirtilen suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-4-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
11- Sanık … hakkında :
a- Sanık hakkında hakkında 6136 sayılı yasanın 12/4 maddesinde düzenlenen suçu işlediğinden bahisle kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanığın müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine,
b- Sanık hakında suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-5 maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine,
c- Sanık hakkında iddianamede 8. Olay olarak belirtilen suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-4-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
d- Sanığın iddianamede 10. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53 maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 6.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
e- Sanık hakkında iddianamede 11. olayda uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3 maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanığın müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine,
f- Sanığın iddianamede 12. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3, 43/1, 53 maddeler uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası, 3.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
g- Sanığın iddianamede 13. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3, 43/1, 53 maddeler uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası, 3.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
h- Sanık hakkında iddianamede 14. olayda uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3 maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanığın müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine,
ı- Sanığın iddianamede 15. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-4, 53 maddeler uyarınca 11 yıl 3 ay hapis cezası, 15.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
i- Sanık hakkında iddianamede 16. olayda uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3 maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanığın müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine,
12- Sanık … hakkında :
Sanığın mağdur …’a karşı yağma suçundan 5237 sayılı TCK 149/1-a-c-h, 53 maddeler uyarınca 12 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına
13- Sanık … hakkında :
a- Sanık hakında suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-5 maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine,
14- Sanık … hakkında :
Sanık hakında suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-5 maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine,
15- Sanık … hakkında :
Sanık hakında suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-5 maddeleri uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine,
16- Sanık … hakkında :
Sanığın iddianamede 7. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53 maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 9.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
17- Sanık … hakkında :
Sanık hakkında suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
18- Suça Sürüklenen Çocuk … hakkında :
a- Suça Sürüklenen Çocuk hakkında suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
b- Sanığın iddianamede 25. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 31/3, maddeler uyarınca 6 yıl hapis cezası, 3.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
19- Sanık … hakkında :
Sanık hakkında iddianamede 8. Olay olarak belirtilen suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3-4-5 maddeleri uyarınca cezalandırılmaları istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetlerine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine
20- Sanık … hakkında :
a- Sanığın iddianamede 10. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 53 maddeler uyarınca 9 yıl hapis cezası, 6.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
b- Sanığın iddianamede 13. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3, 43/1, 53 maddeler uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası, 3.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
c- Sanığın iddianamede 14. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 43/1, 53, maddeler uyarınca 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası, 5.040 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
21- Sanık … hakkında :
a- Sanık hakkında iddianamede 10. olayda uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğinden bahisle TCK’nun 188/3 maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de sanığın mahkumiyetine yeterli, kesin, inandırıcı, şüpheden uzak delil elde edilemediğinden sanığın müsnet suçtan CMK nun 223/2-e maddesi uyarınca beraatine,
b- Sanığın iddianamede 13. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3, 43/1, 53 maddeler uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası, 3.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
c- Sanığın iddianamede 14. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3-5, 43/1, 53, maddeler uyarınca 9 yıl 4 ay 15 gün hapis cezası, 5.040 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
22- Sanık … hakkında :
Sanığın iddianamede 12. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3, 43/1, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 7 yıl hapis cezası, 3.360 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
23- Sanık … hakkında :
Sanığın iddianamede 13. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3, 43/1, 53 maddeler uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası, 3.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
24- Sanık … hakkında :
a- Sanığın iddianamede 17. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3, 53 maddeler uyarınca 5 yıl hapis cezası, 2.400 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
b- Sanığın 6136 sayılı yasaya aykırılık suçundan 13/3, 5237 sayılı TCK 52, 53 maddeler uyarınca 1 yıl hapis cezası, 600 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
25- Sanık … hakkında :
Sanığın iddianamede 17. Olay olarak belirtilen uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 sayılı TCK 188/3, 53 maddeler uyarınca 5 yıl hapis cezası,2.400 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
26- Sanık … hakkında :
Sanığın iddianamede 18. Olay olarak belirtilen fuhuşa teşvik, aracılık, kolaylaştırma, yer temin etme suçundan 5237 sayılı TCK 227/2-6, 43/1, 53, 58/1-6-7 maddeler uyarınca 5 yıl 7 ay 15 gün hapis cezası, 22.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına
27- Sanık … hakkında :
Sanığın iddianamede 25. olay olarak belirtilen birden fazla kişi ile birlikte silahla yağma suçundan 5237 sayılı TCK 149/1-a-c, 62, 53 maddeler uyarınca 9 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına dair Manavgat 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 09/06/2017 tarih,2015/4 esas ve 2017/171 sayılı kararı
B – ) İstinaf başvurularının esastan reddine dair; … Bölge Adliye Mahkemesi 4.Ceza Dairesi’nin 27/02/2018 tarih ve 2017/3165 esas ve 2018/535 sayılı kararı

TÜRK MİLLETİ ADINA

Tebliğnamede; sanıklar …, …, … ve … hakkında iddianamede 6. olay olarak belirtilen uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından, sanık … hakkında iddianamede 7. olay olarak belirtilen uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan, sanık …, … ve … hakkında iddianamede 8. olay olarak belirtilen uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından, sanık … hakkında iddianamede 10. olay olarak belirtilen uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan, sanık … hakkında iddianamede 11, 14 ve 16. olaylar olarak belirtilen uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından ve suça sürüklenen çocuk … hakkında iddianamede 25. olay olarak belirtilen uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan kurulan beraat hükümlerine yönelik Bölge Adliye Mahkemesinin istinaf başvurularının esastan reddine ilişkin kararına karşı Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısının temyiz istemleriyle ilgili görüş bulunmadığı, ayrıca sanık … müdafiine Bölge Adliye Mahkemesi gerekçeli kararının 16/04/2018 tarihinde tebliğ edildiği ve müdafii tarafından 27/04/2018 tarihinde UYAP sistemi marifetiyle sunulan gerekçeli temyiz dilekçesiyle yasal süresi içinde kararın temyiz edildiği, ancak anılan sanık müdafiinin temyiz isteminin yasal süresi geçtikten sonra yapıldığı gerekçesi ile temyiz isteminin reddinin istendiği ve esas hakkında görüş bildirilmediği, yine istinaf kanun yolu başvurusunda da bulunan sanık … müdafii Av…. yerine, Bölge Adliye Mahkemesi gerekçeli kararının sanık müdafii olarak Av….’e tebliğ edildiği, bu müdafii tarafından vekillikten çekilme dilekçesi verildiği ve gerekçeli kararın sanık müdafii Av….’e 07/05/2018 tarihinde tebliğ edildiği ve müdafii tarafından 04/05/2018 tarihli gerekçeli temyiz dilekçesi verildiği, ancak sanık müdafiinin temyiz isteminin yasal süresi geçtikten sonra yapıldığı gerekçesi ile temyiz isteminin reddinin istendiği ve esas hakkında görüş bildirilmediği anlaşılmakla;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06/03/2007 gün ve 31/56 sayılı kararı ile 25.02.2020 tarihli ve 2017/3-1053E-2020/131K sayılı kararı gereğince Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamede görüş bildirilmeyen Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısının belirtilen kısımlarla, sanıklar … ve … müdafilerinin de temyizleri ile ilgili olarak, özel Dairece temyiz incelemesi yapılıp karar verilemeyeceği göz önüne alınarak, bu yönden ek tebliğname düzenlenmek üzere dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 08/03/2021 gününde oy birliği ile karar verildi.

UYUŞTURUCU SATIŞI (ÖZEL EĞİTİM VE REHABİLİTASYON MERKEZİ YANINDA)

TC
YARGITAY
20. Ceza Dairesi

2018/73 E. , 2018/3924 K.

“İçtihat Metni”

İNCELENEN KARARLA İLGİLİ BİLGİLER
Mahkeme : ANKARA Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Düzeltilerek istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddi

Temyiz incelemesi sanık müdafiinin süresindeki istemi nedeniyle duruşmalı olarak yapılmıştır.
Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm sanık müdafiileri tarafından temyiz edilmekle, temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği, ve temyiz sebeplerine göre dosya incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
5271 sayılı CMK’nın 288. ve 294. maddelerinde yer alan düzenlemeler dikkate alınarak, CMK’nın 289. maddesinde sayılan kesin hukuka aykırılık halleri ile sanık … müdafiinin temyiz dilekçesinde usulüne uygun bir arama kararı olmadığına, maddenin kişisel kullanım sınırları içerisinde kaldığına, teşdiden ceza tayininin isabetli olmadığına, sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğine dair; sanık … müdafiinin sanığın kullanıcı olduğuna, uyuşturucu madde ticareti yaptığına ilişkin delil bulunmadığına dair temyiz sebeplerinin hükmün hukuki yönüne ilişkin olduğu belirlenerek anılan sebeplere bağlı olarak yapılan incelemede,
5237 sayılı TCK’nın 188. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendinde ” Üçüncü fıkradaki fiillerin; okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim, askeri ve sosyal amaçla toplu bulunan bina ve tesisler ile bunların varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle belirlenen sınırlarına iki yüz metreden yakın mesafe içindeki umumi veya umuma açık yerlerde işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır” şeklinde düzenlemenin bulunduğu, olay tarihinde alınan istihbari bilgi üzerine soruşturmaya başlandığı, yapılan çalışmada sanıklar ….ve ….’in içinde bulunduğu araca tanık …’in bindiğinin, aracın içerisinde sanıklardan 40 TL karşılığında uyuşturucu madde satın aldığının tespit edildiği anlaşılmakla; uyuşturucu madde satışının sanık …’a ait aracın içerisinde gerçekleşmiş olması ve aracın TCK’nın 188. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendinde belirtilen umumi veya umuma açık yerlerden olmaması karşısında, TCK’nın 188. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendinin sanıklar hakkında uygulanamayacağının gözetilmemesi,
Kanuna aykırı, sanıklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, üye … ve üye Tekin Tüçük’ün karşı oyu ile oyçokluğuyla 02.10.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

(K.O) (K.O)

KARŞI OY

Suç tarihinde sanık …’ın şoförü olduğu ve diğer sanık …’ın sağ ön koltukta oturduğu … plakalı aracın, mahkemece yapılan keşifte de belirlendiği şekilde TCK 188/4.b maddesinde sayılan okul, hastane gibi eğitim ve tedavi merkezlerinden olan Yürüteç Özel Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezine yürüme mesafesi olarak 145 metre uzaklıktaki 2040. Sokakta park edildiği, daha sonra bu aracın yanına kullanıcı …’in 06 YZH 14 plakalı aracı ile gelip, kendi aracından indikten sonra sokak üzerinde bulunan ve sanıkların içinde bulunduğu araca binerek arka koltuğa oturduğu ve bu araçta sağ ön koltukta bulunan şahısla aralarında birşeyler alıp verdikten sonra bu araçtan inerek kendi aracına binip gittiği, kolluk görevlilerince durdurulduğu sırada aracın ön koltuğunda görülen senet kağıdına sarılı vaziyetteki 2 adet daralı 0,60 gr. net 0,036 gr. ağırlığındaki eroin içeren maddeyi kolluk görevlilerine verdiği, daha sonra eroin satışı yapılan … plakalı araçtaki sanıklar … ve …’ın da araçla 2040. Sokaktan hareket ettikleri sırada yakalandıkları, Cumhuriyet Savcısından alınan yazılı arama emrine istinaden yapılan aramada, sanık …’ın üzerinde daralı ağırlığı 1,5 gram gelen eroin ve 90 TL para ile aracın torpido gözünde daralı ağırlığı 0,50 gram gelen eroin, uyuşturucu madde paketlemede kullanıldığı değerlendirilen alüminyum folyo, sigara paketi içerisinde bir adet metal renkli makas ve uyuşturucu madde paketlemede kullanıldığı değerlendirilen bir senet kağıdı ele geçirilmiş ve el konulmuştur.
Yapılan yargılama sonucunda, Ankara Batı 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/145 esas 2017/180 karar sayılı kararı ile sanıkların uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işledikleri sabit görülerek, satılan maddenin eroin olduğu ve satış yapılan yerin TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın olduğu, TCK 188/4.a ve b. fıkralarının birlikte ihlal edildiği kanaatiyle uygulama yapılarak ceza verilmiş ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 2017/447 Esas 2017/1202 karar sayılı kararı ile düzeltilerek esastan reddedilmiştir.
Sayın çoğunluk ile aramızda sanıkların uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediklerinin sübutu konusunda ihtilaf yoktur. Ancak sayın çoğunluk uyuşturucu madde alışverişinin aracın içinde yapılması sebebiyle umumi yer olmadığından TCK 188/4.b maddesinin uygulanamayacağından bahisle temyiz isteminin kabulü ile kararın bozulmasına karar verilmiştir. Oysa uyuşturucu madde ticareti yapma suçunun TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın mesafedeki umumi veya umuma açık yerlerde yapılması halinde bu maddenin uygulanması gerekmektedir. Sanıklar … ve … suçta kullandıkları … plakalı aracı TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden daha yakın mesafade bulunan ve umumi yer niteliğinde olan 2040. Sokak üzerine park ederek yanlarına gelen kullanıcı …’e eroin maddesi satmışlardır. Burada satışın araç içerisinde yapılmış olması, satış yapılan yerin umumi yer olmadığı sonucunu doğurmaz.Zira otomobil hareket eden bir araçtır ve sanıklar kendi iradeleriyle bu aracı söz konusu yere park edip burada satış yapmışlardır. Başka bir ifade ile satış yaptıkları tezgahlarını eğitim ve tedavi kurumu olan Yürüteç Eğitim ve Rehabilitasyon Merkezine 145 metre mesafedeki umumi yer olan yola kurup bu şekilde uyuşturucu madde satışı yapmışlardır. Aksi düşüncenin kabulü, sanığın aracını okulun bahçesine veya tam karşısına park edip araç içerisinde öğrencilere uyuşturucu madde satması halinde TCK 188/4.b maddesinin konuluş amacına aykırı olarak umumi yer sayılmayıp bu madde uygulanmaması sonucu doğurur ki, bu halde TCK 188/4.b maddesinin uygulama alanı çok daraltılmış olur. Uyuşturucu madde satılan yer TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerin bitişiğindeki evin içi olsa idi, burada evin yeri değiştirilemeyeceğine göre ve evin içi de umumi yer olmayacağından TCK 188/4.b maddesi uygulanamazdı. Ancak bizim olayımızda olduğu gibi, araç hareket eden ve yeri değiştirilebilen bir vasıta olduğundan ve bir nevi uyuşturucu madde satışı yapılan tezgah olarak kabul edilmesi gerektiğinden, satış yapılan aracın park edildiği yerin TCK 188/4.b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın mesafe içindeki umumi yer olması halinde, artık burada TCK 188/4.b maddesinin uygulanmasının gerektiği görüşünde olduğumuzdan, temyiz isteminin esastan reddinin gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun bozma düşüncesine katılmıyoruz.

TEFHİM TUTANAĞI: 02.10.2018 tarihinde verilen bu karar Yargıtay Cumhuriyet savcısı….katılımıyla ve duruşmada savunmasını yapmış bulunan sanık … müdafii Av. … tarafından yetkilendirilen Avukat ile sanık … müdafii Av. …’ın yüzlerine karşı 11.10.2018 tarihinde, açık olarak okunup anlatıldı.

ARAÇ İÇERİSİNDE UYUŞTURUCU TİCARETİ – CEZA ARTTIRIMI

TC
YARGITAY
20. Ceza Dairesi
2018/4162 E. , 2019/337 K.

“İçtihat Metni”
Mahkeme : Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hükümler : 1-Mahkûmiyet; İnegöl Ağır Ceza Mahkemesinin 12/10/2017 tarih, 2017/140 esas ve 2017/154 sayılı kararı
2-İstinaf başvurularının esastan reddi; Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesinin 05/02/2018 tarih, 2018/100 esas ve 2018/175 sayılı kararı

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmekle, temyiz edenlerin sıfatı, başvuruların süresi, kararın niteliği ve temyiz sebeplerine göre dosya incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :
5271 sayılı CMK’nın 288. ve 294. maddelerinde yer alan düzenlemeler ile CMK’nın 289. maddesinde sayılan kesin hukuka aykırılık halleri dikkate alınarak, sanık müdafiinin temyiz dilekçesinde, eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğuna, suç yerinde mahkemece keşif yapılmadan 188/4-b maddesinin uygulandığına ve somut delil bulunmadığına; sanığın temyiz dilekçesinde, uyuşturucu maddenin araç içinde satılması nedeniyle hakkında 188/4-b maddesinin uygulanmaması gerektiğine dair temyiz istemlerinin hükmün hukuki yönüne ait olduğu değerlendirilerek anılan sebeplere bağlı olarak yapılan incelemede,

Haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı işlem yapılan …, … ve … hakkında Cumhuriyet Başsavcılığından 01/03/2017 tarihinde usulüne uygun olarak alınmış arama kararı uyarınca yapılan aramalar neticesinde ele geçirilen uyuşturucu maddeleri …, … ve …’in tüm aşamalarda sanıktan satın aldıklarını beyan etmesi ve sanığın da 21/09/2017 ve 27/11/2018 tarihli dilekçelerinde atılı suçu kabul ettiğini belirtmiş olması karşısında, sanığın üzerinde ve aracında yapılan aramaya ilişkin arama kararının dosya içerisinde bulunmaması sonuca etkili görülmediğinden tebliğnamedeki bozma isteyen düşünce benimsenmemiştir.

Sanığın suç tarihinde kullanıcı şahıslar …, … ve …’e uyuşturucu madde satarak zincirleme suretiyle uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediği sabit ise de; sanık hakkında TCK 43. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz olmadığından ve CMK 302/2. maddesi gereğince bu husus temyiz nedenleri arasında gösterilmediğinden bozma nedeni yapılmamıştır.

5237 sayılı TCK’nın 188. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendinde “Üçüncü fıkradaki fiillerin; okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi tedavi, eğitim, askeri ve sosyal amaçla toplu bulunan bina ve tesisler ile bunların varsa çevre duvarı, tel örgü veya benzeri engel veya işaretlerle belirlenen sınırlarına iki yüz metreden yakın mesafe içindeki umumi veya umuma açık yerlerde işlenmesi halinde verilecek ceza yarı oranında artırılır” şeklinde düzenlemenin bulunduğu, 01/03/2017 tarihli olay tutanağına göre, sanık araç içerisinde iken haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı işlem yapılan …, … ve …’in araç içine binmesi üzerine uyuşturucu madde satışının aracın içerisinde gerçekleşmiş olması ve aracın TCK’nın 188. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendinde belirtilen umumi veya umuma açık yerlerden olmaması karşısında, TCK’nın 188. maddesinin 4. fıkrasının (b) bendinin sanık hakkında uygulanamayacağının gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık ve müdafinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, tutukluluk şartlarında değişiklik olmaması ve tutuklu kalınan süre göz önüne alınarak sanık hakkındaki tahliye talebinin reddine, Başkan vekili … ve üye …’ün karşı oyları ile oyçokluğuyla, tahliye talebinin reddi konusunda oybirliği ile 15/01/2019 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY

Suç tarihinde sanık …’nın Bursa ili İnegöl ilçesinde … plakalı aracı ile uyuşturucu sattığı ihbarını alan güvenlik güçlerinin sanığı ve aracını takibe alıp, sanığın … Camiinin karşısında aracının durdurduğu ve aracın içerisine aldığı haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan işlem yapılan …, … ve …’e uyuşturucu madde sattığı ve bu şekilde suçun sübut bulduğu konusunda sayın çoğunluk ile aramızda ihtilaf yoktur. Ancak; sayın çoğunluk uyuşturucu madde alışverişinin aracın içinde yapılması sebebiyle umumi yer olmadığından TCK 188/4-b maddesinin uygulanmayacağından bahisle temyiz isteminin kabulü ile kararın bozulmasına karar vermiştir. Oysa uyuşturucu madde ticareti yapma suçunun TCK 188/4-b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın mesafedeki umumi veya umuma açık yerlerde yapılması halinde bu maddenin uygulanması gerekir.

Olayımızda sanık … aracının TCK 188/4-b maddesinde sayılan caminin karşısına park ederek aracın içerisine aldığı kullanıcılara uyuşturucu madde satmıştır. Burada satışın araç içerisinde yapılmış olması, satış yapılan yerin umumi yer olmadığı sonucunu doğurmaz. Zira otomobil hareket eden bir araçtır ve sanık kendi iradesi ile aracı caminin karşısına park edip satış yapmıştır. Başka bir ifade ile uyuşturucu satışı yaptığı tezgahını caminin karşısına kurup satış yapmıştır. Aksi düşüncenin kabulü sanığın aracını okulun yada caminin veya TCK 188/4-b maddesinde sayılan yerlerin bahçesine veya tam karşısına park edip araç içinden uyuşturucu madde satması halinde TCK 188/4-b maddesinin konuluş amacına aykırı olarak umumi yer sayılmayıp bu maddenin uygulanmaması sonucunu doğurur ki, bu halde TCK 188/4-b maddesinin uygulama alanı çok daraltılmış olur. Uyuşturucu madde satılan yer TCK 188/4-b maddesinde sayılan yerin bitişiğindeki evin içi olsa idi, burada evin yeri değiştirilemeyeceğinden ve evin içi de umumi yer olmayacağından TCK 188/4-b maddesi uygulanmazdı. Ancak bu olayda olduğu gibi araç hareket eden ve yeri değiştirilebilen bir vasıta olup bir nevi uyuşturucu madde satışı yapılan tezgah olarak kabul edilmesi gerektiğinden, satış yapılan aracın park edildiği yerin TCK 188/4-b maddesinde sayılan yerlere 200 metreden yakın mesafe içindeki umumi yer olması halinde, artık burada TCK 188/4-b maddesinin uygulanması gerektiği görüşünde olduğumuzdan temyiz isteminin esastan reddinin gerektiği düşüncesi ile sayın çoğunluğun bozma düşüncesine katılmıyoruz.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
2024/2368 E. , 2024/23801 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:Ceza Dairesi
SUÇ : Uyuşturucu madde ticareti yapma
HÜKÜM : İstinaf başvurularının esastan reddi

Sanık hakkında kurulan hükmün, yapılan ön inceleme neticesinde temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

A. Kahramanmaraş 4. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir.

B. B. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesinin yukarıda belirtilen kararı ile sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Sanık müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Suçun unsurlarının oluşmadığına,
2. Yeterli delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
3. Eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturacağına,
4. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna,
5. Delillerin hukuka aykırı şekilde toplandığına,
İlişkindir.

Sanığın suç tarihinde üzerinde ve aracında az miktarda ele geçen uyuşturucu maddeleri aynı gün Gaziantep’ten aldığına ve evine giderken yakalandığına yönelik savunması karşısında; ele geçen kişisel kullanım sınırındaki suça konu uyuşturucu maddeleri kullanma amacı dışında, satma veya başkasına verme amacıyla bulundurduğuna ilişkin savunmasının aksine mahkûmiyete yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşılmakla, sanığın eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu, bu suçtan da evrakın tefrik edilerek ayrıca soruşturma yürütüldüğü gözetilmeden sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan beraatı yerine mahkûmiyetine karar verilmesi hukuka aykırı görülmüştür.

Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle sanık müdafiinin temyiz istemleri yerinde görüldüğünden Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesinin kararının 5271 sayılı CMK’nın 302/2. maddesi gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy çokluğuyla BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre sanığın SALIVERİLMESİNE, başka bir suçtan hükümlü ya da tutuklu bulunmadığı takdirde salıverilmesinin sağlanması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına,

Dava dosyasının, 5271 sayılı CMK’nın 304/1. maddesi uyarınca Kahramanmaraş 4. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
10.10.2024 tarihinde karar verildi.

(K.O.)
(K.O.)

KARŞI OY GEREKÇESİ

Suç tarihinde üzerinde ve aracında kullanım sınırlarında uyuşturucu maddeler ele geçirilen ve tahlillerinde ele geçen uyuşturucu maddeler ile aynı cinste uyuşturucu maddeleri kullandığı anlaşılan sanığın, aleyhinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine yeterli delil bulunmadığı aşamada, müdafi huzurunda verdiği soruşturma beyanında arkadaşlarında uyuşturucu madde olmadığı zaman onlara verdiği için fazla miktarda uyuşturucu madde bulundurduğuna ilişkin dolaylı ikrarıyla başkalarına vermek amacıyla uyuşturucu madde bulundurma suçunun ortaya çıkmasına hizmet ve yardım etmesi nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 188/3 ve 192/3. maddeleri uyarınca mahkûmiyetine karar verilmesi kanısında olduğumuzdan Sayın çoğunluğun sanığın eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğuna ilişkin görüşüne iştirak edilmemiştir. 10.10.2024

ARAMA KARARINDA ÜST ARAMASININ BULUNMAMASI UYUŞTURUCU TİCARETİ

TC
YARGITAY
9. Ceza Dairesi
2015/3925 E. , 2015/6075 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi : Ağır Ceza
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma
Hüküm : 1-Sanık … hakkında; TCK’nın 191/2. maddesi uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri
2- Sanık … hakkında; TCK’nın 188/3, 62, 52, 53, 63. maddeleri uyarınca mahkumiyet

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
1- Sanık … hakkında uyuşturucu madde kullanmak suçundan verilen kararın incelemesinde;
TCK’nın 191. maddesinde değişiklik yapan 6545 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 28.06.2014 tarihine kadar verilen kararlarla ilgili olarak;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen 20.03.2012 tarih ve 2011/785-2012/101 sayılı kararında açıklandığı üzere; “kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alma, kabul etme veya bulundurma” suçundan dolayı, TCK’nın 191. maddesinin 2. fıkrası gereğince verilen “tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına” ilişkin kararın, sözü edilen fıkraya 6217 sayılı Kanunla eklenen cümlenin yürürlüğe girdiği 14.04.2011 tarihinden önce ya da sonra verilip verilmediğine bakılmaksızın, temyiz değil itiraz kanun yoluna tabi olması nedeniyle, inceleme yapılmasına yer olmadığına, gereğinin merciince yerine getirilmesine,
2- Sanık … hakkında kurulan hükme yönelik yapılan incelemede;
a) CMK’nın 119/1. maddesi uyarınca verilmiş arama kararında, dosyanın diğer sanığı …’in üstünde, konutunda, işyerinde, ona ait diğer yerlerde ve müştemilatında arama yapılmasına karar verildiği, …’in işyerine arama yapmak için gelen kolluk görevlilerince işyeri önünde bulunan sanık hakkında herhangi bir arama kararı alınmadan üst aramasının yapıldığı, yapılan aramanın CMK’nın 119/4. maddesine aykırı olarak yapıldığı, Anayasanın 38/6. maddesinin “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”, CMK’nın 217/2. maddesinin “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”, 206/2-a maddesinin “ortaya konulması istenilen bir delil kanuna aykırı olarak elde edilmişse reddolunur” hükümlerine aykırı olarak gerçekleştirilen hukuka uygun olmayan arama işlemleri sonucunda sanığın üzerinde elde edilen maddi delillerin hükme esas alınamayacağı, sanığın tüm aşamalarda uyuşturucu ticareti yapmadığı yönündeki suçu inkara yönelik savunmaları ile tüm dosya kapsamı karşısında, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin değerlendirme dışı tutulması halinde, sanığın yüklenen suçtan cezalandırılmasına yeterli delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,
b) Adli emanetin 2009/2127 sırasında kayıtlı uyuşturucu madde ile … Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü’nce suça konu uyuşturucu maddeden alınan numunenin müsaderesi hakkında karar verilmemesi,
Kanuna aykırı olup, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 25.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

UYUŞTURUCU ALIŞVERİŞİ- GİZLİ KAMERAYA KAYDI- HUKUKA AYKIRI DELİL

TC
YARGITAY
9. Ceza Dairesi
2015/1592 E. , 2016/2274 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ağır Ceza
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Tüm sanıklar hakkında TCK’nın 188/3, 62, 52/4, 63, 53/1-2-3, 54. maddeleri uyarınca mahkumiyet (… hakkında ayrıca temyiz isteminin reddine)

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanık … müdafii olarak görevlendirilen avukat … askerlik görevi nedeniyle müdafiilik görevinden istifa etmesinden sonra yapılan tebligatın kanuna aykırı olduğu belirlenerek öğrenme üzerine sanık tarafından yapılan vaki temyizin süresinde olduğu ve 24.06.2009 tarihli temyiz isteminin reddine ilişkin kararın hukuken geçersiz ve yok hükmünde olduğu belirlenerek yapılan incelemede,

1- Sanıklar … ve … hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz incelemesinde;
…T.V. programı çalışanlarınca uyuşturucu alışverişinin gizli kamera ile görüntülendiği ve bu şekilde gerçekleştirilen görüntü alma işleminin Anayasanın 38/6. maddesinin “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” CMK’nın 217/2. maddesinin “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”, 206/2-a maddesinin “ortaya konulması istenilen bir delil kanuna aykırı olarak elde edilmişse reddolunur.” hükümlerine aykırı olduğu ve elde edilen maddi delillerin hükme esas alınamayacağı, sanıkların tüm aşamalarda uyuşturucu ticareti yapmadığı yönündeki suçu inkara yönelik savunmaları ile tüm dosya kapsamı karşısında, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin değerlendirme dışı tutularak sanıkların hukuki durumunun buna göre tayin ve takdiri gerekirken yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,

