KUSUR TESPİTİ BAKIMINDAN OLAYIN ZİNCİRLEME KAZA MI YOKSA FARKLI ZAMANLARDA GERÇEKLEŞEN İKİ AYRI KAZA OLUP OLMADIĞININ TESPİTİ GEREKİR

T.C.
Yargıtay
17. Hukuk Dairesi

Esas No:2015/11241
Karar No:2015/14155
K. Tarihi:15.12.2015

MAHKEMESİ : …Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-
Davacı vekili; davalı …’e ait aracın tam kusurlu olarak sebebiyet verdiği trafik kazası sonucunda, davacıya ait araçta hasar oluştuğunu ve hasarın tespit ettirildiğini ileri sürerek, 6.000 TL değer kaybına ilişkin tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 01.06.2010 tarihinde harcını tamamlayarak talebini 7.912,50 TL’ye yükseltmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan delillere göre, davanın kısmen kabulü ile … aleyhine açılan davanın feragat nedeni ile reddine, 6.000 TL tazminatın davalı ….’ten tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı….. ve davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hükmüne uyulan, Dairemizin 18.11.2013 tarihli, 2013/16021 Esas, 2013/15971 Karar sayılı bozma ilamında; “… davalı Taner’in %75 oranında kusurlu olduğunu belirten bilirkişi raporuna göre hüküm kurulmuş ise de, trafik kazası tespit tutanağında davalı araç sürücüsünün asli kusurlu olduğunun, ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi raporunda ise davalılardan …ve dava dışı sürücü ….’in meydana gelen kazada bir kusurunun bulunmadığının belirtildiği, bu durumda, kusur oranları yönünden dosyada mevcut belgeler ve bilirkişi raporları arasında çelişki meydana geldiği, mahkemece dosyanın İstanbul Teknik Üniversitesi ya da Karayolları Fen Heyeti gibi kuruluşlardan oluşturulacak yeni bir uzman bilirkişi kuruluna tevdi edilerek, kaza tespit tutanağı, yol durumu, tanık ifadeleri, resimler, araçların çarpışma noktaları, mevcut bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamı birlikte irdelenmek suretiyle, raporlar arasında kusur oranları yönünden meydana gelmiş olan çelişkilerin giderilerek, sürücülerin kusur oranlarının yeniden tespiti için rapor alınması ve dosyadaki tüm deliller birlikte değerlendirilip kazanılmış haklar da dikkate alınarak varılacak sonuca göre karar verilmesi” gereğine değinilmek suretiyle, davacı ve davalı Taner lehine bozma yapılmıştır.
Mahkemece; bozma ilamına uyulmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda; birinci kazada davalı Taner’in %100 kusurlu, davacının aracını kullanan Şevki Akyol’un kusursuz olduğu; ikinci kazada ise davalı Taner’in kusursuz, davacının sürücüsü Şevki’nin %100 kusurlu olduğu tespitine dayalı 03.09.2014 tarihli bilirkişi raporu benimsenerek; davacının aracında hasarın meydana gelmesine neden olan ikinci kazada davalı Taner’in kusurunun bulunmadığı, davacının, kazada kusurlu olan ve aracını kullanan davalı Şevki’ye yönelik davasından bozma öncesi feragat ettiği, aracında meydana gelen zararı davalı Taner’den isteme hakkının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.
Somut olayda uyuşmazlık, iki ayrı kazanın mı yoksa zincirleme kazanın mı olduğu noktasında toplanmaktadır. Tarafların kusur durumlarının tespiti için öncelikle bu hususun aydınlatılması gerekmektedir. Kaza tutanağındaki anlatımdan, olayda zincirleme bir kazanın söz konusu olduğu kanaatine varıldığı, kesinleşen ceza yargılamasında esas alınan Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin raporunda da kazanın zincirleme kaza olduğu tespitine göre kusur belirlemesinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bozma sonrası alınan 03.09.2014 tarihli İstanbul Teknik Üniversitesi heyet raporunda ise, iki ayrı kazanın varlığı kabul edilmek suretiyle kusur oranları belirlenmiştir. Bu durumda, mahkemece, olayda zincirleme bir kazanın mı, yoksa iki ayrı kazanın mı söz konusu olduğu tespitine yönelik Karayolları Fen Heyetinden rapor alınarak, zincirleme kazanın varlığının kabul edilmesi halinde usuli kazanılmış haklar doğrultusunda davalı Taner %75 kusurlu kabul edilmek suretiyle, iki ayrı
kazanın olduğunun kabul edilmesi durumunda ise, davalı Taner’in kusursuz olduğu tespitine göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile, hükmün BOZULMASINA, 15/12/2015 gününde oy birliğiyle karar verildi.

KREDİ KARTI ALACAĞINDAN DOLAYI EMEKLİ MAAŞININ KESİLMESİ- KESİNTİYE ZIMNEN RIZA – ŞİKAYET TARİHİ İTİBARİYLE HACZİN KALDIRILACAĞI

T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2017/2050
KARAR NO. 2017/3383
KARAR TARİHİ. 29.5.2017

Davacı … vekili tarafından, davalı … aleyhine 26/12/2013 gününde verilen dilekçeyle alacak istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 07/11/2014 tarihli kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR

Dava, emekli maaşından yapılan haksız kesintilerin iadesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, borcu sebebiyle davalı tarafından aleyhine başlatılan icra takibinde emekli maaşına haciz konularak kesinti yapıldığını, İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı davada haczin kaldırılmasına karar verildiğini belirterek, emekli maaşından İcra Hukuk Mahkemesince karar verilene kadar haksız olarak kesilen miktarın iadesi isteminde bulunmuştur.

Davalı, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, 5510 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra davacı hakkında yapılan icra takibi ile davacının maaş hesabından yapılan kesintilerin davacının muvafakati olmaksızın yapıldığı, bu sebeple İcra Hukuk Mahkemesince haczin kaldırılmasına karar verildiği, anılan Kanunun 93. maddesine göre yapılan kesintinin 88. madde de sayılan alacaklardan olmaması ve sonradan davacının hacze muvafakat etmemiş bulunması gerekçesiyle, istemin kabulüne karar verilmiştir.
Dosya incelendiğinde, davalı tarafından davacı aleyhine başlatılan icra takibi kapsamında İcra Müdürlüğü’nün 21/07/2008 tarihli yazısı ile davacının maaşının 1/4’ünün haczi ile kesinti yapılmasının istenildiği, 23/10/2012 tarihinden itibaren kesinti yapılmaya başlandığı, uzun bir süre kesinti yapıldıktan sonra davacı tarafından İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde 10/09/2013 tarihinde şikayette bulunulduğu, 1. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 25/09/2013 gün ve 2013/585 esas, 2013/581 karar sayılı kararı ile davacının şikayeti haklı görülerek emekli maaşına uygulanan haczin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda, kredi kartı alacağının takip konusu yapıldığı, emekli maaşına konulan haciz ve ilk kesinti tarihinin üzerinden uzunca bir süre geçmesine rağmen davacı, maaşından kesinti yapılmasına açıkça karşı koymayarak zımnen rıza göstermiştir. Ancak, 10/09/2013 tarihinde İcra Hukuk Mahkemesi’ne şikayette bulunarak emekli maaşına konulan haciz ve kesinti işlemine karşı açıkça rıza göstermeme iradesini ortaya koymuştur. Bu hal ve şartlar altında davacının geçmişe dönük yapılan kesintilerin iadesini istemesi Medeni Kanunun 2. maddesindeki dürüstlük kuralına aykırılık teşkil eder. Davacının zımnen rıza gösterdiği dönemi de kapsayacak şekilde yapılan kesintilerin iadesine karar verilemez. Şu halde, sadece şikayet tarihinden sonra yapılan kesintiler var ise talep edilebilir.

