BOZMA KARARI- YENİ İLAM FARK ALACAKLARI – İCRA EMRİ

TC
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
2017/1870 E. , 2020/365 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “şikâyet” isteminden dolayı yapılan inceleme sonunda, İstanbul 9. İcra (Hukuk) Mahkemesince verilen şikâyetin reddine ilişkin karar borçlu vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 8. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonucunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına direnilmiştir.
2. Direnme kararı borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. İNCELEME SÜRECİ
Borçlu İstemi:
4. Borçlu vekili 20.11.2013 tarihli şikâyet dilekçesinde; alacaklı vekili tarafından müvekkili aleyhine başlatılan İstanbul 34. İcra Dairesinin 2013/26952 E. sayılı ilamlı icra takibine (ikinci takip) dayanak ilamın daha önce İstanbul 21. İcra Dairesinin 2011/16238 E. sayılı dosyasında (ilk takip) icra takibine konu edildiğinden şikâyete konu ikinci icra takibinin mükerrer olduğunu, müvekkili tarafından İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2010/218 E. sayılı dosyasında açılan tasarrufun iptali davasının reddedildiğini ve davalılar lehine 1.000TL vekâlet ücretine hükmedildiğini, ilamda davalı olan …’nun kendi hissesine düşen 500TL vekâlet ücreti için ilk takip dosyasında ilamlı icra takibi yaptığını, bu icra takibinde tehiri icra talebinde bulunarak teminat mektubu sunduklarını, Yargıtay tarafından icra takibine dayanak ilam bozulduğundan ilk icra takibinin durduğunu ve hâlen teminat mektubunun takip dosyasında bulunduğunu, bozmadan sonra İstanbul 45. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/96 E. sayılı dosyasında yapılan yargılamada mahkemece bozma kararına uyularak davanın kısmen kabulü ile davalı … lehine 13.150TL vekâlet ücretine hükmedildiğini ve hükmedilen vekâlet ücreti için ikinci takip dosyasında ilamlı icra takibi yapıldığını, bozmadan sonra alınan ilamın ilk takip dosyasına ibraz edilerek yeni ilama göre işlem yapılması gerektiğinden yeni bir takip başlatılamayacağını belirterek İstanbul 34. İcra Dairesinin 2013/26952 E. sayılı icra takibinin (ikinci takibin) mükerrerlik nedeniyle iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Alacaklı Cevabı:
5. Alacaklı vekili 19.12.2013 tarihli cevap dilekçesinde; İstanbul 21. İcra Dairesinin 2011/16238 E. sayılı icra takibinin dayanak ilamın bozulması ile durduğunu, İstanbul 45. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/96 E. sayılı kararı yeni bir karar olduğundan yeni bir icra takibi başlatılmasının hukuka aykırı olmadığını, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 04.11.2009 tarihli ve 2009/12-452 E., 2009/466 K. sayılı kararına göre yeni takip yapılmasına engel bulunmadığını savunarak şikâyetin reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. İstanbul 9. İcra (Hukuk) Mahkemesinin 31.12.2013 tarihli ve 2013/946 E., 2013/1211 K. sayılı kararı ile; ilk ilamın takibe konulduğu İstanbul 21. İcra Dairesinin 2011/16238 E. sayılı icra takibinde borçlu tarafından İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 48. (40) maddesi gereğince icranın durdurulması için talepte bulunulduğu ve icra müdürünün 02.02.2012 tarihli kararı ile borçlunun talebinin kabul edildiği, bu kararla birlikte takibin etki ve sonuçlarının takip konusu 500,00TL ile sınırlı olarak ortadan kaldırıldığı, dolayısıyla alacaklının ikinci ilamı İstanbul 34. İcra Dairesinin 2013/26952 E. sayılı dosyasında icra takibine koymasında hukuka aykırılık bulunmadığı, hem İİK’nın 40. maddesi gereğince ilk takibi etkisiz kılmanın hem de ikinci ilamdan neşet eden hakları korumaya yönelik talebi kısıtlamanın veya ortadan kaldırmaya yeltenmenin 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 2. maddesi ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 29. maddesi ile bağdaşmayacağı gerekçesiyle şikâyetin reddine evrak üzerinden karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde borçlu vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 8. Hukuk Dairesince 16.03.2015 tarihli ve 2014/5562 E., 2015/6001 K. sayılı kararı ile;
“…Borçlu aleyhine ilama dayalı olarak başlatılan takipte, borçlu vekili İcra Mahkemesi’nden alacaklının mükerrer takip yaptığından bahisle İstanbul 34. İcra Müdürlüğü’nün 2013/26952 Esas sayılı icra takibinin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, alacaklının, ilk takibinin İcra Müdürlüğü’nce durdurulduğu, ilamın bozulmasından sonra, alacaklının yeni verilen ilamın icrasını yeni bir ilamlı takiple talep etmesinde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle istemin reddine karar verilmiştir.
Alacaklı vekili tarafından, İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 2010/218 Esas ve 2010/505 Karar sayılı ilamı İstanbul 21. İcra Müdürlüğü’nün 2011/16238 Esas sayılı dosyasında takip konusu yapıldıktan sonra, ilamın bozulması üzerine İstanbul 45. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 2012/96 Esas ve 2013/224 Karar sayılı ilam ise; İstanbul 34. İcra Müdürlüğü’nün 2013/26952 Esas sayılı dosyasında takibe konulmuştur.
İİK’nun 40. maddesi gereğince bir ilamın nakzı icra muamelelerini olduğu yerde durduracağından alacaklının takibine dayanak yaptığı ilamın bozulması üzerine icra muameleleri olduğu yerde durur. Bozma kararından sonra bozmaya uyularak yeni verilen ilamla alacaklının duran takibine devam etmesi ve ilamdan kaynaklanan fark alacaklarının muhtıra gönderilmesi suretiyle tahsili mümkündür. Bu şekilde devam edilebilecek ilk takipten feragat edilmeksizin başlatılan ikinci takip mükerrerlik oluşturacağı gibi usul ekonomisi ilkesine de aykırılık teşkil eder.
O hâlde; Mahkemece, şikâyetin kabulü ile İstanbul 34. İcra Müdürlüğü’nün 2013/26952 Esas sayılı dosyasındaki icra takibinin iptaline karar vermek gerekirken, yazılı gerekçelerle reddine karar verilmesi doğru olmamıştır…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İstanbul 9. İcra (Hukuk) Mahkemesinin 15.10.2015 tarihli ve 2015/497 E., 2015/862 K. sayılı kararı ile; ilamın bozulması ile eş zamanlı olarak ilk takibin İİK’nın 40. maddesi ile birlikte etki ve sonuçlarını yitirdiği, alacaklının bozma ile birlikte yapılan yargılama sonucu ittihaz olunan yeni karara dayalı olarak tahakkuk eden alacağını yeni bir takibe konu edebileceği, aksi düşünülse bile ikinci takip ile talep edilebilir hâle gelen nihai alacak miktarından ilk alacak miktarının mahsup edilerek bakiye alacak miktarının belirlenmesinin tarafların takip üzerindeki tasarruf hakkı gereği mümkün olduğu, mevzuatımızda ilamın bozulmasından sonra kişinin hükmünü yitiren ilk takipten sonra tahakkuk eden yeni alacağını ilamlı icra yolu ile tahsilini engelleyen herhangi bir hüküm bulunmadığı, AİHM’nin (AİHS’nin) 6. maddesi ile güvenceye alınan adil yargılanma hakkının mahkeme boyutunu yorumlayan içtihatlar özellikle mahkemeler tarafından verilen hükümlerin olabildiğince erken herhangi bir engelle karşılaşmadan etkin bir şekilde infaz edilmelerini önerdiği gerekçeleriyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ilamlı icra takibine dayanak ilamın bozulması üzerine, İİK’nın 40. maddesi gereğince ilk takibin geçerliliğini yitirip yitirmediği, burada varılacak sonuca göre bozmaya uyularak verilen ilamla alacaklının ilk takipten feragat etmeksizin başlattığı şikâyet konusu ikinci takibin mükerrer olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. İlamların icrası İİK’nın ikinci babında 24 ilâ 41. maddeler arasında düzenlenmiştir. İlamlı icraya başvurabilmek için hükmün kesinleşmiş olması kural olarak şart değildir. HMK’nın 447. maddesinin atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 443. maddesi gereğince kural olarak temyiz edilmiş olması da ilamın icrasını durdurmaz. Kesinleşmeden icraya konulabilecek bir ilâm, kesinleşmeden icraya konulmuş, borçlu ilâmı (hükmü) temyiz etmiş ve fakat icranın geri bırakılmasına (tehirine) karar verilmemiş olabilir. Bu hâlde, bir taraftan Yargıtay’da temyiz incelemesi yapılırken, diğer taraftan icra dairesi ilâmın icrasına devam eder.
13. İİK’nın 40. maddesinin 1. fıkrası “Bir ilâmın bölge adliye mahkemesince kaldırılması veya temyizen bozulması icra muamelelerini olduğu yerde durdurur” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükme göre îcra işlemleri devam ederken (ilam hükmü tamamen icra edilmeden önce) ilamın bozulması hâlinde, icra işlemleri olduğu yerde durur. İlamın bozulması ile ilamın icrası sadece olduğu yerde durur; yoksa, ilamlı icra takibi iptal edilmez. Bozma kararına uyan mahkeme yeni bir karar verirse alacaklı, bu yeni ilamın da kesinleşmeden icrasını isteyebilir.
14. Uyuşmazlığın çözümü bakımından usul ekonomi ilkesinin de açıklanması gerekmektedir. HMK’nın 30. maddesinde düzenlenen usul ekonomisi ilkesi, Anayasal dayanağı olan bir ilkedir. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (Anayasa)’nın 141. maddesinin 4. bendinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğuna açıkça işaret edilmiştir. Usul ekonomisi ilkesi yasalarda öngörülen düzenleme çerçevesinde yargılamanın kolaylaştırılmasını, yargılamada öngörülen olağan zaman süresinin aşılmamasını ve gereksiz gider yapılmamasını amaçlar ve bunu hâkime bir görev olarak yükler. Bu bağlamda, basitlik, hızlılık ve ucuzluk usul ekonomisini oluşturan unsurlar olarak ortaya çıkar. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6. maddesinde de usul ekonomisinin yargılamanın makul sürede yapılması unsuruna vurgu yapılmıştır.
15. Usul ekonomisi ilkesi takip hukukunda da uygulanır. Anayasanın 141. maddesinin 4. fıkrasına göre mahkemelerin yargı faaliyetlerinde usul ekonomisini gözetme yükümlülüğü ile takip hukukunda icra organlarının usul ekonomisini gözetmesi aynı amaca hizmet eder. Usul ekonomisi ilkesine göre takibin ve icra faaliyetlerinin mümkün olduğunca kısa sürede, basit ve ucuz şekilde sonuçlandırılması gerekir. Bu ilkenin unsurları, takip hukukundaki görünümüne göre takibin makul sürede tamamlanması, takibin makul giderle tamamlanması ve takibin düzenli bir şekilde yürütülmesi olarak ifade edilebilir. Usul ekonomisi ilkesi takibin her aşamasında gözetilmesi gereken bir ilkedir. Takibin makul sürede ve makul giderle tamamlanabilmesi için, takibin düzenli bir şekilde yürütülmesi gerekir. Takibin düzenli bir şekilde yürütülmemesi karmaşaya ve gereksiz gider yapılmasına sebep olacağı için aynı zamanda takibin makul sürede tamamlanması ve takibin makul giderle tamamlanması unsurlarının da ihlal edilmesi sonucunu doğurur.
16. Somut olay incelendiğinde ise; İstanbul 21. İcra Dairesinin 2011/16238 E. sayılı dosyasında alacaklı tarafından İstanbul 15. Asliye Ticaret Mahkemesinin 15.10.2010 tarihli ve 2010/218 E., 2010/505 K. sayılı ilamına dayalı olarak borçlu aleyhine 01.07.2011 tarihinde başlatılan ilamlı icra takibinde ilamda lehine hükmedilen 500TL vekâlet ücretinin istenildiği, takibe dayanak ilamın Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 22.11.2011 tarihli ve 2011/3375 E., 2011/10941 K. sayılı kararı ile bozulduğu, mahkemece anılan bozma kararına uyularak verilen İstanbul 45. Asliye Ticaret Mahkemesinin 13.09.2013 tarihli ve 2012/96 E., 2013/224 K. sayılı kararı ile (davalı) alacaklı lehine 13.150TL vekâlet ücretine hükmedildiği, alacaklı tarafından anılan ilama dayalı olarak İstanbul 34. İcra Dairesinin 2013/26952 E. sayılı dosyasında borçlu aleyhine ilamlı icra takibi başlatıldığı ve takipte 13.150TL istenildiği görülmektedir.
17. İcra ve iflas hukuku, cebri icra takiplerinin usul hukuku niteliğindedir. İcra ve iflas hukukunun temel amacı takip yapan ve takibe katılan alacaklının takip sonucunda alacaklarına kavuşmasını sağlamak için takip borçlusunun veya üçüncü kişilerin çıkarabileceği engelleri ortadan kaldırmak, bu amaca karşılık ve onunla birlikte borçlu olduğu iddia edilerek takip edilen kişinin yani takip borçlusunun kötü niyetle yapılmış hukuka aykırı bir takibe karşı kendini korumasını sağlayacak hukuki çareleri bulmaktır (Umar, B.: İcra ve İflas Hukukunun Tarihi Gelişmesi ve Genel Teorisi, İzmir 1973, s. 40).
18. Usul ekonomisi ilkesi gereğince, takibe dayanak ilamın bozulması üzerine bozmaya uyularak verilen yeni ilamın icrası, alacaklının duran takibe devam etmesi ve borçluya fark alacakları için icra emri gönderilmesi ile mümkündür. Aksi hâlde İİK’nın 40. maddesinin 1. fıkrası gereğince duran takibe devam edilmeksizin yeni bir takip başlatılması, borçlunun ilama aykırılık şikâyetinde faizin başlangıcı, ödemelerin mahsubu, borç miktarının hesaplanması gibi konularda karmaşaya, gereksiz gider yapılmasına ve takibin makul sürede sonuçlanmamasına sebep olacağından başlatılan ikinci takip, usul ekonomisi ilkesine aykırılık teşkil edecektir.
19. Ne var ki Özel Daire bozma kararının dördüncü paragrafında “Bozma kararından sonra bozmaya uyularak yeni verilen ilamla alacaklının duran takibine devam etmesi ve ilamdan kaynaklanan fark alacaklarının muhtıra gönderilmesi suretiyle tahsili mümkündür.” şeklinde açıklama yer almış ise de yukarıda belirtildiği üzere (18. paragraf) borçluya fark alacakları için icra emri gönderilmesi gerektiğinden Özel Daire bozma kararının dördüncü paragrafında yer alan “muhtıra” ibaresi yerine “icra emri” ibaresinin yazılması gerekmektedir. Ayrıca, Özel Dairenin bozma kararının dördüncü paragrafında “mükerrerlik oluşturacağı gibi” ifadeleri yer almış ise de, İstanbul 21. İcra Dairesinin 2011/16238 E. sayılı dosyasında takibe dayanak ilam bozulmakla ortadan kalktığından, İstanbul 34. İcra Dairesinin 2013/26952 E. sayılı dosyasında başlatılan takip mükerrerlik oluşturmadığından “mükerrerlik oluşturacağı gibi” ifadelerinin bozma kararı kapsamından çıkartılması gerektiği kabul edilmiştir.
20. Hâl böyle olunca direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile yukarıda açıklanan ve Özel Daire bozma kararının dördüncü paragrafında yer alan ” muhtıra” ibaresi yerine “icra emri” ibaresi yazılması suretiyle, Özel Daire bozma kararının dördüncü paragrafında yer alan “mükerrerlik oluşturacağı gibi” ibarelerinin de çıkartılmak suretiyle direnme kararının bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana verilmesine,
2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’na 5311 sayılı Kanun’un 29. maddesi ile eklenen geçici 7. maddesinin göndermesi ile uygulanması gereken İİK’nın 366/III. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 09.06.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

İTİRAZIN İPTALİ -KISMİ DAVA – HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

TC
YARGITAY
6. Hukuk Dairesi
2022/1274 E. , 2023/2273 K.

“İçtihat Metni”

 

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 4. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2019/1361 E., 2021/3019 K.
DAVA TARİHİ : 25.12.2015
HÜKÜM/KARAR : Red
İLK DERECE MAHKEMESİ : Konya 6. Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2019/8 E., 2019/227 K.

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kabulü ile davalının takip dosyasında yapmış olduğu itirazın iptaline, takibin kaldığı yerden devamına, toplam takip miktarının %20’si oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvurunun kısmen kabulü ile İlk Derece Mahkemesi hükmü kaldırılarak yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne, davalının itirazın iptaline, takibin kaldığı yerden devamına, icra takibine konu 101.527,20 TL asıl alacağın % 20’si oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı taraf vekillerince temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı yüklenici vekili dava dilekçesinde; davalı ile arasında akdedilen 07/06/2012 tarihli hizmet sözleşmesi gereğince Akşehir, Beyşehir, Bozkır, Ermenek, Ilgın, Karaman, Nevşehir, Seydişehir il ve ilçelerinde elektrik sayaçlarını okuma işini üstlendiğini, sözleşmenin 4.3. maddesinde “işin ifası ile ilgili olarak her türlü araç, ekipman ve yardımcı malzeme ile sarf malzemesinin davalı tarafından teslim edileceğinin” belirtildiğini, sözleşmenin 6.11. maddesinde de “endeksör cihazlarının yedek pil ve şarj aletiyle birlikte yükleniciye teslim edilip, iş bitiminde aynı şekilde teslim alınacağının” kararlaştırıldığını, davalının işin ifası için davacı yükleniciye teslim edilen endeksör cihazlarından dolayı haksız olarak kira talep ettiğini ve kira bedeline ilişkin 31/07/2012-30/11/2013 tarihleri arasında 16 adet faturalar keserek davacıya gönderdiğini, davalının sözleşmeden dolayı endeksör kirası isteme hakkının bulunmadığını, davalının, davacının sözleşme gereği doğan alacağından re’sen tahsil ettiği endeksör kirası bedellerinin iadesi için icra takibi başlatıldığını, iş süresince zayıf durumdaki müvekkilinin kesintilere itiraz edemediğini ve işe devam ettiğini, davalının icra takibine yaptığı itiraz üzerine takibin durduğunu, 1 yıl içinde ıslah yapmak kaydıyla kısmi dava açılabileceğini ve itirazın haksız olduğunu ileri sürerek icra takibine itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiş, dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak dava değerini 15.000,00 TL göstermiş, 02/01/2017 tarihinde ise takibe giren tüm tutar üzerinden ıslah harcı yatırmak suretiyle harç ikmali yapmıştır.

II. CEVAP
Davalı iş sahibi vekili cevap dilekçesinde; davacının davalının temin ettiği endeksör cihazlarını kira karşılığında kullandığını, bu cihazlardan dolayı kira bedeli ödemek zorunda olduğunu, davanın kısmi dava olarak açılamayacağını, hakediş belgelerinin ihtirazi kayıtsız imzalandığını, delil sözleşmesi olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile hükme esas alınan 01/06/2016 tarihli bilirkişi raporunda belirtildiği üzere taraflar arasındaki sözleşmede işin ifası için endeksör cihazlarının davalı tarafından temin edilerek, davacıya teslimi ve iş bitiminde iadesi kararlaştırılmasına rağmen, sözleşmede endeksör cihazlarının işin ifası için davacı tarafından kullanılması nedeniyle davalıya kira bedeli ödeneceğine dair herhangi bir hüküm bulunmadığından davalının davacıdan endeksör cihazı kirası isteyemeyeceği, bu amaçla tahsil ettiği bedelleri iade etmesi gerektiği, davacının alacağı, 24 adet fatura bedeline istinaden 105.586,40 TL. olduğu halde icra takibinde 101.527,70 TL. istenilmesi ve talepten fazlaya karar verilemeyeceğinden 101.527,70 TL.lik asıl alacak yönünden talebin kabulü gerektiği, takip öncesi dönem için de davacı tarafın alacağının ödenmesi talebine davalının 06/08/2014 tarihli cevabi yazı ile olumsuz cevap verdiği anlaşıldığından davalının 07/08/2014 tarihi itibariyle temerrüte düştüğü, asıl alacak 101.527,70 TL.ye temerrüt tarihi 07/08/2014 tarihi ile takip tarihi olan 23/10/2015 dönemi için re’sen yasal faiz hesabı yapılarak işlemiş faizin takip talebinde istenildiği gibi 11.065,13 TL. olduğu hesap edildiği, takip öncesi dönem için işlemiş faiz yönünden de davacının talebinin kabulünün gerektiği, alacağın miktarı belirli (ve belirlenebilir) olup bu haliyle likit olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davalı itirazının iptaline, takibin devamına, toplam takip miktarının %20’si oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı işsahibi vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. İstinaf Sebepleri
Davalı işsahibi vekili istinaf dilekçesinde; itirazın iptali davasında davacının 15.000,00 TL üzerinden dava açtığını, mahiyeti gereği bu davanın kısmi dava olarak açılamayacağını, bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde davacının davasını ıslah etmediğini, harcı bir yıl geçtikten sonra tamamladığını, davacı ile arasındaki 07/06/2012 tarihli sözleşmenin 4.2, 4.3, 8.3 numaralı maddeleri gereğince davaya konu edilen araç gereç ve ekipmanların temininin yüklenicinin sorumluluğunda olduğunu, yüklenicinin sözleşmeden doğan borçlarının hakedişlerinden kesileceğini, davacının endeksör cihazlarını kendisinden kira bedelini ödemek suretiyle tedarik etmeyi tercih ettiğini, davacının icra takibi ile talep ettiği bedellerin sözleşme ile temin etmeyi yüklendiği cihaz ve sarf malzemelerinin kendisinden kiralanması nedeniyle ödediği kira bedelinin iadesine ilişkin olduğunu, sözleşme imzalamadan önce davacı firmaya gönderdiği 15/03/2012 tarihli elektronik postada endeks okuma hizmet alım işinde endeksör cihazlarının aylık 120,00 TL bedel ile kiralanacağı hususunda bilgilendirme yaptığını, davacının buna itiraz etmediğini, ihaleyi alarak sözleşmeyi ihtirazi kayıtsız imzaladığını, davacıya kiralanan endeksör cihazlarının mülkiyeti kendisine ait olduğu için bu cihazların kullanımından dolayı davacıdan kira talep edebileceğini, ihale ile üstlendiği işin karşılığı hakedişlerini aldığını, hakediş belgelerini ihtirazi kayıtsız imzaladığını, icra inkar tazminatının takip miktarı üzerinden değil asıl alacak üzerinden hesaplanması gerektiğini belirterek ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasını ve davanın reddini istemiştir.

C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilerek davalının sair istinaf itirazlarının reddine ancak mahkemece, icra takibine konu asıl alacağın %20’si oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesi gerekirken, toplam takip miktarının %20’si oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmesi hatalı olduğundan davalının işbu istinaf itirazının kabulü ile kararının kaldırılması suretiyle davanın kabulüne, davalının itirazının iptaline, takibin kaldığı yerden devamına, takibe konu 101.527,20 TL asıl alacağın %20 ‘si oranında icra inkar tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde taraf vekillerince temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davacı yüklenici vekili temyiz dilekçesinde özetle; asıl alacak üzerinden hesaplanan icra inkar tazminatının usul ve yasaya aykırı olduğunu, takip öncesi işlemiş faizinde icra inkar tazminatı hesabında dikkate alınması gerektiğini ileri sürerek hükmün düzeltilerek onanmasını talep etmiştir.

Davalı iş sahibi vekili temyizi dilekçesinde özetle; itirazın iptali olan iş bu davada davacının 15.000,00 TL üzerinden dava açtığını, ancak mahiyeti gereği bu davanın kısmi dava olarak açılamayacağını, bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde davacının davasını ıslah etmediğini, davanın harcını bir yıl geçtikten sonra tamamladığını, davacı ile arasındaki 07/06/2012 tarihli sözleşmenin 4.2, 4.3, 8.3 numaralı maddeleri gereğince davaya konu edilen araç gereç ve ekipmanların temininin yüklenicinin sorumluluğunda olduğunu, yüklenicinin sözleşmeden doğan borçlarının hakedişlerinden kesileceğini, davacının endeksör cihazlarını kendisinden kira bedelini ödemek suretiyle tedarik etmeyi tercih ettiğini, davacının icra takibi ile talep ettiği bedellerin sözleşme ile temin etmeyi yüklendiği cihaz ve sarf malzemelerinin kendisinden kiralanması nedeniyle ödediği kira bedelinin iadesine ilişkin olduğunu, sözleşme imzalamadan önce davacı firmaya gönderdiği 15/03/2012 tarihli elektronik postada endeks okuma hizmet alım işinde endeksör cihazlarının aylık 120,00 TL bedel ile kiralanacağı hususunda bilgilendirme yaptığını, davacının buna itiraz etmediğini, ihaleyi alarak sözleşmeyi ihtirazi kayıtsız imzaladığını, davacıya kiralanan endeksör cihazlarının mülkiyeti kendisine ait olduğu için bu cihazların kullanımından dolayı davacıdan kira talep edebileceğini, ihale ile üstlendiği işin karşılığı hakedişlerini aldığını, hakediş belgelerini ihtirazi kayıtsız imzaladığını belirterek hükmün bozulmasını talep etmiştir.

C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, 07.06.2012 tarihli hizmet sözleşmesi gereğince davalı iş sahibince davacının hakediş bedeli alacağından yapılan kesintinin tahsili için girişilen icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 369 ncu maddesinin birinci fıkrası ile 370 ve 371 nci maddeleri, 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 67/I maddesi.

3. Değerlendirme
1. Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davacı yüklenici vekilinin tüm, davalı iş sahibi vekilinin aşağıdaki paragrafın kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.

2. Davacı yüklenici tarafından 23/10/2015 tarihli takip talebi ile 101.527,20 TL asıl alacak ve 11.065,13 TL işlemiş faiz olmak üzere toplamda 112.592,33 TL üzerinden takibe geçilmesine ve davalı iş sahibince 06/11/2015 tarihli itiraz dilekçesi ile borcun tamamına itiraz edilmesine rağmen huzurdaki itirazın iptali davası – görevsiz mahkemeye – 25/12/2015 tarihinde 15.000,00 TL üzerinden kısmi dava şeklinde açılmıştır. Her ne kadar davalı borçlunun itirazı davacı alacaklıya 2004 sayılı İcra İflas Kanunu’nun 67/I gereğince tebliğ edilmemişse de, davacı alacaklı işbu itirazın iptali davasını 25/12/2015 tarihinde açtığından kanunda öngörülen 1 yıllık hak düşürücü sürenin de 25/12/2015 tarihinden itibaren işlemeye başlayacağının kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Davacı alacaklı vekili yargılama sırasında takibe giren ve davada talep edilmeyen bakiye alacağa ilişkin olarak 02/01/2017 tarihinde ıslah harcı yatırmak suretiyle harç ikmalinde bulunmuşsa da, işbu harç ikmalinin 1 yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra yapıldığı anlaşılmıştır. Hak düşürücü süre, itiraz niteliğinde olup hakim tarafından re’sen dikkate alınması gerektiği gibi davalı yanca da bu itirazın istinaf ve temyiz sebebi olarak ileri sürüldüğü görüldüğünden, mahkemece ıslah harcı ile artırılan kısım dikkate alınmadan dava dilekçesi ile 1 yıllık hak düşürücü süre içerisinde talep edilip de harçlandırılan dava değeri olan 15.000,00 TL üzerinden davanın kabulüne ve kabul edilen 15.000,00 TL’lik dava değeri üzerinden davacı yararına icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olduğundan hükmün davalı iş sahibi yararına bozulması gerekmiştir.

VI. KARAR
Açıklanan sebeple ;

Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA,Peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde ilgiliye iadesine, Dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 08/06/2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

YASADIŞI BAHİS SUÇUNDA GİZLİ SORUŞTURMACI HUKUKU AYKIRI DELİL

TC
YARGITAY
7. Ceza Dairesi

2021/5681 E. , 2024/3942 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2015/621 E., 2016/122 K.
SUÇ : 7258 sayılı Kanun’a muhalefet
HÜKÜM : Mahkûmiyet
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Bozma

Sanık hakkında kurulan hükmün; temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteğinin süresinde olduğu, temyiz isteğinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle gereği düşünüldü:

I. TEMYİZ SEBEPLERİ
Sanık müdafiin temyiz sebepleri; kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna ilişkindir.

II. GEREKÇE
İhbar üzerine, sanığın işlettiği isimsiz vasfı belirsiz yere gidildiği, kolluk görevlilerinden birisinin müşteri rolüne bürünerek bahis oynadığı, daha sonra Mahkemece verilmiş bir arama kararı ya da gecikmesinde sakınca bulunan hal nedeniyle Cumhuriyet savcısı ya da kolluk amirinin yazılı emri olmaksızın diğer kolluk görevlilerinin de içeri girdiği, iş yerinde bulunan bilgisayar ve kupon yazıcısının muhafaza altına alındığı ve sanığın 7258 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan cezalandırılması istemi ile kamu davası açıldığı anlaşılmıştır.