2- Sanıklar …, … ve … hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz incelemesinde;
Suç tarihinde yapılan arama neticesinde ele geçirilen net 13,2 gram uyuşturucu maddeyi kullanma amacı dışında başka bir amaçla bulundurduklarına ilişkin savunmalarının aksini gösterir, yeterli ve kesin delil bulunmadığı, sanıkların sabit olan eyleminin “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden suçun vasfında yanılgıya düşülerek “uyuşturucu madde ticaret yapma” suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması,

3- Sanık … hakkında kurulan hükme yönelik temyize gelince;
Kendisinde herhangi bir uyuşturucu madde ele geçmeyen sanığın savunmasının aksine, ele geçirilen uyuşturucu maddeler ile ilgisinin bulunduğuna ve yüklenen suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak yeterli ve kesin delil bulunmayan olayda kuşkunun bulunduğu, şüpheden sanık yararlanır şeklindeki ceza hukuku genel ilkesi de gözetilerek beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,

Kanuna aykırı, sanık … ve müdafileri, sanık … ve müdafii, sanık … müdafii ile sanıklar …, …, …’ın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 07.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

EROİN UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi

2021/1264 E. , 2022/10788 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Beraat (her iki sanık hakkında)

Dosya incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Sanıkların birlikte ikamet ettikleri adreste satmak amacıyla eroin paketlediklerinin ihbarı alınması üzerine söz konusu evde yapılan aramada; sanıkların eroini paketlerken görüldükleri, paketlemede kullanılan ve eroin bulaşığı bulunan 32 adet kağıt parçası, makas ve yemek tabağı ile net 1,348 gram eroin içeren 3,39 gram uyuşturucu madde ele geçirildiğinin anlaşılması karşısında, sanıkların uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işledikleri sabit olduğu halde, mahkûmiyetleri yerine dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçe ile beraatlerine karar verilmesi,

Kabule göre de;

Sanık … hakkında “uyuşturucu madde ticareti yapma” fiilinden dava açıldığı, suçun niteliğini belirleme yetkisi ve görevinin mahkemeye ait olduğu gözetilmeden, tek olan fiil nitelik yönünden ikiye bölünerek sanık hakkında “uyuşturucu madde ticareti yapma” suçundan “beraat” ve “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçundan “suç duyurusunda bulunulmasına” karar verilmesi suretiyle hükmün karıştırılması,

Yasaya aykırı, Cumhuriyet savcısı temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan, hükümlerin BOZULMASINA, 27/10/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

TRAFİK KAZASI- TAKSİRLE ÖLÜME SEBEBİYET VERME- ADLİ TIP RAPORUNA İTİBAR EDİLEMEYECEĞİ-

.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
16. CEZA DAİRESİ

TÜRK MİLLETİ ADINA
İSTİNAF KARARI

Esas No : 2023/528
Karar No : 2024/380

İNCELENEN KARARIN;
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 2. Asliye Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 17/01/2023
NUMARASI : 2021/1764 (E) ve 2023/93 (K)
MAKTUL : Ahmet Y.
KATILAN : Abdurrahman Y.
VEKİLİ : Av. Selim HARTAVİ
SANIK : İbrahim Onur S.
SUÇ : Taksirle Ölüme Neden Olma
SUÇ TARİHİ : 02/10/2021
HÜKÜM : Beraat; CMK 223/2-a
İSTİNAF BAŞVURUSUNDA
BULUNAN : Katılan vekili

İlk derece mahkemesince verilen hükme karşı istinaf yoluna başvurulmakla ve ilk derece mahkemesindeki yargılama sırasında vekili aracılığıyla sanıktan şikayetçi olduğunu ve davaya katılma isteğini belirten, ölenin babası sıfatıyla suçtan zarar gören Abdurrahman Y.’in bu talebi hususunda olumlu ya da olumsuz bir karar verilmediği nazara alınarak, atılı suçun zarar göreni olarak adı geçenin CMK’nın 260. maddesi uyarınca sözkonusu hükme karşı kanun yollarına başvurma ve davaya katılma hakkının bulunduğu anlaşıldığından, Abdurrahman Y.’in davaya katılan, Av. Selim HARTAVİ’nin de katılan vekili olarak kabulüne karar verildikten sonra istinaf başvurusunun süresi, kararın niteliği ve karar tarihine göre dosya görüşüldü.

İstinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Olay tarihinde sanığın sevk ve idaresindeki otomobil ile gece vakti meskun mahal dışında bölünmüş yolun sol şeridini takiben seyredip aydınlatmanın olmadığı olay mahalline geldiğinde istikametine göre sol taraf orta refüjden yakın mesafeden ve kontrolsüzce yola giren Ahmet Y.’e aracının sağ ön tarafı ile çarptığı ve Ahmet’in öldüğü, yerel mahkemecede böyle kabul edilen olayda;

Her ne kadar mahkemece, Şa EDX<,0nlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2021/1444 esas sayılı dosyasında aldırılan Ankara Trafik İhtisas Dairesinin 30/06/2022 tarihli raporunda sanığın kazanın oluşumunda kusursuz olduğu kanaati belirtildiğinden anılan rapora itibar edilerek yazılı gerekçeyle sanığın beraatine karar verilmiş ise de,

Dosya arasında bulunan kaza tespit tutanağında, kaza yerinde kazaya ilişkin iz ve emare bulunmadığı belirtilmekle birlikte sanığın hız kurallarına riayet etmediği tespitinde bulunulduğu, öte yandan mahkemece katılan vekilinin bu yöndeki talebi de reddedilmek suretiyle olay mahallinde keşif yapılmadığı anlaşılmakla, olaya ilişkin biri sanığın eşi diğeri ölenin kardeşi olan tanıklar Ebru ve Ali’nin de hazır bulunması temin edilerek mahallinde keşif yapılıp bilirkişi raporu alınması, sonrasında gerektiğinde İstanbul Teknik Üniversitesi’nden, kazaya ilişkin dosyada bulunan kaza tespit tutanağı ile diğer tüm tutanaklar, bilgi ve belgeler, yukarıda belirtilen hukuk mahkemesine sunulmuş ATK raporu, keşif sonucu temin edilecek bilirkişi raporu ile dosyanın bütün halinde incelenerek uzman bir heyetten hüküm kurmaya elverişli ayrıntılı ve yeterli bir rapor temin edilmesi ve sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayin edilmesi yerine, eksik araştırma ve yetersiz gerekçe ile yazılı şekilde beraat hükmü kurulması,

Hukuka aykırı olup, istinaf başvurusunda bulunan katılan vekilinin istinaf itirazları bu itibarla yerinde görülmekle, CMK’nın 289/1-g, 280/1 maddeleri uyarınca, HÜKMÜN BOZULMASINA,

Dosyanın yeniden incelenmek ve hükmolunmak üzere hükmü bozulan ilk derece mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,

Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, CMK’nın 284/1 ve 286/1.maddelerine göre KESİN olmak üzere, 06/03/2024 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ- EN AZ İKİ ARAMA TANIĞI BULUNMADAN YAPILAN ARAMANIN HUKUKA AYKIRI DELİL NİTELİĞİNDE OLDUĞU- SANIĞIN UYUŞTURUCU MADDE BULUNDURMASINA İLİŞKİN BEYANI

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi

2022/15582 E. , 2023/5298 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2020/2199 E., 2020/3254 K.
SUÇ : Uyuşturucu madde ticareti yapma
HÜKÜM : Hükmün düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddi

İlk Derece Mahkemesince verilen hükme yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmiştir.

I. HUKUKİ SÜREÇ
A. Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinin, 13.10.2020 tarihli ve 2019/373 Esas, 2020/299 Karar sayılı kararı ile sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 188 inci maddesinin üçüncü fıkrası, dördüncü fıkrasının (a) bendi, 62 nci maddesi, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası, 53 üncü maddesinin birinci, ikinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının ilk cümlesi uyarınca 12 yıl 6 ay hapis ve 25.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluklarına karar verilmiştir.
B. … Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesinin, 29.12.2020 tarihli ve 2020/2199 Esas, 2020/3254 Karar sayılı kararı ile, sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükümdeki hukuka aykırılıklar düzeltilerek, hükme yönelik sanık müdafiinin istinaf başvurusunun 5271 sayılı Kanun’un 280 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.
C. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca özetle; hükmün düzeltilerek onanması yönünde karar verilmesi görüşünü içeren Tebliğname ile dava dosyası Daireye tevdi edilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ

Sanık müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Suçun unsurlarının oluşmadığına,
2. Yeterli delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
3. Eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturacağına,
4. 5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı şekilde ikamet araması yapıldığı, arama işlemi esnasında sadece bir azanın hazır olarak bulunduğu bu şekilde hukuka aykırı elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağına,İlişkindir.

III. OLAY VE OLGULAR

Temyizin kapsamına göre;

A. İlk Derece Mahkemesinin Kabulü
Sanığın yabancı müşterilere uyuşturucu madde sattığına ilişkin edinilen bilgi üzerine, ikametinde yapılan aramada suç konusu esrar ve kokainin ele geçirildiği; ele geçen uyuşturucu maddelerin çeşitliliği ve suça konu kokainin kişisel kullanım sınırının çok üzerinde olması hususu birlikte değerlendirdiğinde, sanığın ikametinde ele geçen uyuşturucu maddeleri ticari amaçla bulundurmak suretiyle uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediği gerekçesiyle mahkûmiyetine karar verilmiştir.
B. Bölge Adliye Mahkemesinin Kabulü
İlk Derece Mahkemesince kabul edilen olay ve olgular konusunda, Bölge Adliye Mahkemesince sanık hakkındaki hükmün, ele geçen maddenin miktarı dikkate alınarak 5237 sayılı Kanun’un 61 inci maddesindeki ölçütler ile 3 üncü maddesindeki orantılılık ilkesi gereğince temel hapis cezasının alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi hususu eleştirilip, 5237 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesinin uygulanması ile ilgili olarak 7242 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesi ile yapılan değişikliğin gözetilmemesi ve şahit numunelerin müsadere edilmemesi nedenleriyle oluşan hukuka aykırılıklar düzeltilerek İlk Derece Mahkemesi hükmüne yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

IV. GEREKÇE

5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasında “Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur” hükmünün düzenlendiği, söz konusu hüküm gereği, “ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi”nin aramanın başından sonuna kadar hazır bulundurulmasının zorunluğu olduğu, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.02.2020 tarih ve 2016/18-1146 Esas, 2020/68 Karar sayılı kararında bahsedildiği üzere “kollukça yapılan aramalarda arama tanığı bulundurma zorunluğunun kabul edilme sebebinin ileride doğabilecek iddiaların, aslında orada olmayan delillerin görevlilerce yerleştirildiği gibi uygulamada sıklıkla karşılaşılan suçlamaların önüne geçmek ve böylece aramanın her türlü şüpheden uzak bir şekilde yapılmasını ve arama sonucunda elde edilen delillerin güvenilirliğini sağlamak olduğu”, 5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olarak “ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi hazır bulundurulmaksızın yapılan aramanın icrası bakımından hukuka aykırı olduğu ve bu arama işlemi sırasında ele geçirilen delillerin de hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olduğu”, 5271 sayılı Kanun’un yüklenen suçun, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği hükmünü düzenleyen 217 inci
maddesinin ikinci fıkrası ile kanuna aykırı olarak elde edilen delilin reddolunacağı hükmünü düzenleyen 206 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca hukuka uygun elde edilmeyen delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağı hususları gözetilerek yapılan incelemede;
5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olarak sanığa ait evde yapılan arama sırasında sadece ihtiyar heyetinden bir azanın hazır bulundurulduğu, bunun dışında ihtiyar heyetinden veya komşulardan bir kişinin daha aramanın başından sonuna kadar hazır bulundurulmadığı, yukarıdaki açıklamalar ışığında sanığa ait evde yapılan arama sonucu ele geçirilen uyuşturucu maddelerin hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil niteliğinde olduğu ve mahkûmiyet hükmüne esas alınamayacağı, sanığın tüm aşamalarda hukuka aykırı arama sonucu bulunan uyuşturucu maddelerin varlığını ve zilyetliğini kabul etmesinin, delillerin hukuka aykırı olarak elde edilmiş olduğunu bertaraf etmeyeceği, evde ele geçirilen uyuşturucu madde dışında uyuşturucu madde ticareti yapıldığına ilişkin başkaca da bir delil bulunmadığı gözetilmeden beraat yerine mahkûmiyet kararı verilmesi hukuka aykırı görülmüştür.

V. KARAR

Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle sanık müdafiinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden … Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesinin, 29.12.2020 tarihli ve 2020/2199 Esas, 2020/3254 Karar sayılı kararının 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy çokluğuyla BOZULMASINA,
Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca Fethiye Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise … Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
08.06.2023 tarihinde karar verildi.

(Karşı Oy)
(Karşı Oy)

KARŞI OY

Ceza yargılamasının amacının maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde ortaya çıkarılması olduğu, bu nedenle 5271 sayılı Kanun’un 217 nci maddesinde “yüklenen suçun, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği” hükmüne yer verildiği bu anlamda bir suç soruşturması kapsamında hükümlünün konutunda veya üzerinde yapılacak aramanın da nasıl yapılacağı hususunun 5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasında açıkça düzenlendiği tartışmasız olup tartışma konusu olan husus; söz konusu maddenin dördüncü fıkrasında yer alan arama sırasında ” ihtiyar heyeti üyelerinden veya komşulardan iki kişi hazır bulundurulur” şeklindeki son cümlesine aykırı olarak arama işlem tanığı olarak isimlendirilen bu kişi ya da kişiler bulunmadan yapılan aramanın hukuka mutlak aykırı olup olmadığı ve bu suretle ele geçen delillerin hükme esas alınıp alınamayacağına ilişkindir.

5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının son cümlesindeki işlem tanığı bulundurma zorunluluğu düzenlemesinin amacının bir taraftan kişilerin ev ya da işyeri gibi umuma açık olmayan mahrem alanlarında yapılacak aramanın daha sıkı şartlara tabi tutularak hukuk devletinin gereği olan bireyin hukuki güvenliğinin en üst düzeyde sağlanması diğer taraftan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.02.2020 tarih, 2016/18-1146 Esas, 2020/68 sayılı kararında olduğu gibi ” aslında oradan olmayan delillerin görevlilerce yerleştirildiği gibi ” iddiaların önlenmesi ve delillerin güvenilirliğinin sağlanması olduğu izahtan varestedir. Görüldüğü üzere Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararında da işlem tanığı bulundurma zorunluluğunun işlemin sıhhatine yönelik olmayıp sahtelik iddialarının önüne geçilmesi şeklinde olduğu söz konusu maddenin parlemento gerekçesinde de 118 inci maddenin ikinci fıkrasında belirtilen; suç üstü hali ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde bu hususa uyma zorunluluğunun bulunmadığı açıklamalarından da bu eksikliğin mutlak hukuka aykırılık olarak görülmediği, nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.06.2007 tarih ve 147-159 ve 13/03/2012 tarih 278-96 Esas ve Karar sayılı kararlarında “sırf arama sırasındaki şekle ilişkin bu koşulun ihlal edilmesine dayanılarak yapılan arama işlemenin hukuka aykırı sayılamayacağı gibi delillerin de hukuka aykırı biçimde ele geçirilmiş delil olarak nitelendirilemeyeceğinin belirtildiği, aynı hususta Anayasa Mahkemesinin Jakop Gabriel davasında 15.04.2015 tarih, 2013/2392 bireysel başvuru nolu kararında da “başvurucunun konutunda icra edilen arama işlemindeki kanunda belirtilen usule ilişkin eksikliğin bu işlemin sıhhatini ve bu işlem sonucunda elde edilen delillerin gerçekliğini şüpheli hale getirmediği, anılan eksikliğe rağmen bu aramada ele geçen delillerin esas alınarak mahkûmiyetle sonuçlanan yargılamanın adilliğini zedelemediği” tespiti yapılarak bu şekli eksikliğini aramayı ve ele geçen delilleri şüpheli hale getirmediği dolayısı ile hukuka aykırı elde edilen delilden söz edilemeyeceği belirtilmek suretiyle; söz konusu kararlarla bir taraftan bireyin hukuk güvenliği sağlanırken diğer taraftan 5237 sayılı Kanun’un Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar başlığı altında düzenlenen orta okul önlerine kadar
yaygınlaşmış olan ve her geçen gün mücadele etmenin zorlaştığı uyuşturucu madde ticaretine yönelik suçlarda yasal zeminde etkin mücadele etme yolunun sağlandığı, bu şekildeki amaçsal yorumun; yasa koyucunun yasama gerekçesine uygun olduğu gibi suç soruşturmalarında en önemli delillerden olan görevli kolluk birimlerince tutulan belgelerin aslı kanıtlanıncaya kadar geçerli resmi belge olma gerekliliği ile de uyumlu olduğu aşikardır.

Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda somut olay incelendiğinde hakkında uyuşturucu madde sattığı şeklinde ihbar bulunan ve istihbari çalışma ile de ihbar içeriği doğrulanan sanığın evinde aynı gün 20.09.2019 tarihinde (gecikmesinde sakınca bulunan hal kapsamında) Cumhuriyet savcısı tarafından verilen arama kararı doğrultusunda yapılan aramada kişisel kullanım sınırı üzerinde 4 parça halinde kokain ve 1 parça halinde esrar ele geçirildiği, arama tutanağının hazır bulunan aza ve yine hazır bulunan sanık tarafından itiraz edilmeksizin imzalandığı, tutanağın bu haliyle hem Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararlarında olduğu gibi delillerin oraya yerleştirildiği iddialarını önleyecek şekilde olduğu ve hükme esas alınmasının Anayasa Mahkemesinin kararı gereğince adil yargılanma hakkını ihlal etmeyeceği gibi hem de yasama gerekçesindeki istisnai halini yani 5271 sayılı Kanun’un 118 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki halin gerçekleşmesi nedeniyle hazirun bulundurma zorunluluğunun bulunmaması karşısında usulüne uygun olduğu, sanığın uyuşturucu madde ticareti yapmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan mahkûmiyetine dair verilen kararın bozulmasına ilişkin sayın çoğunluğun görüşüne katılmamaktayız. 08.06.2023

FETÖ PYD YAPILANMASI SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇUNUN HUKUKİ NİTELENDİRİLMESİ- SABİT HATLARDAN ARAMA VE ARDIŞIK ARAMA YÖNTEMİ

T.C
CEZA GENEL KURULU
2019/188 E. , 2021/338 K.

“İçtihat Metni”

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi

Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık … hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 07.02.2019 tarih ve 49 – 6 sayı ile; sanığın TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 62, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba karar verilmiştir.

Hükmün sanık ve müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 08.04.2019 tarihli ve 34508 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:

Hükmolunan ceza miktarı yönünden yasal şartları oluşmadığından sanık müdafisinin duruşmalı inceleme isteminin CMK’nın 299. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
Ceza Genel Kurulunca, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılma istemiyle açılan davada, İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesinde yapılan yargılama sonunda, bu suçtan kurulan mahkumiyet hükmünün hukuki yönüne ilişkin temyiz incelemesi yapılacaktır.

I) TEMYİZ EDENLERİN SIFATI, BAŞVURULARIN SÜRESİ VE TEMYİZ NEDENLERİNE GÖRE YAPILAN İNCELEMEDE:

A) Uygulanacak Temyiz Hükümleri:
07.10.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmekle birlikte 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 7 nolu protokolün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesinin “Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir. 2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” hükmü doğrultusunda, bazı kamu görevlilerin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtayda veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmaları halinde istisna getirebilme olanağına rağmen iç hukukumuzda, ilk derece olarak Yargıtayda yargılanacak kişiler bakımından verilen hükümlerin temyiz edilebileceği öngörülerek, iki dereceli sistem benimsenmiştir.

B) Temyiz Süresi ve Neden Bildirme Yükümlülüğü:

Hüküm fıkrasında, verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağı bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresinin, mercisi ve şekillerinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilerek hazır bulunan sanığa ve müdafisine bildirilmesi gerekmektedir.
Temyiz istemi, tutuklu bulunan sanıklar hakkında CMK’nın 263. madde hükmü saklı kalmak üzere, hükmün açıklanmasından itibaren eğer temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılmasının gerekliliği, temyiz sebebinin ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabileceği gözetilerek, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorunda olduğu, başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilmesi gerekliliğine uyularak usulüne uygun başvuru yapıldığı anlaşılmakla işin esasına geçilmiştir.

C) Temyiz Nedenleri ve İncelemenin Kapsamı:

İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’tan farklı şekilde resen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür. Gerekçeli temyiz dilekçesi, (ek dilekçe, temyiz layihası) temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekir.

Bir muhakemede, çözümü amaçlanan iki temel sorun vardır. Bunlar, maddi sorun ve hukuki sorundur. Maddi sorun, “olgusal dünya”ya; hukuki sorun, “normatif dünya”ya aittir. Mahkemede önce maddi sorun, sonra hukuki sorun çözülür. Maddi sorunun çözümü geçmişte yaşanmış bir olayın temsili, nasıl gerçekleştiğinin tespitidir. Bu çözüm de sadece hukukun izin verdiği yöntemlerle gerçekleşecektir. Maddi olayın gerçeğe uygun temsil edilebilmesi öncelikle, eksiksiz soruşturma yapılması ve toplanan tüm delil araçlarının doğru değerlendirilmesine bağlıdır. Hâkim; delil araçlarını, akıl yürütmek ve bu arada tecrübe kurallarına başvurmak suretiyle, vicdanına göre değerlendirecektir. Yine akıl yürüterek boşlukları dolduracaktır. Dolayısıyla vicdani kanaate sezgilerle değil akıl yoluyla ulaşılacaktır.

Temyiz denetiminde, maddi olayın tespitinde ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüzyüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir ederken, delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görüşülüp incelenebileceği gibi maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıkları da gerekçe üzerinden denetlenebilecektir.

Temyiz dilekçesinde bir temyiz nedeni var olmasına rağmen muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz sebebi olarak gösterilmemesi ya da gösterilmekle birlikte hükme etki edecek nitelikte olmadığının anlaşılması durumunda usul hükümlerine uygunluk bakımından sadece 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesi kapsamındaki hukuka kesin aykırılık hâlleriyle sınırlı bir temyiz incelemesi yapılacak, inceleme sırasında tespit edilen ancak hükmü etkilemeyen muhakeme hukukuna aykırılıklar Yargıtay tarafından bozma nedeni yapılmayarak kararda bu aykırılıklara işaret edilmekle yetinilecektir.

Temyiz nedeninin, maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanması hâlinde ise maddi hukuka aykırılık nedeniyle hükmün temyiz edilmesi yeterli olup cezai yaptırımların kişiler üzerindeki telafisi mümkün olmayan ağır sonuçları da gözetilerek somut olayda adaleti gerçekleştirme ve doğru bir hüküm oluşturma ile yükümlü olan Yargıtayca dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar tespit edilip temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni yapılması gerekecektir.
CMK’nın 289. maddesinde yazılı olan “Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır” kuralı, hiçbir temyiz nedeni içermeyen bir temyiz başvurusunda, mutlak temyiz nedenlerinin kendiliğinden gözetileceği şeklinde anlaşılamaz. Bu noktada dilekçe yalnızca bir veya birden fazla nispî temyiz nedeni içeriyorsa, bu nedenler kabul edilmese dahi 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yer alan mutlak hukuka aykırılık hâllerinden birine dayanarak hükmün bozulması mümkündür.

Bu açıklamalar ışığında dosya kapsamında ileri sürülen temyiz nedenleri incelendiğinde;
a) Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla gerçekleştirilen yargılama sonucunda 07.02.2019 tarihinde yapılan oturumda hüküm özünün, hazır bulunan sanık ve müdafisine, karara karşı başvurulacak kanun yolu, süresi, mercisi ve şekilleri de belirtilmek suretiyle açıkça okunup usulen anlatıldığı,

Mahkumiyet hükmüne yönelik olarak sanığın 14.02.2019, müdafisinin ise 13.02.2019 tarihli ve süresi içerisinde sundukları dilekçelerle temyiz kanun yoluna başvurdukları,

b) Temyiz dilekçeleri içeriklerinden; sanığın kararın usul ve yasaya, sanık müdafisinin ise hukuka aykırı olması nedenine dayanmak suretiyle gerekçeli kararın kendilerine tebliğ edilmesini talep ettikleri,

c) Gerekçeli kararın sanığa 18.03.2019, sanık müdafisine ise 14.03.2019 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği,

Sanık müdafisinin 21.03.2019, sanığın ise 25.03.2019 tarihinde sundukları ek temyiz dilekçelerinde özetle; iddia edilen suçun oluşmadığı, ceza miktarının isabetsiz olduğu, iddia olunan eylemlerin terör örgütü üyeliği olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı, Yargıtay üyeliğine örgüt üyeliği nedeniyle değil, liyakati sebebiyle seçildiği, …’ın beyanlarının gerçekleri yansıtmadığı ve çelişkili olduğu, … ve …’in ifadelerine dayalı olarak mahkemenin örgüt üyesi olduğu yönünde kabulde bulunmasına rağmen her iki tanığın da sanığın örgüt üyeliği ile ilgili somut bir bilgilerinin bulunmadığı, üyelik seçimlerinde sanığı destekleyen isimler dolayısıyla örgüte yakın olduğu kanısına vardıklarına dair beyanda bulundukları, üye seçiminde sanığı destekleyenlerin çoğunun sınıf arkadaşı, hemşehrisi veya kürsüden tanıdığı arkadaşları olduğu, 2014 yılında HSYK seçimlerinde örgüt lehine çalışma yaptığına kabulde yer verilmiş olmakla birlikte bu konuda ne tanık ifadesi ne de başka bir delilin bulunduğu, yalnızca adaylardan şahsen tanıdığı olup olmadığını soran samimi meslektaşlarına şahsen tanıdığı bir iki üyeden bahsetmiş olduğu, hiçbir meslektaşına örgüt adaylarına oy vermelerini söylemediği, mahkemenin kabule aldığının aksine hiçbir tanığın sanığın örgütsel bir eyleminden bahsetmediği, böyle bir eylemine tanık olmadıklarını beyan ettikleri, tanıkların düşünce ve kanaatlerinin birlikte dolaştığı kişiler ile katıldığı sosyal faaliyetlerden kaynaklandığı, mahkeme sosyokültürel birikimi, eğitim düzeyi gibi nedenlerle bu oluşumun silahlı terör örgütü olduğunu bilebileceği varsayımında bulunmuş ise de devletin dahi son olaylara kadar bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu anlayamadığı bir olayda sanıktan bunu anlamasının beklenmesinin mümkün olmadığının ortada olduğu, adı geçen örgüte üye olmadığı, kabulde benimsemediği ve katılmadığı bir eylem nedeniyle tehlikelilik durumunun ortaya çıktığına yer verilmesinin isabetli olmadığı, mahkemenin bu anlamda gerekçeye aldığı hususun gerçeklerle uyuşmadığı, bilgisayarında Bylock kalıntısı bulunmasının örgüt üyesi olduğunu değil aksine üye olmadığını gösteren bir delil olduğu, zira Bylock ismini duyduktan sonra internette bu kelimeyi arattığı, karmaşık ve şifreli bir program olduğunu görünce araştırıp kullanmaktan vazgeçtiği, Bylock programını indirmediği ve kullanmadığı, bunun dosyaya gelen yazı ve cevaplarla da sabit olduğu, kararda belirtilenin aksine “herkul.org” sitesini takip ettiğine dair bilirkişi raporunda bir belirleme olmadığı, tersine ziyaret edilen web sitelerinin otomatik olarak kaydedildiği “temporary internet files” adı altında otomatik kaydedilen dosyalardan olduğunun belirtildiği, mahkemenin bu anlamda gerekçeye aldığı hususun gerçeklerle uyuşmadığı, üzerine atılı eylemlerden hiçbirinin silahlı terör örgütü üyeliğinin oluşumu için yeterli olmadığı, hakkında isnat edilen eylemlerin sosyal faaliyet kapsamında anayasal ve evrensel hak ve özgürlüklerin kullanılması mahiyetinde fiiller olduğu, ayrıca eylemleri sırasında hukuken varlığı tescillenmiş bir silahlı terör örgütü olgusunun da mevcut olmadığı, dolayısıyla suçun manevi unsurunun oluşmadığı, bir örgütsel eyleminin bulunmadığı, cezanın asgari hadden uzaklaşılarak tayin edilmesinin isabetli olmadığı, temel ceza belirlenirken herhangi bir kişiselleştirme yapılmadığı, genel şablon ifadeler gerekçe yapılarak asgari haddin üzerinde ceza tayin edildiği,

Nedenlerine dayalı olarak hükmün bozulmasını talep ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Temyiz edenlerin sıfatı, başvuruların süresi ve temyiz nedenleri bu şekilde değerlendirildikten sonra sanık hakkındaki mahkumiyet hükmünün; sanığın fiilinin suç oluşturup oluşturmadığı, fiilin hangi suçu oluşturduğu, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulup kurulmadığı, hükmün doğru tesis edilip edilmediği, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, dosyaya yansıyan ve hükme etki edebilecek delillerin karar yerinde tartılışıp tartışılmadığı, bu bağlamda maddi sorunun isabetli bir şekilde tespit edilip edilmediği gibi dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar ile usul hükümlerine uygunluk bakımından ve 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yazılı bulunan hukuka kesin aykırılık hâllerinin mevcut olup olmadığı yönlerinden temyiz denetimine geçilmiştir.