Dosya kapsamından İcra Müdürlüğü tarafından İcra Hukuk Mahkemesi tarafından verilen karar gereği borçlunun emekli maaşı üzerindeki haczin kaldırılmasına dair SGK’ya 24/10/2013 tarihinde yazı yazılmış ise de, şikayet tarihinden sonra da dosyaya SGK tarafından kesintilerin gönderilmeye devam edildiği, ancak İcra Müdürlüğü’nce gönderilen bu paralardan 684,36 TL nin SGK’ya “borçlunun maaşından gelen fazla kesinti olup iade” açıklamasıyla 04/12/2013 tarihinde iade edildiği ve 01/07/2014 tarihinde SGK İl Müdürlüğüne yazılan yazıyla, borçlunun emekli maaşı üzerindeki haczin İcra Hukuk Mahkemesi kararı ile kaldırıldığı ve borçlunun maaşından kesilerek dosyaya gönderilen 684,36 TL’nin de sırada başka haciz yok ise borçluya iade edilmek üzere 04/12/2013 tarihinde Müdürlük hesabına yatırıldığının bildirildiği, kalan 1.406,02 TL’nin ise borçlu vekilinin talebi üzerine borçlu vekilinin hesabına 16/06/2014 tarihinde ödendiği, böylece şikayet tarihinden sonra yapılan tüm kesintilerin de bu şekilde iadesinin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

Şu halde, davanın tümden reddi yerine, yanılgılı değerlendirme ile davacının zımnen rıza gösterdiği dönemde yapılan 2.184,88 TL miktarındaki kesintiyi kapsar şekilde iadeye karar verilerek istemin kabul edilmiş olması doğru olmamış, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen sebeplerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 29.05.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

CEBİR TEHDİT VEYA HİLE KULLANARAK KİŞİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA VE TEHDİT NEDENİYLE BERAAT- HAKSIZ ŞİKAYET- MADDİ MANEVİ TAZMİNAT

T.C.
NEVŞEHİR
1.ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ                                        TÜRK MİLLETİ ADINA
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2012/307
KARAR NO : 2014/283

HAKİM : ÖZGÜR TÜRKSEVER 95120
KATİP : SELVİ ALTUNBAŞ 99535

DAVACI : Ö. E.
DAVALI : Ş. K.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ

DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 07/09/2012
KARAR TARİHİ : 27/05/2014

Davacının dilekçesi üzerine yapılan yargılama sonucunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :
Dava :
Davacı 07/09/2012 havale tarihli dava dilekçesinde özetle; davalı ile bir müddet duygusal birlikteliğinin olduğunu, davalının hakkında şikayetçi olduğunu ve Konya 11. Asliye Ceza Mahkemesinde yargılandığını, beraat ettiğini, kendisinin Göreme Kasabasında saygın bir kişi olduğunu, davalının hakkında asılsız ve mesnetsiz isnatlar nedeni ile yıprandığını ve stres yaşadığını, onur ve haysiyetinin zedelendiğini, ticari itibarinin zedelenmesi nedeni ile işletmiş olduğu otelin ismini değiştirmek zorunda kaldığını, fazlaya ilişkin dava ve talep hakları saklı kalmak kaydı ile 1.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminatın yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Cevap :
Davalıya, duruşma gün ve saatini bildirir, dava dilekçesi ekli davetiye usulüne uygun tebliğ edilmiş, davalı kendisini vekil ile temsil ettirmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının BK’nın 60/1 maddesinde öngörülen 1 yıllık zaman aşımı süresi içinde davasını açmadığını, davacının müvekkilinin şikayeti nedeni ile Konya 11. Asliye Ceza Mahkemesinde hürriyetten yoksun kılma ve tehdit suçundan yargılandığını ve beraat etmesi nedeni ile maddi ve manevi tazminat talebinde bulunduğunu, şikayet hakkının kötü niyetli kullanılmasının söz konusu olmadığını, davacı hakkında C. Başsavcılığına kuvvetli suç şüphesi bulunması nedeni ile dava açıldığını, davacının delil yetersizliğinden beraat etmesinin şikayet haksız olduğu anlamına gelmediğini, maddi tazminat taleplerini belgelendirmediğini, tazminat taleplerini haklı göstermek için işletmecisi olduğu iş yerinin adını değiştirmek zorunda kaldığını beyan ettiğini, davacının eşinden ayrıldığını, aleyhine boşanma davacı ve icra takipleri olduğunu, bu nedenle de mal kaçırma gibi tasarruflarda bulunmasının kuvvetle muhtemel olduğunu, haksız ve mesnetsiz davanın reddine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Deliller :
Konya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/454 esas sayılı dosyası, Nevşehir Sulh Ceza Mahkemesinin 2009/261 esas sayılı dosyası, Nevşehir Aile Mahkemesinin 2009/25 esas sayılı dosyası, Nevşehir 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/367 esas sayılı dosyası, Nevşehir İcra Ceza Mahkemesinin 2012/367 esas sayılı dosyası, Nevşehir 1. İcra Müdürlüğünün 2011/1237 esas sayılı dosyası, Nevşehir 2. İcra Müdürlüğünün 2012/2407 esas sayılı dosyası, tanık beyanları, bilirkişi raporu.

Gerekçe :
Dava, maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir.

Konya 11. Asliye Ceza Mahkemesinin 2011/454 esas, 2012/498 karar sayılı dosyasının incelenmesinde; müştekinin Ş. K., şüphelinin Ö.E , suçun cebir tehdit veya hile kullanarak kişi hürriyetinden yoksun kılma ve tehdit suçu olduğu, 03/05/2012 tarihli duruşmada kuşkudan sanık yararlanır ilkesi gereğince kesin, hukuki ve inandırıcı delil elde edilmediği gerekçesi ile beraat kararı verildiği, kararın müşteki vekilince temyiz edildiği anlaşılmıştır.

Nevşehir Sulh Ceza Mahkemesinin 2009/261 esas, 2009/647 karar sayılı dosyasının incelenmesinde; mağdurenin Ş.E, sağın Ö.E’nin, suçun eşe karşı etkili eylem olduğu, CMK 231/8 maddesi gereğince 5 yıl süre ile denetimli serbestlik tedbirine tabi tutulmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

Nevşehir Aile Mahkemesinin 2009/25 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; Ö. E aleyhine 4320 sayılı yasaya göre koruma kararı verildiği anlaşılmıştır.

Nevşehir 1. Ceza Mahkemesinin 2012/367 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; müştekinin Nevşehir İl Sağlık Müdürlüğü, katılanın Ebru B’nin, sanığın Ş. K, suçun iftira suçu olduğu, beraat kararı verildiği anlaşılmıştır.

Nevşehir İcra Ceza Mahkemesinin 2012/1612 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; müştekinin H. K., borçlunun Ö.E olduğu, borçlunun ödeme şartını ihlal suçundan dava açıldığı anlaşılmıştır.

Davacı tanığı Rabia  21/03/2013 tarihli celsede; “Davacıyı tanırım, şuanda yanında işçi olarak çalışmaktayım, bu davadan dolayı iş yerinin ismini değiştirmek zorunda kaldı, ayrıca işçi bulamıyoruz, ben Ömer Beyle 3 yıldır tanışıklığım vardır, 2012 yılının 9. ayında işe girdim,yanında işe girmemin sebebi 3 yıldır tanıdığım için insanlığı ve kişiliği hakkında güveniyorum” diyerek beyanda bulunmuştur.

Davacı tanığı Ebru 21/03/2013 tarihli celsede; “Davacı ve davalıyı tanıyorum, kendisinin davacı hakkında oraya gelip gidenlere satıyor şeklinde beyanları olmuş, ben de Kozaklı da çalıştığım dönemde çünkü aynı iş yerine girip çıktığım için bu lafları sen mi söyledin diye sordum, o da bana ben söyledim, kendisi bana benimle ilgili bişey söylemediğini, olayları başhekim yardımcısına ilettiğini, onların ilgileneceğini söyledi, ben Kozaklıda 2012 yılının Ocak ayından itibaren Temmuz ayına kadar çalıştım, ancak bu konuşmaları davalı 2012 yılının içinde söyledi ancak tarihini tam olarak hatırlamıyorum, biz davalıyla söylediği sözlerden dolayı aramızda dava konusu oldu ” diyerek beyanda bulunmuştur.

Davacı tanığı Mustafa R. Ç 21/03/2013 tarihli celsede; “Davacıyı tanırım, ben devlet dairesinde devlet memuru olarak görev yapmaktayım, Ş.K beni telefonla arayarak Ömer Eren’in kendisini kaçırdığını, zorla kadın ticareti yaptığını söyledi, daha öncede hemşire kaçırdığını ve sabıkasının olduğunu söyledi, ben 4 yıl boyunca Tokat ta polis memuru olarak görev yaptım, buraya sağlık memuru olarak 1 yıl önce atandım” diyerek beyanda bulunmuştur.

Davalı tanığı Aynur 04/02/2014 tarihli celsede; “Ben davacı ile ayrılalı 2,5 yıl olmuştur. Ömer Eren ile boşandık olayla ilgili bir bilgim yoktur tanıklık yapmak istemiyorum.” diyerek beyanda bulunmuştur.

