SAHTE PROFİL OLUŞTURUP PAYLAŞIMLARDA BULUNMAK- HUKUKA AYKIRI DELİL

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi

2016/14742 E., 2017/2577 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :AİLE MAHKEMESİ

Taraflar arasında birleştirilerek görülen nafaka davalarının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, nafakanın kaldırılması istemli asıl davanın kabulüne, birleşen nafakanın arttırılması istemli davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı – birleşen dosyada davacı asil tarafından duruşma istemli temyiz edilmesi üzerine; davanın niteliği gereği duruşma isteğinin reddiyle, temyiz isteğinin incelemesinin evrak üzerinde yapılmasına karar verilerek dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Davacı vekili; müvekkili ile davalının Aile Mahkemesinin 2013/254 E. 2013/946 K. karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, mahkemece davalı lehine aylık 1.000 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiğini, ancak davalının Erkan isimli kişi ile fiilen evliymiş gibi yaşadığını, davalının internet ortamında yayınladığı resim ve videolarla fiili evliliğin tespit edildiğini ileri sürerek, davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı vekili; Nafakanın kaldırılması davasında davanın reddini dilemiş, birleşen 2015/715 Esas sayılı davada ise; yoksulluk nafakasının 1.500TL’ye artırılmasını talep etmiştir.

Mahkemece; CD kayıtları ve dinlenen tanık beyanları ile nafaka alacaklısı olan davalının kısa bir süre de olsa evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraberlik yaşadığının ispatlandığı, TMK’nun 176/3. maddesinde yer alan koşulların oluştuğu gerekçesiyle; asıl davanın kabulü ile davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, birleşen davanın ise reddine karar verilmiş; hüküm, davalı – birleşen dosyada davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1-Asıl davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Nafaka yükümlüsü davacı, nafaka alacaklısı olan davalının evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraber yaşadığını ileri sürerek, nafakanın kaldırılmasını istemiştir.

Türk Medeni Kanunun 176/3. maddesi; “İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.” hükmünü içermektedir.

Öncelikle, mahkeme kararında gerekçe olarak dayanılan; davacı nafaka yükümlüsü tarafından (facebook ve WhatsApp’tan alındığı iddia olunan) görüntü kayıtlarından ibaret olan delilinin hukuken geçerli ve hükme esas alınabilecek bir delil niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

01.10.2011’de yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat hakkı” başlığını taşıyan 189/2. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamız.” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delilerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir.

Böylece Hukuk Yargılamasında da ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması, eş söyleyişle yasak delil niteliğinde olmaması esası getirilmiştir.

Anılan düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re’sen gözönüne alınması ve bu delillerin hukuken meşru yol ve yöntemlerle elde edildiği, delilin her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tesbiti halinde, diğer tarafça bu konuda itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece bu sunulan delillerin caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir.

Diğer taraftan, hukuka aykırı elde edilen delillerin yargılamada değerlendirilmesi konusunda 01.10.2011 tarihine kadar Medeni Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü olmadığı halde, gerek mülga 1412 sayılı CMUK’nda gerekse de 5271 sayılı CMK’nda açık düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412 sayılı CMUK’nun 254/2. maddesinde “Koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz.” denilmiş, 5271 sayılı CMK’nun 206/2-a maddesinde “ortaya konulması istenilen delilin, kanuna aykırı olarak elde edilmesi halinde reddolunacağı” düzenlendiği gibi Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlandığından ve bu Anayasal kural, her ne kadar, ceza yargısına ilişkin gibi görünse de, tüm yargı çeşitleri, bu arada adlî yargı bütünü içinde yer alan hukuk yargısı bakımından da geçerlilik taşıyan bir düzenleme konumunda olduğu, yargısal uygulamalarda kabul edilmiştir.

Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel hayata yapılan haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizliliği diye ifade edilen ve sadece bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale edilemez. Örneğin, kişinin özel hayatı cinsel yaşamı böyledir. Hayatın bu gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu kim, nasıl ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun sözonusu delil ceza mahkemesinde delil olarak kullanılamaz. Zira, hayatın gizli alanı bir delil elde etme yasağı teşkil eder.(Öztürk, B.Yeni Yargıtay Kararları Işığında Delil Yasakları, Ank.1995, s.116 vd.)

6100 sayılı HMK öncesindeki yargısal uygulamalarda somut olayın özelliğine göre farklı yaklaşımlar olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı olarak ele alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde yargılamada kabul edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil konusunda olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu görülmektedir. Ancak, Anayasanın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ilkesi ile Anayasanın 38/6. maddesindeki hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin hiçbir şekilde yargılamada kullanılamayacağı yolundaki düzenleme ve yukarıda açıklanan 6100 Sayılı HMK’ nun 189/2. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir. Dolayısıyla, hukuka aykırı (yaratılmış veya elde edilmiş) delillerin hiçbir şekilde ispat aracı olarak kullanımı artık mümkün değildir.

Bir delilin mahkemece kabul edilmesi için, o delilin usulsüz ve hukuka aykırı olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesi şarttır. Yasak delilin kapsamına hukuka aykırı bir şekilde yaratılan deliller ile hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen deliller girdiğinden artık bu kapsamda kabul edilen deliller hiç bir şekilde hukuka uygun ve meşru bir delil olarak kabulü olanaklı değildir.

Anılan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 15.02.2012 tarihli ve 2011/2-703 E-70 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Somut olayda, toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinden; nafaka alacaklısı olan davalının, tanık olarak dinlenen şarkıcı …’a ait şarkının klip çekimi nedeniyle Erhan K. isimli oyuncu ile birlikte yer aldığı çekim görüntülerinin, (klibin yayınlanmasından vazgeçilmesi üzerine) davacı nafaka yükümlüsü tarafından hukuka aykırı olarak elde edildiği sabittir.

Diğer taraftan, hukuka aykırı olarak elde edilen klip görüntülerinin, paylaşımlarının yapıldığı sosyal medya hesaplarının kendisine ait olduğu hususu da davalı tarafından kabul edilmediği gibi, davacı taraf sosyal medya hesaplarının (Facebook/WhatsApp) ve bu hesaplardaki paylaşımlarında davalı tarafından yapıldığı hususunu da ispatlayamamıştır.

Ayrıca, sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımların, ancak hesabın sahibi veya aynı paylaşım ortamında (facebook/WhatsApp) bulunan kişilerce delil olarak kullanımının mümkün olduğu düşünülebilecektir. Diğer bir anlatımla, sahte profil oluşturup paylaşımlarda bulunmak veya kişi profillerinde hesap sahibinin bilgisi, muvafakatı ve izni olmaksızın yapılan paylaşımların delil olarak sunulması halinde, bunların 6100 Sayılı HMK’nun 189/2. maddesi kapsamında hukuka aykırı delil kabul edilmesi gerekir.

Hal böyle olunca, mahkemece; davacı nafaka yükümlüsü tarafından sunulan delillerin bir bölümünün hukuka aykırı olarak elde edilmiş olduğu, diğer delillerin ise hukuka aykırı bir şekilde yaratılmış olduğu gözetilerek, dosya kapsamındaki diğer delillerle de ispat edilemeyen nafakanın kaldırılması davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

2- Birleşen davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Nafaka alacaklısı davacı, birleşen davada; boşanma davasında hüküm altına alınan yoksulluk nafakasının aradan geçen süreç içerisinde yetersiz hale geldiğini ileri sürerek, nafakanın artırılmasını istemiştir.
Bu durumda, mahkemece; birleşen davada taraflarca bildirilen delillerin usulünce toplanması ve ulaşılacak sonuca göre istem hakkında bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile birleşen davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davalı-davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

CEZAEVİNDE OLAN EŞİN NAFAKADAN SORUMLU TUTULMASI- BOŞANMA NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ- YOKSULLUK NAFAKASI TALEBİNİN REDDEDİLMESİ  

T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2019/223
K. 2019/849
T. 11.2.2019

