ÖNALIM HAKKI – SÖZLEŞMEDE TARAF OLAN KİŞİNİN İŞLEMDE MUVAZAA SAVUNMASINDA BULUNAMAYACAĞI VE BUNU HER TÜRLÜ DELİLLE İSPAT EDEMEYECEĞİ

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
2013/2268 E. , 2015/1437 K.

Özeti:Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı ve bunu her türlü delille ispat edemeyeceği kuralının istisnası olduğu görülmektedir. Anılan kararın uygulanabilmesi için öncelikle satışın, satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçılar arasında yapılması gerekmeyip, temlikin taraflarının akraba olması yeterlidir. Temlikin akrabalar arasında satış şeklinde yapılmış olması halinde ise bu kez İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı “hibe veya miras hukukuyla ilgili amacı” nın bulunup bulunmadığı hususunun, diğer bir ifade ile akrabalar arasında yapılan her temlikte somut uyuşmazlığın niteliğine göre temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalı ve ispatı halinde temlikle önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağı gözetilmelidir.

“İçtihat Metni”

Taraflar arasındaki “önalım” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kahramanmaraş Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.04.2012 gün ve 2011/750 E. 2012/624 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 28.02.2013 gün ve 2012/11057 E. 2013/3524 K. sayılı ilamı ile;

“…Uyuşmazlık, önalım hakkının kullanılması nedeniyle davalı adına kayıtlı payın iptali ve davacı adına tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Paylı mülkiyet halindeki taşınmazın paydaşı payını karı-kocaya evlada veyahut akrabaya temlik ederse şeklen satış olarak gösterilen bu akdin gerçekte satış olmayıp miras hakkına bağlı veya hibe gibi maksada yönelik işlem olduğu iddia ve ispat edilirse önalım hakkının ileri sürülemeyeceği 27.3.1957 gün ve 12 / 2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda açıkça belirtilmiştir. Bu yöndeki savunmanın tanık dahil her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararı sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı kuralının bir istinasıdır

Olayımıza gelince; Davacı vekili, dava dilekçesinde, 3952 ada 3 No’lu parselin hissedarı olduğunu, paydaşlardan A…..nin payını davalı S.. M..’ye sattığını belirterek önalım davası açmıştır. Davalı vekili cevap dilekçesinde, davalının, temlik eden A. B… torununun eşi olduğunu, temlik işleminin görünüşte satış olsa da gerçekte bağış olduğunu, temlik edenin esasen torununa yeni doğan bebeği için doğum hediyesi olarak bağış yaptığını, aralarında para alışverişi bulunmadığını, önalım hakkının kullanılamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Taraflar akraba olup, duruşmada dinlenilen davalı tanıkları benzer mahiyetteki beyanlarında özetle, “davalının, temlik eden A.. B.. ile sürekli ilgilendiğini, bakımını yaptığını, aynı apartmanda oturmakta olup, çocuğuna doğum hediyesi olarak bağışladığını beyan etmişlerdir. Bu durumda, akrabalar arasındaki satış işleminin gerçekte bağış olduğunun kabulü gerekir. Mahkemece, İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca önalım hakkının cereyan etmeyeceğinin kabulü ile davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, önalım hakkına dayalı olarak tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müşterek maliklerinden olduğu taşınmazın diğer hissedarı dava dışı A…. hissesini davalıya satış yolu ile devrettiğini belirterek önalım hakkı uyarınca davalının hissesinin iptali ile müvekkili adına tescilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, tapuda satış olarak gerçekleştirilen işlemin gerçekte akrabalar arasında yapılmış bir bağış olduğunu, bağış amaçlayan temliklerde önalım hakkının kullanılamayacağını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Yerel mahkemece, önceki pay sahibinin vesayet altında bulunmadığı ve davalının eşinin dedesi olduğu, davalı ve eşinin mirasçı sıfatı taşımadıkları, tapuda yapılan işlemin tarafı olan davalının yapmış olduğu sözleşme ile bağlı olduğundan temlikin muvazaalı olduğu iddiasında bulunarak kendi muvazaasına dayanamayacağından bahisle davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.

Mahkemece, ilk kararındaki gerekçeler genişletilerek direnme kararı verilmiş, direnme kararını davalı vekili temyize getirmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda 27.03.1957 tarih ve 1956/12-1957/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanıp uygulanamayacağı, buna göre davacının önalım hakkını kullanıp kullanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle önalım hakkının niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere paylı mülkiyette paydaşlar arasında ortak idare ve kullanma durumu sözkonusu olduğundan paydaşların birbirlerini bilmeleri ve tanımaları önem taşımaktadır. Bu ihtiyacın gereği olarak paydaşlar arasına yabancı bir kişinin girişini engellemek, taşınmazın daha küçük parçalara ayrılmasını önleyebilmek, hisselerin mümkün olduğu kadar hissedar elinde toplanmasını temin etmek amacıyla paylı taşınmazlarda hissedarın temlik hakkı sınırlandırılarak kanuni önalım hakkı tanınmıştır.
Önalım hakkı taşınmaz mal mülkiyetinin kanundan doğan takyitlerinden olup 26.12.1951 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında yenilik doğuran bir hak olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 20.06.1951 gün 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ise önalım hakkının hukuki niteliği,
“Şufa hakkı, mefşu hissenin üçüncü şahsa satılması ve satışa ıttıladan itibaren bir ay içinde kullanılmış olması gibi muayyen şartlar altında kullanılacak yenilik doğurucu bir haktır ki, şefinin bu hakkı kullandığı yolundaki tek taraflı irade beyanının müşteriye vasıl olmasıyla yeni bir hukuki vaziyet meydana getirilmesine yarar. Bu hakkın kullanılmasıyla şefi yeni bir akit yapmaya hacet kalmaksızın müşteriye halef olur” şeklinde açıklanmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “Yasal Önalım Hakkı-Önalım Hakkı Sahibi” başlıklı 732. maddesinde,

“Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler” hükmü öngörülmüştür.

Anılan düzenlemede önalım hakkının açık bir tarifi yapılmamakla birlikte temel prensibin mülkiyet serbestisi ve tasarruf yetkisi olduğu gözetilerek paydaşın temlik hakkı sınırlandırılırken bu sınırlandırma sınırlı tutularak sadece satım akitleri için önalım hakkı getirilmiştir.

Bu husus 20.06.1951 gün ve 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da benimsenmiş; kararın gerekçesinde, taşınmaz mülkiyetinin takyitlerinden olan kanuni önalım hakkının taşınmazda hisse sahibi bulunan şahsa, diğer bir kimsenin payının üçüncü kişiye satılması halinde o hisse müşteriye neye mal olmuş ise o miktar ile ve belli bir süre içinde satın almak yetkisini veren ayni bir hak olduğu ifade edilmiştir.

Açıkça görüldüğü üzere kanuni önalım hakkından sözedebilmek için paylı mülkiyet hükümlerine tabi bir taşınmazdaki payın üçüncü şahsa satılması gerekmektedir; önalım hakkının konusu pay satışıdır.
Buna göre gerçek bir satışın konusu olmayan ve satım niteliğinde bulunmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır. Önalım hakkının payın satışındaki şartlar dahilinde kullanılması gerektiğinden, payı paradan başka bir karşılıkla iktisap edenlerden onu, aynı şartlarla yerine getirmek suretiyle temellük etmeye imkan bulunmamaktadır.

Bu kapsamda temlikin hibe şeklinde olması halinde, hibede bir malın bedelsiz olarak üçüncü kişinin mülkiyetine geçirilmesi amaçlandığı ancak satış amaçlanmadığından önalım hakkı kullanılamayacaktır. Zira önalımda, önalım hakkını kullanan kişinin payı satın alana ödemekle yükümlü olduğu bedel hibede mevcut değildir, önalım hakkını kullananın hiçbir bedel ödemeden payın kendisine devrini istemesi mümkün değildir.

Payı satın alan tarafından temlik işleminin satış olarak gösterilmekle birlikte gerçekte hibe olduğu savunmasında bulunulması halinde, diğer bir anlatımla hibe ile temlikin amaçlandığının iddia edildiği hallerde; kural olarak payı temlik alan davalı muvazaalı resmi işlemin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından muvazaa iddiasının dinlenmeyeceği açıktır.

Somut uyuşmazlıkta ise davalı gerçekte miras hukukundan kaynaklanan amaçlarla yapılan hibe işleminin görünürde satış işlemi olarak gösterildiği savunmasında bulunarak, 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını iddiasına dayanak yapmıştır.

Uyuşmazlığın çözümünde anılan İçtihatı Birleştirme Kararının kapsamı ve amacı önem taşımakta olup anılan kararın uygulanabilmesi için işlemin tarafları arasında doğrudan mirasçılık ilişkisinin bulunması gerekip gerekmediği hususunun öncelikle değerlendirilmesi ve çözümü gerekmektedir.

20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının bağlayıcı olan sonuç kısmında “Müşterek mülkün hissedarı, hissesini karı ve kocaya evlada veyahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akdi bulunsa bile hakikatte satıştan gayri miras hukukuna müteferri maksatların veya hibe gibi mülahazaların hakim olduğu ahvalde Medeni Kanunun hakiki satışlarda kabul eylediği şufa hakkının cereyan etmeyeceğine” karar verildiği belirtilmiştir.

Anılan kararın açıklayıcı olan gerekçe kısmında ise “miras hukukuna müteallik kaidelere tevkifan veya sair mülahazalarla kendi evladına veya akrabasına satış yapması halinde de şufa cereyan edip etmeyeceği noktasının…mülahaza olunmak icap eder. Bu gibi akrabaya satışta ortada satış akdinin bir unsuru olan bedel zikredilmiş olsa bile bunu mücerret bir satış olarak kabul etmeye imkan yoktur. Çünkü burada mümellikin maksadı malının bedelini almak değil, belki akrabalık münasebeti dolayısıyla onu tesahüp etmek ve yerine geçmektir” açıklamasına yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere kararın hem bağlayıcı olan sonuç kısmında ve hem de açıklayıcı olan gerekçe kısmında özel bir hukuki statüyü ifade eden “mirasçı” teriminin tek başına kullanılmasından özenle kaçınılmış ve daha geniş olan “akraba” kavramına da yer verilmiştir. Bu halde, kararın sadece satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçı olan kişileri kapsamına aldığının kabulü mümkün değildir.

Öte yandan, anılan karar muvazaa iddiasının mevcudiyeti halinde yol gösterici olarak, bu halde akdin amacının tespitinin zorunlu olduğunu, “müşterinin, bayiin mirasçısı olması” hususunun akdin vasfını tayinde değerlendirilecek bir emare olduğunu belirtmiştir. Temlik işleminin taraflarının birbirlerine akraba olmasının ötesinde “mirasçı” olması hususu akdin amacının satış olup olmadığını tayinde bir emare olarak kabul edilmiş ve “mirasçı” kavramına bu noktada özel olarak yer verilmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı ve bunu her türlü delille ispat edemeyeceği kuralının istisnası olduğu görülmektedir. Anılan kararın uygulanabilmesi için öncelikle satışın, satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçılar arasında yapılması gerekmeyip, temlikin taraflarının akraba olması yeterlidir. Temlikin akrabalar arasında satış şeklinde yapılmış olması halinde ise bu kez İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı “hibe veya miras hukukuyla ilgili amacı” nın bulunup bulunmadığı hususunun, diğer bir ifade ile akrabalar arasında yapılan her temlikte somut uyuşmazlığın niteliğine göre temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalı ve ispatı halinde temlikle önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağı gözetilmelidir.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 gün ve 2010/6-572 E. 2010/656 K.; 27.04.2011 gün ve 2011/6-38 E. 2011/225 K.; 29.04.2011 gün ve 2011/6-164 E. 2011/245 K.; 08.02.2012 gün ve 2011/6-762 E. 2012/56 K. ile 27.06.2012 gün ve 2012/6-239 E. 2012/411 K sayılı kararlarında da aynı görüş benimsenmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce tarafların yapmış oldukları sözleşme ile bağlı olduğu, 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında bahsi geçen akrabalık ilişkinin somut olayda uygulanamayacağı ileri sürülmüş ise de yukarıda açıklanan nedenlerle çoğunluk tarafından bu görüş benimsenmemiştir.