Sanık savunmalarında; iş yerinin bir yakınına ait olduğunu, kendisinden emaneten bakmasını istediğini, yasadışı bahis oynatıldığını bilmediğini beyan etmiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 116. ve 119. maddelerinde arama kararının hangi hallerde ve ne şekilde alınacağı kanun koyucu tarafından açıkça düzenlenmiş olup, mahkemece verilmiş usulüne uygun bir arama kararı olmadığı gibi gecikmesinde sakınca bulunan hal nedeniyle Cumhuriyet savcısı tarafından da verilmiş bir yazılı arama izni ya da Cumhuriyet savcısına ulaşılamaması nedeniyle kolluk amirince verilmiş yazılı arama emri de bulunmaması karşısında, hukuka aykırı arama sonucu ele geçen bilgisayar ve kupon yazıcısının yasak delil niteliğinde olduğu, bilgisayar üzerinde yapılan incelemede atılı suçun işlendiğine dair deliller ele geçirilmesinin sonucu değiştirmeyeceği, öte yandan gizli soruşturma görevlendirilmesinin usul ve esaslarının düzenlendiği 5271 sayılı Kanun’un 139/7. maddesinde gizli soruşturmacı görevlendirilebilecek suçların sınırlı olarak sayıldığı, sanığın üzerine atılı 7258 sayılı Kanun’a muhalefet suçuna ise anılan maddede yer verilmediği, kaldı ki bahsi geçen maddede öngörülen usule de uyulmadığı, bu itibarla hukuka uygun şekilde görevlendirilmiş gizli soruşturmacı olmayan kolluk görevlilerinin bu suretle elde ettiği deliller de hukuka aykırı olduğundan hükme esas alınamayacağı, başkaca da sanığın atılı suçu işlediğini gösterir her türlü şüpheden uzak kesin delil ve sanığın ikrarının da bulunmadığı nazara alındığında, Anayasanın 38/2, 5271 sayılı Kanun’un 206/2-a, 217/2 ve 230/1 maddelerine göre, hukuka aykırı surette elde edilen delillere dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamayacağı gözetilmeden, sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur.

III. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle sanık müdafiin temyiz isteği yerinde görüldüğünden hükmün, 1412 sayılı Kanun’un 321 inci maddesi gereği, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA, 15.04.2024 tarihinde karar verildi.

BİLİŞİM SİSTEMLERİNİ KULLANMAK SURETİYLE HIRSIZLIK

TC
YARGITAY
8. Ceza Dairesi
2024/24160 E. , 2025/3482 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2007/447 E. 2010/54 K.
SUÇ : Sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme
KARAR : Mahkumiyet
KANUN YARARINA BOZMA YOLUNA BAŞVURAN : Adalet Bakanlığının istemi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : İlgili kararın kanun yararına bozulması

İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının, 02.08.2007 tarihli iddianamesi ile hükümlü hakkında nitelikli hırsızlık suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 142/2-e maddesi uyarınca açılan dava ile yapılan yargılama neticesinde İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.01.2010 tarihli kararı ile sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçundan, 5237 sayılı Kanun’un 244/4, 62, 53. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 1.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluklarına, aynı Kanun’un 51. maddesi uyarınca verilen hapis cezasının ertelenmesine ve 2 yıl denetim süresine tabi tutulmasına karar verildiği, söz konusu kararın, temyiz edilmeksizin 26.04.2010 tarihinde kesinleştiğine dair kesinleşme şerhi düzenlendiği belirlenmiştir.
Adalet Bakanlığının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 309/1. maddesi uyarınca, 17.09.2024 tarihli ve 2024/8936 sayılı evrakı ile kanun yararına bozma istemine istinaden düzenlenen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 01.10.2024 tarihli ve KYB-2024/98272 sayılı Tebliğnamesi ile dava dosyası Daireye gönderilmekle, gereği düşünüldü:

I. İSTEM
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin;
“Dosya kapsamına göre; müşteki …’in banka hesabından bilgisi olmadan çekilen 2.000,00 Türk lirasının sanığın hesabına aktarılmasından sonra sanık tarafından bu paranın Rusya Devletinde bulunan kişilere gönderilmesi eylemi nedeniyle sanık hakkında bilişim sistemleri, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçunu işlediğinden bahisle mahkûmiyet kararı verilmiş ise de, sanığın aynı eylemleri nedeniyle müştekiler … ve …’un şikâyeti ile açılan Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/71 sayılı soruşturma dosyasında, suça konu olayın müştekilerinin ayrı kişiler olması ve banka hesaplarının farklı illerde olması gerekçesi ile müşteki … yönünden tefrik kararı verilerek Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/528 sayılı soruşturma dosyasına kaydının yapılmasını takiben, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına yetkisizlik kararı verilmesi sonrasında, incelemeye konu kamu davasının iddianamesinin düzenlendiği, diğer müşteki … yönünden Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 2007/71 soruşturma sayılı dosyasından soruşturmasının devamına karar verilmesinin ardından, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına yetkisizlik kararı verilmesini müteâkip, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 17/07/2007 tarihli iddianamesi ile açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonunda, bilişim sistemlerini kullanmak suretiyle hırsızlık suçundan sanığın mahkûmiyetine ilişkin Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 18/02/2014 tarihli, 2007/468 esas, 2014/89 sayılı kararının temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 20/06/2016 tarihli ve 2016/6021 esas, 2016/11619 karar sayılı ilâmı ile; “Dosya kapsamına göre; sanığın öğrenci olduğu Sinop ilinde internet ortamında ICQ proğramında tanıştığı Rusya Devletinde bulunan kişilerin sanığa şirketlerinin bilgisayar yazılımı yaparak Türkiye’de bulunan firmalara sattıklarını ancak ücretlerin ödenmesinde problem yaşadıklarını bu nedenle de firmalar ile aralarında çıkacak anlaşmazlıkları çözecek iyi derecede ingilizce bilen eleman aradıklarını söyleyerek iş teklif ettikleri, sanığın da öğrenci olması nedeniyle harçlığını çıkarmak için teklifi kabul ettiği, bu kişilerin sanığın hesabına suç tarihinde para havale ederek bu parayı… vasıtasıyla göndermesini istedikleri, sanığın iş sözleşmesini göndermelerini istediğinde ise sana güvenmemiz için bu havaleleri gönder sonra sözleşmeyi göndereceğiz demeleri üzerine sanığın havaleyi gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında; sanığın savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeter bir delil bulunmadığı gözetilmeden beraatine karar verilmesi gerekirken mahkumiyetine karar verilmesi,” şeklindeki bozma kararını müteâkip, mahkemesince yeniden karar verilmek sureti ile sanığın, banka hesabına gelen paraları Rusya Devletinde bulunan kişilere göndermesi eyleminin üzerine atılı bilişim sistemlerini kullanmak suretiyle hırsızlık suçunda, sanığın savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkûmiyetine yeter bir delil bulunmadığı gerekçesiyle beraatine karar verilmiş olduğu ve anılan kararın 01/06/2017 tarihinde kesinleştiği anlaşılmakla, sanığın benzer nitelikteki eylemleri nedeniyle yapılan incelemeye konu yargılama sonucunda sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesinde isabet görülmemiştir.”
Şeklindeki gerekçeye dayandığı anlaşılmıştır.

II. DEĞERLENDİRME VE GEREKÇE
1. Katılanın, 16.09.2005 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatında, 14.09.2005 tarihinde İzmir Garanti Bankası Kıbrıs Şehitleri Şubesinden arandığını ve 08.09.2005 tarihinde hesabından 2.000,00 TL paranın EFT yöntemi ile Sinop…. Şubesinde …. numaralı hükümlünün hesabına geçirildiğini ve bu kişi tarafından da bu paranın çekildiğini öğrendiğini beyanla şikayetçi olduğu belirlenmiştir.
2. Hükümlünün aşamalarda, olay tarihinde doktora öğrencisi olduğunu, ICQ programından Ruslarla konuşurken kendisine bilgisayar programı sattıklarını ancak iyi İngilizce bilen bir kişiyi aracı kılmak istediklerini belirtip kendisini bayi olarak kullanmak istediklerini teklif ederek bu bilgisayar programından %5 kar payı vereceklerini söylediklerini, bunlara inanıp kimlik ve hesap bilgilerini verdiğini, ertesi gün kendisini arayıp hesabına para yatırıldığını, bu parayı bildikleri hesaba göndermesini istediklerini, kendisinin de hesabına aktarılan parayı bildirilen hesaba havale ettiğini, olay nedeniyle kendisinin de kandırıldığını belirttiği belirlenmiştir.
3. Cari hesap ekstresine göre, hükümlüye ait hesaba …’a ait hesaptan 07.09.2005 tarihinde 1.400,00 YTL; 08.09.2005 tarihinde ise yine hükümlüye ait hesaba katılan …’a ait hesaptan EFT aracılığıyla 2.000,00 YTL para gönderildiği ve hükümlü tarafından bu paranın çekildiği belirlenmiştir.
4. Sinop Cumhuriyet Başsavcılığının 08.03.2007 tarihli tefrik kararı ile olayın müştekilerinin ayrı kişiler olması ve işlem yapılan hesapların farklı illerde olması nedeniyle soruşturma evrakının müştekiler yönünden tefrikine karar verildiği ve dosyanın müşteki … yönünden Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına yetkisizlik kararı ile gönderildiği, Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 17.04.2007 tarihli iddianamesi ile, hükümlü hakkında 5237 sayılı Kanun’un 142/2-e maddesi uyarınca açılan dava ile yapılan yargılama neticesinde Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.02.2014 tarihli kararı ile “07.09.2005 tarihinde katılanın Garanti Bankası …. Şubesi’nden 3.500,00 TL’nin EFT internet aracılığıyla inceleme dışı sanık A.G.K.’nın Koçbank …. Şubesine aktarıldığı, 1.400,00 TL’nin ise hükümlünün Sinop …. Şubesine aktarıldığı, sanıklar yargılama sırasında internet ortamında kandırıldıklarını Rus bir şahsın talebi üzerine hesap numaralarını verdiklerini ve bu işlemleri komisyon karşılığı yaptıklarını belirtmiş olup katılanın bilgisi dışında hesabına girilip hesabından internet aracılığıyla para aktarımının temini bilişim yoluyla hırsızlık suçunu oluşturduğu” gerekçesiyle hükümlü hakkında 5237 sayılı Kanun’un 142/2-e, 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği, bu hükmün hükümlü müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 20.06.2016 tarihli ve 2016/6021 Esas, 2016/11619 Karar sayılı kararı ile “Dosya kapsamına göre; sanığın öğrenci olduğu Sinop ilinde internet ortamında ICQ proğramında tanıştığı Rusya Devletinde bulunan kişilerin sanığa şirketlerinin bilgisayar yazılımı yaparak Türkiye’de bulunan firmalara sattıklarını ancak ücretlerin ödenmesinde problem yaşadıklarını bu nedenle de firmalar ile aralarında çıkacak anlaşmazlıkları çözecek iyi derecede ingilizce bilen eleman aradıklarını söyleyerek iş teklif ettikleri, sanığın da öğrenci olması nedeniyle harçlığını çıkarmak için teklifi kabul ettiği, bu kişilerin sanığın hesabına suç tarihinde para havale ederek bu parayı… vasıtasıyla göndermesini istedikleri, sanığın iş sözleşmesini göndermelerini istediğinde ise sana güvenmemiz için bu havaleleri gönder sonra sözleşmeyi göndereceğiz demeleri üzerine sanığın havaleyi gerçekleştirdiğinin anlaşılması karşısında; sanığın savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeter bir delil bulunmadığı gözetilmeden beraatine karar verilmesi gerekirken mahkumiyetine karar verilmesi” nedeniyle bozulmasına karar verilmesini müteakip Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 24.01.2017 tarihli kararı ile bozma kararına uyularak hükümlünün savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeter bir delil bulunmadığı gerekçesiyle 5271 sayılı Kanun’un 223/2-e maddesi uyarınca beraat kararı verildiği ve bu karara karşı hükümlü müdafiinin istinaf başvurusunda bulunduğu, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesinin 04.05.2017 tarihli ve 2017/1106 Esas, 2017/1003 Karar sayılı kararı ile istinaf başvuru talebinin temyiz mahiyetinde kabulü ile Yargıtayca değerlendirilip karar verilmek üzere, 5271 sayılı Kanun’un 279/1-b maddesi uyarınca hükümlü müdafiinin istinaf başvurusunun reddine, dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek üzere ilk derece mahkemesine tevdiine karar verildiği, Bakırköy 4. Asliye Ceza Mahkemesince hükmün istinaf kararı ile 01.06.2017 tarihinde kesinleştiğine dair kesinleşme şerhi düzenlendiği belirlenmiştir.
5. Bu kapsamda inceleme konusu dava dosyası değerlendirildiğinde; Yargıtay 2. Ceza Dairesinin 20.06.2016 tarihli ve 2016/6021 Esas, 2016/11619 Karar sayılı kararı da dikkate alınarak, Rusya devletinde bulunan kişilerin, bilgisayar yazılımı yaparak Türkiye’de bulunan firmalara sattıklarını ancak ücretlerin ödenmesinde problem yaşadıklarını, iyi derecede İngilizce bilen bir eleman aradıklarını söyleyerek iş teklifinde bulundukları hükümlünün, öğrenci olması nedeniyle harçlığını çıkarmak için bu teklifi kabul ettiği ve 08.09.2005 tarihinde Rusya devletinde bulunan bu kişilerin hükümlünün hesabına katılanın hesabından para havale ettikleri ve bu parayı… aracılığıyla göndermesini istedikleri, hükümlünün de hesabına gönderilen parayı belli bir komisyon karşılığında bu şahıslara havale ettiğinin anlaşılması karşısında, hükümlü hakkında, savunmasının aksine suç kastı ile hareket ettiğine dair mahkumiyetine yeterli delil bulunmadığından atılı suçtan beraatine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi, Kanun’a aykırı olup kanun yararına bozma talebi yerinde görülmüştür.

III. KARAR
1. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin KABULÜNE,
2. İzmir 6. Asliye Ceza Mahkemesinin, 26.01.2010 tarihli ve 2007/447 Esas, 2010/54 Karar sayılı kararının, 5271 sayılı Kanun’un 309/3. maddesi gereği oy birliğiyle KANUN YARARINA BOZULMASINA,
3. 5271 sayılı Kanun’un 309/4-d maddesi uyarınca bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirdiğinden, hükümlü hakkında mahkemece hükmedilen bu CEZANIN KALDIRILMASINA,
Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.04.2025 tarihinde karar verildi.

NÜFUS KAYITLARININ GERÇEĞE UYGUN ŞEKİLDE DÜZELTİLMESİ- GÖREVLİ MAHKEME

TC
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
2022/762 E. , 2023/883 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2019/134 E., 2019/237 K.
KARAR : Davanın kabulüne
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 06.04.2016 tarihli ve
2015/9259 Esas, 2016/5786 Karar sayılı BOZMA kararı

1. Taraflar arasındaki nüfus kaydının düzeltilmesi davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Malazgirt Asliye Hukuk Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı Nüfus Müdürlüğü tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği düşünüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkili …’in nüfus kaydında kızları olarak görünen … ve …’un gerçekte kız kardeşleri olduğunu, müvekkilinin babası …’in gayri resmî birliktelik yaşadığı … isimli kadından doğduklarını, ancak nüfusta müvekkilinin çocukları olarak kaydedildiğini, dolayısıyla nüfus kaydının gerçeği yansıtmadığını ileri sürerek … ve …’un nüfus kayıtlarına göre … ve … olan anne-baba isminin gerçeğe uygun şekilde … ve … olarak düzeltilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar Cevabı
5. Davalı … cevap dilekçesinde; davacının iddialarının doğru olduğunu, nüfus kaydının gerçeğe uygun hâle getirilmesini savunmuştur.
6. Usule uygun tebliğe rağmen davalı … davaya cevap vermemiştir.
Mahkeme Kararı
7. Malazgirt Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.04.2014 tarihli ve 2012/205 Esas, 2014/122 Karar sayılı kararı ile; davanın nüfus kayıtlarındaki anne ve baba adının düzeltilmesi istemine ilişkin olduğu, dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde davalılar … ve …’un nüfus kaydında görünenin aksine gerçekte davacı …’in kızları değil kız kardeşi oldukları, gerçek anne isminin … baba isminin ise … olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne, davalılar … ve …’un baba adının … anne adının … olarak değiştirilmesine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı
8. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içerisinde davalı … tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
9. Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesinin 06.04.2016 tarihli ve 2015/9259 Esas, 2016/5786 Karar sayılı kararı ile;
“…1-Dava ile davacı, … ve eşi Melikenin hanesinde kayıtlı olan davalılar … ve … nın … in babası … in … ile evlilik dışı ilişkisinden dünyaya geldiği bu çocukların anne adlarının … baba adlarının ise … olduğu ileri sürülerek kayıtların buna uygun düzeltilmesini talep etmektedir.
Çocukların kayden anneleri görünen davacının eşi …’ye husumet yöneltilmesi, davada taraf kılınması ve göstermesi halinde delillerinin toplanması ve tüm delillerle birlikte değerlendirilerek anne adları belirlenip hasıl olacak neticeye göre karar verilmesi gerekirken bu kişi davaya dahil edilmeden eksik hasım ve eksik inceleme ile hüküm kurulması,
2-Davalılar … ve … nın babalarının … olduğu, …’in … ile evlilik dışı ilişkisinden dünyaya geldikleri ileri sürüldüğüne göre bu çocukların babalarının … olduklarına ilişkin dava esasen babalığa ilişkindir. Babalık davası da, Türk Medeni Kanununun 301.maddesi kapsamında aile hukuku içerisindedir. 4788 sayılı Aile Mahkemeleri Kanunu uyarınca aile hukukundan … dava ve işlerde aile mahkemesi görevlidir. Görev kamu düzenine ilişkin olup resen gözetilmesi gerekmektedir. O halde davalılar … ve Hatunun babalarının … olduğu ve bunun düzeltilmesi talebi tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydedilip davanın bu bölümüne o yerde ayrı bir müstakil mahkeme kurulmadığından aile mahkemesi sıfatıyla bakılması gerekirken bu hususun dikkate alınmaması, doğru görülmemiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı
10. Malazgirt Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.11.2019 tarihli ve 2019/134 Esas, 2019/237 Karar sayılı kararı ile; somut olayda davacının iddiası ve mahkemenin 20.12.2012 tarihli duruşmasında alınan beyanına göre gerçekte kardeşi olan davalılar … ve …’yı yanlış ve yanıltıcı beyanla kendi ve eşi üzerine kaydettirdiğinin sabit olduğu, bu hususun davalılardan …’ın beyanları ile de doğrulandığı, dolayısıyla eldeki davaya kayıt düzeltim davası olarak bakılması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi
11. Direnme kararı yasal süresi içinde Nüfus Müdürlüğü tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
12. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kayden baba olarak görünen davacının nüfus kaydının düzeltilmesi amacıyla açtığı eldeki davada, kayden anne olarak görünen eşini davaya dâhil etmesinin gerekip gerekmediği ve dava dilekçesi dikkate alındığında iddianın ileri sürülüş şekline göre “davalıların gerçekte babasının bir başkası olduğuna yönelik talebin” 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 301 inci maddesinde düzenlenen babalık hükmüne ilişkin olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre davalıların biyolojik babalarına yöneltilen talebin tefrik edilerek aile mahkemesince karara bağlanmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
13. Öncelikle davanın hukuki niteliğinin belirlenmesi bakımından ilgili yasal düzenlenme, kavram ve kurumların irdelenmesinde yarar vardır.
14. Bilindiği gibi, anne ile çocuk arasındaki soybağı ilişkisi herhangi bir hükme veya irade açıklamasına gerek bulunmadan doğumla kendiliğinden kurulur. Yanlışlıkla veya bilinçli olarak çocuğun anasının, doğuran kadın yerine başka bir kadının gösterilmesi ve onu doğurmamış olan kadının üzerine tescil edilmesi hâlinde dahi kayden anne olarak görünen bu kişi ile çocuk arasında bir soybağı ilişkisi kurulmuş olmaz (4721 sayılı Kanun md. 282/1).
15. Türk Medeni Kanunu’nun 39 uncu maddesi uyarınca mahkeme kararı olmadıkça, kişisel durum sicilinin hiçbir kaydında düzeltme yapılamaz. 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’un 46 ncı maddesinde yer alan “yaş, ad, soyadı ve diğer kayıt düzeltme davaları…” ibaresi nazara alındığında, herhangi bir sınırlama olmaksızın nüfus kütüğünde mevcut her kaydın düzeltilmesinin istenebileceği kuşkusuzdur. Bu hükme göre, anne adı nüfus kütüğüne gerçeğe aykırı olarak yazılmışsa, bu yanlışlığın düzeltilmesi uygulamadaki ifade ile nüfus kaydının düzeltilmesi davası ile mümkündür.
16. Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 35 inci maddesi ile de “Kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz. Ancak olayların aile kütüklerine tescili esnasında yapılan maddî hatalar nüfus müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir” hükmü düzenleme altına alınmıştır. Aynı Kanun’un 36 ncı maddesine göre de; nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davaları, düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmî dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılır.
17. Eldeki davada; davalılar … ve …’un kayden anneleri olarak görünen … tarafından doğrulmadıkları, … tarafından dünyaya getirildiği ileri sürülerek anne adının düzeltilmesi istemli dava açıldığı anlaşılmaktadır. Bilindiği üzere, anne adının düzeltilmesi davasında gerçek annenin de tespiti talep edilmişse sağ ise gerçek anne, sağ değil ise gerçek annenin mirasçılarının davalı sıfatı ile davaya katılmaları sağlanmalıdır. Somut olayda olduğu gibi, anne adının düzeltilmesi davasının kayden anne olan kişi dışındakiler tarafından açılmış olması hâlinde ise nüfus kaydı düzeltilmesi istenen kayıt annesi de davada taraf olmalıdır. Zira anne adına dair nüfus kaydının gerçeği yansıtmadığı iddiasına dayalı bu tür davalarda, gerek kayıt annesinin gerekse gerçek annenin verilecek karar ile miras haklarının etkileneceği tartışmasızdır. Öyle ise anne adının düzeltilmesi davasında kayden anne sağ ise kendisi, sağ değil ise mirasçılarının davalı sıfatı ile davaya katılmalarının sağlanması yasal zorunluluktur. Hâl böyle olunca Mahkemece kayden anne olarak görünen ve 26.01.2018 tarihinde öldüğü anlaşılan … mirasçılarının davalı sıfatı ile davaya katılımlarının sağlanmadan hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.
18. Somut olayda dava dilekçesi dikkate alınarak iddianın sürülüş şekline göre incelenmesine gelince; davacı dava dilekçesinde “… ve …’un gerçekte kız kardeşleri olduğunu bildiği halde, nüfusa eşi …’den olma kızlarıymış gibi kaydettirildiğini, … ve …’un nüfus kaydının anne ve baba yönünden gerçeği yansıtmadığını, baştan itibaren kütüğe yanlış olarak tescil edildiğini” ileri sürdüğüne göre iddianın buraya olan kısmında da davanın “soybağı davası” ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Zira nüfus kaydının hem ana hem de baba yönünden kütükte gerçek durumu yansıtmadığı, baştan itibaren ilgililerce yanlış olarak kütüğe geçirildiği başka bir anlatımla hem ana hem de baba yönünden kütükte yanlış bir kaydın bulunduğu ileri sürülmüşse nüfus kaydının düzeltilmesi davası söz konusudur. Bu tür davalar sonucunda, nüfus kaydı düzeltilecek kişinin, o tarihe kadar kayıtlı olduğu haneden çıkıp, başka bir haneye tescil edilecek olması da, davayı soybağı davası hâline dönüştürmez.
19. Bilindiği gibi, maddi olayları açıklamak taraflara, ileri sürülen olayları hukuken nitelemek ve uygulanacak Kanun hükümlerini tespit ederek somut olaya uygulamak görevi hâkime aittir.
20. Ne var ki davacı dava dilekçesinde “… ve …’un kendi kızları olmadığı iddiasının yanında gerçek annelerinin …, babalarının ise …’ın evlilik dışı ilişkisinin bulunduğu … olduğu iddiasına da yer vererek, … ve …’un nüfus kayıtlarına göre … ve … olan anne-baba isminin gerçeğe uygun şekilde … ve … olarak düzeltilmesine “ karar verilmesini de talep etmiştir.
21. Görüldüğü gibi, iddianın sürülüş şekline göre ortada birbiri ile bağlantılı iki ayrı davanın bulunduğu, ilkinin mevcut nüfus kaydındaki anne ve baba kaydının iptali, ikincisinin ise gerçek anne ve baba üzerine kayıt istemine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır. Yukarıda belirtildiği gibi, anne ile çocuk arasındaki soybağı ilişkisi herhangi bir hükme veya irade açıklamasına gerek bulunmadan doğumla kendiliğinden kurulacağından, davalıların gerçek annelerinin … olduğuna dair iddianın soybağı davası ile herhangi bir ilgisi olmayıp, gerçek annenin tespiti yönünden 5490 sayılı Kanun’un 36 ncı maddesi kapsamına giren nüfus kaydının düzeltilmesi davası söz konusudur.
22. Öyle ise bu şekilde birbiri ile bağlantılı iki ayrı talebin aynı davada ileri sürüldüğü bu durumlarda görevli ve yetkili Asliye Hukuk Mahkemesince yapılması gereken ilk iş çocuğu doğuran gerçek annenin tespit edilmesi olmalıdır. Zira 4721 sayılı Kanun’un 282 nci maddesinin birinci fıkrasına göre çocuk ile ana arasındaki soybağının kurulabilmesi için çocuğun ana olduğu iddia edilen kadın tarafından doğrulduğunun tespit edilmesi yeterlidir.
23. Çocuğu doğuran kadının doğum anında evli olup olmamasının, çocuk ile ana arasında soybağı kurulması açısından önemi bulunmamakla birlikte; çocuğun doğumu anında, ananın evli olup olmaması, asıl olarak baba yönünden önem arz etmektedir. Gerçek annenin kim olduğunun tespitinden sonra, ikinci talep olan gerçek baba hanesine kayıt istemi, doğum anında ana ile biyolojik baba olduğu iddia edilen kişi arasında evlilik ilişkisi olup olmamasına göre değişiklik göstermektedir.
24. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki, bir davanın soybağına ilişkin kabul edilmesi için, dava ile ulaşılmak istenen sonucun, ya bir soybağı tesis etmesi veya kurulmuş olan soybağını ortadan kaldırması lazımdır. Eğer böyle bir sonuç doğmayacaksa, davanın soybağına ilişkin kabul edilmesi yasal olarak mümkün değildir. Evlat edinmeyle kurulan soybağı hariç, çocukla ana ve babası arasındaki soybağının ne şekilde kurulacağı, kurulmuş olan soybağının hangi davalarla ortadan kaldırılacağı 4721 sayılı Kanun’un 282 ilâ 304 üncü maddeleri arasında düzenleme altına alınmıştır. Bu düzenlemelere göre çocuk ile ana arasında kan bağına dayanan soybağı doğumla; çocuk ile baba arasındaki kan bağına dayanan soybağı ise ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur (4721 sayılı Kanun, md. 282/1-2).
25. Çocuğun genetik ana ve babası yerine başka bir erkek ve kadın üzerine kayıt edilmesi gerçeğe aykırı olduğu için bunun düzeltilmesi, asliye hukuk mahkemesine açılacak zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmayan nüfus kaydının düzeltilmesi davası ile istenebilir. Fakat nüfus kaydının düzeltilmesi davasına konu olan çocuğu doğuran kadın, evlilik içinde doğum yapmış olabileceği gibi evlilik dışında da doğum yapmış olabilir. Gerçek annenin evlilik içinde doğum yaptığı tespit edildiği takdirde, aşağıda anlatılacağı şekilde 4721 sayılı Kanun’la benimsenmiş babalık karinesi uyarınca çocuğu doğuran ana ile evli olan kişinin baba olarak belirlenmesi mümkündür. Burada çocuğun kayden baba olarak görünen kişinin nüfusundan çıkarılması işleminin de soybağı davası ile bir ilgisi bulunmamaktadır, zira çocuk kayıt babasına 4721 sayılı Kanun’un soybağı hükümlerine göre değil, tarafların baştan itibaren yanlış ve yanıltıcı beyan ve işlemleriyle yasaya aykırı şekilde kurulmuştur. 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre soybağının reddi davası ancak babalık karinesi kapsamında yer alan, dolayısıyla babalık karinesinden faydalanan çocukların soybağının ortadan kaldırılmasını ifade eden bir davadır. Babalık karinesinden faydalanma söz konusu olmaksızın kocanın nüfus kütüğüne kaydedilen çocukla koca arasında soybağının kurulması söz konusu olmadığı için böyle bir durumda çocuk ile koca arasında soybağının bulunmadığının tespitine yönelik olarak açılan dava, soybağının reddi davası değil, yanlış kaydın düzeltilmesi amacına yönelik kayıt düzeltme davasıdır. Buradan hareketle genetik anne ve babasının evlilik içi ilişkisinden dünyaya gelen çocuğun, hem anne hem baba adının gerçeğe uygun hâle getirilmesinin talep edildiği nüfus davası, soybağı davası olarak adlandırılamaz. Çünkü gerçek annenin belirlenmesi sonucunda babalık karinesi çerçevesinde nüfus kaydına göre koca olarak görünen kişinin baba olarak belirlenmesi yasa gereği olacaktır. Başka bir ifade ile yasa gereği babanın belirlendiği bu hâller nüfus kaydının düzeltilmesi davası ile gerçeğe uygun hâle getirilirler ki, nüfus kaydının düzeltilmesi istemli davalarda görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğu açıktır.
26. Ne var ki somut uyuşmazlıkta Özel Daire kararında da açıkça belirtildiği üzere davalı çocukların, biyolojik anne ve babaları olduğu iddia edilen … ile …’in evlilik dışı ilişkisinden dünyaya geldiği iddia edilmiştir.
27. Türk Medeni Kanunu’nun 282 nci maddesinin ikinci fıkrasına göre evlat edinmeyle kurulan soybağı hariç “çocuk ile baba arasındaki soybağı ana ile evlilik, tanıma veya hâkim hükmüyle kurulur” hükmü düzenleme altına alındığına göre kural olarak bir çocuğun ancak aşağıda sayılan şekillerde biyolojik babasına soybağı ile bağlanması mümkündür.
28. Ana ile evlilik nedeniyle çocukla baba arasındaki soybağının kurulması; evliliğin doğumdan önce gerçekleşmesi hâlinde (4721 sayılı Kanun md. 285 ilâ 291) olabileceği gibi, evliliğin doğumdan sonra gerçekleşmesi hâlinde de (4721 sayılı Kanun md. 292 ilâ 294) olabilir.
29. Evliliğin doğumdan önce gerçekleşmiş olması hâlinde, 4721 sayılı Kanun’un 285 inci maddesi ile düzenleme altına alınan babalık karinesi uyarınca çocuk ile baba arasındaki soybağı kendiliğinden kurulur. Buradaki babalık karinesinin çürütülmesi soybağının reddi davası ile mümkündür. Bunun dışında çocuk ile baba arasında kurulan soybağının ortadan kaldırılması imkânı bulunmamaktadır. Bu dava ancak baba ve çocuk tarafından veya Kanun’un 291 inci maddesindeki şartların gerçekleşmiş olması hâlinde belirtilen ilgililer tarafından gösterilen süreler içerisinde açılmış olmasına bağlanmışken, Anayasa Mahkemesinin 26.07.2023 tarihli ve 2023/37 Esas, 2023/140 Karar sayılı kararı ile ana tarafından davacı sıfatıyla çocuğun biyolojik babasının koca olmadığı ileri sürülerek babalık karinesinin çürütülmesi için yargı mercilerine başvurulmasına imkân tanımayan kuralın, özel hayata saygı gösterilmesini hakkı bağlamında etkili başvuru hakkını ihlal ettiğine karar verilmiştir. Soybağının reddi davalarında görevli mahkeme 4787 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesi uyarınca aile mahkemesidir.
30. Çocuk evlilik dışında doğmuş, ana ve babası sonradan evlenmiş ise evlilik dışında doğmuş olan bu çocuklar ana ve babasının evlenmesiyle kendiliğinden evlilik içinde … çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olurlar (4721 sayılı Kanun md. 292). Eşler, evlilik dışında doğmuş olan ortak çocuklarını, evlenme sırasında veya evlenmeden sonra nüfus memuruna bildirmekle yükümlüdürler. Bildirimin yapılmamış olması, çocuğun evlilik içinde … çocuklara ilişkin hükümlere tâbi olmasını engellemez. Kanun, bu yolla kurulan soybağına “sonradan evlenme yoluyla soybağının kurulması” demektedir. Bu yolla kurulan soybağı ise “sonradan evlenme yoluyla soybağının kurulmasına itiraz ve iptal davasıyla” (4721 sayılı Kanun md. 294) ortadan kaldırılır. Bu davayı, ana ve babanın yasal mirasçıları, çocuk (çocuğun ölmüş olması veya ayırt etme gücünü sürekli olarak kaybetmesi hâlinde altsoyu) ve Cumhuriyet savcısı açar. İtiraz eden, kocanın baba olmadığını ispatla yükümlüdür. Bu davada sadece “kocanın baba olmadığı itirazı” ileri sürülebilir. Bunun dışındaki itirazların bu davada dinlenilmesi mümkün değildir. Bu davalarda tanımanın iptaline ilişkin hükümler kıyasen uygulanır ve görevli mahkeme aile mahkemeleridir.
31. Baba ile çocuk arasında soybağı kurulmasının diğer bir yolu ise, 4721 sayılı Kanun’un 295 ve devamı maddelerinde düzenlenen tanımadır. Buna göre tanıma babanın, nüfus memuruna veya mahkemeye yazılı başvurusu ya da resmî senette veya vasiyetnamesinde yapacağı beyanla soybağının kurulması yoludur. Tanıma, tek taraflı bir irade beyanıdır. Tanıma yolu ile kurulan bu soybağının açılacak iptal davası ile kaldırılması mümkündür. Bu dava ile tanıyanın, çocuğun babası olmadığı sonucuna ulaşılır. Diğer bir ifade ile tanıma yoluyla kurulan soybağı geçersiz kılınır. Dava; tanıma beyanı, yanılma, aldatma veya korkutmaya dayanıyorsa “tanıyan” tarafından, ana ve çocuğa karşı açılır. Böyle değil ise; çocuk, çocuğun ölümü hâlinde alt soyu, Cumhuriyet savcısı, Hazine ve diğer ilgililer tarafından da açılabilir. Dava açma hak düşürücü sürülere bağlanmıştır. Tanımanın iptali davalarında görevli mahkeme 4787 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesi uyarınca aile mahkemesidir.
32. Çocuk ile baba arasında soybağı kurulmasını sağlayan son yol ise babalık hükmüdür. Bahse konu davanın, çocuk ile baba arasında soybağı kurulabilmesi için çocuğun bir başka erkek ile soybağının bulunmaması gereklidir. Çocuğun herhangi bir yolla bir başka erkek ile soybağı kurulmuş ise bu soybağı ortadan kaldırılmadıkça babalık davası açılamaz. 4721 sayılı Kanun’un 301 inci maddesine göre çocuk ile baba arasındaki soybağının mahkemece belirlenmesini ana ve çocuk, babaya; baba ölmüşse mirasçılarına karşı açacakları babalık davası ile isteyebilirler. Dava açma hak düşürücü sürülere bağlanmıştır. Tanımanın iptali davalarında görevli mahkeme 4787 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesi uyarınca aile mahkemesidir.
33. Soybağı davaları Kanun’da sayma usulü ile belirlenmiştir. Bu davalar dışında soybağı davası açma imkânı bulunmamaktadır. Ayrıca söz konusu düzenlemeler dikkate alındığında, soybağı davalarının ilelebet açılabilmesi kabul edilmemiş, belirli bir süre geçtikten sonra soybağı ile itirazları, bir daha açılmamak üzere kapatılmasını yeğlemiştir. O sebepledir ki kanun koyucu bu tür davalarda hak düşürücü süreler öngörmüştür. Soybağı davaları ile nüfus kayıt düzeltim davaları sonuçları itibari ile benzerlik gösterse de içerik ve yargılama kuralları açısından kendilerine özgüdürler ve Kanunun özel hükümlerine tâbidirler.
34. Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar kamu düzeninden olup, mahkemece yargılamanın her aşamasında resen nazara alınır. Görev, belirli bir davaya hüküm mahkemelerinden hangisinin bakacağı hususunu belirler. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 5133 sayılı Kanun ile değişik 4/1. maddesinde; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun üçüncü kısmı hariç olmak üzere ikinci kitabından ( TMK. md. 118-494 ) … bütün dava ve işlere Aile Mahkemesinde bakılacağı düzenlenmiştir.
35. Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davalılar … ve …’un anne ve baba yönünden nüfus kayıtlarının gerçeğe uygun şekilde düzeltilmesinin talep edildiği eldeki davada, yanlış ve yanıltıcı beyan ve işlemlerle yasaya aykırı şekilde oluşturulan kayıtların düzeltilmesi isteminin nüfus kaydının düzeltilmesi davası olduğu ve görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğunun açık olması karşısında Mahkemece öncelikle davalıları doğuran gerçek annenin … olup olmadığının tespit edilmesinin gerektiği, … olduğunun tespiti hâlinde nüfus kayıtlarına göre evlilik dışında doğmuş oldukları anlaşılan davalıların babasının … olduğuna yönelik talebin ise 4721 sayılı Kanun’un 301 inci maddesinde düzenlenen babalık hükmünün kurulmasına ilişkin olduğu gözetilerek …’e karşı açılan davanın tefrik edilerek aile mahkemesince görülüp karara bağlanması gerektiği şüphesizdir.
36. Öte yandan, çocuğun gerçek anne ve babası ile arasında kurulan soybağı bir temel hak olduğu gibi kamu düzeni ile de ilgilidir. Bu nedenle hâkim, soybağına ilişkin davalarda doğru sonucun elde edilmesi için tüm maddi olguları resen araştırmalı, bilimsel çalışmaların ulaştığı bütün olanaklardan yararlanmalıdır. Tüm canlılarda genetik kodu içeren DNA konusunda yapılan araştırma ve incelemeler de çağımızın en önemli bilimsel gelişmelerinden biri olarak kabul edilmektedir. Gen teknolojisinde yaşanan bu gelişmeler hukuku da kaçınılmaz bir şekilde etkilemiş ve bu teknoloji sayesinde uyuşmazlık konusu olan bazı maddi vakıaların güvenilir şekilde aydınlatılması olanaklı hâle gelmiştir.
37. Öyle ise; soybağı ve miras hukukunu ilgilendiren bu tür davalarda doğru sicil oluşturulması zorunluluğu dikkate alınarak, davanın ispatı için sunulan delillerle yetinilmeyip, doğru kimliklendirme için DNA testi yapılarak karar verilmesi gerektiği de unutulmamalıdır.
38. Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında; iki ayrı talebin ileri sürüldüğü eldeki davada, davalıların nüfus kaydına göre kayden anne ve babası olarak görünen kişilerle aralarında soybağı ilişkisinin bulunmadığı iddia edildiğine göre nüfus kayıtlarının davacının talebi gibi düzeltilebilmesi için öncelikle gerçek anne ve babanın tespit edilmesinin gerektiği, hâl böyle olunca, gerçek anne ve babanın tespiti isteminin öncelik taşıdığı, davalıların biyolojik babaları yönünden babalık davası açmaya zorlanmaması gerektiği, bir talebi incelemekle görevli mahkemenin buna bağlı diğer talebi de incelemek durumunda olduğu gerekçesiyle her iki davanın birlikte açılması hâlinde görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi olacağından direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
39. Hâl böyle olunca mahkemece önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından, hükmün Özel Daire bozma kararında belirtilen nedenler yanında yukarıda yazılı genişletilmiş gerekçelerle bozulması gerekmiştir.
40. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Davalı … Müdürlüğünün temyiz itirazının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan genişletilmiş gerekçelerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429 uncu maddesi gereğince BOZULMASINA,
Aynı Kanun’un 440 ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere,