BOŞANMA NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ ( Tarafların Ekonomik ve Sosyal Durumları Boşanmaya Yol Açan Olaylardaki Kusur Dereceleri Kişilik Haklarına Yapılan Saldırı ile İhlal Edilen Mevcut ve Beklenen Menfaat Dikkate Alındığında Davacı Kadın Yararına Takdir Edilen Maddi ve Manevi Tazminatın Az Olduğu – Hakkaniyet İlkesi ile TBK’nun Tazminatın Belirlenmesine Dair Hükümleri Uyarınca Daha Uygun Miktarda Tazminat Takdiri Gerektiği )

CEZAEVİNDE OLAN EŞİN NAFAKADAN SORUMLU TUTULMASI ( Davalının Tutuklu veya Hükümlü Olmasının Tedbir ve İştirak Nafakası ile Sorumlu Tutulmamasını Gerektirmeyeceği – Tarafların Ekonomik ve Sosyal Durumları da Gözetilerek Dava Tarihinden Geçerli Olmak Üzere Velayeti Anneye Verilen Ortak Çocuk Yararına Davalının Mali Gücü Oranında Tedbir ve İştirak Nafakasına ve Davacı Kadın Yararına Uygun Miktarda Tedbir Nafakasına Hükmedilmesi Gerektiği )

YOKSULLUK NAFAKASI TALEBİNİN REDDEDİLMESİ ( Kadının Sürekli Gelir Getiren Bir İşte Çalışıp Çalışmadığı ve Varsa Gelirinin Kendisini Yoksulluktan Kurtarıp Kurtarmayacağı ile İşyerinden Ayrılmış ise Tarihinin ve Kendi İsteği ile Ayrılıp Ayrılmadığının Araştırılması Gerektiği – Davalı Erkeğin de Herhangi Bir Geliri ve Malvarlığının Olup Olmadığı Araştırılarak Sonucu Uyarınca Karar Verilmesi Gerektiği/Eksik İnceleme ile Karar Verilmiş Olduğundan Hükmün Bozulduğu )

4721/m.4,169,174,182,185/2,186/3

6098/m.50,51

ÖZET : Dava, boşanma istemi ve ferilerine ilişkindir.

Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlal edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminatın az olup, hakkaniyet ilkesi ile TBK’nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi ve manevi tazminat takdiri gerektiğinden;

Davalının cezaevinde tutuklu veya hükümlü olması, tedbir ve iştirak nafakası ile sorumlu tutulmamasını gerektirmeyecek olup, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere velayeti davacı anneye verilen ortak çocuk yararına davalının mali gücü oranında tedbir ve iştirak nafakasına ve davacı kadın yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, aksi yönde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunduğundan;

Kadının sürekli gelir getiren bir işte çalışıp çalışmadığı, gelir elde ediyorsa bu gelirin kendisini yoksulluktan kurtarıp kurtarmayacağı, işten ayrılmış ise hangi tarihte işten ayrıldığı, kendi rızası ile işten ayrılıp ayrılmadığı ve davalı erkeğin de herhangi bir geliri ve malvarlığının olup olmadığı araştırılarak sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile karar verilmiş olduğundan hükmün bozulması gerekmiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından, tazminat miktarları ve reddedilen nafaka talepleri yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : 1-)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle ortak çocuk 12.07.1999 doğumlu M.’ın inceleme tarihinde ergin olduğunun anlaşılmasına göre, davacı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-)Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat azdır. Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.

3-)Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına (TMK m. 186/1), geçimine (TMK m. 185/3), malların yönetimine (TMK m. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK m. 185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (re’sen) almak zorundadır (TMK m. 169). Yine boşanma veya ayrılık vukuunda çocuk kendisine tevdi edilmemiş taraf gücüne göre onun bakım ve eğitim giderlerine katılmakla yükümlüdür (TMK. M. 182). Bu hususu hakim görevi gereği kendiliğinden dikkate alması gerekmektedir. Dosya kapsamından davalı erkeğin cezaevinde hükümlü olduğu anlaşılmaktadır. Davalının cezaevinde tutuklu veya hükümlü olması, tedbir ve iştirak nafakası ile sorumlu tutulmamasını gerektirmez. O halde; Türk Medeni Kanunu’nun 169, 182, 185/2 ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere velayeti davacı anneye verilen ortak çocuk 2002 doğumlu N. yararına davalının mali gücü oranında tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.