Yapılan açıklamaların ışığı altında somut uyuşmazlığa dönüldüğünde; paylı mülkiyete tabi taşınmazda paydaş olan dava dışı A… davalının eşinin dedesi olduğu ve davalının yeni doğan erkek bebeği nedeniyle doğum hediyesi olarak temlik işleminin yapıldığı, bu nedenle satış şeklinde yapılan temlik işleminin muvazaalı bulunduğu, tarafların gerçek amacının hibe olduğu ve hibe ile yapılan temlikte önalım hakkının kullanılamayacağı, 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için temlik işleminin tarafları arasında akrabalık ilişkisi bulunmasının yeterli olduğu, doğrudan mirasçılık ilişkisinin aranması gerekmediği dikkate alınarak yerel mahkemece davanın reddedilmesi gerekirken kabulüne dair kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 27.05.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

TİCARİ PLAKA SATIŞ SÖZLEŞMESİNİN VE ARACA AİT TRAFİK SİCİL KAYDININ İPTALİ – BEDEL – TENKİS

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2021/6804 E. , 2021/6886 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : ADANA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TİCARİ PLAKA SATIŞ SÖZLEŞMESİNİN VE ARACA AİT TRAFİK SİCİL KAYDININ İPTALİ – BEDEL – TENKİS

Taraflar arasında görülen ticari plaka satış sözleşmesinin ve araca ait trafik sicil kaydının iptali-tescil-bedel-tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf başvurusu Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b.1 maddesi uyarınca esastan reddedilmiş, davacının temyizi üzerine, kararın miktar itibariyle kesin olduğundan bahisle temyiz talebinin reddine ilişkin olarak verilen 30.12.2019 tarihli ek karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı ticari plaka satış sözleşmesinin ve araca ait trafik sicil kaydının iptali veya bedel veya tenkis isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan babası …in, …plaka sayılı özel halk otobüsünü ve ticari plakasını mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla davalı oğluna devrettiğini ileri sürerek, ticari plaka satış sözleşmesinin iptali ile trafik sicil kaydının miras payı oranında adına tesciline, olmadığı takdirde bedelin faizi ile birlikte tahsiline, bu da mümkün olmazsa, payı oranında tenkise ayrıca davalının aracı haksız olarak işletmesinden kaynaklı kazanç kaybı nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000 TL ‘nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, işlemin gerçek satış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesince, satış bedelinin mirasbırakana ödendiği, devrin mal kaçırmak amacıyla yapılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinafı üzerine, Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 15.10.2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusu esastan reddedilmiş, anılan karara yönelik davacı vekilinin temyiz başvurusu kararın miktar itibariyle kesin olduğu gerekçesiyle 30.12.2019 tarihli ek karar ile reddedilmiş, anılan ek karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Bilindiği üzere 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 107. maddesinin 1. fıkrasında “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.” Aynı maddenin 2. fıkrasında “ Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir.” düzenlemesine yer verildiği açıktır.
Öte yandan, Harçlar Kanunu harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözetilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır. 492 sayılı Harçlar Kanununun 32.maddesinde yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağı vurgulanmıştır. Aynı Yasanın 30. maddesinde ise; “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 150. maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Somut olayda, davacı taraf, ticari plaka satış sözleşmesinin iptali ile trafik sicil kaydının miras payı oranında adına tescilini, olmadığı takdirde araç ve ticari plaka hat bedelinin tespiti ile miras payına isabet eden bedelin faizi ile birlikte tahsilini ayrıca, dava konusu aracın temlik tarihinden itibaren davalı tarafça işletilmesinden kaynaklı kazanç kaybı nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000,00 TL’nin devir tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tahsilini talep ederek davayı açmıştır. Dava konusu aracın ve ticari plaka hat bedelinin dava tarihindeki değeri mahkemece yapılacak bilirkişi incelemesine bağlı olabileceğine göre, dava değerinin dava açarken tam ve kesin olarak davacı tarafından belirlenmesi mümkün bulunmadığından, davanın belirsiz alacak davası olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Ne var ki mahkemece bu yönde bir işlem yapılarak dava değeri belirlenmediği gibi harçta ikmal edilmeden sonuca gidilmiştir.
Hâl böyle olunca, dava konusu isteklerle ilgili gerektiğinde bilirkişi incelemesi de yaptırılarak dava değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davacının değinilen yön itibariyle yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince verilen temyiz isteğinin reddine ilişkin 30.12.2019 gün ve 2019/975 Esas, 2019/1082 Karar sayılı ek kararın ORTADAN KALDIRILMASINA, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 371/1-a maddesi uyarınca Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.09.2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

MURİS MUVAZAASI NEDENİYLE TİCARİ PLAKANIN İPTALİ İLE TESCİLİ OLMADIĞI TAKTİRDE TENKİSİ

T.C
YARGITAY

1. Hukuk Dairesi

2020/3837 E. , 2021/7084 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TİCARİ PLAKANIN İPTALİ TESCİLİ-TENKİS

Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;

Asıl davada davacılar, mirasbırakan …’nın maliki olduğu 16 M 0060 plaka sayılı ticari minibüsü ve hattını, mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalıların mirasbırakanı olan oğlu …’e 1999 yılında satış göstermek suretiyle devrettiğini, …’in ölümüyle de anılan plakanın davalılara intikal ettiğini, …’in alım gücü bulunmadığını, satış bedelinin terekeden çıkmadığı gibi mirasbırakanın anılan plakayı satması için bir neden de bulunmadığını ileri sürerek dava konusu ticari plakanın davalılar adına olan kaydının miras payları oranında iptali ile adlarına tescilini, olmazsa tenkisini istemişler; birleştirilen davada davacı … de, davalı …’a karşı yönelttiği davasında, aynı iddiaları ileri sürerek dava konusu 16 M 0060 plaka sayılı minibüsün hattıyla birlikte kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescilini istemiştir.
Davalılar, mirasbırakanları …’in 11 yıl süreyle mirasbırakan … yanında şoförlük yaptığını, bu çalışmasının ve alacaklarının dava konusu plakanın yarı bedeliyle ancak karşılandığını, kalan yarısının da bakım karşılığı olmak üzere devredildiğini, mirasbırakan … ile engelli kızına baktıklarını, taşınmaz ve başka aracı da olan mirasbırakanın mal kaçırma iradesiyle hareket etmediğini belirterek asıl ve birleştirilen davanın reddini savunmuşlardır.

İlk derece mahkemesince, temlikin minnet duygusuyla yapılmış olup, mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine, birleştirilen davanın ise HMK’nin 150/5. maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına dair verilen kararın asıl davada davacılar tarafından istinafı üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, somut olayda muris muvazaasına ilişkin 1.4.1974 tarih ½ sayılı İBK’nın uygulama yeri bulunmadığı, ancak BK 18. (TBK 19.) maddesine göre genel muvazaa kapsamında inceleme yapılması gerektiği, dava konusu ticari plakanın mirasbırakan … tarafından, müteveffa oğlu …’e minnet duygusuyla devredildiğinden söz edilemeyeceği, temlikin muvazaalı olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak asıl davanın kabulü ile dava konusu ticari plakanın temlikinin muvazaalı olduğunun ve davacıların miras payları oranında hak sahibi olduklarının tespitine; birleştirilen davanın ise açılmamış sayılmasına karar verilmek suretiyle yeniden hüküm kurulmuştur.

Karar, asıl davada davalılar tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 23/11/2021 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat … ile temyiz edilen davacılar vekili Avukat … geldiler. Davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davacı … vekili Avukat gelmedi. Yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; asıl davada davalıların yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 20.11.2021 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz edilen vekili için 3.815.00 TL duruşma vekâlet ücretinin ve aşağıda yazılı 48.581,15 TL bakiye onama harcının temyiz eden asıl davada davalılardan alınmasına, 23/11/2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

KAYIT SAHİBİNİN TAPULAMA SIRASINDA KADASTRO TEKNİSYENİ HUZURUNDA TAŞINMAZLARI SATTIĞI BEYANI İLE ZİLYEDİ ADINA TESPİT VE TESCİLİNE MUVAFAKATİNİ BİLDİRMESİ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2016/9449 E. , 2019/5662 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 05.11.2019 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat … ve davalı … vekili Avukat … ile temyiz edilen davacılar vekili Avukat … geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan …’ün maliki olduğu …, …, … ve … parsel sayılı taşınmazlarını kadastro çalışmaları sırasında mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı bir şekilde oğlu … ile torunu … adına tespit ve tescil ettirdiğini ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, iddiaların yersiz olduğunu, devir tarihi itibariyle taşınmazların değerinin çok düşük olduğunu, taşınmaz satın alabilecek durumlarının bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1908 doğumlu mirasbırakan …’ün 30.01.1989 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacı kızı … ile kızı …’den olma torunu …, oğlu …’den olma torunları davalılar …, …, … ve oğlu …’den olma torunu … ile …’den olma torunu dava dışı …’in kaldıkları, 17.10.1985 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında, mirasbırakanın dava konusu tapulu taşınmazlarını 1978 yılında haricen davalıların mirasbırakanları … ve …’ye sattığını açıklamak ve tespite muvafakat ettiğini belirtmek suretiyle taşınmazların davalıların mirasbırakanları … ve … adına tespit ve tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, kök mirasbırakanın yaptığı bu tasarrufun bedelsiz, muvazaalı ve kız evlatlarından mal kaçırma amacına yönelik olduğunu ileri sürerek, tapu iptal tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır. İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.(Benzer hükmede 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 19. maddesinde yer verilmiştir.)
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. “Muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür.
01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İBK’da değinildiği gibi, bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (BK 18.) maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri kabul edilmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 10.06.2015 tarih 2014/1-52 Esas, 2015/1524Karar ilamında da belirtildiği üzere, tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması Medeni Kanu’nun 706, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 237 (BK 213) ve Tapu Kanunu’nun 26.maddesi hükümleri gereğidir.
Ancak, gerek 766 sayılı Tapulama Yasası’nın 32/B maddesinde gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle Medeni Kanunun 706. ve Türk Borçlar Kanunun 237. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikte hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir.
Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazları sattığı beyanı ile zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatini bildirmesi mülkiyetin zilyet adına geçirilip onun üzerine tapulama tespiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.
Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adı; tespite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Yine ifade edilmelidir ki, tescil isteği niteliğinde bulunan malikin, kadastro sırasında, kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazının başka bir şahıs adına tesciline muvafakat beyanı ile mülkiyet lehine tesciline muvafakat bildirilen kişiye hemen geçmez. Bu yerde mülkiyetin geçirilmesi ancak tespit tutanağının kesinleşmesi ile mümkün olabilir.
Kural olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icap eder.
Somut olayda; dava konusu taşınmazların mülkiyetinin davalıların mirasbıranlarına devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tescil isteği niteliğinde bulunan ve tapulama teknisyeni huzurunda yapılan tek taraflı bir tescile muvafakat beyanı mevcuttur. Yorum yolu ile de yukarıda açıklanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama alanı genişletilemez.
Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların davalıların mirasbırakanları adına tapu kayıtlarının oluşmasının dayanağının kök mirasbırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında bu yerlerin davalıların mirasbırakanları adına tespitine muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olup, taşınmazların davalıların mirasbırakanlarına devrini sağlayan bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının eldeki davada uygulanamayacağı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.
Davalıların bu yöne değinen temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 2.037.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MİRASBIRAKANIN TAPULAMA TEKNİSYENİ HUZURUNDA VERDİĞİ VE İMZASI TAHTINDA TAŞINMAZLARIN DAVALI ADINA TESPİTİNE MUVAFAKATİNİ İÇEREN TEK TARAFLI BEYANI- MURİS MUVAZAASI

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2020/1374 E. , 2020/5334 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAZMİNAT

Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, mirasbırakan anneleri ….’ın 495 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını kadastro öncesi davalı oğluna muvazaalı temlik ettiğini, bu taşınmazın ifrazı sonucu oluşan 1639 parselin tamamının davalı adına tescil edildiğini, başka taşınmazlarla ilgili açılan davalar nedeniyle bu taşınmazın davalı tarafından üçüncü kişiye devredildiğini ileri sürerek, satıştan elde edilen gelirin miras paylarına düşen bölümünün tazminine karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Kadastro Kanunu’nun 12/3.maddesi gereğince hak düşürücü süre yönünden davanın reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece “…Somut olaya gelince, davacılar, dava dışı kişiye satılan 1639 parsel sayılı taşınmazın geldisinin miras bırakanları…’ye ait iken mirasçıdan mal kaçırmak amacı ile davalı oğluna muvazaalı olarak temlik edildiğinden bahisle tazminat isteğinde bulundukları, tazminata konu taşınmazın geldisinin kadastro tespitinin 30.11.1982 tarihinde kesinleştiği, mirasbırakanın ise 29.11.1998 tarihinde öldüğü görülmüştür. Bu durumda miras bırakanın kadastro tespitinden sonra öldüğü, davacıların dava açma haklarının da kadastro tespitinden sonra doğduğu gözetilerek davacıların kadastro öncesi bir nedene dayanmadıkları bu sebeple de olayda Kadastro Kanunun 12/3 maddesinin uygulama yerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, işin esasına girilerek inceleme ve araştırma yapılması, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve olayda uygulama yeri olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir…” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, Dairece “…Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların davalı adına tapu kayıtlarının oluşmasının dayanağının mirasbırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında bu yerlerin davalı adına tespitine muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olup, taşınmazların davalıya devrini sağlayan bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının eldeki davada uygulanamayacağı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekilince süresinde temyiz edilmiş olmakla Tetkik Hâkimi …’nün raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

-KARAR-

Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Davacıların yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, harç peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 22.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI VE MURİS MUVAZAASI HUKUKSAL NEDENLERİNE DAYALI MİRAS PAYI ORANINDA TAPU İPTALİ VE TESCİL, MÜMKÜN OLMAZSA TAZMİNAT İSTEMİ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2019/4035 E. , 2021/2412 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil-tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, 1.075.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar …’den alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine, diğer davalılara yönelik davanın reddine karar verilmiş, davacı vekili ile davalılar … vekilinin istinafı üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, vekalet görevinin kötüye kullanılması nedenine dayanıldığı, işin esası yönünden doğru karar verildiği, davacı vekilinin istinaf başvurusunun bu nedenle esastan reddine, ancak dava konusu taşınmazların değerinin hatalı hesaplandığı gerekçesiyle davalıların istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün ortadan kaldırılmasına ve 471.250,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar …’den alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine, diğer davalılara yönelik davanın ise reddine karar verilmiş ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 20.04.2021 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat … ile temyiz edilen vekili Avukat … geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davalı … ve diğerleri gelmedi, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa tazminat istemine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan babası ….’nun hastanede kanser tedavisi gördüğü bir sırada Beyoğlu 22. Noterliği’nin 24.10.2007 tarihli vekaletnamesi ile dava konusu 760 ada 5 parsel sayılı taşınmazın satışına da yetkili olacak şekilde davalı oğlu …’i vekil tayin ettiğini, vekil …in de mirasbırakanın ölüm günü olan 09.11.2007 tarihinde çekişmeli taşınmazı mirasbırakanın eşi olan diğer davalı …’ye satış göstererek temlik ettiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını, davalı …’nin alım gücü bulunmadığını, mirasbırakanın çok değerli olan bu taşınmazı satmasını gerektirecek bir nedeninin olmadığını, hastalığının ilerleyen evresinde mirasbırakanın diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı hareket ettiğini, davalı …’nin anılan taşınmazı ½ ‘şer oranda kiracısı olan davalı … ile dava dışı …’a devrettiğini, onların da diğer davalı …e temlik ettiklerini, davalılar … ve …in durumu bilebilecek konumda olduklarını, işlemlerin muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescilini, mümkün olmazsa taşınmazın dava tarihindeki değeri üzerinden miras payına isabet edecek bedelin satış tarihinden başlayacak faizi ile birlikte ödenmesini istemiştir.

Davalılar …, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının doğru olmadığını, mirasbırakanın iradesine uygun satış işleminin yapıldığını, hastane masrafları ödendikten sonra kalan bedelden davacının miras payını aldığını bildirip, davanın reddini savunmuşlardır.

Davalı …, dava konusu taşınmazların 1/2’şer paylarını davalı …’den satın aldığını, iyiniyetli 3. kişi olduğunu, mirasbırakanın kiracısı olmasının kötüniyetli olduğu anlamına gelmeyeceğini, aile içerisindeki ilişkileri bilmediğini bildirip, davanın reddini savunmuştur.

Davalı …, bedeli karşılığında dava konusu taşınmazları satın aldığını, davalı … ve dava dışı … ile 11.11.2010 tarihli satış sözleşmesi imzaladıklarını, satış bedelini banka kanalı ve senetle ödediğini, iyiniyetli 3. kişi olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davalı …’nin alım gücü bulunmadığı, satış bedelinin mirasbırakan ya da mirasçılarına ödendiğinin kanıtlanamadığı, mirasbırakan tarafından davalı …’ye satış yapılmasını gerektirir bir neden olmadığı, satışın yapılmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, davalılar … yönünden iddiaların ispatlandığı, ne var ki diğer davalılar … ve …in dava konusu bağımsız bölümleri satın aldığı, bedellerini ödedikleri, kötüniyetli edinen olduklarının kanıtlanamadığı gerekçeleriyle, davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, 1.075.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar …’den alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine, diğer davalılara yönelik davanın reddine karar verilmiş, davacı vekili ile davalılar … vekilinin istinafı üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, vekalet görevinin kötüye kullanılması nedenine dayanıldığı, işin esası yönünden doğru karar verildiği, davacı vekilinin istinaf başvurusunun bu nedenle esastan reddine, ancak dava konusu taşınmazların değerinin hatalı hesaplandığı gerekçesiyle davalıların istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün ortadan kaldırılmasına ve 471.250,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar …’den alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine, diğer davalılara yönelik davanın ise reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından tapu iptal ve tescil isteminin kabul edilmesi gerektiğinden bahisle temyiz edilmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, sağlıklı bir yargılama yapılması ve neticesinde tarafları tatmin eden bir karar verilebilmesi için öncelikle eldeki davada; tarafların, çekişmeli temliklerin ve bu temliklerde kullanılan vekaletname ya da vekaletnamelerin açık bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir.

1943 doğumlu mirasbırakan…’nun 09.01.2007 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı oğlu …’nu ( 1969 d’lu ), davalı oğlu …’nu (1974 d’lu ), davalı eşi …’nu ( 1949 d’lu ) ve dava dışı oğlu….’nu (1978 d’lu ) bıraktığı, diğer davalılar … ve … …nın ise üçüncü kişiler olduğu dosya içinde mevcut veraset ilamından anlaşılmıştır.

Çekişmeli temlikte kullanılan vekaletname incelendiğinde; mirasbırakan …’nun, Beyoğlu 22. Noterliği’nin 24.09.2007 tarih ve 25520 yevmiye no’lu düzenleme şeklindeki vekaletnamesi ile, maliki olduğu 191 ada 1 sayılı parseldeki 4 no’lu; 760 ada 5 sayılı parseldeki 4, 6, 7 ve 8 no’lu; 1248 ada 7 sayılı parseldeki 7 no’lu bağımsız bölümlerini dilediğine dilediği bedelle satması konusunda davalı oğlu …’nu vekil tayin ettiği saptanmıştır.

Dava konusu temlikler incelendiğinde ise; İstanbul ili Fatih ilçesi Mimarkemal mahallesinde bulunan 760 ada 5 sayılı parseldeki 4, 6, 7 ve 8 no’lu bağımsız bölümlerin tamamı mirasbırakan adına kayıtlı iken, mirasbırakana vekaleten davalı …’in anılan taşınmazları 09.11.2007 tarihinde davalı annesi …’ye satış yoluyla temlik ettiği, davalı …’nin de anılan bağımsız bölümleri 25.03.2010 tarihinde davalı … ile dava dışı ….’a 1/2’şer oranda satarak devrettiği, aynı akitte dava dışı … isimli bir kişinin de 2 no’lu bağımsız bölümünü temlik ettiği, davalı … ve dava dışı…’ın çekişmeli 4, 6, 7 ve 8 no’lu bağımsız bölümlerin tamamını 13.12.2010 tarihinde diğer davalı …e satış suretiyle devrettiği tespit edilmiş, eldeki dava açıldıktan sonra 07.09.2018 tarihinde de çekişmeli taşınmazların dava dışı … ve…isimli şahıslara geçtiği anlaşılmıştır.

Öte yandan, ilk derece ve bölge adliye mahkemesince vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeni üzerinde durularak sonuca gidildiği görülmüştür.

Bilindiği üzere, mirasbırakanın ölüm tarihi itibariyle terekesi elbirliği mülkiyetine tabidir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki muris muvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davalar dışında ehliyetsizlik, vekâlet görevinin kötüye kullanılması vs. gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların muvafakatlarının sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği (T.M.K. 640 md.) tartışmasızdır.

Somut olayda, davacının miras payına hasren dava açtığı, terekeye döndürme isteminin bulunmadığı, çekişmeli taşınmazların ise dava tarihinde mirasçı olmayan üçüncü kişi adına kayıtlı olduğu, davacı … dışında mirasbırakan …’nun başkaca mirasçılarının da bulunduğu ve hatta bir kısmının davalı olduğu dosya kapsamı ile sabittir. Davacı, öncelikle mirasbırakan babası tarafından vekil kılınan davalı …’in diğer davalı … ile birlikte hareket ederek vekalet görevini kötüye kullandığını, bu nedenle temlikin geçersiz olduğunu ileri sürerek miras payı oranında iptal ve tescil isteminde bulunmuştur. Yukarıda açıklanan madde uyarınca, kayıt maliki üçüncü kişiye karşı vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeni yönünden pay oranında açılan tapu iptali ve tescil isteminin dinlenme olanağı bulunmamaktadır. Tapu iptal ve tescil isteminin, vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeni yönünden reddine karar verilmesi doğrudur.

Diğer yandan, davacı tarafından vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeni yanında muris muvazaası hukuksal nedenine de dayanıldığı dava dilekçesi içeriğinden açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Ne var ki, muris muvazaası hukuki sebebi üzerinde durulmadığı saptanmıştır.

Yukarıda da değinildiği üzere terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki muris muvazaası davasında saklı pay sahibi olsun ya da olmasın her bir mirasçının miras payına hasren dava açması mümkündür.

Bu saptamadan sonra, eldeki davanın terditli bir biçimde açıldığı, bir başka ifadeyle, öncelikle davacı tarafın miras payı oranında tapu iptal ve tescil talebinde bulunduğu, bu isteğinin kabul edilmemesi halinde bedel istediği görülmüştür.

O halde, muris muvazaası hukuki sebebi yönünden değerlendirme yapılarak davacının ilk isteği olan miras payı oranında tapu iptal ve tescil istemi aşılmadan ikincil nitelikteki tazminat yönünden karar verilmesi yerinde değildir.
Bu aşamada çözümlenmesi gereken bir başka husus ise, dava konusu bağımsız bölümlerin yargılama sırasında el değiştirmesi hususudur.

Bilindiği üzere, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 125/1. maddesi ” Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde davacı davayı kazanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.” hükmünü içermektedir.

Anılan düzenleme, kendiliğinden (re’sen) gözetilmesi zorunlu bir usul kuralı olup, mahkemece davacı tarafa seçimlik hakkı hatırlatılarak davayı ne şekilde sürdüreceği sorulmalı ve sonucuna göre işlem yapılmalıdır.