Dosya bilirkişiye tevdii edilmiş, bilirkişi Av. Şükrü Çalışkan 31/03/2014 tarihli bilirkişi raporunda özetle; davacının maddi tazminat alacağı bulunmadığı kanaatine ulaştığını beyan etmiştir.
Yapılan yargılama sonucunda, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; davacı tarafından maddi zarar miktarının ispatlanmadığı gibi şikayet hakkının kullanımı için yeterli şüphe bulunduğu anlaşılmakla, davacının davasının reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
Davacının davasının REDDİNE
1-Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Harçlar Tarifesince belirlen 25,20 TL maktu karar ve ilam harcının peşin harçtan mahsubu ile kalan 123,30 TL harcın, karar kesinleşince ve istek halinde davacıya iadesine,
2- Maddi tazminat yönünden; davacı, davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T gereğince belirlenen 1.500,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
3- Manevi tazminat yönünden; davacı, davada kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan A.A.Ü.T gereğince belirlenen 1.500,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
4- Davalının yapmış olduğu; 15,00 TL tebligat ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5- Davacının yaptığı masrafların üzerinde bırakılmasına,
6- Davacı ve davalı tarafından yatırılan gider avansından arta kalan kısmın, karar kesinleşince ve istek halinde talep eden tarafa iadesine,
Dair, davacı vekili yüzüne karşı, davalı vekilinin yokluğunda, yasa yolu açık olmak üzere karar verildi. Yasa yolunun temyiz merciinin Yargıtay, süresinin kararın tebliğinden itibaren 15 gün olduğu hazır olan taraflara bildirildi. Açıkca kundu usulen anlatıldı.27/05/2014

Katip 99535

Hakim 95120

İPOTEK ÜCRETİ- DASK ÜCRETİ- EKSPERTİZ ÜCRETİ- HAYAT SİGORTASI- ÖDEME PLANI DEĞİŞİKLİĞİ ÜCRETLERİ HAKSIZ ŞART NİTELİĞİNDEDİR

T.C.
GAZİANTEP
1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
(TÜKETİCİ MAHKEMESİ SIFATIYLA)                                                                                                 GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2014/712
KARAR NO : 2014/1181

HAKİM :  37501
KATİP :  63134

DAVACI : H.Ö. .
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : A…..ANK T.A.Ş .
DAVA : Tüketicinin Açtığı Tüketici Kredisinden Kaynaklanan
DAVA TARİHİ : 23/05/2014
KARAR TARİHİ : 18/12/2014
YAZIM TARİHİ : 29/12/2014
Mahkememizde görülmekte bulunan Tüketicinin Açtığı Tüketici Kredisinden Kaynaklanan davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili dava dilekçesinde: Davalı bankanın Gaziantep Değirmiçem Şubesinde müvekkilinin 73.000 TL. Lik konut kredisi kullandığını, kullanılan kredi nedeniyle, davalının, haksız ve hukuka aykırı olarak kredi başlangıcı aşamasında 775,99 TL. Hayat ücreti, 170,00 TL. Konut ücreti, 200,00 TL. İpotek ücreti, 100,00 TL. Dask ücreti, 580,00 TL. Ekspertiz ücreti ve 1.250,00 TL. Ödeme plan değişikliği ücreti olmak üzere toplam: 3.075,99 TL. fahiş sayılacak miktarda haksız kesintiler yaptığını belirterek, taraflarınca belirtilmeyen alacak kalemlerinin de ayrıca hesaplanarak tüketiciye iadesinin sağlanması bakımından şimdilik 1.500,00 TL. nin , fazlaya dair haklarının saklı kalmak kaydıyla, bankadan tahsil tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı banka vekili verdiği 14.07.2014 havale tarihli dilekçe ile; davaya karşı cevaplarını bildirmiştir.
Davacı vekili 23.09.2014 tarihli celsedeki imzalı beyanında. Davalı tarafla sulh olma durumlarının olmadığını belirtmiştir.
Davalı bankanın Gebze Şubesi’nin 04.07.2014 tarih, 36379 sayılı cevabı ekinde, dava konusu ile ilgili kayıt ve belgelerin gönderildiği görülmüştür.
Dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır.
Mahkemece re’sen seçilen bu işlerden anlar hukukçu bilirkişi tarafından düzenlenen 26.09.2014 tarihli raporunda: … Davalı bankadan kullanılan krediye ilişkin masraf dekontlarında ve hesap ekstrelerinde bu ödemelerin neye istinaden yaptığını belirilmediği gibi alınan kesintilerin haklı ve zorunlu olduğunu gösterir dosyada bilgi ve belge ile delil de bulunmadığı, 06.03.2012 tarihinde davalı bankanın Değirmiçem şubesinden 73.000 TL. Konut kredisi kullandığı, kredi hesap numarasının 78371 olduğu bu krediden ötürü 06.03.2012 tarihinde mevcut hesap ekstresinden ve dekontlarından anlaşılacağı üzere 1.250,00 Tl. kredi dosya masrafı, 580 TL. Ekspertiz ücreti, 150 TL. İpotek tesis ücreti, 15 TL. İstihbarat ücreti, 23.01.2013 tarihinde ise 1.250,00 Tl. Ödeme plan değişiklik ücreti kesintisi yapıldığı, bu kesintilerin haksız şart olup Tüketici mevzuatı gereği davacıyı bağlamayacağından, davacıdan hukuki dayanağı olmadan tahsil edilen toplam: 3.245,00 TL. olduğu belirtilmiştir.
Davacı vekili UYAP üzerinden gönderdiği 06.12.2014 tarihli ISLAH dilekçesi ile: Dava dilekçesinde belirttikleri miktarı ıslahla arttırarak, toplamda: 3.245,00 TL. Sine çıkarttıklarını, ıslah taleplerinin kabulü ile, haksız olarak tahsil edilen 3.245,00 TL.nin temerrüt tarihinden itibaren işlemiş ve işleyecek reeskont avans faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekilinin son celse için mazeret talebinde bulunduğu, yokluklarında karar verilmesini talep ettiği görülmüştür.
Davalı vekili son celsedeki beyanında: Islah ve bilirkişi raporunu kabul etmediklerini, davanın reddine karar verilmesini istediklerini belirtmiştir.
Mahkememizce yapılan yargılama ve toplanan deliller sonucunda: Dava konusunun, kullanılan kredi nedeniyle alınan ücretin iadesi talebinden ibarettir. Tarafların bildirmiş olduğu deliller toplanmış olup, davalı banka tarafından davacıdan 06.03.2012 tarihinde davalı bankanın Değirmiçem şubesinden 73.000 TL. Konut kredisi kullandığı, kredi hesap numarasının 78371 olduğu bu krediden ötürü 06.03.2012 tarihinde mevcut hesap ekstresinden ve dekontlarından anlaşılacağı üzere 1.250,00 TL. kredi dosya masrafı, 580 TL. Ekspertiz ücreti, 150 TL. İpotek tesis ücreti, 15 TL. İstihbarat ücreti, 23.01.2013 tarihinde ise 1.250,00 Tl. Ödeme plan değişiklik ücreti kesintisi yapıldığı, bu kesintilerin haksız şart olup Tüketici mevzuatı gereği davacıyı bağlamayacağından, davacıdan hukuki dayanağı olmadan tahsil edilen toplam: 3.245,00 TL. nin tahsil edildiği anlaşılmıştır. Taraflar arasında imzalanan kredi sözleşmesinin matbu olarak hazırlanması tüketicinin içeriğine müdahale edememiş olması nedeniyle, tek taraflı konulmuş ve tüketici aleyhine dengesizlik oluşturulduğundan 4822 sayılı kanunla değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 6. Maddesi ve yönetmeliğin 7. Maddesi karşısında bu durumun haksız şart niteliği taşıdığı, aynı doğrultuda Yargıtay içtihatları bulunduğu da göz önüne alındığında, dava dilekçesi de nazara alınarak davanın kabulüne karar vermek gerektiğinden aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM: Yukarıda yazılı nedenlerle,
1- Davanın kabulü ile, 3.245,00 TL. TL. nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile davalıdan tahsiline,
2- Kabul edilen miktar üzerinden hesaplanan 221,67 TL. Harç ile, alınmamış bulunan 25,20 TL. Başvurma harcının ilavesiyle Toplam: 246,87 TL. Harcın davalıdan alınarak hazineye verilmesine,
3- Davacı tarafından yargılama süresince yapılan, peşin alınan gider avansından sarf edilen 231,00 TL. Yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
4- Davacı kendini vekille temsil ettirdiğinden, karar tarihindeki AAÜT. Gereğince hesaplanan 750,00 TL. vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5- Dair verilen karar, tebliğ tarihinden itibaren 15 günlük yasal süresi içerisinde Yargıtay ilgili Hukuk Dairesine temyizi kabil olmak üzere davalı vekilinin yüzüne karşı, davacı tarafın yokluğunda açıkça okunup usulen anlatıldı. 18/12/2014

Katip 63134

Hakim 37501

ZİNCİRLEME KAZA- İKİ AYRI KAZA KUSUR DURUMUNUN AYRI AYRI TESPİTİ GEREKİR

T.C
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2015/11241
KARAR NO:2015/14155