Ceza Genel Kurulunun 17.03.2021 tarihli ve 495-116 sayılı kararında ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere;

II) USULE İLİŞKİN İTİRAZLAR VE RESEN İNCELENMESİ GEREKEN HUSUSLAR:

A) Soruşturma Usulleri ve Kovuşturma Mercisi:
aa) Genel Olarak:
Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Anayasa’nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği öngörülmekle birlikte; yargı kollarında yer alan Yüksek Mahkemeler yönünden kanunilik esasının ötesinde bu mahkemelerin niteliklerine, üyelerin ne şekilde atanacağına ya da seçileceğine, görev ve yetkilerinin neler olduğuna dair konular doğrudan doğruya Anayasa’da hüküm altına alınmıştır.

Ülkemizdeki yargı kolları arasında yer alan adli yargı; diğer yargı kollarının (anayasa yargısı ve idari yargının) görevine girmeyen davaların çözümlendiği olağan ve genel yargı kolu olup teşkilât yapısı ilk derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay olmak üzere üç derecelidir.

Kamu görevinin etkin ve kesintisiz biçimde sürdürülmesi ve soruşturulmasında kamu yararı bulunmayan kimi iddialarla ilgili gereksiz işlem yapılmasının önüne geçilmesi amacıyla kamu görevlilerinin bağlı bulundukları yasalara göre özel soruşturma usulleri öngörülmüştür.
Hâkimlerin suç işlemeleri hâlinde cezai sorumluluklarının bulunduğu, çağdaş hukuk sistemlerinin ortak kabulüdür. Bir hâkimin göreviyle ilgili ya da kişisel bir suç işlemesi mümkün olup bu durumda kişinin hâkim olması nedeniyle işlediği suçun yaptırımsız kalması düşünülemez. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz içinde hâkimlerin görevleriyle ilgili ya da kişisel nitelikte işledikleri ve suç oluşturan eylemlere ilişkin Anayasa, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu, 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu gibi kanunlarla kural olarak özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ve mercileri öngörülmüştür.
Suçun görev sebebiyle işlendiğinin kabulü için, eylemin memuriyet işleriyle ilgili olması, diğer bir anlatımla suçu doğuran fiil ile görev arasında illiyet bağı bulunması, görevle bağlantılı olması ve görevin sağladığı imkanlardan faydalanılarak işlenmesi gerekir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.02.2004 tarihli ve 2004/2-10 Esas 2004/40 Karar sayılı kararında “Görev sebebiyle işlenen suç kavramının, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenebilen suçları ifade eder.” şeklinde kabul edilmiştir. Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre kamu görevlilerinin herhangi bir suç örgütüne üye veya yönetici olmaları kişisel suç niteliğindedir.

Özel soruşturma ve kovuşturma usulleri öngören düzenlemelerden; yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa’nın 83. maddesi, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına ilişkin 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine ilişkin 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesi, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesi ile diğer kamu görevlilerine ilişkin 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 2. maddesinde “ağır cezalık suçüstü hâli” ortak bir kavram olarak kullanılmaktadır. Aynı kavram, suç tarihinden sonra 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesine 680 sayılı KHK ile eklenen ve 7072 sayılı Kanun’la aynen kabul edilerek kanunlaşan altıncı fıkrada da yer almaktadır.

5271 sayılı CMK’nın “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde de “Suçüstü hâli”nin;
“1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu” ifade ettiği öngörülmüştür.
Belli bir suçun bulunması, failin yakalanmış olması ve failin suçu işlediği an ile yakalandığı an arasında uzun sürenin geçmemiş olması, suçüstü hâlidir.
Öte yandan, suçüstü hâlinin varlığı açısından hukukî düzenlemelerde açıkça bir zaman sınırı öngörülmediği göz önüne alındığında, bir zaman sınırlaması getirmek mümkün değildir. Bir olayın hangi ana kadar “suçüstü” olarak nitelendirilebileceği, o olayın özelliklerine, işlenen suça, türüne, işlenme biçimine, icra ile yer ve zaman bakımından gerçekleşen illiyet bağına göre takdir edilmelidir.
Suçüstü hâli doktrinde, dar anlamda ve geniş anlamda suçüstü olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulmuştur (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, 5. Bası, Sevinç Matbaaası, Ankara, 1978, s. 692, 693). Konumuza ilişkin olarak, asıl suçüstü ya da dar anlamda suçüstü, CMK’nın 2. maddesinin (j) bendinde yer alan (1) numaralı alt bentteki “işlenmekte olan suç”u ifade etmektedir.
bb) Mütemadi Suçlarda Suçüstü Hâli:
Doktrinde genel kabul gören görüş; mütemadi suçlar suçüstü hâlinde işlenebilen suçlardır. Mütemadi suçlarda, temadi devam ettikçe suçüstü hâlinin devam ettiği, icra hareketlerinin tamamlanmasının gerekmediği, mütemadi suçu oluşturan icra hareketlerinin bir kısmında sanığın geniş anlamda yakalanmasının yeterli olduğu, kanuni düzenlemelerde bu konuda bir ayrıma gidilmediği ve suçüstü hâlinde temadinin sona ereceğine ilişkindir.
Türk Hukukundaki silahlı örgüt suçuna ve usul hukukuna ilişkin düzenlemelere ayrıca değinilecek olmakla birlikte, faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir.
cc) Terör Suçlarında Özel Soruşturma Usulleri:
Kamu görevlilerinin görev nedeniyle işledikleri suçlar bakımından haklarında doğrudan soruşturma yapılabilmesi, fiilin ağır ceza mahkemesinin görevine girmesi ve failin suçüstü hâlinde yakalanması terör suçları bakımından gerekli görülmemiştir.
Demokratik yaşama ciddi tehdit oluşturan terör suçlarının soruşturulması usulüne ilişkin uzun yıllardan beri yürürlükte olan özel düzenlemeler söz konusudur. Nitekim, 16.06.1983 tarih ve 2845 sayılı yasa ile kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Görev” başlıklı ikinci bölümünün “Devlet güvenlik mahkemelerinin görevleri” başlıklı 9. maddesi;
“Devlet Güvenlik Mahkemeleri aşağıdaki suçlarla ilgili davalara bakmakla görevlidir.
a) Türk Ceza Kanununun 125 ila 139 uncu maddelerinde; 146 ila 157 nci maddelerinde; 161, 168, 169, 171, 172, 174 üncü maddelerinde; 312 nci maddenin 2 nci fıkrasında; (…); 499 uncu maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar,
Yukarıda belli edilen suçları işleyenler ile bunların suçlarına iştirak edenler, sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanırlar.
Ancak, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hali dahil Askeri Mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.”
Şeklindedir.
“Soruşturma usulü” başlıklı 10. maddesinde;
“…Bu Kanun kapsamına giren suçlar hakkında, suç görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılıklarınca doğrudan doğruya takibat yapılır.” hükmü yer almaktadır.
5271 sayılı CMK’nın 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen 250. maddesi;
“(1) Türk Ceza Kanununda yer alan;

c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç),
Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür.

(3) Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile (…) askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.”,
Aynı Kanun’un 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen “Soruşturma” başlıklı 251. maddesi ise;
“(1) 250 nci madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet Başsavcılığınca 250 nci madde kapsamındaki suçlarla ilgili davalara bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez….”
Şeklindedir.
“Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 3713 sayılı Terörler Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin 21.02.2014 tarihli 6526 sayılı Kanun’un 19. maddeleriyle yürürlükten kaldırılmadan önceki hâli;
“Bu Kanun kapsamına giren suçlar dolayasıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.
Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak;
a) Soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet başsavcılığınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316’ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 01.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26’ncı maddesi hükmü saklıdır” biçimindedir.
Mülga hükümlerin incelenmesinde de görülmektedir ki; silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’la kural olarak, soruşturmanın genel hükümlere göre, bu kanun uyarınca kurulmuş mahkemelerde görev yapan Cumhuriyet savcıları tarafından yapılacağı kabul edilmektedir. Devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılmasından sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 250. maddesi ile de bu genel kural aynen korunmuştur.
05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendi ile TCK’nın 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316 maddelerinde yazılı olup 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca doğrudan terör suçu kabul edilen suçlar hakkında görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet Savcıları tarafından doğrudan soruşturma yapılacağı hüküm altına alınmış olup aynı Kanun maddesinin bendinde 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 26. maddesi hükmünü saklı tutmuştur.
Daha sonra 06.03.2014 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesi yürürlükten kaldırılmış ve aynı Kanun’un 15. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ıncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmü 8. fıkra olarak eklenmiştir. Suç tarihinde bu hüküm yürürlüktedir.
Dolayısıyla suç tarihinde 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı terör suçları yönünden yapılacak soruşturmalarda görev ya da kişisel suç olup olmadığına bakılmaksızın Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSK üyelerine yönelik kendi özel kanunlarına ilişkin özel bir koruma öngörülmemiştir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5235 sayılı Kanun’un “Ağır ceza mahkemesinin görevi” başlıklı 12. maddesinde ağır ceza mahkemesinin görevine giren davaların istisnası olarak yer verilen “Anayasa mahkemesi Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler askeri mahkemelerin görevine giren hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır.” şeklindeki hüküm de kovuşturma aşamasında görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkin olup soruşturmanın usulüne ilişkin düzenleme içermemektedir.
Bu bağlamda ele alınması gereken ve 2575 ile 2797 sayılı Kanun’ların yürürlük tarihinden sonra, somut olayımızda suç tarihinden önce 06.03.2014 tarihli ve 28933 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine eklenen sekizinci fıkrada “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmüne ilişkin düzenlemede, aralarında silahlı örgüt suçunun da sayıldığı bazı suçların vahameti ve bu suçlarla korunan hukuki değer dikkate alınarak 2937 sayılı Kanun’da sayılan kişilere yönelik istisna haricinde, bu suçların soruşturmasının genel hükümlere göre yürütüleceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Buna göre Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesinin 6. fıkrasında belirtilen kişisel suç ağır cezalık olmasa ve fail suçüstü hâlinde yakalanmasa dahi, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrası gereğince doğrudan soruşturulabilecektir. Dolayısıyla TCK’nın 314. maddesinde yazılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle genel hükümlere göre soruşturma yapabilmek için suçüstü hâlinin bulunmasına gerek yoktur.
Ayrıca, 15.07.2016 tarihinde ülke genelinde başlayan ve 19.07.2016’e kadar devam eden hükûmeti devirmeye ve Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs edilmesi sebebiyle ve demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla ilan edilen olağanüstü hâlin varlığı, ülkede terör saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşen 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit ve tehlikenin boyutu, darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi amacıyla yapılan işlemlerin uygulanabilmesi ve demokrasinin korunarak hukuk devleti ilkesine bağlılığın sağlanması için ihtiyaç duyulan süre darbenin yapıldığı günle sınırlı olmamıştır. Mevcut iktidar tarafından Anayasal düzeni korumakla görevli kolluk güçleri ile soruşturma ve yargılama organları üzerindeki terör örgütünün kontrolünün boyutu bilinmediğinden zira üst düzey yöneticilerin en yakınındaki görevlilerin örgüt mensubu olduğunun anlaşıldığı ortamda, çağrı üzerine halkın günlerce meydanlarda demokrasi nöbeti tutarak güvenliğin sağlanmaya çalışıldığı bir süreçte; 15.07.2016 tarihinde başlayan ve sonrasında da devam eden darbe teşebbüsünün savuşturulması sürecinde sanığın yakalanıp gözaltına alındığı ve tutuklandığı hususları dikkate alındığında; sanığa isnat edilen suça ilişkin suçüstü hâlinin bulunduğu yönünde soruşturma ve kovuşturma mercilerince yapılan değerlendirmelerin olgusal ve hukuki temelden yoksun ve keyfî olduğu kabul edilemeyecektir.
B) Hâkim ve Savcılar Sınıfı:
Hâkim ve savcılarla ilgili olarak 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 82 ve müteakip maddelerine göre “görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlardan dolayı” soruşturma yapılması izne bağlanmış, aynı Yasa’nın 90. maddesi gereğince birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar için Yargıtayın ilgili ceza dairesi, birinci sınıfa ayrılmayan hâkim ve savcılar için de bağlı bulundukları yargı çevresindeki Ağır Ceza Mahkemesi kovuşturma mercisi olarak belirlenmiştir. Hâkim ve savcıların kişisel suçları ile ilgili soruşturma, görev yerlerine en yakın Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılır. Bu suçlar yönünden kovuşturma mercisi aynı yargı çevresindeki Ağır Ceza Mahkemesidir. (2802 sayılı Kanun’un 93. maddesi). Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlinde ise soruşturma genel hükümlere göre bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yapılacaktır. (Aynı Yasa’nın 94. maddesi) Hâkim ve savcıların görev suçları yanında görev sırasında işledikleri suçlar yönünden de özel soruşturma usulü benimsenmiştir. Ancak bu kuralın iki istisnası bulunmaktadır: ağır cezalık suçüstü hâli ve Türk Ceza Kanunu’nun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316. maddelerinde yer alan suçların işlendiği iddiasıyla yapılan soruşturmalardır. (CMK’nın 161/8. maddesi)
Görev suçlarında soruşturma sırasında alınması gerekli koruma tedbirleri bakımından 2802 sayılı Yasa’nın 85. maddesinde “Soruşturma sırasındaki tutuklama istemleri, son soruşturma açılmasına karar vermeye yetkili merci tarafından incelenir ve karara bağlanır.” şeklinde açık biçimde düzenlenmiş iken, şahsi suçlar yönünden özel bir hüküm bulunmadığından kanun koyucu burada genel kuraldan ayrılmamış olup bu hâlde soruşturma yapan Cumhuriyet Başsavcılığının yargı çevresindeki sulh ceza hâkimleri yetkili olacaktır.
C) Yargıtay Başkanı ve Üyeleri:
Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Bu ilke Anayasal bir hak olarak korunmuş olup Anayasa’nın 37. maddesinde “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” şeklinde ifade edilmiştir.
Yargıtay, adli yargı içerisinde Anayasal boyutta bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak düzenlenmiş olup adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı mercisine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercisidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmakla görevli kılınmıştır. Yargıtay Başkan ve Üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak bu görevler kapsamındadır.
Bilindiği üzere, 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra Milli Güvenlik Kurulu 20.07.2016 tarihinde yaptığı toplantıda “demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla” hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20.07.2016 tarihinde, ülke genelinde 21.07.2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21.07.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün TBMM tarafından onaylanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti 21.07.2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir.
Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 05.10.2016, 03.01.2017 ve 17.04.2017 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmıştır.
Olağanüstü hâl döneminde çıkarılan KHK’lar ile bazı yasalarda değişiklikler yapılmıştır.
2797 sayılı Kanun’un; Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı yapılacak inceleme, soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 46. maddesi suç tarihi itibarıyla;
“Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.
Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.
Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.
Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.
Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.
Sanık, Ceza Genel Kurulunca verilen kararın tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yeniden incelenmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmişken, bu maddenin beşinci fıkrasında 680 sayılı KHK’nın 5. maddesiyle değişiklik yapılarak bu kişilerin kişisel suçlarında kovuşturma makamı “Yargıtay Ceza Genel Kurulu” yerine “Yargıtay ilgili ceza dairesi” olarak yeniden belirlenmiş ve maddenin altıncı fıkrası da yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklik 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Son olarak, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesinin yürürlükten kaldırılan altıncı fıkrası bu kez 690 sayılı KHK’nın 2. maddesiyle yeniden düzenlenmiş ve bu fıkra;
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.” biçiminde son hâlini almış ve bu düzenleme de 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Söz konusu değişikliklerle birlikte, 2797 sayılı Kanun’un “Dairelerin Görevleri” başlıklı 14. maddesinde yine 680 sayılı KHK’nın 3. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan değişiklik sonucunda bu maddeye “Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulu bir veya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebilir. Bu durumda, görevlendirilen dairenin bakmakta olduğu işler, bir sonraki takvim yılı beklenmeksizin Birinci Başkanlık Kurulu tarafından başka dairelere verilebilir.” biçiminde (f) bendi eklenmiştir.
2797 sayılı Kanun’un 14 ve 46. maddelerinde yapılan değişiklikler üzerine toplanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca öncelikle 11.07.2017 tarih ve 245 sayı ile; söz konusu düzenlemelere yer verildikten sonra “kovuşturma işlemlerini yürütmek üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesinin görevlendirilmesine” karar verilmiş ve bu karar 18.07.2017 tarihli ve 30127 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Gelinen aşamada, suç tarihi itibarıyla Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılayacağı kişilerin, şahsi suçları bakımından kovuşturma makamı Yargıtay Ceza Genel Kurulu iken, sonradan olağanüstü hâl döneminde yürürlüğe konulan 680 sayılı KHK ile bu makamın Yargıtay ilgili ceza dairesi olarak değiştirilmesinin ve yargılamanın bu doğrultuda Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasının tabii hâkim ilkesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararında; Yargıtay Daireleri arasındaki görev ilişkisinin, adli yargı ilk derece mahkemeleri arasında var olan ve kamu düzenine ilişkin bulunan görev ilişkisi niteliğinde olmayıp 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 6545 sayılı Kanun’la değişik 14. maddesinde yer alan “hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında iş bölümü esasına göre çalışır” şeklindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere idari nitelikte iş bölümü ilişkisi olduğu, ancak kamu düzenine ilişkin görev ve bu husustaki uyuşmazlığın değerlendirilmesi açısından ilk derece yargılamasına konu dosyayı ele alan ve davaların birleştirilmesi hususunda farklı görüş bildiren Özel Dairelerin birbirinden farklı mahkemeler değil, istisnai hâllerde ilk derece yargılaması yapan “Yargıtay”, dolayısıyla tek mahkeme olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Terör suçlarına ilişkin davalara yönelik kanun yolu incelemeleri Yargıtay 16. Ceza Dairesince yapılmakta iken, bu suçlardan kaynaklanan davalardaki artış, bu artışın Yargıtayın tali ve istisnai görevi olan ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma görevine de yansıması ve bu nedenle oluşan ciddi iş yoğunluğu, beraberinde daireler arasında bu hususta da iş bölümü yapılması sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda 2797 sayılı Kanun’da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçlarında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması hususunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi görevlendirilmiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanınca hazırlanan Çalışma Yönergesi’ne göre ise iş yoğunluğu nedeniyle Dairede birden fazla heyet oluşturularak çalışma usulüne gidilmiştir.
Suç tarihinden önce ve sonrasında da 2018 yılının Eylül ayına kadar Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise 2797 sayılı Kanun’da ve Yargıtay İç Yönetmeliği’nde düzenlenen çalışma usulleri gereğince, değişken üyelerle haftada ancak bir kez toplanabilen ve zamanaşımı yakın, tutuklu iş niteliğinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının mahiyeti ve infaza dair olası hukuki sonuçları vb. nedenlerle önceliği bulunan dosyaların yoğun olarak görüşüldüğü bir karar organı olarak faaliyet göstermekteydi. Söz gelimi, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen sayısal verilere göre; 2017 yılında özetle 271’i itiraz, 877’si direnme olmak üzere esasa kaydedilen toplam 1148 dosyanın toplam 524’ü karara bağlanmış, karara bağlanan dosya sayısı 2018 yılında da 698 olarak ortaya çıkmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunda suç ayrımı yapılmaksızın tüm dairelerden gelen dosyaların karara bağlanmasına, derdest dosyaların çokluğu ve niteliğine, çalışma usulleri gereği önceden değişken tek heyet, sonradan ise sabit tek heyet hâlinde ve haftada en fazla 1-2 gün toplanabilmesine karşın, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bir uzmanlık mahkemesi biçiminde faaliyet göstermesi, bu Dairenin dahi yargılamaların makul sürede tamamlanabilmesi için haftanın bir çok günü ve birden fazla heyetle toplanarak yargılama yapıyor olması, mevcut çalışma prensipleri ve suç tarihinden sonra ortaya çıkıp belirginleşen iş yoğunluğu da dikkate alındığında, kişisel suçları nedeniyle Yargıtayda yargılanacak kişilerin kovuşturma makamının Yargıtay Ceza Kurulu olarak belirlenmesi, bu Kurulun önceden istisnai görevi olarak öngörülen yargılama yapma yetkisini asli görevi hâline getireceği, bu nedenle hem derdest dosyaların hem de kovuşturma yapılmak üzere gelen dosyaların adil yargılanma hakkına uygun olarak makul sürede tamamlanmasının imkânsızlaşacağı, dolayısıyla kovuşturma yapma yetkisinin Yargıtay ilgili ceza dairesine devredilmesine dair düzenlemenin, salt Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bu görevin yerine getirilmesindeki zorluk yerine adil yargılanma hakkının sağlanması ve davaların makul süre içinde sonuçlandırma gibi evrensel hukuk ilke ve kuralları açısından uluslararası üst normlardan kaynaklanan zorunluluğun gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu değişiklik üzerine kovuşturmanın Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılmasının usul ve kanuna uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Bu nedenle; dava konusu olayda sanığa atılı suç nedeniyle yargılamanın Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmaktadır.
D) Danıştay Başkanı ve Üyeleri:
Danıştay üyelerinin hukukî durumları 2575 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 3. maddesinde Danıştay Başkanı, Danıştay Başsavcısı, Danıştay başkanvekili, daire başkanları ile üyelerin “Danıştay Meslek Mensupları”nı ifade ettiği, 4. maddesinde de bu görevlilerin yüksek mahkeme hâkimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve kanunların kendilerine sağladığı teminat altında görev yapacakları belirtilmiştir.
2575 sayılı Kanun’un “Soruşturma” başlıklı 76. maddesi;
“1-Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işlemiş bulundukları suçlardan dolayı, Danıştay Başkanının seçeceği bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından ilk soruşturma yapılır.
2-Danıştay Başkanı hakkında soruşturma, kendisinin katılmayacağı Başkanlık Kurulunca seçilecek bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından yürütülür.
3-Kurul, soruşturma sonunda düzenleyeceği fezlekeyi ve buna ilişkin evrakı Danıştay Başkanına, soruşturma Danıştay Başkanı hakkında ise fezlekeyi ve evrakı başkanvekiline verir. Bu husustaki dosya Danıştay Başkanı veya vekili tarafından gerekli karar verilmek üzere İdari İşler Kurulu Başkanlığına tevdi edilir. Bu Kurulun vereceği kararlar sanığa ve varsa şikayetçiye tebliğ olunur.
4-Yargılamanın men’i kararı kendiliğinden ve son soruşturmanın açılmasına dair kararlar itiraz üzerine İdari İşler Kurulu Başkan ve üyelerinin katılmayacağı Danıştay Genel Kurulunda incelenir.
5-Danıştay Genel Kurulunun bu toplantılarında yeter sayı en az otuzbirdir. Toplantıda hazır bulunanlar çift sayıda ise en kıdemsiz üye toplantıya katılmaz.” ,
Aynı Kanun’un “Soruşturma dosyasının yargı yerlerine gönderilmesi” başlıklı 79. maddesi;
“76 ncı madde gereğince verilen son soruşturmanın açılmasına dair kararlar üst kurulca onanmak veya itiraz olunmamak suretiyle kesinleştikten sonra, soruşturma dosyası, gereği yapılmak üzere Danıştay Başkanı veya vekili tarafından Cumhuriyet Başsavcısına gönderilir.”,
Aynı Kanun’un “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun uygulanacağı haller” başlıklı 81. maddesi;
“…belirtilen bu maddelere göre yapılacak soruşturmalarla verilecek kararlarda, bu Kanun’da hüküm bulunmayan hallerde, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun soruşturmaya ilişkin hükümleri uygulanır.
2. Soruşturma kurulları sorgu hakiminin yetkilerini haizdir.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
“Şahsi suçların kovuşturma usulü” başlıklı 82. maddesinin birinci fıkrasında ise Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin şahsi suçlarının takibinde Yargıtay Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı ve üyelerinin şahsi suçlarının takibiyle ilgili hükümlerin uygulanacağı öngörülmüştür.
Söz konusu hukuki düzenlemeler ile yukarıda Yargıtay üyelerine ilişkin kısımda yer verilen açıklamalar bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde;
Danıştay üyelerine atılı kişisel suçun, suçüstü hâli bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı suçlardan olması ya da “ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli” kapsamında işlenmesi durumunda, soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 2797 sayılı Kanun’da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.
E) Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Seçimle Gelen Üyeleri:
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerinin hukukî durumları 6087 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un “Haklarındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı beşinci kısmında yer alan “Üyelerin Hukuki Durumları” başlıklı birinci bölümünde düzenlenen 34. maddesi uyarınca, Kurulun seçimle gelen üyelerinir görevleri süresince Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm malî ve sosyal haklardan yararlanacakları hüküm altına alınmıştır.
Yine, 6087 sayılı Kanun’un Beşinci Kısmında yer alan “Üyeler Hakkındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı İkinci Bölümde, üyeler hakkında disiplin ve adli yönden yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerine dair düzenlemelere yer verilmiştir.
6087 sayılı Kanun’un “Üyelerin adli suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 38. maddesi;
“(1)(Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.
(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.
(3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir.
(4) Soruşturma için seçilen üye, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.
(5) Soruşturmayı yürüten üye, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.
(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.
(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;
a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,
b) Kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine,
kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir.
(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır….”
Biçiminde son hâlini almıştır.
Söz konusu hukuki düzenlemeler ile yukarıda Yargıtay üyelerine ilişkin kısımda yer verilen açıklamalar incelendiğinde;
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine atılı suçun, suçüstü hâli bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı suçlardan olması ya da “ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli” kapsamında işlenmesi durumunda, görev suçu ya da kişisel suç olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Bu hâlde soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 6087 sayılı Kanun’da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.
F) AİHM Kararı Işığında Suçüstü Hâlinin Uygulanmaması Durumunda Uygulanacak Usul Hükümleri:
Suçun işlendiği tarihte yüksek yargı mensubu olarak görev yapan sanığın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin suçüstü hâline ve mütemadi suça ilişkin kararı doğrultusunda, örgüt üyeliği eylemini suçüstü koşulları altında gerçekleştirmediğinin kabulü hâlinde hakkında uygulanacak hükümlerin değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
Kişisel suçlar bakımından 2802 sayılı Hâkimler Savcılar Kanunu’nda olduğu gibi Yargıtay Kanunu, Danıştay Kanunu ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluş Ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun’da özel düzenlemelere yer verilmiştir. Sanık, anılan kanunlar gereğince yukarıda açıklandığı üzere özel soruşturma usulüne tabidir. Suç işlediği şüphesinin Yargıtay veya Danıştay Birinci Başkanlık Kurulu tarafından öğrenilmesi hâlinde bu işin ön incelemesini yapmak üzere ilgiliden daha kıdemli bir üye veya başkan görevlendirilerek gerekli soruşturmanın yapılacağı, soruşturma sonrasında adli veya idari yönden bir suç işlendiği kanaatine varılması hâlinde düzenlenecek raporların Birinci Başkanlık Kuruluna sunulacağı, Başkanlık Kurulunca düzenlenecek talepnameyle ilgili hakkında dava açılacağı anlaşılmakta ise de sanığın mensup olduğu iddia edilen terör örgütünün Anayasal düzene yönelik darbe girişimi sonrasında açığa alınan ve hakkında disiplin soruşturması başlatılan sanık istifaya davet edilmiş, bu daveti kabul etmemesi üzerine görevine son verilmek suretiyle disiplin suçu bakımından en ağır yaptırım uygulanmıştır. Bu arada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütülüp sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğince de tutuklandığı anlaşılmaktadır. Yargılamada gelinen bu aşamada yukarıda izah edilen özel soruşturma hükümlerinin uygulanmamasının, yargılamanın durması için bir neden teşkil edip etmeyeceği değerlendirildiğinde; usule ilişkin hakkın özüne dokunan ihlal gerçekleşmediği takdirde kovuşturma aşamasından soruşturma aşamasına dönülemeyeceği ilkesi gözetilip diğer taraftan ilgili mevzuata göre en ağır yaptırım gerektiren fiili işlemiş olması nedeniyle görevden sürekli şekilde uzaklaştırılmış bulunan sanık hakkında tekrar soruşturma izninin verilmesini talep etmenin yargılamayı uzatacağı ve yasanın kamu görevlileri hakkında özel soruşturma usulü konulmasındaki amacına hizmet etmeyeceği açık olup bu nedenle yargılamanın durdurulmasına gerek görülmemiştir.
III)SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇUNUN HUKUKİ NİTELENDİRİLMESİ:
Yargıtayın yerleşik uygulaması ve öğretideki ağırlıklı görüşlere göre örgüt kurma, yönetme ve üyelik suçları;
Genel Olarak:
Yapılanma biçimi ne olursa olsun kanunlarda suç olarak tanımlanan fiillerin işlenmesi amacıyla oluşturulmuş örgütlere suç örgütü denmektedir.
Örgüt kurma ve yönetme suçunda genel hükümlerden ayrı olarak kanun koyucu hazırlık hareketlerini suç sayarak kamu düzeninin ve güvenliğinin korunmasını sağlamak amacıyla bağımsız bir suç düzenlemesi yapmıştır. Bu suç somut tehlike suçudur.
Düzenleme ile amaç suçtan bağımsız olarak, hazırlık hareketlerini cezalandıran bir suç tipine yer verilmiştir.
Devletin şahsiyetine karşı cürümlere müteveccih çok kişinin iradesinin birleşmesinin doğuracağı ağır tehlikeyi ve ciddi bir suçun işlenmesi ihtimalinin muhakkaklığını göz önünde bulundurarak bu kolektif suç tehlikesini müstakil suç olarak cezalandırmış ve icra hareketlerine geçilmeden bir fiilin cezalandırılmayacağı prensibinden ayrılmıştır.
Devletin şahsiyetine karşı suçların çoğu teşebbüs suçudur, teşebbüs dahi tamamlanmış suç gibi kabul edildiğinden, zaten tehlike suçudur; bu bakımdan hazırlık hareketlerinin cezalandırılması “tehlike tehlikesinin cezalandırılması” şeklinde kabul edilmektedir. (Manzini, 1950, 606, atfen, Özek, ege. s. 348)
Örgüt kurma:
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin, emir-komuta zincirinin hâkim olduğu yapılanmayı ifade eder. Böylece örgüt, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı mahiyetini kazanmaktadır. Bu bağlamda bir organize güç aracından, organize güç enstrümanından söz edilebilir.
Suç örgütünün varlığından söz edebilmek için belli bir amaç, maksat etrafındaki bir fiili birleşme yeterlidir. Bu örgütler mahiyetleri itibariyle devamlılık arz ederler. Bu itibarla belli bir suçu işlemek için bir araya gelme hâlinde bir suç örgütünün varlığından bahsedilemez.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, somut bir tehlike suçu olduğu için oluşturulan örgütün üye sayısı ve malzeme donanımı itibariyle güdülen amaçları gerçekleştirme açısından somut bir tehlike arzedip arzetmediği hâkim tarafından yapılacak değerlendirmeyle belirlenecektir. Somut zarar tehlikesini oluşturmaya uygunluk için “amacı gerçekleştirmeye yeterli üye”nin, “hiyerarşik örgüt yapısı”nın, “şiddete dayanan eylem programı”nın varlığını aramak gerekir.
Örgütün silahlı olup olmaması ve sahip olunan silahların cins, nitelik ve miktarı somut tehlikenin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Örgütün, silahlı örgüt vasfını kazanması için mensuplarının silah sahibi olmaları gerekmez. Silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının olması gerekli ve yeterlidir.
Örgüt yönetme:
Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda ve icrasında harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.
Örgüt yönetme, örgütün amaçları doğrultusunda örgütü idare etmeyi, emir ve direktif vermeyi, örgüt içinde inisiyatif ve karar verme gücüne sahip olmayı gerektirir. Örgütün varlığının, etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması, hedeflerinin belirlenmesi, program ve stratejilerinin saptanmasını ifade eder. Ancak örgütün faaliyetleri çerçevesinde sadece belirli bir suçun işlenmesini organize edenler bu suçun işlenmesini planlayıp yönetenler örgüt yöneticisi olarak kabul edilemez.
Geniş bir alanda faaliyet yürüten örgütlerin yöneticileri, örgüt yapılanması da dikkate alınarak somut olayın özelliklerine, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevlerine göre belirlenmelidir. Bu tür örgütlenmelerde her yöneticinin örgütün tamamını yönetmesi mümkün olmadığından, örgütün bölge, il, ilçe sorumlularının yönetici olup olmadıklarının sorumluluk sahalarındaki örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu da gözetilerek belirlenmesi gerekir.
Örgüt üyeliği:
Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir .Örgüt üyeliği; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ; canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemedeki ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır.
Bu ilkeler ışığında iç hukukumuzdaki düzenlemelere göz atıldığında;
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” aynı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu; “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi…” şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
TCK’nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için;
a) Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir.
b) Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun’un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve Devletin Anayasal düzenine veya güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.
c) Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK’nın İkinci Kitabının Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.
d) Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkanına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.
Türk halkı 40 yılı aşkın süredir etnik, ideolojik veya dini temellere dayalı çeşitli terör örgütleri tarafından yapılan saldırılara muhatap olmuş, binlerce insan hayatını kaybetmiş veya ağır şekilde yaralanmıştır. İnsanların refahı için harcanması gereken parasal kayıp hesap edilemeyecek boyuttadır. Örgütün baskısı yüzünden bazı insanlar en temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hâle gelmiş, yaşadıkları yerleri terk etmek ya da örgütün talimatları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmışlardır. Devlet, bu tehdidin devam ettiği zamanlarda dahi insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeleri imzalayarak kişisel hak ve özgürlükleri korumak iradesini ortaya koymuştur. Nitekim bu sözleşmelerdeki hakların, hiyerarşik olarak kanunlar üstü biçimde uygulanacağına dair Anayasal hüküm kabul edilmiş olması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisinin tanınması bu iradenin somut örneklerinden birisidir. 1991 yılında yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunu’nda 29 kez genel olarak özgürlükleri genişletme yönünde değişiklik yapılmıştır. Amaç suçlar bakımından tehlikelilik hâlinin somutlaşıp yakınlaşması durumunda halkta oluşan güvenlik kaygısının artmasına paralel kısıtlayıcı tedbirlere başvurulduğu görülmekle birlikte kişilerin barış ve güven içinde yaşama hakkına yönelik tehdidin azaldığı dönemlerde özgürlükleri genişleten düzenlemeler hız kazanmıştır.
Terörle Mücadele Kanunu’nun terör örgütlerini tanımlayan 7/1. maddesinde 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle yapılan değişiklik sonrası oluşan hukuki durumun değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. İlgili maddenin önceki hâli “Madde 7- “3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168. 169, 171, 313, 314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar” şeklindeki iken 2006 yılında yapılan değişiklik sonrası “7/1. cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hâlini almıştır.
Bu değişiklik karşısında; Terörle Mücadele Kanun’unda yapılan örgüt tanımı ile TCK’nın 314/1-2. maddesindeki örgüt tanımı çelişmekte midir; mevzuatta silahlı veya silahsız iki ayrı örgüt varlığını sürdürmekte midir soruları gündeme gelmektedir. Başka deyimle Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/1. maddesinin, TCK’nın 314. maddesine atfının unsur atfı mı yoksa ceza yaptırımına mı olduğu ortaya konulmalıdır. Silahlı terör örgütü suçunun unsurlarına TCK’nın 314. maddesinde yer verilmiştir. Yukarıda izah edildiği şekilde örgüt kurma, yönetme ya da üye olma, amaç suç bakımından hazırlık hareketi niteliğinde somut tehlike suçudur. Somut tehlike suçları zarar suçu niteliğinde olmayıp hazırlık hareketlerini cezalandıran istisnai düzenlemeler olması nedeniyle cebir ve şiddet içeren faaliyetlerde bulunma zorunluluğu yoktur, yeter ki cebre yönelik bir irade ortaya konulsun. Zira 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinin 1. bendinde örgüt kuran kişilerin, herhangi bir suç işlemeden örgütü dağıtmaları halinde cezai yaptırıma muhatap olmayacakları şeklindeki düzenleme bu görüşü doğrulamaktadır. Bu nedenle 3713 sayılı Kanun’un 7/1. maddesinde yapılan değişiklikle, failin örgüt üyesi olduğunun kabulü için cebir ve şiddet gerektiren fiili işlemesi zorunluluğu getirildiği ileri sürülemeyecektir. Bu değişiklik TMK’nın 1. maddesinde yazılı amaç suçların gerçekleştirilmesinde şiddetin gerekliliğini vurgulamanın yanında kurulan, yönetilen veya üyesi olunan örgütün cebir ve şiddeti araç olarak kullanma gerekliliğini ifade etmektedir. Aksi takdirde bu suçun tehlike suçu olma vasfını ortadan kaldırmış ve TCK’nın 220 ve 314. maddelerindeki unsurlarla çelişilmiş olacaktır.

Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi:
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün aşağıda açıklanan yapı ve görüntüsü itibariyle suçların manevi unsurunun tespiti bağlamında kusur ilkesi ve suçun kast unsurunun değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’ya esas alınan suç teorisi üç ilkeye dayanmaktadır. Bunlar: kusur ilkesi, hukuk devleti ilkesi ve insanilik ilkeleridir.
Kusur ilkesi; kusursuz ceza olmaz prensibine dayanmaktadır. Failin işlemiş olduğu suçtan dolayı şahsen kınanabildiği hâllerde cezalandırılmasını ifade eder. İlke ile amaçlanan, cezanın kusuru gerektirdiği ve kusurlu hareket etmeyen kişinin cezalandırılmayacağıdır. Bu ilkeden çıkarılacak birinci sonuç, netice sorumluluğunun kaldırılmış olması; ikinci sonuç ise cezanın kusur derecesini aşmayacağı yani ceza hukukunda kusurla orantılı ceza tayininin esas alınacağıdır.
Hata (yanılma); genel olarak kişinin tasavvuru ve zihinden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu, dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şeyin olduğundan farklı bir biçimde algılanması hâlinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi hâlinde ise yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası, bir algılama hatası olduğu hâlde; yasak hatası, bir değerlendirme hatasıdır.
Failin ceza sorumluluğuna gidilebilmesi için kusurlu olması şarttır. Kusur, kınanabilirliktir. Kusurun ifade ettiği değersizlik yargısı ile fail hukuka uygun davranmaması, haklı olan lehine karar verebilme ve hukuka uygun davranma imkanına sahip olmasına rağmen haksız olan davranışı tercih etmesi nedeni ile kınanmaktadır. Kusur yargısının temeli insanın özgür iradesidir. İnsan, özgür iradeye sahip bir varlık olması nedeniyle haklı olan davranış ile haksızlık arasında bir tercih yapma ve haklı olan davranış lehine karar verebilme, davranışlarını hukuk düzeninin gereklerine göre yönlendirebilme ve hukuk düzeninin yasakladığı davranışlardan sakınma yeteneğine sahiptir. Kusur yargısının temelini oluşturan irade özgürlüğü, haksızlık bilincinin varlığını gerekli kılar. Çünkü insanın haklı olan davranış ile haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan davranışı tercih ediyor ise kusurludur. Fakat yasak yanılgısı her zaman failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz. İnsan, hukuk toplumunun bir üyesi olarak hukuka uygun davranmak ve haksız olan davranışlardan sakınmak yükümlülüğü altındadır. Failin açıkça yasak olduğunu bildiği davranışlardan sakınması bu yükümlülüğü yerine getirdiği anlamına gelmez. Fail, aynı zamanda davranışlarının hukuk düzeninin gerekleri ile uyumlu olup olmadığını sorgulamakla yükümlüdür. Fail bu husustaki şüphesini tefekkür etmek veya bir uzmana danışmak yoluyla bertaraf etmek zorundadır. Ayrıca fail vicdan muhasebesi de yapmalıdır. Failden beklenen vicdan muhasebesinin ölçüsü, somut olayın koşulları ile onun sosyal ve mesleki çevresidir. Fail kendisinden beklenen vicdan muhasebesine rağmen davranışının haksızlığını idrak etmeye muktedir değilse yanılgısı kaçınılmazdır. Bu durumda fail kusurlu addedilemez. Buna karşılık fail kendisinden beklenen vicdan muhasebesiyle davranışının haksızlığını idrak edebilecek idiyse yasak yanılgısı kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz; fail kusurludur, ancak kusuru azalmıştır.
Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi unsurlarında (TCK’nın 30/1. maddesi), suçun nitelikli hâllerinde (TCK’nın 30/2. maddesi), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (TCK’nın 30/1-3. maddesi) hata kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (TCK’nın 30/3. maddesi) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (TCK’nın 30/4. maddesi) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. (TCK’nın 27/1. maddesi)
İlgisi nedeniyle suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı) üzerinde durmak gerekecektir.
TCK’nın 30/1. maddesinde “suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı” belirtilmiştir. Unsur yanılgısının konusunu suçun maddi unsurları oluşturmaktadır. Unsur yanılgısı kastı ortadan kaldırdığına göre, böyle bir yanılgı ancak kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirdiğinden, maddi unsurların bilinmemesi hâlinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.
Unsur yanılgısı; haksızlığa temel teşkil eden, haksızlığı tipikleştiren objektif unsurlarda, yani suçun maddi unsurlarında yanılgıdır. Bu durumda haksızlığın kasten işlendiğinden söz edilemez. Fiilin taksirle işlenmiş şekli suç olarak tanımlanmış ise fail ancak taksirli suçtan sorumlu olur.
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olduğunu eylem ve söylemleriyle açıkça ortaya koyabileceği gibi legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri, kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yararlanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hâli de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK’nın 223. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.
Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararında da belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihaî amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” şeklinde örgütlenmesi ve Devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fetullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile ilgili dava dosyalarında yer alan belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihaî amacının açıkça ortaya konularak devleti ve hükûmeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması, Milli Güvenlik Kurulu’nun 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde “hizmet hareketi” adlı legal görünümlü illegal yapının, paralel bir devlet kurma amacında olan, devletin varlığına ve Anayasal düzenine karşı ciddi tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların Devlet ve Hükûmet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.
IV) FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ YAPILANMASI:
a) Genel olarak:
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı, 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı ile 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararları ve bu suçların temyiz incelemesi ile görevli 16. Ceza Dairesinin kararlarında ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; “Altın Nesil” adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.
İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü “gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkâr etmek” üzerine kuruludur.
FETÖ/PDY’nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT’e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY’nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY’nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY’deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Nitekim hiyerarşik ilişki bakımından sıkı bir disiplinin hâkim olduğu Türk Silahlı Kuvvetlerinde dahi FETÖ/PDY mensuplarının darbeye teşebbüs sırasında genel olarak öğretmenlerden oluşan mahrem imam olarak adlandırılan sivil kişilerden aldıkları talimatlara göre hareket ettikleri veya alt rütbedeki subayların emirlerine uydukları birçok dava dosyasında görülmüştür.
Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK’da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatları ile hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi öldürülüp yaralanmıştır.
Söz konusu terör örgütü, nihaî amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihaî hedefi bulunan FETÖ/PDY, söz konusu ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek amacıyla hareket etmektedir.
Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliğinin bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi içinde yapılanarak grup imamları tarafından emir talimat verilmesi ve üyeleri arasında haberleşmenin sağlanması için ByLock gibi haberleşme araçlarının kullanıldığı, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği, amaca ulaşabilmek için yeterli eleman, araç ve gerece sahip olduğu, amacının Anayasa’da öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükûmet ve diğer Anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla Emniyet, Jandarma, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirdiği, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme ve Yargıtay kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında;
FETÖ/PDY, küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzere kurulan bir maşa olarak; Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kuruluşundan 15 Temmuz sürecine kadar örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından belirlenen ideoloji doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek için hareket etmiştir. Gerçekleştirilen eylemlerde kullanılan yöntem, bir kısım örgüt mensuplarının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkânlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi hâlinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK’nın 314. maddesi kapsamında bir silahlı terör örgütüdür.
b) Örgütün Yargı ve Yargıtay Yapılanması, HSK ve Yüksek Mahkeme Üyelikleri Seçimleri:
Örgütsel kadrolaşma açısından; FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü tarafından kendi mensuplarına hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığı sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu, örgüt mensubu öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları hâlinde örgütün kendilerine referans olacağının söylendiği, mülakatı geçip staja başlayan örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcısı adaylarının Adalet Akademisi ve staj döneminde de yine örgüt tarafından koordine edildiği, söz konusu adayların örgüt mensubu olduklarının anlaşılmaması için kendi başlarına fakat örgütle irtibatı koparmayacak şekilde ev tutmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar halinde örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, bu kapsamda örgüt kurallarına göre iki evin irtibat halinde olmasının istendiği, bu evlere murakıp adı verilen örgüt mensubu kişilerin gelerek evde kalan adaylardan bilgi alıp tavsiyelerde bulundukları, bununla birlikte örgüte ait ışık evlerinin il bazında eyalet adı altında birden çok bölgeye ayrıldığı, her bölgenin sekiz ilâ on evi kapsadığı, bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi/ablası adı verildiği, örgütün Türkiye Adalet Akademisi stajındaki adayları staj dönemlerine göre ayırdığı, bazı örgüt mensubu adaylara Türkiye Adalet Akademisi yurdunda kalmaları tavsiye edilerek bu kişilerden, örgüt lehine ya da aleyhine konuşan aday arkadaşlarının bildirilmesinin istendiği, her dönemin sorumlu abisinin/ablasının bulunduğu, evlere gelen örgüt mensubu murakıpların adaylara dinsel ve sosyal davranışları açısından telkinde bulundukları, örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının T1, T2, T3, T4 ve T5 şeklinde kategorize edilerek taşra ve devre yapılanmasının oluşturulduğu, bu yapılanmalarda belirli aralıklarla organizasyon ve görüşmelerin gerçekleştirildiği,
Eski Yargıtay üyelerinin görev yapmakta oldukları hukuk ve ceza dairelerine göre gruplar oluşturulduğu, eski yüksek yargı üyelerinin kod isimleri dikkate alındığında (H1, H2, H3, C1, C2, C3, C4) şeklinde gruplandırıldıkları, eski Yargıtay üyelerinin görevde bulundukları zaman içerisinde görev yaptıkları Yargıtay Daireleri göz önünde bulundurulduğunda “H” kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Hukuk Dairelerinde, “C” kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Ceza Dairelerinde görev yaptıkları, isimlendirmelerde yer alan 0, 1, 2, 3 rakamlarının grup içerisindeki hiyerarşiye ilişkin sıralamayı, “0” ile kodlamanın ise grup sorumlusunu gösterdiği, harf ve rakam ile gruplandırmalardan sonra (C3, H2 vb.) bazı isimlendirmelerde kullanıcının adı ve soyadının baş harflerinin eklenmesi suretiyle kod adı oluşturulduğu anlaşılmıştır.
c) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Teşebbüsü:
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 14.07.2017 tarih ve 2017/1443-4758 sayılı kararında açıklandığı üzere;
15 Temmuz 2016 günü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin değiştirilmesi amacıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olan ve/veya bu örgütsel faaliyeti destekleyen 8.000’in üzerinde askeri personel tarafından savaş uçakları dahil 35 uçağın, 3 geminin, 37 helikopterin, 74’ü tank olmak üzere 246 zırhlı aracın ve 4.000’e yakın hafif silahın kullanılarak; Cumhurbaşkanına suikasta teşebbüs edilmiş, TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi başta olmak üzere birçok stratejik merkez bombalanmış, Başbakanın konvoyuna silahlı saldırı gerçekleştirilmiş, kalkışmaya karşı koyan güvenlik görevlileri ile sokaklara çıkan sivillere Devletin silahlı kuvvetlerine ait bu uçak, helikopter, tank ve silahlarla saldırılarak 4’ü asker, 63’ü polis ve 183’ü sivil olmak üzere toplam 250’den fazla kişi şehit edilmiş; 23’ü asker, 154’ü polis ve 2.558’i sivil olmak üzere toplam 2.735 kişi de yaralanmıştır.
Somut darbe teşebbüsü, TCK’nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylem vasfını aşarak Anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmıştır.