Dava konusu 760 ada 5 sayılı parseldeki 4, 6, 7 ve 8 no’lu bağımsız bölümlerin yargılama sırasında el değiştirmiş oldukları gözetilerek 6100 sayılı HMK’nın 125/1. maddesi uyarınca gerekli usuli işlemlerin yerine getirilmesi gerektiği muhakkaktır.

Hal böyle olunca, öncelikle 6100 sayılı HMK’nın 125/1. maddesi uyarınca gerekli usuli işlemlerin yerine getirilmesi, yeni maliklere karşı iptal-tescil isteminde bulunulması halinde; muris muvazaası hukuksal nedeni üzerinde durularak iptal-tescil isteminin değerlendirilmesi, aksi halde miras payı oranında tazminat istemi yönünden hem vekalet görevinin kötüye kullanılması hem de muris muvazaası iddiasının dinlenmesi mümkün olduğundan sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davacı vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK’nun 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 24.11.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 3.050.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20/04/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MİRASBIRAKANIN SAĞLIĞINDA TARAF MUVAZAASI NEDENİNE DAYALI DAVA AÇMAMASI MİRASÇININ DURUMDAN HABERDAR OLMASI, MİRASÇININ MİRASBIRAKANIN ÖLÜMÜNDEN SONRA ONA TEBAN DAVA AÇMASININ HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI

T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2016/11021
KARAR:2019/4027

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ: TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen davada;Davacı, mirasbırakan babasının 107 ada 8 nolu parseldeki 25/150 payını gelini olan davalı Sebahat’e vergi borcu nedeniyle muvazaalı olarak temlik ettiğini, Maliye tarafından açılan 1992/120 esas sayılı davada anılan devrin alacağı karşılıksız bırakma amacıyla yapıldığı gerekçesiyle tasarrufun iptaline karar verildiğini, temlikin mirasçılardan mal kaçırma amacıyla yapıldığını ileri sürerek tapu kaydının iptalini istemiş, yargılama devam ederken ıslah dilekçesi ile tapu iptali ve payı oranında adına tescil talebinde bulunmuş, daha sonra birleştirilen dava ile ayni hukuki nedene dayalı olarak aynı taşınmazın aynı payı için aynı davalıya karşı tapu kaydının iptali ile payı oranında adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, 1992/120 esas sayılı davada işlemin taraf muvazaası olarak belirlendiğini, mirasbırakanın taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak bir dava açmadığını, davacının da durumdan haberdar olduğunu, davacının mirasbırakanın ölümünden sonra ona teban dava açmasının hakkın kötüye kullanılması olduğunu, iyi niyet kuralları ile bağdaşmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, esas dava yönünden temlikin mal kaçırma amacıyla yapılmadığı gerekçesiyle davanın reddine, birleştirilen dava yönünden derdestlik nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, asıl ve birleştirilen davada davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; asıl ve birleştirilen davada davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 15.20.-TL. bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 20.06.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

44.40. -O.H.
29.20. -P.H.
15.20.TL

KADASTRO ESNASINDA VERİLEN TESCİL BEYANI- MAL KAÇIRMA OLGUSU- MUVAZAA- TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C

YARGITAY

1.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2014/8196

KARAR NO: 2014/12765

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ: DİYARBAKIR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 28/11/2013

NUMARASI : 2011/112-2013/929

Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, duruşma isteği değerden reddedilip, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, isteğine ilişkindir.

Mahkemece, dava konusu taşınmazların davalı taraf adına kadastro tespiti ile tescil edildiği, davacılar murislerinin kadastro esnasında tespite muvafakat ettikleri gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazların Eylül 1288 tarihli tapu kayıtlarıyla kök muris Halil oğlu Fettah adına tapuda kayıtlı iken, 30.7.1970 tarihinde tapulama çalışmaları esnasında, miras bırakan Halil oğlu Fettah’ın ölümü ile mirasçıları olarak eşi Emine, çocukları Fatma. Mustafa ve Ahmet’in kaldığı; Emine ve Fatma’nın intikalen gelen miras paylarını 1961 yılında haricen Ahmet ve Mustafa’ya sattıkları, yaptıkları satışada muvafakat ettikleri açıklanarak davalılar Mustafa ve Ahmet adına tespit gördüğü ve tapulama tutanaklarının kesinleşmesiyle davalılar adına tescilin yapıldığı; Emine ve Fatma mirasçıları olan davacıların, mirasbırakanları tarafından yapılan temliki işlemin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi, gerek 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı, gerekse 16.03.1990 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere “muris muvazaası, miras bırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz mal hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin B.K’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”

Çekişmeli taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydı, tapulama esnasında murisler Fatma ve Emine’nin muvafakat beyanıyla oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olması sebebi ile geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Hemen belirtilmelidir ki, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi şekilde yapılması Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanununun (TBK) 237. ve Tapu Kanununun 26.maddesi hükmü gereğidir. Ne var ki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddesi, gerekse 09 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-a maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle T.M.K’nun 706 ve TBK’nun 237.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatıni bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanına eşdeğer olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.

Öte yandan, H.G.K.’nun 29.11.2006 günlü 2006/1-734 Esas, 2006/761 Karar sayılı yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (Y.H.G.K’nun) 16.06.2010 günlü 2010//1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı içtihatlarında “Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir.

Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir.”denilmektedir.

Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu içtihadı birleştirme kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması yada yukarıda tarih ve sayısı yazılı Y.H.G.K. Kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğuran Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.

Somut olayda, ortak miras bırakan Emine ve davacılar murisi Fatma davaya konu taşınmazların öncesini teşkil eden taşınmazlardaki miras paylarını haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbite muvafakat ettiklerini beyan etmişlerdir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne, Y.H.G.K.nun yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre, kadastro tutanağına karşı yapılan işlemlerin 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalmadığı söylenemez.

Hal böyle olunca, davacıların mirasbırakanları Emine ve Fatma’nın, tapulama tespitinde taşınmazları haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbitine muvafakat ettiklerini beyan etmek suretiyle yaptıkları işlemin, 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.07.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KADASTRO ESNASINDA HARİCEN SATIŞA VERİLEN MUVAFAKAT BEYANI- MURİS MUVAZAASI TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C
YARGITAY
1.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2014/8196
KARAR NO: 2014/12765

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ: DİYARBAKIR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 28/11/2013

NUMARASI : 2011/112-2013/929

Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, duruşma isteği değerden reddedilip, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, isteğine ilişkindir.

Mahkemece, dava konusu taşınmazların davalı taraf adına kadastro tespiti ile tescil edildiği, davacılar murislerinin kadastro esnasında tespite muvafakat ettikleri gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazların Eylül 1288 tarihli tapu kayıtlarıyla kök muris Halil oğlu Fettah adına tapuda kayıtlı iken, 30.7.1970 tarihinde tapulama çalışmaları esnasında, miras bırakan Halil oğlu Fettah’ın ölümü ile mirasçıları olarak eşi Emine, çocukları Fatma. Mustafa ve Ahmet’in kaldığı; Emine ve Fatma’nın intikalen gelen miras paylarını 1961 yılında haricen Ahmet ve Mustafa’ya sattıkları, yaptıkları satışada muvafakat ettikleri açıklanarak davalılar Mustafa ve Ahmet adına tespit gördüğü ve tapulama tutanaklarının kesinleşmesiyle davalılar adına tescilin yapıldığı; Emine ve Fatma mirasçıları olan davacıların, mirasbırakanları tarafından yapılan temliki işlemin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi, gerek 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı, gerekse 16.03.1990 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere “muris muvazaası, miras bırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz mal hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin B.K’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”

Çekişmeli taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydı, tapulama esnasında murisler Fatma ve Emine’nin muvafakat beyanıyla oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olması sebebi ile geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Hemen belirtilmelidir ki, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi şekilde yapılması Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanununun (TBK) 237. ve Tapu Kanununun 26.maddesi hükmü gereğidir. Ne var ki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddesi, gerekse 09 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-a maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle T.M.K’nun 706 ve TBK’nun 237.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatini bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanına eşdeğer olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.

Öte yandan, H.G.K.’nun 29.11.2006 günlü 2006/1-734 Esas, 2006/761 Karar sayılı yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (Y.H.G.K’nun) 16.06.2010 günlü 2010//1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı içtihatlarında “Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir.

Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir.”denilmektedir.

Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu içtihadı birleştirme kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması yada yukarıda tarih ve sayısı yazılı Y.H.G.K. Kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğuran Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.

Somut olayda, ortak miras bırakan Emine ve davacılar murisi Fatma davaya konu taşınmazların öncesini teşkil eden taşınmazlardaki miras paylarını haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbite muvafakat ettiklerini beyan etmişlerdir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne, Y.H.G.K.nun yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre, kadastro tutanağına karşı yapılan işlemlerin 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalmadığı söylenemez.

Hal böyle olunca, davacıların mirasbırakanları Emine ve Fatma’nın, tapulama tespitinde taşınmazları haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbitine muvafakat ettiklerini beyan etmek suretiyle yaptıkları işlemin, 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.07.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

ESER SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN MENFİ TESPİT DAVASI

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2902
KARAR:2019/454

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı bozmaya uyularak verilen hükmün temyizen tetkiki davacı vekili ile davalılar …, … ve … vekilince istenmiş ve temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan menfi tespit talebinden ibarettir. Davacı iş sahibi, davalılardan … yüklenici, diğer davalılar ise yüklenicinin alacaklılarıdır.

Davacı iş sahibi vekili, davalı … ile aralarında inşaat sözleşmesi yapılmışsa da bu sözleşmenin aslında inançlı bir işlem olduğunu, gerçekte sözleşme ile yüklenici sıfatını alan …’ın inşaatı yaptırmadığını, inşaattaki tüm malzeme ve işçilik ücretlerinin müvekkili tarafından karşılandığını, …’ın inşaatı yüklenmiş gibi kendi yaptırdığını söyleyip, mahkemeden delil tespiti yaptırarak aldığı bilirkişi raporunu müvekkilleri aleyhine 3. İcra Müdürlüğü’nün 2009/18091 Esas sayılı dosyasında takibe koyduğunu ve takibin kesinleştiğini, bunu yapmasının nedeninin ise davacı … …. oğlu….’ın … aleyhine iki adet çekten ötürü icra takibi yapıp, şikayetçi olması ve … aleyhine ceza mahkemesinde dava açılmasından kaynaklandığını, ancak tarafların daha sonra bir araya gelip anlaştıklarını, …’ın gerçekte alacaklı olmaması nedeniyle takipten feragat ettiğini…’ın da 8. Asliye Ceza Mahkemesi dosyasındaki davadan vazgeçtiğini bildirdiğini, …’tan alacaklı olan diğer davalıların yaptıkları 7. İcra Müdürlüğü’nün 2009/19075 ve 11. İcra Müdürlüğü’nün 2009/3385 Esas sayılı dosyalarından aldıkları yetki ile feragat ile kapanmış dosyayı yenilediklerini ve alacaklı olarak gözüken …’ın yerine geçerek müvekkilinin taşınmazlarına haciz koydurduklarını, 3. İcra Müdürlüğü’nün yenilenmekle 2013/7114 Esas sayısını alan dosyada ve 7. İcra Müdürlüğü’nün 2009/19075 Esas sayılı 11. İcra Müdürlüğü’nün 2009/3385 Esas sayılı dosyasında davalılara borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.

Davalı yüklenici … vekili; sulh ile kapanmış bir dosyada aleyhlerine dava açılmasının doğru olmadığını savunmuş, diğer davalılar …, … ve … vekilleri; açılan davanın müvekkillerinin …’tan olan alacağını almasını engellemek amaçlı muvazaalı bir dava olduğunu zira …’ın icra dosyasına “alacağımı haricen aldım, takipten feragat ediyorum” demeden önce 3. İcra Müdürlüğündeki dosya alacaklısının alacaklısı olarak söz konusu dosyanın borçlusu …’ın taşınmazlarına haciz koydurduklarını buna rağmen icra müdürlüğünce feragat nedeniyle dosya kapatılınca icra Hukuk mahkemesinden karar almak zorunda kaldıklarını ve dosyanın tekrar yenilenmesi aşamasına kadar dört yıl uğraştıklarını, davalı …’ın davacılarla işbirliği içinde kendilerinin alacağını almalarına engel olduğunu davanın bu sebeple reddini savunmuşlardır.