04.10.2023 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

2022 © Yargıtay Bilgi İşlem Müdürlüğü

SARKINTILIK SURETİYLE CİNSEL SALDIRI

TC
YARGITAY
9. Ceza Dairesi
2021/13989 E., 2025/3369 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2015/314 E., 2015/719 K.
SUÇ : Sarkıntılık suretiyle cinsel saldırı
HÜKÜM : Mahkûmiyet
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Bozma

İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelendi, gereği düşünüldü:

I. HUKUKÎ SÜREÇ
Sanık hakkında sarkıntılık suretiyle cinsel saldırı suçunu işlediği iddiası ile açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, İstanbul Anadolu 34. Asliye Ceza Mahkemesince mevcut delillerin değerlendirilmesi neticesinde sanığın atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmiştir.

II. GEREKÇE
1. Yargıtayın denetim işlevini yerine getirebilmesi için temyiz incelemesine konu hükmün gerekçe bölümünde, iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlerin belirtilmesi, mevcut delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin açıkça gösterilmesi ve ulaşılan kanaatin, suç oluşturduğu sabit görülen fiilin ve bunun nitelendirmesinin belirtilmesi, delillerle sonuç arasında bağ kurulması ve bu şekilde cezanın şahsileştirilmesi gerekirken, açıklanan ilkelere uyulmadan Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34/1, 230 ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (1412 sayılı Kanun) 308/7. maddelerine muhalefet edilmesi,

2. Mahkemenin gerekçesinde, okul müdürü olan sanığın katılana masaj yapmak bahanesi ile dokunduğu ve başkaca fiziksel temas içeren bir eylemde bulunduğunun kabul edilmemesine karşın, hükümde zincirleme şekilde sarkıntılık suretiyle cinsel saldırı suçundan mahkumiyetine kararı verilmesi suretiyle kabul ile hüküm arasında çelişki yaratılması,
Hukuka aykırı bulunmuştur.

III. KARAR
Başkaca yönleri incelenmeyen İstanbul Anadolu 34. Asliye Ceza Mahkemesinin kararının, gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle, 1412 sayılı Kanun’un 321. maddesi gereği, Tebliğname’ye uygun olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,

24.04.2025 tarihinde karar verildi.

KAÇAK ELEKTRİK-MENFİ TESPİT İSPAT YÜKÜ

TC
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
2024/4328 E. , 2025/3750 K.
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
SAYISI : 2022/3404 E., 2023/495 K.

İlk Derece Mahkemesince kesin olarak verilen kararın kanun yararına temyizen incelenmesi Adalet Bakanlığı tarafından istenilmiş olmakla; Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı vekili; davacı adına abonelik kaydı bulunmadığını, ancak …. ve … numaralı tutanaklarla kaçak tüketim tespiti ile haksız olarak borç tahakkuk ettirildiğini, kaçak elektrik kullanımı olmadığını, buna dair hiçbir delil bulunmadığını, tutanakta kaçak kullanıma ve ne şekilde gerçekleştirildiğine dair bir tespit bulunmadığını, ispat yükünün davalıda olduğunu ileri sürerek …. ve … numaralı kaçak tespit tutanaklarının iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere, davacının davalıya 20,00 TL ve bütün ferileri yönünden borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı vekili; davacının faturalara süresi içinde itiraz etmediğini, talebin zamanaşımına uğradığını, kısmi dava açılmayacağını, davacıya ait meskende yapılan kontrolde abonesiz kaçak elektrik kullandığının tespit edilmesi üzerine 28.03.2022 tarihli ve …. seri numaralı tutanağın tutulduğunu, kaçak kullanımının fotoğraflandığını ve sabit olduğunu, aksi sabit olana kadar resmi belge olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

III.MAHKEME KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 6. maddesi uyarınca kural olarak bir vakıadan kendi lehine hak iddia edenin, o vakıayı ispat etmeye mecbur olduğu, davacının borçlu olmadığını iddia ettiği tahakkuka ilişkin belgeleri sunmadığı, iddianın davacı tarafından ispat edilemediği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

IV. KANUN YARARINA TEMYİZ
A. Kanun Yararına Temyiz Sebepleri
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına yönelik olarak Adalet Bakanlığınca; menfi tespit davalarında ispat yükünün kural olarak davalı alacaklıda olduğu, davalı şirket çalışanlarınca davacı hakkında tutulan tutanakların aksi sabit oluncaya kadar geçerli belgelerden olmadığı, davalının kaçak elektrik enerjisi tüketimine ilişkin tespitini doğru bulgu ve belgelere dayandırması ve tüketici haklarının ihlal edilmemesinin esas olduğu, ispat yükünün davalı tarafta olduğu gözetilmeksizin davacı tarafça tahakkuka ilişkin belgeler sunulmadığından bahisle davanın reddine karar verilmesinin usul ve yasaya olduğu ileri sürülerek, kanun yararına temyiz isteminde bulunulmuştur.
B. Gerekçe ve Değerlendirme
Uyuşmazlık, kaçak elektrik kullanımına dayalı borç tahakkuku sebebiyle menfi tespit istemine ilişkindir.
4721 sayılı Kanunun‘‘İspat yükü’’ başlıklı 6. maddesi “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür” hükmünü, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 190. maddesinin ilk fıkrası ise aynı yönde “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir” düzenlemesini içerir. Buna göre ispat yükü, ispatı gereken vakıalara dayanan tarafa ait olup, herkes iddiasını ispatlamakla mükelleftir.
Davalı tarafından varlığı iddia edilen bir hukuki ilişkinin ve buna bağlı borcun mevcut olmadığının tespiti için açılan menfi tespit davalarında, ispat yükü hukuki ilişkinin yahut alacağın varlığını iddia eden davalıya düşmektedir.
Yine belirtmek gerekir ki 6100 sayılı Kanun’un yargılamaya hakim olan ilkelerden taraflarca getirilme ilkesini düzenleyen 25. maddesi uyarınca kural olarak hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz.
Somut olayda; davacı tarafça kaçak elektrik kullanılmadığı ileri sürülerek menfi tespit talebinde bulunulmuştur.
Bu itibarla İlk Derece Mahkemesince; ispat yükü davalıda olmasına rağmen, yanılgılı değerlendirme ile ispat yükü ters çevrilerek davanın reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

V. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
Adalet Bakanlığının 6100 sayılı Kanunun 363/1 maddesine dayalı kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile kararın sonuca etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZULMASINA,
Kararın bir örneğinin ve dava dosyasının Adalet Bakanlığına gönderilmesine,
01.07.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

EVLENME VAADİYLE DOLANDIRICILIK

TC
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
2017/13952 E. , 2019/8670 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Dolandırıcılık
HÜKÜM : CMK 223/2-a uyarınca beraat

Dolandırıcılık suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm katılan ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanığın, katılan ile evlenme vaadiyle arkadaşlık kurduktan sonra temyiz dışı sanık … ile birlikte katılanın evine gittikleri, bir müddet birlikte oturduktan sonra temyiz dışı sanık …’ın ‘siz anlaşın ben kalkayım’ diyerek evden gittiği, giderken de katılandan taksi parası istediği, katılanın 150 TL taksi parası verdiği, akabinde katılan ile sanık …’nin evde yalnız kaldıkları, birbirlerinden hoşlandıkları ve evlenmeye karar verdikleri, bunun üzerine katılanın sanığa 1.330 TL değerinde bir adet altın kolye, bir adet altın yüzük ve bir çift altın küpe taktığı, sonra sanığın evde para var mı diye sorunca katılan ‘madem evleneceğiz birbirimize güvenmemiz lazım’ diyerek evinde bulunan 7.000 TL’yi sanığa verdiği, daha sonra sanık …’nin katılana ‘seninle sevişmek istiyorum ama önce yıkanman lazım’ diyerek onu banyoya girmeye ikna ettiği ve katılanın banyoya girmesini müteakip ziynet eşyaları ile parayı alıp ortadan kaybolduğu, bu şekilde sanığın hileli eylemlerle haksız menfaat temin etmek suretiyle dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda;

Soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki beyanlar ile tüm dosya kapsamından; sanığın çelişkili ve aşamalarda değişen savunmaları, katılanın değişmeyen ve tutarlı beyanları, ziynet eşyalarına ilişkin fatura örneğindan müsnet suçun sübut bulduğu anlaşıldığı gibi sanığın benzer nitelikteki eylemler ile farklı yer ve zamanlarda dolandırıcılık suçunu işlediği adli sicil kayıtları ile UYAP’taki bilgilerden anlaşılmakta olup sanığın eyleminin, hükümden sonra 02.12.2016 tarih ve 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. ve 254. madde fıkraları gereğince uzlaştırma kapsamında kalan ve TCK’nın 157/1 maddesinde düzenlenen dolandırıcılık suçunu oluşturduğu gözetilmeden, sanığın atılı suçtan mahkumiyeti yerine, delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde beraatine hükmedilmesi,
Kabule göre de; beraat eden ve kendisini vekil marifetiyle temsil ettiren sanık lehine maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekirken bunun gözetilmemesi,

Kanuna aykırı olup, katılanın ve sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca, hükmün BOZULMASINA, 23/09/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

YASADIŞI BAHİS – 7258 SAYILI KANUNA MUHALEFET- ZİNCİRLEME SUÇ

TC
YARGITAY
7. Ceza Dairesi
2023/5942 E. , 2024/11712 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2021/731 E., 2022/142 K.
SUÇ : 7258 sayılı Kanun’a muhalefet
HÜKÜM : Mahkûmiyet
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Onama

Sanık hakkında bozma üzerine kurulan hükmün; karar tarihi itibarıyla temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteğinin süresinde olduğu, temyiz isteğinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, hükmolunan cezanın nevi ve miktarına göre sanık müdafiin duruşmalı inceleme talebi yerinde görülmediğinden 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince yürürlükte olan 1412 sayılı Kanun’un 318. maddesi uyarınca reddine karar verilerek, gereği düşünüldü:

I. TEMYİZ SEBEPLERİ
Sanık müdafiin temyiz isteği, sanığın cezalandırılmasına yeter her türlü şüpheden uzak kesin delil bulunmadığına, sanığın suç kastı olmadığına, suçun unsurlarının oluşmadığına, ayrıntılı bilirkişi raporu alınmadan eksik araştırma ile hüküm kurulduğuna ve sair nedenlere ilişkindir.

II. GEREKÇE
Dosya kapsamına göre, ihbar ve kolluk görevlilerinin araştırmaları üzerine arama-el koyma kararına istinaden sanığa ait işyerine gidildiğinde, bankonun arkasında, kupon yazdırmakta kullanılan yazıcı bağlı bilgisayar olduğu görülmüş, masa üzerinde on adet bahis bülteni ve üç adet oynanmış bahis kuponu bulunmuş, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 134. maddesi uyarınca alınan karara istinaden yaptırılan bilirkişi incelemesinde, üzerinde “bayi kodu” yazılı bir adet oynanmış kupon, bahis sitelerine erişim sağlandığı, bayi olarak oturum açıldığı, kupon düzenlendiği ve yazdırıldığına dair onbinlerce kayıt tespit edilmiş ve sanığın 7258 sayılı Kanun’a muahalefet suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.

Sanık aşamalardaki savunmalarında, bahis oynamadığını ve oynatmadığını beyan etmiştir.

Tüm dosya kapsamına göre, sanığın işyerinde 7258 sayılı Kanun’a aykırı olarak bahis oynattığına yönelik bulgular ele geçirilmesi karşısında, sanığın atılı suçu işlediğinin sabit kabul edilip hakkında 7258 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan mahkûmiyet hükmü kurulmasında hukuka aykırılık bulunmamıştır.

Yargılama sürecindeki işlemlerin usul ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç vasfı ile yaptırımın doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, sanık hakkında kurulan hükümde hukuka aykırılık bulunmamış, sanık müdafiin yerinde görülmeyen diğer temyiz sebepleri reddedilmiştir.

III. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle sanık müdafii tarafından öne sürülen temyiz sebepleri ve dikkate alınan sair hususlar yönünden herhangi bir hukuka aykırılık görülmediğinden sanık müdafiin temyiz sebeplerinin reddiyle hükmün, Tebliğname’ye uygun olarak, oy çokluğuyla ONANMASINA,

Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,

16.12.2024 tarihinde karar verildi.

KARŞI DÜŞÜNCE

Sanık … hakkında, 7258 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükmün, sanık müdafii tarafından temyizi üzerine sayın çoğunluğun onamaya ilişkin kararı yerinde değildir.

Şöyle ki;
Sayın çoğunluk ile aramızdaki görüş ayrılığı, 07.07.2014 ile 17.03.2015 tarihleri arasında değişik şahıslara bir çok kez yasa dışı bahis oynatan sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.

Temyiz incelemesi yapılan bu dosyada, sanığa ait işyerinde internet üzerinden bahis oynantığının tespiti üzerine bilgisayara el konulduğu, yaptırılan bilirkişi incelemesinde 07.07.2014 ile 17.03.2015 tarihleri arasında bir çok kez yurtdışı kaynaklı bahis oynatıldığı tespit edilmiş, 7258 sayılı Yasanın 5/1a maddesinden cezalandırılması için dava açılmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 08.04.2014 tarih ve 2014/7-591 E., 2014/171 K. sayılı kararında belirtildiği üzere;

Görüş ayrılığının çözülebilmesi için “zincirleme suç” hükümleri üzerinde durulmalıdır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 43. maddesinin ilk fıkrasında; “Bir suç işleme kararının icrası kapsamında, değişik zamanlarda bir kişiye karşı aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda, bir cezaya hükmedilir. Ancak bu ceza, dörtte birinden dörtte üçüne kadar artırılır. Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır. Mağduru belli bir kişi olmayan suçlarda da bu fıkra hükmü uygulanır” biçiminde zincirleme suç düzenlemesine yer verilmiş, ikinci fıkrasında; “Aynı suçun birden fazla kişiye karşı tek bir fiille işlenmesi durumunda da, birinci fıkra hükmü uygulanır” denilmek suretiyle aynı neviden fikri içtima kurumu hüküm altına alınmış, üçüncü fıkrasında ise; “Kasten öldürme, kasten yaralama, işkence, … ve yağma suçlarında bu madde hükümleri uygulanmaz” düzenlemesi ile zincirleme suç ve aynı neviden fikri içtima hükümlerinin uygulanamayacağı suçlar belirtilmiştir.

TCK.nun 43/1. maddesi düzenlemesinden anlaşılacağı üzere, zincirleme suç hükümlerinin uygulandığı hallerde aslında işlenmiş birden fazla suç olmasına karşın, fail bu suçların her birinden ayrı ayrı cezalandırılmamakta, buna karşın bir suçtan verilen ceza belirli bir miktarda arttırılmaktadır.

5237 sayılı TCK.nun 43/1. maddesi uyarınca zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için;

a- Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi,
b- İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması,
c- Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi gerekmektedir.

Zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için gerekli olan unsurların üzerinde ayrıntılı olarak durulmasında yarar bulunmaktadır.

a) Aynı suçun değişik zamanlarda birden fazla işlenmesi;

Aynı suç 5237 sayılı TCK.nun 43. maddesinde; “Bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekilleri, aynı suç sayılır” denmek suretiyle açıklığa kavuşturulmuştur. Öğretide de “aynı suçtan anlaşılması gerekenin, aynı suç tipi olduğu”, kanunda düzenlenen suçların ismi aynı ise aynı suçtan söz edileceği, suçun ismi farklı ise artık aynı suçtan bahsedilemeyeceği kabul edilmektedir. (Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku Genel Kısım, Savaş Yayınevi, Ankara, 2008. s.316; Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan – Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 1. cilt, Ankara, 2014, s.1241-1242; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümleri, 6. bası, Ankara, 2013, s. 486-488; Türkan Sancar Yalçın-Yeni Türk Ceza Kanununda “Zincirleme Suç”, TBB Dergisi, sayı 70, Mayıs/Haziran 2007, s. 253)

5237 sayılı TCK.nun 43/1. maddesinde bulunan “değişik zamanlarda” ifadesinin açıklığı karşısında, zincirleme suç hükümlerinin uygulanabilmesi için suçların farklı zamanlarda işlenmesi gerektiği konusunda öğreti ve uygulamada tam bir görüş birliği bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak, aynı mağdura, aynı zamanda, aynı suçun birden fazla işlenmesi durumunda tek suçun oluşacağı kabul edilmiştir. Bu halde zincirleme suç hükümleri uygulanarak artırım yapılamayacak, ancak bu husus TCK.nun 61. maddesi uyarınca temel cezanın belirlenmesinde gözönünde bulundurulacaktır.

b) İşlenen suçların mağdurlarının aynı kişi olması;

Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (Mehmet Emin Artuk – Ahmet Gökcen – A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. bası, Ankara, 2014, s.284; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. bası, Ankara, 2013, s. 211-215; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 6. bası, Ankara, 2013, s.107-109; Osman Yaşar – Hasan Tahsin
Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. cilt, Ankara, 2014, s.7958-7959)

c) Bu suçların aynı suç işleme kararı altında işlenmesi;

Ceza Genel Kurulunun 14.01.2014 gün ve 384-2, 03.12.2013 gün ve 1475-577, 30.05.2006 gün ve 173-145, 08.07.2003 gün ve 189-207, 13.10.1998 gün ve 205-304, 20.03.1995 gün ve 48-68 ile 02.03.1987 gün ve 341-84 sayılı kararlarında “aynı suç işleme kararı” kavramından, kanunun aynı hükmünü birçok kez ihlal etme hususunda önceden kurulan bir plan, genel bir niyetin anlaşılması gerektiği, bu bağlamda failin suçu işlemeden önce bir plan yapmasının veya bu suça niyet etmesinin, fakat fiili bir defada yapmak yerine, kısımlara bölmeyi ve o surette gerçekleştirmeyi daha uygun görmesinin, hareketinin önceki hareketinin devamı olmasının ve tüm hareketleri arasında subjektif bir bağlantı bulunmasının anlaşılması gerektiği kabul edilmiş, ilk eylemle ikinci eylem arasında makul sayılamayacak uzunca bir sürenin geçmesinin, sanığın aynı suç işleme kararıyla değil, çıkan fırsatlardan yararlanmak suretiyle suçu işlediğini gösterdiği belirtilmiştir.