d) 15 Temmuz 2016 Tarihindeki Darbe Teşebbüsünün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü İle İlişkisi:
Anayasa Mahkemesinin 30.06.2017 tarihli ve 30110 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 20.06.2017 tarihli ve 2016/22169 başvuru numaralı kararında ayrıntılı olarak yapılan tespitler, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 03.03.2017 tarihli ve E.2017/7327 sayılı, E.2017/26 sayılı ve 2006/103583 soruşturma sayılı iddianamelerindeki belirlemelere göre; “Yurtta Sulh Konseyi” üyesi olan, “sıkıyönetim komutanı” olarak görevlendirilen, “sıkıyönetim mahkemeleri”ne ve “kritik önemdeki askerî ve sivil makamlara” ataması planlanan kişilerin büyük bölümünün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olduğunun, bu görevlendirmelerin yapılmasında örgüt içindeki hiyerarşinin dikkate alındığının ve haklarında örgüte üye olma suçundan işlem yapılan bazı emniyet mensupları ile mülki idare yetkililerinin darbe girişimi sonrasında ilan edilecek sıkıyönetim döneminde atanacakları resmî devlet kuruluşlarına gittiklerinin saptandığına dair bulgular, tanık olarak dinlenen Genelkurmay Başkanı ile İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca dinlenen gizli tanıklar (Şapka ve Kuzgun)’ın anlatımları, şüpheli olarak dinlenen Deniz Piyade Tugay Komutanı Tuğamiral H. İ. Y., Genelkurmay Başkanı’nın emir subayı olan Yarbay L. T., Jandarma Genel Komutanlığında görev yapmakta olan Binbaşı H. H., Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığında görev yapmakta olan Yarbay F. E., Yüzbaşı F. T. Ç., Müşterek İstihbarat Koordinasyon Merkezi Başkanlığında görev yapan Jandarma Yarbay A. K., Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Analiz Yönetim Başkanı Tuğgeneral G. Ş. S., Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Üretim Analiz Merkezinde görev yapmakta olan Yüzbaşı A. P., Kara Kuvvetleri Tayin Daire Başkanlığında astsubay olarak görev yapmakta olan T. F. D., TSK’da pilot olarak görev yapan Yarbay İ. A., Akıncı 4. Ana Jet Üssü Komutanlığında pilot olarak görev yapan Teğmen M. M. gibi çok sayıda şüphelinin itiraf içeren beyanları, açık kaynak bilgileri, 15 Temmuz darbe kalkışması ile ilgili verilen mahkeme kararları, derdest bulunan dava dosyaları ve yürütülen soruşturmalar ile resmî kurumların tespitleri değerlendirildiğinde; 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün, daha önce de bir çok kez yaşandığı üzere uluslararası güç odaklarının da desteğiyle, esas itibariyle Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği, kalkışmaya başka unsurların da katılmış olma ihtimalinin darbe teşebbüsünün bu karakterini değiştirmeyeceği değerlendirilmiştir. (Yargıtay 16. CD’nin 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443-4758 sayılı kararı)
V) HÜKME ESAS ALINAN BAZI DELİLLERİN HUKUKİ NİTELİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ:
A) BYLOCK İLETİŞİM SİSTEMİ:
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı ile 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
Gelişen teknolojiyle beraber hayatın her alanında kullanılan bilişim teknolojisi, muhakeme konusu olayların aydınlatılmasında etkin rol oynayan deliller arasında ön sıralarda yer almaktadır.
Kural olarak kişiler arasındaki haberleşme gizlidir. Ancak terör örgütlerinin yasa dışı amaçlarını gerçekleştirirken, mensuplarının ve faaliyetlerinin kolluk güçleri tarafından tespit edilememesi için çağın şartlarına uygun teknik olarak daha gelişmiş haberleşme sistemleri kullandıkları sıklıkla görülmektedir. Nitekim ByLock iletişim sistemi, global bir uygulama görüntüsü altında belli bir tarihten sonra yenilenen ve geliştirilen hâliyle münhasıran FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının kullanımına sunulmuş bir programdır. Benzer iletişim araçlarında olduğu gibi sisteme dahil olup kullanmak kişilerin istekleriyle değil örgüt yöneticilerinin inisiyatifi ile gerçekleşmiştir. Üyeler arasındaki haberleşmede zaman zaman gündelik işlerle ilgili mesajlar paylaşılsa da ağırlıklı olarak örgütsel talimatların iletildiği, faaliyetlerin değerlendirildiği, örgüt mensupları arasındaki bağlılığı artırıcı ve motive edici haberlerin paylaşıldığı bir sisteme dönüştüğü anlaşılmış olup ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacağı kabul edilmiştir.
ByLock sisteminin kullanılması için indirilmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerektiren, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenerek iletilmesine dayanan bir tasarıma sahiptir. Bu şifrelemenin, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir.
2014 yılı başlarında işletim sistemlerine ait uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olan ByLock’un, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra geliştirilen ve yenilenen sürümünün ancak örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve Bluetooth yoluyla yüklenildiği yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesajlar ve e-postalardan anlaşılmıştır.
ByLock iletişim sisteminin hukuki alt yapısı;
2937 sayılı MİT Kanunu’nun 6. maddesinin “g” bendinde; Telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, millî savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplayabileceği, 4. maddesinin “i” bendinde ise dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmakla görevli olmanın yanında Devletin güvenliğini ilgilendiren ve suç işlendiği şüphesi doğuran somut verileri terörle mücadele konusunda görevli idari ve adli birimlere ulaştırmakla yükümlüdür. Nitekim, ByLock uygulamasına ait sunucular üzerindeki veriler hakkında düzenlenen teknik analiz raporu ve dijital materyallerin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ve Emniyet Genel Müdürlüğüne ulaştırıldığı görülmektedir. Bu aşamadan sonra adli sürecin başlatılması ve bu noktadan sonra CMK hükümlerine göre soruşturma işlemlerinin yapılması zorunludur. Nitekim Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ByLock ile ilgili dijital materyallerin teslim edilmesi üzerine 2016/104109 sor. ve 2016/180056 numara üzerinden başlattığı soruşturma kapsamında, CMK’nın 134. maddesine göre gönderilen dijital materyallerle ilgili 09.12.2016 tarihli ve 2016/104109 soruşturma sayılı yazısı ile Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliğine Milli İstihbarat Teşkilatınca teslim edilen 1-1 adet Sony marka HD-B1 model, üzerinde bBW3DEK69121056 seri numaralı ve ön yüzünde 1173d7a09195cf0274ce24f0d69ede96 yazılı harddisk, 2-1 adet Kingston marka DataTraveler, uç kısmında DTIG4/8GB 04570- 700.A00LF5V 0S7455704 yazılı flash bellek üzerinde CMK’nın 134. maddesi gereğince inceleme yapılmasına, 2 adet kopya çıkartılmasına, kopya üzerinde kayıtların çözülerek metin haline getirilmesine karar verilmesini istendiği, Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğince bu talep kabul ederek 09.12.2016 tarihli ve 2016/6774 D. İş nolu karar ile dijital materyaller üzerinde inceleme yapılması, kopya çıkarılması ve kopya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak metin haline getirilmesine ve bir kopyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.
Soruşturma aşamasında olayın aydınlatılması amacıyla el konulan veya talep edilen elektronik verilerden doğrudan suçla ilgili olanlar elektronik delil olarak kabul edilmektedir. Bir suçun işlendiği iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında, dijital veri ve delil elde etmek amacıyla bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında, bilgisayar kütüğünde, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütüklerinde ve çıkarılabilir donanımlarda arama yapılması gerekebilir. Bu konuda uygulanacak iki kural vardır. Birisi CMK’nın 134. maddesi, diğeri de 27.07.2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında çıkartılan 667 ve 668 sayılı KHK’larla Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü, beşinci, altınca ve yedinci bölümde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve bu suçlar kapsamına girip girmediğine bakılmaksızın, toplu yani en az üç kişinin iştiraki ile işlenen suçlarda uygulanabilecek 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendidir. Bu düzenleme, 6755 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler İle Bazı Kurum Ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendinde aynen yer almıştır. Bu sebeple bilgisayarda arama, kopyalama ve el koyma konusunda CMK’nın 134 ve 6755 sayılı Kanun’un 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendi birlikte uygulanacaktır. Bu uygulama sırasında 6755 sayılı Kanun’un “soruşturma ve kovuşturma işlemleri” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasında sayılan suçlar yönünden öncelik aynı Kanun’un 3/1-j maddesi olacak, burada hüküm bulunmayan hâlde CMK’nın 134. maddesine göre hareket edilecektir. Olağanüstü hâl kaldırıldığı anda bilgisayarda arama, kopyalama ve el koyma konusunda öngörülen istisnai tedbirin uygulaması son bulacaktır. Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbiri, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 134’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu koruma tedbiri, CMK’nın 116 ve 123. maddelerinde düzenlenen “arama” ve “el koyma” koruma tedbirlerinin özel bir görünümünü oluşturmaktadır. Buna göre, bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması hâlinde Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına ve bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir. Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması hâlinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için bu araç ve gereçlere el konulabilir. CMK’nın 134. maddesindeki “bilgisayar kütükleri” ifadesi teknik anlamda sadece masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarda bulunanları değil; CD, DVD, flash disk, disket, harddisk vs. tüm çıkarılabilir bellekler, telefon vb. dijital tabanlı mobil cihazlarda dahil olmak üzere herhangi bir bilgi işlem veya veri toplama araç ya da gerecinde bulunabilecek tüm dijital dosyaları kapsamaktadır. Adli Ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin “bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma” kenar başlıklı 17. maddesinde el koyma sırasında zorunlu kılınan yedekleme işleminin, “bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımlar hakkında da” uygulanmasının dayanağı budur.
10 Kasım 2010 tarihinde Türkiye tarafından imzalanan, 22.04.2014 tarihinde ve 6533 sayılı “Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesi” adı ile onaylanıp 02.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasa’nın 90. maddesi gereğince iç hukukumuzun bir parçası olarak kabul edilen Avrupa Siber Suçlar Sözleşmesi’nde bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında, bilgisayar kütüklerinde, bilgisayar ağları ve verilerin saklandığı depolarda ve uzak bilgisayar kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbirlerinin uygulanabileceği kabul edilmiştir. Bilgisayar kütükleri (computer files) yalnızca kullanıcının kendi bilgisayarında yer alan bir bilgisayar programı aracılığıyla kullanılabilen, verilerin saklandığı depolama araçlarıyla sınırlı değildir. Bunun yanında bir bilgisayar aracılığıyla ağ üzerinden ulaşılabilen gerek kullanıcıya ait gerekse kullanıcıya ait olmayıp ancak ortak paylaşıma ve kullanıma açık diğer bilgisayarlardaki veri depolama araçlarına ulaşabilmek mümkündür. CMK’nın 134/1. maddesinde “şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde” arama ve kopyalama işleminin yapılabileceği belirtilmiştir. Kanun koyucu, söz konusu maddede arama ve kopyalama işlemlerinin yapılacağı araçların şüpheliye ait olmasını aramamış, şüphelinin fiilen bu araçları kullanıyor olmasını yeterli görmüştür. Maddede özellikle “şüphelinin kullandığı” ifadesine yer verilmiştir; zira üzerinde arama ve kopyalama işlemi yapılacak bilişim sisteminin şüpheliye ait olması gerekmez. Şüphelinin maliki olduğu, kiraladığı, ödünç aldığı ya da ortak kullanıma açık bir bilgisayarı eylemini gerçekleştirirken kullanması bu tedbirin uygulanması için yeterlidir. Ancak delile ulaşmak için sadece failin kullandığı bilişim sisteminde arama yapılması yeterli değildir. Bilgisayarlarda, bilgisayar programları, bilgisayar kütükleri veya diğer araçlarda yapılacak aramanın konusu “elektronik veri”dir. Bu araçlarda arama işleminde amaç suçla bağlantılı her türlü elektronik veriye ulaşmaktır. Bu kapsamda bilgisayardaki mevcut klasördeki dokümanların tümü taranabilir. Bilgisayarda, şüpheli veya sanığın internet ortamında çeşitli programlar ya da sosyal iletişim siteleri (Msn Messenger, Facebook, Twitter vb.) vasıtasıyla gerçekleştirdiği iletişime ilişkin kayıtların aranması, CMK’nın 135. maddesine göre değil CMK’nın 134. maddesine göre yapılabilir. Zira CMK’nın 135. maddesinde düzenlenen telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri, teknik araçlarla iletişimin tespitini, dinlenmesini ve kayda alınmasını kapsamaktadır. CMK’nın 135. maddesine göre yapılan iletişimin dinlenmesi ve kaydı, geçmişe dönük olarak değil geleceğe dönük olarak yapılabilir. Diğer bir ifadeyle geçmişte gerçekleşen iletişimin dinlenebilmesi, kayda alınabilmesi mümkün değildir. Ancak internet ortamında gerçekleştirilen iletişime ilişkin kayıtlar, bilgisayar kütüğünde kayıt altına alındığından bu iletişim kayıtları hakkında CMK’nın 134. maddesindeki koruma tedbiri kapsamında arama, kopyalama ve elkoyma tedbirleri uygulanabilir. Bireyin e-posta, yazışma ve haberleşmeleri CMK’nın 135. maddesi kapsamında değerlendirilirken, bireyin kendisine e-posta ile gelen bir yazı, resim, görüntü veya ek dosyayı kullandığı bilgisayara veya taşınır belleğe kaydettiğinde, artık bu belge haberleşme hürriyetinin dolayısıyla iletişimin denetlenmesinden çıkıp CMK’nın 134. maddesi kapsamında bilişim cihazına kayıtlı bilgi ve belgeye dönüşecektir. Kriptolu haberleşme sonucunda silinmiş mesajların gerek bilgisayarda gerekse sistem üzerinde ele geçirilmesi de telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim denetimi kapsamında olmayıp bu gibi hallerde CMK’nın 134. maddesinde düzenlenen bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbiri söz konusu olabilir.
Sonuç olarak, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının dijital materyaller üzerinde CMK’nın 134. maddesi gereğince Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinden aldığı inceleme kopyalama ve çözümleme kararına istinaden Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı uzmanlarınca düzenlenen 18.02.2017 tarihli ByLock raporu, açık kaynaklar, dosyadaki diğer bilgi ve belgeler, yasa, Anayasa ve uluslararası sözleşmeler göz önüne alınarak yapılan tespit ve değerlendirmeler sonucunda; MİT tarafından yasal olarak elde edildiği kabul edilen dijital materyaller üzerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi ile CMK’nın 134. maddesi gereğince Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinden alınan “inceleme kopyalama ve çözümleme” kararına istinaden bilgisayardaki ve bilgisayar kütüklerindeki iletilerin tespiti işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Haklarında soruşturma işlemi başlamamış ya da soruşturması devam eden yüz binden fazla şüphelinin delil niteliğinde kişisel bilgisi bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı uzmanları tarafından üzerinde çalışma yapılan ByLock ana serverının, soruşturmanın selameti ve kişilerin masumiyet karinesinin korunması açısından sanıklara teslim edilmesi mümkün olmamış, ilgililer hakkında görevlilerin incelemesi sonucu ortaya çıkan raporlara yönelik somut itirazlar soruşturma ve kovuşturma aşamasında inceleme ve değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
B) SABİT HATLARDAN ARAMA VE ARDIŞIK ARAMA YÖNTEMİ:
1) FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Askeri Mahrem Yapılanması:
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 2017/956 Esas 2017/370 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleşen 16. Ceza Dairesinin ilk derece sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarihli ve 2015/3 Esas 2017/3 Karar sayılı ve aynı Dairenin temyiz mercii olarak verdiği 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443 Esas 2017/4758 Karar sayılı kararlarında nitelikleri ve özellikleri açıklanan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı tarafından 2019 yılı Ocak ayında düzenlenen rapora göre;
a) Genel Olarak Mahrem Hizmetler ve Mahrem Yapılanma:
Mahrem hizmetler, Devletin en kritik ve operasyonel birimlerine sızarak örgüt hesabına yürütülen gizli faaliyetleri ifade eder. Bu kurumlarda örgüt adına kadrolaşma, abinin veya imamın emrine göre organize hareket edip örgüt amacına yönelik verilen görevleri ifa etmektedir.
Mahrem hizmetlerde, Fetullah Gülen veya örgütün üst yönetim katından gelen talimatları, doğruluğunu veya akla uygunluğunu, dini, hukuki, ahlakiliğini sorgulamadan yerine getirecek “mutlak itaat ve teslimiyet gösteren özel seçilmiş” örgüt mensupları kullanılmaktadır.
Mahrem hizmetlerde istihdam edilecek örgüt mensuplarının, zihin kontrollerinin sağlanması, örgütün değerlerini ölümüne savunması, kör bir itaatkârlığa ulaşması zaman almaktadır. Bu nedenle örgüt, ağacın yaşken eğildiğinin bilincinde olarak, mahrem hizmetlerde ihtiyaç duyduğu tipte insanları, genellikle ortaokul/lise döneminden itibaren kazanmaya çalışmaktadır. Örgüt içinde en önemli iş; bu şahısların bulunması, örgüte kazandırılması, yetiştirilmesi, mahrem hizmetlere yönlendirilmesi ve yerleştirilmesidir.
Bu şekildeki bir sürecin ardından TSK içerisine sızdırılan örgüt mensubu sayısının zamanla artması ile birlikte FETÖ/PDY, TSK birimlerini yönlendirebilecek ve kontrol altında tutabilecek bir güce kavuşmuştur. Sözde TSK yapılanması, Emniyet ve MİT yapılanması ile birlikte örgütün “silahlı kanadı”nı oluşturmuştur.
15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi; örgütün, mensupları sayesinde TSK’nın her türlü imkan ve silah gücünü gerektiğinde çıkarları doğrultusunda kendi halkına ve halkının iradesine karşı kullanmaktan çekinmeyeceğini açıkça göstermiştir.
Örgüt dilinde mahrem yerler:
-TSK (Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları),
-Emniyet (EGM ve il emniyet müdürlükleri),
-Yargı (Adalet Akademisi, hâkimler/savcılar, HSK),
-MİT,
-Mülkiye (valiler/kaymakamlar),
-Bazı özel kurumları (TİB, ÖSYM, TÜBİTAK),
İfade eder.
Özel Hizmet Birimleri; TSK, Yargı, Emniyet, Mülkiye, MİT gibi kurumlardaki yapılanmadır. Örgüt asıl operasyonel gücünü bu birimlerden almıştır.
Örgütün gerek 17-25 Aralık 2013 öncesi ve sürecinde yapılan operasyonel faaliyetler gerekse 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminin planlama ve uygulaması Özel Hizmet Birimleri tarafından yürütülmüştür.
Özel Hizmet Birimlerinde hücresel yapılanma söz konusudur. Bu birimlerin deşifre olmasını önlemek için uygulanan hücresel yapılanmada bir örgüt mensubunun, en fazla bir üst sorumlusunu ve/veya bir altında bulunan örgüt mensubunu tanıması amaçlanmaktadır.
b) Mahrem Yapılanmanın İşleyişi:
Örgüt için en önemli kurumlar olan TSK, Emniyet, MİT ve Yargı organlarına yerleştirilecek öğrenciler, “Talebe İmamları” tarafından belirlenmekte ve durumlarına göre sınıflandırılarak o yönde ders çalışmaları sağlanmaktadır.
Bu öğrenciler talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan “Özel Evlere” yerleştirilmektedir.
Evlere yerleştirilen öğrencilere kod isim verilmekte ve özel derslere tâbi tutulmaktadır.
Örgütün mahrem yapısı tarafından ele geçirilen Askeri Liselere Giriş ve Polis Koleji Giriş Sınav soruları Talebe İmamları aracılığıyla bu okullar için hazırlanan öğrencilere ezberletilerek sınavlarda başarılı olmaları sağlanmaktadır.
Bu okullara giriş için yapılan çalışmaların boşa gitmemesi için öğrencilerin sağlık durumları önceden örgüt tarafından incelenmekte ve engel hâli bulunmayanlar seçilmektedir.
Her şeye rağmen sağlık raporunda bir sorun çıkması hâlinde ilgili hastanelerdeki örgüt mensupları aracılığı ile uygun raporun verilmesi sağlanmaktadır.
1985 yılında örgüte mensup bazı öğrencilerin askeri liselerden atılması üzerine örgüt tarafından strateji ve sistem değişikliğine gidilerek, askeri liselere ve Polis Kolejine yerleştirilen öğrencilerin bu okullardaki öğrenimleri süresince de kendilerini bu okullara hazırlayan “Talebe İmamı” tarafından takibi sağlanmıştır.
Talebe İmamı, sorumlu olduğu öğrenciyi genelde on beş günde bir kez ziyaret etmekte, ziyaret gerçekleşmezse ikinci buluşmanın ne zaman ve nerede gerçekleşeceği mutlak surette belirlenmektedir. Bu görüşmeler, katı kurallarla belirlenmiş yüksek gizlilik içerisinde gerçekleştirilmektedir.
15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrası TSK içerisindeki yapılanmaya yönelik yapılan soruşturmalar akabinde alınan ifadeler ve yapılan tespitler sonucu gün yüzüne çıkarılan bilgilere bakıldığında; “Örgütün TSK içerisinde farklı bir yapılanmaya gittiği, tamamen hücre tipi, birbirinden habersiz ve bağımsız üniteler oluşturulduğu, bu ünitelerin sivil abilerin/imamların sorumluluğunda üst düzey komutanlar (general, albay, yarbay, binbaşı), alt rütbede subaylar (yüzbaşı, üsteğmen, teğmen) ve astsubay gruplarından oluştuğu” tespit edilmiştir.
c) Kadrolaşma Süreci:
Örgüt tarafından seçilerek yetiştirilen elemanlar, örgütün hedefleri doğrultusunda kamu ve özel sektörde istihdam edilmektedir. Kamudaki örgütlenme anlayışı, herhangi bir cemaatin üyelerinin devletin kademelerinde yer almasının ötesindedir.
Devletin kamu kurumlarına yerleşme, her vatandaşın hakkı olarak görülse ve Fetullah Gülen tarafından bu hak kılıf olarak kullanılmaya çalışılsa da gizlenmeye çalışılan bir gerçek vardır. Bu gerçek; FETÖ/PDY’nin sınav sorularını çalması, kumpas davalarıyla örgüt mensubu olmayanları tasfiye etmesi ve örgütün devlette monopol olmaya çalışması, hizmet asabiyetinin sonucu olarak örgüt mensuplarının hizmet aidiyetini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından üstün görmesi, sadakatin devlete değil örgüte sunulması, devlet hiyerarşisi yerine örgüt hiyerarşisinin konulması, emirlerin sivil örgüt imamlarından alınması gibi birçok somut olayda görülmektedir.
Bu gibi somut olaylar da göstermektedir ki FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubunun devletin kamu kurumlarına yerleşmesi/yerleştirilmesi değil, sızması ve halk tabiriyle ayrık otu gibi bulunduğu yerleri işgal etmesi söz konusudur.
15.07.2016 tarihindeki darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki yapılanmasının “Mahrem Hizmetler” olarak isimlendirildiği ve yapılanmada gizliliğe azami derecede riayet edildiği bilinmektedir.
Genellikle ortaokul/lise döneminde kazanılan ve örgütsel ideolojiye uygun olarak yetiştirilerek örgüt mensuplarınca özel bir sınavdan geçirilen bu şahısların, örgütün mahrem yapılanmasını oluşturan birimlerde istihdam edilmesine örgütün oldukça önem verdiği ve mahrem hizmetlerde kullandığı görülmektedir.
Askeri mahrem yapılanmada yer alan bir örgüt mensubunun hayatını dört evrede özetlemek mümkündür:
-Birinci evre; Işık evi,
-İkinci evre; Hususi/özel ev,
-Üçüncü evre; Askeri okullardaki eğitim süreci,
-Dördüncü evre; Birim yapılanması,
Çocuk yaşta örgüte kazandırılan öğrenciler, talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan özel evlere yerleştirilmektedir.
Örgüt mensupları, ortaokul ve lise dönemlerinden itibaren düzenli olarak örgüt liderinin ses veya görüntü kaydı hâline getirilmiş vaazlarını, kitaplarını sohbet toplantılarında dinlemekte, izlemekte ve okumaktadır. Sohbet toplantıları, örgüt tarafından masum dini faaliyetler gibi gösterilmeye çalışılarak ardındaki örgütsel fikir ve idealler gizlenmektedir. Oysaki bu toplantılarda, dini kılıf altında ya da buz dağının görünmeyen yüzünü oluşturan kısımlarında örgütsel bir bakış açısı kazandırılmaktadır.
Bir örgüt mensubunun bütün bu hayat evreleri, sohbet toplantılarına katılmakla geçer. Örgütün temel direği, olmazsa olmazı bu toplantılardır. Nitekim terör örgütü lideri bu konuda şunları söylemiştir:
“Evvela kendimiz bu hizmetin büyüklüğünü kabul edelim, başkalarına anlatmadan. Evet, yani bu öyle bir hizmettir ki bunu mütevelli toplantısındaki bir akşam bile hiçbir şeye feda edilemez. Ne kadar feda edilemez yani? Mesela annemiz babamız ölse feda edilemez. Gider geçer, belli bir fasıldan sonra başında durur kaldırırız. Ama buraya gelinir. Çünkü bir arkadaş iki arkadaş buraya gelmeyince gelenlere gelinmiyor olabileceği fikri verilir. Gelenlerin şevki söndürülür. Kuvveyi maneviye si kırılır. Biz her bir yerlerimiz şu cemaatin Kuvveyi maneviye sini takviye etmek üzere el ele tutup omuz omuza verme mecburiyetindeyiz. İhlası salesinde buna temas ediyor. Birisinin geriye durması diğer arkadaşları (…) sarsabilir. Allah’ta diyor, o fabrikayı katar karıştırır, o saatin çarklarını katar karıştırır diyor. Demek biz öyle fabrikanın çarkları öyle saatin çarkları hâline gelmişiz ki bu çarklardan bir tanesi dursa muvakkaten bu durgunluk, duraklama bütün çarklara sirayet ediyor. Birbirimizle çok bütünleşmişiz. Bu bütünleşmenin manevi keyfiyetini yani tablonun öbür yanını ben göremiyorum, tahminde edemiyorum. Fakat Allah bir araya gelmeyi böyle bu bütünleşme adına çok önemli sayıyor. Önemli kabul buyuruyorsa şayet bizim için bu çok önemli olmalıdır. Biz burada bir cemaat teşkil ediyoruz ve Allah’ın eli cemaatle beraberdir. (…) Arkadaşlarımız cennete giden yollardaki tıkanıklıkları açacak, herkesi gelmeye mecbur edecekler. (…) O zaman bu fedakâr arkadaşlarımıza bir gece gelmemeye bir şey takdir edelim. Bir gece mütevelliye gelmezse acaba ne takdir edelim? Bugünkünü muaf tutacağız. Mesela Nejat Bey yok, (X) yok, mesela Celal bey de yok. Başınız sağ olsun. O aksatmazdı da benim şeyimdi o, izin alması lazım giderken, manevi şeyin yanında bir şey takdir edelim. Veremezlerse ben vereyim onu. Öyle bir şey söyleyelim ki ben veremeyeyim onu. Mehmet Bey diyor ki bir senelik burs versin. (Konuşmalar) Bir kere atlatana bir senelik burs takdir edelim. Ne güzel şey yine cennete giden yolda tıkanıklık açılıyor.”
Sohbet toplantılarını, çeşitli alt başlıklar altında incelemek ve sınıflandırmak mümkündür. Ortaokul döneminde irtibata geçilen çocuk yaştaki kişilerin katıldığı sohbet toplantıları “keyfiyet” odaklıdır. Bu toplantı türünde, evlere gelenlere yoğun ideolojik eğitim programı uygulanmaktadır. Bunun haricinde sivil/bölge yapılanmalarında ve mahrem yapılanmalarda gerçekleştirilen toplantılar ise iki genel kısımdan oluşmaktadır. Birincisi keyfiyet denilen örgütsel bağ oluşumunu sağlayan, destekleyen ve geliştiren kısım, ikincisi ise örgüt idaresi ve stratejileri ile alakalı “iş/meslek” konularının görüşülmesi kısmıdır.
Keyfiyet odaklı toplantıların işleyişine bakıldığında;
-“Pırlantalar” olarak adlandırılan Fetullah Gülen’in kitaplarını okuma,
-Önceden kayda alınmış sesli ve görüntülü kayıtlarını dinleme ve izleme,
-Haftalık Bamteli sohbeti, Sızıntı, Çağlayan dergisi vb. yazılarını okuma/izleme,
-Örgüt mensubu yazarların kitaplarından ve yazılarından kesitler okunması, anlatılması,
Gibi faaliyetlerle örgütsel değerler aşılanmaktadır.
Daha önce de açıklandığı gibi bu faaliyetler rastgele değildir; belli bir plan ve sistem dahilinde zamana yayılarak ışık evlerine gelmesi sağlanan herkese uygulanmaktadır. Bu toplantıların belli bir takvime göre, önceden belirlenmiş hedeflere ulaşılacak şekilde ayarlandığı ele geçirilen belgelerde açıkça görülmektedir. Bir yıl içinde sohbet toplantılarına katılan kişilere örgütün temel değerlerinin hemen hemen hepsinin eğitiminin verildiği anlaşılmaktadır. Ondan sonraki süreçte de her yıl, yine belli bir plan ve program doğrultusunda bu değerler çerçevesinde “ideolojik örgüt eğitimi”nin verilmeye devam ettiği görülmektedir.
Sohbet toplantılarının fonksiyonlarına ve verilen ideolojik eğitimin içeriğine bakıldığında;
-Olağanüstü kişilik bilincinin aşılanması, (Fetullah Gülen’in insanüstü özelliklere sahip, ilahi irade tarafından seçilmiş ve özel bir misyonla dünyaya gönderilmiş, her dediği ilahi iradenin isteklerini yansıtan ve yanlış olması mümkün olmayan bir kişi olduğuna iman edilmesi)
-Kutsal dava fikrinin yerleştirilmesi, (Fetullah Gülen’in olağanüstülüğüne iman etmiş kişilerin, ona verilen kutsal görevleri, ona bağlanan kutsal ordusuyla başaracağına olan inanç)
-Ham olarak gelen hedef şahısların örgüt elemanına dönüştürülmesi, bu hedef şahıslara örgütün ideolojisi ile öğretilerinin empoze edilmesi,
-Toplantıya katılanların bireysel dönüşümlerinin sağlanması ve radikalleştirilmesi,
-Grup aidiyetinin keskinleştirilmesi,
-Dayanıklılık, katı disiplin ve mutlak itaatin sağlanması,
-Bağlılık, güven ve sadakatin oluşturulması,
-Birlik ruhunun sağlanması,
-Örgüt idealleri doğrultusunda mücadele ederken başa gelebilecek her türlü zorluk ve acıya (örgüt içinde imtihan olarak adlandırılır) karşı insanı kayıtsız kılan bir dayanıklılık kazanılması, psikolojik olarak önceden hazırlanılması,
-Hizmet uğruna ölmenin erdemi ve mükâfatının cennet olduğu bilincinin yerleştirilmesi,
-Moral değerlerin ve mücadele kapasitesinin yükseltilmesi,
Şeklinde olduğu görülmektedir.
Sohbet toplantılarının örgütün temellerinin dayandığı en önemli taşıyıcı sütun olması dolayısıyla gizlenmesi ve dış müdahalelere karşı çeşitli şekillerde korunması gerekmektedir. Örgüte hâkim olan gizlilik ilkesi, diğer uygulama ve faaliyetlerde olduğu gibi sohbet toplantılarının da koruyucu kalkanıdır. Bu toplantıların ne zaman, nerede yapıldığı açık ve şeffaf değildir. Özellikle mahrem hizmetler toplantılarının gizliliği için birçok tedbir uygulanmaktadır. Yine gizlilik ilkesi gereği bu toplantılar “dini faaliyet, dini sohbet” kılıfı altında hedef saptırma yöntemi kullanılarak ardındaki örgüt gerçekleri saklanmaya çalışılmaktadır.
Örgütün toplantılara bakışı gayet nettir. Elemanların örgüt içi değerinin toplantılara katılma durumuna göre belirlendiği örgütten ele geçirilen bütün belge ve dokümanlarda açıkça görülmektedir.
Toplantılara aksatmadan, düzenli katılanlar ele geçirilen bütün fişleme belgelerinde en sadık, en yüksek mertebede yer alan kişiler olarak nitelendirilmektedir. Ara sıra aksatanlar, bir alt basamakta yer almakta ve kendi içinde aksatma sıklığına göre sıralanmakta/sıralanabilmektedir. Aksatma sıklığı artanlar ve gelmemeye başlayanlar “Ümit” pozisyonuna düşürülmekte, bunlar da kendi içinde kategorilere ayrılarak tekrardan kazanılmak amacıyla özel stratejilerle yaklaşılmaktadır. Bu çabaların da sonuçsuz kalması ve kişinin irtibatı keserek toplantılara katılmaması örgütten çıkma anlamına gelmektedir.
Diğer terör örgütleriyle mukayese edilemeyecek ölçüde gizliliğe büyük önem veren FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün; yasa dışı faaliyetlerinin bilinmesinin önüne geçmek ve meçhulde kalmasını sağlamak, örgüt mensubunun güvenliğini gerçekleştirmek ve kriptolanması ile deşifre olmasını engellemek, yapılması planlanan eylemin veya yasa dışı faaliyetin başarıya ulaşmasını temin etmek, yasa dışı faaliyetlerin akabinde mümkün olduğunca az iz ve emare bırakmak amacına yönelik olarak kod ad kullanılmakta ve yine mahrem hizmetlerde kullanılan evlere yerleştirilen öğrencilere özellikle kod adı verilerek özel derslere tabi tutulmaktadır.
Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi gizlilik de istismar edilen dini kavramlarla kamufle edilmekte, örgüt jargonunda tedbir olarak adlandırılmaktadır.
d) Örgütsel Toplantılar İçin İletişim Kurma Yöntemleri:
Dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösteren ve binlerce mensubu olan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü açısından iç haberleşme; talimatların alınıp verilmesi, gelişmelerin güvenli ve zaman kaybetmeksizin aktarılması ve faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi bakımından hayati öneme sahiptir.
Faaliyet alanlarının çeşitliliğine paralel olarak örgütün haberleşme yöntemleri de farklılık arz etmektedir. Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi haberleşme yöntemlerinde de gizlilik içerisinde iletişim sağlamaya özen gösterilmektedir.
Örgütün iletişimde kullandığı yöntemlerin;
-Yüz yüze/buluşma,
-Canlı kurye,
-Kriptolu IP hattı,
-Not ile haberleşme,
-Basın yayın üzerinden talimat verme,
-Sosyal medya (Facebook, Twitter vb.),
-Telefon (GSM, operasyonel hat, ankesör/büfe arama),
-İletişim/haberleşme programları (ByLock vb.),
Olduğu anlaşılmaktadır.
Canlı kurye kullanılması, en sağlıklı haberleşme yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Talimat almak ve faaliyetler hakkında bilgi vermek amacıyla doğrudan ABD/Pensilvanya’ya gidilerek örgüt lideri ile yüz yüze görüşülmekte ve talimatlar bizzat alınmaktadır. FETÖ/PDY elebaşısının “çok önemli hususların yüz yüze (Ru Be Ru) görüşülmesi” yönünde talimatlarının olduğuna dair bilgiler mevcuttur. Örgüt toplantılarında verilen talimatlar ufak kâğıtlara yazılmakta hatta bunların lüzumu hâlinde yok edilebilmesi için yenilebilir özellikte olması sağlanmaktadır.

Kiralık hatlar vasıtasıyla kriptolu IP telefon kullanılması, özellikle yurt dışındaki okullarla irtibatta kullanılan yöntemlerdendir.

En kolay ve önemli haberleşme araçlarından biri GSM hatlarıdır. Bu hatlar, genel olarak başkası adına kayıtlı ya da örgüt kontrolündeki kurum/kuruluş adına kayıtlı olan, abone bilgilerinin gerçek kullanıcısına kolaylıkla ulaşılamayan hatlardır. Genellikle yaklaşık 3 ayda bir yeni GSM hattı temin edilmekte ve eski hatla birlikte telefon cihazı da değiştirilmektedir. (Uygulanan tedbir şekline göre süre değişkenlik gösterebilir.)

Telefonların değiştirilmesi sürecinde eski telefonlar imha edilmekte ve parçalanarak farklı bölgelerdeki çöp kutularına atılmaktadır. Bu işlerin kamera olmayan yerlerde yapılmasına dikkat edilmektedir. Böylece tek numara ile görüşme yapan hat görüntüsünden uzaklaşılması ve örgütün kullandığı hatların tespitinin zorlaştırılması amaçlanmaktadır.

İletişimin telefonla kurulduğu dönemlerde (iletişim/haberleşme programlarının kullanılmadığı dönemlerde) telefonun akıllı olmaması ve internet bağlantısının bulunmamasına dikkat edilmiştir. Aynı zamanda mesaj atılması da istenmediği için yasaklanmıştır.

Örgüt mensuplarının kendi adlarına olmayan GSM hatları temin edip bunları belirli aralıklarla cihazlarıyla birlikte değiştirmeleri dahi legal olduğunu iddia ettikleri faaliyetlerinin illegal olduğunu ve bunları gizlemeye çalıştıklarını ortaya koymak açısından önemli bir veridir.

Türkiye’de Almanya, ABD ya da başka bir ülkeye kayıtlı GSM hatlarının kullanılması, örgütün üst düzey abilerinin kullandığı yöntemlerdendir. Abone bilgilerinden sadece hangi ülkeye ait olduğunun görülebilmesi nedeniyle zaman zaman tercih edilebilmektedir.

Örgüt mensupları, tedbir olarak haberleşme araçlarını değiştirdikleri gibi isim zikretmekten imtina ederek genel ifadeler kullanmaya özen göstermekte ve yaygın olarak “KOD İSİM” kullanmaktadırlar. Örgütsel görüşmeler sırasında “hizmet, şakirt, Gülen, cemaat” gibi kelimelerin telefonda zikredilmemesine özen gösterilmekte, buluşma yeri söyleneceği zaman şifreli ifadeler kullanılmasına önem verilmektedir.

Her ne kadar iletişimde esas olan usul “randevulaşma sistemi” olsa da örgütün mahrem sorumlularının, sevk ve idaresi altındaki askeri personel ile deşifre olmayı engellemek maksadı ile irtibat kurma yollarından birisinin de “Kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, iddia bayii ve lokanta gibi işletmelerde bulunan ve ücret karşılığı kullanılan sabit (kontörlü/voip) hatlar ile Türk Telekom’a ait ankesörlü telefon hatlar” olduğu tespit edilmiştir.