Mahkemece yapılan yargılama sonucu davanın kısmen kabulüne karar verilmiş verilen kararın davacı ve davalı vekilince temyizi üzerine Dairemizin 13.04.2016 tarih, 2015/6200 Esas, 2016/2273 karar sayılı ilamı ile bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu yeniden davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiş, verilen karar taraf vekillerince temyizi üzerine Dairemizin 06.07.2017 tarih, 2017/355 Esas, 2017/2789 karar sayılı ilamı ile bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucu yeniden davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiş, verilen karar davacı ile davalılar …, … ve … vekillerince yasal süresi içerisinde temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince inceleme yapılarak hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve bozmanın şümulü dışında kalarak kesinleşen cihetlere ait temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün olmamasına göre davacı ile davalılar …, … ve …’ın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Davacı … ile davalı … arasında 13.07.2004 tarih, … yevmiye nolu İnşaat Yapım Sözleşmesi başlıklı sözleşmenin imzalandığı konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Taraflarca arasında imzalanan sözleşme o tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi niteliğinde bedel karşılığı inşaat sözleşmesidir. Uyuşmazlığın, eser sözleşmesi hükümlerine göre değerlendirilip çözülmesi gerekli ve zorunludur. Taraflar arasında eser sözleşmesi ilişkisi kurulduğu konusunda uyuşmazlık bulunmamakta ise de, işin bedeli konusunda bir anlaşma bulunmamaktadır. Bir başka deyişle taraflar arasındaki uyuşmazlık; iş bedeli konusundadır. Sözleşmenin Özel Şartları m.2’ye göre “İnşaatın başından sonuna kadar alınacak tüm inşaat malzemesi, kazı, hafriyat giderleri ve tüm masrafların; m.3’e göre de; işçilerin masrafları, mesai ücretleri, yevmiyeleri, SSK’ya yatacak primleri, barınma, yiyecek giderlerinin iş sahibince üstlenildiği anlaşılmaktadır. İş bedeli konusunda uyuşmazlık bulunduğuna göre iş bedelinin sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 366. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 481.) maddesine göre işin yapıldığı yıl serbest piyasa fiyatlarıyla hesaplanmalıdır. Bu fiyatlara müteahhitlik kârı ve KDV ilave edilmemesine de dikkat edilerek yüklenici alacağı hesaplanmalı ve hüküm altına alınmalıdır.

Hüküm tesis edilir iken ayrıca, dava ile ilgili daha önce iki kez bozma yapıldığı hususu nazara alınarak usuli kazanılmış haklara dikkat edilerek hüküm kurulmalıdır.

Öte yandan; davalılardan … temyiz dilekçesine eklediği … 16. Noterliği’nin 13.09.2013 tarih, 24258 yevmiye nolu temliknamesini ibraz etmiş bulunmaktadır.

6100 sayılı HMK’nın 124. maddesinde “Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. (2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. (3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. (4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.” hükmü bulunmaktadır. Bu hükme göre davalının temliği nazara alınarak buna göre taraf teşkili de sağlanarak hüküm kurulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle tarafların sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca hükmün taraflar yararına BOZULMASINA, ödedikleri temyiz peşin harçlarının istek halinde temyiz eden davacı ile davalılar …, … ve …’a geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 06.02.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DOLANDIRICILIK- İCRA TAKİBİ- MUVAZAALI SENET

T.C

YARGITAY

11.Ceza Dairesi

ESAS: 2006/2432

KARAR: 2008/2863

Dolandırıcılık suçundan sanıklar Duran ve A.Duran’ın yapılan yargılamaları sonunda: 5237 sayılı Kanun’un 158/1-D, 62, 52, 53 ve 63. maddeleri gereğince mahkumiyetlerine dair (Tokat Ağır Ceza Mahkemesi)’nden verilen 21.09.2005 gün ve 2004/312 Esas, 2005/218 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar müdafii tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Başsavcılığı’nın bozma isteyen 21.03.2006 tarihli tebliğnamesi ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği görüşüldü:

Katılanın satın aldığı aracın trafik sicil kaydını henüz üzerine geçirmemesi üzerine, sanıklar arasında muvazaalı olarak düzenlenen senetle bir diğerine borçlanıp icra takibi yoluyla aracın ele geçirilmesinden sonra 3. kişiye ikinci kez satılarak haksız yarar sağladıkları parayı da katılana iade etmeyen sanıkların dolandırıcılık kastı ile hareket ettiklerini kabul ederek mahkûmiyet hükmü kuran mahkemenin takdirinde bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma neticesine uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre, sanıklar müdafiinin hukuki ihtilaf olduğuna ilişen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine;

Ancak; 5237 sayılı Yasa’nın 53. maddesinin 1. fıkrasının c bendinde yer alan hak yoksunluğunun koşullu salıvermeye, diğer bentlerde yazılı hak yoksunluklarının cezanın infazının tamamlanıncaya kadar uygulanabileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,

Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan; hüküm fıkrasında yer alan TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölüm çıkartılarak yerine “sanığın 53. maddenin 1. fıkrasının c bendinde yer alan haklarda koşullu salıverme tarihine, diğer bentlerde yazılı haklardan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına” denilmek suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün (DÜZELTİLEREK ONANMASINA), 16.04.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.

BORÇLUYA SATILAN ARACIN BORCUN ÖDENMEMESİ NEDENİYLE GERİ ALINMASI- TAKİBE İLİŞKİN TEBLİGATIN ULAŞTIĞI TARİHTE ARAÇ SATIŞI- TASARRUFUN İPTALİ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/3943
KARAR:2018/5620

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

– K A R A R –

Davacı alacaklı vekili, borçlu davalı … hakkında takip başlatıldığını, borçlunun alacağı karşılayacak mal varlığı bulunmadığı, alacaklılardan mal kaçırma amacı ile dava konusu … plakalı aracı davalı …’ya devrettiğinden, bu tasarrufun iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … vekili, müvekkilinin araba alım satımı ile uğraştığını, borçlu ile akrabalığı olmadığını ve borçlunun ekonomik durumunu bilebilecek şahıslardan olmadığından haksız açılan davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Davalı …, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, tasarrufun iptalinin istenmesi için üçüncü şahıs ile borçlunun birlikte hareket etmesi ve alacaklıyı zarara uğratma iradesinin olması gerektiği, davacı taraf böyle bir iddiada bulunsa da, üzerinde herhangi bir haciz bulunmayan, mülkiyeti muhafaza kaydı ile Mustafa tarafından borçluya satılan aracın yeniden borcunun ödenmemesi nedeni ile iade edildiği ve satış yapıldığı, her ne kadar takibe ilişkin tebligatın borçluya ulaştığı gün araç satılmış ise de; üçüncü kişinin borçlunun durumunu bildiği kanıtlanmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, İİK.’nın 277 ve devamı maddelerine dayanılarak açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.

İcra ve İflas Kanunu’nun 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen tasarrufun iptali davalarında amaç, borçlunun haciz yada iflasından önce yaptığı ve aslında geçerli olan bazı tasarrufların geçersiz ya da “iyiniyet kurallarına aykırılık” nedeniyle alacaklıya karşı sonuçsuz kalmasını ve dolayısıyla o mal üzerinden cebri icraya devamla alacağın tahsilini sağlamaktır.

Davacı, iptal davası sabit olduğu takdirde, tasarruf konusu mal üzerinde cebri icra yolu ile hakkını almak yetkisini elde eder ve tasarruf konusu taşınmaz mal ise, davalı üçüncü şahıs üzerindeki kaydın düzeltilmesine gerek olmadan o taşınmazın haciz ve satışını isteyebilir (İİK.md.283/1). Bu yasal nedenle iptal davası, alacaklıya alacağını tahsil olanağını sağlayan, nisbi nitelikte yasadan doğan bir dava olup; tasarrufa konu malların aynı ile ilgili değildir.

Borçlunun aciz ya da iflasından önce yaptığı iptale tabi tasarrufları, üç grup altında ve İİK.nun 278, 279 ve 280. maddelerinde düzenlenmiştir. Ancak, bu maddelerde iptal edilebilecek bütün tasarruflar, sınırlı olarak sayılmış değildir. Kanun, iptale tabi bazı tasarruflar için genel bir tanımlama yaparak hangi tasarrufların iptale tabi olduğu hususunun tayinini hakimin takdirine bırakmıştır (İİK.md.281). Bu yasal nedenle de, davacı tarafından İİK.nun 278, 279 ve 280.maddelerden birine dayanılmış olsa dahi, mahkeme bununla bağlı olmayıp, diğer maddelerden birine göre iptal kararı verebilir (Y.H.G.K.25.11.1987 Tarih,… Esas ve 1987/872 Karar sayılı ilamı). Genelde denilebilir ki, borçlunun iptal edilebilecek tasarrufları, alacaklılarından mal kaçırılmasına yönelik olarak yapılan ivazsız veya aciz halinde yapılan tasarruflar ile alacaklılarına zarar verme kastıyla yapılan tasarruflardır.

İİK’nun 279/2 maddesine göre ise ” Para ve mutad ödeme vasıtalarından gayri bir suretle yapılan ödemelerin” acizden itibaren bir yıl içinde yapılmaları halinde iptali gerektiği belirtilmiştir.

Somut olayda, aciz hali sabit olan borçlu Ercan, dava konusu aracı 11.06.2013 tarihinde davalı …’dan mülkiyeti muhafaza kaydı ile satın almış, son taksit tarihi 10.02.2013 tarihinden önce borcunu ödeyemediği için borcuna mahsuben davalı üçüncü kişi Mustafa’ya borcun doğumundan sonra 28.01.2014 tarihinde satmıştır.

Bu halde davanın İİK’nun 279/2.maddesi gereğince davalılar arasındaki 28.01.2014 tarihli borca mahsuben yapılan satış mutad ödeme aracı olarak kabul edilmeyeceğinden davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 29.05.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ ARKADAŞINA KULLANDIRILAN KREDİ NEDENİYLE SENETLE BORÇLANMA- MAAŞ HACZİNE MUVAFAKAT-BORÇLUNUN DURUMUNU VE AMACINI BİLEBİLECEK KİŞİLERDEN OLMASI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/3588
KARAR:2018/7601 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki takibin taliki veya iptali davasının yapılan yargılaması sonucunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü;

-K A R A R-

Davacı vekili, davalılardan …’ın davacı banka borçlusu olduğunu, aleyhine … İcra Müdürlüğü’nün 2012/1160, 2012/9382, 2012/9568 ve 2012/10616 sayılı dosyalarıyla icra takibi başlatıldığını, davalı … davacı bankadan maaş aldığından kendisine maaş karşılığı kredi kullandırıldığını ve kredinin taksitlerinin maaş hesabından otomatik ödeme talimatı ile tahsil edildiğini, ancak maaşının 1/4’ünün icra dairesine kesildiğini, kalan tutardan da Temmuz 2012’ye kadar 1.000,00 TL, Temmuz 2012 dahil sonraki aylar 2.750,00 TL olacak şekilde … İcra Müdürlüğü’nün 2012/374 sayılı takip dosyasına ödeme yapılmak üzere … tarafından muvafakat verilmesi üzerine davacı bankaya olan kredi taksitlerinin ödenmediğini, icra dosyasının 30/06/2011 vade tarihli 80.000,00 TL bedelli senede dayandığını, alacaklısı …’ın …’ın iş arkadaşı olduğunu, kesilen 2.750,00 TL’den Nisan 2012’den Nisan 2013’e kadar 600,00 TL, Mayıs 2013’ten Ağustos 2014’e kadar 1.000,00 TL’sinin … tarafından …’ın annesi olan …’nün hesabına aktarıldığını ve buradan da …’a ait (fatura, kira ödemesi vs) işlemlerin yapıldığının izlendiğini, yapılan icra takibinin İİK 280 maddesine göre muvazaalı olması nedeniyle alacaklılarını zarar uğratma amacı taşıyan ve muvazaalı olan takibin iptalini talep ve dava etmiştir.