Öğretide ise aynı suç işleme kararının, kanunun aynı hükmünü müteaddit defa ihlal etmek hususunda önceden kurulan bir plan ve genel bir niyet anlamında bulunduğu (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza hukuku, Beta Basım Yayım, 14. bası, İstanbul, 1997, s.528 vd), çok genel bir birliğin, genel bir saik birliği sonucuna götüreceği, saik birliğinin, kararda birliği meydana getiremeyeceği, suç saiki, niyeti, amacı ile kararının karıştırılmaması gerektiği, yine fırsat çıktığı zaman suç işlemek için verilen genel bir kararın, müteselsil suçun bu sübjektif şartını oluşturmayacağı (Türkan Yalçın Sancar, Mütesessil Suç, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1995, s.70 vd), failin çıkacak her fırsattan yararlanmak hususunda genel ve soyut bir kararının varlığının aynı suç işleme kararının kabulünü gerektirmeyeceği (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, İstanbul, 1972, s. 136-137; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. bası, Ankara, 2013, s. 490), kanunda kullanılan karar tabirinden anlaşılması gerekenin, failin daha baştan itibaren birden fazla suçu kısım kısım işlemeye yönelik tasavvuru olduğu, önceden bir plan yapmış, niyetini oluşturmuş, fakat bunu bir defada gerçekleştireceği yerde, kısımlara bölmeyi ve o suretle gerçekleştirmeyi daha uygun görmüş ve bu plana göre hareket etmiş olduğu için zincirleme suçun kabul edildiği (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2011, s.507), zincirleme suç halinde failin somut fiiline ve fiillerin bütününe yönelik olmak üzere iki iradesinden söz edilebileceği, zincirleme suç işlemeye yönelik iradenin, yani bir suç işleme kararının her bir suça ilişkin kasıttan önce geldiği (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. bası, İstanbul, 2013, s. 475), zincirleme suçun sübjektif şartının bir suç işleme kararının icrası kapsamında işlenen suçlar arasında manevi bir bağ bulunması olduğu (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. bası, Ankara, 2013, s. 553), suçların işleniş biçimindeki benzerlik, aynı türden fırsatları değerlendirme, suçla korunan hukuki değer, hareketin yöneldiği maddi konunun nitelik ve başkalıkları ve suçlar arasındaki zaman aralığı gibi dışa yansıyan veri ve davranışlardan yararlanılarak tespit edilecek olan bir suç işleme kararının kanunun aynı hükmünü ihlal etmek hususundaki failin genel planı olduğu (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökçen-Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. bası, Ankara, 2013, s. 645-646) görüşleri ileri sürülmüştür.

Suç kastından daha geniş bir anlamı içeren suç işleme kararı, suç kastından daha önce gelen genel bir karar ve niyeti ifade etmektedir. Önce suç işleme kararı verilmekte ve bundan sonra bu genel kararın icrası farklı zamanlardaki suçlarla gerçekleştirilmektedir. Kararın gerçekleştirilmesi için gerekli suçların herbirinde ayrı suç kastları, bir başka deyişle bir suç için gerekli olan maddi ve manevi unsurlar ayrı ayrı yer almaktadır. Böylece suç işleme kararı denilen genel plân, niyet veya karar, zinciri oluşturan ve her biri birbirinden bağımsız olan suçları birbirine bağlayan ortak bir zemini oluşturur.

Suç işleme kararının yenilenip yenilenmediği, birden çok suçun aynı karara dayanıp dayanmadığı, aynı zamanda suçlar arasındaki süre ile de ilgilidir. İşlenen suçların arasında kısa zaman aralıklarının olması suç işleme kararında birlik olduğuna; uzun zaman aralıklarının olması ise suç işleme kararında birlik olmadığına karine teşkil edebilecektir. Yine de çeşitli suçlar arasında az veya çok uzun zaman aralığının var olması, bu suçların aynı suç işleme kararının etkisi altında işlendiğini ya da işlenmediğini her zaman göstermeyecektir. Diğer bir anlatımla, sürenin uzunluğu kararın yenilendiğini

düşündürebileceği gibi, kısalığı da her zaman kararın yürürlükte olduğunu göstermeyebilecektir. Diğer taraftan, hukuki veya fiili kesintiler olduğunda farklı değerlendirmeler yapılması mümkündür. Ancak bu değerlendirme her olayda ayrı ayrı ve diğer şartlar da dikkate alınarak yapılmalıdır. Bu nedenle, başlangıçta belirli bir süre geçince suç işleme kararı yenilenmiş ya da değişmiş olur demek, soyut ve delillerden kopuk bir değerlendirme olacaktır. Failin iç dünyasını ilgilendiren bu kararın varlığının her olayın özelliğine göre suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesindeki özellikler, fiillerin işlendikleri yer ve işlenme zamanı, fiiller arasında geçen süre, korunan değer ve yarar, hareketin yöneldiği maddi konunun niteliği, olayların oluşum ve gelişimi ile dış dünyaya yansıyan diğer tüm özellikler değerlendirilerek belirlenmesi gerekecektir.

Görüldüğü üzere, zincirleme suçun oluşumu için işlenen suçlar arasında ne kadar zaman geçmesi gerektiği konusunda genel ve mutlak bir kural koymak mümkün olmadığından, hangi süre içerisinde işlenirse işlensin, işlenen suç başlangıçtaki genel niyete veya suç işleme konusundaki tek karara dayanıyor ise zincirleme suç hükümleri uygulanacak, ancak işlenen suç failin yeni bir suç işleme kararına dayanıyorsa artık zincirleme suç söz konusu olmayacaktır.

Yapılmakta olan soruşturma sonucunda toplanan delillerin failin suçu işlediği yönünde yeterli şüphe oluşturması üzerine Cumhuriyet Savcısınca şüpheli hakkında CMK.nun 170. maddesi uyarınca iddianamenin düzenlenmesiyle hukuki kesinti oluşmaktadır. İddianamenin düzenlenmesiyle olaylar arasında hukuki kesinti oluştuğundan iddianamenin düzenlenmesinden sonra devam eden eylemler ise başka bir ceza soruşturmasının konusunu oluşturacaktır.

Buna karşın işlemiş olduğu suçtan dolayı henüz hakkında iddianame düzenlenmeden, sanığın aynı suç işleme kararıyla ve aynı mağdura (suçtar zarar görene) karşı yeniden suç işlemesi durumunda, hukuki kesinti gerçekleşmeden aynı suçun işlenmesi söz konusu olduğundan sanık hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanacaktır. Bu ahvalde sanığın her suçtan ayrı ayrı cezalandırılması yoluna gidilmeyecek, sanığa bir suçtan ceza verildikten sonra hakkında zincirleme suç hükümleri uygulanmak suretiyle cezasından artırım yapılacaktır.
Buna göre, soruşturma aşamasında sanığın aynı suç işleme kararıyla, aynı mağdura (suçtan zarar görene) karşı değişik zamanlarda aynı suçu işlediğinin tespit edilmesi durumda, soruşturma dosyalarının birleştirilerek kamu davası açılması, bu hususa riayet edilmeden kamu davalarının açılması halinde ise hukuki kesintinin oluşmasından önce sanığın aynı mağdura karşı bir suç işleme kararıyla aynı suçu değişik zamanlarda işlediğinin anlaşılması durumunda dava dosyalarının birleştirilerek sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesi isabetli bir uygulama olacaktır.

7258 sayılı Yasanın 5/b maddesindeki suçun oluşması için bir kez dahi yasadışı bahis oynatılması yeterlidir. Yani temadi eden bir suç değildir.

Bu anlatılanlardan sonra somut olaya baktığımızda;

İşyerinde internet üzerinden bahis oynantığının tespiti üzerine bilgisayara el koyularak, bilgisayar üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesinde 07.07.2014 ile 17.03.2015 tarihleri arasında bir çok kez yurtdışı kaynaklı bahis oynattığı tespit edilen sanığın, hukuki kesinti oluşmadan bir suç işleme kararıyla, aynı mağdura (suçtan zarar görene) karşı ve kısa aralıklarla değişik zamanlarda 7258 sayılı Yasanın 5/b maddesinde düzenlenen suçu işlediği anlaşıldığından, hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

7258 sayılı Yasanın 5/b maddesinde düzenlenen suçun mağduru toplumu oluşturan herkestir.

Dosya kapsamına göre, sanığın yasadışı bahis oynatmaya karar verdikten sonra, bu kararın icrası kapsamında tespit edilebildiği kadar 11-22.08.2015 tarihleri arasında eylemlerini gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Ceza Genel Kurulu’nun yukarıda ayrıntısı ile bahsedilen içtihadında da belirtildiği üzere, tek suç işleme kararı kapsamında yani yasadışı bahis oynatma kararı uyarınca aynı mağdura karşı kısa aralıkla bir çok kez 7258 sayılı Yasanın 5/b maddesinde düzenlenen suçu işlediği, hukuki kesinti gerçekleşmeden aynı suçun işlenmesi söz konusu olduğundan sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması gerekçesiyle hükmün bozulması yerine, sanığın eyleminin tek kabul edilerek 7258 sayılı Yasanın 5/b maddesinden kurulan hükmün onanması yönündeki sayın çoğunluğun kararına katılmıyoruz. 16.12.2024

SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA ÖRGÜT KURMA, SUÇTAN KAYNAKLANAN MALVARLIĞI DEĞERLERİNİ AKLAMA,

TC
YARGITAY
3. Ceza Dairesi
2021/3543 E. , 2022/10260 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama, 7258 sayılı Kanuna muhalefet

Hüküm :1-)Sanıklar haklarında suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçundan CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca ayrı ayrı beraat

2-)Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, … hakkında Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama suçundan CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca ayrı ayrı beraat

3-)Sanıklar …, …, … ve … hakkında TCK’nın 282/1, 53, 54 ve 55 maddeleri uyarınca mahkumiyet

4-)Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında 7258 sayılı yasanın 5/2 ve TCK’nın 53. maddeleri uyarınca mahkumiyet
5-)Sanık … hakkında 7258 sayılı Kanunun 5/2, TCK’nın 53, 54 ve 55 maddeleri uyarınca mahkumiyet
Temyiz edenler : Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, … ve … müdafiileri, sanık …, sanık …, sanık …, Spor Toto Teşkilatı Başkanlığı vekili, Maliye Hazinesi vekili

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Hükmedilen cezaların süresine göre şartları bulunmadığından, sanık … müdafiinin duruşmalı inceleme isteğinin 1412 sayılı CMUK’nın 318. maddesi uyarınca REDDİNE,
… müdafiinin yasal süresinden sonra gerçekleştirmiş olduğu anlaşılan temyiz talebinin 5320 sayılı kanunun 8. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE,
Maliye Hazinesinin atılı tüm suçlardan; Spor Toto Teşkilatı Başkanlığının suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini Aklama suçlarından doğrudan zarar görmesi söz konusu olmadığı ve bu suçlardan açılan davaya katılmalarına yasal olarak imkan bulunmadığından, davaya katılmaya ilişkin verilen karar hukuki değerden yoksun olup hükmü temyiz yetkisi vermeyeceğinden, Spor Toto Teşkilatı Başkanlığı vekili ile Maliye Hazinesi vekilinin temyiz istemlerinin 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi gereğince REDDİNE,
7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunu Düzenlenmesi Hakkında Kanunun 5. maddesinin (22/4/2022-7405/48) ek fıkrasındaki açık düzenleme uyarınca Spor Toto Teşkilatı Başkanlığı’nın 7258 Sayılı Kanuna Muhalefet suçundan davaya katılan olarak kabulünde isabetsizlik görülmemiş, tebliğnamedeki aksi yöndeki görüşe iştirak edilmemiştir.
I-)Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında 7258 Sayılı Yasaya Muhalefet suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, … , …, …, …, …, …, … ve … müdafiileri, sanık …, sanık … ve sanık …’ın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine ancak;

Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E, 2015/85 sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulmasında zorunluluk bulunması,
Kanuna aykırı olup, hükümlerin bu sebepten dolayı BOZULMASINA, bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan hükümlerdeki TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin kısımlarının bütünüyle çıkarılarak yerine “Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E, 2015/85 sayılı iptal kararı doğrultusunda yürürlükte bulunan TCK’nın 53. maddesinin sanık hakkında uygulanmasına” ibaresi eklenmek suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

II-)Sanıklar …, …, … ve … hakkında Suçtan Kaynaklanan Malvarlığı Değerlerini Aklama suçundan; sanıklar … ve … hakkında 7258 sayılı Kanuna muhalefet suçundan kurulan mahkumiyet hükümlerine yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;

TCK’nın 282/1. maddesi uygulanırken ayrıca adli para cezası uygulanmaması suretiyle eksik ceza tayini, aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

1-) …, …, … ve … yönünden;

A-)Sanıkların yasadışı bahis oynatılması suretiyle elde edilen 30.000 Euro miktarındaki parayı yurtdışına çıkarmaya çalışırken kolluk ekipleri tarafından yakalanarak el konulması şeklinde gerçekleşen eylemlerinin bu hali ile suça teşebbüs halinde kalması karşısında; sanıkların banka hesap hareketleri de incelenerek 7258 sayılı Kanuna muhalefet etme suçundan kaynaklanan ve dava konusu olan mal varlığı değerlerinin gayrimeşru kaynağını gizleyerek meşru bir yolla elde edildiği konusunda kanaat uyandırmak maksadıyla hangi tarihli işlem ya da işlemlere tabi tutulduğunun veya başka surette yurtdışına çıkarılıp çıkarılmadığının araştırılması ile sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, yerinde olmayan gerekçe ile sanıkların mahkumiyetine karar verilmesi,

B-)Kabul ve uygulamaya göre de;

a-Takdiri indirim nedeni olarak failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failinin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususların göz önünde bulundurulması gerektiği gözetilmeden dosyaya yansıyan olumsuz bir davranışı tespit edilemeyen ve savunmasında da eylemleri ile ilgili olarak kısmi ikrarda bulunarak mahkemeye yardımcı olan sanıklar …, … ve … hakkında TCK’nın 62. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesi,

b-Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53/1. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulmasında zorunluluk bulunması,

2-) Sanıklar … ve … yönünden;

a-…’in yanında para karşılığı çalıştıkları anlaşılan sanıklar … ve …’in kendi ad ve hesaplarına yasadışı bahis oynattıklarının her türlü kuşkudan uzak bir şekilde kanıtlanamadığı anlaşılmakla; bu hususta gerekli araştırmanın yapılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

b-Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas, 2015/85 karar sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53/1. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulmasında zorunluluk bulunması,

Kanuna aykırı, sanıklar müdafilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 01.12.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

İNTERNET ÜZERİNDEN YASADIŞI BAHİS SİTELERİNE GİRİŞ- BERAAT

TC
YARGITAY
19. Ceza Dairesi
2019/749 E. , 2019/5966 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : …… Sayılı Kanuna Aykırılık
HÜKÜM : Mahkumiyet

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Sanığın işyerinde yapılan aramada ele geçirilen bilgisayar ve cep telefonu üzerinde yaptırılan inceleme sonucunda düzenlenen raporlara göre, sanığın internet üzerinden yayın yapan bahis sitelerine erişim sağladığı tespit edilmekle birlikte, bunların büyük kısmının yasal bahis siteleri olduğu, …… sayılı Kanuna aykırı bahis sitelerine erişimler, sayı itibariyle, sanığın üzerine atılı suçu işlediğini kabule yeter derecede olmadığı gibi sitelerin bahis oynanmasına ilişkin kısımlarına erişim sağlandığına dair bir bulgu da bulunmadığı, anılan sitelerin bahis oynanması dışında bir takım içerikler de barındırdığının bilindiği, sanığın aşamalardaki savunmalarında istikrarlı bir şekilde yasadışı bahis oynatmadığını, kendisinin yasal siteler üzerindeki hesabından bahis oynadığını ve başkalarına da oynattığını savunduğu, yasal bahis sitelerine erişim sağlamasının da bu savunmasını desteklediği anlaşılmakla, üzerine atılı suçu işlediğine yönelik her türlü şüpheden uzak ve kesin bir delil elde edilemeyen sanığın beraati yerine, yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi,

Kabule göre de,

a) Sanığın eyleminin …… sayılı Kanun’un 5/1.a maddesi kapsamında kaldığı kabul edilmesine karşın, maddede yer alan adli para cezasına hükmedilmeyerek eksik ceza tayini,

b) … adli emanetin 2014/11031 sırasında kayıtlı kuponlar ve alacak verecek kayıtlarının, delil olarak saklanması yerine, müsaderesine karar verilmesi,

c) 24/11/2015 tarih ve …… sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarih ve 2014/140 E., 2015/85 K. sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmiş olması nedeniyle yeniden değerlendirme yapılması zorunluluğu,

Bozmayı gerektirmiş olup, sanığın temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden HÜKMÜN, tebliğnameye aykırı olarak, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 1412 sayılı CMUK’nun 326/son maddesi uyarınca ceza miktarında sanığın kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 19/03/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

İŞÇİNİN ARA DİNLENMEYİ İŞYERİNDE GEÇİRMESİ DURUMUNDA ARA DİNLENME VERİLMEMİŞ SAYILIR

TC
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
2015/24817 E.,2017/22148 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ (İŞ)

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı ile fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, yıllık izin ücreti, ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davalılardan …, … ile … tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı isteminin özeti:

Davacı vekili, davacının iş aktinin davalı tarafından haksız olarak sonlandırıldığını, 31/12/2012 tarihinden itibaren yeni ihalenin yapıldığı 20/02/2013 tarihine dek ücretsiz ve sigortasız olarak çalıştırıldığını ve ücreti ödenmeden işine son verildiğini, tüm çalışanlar nöbet esasına göre çalıştığı için 2 ayda 1 kere pazar nöbeti tuttuğunu, işyerindeki çalışma süresinin 08:30-17:30 saatleri arasında olduğunu, festivalde de çalıştığını, bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, ücret, yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti alacaklarını istemiştir.

B)Davalı cevabının özeti:

Davalı … vekili, taleplerin zamanaşımına uğradığını, müvekkiline sorumluluk yöneltilemeyeceğini, iş aktinin belirli süreli olduğunu cumartesi-pazar günlerinin tatil olup, fazla mesai bulunmadığını, müvekkilinin resmi kurum olup, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı …-… Şirketi vekili, belirli süreli iş akti olduğunu, davacının ihaleyi alan sonraki firmada çalışmaya devam ettiğini, fazla çalışması var ise buna davalı … karar verdiğinden müvekkilinin sorumlu olmadığını, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı … Halk Ekmek Şirketi, ve davalı … Şirketi, davaya cevap dilekçesi vermemişlerdir.

C)Yerel Mahkeme kararının özeti:

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, davacı işçinin davalı iş yerinde 05.02.2008 – 15.02.2013 tarihleri arasında toplam 5 yıl 10 gün süreyle büro elamanı olarak çalıştığı, çalışmasının eylemli ve kesintisiz olduğu; somut olayda iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından davacının bir siyasal partinin ilçe başkanlığı seçiminde Belediye Başkanı’nın desteklediği adaya oy vermemesi nedeniyle feshedildiği ve bu nedenle feshin haksız olduğu; iş yerindeki istihdam biçimi, görevlendirmeler ve uygulamalara bakıldığında davalı … ile ihaleleri alan firmalar arasında muvazaa olduğu, davacının iş sözleşmesinin kurulduğu tarihten itibaren davalı … Belediyesi’nin işçisi olduğu, muvazaalı işlemi yapan davalı şirketlerin, davacının iş sözleşmesini geçersiz nedenle feshi sonucuna bağlı yasal yaptırım sonucu doğan alacağından davalı … Belediyesi ile birilkte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğunu sonucuna varılmıştır. Ücretin miktarının ne olduğu ve eklerinin varlığı gibi konularda ispat yükünün işçinin üzerinde olup davacının kıdemi, yaptığı işin niteliği, emsal ücret araştırması ve tanık anlatımları göz önüne alındığında davacının son net ücretin asgari ücretin üzerinde (940,00 TL) olduğu sonucuna varıldığı, iş sözleşmesinin kıdem ve ihbar tazminatı hak kazanmayacak şekilde sona erdiğini ispat yükü işverenin üzerinde olup davalı işverenin, iş sözleşmesinin kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanılmayacak şekilde sona erdiğini ispatlayamadığı için davacının hizmet süresinin karşılığı olan kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı sonucuna varıldığı, işçinin ücretinin ödendiğini ispat yükü işverenin üzerinde olup ücretin ödendiğinin ispatında işçinin imzasını taşıyan bir ödeme belgesi yeterli ise de para borcu olan ücretin ödendiğinin tanıkla ispatının mümkün olmadığı, davacının 45 günlük ücret alacağının bulunduğu iddia edilmiş olup davalı işveren bu alacağın ödendiğini ve bakiye ücret alacağı kalmadığını davacı işçinin imzasını taşıyan bir ödeme belgesi ya da başka bir yazılı belge ile ispat edemediğinden, işverenin ödenmeyen bu ücret alacağından sorumlu olduğu sonucuna varıldığı, fazla çalışma yaptığını iddia eden işçinin bu iddiasını ispatla yükümlü olup davalı iş yerinde haftalık toplam 3 saat fazla çalışıldığı, her yıl Nisan ile Kasım ayları arasındaki dönemde ayda 12 saat fazla çalışıldığı, bu bakımdan davacının fazla çalışma alacağına hak kazandığı sonucuna varıldığı, hafta tatili gününde çalıştığını iddia eden işçinin, bu iddiasını ispatla yükümlü olup davalı iş yerinde iki ayda bir gün hafta tatili gününde anons nöbeti tutulduğu sabit olduğundan davacının hafta tatili alacağına hak kazandığı sonucuna varıldığı, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını iddia eden işçinin bu iddiasını ispatla yükümlü olup davacının Halk Ekmekte çalıştığı 2008 yılında, dini bayramlarda yılda 1 gün çalıştığı için ulusal bayram ve genel tatil alacağına hak kazandığı sonucuna varıldığı, yıllık izinlerin kullandırıldığını ispat yükü işverenin üzerinde olup işveren yıllık izinlerin kullandırıldığını imzalı izin defteri veya izin formu ya da işyeri giriş ve çıkış kartlarını gösteren çizelge gibi eşdeğer bir belge ile kanıtlayabileceği, davalı … Belediyesi tarafından sunulan personel yıllık izin belgelerinden davacının 27 gün izin kullandığı, ancak izin kullanılmayan 43 gün üzerinden yıllık izin ücretine hak kazandığı sonucuna varıldığı, davalı işveren vekili işçilik alacaklarının zamanaşımına uğradığını savunmuş, zamanaşımı def’inde bulunduğu, kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan (işçi açısından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihten) itibaren, on yıllık zamanaşımına tabi olduğu (TBY 146 maddesi) (HGK, 24.3.2010, Esas, 2010/9-121, Karar 2010/172; HGK, 12.11.2003, Esas 2003/9-685, 20013/690), işçi ücretlerine ilişkin davalar beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu (4857 sayılı İş Kanunu 32/8 maddesi; TBY 147/1 maddesi, BY 126/3 maddesi), fazla çalışma, hafta ve genel tatil alacakları bu tür alacaklardan olduğu, bu nedenle ıslahla istenen fazla çalışma, hafta ve genel tatil alacağının ıslah tarihinden geriye doğru beş yılın dışında kalan ve dava dilekçesinde istenen miktardan fazla olan kısmı zamanaşımına uğrayacağı (… Hukuk Dairesi 4.7.2012, Esas 2012/3938), yıllık izin ücreti iş sözleşmesinin feshi ile muaccel olup dönemsel bir nitelik taşımadığından, 10 yıllık genel zamanaşımına tabi olduğu, (… Hukuk Dairesi, 4.7.2012, 2012/3938 Esas), somut olayda davacının davasını 04.09.2014 tarihinde ıslah ettiğinden, dava dilekçesinde ve ıslahta istenen miktar yönünden zamanaşımı def’i değerlendirildiği ve buna göre hüküm kurulduğu, Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına göre, bir işçinin günlük normal çalışma süresinin üzerine sürekli olarak fazla çalışma yapması yaşamın olağan akışına aykırı olup hastalık, mazeret, izin gibi nedenlerle belirtilen şekilde çalışılamayan günlerin olması kaçınılmaz olduğundan (… Hukuk Dairesi 18.7.2008, 2007/25857 Esas), tanık anlatımlarına göre belirlenen ücret alacakları için bilirkişi raporuna göre hesaplanan miktardan işçinin raporlu, mazeretli, izinli olduğu günler ile çalışılmayan günler göz önünde bulundurularak Türk Borçlar Yasası’nın 51 ve 52. maddeleri gereğince takdiren % 30 oranında hakkaniyet indirimi yapıldığı, sonuç olarak, oluş ve kabule göre; davacı bir kısım işçilik alacakları için iddiasında haklı bulunduğundan aşağıdaki şekilde karar verildiği; ücret alacaklarında yapılan hakkaniyet indirimleri nedeniyle reddine karar verilen miktar bakımından kendisini vekille temsil ettirmiş olan davalı yararına vekâlet ücretine hükmedilmediği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

D)Temyiz:

Karar süresi içinde davalı … vekili, davalı …-… Şirketi vekili, davalı … Halk Ekmek Şirketi tarafından temyiz edilmiştir.

E)Gerekçe:

1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalı … vekili, davalı …-… Şirketi vekili, davalı … Halk Ekmek Şirketi’nin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davalılar arasındaki hukuki ilişkinin niteliği bakımından, taraflar arasındaki temel uyuşmazlık, asıl işveren alt işveren ilişkisinin muvazaaya dayanıp dayanmadığı ve bunun işçilik haklarına etkileri noktasında toplanmaktadır.

Alt işveren; bir iş yerinde yürütülen mal ve hizmet üretimine ilişkin asıl işin bir bölümünde veya yardımcı işlerde, işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren alanlarda iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini, sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren olarak tanımlanabilir. Alt işverenin iş aldığı işveren ise asıl işveren olarak adlandırılabilir. Bu tanımlamalara göre asıl işveren – alt işveren ilişkisinin varlığından söz edebilmek için iki ayrı işverenin olması, mal veya hizmet üretimine dair bir işin varlığı, işçilerin sadece asıl işverenden alınan iş kapsamında çalıştırılması ve tarafların muvazaalı bir ilişki içine girmemeleri gerekmektedir.

Alt işverene yardımcı işin verilmesinde bir sınırlama olmasa da, asıl işin bir bölümünün teknolojik uzmanlık gerektirmesi zorunludur. 4857 sayılı İş Kanununun 2 nci maddesinde, asıl işveren alt işveren ilişkisinin sınırlandırılması yönünde yasa koyucunun amacından da yola çıkılarak, asıl işin bir bölümünün alt işverene verilmesinde “işletmenin ve işin gereği” ile “teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” ölçütünün bir arada bulunması şarttır. Yasanın 2 nci maddesinin altıncı ve yedinci fıkralarında “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işler” sözcüklerine yer verilmiş olması bu gerekliliği ortaya koymaktadır. Alt İşverenlik Yönetmeliğinin 11 inci maddesinde de yukarıdaki anlatımlara paralel biçimde, asıl işin bir bölümünün alt işverene verilebilmesi için “işletmenin ve işin gereği ile teknolojik sebeplerle uzmanlık gerektirmesi” şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği belirtilmiştir.

İşverenler arasında muvazaalı biçimde asıl işveren alt işveren ilişkisi kurulmasının önüne geçilmek amacıyla İş Kanununun 2 nci maddesinde bazı muvazaa kriterlerine yer verilmiştir. Muvazaa Borçlar Kanununda düzenlenmiş olup, tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacıyla, kendi gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç meydana getirmesini arzu etmedikleri, görünüşte bir anlaşma olarak tanımlanabilir. Muvazaada, taraflar arasında üçüncü kişileri aldatma kastı bulunmakta ve sözleşmedeki gerçek amaç gizlenmektedir. Muvazaa genel ispat kuralları ile ispat edilebilir. Bundan başka İş Kanununun 2 nci maddesinin yedinci fıkrasında sözü edilen hususların, aksi kanıtlanabilen adi kanunî karineler olduğu kabul edilmelidir.

5538 sayılı Yasa ile İş Kanununun 2 nci maddesine bazı fıkralar eklenmiş ve kamu kurum ve kuruluşlarıyla sermayesinin yarısından fazlasının kamuya ait olan ortaklıklara dair ayrık durumlar düzenlenmiştir. Ancak, maddenin diğer hükümleri değişikliğe tabi tutulmadığından, asıl işveren alt işveren ilişkisinin unsurları ve muvazaa öğeleri değişmemiştir. Yasal olarak verilmesi mümkün olmayan bir işin alt işverene bırakılması veya muvazaalı bir ilişki içine girilmesi halinde, işçilerin baştan itibaren asıl işverenin işçileri olarak işlem görecekleri 4857 sayılı Kanunun 2 nci maddesinin yedinci fıkrasında açık biçimde ifade edilmiştir. Kamu işverenleri bakımından farklı bir uygulamaya gidilmesi hukuken korunamaz. Muvazaaya dayanan bir ilişkide işçi, gerçek işverenin işçisi olmakla kıdem ve unvanının dışında bir kadro karşılığı çalışması ve diğer işçilerle aynı ücreti talep edememesi, İş Kanununun 5 inci maddesinde öngörülen eşitlik ilkesine aykırılık oluşturur. Yine koşulların oluşmasına rağmen işçinin toplu iş sözleşmesinden yararlanamaması, Anayasal temeli olan sendikal hakları engelleyen bir durumdur. Dairemizin kararları da bu doğrultudadır (Yargıtay …HD. 24.10.2008 gün 2008/ 33977 E, 2008/ 28424 K.).

İş Kanununun 3 üncü maddesinin ikinci fıkrası, 15.5.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5763 sayılı Yasanın 1 inci maddesiyle değiştirilmiş ve alt işverenin işyerini bildirim yükümü getirilmiştir. Alt işveren bu bildirimi asıl işverenle aralarında düzenlenmiş olan yazılı alt işverenlik sözleşmesi ve gerekli belgelerle birlikte yapmak durumundadır. Alt işverenlik sözleşmesi ilgili bölge müdürlüğü ile gerektiğinde iş müfettişleri tarafından incelenecek ve kurumca re’sen muvazaa araştırması yapılabilecektir.
Muvazaanın tespiti halinde bu yönde hazırlanan müfettiş raporu ilgililere bildirilir ve ilgililer altı iş günü içinde yetkili iş mahkemesine itiraz edebilirler. İtiraz üzerine verilen kararlar kesindir. İş Müfettişliği tarafından hazırlanan muvazaalı alt işverenlik ilişkisinin tespit edildiği rapora ilgililerin süresi içinde itiraz etmemesi ya da mahkemece muvazaalı işlemin varlığına dair hüküm kurulması halinde, alt işverenliğe dair tescil işlemi iptal edilir. Bu halde alt işveren işçileri başlangıçtan itibaren asıl işverenin işçileri sayılır.

