İBRANAME- FAZLAYA İLİŞKİN HAKLARIN SAKLI TUTULMASI İKİ YILLIK HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜREYİ ORTADAN KALDIRIR

T.C

YARGITAY

17.HUKUK DAİRESİ

ESAS : 2015/16691

KARAR: 2018/9402 

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkilinin … plaka sayılı araç içerisinde iken 08/12/2006 tarihinde geçirdiği trafik kazası neticesinde malul kaldığını, davalı … şirketinin … plaka sayılı aracın koltuk sigortacısı olduğunu, kazadan sonra davalı … şirketince sadece 8.050,00 TL ödeme yapıldığını, davalı şirketçe müvekkiline ödenmesi gereken miktarın çok altında bir ödeme yapıldığını, ibranamede fazlaya ilişkin talep ve hakları saklı tutulduğundan bakiye alacağın davalıdan tahsili için iş bu davayı açmak zorunda kaldıklarını belirterek ve fazlaya ilişkin hakları saklı tutularak 3.000,00 TL maddi tazminatın temerrüt tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, 2918 sayılı KTK’nın 111.maddesindeki 2 yıllık sürenin geçmiş olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan iş göremezlik tazminatı istemine ilişkindir.
KTK’nın 111. maddesi uyarınca, tazminat miktarlarına ilişkin olup da yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar yapıldıkları tarihten itibaren 2 yıl içinde iptal edilebilirler. Yasanın bu hükmünden yararlanmak için ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp, dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklaması da yeterlidir. Yasada belirtilen 2 yıllık süre hak düşürücü süre olup, mahkemece re’sen dikkate alınması gerekir.

Somut olayda; olay nedeniyle davalı tarafından davacıya poliçe hükümleri gereğince 03.06.2011 tarihinde 8.050,00 TL ödeme yapılmış ve 26.05.2011 tarihli ibraname imzalanmıştır. Eldeki davanın 25/03/2015 tarihinde açılmış olmasına göre, KTK 111. maddede öngörülen 2 yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği düşünülebilirse de, ibranamenin alt kısmında, davacı tarafça fazlaya ilişkin hakların saklı tutulduğu ve 8.050,00 TL ödeme miktarı ile sınırlı olarak ibra ettiklerinin belirtilmiş olduğu anlaşılmış olup, bu durumda artık kayıtsız şartsız bir ibradan bahsedilemeyecek olduğundan KTK’nın 111. maddesindeki 2 yıllık hakdüşürücü sürenin somut olayda uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
O halde mahkemece davanın esasına girilerek yapılacak araştırma ve inceleme sonucuna göre bir karar vermesi gerekirken yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 23/10/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

KÖY MERASINA TECAVÜZ SUÇUNUN MAĞDURU KÖY TÜZEL KİŞİLİĞİ OLUP SUÇTAN ZARAR GÖREN HAZİNENİNDE DAVAYA KATILMA HAKKI BULUNMAKTADIR

T.C
YARGITAY
Ceza Genel Kurulu

2015/994 E. , 2016/215 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza
Günü : 17.01.2013
Sayısı : 20-11

Köy merasına tecavüz suçundan sanığın beraatına ilişkin, Kelkit Asliye Ceza Mahkemesince verilen 17.01.2013 gün ve 20-11 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 16.12.2013 gün ve 17125-29191 sayı ile;
köy merasına tecavüz suçunun mağduru köy tüzel kişiliği olup suçtan doğrudan zarar görme olasılığı bulunmayan hazinenin, bu suçtan açılan davaya katılma hakkı bulunmadığı gibi, katılma kararı verilmiş olması da temyiz hakkı vermeyeceğinden, Maliye Hazinesi vekilinin temyiz isteminin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken CMUK’nun 317. maddesi gereğince reddine” karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.01.2014 gün ve 92763 sayı ile;

“Kamu davasına katılma 5271 sayılı CMK’nun 237 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. CMK’nun 237/1. maddesine göre; ‘Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.’

Tüm dosya kapsamından dava konusu yerin köy merası olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda dava konusu yer Maliye Hazinesi’ne ait ancak kullanım hakkı köylüye ait bir yerdir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 14.01.2014 tarih ve 222-6 sayılı kararı da nazara alındığında, köy merasına tecavüz suçlarında Maliye Hazinesi’nin suçtan doğrudan zarar gören olarak davaya katılabileceği ve yasa yollarına müracaat hakkının var olduğu kabul edilmelidir.

Şu halde, davaya katılma ve hükme yönelik yasa yollarına müracaat hakkı bulunan Maliye Hazinesi vekilinin sanık aleyhine yapmış olduğu temyiz itirazları gözetilerek temyiz davasının kapsamı belirlenmeli ve buna göre bir karar verilmelidir” görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire ret kararının kaldırılmasına ve dosyanın, hükmün esasının incelenebilmesi amacıyla Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.

CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 30.09.2015 gün ve 1976-21880 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; köy merasına tecavüz suçundan açılan kamu davasına Maliye Hazinesinin katılıp hükmü temyize hak ve yetkisi bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Kelkit Cumhuriyet Başsavcılığının 02.02.2010 tarih ve 49-16 sayılı iddianamesiyle, sanık …’ın…. ilçesi … Köyü 16 nolu mera parselindeki 9844 metrekarelik alana ağaç dikmek ve traktörle sürmek suretiyle tecavüzde bulunduğu iddiasıyla 5237 sayılı TCK’nun 154/2. maddesinin delaletiyle aynı maddenin 1. fıkrası gereğince cezalandırılması talebiyle kamu davası açıldığı,

Kovuşturma aşamasında Hazine vekilinin suçtan zarar gördüklerinden bahisle davaya katılma isteminde bulunduğu, yerel mahkemece söz konusu talep kabul edilerek suçtan zarar görmesi ihtimaline binaen Maliye Hazinesinin müdahil olarak davaya kabulüne karar verildiği,

Suça konu … Köyü 16 nolu parselin, Hazine adına kayıtlı ve köy tüzel kişiliği yararına tahsisli mera olduğunun belirtildiği,

Sanığın aşamalarda, babasından kalan yeri kullandığını,…. Kaymakamlığının men kararı ile derhal tecavüzü sona erdirdiğini, suç işleme kastının olmadığı gibi tecavüzü de kendisinin gerçekleştirmediğini savunduğu,

Anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, meranın hukuki statüsü ile Hazine ve köy tüzel kişiliğinin meralar üzerinde sahip oldukları hakların niteliği üzerinde durulması gerekmektedir.

Mera, 4342 sayılı Mera Kanununun, “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinde; “Hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için tahsis edilen veya kadimden beri bu amaçla kullanılan yeri ifade eder” şeklinde tanımlanmıştır.

Aynı kanunun “Mera, Yaylak ve Kışlakların Hukuki Durumu” kenar başlıklı 4. maddesinde ise meraların kullanma hakkının bir veya birden çok köy veya belediyeye ait olduğu, bu yerlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunduğu, özel mülkiyete geçirilemeyeceği, amacı dışında kullanılamayacağı, meralarda zamanaşımının uygulanmayacağı sınırlarının daraltılamayacağı, ancak kullanım hakkının kiralanabileceği hüküm altına alınmıştır.

3402 sayılı Kadastro Kanunun 16-B maddesinde meraların kamunun yararlanmasına tahsis edilmiş veya kamunun kadimden beri yararlandığı orta malı taşınmazlardan olup, tescile tâbi olmadıkları ve özel mülkiyete konu teşkil etmeyecekleri,

4721 sayılı Türk Medeni Kanunun 715. maddesinde de yararı kamuya ait malların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, bu malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılmasının özel kanun hükümlerine tâbi olduğu belirtilmiştir.

Anılan kanuni düzenlemeler uyarınca meralar kamu malı olup en genel tanımıyla kamu malları, Devletin özel mülkiyetindeki malları, kamunun yararlanmasına tahsis edilen hizmet malları ile kamunun ortak kullanımına ve yararlanmasına açık olan orta malları ve sahipsiz malları ifade eder (Sadık Kırbaş, Devlet Malları, Birlik Yayınevi, Ankara,s.4). Yararlanma, tahsis şekli, mahiyet gibi ölçütler çerçevesinde kamu malları sahipsiz malları, hizmet malları, orta malı, vakıf malları, eski eserler gibi çeşitli sınıflandırmalara tâbi tutulmaktadır. Bu ayrım içerisinde meralar kamu orta malları kapsamında yer almaktadır. Orta mallarının bir kısmından yapılan tahsise göre toplumun belirli bir kesimi yararlanırken -meralar buna örnektir- bir kısmından ise yol ve meydanlar gibi mahiyetleri itibariyle herkes yararlanmaktadır.

Öğretide, Devletin kamu malları üzerinde sahip olduğu hakkın hukuki mahiyeti konusunda iki farklı görüş ileri sürülmüştür:

1) Birinci görüşe göre; Devlet kamu malları üzerinde mülkiyet değil, bir zabıta ve koruma hakkına sahiptir. Buna göre, kamu malları özel mülkiyete ve ferdi tasarrufa elverişli değildir. Çünkü mülkiyet hakkı bir şeyden mutlak şekilde faydalanmak ve tasarruf etmek yetkisini vermektedir. Devletin ise kamu malları üzerinde serbestçe tasarruf ve mutlak kullanma yetkisi olmadığından kamu malları üzerindeki yetkisi bir mülkiyet hakkı olarak tavsif edilemeyecektir. Devlet kamu malları üzerinde sadece kamu hukukundan kaynaklanan bir zabıta ve koruma hakkına sahiptir.

2) İkinci görüşe göre de; Devlet kamu malları üzerinde bir nevi idare hukuku mülkiyetine sahiptir. Ancak bu mallar umumun istifadesine bırakıldığından veya belli bir kamu hizmetine tahsis edildiğinden bu mülkiyet hakkı çok sınırlı ve idare hukuku kaidelerine bağlı bir haktır. (Halil Cin, Mehmet Handan Surlu, Türk Hukukunda Mera Yaylak ve Kışlaklar ve Mera Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2000, s.13 vd)

Belirtilen görüşler doğrultusunda Devletin meralar üzerinde sahip olduğu hakkın hukuki niteliğinin takdir ve tayininden önce mevzuatta Devlete ve onu temsilen Hazineye meralarla ilgili tanınan hak ve yükümlülüklerin neler olduğunun da gözden geçirilmesinde yarar bulunmaktadır.

Anayasanın 45. maddesinde; “Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer’aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır” denilmektedir. Bu madde ile Devletin meraları koruma görevinin olduğu vurgulanmıştır. Nitekim madde gerekçesinde bu husus daha açık biçimde; “Madde, Devlete, tarım arazilerinin ve çayırlarla meraların amaç dışı kullanılmasını önleme görevini yüklemektedir” şeklinde ifade edilmiştir.

4342 sayılı Mera Kanununun 4. maddesinde; amaç dışı kullanılmak suretiyle vasıfları bozulan mera, yaylak ve kışlakları tekrar eski konumuna getirmek amacıyla yapılan veya yapılacak olan masrafların, sebebiyet verenlerden tahsil edileceği, yapılan masraflar karşılığı tahsil edilen tutarların genel bütçeye, yapılacak olan masraflar karşılığı tahsil edilen tutarların ise il müdürlüklerince hazırlanan ıslah projelerine uygun olarak o yerin ıslah çalışmalarında kullanılmak üzere köy sandığında veya belediye bütçesinde açılacak hesaba gelir kaydedileceği,

5 ve 6. maddelerinde; meraların tespit, tahdit ve tahsislerinin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca yapılacağı, Devletin hüküm ve tasarrufunda veya Hazinenin mülkiyetinde bulunan arazilerin mera olarak tahsis edilebileceği,

12. maddesinde; vali yardımcısı başkanlığında çeşitli kamu görevlileri ve ziraat odası temsilcisinden oluşan mera komisyonlarınca meraların ihtiyaçtan fazla çıkan kısmının çevre köy veya belediyelerde hayvancılık yapan özel gerçek ve tüzel kişilere kiralanabileceği 30. maddesinde; otlatma amacıyla kiraya verilen meralardan alınacak ücretlerin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Merkez Saymanlık Müdürlüğü hesabına yatırılacağı, yatırılan bu tutarların bütçeye gelir kaydedileceği,

14. maddesinde; tahsis amacı değiştirilmedikçe mera, yaylak ve kışlaklardan bu kanunda gösterilenden başka şekilde yararlanılamayacağı, ancak, bu kanuna veya daha önceki kanunlara göre mera olarak tahsis edilmiş olan veya kadimden beri bu amaçla kullanılan arazilerin belirli şartlarda ilgili müdürlüğün talebi, komisyonun ve defterdarlığın uygun görüşü üzerine, valilikçe tahsis amacı değiştirilebileceği bu takdirde söz konusu yerlerin tescillerinin Hazine adına yapılacağı,

16. maddesinde; mera komisyonlarının tespit ve tahdit çalışmaları sırasında köy ve belediyelere tahsisli veya kadimden beri bu amaçla kullanılan mera, yaylak ve kışlaklar üzerinde zilyedlik yoluyla hasım gösterilmeksizin yapılmış bulunan tescillerin iptalini sağlamak üzere, durumu Hazineye ihbar etmekle yükümlü oldukları,

19. maddesinde; muhtarlar ve belediye başkanlarının mera, yaylak ve kışlakların ve sınır işaretlerinin korunmasından ve ayrıca tahsis amacına göre en iyi şekilde kullanılmasının sağlanmasından sorumlu oldukları, bu amaçla ilgili köy ve belediyelerde “Mera Yönetim Birlikleri” kurulacağı, muhtarlar ve belediye başkanları, mera, yaylak ve kışlaklara tecavüz olduğu takdirde durumu derhal Bakanlık, il veya ilçe müdürlüğüne, il ve ilçe müdürlükleri de valilik veya kaymakamlığa bildirmekle yükümlü oldukları, bu makamlarca 3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun veya 2886 sayılı Devlet İhale Kanununun 75. maddesi uyarınca gerekli işlemlerin yapılacağı,

442 sayılı Köy Kanununun 2. maddesinde; meraların köyü oluşturan unsurlardan biri olduğu, 8. maddesinde meraların da dâhil bulunduğu köy orta mallarının Devlet malı gibi korunacağı, bu türlü mallara el uzatanların Devlet malına el uzatanlar gibi cezalandırılacağı,

12. maddesinde; meralardan ihtiyaçtan fazlasının kiralanabileceği bu takdirde kira bedelinin köy parası olarak köy tüzel kişiliğine ait olacağı,

3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanunun 3. maddesinde; köye ait taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerde köy halkından herhangi birinin de yetkili makama başvuruda bulunabileceği, anılan kanunun uygulama şekli ve esaslarına dair yönetmeliğin 46. maddesinde ise köy tüzel kişiliğine ait mer’a, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz mallara yapılan ilk tecavüz ve müdahaleler 3091 sayılı Kanuna göre önlenmekle birlikte, tecavüz veya müdahalede bulunanlar hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesi uyarınca cezai işlem yapılmak üzere durumun valilik ve kaymakamlıkça Cumhuriyet Savcılığına bildirileceği, düzenlenmiştir.

Görüldüğü üzere meralar üzerinde Devletin ve köy tüzel kişiliğinin müşterek hak ve yükümlülükleri bulunmaktadır. Köyler meraların kullanma hakkının sahibi, Devlet ise bu mülkün sahibidir. Ancak Devletin sahip olduğu mülkiyet hakkı, özel mülkiyetten farklı, çıplak veya kuru mülkiyet diyebileceğimiz sınırlı bir idari mülkiyettir. Bu hususa işaret eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 21.03.2001 gün ve 231-271 sayılı kararında; “Meraların kuru mülkiyeti Hazineye ait olması itibariyle bu yerin amaç dışı kullanımından dolayı mülkiyet sahibinin zarar görmeyeceği düşünülemez” denilmiş, 05.05.2010 gün ve 234-248 sayılı kararında da, meraların sahibinin Devlet olduğu, Devlet tüzel kişiliğini ilgilendiren davalarda temsil yetkisinin ise Maliye Hazinesine ait bulunduğu kabul edilmiştir. Kanun koyucu meraları hem bireylere ve topluluklarına, hem Devlete ve hem de diğer kamu tüzel kişilerine karşı korumak ve özel mülkiyetin sakıncalarını gidermek amacıyla önlem olarak Devletin hakkını mülkiyet olarak tavsif etmemiş, hüküm ve tasarrufu altında bulunduğunu belirtmekle iktifa etmiştir. (Lütfi Duran, Kamusal Malların Ölçütü, Amme İdaresi Dergisi, 1986, Sayı 3. s.49) Meranın sahibi olduğundan özel hukukta meranın aynına ilişkin bir dava Hazine taraf olmadan görülemeyecektir. Hazinenin meralarla ilgili aidiyet, tapu iptal, el atmanın önlenmesi, kâl, sökme, ecri misil ve tazminat davası açma hakkı olduğu gibi, meraya tecavüz eden veya amaç dışı kullanan köyün kendisi ise Hazine mülkiyet sahibi olarak köy tüzelkişiliğe karşı da dava açabilecektir.

Bu şekilde meraların hukuki durumu, Hazine ve köy tüzel kişiliğinin meralar üzerinde sahip olduğu hakkın hukuki niteliği ortaya konulduktan sonra, köy merasına tecavüz suçu üzerinde de durulması gerekmektedir.

Köy merasına tecavüz suçu, hakkı olmayan yere tecavüz suçunun bir türü olarak 765 sayılı Kanunun 513. maddesi ile buna benzer biçimde 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesinde düzenlenmiş olup maddenin 2. fıkrası; “Köy tüzel kişiliğine ait olduğunu veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilmiş bulunduğunu bilerek mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz malları kısmen veya tamamen zapt eden, bunlar üzerinde tasarrufta bulunan veya sürüp eken kimse hakkında birinci fıkrada yazılı cezalar uygulanır” hükmünü taşımaktadır.

Suçun maddi unsurunu oluşturan seçimlik hareketler; merayı kısmen veya tamamen zapt etme veya üzerinde tasarrufta bulunma ya da sürüp ekmektir. Zapt etme; taşınmazdan başkalarının kısmen veya tamamen yararlanmasını engellemek, taşınmazı fiilen el altında tutmaktır. Tasarruf etmek ise, taşınmazın devamlı bir biçimde kullanılması olup kısa süreli tasarruflar, kanunun aradığı anlamda tasarruf değildir. Öte yandan sürüp ekmek de, taşınmaz üzerinde tasarruf etme şekillerinden biridir.

Suçla korunan hukuki yarar meraların mülkiyet ve ortak kullanım hakkının korunmasıdır. Bu suçla meraya vâki tecavüz eylemlerinin herhangi bir şikâyet ve başvuru şartına bağlı olmaksızın etkin bir biçimde yaptırım altına alınması ve bu suretle meraların korunması amaçlanmıştır. Böylelikle Devlet, Anayasının 45. maddesinde belirtilen meraların amaç dışı kullanılması ve tahribinin önlenmesi yükümlüğünü de yerine getirmiş bulunmaktadır.

Suçun mağduru meradan yararlanma hakkı olan herkestir. Meranın kullanma hakkı sahibi köy tüzel kişiliği ve meranın sahibi Hazine de suçtan zarar görendir.

Suçun maddi konusu tahsisli veya kadim köy meraları olduğundan belediye sınırları içerisindeki meralar bu suçun konusunu oluşturmamaktadır. Tahsis idari bir işlem olup Devlete ait olan bir arazinin kulanım hakkının hayvanların otlatılması ve otundan yararlanılması için müştereken bir veya birkaç köy ya da belediyeye bırakılmasını ifade eder. Kadim mera ise, başlangıcı bilinmeyen bir zamandan beri mera olarak kullanılan yerlerdir.

Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için “mağdur, suçtan zarar gören ve malen sorumlu” kavramları ile “kamu davasına katılma” kurumu üzerinde de durulması gerekmektedir.

5271 sayılı CMK’nun 237 maddesinin 1. fıkrasında; “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar…şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler” hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup halinde belirtilmiştir. Anılan düzenleme, 1412 sayılı CMUK’nun 365. maddesindeki, “suçtan zarar görenler, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilirler” hükmü ile benzerlik arzetmekte olup, yeni hükme, önceki kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur eklenmiş, bu şekilde madde, öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.

Gerek 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda, gerekse 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununda kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı halinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin “suçtan zarar görmesi” şartı aranmış, ancak kanunda “suçtan zarar gören” ve “mağdur” kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tâbi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır.

Malen sorumlu; işlenmiş olan suçun hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.

Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilecektir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, s.289; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 214-217; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106-107; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan–Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, Ankara, 2010, 6. cilt, s.7702-7703)

Kamu davasına katılmak için aranan “suçtan zarar görme” kavramı kanunda açıkça tanımlanmamış, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında bu kavram “suçtan doğrudan zarar görmüş bulunma hali” olarak anlaşılıp uygulanmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Köy merasına tecavüz suçunda korunan hukuki yarar meraların mülkiyet ve ortak kullanım hakkı olup, suçun mağduru meradan yararlanma hakkı olan herkestir. Merayı kullanma hakkına sahip köy tüzel kişiliği ile meranın sahibi olan Hazinenin suçtan zarar gören konumunda oldukları göz önüne alındığında, meraların sahibi olup üzerinde sınırlı da olsa tasarruf, denetleme ve koruma yetkisi bulunan Hazinenin, meraya tecavüz suçlarında doğrudan zarar gördüğü ve buna bağlı olarak davaya katılma ve hükmü temyiz etme hak ve yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir. Bu nedenle yerel mahkemece Hazinenin davaya katılmasına karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.03.2016 gün ve 981-129; 14.01.2014 gün ve 222-6; 18.02.2014 gün ve 130-71 sayılı kararları da bu doğrultudadır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin ret kararının kaldırılmasına, dosyanın temyiz incelemesinin yapılması amacıyla Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmesine karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 16.12.2013 gün ve 17125-29191 sayılı ret kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, temyiz incelemesi yapılabilmesi amacıyla Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.04.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI NEDENİYLE YARALANAN KÜÇÜĞÜN ANNE BABASININ DUYDUĞU ELEM VE IZDIRAP NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi

2015/994 E. , 2017/8503 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili, davalı … vekili ve davalı … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili, müvekkili . …’nin, 30/01/2011 tarihinde dava dışı …’ın sevk ve idaresindeki motosiklette yolcu konumunda iken, davalı … idaresindeki resmi araçla çarpışmaları sonucu müvekkilinin yaralandığını, bir takım ameliyatlar geçirdiğini, ayağının sakat kaldığını, müvekkillerinden … ve …’in kazada yaralanan ve kalıcı olarak sakatlanan …’nin anne ve babası olduğunu belirterek … için 100.000,00 TL, … ve … için 25.000,00’er TL olmak üzere 150.000,00 TL manevi tazminatın davalılardan …Bakanlığı ve …’tan müteselsilen alınmasına, 10.000,00 TL maddi tazminatın fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşulu ile tüm davalılardan ortaklaşa ve zincirleme alınmasına karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında maddi tazminat talebini 88.459,58 TL’ye yükseltmiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece,davacılardan … ve …’in manevi tazminat davasının reddine, davacı …‘nin manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile,20.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi olan 30/01/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan …Bakanlığı ve …’dan alınarak davacıya ödenmesine, davacılardan …’nin davalılar … Bakanlığı, …, aleyhine açmış oldukları maddi tazminat davasının kabulü ile, 88.459,58 TL maddi tazminatın davalılardan …Bakanlığı ve … yönünden olay tarihi olan 30/01/2011 tarihinden, davalılar … … A.Ş ve … … A.Ş’den ise dava tarihi olan 07/05/2012 itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ve davalı … şirketlerinin sorumluluğunun … limitleri ile sınırlı olmak üzere her dört davalıdan müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili, davalı … vekili ve davalı … tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere göre davalı … vekili ile davalı …’ın tüm, davacılar vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Dava trafik kazası nedeniyle talep edilen maddi ve manevi tazminata ilişkindir.

Somut olayda davacıların oğlu olan ve kaza tarihinde 17 yaşında bulunan … kazada yaralanmış, sağ dizinde hareket kısıtlılığı oluşmuş ve %14,3 oranında malul kalmış olup dosya içeriğinden halen aksayarak yürüdüğü anlaşılmaktadır.

Mağdur küçüğün yukarıda açıklanan şekilde yaralanarak sakat kalması ve olayın oluş şekli itibariyle anne ve baba olan davacıların olayda üzülüp acı ve elem duyması kaçınılmazdır. O halde, davacı anne ve babanın manevi zararların kısmen de olsa giderilmesi amacıyla tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile birlikte olayın meydana geliş şekli, yaralanmanın şekli ve derecesi de göz önünde tutularak davacı anne ve baba için olay tarihindeki paranın alım gücüne uygun düşecek şekilde hak ve nesafet kuralları çerçevesinde uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken anne ve babanın manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmesi isabetli değildir.

3-Bozma neden ve şekline göre davacılar vekili ile davalı … vekilinin vekalet ücretine yönelik temyiz nedenlerinin incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı … vekilinin ve davalı …’ın tüm, davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA,(3) nolu bentte açıklanan nedenlerle,davalı … ve davacılar vekilinin vekalet ücretine yönelik bulunan temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, aşağıda dökümü yazılı 7.037,87 TL kalan onama harcının temyiz eden davalı …’dan alınmasına, 492 sayılı Harçlar Yasasının 13/J maddesi uyarınca davalı …’ndan harç alınmamasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 3.10.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

REŞİT OLMAYAN KÜÇÜĞÜN SEBEBİYET VERDİĞİ ÖLÜMLÜ TRAFİK KAZASI

T.C.

YARGITAY

17. HUKUK DAİRESİ

Esas: 2015/19195, Karar: 2018/11539

ÖZET : Dava reşit olmayan küçüğün sebebiyet verdiği ölümlü trafik kazası(haksız fiili) nedeniyle ölenin yakınlarının maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkindir. Reşit olmayan küçüğün haksız eylemi nedeniyle açılan davanın Aile Mahkemesinde görülebilmesi için davanın 4721 Sayılı TMK’nun 369.maddesine dayalı olarak açılması gerekmektedir. Dosyada ise; dava dilekçesinde davalı diğer davalının kanuni temsilcisi sıfatıyla hasım gösterilmiş olup, davanın 4721 Sayılı TMK’nun 369. maddesine dayalı olarak açıldığı açıkça belirtilmemiştir.

Somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık aile hukukundan kaynaklanmadığından, yargılama Aile Mahkemesi’nin görevine girmemektedir. Mahkemece davaya asliye hukuk mahkemesinde bakılmak üzere görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasıyla ilgili hüküm tesisi hatalı olup, kararın bozulması gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki, ölümlü trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, kararda yazılı nedenlerle, davalı aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine, davacılar tarafından açılan maddi tazminat davalarının kabulüne, davacılar tarafından açılan maddi tazminat davalarının reddine, davacılar tarafından açılan manevi tazminat davalarının kısmen kabulüne ilişkin verilen hüküm, tarafından süresi içinde davacılar ve davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmekle dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili dava dilekçesinde 16.05.2010 tarihinde davalının davalı babası adına kayıtlı olan ve kendisinin sevk ve idaresindeki araç ile seyir halindeyken hakimiyetini kaybederek,ehliyetsiz ve tecrübesizliğin neden olduğu korku ve panik sonucunda geçirdiği trafik kazası neticesinde araç içerisinde bulunan…’ün vefat ettiğini, davalı hakkında Çocuk Mahkemesinde ceza davası açıldığını, davalının Borçlar Kanununun 41 vd. maddeleri, diğer davalının ise işleten sıfatıyla sorumluluğunun bulunduğunu, kazada vefat eden

… davacıların çocukları, diğer davalıların ise kardeşleri olduğunu,…’ün ölümüyle desteğinden yoksun kaldıklarını, davacıların oğulları ve kardeşlerinin ölümü nedeniyle zor günler geçirdiklerini, psikolojik tedavi gördüklerini, hayatla bağlarının koptuğunu beyanla;fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davacıların her biri için 1.000,00’er TL maddi,25.000,00’er TL manevi tazminat olmak üzere toplam 104.000,00TL tazminatın olay tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar Metin duruşmadaki beyanlarında açılan davayı kabul etmediğini, … olaydan dolayı pişman olduğunu, hala olayın üzüntüsü içinde olduğunu beyan etmişlerdir.

Davanın açıldığı 2.Asliye Hukuk Mahkemesi haksız fiile sebep olan reşit olmayıp velayet altında olduğundan, davanın velayeti birlikte kullanan anne ve babaya yöneltilmesi, bu düzenlemeler TMK’nun Aile hukukunu düzenleyen 2.kitabında yer aldığından bu davalara bakma görevi aile mahkemesine ait olduğundan görevsizlik kararı vermiş, dosya 2.Aile Mahkemesine tevzi edilmiştir.

2.Aile Mahkemesince; iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre;davalı aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine, davacılar tarafından açılan maddi tazminat davalarının kabulü ile; davacıların her biri için 1.000,00’er TL toplamı 2.000,00TL maddi tazminatın 16.05.2010 tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline, davacılar tarafından açılan maddi tazminat davalarının reddine, davacılar tarafından açılan manevi tazminat davalarının kısmen kabulüyle 20.000,00’er TL den toplam 40.000,00TL manevi tazminatın 16.05.2010 tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline,davacılar tarafından açılan manevi tazminat davalarının kısmen kabulü ile;10.000,00’er TL’ndan topam 20.000,00TL manevi tazminatın 16.05.2010 tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş hüküm,davacılar ve davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Dava reşit olmayan küçüğün sebebiyet verdiği ölümlü trafik kazası(haksız fiili) nedeniyle ölenin yakınlarının maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkindir.

1-)4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Sorumluluk” başlığını taşıyan 369. maddesinde;“Ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur.” hükmü yer almaktadır.

Konuya ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2008/4-153 Esas,2008/139 Karar sayılı kararında;”…Ev başkanı, ev halkından akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanların kendilerini ya da başkalarını tehlikeye veya zarara düşürmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Buna göre ev başkanı ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur.

Maddenin açık ifadesinden de anlaşıldığı gibi, üçüncü kişilere verdikleri zararla ev başkanını sorumluluk altına sokanlar;küçük, kısıtlı ve akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olan kimselerdir. Eş söyleyişle, ev başkanının MK.369/1’den doğan bu sorumluluğu, her şeyden önce şahıs itibariyle sınırlı olup, sadece küçük ve kısıtlıların haksız davranışları ile başkalarına verdikleri zararlardan sorumludur.Ev başkanlığı kurumuyla güdülen asıl amaç, gözetime muhtaç aile üyelerine karşı zarara uğramış olan üçüncü kişileri de korumaktır. Yani ev başkanlığı yalnız yetkiler veren bir kurum olmayıp, aynı zamanda görev ve sorumluluklar da yükleyen bir kurumdur.

Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki, ev başkanının sorumluluğu yasal dayanağını Türk Medeni Kanunu’nun Aile Hukukunu düzenleyen ikinci kitabında yer alan 369.maddeden almakta; aynı zamanda hukuksal nitelikçe de aile hukuku hükümleriyle sıkı sıkıya bağlantılı bulunmaktadır.

Aile mahkemelerinin kuruluşu, görevi ve yargılama usulleri; 4787 Sayılı “Aile Mahkemesi’nin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun” ile düzenlenmiş ve Kanunun 1.maddesinde “Amaç ve Kapsam” başlığı altında;“Bu Kanunun amacı, aile mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usullerini düzenlemektir.

Bu Kanun, aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek üzere kurulan aile mahkemelerine dair hükümleri kapsar.” hükmüne; yine 4.maddesinde de “Aile Mahkemelerinin Görevleri” başlığı altında; “Aile mahkemeleri, aşağıdaki dava ve işleri görürler:

1.22/11/2001 tarihli ve 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun (Ek ibare: 14/04/2004-5133 S.K. 2.mad.) Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı ile 03/12/2001 tarihli ve 4722 Sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işler, 2.20/05/1982 tarihli ve 2675 Sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanuna göre aile hukukuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanıma ve tenfizi,

3.Kanunlarla verilen diğer görevler.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Maddede hariç tutulan Üçüncü kısım ise Kanunun 396 ilâ 494 maddelerini içermektedir.

Diğer taraftan, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun hükümleri arasında 4721 Sayılı Kanun’un 369.maddesine dayalı davaların Aile Mahkemelerinde görülmesini ve yukarıda açıklanan yasal hükümlerin uygulanmasını engelleyen ayrık bir düzenleme de bulunmamaktadır. Hal böyle olunca; 4721 Sayılı Kanun’un 369.maddesi, Kanunun ikinci kitabının ikinci kısmında yer almakla, bu maddeye dayalı aile hukukundan doğan uyuşmazlıkların çözümü de “Aile Mahkemeleri”nin görev alanına girmektedir…” denilmektedir.

Yukarıda anılan karar uyarınca;reşit olmayan küçüğün haksız eylemi nedeniyle açılan davanın Aile Mahkemesinde görülebilmesi için davanın 4721 Sayılı TMK’nun 369.maddesine dayalı olarak açılması gerekmektedir.

Eldeki dosyada ise; dava dilekçesinde davalı diğer davalının kanuni temsilcisi sıfatıyla hasım gösterilmiş olup, davanın 4721 Sayılı TMK’nun 369. maddesine dayalı olarak açıldığı dilekçede açıkça belirtilmemiştir. Dairemizin 16.10.2017 tarih ve 2015/3364 Esas, 2017/9080 Karar sayılı ilamında da davalı küçüğe velayeten anne babasına husumet yöneltildiğinin belirtilmiş olması karşısında, davada asliye hukuk mahkemesinin mahkemenin görevli olduğu hükme bağlanmıştır.

Görev konusu kamu düzeni ile doğrudan bağlantılı olup, taraflar.3.1995 gün ve 1994/14 – 855 E, 1995/242 K. sayılı ilamı; Prof. Dr. …, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001 Baskı, Cilt 5, sayfa 4786-4791 vd.) Verilen bilgiler ışığında; somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık aile hukukundan kaynaklanmadığından, yargılama Aile Mahkemesi’nin görevine girmemektedir.Mahkemece davaya asliye hukuk mahkemesinde bakılmak üzere görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasıyla ilgili yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

2-)Bozma nedenine göre, davacılar ve davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA,(2) bentte açıklanan nedenle davacılar ve davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının davacılar ve davalılara geri verilmesine, 29.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

DEVLET YADA DİĞER KAMU KURUMLARINA AİT ARAÇLARIN TRAFİK KAZASINA KARIŞMASI HALİNDE ADLİ YARGININ GÖREVLİ OLDUĞU HAKKINDA

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2021/2185
KARAR NO : 2021/2066

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/06/2021
NUMARASI : 2021/623 Esas- 2021/651 Karar
DAVACILAR : 1-H.. A
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ- [16958-59361-38738] UETS
DAVALI : 1-M. T.
DAVALI : 2 -H……BELEDİYE BAŞKANLIĞI [35668-28665-83767] UETS
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Manevi Tazminat)
KARAR TARİHİ : 23/12/2021
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 23/12/2021

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12/06/2021 tarih, 2021/623 Esas ve 2021/651 Karar sayılı kararı aleyhine davacı vekili istinaf başvurusunda bulunduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde; 21/12/2014 tarihinde sürücü Mustafa T. sevk ve idaresinde bulunan 61 K 13353 plaka sayılı H.. Belediye Başkanlığı’na ait çöp toplama aracı ile mevlana caddesi üzerinde seyir halinde iken Ali. A.’nın sevk ve idaresinde bulunan araç ile çarpışma sonucunda Hava A., Ali A., Mustafa A., Medine A., Gazal A., Yusuf A. ve Mehmet A.’nın ağır ve hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiğini, müteveffa Ali A. bu kaza nedeniyle 20/11/2017 tarihinde vefat ettiğini, kolluk tarafından düzenlenen trafik kaza tespit tutanağında, her iki aracın kavşağa kontrollü girmediğini, çarpışmanın şiddetli olduğunu, sürücü Mustafa T.’ın 2918 Sayılı KTK’nın 52/1-a kuralını ihlal ettiğini, bu itibarla tali kusurlu olduğu yönünde değerlendirme yapıldığını, trafik kaza tespit tutanağında çarpışma öncesi fren iznin olmadığını, ilk izin çarpmaya bağlı lastik izi olduğunı, her iki aracında kavşağa kontrollü girmediğini, çarpışmanın şiddetli olduğu hususunun tutanağa dercedildiğini, meydana gelen kaza nedeniyle vefat eden Ali A.’nın geride kalan eşi Hava A. için 50.000 TL, İbrahim Halil A. için 30.000 TL, Medine A. için 30.000 TL, Gazal A. için 30.000 TL, İsmail A için 30.000 TL, Yusuf A. için 30.000 TL, Mustafa A. için 30.000 TL, Mehmet A. için 30.000 TL, Resul A. için 30.000 TL olmak üzere toplam 290.000 TL maddi tazminatın, müvekkili Gazal A. lehine 15.000 TL ve Hava A. lehine 15.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
İlk derece mahkemesince, HMK’nun 114/1-b ve 115/2 maddeleri gereğince davanın yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili tarafından süresi içerisinde sunulan istinaf dilekçesinde; 27.03.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 2013/68esas-2013/165 sayı ve 26.12.2013 tarihli kararı gereğince 2918 sayılı yasanın 110.maddesinin iptali talebinin reddedildiğini ve davaya adli yargıda bakılması gerektiğini belirterek idari yargıda bakılmasına ilişkin verilen görevsizlik kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
HMK 355 maddesi gereğince istinaf sebepleri ile sınırlı olarak yapılan inceleme neticesinde;
2918 sayılı yasanın 110.maddesi:” İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.” şeklindedir. Zira 2918 sayılı yasanın 110. maddesi halen yürürlüktedir. Yasanın iptali için her ne kadar Anayasa Mahkemesine dava açılmış ise de bu talep 27.03.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 2013/68 Esas-2013/165 sayı ve 26.12.2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
Kaza tespit tutanağından da anlaşılacağı üzere kaza yapan araç H….. Belediyesine ait bir araçtır. 2918 sayılı yasanın 110. maddesi gereğince kaza nedeniyle açılacak tazminat davasına adli yargı yerindeki hukuk mahkemelerinde bakılacağı için kazaya bakmaya görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemeleri olduğu anlaşılmakla davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne ve görevli ve yetkili Mahkemenin Şanlıurfa 4 .Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunun tespitine karar vermek gerekmiştir. (Uyuşmazlık Mahkemesinin 2020/440-504 sayı ve 28.09.2020 tarihli kararı ) (Aynı nitelikteki Yargıtay 4.Hukuk Dairesi Başkanlığının 2021/576 esas-20121/3236 Karar sayı ve 16.06.2021 tarihli kararı)
Bu itibarla davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne ve HMK’nun 353/1-a,3 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM :Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf talebinin KABULÜNE,
2-Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-3 maddesi gereğince Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12/06/2021 tarih, 2021/623 Esas- 2021/651 Karar sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-Davacı tarafından peşin yatırılan istinaf karar harcının talep halinde iadesine,
4-Davacı tarafından karşılanan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda değerlendirilmesine,
5-Kararın kesin olması nedeniyle tebligatların ve harç tahsil/iade işlemlerinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, HMK 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 23/12/2021

Başkan Üye Üye Katip
41133 33276 165939 128481

TRAFİK KAZASI – KIŞ LASTİĞİ VEYA ZİNCİR TAKMAMA NEDENİYLE

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi

2019/9401 E. , 2021/722 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : TCK’nın 85/1, 62/1, 50/4. maddesi delaletiyle 50/1-a, 52/2-3-4. maddeleri gereği mahkumiyet

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafinin ceza miktarına ve lehe hükümlerin uygulanması gerektiğine, katılanlar vekilinin ceza miktarına ve lehe hükümlerin uygulanmaması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddine; ancak;

Sanık idaresindeki kamyonetle, gündüz vakti, meskun mahalde, iki yönlü, gidiş yönüne göre iniş eğimli, virajlı, yüzeyi buzlu olan asfalt kaplama caddede, sınıfına göre zorunlu olmasına karşın aracında kış lastiği bulunmadığı ve lastiklerine zincir takılı olmadığı halde seyrederken aracının 4,9 metre kayması sonucu direksiyon hakimiyetini kaybettiği esnada, seyir istikametine göre soldan yoldan çıkarak, aynı istikamette bankette yürümekte olan yayaya çarpmasıyla, mevcut hızını yol şartlarına göre ayarlamayarak, tam kusuruyla bir kişinin ölümüne sebebiyet verdiği olayda; sanığın eylemini bilinçli taksir ile gerçekleştirdiği ve cezasında 5237 sayılı TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca artırım yapılması gerektiği gözetilmemesi,

Kanuna aykırı olup, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 26/01/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

DAVALININ KENDİ ALEYHİNE OLABİLECEK ŞEKİLDE BİZZAT YER GÖSTERMESİ ÜZERİNE YAPILAN KUSUR TESPİTİNE İTİBAR EDİLMEMESİ

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1193
KARAR NO : 2021/335

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 23/01/2019
NUMARASI : 2016/160 Esas- 2019/31 Karar
DAVACILAR : 1 -CUMA K.- .ve diğerleri
DAVALI : 1 -HALİL D.
DAVALI : 2 -MEHMET B.
DAVALI : 3 -A…. SİGORTA A.Ş
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan )
KARAR TARİHİ : 10/03/2021
GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 10/03/2021

Şanlıurfa 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (Ticaret Mahkemesi sıfatıyla) 23/01/2019 tarih ve 2016/160 esas ve 2019/31 karar sayılı kararı aleyhine davacılar vekili, Davalı HALİL D. ile davalı sigorta şirketi vekili istinaf başvurusunda bulunduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacıların murisleri müteveffa Müslüm K.’nın 34 JV 310 plaka sayılı motosikletle trafikte seyir halinde iken A….. Sigorta A.Ş tarafından 21/01/2017 tarihine kadar geçerliliği olan ZMMS ile sigortalı 43 ZA 616 plaka sayılı aracın kendisine çarpmasıyla 20/07/2016 tarihinde hayatını kaybettiğini, müvekkillerden İslim’in müteveffanın eşi olup tamamen eşinin desteği ile geçimini sağladığını, oğulları Muhammed Furkan’ın babasının desteğiyle yaşadığını, diğer davacılar Cuma ile Hatice’nin, anne-babası, Halime, Kadir ve Eyyüp’ün ise müteveffanın kardeşleri olup tüm geçimlerini müteveffa üzerinde yaptıklarını, vefatının ardından ise ekonomik olarak büyük zarara uğradıklarını ve maddi destekten yoksun kaldıklarını, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile davacılar İslim ve Muhammed Furkan için şimdilik 5.000-TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili, İslim K. için 50.000-TL, Muhammed Furkan için 30.000-TL, Cuma K. için 20.000-TL, Hatice K. için 20.000-TL diğer davacı kardeşlerin her biri için 10.000’er TL manevi tazminatın davalılar Halil ve Mehmet’ten müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı A… Sigorta vekili dilekçesinde özetle; davanın öncelikle dava şartı yokluğundan usulden reddine, ayrıca haksız ve mesnetsiz açılan davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulü ile; davacı eş İslim için 53.783,87 TL, davacı çocuk Muhammed için 11.222,72 TL olmak üzere toplam 65.006,59 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılara verilmesine, hükmedilen destekten yoksun kalma tazminatında davalı Halil D. ve Mehmet B. yönünden olay tarihi olan 20.07.2016 tarihinden itibaren, diğer davalı sigorta şirketi yönünden dava açım tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine, davalı sigorta şirketinin sigorta poliçesi limit ve şartları dahilinde sorumlu tutulmasına fazlaya ilişkin talebin reddine, davacı eş İslim için 9.000 ve davacı Muhammed Furkan için 7.000 TL,davacı Cuma ve Hatice’nin 5.000’er TL diğer davacı kardeşler Halime, Kadir ve Eyyüp için 3.000’er TL manevi tazminatın (toplam 35.000TL) davalı Halil D. ve Mehmet B. ‘dan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı Halil D. istinaf dilekçesinde özetle; dava konusu olayda kendisinin kusurunun bulunmasına rağmen mahkemece kusurlu bulunarak tazminata hükmedilmesini kabul etmediklerini beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı sigorta şirketi vekili dilekçesinde özetle; davacının dava konusu taleplere ilişkin müvekkili sigorta şirketine dava açıldıktan yaklaşık bir yıl sonra yapılmış başvurusu bulunduğunu, başvuru neticesinde hasar dosyası oluşturulduğunu, fakat davacı tarafın başvuru sırasında sunulması gereken evrakları sunmadığından usulüne uygun bir başvurunun söz konusu olmadığını, bu nedenle davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, zira başvuru şartının yerine getirilmemesi durumunun sonradan giderilebilir bir dava şartı olmadığını, kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi hususunda beyanlarının dikkate alınmadığını, bu nedenle öncelikle müvekkili şirkete sigortalı bulunan 43 ZA 616 plakalı araç sürücünün kusurunun bulunmadığını, müteveffanın ölümüne gerek tanı, gerekse tedavi uygulaması düzeyinde etken olabilecek bir tıbbi uygulama hatası olup olmadığı, varsa ölümle neden-sonuç ilişkisi, erken ameliyata alınması halinde yaşama olasılığı vb. hususlarda Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulu’ndan bilirkişi görüşü alınması gerekli iken eksik inceleme sonucunda hüküm kurulduğunu, mahkemece yeterli araştırmanın yapılmadığını, davacı vekili tarafından yerel mahkemeye sunulan 19/11/2018 tarihli ıslah dilekçesinde mahkemeye sunulan 05/05/2018 tarihli bilirkişi raporunda hesaplanan tazminat tutarınının tamamen hatalı olarak müvekkili şirkete sigortalı araç sürücüsünün %90 kusurlu olduğu kabul edilerek ıslah dilekçesinde maddi tazminat açısından dava değerinin 120.000 TL’ye yükseltildiğini ayrıca ıslah harcını yükselttiği miktar üzerinden değil itiraz ettiği rakam üzerinden yatırarak hatalı bir dilekçenin yerel mahkemeye sunulduğunu müteveffanın travma bölgesi ve ölüm sebebi dikkate alındığında kask takıp takmamasının yaratacağı farkın gözden kaçırılmaması gerektiğini, müteveffanın olay esnasında kask taktığına dair somut delil bulunmadığına göre kask takmadığı, kendi can güvenliği korumak için gerekli güvenlik tedbirleri almadığı ve zararın meydana gelmesinde müterafik kusurunun olduğunun kabulü gerektiğini belirterek kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davacılar vekili dilekçesinde özetle; alınan bilirkişi raporların arasında çelişkiler bulunduğunu, dolayısıyla da maddi tazminat hesaplanırken eksik hesaplama yapıldığını, çelişkiler giderilmeden hüküm kurulduğunu beyanla kararın bu yönden kaldırılmasını istemiştir.

Dava; trafik kazası nedeni ile destekten yoksun kalma tazminatına ve manevi tazminata ilişkindir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 355. maddesi gereğince, istinaf sebepleri ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

1-Davacı vekilince kusur raporları arasında ciddi farklar bulunmakla birlikte hesap raporunun en aleyhlerine olan rapor esas aldırılarak tanzim edildiğini söz konusu hususun usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunmuştur.

Evrakın incelenmesinde, kaza ile ilgili düzenlenen kaza tespit tutanağında kazadan sonra sürücüler kaza mahallinden ayrıldıkları için kusur durumunun değerlendirilemediğinin belirtildiği, Soruşturma aşamasında Cumhuriyet Başsavcılığınca trafik bilirkişisinden aldırılan16/08/2016 tarihli raporda: Kazanın Trafik ışıklarının olmadığı dört yönlü kavşakta meydana geldiği, her iki aracın kavşağa kontrolsüzce giriş yaptığı ve her iki yolunda aynı statüye sahip olduğu tespit edildiğinden her iki aracın kavşağa girerken hızlarını azaltmadığı belirtilerek eşit kusurlu olduğunun belirtildiği anlaşılmıştır.

Mahkemece mahallinde davalının katılımı ile keşif yapılmış ve davalı keşif esnasında “okulun önünden geldiğini, motosikletin ise sanırsa okulun diğer tarafından geldiğini, göstermiş olduğu yerde kaza olduğunu belirttiği ve trafik bilirkişisi sürücülerin soruşturma aşamasındaki ortak ve davalının keşif zaptındaki beyanına göre terditli olarak rapor düzenlediği, rapor içeriğine göre,1.İhtimalle: soruşturma aşamasında her iki sürücünün ortak beyanları dikkate alındığında davacıların murislerinin asli % 75 oranında kusurlu olduğu davalının % 25 oranında kusurlu olduğu, 2.İhtimalle (davalının keşifteki beyanına göre) davalının % 70, davacıların murisinin % 30 kusurlu olduğunun belirtildiği anlaşılmıştır.

Mahkemece kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi için dosya Adli Tıp kurumana gönderilmiş ve ATK da terditli olarak 1. İhtimalde (soruşturma aşamasındaki beyanlara göre; davacı murisinin % 75 Davalı sürücünün % 25 kusurlu olduğu, 2. İhtimalde; davalının keşifteki beyanına göre; davalının % 90 kusurlu olduğu belirtilmiştir. Mahkemece her iki tarafın olayın meydana gelmesinden sonra sıcağı sıcağına alınan ilk ifadelerine göre kusur durumu dikkate alınarak davalının % 25 kusuruna göre karar verilmiş ise de, mahkemenin gerekçesi yeterli görülmemiştir. Zira davalı Halil D. bizzat keşfe katılarak davalının yer göstermesi ile keşif icra edilmiştir. Davalı kendi aleyhine olabilecek bir şekilde kazanın ne şekilde nerede olduğunu bizzat yer göstererek mahkeme heyetine göstermiş ve bilirkişi tarafından davalının beyanı nazara alınarak rapor tanzim edilmiştir. Mahkemece her ne kadar olay sonrasında soruşturma aşamasında alınan beyanlara olayın hemen akabinde sıcağı sıcağına olan beyanlar olması nedeni ile itibar edilmiş ise de, davalının kendi aleyhine olabilecek şekilde bizzat yer göstermesi üzerine yapılan kusur tespitine itibar edilmemesi yerinde görülmemiştir. Adli tıp kurumunca aldırılan rapor ile raporlar arasında çelişki giderilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli 2019/40 Esas 2019/40 sayılı iptal kararı ile 2918 sayılı KTK’nın 90. Maddesinin 1. Cümlesinde yer alan “… ve bu kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda…” ibaresi ile ikinci cümlede yer alan “… ve genel şartlarda…” ibaresinin anayasaya aykırı olduğundan bahisle iptaline karar verilmiş, bu iptal kararı 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Anayasanın 153. maddesinde “iptal kararları geriye yürümez” hükmü, iptal kararlarının kesinleşen işlemlere etki etmeyeceği anlamında olup, elde bulunan uyuşmazlığın devam ettiği davalarda “geriye yürümeme kuralı” uygulanamaz. Diğer bir anlatımla bir davada uygulanması gereken kanun maddesi başka bir dava vesilesi ile iptal edilmiş ise bu madde artık eldeki davada da uygulanamaz.

Bu itibarla mahkemece Anayasa Mahkemesinin iptal kararıda gözetilerek, aktüer bilirkisinden davalının keşif zaptındaki beyanı nazara alınarak tespit edilen kusur durumuna göre Yargıtay denetimine açık şekilde açıklamalı ve ayrıntılı, uygulanan yöntemin ve sebeplerinin açık bir şekilde belirtir ek rapor aldırılması gerektiği kanaatine varılmıştır.

2-Davalı sigorta şirketi vekilince davacı tarafça dava açıldıktan bir yıl sonra başvuruda bulunduğu, başvuru sırasında sunulması gerekli evrakların sunulmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur.

Evrakın incelenmesinde, davacı tarafça dava açıldıktan sonra başvuru yapıldığına ilişkin gönderi evrakının sunulduğu, öncesinde de mail yolu ile başvurduklarının belirtildiği ancak gönderilen dilekçe suretinin dosya içerisine sunulmadığı bu itibarla tüm davacılar tarafından başvuru yapılıp yapılmadığı ve başvurunun usulüne uygun olup olmadığı anlaşılamadığından, mahkemece davacı tarafa başvuruya ilişkin belgelerini ibraz için süre verilerek başvuruya ilişkin evrakların dosya içerisine ibrazının sağlanmadan yargılamaya devam olunması yerinde görülmemiştir.