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : …Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; davalı …’e ait aracın tam kusurlu olarak sebebiyet verdiği trafik kazası sonucunda, davacıya ait araçta hasar oluştuğunu ve hasarın tespit ettirildiğini ileri sürerek, 6.000 TL değer kaybına ilişkin tazminatın davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 01.06.2010 tarihinde harcını tamamlayarak talebini 7.912,50 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere göre, davanın kısmen kabulü ile … aleyhine açılan davanın feragat nedeni ile reddine, 6.000 TL tazminatın davalı ….’ten tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı….. ve davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hükmüne uyulan, Dairemizin 18.11.2013 tarihli, 2013/16021 Esas, 2013/15971 Karar sayılı bozma ilamında; “… davalı Taner’in %75 oranında kusurlu olduğunu belirten bilirkişi raporuna göre hüküm kurulmuş ise de, trafik kazası tespit tutanağında davalı araç sürücüsünün asli kusurlu olduğunun, ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi raporunda ise davalılardan …ve dava dışı sürücü ….’in meydana gelen kazada bir kusurunun bulunmadığının belirtildiği, bu durumda, kusur oranları yönünden dosyada mevcut belgeler ve bilirkişi raporları arasında çelişki meydana geldiği, mahkemece dosyanın İstanbul Teknik Üniversitesi ya da Karayolları Fen Heyeti gibi kuruluşlardan oluşturulacak yeni bir uzman bilirkişi kuruluna tevdi edilerek, kaza tespit tutanağı, yol durumu, tanık ifadeleri, resimler, araçların çarpışma noktaları, mevcut bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamı birlikte irdelenmek suretiyle, raporlar arasında kusur oranları yönünden meydana gelmiş olan çelişkilerin giderilerek, sürücülerin kusur oranlarının yeniden tespiti için rapor alınması ve dosyadaki tüm deliller birlikte değerlendirilip kazanılmış haklar da dikkate alınarak varılacak sonuca göre karar verilmesi” gereğine değinilmek suretiyle, davacı ve davalı Taner lehine bozma yapılmıştır.

Mahkemece; bozma ilamına uyulmak suretiyle yapılan yargılama sonucunda; birinci kazada davalı Taner’in %100 kusurlu, davacının aracını kullanan Şevki Akyol’un kusursuz olduğu; ikinci kazada ise davalı Taner’in kusursuz, davacının sürücüsü Şevki’nin %100 kusurlu olduğu tespitine dayalı 03.09.2014 tarihli bilirkişi raporu benimsenerek; davacının aracında hasarın meydana gelmesine neden olan ikinci kazada davalı Taner’in kusurunun bulunmadığı, davacının, kazada kusurlu olan ve aracını kullanan davalı Şevki’ye yönelik davasından bozma öncesi feragat ettiği, aracında meydana gelen zararı davalı Taner’den isteme hakkının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.

Somut olayda uyuşmazlık, iki ayrı kazanın mı yoksa zincirleme kazanın mı olduğu noktasında toplanmaktadır. Tarafların kusur durumlarının tespiti için öncelikle bu hususun aydınlatılması gerekmektedir. Kaza tutanağındaki anlatımdan, olayda zincirleme bir kazanın söz konusu olduğu kanaatine varıldığı, kesinleşen ceza yargılamasında esas alınan Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinin raporunda da kazanın zincirleme kaza olduğu tespitine göre kusur belirlemesinin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bozma sonrası alınan 03.09.2014 tarihli İstanbul Teknik Üniversitesi heyet raporunda ise, iki ayrı kazanın varlığı kabul edilmek suretiyle kusur oranları belirlenmiştir. Bu durumda, mahkemece, olayda zincirleme bir kazanın mı, yoksa iki ayrı kazanın mı söz konusu olduğu tespitine yönelik Karayolları Fen Heyetinden rapor alınarak, zincirleme kazanın varlığının kabul edilmesi halinde usuli kazanılmış haklar doğrultusunda davalı Taner %75 kusurlu kabul edilmek suretiyle, iki ayrı kazanın olduğunun kabul edilmesi durumunda ise, davalı Taner’in kusursuz olduğu tespitine göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile, hükmün BOZULMASINA, 15/12/2015 gününde oy birliğiyle karar verildi.

ÖDENMEYEN KASKO BEDELİ – KAZA MAHALLİNİ TERK- İSPAT YÜKÜ

T.C
ŞANLIURFA
2. SULH HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO :
 2007/835 Esas
KARAR NO : 2009/290