Asıl işveren alt işveren ilişkisi ve muvazaa konuları, 5763 sayılı Yasayla iş kanununda yapılan değişiklikler ve buna bağlı olarak çıkarılan Alt İşveren Yönetmeliğinin ardından farklı bir anlam kazanmıştır. Yönetmelikte “yazılı alt işverenlik sözleşmesi”nden söz edilmiş ve çeşitli tanımlara yer verilmiştir.
Alt İşveren Yönetmeliğinde;

1)İşyerinde yürütülen mal veya hizmet üretimine ilişkin asıl işin bir bölümünde uzmanlık gerektirmeyen işlerin alt işverene verilmesini,

2) Daha önce o işyerinde çalıştırılan kimse ile kurulan alt işverenlik ilişkisini,

3) Asıl işveren işçilerinin alt işveren tarafından işe alınarak hakları kısıtlanmak suretiyle çalıştırılmaya devam ettirilmesini,

4)Kamusal yükümlülüklerden kaçınmak veya işçilerin iş sözleşmesi, toplu iş sözleşmesi yahut çalışma mevzuatından kaynaklanan haklarını kısıtlamak ya da ortadan kaldırmak gibi tarafların gerçek iradelerini gizlemeye yönelik işlemleri, ihtiva eden sözleşmeler muvazaalı olarak açıklanmıştır.

Somut uyuşmazlıkta, Belediye’nin yardımcı zabıta personeline ilişkin ihalesi sonucunda Belediye ile şirketler arasında yasaya uygun asıl-alt işverenlik ilişkisi kurulmuştur. Mahkemenin davalı … ile alt işverenler arasındaki ilişkinin muvazaalı olduğu yönündeki tespit yerinde değildir.

3-Alt işverenlerin sorumlu oldukları hizmet süresi bakımından, dosyadaki davacıya ait hizmet döküm cetveli, SGK belgeleri ve sair bilgi ve belgelerden, davacının 31/12/2013 tarihine kadar alt işveren … Şirketi olarak davalı … nezdinde çalıştığı, ancak sonrasında 2013 yılında 45 gün de herhangi bir alt işveren nezdinde olmaksızın davalı …’de çalıştığı anlaşılmaktadır.

Bu nedenlerle;

İbar tazminatı ve yıllık izin ücreti feshe bağlı alacaklardan olup, bu alacaklardan sadece son işveren sorumlu tutulur. Davacının en son çalışması 2013 yılında 45 gün süre ile sadece davalı … nezdinde geçmesi ve bu dönemde herhangi bir alt işverene bağlı olmaksızın çalışması nedeni ile ihbar tazminatı ve yıllık izin ücretinden sadece davalı …’nin sorumlu olduğunun gözetilmemesi hatalıdır.
Ayrıca, her alt işveren, ihbar tazminatı ve yıllık izin ücreti haricindeki işçilik alacakları bakımından, davacının kendi bünyesinde çalıştığı hizmet süresi ile ve kendisinden önceki asıl işverenlik nezdinde diğer alt işverenlerde geçen hizmet süresinden sorumludur. Hesaplamaya esas ücret meblağı ise, kıdem tazminatı ve sair işçilik alacakları açısından her alt işverenin davacıyı kendi bünyesinde çalıtırdığı son ücrettir. Ancak, fazla mesai gibi dönemler itibari ile hesaplanan işçilik alacaklarında önceki dönemlerin ücretinin tespitine ilişkin genel ilkeler de geçerlidir.

Yukardaki açıklamalara göre temyiz eden davalıların sorumlulukları yeniden ele alınmalıdır.

4-İş Kanunu’nun 6. maddesinin 1., 2., ve 3. fıkralarına göre devreden işverenin sorumluluğu devir tarihinden itibaren 2 yıl sürer. Bu Kanun hükmünün temyiz eden davalı alt işverenlerin her bir için ve her bir alacak kalemi itibari ile sorumluluklara etkisi irdelenmelidir.

5-Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

Eldeki dosyada davacının normal mesai saatleri içinde yaptığı haftalık 3 saat fazla mesaiye ilaveten Nisan ve Kasım ayları arasında gerçekleştiği tanık beyanında belirtilen etkinliklerde aldığı görevler de fazla mesai kapsamında hesaplanmıştır.

Mahkeme tarafından yapılması gereken iş, davacının fazla mesai ücreti hesabına esas hizmet süresi içinde belediye etkinliği, festival gibi nisan-kasım ayları arasında yapılan etkinliklerin, festivallerin hangi tarihlerde hangi saatler arasında hangi etkinliklerin yapıldığını Belediye’den ve Kaymakamlıktan sorarak ve belgeleri de istenerek, o günler için hesaplama yapmaktır.

Ayrıca, eldeki dosya ile birlikte incelenen Dairemiz dosyalarındaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; davacı tanığı …’in beyanına göre nöbet tutan 10 zabıta memuru olduğu anlaşılmaktadır. Bu bakımdan, davacının üst paragrafta yer alan Nisan-Kasım ayları arası etkinliklerde/festivallerde hangi tarih ve saatlerde hangi etkinliklerde yer aldığı davalı …’den ve Kaymakamlık’tan sorulmalı, belgeleri de istenmelidir. Davacının çalıştığı gün ve saatlerin bu şekilde tespit edilememesi durumunda üst paragraftaki araştırma sonucuna göre ve eldeki veriler uyarınca davacının çalışma sıklığı belirlenmelidir.

Diğer yandan, davacının normal mesai saatleri içinde var olduğu kabul edilerek hesaplanan fazla mesai, davacının haftada 6 gün 08:00-17:00 saatleri arasında 1 saat ara dinlenme ile günde 8 saat fiilen çalıştığı, böylece haftada 3 ayda 12 saat fazla mesai yaptığı şeklinde hesaplanmıştır. Davacının normale haftada kaç gün çalıştığı konusunda davacı tanığı …, halk ekmekte çalışırken cumartesileri çalıştığını belirtmiştir. Davacının halk ekmek haricinde çalıştığı diğer birimlerdeki hizmet süresi bakımından davacı tanığı …’in davacının haftada kaç gün çalıştığına dair bir açıklaması bulunmamaktadır. Davalı tanığı …, hafta sonları çalışmadığını çünkü büro personelinin hafta sonlarında çalışmadığnı belirtmiştir. Buna göre davacının halk ekmek brimi haricinde çalıştığı yerlerde haftada kaç gün çalıştığı davacı tanığı … Mahkeme tarafından yeniden dinlenerek sonuca gidilmesi gerekir. Bu araştırma ve inceleme sonucunda yeniden yapılacak hesaplamada, Mahkeme tarafından bozma öncesinde kabul edilen zamanaşımına göre hesaplamadan ve miktar itibari ile doğan usuli müktesap hak korunmalıdır.

6-Hafta tatil ücreti bakımından, davacının haftada 5 gün mü 6 gün mü çalıştığı yukardaki şekilde belirlenerek somut şekilde tanık beyanına göre tespit edilebiliyorsa varsa hafta tatili ücreti hesaplanarak hüküm altına alınmalıdır.

7- İşçiye, işyerinde çalıştığı sırada ara dinlenmesi verilip verilmediği ve süresi konularında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
İşçinin günlük iş süresi içinde kesintisiz olarak hiç ara vermeden çalışması beklenemez. Gün içinde işçinin yemek, çay, sigara gibi ihtiyaçlar sebebiyle ya da dinlenmek için belli bir zamana ihtiyacı vardır.

Ara dinlenme 4857 sayılı İş Kanununun 68 inci maddesinde düzenlenmiştir. Anılan hükümde ara dinlenme süresi, günlük çalışma süresine göre kademeli bir şekilde belirlenmiştir. Buna göre dört saat veya daha kısa süreli günlük çalışmalarda ara dinlenmesi en az onbeş dakika, dört saatten fazla ve yedibuçuk saatten az çalışmalar için en az yarım saat ve günlük yedibuçuk saati aşan çalışmalar bakımından ise en az bir saat ara dinlenmesi verilmelidir. Uygulamada yedibuçuk saatlik çalışma süresinin çok fazla aşıldığı günlük çalışma sürelerine de rastlanılmaktadır. İş Kanununun 63 üncü maddesi hükmüne göre, günlük çalışma süresi onbir saati aşamayacağından, 68 inci maddenin belirlediği yedibuçuk saati aşan çalışmalar yönünden en az bir saatlik ara dinlenmesi süresinin, günlük en çok onbir saate kadar olan çalışmalarla ilgili olduğu kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla günde onbir saate kadar olan (on bir saat dahil) çalışmalar için ara dinlenmesi en az bir saat, onbir saatten fazla çalışmalarda ise en az birbuçuk saat olarak verilmelidir.

İşçi, ara dinlenme saatinde tamamen serbesttir. Bu süreyi işyeri içinde ya da dışında geçirebilir. İşyerinde geçirmesi ve bu süre içinde çalışmaya devam etmesi durumunda ara dinlenmesi verilmemiş sayılır. Ancak işçi işyerinde kalsa bile, ara dinlenmesi süresini serbestçe kullanabilir, bu süre içinde çalışmaya zorlanamaz.

Ara dinlenmesi için ücret ödenmesi gerekmez. Ancak, bu süre işçiye dinlenme zamanı olarak tanınmamışsa, işçinin normal ücretinin ödenmesi gerekir. Bu sürenin haftalık 45 saati aşan kısmını oluşturması halinde ise, zamlı ücret ödenmelidir.

Ara dinlenme süreleri kural olarak aralıksız olarak kullandırılır. Ara dinlenmesinin kullandırılması zorunlu ise de, bunun kullanılacağı zamanı belirlemek işverenin yönetim hakkıyla ilgilidir. İşçilerin tamamı aynı anda ara dinlenme zamanını kullanılabileceği gibi, belli bir plan dahilinde sırayla kullanmaları da mümkündür. Ancak ara dinlenme süresinin, işe, ara dinlenme süresi kadar geç başlama veya aynı süreyle erken bırakma şeklinde kullandırılması doğru olmaz. Ara dinlenme süresinin günlük çalışma içinde belli bir zamanda amaca uygun şekilde kullandırılması gerekir (Yargıtay …HD. 17.11.2008 gün 2007/35281 E, 2008/30985 K.).

İş Kanununa İlişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliğinin 3 üncü maddesinin ikinci fıkrasında, ara dinlenmelerinin iklim, mevsim, yöredeki gelenekler ve işin niteliğine göre yirmidört saat içinde kesintisiz oniki saat dinlenme süresi dikkate alınarak verileceği hükme bağlanmıştır. Değinilen maddenin birinci fıkrasında ise, ara dinlenme süresinin çalışma süresinden sayılmayacağı açıklanmıştır.

Somut uyuşmazlıkta, 08:30-23:00 saatleri arasında yapılan görevin niteliği de gözetildiğinde bu çalışmadan günlük en az 3 saat ara dinlenmesi düşülmesi gerektiğinin gözetilmemesi, kabule göre, hatalıdır.

8- Fazla mesai ücretine Mahkeme tarafından esas alınan bilirkişi raporunda 08:30-23:00 saatleri arasındaki 14,5 saatlik çalışmadan 1,5 saat ara dinlenmesi düşüldüğü ve günlük 6 saat fazla mesai hesaplandığı belirtilmiştir. Oysa, 14,5 – 1,5 = 13 saat, 13-7,5= 5,5 saat günlük fazla mesai yapacağından, belirtilen günler için günlük 5,5 saat fazla mesai hesaplanması gerekirken 6 saat fazla mesai hesaplanması, kabule göre, hatalıdır.

9- Hükme esas bilirkiş raporunda, hafta tatili ücreti 2,5 yevmiye üzerinden, ulusal bayram genel tatil ücreti 2 yevmiye üzerinden hesaplanmıştır. Davacının, çalışmasa da kanun gereği alması gereken hafta tatili ücretini ve ulusal bayram genel tatil ücretini almadığına yönelik bir iddiası bulunmamaktadır. Yani davacı, bu günlerde alması gereken normal ücreti almadığını ileri sürmemiş, bu günlerde çalışması karşılığında alması gereken ücreti alamadığından bahis ile bu günlerde çalışması sonucu alması gereken ilave ücretini iddia ve talep etmiştir. Bu nedenle, ulusal bayram genel tatil ücretinin 1 yevmiye, hafta tatil ücretinin ise 1,5 yevmiye üzerinden hesaplanması gerektiğinin düşünülmemesi hatalıdır.
10-Somut uyuşmazlıkta, fazla mesai ücreti bakımından, birden fazla davalı olmasına rağmen “davalıdan alınmasına” şeklinde tekil kelime ile karar verilmesi, hangi davalının ya da davalıların mahkum edildiğinin açıkça yazılmaması hatalıdır.

11- Yeniden kurulacak olan hükümde, yeni hüküm tarihinde geçerli olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile hüküm altına alınan ve reddilen miktarlara göre tüm taraflar açısından vekalet ücretinin yeniden değerlendirilmesi gerekeceği gözden kaçırılmamalıdır.

F)SONUÇ:

Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 25/12/2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

BERAAT -ZORUNLU MÜDAFİ -CMK VEKALET ÜCRETİ

T. C.
Y A R G I T A Y
C E Z A G E N E L K U R U L U

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L Â M I

ESAS NO : 2025/10-67
KARAR NO : 2025/184
İtirazname No : 2024/24183

KARARI VEREN
YARGITAY DAİRESİ : 10. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 5. Ağır Ceza
TARİHİ : 30.01.2024
SAYISI : 401-37
SANIK :

I. HUKUKÎ SÜREÇ
Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanığın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 188/3-4(a), 62, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis ve 25.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, hak yoksunluğuna, müsadereye ve mahsuba ilişkin İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 30.10.2019 tarihli ve 455-494 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından istinaf edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesince 04.06.2020 tarih ve 5269-892 sayı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Söz konusu hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 29.11.2021 tarih ve 5262-12659 sayı ile; “…1) CMK’nın 160. maddesinin 2. fıkrasına aykırı olarak Cumhuriyet savcısına haber verilmeden görevlilerce soruşturmaya başlanarak, sanığın şifahi ifadesinin alındığı, yapılan aramaya ilişkin herhangi bir önlem araması ya da adli arama emri/kararı olmadığı; dosya içerisinde ‘Adli arama’ kararı ya da Cumhuriyet savcısından alınan ‘Yazılı arama emri’ bulunmadığı gibi olay yeri ve tarihini kapsayan 2559 sayılı PVSK’nın 9. maddesine göre verilmiş ‘önleme araması’ kararı da bulunmadığı, 09.05.2019 tarihli tutanakta ‘sanığın yakalandığı ‘kapısı açık bina’ olarak ifade edilen yerin’, mahkemenin gerekçesinde sanığın ikamet ettiği bina olarak belirtildiği, iddianamede ise sanık …’nın binada geçici olarak çalıştığının belirtildiğinin anlaşılması karşısında;
09.05.2019 tarihli olay, yakalama, muhafaza altına alma, Cumhuriyet savcısı görüşme talimat alma, teslim ve tesellüm tutanağını düzenleyen kolluk görevlileri de hazır bulundurulmak suretiyle mahallinde keşif yapılarak; olay tarihi itibarıyla binanın kaç katlı olduğunun, diğer katlarda ikamet eden kişiler olup olmadığının ve olay sırasında sanığın yakalandığı yerin vasfının kesin olarak tespit edilmesinden sonra; sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik araştırma ile hüküm kurulması,
2) Adli emanetin 2019/13384 sırasında kayıtlı uyuşturucu maddeler ile şahit numunenin TCK’nun 54/4. maddesi ve suçta kullanılan hassas terazi ile tüm ambalajların TCK’nın 54/1. maddesi uyarınca müsaderesi yerine fıkra belirtilmeksizin tamamının TCK’nın 54. maddesine göre müsaderesine karar verilmek suretiyle CMK’nın 232/6. maddesine aykırı davranılması,” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Dosyanın gönderildiği İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesince 09.09.2022 tarih ve 113-389 sayı ile; sanığın eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu kabul edilerek, sanık hakkında açılan kamu davasının 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin 8. fıkrası uyarınca düşmesine karar verildiği, bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 03.05.2023 tarih ve 16080-3943 sayı ile; “…İhbar ve diğer sanık…’ın yakalanmasından sonra verdiği beyan ile sanık …’ın açık kimliği ve adresi tespit edildikten sonra sanık … hakkında suç şüphesinin doğduğu ve bu andan sonra sanık üzerinde ve bulunduğu binada arama yapılabilmesi için Cumhuriyet savcısının yazılı emri veya adli arama kararının gerektiği, bu yönde alınmış yazılı emir veya adli arama kararı bulunmaksızın sanığın üzerinde ve bozma ilamı doğrultusunda yapılan keşif ile iş yeri olduğu tespit olunan binada yapılan aramanın hukuka aykırı olduğu ve bu arama ile hukuka aykırı yöntemle elde edilen delilin yasak delil niteliğinde olduğu anlaşıldığından hükme esas alınamaz.
Sanık açısından hukuka uygun olarak elde edilmiş bir uyuşturucu veya uyarıcı madde olmadığından, suçun maddi konusunun da bulunmadığı kabul edilmelidir. Bu durumlara bağlı olarak, isnat olunan suçun unsurları oluşmadığından, sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti suçundan beraat kararı verilmesi gerekirken, sanığın yargılamaya konu eylemi kullanma suçu olarak sabit görülüp, bu eylemin ise ihlal mahiyetinde olduğu kabul edilerek kamu davasının düşmesine karar verilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan İlk Derece Mahkemesince yapılan yargılama neticesinde 30.01.2024 tarih ve 401-37 sayı ile; sanığın CMK’nın 223. maddesinin 2. fıkrasının (e) bendi uyarınca beraatine karar verildiği, söz konusu hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 26.06.2024 tarih ve 3686-21095 sayı ile hüküm fıkrasına “Sanık kendisini 04.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen zorunlu müdafii ile temsil ettirdiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin II. Kısmının II. Bölümü gereğince kovuşturma için ödenen 29.800,00 TL maktu vekalet ücretinden, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafii ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin Tarife uyarınca ödenen ücretin mahsubu ile bakiye kalan vekalet ücretinin hazineden alınıp sanığa verilmesine,” ibaresinin eklenmesi suretiyle düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.

II. İTİRAZ SEBEPLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 12.07.2024 tarih ve 24183 sayı ile; “…1136 sayılı Avukatlık Kanunun 168. maddesine göre; ‘Baronun yönetim kurulları, her yıl Eylül ayı içerisinde, yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin asgarî hadlerini gösteren birer tarife hazırlayarak Türkiye Barolar Birliğine gönderirler.
Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca, baro yönetim kurullarının teklifleri de göz önüne alınmak suretiyle uygulanacak tarife o yılın Ekim ayı sonuna kadar hazırlanarak Adalet Bakanlığına gönderilir. Şu kadar ki hazırlanan tarifede; genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalar ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan her türlü davalar için avukatlık ücreti tutarı maktu olarak belirlenir. Bu tarife Adalet Bakanlığı’na ulaştığı tarihten itibaren bir ay içinde Bakanlıkça karar verilmediği veya tarife onaylandığı takdirde kesinleşir. Ancak Adalet Bakanlığı uygun bulmadığı tarifeyi bir daha görüşülmek üzere, gösterdiği gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderir. Geri gönderilen bu tarife, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği takdirde onaylanmış, aksi halde onaylanmamış sayılır; sonuç Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilir. 8 inci maddenin altıncı fıkrası hükümleri kıyasen uygulanır.
Avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.’,
Görüldüğü üzere vekaletnameli avukatlara ödenecek asgari avukatlık ücretini belirleme yetkisi Türkiye Barolar Birliğine aittir. Türkiye Barolar Birliği tarafından hazırlanan tarife Adalet Bakanlığına gönderilir ve bir ay içinde Bakanlıkça karar verilmediği takdirde veya tarife onaylandığı takdirde tarife kesinleşir.
Zorunlu müdafilik ücretine ilişkin kanun düzenlemesi ise 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 13. maddesinde yazılıdır. Bu hükme göre; ‘1) Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince soruşturma ve kovuşturma makamlarının istemi üzerine baro tarafından görevlendirilen müdafi ve vekile, avukatlık ücret tarifesinden ayrık olarak, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınarak Adalet ve Maliye bakanlıkları tarafından birlikte tespit edilecek ücret, Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla yer alan ödenekten ödenir. Bu ücret, yargılama giderlerinden sayılır.
2) Bu madde uyarınca yapılacak ödeme ve uygulamaya ilişkin usûl ve esaslar Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınmak suretiyle Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.’
Görüldüğü üzere baro tarafından görevlendirilen zorunlu müdafi ve vekile, 1136 sayılı Kanun’un 168. maddesinde belirlenen tarifeden ayrık olarak, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınarak, Adalet ve Maliye Bakanlıkları tarafından birlikte tespit edilecek ücretin Adalet Bakanlığı bütçesinden ödeneceği ve bu ücreti yargılama giderlerinden sayılacağı hüküm altına alınmıştır. Dolayısıyla kanun koyucu, zorunlu müdafinin ücretinin belirlenmesinde Adalet ve Maliye Bakanlıklarını yetkili kılmıştır. Buradaki amacın zorunlu müdafi için sanığa ödenecek ücretin belirlenmesinde, bütçe dengelerini korumak olduğu anlaşılmaktadır. 1136 sayılı Kanun kapsamında düzenlenecek Avukatlık Ücret Tarifesinin belirlenmesinde ise Maliye Bakanlığının söz hakkı bulunmamaktadır.
5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 13. maddesinde belirtildiği şekliyle, her yıl tarifeler belirlenmekte ve Resmî Gazetede yayınlanmaktadır. Nitekim 2024 yılına ait Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2024 yılı Tarifesi 13.01.2024 günlü, 32428 sayılı Resmî Gazete yayınlanmış ve yürürlüğe girmiştir.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesi uyarınca düzenlenen Avukatlık Ücret Tarifelerinde, 2024 yılı için özel bir düzenleme yoluna gidildiği ve daha önceki yıllar uygulamasından ayrılındığı görülmektedir. Şöyle ki 03.09.2022 günlü, 31942 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 14. maddesine göre, ‘1) Kamu davasına katılma üzerine, mahkumiyete ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise vekili bulunan katılan lehine bu Tarifenin ikinci kısmın ikinci bölümünde belirlenen avukatlık ücreti sanığa yükletilir.
(4) Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir.’ hükmüne yer verilmişken ve önceki yıllarda da benzer tarife hükümleri uygulanmışken,
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 168. maddesi uyarınca düzenlenen ve 21.09.2023 günlü, 32316 sayılı Resmî Gazetede yayınlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 14. maddenin 14. maddesine göre; ‘1) Kamu davasına katılma üzerine, mahkumiyete ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise vekil ile temsil edilen katılan lehine bu Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde belirlenen avukatlık ücreti sanığa yükletilir. Bu hüküm, katılanın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen vekili bulunması durumunda kovuşturma için ödenen ücret mahsup edilerek uygulanır.
4) Beraat eden ve vekil veya müdafi ile temsil edilen sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir. Bu hüküm, sanığın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafii bulunması durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle uygulanır.’ hükmüne yer verilmiştir.
Dolayısıyla 2024 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde, önceki yıllardan farklı olarak zorunlu müdafilerle ilgili olarak yeni bir düzenlemeye gidilmiş ve 5320 sayılı Kanun hükümlerine aykırı olarak zorunlu müdafiiler Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine dahil edilmiştir. Bununla birlikte yukarıda yer verilen yasal düzenlemeler karşısında, bu hususun kanuna aykırı olduğu ve zorunlu müdafiler yönünden Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile ücret belirlenmesinin hukuka aykırı olduğu,” görüşüyle itiraz yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince 04.12.2024 tarih ve 6608-25607 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

III. UYUŞMAZLIK KAPSAMI VE KONUSU
İtirazın kapsamına göre inceleme sanık hakkında kurulan beraat hükmüyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; CMK gereğince görevlendirilen zorunlu müdafii tarafından temsil edilen ve yargılama sonucunda beraat eden sanık lehine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maktu avukatlık ücretine hükmedilip hükmedilmeyeceğinin belirlenmesine ilişkindir.

IV. OLAY VE OLGULAR
İncelenen dosya kapsamından;
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 06.08.2019 tarihli ve 43342-4219 sayılı iddianamesi ile; sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan TCK’nın 188/3-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı,
Sanığa isnat edilen uyuşturucu madde ticareti yapma suçunun alt sınırı, beş yıldan fazla hapis cezası gerektirdiğinden, İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesince 09.08.2019 tarihli tensip tutanağı ile; sanık adına CMK’nın 150. maddesinin 3. fıkrası uyarınca zorunlu müdafii görevlendirilmesi amacıyla İstanbul Baro Başkanlığına yazı yazılması yönünde ara karar kurulduğu, İstanbul Baro Başkanlığı tarafından da Av. …’ın, sanık müdafii olarak görevlendirildiği,
İstanbul Anadolu 5. Ağır Ceza Mahkemesince 30.01.2024 tarih ve 401-37 sayı ile; sanığın CMK’nın 223. maddesinin 2. fıkrasının (e) bendi uyarınca beraatine karar verildiği, söz konusu hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edildiği, sanık müdafiinin temyiz isteminin; beraat eden sanık lehine ve Hazine aleyhine olmak üzere, maktu avukatlık ücretine karar verilmesi gerektiği istemine hasredilerek yapıldığı,
Anlaşılmaktadır.