3-Davalı sigorta şirketince davacıların murisinin kazadan yaklaşık 10 gün kadar sonra vefat ettiğini, murisin babası davacı Cuma K.’nın otopsi tutanağında oğlunun önce Balıklıgöl Devlet Hastanesine sonrasında Harran Üniversitesi hastanesine sevk edildiğini, hastaneye gittikten bir gün sonra beyin kanaması ve 4 gün sonra ise iç kanama geçirdiğini, hastanede gerekli tetkikler yapılmadığından Balıklıgöl devlet hastanesinde ihmali olanlardan şikayetçi olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunduğundan evrak kapsamına göre dava dışı sürücü hakkında davaya konu kaza ile ilgili olarak soruşturma başlatılarak dava açıldığı anlaşıldığından, dava dışı davalı sigorta şirketine sigortalı araç sürücüsü hakkında açılan ceza dosyası akibeti araştırılarak sürücü hakkında taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan dava açılıp açılmadığı ve hüküm verilip verilmediği hususu araştırılarak sonucuna göre hüküm tesisi gerektiği kanaatine varılmıştır.

4-Davalı tarafın cevap dilekçesinde murisin kask takıp takmadığı ve koruyucu ekipman kullanıp kullanmadığı hususunda müterafik kusura ilişkin iddiası olmasına rağmen, mahkemece murisin müterafik kusurunun bulunup bulunmadığı, kask ve koruyucu ekipman kullanıp kullanmadığı ve zararın artmasında müterafik kusurunun etkisi olup olmadığı hususunda gerekçede olumlu ya da olumsuz herhangi bir değerlendirme yapılmaması yerinde görülmemiştir.

Bu itibarla bu aşamada sair istinaf itirazları incelenmeksizin HMK’nın 353/1-a,6 maddesi uyarınca davacı vekili ve davalı vekillerinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davacılar vekili, Davalı HALİL D. ile davalı sigorta şirketi vekillerinin istinaf başvurusunun ESASTAN KABULÜ İLE;
Şanlıurfa 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (Ticaret Mahkemesi sıfatıyla) 23/01/2019 tarih 2016/160 esas ve 2019/31 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
Dosyanın davanın yeniden görülmesi için MAHALLİNE İADESİNE,
2-İstinaf başvurusunda bulunan taraflardan ayrı ayrı tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
3-İstinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama neticesinde verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine,
4-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi 10/03/2021

Başkan Üye Üye Katip
41133 42602 120723 122041

G.D.

DAVALI TARAFIN CEVAP DİLEKÇESİNİ ISLAH ETMESİ – ISLAH İLE YENİ DELİL BİLDİRME- ISLAH HANGİ AŞAMADA YAPILABİLİR

T.C.
YARGITAY
11.HUKUK DAİRESİ

Esas No :2015/11858
Karar No :2016/9302
Tarihi :5.12.2016

Taraflar arasında görülen davada …. 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 21/07/2015 tarih ve 2014/288-2015/630 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili; müvekkilinin banyo aksesuarları üzerine tasarımları olduğunu, müvekkiline ait tescilsiz tasarımların davalı şirket tarafından … Fuar ve Kongre Merkezinde düzenlenen fuarda sergilendiğinin ve satışının yapıldığının …. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2013/323 D.İş. sayılı dosyası ile tespit edildiğini, davalı şirketin üretip satışını yaptığı ürünlerin müvekkiline ait ürünler ile iltibas yaratacak derecede aynı ve benzer olduğunu, bu durumun haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek haksız rekabetin tespitini, men’i ve sonuçların ortadan kaldırılmasını, ürünlerin toplanmasını, el konulmasını, imhasını, haksız tecavüzün önlenmesini ve giderilmesini ve şimdilik 10.000,00 TL maddi tazminat ile 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; davacının da müvekkili gibi dava konusu ürünleri…’den ithalat ettiğini, bu ürünlere ait tasarımların yurtdışında yapıldığını ve Türkiye’ye özgü tasarımlar olmadığını, ithal olunan ürünlerin hiç birisinin tasarımının davacıya ait olmadığını, bu ürünlerin harcı alem ürünler olduğunu, ayrıca yenilik ve ayırt edicilik vasfının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; dava konusu ürünlerin tasarımı açısından davacının haklı olduğunu gösterilebilecek teknik resim, onaylı üretim resmi, kalıp resmi, kalıp ve benzeri aşamalara ait deliller sunulmadığı, ayrıca davacının dava konusu tescilsiz tasarımları uzun yıllar önce piyasaya sunarak tanınmış hale getirdiğini ve bu tasarımlara sağladığını iddia ettiği emek ve piyasanın varlığının da ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir

1- Dava, haksız rekabetin tespiti, men’i ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili, 20.07.2015 tarihli dilekçesi ile yeni delil sunmak için ıslah talebinde bulunmuştur. Mahkemece, yeni delil sunmanın ıslaha konu olamayacağından bahisle ıslah talebi reddedilerek, ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, 6100 sayılı HMK’nın 176. ve 177/1. maddelerinde, davanın her iki tarafının da, yargılama usulüyle ilgili bir işlemini bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen ıslah edebileceği ve ıslahın tahkikata tabi olan davalarda tahkikatın bitimine kadar yapılabileceği belirtilmiştir. Taraflarca delil listesinin sunulması işlemi de yargılama usulüyle ilgili bir işlem olup, ıslah ile değiştirilmesi mümkündür.

Diğer bir söyleyişle ıslah, iyi niyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıkları düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurumdur. (YİBK, 04.02.1948 gün ve E:1944/10, K:1948/3) Bu durumda, mahkemece, ıslah talebi kabul edilerek sunulan deliller değerlendirildikten sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

2- Bozma sebep ve şekline göre, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek bulunmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 05.12.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI VEYA MESLEK HASTALIĞINDAN DOĞAN TAZMİNAT-CİSMANİ ZARAR-İSKONTO-SERMAYELEŞTİRMEYE GİDİLME

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1995/9-679
K. 1995/898
T. 1.11.1995
• TAZMİNAT ( İş Kazası ve Meslek Hastalığından Doğan – Hesaplanma Yöntemi )
• İŞ KAZASI VEYA MESLEK HASTALIĞINDAN DOĞAN TAZMİNAT ( Hesaplanma Yöntemi )
• CİSMANİ ZARAR ( Hüküm Tarihindeki Duruma Göre Hesaplanması )
• İSKONTO ( İş Kazası ve Meslek Hastalığından Doğan Tazminatda )
• FAİZ ( İş Kazası ve Meslek Hastalığından Doğan Tazminatda )
• SERMAYELEŞTİRMEYE GİDİLME ( İş Kazası ve Meslek Hastalığından Doğan Tazminatda )
818/m.46/2
506/m.26

ÖZET : İşçinin, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölüm yada meslekte kazanma gücünü kısmen veya tamamen kaybetmesi nedeniyle açılan tazminat davalarında, cismani zararın hüküm tarihindeki duruma göre hesaplanması kabul edildiğinden, o tarihe en yakın verilerin gözönüne alınarak rapor tarihine kadar gerçekleşen zararın somut olarak hesaplanması gerekir. Bu zararın, olay tarihi itibariyle iskontoya tabi tutulup tutulmayacağı sorusuna gelince:

İskonto; vadesi gelmemiş bir borcun vadesinden önce ödenmiş olması halinde, alınan paranın vadeye kadar değerlendirme olanağı verdiğinden, borcun haksız iktisaba imkan vermeyecek oranda indirilmesidir. Rapor tanzim tarihine kadar hesaplanan beden gücü kaybı zararı, tazmin sorumluları tarafından davacıya henüz ödenmediğinden, vadesinden önce ödenmiş bir borç değildir. Dolayısıyla, iskontoya tabi tutulamaz. Rapor tanziminden sonraki zararda bilinen son gelir gözönüne alınıp, her yıl % 10 oranında artırılmalı ve iskonto edilmek suretiyle hesaplanmalıdır.

Ancak mahkemece belirlenecek tazminat miktarına olay tarihinden itibaren faiz yürütülmesi yerinde ise de, bu tür davalarda tazminat miktarının hesaplanmasında yönteme ilişkin, olay tarihi itibariyle sermayeleştirmeye gidilmek suretiyle hüküm kurulması da doğru değildir.

DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; ( Kartal Birinci İş Mahkemesi )’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 21.12.1993 gün ve 1988/332-1993/411 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili ile davalılardan SSK vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dokuzuncu Hukuk Dairesi’nin 4.10.1994 gün ve 1994/5640-13570 sayılı ilamı ile; ( …1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- İşçinin, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölüm ya da meslekte kazanma gücünü kısmen veya tamamen kaybetmesi nedeniyle açılan tazminat davalarında hakim, kural olarak, zarar ve tazminat hesabına ilişkin tüm verileri belirlemek zorundadır. Bu nedenle, ölen veya cismani zarara uğrayan işçinin net geliri, yaşam ve çalışma süresi, sakatlık derecesi, karşılık kusur oranı, davacıların sosyal durumları, destek süresi ve payları, eşin evlenme olasılığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu’nca yapılan yardımların miktari gibi hususlar tam ve eksiksiz olarak belirlendikten sonra, dosya hesap için bilirkişiye verilmelidir.

Bu tür davalarda, olay tarihi ile hüküm tarihi arasındaki sürede zararın somut olarak gerçekleşmiş olması, hüküm tarihinden sonraki geleceğe yönelik devre zararının ise varsayımlara dayanması, tazminat hesabının bu iki dönem için ayrı ayrı yapılmasını zorunlu kılmaktadır.

Şöyle ki;

a ) Olay tarihi ile hüküm ( veya hüküm tarihine mümkün olan en yakın bir tarihte alınacak rapor ) tarihi arasındaki dönem zararı somut olarak gerçekleşmiş bulunduğundan iskonto söz konusu olamaz. Zira, vadesi geldiği halde ödenmemiş bir alacağın iskontoya tabi tutulması, iskonto kavramı ile bağdaşmaz.

Belirtmek gerekir ki, olay tarihi ile hüküm ( veya rapor ) tarihi arasındaki bu devrede, Sosyal Sigortalar Kurumu’nca ödenmiş olan gelirlerin miktarı da tespit edilerek tazminattan düşüldükten sonra kalan miktar, işlemiş tazminatı oluşturacaktır. Ödenen sosyal sigorta gelirleri ile zarar tamamen karşılanmış ise, söz konusu dönem için tazminat ödenmesi gerekmez. Şayet, bu devrede yapılan sigorta yardımları daha fazla ise, kalan miktar, çifte ödemeyi önlemek için ikinci dönemin tazminat hesabından düşülmek gerekir.

Gerçekleşmiş bulunan ( işlemiş ) tazminata, olay tarihi ile hüküm tarihi arasındaki ortalama tarihten itibaren yasal faiz yürütülmelidir. Zira, bu döneme ilişkin zararın tamamı olay tarihinde gerçekleşmiş değildir.

b ) Hüküm ( veya rapor ) tarihinden sonraki döneme ilişkin zararın saptanması varsayımlara dayanmakla birlikte mümkün oldukça gerçeğe en yakın bir hesap yöntemi uygulanmalıdır. Bu nedenle, hüküm tarihinden sonraki gelecek yıllar için zarar ve tazminatın hesabı, uygulamada olduğu gibi yıllık ortalama gelir esas alınarak değil, ölenin veya zarar görenin, hüküm ( veya rapor ) tarihindeki net geliri esas alınıp, bu tarihten itibaren ileriye yönelik her yıl için ayrı ayrı ( yıllık taksitler halinde ) % 10 oranında artırılmak suretiyle yapılmalıdır. Bu şekilde belirlenen yıllık zararlar, yine hüküm ( veya rapor ) tarihi itibariyle ayrı ayrı iskontoya tabi tutularak peşin sermaye değerleri bulunmalıdır.

Çalışılmayan pasif ( yaşlılık ) dönemine ilişkin zarar da, yine aynı yöntemle yıllara göre hesaplanıp, hüküm tarihindeki peşin değeri bulunmalıdır.

Böylece, ikinci dönem için hesaplanan toplam tazminat tutarlarından, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan katsayı ile bağlanan sigorta gelirlerinin, bu tarihten sonra ödenecek bölümünün peşin değeri Kurum’dan sorulup tesbit edildikten ve birinci dönemden artan gelir varsa eklendikten sonra, düşülmesi gerekir.

Bu dönem için belirlenen tazminata, hüküm tarihinden başlamak üzere yasal faiz yürütülmelidir.

Kuşkusuz, düzenlenen hesap raporunun açık, anlaşılır ve denetime elverişli olması da zorunludur.

Mahkemece açıklanan bu ilkeler dikkate alınmadan düzenlenen bilirkişi raporuna göre hüküm tesisi isabetsizdir… ) gerekçesiyle bozularak, dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Temyiz eden : Davalılardan SSK. vekili.

KARAR : Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davada, haksız fiil sonucu % 21 oranında beden gücünün kaybedilmiş olması nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tahsili istenmiştir.

Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, öncelikle zararın hesaplanmasında rapor tanzim tarihine kadar bilinen verilere göre hesaplanan zararın olay tarihine göre sermayeleştirilip, sermayeleştirilmeyeceği, başka bir anlatımla iskontoya tabi tutulup tutulmayacağı ve belirlenecek zarar miktarına hangi tarihten itibaren faiz uygulanması gerektiği noktalarında toplanmaktadır.

Beden tamlığına karşı işlenen haksız fiillerde zararın gerçek miktar ve şumulü zamanla daha iyi anlaşılabileceğinden, mümkün olduğu kadar geç bir tarihin esas alınması gereği meydandadır. Borçlar Kanununun 46/2. maddesinde, cismani zararın hangi tarih esas alınarak hesaplanacağı hakkında yeterli açıklık bulunmakta, cismani zararın hüküm tarihindeki durumuna göre hesaplanması kabul edilmektedir ( Tekinay, Destekten Mahrum Kalma Tazminatı, S. 201-202 ). Bu itibarla, hüküm tarihine en yakın verilerin nazara alınarak rapor tanzim tarihine kadar gerçekleşen zararın somut olarak hesaplanması gerekir. Bu husus “gerçek belli iken varsayıma gidilemez” ilkesinin de gereğidir.

Rapor tanzim tarihine kadar somut olarak hesaplanan zararın, olay tarihi itibariyle iskontoya tabi tutulup tutulamayacağı sorusuna gelince;

Bilindiği gibi iskonto, vadesi gelmemiş bir borcun vadesinden önce ödenmiş olması halinde, alınan paranın vadeye kadar değerlendirme olanağı bulunduğundan borcun haksız iktisaba imkan vermeyecek oranda indirilmesidir. Rapor tanzim tarihine kadar hesaplanan beden gücü kaybı zararı, tazmin sorumluları tarafından davacıya henüz ödenmemiş bulunduğundan vadesinden önce ödenmiş bir borçtan sözedilemez. Dolayısıyla rapor tanzim tarihine kadar somut olarak saptanan beden gücü kaybı zararı iskontoya tabi tutulamaz. Aksinin kabulü, vadesi gelmiş ve henüz ödenmemiş bir borcun iskontoya tabi tutulması olur ki, iskonto kavramı ile bağdaşmaz. Nitekim, Federal Mahkeme de, haksız fiilden zarar gören kişinin ölmeyip devamlı olarak sakat kalması halinde, iratların hüküm tarihi itibariyle sermayeye çevrilmesi ve haksız fiil tarihi ile hüküm tarihi arasında geçecek süre içinde zararın somut olarak hesap edilmesi görüşündedir. İlmi içtihatlar da bu doğrultudadır ( BGE 77 II 308 jdt 952 I 304, Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümleri, C: 1, 1995, S. 822 ). Federal Mahkeme, ölümler halinde, iradların sermayeye çevrilmesinde ölüm tarihinin esas alınması gerektiği şeklinde içtihadını değiştirmiş ise de, ( BGE 84 II 300 jdt 1959 I 444-,445 ) bu değişiklik, haksız fiil sonucu ölen kişinin bu fiil olmaması halinde de hüküm tarihine kadar sağ kalmaması ihtimali bulunduğu, gerek ortalama yaşama hadlerine, gerekse ekonomik faaliyet sürelerine ait istatistikler ölüm tarihindeki yaşlara göre düzenlendiği için iratların sermayeye çevrilmesinde bu tarihin esas tutulması gerektiği görüşünden kaynaklanmakta ve doktrinde eleştirilmektedir ( Tekinay, Destekten Mahrum Kalma Tazminatı, S. 226-227 ). Haksız fiil sonucu ölen kişinin haksız fiil olmaması halinde rapor tanzim tarihine kadar her zaman sağ kalmaması olasılığının bulunması ve istatistiklerin ölüm tarihine göre düzenlenmiş olması, bilinen veriler nazara alınarak rapor tanzim tarihine kadar destek kaybı zararının somut olarak belirlenmesine, rapor tanzim tarihinden sonraki zararın da gelirler % 10 oranında artırılıp iskonto edilmek suretiyle varsayıma dayalı olarak hesaplanmasına engel değildir. Örneğin, 70 yaşında ölen bir desteğin PMF tablosuna göre bakiye ömrü 9 yıl olup rapor ölüm tarihinden 3 sene sonra düzenlenmişse, 3 senelik destek zararının bilinen verilere göre somut olarak, 6, yıllık destek zararının da varsayıma dayalı olarak hesaplanması, istatistiklerin aktif ve pasif dönemlerinde aynı şekilde değerlendirilmesi mümkündür.

Ülkemizde zarar hesapları, hakimler tarafından yapılamadığından bu hesapların işin niteliği gereği bilirkişi aracılığı ile yapılmasında ülke gerçekleri bakımından zaruret bulunmaktadır. Hüküm tarihinin önceden bilinememesi nedeniyle bilirkişinin hüküm tarihi itibariyle iratları sermayeleştirilmesi de mümkün değildir. Yurt sathında uygulamada birlik sağlamak için, gerek ölümler nedeniyle destek kaybı zararı, gerekse beden gücü kaybı zararının hesaplanmasında rapor tanzim tarihine kadar gerçekleşen zararın bilinen veriler nazara alınarak ve iskontoya tabi tutulmadan somut olarak, rapor tanzim tarihinden sonraki zarar da bilinen son gelir nazara alınıp her yıl % 10 oranında artırılmak ve iskonto edilmek suretiyle hesaplanmalıdır. Bundan ötürü Federal Mahkeme’nin içtihat değiştirmesine rağmen, ölümler nedeniyle destek kaybı zararının hesabında da meslekte edinme gücünü kaybetmede olduğu gibi bu ilkenin uygulanması Hukuk Genel Kurulu’nun 16.3.1988 tarih 611/249; aynı tarih, 95/269; 13.6.1990 tarih, 215/356 ve 1.5.1991 tarih, 9114/238;15.5.1991 tarih,102-267 sayılı kararlarında benimsenmiştir.

Yukarıda açıklanan, yönteme uygun biçimde belirlenecek tazminat miktarına da olayın haksız fiilden kaynaklandığı gözetilerek, olay tarihinden itibaren faiz uygulaması icabeder. Mahkemenin bu kabule uygun bulunan faiz başlangıcı ile ilgili direnmesi doğrudur.

Ancak; mahkemece her ne kadar belirlenecek tazminat miktarına olay tarihinden itibaren faiz yürütülmesi yerinde ise de, bu tür davalarda tazminat miktarının hesaplanmasında izlenmesi gereken yönteme ilişkin olarak

HUKUK GENEL KURULU
kararlarına uygun bulunan Özel Daire bozma kararına aykırı biçimde, örneğin, olay tarihi itibariyle sermayeleştirmeye gidilmek suretiyle hüküm kurulmuştur.

Direnme kararı yalnızca davalı SSK. tarafından temyiz edilmiştir. O itibarla, yeniden yapılacak hesaplama ile tesbit edilecek tazminat miktarında davacı bakımından usulî kazanılmış hakkın değerlendirilmesi gerektiği de kuşkusuzdur.

Bu durumda, açıklanan gerekçelerle Hukuk Genel Kurulu’nun ilke niteliğindeki devamlı uygulamasına uygun bulunan Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde, usul ve yasaya aykırı bulunan direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı Sosyal Sigortalar Kurumu vekilinin, hükmün belirlenecek tazminat miktarına uygulanacak faizin başlangıç tarihinin olay tarihi olması gerektiği hakkındaki kısmına yönelik temyiz itirazlarının reddine, ancak hükmün tazminat hesaplama yöntemine ilişkin kısmına yönelik temyiz itirazlarının kabulü ile kararın yalnızca bu kısmının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda açıklanan nedenlerle ( BOZULMASINA ), 25.10.1995 gününde yapılan ilk görüşmede yeterli çoğunluk sağlanamadığından,1.11.1995 günü yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Davacı işçinin; 15.9.1987 tarihinde elindeki ameliyat malzemeleri ile merdiven çıkarken, merdivenden düşüp cam malzemelerin elini kesmesiyle meslekte kazanma gücü kaybına uğradığı, olayın kaçınılmazlık sonucu oluşan bir işkazası kabul edildiği, işçinin yerinde çalışmasını da sürdürdüğü ve eski ücretini almaya devam ettiği, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun da 100.437.414.TL. peşin değerli gelir bağladığı, davacının açtığı iki dava ile 405.563.768.TL. maddi ve ayrıca manevi tazminat istediği, mahkemenin birleştirerek gördüğü davalar sonunda, davanın kabul edildiği, tarafların temyizi ile kararın Yüksek Dokuzuncu Hukuk Dairesi’nce bozulduğu, yerel mahkemenin kararında direndiği, hükmü davalı Sosyal Sigortalar Kurumu vekilinin temyiz ettiği anlaşılmaktadır. Davanın yasal dayanağı, İş Kanunu m. 73, Borçlar Kanunu m. 332 ve 46’dır. Bu tür davalarda cismani ve iktisaden mahrum kalınan zararın hesabı önem kazanmaktadır.

İş kazasında yaralanma gibi sigorta olaylarında, Anayasa ve 506 sayılı Kanunun iş Kazaları ve Meslek Hastalıkları sigortası hükümleri gereğince, Sosyal Sigortalar Kurumu’nun mecburi gelir bağlaması karşısında, cismani zarara uğrayanlar, Sigorta tahsisleriyle karşılanmayan zararlarının giderimini istemiş olmaktadırlar. Bu zararlar, olayın özelliği icabı olay tarihinde hemen meydana gelen ani zarar türünden değildir. Zira, işçi işkazasında yaralanmasaydı, yaşama yaşı sonuna kadar ve bu devrede de çalışma yaşı süresince aktif dönemde ve emekliliğinde pasif dönemde, her ay ücret veya yaşlılık aylığı olarak,kazanç sağlayacaktı. Sosyal Sigortalar Kurumu da esasen her ay ödenen bir gelir bağlamaktadır. Hiçbir zaman işkazası tarihinde toptan gerçekleşen bir gelir ve işçinin bundan mahrumiyeti gibi bir durum, asla mevcut değildir. Öte yandan, işçinin, ölünceye kadar kazancının ne olacağı konusu, önemli ölçüde belirsizlrk gösterdiğinden farazi hesap yöntemleriyle saptanabilmektedir. Diyelim ki, işçinin yoksun kaldığı irad taksitleri de kesinkes belli değildir. Dolayıs zararları varsayımla tahmin edilebilecektir.

Hesaplamada uygulanacak yöntem konusunda, aslında, olay tarihine göre tüm zararın hesabı uygun olur. Bu hesaplamada, rapor tarihine kadar bilinen hesap dönemleri, özellikle işçinin ücreti, hesap tarihine kadar toplu sözleşme veya asgari ücrette gerçekleşen değişikliklerden yararlanılır. Gerçek bilgilerden uzaklaşma zorunluluğu doğduğu andan itibaren de kazançlar varsayımla belirlenir ve bunlar olay tarihine göre iskonto edilerek olay tarihindeki peşin sermaye değeri bulunur. Böylece, olay tarihinde peşin sermaye değeri tutarında bir zararın gerçekleştiği belirlenmiş farzolunur. Bu yöntemle saptanacak tazminata da, olay tarihinden ötesinde hiçbir ödeme yapılmadığından borçlunun temerrüdü gerçekleşmiş sayılarak, olay tarihinden itibaren faiz yürütülür.

Ne var ki; Yüksek Hukuk Genel Kurulu, hesap yöntemi bakımından, bu sistemi benimsememiştir. Rapor tarihine kadar olan dönemin bilinen dönem olduğu ve bu dönem için varsayıma dayanan hesaba gerek olmadığı, belli dönemlere göre, her yıl için hesap yapılıp, bu zarar henüz ödemediği ve vadesi geldiğinden iskontoya tabi tutulmadan aynen alınması gerektiği, rapor tarihinden sonraki dönemde ise bilinen son gelir, her yıl için % 10 arttırılıp, rapor tarihine göre % 10 iskontoya tabi tutulmak suretiyle hesaplanması icap ettiğini kabul etmiştir. Ve hesaplama yöntemi olarak bu sistemi yeğlemiştir.

Böyle olunca, olay tarihi ile rapor tarihi arasındaki dönemde gerçekleşecek irad taksitleri aynen alınacak ve iskontoya tabi tutulmayacaktır. Rapor tarihinden yaşama yaşı sonuna kadarki döneme ilişkin irad taskitleri ise, son bilinen irad, % 10 arttırım ve % 10 iskontoya tabi tutularak rapor tarihindeki peşin sermaye değeri hesaplanmak suretiyle, rapor tarihinde doğmuş farzolunacaktır.

Yüksek Hukuk Genel Kurulu; bu hesap yöntemini kabul etmesine rağmen, hesaplanacak tazminatın faizinin, olay tarihinden başlayarak yürütüleceğini de kabul etmiştir.

Hesap yöntemi olarak yukarıda sözü edilen metod ve ilkeler, bir kere kabul edildikten sonra, hesap yöntemine kaçınılmaz bir şekilde bağlı olan faiz başlangıcı konusunda, temerrüdün gerçekleşmediği, alacağın henüz doğmadığı bir tarih olan, olay tarihinin esas alınması, hem kararının birinci bölümüyle çelişkili ve hem de yasaya aykırıdır.