Örgüt tarafından bu yöntemin kullanılma sebepleri ise;
-Pratik ve kolay ulaşılabilir bir iletişim modeli olması, (Örneğin, operasyonel hat ile iletişim için gerekli olan 2. bir telefon, çevresi tarafından şahsın durumunu şüpheli hâle getirebilir)

-Anonim bir iletişim modeli olması, (Açıklamaya ihtiyaç duyulduğunda gönül ilişkisi vb. bahaneler ileri sürülebilir)

-Teknolojik imkânların güvenilir olmadığı, (ByLock serverlarının elde edilmesi vb. toplu deşifrasyon olmayacağı inancı)

-Arayan mahrem sorumlusunun kimliğinin deşifre olmayacağı, düşüncelerine dayanmaktadır.

e) Büfe/Ankesörlü Sabit Telefon Hatlarıyla İrtibat Kurma Yönteminin Özellikleri:
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü “sohbet” olarak adlandırdığı örgütsel toplantıları devam ettirmek için elzem olan askeri personel ile irtibatlarında gizliliğe çok önem verdiği hususuna yukarıda ayrıntılarıyla değinilmiştir.

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü kapsamında yürütülen soruşturmalardaki şüphelilerin hatları ile kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye ve lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesinde;

-Ardışık arama (Yakın zaman diliminde birbirini takip eden peşi sıra),
-Periyodik arama (Farklı tarih ve zaman diliminde belirli gün aralığı dahilinde),
-Tek arama,
Şeklinde iletişim gerçekleştirildiği ve irtibat sağlandığı saptanmıştır.

Birim içerisinde sorumlu düzeyde bulunan örgüt mensuplarının, kendilerine bağlı askerlere ait telefon numaralarını, telefonlarına farklı isimler kullanarak veya not kâğıtlarına GSM numaraları üzerinde belirli değişiklikler yaparak kaydettikleri, iletişim kurmak istedikleri zamanlarda ise kamuya açık ve birbirinden bağımsız market/büfe/lokanta vb. işletmelerde kurulu bulunan kontörlü/voip (sabit) hatlar ile Türk Telekom’a ait ankesörlü telefonları kullanmak suretiyle kendilerine bağlı askerleri aradıkları belirlenmiştir.

Yapılan soruşturma ve kovuşturmalar sırasında elde edilen bilgilerden, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün “Mahrem Yapısı” içerisinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarının, kendi sorumlulukları altında bulunan özellikle asker ve diğer mahrem hizmetteki sivil şahısların telefon numaralarını, deşifre edilmelerinin önlenmesi ve örgütsel faaliyetlerinin sürdürülebilir olması amacıyla şifreleme metotları kullanarak kaydettikleri de tespit edilmiştir.

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca kullanılan ve şu ana kadar tespit edilebilen bazı şifreli kaydetme yöntemlerinin;

1-On (10) Rakamına Tamamlama; Öğrencilerin telefon numaralarını telefona kaydetmek yasak olduğu için normal bir esnafın kartvizitinin arkasına veya herhangi bir kâğıda telefon numaralarının son dört rakamının her biri 10’a tamamlanarak kaydedilir. Yani kayıtlı telefon numarasının son dört rakamının her birini 10 sayısından çıkararak ortaya çıkan rakam yazılır. 10’a tamamlama sistemine örnek vermek gerekirse telefon numarasının son dört rakamı 46 05 ise not kâğıdına yazılan numaranın son dört rakama 64 05 olur. Bir başka örnekte ise telefon numarasının son dört rakamı 43 17 ise kartvizite yazılan numaranın son dört rakamı 67 93 olur.
2-Sondan İkili Rakam Bloklarını Çapraz Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan rakam bloklarının yerlerinin çapraz olarak değiştirilmesi yöntemidir. Örneğin, 0 xxx 345 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 345 44 62 olarak kaydedilir.

3-Rakam Bloklarını Ters Yazma; Telefon numarasının operatöre ait ilk 3 rakamları sabit kalmak şartıyla geri kalan rakamları ise rakam bloklarının kendi arasında ters yazılarak kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 345 62 41 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 543 26 14 olarak kaydedilir.

4-Sondan 4 üncü Rakamı Dört (4) Arttırma; Telefon numarasının sondan dördüncü rakamına dört eklenerek kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx xxx 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx xxx 02 44 olarak kaydedilir.

5-Sondan 2 nci ve 4 üncü Rakamı Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan ikinci ve dördüncü rakamlarının yerlerinin değiştirilerek kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx xxx 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx xxx 42 64 olarak kaydedilir.

6-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamlara Bir Ekleme Bir Çıkarma; Telefon numarasını oluşturan rakamlara soldan başlayarak sırasıyla bir ekleme bir çıkarma yapılarak kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 444 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 535 53 35 olarak kaydedilir.

7-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Kredi Kartı Numarasına Benzetme; Telefon numarasını oluşturan rakamlarının başına, sonuna rakamlar ekleyerek veya 16 haneli kredi kartı numarası şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 444 62 44 telefon numarası 5410 xxx4 4462 4454 olarak kaydedilir.

8-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Servis Sağlayıcı Operatör Kodunun İl Alan Koduna Değiştirme; Operatör kodunun herhangi veya faaliyet gösterdiği il kodu şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin, 0 505 xxx xx xx numaralı telefon kaydedilirken 0 312 xxx xx xx olarak kaydedilir.

9-99’a Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 99‘a tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 45 32 şeklinde yazılması,

-100’e Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 100’e tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 45 33 şeklinde yazılması,

10-Çaprazlama metodu; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son dört hanesinin ikili gruplar hâlinde kendi içinde çaprazlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 76 54 şeklinde yazılması,
Şeklinde olduğu saptanmıştır.

Mahrem imamların, kendilerine bağlı muvazzaf askerlerin (öğrenci) telefon numaralarını ajandalarına kaydederken yukarıda açıklamaları verilen örnek şifreleme yöntemlerini kullanmakla birlikte “bazı mahrem imamların arama yapmadan önce numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten asker şahsı tekrar gerçek numarasından aradıkları da” sıklıkla gözlemlenmiştir.

Kolluk birimlerinin yapmış olduğu çalışmalar ve soruşturmalarda alınan ifadelerden;

“Mahrem imamların belirledikleri periyodik zaman diliminde grubunda bulunan askeri personelle sohbet adı altında örgütsel toplantıları düzenledikleri, bir sonraki toplantının yerinin-zamanının ve saatinin yapılan bu toplantılarda yüzyüze görüşülerek belirlendiği, toplantı günü ve saatinde değişiklik veya farklı bir gelişme olduğu zaman mahrem imam tarafından sabit hatlardan (ankesör-büfe-market vb.) askeri personelin cep telefonu aranmak suretiyle irtibatın gerçekleştirildiği, mahrem imam tarafından gerçekleştirilen bu görüşmelerin genellikle çok kısa tutulduğu ve şifreli olarak anlatılmak istenilenin söylendiği, bu telefon görüşmelerinin kısa tutulmasının sebebinin mahrem imamın ve sabit hatlardan aranan askeri personelin deşifre olmasını engellemek olduğu, askeri personelle mümkün olduğu kadar sabit hatlardan az irtibat kurulmaya özen gösterildiği, askeri personelin çok aranmasının o personelle ilgili bir sıkıntının yani toplantılara gelmeme, terör örgütü ile irtibatını koparmaya çalışma gibi etkenlere işaret ettiği, mahrem imam tarafından sürekli arama yapılarak askeri personelin ikna edilmeye çalışıldığı, askeri personelin az aranmasının ise o personelin toplantılara düzenli geldiğinin, gerçekleştirilen toplantılarda yüz yüze alınan kararlar sonucunda bir sonraki toplantıya düzenli katıldığının göstergesi olduğu, katalog evlilik yapan askeri personelin eşleri ile toplantılara katıldıkları örgüt imamlarının eşlerinin askeri personelin eşleri ile ilgilendikleri, bu şekilde mahrem imamlarca yapılan görüşmelerin 2017 yılına kadar devam ettiği, bu tarihten sonra sabit hatlardan askeri personelin aranmamasına dikkat edildiği, bunun sebebinin ise yapılan örgütsel faaliyetin deşifre olması ve mahrem imamların takip edilmesinden korku duyulmasından kaynaklı olduğu, bu süreçten sonra askeri personel ile görüşme yapılmak istenildiği zaman; lojmanlarda oturmayan ve FETÖ Silahlı Terör Örgütü içerisinde faaliyet gösteren askeri personelin evlerine gidilerek irtibat kurulduğu ya da asker şahsın mahrem imamın evine gitmesi şeklinde irtibat kurulmaya çalışıldığı, subay, astsubay veya askeri öğrenciler ile ilgilenen mahrem imamların birbirinden farklı olduğu, örneğin subay ve astsubayların aynı grup içerisine dâhil edilmediği”
Anlaşılmıştır.

Sonuç olarak;

Yukarıda izah edilen açıklamalar, olgular ve FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne yönelik yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda alınan ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesine sızmış mensuplarının çok az kısmına kriptolu haberleşme programı Bylock ve Eagle gibi programlar yüklediği, geri kalan mensupları ile özellikle geçmiş yıllarda kullandıkları bir sistem olan büfe, market vb benzeri yerlerdeki ücretli telefonlar veya kontörlü telefonlar ile haberleştikleri, örgütsel irtibatta asıl olan iletişim metodunun yüz yüze görüşme olduğu ve bir sonraki görüşmenin tarih ve yerinin bu esnada belirlendiği, bu mümkün olmaz ise tedbir anlamında her asker şahsın farklı ankesör ya da sabit hatlardan (market-büfe-bakkal vb.) aranmak (GEZEREK) suretiyle örgütsel iletişimin kurulduğu, arama işleminin genellikle tek taraflı ve kısa süreli olduğu, sadece sorumlu şahısların ARAMA işlemini yaptığı (askeri şahıs tarafından karşı arama yapılmadığı, askeri personelin de çok sık olmamakla birlikte mahrem sorumlusuna ulaşmak istedikleri durumlarda aradığı), sorumlu şahıs tarafından aranan askeri personelin büyük kısmının rütbe/makam olarak genelde denk olduklarının tespit edildiği (Örneğin; aranan Astsubay ise ardışık aranan kişide Astsubay, Subay ise ardışık aranan da Subay gibi), aynı şekilde kuvvetlerin de denk olduğu (Örneğin; aranan jandarma ise ardışık Jandarma, aranan KKK personeli ise ardışık KKK personelinin arandığı gibi), genel olarak her sivil yöneticinin sorumluluğunda birden fazla hücre bulunduğu ve hücrelerin 2-3 asker şahıstan (askeri öğrenci ve/veya muvazzaf personel) oluştuğu, bu asker şahısların da aynı kuvvete mensup olup aynı rütbede bulundukları (istisnai olarak farklı rütbe ve/veya kuvvetlere mensup asker şahıslardan bir hücre oluşabildiği, örneğin; sivil sorumlunun astsubaylardan oluşan grubunun yanında astsubaylıktan subaylığa geçen askeri personelle de ilgilenebileceği), tek ankesör ya da sabit hattan (market-büfe-bakkal vb.) farklı asker şahısların aranmasının arka arkaya arama (ARDIŞIK ARAMA) şeklinde olması durumunda aramanın örgütsel olduğu kanısını güçlendirdiği, ayrıca aynı ankesör/sabit (büfe-market vb.) hattan arka arkaya (ARDIŞIK) arama yapılmasının mahrem sorumlu şahsın tedbirsizliği ve işin kolayına kaçmasından kaynaklandığı, daha çok gizliliğe uymayan mahrem imamlar tarafından yapıldığı, aramaların kısa olmasının nedeninin ise askeri personelin daha önceden yeri ve zamanı kararlaştırılan görüşmeye gelinmemesi gerektiği veya gelip gelemeyeceğinin teyit edilmesi ya da görüşmeye gelmeyen kişiye gelecek görüşme yer ve zamanının bildirilmesi veya daha önceden kararlaştırılan yer/tarihin değişmesinden dolayı yapılan aramalar olmasından kaynaklı olduğu, aramaların genellikle mesai saatleri dışında yapıldığı, sorumlu şahsın askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı alakasız kişileri de ankesörle arayarak hedefin kaybolmasını amaçladığı, genellikle on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez iletişime geçilerek buluşmaların/toplantıların gerçekleştirildiği, bu görüşmede bir sonraki buluşma tarihinin kararlaştırıldığı, bir aksaklık olmadığı müddetçe yeniden aramaya ihtiyaç duyulmadığı, bazen mahrem sorumlu tarafından sorumluluğundaki gruplarla ilgili grup içerisindeki tek şahsın arandığı ve bu şahıstan gruptaki diğer şahsa veya şahıslara bilgi vermesini istediği, aramanın sadece büfe, lokanta, market vs. kontörlü arama yapılabilen yerler olmadığı, ayrıca ankesörlü telefonlar ile kontörü olmadığından bahisle rica yolu ile iş yerlerinde mevcut sabit hattan da arama işlemi yapılabildiği, genel olarak yüzbaşı ve üstü rütbedeki subaylarda “birebir sorumluluk” esasının geçerli olmasından dolayı birden fazla asker şahsın oluşturduğu hücre sisteminin tercih edilmediği, mahrem yapı sorumlusunun kural olarak sorumlusu olduğu asker şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğu, istisnai olarak sözde TSK yapılanmasının bölge esaslı teşkilatlanması nedeniyle yakın ilde bulunan hatlarla da iletişim kurulabildiği, mahrem yapı sorumlusunun sorumlu olduğu örgüt mensubu asker şahısları aramasından sonra belirlenen buluşma yerinde aranılan hatların takılı bulunduğu cihazların götürülmemesi veya götürülse bile kapatılmasına yönelik tedbir uygulanmaya çalışıldığı, bu tedbirin ortak yer baz istasyonundan sinyal verilmesini ve/veya dinleme yapılmasını önleme amaçlı olduğu, daha önceden kararlaştırılan noktaya gelinmediği takdirde ya da mahrem imam il dışında ise ve periyodik zamanlarla bir araya geliniyorsa (2 haftada bir Cumartesi gibi) bir gün önce mahrem imamın arayarak çağrı bıraktığı, arama işlemi sonrasında gizlilik (son aradığı numaranın telefon hafızasında kalmasını önlemek) ve tedbir amaçlı olarak ilgisiz rastgele numaraların çevrildiği ve redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışıldığı, sivil yönetici unsurun sorumlusu olduğu asker şahsın numarasının son iki rakamını kendi telefon rehberinde “10”, “100” veya “99” rakamına tamamlayacak şekilde kayıt etmesinin en fazla başvurulan tedbir yöntemlerinden biri olduğu, bu nedenle yanlışlıkla numaraların şifrelenmiş hâliyle yapılan aramaların da gerçekleşebildiği, yapılanmada her yönetici sivil unsurun deşifre olmamak amacıyla kendi tedbir ve iletişim metodunu kendisinin belirlediği, (Bu metotlardan birisine örnek vermek gerekirse kısa süreli arama, cevapsız çağrı bırakma, aynı hattan parça parça kısa süreli arama vb.), mahrem yapı içerisindeki irtibatın ve şifreleme tekniğinin deşifre olmaması amacıyla çok sayıda şifreleme tekniğinin kullanıldığı,
Belirlenmekle;
Günümüzde iletişim aracı olarak cep telefonlarının kullanılmasının hayatın olağan akışına uygun ve kabul edilen bir gerçek olmasına karşın, kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatlar üzerinden asker şahıslarla GEZEREK ya da ARDIŞIK şekilde yapılan aramaların; örgütün “gizlilik” ve “deşifre olmama” kuralına uygun olarak Askeri Mahrem Yapılanmasının irtibat kurma yöntemlerinden biri olup FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün MAHREM İMAMLARI tarafından örgütsel amaçlı, örgütsel haberleşmeyi sağlamak amacıyla gerçekleştirildiği sonucuna varılmıştır.
2) Bir İletişim Aracı Olarak Ankesörlü/Sabit Hatlardan Periyodik Veya Ardışık Aramaların Hukuki Niteliği:
a) Ulusal ve Uluslararası Mevzuat:
Konuyla İlgili Ulusal ve Uluslararası Düzenlemeler;
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi:
Madde 8 – Özel ve aile hayatına saygı hakkı
(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
Özel hayatın gizliliği ve korunması
Özel hayatın gizliliği
Madde 20- Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış mercinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili mercin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.

Haberleşme hürriyeti
Madde 22- Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.

İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.

Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar
Madde 38- (6)- Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.
Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma
Madde 90/5- Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre;

İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması

Madde 135 – (1) (Değişik: 21/2/2014–6526/12 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi (…) dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. (Mülga son iki cümle: 24/11/2016-6763/26 md.)

(3) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.

(6) (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi belirtilir. (Ek cümleler: 24/11/2016-6763/26 md.) Cumhuriyet savcısı kararını yirmi dört saat içinde hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde kayıtlar derhâl imha edilir.

(8) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanunu’nda yer alan;

15. (Değişik: 2/12/2014-6572/42 md.) Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak (madde 302),
16. (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
17. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları,

Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi

Madde 160 – (1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri
Madde 161 – (1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir.
(2) Adlî kolluk görevlileri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirler emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.

(4) Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür.
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Madde 206-(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:
(a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
..
Delillerin Takdir Yetkisi
Madde 217 – (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.
Hükmün Gerekçesinde Gösterilmesi Gereken Hususlar
Madde 230 – (1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:

(b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
Hukuka Kesin Aykırılık Hâlleri
Madde 289 – (1) Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır:

(i) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması.
Şeklinde düzenlenmiştir.

b) Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Hukukiliği:

Çağımızda hukukun değişmez niteliği “Evrensel, herkes için, bağımsız, tarafsız, insan haklarına saygılı, eşitlikçi, özgürlükçü, adil, haksızlığa karşı vazgeçilmez” oluşudur.
Bir ülkede bu ilkelerin benimsenip güçlendirilmesi ve içselleştirilmesi için demokratik düzenin bütün kurum ve kuruluşlarıyla oluşturulması, demokratik hakların etkin biçimde kullanılması, devletin bütün işlemlerinin hukuk sınırları içinde ve hukuk devleti ilkelerine uygun olması kadar çağdaş bir ceza yargılamasının sağlanması da gerekmektedir.
İstikrar kazanmış yargı kararlarında vurgulandığı ve öğretide ifade edildiği üzere, ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunmasıdır. Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 23.02.2016 tarihli ve 2014/5.MD-98 Esas 2016/83 sayılı ve 10.12.2013 tarihli ve 2013/359 sayılı kararlarına göre ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğin belirlenmesinde kullanılan yegane araç deliller olup nitekim 5271 sayılı CMK’nın ‘delillerin takdir yetkisi’ başlıklı 217. maddesinin 2. fıkrasında “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” denilerek aynı amaca işaret edilmiştir. Bu açıklama ile ayrıca delillerin serbestliği ilkesine de vurgu yapılmaktadır. Buna göre, ceza muhakemesinde hangi hususu hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp yargılama yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak suretiyle sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır.

Ceza muhakemesinde maddi gerçek ortaya çıkarılırken, kişisel hak ve özgürlüklere saygı ile toplumsal düzenin sağlanması arasında bir denge kurulması temel amaçtır. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğretide ve uygulamada “delil yasakları” olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir. Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrasında, CMK’nın 206. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde, 217. maddesinin ikinci fıkrasında, 230. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde ve 289. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin esas alınamayacağı belirtilmiştir. Delilin hukuka aykırı bir yöntemle elde edilmiş olup olmadığına ise yargı makamı karar verecektir.

Delillerin yerindeliği incelemesi yapmayan ve bu konunun ulusal yargı organlarının takdirinde olduğunu belirten AİHM, elde edilen deliller dahil olmak üzere yargılamayı bir bütün olarak inceleyip bu çerçevede ilgilinin adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğine karar vermektedir (AİHM, Khan/Birleşik Krallık, 12.05.2000, B.No:35394/97, &34). AİHM, delillerle ilgili olarak, başvurucuya delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini esas almaktadır. (Bykov/Rusya, 10.03.2009, B.No:4378/02, & 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, 25.07.2013, B.No:11082/06, 13772/05, & 700).
Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir. Bu manada esas olan, delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaksızın, yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.
Görüldüğü gibi delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ulusal mahkemelerin takdirindedir.
c) Mukayeseli Hukuk ve AİHM Kararı Bağlamında Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi Delillerin Niteliği ve Hukukiliği:

Karşılaştırmalı hukukta iletişimin tespitine ilişkin düzenlemeler farklılık göstermektedir. Örneğin Fransa, İngiltere ve Avusturya’da iletişimin tespitine ilişkin bilgiler denetim kapsamında kabul edilmemekte ve herhangi bir sınırlamaya tabi bulunmadan bu bilgiler soruşturma ve kovuşturmada kullanılmaktadır.

Avrupa Birliğince (AB) 24.10.1995 tarihinde “Kişisel Verilerin İşlenmesinde Gerçek Kişilerin Korunması ve Serbest Dolaşımı”na ilişkin 95/46 nolu Yönerge kabul edilmiştir. Ancak söz konusu yönerge hükümlerinin savunma, kamu güvenliği veya ceza hukuku açısından uygulanmayacağı da belirtilmiştir. 95/46 nolu Yönerge temel alınarak düzenlenen telefon konuşmaları ve e-postaları da kapsayacak şekilde elektronik iletişimde özel yasanın gizliliği ve kişisel verinin korunmasına dair 2002/58 nolu Yönerge’nin amacı, Avrupa Birliğine üye ülkeler tarafından, haberleşmenin gizliliğine yetkisi bulunmayan kişilerce erişilmesini engellemek, kamu telekomünikasyon şirketleriyle ve kamuya açık telekomünikasyon servisleriyle sağlanan telekomünikasyon gizliliğini korumak amacıyla önlemlerin alınmasını sağlamaktır. (Hayrünisa Özdemir, Haberleşmenin Gizliliği ve Kişisel Veriler, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.13, S:1-2, 2009, s. 286) Bununla birlikte bu yönerge; devletlerin elektronik iletişimi, hukuka uygun denetleme veya AİHS’ye uygun olarak önlem alma imkânlarını etkilememektedir. (Saadet Yüksel, Özel Yaşamın Bir Parçası Olarak Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Gizliliğine Önleyici Denetimle Müdahale, Beta, 1. Baskı, 2012, s. 89-99)

AİHM, kişisel verilerin elde edilmesini her durumda özel yaşamın gizliliği hakkına bir müdahale olarak görmemekte ve kişisel verilere ilişkin AİHS’nin 8. maddesi çerçevesinde iki aşamalı bir değerlendirme yapmaktadır. Öncelikle müdahalenin yasal dayanağı olup olmadığı ve ulaşılabilirliği, daha sonra ise ulusal güvenlik gibi meşru bir amaç bağlamında müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını değerlendirmektedir. (Saadet Yüksel, a.g.e, s. 103)

Bu bakımdan AİHM devletlerin, ulusal güvenliklerini korumak amacıyla, yetkililere kamunun ulaşamadığı kişisel verileri barındıran kayıtlarda bilgi toplama ve kaydetme yetkisini veren kanuni düzenlemeler yapmasını uygun görmektedir. (Leander/İsveç, 26.03.1987, B.No: 9248/81, & 59)

Nitekim AB’nin 95/46 ve 2002/58 nolu Yönerge’leri doğrultusunda tanzim edilen 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun “İstisnalar” başlıklı 28. maddesinde de kişisel verilerin milli savunmayı, milli güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini sağlamak için kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşlar tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında veya soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi hâllerinde söz konusu kanun hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiştir.

AİHM, bir devletin terörle mücadele etmek için önlem almadan önce felaketin gelip çatmasını beklemesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. (A. ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 19.02.2009, B.No: 3455/05, & 177)

Görüldüğü üzere AİHM, Sözleşme’nin 8. maddesinde herkesin kendi özel yaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğunun açık bir şekilde belirtilmesine karşın terörle mücadele, terör saldırılarını engellemeye yardımcı olabilecek bilgilerin toplanması, terör şüphelilerinin yakalanıp yargılanması amacıyla özel gözetleme yöntemlerinin kullanmasına cevaz vermektedir.

d) Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Kabul Edilip Edilmeyeceğine İlişkin Hukuki Değerlendirme:

ByLock için yapılan değerlendirmeler ışığında; demokratik kurumlara, hukuk devletine, demokrasiye ve insan haklarına karşı 15.07.2016 tarihindeki darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip bir çok ağır suçu organize şekilde işleyen FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün çok büyük bir önem verdiği silahlı kanadını oluşturan askeri mahrem yapılanmasına yönelik yapılan soruşturmada, şüphelilere ve suç delillerine ulaşılması amacıyla Ankara merkezli ve diğer illerde Cumhuriyet Başsavcılıklarının yasal yetkisine dayanarak hâkim kararıyla geçmişe dönük elde ettiği “iletişimin tespiti (HTS)” kayıtlarının, hukuka uygun bir delil olarak hükme esas alınmasında herhangi bir hukuki isabetsizlik bulunmadığı, yapılan işlemin “demokratik bir ülkede gereklilik” ve “orantılılık” ilkelerine uygun olduğu, kanunda yazılı esas ve usullere göre bu tedbire başvurulmasının “iletişim özgürlüğü” hakkının özünü ortadan kaldırmayacağı kanaatine varılmıştır.

İçeriğine müdahale edilmeden, iletişim araçlarının diğerleri ile kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespitine yönelik işlem olması ve daha çok dış bağlantı verilerini ifade etmesi nedeniyle “iletişimin tespiti”, Cumhuriyet savcısının soruşturma yetkisini düzenleyen CMK’nın 160 ve 161. maddeleri kapsamında istenebilecek delillerdendir. Cumhuriyet savcısı, soruşturmanın ayıklayıcılık ve kişilerin lekelenmeme hakkı ilkelerini dikkate alarak, delil toplarken Anayasa’da ve yasada düzenlenen “orantılılık” ilkesini göz önüne almak durumundadır. İletişimin tespitinin istenmesi her zaman aleyhe sonuç doğurmaz. Bazen suça katılmayan kişilerin erkenden tespiti ile haklarında başkaca ceza muhakemesi tedbirine başvurmama imkanını da sağlayabilir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135/6. maddesindeki (Ek: 2/12/2014-6572/42 maddesi) şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Daha önce uygulamada Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ve 161. maddelerinde düzenlenen Cumhuriyet savcısının delil toplama yetkisi kapsamında iletişimin tespitinin yapıldığı, yapılan değişiklikle bu yetkinin hâkime verildiği, gecikmesinde sakınca olduğu hâllerde Cumhuriyet savcısının bu yetkiyi kullanabileceği düzenlenmişti.

Ancak yeni ceza yargılaması sisteminde soruşturma evresi, suç işlendiği izlenimini veren hâlin öğrenilmesi ile başlar ve iddianamenin kabulü kararı verilinceye kadar devam eder. Soruşturma evresi üç aşamada gerçekleşir. Bunlar: başlangıç soruşturması, kısa soruşturma ve ara soruşturma aşamalarıdır. İlk aşama, Cumhuriyet savcısının “araştırmalara” başlama kararı ile gerçekleşen “başlangıç soruşturması”dır. Bu aşamada, kural olarak henüz suçun kim tarafından işlendiği konusunda bir bilgi mevcut bulunmadığı için “şüpheli” de yoktur. Bu aşamada bir suç işlendiğine dair “basit şüphe” oluşmazsa kovuşturmama kararı verilecektir. Aksi takdirde soruşturmanın diğer aşamalarına geçilip ortaya çıkan şüpheli/şüphelilere ilişkin deliller toplanarak suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa Cumhuriyet savcısı bir iddianame düzenleyecektir.

Ayrıntıları ilgili bölümde açıklanan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün iletişim yöntemi olarak ankesörlü/sabit hatlardan periyodik veya ardışık aramalar yaptıkları yönündeki tespitlerden sonra, soruşturma makamlarınca başlangıç soruşturması kapsamında ve CMK’nın 160/1. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yapılan araştırmalar sonucunda; FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının “sohbet” olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market, büfe vb. yerlerde kurulu bulunan ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatları özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmesi üzerine CMK’nın 135/6. maddesi gereğince sabit hat ve ankesörlü hatlara yönelik iletişimin tespiti kararları alınarak uygulamaya konulması, bu cümleden olarak şüpheli kişilerin hatlarıyla kamuya açık, birbirinden bağımsız büfe, market vb. yerlerde kurulu bulunan sabit veya ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesi, üçüncü kişilere ait verilerin ayıklanması ile yapılan analizler sonucunda şüphelilere ulaşılmasında hukuka aykırı yöntemlerin kullanıldığı ileri sürülemeyeceği gibi ihlal edildiği iddia edilen hakka nazaran kamu güvenliğinin korunması ve suçla mücadele için sağlanan yararın üstünlüğünden de kuşku duyulmaması gerekecektir.