V. GEREKÇE
A. İlgili Mevzuat ve Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Açıklamalar
Konu ile ilgili hukuki düzenlemeler:
i. CMK’nın “Müdafiin Görevlendirilmesi” başlıklı 150. maddesi şöyledir;
“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.
(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.
(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.
(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.”
ii. 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Müdafi ve vekil ücreti” başlıklı 13. maddesi de şu şekildedir;
“1) Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince soruşturma ve kovuşturma makamlarının istemi üzerine baro tarafından görevlendirilen müdafi ve vekile, avukatlık ücret tarifesinden ayrık olarak, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınarak Adalet ve Maliye bakanlıkları tarafından birlikte tespit edilecek ücret, Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla yer alan ödenekten ödenir. Bu ücret, yargılama giderlerinden sayılır.
2) Bu madde uyarınca yapılacak ödeme ve uygulamaya ilişkin usûl ve esaslar Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınmak suretiyle Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.”
iii. Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri İle Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik’in “Ücret” başlıklı 8. maddesi;
“1) Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince baro tarafından görevlendirilen müdafi veya vekile Avukatlık Ücret Tarifesinden ayrık olarak hazırlanacak Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin Tarife gereğince ödenecek meblağ Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan ödenekten karşılanır.
2) Müdafi veya vekilin görevi gereği yaptığı zorunlu yol giderleri ile kendisi tarafından karşılanması durumunda temyiz, istinaf ve itiraz harçları ayrıca ödenir.
3) Müdafi veya vekile Tarife gereğince ödenen meblâğ, zorunlu yol giderleri ve müdafi veya vekil tarafından ödenen temyiz, istinaf ve itiraz harçları yargılama giderlerinden sayılır.”,
iiii. Aynı yönetmeliğin “Tarife” başlıklı 9. maddesi; “Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince baro tarafından görevlendirilen müdafi veya vekile ödenecek meblâğ, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınmak suretiyle Adalet ve Maliye Bakanlıkları tarafından her yıl Aralık ayında hazırlanan ve 1 Ocak tarihinden geçerli olmak üzere düzenlenen Tarifede gösterilir. Tarife ayrıca Resmî Gazete’de yayımlanır.”,
iiiii. CMK’nın 150/4, 5320 sayılı Kanun’un 13. ve anılan Yönetmeliğin “Ücret” başlıklı 8 ve “Tarife” başlıklı 9. maddelerine istinaden düzenlenip 13.01.2024 tarihli ve 32428 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve karar tarihinde uygulanması gereken Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2024 Yılı Tarifesi’nin “Ücret” başlıklı 1. maddesin; “Bu Tarifenin amacı, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince soruşturma ve kovuşturma makamlarının talebi üzerine görevlendirilen müdafi veya vekillere ödenecek meblağları belirlemektir.”, “Kapsam” başlıklı 2. maddesi ise; “Bu Tarife, Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafi veya vekillerin yapacakları hukuki yardımlar için uygulanır.”,
AAÜT’nin 14. maddesinin 4. bendine göre ise; “Beraat eden ve vekil veya müdafi ile temsil edilen sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir. Bu hüküm, sanığın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafii bulunması durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle uygulanır.”
iiiiii. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlık ücret tarifesinin hazırlanması” başlıklı 168. maddesi ise şöyledir;
“Baronun yönetim kurulları, her yıl Eylül ayı içerisinde, yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin asgarî hadlerini gösteren birer tarife hazırlayarak Türkiye Barolar Birliğine gönderirler.
Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca, baro yönetim kurullarının teklifleri de göz önüne alınmak suretiyle uygulanacak tarife o yılın Ekim ayı sonuna kadar hazırlanarak Adalet Bakanlığına gönderilir. Şu kadar ki hazırlanan tarifede; genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler ve bunların zam ve cezaları ile tarifelere ilişkin davalar ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan her türlü davalar için avukatlık ücreti tutarı maktu olarak belirlenir. Bu tarife Adalet Bakanlığına ulaştığı tarihten itibaren bir ay içinde Bakanlıkça karar verilmediği veya tarife onaylandığı takdirde kesinleşir. Ancak Adalet Bakanlığı uygun bulmadığı tarifeyi bir daha görüşülmek üzere, gösterdiği gerekçesiyle birlikte Türkiye Barolar Birliğine geri gönderir. Geri gönderilen bu tarife, Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği takdirde onaylanmış, aksi halde onaylanmamış sayılır; sonuç Türkiye Barolar Birliği tarafından Adalet Bakanlığına bildirilir. 8 inci maddenin altıncı fıkrası hükümleri kıyasen uygulanır.
Avukatlık ücretinin takdirinde, hukukî yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan tarife esas alınır.”.
Yer verilen düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde şu sonuçlara uluşmak mümkündür;
a. Kural olarak yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin asgarî hadlerini gösteren tarifeyi hazırlamak görev ve yetkisi Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kuruluna aittir. Bu tarife, Adalet Bakanlığınca onaylandığında veya yasada öngörülen sürede bakanlıkça karar verilmediği ya da bakanlıkça geri gönderildiği durumda Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kurulunca üçte iki çoğunlukla aynen kabul edildiği hâllerde onaylanmış sayılmakla kesinleşir (1136 syk madde 168).
b. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince soruşturma ve kovuşturma makamlarının talebi üzerine baro tarafından görevlendirilen müdafi veya vekillere yapacakları hukuki yardımların karşılığı olarak ödenecek meblağlar hakkında 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 13. maddesinde özel bir düzenlemeye yer verilmiştir. Anılan madde sarahatine göre bu ücret/meblağ, “…avukatlık ücret tarifesinden ayrık olarak…”, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınarak Adalet ve Maliye Bakanlıkları tarafından birlikte tespit edilecektir.
c. Aynı Kanun maddesinin 2. fıkrasında, bu madde uyarınca yapılacak ödeme ve uygulamaya ilişkin usûl ve esasların Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınmak suretiyle Adalet Bakanlığı tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirleneceği hüküm altına alınmış, Bakanlık da buna istinaden “Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri İle Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmelik” çıkarmıştır.
d. Anılan Yönetmeliğin “Ücret” başlıklı 8. maddesinde, 5320 sayılı Kanun’un 13. maddesinde yer alan hüküm tekrar edilmiş, “Tarife” başlıklı 9. maddesinde ise görevlendirilen müdafi veya vekile ödenecek meblâğla ilgili tarifenin Türkiye Barolar Birliğinin görüşü de alınmak suretiyle Adalet ve Maliye Bakanlıkları tarafından her yıl Aralık ayında hazırlanan ve 1 Ocak tarihinden geçerli olmak üzere düzenlenen tarifede gösterileceği öngörülmüştür. Ancak kural olarak yargı yerlerindeki işlemler ile diğer işlemlerden alınacak avukatlık ücretinin asgarî hadlerini gösteren tarifeyi hazırlamak görev ve yetkisi 1136 sayılı Kanun’un 168. maddesi gereğince
Türkiye Barolar Birliği Yönetim Kuruluna ait olduğundan, uygulamanın zikredilen yönetmeliğin 9. maddesi değil ve fakat 1136 sayılı Kanun’un 168. maddesi gereğince istikrarlı biçimde süregeldiği üzere devam ettirildiği görülmektedir. Yani Barolar Birliği Yönetim Kurulunca hazırlanan tarifeye eklenen bu meblağlar (İlgili tarife madde 14/4) Adalet Bakanlığına gönderilmekte, her iki bakanlıkça uygun görüldüğü için Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmektedir. Bu haliyle, özellikle anılan düzenlemelerle ilgili iptal başvurusundan da bahsedilmediğine göre Adalet ve Maliye Bakanlıklarının kanun metnine, yönetmeliğe göre öncelik tanıyarak gönderilen tarifedeki meblağla ilgili uygunluk takdir ve değerlendirmesi yapmakla yetindiği söylenebilir. Netice itibarıyla ödenecek meblağ üzerinde kamu maliyesi bakımından takdir hakkının bakanlıklarda olduğu kanuni bir mekanizmanın kurulduğu ve sistemin 2025 yılı için de bu suretle işlemeye devam ettiği görülmektedir.
e. Tarifede belirlenen ve onaylanan ücret, sanığın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafii bulunması durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle ödenecektir (İlgili tarife madde 14/4).
f. Tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri yargılama giderlerindendir. Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir (CMK madde 324/1-2, Yönetmelik madde 8/3).
g. Dava sonunda, kararla tarifeye dayanılarak karşı tarafa yüklenecek vekâlet ücreti avukata aittir (1136 syk madde 164/4). 1136 sayılı Kanun’un 169. maddesinde yer alan “karşı tarafa yükletilme” kuralının ceza muhakemesi bakımından ilgili normu, CMK’nın 324. maddesi olup bu maddenin birinci fıkrasında belirtilen; “tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri” ifadesi ile CMK’da yargılama gideri olarak kabul edilen avukatlık ücretinin Asgari Ücret Tarifesi’ne göre ödeneceği kabul edilmelidir.
h. Zikredilen düzenlemelerin, normlar hiyerarşisi bağlamında bir üst norma aykırılığı ileri sürülüp gereğine tevessül edilmedikçe uygulayıcıları bağlayacağı her türlü tartışmadan varestedir.
Diğer taraftan, müdafii; “Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” ifade etmektedir (CMK madde 2). Bu avukatın seçilmiş ya da görevlendirilmiş olmasının hak ve sorumlulukları itibarıyla bir fark bulunmamaktadır. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin kanuni dayanağı olan 1136 sayılı Kanun’un 168. maddesinde, asgarî ücret belirleme hususunda zorunlu müdafi ile seçilmiş/vekâletnameli müdafi arasında herhangi bir ayrım yapılmamıştır. Kural olarak tarifeler, müdafie icra ettiği hukuki yardımın karşılığı olarak ödenmesi gereken asgarî veya maktu ücret tutarını belirlerler. Bu miktarın, ülkenin ekonomik koşulları ve ihtilaf bağlamında bütçe dengeleri gözetilerek belirlenmesi gerektiğinde şüphe yoktur.
Ancak unutulmamalıdır ki; avukatlık, kamu hizmeti ve serbest bir meslektir. Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil eder (1136 sayılı kanun madde 1). İHAS’ın 6. maddesinden daha geniş bir teminat alanı oluşturarak kanunda öngörülen cezanın asgarî haddi kriterine göre müdafiin hukuki yardımını zorunlu kılan hukuk sisteminin, bu hakkın etkin biçimde kullanılmasını da garanti ettiği söylenmelidir. Bu cümleden olarak, seçilmiş müdafii ile aynı görevi, aynı şartlarda eda eden, hatta bazı durumlarda (CMK madde 188 gibi) daha fazlasını yapmak mecburiyeti bulunan zorunlu/görevlendirilmiş müdafiin alacağı ücretin, seçilmiş müdafii ile eşit olması beklenmese de, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı serbestçe temsil edebilmesi adına, sarf edilen emek ve mesai ile orantılı ve meslek onuruna yaraşır bir miktara tekabül etmesi gerekir. İlgili Bakanlıkların ihtilaf konusu uygulamayı 2025 yılında da sürdüregelmesi, bu bilinç ve tercihin tezahürü olarak değerlendirilmelidir.
B. Somut Olayda Hukuki Değerlendirme
Uyuşturucu madde ticareti yapmak suçundan eylemine uyan TCK’nın 188/3-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca cezalandırılması iddia ve talebiyle düzenlenen iddianameye istinaden yargılanan, CMK’nın 150. maddesinin 3. fıkrası gereğince yargılama merciinin talebi üzerine Baro tarafından kendisine zorunlu müdafii görevlendirilen ve fakat yargılama sonucunda beraat eden sanık lehine; 5320 sayılı Kanun’un 13., ilgili Yönetmelik’in 8 ve 9. maddeleri ile AAÜT’nin 14/4. maddesi gereğince, “beraat eden ve vekil veya müdafi ile temsil edilen sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilmesine, bu hükmün, sanığın 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafii bulunması durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle uygulanmasına” ilişkin Özel Daire kararında hukuki isabetsizlik bulunmadığından;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; itirazın kabul edilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

VI. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.04.2025 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal ve yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 22.04.2025 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

BOŞANMA VE ZİYNET ALACAĞI

TC
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
2024/10540 E., 2025/2844 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
SAYISI : 2024/115 E., 2024/555 K.
DAVA TÜRÜ : Boşanma – Ziynet Alacağı

Taraflar arasında görülen ve istinaf incelemesinden geçen boşanma davasında bozma sonrasında yapılan yargılama sonucunda İlk Derece Mahkemesince verilen yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı-davalı erkek vekili tarafından ziynet alacağı, kusur belirlemesi ve tazminatların kabulü yönünden; davalı-davacı kadın vekili tarafından ise kusur belirlemesi, tazminatların miktarı, ziynet talebinde faiz başlangıcı ve ziynetlerin dava tarihi itibariyle değerine hükmedilmesi yönünden temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

1.Taraf vekillerinin boşanma davasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Dosyadaki yazılara, Mahkemece bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozmanın kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olan yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün bulunmamasına göre yersiz görülen temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir.

2.Taraf vekillerinin ziynet alacağı davasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
a)Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre tarafların diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir

b)Davalı-davacı kadın tarafından birleşen dava dilekçesi ile düğünde takılan takıların erkek adına açılan banka kasasında muhafaza edildiğini, bu ziynetlerden bir kısmının geri verilmek şartı ile bozdurulduğunu, geri kalanın ise banka kasasına konulduğunu, evden ayrılırken bu nedenle takıları almasının mümkün olmadığını, sadece evde bulunan 2 çeyrek ve 5 yüz görünümlü altını alabildiğini belirterek, düğünde takılan; 1 adet 24 ayar set takımı, 10 adet ortalama 20’şer gramlık burma bilezik, 2 adet kalın düz bilezik, 6 adet hediyelik bilezik, 1 adet ata lira, 56 adet çeyrek ve 2 adet gram altın takıldığını bu ziynet eşyalarının aynen iadesini, aynen iadenin mümkün olmaması halinde bedelinin ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir. Davacı-davalı erkek ise cevaplarında erkeğin kendisine düğünde takılanlar dışında kadının altınlarında herhangi bir tasarrufta bulunmadığını, kadının kendisine takılan altınları dilediği gibi değerlendirdiğini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesince verilen ilk kararda ziynetlerin aynen iadesine, olmadığı takdirde taleple bağlı kalınarak 20.000,00 TL’nin kadına verilmesine karar verilmiş, karar taraflarca temyiz edilmekle Dairemiz 07.12.2023 tarihli ilamı ile kadının birleşen davasının belirsiz alacak davası olarak açıldığı, buna göre Mahkemece belirli hale geldiği anın tespit edilerek davalı-davacı kadına talebini belirlemesi için süre verilmesi gerekirken taleple bağlı kalınarak hüküm kurulmasının doğru olmadığı gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiş, İlk Derece Mahkemesince bozmaya uyulmakla yeniden yapılan yargılama sonucunda bozma ilamı gereğince kadına talebini bütün hale getirmesi için süre verilmiş ve kadın yararına 2 adet 24 ayar gram altın (508,00 TL), 10 adet 22 ayar 20’şer gram bilezik (50.200,00 TL), 2 adet 22 ayar toplam 35 gram bilezik (8.785,00 TL), 1 adet 22 ayar set takımı 65 gram (16.315,00TL), 1 adet 22 ayar 33,71 gram bilezik (8.461,21 TL), 1 adet 14 ayar 3,39 gram altın (681,39 TL), 1 adet ata lira (1.778,00 TL) ve 56 adet çeyrek liradan (24.192,00 TL) ibaret ziynet eşyalarının davacıya aynen iadesine, aynen iade mümkün olmaz ise 111.703,72 TL ziynet eşyası bedelinin 20.000,00 TL sinin birleşen dosya dava tarihi olan 05.07.2019 itibaren, 91.703,72 TL sinin ise ıslah tarihi olan 14.06.2024 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacı-davalı erkekten alınarak davalı-davacı kadına verilmesine karar verilmiştir. Karar taraflarca yukarıda gösterildiği şekilde temyiz edilmiştir.

Taraflar arasında ziynet eşyalarının paylaşımı konusunda anlaşma mevcut ise paylaşım bu anlaşmaya göre gerçekleştirilir. Ziynet eşyalarının paylaşımı konusunda taraflar arasında anlaşma bulunmadığı takdirde yerel örf ve adetin varlığı iddia ve ispat edilirse bu kurala göre paylaşım gerçekleştirilir. Aksi takdirde erkeğe ve kadına takılan/verilen ve ekonomik değer taşıyan her şey kural olarak kendilerine aittir. Ne var ki takılar içinde karşı cinse özgü (kadına ya da erkeğe özgü) bir şey varsa o cinse verilmiş sayılır. Özgü olma konusunda çekişme varsa ve gerektiğinde bilirkişi incelemesi yapılmalıdır. Davacı kadın tarafından dosyaya sunulan düğün görüntülerini içerir CD’nin teknik bilirkişi ile yapılan çözümlemesinde erkeğe 31 adet çeyrek altın takıldığı tespit edilmiştir. Buna göre her ne kadar mahkemece kadın yararına 56 adet çeyrek altına hükmedilmiş ise de; bu çeyrek altınların 31 adedinin erkeğe takıldığı ve 2 adedinin de kadın tarafından evden ayrılırken yanında bulunduğu beyanı karşısında kadın yararına toplamda 33 adet çeyrek altına fazladan hükmedilmesi hatalı görülmüştür. Buna göre kadın yararına 23 adet çeyrek altın yönünden alacağa hükmedilmesi gerekirken yanılgılı belirleme ile yazılı şekilde hüküm verilmesi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.

c)Mahkemece kadının ziynet eşyası alacaklarının aynen iadesine, aynen iade mümkün olmaz ise 111.703,72 TL ziynet eşyası bedelinin 20.000,00 TL sinin birleşen dosya dava tarihi olan 05.07.2019 itibaren, 91.703,72 TL sinin ise ıslah tarihi olan 14.06.2024 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine hükmedilmiş ise de davanın belirsiz alacak davası olarak açılması karşısında faiz başlangıcının da kadının birleşen dava tarihi olarak belirlenmesi gerekmektedir. Buna göre yanılgılı değerlendirme ile faizin başlangıç tarihinin doğru belirlenmemesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

KARAR
Açıklanan sebeplerle;
1.Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararının ziynet alacağı davası yönünden BOZULMASINA,

2.Tarafların sair temyiz itirazlarının reddi ile temyiz olunan İlk Derece Mahkemesi kararının boşanma davasına yönelik temyize konu bölümlerinin 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA,

Peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine,

Dosyanın İlk derece Mahkemesine gönderilmesine,

18.03.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

EŞE KARŞI KABA DAVRANMAK- HEY HİŞT VEYA ISLIK ÇALARAK SESLENMEK BOŞANMA SEBEBİDİR

TC
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
2014/15210 E. , 2014/25928 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Diyarbakır 2. Aile Mahkemesi
TARİHİ :06.05.2014
NUMARASI :Esas no:2012/507 Karar no:2014/338

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı (kadın) tarafından, maddi tazminatın ve nafakaların miktarı, reddedilen manevi tazminat, ziynet alacağı ve vekalet ücreti yönünden; davalı (koca) tarafından ise kusur belirlemesi, maddi tazminat ve nafaka yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı (koca)’nın tüm, davacı (kadın)’ın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Mahkemenin de kabulünde olduğu gibi davalı (koca)’nın eşine kaba davrandığı, eşine ismi ile hitap etmeyip “hişt, hey veya ıslık çalarak” çağırdığı ve eşini istemediğini söylediği anlaşılmaktadır. Davalı (koca)’nın gerçekleşen bu kusurları davacı (kadın)’ın kişilik haklarına saldırı niteliğindedir. Davacı (kadın) yararına Türk Medeni Kanunun 174/2. maddesi koşulları oluşmuştur.

Türk Medeni Kanununun 174/2. maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan olaylar yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan tarafın, kusurlu olandan manevi tazminat isteyebileceğini öngörmüştür. Toplanan delillerden evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına sebep olan olaylarda tazminat isteyen davacı (kadın)’ın ağır ya da eşit kusurlu olmadığı, bu olayların kişilik haklarına saldırı teşkil ettiği anlaşılmaktadır. O halde mahkemece, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, tazminata esas olan fiilin ağırlığı ile hakkaniyet kuralları (TMK md. 4, TBK md. 50, 51, 52, 58) dikkate alınarak davacı (kadın) yararına uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmesi gerekir. Bu yönün dikkate alınmaması doğru görülmemiştir.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple manevi tazminat yönünden BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz ilam harcının temyiz eden davalıya yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 123.60 TL temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcının yatıran davacıya geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 17.12.2014 (Çrş.)

ENFLASYON VE PARANIN DEĞER KAYBETMESİ NEDENİYLE OLUŞAN ZARARLARIN TAZMİNİ

TC
YARGITAY
6. Hukuk Dairesi
2024/3534 E. , 2025/15 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi
SAYISI : 2024/1750 E., 2024/1903 K.
HÜKÜM/KARAR : Esastan Ret
İLK DERECE MAHKEMESİ : Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesi
SAYISI : 2023/1038 E., 2024/588 K.

1-Davacı vekili; kooperatifin üyesi olan davacıya konut tahsis edilmesine rağmen davalı kooperatifin borcundan dolayı tahsis edilen konutun satıldığını, davalı tarafından bunun karşılığında davacıya 28.08.2007 tanzim, 29.10.2017 vade tarihli, 135.000,00 TL bedelli senet verildiğini, senedin vadesinde ödenmemesi üzerine davalı aleyhine icra takibi başlattıklarını, davacının uzun süren uğraşlar sonucu alacağını 219.264,86 TL olarak tahsil etmiş ise de bu parayla ev alamadığını, bu sebeple değişen ekonomik koşullar gereği aşkın zararının oluştuğundan, aşkın zararın ticari avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

2-Davalı vekili; davalı kooperatifin konut yapımlarının devam ettiğini, davacıya tahsis edilen konutun mülkiyet hakkının doğmadığını, davacının konuta ilişkin ödemelerini tam olarak yapmadığından davalının borçlandığını, borçtan dolayı icra yoluyla satılan daireden kaynaklı olarak davacının aşkın zararının doğmadığını, davacının müvekkili kooperatiften istifa ettiğini, istifa nedeniyle ancak çıkma payı alacağı talep edebileceğini, müvekkilinin icra baskısı altında ödeme yaptığını, icra takip dosyası borcunun tüm ferileriyle birlikte kapatıldığından davacının aşkın zararının doğmadığını, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

3-İlk Derece Mahkemesince; davacının, davalı kooperatif üyesiyken kendisine tahsis edilen dairenin icra yoluyla satıldığı ve dairenin yerine geçmek üzere kendisine 135.000,00 TL bedelli senedin anlaşma doğrultusunda verildiği, davacı tarafından senedin yaklaşık altı sene sonra tahsil edildiği, kooperatiften alacağı para ile konut alacağı hayaliyle yaşadığı, uzun süre alacağını tahsil edemediğinden bu hayalini gerçekleştiremediği, bugün tahsil edilen para ile ancak bir veya iki yıllık kira parasını ödeyebileceği beyan edilmişse de davacının bu beyanıyla genel anlamda enflasyon nedeniyle yoksun kaldığı kârı talep ettiğinin anlaşıldığı, somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü iddia ve ispat edilemediğinden davanın reddine karar verilmiştir.

4-İlk Derece Mahkemesi kararına karşı davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

5-Bu karara karşı davacı vekili tarafından süresinde temyiz yoluna başvurulması üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Dava, bonodan kaynaklanan alacağın vadesinde ödenmemesi, borçlunun temerrüde düşmesi nedeniyle uğranılan aşkın zarar (munzam zarar) alacağının tahsili istemine ilişkindir.

Uyuşmazlığın çözümü açısından öncelikle konuyla ilgili yasal düzenlemelerin ve kavramların açıklanması gerekmektedir;

Mevzuat Hükümleri:
818 sayılı mülga Kanun’un “Munzam zarar” kenar başlıklı 105. maddesi şöyledir:

“Alacaklının düçar olduğu zarar geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette borçlu kendisine hiçbir kusur isnat edilemiyeceğini ispat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile mükelleftir.

Bu munzam zarar derhal takdir olunabilirse hakim, esasa dair karar verir iken bu zararın miktarını dahi tayin edebilir.”

Bu Kanun’u ilga eden 11/01/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Aşkın zarar” kenar başlıklı 122. maddesi şöyledir:

“Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür.

Temerrüt faizini aşan zarar miktarı görülmekte olan davada belirlenebiliyorsa, davacının istemi üzerine hâkim, esas hakkında karar verirken bu zararın miktarına da hükmeder.”

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “B. Borçlunun temerrüdü I. Koşulları” kenar başlıklı 117. maddesi şöyledir:

“Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer.

Borcun ifa edileceği gün, birlikte belirlenmiş veya sözleşmede saklı tutulan bir hakka dayanarak taraflardan biri usulüne uygun bir bildirimde bulunmak suretiyle belirlemişse, bu günün geçmesiyle; haksız fiilde fiilin işlendiği, sebepsiz zenginleşmede ise zenginleşmenin gerçekleştiği tarihte borçlu temerrüde düşmüş olur. Ancak sebepsiz zenginleşenin iyiniyetli olduğu hâllerde temerrüt için bildirim şarttır.”

4/12/1984 tarihli ve 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizine İlişkin Kanun’un”Temerrüt faizi” kenar başlıklı 2. maddesi şöyledir:

“(Değişik : 15/12/1999 – 4489/2 md.) Bir miktar paranın ödenmesinde temerrüde düşen borçlu, sözleşme ile aksi kararlaştırılmadıkça, geçmiş günler için 1 inci maddede belirlenen orana göre temerrüt faizi ödemeye mecburdur.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının önceki yılın 31 Aralık günü kısa vadeli avanslar için uyguladığı faiz oranı, yukarıda açıklanan miktardan fazla ise, arada sözleşme olmasa bile ticari işlerde temerrüt faizi bu oran üzerinden istenebilir. Söz konusu avans faiz oranı, 30 Haziran günü önceki yılın 31 Aralık günü uygulanan avans faiz oranından beş puan veya daha çok farklı ise yılın ikinci yarısında bu oran geçerli olur.

Temerrüt faizi miktarının sözleşmede kararlaştırılmamış olduğu hallerde, akdi faiz miktarı yukarıdaki fıkralarda öngörülen miktarın üstünde ise, temerrüt faizi, akdi faiz miktarından az olamaz.”

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “II-Zararın ve kusurun ispatı” kenar başlıklı 50. maddesi şöyledir:

“Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır.

Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler.”

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “III-1. Belirlenmesi” kenar başlıklı 51. maddesi şöyledir:

“Hâkim, tazminatın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler.

Tazminatın irat biçiminde ödenmesine hükmedilirse, borçlu güvence göstermekle yükümlüdür.”

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspatın Konusu” kenar başlıklı 187.maddesi şöyledir:

“(1)İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir.

(2) Herkesçe bilinen vakıalarla, ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz.”

Borçların İfa Edilmemesinin Sonuçları :
Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 112-126. maddeleri arasında, aşkın zarar dahil, borçların ifa edilmemesinin sonuçları düzenlenmiştir. Aşkın zarar, borçlunun temerrüdünün bir sonucu olduğu için temerrüt hükümleri aşkın zararın hesaplanmasını önemli ölçüde etkilemektedir. Kanun’un 112. maddesinde borcun hiç veya gereği gibi ifa edilmemesi halinde borçlunun, kendisine hiçbir kusurun yüklenemeyeceğini ispat etmedikçe, alacaklının bundan doğan zararını gidermekle yükümlü olduğu hükmü bulunmaktadır.

Borçlunun Temerrüdü :
Munzam zararın anlaşılabilmesi için öncelikle temerrüt faizinin hukuksal niteliği üzerinde durulmasında yarar vardır.

Bilindiği gibi temerrüt faizi, borçlunun para borcunu zamanında ödememesi ve temerrüde düşmesi üzerine 818 sayılı BK’nın 103. maddesi (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 120. madde) gereği kendiliğinden işlemeye başlayan ve temerrüdün devamı süresinde varlığını sürdüren bir karşılık olması itibariyle, zamanında ifa etme olgusuyla doğrudan bir bağlantı içerisindedir. Borçlu kusurlu olsun veya olmasın sonuçta borç alacaklıya zamanında ödenmemiş demektedir.

Türk hukukunda alacaklıya zararın varlığını ve miktarını ve borçlunun kusurunu ispat zorunda kalmaksızın temerrüt faizini talep edebilme hakkı tanımıştır. Ayrıca faiz yükümlülüğünün doğumu için borçlunun alıkoyduğu para miktarından yarar sağlaması şart olmadığı gibi, bu yararların iadesi amacını da taşımaz.

Diğer taraftan temerrüt faizi talep edebilmek için borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olması şart değildir. Borçlu bu konuda kendisine hiçbir kusur yüklenemeyeceğini ileri sürerek ve bunu kanıtlayarak faiz ödeme yükümlülüğünden kurtulamaz.

Aşkın Zarar (Munzam Zarar):
Para borçlarında borçlunun temerrüdünün bir sonucu niteliğindeki munzam (aşkın) zarar TBK. m. 122 (B.K.105) hükmünde düzenlenmektedir. Söz konusu hükmün ilk fıkrasına göre, “Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür”. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.11.1999 tarihli ve 1998/13-353 E. 1999/929K. sayılı kararında da vurgulandığı üzere munzam zarar, sorumluluğu kusura dayanan borçlu temerrüdünün hukukî bir sonucudur ve alacaklının zararının faizi aşan bölümüdür. Munzam zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki farktır. Diğer bir anlatımla temerrüt faizini aşan ve kusur sorumluluğu kurallarına bağlı bir zarar şeklinde tanımlanabilir.

MUNZAM ZARARIN TAZMİNİNİN ŞARTLARI:
Yukarıda anlatılanlardan anlaşılacağı üzere, alacaklı temerrüt faizini isteme hakkı bakımından avantajlı bir konuma sahiptir. Oysa, aynı durum munzam zararın tazminini isteme hakkı bakımından geçerli değildir. Alacaklı, ancak aşağıda açıklanan şartların bir arada bulunması halinde borçludan munzam zararın tazminini isteyebilir.

A. Bir Para Borcunun Bulunması
Munzam zararın tazmininin istenebilmesi için borcun bir para borcu olması gerekir. Zira, munzam zararın istenmesi her türlü borç bakımından değil, sadece para borçları için mümkündür. Para borcunun kaynağı ise önemli değildir;

Munzam zararın tazmini sadece tüketim ödüncü sözleşmesine münhasır değildir. Meselâ, sözleşme, haksız fiil, sebepsiz zenginleşme veya vekâletsiz işgörmeden doğan para borcunda munzam zararın tazmini söz konusu olabilir. Bunun için her şeyden önce borçlunun temerrüde düşmüş olması gerekir.

B.Borçlunun Temerrüdü
Türk Borçlar Kanunu 117. maddesi uyarınca davalı borçlunun usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmesi gerekir. Borçlu temerrüde düşürülmemişse borçlu hakkında yapılan icra takip tarihinde veya dava açılmışsa dava tarihinde borçlunun temerrüdü oluşur.

C. Munzam Zarar
Munzam zararın tazmini için aranan şartlardan üçüncüsü zarardır. Nitekim, bu şart “temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa” ifadesi ile TBK. m. 122/1 hükmünde açıkça belirtilmektedir. Ancak, söz konusu hükümde zararın türü ve niteliği konusunda açıklık yoktur. Bununla beraber munzam zarar da zarar teorisindeki genel esaslara uygun biçimde anlaşılmalıdır.

Türk-İsviçre Hukuku’nda zarar daha ziyade dar anlamda, yani maddî zararı ifade etmek için kullanılır. Eksilmenin malvarlığında ortaya çıkması halinde maddî zarardan bahsedilir. Malvarlığındaki eksilme, alacaklının, zarar veren davranıştan sonra malvarlığının mevcut hali ile bu olay meydana gelmeseydi göstereceği hal arasındaki farkı ifade eder. Bu tanım çerçevesinde munzam zarar da bir tür maddî zarardır. Bu zarar gerek doktrinde gerekse Yargıtay içtihatlarında (müspet) olumlu zarar olarak nitelendirilmektedir. Munzam zarardan söz edebilmek için temerrüt faizini aşan bir zararın meydana gelmesi gerekir. Şu halde, munzam zarar hesaplanırken, bundan temerrüt faizinin çıkarılması gerekir. Munzam zarar çeşitli tarzlarda ortaya çıkabilir. Alacaklı, borçlunun kendisine para borcunu ödememesi sonucunda üçüncü kişiye olan borcunu ifa edemediği için temerrüde düşmüş ve kendisinin aldığı temerrüt faizinden daha yüksek bir temerrüt faizini ödemek zorunda kalmış olabilir. Alacağını zamanında tahsil edemeyen alacaklı şirket, üçüncü kişiye olan ve vadesi gelmiş borcunu ödemek için ihtiyacı olan krediyi 3. kişilerden sağlaması nedeniyle malvarlığında meydana gelen eksilmeden dolayı da munzam zararı oluşabilir.