DAVACI :R. Ç.
VEKİLİ :Av. SELİM HARTAVİ, Şanlıurfa Barosuna Kayıtlı Avukatlardan, Atatürk Bulvarı Stad 1 Apt Kat:3 No:10-Şanlıurfa
DAVALI :…. SİGORTA A.Ş Salıpazarı/İstanbul
VEKİLİ :Av. C. ….., Şanlıurfa barosu avukatlardan
DAVA :İTİRAZIN İPTALİ
DAVA TAR. :25/09/2007
KARAR TAR :14/04/2009
Davacı vekili Av.Selim Hartavi tarafından mahkememize açılan davanın yapılan açık yargılaması sonucunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ : Davacı vekili Av. Selim Hartavi tarafından mahkememize verilen 17/09/2007 tarihli dava dilekçesinde özetle Müvekkilinin adına ruhsatlı bulunan 63 YD 908 plaka sayılı aracın 24/05/2007 tarihinde oğlu M. Ç’ın sevk ve idaresindeyken Şanlıurfa merkezinde yeni Çevre yoluna kara koyun kavşağından giriş yapıp yeni stadyum istikametine seyir halinde iken yeni çevre yolundaki tehlikeli viraja girdiği esnada aracın sağ ön tekerlek sağ ön çamurluk sağ ön tamponu ile kaldırım taşlarına çarpıp ve daha sonra kaldırım taşları üzerine sürüklenmesi neticesinde tek taraflı maddi hasarlı trafik kazasının gerçekleştiği müvekkiline ait olan aracın sigorta şirketince 12924049 poliçe numarası ile kaskolu olduğunu sigorta şirketine ihbarda bulunulması sonucunda görevlendirilen eksper tarafından 4.055,00 YTL olarak hasar tespit edildiğini müvekkiline ait aracın davalı kasko şirketine talimatı ile anlaşmalı bulunduğu yetkili servise götürüldüğünü 4.078,63 YTL tamirat masrafı beyan edildiğini ancak davalı şirketin yükümlülüklerine yerine getirilmeyerek hiçbir ödeme yapmadığını bunun üzerine Şanlıurfa 1 icra dairesinin 2007/2322 Esas sayılı icra dosyasında icra takibi başlatıldığını davalının ödeme emrine itiraz ederek takibi durdurduğunu itirazın haksız ve hukuki dayanaktan yoksun olduğunu belirterek itirazlarının iptaline takibin devamına 40 icra inkar tazminatına yargılama giderleri davalıya yükletilmesine karşı taraf vekalet ücretinin avukat olarak adlarına hüküm edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekilince mahkememize ibraz edilen 22/11/2007 tarihli cevap dilekçesinde özetle; davacı R Ç’ın oğlu M Ç’ın kaza yaptığı ayrıca ekspertizin geldiği ve hasarın ödenmediğinin beyan edildiğini halbuki ekli olan belgelerden anlaşılacağı üzere kazanın akabinde kazayı ika eden şahsın olay yerinden ehliyet olmadığı için kaçmış ve kaza yapan asıl şahsın yerine bir şahıs kaim olarak gelip kazaya yaptığını beyan ettiğini davacı olay yerini terk edip kaçtığı için ispat külfetini davacının üzerinden olduğunu kaza kimin yaptığını ispatlanmak zorunda olduğunu belirterek davanın reddine masrafı muhakeme ve avukatlık ücretinin davacıya tahmiline karar verilmesini talep ettiği görülmüştür.
Tanık A.K.dava hakkındaki bilgi ve görgüleri tespit edilmiştir.
Araçtaki meydana geldiği iddia edilen hasarın faturalara ve ekspertiz raporuna uygun olup olmadığının incelenebilmesi amacıyla dosya bilirkişiye tevdi edilmiş Mak.Yük. Müh. Ömer Kaya tarafından tanzim edilen 10/02/2009 tarihli bilirkişi raporu dosyaya konulmuştur.
Tanık S. E. dava hakkındaki bilgi ve görgüleri tespit olunmuş Sarayköy Sulh hukuk mahkemesine ait 2008/9 talimat sayılı evrak dosyaya konulmuştur.
Şanlıurfa C Başsavcılığına ait 2007/6956 soruşturma nolu evrak celp olunarak tetkik edilmiştir.
Davalı vekilince ibraz edilen cevap dilekçesi ve ekinde bulunan belgeler dosyaya konulmuştur.
Davacı vekilince dilekçe ekinde sunulan belgeler dosyaya konulmuştur.
Davacı vekili ve davalı adına çıkartılan davetiyeler tebliğ edilmiş ve dosyaya konulmuştur.
Şanlıurfa 1 İcra Müdürlüğüne ait 2007/2322 Esas sayılı icra takip dosyası celp olunarak incelenmiş alacaklının R. Ç. borçlusunun …. Sigorta A.Ş. olduğu asıl alacak miktarının 4.078,63 YTL faizin 206,99 YTL olmak üzere toplam 4.285,62 YTL üzerinden ilamsız icra takibinin başlatıldığı borçlu tarafın itiraz etmesi üzerine 1 icra müdürlüğünün 14/09/2007 tarihli kararına göre icra takibinin durdurulmasına karar verildiği görülmüştür.
Tüm dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde Sürücüsü tespit edilemeyen 63 YD 908 plaka sayılı otomobilin yeni çevre yoluna Karakoyun kavşağından giriş yapıp yeni stadyum istikametine seyir halinde iken yeni çevre yolundaki tehlike viraja girdiği esnada aracın sağ ön tekerlek, sağ ön çamurluk sağ ön tampon köşe kısımları ve alt kısımları ile kaldırım taşlarına çarpıp ve daha sonra kaldırım taşları üzerine sürüklenmesi sonucunda maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiği Trafik polis memurlarınca düzenlenen 24/05/2007 tarihli tutanağa göre de kaza mahalline intikal edildiğinde aracın başında sürücünün bulunmadığının tespit edildiği 24/05/2007 günü saat 18,10 da Emniyete M.Ç’ın alınan beyanda kazayı kendisinin yaptığını özetle belirttiği aracın davalı şirket tarafından başlangıç 29/12/2006 bitiş tarihi 29/12/2007 olarak 12924049 poliçe nosu ile maksimum kasko olarak sigortalandığı ve davacının da hasarını tazminini sigortadan sağlayabilmek amacıyla 04/06/2007 tarihinde sigorta şirketine ihbarda bulunduğunu ve eksper tarafından inceleme yapılarak 4.055,00 YTL değerinde hasar tespit edildiği ve davacının aracının tamiratına yaptırabilmek amacıyla F.otomotiv ticaret ve A.Ş. yetkili servisine teslim ettiği ve yetkili servis tarafında da aracın hasar ve tamiratına yönelik olarak 4.078,63 YTL’lik fatura tanzim ettiği davalı tarafın ayraçtaki hasara karşılamaması üzerine davacı vekiline Şanlıurfa 1 İcra müdürlüğünün 2007/2322 Esas sayılı icra takip dosyasıyla icra takibi başlattığı ancak davalı tarafın mezkur borcun tamamını ve faizini itiraz etmeleri sonucunda Şanlıurfa icra müdürlüğünün 14/09/2007 tarihli kararına göre icra takibinin durdurulmasına karar verildiği davacı vekilinin de itirazın iptali talebine göre davalı tarafında borcun bulunmadığını davacının olay yerini terk edip kaçması nedeniyle kaza kimin yaptığını ispatlayamadığını yönünden savunmada bulunduğu nazara alındığında düzenlenen fatura ve raporlara göre araçta belirtilen miktarda hasarın meydana GELDİĞİ M. Ç’IN EMNİYETE VERMİŞ OLDUĞU 24/05/2007 TARİHLİ İFADESİNDE DE TRAFİK KAZASINI KENDİSİNİN GERÇEKLEŞTİRDİĞİNİ BEYAN ETTİĞİ DİKKATE ALINARAK TRAFİK KAZASINA M. Ç DIŞINDA BİR KİŞİNİN GERÇEKLEŞTİRMİŞ OLABİLECEĞİ İDDİASININ İSE DAVALI TARAFIN İSPAT ETMESİNİN GEREKTİĞİ DOSYADAKİ MEVCUT BELGE VE BEYANLARA GÖRE DE M. Ç DIŞINDAKİ KİŞİNİN OLAYI GERÇEKLEŞTİĞİ İSPATLANAMAMASI NEDENİYLE davacının davasının kabulüne karar verilmesi yönüne gidilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1. Davacının davasının kabulüne,
2. Davalı tarafın Şanlıurfa 1.İcra müdürlüğüne ait 2007/2322 esas sayılı icra takip dosyasındaki icra takibine yaptığı itirazın iptaline, icra takibinin aynen devamına,
3. Asıl alacak üzerinden hesap edilecek %40 oranında icra inkâr tazminatının davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine,
4. Alınması gerekli olan 231,42 TL nispi karar ve ilam harcından peşin olarak alınan 57,90 TL’nin mahsubu ile bakiye 173,52 TL’nin davalı taraftan alınarak hazineye irat kaydına
5. Yargılama gideri olan 73,20 harç, 17,00 YTL tebligat gideri 1.65 TL posta 80,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam: 154,85 TL’nin davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine
6. Davacı tarafın kendisini vekil ile temsil ettirmiş olduğu dikkate alınarak 514,27 TL nispi ücreti vekaletin davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine,
Dair, davacı ve davalı vekilinin yüzüne karşı, kararın tebliğinden itibaren 8 gün içinde mahkememize verilecek dilekçe ile Yargıtay da temyizi kabil olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.14/04/2009

Hakim Katip

SENEDİN TEMİNAT KARŞILIĞI VERİLDİĞİNE İLİŞKİN İDDİANIN KANITLANMADIĞI-BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA SUÇU- BERAAT

T.C
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
ESAS NO:2015/13819
KARAR NO:2018/7013
TARİH:23.10.2018

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi

Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanık hakkında verilen beraat hükmü katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü;

Sanığın … İhracatçılar Birliği İlköğretim Okulu müdürü, katılanın ise Özel … Bilgisayar Kursu çalışanı olduğu, taraflar arasında imzalanan 04/01/2006 tarihli sözleşme gereğince katılanın çalıştığı firmanın 02/01/2006-11/09/2006 tarihleri arasında … İhracatçılar Birliği İlköğretim Okulu öğrencilerine bilgisayar kursu vermesinin ayrıca katılanın Okul Aile Birliğine her ay 200 TL bağışta bulunması, kurs bitiminde okula bir adet bilgisayar bağışlamasına karar verildiği, bu taahhütleri yerine getirmesini sağlamak için de bir adet 4.500 TL’lik senedi teminat olarak aldığı, katılanın taahhütleri yerine getirmesine rağmen sanığın 4.500TL lik davaya konu senedi 28/12/2011 tarihinde 11.İcra Dairesinde takibe koyduğu iddia olunan olayda; katılanın senedin teminat karşılığı verildiğine ilişkin yazılı belge ibraz edememiş olması karşısında senedin bedelsiz olduğuna ilişkin ve sanığın atılı suçu işlediği yönünde mahkumiyetine yeter derecede objektif ve kesin delil bulunmadığı gerekçesine dayanan mahkemenin kabulünde isabetsizlik bulunmamıştır.
Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suçun yasal unsurları oluşmadığı gerekçe gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle, sanığın beraatine ilişkin hükmün ONANMASINA, 23.10.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SOYBAĞININ DÜZELTİLMESİ-GÖREV UYUŞMAZLIĞI- ÖZEL MAHKEME – AİLE MAHKEMESİ

T.C.
YARGITAY
20. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2016/9004
KARAR NO : 2016/8799

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 07/04/2016
NUMARASI : 2015/789-2016/330
DAVACI : Emine H.
VEKİLİ: Av. Selim Hartavi
DAVALILAR : Suruç İlçe Nüfus Müdürlüğü – Mehmet T. – Emine T. – Cemile Y. ve Ark.

Taraflar arasında görülen davada Şanlıurfa 1. Aile ve Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgeler incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, soybağının düzeltimi istemine ilişkindir.

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın soybağının kurulması istemine ilişkin olduğu, bu nedenle davaya bakma görevinin aile mahkemesine ait bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

Şanlıurfa 1. Aile Mahkemesince, davanın nüfus kaydında düzeltim davası olduğu gerekçesiyle görevsizlik yönünde hüküm kurulmuştur.

4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanununun 4. maddesi uyarınca, 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun “Vesayet” başlıklı üçüncü kısımı hariç olmak üzere “Aile Hukuku” başlıklı İkinci Kitabından (m. 118 ilâ 395 arası) kaynaklanan davalara bakmak görevi aile mahkemelerine aittir. Bu nedenle, TMK’nın “Hısımlık” başlıklı 282 ilâ 363. maddeleri arasında yer alan soybağına ilişkin davalar, aile mahkemeleri tarafından çözümlenmelidir.

Diğer taraftan, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36/1-a maddesi gereğince, nüfus kayıtlarının düzeltilmesi istemlerine ilişkin davalara bakmak görevi ise asliye hukuk mahkemelerine ait bulunmaktadır.