Şüphelinin/sanığın mahrem yapıda yer alıp sabit hat ve/veya ankesörlü telefonlar üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadığının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından; suçun ispatı açısından belirleyici nitelikte olması nedeniyle bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında taraflar huzurunda tartışılması ve savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca bu delillerin teyidi açısından;

Mahrem imamların büfe/ankesörlü sabit telefon hattı ile hedef şahıslarla görüşmelerinde gizliliği sağlamak için genellikle kullandığı yöntem olarak belirlenen;
Hedef şahsın telefon numarasının deşifre edilmesinin önlenmesi amacıyla çeşitli şifreleme metotları kullanarak kaydedilmesi,

Bazı mahrem imamların arama yapmadan önce ajandada kayıtlı numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten asker şahsı tekrar gerçek numarasından aramış olmaları,

Aramaların tek taraflı ve kısa süreli olması veya sadece çağrıdan ibaret bulunması,

Aranan askeri personel ise genellikle rütbe/makam olarak ve bağlı bulunduğu kuvvetlerin de denk olmaları,

Mahrem imamlar tarafından gerçekleştirilen arka arkaya aramanın (ardışık arama) örgütsel amaçlı olduğuna dair karine oluşturması,

Aramanın mesai saatleri dışında yapılması, sorumlu şahsın askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı alakasız kişileri de ankesörle arayarak bu bütün içerisinde hedeflerin kaybolmasını sağlama çabası,

Aramanın on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez olmak üzere periyodik olması,

Mahrem imamın sorumlusu olduğu asker şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğunun gözetilmesi,

Asker şahısların hatların takılı bulunduğu cihazların toplantı yerine götürülmediği veya götürülse bile kapalı tuttukları,

Mahrem imamlarca hedef şahıs arandıktan sonra ilgisiz rastgele numaraların çevrilerek redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışılması,

Hususlarını da ortaya koyan, bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında kişiselleştirilmiş, emniyet birimlerince büfe/ankesörlü sabit telefon hatlarıyla irtibat kurma yöntemine ilişkin olarak düzenlenen ayrıntılı analiz raporunun temin edilerek dosyaya konulması,

-Emniyet kayıtlarının yanı sıra BTK’dan alınan baz istasyonunu gösterir HTS kayıtlarının “0” saniyeli çağrılar da dahil olmak üzere getirtilmesi,

-Şüpheli/sanığın görev yaptığı diğer şehirlerde ardışık aramalarının olup olmadığı araştırılarak sabit hat ve ankesörlü telefon kullandığına ilişkin analiz raporunun da istenmesi,
-Şüpheli/sanıkla ilgili sabit hat veya ardışık aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde tanık sıfatıyla dinlenilmeleri,

-Ardışık aramalar kapsamında diğer şahıslar hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya ibrazı sağlanarak değerlendirilmesi suretiyle maddi gerçeğin ortaya konulması,
Gerekmektedir.

Bu kapsamda;

Yukarıda açıklanan özellikler doğrultusunda; mahrem hizmetlerde görevlendirilen asker veya sivil şahsın, örgütün gizlilik ve deşifre olmama kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun bir delil olacağında kuşku yoktur.

C) HABERLEŞME İÇİN OPERASYONEL HAT KULLANILMASI:

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün örgütsel toplantılar için iletişim kurma yöntemlerinden biri olan operasyonel (patates) GSM hatlarıyla görüşme yapıldığı yönünde şüphe oluşması durumunda soruşturma makamlarınca başlangıç soruşturması kapsamında ve CMK’nın 160/1. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yapılan araştırmalar sonucunda örgüt mensuplarının “sohbet” olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market ve büfe gibi yerlerde kurulu olup ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar dışında operasyonel GSM hatlarını da özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmesi hâlinde şüphelinin/sanığın askeri mahrem hizmetler yapılanmasında veya sivil şahıslardan olup örgütteki konumu itibariyle operasyonel hat üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadığının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında şüpheli/sanığın hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi bakımından; özellikle suçun ispatında belirleyici delil niteliğinde olması hâlinde bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda sabit hat veya ardışık arama için yapılan açıklamalar ışığında, taraflar huzurunda tartışılması ve savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Burada şüpheli/sanık tarafından kullanılan GSM hattı ile mahrem imam tarafından kullanılan hatlara ait HTS raporları karşılıklı mukayese edildiğinde her iki hattın ortak baz bilgileri bulunduğu, her iki GSM hattının da aynı tarih ve yakın saatler aralığında aynı yerde baz verdiği, görüşmelerin ağırlıklı olarak tek bir GSM numarasıyla olduğu hususlarının mevcudiyeti hâlinde başkası üzerine kayıtlı bu hattın operasyonel hat olarak kullanıldığının tespiti mümkün olabilecektir.

Bu kapsamda;

Sanığın FETÖ/PDY’nin operasyonel hat kullanmak suretiyle oluşturulan hücresel haberleşme ağında yer aldığının teknik verilerle belirlenmesi,

Sanığın kullandığı operasyonel hat ile örgüt mahrem imamının kullandığı hattın aynı baz istasyonunda sinyal alıp almadığının tespitinin yapılması,

Sanığın silahlı terör örgütünün mahrem imamları ve yöneticileriyle iletişim kurma yöntemleri, zaman aralıkları, çeşitlilikleri, sanığın asker mi sivil şahıs mı olduğu, irtibat kurduğu kişilerin örgütün mahrem imamı olup olmadıkları hususlarının tespiti,

Operasyonel hat olarak kullanılan telefon numarasının kimin adına, ne zaman, nerede alındığına ilişkin GSM operatörlerinden belgelerin getirtilerek belgelerin incelenmesi, bu hattın kim tarafından alındığına yönelik araştırma yapılıp gerekli tespitlerin yapılması,
Operasyonel hat olarak kullanılan GSM hattının faturalarının nerede, kim tarafından ve hangi yöntemlerle ödendiğine ilişkin tespitlerin yapılması,

Yine operasonel hattın kontürlu hat olarak kullanılması durumunda kontürlerin nerede, ne zaman, kim tarafından yüklendiği ve ücretlerinin nasıl ödendiğinin tespiti,

Operasyonel hat ile bu hattı kullanan askeri şahısların görüştüğü mahrem imamların GSM hatlarının HTS kayıtlarının ve diğer iletişim bilgilerinin getirilmesi,

Sanığın kullandığı operasyonel hat ile asker ve sivil imam şahısların kullandığı operasyonel hatların ortak bazlarının bulunup bulunmadığı ve mahrem imamlar tarafından kendisi gibi asker olan başka dosya şüphelileri ile farklı tarihlerde ardışık olarak aranıp aranmadığı, arama sayısı ve aramaların periyodik olup olmadığı, aramaların gerçekleştirildiği zaman, konuşma süreleri, sanığın farklı sabit hatlardan aranması, aranmaların makul görünüp görünmediği konusunda uzman teknik bilirkişiden inceleme raporu ve operasyonel hat/HTS veri analiz raporu alınması,

Gerektiğinde operasyonel hat ile mahrem imamın kullandığı hattın diğer iletişim bilgilerinden olan; abone ismi, adresi, abone kimlik bilgileri, telefon numarası, IMEI numarası sorgusu veya eşleştirmesi (IMEI numarasından kullanıcı, kullanım tarihi, kimlik ve adres bilgisi araştırması), IP sorgusu bilgileri, sim kart bilgisi ve eşleştirmesi, IMSİ bilgisi, PUK numarası bilgisi, kontör kartları bilgisi ve eşleştirmesi, Roaming bilgisi, telefonun açık olup olmadığı bilgilerinin temin edilmesi,

Sanıkla ilgili operasyonel hatla aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde bu kişilerin tanık sıfatıyla dinlenmesi,

Operasyonel hat aramaları kapsamında diğer asker şahıslar (hücresel iletişim ağında yer alan) hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya getirilmesi,

Böylece elde edilen tüm bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilerek maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, gerekmektedir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ve tespitler doğrultusunda; sanığın, örgütün gizlilik ve deşifre olmamak kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla operasyonel (patates) hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı veya kendisinin aradığı her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun bir delil olacağı kabul edilebilecektir.

D) TANIKLIK:

a) Genel Olarak:

Ceza Muhakemesinde önemli yer tutan tanıklık, yargılamaya konu fiilin fail tarafından işlenip işlenmediği ya da nasıl işlendiği konusunda yargılama makamının kanaate ulaşmasını sağlayan kanıtlardan birisidir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251 Esas 2013/454 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere tanık, kendisine karşı yürütülmeyen bir ceza soruşturmasında, olay hakkında beş duyu ile edindiği algılamaları ifadesiyle açığa vuran kişidir.

Kural olarak ceza muhakemesinde taraf sıfatı bulunanların tanık olarak dinlenmemesi gerekir. Bu nedenle davanın tarafı olan sanık ve şüphelinin tanık olarak dinlenmesini Ceza Muhakemesi Kanunu düzenlememiş ancak şeriklerin tanıklığına imkan sağlamıştır.

Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre, görülmekte olan davada yargılanan sanığın, suç ortağı hakkında tanık olarak dinlenilmesi mümkündür. CMK’nın 50. maddesinde soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar tanık olarak dinlenebilirler, ancak bu tanıkların yeminsiz olarak dinlenmeleri gerekmektedir. Suç ortağının vereceği ifade, kendisinin de suçlanması sonucunu doğuracaksa tanıklıktan çekinme olanağına sahiptir. CMK’nın 48. maddesinde temelini Anayasa’nın 38/5. maddesinden alan ve adil yargılanma hakkını güvenceye bağlayan bir düzenlemeye yer verilmiştir.

Çekinme hakkı hatırlatılmadan tanığa bu tür soruların yöneltilmesi sonucu alınan cevaplar hukuka aykırı biçimde elde edilen kanıt niteliğindedir, (CMK’nın 206/a ve 217/2. maddeleri) hukuka aykırı delil de hükme esas alınamaz. (Yargıtay CGK’nın 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251, 2013/454 sayılı kararı)

Sanığın kendisinin de katıldığı suçlarla ilgili tanık sıfatıyla dinlenmemesi, sanığın açıklamalarının delil niteliği taşımayacağı anlamına gelmemektedir. Örneğin, diğer örgüt üyeleri kabul etmediği hâlde örgüt üyelerinden birisinin suçu birlikte nasıl işlediklerini samimi olarak anlatması ve destekleyici kanıtların da bulunması hâlinde elbetteki bu beyan delil olarak değerlendirilecektir. Bu bakımdan bir anlatımın “tanık beyanı” veya “sanık beyanı” olarak adlandırılmasının çok önemi de bulunmamaktadır.

b) Çağrı ve dinleme:

Sanık duruşmaya tanık getirebileceği gibi mahkemeye davet de ettirebilir. (CMK’nın 179. maddesi)

Mahkeme tanığın dinlenmesi için belirlenen gün ve saati sanığa ve müdafisine bildirmelidir. (CMK’nın 181/1. maddesi)

Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinlenme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçmez. (CMK’nın 210/1. maddesi)

Sanık ancak suç ortaklarının veya tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilmesi hâlinde, dinleme sırasında mahkeme salonundan çıkarılabilir, ancak tekrar getirildiğinde tutanaklar okunup ve gerektiğinde içeriği anlatılır. (CMK’nın 200. maddesi)

Tanıktan, tanıklık edeceği konulara ilişkin bildiklerini söylemesi istenir ve tanıklık ederken sözü kesilmez. Tanıklık edilen konuları aydınlatmak, tamamlamak ve bilgilerinin dayandığı durumları gereğince değerlendirebilmek için tanığa ayrıca soru yöneltilebilir. (CMK’nın 59. maddesi)

Tanık, bir hususu hatırlayamadığını söylerse önceki ifadesini içeren tutanağın ilgili kısmı okunarak hatırlamasına yardım edilir. Tanığın duruşmadaki ifadesiyle önceki ifadesi arasında çelişki bulunduğunda, evvelce alınmış ifadesi okunarak çelişkinin giderilmesine çalışır.
CMK’nın 201. maddesine göre, Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilir. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer soru sorabilir. Heyet hâlinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hâkimler birinci fıkrada belirtilen kişilere soru sorabilir.

c) Gizli tanıklık:

Kovuşturmanın aleniliği, yargılamanın doğrudan doğruyalığı ve kovuşturma aşamasında tüm yargılama süjeleri huzurunda delillerin tartışılıp maddi hakikate ulaşılması ilkelerine aykırı olmakla beraber kanun koyucu, suç örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda maddi gerçeğe ulaşmak adına bu prensiplerden vazgeçmeyi göze almıştır.

Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçların ortaya çıkarılması için başvurulabilecek tanıkların, muhatap oldukları tehlike nedeniyle temininde zorluk yaşanmaktadır. Bu nedenledir ki 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’nda ve CMK’nın 58/2-5. fıkralarında tanıkların korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiş ve gizli tanıklığın esasları düzenlenmiştir. Gizli tanıklığa başvurabilmek için CMK’nın 58/5. maddesinde tanıklığa konu eylemin bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş bir eylem olması aranırken örgütün faaliyeti dışında işlenen tüm suçlar kapsam dışı bırakılmıştır. Tanık Koruma Kanunu’nda örgütlü suçlar için cezanın alt sınırının iki yıl ve daha fazla olması şartı getirilmiştir. Sadece terör örgütünün faaliyetleri kapsamında değerlendirilen suçlar için alt sınır konulmamıştır. (TKK’nın 3/1-b maddesi) Bunun yanında örgüt kapsamında işlenmese bile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve alt sınırı on yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren tüm suçlar Tanık Koruma Kanunu kapsamında değerlendirilmiştir.
Tanığın taraflar huzurunda dinlenilmesi, tanık ya da yakınları adına ağır tehlike oluşturmalı ve bu tehlike başka türlü önlenemiyor olmalıdır. Tanık Koruma Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca tehlikenin ağır ve ciddi olması gerekmektedir. Tehlikenin niteliği, tanığın subjektif algılaması ile değil yetkili makamlarca her somut olayın özelliğine göre yapılacak değerlendirmeyle saptanmalıdır.

CMK’nın 58/2. maddesine göre gizli tanığın kimliğinin ortaya çıkmaması için mahkeme 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’nun 9. maddesinde belirtilen tedbirlere başvurabilir.

Gizli tanık kovuşturma aşamasında, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan dinlenilebileceği gibi tarafların huzurunda ancak, duruşma salonunun dışında başka bir odada görüntü ve sesi salona aktarılarak gerektiğinde ses ve görüntüsü değiştirilerek ya da duruşma salonunda bulunmakla birlikte kabin, perde gibi tanınmasını engelleyecek şekilde tedbirler alınarak dinlenebilir.

Gizli tanık, tanıklık ettiği olayları hangi nedenle öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlü olduğu gibi bu bilgiyle de beyanının gerçeğe uygunluğu denetlenmeli, bunun yanında sanık ve tarafların tanığın kimliğini ortaya çıkaracak soru sorması engellenmelidir.

Tanık Koruma Kanunu’nun 9/8. maddesine göre gizli tanık beyanı tek başına hükme esas alınamaz. Özellikle mahkumiyet kararı, ek başka delil olmadıkça, yalnızca gizli tanık beyanı esas alınarak verilemez. Dinlenen gizli tanığın birden fazla olmasının da önemi yoktur. Delil türü olarak yalnızca gizli tanık beyanına dayanılarak mahkumiyet kararı kurulamaz.

Kovuşturma aşamasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulması gerekir. Bu kural istisnasız olmamakla beraber eğer bir mahkumiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya kovuşturma aşamasında sorgulama ve sorgulatma olanağı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları AİHS’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olabilir. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bir tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise bu tanık mutlaka duruşmada dinlenmeli ve taraflara soru sorma imkanı sağlanmalıdır.

AİHS’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına, tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkanı tanınması gerektiğine işaret etmektedir. (Sadak ve diğerleri/Türkiye; B. no;29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, s.67)

Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dahil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi zorunludur. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli husus, tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dahil dermeyan ettikleri delillerin değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi hâlinde yargılama makamınca bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir. (AİHM Vidal/Belgium, B.No. 12351/86, 22/04/1992)

d) Etkin Pişmanlık Hakkından Yararlanan Sanıkların Tanıklığı:

Örgütsel faaliyetlerin büyük bir gizlilik içinde yürütülmesi nedeniyle örgüt mensuplarının ve eylemlerinin tespitinde önemli zorluklar yaşanmaktadır. Bu suçların ispat araçlarından birisi de bizzat örgüt mensuplarının beyanlarıdır. Uygulamada itirafçı olarak adlandırılan bu tanıklar suçların aydınlatılması açısından önemli bir kaynaktır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.04.2008 tarihli ve 9-18-78 sayılı kararında; etkin pişmanlık hükümlerinin amacı, bir yandan terör ve örgütlü suçlarla mücadele bakımından stratejik önemi nedeniyle en etkili bilgi edinme ve mücadele araçlarından olan örgütün kendi mensuplarını kullanmak, diğer taraftan da suç işlemeyi önlemek, mensup olduğu yasa dışı örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olanları ve işlediği suçtan pişmanlık duyanları cezalandırmayarak ya da cezalarında belli oranlarda indirim yaparak yeniden topluma kazandırmaktır şeklinde açıklanmıştır.

Örgüt mensubu olup etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak amacı ile tanıklık yapanların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerekecektir.

CMK’nın “Kendisi veya yakınları aleyhine tanıklıktan çekinme” başlıklı 48. maddesi “Tanık, kendisini veya 45 inci maddenin birinci fıkrasında gösterilen kişileri ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir. Tanığa cevap vermekten çekinebileceği önceden bildirilir” şeklinde hükümler içermektedir.

Tanıklıktan çekinmede, bütün hâlinde tanığın çekinme hakkı gündeme gelmekte; burada ise tanık, kendisine sorulan sorulardan kendisi ya da sayılan yakınlarını ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olanlar bakımından cevap vermeme takdirine sahiptir. Bu kapsam dışında kalan hususlarda tanığın, salt bu madde uyarınca çekinme hakkı bulunmamaktadır.
Diğer yandan, CMK’nın “Yemin verilmeyen tanıklar” başlıklı 50. maddesinde;

“(1) Aşağıdaki kimseler yeminsiz dinlenir:

a) Dinlenme sırasında onbeş yaşını doldurmamış olanlar.

b) Ayırt etme gücüne sahip olmamaları nedeniyle yeminin niteliği ve önemini kavrayamayanlar.

c) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Doktrinde genel kabul gören görüşe göre örgütlü suçlar, anlaşma suçlarının bir türü olup çok failli suçlardandır. Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olmak da genel iştirak hükümlerinin ötesinde örgüt kurmak ve yönetmekten ayrı bir suç olarak düzenlenmiş ve cezai yaptırıma bağlanmıştır. Dolayısıyla, bu suç tipi açısından müşterek faillik suretiyle iştirak söz konusu olamayacaktır.

Bu bağlamda, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olduğu iddiasıyla farklı yürütülen bir muhakemenin şüpheli ya da sanık sıfatıyla süjesi olan failin, aynı örgüte üye olduğu iddiasıyla yargılanan diğer kişilerin varsa örgüt içerisindeki konumlarının ve örgütsel faaliyetlerinin tanığı konumunda olup bu kişiler hakkında görülmekte olan davalarda tanık sıfatıyla dinlenmesinde bir sakınca bulunmadığı gibi diğer sanığa atılı örgüt üyeliği suçuna müşterek fail sıfatıyla iştiraki de mümkün olmadığından, bu kişilerin eylemlerine ilişkin tanıklık yaptığı noktada tanıklıktan ve yeminden çekinme hakkı da söz konusu olmayacaktır.
Diğer yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Etkin pişmanlık” başlıklı 221. maddesinde; suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olma suçlarını işledikten sonra soruşturma veya yargılama aşamasında etkin pişmanlık gösteren failler hakkında şahsi cezasızlık veya cezada indirim yapılmasını gerektiren hâller olarak kabul edilmiştir.

05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun, 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun ve 29.07.2003 tarihli 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu’na benzer şekilde 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde yapılan düzenlemeyle; kanun koyucu, örgütlerle etkin mücadele edebilmek için, örgütleri ortaya çıkarıp dağıtmayı, örgüt elemanlarını devletin yanına çekerek bir yandan zayıflatıp diğer yandan da örgütlerin deşifre olmasını sağlayarak örgüt bünyesinde faaliyet gösteren failleri yakalamayı, “etkin pişmanlık” hükümlerinden yararlanan sanıkları topluma kazandırmayı, örgüt bünyesinde gerçekleştirilen eylemleri açığa çıkarmayı ve benzer suçların tekrar işlenmesini önlemeyi amaçlamaktadır.

Etkin pişmanlık hükümleri kanunda failin cezasının kaldırılmasını veya cezada indirim yapılmasını öngören bir şahsi hâl olarak düzenlendiğinden, örgütlü suçluluk kapsamında savunmasının alınması sırasında kişiye bu hükümlerin hatırlatılması CMK’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “kanuna aykırı bir vaat” niteliğinde olmadığı gibi kişinin de kendi iradesiyle bu hükümlerden yararlanmayı kabul ederek ifade vermesinde ve bu ifadenin başka kişiler hakkında görülmekte olan davalarda adil yargılanma hakkına uygun olarak o davaların sanığına etkin itiraz yolları tanınması suretiyle delil olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Dosyanın incelenmesinde; beyanları hükme esas alınan tanıkların kendi haklarında yürütülen soruşturmalarda müdafileri huzurundaki ifadelerinde kendi iradeleriyle beyanda bulunmuş olmaları, aşamalarda herhangi bir kimse tarafından kendilerine kanuna aykırı vaatte bulunulduğuna ya da bu yönde zorlandıklarına dair delile dayanan somut iddialarının bulunmaması, kovuşturma aşamasındaki oturumlarda ayrıntıları SEGBİS kayıtlarından da anlaşılacağı üzere söz konusu tanıkların sanığa atılı suça ilişkin beyanda bulunmaları ve bu suça müşterek fail sıfatıyla iştirak etmemeleri nedeniyle tanıklıktan ve yeminden çekinme haklarının bulunmaması, bununla birlikte sanık ve müdafisinin de hazır olduğu ortamda beyanda bulunan tanıklara karşı sanık ve müdafisine tanıklara soru sorma ve bu beyanlara karşı savunma yapma haklarının etkin şekilde tanınmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde tanıkların dinlenilme usulleri ve bu beyanların değerlendirilerek hükme esas alınması açısından mahkeme hükmünün hukuka aykırı delile dayanmadığı anlaşılmaktadır.

Bazı hâllerde müdafisi huzurunda veya yargılandığı mahkemede etkin pişmanlık kapsamında beyanda bulunan şüpheli veya sanıklar, tanık sıfatıyla başka mahkemelerde dinlendiğinde, örgütten korkması veya değişik sebeplerle önceki anlatımından vazgeçtiği görülmektedir. Bu durumda hâkim önünde verilmiş bulunan ifadenin delil değeri yargılamayı yapan mahkemece tartışılıp değerlendirilmelidir.

Diğer delillerin ibrazında olduğu gibi beyan delili niteliğindeki tanıklar; kanuna aykırı olarak elde edilmiş ise, delille ispat edilmek istenen olayın karara etkisi yoksa veya istem sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa mahkemece reddedilebilecektir. (CMK’nın 206/2. maddesi)

Delilin ortaya konulması istemi, bunun veya ispat edilmek istenen olayın geç bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemez. (CMK’nın 207/1. maddesi)
Somut olayda, bir kısım tanıkların dinlenilmesinin reddedilmesi, ispatı gereken olayın karara etkisi bulunmadığından hukuka aykırı görülmemiştir.

E) BANK ASYA:

BDDK’nın 29.05.2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 107. maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası A.Ş.’de gerçekleştirilen mutat hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etme kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün amacına hizmet eden ve bankanın yararına yapılan ödeme ve sair işlemler, örgüte üye olma suçu bakımından örgütsel faaliyet tek başına ise örgüte yardım etme olarak kabul edilebilecektir. Bununla birlikte, örgütün mahrem yapısında yer alanların örgüt talimatına binaen kendileri yerine eşi veya yakın akrabaları vasıtasıyla bu kapsamda hesap açtırıp işlem yaptıkları gözden uzak tutulmamalıdır.

VI) HÜKMÜN İSABETLİ OLUP OLMADIĞI HUSUSUNDA MADDİ HUKUKA İLİŞKİN YAPILAN TEMYİZ İNCELEMESİ:

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

33224 sicil numarası ile Bulanık hakimi olarak göreve başlayan sanığın sırasıyla Meriç, Kütahya ve Konya hakimliği görevlerinde bulunduğu, 24.02.2011 tarihinde Yargıtay Üyesi olarak seçildiği,

Tanık …’un özetle; sanığı şahsen tanımadığını, Konya hakimi olduğu 2011 yılında Yargıtay üyeliği seçimleri sırasında isminin gündeme geldiğini, o vesileyle sicilinden ve evraklardan sanığı hatırladığını, sanığın 2011 yılındaki bu seçimlerde Yargıtay üyesi seçildiğini, 2011’deki 160 üyenin seçildiği seçimlerde HSYK’nın yüksek yargıdan gelen üyeleri dışındaki 17 üyenin kendi aralarında değerlendirmeler yapmak üzere anlaştıklarını, Bakanın ve Müsteşarın isteğinin o yönde olduğunu, bu sebeple herkesin çalışmasını ve seçilmesini istediği isimlerle ilgili değerlendirmelerini yaptığını, kendilerini de Kuruldaki sekiz üyenin Genel Sekreter Mehmet Kaya’nın evinde toplantıya davet ettiklerini, bu üyelerin kendilerine çalışma yaptıklarını, hazırladıkları isimleri göstermek istediklerini, bunların arasından seçmeleri halinde birlik beraberlik içinde hareket edebileceklerini, Yargıtay Başkanlığı, Başsavcılığı gibi kritik seçimlerde birlikte hareket etmenin önemini anlattıklarını, bu çerçevede yaklaşık 350 kişilik bir listeleri olduğunu, bu liste içinden seçim yapılmasının uygun olacağını söylediklerini, kendilerinin üyelerin tamamının bu listeden seçilmesinin mümkün olmadığını, kendi adayları da olacağını, Bakan ile Müsteşarın ve diğer arkadaşların da önerecekleri isimler olduğunu, bu nedenle listedeki isimleri değerlendirerek içinde uygun isimler olması halinde bunların seçilmesine destek olabileceklerini belirttiklerini, bunun üzerine listeye bakılarak mutabık kalacakları isimleri değerlendireceklerini söylediklerini, bu 350 ismin sicil bilgilerine bakarak olabilir yahut olamaz diye bir tasnif yaptıklarını, o gün ilk etapta olabilir diye kabul ettikleri yaklaşık 80 isim belirlendiğini, bu görüşme sırasında Kuruldaki sekiz üyenin bu listeden olabildiğince çok insanın üye seçilecekler arasına girmesine, kendilerinin ise listeyi olabildiğince düşürmeye çalıştıklarını, bu çerçevede 80 isim çıkınca sekiz üyenin itiraz ettiklerini, sayının çok az olduğunu, o listeden daha fazla kişinin seçilmesi gerektiğini, aksi takdirde Yargıtayda istenen sonuçların alınamayacağını, birlik beraberlik havasının yakalanamayacağını söylediklerini, hatta Ahmet Berberoğlu’nun sayının en az 140 olması gerektiğini söylediğini, o gün kendilerinin bunun mümkün olamayacağını söyleyerek ayrıldıklarını, sanığın da orada ilk gündeme gelen isimler arasında bulunduğunu, fakat hatırladığı kadarıyla ilk 80’e girmediğini, zira kendilerinin Konya’da komisyon başkanı ile diğer ağır ceza başkanları gibi seçilebileceğini düşündükleri daha kıdemli isimler bulunduğunu düşündüklerini, sanığın hatırladığı kadarıyla aile mahkemesi hakimi olduğunu, ilk etapta buna itiraz ettiklerini, fakat sanığın sicilleri ve terfilerinin iyi olduğunu, bir sıkıntısı olmadığını, arkadaşların da Konya’dan Halil Özdemir’in seçilmesini istediklerini, Halil Bey gündeme gelince sanığın da kıdemi Halil Bey’le yakın olduğundan “Aynı kıdemli birini seçiyorsak o zaman Yahya Bey de olsun.” denilip, daha sonraki görüşmelerde Kuruldaki sekiz üyenin isteğiyle sanığın listeye alındığını, sonuç itibarıyla sekiz üyenin istediği 350 kişilik listeden 110 civarında ismin üye olarak seçildiğini, kendilerinin getirdiği isimlerden de 50 civarında üye seçilmesi ile Yargıtay üyelik seçiminin neticelendiğini, sanığın Kuruldaki sekiz üyenin önerdiği ve ısrarla istedikleri isimlerden biri olduğunu, Yargıtayda nerede çalıştığını bilmediğini, 2013 yılında kendilerinin cemaat mensubu olmayan üyeleri bir araya getirmek için yemekler düzenlediklerini, o yemeklere sanığı çağırmadıklarını, kimlerin gelebileceği hususunda yaptıkları değerlendirmelerde gelsin denen arkadaşlar arasında sanığın isminin olmadığını, çağırmadıkları kişilerin cemaatle yakınlığı ya da irtibatı olabileceğini düşündükleri isimler olduğunu,