Zira, bilinen dönem zararları tedricen, zaman içerisinde ay be ay, irad taksitlerinden mahrum kalınacak şekilde gerçekleştiği için, faizin de her bir irad taksidinin gerçekleştiği tarihler itibariyle, ya da düşüncelerle olay tarihi ve rapor tarihi arasındaki ortalama bir tarihten itibaren yürütülmesi gerekir. Aksine işlem, henüz doğmamiş bir alacak için, temerrüdün gerçekleştiğinin kabulü ve böyle bir alacağa faiz yürütülmesi anlamına gelir ki, hukuken savunulamaz. Örneğin, olay 1984’de olmuş, rapor 1985’te düzenlenmiş ise 1994’te gerçekleşecek bir zarara 10 sene öncesinden faiz yürütülmüş olur ki, bunun haksız iktisaba ve suüstimale yol açacağı ortadadır. Fiilen, hukuken ve lojikman savunulamaz. Nitekim, sayın çoğunluğun kararında bu kabul için, hiçbir inandırıcı gerekçe de gösterilebilmiş değildir. Rapor tarihinden sonraki dönemde de, peşin sermaye değeri, rapor tarihine göre bulunduğu ve böylece o zararlar rapor tarihinde doğmuş farzolunduğu halde, tazminatın bu kesimi için de, olay tarihinden başlayarak faize hükmedilmesi yukarıda birinci dönem için arzedilen mahzurları aynen içermektedir. Bu dönem çoğu zaman daha uzundur ve bu kesime isabet eden tazminat daha yüksektir. Örneğin, olay 1984’te olsa, rapor 1995’te düzenlense, o tarihte gerçekleştiği farzolunan bu kesime, olay tarihi 1984’ten itibaren faiz yürütülürse,10 sene sonra doğacak bir alacağa 10 sene öncesinden başlayarak faiz yürütülmüş olmaktadır. Daha alacağın doğmadığı dönemler için faiz yürütülüp, temerrüd kabul edilmiş bulunmaktadır ki, büyük çapta nedensiz zenginleşmeye yol açılacağı lojik olmayan bir sonuca varılacağı ortadadır. Bu kesim için dahi, neden olay tarihinden geçerli olarak faize hükmolunacağının lojik ve hukuki gerekçelerini, sayın çoğunluğun kararından öğrenmek mümkün olmamıştır.

Öte yandan, işkazası olayı geniş anlamda bir haksız eylem olmakla beraber aslında akte aykırı davranıştan ( BK. 332 ), işkazası 73’ü ihlalden kaynaklanmaktadır. Bu özel niteliği itibariyle, bu hükümlerin uygulama önceliği vardır. Onların suskun olduğu yerlerde haksız eyleme ilişkin kurallar uygulanabilir. Nitekim,1993 tarih ve 3/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da zamanaşımı ve başlangıç konusunda akite ilişkin hükümler uygulanmış, sorun BK. m.125 ve 128’e göre çözülmüştür. Zamanaşımı temerrüd tarihinden başlatılmıştır. Temerrüd için ise öncelikle alacağın doğması lazımdır. İrad taksitlerinden kayıplar şeklinde gerçekleşen alacak, bilinen dönemde her kaybın gerçekleştiği tarihte, bilinmeyen hesap dönemi içinde, ilerideki yılların irad taksitlerinin iskontolama işlemiyle peşin sermaye değerinin hesaplanıp bulunduğu rapor tarihinde gerçekleştiği için ve bu tarihlerden sonra temerrüdden söz edilebileceğinden rapor ve hesaplama tarihinden itibaren faiz başlatılabilir. Çünkü, iskontolama ile bilinmeyen dönem denen kesimdeki zarar iskontolama = hesap = rapor tarihinde doğmuş farzolunmaktadır.

Alacağın henüz doğmadığı dönemler için faize hükmedilemez. Açıklandığı gibi bu tür olaylarda alacağın tümü hep birlikte topluca doğmuş. Bu alacak zararın gerçekleşme biçimine bağlı olarak işçi her ay ücret aldığından ay be ay doğar. Aylık ücretle geçinen işçinin bütün çalışma dönemindeki kazancını peşin sermaye değeri olarak toptan işkazası tarihinde aldığını düşünmek faraziyelerin en gerçek dışı ve sakıncalı olanıdır. Öte yandan bu zarar hesabında, hiçbir zaman işçinin olay tarihindeki kazancı sabitleştirilmemekte, hesap döneminin sonuna kadar geleceğin getirilerinin tahminine çalışılmaktadır. İleride gerçekleşecek ve olay tarihinde tümü asla gerçekleşmemiş alacaklar için olay tarihinden başlayarak faiz yürütmek tipik bir nedensiz zenginleşmedir. Tamamen hukuka aykırıdır.

Diyelim ki, 1984’te olan bir işkazasında 1995’te hesap raporu alınsa 1984-1995 bilinen dönemde zarar toplama 500.000.000.TL. ve 1995’ten 2025 yılına kadarki bilinmeyen dönemde 1.500.000.000.TL. olarak hesaplansa, gerçek alacak toplamı 2.000.000.000.TL. olduğu, halde, bu alacaklara olay tarihinden itibaren 6.600.000.000.TL. faiz ödenmesine karar verilmiş olacaktır ki, gülünç ve korkunç bir sonuca ulaşıldığı ortadadır.

Sayın çoğunluğun kararına açıklanan nedenlerle karşıyım.

Teoman OZANOĞLU
10. Hukuk Dairesi Başkanı

KARŞI OY YAZISI

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun maddi zarar hesabı ile ilgili bozma gerekçesi Dokuzuncu Hukuk Dairesi’nin istikrar kazanan son görüşlerine ve Hukuk Genel Kurulu’nun 1988-1991 yıllarında verdiği kararlara uygundur. Bu nedenle, maddi tazminat hesabı ile ilgili bozmaya katılıyoruz. Ancak belirtmek gerekir ki, bilinmeyen dönemle ilgili zararın peşin sermaye değeri hesaplanırken karara esas rapor tarihindeki son gelir nazara alınarak her yıl için gelirlerin % 10 olarak arttırılıp rapor tarihi itibariyle iskontoya tabi tutulması Hukuk Genel Ku kararında açıklanmış ise de, bu açıklama tatbikatta yine bazı bilirkişilerin yıllar ortalaması gelirini almalarına mani olmayacağı endişesini taşıdığımızdan, Genel Kurul görüşmelerinde de benimsendiği gibi, bilinmeyen dönem zararının sermayeleştirilmesinde 1/Kn formülünün uygulanması gerektiğinin açıkça karara derç edilmesi gerektiği görüşündeyiz.

Hukuk Genel Kurulu’nun faiz başlangıcı ile ilgili olarak verdiği karar ise, hesap yöntemi ile ilgili o kabul ettiği prensipleri red eder derecede çelişkili, adaletsiz ve taraflardan birisi lehine haksız zenginleşme doğurur niteliktedir.

Dairemizin bozma kararı maddi tazminat hesap yöntemi ve faiz başlangıcı yönlerinden birbirinden ayrılmaz bir bütün iken Hukuk Genel Kurulu , Dairemiz kararının birbirini tamamlayan bu iki bölümünü birbirinden farklı mütalaa edip sonuca varmakla bir insanın başı ile vücudunu birbirinden ayırarak, başsız vücudu veya vücutsuz başı insan gibi kabul etmek durumunda kalmıştır.

Faiz başlangıcı ile ilgili Dairemizin son görüşü, Hukuk Genel Kurulu’nun 15.5.1991 gün, 1991/9-102 esas ve 1991/267 karar sayılı kararında açıklanan hesaplama yöntemi ile ilgili ilkelerin ( bu karar HGK.’ca bugün de aynen kabul edilmiştir ) aynen benimsenmesi sonucu oluşmuştur. Açıklanan Hukuk Genel Kurulu ‘nun 15.5.1991 tarihli kararına konu Dokuzuncu Hukuk Dairesi’nin 16.10.1990 gün ve 212-2622 sayılı kararında faiz başlangıcının olay tarihi olarak kabul edilmesi bu kararda benimsenen hesap yöntemine göre doğrudur. Zira, o kararda olay ( ölüm veya maluliyet ) tarihindeki gelirler hesaplamada baz alınmış, maddi zararın sermayeleştirilmesi ve iskontolanması olay tarihine göre yapılmıştır. Bu kararımız kendi içinde tamamen tutarlıdır.

Ancak, yukarıda da anılan 15.5.1991 tarihli HGK. kararında açıklanan hesap şekli Dairemizin 19.10.1990 tarihli kararında benimsenen hesap yönteminden tamamen farklıdır. Dairemiz de, HGK.’nun bu kararını gözönünde bulundurarak 1990 yılındaki kararımızda tamamen farklı bu hesaplama yöntemini benimsemiş ve bu yeni hesap yöntemi ile tamamen tutarlı, doktrinde aktüel hesapları ile ilgilenen üniversite öğretim üyelerince ve maluliyet sonucu doğan zararlarda İsviçre Federal Mahkemesi’nce benimsenen faiz başlangıç tarihlerini kabul etmiştir.

Bu yeni maddi zarar hesabı yönteminde olay ( ölüm ve maluliyet ) tarihindeki veriler nazara alınarak ve tüm zarar dönemi için olay tarihindeki ücret esas alınıp % 10 arttırım ve olay tarihine göre iskontoya tabi tutulup olay tarihi itibariyle maddi,zararın peşin değeri hesaplanmamakta, bu nedenledir ki olay tarihinden itibaren faiz uygulanmamaktadır.

Benimsenen yeni yöntemde, karara esas rapor tarihine kadar olan birinci dönem bilinen ( gerçekleşen ) zarar dönemi, rapor tarihinden sonraki ikinci dönem ise bilinmeyen ( muhtemel ) zarar dönemi olarak ikiye ayrılmaktadır.

İkiye ayrılan bu dönemlerle ilgili etraflı açıklamaya girmeden önce, ölüm ve maluliyetten doğan zararların diğer zararlardan ayırıcı vasıflarını belirtmek gerekir. Örneğin, eşya zararlarında zarar, zarara yol açan olayın vukuu ile derhal meydana gelmektedir. Oysa ki ölüm ve cismani zararların vasfı müstakbel olmaları, başka bir anlatımla zarara yol açan olayın vukuu ile derhal değil, ileride zaman içinde gerçekleşecek olmalarıdır. Bu nedenle, bu gibi olaylarda tazminat talep eden davacılar, muayyen müddetle ay ve sene gibi belirli zaman dilimleri içinde maruz kalacakları periyodik zarar miktarlarının, yani yoksun kalacağı bir iradın tazminini talep etmektedir. İrat, pek kısa olmayan bir süre devam etmek üzere eşit zaman aralıkları ile tekerrür eden edalardan oluşan bir alacaktır. Zarar gören kişinin maruz kaldığı ve mahkemece tesbit edilecek zarar bir irat kaybından ibaret olduğu için en uygun çözüm, irat şeklindeki tazminata hükmolunmasıdır. Hakime, BK.nun 43. maddesi bu yetkiyi tanıdığı halde, tatbikatta mahkemeler sözkonusu iradın peşin değerinin tahsiline karar vermektedirler. Burada esas olan, tazminatın her iki halinde de alacaklıya sağlanan maddi menfaatin değişmemesi ve aynı olmasıdır.

Yukarıda açıklanan olay ( maluliyet veya ölüm ) tarihinden karara esas rapor tarihine kadar olan dönemin zarar ve iradının taksitlerden oluşan kısmı, taksitlerin vadeleri geçmiş bulunduğunda, vadeleri geçmiş alacaklar da bir iskonto ve peşin değer söz konusu olamayacağından, bu dönem zararı peşin sermaye değeri hesabının dışında bırakılmış, bu döneme ilişkin zarar bilinen acretlerle müşahhas olarak tayin ve tesbit olunarak aynen hüküm altına alınması ( peşin değer hesabına dahil edilmeksizin ve iskontoya tabi tutulmaksızın ) HGK.’nca benimsenmiştir. Kabul edilen bu hesap yöntemi sonucu, zararın irat kaybından ibaret olması, zarara yol açan olay tarihinde değil, zaman içerisinde ve her taksit için onun vade tarihinde gerçekleşmesi nedeniyle bu döneme ait taksitlerden herbirine vadesi tarihinden itibaren gecikme faizi uygulanması gerekir. Ancak, her vade tarihinden itibaren ayrı ayrı faiz uygulaması, tatbikatta güçlük yaratacağından, Dairemiz matematiksel olarak fazla fark yaratmayan ve İsviçre Federal Mahkemesi’nce maluliyet hallerinde kabul edilen ortalama tarihten faiz uygulanması görüşünü benimsemiş olup, bu görüşümüz zararın mahiyetinin ve hesaplama yönteminin bir sonucudur.

HGK.’nca bu döneme ait taksitlerin tutarına olay tarihinden itibaren gecikme faizi uygulanması görüşünün benimsenmesi kanuna ve hukuki esaslara tamamen aykırılık teşkil etmektedir.

Karara esas rapor tarihinden sonraki bakiye yaşam süresine ait ikinci dönem ( bilinmeyen devre ) zararı, müstakbel gelir hakkında yapılan tahminlere müsteniden hesap ve tayin olunmaktadır. Bu döneme ilişkin irat gelir taksitlerinin henüz vadesi gelmediğinden ve peşin değer iratlarda henüz vadesi gelmemiş olan taksitler için sözkonusu olduğundan, davacıların bu dönem zararlarının peşin sermaye değeri hesaplanmaktadır. HGK. bu peşin sermayenin belirlenmesinde karara esas rapor tarihindeki verileri ( ücret ve gelirleri ) esas alıp bu tarihten itibaren artırıma tabi tutup rapor tarihi itibariyle iskontolaştırarak bu devre zararının peşi sermaye değerinin belirlenmesi gerektiği ilkesini benimsediğine ve bu döneme ilişkin zararların da olay tarihinde değil, rapor tarihinden sonra zaman içerisinde gerçekleşmesine göre, bu döneme ilişkin faiz başlangıcının hüküm veya karara esas olan rapor tarihi olarak kabul edilmesi yansıtılamaz en tabii bir sonuçtur. Bu nedenledir ki, Dairemiz bu dönem için faiz başlangıç tarihini hüküm tarihi olarak kabul etmiştir. HGK.’nda ve tatbikatta hükme esas rapor tarihi ile karar tarihi arasında uzun bir zaman geçebileceği, bunun da davacı aleyhine sonuç doğuracağı endişesi açıklandığından, bizler bu dönem için faiz başlangıç tarihinin hükme esas hesap rapor tarihi olarak kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşmış bulunuyoruz.

Olay tarihindeki veriler nazara alınmadığı ve iskonto olay tarihine götürülmediği ve zararın peşin değeri olay tarihi itibariyle sermayeleştirilmediği halde HGK.’nun bu dönem zararının faiz başlangıcını da olay tarihi olarak kabul etmesinin hiçbir izah tarzı ve hukuki dayanağı yoktur. Bu sebeple benimsenemez.

Tüm yukarıda açıkladığımız nedenlerle HGK.’nun faiz başlangıcı ile ilgili kararına katılamıyoruz.

Emin Aydın ÖZKUL
9. Hukuk Dairesi Başkanı

Osman Güven ÇANKAYA
9. Hukuk Dairesi Üyesi

yarx

TAZMİNAT HESAPLARINDA BAKİYE ÖMRÜN BELİRLENMESİNDE TRH 2010 TABLOSUNUN ESAS ALINMASININ GÜNCELLENEN ÜLKE GERÇEKLERİNE DAHA UYGUN OLACAĞI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS: 2020/2598
KARAR: 2021/34

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.
Hukuk Dairesi

Taraflar arasındaki sigorta tahkim davasının yapılan yargılaması sonunda; Sigorta Tahkim komisyonu İtiraz Hakem heyetince verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalıya trafik sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin desteğinin öldüğünü açıklayıp fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 5.500,00 TL’nin tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini 196.408,00 TL’ye yükseltmiştir.

Dvalı vekili, talebin reddini savunmuştur.

Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakemince, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; taleple bağlı kalınarak 5.500,00 TL’nin tahsiline karar verilmiş, anılan karara karşı itiraz edilmesi üzerine İtiraz Hakem Heyetince başvuru sahibi vekilinin itirazının kabulü ile Hakem Heyetince verilen kararın kaldırılmasına, başvurunun kısmen kabulü ile 147.666,00 TL’nin tahsiline karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.2020 tarih, 2019/4-2019/1 sayılı kararı ile 5684 Sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 30. maddesi ile kurulan Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetinin Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra itiraz üzerine verilen kararlarının temyiz kanun yoluna
tabi olduğu kararlaştırıldığından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının kaldırılarak davalı vekilinin Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesi gerekmiştir.

2-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

3-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin desteğinin meydana gelen kazada öldüğünü açıklayıp destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunmuş, tazminatın belirlenmesi amacı ile bilirkişiden rapor alınmış, alınan raporda davacının ve desteğin kaza tarihinden sonraki muhtemel yaşam süresi belirlenmesinde 1931 tarihli PMF yaşam tablosu dikkate alınarak hesaplama yapılmış, hakem heyetince bu rapor hükme esas alınmıştır.

Gerçek zarar miktarı; hak sahiplerinin ve desteğin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır.

Desteğin veya hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda Fransa’dan alınan 1931 tarihli “PMF” cetvelleri ile saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmalarıyla “TRH 2010” adı verilen “Ulusal Mortalite Tablosu” hazırlanmış olup, Sosyal Güvenlik Kurumu’nca da ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu durumda diğer kurumlar ile Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve yine bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içermesi de göz önüne alındığında, Dairemizce de tazminat hesaplarında bakiye ömrün belirlenmesinde TRH 2010 tablosunun esas alınmasının güncellenen ülke gerçeklerine daha uygun olacağına karar verilmiştir.

Buna göre temyiz edenin sıfatına göre, davacı tarafından kararın temyiz edilmediği de dikkate alınarak, kazanılmış haklar gözetilerek (tazminata esas alınan gelir, esas alınan asgari ücret yılı, işlemiş/işleyecek dönem tarihleri gibi) davacının ve desteğin muhtemel bakiye yaşam süresinin TRH 2010 Yaşam Tablosu’na göre belirlenmesi suretiyle tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişiden ek rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ:Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının KALDIRILMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile İtiraz Hakem Heyeti kararının BOZULMASINA, dosyanın saklama kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 14/01/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI- PLAKASI YANLIŞ YAZILAN ZMMS POLİÇESİ – ZAMANAŞIMI İTİRAZI –

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1793
KARAR NO : 2021/436

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/03/2019
NUMARASI : 2013/70 Esas- 2019/355 Karar
DAVACILAR : 1-F.A
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cd. 24 C, Şair Nabi Mahallesi, 63040 63040 Haliliye/Şanlıurfa
DAVALI :1 -HAMİT K
DAVALI : 2 -M….. SİGORTA ANONİM ŞİRKETİ –
DAVALI : 3 -ŞANLIURFA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
DAVANIN KONUSU : Sigorta (Trafik Sigortası Kaynaklı)
KARAR TARİHİ : 22/03/2021
GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 25/03/2021

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 karar sayılı kararı aleyhine davacı vekili, davalılar M…. Sigorta Anonim Şirketi vekili ve Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekili tarafından ayrı ayrı istinaf başvurusunda bulunulduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına kayıtlı bulunan 63 DS 914 plakalı römorklu traktörün 08/10/2005 tarihinde sürücü Hamit K.’nın sevk ve idaresindeyken, Onikiler Mahallesi Altut Sokak üzerinde sokakta oynamakta olan çocuklardan müteveffa Aslı A. nın koşarak sokağın karşısına geçmek istediği esnada traktörle römork arasındaki çeki demirine çarparak yaralandığını ve akabinde vefat ettiğini, 18/04/2006 tarihli ATK raporu ile Hamit K’nın tedbirsizliği sebebiyle kusurlu olduğu, müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörlerinin sonuç üzerinde müessir olduğu kanaatiyle asli kusurlu olduğunun tespit edildiğini, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davacı anne için 1.000,00 TL, cenaze ve defin giderleri için 200,00 TL olmak üzere 1.200,00 TL maddi tazminatın, yargılama aşamasında bildirilecek manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi vekili cevap dilekçesinde özetle; zamanaşımı ve görev itirazında bulunarak davanın usulden reddi gerektiğini, müvekkili belediyenin dava konusu olayda kusuru, haksız fiili veya tedbirsizliği olmadığını, küçük yaştaki çocuğun tedbirsiz ve dikkatsiz bir şekilde sokağa bırakılması nedeniyle anne ve babanın tam kusurlu olduğunu beyanla davanın reddini istemiştir.

Davalı M. Genel Sigorta A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; 63 DS 914 plakalı aracın kaza tarihini kapsayan bir poliçesine rastlanmadığını, bildirilen poliçe numarasının bu araçla bir alakası olmadığını beyanla esasa ilişkin cevap hakkını saklı tutarak davanın husumet yokluğu nedeniyle usulden reddini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulü ile, 18.904,19 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 30 TL cenaze ve defin gideri olmak üzere toplam 18.934,19 TL tazminatın 08/10/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu, alınan kusur raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, destek süre ve paylarının Yargıtay uygulamalarına aykırı olarak hesaplandığını, destekten yoksun kalma tazminatı hesabında yetiştirme gideri indirimi yapılamayacağını, yargılama giderinin eksik hesaplandığını, toplamda 4.159,00 TL gider avansı yatırıldığı halde mahkemece yargılama giderinin eksik hesaplanarak 2.865,50 TL yargılama gideri yapıldığından bahisle hüküm kurulmasının doğru olmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı M. Sigorta şirketi vekili dilekçesinde özetle; davanın husumet yokluğundan reddinin gerektiğini, dava konusu kaza yapan aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi bulunmadığını taraflarına tebliğ olunan dava dilekçesinde kazaya ilişkin herhangi bir belge bulunmadığını, dava dilekçesinde kaza tarihinin, poliçe vade başlangıç tarihi olduğunu, kaza anı itibari ile 63 DS 914 plaka numaralı aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi olmaması sebebiyle haksız ve mesnetsiz açılan davanın müvekkili şirket açısından reddi gerektiğini, Tramer Poliçe uygulamasından da açıkça anlaşılacağı üzere kaza tarihinde poliçe bilgileri sorgulandığında dahi herhangi bir kayda rastlanılmadığını, ayrıca yine plaka sorgulamasında kaza tarihini kapsayan bir ZMMS’ye rastlanmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı Belediye Başkanlığı vekili dilekçesinde özetle; öncelikle davanın süresi içerisinde açılmadığını, ikame edilen tazminat ve alacak kalemlerinin zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin hizmet kusurundan kaynaklanan görevlerinde davaların görülme yerinin adli yargı olmayıp idari yargı olduğunu beyanla kararın bu yönlerden kaldırılmasını istemiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

1-Davalı Şanlıurfa Belediye başkanlığınca somut olayda zamanaşımının dolduğu zamanaşımı itirazları dikkate alınmadan hüküm tesis edildiğini belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

2918 sayılı KTK’nın 109/I. maddesinde “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar” hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmüne yer verilmiştir.

Yargılama konusu haksız eylemin suç niteliği taşıdığı anlaşıldığından somut uyuşmazlıkta 2918 sayılı KTK’nın 109/2 maddesinde düzenlenen uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği açıktır. Eylem için(TCK 85/1) kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 66 maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğu dikkate alındığında zamanaşımı süresinin dava tarihi itibariyle dolmadığı anlaşıldığından davalı tarafın zamanaşımın dolduğuna dair istinaf itirazlarına itibar edilmemiştir.

2-Davalı tarafça davanın hizmet kusuruna dayalı olarak açıldığı bu itibarla adli yargının görevli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuş ise de, somut uyuşmazlıkta davaya konu traktörün davalı belediye adına kayıtlı olduğu ve davanın belediye başkanlığı aleyhine işleten sıfatı nedeni ile açıldığı anlaşıldığından davalı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. H.D.nin 2016/13301 E. 2017/8860 K.)

3-Davalı sigorta şirketince dava konusu aracın müvekkil sigorta şirketi nezdinde geçerli bir poliçesinin bulunmadığını, dosyadaki poliçenin başlangıç tarihinin kaza tarihi olup tanzim saatinin kaza tarihinden sonra olduğunu bu itibarla davanın husumet yokluğu nedeni ile reddinin gerektiğini belirterek istinaf itirazında bulunmuştur.

Dosya içerisinde davaya konu araca ilişkin ruhsat bilgilerine göre 63 DS 914 plakalı traktörün Şanlıurfa Belediye Başkanlığı adına kayıtlı olduğu, Şase No: 1542 Motor no: 7152 olduğu, dosya içerisinde bulunan Şanlıurfa Belediye Başkanlığı ile davalı sigorta şirketi arasında düzenlenen 63 DS 014 plakalı 7152 Motor nolu, 1542 şasi nolu traktöre ilişkin sigorta poliçesinde poliçe vadesi başlama tarihinin 08/10/2005 tarih saat; 12;00, bitiş tarihinin 08/10/2006 tarih saat 12;00 olarak belirtildiği, dava konusu kazanın ise 08/10/2005 tarihinde saat 15;00 civarında olması nedeni ile poliçe vadesi içerisinde olduğu anlaşılmıştır.

Her nekadar poliçede araç plakası farklı olarak belirtilmiş ise de, motor ve şasi numaralarının aynı olması ve bu hususta davalı tarafça açık bir istinaf itirazı bulunmaması nedeni ile plakada farklılık dikkate alınmamıştır.

Davalı sigorta şirketince sigorta poliçesinin tanzim tarihinin kaza tarihinden sonra olduğu belirtilmiş ise de, davalı sigorta şirketi basiretli tacirdir. Diğer davalı ile aralarında düzenlenen poliçede teminatın başlangıç saati 12;00 olarak belirtilmiştir. Kazanın da evrak kapsamına göre 12;00 den sonra olduğu sabittir.

Her ne kadar 6102 Sayılı Yasa uyarınca sigorta hukukunda kural olarak sigorta sözleşmesinin akdedilmiş olması sigortacının sorumluluğunun başlamış olmasını gerektirmeyeceği ve TTK’nun 1410, 1421, 1430 ve 1431. Maddeleri uyarınca sigorta sözleşmesi uyarınca sigortacının sorumluluğunun başlaması için düzenlemelere yer verilmekle birlikte, davalı sigorta şirketi ile işleten davalı arasında kaza tarih ve saatini kapsar nitelikte sorumluluk gerektiren sigorta poliçesi düzenlenmiştir. Sigorta poliçesinin sonradan iptal edildiğine ilişkin bir iddiada bulunmamaktadır.TTK hükümlerine göre poliçenin geçersizliğinin 3. kişilere karşı ileri sürülemeyeceği hususları dikkate alındığında davalı sigorta şirketinin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/5617 E. 2020/3230 K.)