Davalılardan … vekili, …’ın iş arkadaşı olduğunu, müvekkilinin …’dan borç aldığını, borcunu ödeyememesi üzerine …’ın icra takibi başlattığını, müvekkilinin de borcu kabul ederek maaş kesintisi hususunda muvafakat verdiğini, bu aşamada …’ın müvekkilinin annesinden müvekkilinin borcuna ilişkin para aldığını, müvekkili bu durumdan haberdar olduktan sonra annesinin bu duruma karıştırılmamasını talep ettiğini, …’ın iadenin icra dosyasına yapılan ödemelerle orantılı bir şekilde yapacağını belirttiğini, müvekkilinin diğer davalı …’a olan borcunun gerçek borç olduğunu ve devam ettiğini, müvekkilinin Kocaeli Büyükşehir Belediyesinde mühendis olarak çalıştığını, kıdemine göre borcunu karşılamaya müsait olduğunu, bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı …, davalı … 20.000,00 TL ile bankadan kredi çekerek kendisine verdiğini ilerde ödenmemesi halinde zor durumda kalacağını davalıya belirtmesi üzerine davalının kendisine 80.000,00 TL’lik senet verdiğini, ilk iki ay ödemelerin yapıldığını ancak devam eden aylara ilişkin kendisine ödeme yapamayacağının davalı … tarafından söylendiğini kendisi ile birlikte İcra Dairesine giderek senedi takibe koyduklarını, Vakıfbank hesabına bloke konulmuş olması nedeniyle yapılacak ödemeye muvafakat vermesiyle kendisini mağdur etmediğini, senede itiraz edilmediğinden hukuken geçerli olduğunu savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama, toplanan delillere göre; davanın reddine dair karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava İİK’nun 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın yazılı gerekçeyle reddine karar verilmiş ise de varılan sonuç dosya kapsamı ve mevcut delil durumuna uygun düşmemektedir.

İİK.nun 280.maddesinde malvarlığı borçlarına yetmeyen bir borçlunun alacaklılarına zarar vermek kastıyla yaptığı tüm işlemler, borçlunun içinde bulunduğu mali durumu ve zarar verme kastının işlemin diğer tarafınca bilindiği veya bilinmesini gerektiren açık emarelerin bulunduğu hallerde tasarrufun iptal edileceği hususu düzenlendiğinden yapılan işlemde mal kaçırma kastı irdelenmelidir.

Somut olayda; davacı banka tarafından davalı borçlu … hakkında Kocaeli 6. İcra Müdürlüğünün … Esas sayılı dosyasından kredi sözleşmesine istinaden 31.01.2012 tarihinde, 2012/9382 sayılı dosyasından 22.07.2010 tarihli Tüketici Kredi Sözleşmesine istinaden 14.08.2012 tarihinde, … Esas sayılı dosyasından 25.11.2010 tarihli Bireysel Kredi Sözleşmesine istinaden 17.08.2012 tarihinde ve 2012/10616 Esas sayılı dosyasından 25.11.2010 tarihli Bireysel Kredi Sözleşmesine istinaden 04.10.2012 tarihinde icra takibi başlatılmış ve takipler kesinleşmiştir. Bahsi geçen dosyalardan davalı borçlu hakkında maaş haczi bir kısmından başlamakla birlikte bir kısmında sıraya alındığı belirtilmiştir.

Davalı borçlu … hakkında 16.01.2012 tarihinde diğer davalı … tarafından 15.03.2011 tanzim, 30.06.2011 vade tarihli, 80.000,00 TL bedelli senet ile ilgili kambiyo senedine mahsus haciz yoluyla takip başlatılmış ve takip 17.01.2012 tarihinde kesinleşmiştir. Bahsi geçen icra takip dosyasında, borçlu … tarafından verilmiş 19.01.2012 tarihli, maaşından Temmuz 2012’ye kadar 1.000,00 TL, Temmuz 2012 dahil sonraki aylarda 2.750,00 TL olacak şekilde kesinti yapılmasına muvafakat ettiğine dair yazıya göre çalıştığı Belediyeye maaş haczi müzekkeresi gönderilmiş, Belediye ilgili birimi tarafından verilen cevabi yazıda ilk maaştan itibaren talep gibi işlem yapılacağı bildirilmiştir.

Dosya arasında yer alan … Büyükşehir Belediyesi Teftiş Kurulu dosyası incelendiğinde ise, davalı …’ın yürütülen soruşturmada 12.04.2013 tarihli ifadesinde, …’ın … tarafından mağdur edildiği, girdiği sıkıntılardan dolayı yardıma ihtiyacı olduğu için kendisinden yardım istediği, kendisinin de Kadir’e yardımcı olduğu, …’ın … tarafından mağdur edilmesi ve Gökmen’in Tarık’a ödemesi gereken paraları ödememesi üzerine … ile beraber bir senet imzaladıkları ve Kadir’i icraya verdiği, Kadir’e vermek üzere çektiği kredi meblağını geri alabilmesi için … ile bu şekilde bir çözüm buldukları, bu sayede …’ın maaşından kesilerek kendisine paranın ödendiği şeklinde beyanda bulunmuştur. Bu durumda mahkemece, davalı 3.kişinin borçlunun durumunu ve amacını bilebilecek kişilerden olması nedeniyle İİK’nun 280/1 maddesi gereğince tasarrufun iptale tabi olması nedeniyle eldeki davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle reddine dair hüküm tesisi isabetli görülmemiştir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 10/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TASARRUFUN İPTALİ- TAŞINMAZ BEDELİNİN ÇEKLE ÖDENMESİ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4705
KARAR:2018/11070

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonucunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalılar …, … ve … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü;

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkilinin senet sebebiyle davalı borçlu …’tan alacaklı olduğunu, senedin vadesinde ödenmemesi üzerine alınan ihtiyati haciz kararı ile hacze gidildiğini, başlatılan … takibinin sonuçsuz kaldığını, borçlunun adına kayıtlı taşınmazları muvazaalı olarak diğer davalılar adına tescil ettirdiğini ve alacaklılarını zarara uğratma gayesi ile kötü niyetli olarak hareket ettiğini belirterek … ili, … ilçesi, … mah. 162 parsel, 166 parsel, 830 parseldeki davalı borçlu hissesinin diğer davalılara muvazaalı olarak yapılan satış işleminin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar …,… ve … vekili, aciz belgesi yokluğu nedeniyle dava şartı yokluğundan davanın reddini talep ettiklerini, müvekillerinin iyiniyetli 3. kişiler olduğunu, satışın gerçek olduğunu, davalılardan …’ün gayrimenkul bedelini banka aracılığı ile diğer iki davalı … ve İlhan’ın ise diğer davalı borçlu …’a çek vermek sureti ile satış bedelini ödediklerini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama, toplanan delillere göre; davanın kabulü ile … ili … ilçesi … Mahallesinde bulunan 162 parsel numaralı taşınmazın 1/90 hissesini borçlu … tarafından …’e satışına ilişkin temliki tasarrufun, … ili … ilçesi … Mahallesinde bulunan 166 parsel numaralı taşınmazın 4/523 hissesini borçlu … tarafından …’e satışına ilişkin temliki tasarrufun, … ili … ilçesi … Mahallesinde bulunan 830 parsel numaralı taşınmazın 408/33095 hissesini borçlu … tarafından …’e satışına ilişkin temliki tasarrufun hepsinin … 2. … Müdürlüğünün 2014/1698 sayılı takip dosyasındaki alacak ve ferileri ile sınırlı olarak İİK’nun 278 ve devamı maddeleri gereğince iptaline, davacı alacaklıya taşınmaz üzerinde cebri … yetkisi tanınmasına, dair karar verilmiş; hüküm, davalılar …, … ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı …’e yapılan satış açısından; satışın 01.07.2014 tarihinde yapılmış olması, dava dışı … … tarafından satıştan önce davalı borçlu …’a bedelin ödendiği iddia edilmişse de … … tarafından banka havalesinin davalı borçlu adına 30.04.2014 tarihinde herhangi bir açıklama kaydı düşülmeden yapılmış olmasına, ödemenin tapu devrinden dolayı yapıldığının anlaşılamamış olmasına göre; davalılar vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, İİK.’nun 277. vd. maddelerine dayalı tasarrufun iptali istemine ilişkindir. Davalı … ve …’e yapılan tapu devirleri 07.01.2014 tarihinde olup tapu bedelinin çekle ödendiği iddia edilmiştir.

…bankasına ait dava dışı … tarafından 10.10.2014 tarihinde keşide edilen 12.250,00 TL bedelli çek ciro yoluyla davalı …’e teslim edilmiş ve bu kişiden sonra davalı borçlu … tarafından ciro edilmiştir.

… Sakarya Şubesine ait… tarafından 20.11.2014 tarihinde keşide edilen 13.000,00 TL bedelli çek ciro yoluyla davalı …’e teslim edilmiş ve bu kişiden sonra yapılan cirolar tespit edilemediğinden mahkemece …’la yazışma yapılmış, gelen cevapta ibraz eden ve bedeli çeken kişi ile ilgili bilgilerin … Bankasından sorulması gerektiği belirtilmiş, … Bankasına yazılan yazıya verilen cevapta ise çekin önlü arkalı fotokopisi gönderildiğinde bilgi verilebileceği belirtilmiştir.

Çekte vade olmamakla birlikte ticari hayatta çeklerinde bono gibi vadeli kullanıldığı bilinen bir gerçektir. Davalı 3. kişiler … ve …’in çeki ciro yoluyla aldığının anlaşılmasına göre borçluya teslim ettikleri ve tapu bedelini bu şekilde ödediklerine yönelik iddiaları hakkında yeterli araştırma yapılmamıştır. Bu durumda mahkemece çeklerin kim tarafından bankaya ibraz edildiği ve çek bedellerinin kime ödendiği kesin olarak tespit edildikten sonra, dava konusu tasarrufun İİK’nun 278, 279, 280 maddeler gereğince iptale tabi olup olmadığı değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalılar …, … ve … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalılar …, … ve … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalılar …, … ve …’e geri verilmesine, 21/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

MUVAZAALI VASİYETNAMENİN İPTALİ- TENKİS- TEREKE ORTAKLARININ DAVAYI TAKİP YETKİSİ

T.C

YARGITAY

1.Hukuk Dairesi

ESAS:2017/4075

KARAR:2018/15811 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           : … ………… MAHKEMESİ 2. HUKUK DAİRESİ

Taraflar arasında görülen vasiyetnamenin iptali davası sonunda, yerel mahkemece asıl ve birleştirilen davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı …….. Yanar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi … ‘ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Asıl dava, tenkis; birleştirilen dava ise, vasiyetnamenin iptali, mümkün olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.

Davacı …, asıl davada; mirasbırakan ……..’ın 08.02.2008 tarihinde öldüğünü, …….. haberinden sonra murise ait eve gittiğinde davalı kurumun talimatı ile eve giremediğini, bunun üzerine yaptığı araştırmada murisin tüm malvarlığını davalıya bağışladığını öğrendiğini, saklı payının ihlal edildiğini ileri sürerek, murisin terekesinin tespiti ile saklı payına …….. eden kısmın tenkisini, birleştirilen davada ise; muris ……..’ın 14.02.1989 tarih ve 5444 ve 5445 yevmiye no’lu vasiyetnameler ile mal varlığını davalı kuruma muvazaalı olarak vasiyet ettiğini, vasiyetname tarihinde hukuki işlem ehliyetinin bulunmadığını, saklı payının ihlal edildiğini ileri sürerek, anılan vasiyetnamelerin iptalini, davalıya ödenen bedelin tazminini, olmazsa tenkisini istemiştir.

Yargılama sırasında davacı …’in ……..ü üzerine davanın bir kısım mirasçıları tarafından takip edilmediği, bunun üzerine …’in terekesine Av. …’un temsilci olarak atandığı, davayı tereke temsilcisinin takip ederek sonuçlandırdığı anlaşılmıştır.