Tanık …’in özetle; sanığı 2011’de yapılan Yargıtay üyeliği seçimlerine kadar şahsen tanımadığını, söz konusu seçimlerden önce HSYK Genel Sekreterinin daveti üzerine seçimlerle ilgili bir öngörüşme yapmak üzere Genel Sekreterin evine gittiklerini, burada yaklaşık 350 civarında seçilebilecek ismin gündeme geldiğini, sanığın da o isimlerden birisi olduğunu, hatırladığı kadarıyla sicili ve kıdemi itibariyle seçilmesine engel bir durumu olmadığını, bu seçimler sonucunda da Yargıtaya üye olarak seçildiğini, cemaate mensup diye bilinen Kurul üyeleri tarafından ismi gündeme getirilen hakimlerden bir olduğunu, bu seçimden sonra bu yapıya mensup kişilerin Yargıtayda ve Danıştayda salt çoğunluğu elde etmiş gibi organize hareket etmek suretiyle sonuçlar elde etmeye başladıklarını, bunun da yapıya mensup olmayan arkadaşlar arasında rahatsızlıklar meydana getirdiğini, henüz Yüksek Seçim Kurulu üyeliği süreci başlamadan bazı adayların çıkıp aday olduklarını deklare etmeye başladıklarını söyleyen arkadaşlar olduğunu, kendisine bunu söyleyen şahsa “Bu durumu bu arkadaşlara iletin. Mesela Aydın Boşgelmez Bey Genel Sekreter, gidin görüşün kendisiyle. Niye bizimle istişare etmiyorsunuz deyin.” dediğini, bir süre sonra aynı arkadaşla tekrar görüştüklerinde bir görüşme yapamadıklarını öğrendiğini, bu şekilde toplu seçim nedeniyle yeni seçilen üyelerin birbirlerini tanımadıklarını, bu nedenle de aralarındaki iletişimsizlikten istifade eden diğer grubun organize hareket ettiğini, yönetim ve seçim işlerinde etkili olduklarını anladıklarını, bunun üzerine arkadaşlarla bir araya gelerek neler yapılabileceğini konuşmak, bu yapıya mensup olmayan üyeleri birbirleri ile tanıştırmak istediklerini, bu sebeple 25-30 civarında Yargıtay üyesi ile Hakimevinde buluştuklarını, bu durumları görüşüp sıkıntıları paylaştıklarını, bunun üzerine kimleri çağırabileceklerini tespit etmek için bütün Yargıtay listesini gözden geçirdiklerini, sanığın da bu yapıyla birlikte hareket ettiği şeklinde bir algı ifade edildiği için çağırmadıkları kişilerden birisi olduğunu,

Tanık …’in özetle; sanığı Yargıtay üyeliğinden önce tanımadığını, sanığın Yargıtayda yanılmıyorsa 2. Hukuk Dairesinde görevli olduğunu, cemaatle somut bir ilişkisinin olup olmadığını bilmediğini, fakat yayınlanan bir liste olduğunu, bu listede yanılmıyorsa sanığın isminin de yer aldığını, o sıralarda yapılan konuşmalarda sanığın da cemaat üyesi olduğunun söylenmekte olduğunu, onun dışında somut bir bilgisinin bulunmadığını,

Tanık …’un Cumhuriyet savcılığında şüpheli sıfatıyla müdafi huzurunda alınan ifadesinde özetle, kendi dönemindeki Fethullah Gülen cemaati mensubu olup Osman Yurdakul’un organize ettiği piknik ve yemeklere katılan şahıslar arasında sanığın da ismini bildirdiği, kovuşturmada alınan beyanında özetle, sanıkla dönem arkadaşı olduklarını, 1992 yılında kura çektiklerini, eğitim merkezi döneminde birkaç defa piknikler yaptıklarını ancak bunları cemaat organizasyonu kapsamında etkinlikler olarak hatırlamadığını, uzun süre geçtiği için bunlarda sanığın bulunup bulunmadığını hatırlamadığını, kura çektikten sonra sanıkla hiç görüşmediklerini, ancak 2011 yılında üye seçildikten sonra görüştüklerini, 2011 yılı Mart ayında 33 bin sicilliler olarak Hacıbaba’da bir yemek verdiklerini, bunu da Osman Yurdakul’un organize ettiğini, burada sanığın da bulunduğunu, bunun tüm 33 bin sicillilerin katıldığı genel bir yemek olduğunu, bunlar dışında sanıkla bir özel cemaat toplantısında veya başka yerde karşılaşmadıklarını,

Tanık …’ın Cumhuriyet savcılığında şüpheli sıfatıyla müdafi huzurunda alınan ifadesinde özetle, eğitim merkezinde …, Mehmet Kaya, Osman Yurdakul, Salih Sönmez, Bekir Özenir, Bilal Karadağ, Hüsamettin Uğur, Hüseyin Sabri Ömeroğlu, İbrahim Kır, İbrahim Tufan Ataman, Mesut Kundakçı, Muzaffer Özdemir, Ali Yıldız, Salih Çelik ve sanık ile tanıştığını, bu şahısların o dönem üçerli dörderli gruplar halinde sohbet yaptıklarını, kendisinin bu sohbetlere bir iki kez katıldığını fakat adı geçen şahısların bu yapıya mensup olduklarını o dönemden bildiğini, kovuşturmada alınan beyanında özetle sanıkla aynı dönem staj yaptıklarını, 1991-1992 yıllarında Eğitim Merkezine devam ettiklerini, kendisinin Eğitim Merkezinin yurdunda değil, ailesiyle birlikte kaldığını, Kerim, Osman Yurdakul, Mehmet Kaya’nın isimler söyleyerek “Bunlar bizim arkadaşlarımız” dediklerini, kendisinin daha önceden bu isimleri bilmesinin mümkün olmadığını, adaylık döneminden sonra Yargıtaya gelinceye kadar sanıkla herhangi bir yerde birlikte çalışmadıklarını, Yargıtayda da kendisi ceza dairesinde iken sanığın 2. Hukuk Dairesinde olduğunu, Eğitim Merkezinde iken 1991 yılı sonlarında Kerim’in, Osman’ın düzenlediği ve an itibarıyla görevde olan arkadaşların da katıldığı geniş katılımlı bir piknik organize edildiğini, orada beraber bulunduklarını, ayrıca 2008 ya da 2009 yılında biraz daha dar çerçeveli bir pikniğin de Abant’ta yapıldığını, kendisinin buraya günübirlik gidip döndüğünü, bu piknikte dönem arkadaşlarından cemaate ilgi, sempati duyan arkadaşların da bulunduğunu, kitap okunup sohbet edildiğini, sanığı da bu pikniğe katıldı diye hatırladığını,

Tanık …’ın özetle; özellikle 17-25 Aralık 2013’ten sonra örgüt içerisinde olan üst yapıdan aşağıya doğru örgütün çöken moral motivasyonunu yükseltme adına o dönemde hemen hemen her birimde ekstra sohbetler ve etkinlikler düzenlendiğini, bu etkinlik ve sohbetler içerisinde yargı üyeleri veya örgütün kuvvetli olduğu diğer birimlerden emniyet, bakanlıklar gibi yerlerde 2014 yılı içerisinde sohbetler yaptığını, sanığı da bu sohbetlere katılmış olan kişiler arasından yer almasından hatırlayıp tanıdığını,

Tanık …’ın özetle; sanığı Ankara’ya Yargıtay üyesi olarak gittiği tarihten sonra tanıdığını, sanığın cemaat mensubu olarak Yargıtaya o dönemde seçilen üyeler arasında olduğunu bildiğini, bu bilgiye de Ankara’da vakıf olduğunu, cemaat mensubu olduğunu bilmekten başka sanık ile ilgili ortak bir zaman geçirme veya faaliyetlerinin olmadığını, sanığı çok yakından tanımadığını,

Tanık …’in özetle, hakimlik stajını Yargıtay 2. Hukuk Dairesinde yaptığını, burada stajyerlerle ilgilenen üye olan sanığın kendisini HSYK seçimi döneminde arayarak Teoman Gökçe’nin arkadaşı olduğunu söyleyip seçimde ona oy verip veremeyeceğini sorduğunu,
Tanık …’ın Cumhuriyet savcılığında şüpheli sıfatıyla müdafi huzurunda alınan ifadesinde özetle, Yargıtay stajı sırasında devam ettiği daire üyelerinden olan sanığın kendisini arayarak HSYK seçimlerinde bağımsız adaylardan ismini hatırlayamadığı iki ya da üç kişiye oy vermesi yönünde talepte bulunduğunu, kovuşturmada alınan ifadesinde özetle, sanığı Yargıtayda staj gördüğü dairede üye olarak görevli olması nedeni ile tanıdığını, stajyerler ile Başkanın görevlendirmesi nedeniyle sanığın ilgilendiğini, stajını bitirip hakimlik görevine başladıktan sonra görev sırasında karşılaştığı birtakım sorunları zaman zaman sanığa danıştığını, Yargıtayda görev yaptığı süre boyunca sanığın Fetö ile bir ilgisi olup olmadığına şahit olmadığını, zaten böyle bir durumu görmüş olsaydı kürsüye atandıktan sonra karşılaşmış olduğu durumları sanığa danışmayacağını, HSYK seçimleri döneminde sanığın kendisini arayarak ismini hatırlamadığı bir veya iki kişiyi belirterek bu kişilerin dostu ve çalışma arkadaşları olduklarını söylediğini, bunlara oy vermesi hususunda ricada bulunduğunu, ancak verdiği isimleri kesinlikle hatırlamadığını, bu isimlerin Yargıda Birlik’in desteklediği adaylardan mı, Fetö’nün desteklediği bağımsız adaylardan mı yoksa diğer bağımsız adaylardan mı olduğunu bilmediğini, sanığın Fetö ile bir ilgi ve alakasının olduğuna ilişkin bilgisi olmadığını,

Beyan ettiği anlaşılmıştır.

Sanık ve müdafisi, tanık beyanlarının aşamalarda farklılık gösterdiği ve çelişkiler içerdiğini iddia etmişlerse de soruşturmada alınan beyanların mahkemece açıklattırılması nedeniyle ortaya çıkan bu durumun beyanlar arasında farklılık ve çelişki olarak değerlendirilemeyeceği, soruşturmalarda alınan beyanlar ile mahkeme huzurundaki ifadelerin birbirleriyle uyumlu ve istikrarlı olduğu, bu beyan ve ifadelerin sanığın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü içerisindeki konumuna ve geçmişine yönelik bilgiler içerdiği görülmüştür.

Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı Adli Bilişim Şube Müdürlüğünün 02.10.2017 tarihli Teknik İnceleme ve Export (İçerik Çıkartma) Raporunda sanığı iş yeri aramasında el konulan Lenova marka dizüstü bilgisayardan çıkan Seagate marka 5VC95N2H seri numaralı HDD’nin alınan imaj içeriğinde yapılan kelime taramasında ”bylock” ile alakalı gelen sonuçlar incelendiğinde, path(yol) bilgisi pagefile.sys işletim sistemi ram(bellek) dosyası olan, imaj içeriğindeki bilgisayara usb portundan takılmış olabileceği değerlendirilen “Tarik Memiş Galaxy S4” isimli telefon içeriğinden geldiği değerlendirilen “bylock-Downloads” isimli kalıntılara rastlanıldığı belirtilmiştir.

Dosya içerisindeki 13.11.2017 tarihli Bilirkişi Kurulu Raporunda, sanığın evinde yapılan aramada el konulan dijital materyallerin incelenmesinde, içeriklerinde 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimini yöneten “yurtta sulh konseyine” ait yazışmaların görüntüleri ve terör örgütü lideri Fetullah Gülen’e ait fotoğraflarının, web kayıtları incelemesinde de “herkul.org” isimli internet sitesine dair kayıtların bulunduğunun, fotoğrafların ziyaret edilen web sitelerinden otomatik olarak “temporary internet files” klasörüne kayıtlanmış resim dosyalarından ibaret olduğunun bildirildiği anlaşılmıştır.

Sanığın savunmasında özetle; cemaatçi olduğu için Yargıtay üyeliğine seçildiği iddiasını kabul etmediğini, HSYK üyelerinden İsmail Aydın’ın hemşehrisi ve liseden arkadaşı, HSYK üyelerinden Bülent Çiçekli ve Ali Aydın ile HSYK Genel Sekreteri Mehmet Kaya’nın fakülteden sınıf arkadaşları olduğunu, Yargıtay üyeliğine, mesleki çalışmaları ve HSYK üyelerinin kendisini şahsi ve mesleki olarak tanıyıp tasvip etmeleri nedeniyle seçildiğini düşündüğünü, Yargıtay üyeliğine seçilmesi konusunda kendisini destekleyen bazı HSYK üyelerinin cemaatçi olmasının kendisinin de cemaat listesinden seçildiği ve cemaatçi olduğu anlamına gelmeyeceğini, ailesinin milliyetçi muhafazakar, kendisinin de imam hatip mezunu ve muhafazakar bir insan olduğunu, dolayısıyla arkadaş çevresinin de milliyetçi ve muhafazakar insanlardan oluştuğunu, hem öğrencilik hem de meslek yaşamı boyunca milliyetçi muhafazakar arkadaşlarının düzenledikleri sosyal amaçlı yemek, piknik ve organizasyonlara katıldığını, bu organizasyonlardan bazılarının o tarihte cemaat tabir edilen yapının okul ve dershanelerinde olduğunu, o tarihlerde bu tür kurumların sosyal etkinliklerine siyasetçiler, sanatçılar ve toplumun aydın kesiminin de katıldığını, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz olaylarından sonra bu örgüt yapısının gerçek yüzünün ortaya çıktığını, bu aşamadan sonra bu örgütle ilişkilerini tamamen kestiklerini, herhangi bir etkinliğine de katılmadıklarını, sonuç olarak milliyetçi ve muhafazakar bir insan olması ve milliyetçi muhafazakar insanlarla görüşüp konuşması nedeniyle bu insanların kendisini, gruplarına yakın görmüş ve bu şekilde değerlendirmiş olabileceklerini, ancak ne FETÖ’ye ne de başka bir örgütsel yapıya mensubiyeti olduğunu, suç teşkil eden bir örgütsel eyleminin söz konusu olmadığını, kesinlikle örgüt talimatıyla hareket edip örgüt adayları için oy talep etmediğini, Yargıtaya üye seçildikten sonra taşradan bazı arkadaşların yaşadıkları sorunlar konusunda kendisinden zaman zaman yardım talep ettiklerini, onlara elinden geldiği ölçüde yardımcı olmaya çalıştığını, kendilerine bu şekilde yardımcı olduğu meslektaşlardan ve daha önce tanıdığı meslektaşlarından arayıp HSYK adaylarından tanıdığı kimse olup olmadığını soranlar olduğunu, bu kişilere adaylardan şahsen tanıdığı ve güvendiği birkaç ismi bildirdiğini, hiçbir meslektaşına, örgütün üyelerine, örgütün adaylarına, örgütün listesine oy vermeleri şeklinde bir telkin ve tavsiyede bulunmadığını, nitekim dinlenen tanıkların da “Bize bir iki kişinin ismini söyledi” diyerek bu hususu teyit ettiklerini, ayrıca meşru bir seçime katılmalarına devletçe de izin verilen kişiler hakkında görüş ve düşünce açıklamanın suç kabul edilemeyeceğini, tanık ifadelerinin gerçekleri yansıtmadığını, hatalı, zan, tahmin ve yoruma dayalı çelişkili beyanlar olduğunu, beyanlarının CMK’nın 148 ve devamı maddelerine aykırı olarak elde edildiğini, belirli internet sitelerine girmek ya da darbeyle ilgili haberleri okumanın suç unsuru kabul edilmesinin mümkün olamayacağını, inceleme ve bilirkişi raporlarında da ilgili fotoğraf ve görüntülerin otomatik olarak bilgisayara indirilen materyaller olduğunun belirtildiği, hakkında yapılan soruşturma ve yargılamada usul hükümlerine uyulmadığını, Yargıtay Kanunu 18/4 ve 46. maddelerinin gözetilmediğini, Yargıtay üyesi olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulunda yargılanması gerekirken suç tarihinden sonra çıkartılan 680 sayılı KHK ile yargılama görevinin 9. Ceza Dairesine bırakıldığını, bu şekilde tabii hakim ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, arama, el koyma, yakalama ve tutuklama kararlarının usule aykırı olduğunu, hakkında lehe olan hiçbir delilin toplanmadığını, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu, örgütün faaliyetlerine ve amacına uygun hareket ettiği iddia edilmiş ise de de örgütle nerede, ne zaman, kimler vasıtasıyla organik ilişki kurduğu, örgüt içindeki konumu, örgütsel eylem ve faaliyette bulunduğunun kanıtlanmış olmadığını, üzerine atılı suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığını,

İfade ettiği görülmüştür.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde;

Sanığın, silahlı terör örgütünde örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında Yargıtay üyeliğine yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyonla hareket ederek örgüt adına faaliyetlerde bulunduğu, bu suretle FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği anlaşılmaktadır.

Suç tarihi itibarıyla FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanığın kanuni yönden sorumlu tutulmasına engel teşkil etmeyecektir. Ayrıca örgüt piramidi içindeki konumu itibarıyla “mahrem alan” yapılanmasında yer alması, sanığın eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi ve tecrübeleri ile örgütteki konumu itibarıyla bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olduğu anlaşıldığından; sanık hakkında TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hata hükmünün uygulanma olanağı bulunmamaktadır.

Bu sebeplerle, sanık yönünden TCK’nın 314/2. maddesi kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğunun kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde sayılan hukuka kesin aykırılık hâlleri ile sanık ve müdafisinin temyiz itirazları doğrultusunda incelenmesi sonucunda, yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği, sanığın örgütte kaldığı süre ve örgütsel eylemlerinin çeşitliliği itibarıyla suç kastının yoğun olması, örgütün mahrem yapılanmasında ve bu yapılanmanın da Yargıtay gibi örgüt tarafından büyük önem taşıyan Anayasal bir kurum içerisindeki örgütlenmesinde yer alması, bu örgütlenme içerisinde tanık beyanları ve diğer delillerle ispatlandığı şekilde örgütsel saikle hareket ettiği, gerçekleştirdiği eylemlerin vahameti karşısında işlediği suçla meydana gelen tehlikenin ağır olması birlikte değerlendirildiğinde temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak tayin edilmesi dosya kapsamına uygun olup TCK’nın 3. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “orantılılık” ilkesine aykırılık oluşturmadığı, TCK’nın 62. maddesi uyarınca cezanın indirilmesi esnasında belirlenen takdiri indirim oranının yerinde olduğu anlaşılan Özel Daire kararı isabetli bulunmuştur.
Açıklanan nedenlerle;
1)Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 07.02.2019 tarihli ve 49 – 6 sayılı; sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün ONANMASINA, oy birliğiyle,
2) Dosyanın, Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 06.07.2021 tarihinde yapılan müzakerede karar verildi.

YAĞMA SUÇUNUN OLUŞUMU İÇİN MAĞDURUN DİRENÇ GÖSTERMESİ, CEBİR UYGULANMASI YA DA EN BAŞTAN MAĞDURUN DİRENEBİLECEĞİ ÖNGÖRÜLEREK DİRENMESİNİ ENGELLEMEK AMACIYLA ZOR KULLANILMASI ŞARTTIR.

T.C
Yargıtay
6. Ceza Dairesi

2021/8083 E. ,
2021/19194 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi

SUÇ : Nitelikli yağma

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:

Yağma suçu, hırsızlığın zor kullanılmak suretiyle gerçekleştirilme halidir. Yağma, başkasının zilyetliğindeki taşınabilir bir malın zilyedin rızası olmaksızın faydalanmak amacıyla cebir veya tehdit kullanmak suretiyle alınmasıdır. Yağma icrai kuvvetle işlenebilen bir suç tipidir. Kullanılan cebir ve tehdidin kişinin malı teslim etmeye veya alınmasına ses çıkarmamaya yöneltmeye elverişli olmalıdır. Cebir–şiddet, mağduru men ederek ve zorlayarak failin istediği davranışa sokacak fiillerdir. Mağdurun elinde veya üstünde taşıdığı bir eşyanın mağdurun direnmesine fırsat kalmadan ani bir hareketle çekip alınması durumunda yağma suçundaki cebir unsurundan bahsedilemez. Başka bir anlatımla yağma suçunun oluşumu için mağdurun direnç göstermesi, bu direncin kırılması için cebir uygulanması ya da en baştan mağdurun direnebileceği öngörülerek direnmesini engellemek amacıyla zor kullanılması şarttır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Olay günü gece 02:00 sırasında sanıklardan Tayfun’un müştekinin elindeki çantayı kayışından çekerek aldığı olayda, sanığın suça konu eşyayı tek bir hareketle çekip aldığı, suça konu eşyaya uygulanan şiddet sırasında çekip alma sonucu oluşan yaralamanın eylemi yağmaya dönüştürmediği, sanığın eyleminin mağdurun direncini kırmaya yönelik şiddet olmadığı dolayısıyla yağma suçundaki zor unsurunun gerçekleştiğinin kabulünün olanaklı olmadığı, bu hali ile eylemin 5237 sayılı TCK’nın 142/2-b maddesine uyan nitelikli hırsızlık suçunu oluşturduğu dikkate alınmadan, suçun hukuki vasfının takdirinde yanılgıya düşülerek yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde uygulama yapılması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … ve müdafiinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, 09.12.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ÇELİK HALATLI YOL BARİYERLERİNİN TESİSİ ESNASINDA ELEKTRİK AKIMINA KAPILMA- TAKSİRLE ÖLÜME SEBEBİYET VERMEK – BERAAT

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi

2020/2469 E. , 2021/7903 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : Sanıklar hakkında ayrı ayrı beraat

Taksirle öldürme suçundan sanıkların beraatlerine ilişkin hükümler, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Olay günü saat 22:30 sıralarında maktül …’in Emirgan Mah. … Cad. üzerinde bulunan Mado Cafe isimli işyerinin karşısında yüzdükten sonra denizden çıktığı ve yoldan karşıya geçeceği sırada yol kenarında bulunan çelik tellere dokunması üzerine, elektrik akımına kapılarak elektirik çarpması sonucu öldüğü olayda; elektrik teknik öğretmeni tarafından tanzim edilen 28.03.2013 tarihli bilirkişi raporunda, BEDAŞ (Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş) tarafından faal tutulması gereken aydınlatma hattının denetlendiğine dair herhangi bir evrakın bulunmadığı, aydınlatma direği üzerinde gerekli yalıtımın yapılmadığı, sistemde kaçak elektrik rölesi veya kontaktörünün ve topraklama hattının olup olmadığı net olarak bilinmiyor ise de, usulüne uygun çalışır vaziyette kaçak elektrik tedbirinin bulunmadığına ilişkin tespitlere yer verildiği, yargılama aşamasında alınan 27/08/2014 tarihli bilirkişi kurulu raporunda ise; İstanbul Büyükşehir Belediyesince tesis edilen çelik halatlı yol bariyerlerinin tesisi esnasında, bölgede bulunan aydınlatma direklerini besleyen kabloya çok yakın tesis yapıldığı, çelik halatlı yol bariyerlerini yere sabitleyen ayakların oynar vaziyette, aydınlatma kablosu üzerine çakıldığı, sabitleyici ayakların aydınlatma kablosunun zaman içerisinde izolasyonunu bozarak temas sonrası çelik halatlı yol bariyerlerine elektrik geçtiği, olay zamanında elektrik akımına kapılan maktulün çelik halatlı yol bariyerine temas esnasında geçici elektrik akımına maruz kaldığının tespit edildiği, yol kenarında elektrik tellerinin geçtiği bariyer inşasının hatalı yapılması sonucu elektrik kaçağının oluştuğu, bariyerleri döşeyen şirketin teknik elemanları, işin kabulünü yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi kabul komisyonu, işin yapım aşamasında görevlendirilen İBB kontrol teşkilatı yetkililerinin asli kusurlu olduğu; 2010 yılından bu tarafa aydınlatma tesisatının sorumluluğu BEDAŞ’ta olduğundan genel olarak tüm tesisatın kontrol edilmesi yönünde emir vermeyen yetkililerinde kusurlu olduğunun ancak, olay yerinde tespit, onarım, kontrol sorumluluğu olmayan sanıklar …, …, …, …, …, …’ın sorumluluklarının bulunmadığının belirtildiği, İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetine ait 21.05.2019 tarihli rapora göre ise, olayda BEDAŞ ve Avan Ltd Şti’de çalışan sanıkların aydınlatma direklerinin montajı, elektrik ve mekanik bağlantılarının yapılması, ayrıca aynı yerde yol korkuluğunun yapılması işini üstlenen montaj teknisyeni ve bu teknisyeni çalıştıran sorumlu kişilerden olmamaları, aydınlatma tesisinin planlanması imalatı ve devir alınmasında herhangi bir sorumlulukları bulunmadığının tespit edildiği ve mahkemece kazada kusurlu olduğu belirtilen yetkililerin tespit edilerek gereği yapılmak üzere suç duyurusunda bulunulduğu anlaşılmakla, öncelikle dosya içine tazminat davasına ilişkin evraklar da eklenerek, sanıkların kusur durumlarının birbirlerine etki edecek olması nedeniyle, suç duyurusunda bulunulan kişiler hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılması ile dava açılmış olması halinde davaların birleştirilmesi; haklarında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi halinde ise, soruşturma evrakının denetime olanak verecek şekilde dosya arasına alınarak gerektiğinde yeniden bilirkişi raporu alınarak neticesine göre sanıkların hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi,
Kanuna aykırı olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince hükümlerin isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 15/11/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YOLA DEVRİLEN ELEKTRİK DİREĞİNİNİN BAĞLANTISINI KESMEK İÇİN OLAY YERİNE GELEN İŞÇİ -TAKSİRLE ÖLDÜRME

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi

2020/3310 E. , 2021/8154 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : TCK’nın 85/1, 62/1, 50/4-1-a, 52/2-4, 53/6. maddeleri mahkumiyet

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Katılan vekili tarafından hükmün duruşma talepli olarak temyiz edildiği görülmüş ise de, sanık hakkında hükmedilen cezanın on yıl hapis cezasından aşağı olması ve duruşma talebinin uygun bulunmaması nedeniyle 5320 sayılı Kanunun 8.maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 318 ve 5271 sayılı CMK’nın 299. maddeleri gereğince reddine karar verilerek yapılan incelemede;

Olay tarihinde SEDAŞ (Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş) bünyesinde arıza bakım ve onarım hizmetleri sözleşmesi kapsamında çalışan ve acil müdahale ekibinde bulunan işçi müteveffa …, kendi ölümüne sebebiyet veren kaza öncesi meydana gelmiş bir başka kaza nedeni ile yola devrilen elektrik direğinin elektrik bağlantısını kesmek üzere olay mahallinde bulunduğu ve orta refüj üzerinde çalışma yaptığı esnada, sanık … sevk ve idaresindeki otomobil ile meskun mahal içerisinde, tek yönlü, asfalt kaplama, yağış nedeni ile ıslak zeminli cadde üzerinde seyrederken olay mahalline geldiğinde yerde bulunan elektrik direğine çarpması ve elektrik direğinin havalanarak müteveffa …’in başına isabet etmesi sonucu sanığın asli kusuru ile …’in ölümüne neden olduğu olayda;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin ve katılan vekilinin sair nedenlere ilişkin temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1-Sanık hakkında hükmedilen hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verilirken adli para cezasının belirlenmesine esas alınan tam gün sayısının gösterilmemesi suretiyle TCK’nın 52/3. maddesine aykırı hareket edilmesi,

2-Sanık hakkında tayin edilen adli para cezasının ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve cezanın hapse çevrileceğinin ihtaratı yerine infazı kısıtlar biçimde “taksitlerden birinin ödenmemesi halinde kalan cezanın tümden tahsiline” karar verilmesi,

Kanuna aykırı olup, sanık müdafinin ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, aynı Kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden, hükmün (4) numaralı bendi hükümden çıkarılarak yerine, ” Sanığa verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasının TCK 50/4-1.a. maddesi gereğince, sanığın sosyal ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak adli para cezasına çevrilmesine, TCK’nın 52/3. maddesi gereğince adli para cezasının belirlenmesine esas tam gün sayısının 910 tam gün olarak belirlenmesine; TCK’nın 52/2. maddesi gereğince bir gün karşılığı adli para cezasının takdiren 20 TL olarak hesabıyla 18.200,00-TL adli para cezası ile cezalandırılmasına” ibaresinin eklenmesi ve hükmün (7) numaralı bendinde yer alan ” taksitlerden birinin ödenmemesi halinde kalan cezanın tümden tahsiline” ibaresi hükümden çıkarılarak yerine “sanık hakkında hükmolunan adli para cezasına ilişkin taksitlerden birinin ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve cezanın hapse çevrileceğinin ihtaratı” ibaresinin eklenmesi suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün; DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 22/11/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Exit mobile version