3-Davacı vekilince: hükme esas alınan ek raporda 2018 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yapıldığını mahkemece söz konusu rapor uyarınca 21/03/2019 tarihinde hüküm kurulduğunu, duruşma tarihi itibari ile 2019 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yaptırılması gerektiği belirtilerek istinaf itirazında bulunmuştur.

TBK’nun 53/3. maddesi gereği, ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir. Bu düzenleme ışığında, mahkemece destek tazminatının niteliği ve varsayımsal hesap içermesi gözönüne alınarak zarar hesaplanmalı ve buna göre de hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücret destek hesabında nazara alınmalıdır. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/1119 E.2020/8025 K.) Mahkemece hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücretin tespiti ile destek tazminatının hesaplanması yönünden bilirkişiden ek rapor alınıp sonucuna göre değerlendirme yapılması gerekir. Bu itibarla davacı vekilinin istinaf itirazı yerinde görülmüştür.

4-Davacı tarafça kusur raporlarının hüküm tesisi için elverişli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Dosya kapsamına göre, mahkemece aldırılan 31/01/2014 tarihli bilirkişi raporunda davalı sürücünün % 20 kusurlu olduğu, müteveffa çocuğunun ebeveyn ailesi olan davacıların % 80 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, kaza ile ilgili olarak Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/27 Esas sayılı dosyasında Sürücü Sanık Hamit K hakkında taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan yargılama yapıldığı ve ATK Trafik ihtisas dairesince düzenlenen 18/04/2006 tarihli raporda Sanık Hamit K’nın tali derecede kusurlu olduğu, olaya müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörleri sonuç üzerinde müessir olduğunun belirtildiği, yine ceza yargılamasında karayolları fen heyetinden (emelki) aldırılan 15/01/2007 tarihli raporda Sanık Hamit K ‘nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranıp önleyemediği olayda 2. Derecede kusurlu olduğu ve müteveffa Aslı A’nın 1. Derecede kusurlu olduğunun belirtildiği, bu itibarla kusurlar arasında bir çelişki bulunmadığı olayın oluş şekli nazara alındığında bilirkişi heyetince kusur değerlendirmelerinin yerinde olduğu kanaatiyle davacı tarafın kusura ilişkin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

5-Davacı vekilince işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

HGK’nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 Esas-411 Karar, HGK’nun 22.2.2012 gün ve 2011/17-787 Esas- 2012/92 Karar, HGK’nun 16.1.2013 gün ve 2012/17-1491 Esas- 2013/74 Karar sayılı ilamlarında ifade edilen, desteğin kusurunun 3. kişi konumundaki davacılara yansıtılamayacağına ilişkin Yargıtay uygulaması, tek taraflı kazalarda desteğin sürücüsü (işleten sürücü) olduğu aracın sigortacısına karşı açılan davalar yönünden kabul edilmiştir.

Bu nedenle davacı desteği yaya Aslı A’nın karşıdan karşıya geçerken sürücü Hamit K’nın sevk ve idaresindeki traktör ile römork arasındaki çeki demirine çarpması neticesinde meydana gelen kazada davacının murisi Aslı A ‘nın kazadaki kusurunun (yaşının küçüklüğü nedeni ile velisi davacının) davalı yanın sorumlu olduğu tazminat miktarında dikkate alınmayacak, tazminat miktarının hesabında destek kusuru düşülecektir. Bu nedenle davacı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

6-Davacı vekilince yargılama giderlerinin eksik hesaplandığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Uyap kayıtlarında yapılan incelemede davacı vekili Av Selim HARTAVİ tarafından yatırılan miktarların bir kısmının, “Müdahil davalı” taraf rolü ile kayıt altına alındığı bu itibarla yargılama gideri hesabında maddi hata yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Mahkemece dosyada davacı tarafça yapılan tüm giderler dikkate alınmak suretiyle hüküm tesisi gerekir.

Bu itibarla; davacı vekilinin sair istinaf itirazları bu aşamada incelenmeksizin, davalılar vekillerinin istinaf isteminin HMK 353-1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine, davacı vekilinin istinaf isteminin kabulü ile HMK 353-1-a-6 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararın kaldırılarak yukarıda anılan eksikliklerin giderilmesine müteakip varılacak sonuca göre hüküm tesisi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
A-Davalılar M… Sigorta Anonim Şirketi vekili ile Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b,1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
1-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından peşin yatırılan 294,40 TL’ nin mahsubu ile bakiye 998,99 . TL’nin. Şanlıurfa Belediye Başkanlığından alınarak Hazineye gelir kaydına,
2-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı M… Sigorta Anonim Şirketi tarafından peşin yatırılan 323,34 TL’nin mahsubu ile bakiye 970,05 TL’nin M… Sigorta Anonim Şirketinden alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davalılar tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin davalı taraf üzerinde bırakılmasına,
B- Davacı vekilinin istinaf başvurusunun ESASTAN KABULÜ İLE;
Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
Dosyanın davanın yeniden görülmesi için MAHALLİNE İADESİNE
1-Davacıdan tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
2-İstinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama neticesinde verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine,
3-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
4-Davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından tehiri icra talebi kapsamında 26/06/2019 tarihinde Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesine nakit olarak yatırılan 56.990,24 TL’ nin yatırana İADESİNE,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Katip
41133 42602 120723 122041

G.D.

HUKUKİ YARAR YOKLUĞU NEDENİYLE RED KARARINDAN SONRA 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU 158 HÜKMÜNDEKİ EK SÜREDEN FAYDALANABİLİR

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/27790
KARAR: 2020/825 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:İş Mahkemesi

DAVA TÜRÜ: ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacılar vekili, davacıların murisinin davalı Belediye bünyesinde vefat tarihi olan 26.01.2009 tarihine kadar çalıştığını çalıştığını, murisleri …sendikasına üye olmasına rağmen, sendikanın taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmadığını ileri sürerek, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan bir kısım alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz Başvurusu:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.2. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, daha önce açılan davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddi üzerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 158. maddesinde öngörülen sürede yeniden dava açılması halinde zamanaşımının ilk dava tarihine göre belirlenip belirlenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler belirlenmiş olup, anılan maddenin 2. fıkrasında alacaklının, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuş olması halinde zamanaşımı süresinin kesileceği düzenlenmiştir.Kanunun 158. maddesinde ise “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir. ” hükmü yer almaktadır.

Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 esas-karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir.

Bu noktada, belirsiz alacak davası olarak açılan davada, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddinin, 6098 sayılı Kanun’un 158. maddesinde düzenlenen “düzeltilebilir bir yanlışlık” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Kanun maddesinde yetkisizlik veya görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları ayrıca düzenlenmiş olup “düzeltilebilir bir yanlışlık” kavramı, yalnızca yetkisizlik ve görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları anlamında yorumlanamaz. Düzeltilebilmesi mümkün bir hata sebebi ile dava usulden reddedildiğinde, davacıya ek süre hakkı tanınması, hakkın doğası ve adil yargılanma hakkının doğal gereğidir. 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki hüküm, bazı usul hataları sebebi ile davanın reddi halinde doğabilecek adaletsizliğin önüne geçmek amacı ile düzenlenmiştir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile dava şartının eksik olması, yeni açılacak bir dava ile düzeltilebilir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddedilen davadan sonra aynı taleplerle açılacak davada, önceki dava maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Görev ve yetki de hukuki yarar gibi dava şartı olup, görev ve yetki bakımından dava şartı eksikliği sebebi ile verilen ret kararından sonra altmış günlük ek süre tanınmasına imkan veren Kanunun, aynı kapsamda sayılan hukuki yarar yokluğu sebebi ile ret halini “düzeltilemez bir yanlışlık” olarak kabul ettiğini söylemek adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz.

Davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararı bulunmadığı halde, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebi ile usulden reddedilmesi durumunda, bu hatanın “ düzeltilebilir bir yanlışlık ” olduğunun kabulü ile sonradan aynı taleplerle açılan davada davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesinde düzenlenen ek süreden faydalanması gerektiği kabul edilmelidir. Böylece Kanunda öngörülen altmış günlük süre içinde dava açıldığı takdirde, zamanaşımı yönünden ilk dava tarihinin dikkate alınması mümkün olabilecektir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8 maddesinde işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklar da ücret alacağı mahiyetinde oldukları için beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.Açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirilecek olursa; davacı kıdem tazminatı farkı, fark ücret, fark ikramiye, fark sosyal hak alacaklarının tahsili talebi ile … 3. İş Mahkemesinin 2015/434 esasına kayıtlı belirsiz alacak davasını açmış olup, mahkemece davanın kabulüne dair kararın Dairemizce bozulması üzerine, bozmaya uyularak davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir. Ret kararı ise, Dairemizin 2015/24447 E., 2015/29315 K. sayılı, 20.10.2015 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Davacı vekili, onama kararının 23.11.2015 tarihinde tebliğ edildiğini, onama kararının tebliğ tarihi dikkate alındığında, davanın altmış günlük ek süre içinde açıldığını ileri sürmüş ise de, iş mahkemelerinde karar düzeltme yolu kapalıdır. Mahkemece verilen karar, Yargıtay’ın onama kararı ile kesinleşir. Kanundaki istisnai düzenlemeler dışında, onama kararının taraflara tebliğ zorunluluğu da bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca altmış günlük sürenin başladığı tarihin, onama kararının tebliğ tarihi değil, onama tarihi olarak kabulü gerekir. Belirsiz alacak davasının usulden reddine dair mahkeme kararının, Dairemizin 20.10.2015 tarihli kararı ile onandığı, eldeki davanın ise 21.01.2016 tarihinde açıldığı dikkate alındığında altmış günlük sürenin geçtiği anlaşılmaktadır. Bu halde davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki ek süreden yararlanabilmesi mümkün değildir. Dava konusu fark ücret alacakları, fark ikramiye alacakları ve sosyal hak alacakları yönünden beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, davalının zamanaşımı savunmasına değer verilerek, bu alacakların zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 21.01.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

TARAF EHLİYETİ – ÖLMÜŞ KİŞİYE KARŞI DAVA AÇILAMAYACAĞI KURALI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1056
KARAR NO : 2021/81

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 29/03/2018
NUMARASI : 2015/1157 Esas- 2018/306 Karar
DAVACI : …..SİGORTA A.Ş –
DAVALILAR : 1-M.H
2-A.A.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cd. 24 C, Şair Nabi Mahallesi, 63040 Şanlıurfa Merkez, 63040 Haliliye/Şanlıurfa
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Sigorta Ödemesine Dayanan Rücuen)
KARAR TARİHİ : 22/01/2021

Şanlıurfa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/03/2018 tarih ve 2015/1157 esas ve 2018/306 karar sayılı kararı aleyhine davalılar vekili istinaf başvurusunda bulunduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 61 K 13353 plaka sayılı aracın müvekkili şirket nezdinde 10/01/2014-10/01/2015 tarihleri arasında 265721015324/6 numaralı Genişletilmiş Kasko Sigorta Poliçesi ile Y….. Adamlar Atık Yönetimi ve Taşımalcılık A.Ş. Adına sigortalı olduğunu, sigortalı aracın 21/12/2014 tarihinde davalı Mehmet M’in işleteni, davalı Ali A’nın sürücüsü olduğu aracın sebebiyet verdiği maddi hasarlı trafik kazasına karıştığını ve sigortalı araçta oluşan hasar nedeniyle toplam 49.500,00 TL hasar tazminat bedelinin 06/05/2015 tarihinde müvekkili şirket tarafından yukarıda belirtilen poliçeye istinaden ödendiğini, böylelikle müvekkilinin Türk Ticaret Kanununun 1472. Maddesi uyarınca sigortalının haklarına halef olduğunu, sigortalının da iş bu kazaya ilişkin olmak üzere tüm dava ve talep haklarını müvekkili şirkete devir ve teslim ettiğini, meydana gelen kazada sürücü Ali A.nın asli kusurlu olarak trafik kazasına ve sigortalı araç üzerinde hasar meydana gelmesine neden olduğunu, hakkında cezai işlem uygulandığının tespit edildiğini, kazada zarar gören araç için müvekkili şirkete yapılan müracaata istinaden hasar dosyası açılarak 5684 sayılı kanun’un 22. maddesi uyarınca bağımsız ve uzman eksper tarafından hasarın niteliğinin ve miktarının tespiti için ekspertiz incelemesi yaptırıldığını, ekspertiz raporu ile tespit edilen sigortalı aracın sigorta tazminat bedeli olan 49.500,00 TL’nin müvekkili şirket tarafından sigortalı hesabına ödendiğini, beyan ederek tüm bu nedenlerle ödenen 49.500,00 TL’nin aracın trafik sigorta poliçesinden tahsil edilen 26.800,00 TL mahsup edilmesi sonucu davalıların % 75’lik kusuru oranında bakiye kalan 10.325,00 TL’nin 06/05/2015 ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle harç, yargılama giderleri ve vekalet ücreti ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline ve ayrıca müvekkili şirketin borcunun kamu teminatı altında bulunması sebebiyle teminatsız olarak ihtiyati karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı tarafa dava dilekçesi tebliğ edilmiş, davalı taraf davaya karşı herhangi bir cevap vermemiştir.

İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne, 10.325,00 TL tazminatın ödeme tarihi olan 06/05/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalılar vekili dilekçesinde özetle; yargılama aşamasında Ali A.’nın vefat ettiğini, mahkemece ölü kişi aleyhine hüküm kurulduğunu, müteveffanın mirasçılarının davaya dahil edilmesi gerektiğini, ATK’dan rapor alınmadan ve kusur raporları arasındaki çelişki giderilmeden hüküm kurulduğunu, davacının gerçek zararının tespit edilmesi için dosyanın hasar bilirkişisine gönderilmeden hesap bilirkişi raporu hükme esas alınarak hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek yerel mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

Dava, trafik kazası nedeniyle tazminat talebine ilişkindir.

HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

Bir davada taraf ehliyeti dava şartlarından (HMK m. 114/1-d) olup taraf ehliyeti ise medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olmakla mümkündür (HMK m. 50). Medeni haklardan yararlanma, yani hak ehliyeti tam ve sağ doğum koşuluyla ana rahmine düşme anında başlayıp, kişinin ölümüne kadar devam eder (TMK m. 28). Bu nedenle Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda taraflardan birinin ölümü hâlinde, mirasçılar mirası kabul veya reddetmemişse, bu hususta kanunla belirlenen süreler geçinceye kadar davanın erteleneceği; bununla beraber hâkimin, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, talep üzerine davayı takip için kayyım atanmasına karar verebileceği öngörülmüştür (HMK m. 55; HUMK m. 41). Ne var ki, Kanunda ölü kişiye karşı dava açılması halinde nasıl davranılacağı gösterilmemiştir.

Kural olarak ölü kişi adına ve ölü kişiye karşı dava açılması olanağı bulunmamaktadır. Ölü kişi adına da karar verilemez. Davalılardan Ali A.’nın 20/11/2017 tarihinde vefat ettiği anlaşılmakla, mahkemece yasal mirasçılarının tespit edilerek davaya dahil edilmeden ve taraf teşkili sağlanmadan hüküm verilmesi isabetsizdir.

Bu itibarla HMK’nın 353/1-a,6 maddesi uyarınca davalılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılmıştır.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davalılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan kabulü ile Şanlıurfa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29/03/2018 tarih ve 2015/1157 esas ve 2018/306 karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın davanın yeniden görülmesi için MAHALLİNE İADESİNE,
3-Davalılardan tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
4-İstinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda değerlendirilmesine,
5-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi uyarınca KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi. 22/01/2021

Başkan Üye Üye Katip
41133 33276 42602 231793
☪e~imzalıdır. ☪e~imzalıdır. ☪e~imzalıdır. ☪e~imzalıdır.
F.Y.

TRAFİK KAZASI NEDENİYLE YARALANMA- MALULİYET RAPORU- ISLAH- UZAMIŞ CEZA ZAMANAŞIMI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/2050
KARAR:2014/5437

“İçtihat Metni”

Davacı … ile davalılar … … …, …. ve … arasındaki dava hakkında, ….Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 20.03.2012 gün ve 2002/206-2012/57 sayılı hüküm, Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalı … vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü;

– K A R A R –

Davacı vekili, davalıların trafik sigortacısı, malik ve sürücüsü olduğu iki aracın karıştığı 25.10.1999 tarihli kazada müvekkilinin yaralandığını ileri sürerek, şimdilik 1.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminatın … şirketleri dışındaki davalılardan, 5.000,00 TL maddi tazminatın davalı … şirketlerinden kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiş, 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle 19.805,64 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak 19.805,64 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminata karar verilmiştir. Hüküm, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizce verilen 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı bozma kararının; (1) nolu bendinde davalı … vekili, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı …. vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bendinde ise davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazları yönünden, “dava açıldığı tarih itibariyle davalı şirket iflas etmemiştir. Bu davalı aleyhine tazminatın tahsili için açılan davada, dava konusu alacağın ikinci alacaklılar toplantısında iflas masasına kaydedilip, masaca alacağın kesin olarak kabul edilip edilmediğinin araştırılması ve şayet kesin suretle kayıt ve kabul edilmiş ise, bu davalı bakımından konusu kalmayan davanın reddine karar verilmesi, masaya kayıt edilmek istenip de alacak kısmen veya tamamen reddedilmiş ise ve kayıt-kabul davası ayrıca açılmamışsa, iş bu davada husumet iflas idaresine yönetltildiğinin kabulü ile alacağın iflas masasına kayıt ve kabul davası olarak devam edilerek, tazminat istemi bakımından yapılacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, davalı şirket hakkında eksik incelemeye dayalı olarak verilen karar doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Davalı … vekili bu defa karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Davalı … vekilinin karar düzeltme istemi üzerine dava dosyasının yeniden yapılan incelemesinden;
Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle sürekli iş göremezlik zararı ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı ….nun 109/1.maddesinde “motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar.” denilmektedir. Aynı kanunun 109/2 maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda; dava konusu trafik kazası, 25.10.1999 tarihinde meydana gelmiştir. Dava, 04.05.2002 tarihinde açılmıştır. Yargılama sırasında alınan ve … Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 27.02.2006 tarihli raporda, davacının bu kaza sonucu vücut genel çalışma gücünü % 9,1 oranında kaybettiği belirlenmiştir. Mahkemece hükme esas alınan tazminat bilirkişi raporunda davacının geçici ve sürekli iş göremezlik zararının toplam 19.805,64 TL olduğu belirlenmiştir. Davacı vekili tarafından 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmiş ve maddi tazminat istemi, bilirkişi raporu doğrultusunda artırılarak 19.805,64 TL tazminat istenmiştir. Davalı … vekili, ıslah dilekçesine karşı süresi içinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur. Mahkemece, dava ve ıslah dilekçesinde istenen toplam 19.805,64 TL maddi tazminata karar verilmiştir.

Dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, davacının bedensel zararında gelişen durumun varlığının da ileri sürülmemiş olması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır.

Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir. Bu durumda; davalı … vekilinin karar düzeltme itirazının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamına yukarıda yazılı bozma nedeninin de ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yönünden de bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı … vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamının (1) nolu bendinin bozma ilamından çıkarılmasına yerine “1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, gerektirici sebeplere göre, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı… vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine” tümcelerinin yazılmasına, bozma ilamının (2) nolu bendinin numarasının (3) olarak değiştirilmesine, bozma ilamına (2) nolu bent olarak

“2-Davalı … vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır. Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.” bozma nedeninin yazılmasına, bozma ilamının sonuç kısmının ise “Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı.. vekilinin tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin diğer temyiz itşrazının kabulü ile hükmün davalı … yararına bozulmasına, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına” biçiminde değiştirilmesine ve yukarıda yazılı bozma nedeninin de bozma ilamına ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yararına da BOZULMASINA, tashihi karar peşin harcın karar düzeltme isteyen davalı …’e geri verilmesine 10.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KUSUR ORANLARININ BELİRLENMESİ TEKNİK DEĞİL HUKUKİ BİR KONU OLDUĞU

TC.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2018/6414
KARAR: 2020/4591

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; davalıya zorunlu mali sorumluluk sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin yaralandığını ve malul kaldığını açıklayıp 48.140,00 TL’nin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, bozma ilamı, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre meydana gelen kazada davacının tam kusurlu olduğu, davalıya atfedilecek kusur bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan cismani zarara dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalıya sigortalı araç sürücüsünün meydana gelen kazada tam kusurlu olduğunu açıklayıp maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

Mahkemece kusur konusunda alınan raporda; davacının, kavşağa geldiği sırada trafiğin sıkışık olduğu ve arkasından gelen aracın (davalıya sigortalı) kendisinin sol ayağına çarptığını beyan etse de; davacı motosiklet sürücüsünün oğlunu da motosikletin önüne alarak seyrettiği meskun mahal, orta refüjle bölünmüş, aydınlatmanın bulunduğu yolda alacakaranlık vakitte, görgü tespit tutanağında kaza yeri olarak işaretlenen yere ve davalıya sigortalı aracın hasarlı kısımlarına göre davacının beyanının kazanın oluşumuna uygun düşmediği görüşüne varılarak, davacının seyir halinde olduğu sağ şeritten sol şeride yönelmeden evvel sol yakın gerisinden sol şeridi takiben doğru seyretmekte olan davalıya sigortalı aracı hızı ve konumuyla kendi yönetimindeki motosikletin arasındaki mesafeyi iyice kontrol etmeden geçmenin yasak olduğu yaya geçidinde şerit ihlali yaparak çarpması ile gerçekleşen kazada davacının %100 kusurlu olduğu, davalının sürücüsünün sol şerit üzerinde düz seyrederken sağ arka kapı kısmında çarpıldığı kazada kusursuz olduğu belirtilmiş, mahkemece rapor esas alınarak karar verilmiştir.

BK.53.(TBK.74) maddesinde haksız eylemin “kusur” öğesi konusunda hukuk hakimine tanınan yetkiler iki bölüm olup, birincisi “kusur bulunup bulunmadığına”, öteki “kusurun derecesini ve zararın tutarını belirlemeye” ilişkindir. Maddenin ilk cümlesine göre “kusurun varlığını” araştırmada yetkileri sınırlı olan hukuk hakimi, maddenin ikinci cümlesine göre “kusurun derecesini ve zarar tutarını belirlemede” tam bağımsız kılınmıştır.

HMK 266 madde (HUMK 275 md.) hükmüne göre kusur oranlarının belirlenmesi teknik değil hukuki bir konudur. Elde edilen teknik bulgulara göre hakim bu oranı belirlemede ihlal edilen kuralları gözönüne almalıdır.

Haksız fiilden dolayı sorumlu olabilmek için kusurun bulunması şarttır.

Davalıya sigortalı aracın sürücüsü kollukta alınan ifadesinde; önü sıra gitmekte olan motosikletin(davacının) araçları sollayarak geçtiğini gördüğünü, motosikletin arkasında ayrıca bir çocuk olduğunu, kavşağa geldikleri sırada sol şeritten giderken yolun sağında bir halk otobüsünün yolcu almış ve hareket haline geçmiş olduğunu, kendisinin de otobüse yaklaşmadan önce motosikletliyi(davacıyı) geçtiğini, bu sırada tahminince motosiklet sürücüsünün otobüsün hareket etmesi ile otobüse çarpmamak için sola kırmış olacak ki kendisinin kullandığı aracın arka tekerine çarpmasını dikiz aynasından gördüğünü beyan etmiştir.

Davalının bu beyanları dikkate alındığında kazanın ani ve birden gelişen bir olay neticesinde gerçekleşmediği, davalıya sigortalı aracın sürücüsünün trafik akışı içerisindeki olayları gözlemleyebilme ve görebilme imkanı olduğu, trafiğin sıkıştığını ve davacının trafik akışı içindeki seyrini görme imkanı olduğu, ani ve birden gelişen bir olay olmaması karşısında davalının da kazanın gerçekleşmemesi için alabileceği önlemler olduğu anlaşılmaktadır.

Buna göre davalının da meskun mahal içinde ön ilerisinde görüş alanı içinde sağ şerit üzerinde sıkışan trafik sebebi ile daha dikkatli ve tedbirli davranması, gerektiğinde trafik sıkışıklığının düzelmesi için daha yavaşlaması, ön ilerisinde sıkışan trafik içindeki davacı motosikletliyi geçmek yerine yolun daha genişlediği uygun zamanı beklemesi, trafik emniyeti açısından kontrollü takiple seyretmesi gerekirken gerekli tedbirleri almayarak seyrine devam etmesi nedeni ile meydana gelen kazada kusurlu olduğu kanaati hasıl olmuştur.

Buna göre mahkemece kusur konusunda rapor aldırılmasına gerek bulunmayıp dosya kapsamında bulunan delillere göre, davalıya sigortalı araç sürücüsünün de kusurlu olduğu kabul edilerek davalının kusurunun derecesi mahkemece belirlenerek hasıl olacak sonuca göre işin esasına girilerek karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 09/07/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

USULSÜZ TEBLİĞ İDDİASI BULUNMADAN MAHKEMENİN RESEN USULSÜZ TEBLİĞ DEĞERLENDİRMESİ-İTİRAZIN KALDIRILMASI- İNKAR TAZMİNATI-

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/2640
KARAR NO : 2020/1876

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : KEMAL KURT (38110)
ÜYE : FAHRİYE ÇİFTCİ HAZNEDAROĞLU (104886)
ÜYE : TAHSİN ÇORAKÇI (151503)
KATİP : TEVHİDE GÜL YENCİLEK (243621)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/05/2019
NUMARASI : 2019/326 Esas 2019/143 Karar
DAVACI : MUSTAFA S.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
[16958-59361-38738] UETS
DAVALI : MEHMET ALİ K.
DAVANIN KONUSU : İcra Takibine İtirazın Kaldırılması
KARAR TARİHİ :19/11/2020
GEREKÇELİ KARAR
YAZIM TARİHİ :19/11/2020

Yukarıda tarih ve numarası yazılı ilk derece mahkemesi kararının Dairemizce istinaf yoluyla tetkikinin istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden Dairemize gönderilmiş olup, dosya içerisindeki tüm bilgi ve belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü;

Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı aleyhine Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyası ile takip başlattıklarını, borçlu tarafından yetkiye ve borca itiraz edildiğini, takip konusu çekin kambiyo vasfına haiz olup süresi içerisinde bankaya ibraz edilerek karşılıksız kaşesi taşıdığından İİK’nın 68 inci maddesinde belirtilen belgelerden olduğunu, borçlunun İİK’nın 68/1 inci maddedeki belgelerden biri ile borcunun olmadığını ispat edememesi nedeniyle davalının itirazının kaldırılması ve takibin devamı ile davalı borçlunun asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere inkâr tazminatına mahkûm edilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı borçluya dava dilekçesi ekli duruşma gün ve saatini bildirir açıklamalı davetiye usûlüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen davaya cevap vermediği gibi, duruşmalara da katılmamıştır.