Davalı, davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığını, murise ait 8 no’lu bağımsız b……..ün ……..ünden çok önce 1989 yılında kurum adına tescilinin yapıldığını, murisin saklı payı etkisiz kılma amacı ile hareket ettiğinin kanıtlanması gerektiğini, iddiaların dayanaksız olduğunu bildirip, asıl ve birleştirilen davaların reddini savunmuştur.

Mahkemece, asıl ve birleştirilen davaların kısmen kabulü ile; vasiyetnamenin iptali isteminin reddine, tenkis isteminin kabulüne ve 170.145,26 TL’nin davalıdan tahsili ile …’in mirasçılarına miras payları oranında ödenmesine karar verilmiş, anılan kararın davacılar vekili ile davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, … ………… Mahkemesi 2. Hukuk Dairesince davacı tarafın yaptığı istinaf başvurusunun usulden, davalı tarafın yaptığı istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1.b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.

Bilindiği üzere terekeye temsilci atanmasından sonra tereke ortağının ya da ortaklarının davayı takip yetkisi ortadan kalkar. Bir başka ifade ile davayı açan mirasçı ya da mirasçıların davayı takip yetkisi sona erer ve buna bağlantılı olarak da hükmü temyiz hakkı miras şirketini temsil eden mümessile geçer.

Bu açıklamalar karşısında davayı takip yetkisi sona eren davacı … ( mirasçı ) vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE,

Davalı vekilinin temyiz itirazlarına gelince;

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; muris …….. Özdeniz’in 08.02.2008 tarihinde ……..ü ile geriye mirasçı olarak oğlu …’in kaldığı, murisin maliki olduğu 430 ada 3 sayılı parseldeki 8 no’lu bağımsız b……..ü intifa hakkını uhdesinde tutarak çıplak mükiyetini 07.02.1989 tarih ve 723 yevmiye no’lu akit ile davalı derneğe kayıtsız ve şartsız olarak bağış yoluyla devrettiği, ayrıca murisin ………… sayılı ticari taksi plakasını … 24. Noterliği’nin 01.03.2004 tarih ve 8345 yevmiye no’lu ticari plaka satış sözleşmesi ile 90.000.000.000 ETL’ye ( 90.000,00 TL ) dava dışı …’a devir ettiği, davalı derneğin tereke tespiti dosyasına yazdığı 03.02.2014 tarihli cevabi yazı uyarınca; muris …….. Özdeniz’in ………… sayılı ticari plakasını satarak elde ettiği gelir ile 18.713.087.500 ETL, 93.104.312.999 ETL, 19.584.460.000 ETL değerinde cihazlar aldığını ve şubelerine bağışladığını, yine ölünceye kadar tüm masrafları …….. halinde cenaze masrafları bu miktardan karşılanmak kaydıyla 55.000 EURO’yu da şubelerine bağışladığını bildirdiği, ek olarak sunulan fatura ve makbuzlardan para bağışlarının ( cihaz almak suretiyle ) 09.03.2004, 11.03.2004, 24.03.2004, 26.03.2004 ve 09.04.2004 tarihlerinde yapıldığı anlaşılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, murisin sahip olduğu ticari plakayı 2004 yılında 3. kişiye satarak bedelini aldığı, aldığı bu bedel ile davalı kuruma para bağışında bulunduğu tespit edildiğinden, ticari plakanın tenkis hesabına dahil edilmemesi yerindedir.

Öte yandan, muris 08.02.2008 tarihinde öldüğüne ve 4721 sayılı TMK’nın 565/3. maddesi uyarınca ……..ünden önceki bir yıl içinde adet üzere verilen hediyeler dışında yapmış olduğu bağışlamalar mutlak tenkise tabi olduğuna göre; murisin 07.02.1989 tarihinde bağışladığı bağımsız …….. ile 2004 yılında yaptığı para bağışlarının mutlak tenkise tabi olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

O halde, 07.02.1989 tarihinde bağışlanan bağımsız b…….. ile 2004 yılında yapılan para bağışlarının tenkise tabi olabilmesi için davacının TMK’nın 565/4. maddesi uyarınca murisin saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla bu bağışları yaptığını kanıtlaması gerekmektedir. Murisin tüm malvarlığını devretmesi doğrudan o amaçla hareket ettiğini her durumda göstermez. Bu amacın davacı tarafından ispatlanması lazımdır.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklandığı üzere murisin saklı pay kurallarını etkisiz kılmak amacıyla hareket edip etmediğinin saptanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.

Davalı vekilinin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

ÖNALIM HAKKINA DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL İSTEMİ HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI HİÇ KİMSENİN KENDİ MUVAZAASINA DAYANAMAYACAĞI

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS:2014/292
KARAR:2015/1544

ÖNALIM HAKKINA DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL İSTEMİ HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI HİÇ KİMSENİN KENDİ MUVAZAASINA DAYANAMAYACAĞI TAPUDAKİ SATIŞ BEDELİ

TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 734
TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 732
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 18
TÜRK BORÇLAR KANUNU (6098) Madde 19

“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ordu 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.02.2013 gün ve 2011/408 E., 2013/92 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 24.06.2013 gün ve 2013/7494 E., 2013/9716 K. sayılı ilamı ile;
(“…Dava, önalım hakkı nedeniyle davalı adına kayıtlı payın iptali ve davacı adına tescili istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
Davacı vekili, davacının 1393 ada 1 parsel sayılı taşınmazda paydaş olduğunu dava dışı İsmet Güler’in 11.05.2011 tarihinde dava konusu taşınmazdaki 1/3 payını davalıya 27.000,00 TL bedelle sattığını, davacıya noterden bildirim yapılmadığını öne sürerek tapudaki satış bedeli üzerinden önalım hakkını kullanmak istediklerini belirtmiş ve dava harcını bu bedel üzerinden yatırmıştır.
Davalı vekili, davalının dava konusu taşınmazdaki payının gerçek satış değerinin 93.000,00 TL olduğunu, tapuda düşük gösterildiğini savunmuştur.
Önalım hakkı, paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü şahsa satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisini veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile de kullanılabilir hale gelir.
Önalım hakkının kullanılması ile bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım hakkını kullanan paydaş bu payı satın almak isterken tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masraflar toplamından oluşan önalım bedelini depo etmesi gerekir.
Mahkemece, davalının bedelde muvazaa savunması kabul edilerek, davalının satın aldığını belirttiği değer üzerinden davacıya önalım hakkı tanınmıştır. Davalı, resmi memur önünde yapılan satış akdinin tarafı olduğundan davacıya karşı bedelde muvazaa iddiasında bulunamaz ve davalının bu savunması dinlenmez. Bu durumda mahkemece, payın tapudaki satış bedeli olan 27.000,00 TL ile tapu harç ve masraflardan oluşan önalım bedelini depo etmek üzere davacıya uygun bir önel verilerek oluşacak sonuca göre işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken bu husus gözetilmeksizin yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmediği…)
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, önalım hakkı nedeniyle tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının, Ordu Merkez Karapınar Mahallesi 1393 ada 1 parsel sayılı taşınmazda 1/3 oranında pay sahibi olduğunu, davalının önceki paydaş İsmet Güler’den 1/3 payı 27.000,00TL bedelle 11/05/2011 tarihinde satın aldığını, davacıya noter kanalı ile bildirimde bulunulmadığını, Türk Medeni Kanunu’nun 734.maddesi gereğince süresi içerisinde yasal önalım hakkını kullanmak istediğini, davalıya satılan payın satış bedeli ve tapu masraflarını davacının yatırmaya hazır olduğunu belirterek, dava konusu 1393 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki davalı adına kayıtlı 1/3 payın iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davalının dava konusu payı 93.000,00TL bedelle satın aldığını, davalının bütün işlemlerin 93.000,00TL üzerinden yapıldığı inancında olduğunu, iradesinin sakatlandığını, davalının rayiç bedel belgesi üzerinde yazan 27.000,00TL’nin tapuda satış bedeli olduğunu satıştan sonra belediyede emlak değerini beyan edeceği sırada öğrendiğini belirterek taşınmazın gerçek satış bedelinin toplanacak delil ve belgelere göre tespitini, davacının yargılama sırasında dava konusu taşınmazın gerçek değeri olan 93.000,00TL üzerinden önalım hakkını kullanmak istemesi halinde davayı kabul ettiklerini, davacının önalım hakkını tapuda gösterilen 27.000,00TL üzerinden kullanmak istemesi durumunda davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davacının dava konusu taşınmazdaki 1/3 hissesini taşınmazın önceki maliki Mustafa Güler’den 14/01/2008 tarih 511 yevmiye numaralı satış işlemi ile 90.000,00 TL bedelle satın aldığını, yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre davaya konu temlik işlem tarihi olan 11/05/2011 tarihi itibarıyla dava konusu taşınmazın 1/3 hissesinin rayiç değerinin 116.607,00 TL, tespit tarihi itibarıyla ise, 126.489,00 TL olduğunu, davacının, davaya konu edilen satış işleminden yaklaşık üç sene önce 90.000,00 TL bedelle edindiği aynı miktar taşınmaz hissesini, şufa hakkının tanıdığı yasal düzenleme ve kurallardan istifade ile taşınmazın satış tarihindeki gerçek değerinin çok altında kalan resmi senette yazılı bedel üzerinden şufa hakkını kullanmayı talep ve dava etmesinin hakkın açıkça kötüye kullanılması mahiyetinde olduğunu, davacı tarafın duruşmada 93.000,00TL üzerinden şufa hakkını kullanmayacağını, bildirdiğinden davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine; Özel Dairece yukarda başlık bölümünde metni aynen yazılı olan karar ile bozulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme karar verilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazda 1/3 payı 14.01.2008 tarihinde tapuda 90.000,00TL satış bedeli göstererek satın alan davacının, aynı taşınmazda 1/3 payı 11.05.2011 tarihinde 27.000,00TL satış bedeli göstererek davalının satın alması durumunda davacının tapuda gösterilen 27.000,00TL satış bedeli üzerinden şufa hakkı kullanmak istemesinin hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, davalının bedelde muvazaa iddiasının dinlenip dinlenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Devir Hakkının Kısıtlamaları” üst başlığı altında “yasal önalım hakkı” kenar başlıklı 732. maddesi; “Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler.” hükmünü içermektedir.
Aynı kanunun 734. maddesi;“Önalım hakkı, alıcıya karşı dava açılarak kullanılır. Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hakim tarafından belirlenen süre içinde hakimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür.” hükmünü taşımaktadır.
Bu noktada öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır. İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiştir.Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.(Benzer hükme de 6098 sayılı TBK’nın 19. maddesinde yer verilmiştir.)
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. Tapu harcını az ödemek için gerçek bedelin görünüşteki(resmi) sözleşmede az gösterilmesi şeklinde geçekleştirilen muvazaa ise nispi muvazaanın bir türü olan sözleşme koşullarında muvazaadır.Burada gerçek satış bedeli gizlenmekte görünüşteki sözleşmede bedel gerçek bedelden az gösterilmektedir.Yani görünüşteki sözleşmenin sadece bedeli değiştirilmektedir.Muvazaa sözleşmenin tamamında değil bir bölümündedir.Bedelde muvazaa olarak gerçekleşen bu durumda sözleşme geçerli kabul edilmiştir.Taraflar tapuda yapılan tescil işlemi ile sözleşmeyi ifa ettiklerine ve bu sözleşmenin koşullarını yerine getirip ana unsurlarını gerçekleştirdiklerine göre bedelde muvazaa iddiasını ileri sürerek sözleşmenin iptalini istemeleri “hakkın kötüye kullanılması” olarak değerlendirilmektedir(Eraslan Özkaya, İnançlı işlem ve Muvazaa Davaları, Ankara, Mayıs 2015,sayfa187).
Diğer taraftan şufa hakkını kullanan paydaşa karşı satış bedelinde muvazaa bulunduğu, gerçekte bedelin daha fazla olduğu, sözleşmenin taraflarından biri (alıcı) tarafından ileri sürülmesi de hakkın kötüye kullanılması teşkil eder(Eraslan Özkaya, İnançlı işlem ve Muvazaa Davaları, Ankara, Mayıs 2015, sayfa197).
Somut olaya gelince; davacı, dava konusu 1393 ada 1 parsel sayılı taşınmazda paydaş olduğunu, dava dışı İ… 11.05.2011 tarihinde dava konusu taşınmazdaki 1/3 payını davalıya 27.000,00 TL bedelle sattığını, tapudaki satış bedeli üzerinden önalım hakkını kullanmak istediğini belirterek davalı adına kayıtlı 1/3 payın iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalı ise dava konusu payı gerçekte 93.000,00TL bedelle satın aldığını ancak tapuda satış bedelinin 27.000,00TL olarak gösterildiğini sonradan öğrendiğini, şufa hakkının ancak gerçek bedel üzerinden kullanılabileceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Davalı, dava konusu taşınmazdaki 1/3 payın satışına ilişkin 11.05.2011 tarih 7471 yevmiye numaralı satış akdinin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından davalının bedelde muvazaa iddiasında bulunması açıkça hakkın kötüye kullanmasıdır.
Bu itibarla, mahkemece dava konusu payın tapudaki satış bedeli olan 27.000,00 TL ile tapu harç ve masraflardan oluşan önalım bedelini depo etmek üzere davacıya uygun bir önel verilerek oluşacak sonuca göre işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken bu husus gözetilmeksizin yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 10.06.2015 gününde oybirliği ile karar verildi

İŞVEREN TARAFINDAN BANKAYA İBRAZ EDİLMEK ÜZERE DÜZENLENEN BELGEDE İŞVEREN KENDİ MUVAZAASINA DAYANAMAYACAĞI

T.C

YARGITAY

22.Hukuk Dairesi

2016/1094 E.