4-)Ortak çocuk 12.07.1999 doğumlu M. yararına ergin olduğu tarihe kadar tedbir nafakasına hükmedilmemesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

5-)Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına (TMK m. 186/1), geçimine (TMK m. 185/3), malların yönetimine (TMK m. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK m. 185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (re’sen) almak zorundadır (TMK m. 169). O halde; Türk Medeni Kanunu’nun 185/3. ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere davacı kadın yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.

6-)Mahkemece davacı kadının çalıştığı ve davalı erkeğin hükümlü olması sebebiyle, yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmişse de, dosya içindeki kolluk araştırmasında davacı kadının ev hanımı olduğunun belirlendiği, ancak bir kısım tanıklarca da organize sanayide çalıştığı beyan edilmiştir. Mahkemece kadının sürekli gelir getiren bir işte çalışıp çalışmadığı, gelir elde ediyorsa bu gelirin kendisini yoksulluktan kurtarıp kurtarmayacağı, işten ayrılmış ise hangi tarihte işten ayrıldığı, kendi rızası ile işten ayrılıp ayrılmadığı ve davalı erkeğin de herhangi bir geliri ve malvarlığının olup olmadığı araştırılarak sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yoksulluk nafakası hakkında karar verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda (2.), (3.), (4.), (5.) ve (6.) bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan diğer bölümlerinin ise yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.11.02.2019 (Pzt.)

EVLİLİK BİRLİĞİ DEVAM EDERKEN, ÜÇÜNCÜ KİŞİ İLE BİRLİKTE OLMA İDDİASINA DAYALI MANEVİ TAZMİNAT-ALDATILAN EŞE BİLEREK VE İSTEYEREK ZARAR VERMEYİ AMAÇLAMIŞ OLMASI KOŞULU

T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/8844
KARAR:2019/290 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 02/04/2015 gününde verilen dilekçe ile evlilik birliği devam ederken üçüncü kişiyle birlikte olma iddiasına dayalı manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 08/03/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava; evlilik birliği devam ederken, üçüncü kişi ile birlikte olma iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalının, kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşiyle birlikte olduğunu, davacının bu nedenle eşinden boşandığını, kızından ayrı kaldığını, psikoloğa gidip tıbbi destek aldığını, işinin olumsuz etkilendiğini, ailesinin yüzüne bakamadığını ve davalının eylemi nedeniyle manevi çöküntü yaşadığını belirterek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece davalının, davacının eşinin evli olduğunu bilerek yaşadığı ilişki nedeniyle davacının boşanmasına neden olduğu, davalının ve dava dışı eşin bu eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu ve davacının uğradığı zarardan davacının eski eşi ile birlikte davalının da müteselsilen sorumlu olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dava konusu uyuşmazlık, evlilik birliği devam ederken, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiden diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunup bulunmayacağı hususundadır.

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06/07/2018 tarihli ve 2017/5 E. – 2018/7 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; TMK 185/3 maddesinde düzenlenen sadakat yükümlüğü, evlilik sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, ihlal edilmesi durumunda yalnızca sözleşmenin taraflarının yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Yani mutlak bir hak mahiyetinde olmadığı için, herkese karşı ileri sürülemez.

Davacı, kişilik hakkı ihlallerini düzenleyen genel hükümlere yani TMK’nun 24-25 ve TBK’nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemesi olan 49/1 (BK. 41/1) ve kişilik değerlerinin zedelenmesine ilişkin TBK 58. (BK 49.) maddelerine de dayanamaz. Söz konusu yasa maddeleri gereğince haksız fiil sorumluluğundan söz edilebilmesi için, diğer şartların yanında ayrıca zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması yani emredici bir hukuk normuna aykırı olması gerekir. Somut olayda, eş olmayan davalı yönünden fiilin hukuka aykırılık şartı gerçekleşmemiştir.

Müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Zira, TBK’nun 61. (BK 50.) maddesinde birden fazla kişinin ortak kusurlu davranışları nedeniyle bir zarara yol açmaları durumunda müteselsil sorumluluğun söz konusu olacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda sorumluluğa gidilebilmesi için, aldatan eş ile birlikte olan davalının fiilinin de hukuka aykırı olması gerekir. Davalının dava dışı eş ile birlikteliği şeklindeki davranışı, aldatılan eş yönünden haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğinden müteselsil sorumluluk esasına göre de sorumluluğuna gidilemez.

Aldatılan eş yansıma yoluyla zarara uğradığını da iddia edemez. Zira, üçüncü kişinin aldatan eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı eylemi ve verdiği herhangi bir zarar bulunmadığından, yansıma yoluyla istenebilecek zarar da sözkonusu olamaz.

TBK’nun 49/2 (BK.41/2) maddeleri gereği, fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlaka aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, failin zarar görene zarar verme kastıyla yani somut olayda, davalının davacı aldatılan eşe bilerek ve isteyerek zarar vermeyi amaçlamış olması gerekir. Sadece birlikte olduğu eşin evli olduğunu bilmesi bu tür sorumluluk için yeterli değildir.

Şu durumda; açıklanan yasal düzenlemeler ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun yukarıda anılan kararı uyarınca yerel mahkemece, evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalıya karşı açılan davanın tümden reddedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenle davalı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 23/01/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