Mahkemece yapılan yargılama neticesinde, borçlu Mehmet Ali K.ya ödeme emrinin 25/02/2019 tarihinde tebliğ edildiği fakat ödeme emri ekinde örnek 7 nolu ödeme emri ile birlikte takibe konu çek suretinin de tebliğ edilmiş olduğuna dair bir ibarenin bulunmadığı böylelikle yapılan tebligatın usûlsüz olduğu ve icra dosyasına Mehmet Ali Kaya tarafında yapılan 27/02/2019 tarihli itirazın ve bu itiraza karşılık icra müdürlüğünce verilen 01/03/2019 tarihli durdurma kararının yerinde olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar verildiği görülmüştür.

Davacı vekili istinaf dilekçesinde, ilk derece mahkemesi kararının ve gerekçesinin dava dilekçesinde yer alan taleplerle hiç bir ilgisi bulunmadığını, borçlu Mehmet Ali K. tarafından süresi içerisinde Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyasında gönderilen usûlsüz tebliğ yönünde herhangi bir itirazı bulunmadığı hâlde mahkemece re’sen usûlsüz tebliğ iddiasına dayanarak şikâyetin reddine karar verilmesinin usûl ve yasaya aykırı olduğunu, yetki itirazına ilişkin itirazların değerlendirilmediğini, borçlunun borca itiraz dilekçesinde yetkili icra müdürlüğünü açıkça bildirmediğinden yetki itirazının geçeriz olduğunu, mahkemenin borçlunun İİK’nın 68/1 inci maddedeki belgelerden biri ile borcunun olmadığını ispat edememesi nedeniyle davalının itirazının kaldırılması ve takibin devamı ile davalı borçlunun asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesi gerekirken şikâyetin reddine karar verilmesinin usûl ve yasaya aykırı olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.

İİK’nun 68/1. maddesi gereğince, talebine itiraz edilen alacaklının takibi, imzası ikrar veya noterlikçe tasdik edilen borç ikrarını içeren bir senede yahut resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dahilinde ve usûlüne göre verdikleri bir makbuz veya belgeye müstenit ise, alacaklı icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını isteyebilir.
Tüm dosya kapsamı ve takip dosyası içeriğine göre, takip dayanağı bononun İİK’nın 68 inci maddedeki belgelerden olduğu, ödeme iddiasını ispatın borçluya düştüğü, davalının yargılama sırasında borcun ödendiği ve/veya olmadığını İİK’nın 68 inci maddesinde belirtilen delillerle ispatlayamadığından ve itiraz dilekçesinde yetkili icra müdürlüğü belirtilmediğinden itirazın kaldırılması ve davalının asıl alacağın %20’si oranında tazminata mahkûm edilmesi gerekirken davalı borçlunun usûlsüz tebliğ yönünde herhangi bir itirazı bulunmadığı hâlde mahkemece re’sen usûlsüz tebliğ iddiasına dayanarak şikâyetin reddi yönündeki kararı usûl ve yasaya uygun bulunmamıştır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, ilk derece mahkemesinin şikâyetin reddi yönündeki kararının kaldırılmasına ve HMK’nın 353/1(b)-2. maddesi uyarınca duruşma yapılmadan dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde istinaf başvurusunun kabulüne ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kabulü ile Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyasında davalı borçlunun itirazının kaldırılmasına ve davalı borçlunun alacağın %20’si oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilerek aşağıda yazılı hüküm tesis edilmiştir.

28/02/2019 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 7165 sayılı Kanunun 1. maddesi ile değişik İİK’nın 364/1 maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairelerince verilen ve miktar veya değeri 72.070,00 Türk lirasını geçen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabileceğinden uyuşmazlık konusu miktar (35.000,00 Türk lirası) bu miktarı geçmediğinden karar kesin olarak verilmiştir.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacının İstinaf talebinin KABULÜNE,
2-Dosya kapsamı, delil durumu ve takip dosyası içeriğine göre ŞANLIURFA 2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ’ nin 2019/326 esas, 2019/143 karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3-Davanın KABULÜ ile, Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyasında davalı borçlunun itirazının KALDIRILMASINA ve takibin devamı ile davalı borçlunun alacağın %20’si oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine,
4-Davacı tarafından yatırılan peşin harcın mahsubi ile 10,00 Türk lirası harcın davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Peşin yatırılan istinaf karar harcının talep hâlinde ilk derece mahkemesince davacıya iadesine,
6-Davacı tarafından yapılan toplam 283,90 Türk lirası yargılama giderlerinin davalıdan alınarak davacıya iadesine,
7-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ye göre hesap edilen 1.130,00 Türk lirası maktu vekâlet ücretinin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine,
8-Taraflarca yatırılan gider avanslarından arta kalan kısmın karar kesinleştiğinde talep hâlinde ilk derece mahkemesince ilgili taraflara iadesine,
9-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda tarafların yokluğunda miktaren (35.000,00 Türk lirası) kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi.19/11/2020

Kemal KURT
Başkan
38110

¸e-imzalıdır
Fahriye ÇİFTCİ HAZNEDAROĞLU
Üye
104886
¸e-imzalıdır
Tahsin ÇORAKÇI
Üye
151503

¸e-imzalıdır
Tevhide Gül YENCİLEK
Katip
243621
¸e-imzalıdır

KAMULAŞTIRMA BEDEL TESPİTİ VE TESCİL DAVASI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/352
KARAR NO : 2020/924
KARAR TARİHİ : 07/10/2020

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
NUMARASI : 2013/573 Esas, 2018/498 Karar
TARİHİ : 05/06/2018
DAVACI :1- Şanlıurfa Belediye Başkanlığı (Yerine)6360 Sayılı yasa uyarınca Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü
DAVALILAR : 1- İbrahim Halil A.
2- Münir T.
VEKİLİ : Av. Selim Hartavi
DAVA TÜRÜ : Kamulaştırma (Bedel Tespiti Ve Tescil)
DAVANIN TARİHİ : 26/09/2013
İSTİNAF KARARININ
YAZILDIĞI TARİH : 07/10/2020

İstinaf incelemesine konu dava, kamulaştırma bedelinin tesbiti ve idare adına tescil davası olup, ilk derece mahkemesi tarafından davanın kabulüne karar verilmiş ve taraf vekilleri tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :
Tarafların İddia ve Savunmalarının Özeti:Davacı vekilinin ilk derece mahkemesine sunmuş olduğu dava dilekçesinde özetle; Şanlıurfa Belediyesince imara açılan Yenice Direkli ve Maşuk Bölgelerinin alt yapı projesi ile içme suyu şebekelerinin ana isale hatları projesi kapsamında davalıların da maliki olduğu Şanlıurfa İli, Merkez İlçesi, Dağeteği Köyü, 442 parsel sayılı taşınmazın 417,80m2 daimi irtifak hakkının acele kamulaştırmasına dair el koyma kararı alındığını, kamulaştırma kanunu uyarınca tespit edilen bedelin bankaya bloke edildiğini, bu bedelin taşınmazın gerçek değerinden yüksek olduğunu, fazla yatırılan meblağın iadesi gerekmekte olduğunu, ecele el koyma davasında yapılan tespitleri kabul etmediklerini, öncelikle %200 değer artışını kabul etmenin mümkün olmadığını, yapılacak keşif ve aldırılacak bilirkişi raporu ile taşınmazın gerçek değerinin ortaya çıkacağını belirterek davalılar adına kayıtlı Şanlıurfa İli, Merkez İlçesi, Dağeteği Köyü 442 parsel sayılı taşınmazın 417,80m2 daimi irtifak hakkı kamulaştırma bedelinin tespitine dava konusu Dağeteği Köyü 442 parsel sayılı taşınmazın 417,80 m2 daimi irtifak hakkı nedeniyle taşınmazın kamulaştırılan kısmının müvekkili adına tesciline karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

Davalı vekilinin ilk derece mahkemesine sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle; Kamulaştırma kanunu 7 ve 8 maddeleri bedel tespiti ve tescil davası için dava şartı niteliğinde olduğundan bu hükümlere riayet edilmeden açılan davanın ön şart yokluğundan reddedilmesi gerektiğini, idarenin kamulaştırılan taşınmaz malın bedelinin tespitini ve idare adına tescilini mahkemeden istemi hakkının doğması için öncelikle yasanın 8.madde hükmü uyarınca mal sahibi ile anlaşma yolu ile satın alma girişiminin sonuçsuz kalması gerektiğini, dava konusu alan mücavir alan sınırları içerisinde yer alıp imar planı içerisinde belediyenin tüm hizmetlerinden yararlanmakta olduğunu, davalı idare tarafından yapılan kısmi kamulaştırma işlemi dava konusu taşınmazın değer azalışına sebebiyet verdiğini öncelikle dava şartı yokluğundan reddine mahkeme aksi kanaatte ise dava konusu taşınmazın gerçek bedelinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:

İlk derece mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda davanın kabulü ile; Şanlıurfa İli, Merkez Dağeteği Mahallesi 442 parsel sayılı davalılar adına kayıtlı taşınmazın fen bilirkişisi Recep Sürücü tarafından hazırlanan 19/01/2018 tarihli rapor krokide A harfi ile işaretli ve mavi renk ile taranan 417,80m2 yüz ölçümündeki bölümü yönünden davacı Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı ŞUSKİ Genel Müdürlüğü lehine daimi irtifak hakkının tesisine ve bu hakkın tapuya kayıt ve tesciline, Şanlıurfa İli, Merkez Dağeteği Mahallesi 442 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişisi Recep Sürücü tarafından hazırlanan 19/01/2018 tarihli rapor krokide A harfi ile işaretli ve mavi renk ile taranan 417,80m2 yüz ölçümündeki bölümünün irtifak kamulaştırması kapsamında kamulaştırma bedelinin 55.453,36-TL olarak tespitine, dair karar verilmiştir.

Taraflarca İleri Sürülen İstinaf Sebepleri:

1-)Davacı vekili tarafından yasal süresi içerisinde ilk derece mahkemesi kararına karşı özet olarak ;
-İlk derece mahkemesince verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğu,
-Dava konusu taşınmaz bakımında acele el koyma kararı alınması nedeniyle bilirkişi raporunda irtifak bedeli belirlenmiş davalının söz konusu ücreti bankadan tahsil ettiği ancak tapuda ferağa yanaşmadığından davanın ikame edildiği,
-Hükme esas alınan bilirkişi raporunun gerçeklikten uzak usul ve yasaya aykırı olarak hazırlandığı ve hükme esas alınamayacak nitelikte olduğu,
-Dava konusu taşınmazı arsa olarak değerlendirmenin hatalı olduğu,
-Dava konusu taşınmaza emsal olarak alınan taşınmazın uygun emsal olmadığı,
-Acele el koyma dosyasında alının bilirkişi raporunun, dosyada alınan bilirkişi raporundan daha nesnel ve güncel olduğu, gerekçeleri ile istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
2-)Davalılar vekili tarafından yasal süresi içerisinde ilk derece mahkemesi kararına karşı özet olarak ;
-İlk derece mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığı,
-Dava konusu taşınmaza emsal alınan taşınmazın kıymetini olumlu/olumsuz etkileyen hiç bir unsur belirtilmediği,
-Dava konusu taşınmazın talep fazlalığı olan bir bölge içerisinde olup olmadığı konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmadığı,
-İlk derece mahkemesince hükme esas alınan raporlar arasında birim fiyat yönünden çelişki bulunmakta olup bu çelişki de giderilmediği,
– Dava konusu taşınmaza dop oranının %40 şeklinde mutlak olarak esas alınması doğru olmadığı,
-Anapara üzerinden faiz işletilmesi gerekirken bakiye alacak yönünden faiz işletilmesinin yasaya aykırı olduğu gerekçeleri ile istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:
Bölge Adliye Mahkemesince istinaf talebinin değerlendirilerek incelemeye alınabilmesi için 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesinde sayılan ön inceleme koşullarının gerçekleşmiş olması zorunludur. Bu maddede sayılan koşullardan birinin mevcut olmaması halinde istinaf başvurusunun reddedilmesi gerekir. Bu şartlar kamu düzeninden olup yargılamanın her aşamasında re’sen dikkate alınmaktadır. İstinaf talebine konu eldeki dosya kapsamı incelendiğinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesinde sayılan ön inceleme koşullarında herhangi bir eksiklik bulunmadığı, istinaf talebinin kabul edilebilir olduğu tespit edilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a maddesinde 6 bent halinde belirtilen koşulların varlığı durumunda ise davanın esası incelenmeden ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verileceği aynı maddede düzenlenmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a maddesi 6. bendinde, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden ilk derece mahkemesince karar verilmiş olması istinaf aşamasında duruşma yapılmadan istinaf başvurusunun kabulüne dair karar verilecek usul hatası olarak kabul edilmiştir.
İstinaf incelemesine konu dava :Kamulaştırma Kanunundan doğan kamulaştırma bedeli tesbit ve tescil davasıdır.
İstinaf talebine konu kamulaştırma bedel tespiti ve tescil kararına ilişkin dava dosyası incelendiğinde, aşağıda belirtilen hususlarda delillerin eksik toplandığı ve ayrıca ilk derece Mahkemesi kararında esaslı değerlendirme noksanlık ve hatalarının olduğu görülmüştür.
Şöyle ki :
1-)İlk derece mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi raporunun yasaya uygun olarak hazırlanmadığı ve dolayısı ile hüküm kurmaya uygun olmadığı anlaşılmıştır.
Aynı kamulaştırma nedeniyle aynı mahallede bulunan 530 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan ve Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk mahkemesi’nin 2013/568 Esas ve 2017/507 Karar sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılamada davaya konu taşınmaz arsa olarak değerlendirilmek suretiyle 2013 olan dava tarihi itibariyle metrekare birim değeri 439.73 TLm2 olarak tesbit edilmiş ve kararın istinaf edilmesi üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi tarafından istinaf incelemesi yapılarak (Dairenin 2017/937 Esas – 2017/732 Karar sayılı dava dosyasında) aynı değerlendirme tarihi itibariyle 439,73 TL/m² değeri uygun bulunmuş ve istinaf isteminin reddine karar verilmiş olup,iş bu kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5.H.D. 2018/663 Esas ve 2019/13890 Karar sayılı ilamı ile bölge adliye mahkemesince verilen kararın onandığı anlaşılmıştır.
Böylece aynı kamulaştırma planında birbirine yakın olan iki taşınmaz arasında metrekare bedeli yönünden çelişki yaratılmış ve dava konusu taşınmaza bu taşınmazdan daha düşük bedel verilmesinin gerekçesi tartışılmadan davaya konu taşınmazın metrakaresinin 266,50 TL olarak tespiti uygun görülmemiştir.
Bu nedenle taraflara dava konusu taşınmaza yakın bölgelerden ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer yüzölçümlü satışları bildirmeleri için imkan tanınması, lüzumu halinde resen emsal celbi yoluna gidilmesi, dava konusu taşınmazın, değerlendirme tarihi itibariyle, emsal alınacak taşınmazın ise satış tarihi itibariyle imar ya da kadastro parselleri olup olmadığı ilgili Belediye Başkanlığı ve Tapu Müdürlüğünden sorulması, ayrıca dava konusu taşınmazın; imar planındaki konumu, emsallere olan mesafesini de gösterir krokisi ve dava konusu taşınmaz ile emsal taşınmazların resen belirlenen vergi değerleri ve emsal taşınmazların satış akit tablosu getirtilerek, dava konusu taşınmazın değerlendirmeye esas alınacak emsallere göre ayrı ayrı üstün ve eksik yönleri ve oranları açıklanmak suretiyle yapılacak karşılaştırma sonucu değerinin belirlenmesi bakımından, 24/11/2016 tarihli 29898 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu md. 39 ile değiştirilen 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 15. maddesindeki yeni düzenlemeler de nazara alınarak yasaya uygun şekilde yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu ile mahallinde keşif yapılarak alınacak rapor sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği halde açıklanan hususlara uygun olmayan bilirkişi raporuna göre hüküm kurulması yasaya uygun görülmemiştir. (Aynı yönde Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 2012/23037 E ve 2013/748 K sayılı ilamı) yasaya uygun görülmemiştir.
2-)Dosyaya sunulan istinaf dilekçesinde davaya konu taşınmazın imar uygulamasına tabi tutulduğu iddia edilmiş olup,ilk derece mahkemesince yeniden yapılacak değerlendirmede dava konusu taşınmazın imar uygulamasına tabi tutulup tutulmadığı, tabi ise imar uygulama çalışmalarının bitip bitmediği araştırılarak, uygulamanın tamamlandığı anlaşılır ise imar uygulaması sonucu oluşan yeni parsel yada parsellerin tapu kayıtları, ölçekli krokileri ve imar durumları ilgili kurumlardan getirtildikten sonra mahallinde yeniden keşif yapılarak, yeni tapu kayıtlarına göre dava edilen kısmın imarda kamuya tahsis edilip edilmediği hususları belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
Kabule göre de:
3-)Dava konusu taşınmazın kamulaştırma (değerlendirme) tarihi olan 26/09/2013 tarihi, emsal taşınmazın ise 10/10/2012 olan satış tarihi itibariyle imar düzenlemesi sonucu meydana gelen imar parselleri olup olmadıklarının, imar parseli iseler düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin, düşülmüş ise oranının belediye, imar ve tapu müdürlüklerinden sorulup hükme esas alınan bilirkişi raporu denetlenmeden,
4-)Somut emsal alınarak incelenen Karaköprü Mahallesi, 4174 ada, 3 parsel sayılı taşınmazın bulunduğu cadde veya sokak itibariyle belediyece belirlenen 2013 yılı emlak vergisine esas asgari m² değerlerinin belediye başkanlığından sorulup bilirkişi raporu denetlenmeden,
5-)Dava konusu taşınmaza emsal alınarak incelenen Karaköprü Mahallesi, 4174 ada, 3 parsel sayılı taşınmazın 10/10/2012 tarihli satışına ilişkin (alıcı, satıcı, satış bedeli ve miktarını gösterir) tapu kaydı ve akit tablosunun ilgili tapu müdürlüğünden getirtilip hükme esas bilirkişi raporu denetlenmeden hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir.
6-) Dava konusu taşınmazlar üzerinde bulunan TEDAŞ lehine eski irtifak hakkı nedeniyle taşınmazın değerinde oluşturması kaçınılmaz olan değer kaybı yönünden bilirkişi kurulundan rapor alınması gerektiğinin düşünülmemesi doğru görülmemiştir.
7-) Dairemizce verilen kaldırma kararı sonrası ilk derece mahkemesince devam edilecek yargılamada 7139 sayılı Kanunla değişik Kamulaştırma Kanununun 10/8 fıkrası gereğince bankaya hak sahibi adına yatırılacak bedel bakımından; 7139 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik hükümlerine göre işlem yapılması gerektiği hususunun da nazara alınması gerekmektedir.
Yukarıda ayrıntılı olarak belirtildiği üzere davanın çözümünü sağlayacak ve esasına etki edecek nitelikteki deliller usulünce ve tam manasıyla toplanmadan ve bilirkişi raporu yanlış değerlendirilmek suretiyle kamulaştırma bedeli tespit edilerek hüküm kurulmuş olduğundan ilk derece mahkemesi kararının, duruşma yapılmaksızın, kaldırılması ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye iadesi için HMK 353/1-a maddesinin 6.bendi uyarınca aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

K A R A R : (Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan sebeplerle)
1-) Tarafların istinaf başvurularının yukarıda belirtilen sebeplerle KABULÜNE;6100 sayılı HMK md. 353/1-a-6 gereğince Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 05/06/2018 tarihli, 2013/573 Esas, 2018/498 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,

2-)Dosyanın, davanın yukarıda belirtilen hususlar değerlendirilerek yeniden görülmesi için MAHKEMESİNE İADESİNE,

3-)Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 2/2. maddesi gereğince ve dairemizce dosya hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilmesi gözetilerek; TARAF VEKİLİ LEHİNE VEKALET ÜCRETİ TAKDİRİNE YER OLMADIĞINA,

4-)Taraflarca yatırılan istinaf karar harcının (maktu) karar kesinleştiğinde ve talep halinde iadesine,

5-) Taraflarca yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden yapılacak yargılama sonucu verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,

6-) Taraflarca yatırılan gider avansından arta kalan miktarların ilgilisine İADESİNE,

7-)Kararın kesin olması nedeniyle, davanın taraflarına tebligatların İlk Derece Mahkemesi tarafından yapılmasına,
Dair; tarafların yokluğunda, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK md. 353/1-a maddesinin 6. bendi uyarınca kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 07/10/2020

HAKSIZ EYLEM FAİLİ İHTARA GEREK OLMAKSIZIN ZARARIN DOĞDUĞU ANDA TEMERRÜDE DÜŞMÜŞ SAYILIR- ZARAR GÖREN, GEREK KISMİ DAVAYA GEREKSE SONRADAN AÇTIĞI EK DAVAYA VEYA ISLAHA KONU ETTİĞİ KISIM İÇİN HAKSIZ FİİL TARİHİNDEN İTİBAREN TEMERRÜT FAİZİ İSTEME HAKKINA SAHİPTİR.

T.C
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

ESAS:2020/136
KARAR:2020/1901

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz, davacı vekili tarafından katılma yoluyla temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; 17/04/2008 olay günü çalışmakta iken, davalı şirketin bakım ve sorumluluğunda bulunan elektrik direğindeki akıma kapılarak ağır şekilde yaralandığını, olayla ilgili soruşturma başlatıldığını, vücut fonksiyonlarını % 51 oranında kaybettiğini, olay nedeniyle elem, ızdırap ve üzüntü yaşadığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 2.000,00 TL maddi, 20.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; 28/04/2011 havale tarihli dilekçesi ile maddi tazminat talebini 111.144,92 TL’ye yükseltilmiştir.

Davalı; davalı şirkete husumet yöneltilemeyeceğini; 17/04/2008 olay tarihinde, olayın meydana geldiği binanın üst kat dış cephesinin davacı tarafından boyanması sırasında, davacının elinde bulunan 2 metre uzunluğundaki demir boru ekli fırçanın orta gerilime temas etmesi sonucu, davacının elektrik akımına kapıldığını, olaya konu OG hattının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nde belirtilen güvenlik mesafesine uygun tesis edildiğini, enerji nakil hatlarının bakım ve onarımlarının periyodik olarak yapıldığını, bu nedenle meydana gelen olayda davalı şirketin herhangi bir ihmal veya kusurunun bulunmadığını; davacı boyacı olup işçi olarak istihdam edildiğini, işveren olarak boyama işini yaptıran şahsın gerekli tedbirleri almakla yükümlü olduğunu ,olayın meydana gelmesinde işverenin ve dikkatsiz çalışan davacının kusurlu olduğunu, yapı ruhsatı olmayan ve yapı kullanma izni bulunmayan binalara hizmet götüren ilgili belediyenin de ayrıca kusurlu olduğunu savunarak; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde ve alınan ATK raporu ile; 03/12/2018 tarihli aktüerya raporu doğrultusunda; davacının olay günü çalışmakta iken , elektrik direklerinden sarkan tellerdeki akıma kapılarak ağır şekilde yaralandığı, % 5,1 oranında meslekte kazanma gücünü kaybetmiş sayılacağı, gerçekleşen olayda davacının da % 25 oranında kusurlu olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, 2.000,00 TL maddi tazminatın 17/04/2008 olay tarihinden itibaren, 27.687,27 TL maddi tazminatın ise ıslah tarihi olan 28/04/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte; 20.000,00 TL manevi tazminatın ise 17/04/2008 olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz, davacı vekili tarafından katılma yoluyla temyiz edilmiştir.

Dava; elektrik çarpması nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
1-) Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozma kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün olmamasına göre, davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

edilmiştir. Yine dosya içerisinde bulunan … Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği’nin 08/06/2010 tarihli raporunda ise sürekli maluliyet oranı % 41 olarak belirlenmiştir. Mahkemece hükme esas alınan ATK raporu ile diğer bahse konu raporlar arasında önemli oranda farklılık mevcut olup, ATK 3. İhtisas Kurulu’nun 23/08/2017 tarihli raporu, davacının maluliyet durumunu belirlemek açısından hüküm kurmaya elverişli değildir.

Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 15/a maddesinde verilen görev gereği, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan, olay tarihinde yürürlükte bulunan Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü dikkate alınarak, geçici iş göremezlik süresi ve maluliyet oranının belirlenmesi gereği, raporlar arasındaki çelişkiyi giderecek şekilde, ayrıntılı, gerekçeli, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

3-) Kabule göre de;
Haksız eylem faili, ihtar ve ihbara gerek olmaksızın, zararın doğduğu anda, başka bir anlatımla haksız eylem tarihinden itibaren zararın tamamı için temerrüde düşmüş sayılır. Dolayısıyla, zarar gören, gerek kısmi davaya gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak haksız fiil tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahiptir.