D. Uygun İlliyet Bağı
Munzam zararın tazmini için söz konusu zararla borçlunun temerrüdü arasında uygun illiyet bağının varlığı aranır. Buna göre, alacaklının temerrüt faizini aşan zararı ile borçlunun temerrüdü arasında uygun illiyet bağı bulunmalıdır. Şayet alacaklının uğradığını iddia ettiği zararla borçlunun temerrüdü arasında hiçbir illiyet bağı yoksa borçlu munzam zarardan sorumlu tutulamaz, Alacaklının uğradığı munzam zarar objektif bir şekilde genel hayat tecrübelerine ve olayların normal akışına göre borçlunun temerrüde düşmüş olmasının sonucu sayılabilirse borçlu aşkın zarardan sorumlu tutulur. Yani, borçlunun temerrüdü böyle bir zarara yol açmaya elverişli olmalıdır. Aksi takdirde, alacaklı munzam zararın tazminini isteyemez.

Genel esas, burada da geçerlidir. Bu itibarla, munzam zarar ile fiil arasındaki uygun illiyet bağının var olduğunu gösteren tüm olguları ispatlaması gereken taraf davacıdır. Dolayısıyla, alacaklı uygun illiyet bağının bulunduğunu ortaya koyan vakıaları ve bunların dayanağı olan delilleri mahkemeye sunmalıdır.

E. Kusur
Borçlunun temerrüde düşmesi veya temerrüt faizi ödemesi için kusur şart değildir. Munzam zararın tazmini ise temerrüdün kusura bağlı sonuçlarından biridir. Gerçekten de, kusur, munzam zarar istemi bakımından mutlaka bulunması gereken bir unsurdur. TBK. m. 122/1 gereğince “borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe” faizi aşan zararı da tazmin etmekle yükümlüdür. Kusurun derecesi ise sorumluluğun doğması bakımından önemli değildir; borçlu her türlü kusurundan sorumludur. Borçlu hafif ihmali sonucunda temerrüde düşmüş olsa bile temerrüt sebebiyle doğan ve faizle karşılanamayan munzam zararı tazmin etmek zorunda kalır.

TBK. m. 112 hükmüyle uyumlu olarak TBK. m. 122 hükmünde de alacaklı yararına bir kusur karinesi kabul edilmiştir. Buna göre, alacaklı borçlunun temerrüde düşmekte kusurlu olduğunu ispatla yükümlü değildir; borçlunun kusurlu olduğu varsayılmaktadır. Borçlunun sorumluluktan kurtulması için kendisinin hiçbir kusurunun bulunmadığını ispatlaması gerekir.

Borçlu temerrüde düşmekte kusursuz olduğunu çeşitli şekillerde ispatlayabilir. Meselâ, alacaklıya zamanında ulaşacak şekilde gönderdiği paranın kendi kusurundan kaynaklanmayan bir sebeple geciktiğini ispatlayan borçlu munzam zararı tazmin yükümlülüğünden kurtulabilir. Aynı esas, alacağın varlığından haberdar olmadığını ve bunda bir kusurunun bulunmadığını ya da ödemeyi zamanında yapmamasının beklenilmeyen bir halden kaynaklandığını ispatlayan borçlu için de geçerlidir.

MUNZAM ZARARIN İSPATI:

Munzam zararın hesaplanmasında somut ve soyut yöntemler dikkate alınır.

Somut yöntemde; davacı alacaklının munzam zarar kaleminin oluştuğunu somut bir biçimde ispatlaması gerekir. Örneğin borcunu zamanında tahsil edememesi nedeniyle kredi borçlanması yaptığını veya 3. kişilere borcunu zamanında ödeyememesi nedeniyle temerrüd faizi ödediğini, cezai şart gibi ödemelerde bulunduğunu, yine dövizle yapmış olduğu borçlanmadan dolayı borcunu zamanında ödeyememiş olması nedeniyle kur farkından kaynaklanan zararı olduğunu, ödemekle yükümlü olduğu vergi, sosyal sigorta prim ödemeleri gibi ödemeleri zamanında ifa edememesi nedeniyle gecikme faizi ödemek zorunda kaldığını iddia ederek bu zararını ispatlayabilir.

Soyut yöntemde; yaşayan hayatın gerçekleri ve deneyimlerinin zorunlu kıldığı herkesçe bilinen normal durumlar ile fiili karineler başka bir deyişle Türk Medeni Kanunu’nun 6. maddesinde belirtilen genel kuralın istisnaları şeklinde ispat yükünü ortadan kaldıran olgular, ispat hukuku açısından alacaklı lehine değerlendirilir. Ülkemizde seyreden hiper enflasyon nedeniyle bireyin parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için çaba ve girişimlerde bulunmak, örneğin en azından vadeli mevduat, altın, devlet tahvili, döviz gibi yatırımlarda değerlendirmesi olayların normal akışına, hayat tecrübesine uygun bir karine olarak kabul edilmesi zorunludur. Enflasyonist ortamda yaşayan normal makul bir insanın parasını atıl bir biçimde tutmayacağı, gelir getirecek bir yatırıma yatıracağı bilinen bir gerçektir. 818 sayılı Borçlar Kanun’un 232 (TBK 187, madde de belirtildiği üzere herkesçe bilinen vakıalarla ikrar edilmiş vakıalar çekişmeli sayılmaz). Yasal deyimle bu maruf ve meşhur vakıaların ispatına gerek yoktur.
Yüksek Enflasyon Dönemlerinde;
Sürekli ve yüksek enflasyonun görüldüğü ülke ekonomilerinde para borcunun zamanında ödenmemesi halinde alacaklının borçluyu temerrüde düşürmesi, borcun ifasının uzun süre alması nedeniyle alacaklı her zaman zarara uğrar. Bu zararın bazı ispat kolaylıkları ile de olsa ispat edilmesi gerekir. Paranın değer kaybetmesi alacaklının mal varlığında bir eksilmeye yol açması halinde alacaklının zararının bulunduğu kabul edilmelidir.

Normal Enflasyon Döneminde;

Normal enflasyon dönemlerinde temerrütten sonra ifa anına kadar paranın değer kaybetmesi kural olarak zararın varlığını göstermez. Enflasyon ülke ekonomisinde süreklilik ve yükseklik arzetmiyorsa bu durumda alacaklının somut olaylarla zararını ispatlaması gerekir.

20.10.1989 gün ve 1988/4 esas 1989/3 karar sayılı İçtihatı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında “para her zaman kullanılması mümkün ve temettü meta olduğundan geç ödenmesi halinde zararın varlığı kesindir.” denilerek para borcunu ödemekte geciken borçlunun bu eyleminden dolayı alacaklının zararının doğacağı kabul edilmiştir.

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvuru sonucunda vermiş olduğu, 21.12.2017 gün ve 2014/2267 sayılı başvuru no.lu kararına konu uyuşmazlıkta, başvurucunun mülkiyet hakkı kapsamındaki alacağının enflasyon karşısında önemli ölçüde değer kaybına uğratılarak ödendiği anlaşıldığından başvurucuya şahsi ve olağan dışı bir külfet yüklendiği, bu tespite rağmen derece mahkemelerinin başvurucunun zarara uğradığını ayrıca ispatlaması gerektiği yönündeki katı yorumu nedeniyle somut olay bakımından kamu yararı ile başvurucunun mülkiyet hakkının korunması arasında kurulması gereken adil dengenin başvurucu aleyhine değerlendirilip mülkiyet hakkının ihlâl edildiğine ve yeniden yargılama yapılmasına karar verilmiş olması karşısında, hak ihlâline neden olmamak düşüncesiyle munzam zararın somut delillerle kanıtlanması gerektiği uygulamasından vazgeçilmiş, gelişen ekonomik koşullar, mülkiyet hakkı ile kamu yararı arasındaki adil dengenin korunması Anayasa Mahkemesi’nin ihlâl kararlarının bağlayıcılığı gözönünde tutularak enflasyon ve buna bağlı olarak döviz kurları, mevduat faizleri, devlet tahvilleri ve diğer yatırım araçlarının faiz oranları ile birlikte getirilerinin temerrüt faizden fazla olması halinde munzam zararın varlığının karine olarak kabul edilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Yine Anayasa Mahkemesi’nin 2017-24810 başvuru numaralı 27.11. 2019 tarihli kararında da aynı ilkelere temas edilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 57031/12 başvuru no.lu Suna Denizci/Türkiye hakkında verilen kararda da munzam zararın talep edilebileceği belirtilmiştir.

Yukarıda belirtilen kararlar uyarınca kişinin mal varlığında meydana gelen azalmanın mülkiyet hakkının ihlâli niteliğinde olduğu munzam zarar ispatı konusunda katı ispat kurallarına bağlı kalındığında ihlâl kararları verildiği ve tazminata hükmedildiği yine yüksek enflasyonist dönemlerde borçlunun borcunu ödemeyerek düşük temerrüt faizinden yararlanarak haksız kazanç elde ettiği ve borçlunun borcunu ödememesi, direngen durumda olması nedeniyle mahkemelerdeki dava sayısının hızla arttığı görülmektedir. Bu nedenle yüksek enflasyonist dönemde soyut yöntemin dikkate alınması tüm bu sakıncaları ortadan kaldıracak, adaletin gerçekleşmesini sağlayacaktır. Her somut olayın özelliği de dikkate alınarak bulunulacak zarar miktarının TBK’nun 50 ve 51. maddeleri (mülga BK’nın 42 ve 43 md) kapsamında değerlendirilerek belirlenmesi gerekir.

Munzam zararın hesap yönteminde dikkate alınacak ekonomik veriler;
1 . Her yıl itibariyle gerçekleşen TEFE- TÜFE, oranı

2. Bankaların 3 aylık ortalama vadeli mevduat faiz oranları,

3. Devlet tahvillerine verilen faiz oranları

4. Döviz kurlarındaki Amerikan Doları ve Euro değişim oranları

5. Asgari ücret artışı

6. Altın fiyatlarındaki artış

Sepetteki bu verilerin ortalamasının mahkemece zararın hesaplanmasında dikkate alınması gerekir.

ZAMANAŞIMI:
Munzam zararın tazmini davası 818 sayılı BK’nın 125 ve Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi uyarınca 10 senelik zamanaşımı süresine tabidir. Zamanaşımının başlangıç tarihi ise alacaklının alacağının tamamının tahsil edildiği tarihtir.

Somut olayda, davacının davalı kooperatifin üyesi olduğu, kooperatifçe kendisine tahsis edilen konutun davalının borcundan dolayı satıldığı, davalı tarafından davacıya 28.08.2017 tanzim, 29.12.2017 vade tarihli senet verildiği, senedin vadesinde ödenmediği ve davacının 08.02.2018 tarihinde icra takibine geçtiği, davacının icra takip sonucu alacağını 24.07.2023 tarihinde tahsil ettiği, temerrüt tarihi olan 29.12.2017 tarihinden alacağın tahsil edildiği 24.07.2023 tarihine kadar ülkemizdeki enflasyon oranları, yabancı paranın değer artışı, altın fiyatlarının artışı, vadeli mevduat faiz oranları, devlet tahviline verilen faiz oranı, asgari ücret artışı gibi ekonomik göstergeler yine o dönem içerisindeki yasal faiz oranları dikkate alındığında, davacı alacaklının parasının değerini sabit tutmak ve kazanç sağlamak için bir çabada bulunmasının hayatın olağan akışına da uygun olduğu, en azından paranın değer kaybını önlemek için döviz, altın, vadeli mevduat hesabı, devlet tahvili gibi yatırımlara yönelmesinin doğal olduğu kanaatine varılmakla, davacı alacaklının temerrüt faiz oranı üzerinde aşkın zararı (munzam) oluştuğunun kabulü gerekir.

Mahkemece konusunda uzman bilirkişi veya bilirkişi kurulundan yukarıda belirtilen ekonomik unsurlar dikkate alınarak oluşturulan sepet hesabına göre davacı alacaklının temerrüt faizini aşan bir zarara uğrayıp uğramadığı tespit edilerek, varsa bu zarar miktarından da davacı tarafından tahsil edilen temerrüt faiz miktarı çıkartılarak, davacının munzam zarar miktarı bulunup davacı alacaklının aşkın zararının (Munzam) tahsiline karar verilmesi gerekirken, davacının somut olarak zararını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle İlk Derece Mahkemesi kararı ile bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya aykırı olması nedeniyle HMK’nın 373/1. maddesi gereğince Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi kararı KALDIRILARAK; Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 07.06.2024 tarihli, 2023/1038 Esas, 2024/588 Karar sayılı kararın BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Kayseri Bölge Adliye Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi gönderilmesine, 13.01.2025 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

BERAAT EDEN SANIK YARARINA HAZİNE ALEYHİNE AVUKATLIK ÜCRETİNE HÜKMEDİLECEĞİ

YARGITAY

3. CEZA DAİRESİ

Esas Numarası: 2024/11927

Karar Numarası: 2025/2971

Karar Tarihi: 05.02.2025

BERAAT EDEN VE VEKİL VEYA MÜDAFİ İLE TEMSİL EDİLEN SANIK YARARINA HAZİNE ALEYHİNE MAKTU AVUKATLIK ÜCRETİNE HÜKMEDİLECEĞİ

ÖZETİ: Beraat eden ve vekil veya müdafi ile temsil edilen sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir. Bu hüküm, sanığın Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafii bulunması durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle uygulanır biçimindeki düzenleme dikkate alındığında kendisine Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince müdafi görevlendirilen ve İlk Derece Mahkemesince beraatine karar verilen sanık lehine hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2023 Yılı Tarifesi hükümlerine göre, Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafi durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.

MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi

SAYISI : 2023/315 E., 2023/1019 K.

İLK DERECE MAHKEMESİ : İzmir 18. Ağır Ceza Mahkemesi

SAYISI : 2021/94 E., 2023/109 K.

TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Onama

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;

Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebeplerine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;

Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;

Sanık müdafiinin temyiz talebinin sadece vekalet ücretiyle sınırlı olduğu belirlenerek yapılan incelemede;

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 168 ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 14/4 üncü maddesinde yer alan “Beraat eden ve vekil veya müdafi ile temsil edilen sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir. Bu hüküm, sanığın 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafii bulunması durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle uygulanır” biçimindeki düzenleme dikkate alındığında kendisine 5271 sayılı CMK gereğince müdafi görevlendirilen ve İlk Derece Mahkemesince beraatine karar verilen sanık lehine hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2023 Yılı Tarifesi hükümlerine göre, 5271 sayılı CMK gereğince görevlendirilen müdafi durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz istemi bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu nedenle BOZULMASINA, ancak yeniden duruşma yapılmasını gerektirmeyen bu hususun 5271 sayılı CMK’nın 303/1 inci maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasına “Sanığın 5271 sayılı CMK gereğince müdafi ile temsil edildiğinden, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2023 Yılı Tarifesi hükümlerine göre 17.400,00 TL maktu vekalet ücretinin Hazineden alınarak sanığa verilmesine” ibarelerin eklenmesi suretiyle diğer yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün Tebliğname’ye kısmen uygun olarak DÜZELTİLEREK ONANMASI, dava dosyasının, 5271 sayılı CMK’nın 304. maddesi uyarınca İzmir 18. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.02.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

BERAAT EDEN VE VEKİL VEYA MÜDAFİ İLE TEMSİL EDİLEN SANIK YARARINA HAZİNE ALEYHİNE MAKTU AVUKATLIK ÜCRETİNE HÜKMEDİLECEĞİ

YARGITAY

3. CEZA DAİRESİ

Esas Numarası: 2024/11927

Karar Numarası: 2025/2971

Karar Tarihi: 05.02.2025

BERAAT EDEN VE VEKİL VEYA MÜDAFİ İLE TEMSİL EDİLEN SANIK YARARINA HAZİNE ALEYHİNE MAKTU AVUKATLIK ÜCRETİNE HÜKMEDİLECEĞİ

ÖZETİ: Beraat eden ve vekil veya müdafi ile temsil edilen sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir. Bu hüküm, sanığın Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafii bulunması durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle uygulanır biçimindeki düzenleme dikkate alındığında kendisine Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince müdafi görevlendirilen ve İlk Derece Mahkemesince beraatine karar verilen sanık lehine hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2023 Yılı Tarifesi hükümlerine göre, Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafi durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekmektedir.

MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesi

SAYISI : 2023/315 E., 2023/1019 K.

İLK DERECE MAHKEMESİ : İzmir 18. Ağır Ceza Mahkemesi

SAYISI : 2021/94 E., 2023/109 K.

TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Onama

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;

Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebeplerine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;

Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;

Sanık müdafiinin temyiz talebinin sadece vekalet ücretiyle sınırlı olduğu belirlenerek yapılan incelemede;

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 168 ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 14/4 üncü maddesinde yer alan “Beraat eden ve vekil veya müdafi ile temsil edilen sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir. Bu hüküm, sanığın 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu gereğince görevlendirilen müdafii bulunması durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle uygulanır” biçimindeki düzenleme dikkate alındığında kendisine 5271 sayılı CMK gereğince müdafi görevlendirilen ve İlk Derece Mahkemesince beraatine karar verilen sanık lehine hüküm tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2023 Yılı Tarifesi hükümlerine göre, 5271 sayılı CMK gereğince görevlendirilen müdafi durumunda kovuşturma için Hazineden alınan ücretin mahsubu suretiyle maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz istemi bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu nedenle BOZULMASINA, ancak yeniden duruşma yapılmasını gerektirmeyen bu hususun 5271 sayılı CMK’nın 303/1 inci maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasına “Sanığın 5271 sayılı CMK gereğince müdafi ile temsil edildiğinden, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi ile Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Görevlendirilen Müdafi ve Vekillere Yapılacak Ödemelere İlişkin 2023 Yılı Tarifesi hükümlerine göre 17.400,00 TL maktu vekalet ücretinin Hazineden alınarak sanığa verilmesine” ibarelerin eklenmesi suretiyle diğer yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün Tebliğname’ye kısmen uygun olarak DÜZELTİLEREK ONANMASI, dava dosyasının, 5271 sayılı CMK’nın 304. maddesi uyarınca İzmir 18. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.02.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

ARAMA KARARINDAN BELİRTİLEN SAATTEN ÖNCE ARAMA YAPILMASI -HUKUKA AYKIRI ARAMA

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
2024/8417 E. , 2025/41 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2024/2752 E., 2024/1651 K.
SUÇ : Uyuşturucu madde ticareti yapma
HÜKÜM : İstinaf başvurusunun esastan reddi
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Temyiz isteminin esastan reddiyle hükmün onanması

Sanık hakkında kurulan hükmün, yapılan ön inceleme neticesinde temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir.
Sanık müdafiinin duruşmalı inceleme talebinin, 5271 sayılı CMK’nın 299/1. maddesi gereği takdîren reddine karar verilmekle, gereği düşünüldü:

I. HUKUKİ SÜREÇ

A. Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir.

B. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesinin yukarıda belirtilen kararı ile sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ

Sanık müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Suçun unsurlarının oluşmadığına,
2. Yeterli delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
3. Eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturacağına,
4. Sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması gerektiğine,
5. Delil değerlendirmesinin hatalı yapıldığına,
6. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna, İlişkindir.

III. GEREKÇE

Alınan istihbari bilgi üzerine sanığın adresinde ve müştemilatında Cumhuriyet savcısı tarafından gecikmesinde sakınca bulunan hal kapsamında 13.12.2023 saat 23.00 ile 14.12.2023 saat 01.30 arasında arama yapılabilmesi için yazılı arama emri verildiği halde, 13.12.2023 tarihli arama tutanağına göre söz konusu adreste 13.12.2023 günü saat 21.00 sıralarında arama işlemine başlanılıp saat 22.55’de arama işleminin bitirildiğinin anlaşılması karşısında; arama işleminin arama emrinde belirtilen saatlerden önce yapılarak suça konu maddelerin ele geçtiği, ikametin CMK’nın 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde aranmadığı, hukuka aykırı arama sonucu ele geçirilen maddenin “suçun maddi konusu” ve “suçun delili” olarak hükme esas alınamayacağı gözetilerek, somut olayda suçun maddi konusu bulunmaması nedeniyle suçun unsurları oluşmadığından, sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkûmiyet hükmü kurulması hukuka aykırı bulunmuştur.

IV. KARAR

Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesi kararının 5271 sayılı CMK’nın 302/2. maddesi gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre sanığın SALIVERİLMESİNE, başka bir suçtan hükümlü ya da tutuklu bulunmadığı takdirde salıverilmesinin sağlanması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına,
Dava dosyasının, 5271 sayılı CMK’nın 304/2-a maddesi uyarınca takdîren Samsun 1. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilamının bir örneğinin ise Samsun Bölge Adliye Mahkemesi 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
06.01.2025 tarihinde karar verildi.

SAHTE BELGELERLE BANKAYA YAPILAN KREDİ KARTI BAŞVURUSU

TC
YARGITAY
8. Ceza Dairesi
2014/21644 E. , 2014/30708 K.

“İçtihat Metni”
Tebliğname No : 8 – 2013/309656
MAHKEMESİ : Antalya 18. Asliye Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 21/05/2013
NUMARASI : 2009/943 (E) ve 2013/462 (K)
SUÇ : Banka veya kredi kartlarının kötüye kullanılması ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma

Gereği görüşülüp düşünüldü:

1- Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde:
Sanığın, sahte belgelerle kredi kartı almak amacıyla bankaya başvurması sonucu, belgelerde adı geçen şahsın gözaltına alınmasına neden olduğundan bahisle “kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak” suçundan cezalandırılması için dava açılıp, mahkumiyetine karar verilmiştir. Bir kimsenin hukuka aykırı olarak bir yere gitmesi veya bir yerde kalması, özgürlüğünden yoksun bırakılması halinde, kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak suçu oluşmaktadır. Suç doğrudan doğruya fail tarafından işlenebileceği gibi, bir kişinin azmettirilmesi, asıl faile yardım edilmesi suretiyle de işlenebilir.
İftira suçu ise; işlemediğini bildiği halde hakkında soruşturma veya kovuşturma başlatılması ya da idari bir yaptırım uygulanması için bir kimseye hukuka aykırı isnatta bulunulmasıdır. TCK.nun 267. maddesinin 4. fıkrası uyarınca bu fiil nedeniyle iftira edilenin gözaltına alınması halinde iftira eden, mağdurun hürriyetinden yoksun kılınması suçundan da dolaylı fail olarak sorumludur.
Somut olayda; mağdurun kimliğini kullanarak sahte kredi kartı almak için bankaya başvuran ve kendisine kart verilmeyen, adına belge düzenlenen kişinin; bir suç işlendiğinden bahisle yetkili makamlara başvurusu bulunmadığından ve mağdurun özgürlüğünü bizzat kısıtlamadığı gibi görevlileri azmettirdiği hususunda delil olmadığından kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun unsurları bulunmamaktadır.
Başkasının hürriyetini kısıtlama suçu kasten işlenen suçlardandır. Suçun manevi unsuru, bilerek ve isteyerek bir kimsenin bir yere gitmek veya bir yerde kalmak özgürlüğünden yoksun bırakılmasıdır. Sanığın; adına belge düzenlediği kişinin gözaltına alınması veya tutuklanması kastı bulunmadığından TCK.nun 109/1. maddesinde yazılı suçun yasal unsurları olayda gerçekleşmemiştir.
Öte yandan, ceza yasasının sahtecilik suçlarına ilişkin bölümünde, iftira suçunda olduğu gibi sahtecilik suçunun işlenmesi sonucunda bir kimsenin özgürlüğünün kısıtlanmasına neden olunması halinde TCK.nun 109. maddesinin uygulanması gerektiğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. İmzası taklit edilen kişinin gözaltına alınması hususunda yetkili merciilerin azmettirildiği de ileri sürülemez. Ceza Yasasında objektif sorumluluk kural olarak kabul edilmemiş olup TCK.nun 23. maddesi uyarınca fiilin kastedilenden daha ağır veya başka bir sonucun oluşumuna neden olması halinde kişinin sorumlu tutulabilmesi için bu netice bakımından en azından taksirle hareket etmesi gerekmektedir. Dosya kapsamına göre de, sanığın taksirli bir haraketi mevcut değildir.
Sanığın, kredi kartı almak için şikayetçi adına bankaya müracaat etmesi ve bir takım belgeleri şikayetçi adına imzalaması iftira suçunu oluşturmayıp eylemi, sahtecilik veya kredi kartını alması halinde TCK.nun 245/2. maddesindeki suçu oluşturmaktadır. Dolayısıyla TCK.nun 267/4. maddesinin uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Ayrıca tek bir eylem nedeniyle birden fazla mahkumiyet hükmü kurulması için bu konuda yasada açık bir hüküm bulunması gerektiği de gözetildiğinde, sanığın kredi kartı almak için sahte belgelerle bankaya başvurusu nedeniyle imzası taklit edilen kişinin gözaltına alınmasının sanığın sorumluluğunu gerektiren bir başka suçu oluşturduğuna dair yasal düzenleme bulunmadığı ve hürriyeti kısıtlama suçunun da yasal unsurlarının oluşmadığı gözetildiğinde “kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesi uyarınca sanık hakkında; “kişinin hürriyetinden yoksun bırakılması” suçundan açılan davada, beraatine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
2- Sanığın kredi kartının kötüye kullanılması suçundan kurulan hükme yönelik temyizine gelince:
Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanığın, bir sebebe dayanmayan temyiz itirazları yerinde görülmediğinden reddine, ancak:

Katılan bankaya kredi kart başvurusunda bulunduğu sırada ibraz ettiği sahte belgelerin araştırılması sonucu gerçek olmadığının anlaşılması üzerine kart başvurusu reddedilen sanığın eyleminin 5464 sayılı Banka Kartları Ve Kredi Kartları Kanunu’nun 37/2. madde ve fıkrası ya da belgelerin niteliğine göre TCK.nun 204/1. madde ve fıkrasında düzenlenen resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı gözetilmeden, yazılı şekilde sahte kredi kartı üretmeye teşebbüs suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi,
Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken CMUK.nun 321. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 10.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

6136 SAYILI ATEŞLİ SİLAHLAR VE BIÇAKLAR HAKKINDA KANUNA MUHALEFET

T.C
YARGITAY
8. Ceza Dairesi
2023/2484 E. , 2024/9115 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SAYISI : 2021/37 E. 2021/32 K.
SUÇ : 6136 sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a aykırılık
KARAR : Mahkûmiyet
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : İlgili kararın kanun yararına bozulması

Gölköy Cumhuriyet Başsavcılığının 04.02.2021 tarihli talepnamesi ile hükümlü hakkında 6136 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesinin birinci fıkrası, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 250 nci maddesinin dördüncü fıkrası, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 62 nci maddesi, 50 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 3.600,00 TL ve 300,00 TL adli para cezaları ile cezalandırılması talebine ilişkin Gölköy Asliye Ceza Mahkemesinin 04.02.2021 tarihli kararı ile talebin kabulü ile talepnamede belirtilen şekilde hükümlünün cezalandırılmasına karar verilmiş, bu kararın itiraz edilmeksizin usulüne uygun şekilde 09.03.2021 tarihinde kesinleştiği belirlenmiştir.
Adalet Bakanlığının, 5271 sayılı Kanun’un 309 uncu maddesinin birinci fıkrası uyarınca, 12.05.2023 tarihli ve 2022/20027 sayılı evrakı ile kanun yararına bozma istemine istinaden düzenlenen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 07.07.2023 tarihli ve KYB-2023/62062 sayılı Tebliğnamesi ile dava dosyası Daireye gönderilmekle, gereği düşünüldü:
I. İSTEM
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 07.07.2023 tarihli ve KYB-2023/62062 sayılı kanun yararına bozma isteminin;
“Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliğin 3/1. maddesindeki “Taşıma ve bulundurma ruhsatları onay tarihinden itibaren beş yıl için geçerli olup, gerekli şartların varlığı halinde her beş yılda bir yenilenir. Ruhsatlar verilirken ruhsatın geçerlilik süresi ve süre bitiminden itibaren en geç altı ay içinde ruhsatın yenilenmesi gerektiği kişiye tebliğ edilir. Beş yıllık geçerlilik süresini müteakip altı ay içinde ruhsatın yenilenmemesi halinde o silaha ait ruhsat başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilerek bu Yönetmelik hükümlerine göre devri sağlanır. Bu şekilde ruhsatı iptal edilen silah, ancak Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında belirlenen idari para cezasının ödenmesi kaydıyla aynı şahıs adına tekrar ruhsata bağlanabilir.” ve aynı Yönetmeliğin 17. maddesindeki “Taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan 16 ncı maddede belirtilen hallerden birine girmesi nedeniyle silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni ruhsat talepleri kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal edilerek, silahlar zaptedilir. Bu silahların, zaptedildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak, silah satın almaya hak kazanmış kişilere devri sağlanır. Bu süre içinde devri sağlanamayan silahlar ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirilir.
Bu Yönetmeliğin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası hükümlerine göre ruhsatı iptal edilen silahlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.” şeklindeki düzenlemeler karşısında,
Dosya kapsamına göre, sanığın 9.00 mm çapında ve T64****A000582 seri numaralı Canik 55 marka tabancasına 30/12/2014 tarihinden geçerli olmak üzere 26/08/2019 tarihine kadar bulundurma ruhsatı verildiği, söz konusu silahın ruhsat süresi dolması üzerine sanık tarafından yenileme işlemi yapılmadığından Ordu Valiliği’nin 04/03/2020 tarihli oluru ile silah ruhsatının iptal edildiği, iptal işlemini müteakip silahın 17/03/2020 tarihinde tutanak karşılığında kolluk personeli tarafından zapdedildiği ve 6 aylık süre içerisinde silahı devretmesi veya 6136 sayılı Kanun’un 6. maddesinde düzenlenen idari para cezasını ödemek suretiyle kendi adına ruhsat talebinde bulunabileceği hususunun sanığa tebliğ edildiği,
Sanığın, Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmeliği’nin 17/2. maddesi yollamasıyla 17/1. maddesi gereğince silahın zaptedildiği tarihten itibaren 6 ay içerisinde silah satın almaya hak kazanmış kişilere devredebileceği veya aynı Yönetmeliğin 3. maddesi uyarınca 6136 sayılı Kanun’un 6. maddesinde belirtilen idari para cezasını ödemek suretiyle kendi adına yeniden ruhsat talebinde bulunabileceği, bu kapsamda 17/03/2020 tarihinden itibaren kolluk uhdesine geçen silah nedeniyle 6 aylık sürenin geçmesi neticesinde işlem yapılmayan bir halde söz konusu silah ile ilgili olmak üzere silahın adli makamlara intikal ettirilerek müsadere, idareye teslim vb. işlemlerimin yapılmasının sağlanacağı nazara alındığında, sanığın üzerine atılı suçun yasal unsurları oluşmadığı gözetilmeden, talepnamenin reddedilerek soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyanın Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesi yerine yazılı şekilde karar verilmesinde,
Kabule göre de,
Mahkemenin yargılama sonucunda ulaşılan sonuçların, iddia, savunma, tanık anlatımları ve dosyadaki diğer belgelere ilişkin değerlendirmeler ile sanığın eyleminin ve yüklenen suçun unsurlarının nelerden ibaret olduğunun, hangi gerekçe ile hangi delillere üstünlük tanındığının açık olarak gerekçeye yansıtılması ve bu şekilde cezanın şahsileştirilmesi gerekirken, 5271 sayılı Kanun’un 250/9. maddesinde yer alan “Mahkeme, şüpheliyi müdafii huzurunda dinledikten sonra üçüncü fıkradaki şartların gerçekleştiği, eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu ve dosyadaki mevcut delillere göre mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği kanaatine varırsa talep yazısında belirtilen yaptırımdan daha ağır olmamak üzere dört ila yedinci fıkra hükümleri doğrultusunda hüküm kurar; aksi takdirde talebi reddeder ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyayı Cumhuriyet başsavcılığına gönderir. Mazeretsiz olarak mahkemeye gelmeyen şüpheli, bu usulden vazgeçmiş sayılır.” şeklindeki düzenleme uyarınca mevcut delil durumunun mahkumiyet kararı verilmesi gerektirdiği kanaatine varılıp varılmadığının kararda tartışılmadan, gerekçe gösterilmeksizin hüküm kurulmak sureti ile Anayasa’nın 141. ve 5271 sayılı Kanun’un 34, 223 ve 230. maddelerine aykırı davranılmasında, isabet görülmemiştir.” şeklindeki gerekçeye dayandığı anlaşılmıştır.