KREDİ İLE SATIN ALINAN EV – KATILMA ALACAĞININ HESAPLANMA YÖNTEMİ

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/16546
KARAR:2018/20342
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Katılma Alacağı
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup hükmün davacı vekili ile davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
K A R A R
Davacı … vekili, evlilik birliği içinde davalı adına 3 nolu meskenin satın alındığını, natamam olan bu meskenin içinin yaptırılmasında gerekli paranın ise davacının annesinin aldığı araç satılıp yerine alınan ikinci aracın satımından gelen meblağ ile karşılandığını açıklayarak, edinilmiş mal olan bu mesken yönünden mal rejiminin tasfiye edilerek, yarı değeri yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50.000,00 TL alacağın faiziyle birlikte tahsilini talep etmiş, 24.04.2015 havale tarihli hesap raporuna karşı beyan dilekçesiyle 37.659,82 TL katılma alacağının faiziyle tahsili şeklinde talebini sınırlandırmıştır.
Davalı … vekili, meskenin banka kredisi ile alındığını, taksit ödemelerinin halen devam ettiğini, aracın, bedeli davalı tarafından ödenerek alınıp davacı adına tescil edildiğini, tamamen onun tasarrufunda olduğunu, davacının taşınmazın edinilmesinde hiçbir katkısı bulunmadığını ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, davalının 18.601,00 TL’yi dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davacıya ödemesine, fazlaya dair istemin reddine, davacının değer artış payına ilişkin isteminin saklı tutulmasına karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1.Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı vekilinin ve davalı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2.Davacı vekilinin ve davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK mad. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, katılma alacağı isteğine ilişkindir.
Tasfiyeye konu taşınmazın, bedelinin tamamının ya da bir kısmının kredi ile karşılanması durumunda, kredi veren kuruluşa yapılan geri ödemelerin isabet ettiği dönemden, miktarından ve taksit sayısından hareketle mal rejiminin tasfiyesi sonucunda eşlerin alacak miktarları belirlenir. 4721 sayılı TMK’nun 202/1.maddesi gereğince edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde yapılan ödemelerde, eşler lehine değer artış payı ve/veya artık değere katılma alacak hakları doğabilecektir. Kredi borcu ödemelerinin bir kısmının mal rejiminin devamı süresince, bir kısmının da daha sonraki tarihlerde yapılmasında, mal rejiminin geçerli olduğu dönemin sonrasına sarkan ödemeler, dava konusu taşınmazın borcu kabul edilerek tasfiye gerçekleştirilir.
Yukarıda açıklandığı gibi iki döneme yayılan kredi borcu ödeme tablosu mevcut olduğunda; öncelikle, mal rejiminin sona erdiği tarihte henüz vadesi gelmediği için ödenmemiş kredi borç miktarının, toplam kredi borcuna oranı bulunur. Sonra bulunan bu kredi borç oranının, taşınmazın toplam satın alım bedeli karşısındaki oranına dönüşümü gerçekleştirilir. Tespit edilen bu oranın, taşınmazın tasfiye tarihindeki(karara en yakın) sürüm(rayiç) değeri ile çarpılmasıyla borç miktarı belirlenir. Bu ilke ve esaslara göre saptanan taşınmazın borç miktarı, tasfiye tarihindeki sürüm değerinden düşüldükten sonra kalan miktar, artık değere katılma alacağı hesaplamasında göz önünde bulundurulur.
Buna göre; öncelikle, tasfiyeye konu taşınmazın satın alma bedeli, bunun kredi ile ve varsa kredi dışında eşlerin kendi imkanları ile karşıladıkları miktarlar ve oranları ile tasfiye(karara en yakın) tarihindeki sürüm(rayiç) değeri ayrı ayrı belirlenmelidir.
Açıklamalar doğrultusunda hesaplama yapılabilmesi için, iddia ve savunma çerçevesinde, taşınmazın satın alınmasına ilişkin akit tablosuyla birlikte tapu kaydı, kredi sözleşmesi ve kredi borcu ödeme tablosu dahil finans kuruluşu kayıtları, ihtiyaç duyulması halinde eşlerin malın alınmasında katkı olarak kullandıklarını ileri sürdükleri malvarlıklarına ilişkin sair belgeler bulundukları yerlerden getirtilerek uyuşmazlığın çözümünde göz önünde bulundurulmalıdır.
Uyuşmazlığın çözümünde kullanılabilecek belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden oluşan kuruldan da yardım alınmalıdır.
Somut uyuşmazlık incelendiğinde; taraflar 18.12.1998 tarihinde evlenmiş, 11.08.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 08.02.2012 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmıştır. Tasfiyeye konu edilen 3 nolu mesken eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 17.06.2005 tarihinde satış yolu ile davalı adına tapuda tescil edilmiştir. Dava dışı araç ise 23.03.2005 tarihinde davacı adına tescil edilmiş olup, 27.06.2005 tarihinde üçüncü şahsa devredilmiştir.
Mahkemece, davacının meskenin yapımında bedeli kullanılmak üzere satılan araç kişisel mal kabul edilmiş ve buna yönelik değer artış payına ilişkin hakkın saklı tutulmasına, katılma alacağı yönünden meskenin tasfiye tarihi itibariyle sürüm değeri 125.000,00 TL ile evlilik birliği içinde 25 adet taksit ödendiği kabul edilerek yapılan oranlamaya istinaden alacağa hükmedilmiş ise de gerekçe, dosya kapsamı ile örtüşmediği gibi yapılan hesaplama yöntemi de Dairenin yerleşik uygulamasına uygun düşmemektedir.
Dosya kapsamından, mesken satın alınırken davalı adına ……..sından 33.750,00 TL konut kredisi kullanıldığı, 84 ay vadeli kredinin 37 taksitinin evlilik birliği içine isabet ettiği ve mesken alındıktan sonra içinin yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Mahkemenin, evlilik birliği içinde 25 taksit ödendiğine dair kabulü hatalı olduğu gibi evin kredi ile alınıp daha sonra yaptırıldığı hususları da gözetilmeden evin bitmiş halinin sürüm değeri üzerinden hesaplama yapılması ve bulunan katılma alacağına dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi yerinde olmamıştır.
Ayrıca davacı tarafın 24.04.2015 havale tarihli dilekçesinde “aracın edinilmiş mal statüsünde olduğu kabulümüzdedir” şeklinde kendilerini de bağlayıcı beyanlarına karşın, meskenin içi yaptırılırken satılarak bedeli kullanılan davacıya ait aracın kişisel mal olarak kabulü ve buna istinaden davacının değer artış payı hakkının saklı tutulması da dosya kapsamına uygun düşmemiştir.
Mahkemece yapılacak iş, teknik bilirkişi raporunda meskenin natamam halinin tasfiye tarihi itibariyle sürüm değeri olarak belirlenen 100.000,00 TL üzerinden yukarıda açıklanan ilke ve esaslara göre, çekilen kredinin 37 adet taksitinin evlilik birliği içine isabet ettiğine dikkat edilerek gerekli oranlamalar yapılıp, artık değer ve davacının katılma alacağı hesaplanmalıdır.
Bununla birlikte meskenin içi evlilik birliği içinde yaptırıldığına, aksi ispat edilemediğinden bunun edinilmiş mallardan karşılandığının kabulü gerekeceğine ve meskenin bitmiş halinin sürüm değeri 125.000,00 TL olarak belirlendiğine göre meskenin alındığı ve sonraki iki halinin değerleri arasında bakiye 25.000,00 TL artık değer üzerinde de davacının katılma alacağı bulunmaktadır. Mahkemece, hesaplamalar yapılıp, talep de gözetilerek, sonucuna göre davacının katılma alacağı isteği hakkında bir karar verilmeli, davacı lehine hükmedilecek katılma alacağına, TMK’nin 239/son maddesi, Yargıtay’ın ve Dairemizin kökleşmiş uygulamaları gözetilerek, tasfiye tarihi olan karar tarihinden itibaren faiz yürütülmelidir.
Açıklanan yönler gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bu sebeplerle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (2) nolu bentte gösterilen nedenlerle davacı vekili ve davalı vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, her iki taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının yukarıda (1). bentte gösterilen nedenle reddine, peşin harcın istek halinde temyiz edenlere ayrı ayrı iadesine, 18.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