Somut olayda; uyuşmazlık, haksız eylemden kaynaklanmaktadır. Davacı, dava dilekçesinde hükmedilecek tazminata haksız eylem tarihinden itibaren faiz yürütülmesi isteminde bulunmuştur. Mahkemece, ıslaha konu edilen kısma ilişkin hükmedilecek tazminata da haksız fiil tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesi gerekirken, ıslah tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nın 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/03/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

SİGORTALI ARACIN UĞRADIĞI HASARI ÖDEYEN SİGORTA ŞİRKETİNİN, ZARARIN İDARECE GİDERİLMESİ İSTEMİNDEN İBARET BULUNAN BİR RÜCUEN TAZMİNAT İSTEMİYLE AÇTIĞI DAVANIN, ADLİ YARGI YERİNDE ÇÖZÜMLENMESİ GEREKTİĞİ

T.C.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ
HUKUK BÖLÜMÜ

ESAS NO : 2014 / 484
KARAR NO : 2014 / 527
KARAR TR : 05.05.2014

ÖZET : Sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi
Vekili : Av. F.G.
Davalı : Edirne Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. A.A.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı Anadolu Anonim Türk Sigorta şirketinde 274029309 1-1 no’lu kasko sigortalısı olan A.K.’e ait 22…..plakalı aracın, 22.08.2010 tarihinde D.S.İ kavşağından Zübeyde Hanım caddesi üzeri Cumartesi Pazarı istikametine seyir halindeyken Trakya Birlik binasının yanından geçerken yaya kaldırım çalışması nedeniyle kökü zayıf kalan kaldırımdaki ağacın aracının üzerine devrilmesi sonucu maddi hasara maruz kaldığını, kaza mahallinde tutulan trafik kaza tutanağına göre olay anında ilgili yolda önlem alınmadığını, gerekli özeni bakım ve denetlemeyi yapmaması sebebiyle davalı idarenin asli kusurlu bulunduğunu, davalı idarenin 2918 sayılı kanunun 10. maddesi gereği ve 5126 sayılı Belediyeler Kanunu’nun 7. ve devamı maddeleri gereği yol üzerindeki ağaçların ve Belediye’nin görevleri arasında olan park ve bahçelerin bakım sorumluluğunun ihlali ile kaldırım çalışması yaptıktan sonra ağacın gövde ve kökünü desteklemeyerek çalışmalarında ihmal gösterdiği için hizmet kusuru işlediğini, sigortalı araçta davacı şirket tarafından yaptırılan ekspertiz sonucu faturaya göre 5.016,00-TL hasar tespit edildiğini, davacı şirketin bu hasar bedelini 11.10.2010 tarihinde sigortalılarına ödediğini, kasko tazminatını ödeyen davacı şirketin TTK’nun 1301. maddesine göre sigortalının haklarına halef olduğunu, bu nedenle 5.016,00-TL tazminatın 11.10.2010 tarihli 23/R226240 sayılı yazı ile davalı idareden talep edildiğini, davalının yazıyı 13.12.2010 tarihinde tebellüğ ettiğini, ancak cevap vermediğini ve ödeme yapmadığını ileri sürerek, bu nedenlerle davanın kabulü ile davalı Edirne Belediyesi’nin hukuka aykırı eylemi sonucu oluşan rücuya konu 5.016,00-TL tazminatın başvuru tarihi olan 13.12.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

EDİRNE İDARE MAHKEMESİ : 29.7.2011 gün ve E: 2011/401, K: 2011/817 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunundan doğan sorumluluk uyuşmazlıklarının görüm ve çözümünün adli yargının görev alanına girdiği açık olup, bakılan uyuşmazlığın da davacı şirketin kasko sigortalısı olan aracın karayolu üzerinde seyir halinde iken üzerine ağaç devrilmesi sonucu araçta oluşan ve davacı şirket tarafından sigortalısına ödenen maddi hasarın olayda kusuru olduğu öne sürülen davalıdan tazminine ilişkin olduğu anlaşıldığından, bakılan davanın görüm ve çözümünün adli yargının görev alanına girdiği, mahkemelerinin görevli olmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Edirne 1. Asliye Hukuk Mahkemesi: 17.5.2012 gün ve E:2011/324, K:2012/196 sayı ile, davanın kabulüne, 5.016,00 TL tazminatın başvuru tarihi olan 13.12.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiliyle davacı şirkete ödenmesine karar vermiş, bu karar davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi : 19.3.2013 gün ve E: 2012/13619, K: 2013/3687 sayı ile, kamu hizmeti görmekle yükümlü olan belediyenin, kamu hizmeti sırasında verdiği zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi olduğu, hizmet kusurundan dolayı açılan davaların 2577 sayılı İYUY.nın 2. maddesi hükmü uyarınca tam yargı davası olarak ikame edilmesi gerektiği, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup mahkemece kendiliğinden dikkate alınmasının zorunlu olduğu, mahkemece davalı belediye başkanlığı yönünden yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

EDİRNE 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 3.10.2013 gün ve E : 2013/367, K: 2013/451 sayı ile, bozma kararına uyarak, hizmet kusurundan dolayı açılan davaların 2577 sayılı İYUY.nın 2. maddesi hükmü uyarınca tam yargı davası olarak ikame edilmesi gerektiği, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup mahkemece kendiliğinden dikkate alınması zorunlu olduğu anlaşılmakla davanın yargı yolu farklılığı nedeniyle reddine karar vermek gerektiği gerekçesiyle davanın yargı yolu farklılığı nedeniyle reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, idari ve adli yargı yerlerince verilmiş olan görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Bahri AYDOĞAN, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 5.5.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; Şirkete sigortalı vasıtanın geçirdiği trafik kazası neticesinde hasarlandığı, bahis konusu olay neticesinde vasıtada maddi hasarın meydana geldiği; tespit edilen hasar bedelinin sigortalı vasıta sahibine ödendiği, olayın meydana gelişinde davalı idarenin kusurunun tespit edildiği, meydana gelen hasar nedeniyle sigortalısına tazminat ödeyen şirketin kusur nispetine göre faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu dolayısıyla, Edirne 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

S O N U Ç : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Edirne 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 3.10.2013 gün ve E : 2013/367, K: 2013/451 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.05.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

TRAFİK KAZASI – GÜÇ KAYBI TAZMİNATI- ZARARIN MAĞDUR TARAFINDAN GİDERİLMESİ

T.C.
YARGITAY
4.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO. 1982/3059
KARAR NO. 1982/3938
TARİHİ. 19.4.1982

818/m.41

DAVA VE KARAR : Davacı Necati, yaralanmasına neden olan trafik olayı sonunda çalışma gücünü %35 oranında kalıcı olarak kaybettiğini ileri sürerek 753.500 lira maddi tazminat isteğinde de bulunmuştur. Mahkeme, davacının beden gücünde azalmaya rağmen, çalışma karşılığında gelirinde bir azalma olmadığını tartışarak bu yoldaki isteğin reddine karar vermiştir.

Yaralanmalar nedeniyle kişilerin beden bütünlüğünde kalıcı olarak gerçekleşen sakatlıkların beden gücü kaybına neden olduğu ve bunun sonucu kişinin mal varlığında eylemli olarak eksilme meydana gelmiş ise, bunun tazmin ettirileceği tartışmasızdır. Sorun; olayımızda olduğu gibi beden gücü kaybına rağmen kişinin gelirinde ( mal varlığında ) bir eksilme olmamış ise ortaya çıkmaktadır. Bu gün uygulamada, kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle oluşan beden gücü kaybı nedeniyle, gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi, tazminatın gerekeceği kabul edilmekte ve bu, güç ( efor ) kaybı tazminatı diye adlandırılmaktadır. Bu kabul, ilk bakışta sorumluluk hukukunun, zarar kavramına ters düştüğü ileri sürülebilir. Ancak, burada beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı işi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla bir güç ( efor ) sarfıyla yaptığı gerçeğinden hareket edilerek bir anlamda zararı, bu fazladan sarf edilen gücün oluşturduğu kabul edilmektedir.

Bu kabul tarzının ortaya çıkardığı sonuç, tazminat hukuku kavram ve kurallarına uygundur. Bilindiği gibi, hukuka aykırı olarak gerçekleşen zararın, zarar görenin kendi imkanlarıyla giderilmesi, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Kişinin oluşan beden gücü kaybı sonucu meydana gelmesi kaçınılmaz zararı ( gelir azalması ), bizzat kendisinin “daha fazla bir güç” harcayarak gidermesi sorumluluktan kurtarma aracı olarak kullanılmamalıdır. Aksi görüş, zarar gören yerine, hukuka aykırı eylemle zarar veren kişinin korunmasını ortaya çıkarır ki, bu da hak ve adalet ölçülerine ters düşer.

O halde, mahkemenin sorumluluk hukukunda kökleşmiş uygulamayı göz önüne almaksızın ve zarar kavramının belirlenmesinde hataya düşerek vardığı sonuç usul ve yasaya aykırı olup, hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle temyiz eden davacı Necati yararına ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI- SAĞ KOL VE BACAĞIN FELÇLİ HALE GELMESİ NEDENİYLE BAKICI GİDERLERİ- ADLİ TIPTAN RAPOR ALINMASI GEREKTİĞİ

TC
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2018/1504
KARAR:2019/1126

“İçtihat Metni”

Davacılar …,(Kendi adına asaleten …’ye velayeten), …,(Kendi adına asaleten …’ye velateyen) ile davalılar … … Servisi San. Ve Tic. A.Ş., … Anonim Türk Sigorta Şirketi, … arasındaki dava hakkında … 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nden verilen 12.05.2015 gün ve 2010/134 esas, 2015/194 karar sayılı hükmün, Dairemizin 30.11.2017 tarih, 2015/18756 esas, 2017/11392 sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmişti. Süresi içinde davacılar vekilince kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

1-Dosya içeriğine, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, 6100 Sayılı HMK’nin geçici 3. maddesinin 2. fıkrası delaletiyle, 1086 Sayılı HUMK’nin 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birisine uygun olmayan davacılar vekilinin sair karar düzeltme isteminin reddi gerekmiştir.

2-Taraflar arasındaki maddi ve manevi tazminat istemine yönelik davanın yapılan yargılaması sonunda, davanın kısmen kabul kısmen reddine dair verilen hükmün davacılar vekili, davalı … … Servisi San. Ve Tic. A.Ş vekili, davalı … Şirketi vekili ile davalı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 30.11.2017 tarih, 2015/18756 esas, 2017/11392 sayılı kararı ile davalı … … Servisi San. ve Tic. A.Ş vekili, davalı … vekili ve davalı …Ş vekilinin davacı …’e yönelik temyiz dilekçelerinin reddine, davacılar vekilinin tüm, davalı … … Servisi San. ve Tic. A.Ş vekili, davalı … vekili ve davalı …Ş vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, diğer yönlerden temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına karar verilmiş, davacılar vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Dava Borçlar Kanunu’nun 46. maddesi (6098 sayılı TBK m. 54) gereğince bedensel zarara uğranılması nedeniyle maddi tazminat ve BK m. 47 gereğince (6098 sayılı TBK m. 56) manevi tazminat istemine ilişkindir.

Sorumluluğu doğuran olayın, zarar görenin vücut bütünlüğünü ihlâl etmesi hali BK m. 46/I’de özel olarak hükme bağlanmıştır. Bu hüküm gereğince “Cismani bir zarara düçar olan kimse külliyen veya kısmen çalışmaya muktedir olamamasından ve ileride iktisaden maruz kalacağı mahrumiyetten tevellüt eden zarar ve ziyanını ve bütün masraflarını isteyebilir”. Bu hüküm gereğince, vücut bütünlüğünün ihlâli halinde mağdurun malvarlığında meydana gelmesi muhtemel olan azalmanın ve dolayısıyla maddî zararın türleri; masraflar, çalışma gücünün kısmen veya tamamen kaybından doğan zararlar ve ekonomik geleceğin sarsılmasından doğan zararlar şeklinde düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu’nun 46. maddesinde belirtilen “bütün masraflar” deyimi çok geniş kapsamlıdır. Bu giderlere zarara uğrayanın katlanmak zorunda kaldığı bütün giderler dahildir. Bu bakımdan zarara uğrayanın tedavi giderleri yanında, işlerini görememesi nedeniyle tutmak zorunda kaldığı yardımcı ya da hastabakıcı için ödemek zorunda kaldığı giderleri ile yapılması gereken estetik tedavi giderleri de istenebilir.

Dava dilekçesinde, meydana gelen kazadan dolayı müvekkillerinin küçük kızı Merve’nin malul duruma düştüğünü, zekasını kaybettiğini, 5. sınıfta okuması gerekirken orta ağır zihinsel özürlüler sınıfına kaydının yapıldığını ve olayları tam idrak edemediğini, sağ kol ve bacağının felçli hale geldiğini ve ömür boyu bir başkasının yardımına muhtaç olduğunu, iyileşme ve maluliyet süresinin tespiti ve buna ilişkin zararının belirlenerek 500,00 TL maddi, 40.000,00 TL manevi tazminat talebinde bulunmuş, Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurulu’ndan alınan 21.08.2014 tarihli raporda, davacı Merve’nin  geçirdiği trafik kazası nedeniyle Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği E cetveline göre %32.3 oranında meslekte kazanma gücünü kaybetmiş sayılacağının, iyileşme süresinin ise 18 ay olduğunun belirlendiği, anlaşılmıştır. Davacının … raporu ile belirlenen 18 aylık süre zarfında %100 malül sayılacağı, bakıma muhtaç olduğu ve bakıcı gideri ödemek zorunda kalacağının kabulü gerekir. Yine bakıcı ücretinin hesaplanmasında kaza tarihindeki asgari ücretin brüt tutarının (tamamının) esas alınması gerektiği de Dairemizin yerleşik uygulaması gereğidir.

Bu durumda mahkemece,davacının bakıcı gideri talebi yönünden Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Genel Kurulu raporunda belirlenen 18 aylık iyileşme süresi için bilirkişiden kaza tarihinde yürürlükte olan brüt asgari ücret tutarı dikkate alınarak ek rapor alınması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin sair karar düzeltme istemlerinin REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 30.11.2017 tarih, 2015/18756 esas, 2017/11392 karar sayılı bozma ilamına açıklanan bendin de eklenmek sureti ile hükmün BOZULMASINA, tashihi karar peşin harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 07/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YETİŞTİRME GİDERİNİN ÇALIŞMAYAN ANNE YÖNÜNDEN TAZMİNATTAN İNDİRİLMEMESİ GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/8085
KARAR:2018/1448

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ:Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili dava dilekçesinde; 25.06.2010 tarihinde davalı …’in sevk ve idaresindeki … plakalı araç ile … -… ilçesi … Caddesini takiben … köprüsü istikametine seyri esnasında kazanın meydana geldiği, kavşağa yaklaştığında aracının yüklü olması nedeniyle freni tutmayarak ilerisinde sağ şeritte seyreden … plakalı Ego otobüsüne çarparak, ön ilerisinde kırmızı ışıkta bekleyen … plakalı araca çarpıp, bu aracın sağ yan kesimindeki … plakalı araca çarpmasına bu araçlardan da kurtularak ışıkta bekleyen … plakalı araca çarparak sürüklemesi ve bu sırada ışıkta beklemekte olan … … …, …, …, …, …, …, …, … plakalı araçların birbirine çarpması sonucun da maddi hasarlı yaralamalı ve ölümlü trafik kazası meydana geldiğini, müvekkilleri … ve …’nın oğulları …’nin meydana gelen trafik kazasında vefat ettiği, kaza dolayısıyla … 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2010/284 E. 2011/23 karar sayılı dosyasında yargılama yapıldığını, davacıların kaza sebebiyle vefat eden çocuklarının … şehrin de defnedildiğini, defin gideri olarak 1.378,50 euro tutarın da harcama yapıldığını, davacıların küçük …’nin vefatı nedeniyle maddi ve manevi desteğinden mahrum kaldıklarını, küçüğün kaybı nedeniyle her bir müvekkili için HMK 107.madde uyarınca 500,00’er TL maddi tazminat talep ettiklerini, müşterek çocuğun ölümü nedeniyle 50.000,00’er TL manevi tazminat talep ettiklerini, davacı …’ın aynı olayda kız kardeşi …’ı da kaybettiğini kız kardeşin ölümü nedeniyle 10.000,00 TL manevi tazminat talep ettiğini, davacıların kazada kendilerinin de yaralandığını bu nedenle davacı … için 5.000,00 TL, davacı … için 20.000,00 TL manevi tazminat talep ettiklerini, maddi tazminatın davalılardan müteselsilen, manevi tazminatların da davalı …’den kaza tarihinden itibaren işleyecek avans faizi işletilerek tahsilini talep ve dava etmişler, 09.01.2015 tarihli dilekçe ile maddi tazminat taleplerini artırdıklarını, baba …’ın tazminat talebini 86.770,13 TL, anne …’ın maddi tazminat talebini 82.716,29 TL artırdıklarını beyan ederek davayı ıslah etmişlerdir.Davalı …vekili cevap dilekçesinde; davayı kabul anlamına gelmemek kaydıyla …plaka sayılı aracın müvekkili şirket nezdinde 10.11.2009-10.11.2010 tarihlerini kapsar şekilde Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk sigorta poliçesi ile sigortalı olduğunu, müvekkili şirketin, ancak sigortalısının kazadaki kusuru oranında ve maddi zararın varlığı ispat edildiği takdirde, maddi zarardan sorumluluğu poliçe azami teminat limitiyle sınırlı olarak söz konusu olabileceğini, kusur tespiti yapılmasını, müvekkili şirket ancak sigortalısı araç sürücüsünün kusurlu olması halinde ve sigorta teminat limitleri ile sınırlı sorumlu olacağını, SGK’dan davacılara ödeme yapılıp yapılmadığının sorulmasını, davacı yanca avans faizi talep edilemeyeceğini, davanın haksız fiile dayandığını, sigortalı aracın ticari araç olmadığını yasal faiz işletilmesini talep edebileceğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.Davalı … davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davacı … için 87.270,13 TL destekten yoksun kalma, 1.336,50 TL defin gideri olmak üzere toplam 88.606,63 TL (Davalı … şirketi … bakımından 87.270,13 TL destek zararı, 790,29 TL defin gideri toplamı 88.060,42 TL ile sorumludur.), davacı … için 83.216,29 TL destekten yoksun kalma, 1.336,50 TL defin gideri olmak üzere toplam 84.552,79 TL, (davalı … şirketi … bakımından 83.216,29 TL destekten yoksun kalma, 790,29 TL defin gideri olmak üzere 84.006,58 TL ile sorumludur.) olmak üzere her iki davacı bakımından toplam 173.159,42 TL (sigorta şirketi toplam 172.067,00 TL ile sorumludur.) tazminatın davalı … şirketinin kısmi ödeme tarihi olan 30.03.2011, davalı … bakımından kaza tarihi olan 25.06.2010 tarihinden itibaren yasal faiz işletilerek davalılardan müteselsilen tahsili ile davacılara ayrı ayrı ödenmesine, sigorta şirketi bakımından fazla istemin reddine, müşterek çocuğun ölümünden dolayı davacı … için 15.000,00 TL, … için 15.000,00 TL, …’ın yaralanmasından dolayı 2.000,00 TL, …’ın yaralanması için 1.000,00 TL, …’ın ölümünden dolayı 6.000,00 TL olmak üzere … için 22.000,00 TL, … için 17.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 25.06.2010 tarihinden itibaren yasal faiz işletilerek davalı … Demirden alınarak davacılara ayrı ayrı ödenmesine, fazlaya dair manevi tazminat istemlerinin reddine karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1)Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, özellikle, oluşa ve dosya içeriğine uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
2-Hükme esas alınan bilirkişi raporunda desteğin 28 yaşında evlenmesi kabul edilmiş ise de Dairemiz uygulamalarına göre 18 yaşında gelir elde etmeye başlayan desteğin askere gideceği, askerlik görevini tamamladıktan sonra 2 yıl içinde evleneceği ve bir yıl sonra bir çocuğu daha sonra ikinci çocuğunun olacağı varsayılarak evleninceye kadar desteğe 2, anne-babaya birer pay verilmek çocukları olması nedeniyle çocuklara birer pay verilmek suretiyle tazminat hesabı yapılması gerekirken 28 yaşına kadar anne babaya %50 pay ayrılması doğru görülmemiş olup, bozmayı gerektirmiştir.

3-Türk Medeni Kanunu’nun 185. madde hükmü gereğince, anne-baba birlikte çocukların bakımından sorumludur, aynı Yasa’nın 327. maddesinde ise “Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır” denilmektedir.
Her baba ve annenin çocuğunu belli bir yaşa kadar büyütmek, yetiştirmek ödevi olup çocuğun ölümü nedeni ile artık yapılması gerekmeyecek yetiştirme giderlerinin belirlenecek destekten yoksun kalma tazminatından düşülmesi (anne ve babadan birinin ya da her ikisinin çalışıp çalışmadığına ilişkin ayrıksı durumlar da göz önüne alınarak) gerekmektedir.Somut olayda, anne ve baba lehine hesaplanan destekten yoksun kalma tazminatından anne ve babadan ayrı ayrı %2,5’ar yetiştirme gideri düşülmüştür. Daire ilkelerine göre; anne ve baba çalışıyorsa anne ve babadan ayrı ayrı %5’er, anne çalışmıyorsa (Dava dilekçesine ekli belgelerden davacılar …’un işçi, …’nın ise memur olduğu anlaşılmaktadır.) sadece babadan %5 yetiştirme gideri düşülmesi gerekmektedir.

Eldeki davada, hükme esas alınan bilirkişi raporu yukarıda bahsi geçen ilkelere aykırı düzenlenmiş olup denetime ve hüküm kurmaya elverişli değildir.O halde mahkemece, anlatılan bilgiler ışığında hüküm kurmaya ve denetime elverişli başka bir bilirkişiden rapor alınıp sonucuna göre karar vermek gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalıların sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2), (3) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile verilen hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalılara geri verilmesine 28.02.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YETERLİ EHLİYETE SAHİP OLMADAN KULLANILAN ARAÇTA YANGIN ÇIKMASI- KASKO BEDELİNİN TAHSİLİ TALEBİ

T.C.
NUSAYBİN
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2009/122 Esas
KARAR NO : 2010/93

HAKİM : Ö. A. 40360
KATİP : A. S. 75755

DAVACI : C… GIDA NAK.OTO.İNŞ.PETR.ÜRÜN.TİC.LMT.ŞTİ. ADINA HASAN Ö…. –
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : R… SİGORTA AŞ . Sarıyer/ İSTANBUL
VEKİLİ : Av. T. A. . Sarıyer/ İSTANBUL
DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 14/04/2009
KARAR TARİHİ : 23/02/2010

Yukarıda taraf ve mahiyeti yazılı davanın yapılan açık yargılaması sonucunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili mahkememize gönderdiği 10.04.2007 havale tarihli dava dilekçesi ile;Müvekkil şirketin davalı sigorta şirketi ile 11.11.2004-11.11.2005 tarihlerini kapsayan 140087 nolu poliçe ile 73 DD … plaka sayılı aracını poliçede belirtilen rizikolara karşı sigortalattırdığını ve sigorta primlerinin tamamını zamanında ödediğini,10.04.2005 günü müvekkil şirketin aracını kullanan Ahmet Ö.’ün Nusaybin-Cizre istikameti 26.kilometrede aracın hakimiyetini kaybetmesi ve yoldan çıkarak tarlaya devrilmesi sonucu yanma olayının meydana geldiğini,müvekkil şirketin kazayı aynı gün davalı şirkete ihbar ettiğini,davalı şirketin 02.09.2005 tarihli yazılarında,görevlendirilen eksper raporunun ibrazı üzerine yapılan incelemede kazaya karışan sürücü Mahmut Ö.’ün yeterli ehliyeti sahip olmadığının anlaşılması sebebiyle Kasko Poliçesi Genel Şartlarının A.5,4 maddesi gereğince tazminat talebinin karşılanamayacağı belirtilerek tazminat talebinin reddedildiğini,Nusaybin C.Savcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda araç sürücüsü olan şüpheli Ahmet Ö. hakkında ön ödeme önerisinde bulunulduğunu,ön ödemm miktarı şüpheli tarafından süresi içerisinde yatırıldığından kamu davası açılmasına yer olmadığına ilişkin takipsizlik kararı verildiğini,bir an için aracı Mahmut Ö.’ün kullandığı varsayılsa bile D sınıfı sürücü ehliyet belgesine sahip olup,salt ticari taşıt belgesinin bulunmamasının kazanın oluşumunda tek başına değerlendirilmesinin mümkün olmadığı,sigorta şirketinin ödeme yapmamasının hukuka aykırı olduğunu belirterek fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla 34950,00 YTL tazminatın rizikonun gerçekleşme tarihi olan 10.04.2005 tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili mahkememize gönderdiği cevap dilekçesi ile;Dava dilekçesinde davacının adresi yer almadığından dava dilekçesinin iptalinin gerektiğini,iş bölümü ve yetki itirazında bulunduklarını,dosyanın yetkili ve görevli İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesini talep ettiklerini,esas yönünden ise davanın 10.04.2007 tarihinden sonra açılmış olması halinde davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini,dava dilekçesinde ileri sürülen iddiaların yerinde olmadığını,sigortalı aracın Mahmut Ö. tarafından kullanıldığını,bu sürücünün kullandığı tanker bakımından yetersiz ehliyete sahip bulunduğunu, Kasko Sigortası Genel Şartlarının teminat dışında kalan zararları düzenleyen 5.4.maddesinde bu durumun teminat dışı bırakıldığını,kabul anlamına gelmemekle birlikte davacı tarafından yoksun kalınan ticari kar talep edilmiş ise de poliçede böyle bir teminat verilmediğinden iş bu talebin de reddi gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkememizin 2005/30 D.İş sayılı tespit dosyası,Nusaybin C.Başsavcılığının 2005/571 Hazırlık,2005/140 Karar sayılı soruşturma dosyası,birleşik kasko sigorta poliçesi,kasko kesin ekspertiz raporu celp edilmiş,davacı tanıkları Şeyhmus F. Rıfat Y.ve Ahmet Ö. duruşmada dinlenilmiştir.

Kazanın meydana geldiği yerin Nusaybin olması ve ilçede tek Asliye Hukuk Mahkemesinin bulunması sebebiyle 27.11.2007 tarihli duruşma ara kararı ile davalı vekilinin yetki ve işbölümü itirazının reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili mahkememize gönderdiği 30.10.2007 havale tarihli yazılı beyanında fazlaya dair talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla ekspertiz araştırması sonucu belirlenen 34950,00 YTL araç kasko bedeli olarak talep ettiklerini,şimdilik yoksun kalınan kara ilişkin tüm haklarını saklı tuttuklarını beyan etmiş,364,00 YTL eksik nisbi harcın ödenmesine ilişkin 10.07.2007 tarih ve 5913 sayılı sayman mutemedi alındısı davacı vekili tarafından dosyaya ibraz edilmiştir.