Davanın kabulü halinde, her iki dava türünde de nüfus kayıtlarında değişiklik yapılmasının gerekmesi nedeniyle, benzer sonuçlara sahip bu davalar arasında görevli mahkemenin belirlenebilmesi için davanın vasfının doğru olarak tayin edilmesi önem kazanmaktadır.

4721 sayılı TMK’nın 282. maddesi uyarınca, anne ile çocuk arasındaki soybağı doğum ile; baba ile çocuk arasındaki soybağı ise “Anne ile evlenme”, “Tanıma” ve “Hakimin hükmü” ile kurulmaktadır.
Diğer taraftan, evlat edinme de soybağı oluşturan hallerdendir.

TMK’nın 285. maddesinde yer alan “Babalık karinesi” uyarınca, evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.

Çocuk ile anne arasındaki soybağı doğum ile kendiliğinden kurulacağından, anne yönünden soybağı tesisi amacıyla değil, sadece, çocuğu doğuran kadının kim olduğunun tespiti amacıyla dava açılabilir.

Nüfusta kayıtlı anne ve baba adının gerçeği yansıtmadığı ve bu nedenle gerçek anne ve baba adının yazılması istemiyle açılacak ve nüfusa kayıtlı bulunan hanenin de değiştirilmesi sonucunu doğuracak davalarda, esasen iki iddia bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi, çocuğun kayden anne olan kadından değil, başka bir anneden doğduğu; ikincisi ise, kayden baba olarak gözüken kişinin genetik baba olmadığı iddiasıdır. Bu davada, kayden anne gözüken kişinin çocuğu doğurmadığı, genetik annenin başka bir kadın olduğunun tespit edilmesi halinde, yukarıda sözü edilen babalık karinesi aksi yönde işleyecek ve “Genetik annenin kocası olmayan” kayden babanın, babalık sıfatı kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Mahkemece belirlenen genetik annenin, çocuğun doğduğu tarihte evli bulunduğunun anlaşılması halinde, TMK’nın 285. maddesinde yazılı babalık karinesi nedeniyle genetik annenin kocası olan erkek, kendiliğinden baba sıfatını kazanacaktır. Bu durumda soybağı ihtilafı ortaya çıkmadığından, açıklanan muhtevadaki davalar, sadece nüfus kayıtlarında düzeltim davasından ibaret kalacaklar ve görevli mahkeme, 5490 sayılı Kanunun 36/1-a maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemeleri olacaktır. Ancak, çocuğun doğduğu tarihte, genetik annenin evli bulunmaması halinde, anne yönünden dava, kayıt düzeltim davası olarak kalmakla birlikte, genetik anne ile evli olmayan genetik baba yönünden babalık karinesi gerçekleşmeyeceğinden, genetik babanın nüfus kaydına işlenmesi talebi “Soybağı davası” niteliğini kazanacaktır. Bu takdirde uyuşmazlığın, 4787 sayılı Kanunun 4. maddesi uyarınca aile mahkemesi tarafından incelenip çözüme kavuşturulması gerekecektir. (Yargıtay HGK 2013/354-1554, 18. HD 2015/1360-3281, 2015/1591-4537)

Aynı davada, talebin bir bölümü hakkında genel mahkemenin, bir bölümü hakkında ise özel mahkemenin görevli bulunması halinde, taleplerden birisi hakkında verilecek karar diğerini doğrudan ilgilendirecek nitelikte ise ve sözkonusu özel mahkeme ile genel mahkeme arasında “Yargılama usulüne” ilişkin esaslı farklılıklar bulunmuyorsa, bütün talepler hakkında özel yetkili mahkemenin yargılama yaparak uyuşmazlığı çözmesi, hukukun öngörülebilir olmasının, usul ekonomisinin ve davaların makul süre içinde bitirilmesi yükümlülüğünün gereğidir. Aile mahkemeleri, asliye mahkemeleri ile aynı düzeyde mahkemeler olup aralarında yargılama usulü yönünden esaslı farklılıklar bulunmamaktadır. O halde, yukarıda açıklanan şekilde dava, bir kısım talepler yönünden nüfus kayıtlarında düzeltme yapılması ve bir kısım talepler yönünden de soybağının düzeltilmesi istemi niteliğinde ise nihai talebi bir bütün oluşturan ve biri hakkında verilecek karar diğerini doğrudan ilgilendiren bu uyuşmazlığın, bütün olarak özel yetkili aile mahkemesinde çözümlenmesi gerekir.

Somut olaya gelince; dosya içinde mevcut nüfus kayıtlarından, anne-baba adının değiştirilmesi talep edilen Emine H’nın doğum tarihi olan 01/01/1970 tarihinde, iddia edilen genetik anne Cemile Y. nin, babası olduğu iddia edilen Mehmet T. ile evli olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda dava, anne adının silinip genetik anne adının yazılması ve kayden baba olan kişinin isminin silinmesi talepleri yönünden nüfus kayıt düzeltim davası olmakla birlikte, nüfus kaydına genetik baba isminin yazılması yönünden soybağı davası niteliğindedir. Yukarıda açıklanan nedenlerle, tüm talepler yönünden uyuşmazlığın, özel mahkeme olan aile mahkemesi tarafından çözümlenmesi gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 21 ve 22. maddeleri gereğince; Şanlıurfa 1. Aile Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE 11/10/2016 gününde oy birliği ile karar verildi.

Başkan
R. SARITAŞ
Üye
N. KOYUNCU
Üye
U. YÜKSEL
Üye
M. ERDOĞAN
Üye
Ü. GÖRMEZ

Okundu: S/Y

KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN TESCİLİ İÇİN AÇILAN DAVANIN DÖRT AY İÇİNDE SONUÇLANDIRILMAMASI HALİNDE TESPİT EDİLEN BEDELE BU SÜRENİN BİTİMİNDEN İTİBAREN FAİZ UYGULANACAĞININ GÖZETİLMESİ GEREKTİĞİ

T.C.

YARGITAY

18. HUKUK DAİRESİ

E. 2014/1834

K. 2014/3341

T. 25.02.2014

2942/m.10

6459/m.6

ÖZET : Dava, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemine ilişkindir. Dava konusu taşınmaz, Bakanlar Kurulu Kararında da belirtildiği gibi fiilen meskûn halde bulunamadığından belirlenen özellikleri nedeniyle “arsa” niteliğinde kabulüne olanak yoktur. Taşınmazın arazi olarak değerlendirilmesi gerekirken arsa niteliğine göre değerlendirme yapılarak buna göre bedel belirlenmiş olması doğru görülmemiştir. Ayrıca, 6459 sayılı Kanunun 6. maddesiyle 2942 sayılı Kanunun 10. maddesine eklenen fıkrada kamulaştırma bedelinin tescili için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılmaması halinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren faiz uygulanmasına ilişkin düzenleme getirilmiştir. Her ne kadar, getirilen bu faiz hükmü maddi hukuka ilişkin olup, aynı yasanın 29. maddesi gereğince yayımı tarihinden sonra açılacak davalara uygulanması gerekir ise de; yürürlük tarihinden sonra açılacak davalar için yapılan bu düzenleme ile Anayasa Mahkemesinin makul süreyi aşan yargılamanın hak ihlali oluşturduğuna ilişkin kararı birlikte değerlendirildiğinde, yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesinleşmemiş kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davalarında öngörülen dört aylık yargılama süresinin makul süre kabul edilerek, hakkaniyet gereğince taşınmaz malikinin zararının giderilmesi amacıyla dava tarihinden itibaren dört aylık sürenin bittiği tarihten, karar tarihine kadar tespit edilen kamulaştırma bedeline faiz uygulanması gerektiğinden hükmün bozulması gerekmiştir.

DAVA : Dava dilekçesinde, Kamulaştırma Yasasının 4650 Sayılı Yasayla değişik hükümleri uyarınca, kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Temyiz istemlerinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR : 1-Kamulaştırma Yasasının 11.maddesi hükmüne göre, bedel tespit davalarında öncelikle kamulaştırılan taşınmazın değerlendirme tarihindeki vasfının (arsa veya arazi) belirlenmesi, arsa vasfında ise değerlendirme tarihinden önce özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değeri, taşınmaz arazi vasfında ise değerlendirme tarihindeki mevki ve şartlara göre olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri esas alınmak suretiyle değerinin belirlenmesi gerekir. Geri çevirme kararı üzerine dosyaya getirtilen belediye başkanlığı yazısına göre, dava konusu taşınmazın, 1/1000 ölçekli uygulama imar planı sınırları dışında olup altyapı hizmetlerinden faydalandığı, parsele yakın meskûn alan bulunmadığı anlaşılmıştır.