“BEN ÇOCUK AVUTUYORUM, BİZ ÇOCUĞA BAKIYORUZ EŞİMİ SEVMİYORUM SEVGİM BİTTİ- BOŞANMA

T.C

YARGITAY

2.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/21816

KARAR: 2018/9487

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı erkek tarafından; her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece evlilik birliğinin sarsılmasına yol açan olaylarda, davalı-karşı davacı erkek tam kusurlu kabul edilerek erkeğin boşanma davasının reddine, kadının davasının kabulüyle boşanmaya karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının başkalarının yanında eşini kastederek “BEN ÇOCUK AVUTUYORUM, BİZ ÇOCUĞA BAKIYORUZ DEMEK SURETİYLE EŞİNİ AŞAĞILADIĞI VE BEN EŞİMİ SEVMİYORUM SEVGİM BİTTİ” dediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, erkek de dava açmakta haklıdır. Öyleyse, erkeğin davasının da kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, davasının reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre yeniden hüküm kurulması gerekli hale gelen kadının kabul edilen davası ve fer’ilerine yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 19.09.2018(Çrş.)

 

“SEVMİYORUM, GÖRÜCÜ USULÜ İLE EVLENDİM İSTEMİYORUM”- BOŞANMA- HAKARET

T.C

YARGITAY

2.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/22378

KARAR: 2018/9728

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi

DAVA TÜRÜ           : Karşılıklı Boşanma

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı erkek tarafından her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece evlilik birliğinin sarsılmasına yol açan olaylarda, davalı-karşı davacı erkek tam kusurlu kabul edilerek erkeğin boşanma davasının reddine, kadının davasının kabulüyle boşanmaya karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının eşine karşı “Sevmiyorum, görücü usulü ile evlendim istemiyorum” dediği, eşine “Sen mal mısın, sığır mısın” şeklinde hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, erkek dava açmakta haklıdır. Öyleyse erkeğin davasının da kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, davasının reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre yeniden hüküm kurulması gerekli hale gelen kadının kabul edilen davası ve fer’ilerine yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 20.09.2018

Exit mobile version