Mahkememizin 11.12.2007 tarih ve 2007/145 Esas 2007/302 Karar sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne,7000 TL maddi tazminatın 09.05.2005 tarihinden itibaren hesap edilecek faiziyle birlikte davalı şirketten tahsiline,yoksun kalınan kar niteliğinde olan 1000 TL maddi tazminatın tahsili talebinin kasko sigortası teminat kapsamı dışında olması sebebiyle reddine,araç hasar tutarı niteliğinde olan 26950 TL maddi tazminatın tahsili talebinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17.Hukuk Dairesinin 05.02.2009 tarih ve 2008/2977 Esas 2009/395 Karar sayılı ilamı ile dava dilekçesinin esas defterine kayıt edilmeden önce harcın eksik alınmış olmasında davacı tarafın herhangi bir kusurunun bulunmadığı,eksik harcın davacı tarafça tamamlandığı,bu durumda söz konusu 26950 TL’lık dava değeri yönünden de işin esasına girilip,varılacak sonuca göre bir karar verilmesinin gerektiği,kabule göre de davacı aracında meydana gelen gerçek zarar miktarının belilenmesi yönünden HUMK’nun 275.maddesi uyarınca seçilecek makine mühendisi uzman bilirkişiden rapor alınmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmasının doğru olmadığı gerekçesiyle hükmün davacı taraf yararına bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yargılamaya devam olunmuş,bozma ilamı doğrultusunda Ankara 25.Asliye Hukuk Mahkemesine yazılan talimata istinaden KGM Trafik Şb.Em.Makine Mühendisi bilirkişi Abdullah Taşkıran tarafından düzenlenen 03.11.2009 tarihli bilirkişi raporu ile 73 DD … plaka sayılı tankerde olay nedeniyle meydana gelen gerçek hasar bedelinin 34950 TL olduğunun tespit edildiği bildirilmiştir.

Davalı vekili mahkememize gönderdiği 14.12.2009 tarihli yazılı beyan ile bozmadan önce tahsiline karar verilen 7000 TL hasar bedelinin ferileriyle birlikte Urfa 2.İcra Müdürlüğünün 2008/1199 Esas sayılı dosyasına ödendiğinden bu ödemenin dikkate alınmasını ve sürücünün yeterli ehliyete sahip olmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekilinin yazılı beyanında belirtilen Şanlıurfa 2.İcra Müdürlüğünün 2008/1199 Esas sayılı takip dosyasının onaylı sureti celp edilerek incelenilmiş,davacı vekili duruşmada incelenen dosya içeriğine bir diyeceklerinin olmadığını,7000 TL asıl alacağın ferileriyle birlikte taraflarına ödendiğini beyan etmiştir.

Tüm dosya kapsamı ve delillerin değerlendirilmesi neticesinde;Dava,kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.Ticaret Kanunun 3. ve 4. maddeleri gereğince davaya ticaret mahkemesi sıfatıyla bakılması gerekmiştir.

Her ne kadar kaza sonrası düzenlenen trafik kazası tespit tutanağında davacı şirkete ait tanker sürücüsü olarak Mahmut Ö.’ün ismi yazılı ise de Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2005/571 Hazırlık sayılı dosyası üzerinden yürütülen soruşturma neticesinde 20.04.2005 tarih ve 2005/140 sayılı karar ile sanık Ahmet Ö. hakkında tehlikeli vasıta kullanmak suçundan dolayı ön ödeme ihtaratı gereğini yerine getirmesi sebebiyle takipsizlik kararı verilmesi,Jandarma görevlilerince düzenlenen olay yeri tespit tutanağında kazayı müteakip iki kişinin Nusaybin Devlet Hastanesine götürüldüklerinin ve hafif yaralı olabileceklerinin bildirilmesi,dosya içerisinde sanık Ahmet Ö.ve mağdur Şeyhmus Ö. hakkında Nusaybin Devlet Hastanesince düzenlenen adli raporların mevcut olup Mahmut Ö. hakkında düzenlenen adli raporun mevcut olmaması ve Nusaybin Belediye Başkanlığınca düzenlenen yangın raporunda Ahmet Ö.’ün isminin yer alması ile dinlenilen tanık beyanları dikkate alınarak söz konusu araç sürücüsünün Ahmet Ö. olduğu ve Ahmet Ö.’ün davacı vekili tarafından ibraz edilen ticari taşıt kullanma belgesi ve sürücü belgesi suretleri ile kasko kesin ekspertiz raporu dikkate alınarak yeterli sürücü belgesine sahip olduğu anlaşılmıştır.Davacı vekili dava dilekçesinin başlık kısmında dava konusunu 7000,00 YTL kasko araç bedeli tazminatı ve 1000,00 YTL yoksun kalınan karın tahsili olarak belirtmiş,dava dilekçesinin istem sonucu kısmında ise 34950,00 YTL tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiş olup 10.04.2007 tarihli sayman mutemedi alındısı ile 8000,00 YTL değer üzerinden 108,00 YTL nisbi harç yatırmıştır.Dava dilekçesinde mevcut çelişkinin giderilmesi için kendisine süre verilmesi üzerine ibraz ettiği yazılı beyanında ıslah yoluna başvurmaksızın 34950,00 YTL araç kasko bedeli talep ettiklerini beyan etmiş ve 26950,00 YTL değer üzerinden yatırılan 364,00 YTL eksik nisbi harcın ödenmesine ilişkin sayman mutemedi alındısı dosyaya ibraz edilmiştir.

Yargıtay bozma ilamından önce verilen mahkememiz kararı ile tahsiline karar verilen 7000 TL maddi tazminatın,yargılama giderleri ve ferileriyle birlikte Şanlıurfa 2.İcra Müdürlüğünün 2008/1199 Esas sayılı takip dosyasına istinaden davacı vekili tarafından yürütülen icra takibinde davalı tarafça ödendiği anlaşılmıştır.
Yargıtay bozma ilamında bozma sebebi olarak gösterilenler dışındaki hususların davacı taraf lehine usuli kazanılmış hak teşkil etmekle kesinleşmesi dikkate alınarak,kasko poliçesi teminatı kapsamındaki 7000,00 YTL kasko araç bedeli tazminatının tahsili talebi yönünden açılan davanın konusuz kalması sebebiyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına,yine kasko poliçesi teminatı kapsamındaki 26950 TL maddi tazminatın tahsili talebi yönünden sübut bulan davanın kabulüne,kasko poliçesi teminatı kapsamı dışındaki 1000,00 YTL yoksun kalınan karın tahsili talebi yönünden açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

HÜKÜM : Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle;

1-DAVANIN KISMEN KABULÜ İLE; Kasko sigorta poliçesi teminat kapsamındaki hasar tutarı niteliğinde olan maddi tazminatın 7.000 TL. kısmının ferileriyle birlikte dava tarihinden sonra davalı sigorta şirketi tarafından davacıya ödenmesi dikkate alınarak 7.000 TL. maddi tazminat yönünden açılan davanın konusuz kalması sebebiyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına,
2-Kasko sigorta poliçesi teminat kapsamındaki hasar tutarı niteliğinde olan 26.950 TL. maddi tazminatın ekspertiz raporunun düzenlenme tarihi olan 09.05.2005 tarihinden itibaren hesap edilecek ticari reeskont faiziyle birlikte davalı şirketten tahsili ile davacıya verilmesine,
3- Yoksun kalınan kar niteliğinde olan 1.000 TL. maddi tazminatın davalıdan tahsili talebinin kasko sigortası teminat kapsamı dışında olması sebebiyle reddine,

4- Kabulüne karar verilen tazminat miktarı üzerinden hesap edilen 1.455,30 TL nisbi karar ve ilam harcının davalıdan tahsili ile Hazineye irat kaydına,
5- Reddine karar verilen tazminat miktarı üzerinden alınması gerekli 17,15 TL maktu karar ve ilam harcının davacıdan tahsili ile Hazineye irat kaydına,
6-Davacı tarafından bozma ilamı sonrasında sarf edilen 256,50 TL yargılama giderinin tarafların haklı çıktığı oran ve davalı tarafın sarf ettiği 2,50 YTL yargılama gideri nazara alınarak 247,24 TL kısmının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,geri kalan kısmın davacı üzerinde bırakılmasına,
6-Davacının kendisini vekille temsil ettirmesi sebebiyle karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca belirlenen 3.164,50 TL nisbi vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
7-Davalının kendisini vekille temsil ettirmesi sebebiyle karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca belirlenen 1000 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalı vekilinin yokluğunda, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay’a temyizi kabil olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 23/02/2010

Katip 75755

Hakim 40360

TRAFİK KAZASI- ALKOLLÜ ARAÇ KULLANMA- ALKOLUN KAZAYA ETKİSİ

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2017/1082
KARAR: 2019/431

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 02.04.2013 tarihli ve 2012/156 E., 2013/275 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 25.11.2013 tarihli ve 2013/15683 E., 2013/16527 K. sayılı kararı ile;

“…Davacı vekili, müvekkiline ait, davalıya kasko sigortalı aracın, meydana gelen tek taraflı kaza sonucu pert olduğunu, başvuruya rağmen davalı … şirketince ödeme yapılmadığını belirterek aracın kasko değeri olan 40.500,00 TL’nın ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, kaza sırasında sigortalı araç sürücüsünün alkollü olduğunu ve salt alkolün etkisiyle kazanın meydana geldiğini, hasarın teminat dışında kaldığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, kazanın alkolün etkisi altında meydana geldiği ve rizikonun sigorta teminatı dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigortası poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı KTK’nun 48. maddesinde; alkollü içki alması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.
Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin, “Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı” başlıklı 97. maddesinde, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra, konu ile ilgili olan “b-2” bendinde, “alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı kenar başlığı altında; alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promil üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Ayrıca, Motorlu Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartları’nın A.5.5. maddesinde; Taşıtın, uyuşturucu maddeler veya Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararların sigorta teminatı dışında olduğu belirtilmiştir.

Bununla birlikte, Kasko Sigortası Genel Şartları’nın A.5.5. maddesinin dayanağını teşkil eden KTK’nun 48. maddesinin yasaklamayı düzenleyen ilk fıkrasında, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli araç sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaklanmış olup, aynı maddenin 2. fıkrasındaki yönetmelik düzenlenmesine olanak tanıyan hükümde, yasaklama yetkisi yönetmeliğe bırakılmış olmadığından, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 97. maddesinde, yukarıda anılan yasa hükmü tekrarlandıktan ve müteakip, uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içkilerin oranlarının ne şekilde saptanacağı belirlendikten sonra, yasada yer alan hükmü dikkate almadan salt 0.50 promilin üstünde alınan alkol miktarına göre araç kullanma yasağı getirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığından geçersiz bulunmaktadır. Geçersiz yönetmelik hükümlerinin yasaya aykırı bir şekilde genel şart olarak kabulü de mümkün değildir.

O halde, hasarın teminat dışı kalabilmesi için kazanın meydana geliş şekli itibariyle sürücünün salt (münhasıran) alkolün etkisi altında kaza yapmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, sürücünün alkollü olması tek başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Üstelik, böyle bir durumda hasarın teminat dışı kaldığının ispat yükü TTK’nun 1281. maddesi hükmü gereğince sigortacıya düşmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkolün oranının doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurlarında olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisiyle meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasar poliçe teminatı dışında kalacağından davanın reddine, aksi halinde kabulüne karar verilmesi gerekeceği ilkesi benimsenmektedir. (YHGK 23.10.2002 gün ve 2002/11-768-840; YHGK 7.4.2004 gün ve 2004/11-257-212; YHGK 2.3.2005 gün ve 2005/11-81-18; YHGK 14.12.2005 gün 2005/11-624-713 sayılı ilamları)

Somut olayda; sürücünün davacı … olduğu ve kaza sırasında 0,62 promil alkollü olduğu tespit edilmiştir. Mahkemece hükme esas alınan raporda olayda tüm kusurun 62 promil alkollü araç kullanan araç sürücüsü davacı …’e ait olduğunu bildirilmiş, kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediği hususunda bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu nedenle mahkemece alınan rapor hüküm kurmaya yeterli değildir.

O halde mahkemece yapılacak iş, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü Fen Heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak bilirkişi kurulundan olayın oluş şekli, yol ve hava durumu ve dosyadaki diğer deliller birlikte değerlendirilip kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin, başka unsurların da etkili olup olmadığının tespiti hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiştir. …”gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili; davacının işleteni, dava dışı …’nın sürücüsü olduğu davalı şirkete Kasko Sigorta Sözleşmesi ile sigortalı olan aracın seyir hâlindeyken başka bir aracın sıkıştırması ile yaşanan tek taraflı trafik kazasında hasarlandığını, aracın sürücüsü olan dava dışı Mustafa’nın kazanın şokuyla bayılan davacının öldüğünü zannederek panikleyerek olay yerinden uzaklaştığını ve davacının eniştesini arayarak yardım istediğini, yaşadığı pişmanlık sonucu da Karakola giderek ifade verdiğini, bu arada olay yerine gelen trafik polislerinin davacıyı yalnız gördüklerinden kazayı davacı yapmış gibi tutanak düzenlediklerini, davacının sürücü olmadığını ve alkol oranının da doğru olmadığı yönündeki itirazlarının ise polis memurlarınca dikkate alınmadığını, davacının aracın ön yolcu kapısı sıkıştığından sürücü kapısından çıkarak kurtulduğunu ve yaralı olduğundan da polis memurları ile polemiğe girmediğini, hastanede yapılan ölçümlerde alkol oranının sıfır çıktığını, araç tamamen zayi olduğundan sigorta sözleşmesine göre aracın vergiler dâhil ödeme günündeki anahtar teslim bedelinin ödenmesi gerektiğini, ancak davalı … şirketinin kaza tutanağını ve alkol oranını gerekçe göstererek hasar bedelini ödemeyi reddettiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 40.500,00TL maddi zararın sigortanın hasar bedelini ödemeyi reddettiği tarih olan 21.11.2011’den itibaren işleyecek ticari faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili; kaza esnasında araç sürücüsünün … olduğunu, alkol aldığının belirlendiğini, kazanın da münhasıran alkolün etkisi altında meydana geldiğini, talebin poliçe teminatı kapsamı dışında olduğunu, davacının Kasko bedelini alabilmek amacıyla mahkemeyi yanılttığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacının 62 promil alkollü araç kullanmak suretiyle kazaya sebebiyet vermesi nedeniyle, kasko poliçe genel şartları uyarınca zararının teminat dışında kaldığı ve davalı … şirketinden talepte bulunamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece; kusur bilirkişisinin raporunda araç sürücüsünün meskun mahalde, görüşün açık olduğu tek yönlü yolda hızlı, dikkatsiz ve kontrolsüz bir şekilde aracını kullanırken direksiyon hakimiyetini kaybederek yolun solundaki orta refüje ve köprü ayaklarına çarparak dava konusu trafik kazasının meydana gelmesine sebebiyet verdiğinin tespit edildiği, davacının alkollü oluşunun kazaya sebep olduğunun açık olduğu, yol durumu ve hava şartları düşünüldüğünde, düz yolda seyir hâlindeki aracın kaza yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, yasada belirlenen alkollü araç kullanımı promil sınırının 0,5 promil (50) olduğu, 50 promil alkollü olan kişide belirgin bir gevşeme, dikkatin azalması, koordinasyon ve muhakeme bozukluğunun başlamasına, 50 promilden sonra ise koordinasyon, algı ve muhakemede belirgin bozulma, tepki zamanının, kendini kontrol etme becerisinin zarar görmesi gibi etkileri olduğunun tıbbi olarak ispatlandığı, davacının her halükarda olması gereken sınırın üzerinde alkol almış olduğu, 62 promil alkolun kazaya sebebiyet verip vermeyeceğinin belirlenme yoluna gidilmesinin yasal promil limitinin üzerinde alkol alarak araç kullanan kişileri cesaretlendireceği, yasal bir sınır konmuş iken bu sınırın üzerinde alkol alarak araç kullanan insanların kaza yapıp yapmayacağının tespitinin yersiz olacağı, yasal sınırın üzerinde olmasa bile, alkol alındığı taktirde araç kullanılmaması gerektiği, kişinin kullandığı alkolün kaç promil olduğunu yahut aldığı alkole tekabül eden promilin kaza yapmasına sebebiyet verip vermeyeceğini bilemeyeceği, bu sebeple davacının alkollü olarak trafiğe çıkarak, kendisinin ve başkalarının hayatını tehlikeye atmaması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; sürücünün sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Trafik Yönetmeliğince belirlenen oranın üzerinde alkollü olması hâlinin talebin kasko poliçesi teminat kapsamında kalması için yeterli neden olarak kabul edilip edilemeyeceği; burada varılacak sonuca göre, kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin ve talebin poliçe teminatı kapsamında kalıp kalmadığının tespiti bakımından, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak bilirkişi heyetinden olayın oluş şekli, yol ve hava durumu, kazaya etken olan başka unsurların bulunup bulunmadığı hususlarını gerekçeleriyle değerlendiren bir bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır .

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun (KTK) kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 48. maddesinde; alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.

Alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olan kişilerin davranışlarında değişme olmakta, fizyolojik ve metabolik reaksiyonlarda bozukluk meydana gelmekte, sinir sistemi üzerindeki etkisiyle psikolojik anormallikler ortaya çıkmaktadır. Yine sarhoş olan kişinin duygu, düşünce, idrak (algılama) yetenekleri değişmekte, koordinasyon ve motor fonksiyonlarında bozukluklar görülmektedir. Alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığının insanın ruh ve beden sağlığı üzerinde yaptığı tahribat tıp biliminin araştırma konusuna girmekle birlikte, alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen kişinin araç kullanması 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 179. maddesinin 3. fıkrasında uyan somut tehlike suçunu oluşturmaktadır. Somut tehlikenin varlığı için, kişinin salt alkollü veya uyuşturucu maddenin etkisinde olması yeterli değildir. Salt alkollü olmak sadece soyut tehlike oluşturan 2918 sayılı KTK’nın 48. maddesine uyan kabahati oluşturacaktır (Parlar, A./ Hatipoğlu, M.: 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, Ankara, 2007, s: 1360 vd).

Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin (kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan) “Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı” başlıklı 97. maddesinde, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra, konu ile ilgili olan “b-2” bendinde “Alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı” kenar başlığı altında; Alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promilin üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Ayrıca poliçenin yürürlükte olduğu tarihte geçerli olan Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartlarının A.5.5.maddesinde “Teminat dışı kalan zararlar” kenar başlığı altında; taşıtın Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararların, kasko poliçe teminatı dışında olduğu açıklanmıştır.

Bununla birlikte; Kasko Sigorta Poliçesi Genel Şartlarının A.5.5. maddesinin dayanağını teşkil eden Karayolları Trafik Kanununun 48. maddesinin yasaklamayı düzenleyen ilk fıkrasında, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli araç sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaklanmış olup, aynı maddenin ikinci fıkrasındaki yönetmelik düzenlemesine olanak tanıyan hükümde, yasaklama yetkisi yönetmeliğe bırakılmış olmadığından, Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 97. maddesinde yukarıda anılan yasa hükmü tekrarlandıktan ve müteakip, uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içkilerin oranlarının ne şekilde saptanacağı belirlendikten sonra, yasada yer alan hükmü dikkate alınmadan salt (mücerret) 0.50 promil üstünde alınan alkol miktarına göre araç kullanma yasağı getirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığından geçersiz bulunmaktadır. Geçersiz yönetmelik hükümlerinin, yasaya aykırı bir şekilde genel şart olarak kabulü de mümkün değildir.

O hâlde, hasarın teminat dışı kalabilmesi için kazanın meydana geliş şekli itibarıyla sürücünün salt (münhasıran) alkolün etkisi altında kaza yapmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, sürücünün alkollü olması, tek başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Üstelik, böyle bir durumda hasarın teminat dışı kaldığının kanıt yükü 6762 sayılı TTK’nın 1281. maddesi hükmü gereğince sigortacıya düşmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkolün oranının doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla, olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurların da olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisi ile meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasarın poliçe teminatı dışında kalacağından davanın reddine, aksi halde kabulüne karar verilmesi gerekeceği ilkesi benimsenmektedir (Bkz. YHGK. 23.10.2002 tarihli ve 2002/11-768- 840, 19.4.2000 tarihli ve 2000/11-806-801, 15.4.1998 tarihli ve 1998/11-258-273, 15.4.1998 tarihli ve 1998/11-258-73, 07.04.2004 tarihli ve 2004/11-217-212, 14.12.2005 tarihli ve 2005/624-713, 16.03.2016 tarihli ve 2014/17-808 E., 2016/313 K. sayılı kararları).

İlkelere yukarıdaki şekilde yer verildikten sonra direnme gerekçesi dikkate alınarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) düzenlenen bilirkişi incelemesi hakkında birtakım açıklamalarda bulunmakta fayda vardır.

6100 sayılı Kanun’un 266/1. maddesinde bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller düzenlenmiştir. Buna göre; “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.”

Aynı Kanun’un 281. maddesinde;

“(1)Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.

(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.

(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir.” hükmüne yer verilmiştir ve 282. madde ile de hâkimin bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği belirtilmiştir.

Yine, 24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları, ” (2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi ve tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.”; 03.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren Bilirkişilik Yönetmeliği’nin 5. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları ise, “(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” şeklinde düzenleme içermektedir.

Kabul edilen ilkelere göre kazanın münhasıran alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti için yol, hava durumu, olayın oluş şekli dosyada yer alan tüm deliller ile birlikte değerlendirilmelidir. Yapılacak olan bu tespit konusu uzmanlığı gerektirdiğinden teknik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak yapılmalıdır. Zira, alınan alkol oranı doğrudan sonuca etkili olmadığı gibi, alkol oranı aynı olsa bile alkolün kişiler üzerinde yarattığı etki değişkenlik göstermektedir. Bazen alkollü olan bir kişi alkol almasa dahi belirtilen etkenler nedeniyle aynı kazayı gerçekleştirebilmektedir.

Somut olayda, mahkemece kazanın münhasıran alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediğinin tespiti amacıyla adli tıp uzmanı ve sigorta bilirkişisinden rapor alınmış, bilirkişiler kazanın alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediği konusunda değerlendirme yapamamış ve bu konudaki takdiri mahkemeye bıraktıklarını belirtmişlerdir. Bilirkişi raporunun değerlendirme içermediği ve hükme esas alınamayacağı açıktır. Kazanın oluş şekli ve kusur durumu ayrı bir bilirkişi raporuyla belirlenmiştir.

O hâlde mahkemece yapılacak iş, yukarıdaki ilkeler ve Bilirkişilik Kanunu’nda yapılan düzenlemeler de dikkate alınarak, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulundan olayın oluş şekli, yol ve hava durumu ve dosyadaki diğer deliller birlikte değerlendirilip kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin, başka unsurların da etkili olup olmadığının tespiti hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre bir karar vermektir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; Kanunda ve Yönetmelikte belirlenen oranın üzerinde alkol alınmış olduğunun anlaşılmasına göre, davacının talebinin poliçe teminatı kapsamı dışında kaldığı, taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin de dikkate alınması gerektiği, bu durumda kazanın salt alkolün etkisi ile meydana gelip gelmediğini araştırmanın gerekmediğinden direnme kararının onanması gerektiği yönünde ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular karşısında eksik inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu davanın reddine dair verilen mahkeme kararı doğru değildir.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.04.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminata ilişkindir.

Yerel Mahkemece, zararın teminat dışında kaldığı gerekçesiyle dava reddedilmiş, Özel Dairece, olayın salt alkolün etkisiyle meydana gelip gelmediğinin tespitinden sonra karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulması üzerine önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, Yerel Mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlık kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere kasko sözleşmeleri ihtiyaridir. Bu nedenle somut uyuşmazlık sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Taraflar arasında bir sözleşme yapılmış ve olay kamu düzenini ilgilendirmiyor ise, uyuşmazlığın çözümünde öncelikle sözleşme hükümleri uygulanacak, eğer bu sözleşmede açık bir düzenleme yoksa genel hükümlere gidilecektir.

Taraflar arasında yapılan kasko sözleşmesinin A.5.5. Maddesinde “ Taşıtın, uyuşturucu maddeler veya Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararlar,” teminat dışında sayılmıştır. Bu açık düzenlemede kazanın salt alkolün etkisiyle meydana gelmesinden bahsedilmemiş, aksine Kanunun belirlediği sınırın üzerinde alkollü araç kullanmaktan bahsedilmiştir. Sürücünün almış olduğu alkolün miktar itibariyle Kanunun belirlediği sınırın üzerinde olduğu tartışma konusu değildir.

Bu durumda, taraflar arasında yapılan sözleşme ile teminat dışında kalan hususlar belirlendiğine, alkol miktarı bu sınırın üzerinde olduğuna göre kazanın salt alkolün etkisiyle meydana gelip gelmediğinin araştırılmasına gerek bulunmadığı, hasarın teminat dışında kaldığı, bu nedenle Yerel Mahkeme kararının doğru olduğu kanaatiyle sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.

BANKA HESABINDA BULUNAN PARA ÜZERİNE KONULAN HACZİN DÜŞMESİ

T.C

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

2010/25735

2011/4525

24.3.2011

PARA ÜZERİNE KONAN HACİZ (Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Hacizden İtibaren Paranın İstenmesi İçin Gerekli Azami Süre Olarak Uygulanacağı)

PARA ALACAKLARINDA SATIŞ İSTENMESİ (Paranın Satılarak Paraya Çevrilmesinin Söz Konusu Olamayacağı – Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Uygulanması Gereği)

BİR YILLIK AZAMİ SÜRE (Yasada Para Alacağı Üzerine Konulan Haczin Ne Kadar Süreyle Mevcudiyetini Koruyabileceği Yönünde Açıklık Bulunmadığı – Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Azami Süre Olarak Uygulanması Gereği)

2004/m.106110

ÖZET : Alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekir.

DAVA: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammm 13.07.2010 tarih, 2010/6976-19136 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki taraf vekillerince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR :

1) Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre iflas masası vekilinin karar düzeltme isteminin REDDİNE;

2) Şikayetçi banka vekilinin karar düzeltme isteminin incelenmesinde;

Borçlunun üçüncü kişi Fortis Bank A.Ş. İzmir Ege Ticari Şubesindeki mevduatına 27.07.2006 tarihinde haciz konmuştur. İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konmuştur. Her ne kadar alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekmektedir. Somut olayda alacaklı banka, 04.07.2007 tarihinde icra müdürlüğüne başvurarak, haczedilen paranın dosyaya gönderilmesi için talepte bulunmuş, icra müdürlüğünce de talep doğrultusunda üçüncü kişiye müzekkere yazılmıştır. Bu durumda alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 1 yıllık süre içinde paranın istenmesi keyfiyetinin yerine getirildiği görülmektedir. O halde belirtilen nedenlerle mahkeme kararının onanması gerekirken bozulduğu anlaşılmakla alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 13.07.2010 tarih ve 2010/6976-19136 sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, mahkeme kararının İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 15,60 TL onama harcı alındığından mahsubuna bakiye, 2,80 TL harcın temyiz edenden alınmasına, 24.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version