Bakanlar Kurulunun Yargıtay’ca da kısmen benimsenen 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararı uyarınca, imar planında yer almayan bir taşınmazın arsa sayılabilmesi için belediye veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber, belediye hizmetlerinden (belediyece meskûn olduğu için veya meskûn hale getirileceği için sunulan yol, su, elektrik, ulaşım, çöp toplama, kanalizasyon, aydınlatma vd.) yararlanan ve meskûn yerler arasında yer alması gerekir. Dava konusu taşınmaz, Bakanlar Kurulu Kararının l. maddesi (b) bendinde de belirtildiği gibi fiilen meskûn halde bulunamadığından belirlenen özellikleri nedeniyle “arsa” niteliğinde kabulüne olanak yoktur.

Yukarıda açıklanan nedenlerle taşınmazın arazi olarak değerlendirilmesi gerekirken arsa niteliğine göre değerlendirme yapılarak buna göre bedel belirlenmiş olması doğru görülmemiştir.

Ayrıca;

2-Anayasa Mahkemesi 1. Bölümünün 19.12.2013 tarih ve 2013/817 sayılı kararında, kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davada uzun süren bir yargılama sonunda, dava tarihi itibarıyla belirlenen bedele hükmedilmesinin Anayasanın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği kabul edilerek mal sahibine tazminat ödenmesi gerektiği belirtilmiştir.

Yasa koyucu da, bu hak ihlalini dikkate alarak, 6459 sayılı Kanunun 6. maddesiyle 2942 sayılı Kanunun 10. maddesine eklenen fıkrada (yürürlük tarihi 30.04.2013) kamulaştırma bedelinin tescili için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılmaması halinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren faiz uygulanmasına ilişkin düzenleme getirmiştir.

Her ne kadar, getirilen bu faiz hükmü maddi hukuka ilişkin olup, aynı yasanın 29. maddesi gereğince yayımı tarihinden sonra açılacak davalara uygulanması gerekir ise de; 30.04.2013 tarihinden sonra açılacak davalar için yapılan bu düzenleme ile Anayasa Mahkemesinin makul süreyi aşan yargılamanın hak ihlali oluşturduğuna ilişkin kararı birlikte değerlendirildiğinde, 30.04.2013 tarihinden önce açılmış ve henüz kesinleşmemiş kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davalarında öngörülen dört aylık yargılama süresinin makul süre kabul edilerek, hakkaniyet gereğince taşınmaz malikinin zararının giderilmesi amacıyla dava tarihinden itibaren dört aylık sürenin bittiği tarihten, karar tarihine kadar tespit edilen kamulaştırma bedeline faiz uygulanması gerektiğinden hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harçlarının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 25.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.


	

TEK TARAFLI TRAFİK KAZASI- KESİN HÜKÜM İTİRAZI

T.C.
VİRANŞEHİR
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2012/562 Esas
KARAR NO : 2015/124

HAKİM : K.Y  119102
KATİP : M. Y 117193

DAVACI : K.D (A. D. velayeten) Viranşehir/ ŞANLIURFA
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ –
DAVALI : A….SİGORTA Üsküdar/ İSTANBUL
DAVA : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
DAVA TARİHİ : 17/10/2012
KARAR TARİHİ : 11/02/2015

Mahkememizde görülmekte bulunan Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacılar vekili dava dilekçesi ile; 10/10/2008 tarihinde davacılar murisi Mahmut yönetimindeki 63 …….plakalı otomobil ile karıştığı trafik kazası neticesinde vefat ettiğini, davacıların murisinin kullandığı aracın davalı sigorta şirketine ZMMS sigortalı olduğunu, murisin vefat etmeden önceki gelirinin 3.500,00 – 4.000,00 TL arasında olduğunu, davacıların destekten yoksun kalma tazminatı talep etme hakkı bulunduğunu, bu nedenle davacı ve müşterek çocuk için fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla toplam 6.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile 300,00 TL cenaze defin giderinin dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davacılar vekili 23/12/2014 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini toplamda 100.904,00 TL’ye yükseltmiş ve faiz başlangıç tarihini de mahkememizin 2009/…. Esas, 2009/…… Karar sayılı dava dosyasındaki dava tarihi olarak değiştirerek ıslah etmiştir.

Davalıya usulüne uygun davetiye tebliğ edilmiş, davalı vekili cevap dilekçesi ile; davalı sigorta şirketinin poliçe limiti ile sınırlı olmak üzere sorumlu olduğunu, kazanın meydana gelmesinde müteveffanın asli ve tek kusurlu olduğunu, olayda davalının kusurunun bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Dava haksız fiil nedenine dayalı maddi tazminat davasıdır.

Davalı vekili 05/06/2014 tarihli dilekçesinde; görülmekte olan davanın konusu ve tarafları aynı olan mahkememizin 2009/…. Esas, 2009/….. Karar sayılı dava dosyasında davanın reddine karar verildiğini, verilen kararın kesinleştiğini ve eldeki davanın kesin hüküm nedeniyle reddedilmesi gerektiğini beyan etmiştir.

Dosya arasına alınan mahkememizin 2009/……. Esas, 2009/……Karar sayılı dava dosyasının incelenmesinde; davacıların S., A., K., T, H, N,, N ve Mehmet oldukları, davalının A….. Sigorta A.Ş olduğu, 10.10.2008 tarihinde davacıların murisi Mahmut’un 63……. plakalı aracı ile karıştığı trafik kazası neticesinde vefat etmesi nedeniyle 63……. plakalı aracın kaza tarihi itibariyle zorunlu mali sorumluluk sigortası ile sigortalayan davalı A…. Sigorta A.Ş’den tazminat talep edildiği, yapılan yargılama neticesinde davacıların murisi sürücü Mahmut’un meydana gelen kazada tam kusurlu olması gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, kararın davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine onanarak kesinleştiği anlaşılmıştır.

Dosya arasına alınan V….. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2008/……Esas, 2009/…….Karar sayılı ilamının incelenmesinde , dava konusu olayda muris Mahmut’un tam kusurlu olduğu anlaşıldığından sanıklar Mehmet Atilla ve Halil  hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan beraat kararı verildiği ve verilen kararın temyiz edilmesi üzerine onanarak kesinleştiği görülmüştür.

Davaya konu kazada tarafların kusur durumları hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık, işletenin tam kusurlu olması nedeniyle mirasçıların hak talep edip edemeyecekleri noktasında toplanmaktadır.

Davacıların uğradıkları zarara bağlı olarak talep ettikleri hak, salt miras yoluyla geçen bir hak olmayıp, bilimsel ve yargısal içtihatlarda kabul edildiği üzere destekten yoksun kalanın şahsında doğrudan doğruya doğan, asli ve bağımsız bir talep hakkıdır.

Davacıların ölenin salt mirasçısı sıfatıyla değil, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatıyla dava açtıkları, ölüm nedeniyle doğrudan davacılar üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki kusurun davacılara yansıtılamayacağı; dolayısıyla araç sürücüsünün veya işletenin tam kusurlu olmaları halinde, desteğinden yoksun kalan davacıları etkilemeyeceği; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları’na göre, aracın zorunlu mali sorumluluk sigortacısı davalı sigorta şirketi, işletenin üçüncü kişilere verdiği zararları teminat altına aldığı ve olayda işleten veya sürücü tam kusurlu olsalar bile, destekten yoksun kalan davacılar da zarar gören üçüncü kişi konumunda bulunduğundan, davalının sorumlu olacağına karar vermek gerekir. (HGK’nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 esas-411 karar, HGK’nun 22.2.2012 gün 2011/17-787 esas 2012/92 karar ve HGK’nun 16.01.2013 gün 2012/17-1491 esas, 2013/74 karar sayılı ilamları uyarınca)

Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında; davacılar davalı sigorta şirketi karşısında, zarar gören üçüncü kişi konumundadır. Desteğin kusurunun davacılara yansımasından söz edilmesi de mümkün değildir.

Bu açıklamalar ışığında mahkememizce, tazminat hesabı için dosyamız Şanlıurfa Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmiş, hukukçu aktüerya bilirkişisi ………tarafından bilirkişi raporu dosyamıza sunulmuştur.

Davalı tarafça mahkememizin 2009/……. Esas, 2009/…….. Karar sayılı dava dosyasında eldeki dava ile aynı olayın dava konusu edilmesi nedeniyle kesin hüküm itirazında bulunulmuşsa da; eldeki dava dosyasında davacı olan mirasçı Ayşe’nin mahkememizin 2009/ Esas, 2009/ Karar sayılı dava dosyasında davacı sıfatının bulunmadığı dolayısı ile bu davacı yönünden kesin hüküm şartlarının oluşmadığı anlaşıldığından bu davacı yönünden yapılan kesin hüküm itirazı dikkate alınmamıştır. Davacı Kınni Diken yönünden ise mahkememizin 2009/….. Esas, 2009/….Karar sayılı dava dosyasında bu davacı yönünden 5.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı talep edildiği, talep edilen 5.000,00 TL yönünden kesin hüküm şartlarının oluştuğu anlaşıldığından bilirkişi raporunda hesaplanan miktardan bu miktar mahsup edilmiştir.