2018/25381 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ      :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

DAVA TÜRÜ      : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin işverence haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile ödenmediğini iddia ettiği bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacıya 6.618,28 TL kıdem tazminatı, 1.147,70 TL ihbar tazminatı ile her türlü alacağının ödendiğini, davalı şirketin ibra edildiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, yapılan yargılamaya ve toplanan delillere dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:

1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Taraflar arasında davacının aylık ücretinin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32. maddesinin ilk fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.

Ücret kural olarak dönemsel (periyodik) bir ödemedir. Kanunun kabul ettiği sınırlar içinde tarafların sözleşme ile tespit ettiği belirli ve sabit aralıklı zaman dilimlerine, dönemlere uyularak ödenmelidir. Yukarıda değinilen Yasa maddesinde bu süre en çok bir ay olarak belirtilmiştir.

İş sözleşmesinin tarafları, asgarî ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler. İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemiş olması, taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda dahi ücret, Borçlar Kanunu’nun 323. maddesinin ikinci fıkrasına göre tespit olunmalıdır. İş sözleşmesinde ücretin kararlaştırılmadığı hallerde ücretin miktarı, işçinin kişisel özellikleri, işyerindeki ya da meslekteki kıdemi, meslek unvanı, yapılan işin niteliği, iş sözleşmesinin türü, işyerinin özellikleri, emsal işçilere o işyerinde ya da başka işyerlerinde ödenen ücretler, örf ve adetler göz önünde tutularak belirlenir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 401. maddesinde de, işverenin işçiye sözleşmede veya toplu iş sözleşmesinde belirlenen; sözleşmede hüküm bulunmayan hallerde ise asgari ücretten az olmamak kaydıyla emsal ücreti ödemekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir.

4857 sayılı Yasanın 8. maddesinde, işçi ile işveren arasında yazılı iş sözleşmesi yapılmayan hallerde en geç iki ay içinde işçiye çalışma koşullarını, temel ücret ve varsa eklerini, ücret ödeme zamanını belirten bir belgenin verilmesi zorunlu tutulmuştur. Aynı yasanın 37. maddesinde, işçi ücretlerinin işyerinde ödenmesi ya da banka hesabına yatırılması hallerinde, ücret hesap pusulası türünde bir belgenin işçiye verilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. Usulünce düzenlenmiş olan bu tür belgeler, işçinin ücreti noktasında işverenden sadır olan yazılı delil niteliğindedir. Kişi kendi muvazaasına dayanamayacağından, belgenin muvazaalı biçimde işçinin isteği üzerine verildiği iddiası işverence ileri sürülemez. Ancak böyle bir husus ileri sürülsün ya da sürülmesin, muvazaa olgusu mahkemece re’sen araştırılmalıdır. (Yargıtay 9.HD. 23.9.2008 gün 2007/27217 esas, 2008/24515 karar).

Somut uyuşmazlıkta davacı işçi, işyerinde fabrika üretim müdürü olarak çalıştığını ve son ücretinin aylık net 4.250,00 TL olduğunu, bunun asgari ücret haricindeki kısmının elden ödendiğini ileri sürerken; davalı yan, davacının asgari ücret karşılığı çalıştığını savunmuştur. Dosya kapsamındaki bilirkişi raporunda ücret bordrolarında yer alan ücret tahakkukları esas alınarak davacının asgari ücretle çalıştığı kabul edilmiştir. Mahkemece emsal ücret araştırması yapılmamış, davacının ücreti ile ilgili olarak taraf tanıkları bu hususta bilgilerinin bulunmadığını belirtmekle birlikte davalı tanığı davacının aldığı ücret miktarının aylık net 4.250,00 TL olduğunu davacıdan duyduğunu beyan etmiştir. Diğer taraftan, davacının isteği üzerine davalı işverenlik tarafından bankaya ibraz edilmek üzere düzenlenen belgede, davacının aylık net 4.250,00 TL ücretle çalıştığının belirtildiği görülmektedir. Davacının yaptığı işin niteliği, işyerindeki pozisyonu, davalı tanık anlatımı ve anılan banka yazısı birlikte değerlendirildiğinde, davacı aylık ücret miktarına yönelik iddiasının dosya kapsamı itibariyle doğrulandığı anlaşılmaktadır.

3- Davalı tarafından dosyaya sunulan ibranamelere değer verilip verilemeyeceği konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, 132. maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir.

İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ise 6098 sayılı Kanun’un 420. maddesinde öngörülmüştür. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.

6098 sayılı Kanun’da, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur. Söz konusu düzenleme, sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.

6098 sayılı Kanun’un 420. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri tazminat ve alacaklar dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün haklar yönünden uygulanır.

6098 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için kanuni şartların varlığı aranmalıdır. Ancak 6098 sayılı Kanun’un yürürlükte olmadığı dönemde imzalanan ibranamenin geçerliliği sorunu, daha önce Yargıtay’ca kabul edilen ilkeler çerçevesinde değerlendirilmelidir. İbranamenin feshi izleyen bir aylık süre içinde düzenlenmesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılmamış oluşu 01.07.2012 tarihinden önce düzenlenen ibra sözleşmeleri için geçersizlik sonucu doğurmaz.

İşçi ve işveren arasında işverenin borçlarının sona erdirilmesine yönelik olarak ibra sözleşmeleri yönünden geçersizlik sorunu aşağıdaki ilkeler dahilinde değerlendirilmelidir:

a) İş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkündür.

b) İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez.

c) İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez.

Öte yandan mülga 818 sayılı Kanun’un 21. maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma(gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. İbranamedeki irade fesadı hallerinin, Kanun’un 31. maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez.

d) İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu sebeple, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir.

e) Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir. Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz.

f) Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır. Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede, irade fesadı haller ileri sürülüp ispatlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır.

g) Yine, işçinin ibranamede kanuni haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir. İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir. Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir. İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir.

Somut olayda; dosya kapsamında yer alan 02/03/2010 tarihli ibranamelerin mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlükte iken düzenlendiği görülmektedir. İbraname içerik yönünden değerlendirilmeden önce iş sözleşmesi devam ederken alınan bir ibraname olup olmadığının ortaya konulması gereklidir. Dosya kapsamındaki ibranameler, davacının hizmet süresi olan 05/01/2001- 06/03/2010 tarihleri arasındaki çalışması sona ermeden düzenlenmiş olup iş sözleşmesi devam ederken alındığı anlaşılmakla geçersizdir. Ancak bu ibranamelerden biri kıdem ve ihbar tazminatları yönünden miktar ihtiva etmekte olup bu ibranamenin makbuz hükmünde olduğunun kabulü gerekir. Bu itibarla mahkemenin yıllık izin ücreti, fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret alacakları yönünden ibraname ile borcun sona erdirildiğine dair gerekçesi hatalıdır. Davacının yukarıda belirtilen aylık ücret miktarı nazara alınarak bakiye kıdem ve ihbar tazminatlarının ve yıllık izin ücretinin hesaplanarak hüküm altına alınması gerekir.

4- Kabule göre ise; taraflar arasında davacının hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil çalışmaları ile fazla çalışmasının bulunup bulunmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmakta olup yukarıdaki açıklamalar ışığında mahkemece dosyaya delil olarak sunulan ibranameye değer verilerek fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret taleplerinin reddine karar verilmesi hatalı ise de, dosya içeriğine göre, bu konudaki davacı iddiasının ispatı konusunda çalışma düzenini gösteren herhangi bir işyeri kaydının sunulmamış olması ve davacının üst düzey yönetici olup mahkemece dinlenen taraf tanıklarınca fazla çalışma ile hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil çalışma iddialarının ispatlanamamış olması karşısında bu isteklerin reddi yönündeki hükmün sonucu itibariyle yerinde olduğu görülmektedir.

Sonuç:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 26.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KESİN HÜKÜM İTİRAZI-MUVAZAA-PAY ORANINDA İPTAL VE TESCİL

T.C

YARGITAY

1.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/2082

KARAR: 2018/15332

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ-TESCİL-TENKİS

Davacılar, ortak mirasbırakanları …’e kendi murisi … ’den intikalen gelen 283 ada 28 parsel sayılı taşınmazdaki 1 no’lu bağımsız bölümün 1/3 payını 14.03.2011 tarihinde kardeşinin eşi davalı …’e satış göstererek temlik ettiğini, yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, devre konu payın iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini, mümkün olmazsa tenkisini istemişlerdir.
Davalı, kesin hüküm bulunduğunu, öncelikle bu nedenle dava şartı yokluğundan davanın reddedilmesi gerektiğini, aksi halde iddiaları kabul etmediğini, davanın esastan reddedilmesi gerektiğini beyan etmiştir.
Mahkemece, davacıların murisi …’in daha önce açtığı … 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.03.2012 tarih ve 2012/52 E 2012/83 K ile … 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2013 tarih ve 2012/489 E 2013/81 K sayılı davaların eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve miras payları oranında tescil, mümkün olmazsa tenkis isteğine ilişkin olup, bu tür davalarda dava hakkı murisin ölümü ile mirasçılarına geçer. Her bir mirasçının payı oranında iptal ve tescil isteme hakkı bulunmaktadır.
Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK’nın 303. maddesinde; ‘’ Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. ‘’ düzenlemesine yer verilmiştir.

Her ne kadar mahkemece, … 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.03.2012 tarih ve 2012/52 E 2012/83 K ile … 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2013 tarih ve 2012/489 E 2013/81 K sayılı davaların eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle de davanın reddine karar verilmiş ise de; eldeki dava ile anılan davalarda, taraflar ve dava konusu aynı olmasına rağmen dayanılan hukuksal neden farklı olduğundan, önceki davaların eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı kuşkusuzdur.

Öte yandan, dosya içeriği ve toplanan delillerden; 6100 sayılı HMK’nın 190. ve 4721 sayılı TMK’nın 6. maddeleri uyarınca herkesin iddiasını ispatla mükellef olduğu gözetildiğinde davacıların muvazaa iddialarını kanıtlayamadığı, tenkis koşullarının da oluşmadığı, mahkemece kesin hüküm yanında iddiaların kanıtlanamadığı hususunun da gerekçe yapıldığı anlaşıldığından iddiaların kanıtlanamadığından bahisle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerinde görülmediğinden reddi ile, hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 6.70-TL. bakiye harcının temyiz eden davacılardan alınmasına, 06.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

Exit mobile version