II. GEREKÇE
1. Hükümlü adına Ordu Valiliğinin 25.12.2014 tarihli oluru ile meskende bulundurma ruhsatlı silahının, ruhsat süresinin 26.08.2019 tarihinde sona erdiği, silahın ruhsat süresinin dolması üzerine hükümlü tarafından yenileme işlemi yapılmadığından Ordu Valiliğinin 04.03.2020 tarihli oluru ile silah ruhsatının iptal edildiği, iptal işlemini müteakip silahın 17.03.2020 tarihinde tutanak karşılığında kolluk personeli tarafından zapdedildiği ve 6 aylık süre içerisinde silahı devretmesi veya 6136 sayılı Kanun’un 6 ncı maddesinde düzenlenen idari para cezasını ödemek suretiyle kendi adına ruhsat talebinde bulunabileceği hususunun hükümlüye tebliğ edildiği belirlenmiştir.
2. Hükümlü hakkında Gölköy Cumhuriyet Başsavcılığının 04.02.2021 tarihli talepnamesi ile 6136 sayılı Kanun’un 13 üncü maddesinin birinci fıkrası, 5271 sayılı Kanun’un 250 nci maddesinin dördüncü fıkrası, 5237 sayılı Kanun’un 62 nci maddesi, 50 nci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 3.600,00 TL ve 300,00 TL adli para cezaları ile cezalandırılması talebine ilişkin Gölköy Asliye Ceza Mahkemesinin 04.02.2021 tarihli kararı ile talebin kabulü ile talepnamede belirtilen şekilde hükümlünün cezalandırılmasına karar verilmiş, bu kararın itiraz edilmeksizin usulüne uygun şekilde 09.03.2021 tarihinde kesinleştiği belirlenmiştir.
3. a) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Yönetmelik’in “Ruhsatlar” başlıklı 3 üncü maddesi;
“Taşıma ve bulundurma ruhsatları onay tarihinden itibaren beş yıl için geçerli olup, gerekli şartların varlığı halinde her beş yılda bir yenilenir. Ruhsatlar verilirken ruhsatın geçerlilik süresi ve süre bitiminden itibaren en geç altı ay içinde ruhsatın yenilenmesi gerektiği kişiye tebliğ edilir. Beş yıllık geçerlilik süresini müteakip altı ay içinde ruhsatın yenilenmemesi halinde o silaha ait ruhsat başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilerek bu Yönetmelik hükümlerine göre devri sağlanır. Bu şekilde ruhsatı iptal edilen silah, ancak Kanunun 6 ncı maddesinin birinci fıkrasında belirlenen idari para cezasının ödenmesi kaydıyla aynı şahıs adına tekrar ruhsata bağlanabilir.”
b) Aynı Yönetmelik’in “Taşıma veya bulundurma hakkının kaybı” başlıklı 17 nci maddesi;
“Taşıma veya bulundurma ruhsatı verilen kişilerden sonradan 16 ncı maddede belirtilen hallerden birine girmesi nedeniyle silah taşıma ve bulundurma şartlarını kaybedenlerin, yeni ruhsat talepleri kabul edilmeyeceği gibi mevcut silah ruhsatları iptal edilerek, silahlar zaptedilir. Bu silahların, zaptedildiği tarihten itibaren altı ay içinde silah sahibinin isteği dikkate alınarak, silah satın almaya hak kazanmış kişilere devri sağlanır. Bu süre içinde devri sağlanamayan silahlar ilgili kanunlara göre işlem yapılmak üzere adli makamlara intikal ettirilir.
Bu Yönetmeliğin 3 üncü maddesinin birinci fıkrası hükümlerine göre ruhsatı iptal edilen silahlar hakkında da yukarıdaki fıkra hükmü uygulanır.”
c) 5271 sayılı Kanun’un “Seri muhakeme usulü” başlıklı 250 nci maddesinin dokuzuncu fıkrası;
“(9) Mahkeme, şüpheliyi müdafii huzurunda dinledikten sonra üçüncü fıkradaki şartların gerçekleştiği, eylemin seri muhakeme usulü kapsamında olduğu ve dosyadaki mevcut delillere göre mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği kanaatine varırsa talep yazısında belirtilen yaptırımdan daha ağır olmamak üzere dört ila yedinci fıkra hükümleri doğrultusunda hüküm kurar; aksi takdirde talebi reddeder ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyayı Cumhuriyet başsavcılığına gönderir.” şeklinde düzenlenmiştir.
4. a) Bu kapsamda inceleme konusu dava dosyası değerlendirildiğinde; yukarıda anılan Yönetmelik’in 3 üncü ve 17 nci maddelerinde öngörülen, yeniletilmeyen ruhsatın iptali ile silaha el konulup başkasına devrinin sağlanacağına ilişkin hüküm karşısında; 04.03.2020 tarihinde bulundurma ruhsatının iptaline karar verildiği, suç tarihinde devir tebligatı ile birlikte silahın zaptedildiği de dikkate alındığında, suç kastının bulunmaması nedeniyle eyleminde atılı suçun unsurları oluşmadığından hükümlünün beraatine ve silahın devir işlemlerinin yapılması için idareye teslimine karar verilmesi gerektiği gözetilerek, 5271 sayılı Kanun’un 250 nci maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca talepnamenin reddine ve soruşturmanın genel hükümlere göre sonuçlandırılması amacıyla dosyanın Cumhuriyet başsavcılığına gönderilmesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde mahkumiyet ve müsadere kararı verilmesi,
b) Kabule göre de;
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 141 inci maddesinin üçüncü fıkrası, 5271 sayılı Kanun’un 34, 230 uncu maddeleri ve seri muhakeme usulünün uygulanmasına ilişkin olarak aynı Kanun’un 250 nci maddesinin dokuzuncu fıkrası ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 11.06.2019 tarihli ve 2018/16-573 Esas, 2019/466 Karar sayılı kararı uyarınca hükmün gerekçesinin, Yargıtay denetimine olanak sağlayacak biçimde açık olması ve Yargıtay’ın bu işlevini yerine getirebilmesi için, kararın dayandığı tüm kanıtların, bu kanıtlara göre mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddia, savunma ve dosyadaki diğer belgelere ilişkin değerlendirmeler ile sanığa yüklenen suçun unsurlarının nelerden ibaret olduğunun açık olarak gerekçeye yansıtılması ve 5271 sayılı Kanun’un 230 uncu maddesinde yazılı hususları kapsaması gerekirken, bu kurallara uyulmaksızın gerekçesiz olarak yazılı şekilde hüküm kurulması, Kanun’a aykırı olup kanun yararına bozma talebi yerinde görülmüştür.

III. KARAR
1. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin KABULÜNE,
2. Gölköy Asliye Ceza Mahkemesinin 04.02.2021 tarihli ve 2021/37 Esas, 2021/32 Karar sayılı kararının 5271 sayılı Kanun’un 309 uncu maddesinin üçüncü fıkrası gereği, oy birliğiyle KANUN YARARINA BOZULMASINA,
5271 sayılı Kanun’un 309 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının (b) bendi uyarınca gerekli işlemin yapılması için dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 28.11.2024 tarihinde karar verildi.

ECZANEYE HASTA YÖNLENDİRİLMESİ – SÖZLEŞME FESHİ

TC
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
2014/35671 E. , 2015/29158 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı eczacı, davalı kurumun 16.8.2012 tarihli yazı ile eczane sözleşmesinin 2012 yılı protokolünün 3.5.14. Maddesi gereğince hastaların eczaneye yönlendirildiği iddiası ile 3 ay süre ile feshe karar verildiğinin bildirildiğini, varsayıma dayalı olarak yönlendirmenin kabulünün haksız olduğunu ileri sürerek, fesih işleminin iptali ile muarazanın giderilmesini istemiştir.

Davalı, yapılan soruşturma ile diyaliz merkezi ile eczanenin kendi aralarında anlaşarak yönlendirme yapıldığının anlaşıldığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece,davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı eczacı ile davalı kurum arasında yapılan ilaç teminine ilişkin protokolün 5.3.14. Maddesi gereğince yönlendirme olduğu gerekçesi ile 16.8.2012 tarihli yazı ile eczane sözleşmesinin 3 ay süre ile feshedildiğinin bildirildiği tüm dosya kapsamı ile anlaşılmaktadır. 2012 protokolünün 5.3.14. Maddesinde de; “Eczacılar, kendilerine hasta gönderilmesine yönelik olarak her ne şekilde olursa olsun, kurumlar, hekimler, diğer sağlık kurum ve kuruluşları ve üçüncü şahıslarla kurye şirketleri ile açık veya gizli işbirliği yapamaz, simsar, kurye elemanı ve benzeri yönlendirici personel bulunduramaz, reçete toplama ve yönlendirme yapamaz. İnternet, faks, telefon, kurye, komisyoncu ve benzeri yollarla eczanelere gelen reçeteler kabul edilmez. Eczacılara bu yolla gelen ilaç talepleri karşılanmaz. Bu durumun tespit edilmesi halinde sözleşme feshedilir ve 3 (üç) ay süre ile sözleşme yapılamaz ” düzenlemesi mevcuttur.

Ancak Eczacılar ve Eczaneler hakkındaki 6197 sayılı Kanunu’nun 6514 sayılı kanunun 36 maddesi ile 2.1.2014 tarihinde değiştirilen 24/2. maddesinde “eczacılar kendilerine reçete gönderilmesine yönelik olarak her ne şekilde olursa olsun, kurumlar, hekimler, diğer sağlık kurum ve kuruluşları veya üçüncü şahıslar ile açık veya gizli işbirliği yapamaz, simsar, kurye, elamanı ve benzeri yönlendirici personel bulunduramaz, reçete toplama veya yönlendirme yapamaz, bu yollarla gelen reçeteleri kabul edemez. Bu fiilerin tesbiti halinde eczacı ile aracı kişi veya kuruluşa beşbin Türk Lirasından elli bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir. Fiillerin tekrarı halinde idari para cezası daha önce verilen cezanın iki katı olarak uygulanır.” düzenlemesinin bulunduğu anlaşılmaktadır. O halde eczacı lehine anılan kanunla yapılan bu düzenlemenin somut olay açısından uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekir. Mahkemece yanlış değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 25,20 TL harcın istek halinde iadesine, 08/10/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

REÇETESİZ TOPTAN İLAÇ SATMAK ŞEKLİNDEKİ EYLEM TÜM SATIŞLARIN TEK FİİL KABUL EDİLMESİ GEREKTİĞİ

TC
YARGITAY
19. Ceza Dairesi
2020/861 E. , 2021/1556 K.

“İçtihat Metni”

Reçetesiz toptan ilaç satışı nedeniyle 6197 sayılı Eczaneler ve Eczacılar Kanunu’na aykırı davranmak eyleminden dolayı kabahatli … hakkında aynı Kanun’un 24 ve 44. maddeleri uyarınca 76.954,00 Türk lirası idarî para cezası uygulanmasına dair Kartal Kaymamaklığı İlçe Hukuk İşleri Şefliğinin 01/06/2017 tarihli ve 9 sayılı idarî yaptırım kararına karşı yapılan başvurunun kısmen kabulü ile; 18.356,00 Türk lirası kısmının iptaline, 58.598,00 Türk lirası yönünden reddine ilişkin İstanbul Anadolu 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 21/03/2019 tarihli ve 2017/3589 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın reddine dair mercii İstanbul Anadolu 8. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25/04/2019 tarihli ve 2019/3796 değişik iş sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 19/12/2019 gün ve 94660652-105-34-10831-2019-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekinde bulunan dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30/12/2019 gün ve KYB-2019/133392 sayılı ihbarnamesi ile daireye verilmekle okundu.
Anılan ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre, kabahatli hakkında muhtelif firmalara farklı zamanlarda reçetesiz toptan ilaç sattığından bahisle her bir faturalı satış için 363,00 TL.’den olmak üzere toplam 76.954,00 Türk lirası idarî para cezası uygulanmış, yapılan başvuru üzerine Hâkimlikçe bilirkişi incelemesi yaptırılmış ve aynı gün aynı firmalara yapılan satışların tek satış olarak kabulü sonucunda 18.356,00 Türk lirası kısmının iptaline, 58.598,00 Türk lirası yönünden başvurunun reddine karar verilmiş ise de; 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 15/2. maddesindeki “Aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle ilgili olarak ayrı ayrı idarî para cezası verilir. Kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde, bu nedenle idarî yaptırım kararı verilinceye kadar fiil tek sayılır.” şeklindeki düzenleme karşısında, reçetesiz toptan ilaç satmak şeklindeki eylem nedeniyle tek tutanak düzenlenip bir kez idarî yaptırım kararı verilmiş olması karşısında, tüm satışların tek fiil kabul edilmesi gerekirken, her bir faturalı satış için ayrı idarî para cezası verilemeyeceği hususu gözetilmeksizin, itirazın bu yönden kabulü yerine yazılı şekilde karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla, gereği görüşülüp düşünüldü;

6197 sayılı Kanunun 24/1. maddesinde yer alan “Eczanelerden zehirli ve müessir maddeler ile ilaçların toptan satışı yapılamaz ve eczaneler ihalelere giremez. …” düzenlemesi ile kabahat oluşturan fiil tanımlanmış olup, 5326 sayılı Kanunun 15/2. maddesinde yer alan kabahatlerdeki içtima uygulamasına yönelik “Aynı kabahatin birden fazla işlenmesi halinde her bir kabahatle ilgili olarak ayrı ayrı idari para cezası verilir. Kesintisiz fiille işlenebilen kabahatlerde, bu nedenle idari yaptırım kararı verilinceye kadar fiil tek sayılır.” düzenlemesi ile ancak kesintisiz fiille işlenebilen kabahatler yönünden idari yaptırım uygulanana kadar tek fiil sayılacağının kabul edildiği, kabahatliye yüklenen toptan ilaç satışının ise farklı zamanlarda ve farklı işlemlerle gerçekleştirilmesi nedeniyle kesintisiz bir fiil olduğundan söz edilemeyeceği cihetle,

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yerinde görülmeyen kanun yararına bozma isteğinin REDDİNE, 15/02/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

HASTA YÖNLENDİRME- ECZANE SÖZLEŞME FESHİ

TC
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
2014/35671 E. , 2015/29158 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı eczacı, davalı kurumun 16.8.2012 tarihli yazı ile eczane sözleşmesinin 2012 yılı protokolünün 3.5.14. Maddesi gereğince hastaların eczaneye yönlendirildiği iddiası ile 3 ay süre ile feshe karar verildiğinin bildirildiğini, varsayıma dayalı olarak yönlendirmenin kabulünün haksız olduğunu ileri sürerek, fesih işleminin iptali ile muarazanın giderilmesini istemiştir.

Davalı, yapılan soruşturma ile diyaliz merkezi ile eczanenin kendi aralarında anlaşarak yönlendirme yapıldığının anlaşıldığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece,davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı eczacı ile davalı kurum arasında yapılan ilaç teminine ilişkin protokolün 5.3.14. Maddesi gereğince yönlendirme olduğu gerekçesi ile 16.8.2012 tarihli yazı ile eczane sözleşmesinin 3 ay süre ile feshedildiğinin bildirildiği tüm dosya kapsamı ile anlaşılmaktadır. 2012 protokolünün 5.3.14. Maddesinde de; “Eczacılar, kendilerine hasta gönderilmesine yönelik olarak her ne şekilde olursa olsun, kurumlar, hekimler, diğer sağlık kurum ve kuruluşları ve üçüncü şahıslarla kurye şirketleri ile açık veya gizli işbirliği yapamaz, simsar, kurye elemanı ve benzeri yönlendirici personel bulunduramaz, reçete toplama ve yönlendirme yapamaz. İnternet, faks, telefon, kurye, komisyoncu ve benzeri yollarla eczanelere gelen reçeteler kabul edilmez. Eczacılara bu yolla gelen ilaç talepleri karşılanmaz. Bu durumun tespit edilmesi halinde sözleşme feshedilir ve 3 (üç) ay süre ile sözleşme yapılamaz ” düzenlemesi mevcuttur.

Ancak Eczacılar ve Eczaneler hakkındaki 6197 sayılı Kanunu’nun 6514 sayılı kanunun 36 maddesi ile 2.1.2014 tarihinde değiştirilen 24/2. maddesinde “eczacılar kendilerine reçete gönderilmesine yönelik olarak her ne şekilde olursa olsun, kurumlar, hekimler, diğer sağlık kurum ve kuruluşları veya üçüncü şahıslar ile açık veya gizli işbirliği yapamaz, simsar, kurye, elamanı ve benzeri yönlendirici personel bulunduramaz, reçete toplama veya yönlendirme yapamaz, bu yollarla gelen reçeteleri kabul edemez. Bu fiilerin tesbiti halinde eczacı ile aracı kişi veya kuruluşa beşbin Türk Lirasından elli bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir. Fiillerin tekrarı halinde idari para cezası daha önce verilen cezanın iki katı olarak uygulanır.” düzenlemesinin bulunduğu anlaşılmaktadır. O halde eczacı lehine anılan kanunla yapılan bu düzenlemenin somut olay açısından uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekir. Mahkemece yanlış değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 25,20 TL harcın istek halinde iadesine, 08/10/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ECZACI ARACI KULLANMASI- KABAHATLER KANUNUNA GÖRE TESİS EDİLEN İDARİ PARA CEZASININ KALDIRILMASI

TC
YARGITAY
19. Ceza Dairesi
2019/31367 E. , 2019/11219 K.

“İçtihat Metni”
6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkındaki Kanun’a aykırılık eyleminden dolayı kabahatli … hakkında, anılan Kanun’un 24. maddesi uyarınca 50.000,00 Türk lirası idarî para cezası uygulanmasına dair … Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün 20/11/2018 tarihli ve 82084098-663.99 – E.367 sayılı idarî para cezası kararına yönelik başvurunun reddine dair Niğde Sulh Ceza Hakimliğinin 13/03/2019 tarihli ve 2018/4122 değişik iş sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin Aksaray 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 02/04/2019 tarihli ve 2019/884 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı’nın 05/07/2019 gün ve 2019/10001 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 17/07/2019 ve KYB. 2019/74114 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.
Anılan ihbarnamede;
Dosya kapsamına göre, muteriz hakkında düzenlenen 20/11/2018 tarihli idari para cezası yaptırım kararı tutanağında, idari yaptırım nedeni kabahatli eczacının reçete yönlendirmesi yaptığının tespit edilmesi olarak belirtilmiş ve aynı Kanun’un 24. maddesi gereğince de ilgili para cezası tesis edilmişse de 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 25. maddesinde yer alan ” İdari yaptırım kararına ilişkin tutanakta;
a) Hakkında idari yaptırım kararı verilen kişinin kimlik ve adresi,
b) İdari yaptırım kararı verilmesini gerektiren kabahat fiili,
c) Bu fiilin işlendiğini ispata yarayacak bütün deliller,
d) Karar tarihi ve kararı veren kamu görevlilerinin kimliği,
Açık bir şekilde yazılır. Tutanakta, ayrıca kabahati oluşturan fiil, işlendiği yer ve zaman gösterilerek açıklanır. ” şeklinde bir düzenlemenin bulunduğu, mezkur yaptırım kararı tutanağında ise kabahati oluşturan fiil kanunda açıklandığı şekilde denetime esas olacak bir biçimde açıklanmadan sadece içeriği belli olmayan bir takım soruşturma raporlarından bahsetmekle yetinilerek reçete yönlendirmesi yapıldığının tespit edildiğinin belirtilmesi, bu anlamda 6197 sayılı Kanun’un içeriği incelendiğinde de 24/2. maddesinde “Eczacılar, kendilerine reçete gönderilmesine yönelik olarak her ne şekilde olursa olsun, kurumlar, hekimler, diğer sağlık kurum ve kuruluşları veya üçüncü şahıslar ile açık veya gizli iş birliği yapamaz, simsar, kurye elemanı ve benzeri yönlendirici personel bulunduramaz, reçete toplama veya yönlendirme yapamaz, bu yollarla gelen reçeteleri kabul edemez. ” hükmünün bulunduğu, madde metninde belirtilen reçete yönlendirme işleminin tek başına işlenemeyeceği, kabahatin oluşması için kabahatliye reçete yönlendiren ikinci bir şahsın da bulunması gerektiği, dolayısıyla kabahatli eczacıya kim tarafından ve ne şekilde reçete yönlendirmesi yapıldığının idari yaptırım kararında kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirtilmesi gerektiği, kaldı ki kabahatlinin ilçede tek eczacı olduğunu belirtmesi karşısında bu konuda da hakimlikçe bir araştırma yapılmadığı, bu hususta yapılacak gerekli araştırmanın sonucunda, eğer kabahatlinin sahibi bulunduğu eczanenin ilçedeki tek eczane olduğu anlaşılırsa bu anlamda kabahatlinin reçete sevki konusunda ilçede bulunan her hangi bir kişi veya kurumla anlaşmasının hayatın olağan akışına da aykırı olacağı,
2-Kabahatli eczacının ihlal ettiği iddia edilen 6197 sayılı Kanun’un 24. maddesinde, fiili gerçekleştiren eczacı ile aracı kişi veya kuruluşa beş bin Türk lirasından elli bin Türk lirasına kadar idari para cezası verileceğinin belirtildiği, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 3. maddesi uyarınca ise cezaların fiilin ağırlığıyla orantılı olması gerektiği nazara alındığında, anılan idari yaptırım kararında adı geçen eczacıya hangi gerekçeyle üst sınırdan idari para cezası tesis edildiği belirtilmediği gibi itirazı inceleyen hakimlikçe de ilgili cezanın orantılı olup olmadığı kabahatliye sevk edildiği iddia edilen reçetelerde mevcut ilaçların piyasa değeri ve kar marjı gerektiğinde bilirkişi incelemesi de yapılarak tetkik edilerek denetlenmediği anlaşılmakla,
İtirazın bu yönlerden kabulüne karar vermek gerekirken yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,
Gereği görüşülüp düşünüldü:
6197 sayılı Eczacılar ve Eczaneler Hakkında Kanun’un 24/2. maddesi;
“…Eczacılar, kendilerine reçete gönderilmesine yönelik olarak her ne şekilde olursa olsun, kurumlar, hekimler, diğer sağlık kurum ve kuruluşları veya üçüncü şahıslar ile açık veya gizli iş birliği yapamaz, simsar, kurye elemanı ve benzeri yönlendirici personel bulunduramaz, reçete toplama veya yönlendirme yapamaz, bu yollarla gelen reçeteleri kabul edemez. Bu fiillerin tespiti hâlinde eczacı ile aracı kişi veya kuruluşa beş bin Türk Lirasından elli bin Türk Lirasına kadar idari para cezası verilir. Fiillerin tekrarı hâlinde verilecek idari para cezası, daha önce verilen cezanın iki katı olarak uygulanır.”
Hükümlerini amiridir.
… ili … kasabasında tek eczane olan … Eczanesi sahibi ve mesul müdürü olan ve olay tarihlerinde yanında bir adet kalfa çalıştıran eczacı …’un, kasabanın Aile Sağlık Merkezi’ne hekim olarak gelen Dr. …’dan 19.06.2017 tarihinde şikayetçi olmasıyla başlayan olaylar zincirinde;
… Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün; kabahatli eczacı … hakkında, Sağlık Bakanlığı Türkiye Tıbbi İlaç ve Cihaz Kurumu’nun 31.10.2018 tarihli “eczane yönlendirme” konulu yazısına istinaden, ayrıca herhangi bir araştırma yapmaksızın ve doğruluğunu tespit etmeksizin 6197 sayılı Kanun’un 24. maddesine göre 50.000 TL idari para cezası tutanağı düzenlediği,
Hakkında idari para cezası düzenlenen kabahatlinin kanun yararına bozmaya konu edilen kabahatine ve idari para cezasına konu (iddia) eyleminin idari para cezası tutanağında açıkça belirtilmediği gibi, bir takım raporlardan bahsedildiği,
Aynı zamanda adı geçen eczacının henüz usulsüz reçete ve ilaç kullanımına dair suç konusu oluşturan eylemler ortaya çıkmadan vermiş olduğu dilekçeleriyle, Niğde Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/11900 sayılı soruşturma dosyasında SGK’nın zararına işlem yaptığı iddia edilen hekim hakkında,adli soruşturma açılmasını sağladığı, soruşturma konusu suça konu edilen eylemleri ile idari para cezası düzenlenmesine dair kabahat eylemlerinin birbirinden farklı eylemler olduğu, idari para cezası tutanağı düzenlendiği sırada adli soruşturma sürecinde henüz bir karar verilmediği,
Keza kabahatlinin ilgili aile sağlığı merkezinin bulunduğu kasabada tek eczacı olarak görev yapması nedeniyle, sadece kendi eczanesine reçete gönderilmesine yönelik olarak adı geçen hekimle açık veya gizli işbirliği yapmasının, yanında tek bir kalfa çalıştıran eczacının sırf bu yönlendirme işlemine ilişkin olarak bir personel bulundurmasının yada reçete toplama veya yönlendirme faaliyetinde bulunmasının hayatın olağan akışına uygun olmayacağı, kabahatli eczacıyı bu davranışa itecek bir sebebin de bulunmadığı,
Sonuç olarak idari para cezasına karşı kabahatlinin başvurusu hakkında verilen başvurunun reddine dair kararı inceleyen itiraz merciinin, dosya içeriğine, kanuna ve hukuka aykırı olarak gerekçesiz şekilde itirazın reddine karar verdiği anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği kanun yararına bozma talebinde yer alan “1-” numaralı bozma nedeni yerinde görülmekle; Aksaray 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 02/04/2019 tarihli ve 2019/884 değişik iş sayılı kararının 5271 sayılı CMK’nin 309/4-d maddesi gereği BOZULMASINA, bozma gereği yeniden uygulama yapılarak, sanık hakkında Niğde Sulh Ceza Hakimliğinin 13/03/2019 tarihli ve 2018/4122 değişik iş sayılı kararıyla başvurusu reddedilen kabahatli hakkında uygulanan, … Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün 20.11.2018 tarihli, 367 sayılı ve 50.000 TL bedelli idari para cezası (yaptırım) kararını kaldırılmasına, kanun yararına bozma talebinin “2-” numaralı bozma nedeni yönünden ise; yukarıda yazılı sebeple idari yaptırım kararı kaldırıldığından bir KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 16.09.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Exit mobile version