Davacı tarafca talep edilen 300,00 TL cenaze defin gideri yönünden yapılan incelemede ise, talep edilen miktar mahkememizde görülmekte olan emsal dosyalarda alınan belediye yazılarıyla uyumlu olduğundan bu miktarın da kabulüne karar verilmiştir.

Davacı taraf ıslah dilekçesi ile faiz başlangıç talebini mahkememizin 2009/21 Esas, 2009/379 Karar sayılı dava dosyasındaki dava tarihi olan 13/01/2009 olarak değiştirmiş olup, davalı sigorta şirketinin 13/01/2009 tarihi itibariyle temerrüte düştüğü anlaşıldığından nedeniyle bu tarihten itibaren yasal faize hükmedilmiştir.

Bilirkişi raporu, ıslah ve mahkememizin 2009/…..Esas, 2009/……… Karar sayılı dava dosyasında davacı K…. D’nin yönünden talep edilen ve kesin hüküm oluşturan 5.000,00 TL dikkate alınarak davacı tarafın davasının kısmen kabulüne karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

H Ü K Ü M; Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

Davanın KISMEN KABULÜ ile;

1-Davacı K. D. için 77.565,00 TL, davacı Ayşe için 18.339,00 TL ve 300,00 TL cenaze defin gideri gideri olmak üzere toplam 96.204,00 TL tazminatın 13/01/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesine,

2) Dava değeri üzerinde hesap edilen 6.571,69 TL harcın davacılar tarafından yatırılan toplam 345,30 TL harctan mahsubu ile bakiye 6.226,39 TL’nin davalıdan alınarak HAZİNEYE GELİR KAYDINA;

3) Davacılar kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre 10.096,32 ücreti vekaletin davalıdan alınarak kendisine asaleten çocuğuna velayeten davacıya VERİLMESİNE;

Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre hesaplanan 1.500,00 maktu TL ücreti vekaletin davacılardan alınarak davalıya VERİLMESİNE;

4) Davacılar tarafından 369,75 TL toplam harç gideri, 172,55 TL tebligat ve posta gideri , 300,00 TL bilirkişi gideri olmak üzere toplam 842,30 TL yargılama giderinin davanın kabul ve red oranına göre hesaplanan 42,20 TL sinin davacı üzerinde bırakılmasına, bakiye 800,18 TL sinin davalıdan alınarak davacılara verilmesine, bakiye gider avansının kendisine asaleten çocuğuna velayeten davacıya iadesine,

5) Karar kesinleştiğinde Viranşehir Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2008/…..Esas, 2009/…. Karar sayılı dosyasının iadesine,

Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı ve davalı vekilinin yokluğunda gerekçeli kararın tebliğden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi. 11/02/2015

Katip 117193                                                                                                                                    Hakim 119102
¸e-imza                                                                                                                                          e-imza

ZORUNLU DAVA ARKADAŞLARININ BİRLİKTE YETKİ İTİRAZI SUNMASI ZORUNLUDUR

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/4248
KARAR NO : 2018/7765

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 18/06/2015
NUMARASI : 2014/173-2015/385
DAVACI : M. Salih S.
VEKİLİ: Av. Selim Hartavi
DAVALILAR : 1-Ö. Ç.
2-O. Ç.

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerle mahkemenin yetkisiz olduğuna dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı alacaklı vekili, davalı Ömer  hakkında Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2010/3570 sayılı dosyası ile takip başlattıklarını, takibin semeresiz kaldığını, davalı Ömer’in davalı Osman ile anlaşarak Aleyhine Kayseri 3. İcra Müdürlüğü’nün 2012/4248 sayılı dosyası ile takip başlatıldığını, davalı Osman ile Ömer arasında herhangi bir borç ilişkisi bulunmadığını belirterek muvazaalı olan Kayseri 3. İcra Müdürlüğü’nün 2012/4248 sayılı takibinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, yetkisizlik nedeniyle davanın reddine, talep halinde dosyanın Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava muvazaalı icra takibinin iptaline ilişkindir.
İptal davaları için yasada özel bir düzenleme öngörülmediğinden davanın HMK’nun 6.maddesi gereğince davalının davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesinde açılması gerekir. Aynı Yasa’nın 7/1. maddesi gereğince de davalı birden fazla ise dava bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir. İİK’nun 282.maddesi gereğince davalı borçlu ile doğrudan veya dolaylı işlem yapan 3.kişiler arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğundan ve zorunlu dava arkadaşları usul işlemlerini birlikte yapmak zorunda olduklarından yetki itirazının davalılarca birlikte ileri sürülmesi yasa gereğidir. Yalnız bir davalı tarafından ileri sürülen yetki itirazı hukuki sonuç doğurmaz.

Öte yandan HMK’nun 19/2 maddesine göre bu yetki kesin yetki kuralı olmadığından taraflarca süresi içerisinde usulüne uygun olarak itiraz halinde mahkemece dikkate alınır. Yine aynı madde de yetki itirazının cevap dilekçesi ile ileri sürülmesi gerektiği belirtilmiştir. Yetki itirazı ilk itirazlardan olup (HMK.md.116/1-a) davalıların, yetki itirazlarını dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık cevap süresi içerisinde ileri sürmeleri gerekir. (HMK.md.117,317-319).

İptal davaları basit yargılama usulüne tabi olup yetki itirazının en geç dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık cevap süresi içerisinde yapılması gerekir. Somut olayda, davalı borçlu Ömer’e dava dilekçesi 17.03.2014 tarihinde eşinin imzasına tebliğ edilmiştir. Aynı şekilde üçüncü kişi davalı Osman’a da dava dilekçesi 02.05.2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup süresi içerisinde her iki davalı da cevap dilekçesi sunmamıştır. 21.10.2014 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasında her iki davalı vekili de hazır olup yetki itirazında bulunmamışlar, tahkikata geçilmesini talep etmişler ve aynı celse tahkikata geçilmesine karar verilmiştir. Davalı Ömer vekilinin bu aşamadan sonra 10.02.2015 tarihinde sunmuş olduğu beyanla yetki itirazında bulunması mümkün değildir. Bu durumda usulüne uygun yetki itirazı bulunmadığından yetki itirazının reddi ile işin esasına girilerek taraf delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde yetkisizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 13/09/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye

AYDINLATMA VE IŞIKLANDIRMASI OLMAYAN ARACIN TRAFİKTE SEYRİ- İKİ AYRI TRAFİK KAZASI

T.C

YARGITAY

17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2014/7682

KARAR NO:2014/7288

“İçtihat Metni” MAHKEMESİ: Nazilli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ: 02/04/2013 NUMARASI: 2012/202-2013/111

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı tarafın sebebiyet verdiği kazada, müvekkiline ait aracın hasarlandığını, davalı sürücünün olayda tamamen kusurlu olduğunu, tespit raporuna göre 24.730 TL tutarında zarar bulunduğunu belirterek bu meblağın kaza tarihinden işleyecek yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir. Davalı H.İ.. Ç…, davacının hız sınırını aştığını, kusurun davacıda olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı A.. U.. vekili, kazada davacı ile dava dışı sürücü E.. İ..’in kusurlu olduklarını, kusuru, hasar miktarını, tespit raporunu kabul etmediğini aynı olayla ilgili Aydın 1.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2011/85 esas sayılı dosyasında açılan davanın sonucunun beklenmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davalı tarafın kusur oranına isabet eden 6.057,05 TL’nin kaza tarihinden işleyecek yasal faizi ile davalılardan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, kazaya karışan ….. plakalı aracın sürücüsü E.. İ.. hakkında usulüne uygun şekilde harcı yatırılarak açılan bir dava olmamasına, davanın ihbarı yolu ile adı geçen kişinin davada taraf olamayacağına ve davanın tarafı olmayan kişi aleyhinde hüküm kurulamamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir. Trafik kazalarında zarar veren taraf, kusuru oranında davacı aracında meydana gelen gerçek zarardan sorumlu tutulabilir. Çözümü özel veya teknik bilgiyi gerektiren kusur durumunun ve hasar miktarının konusunda uzman bilirkişi marifetiyle tespiti gerekir. Bilirkişi raporunun oluş şekline, dosya kapsamına, hüküm kurmaya uygun olması gerekir. Somut olayda, resmi görevlilerce düzenlenen 17.10.2010 tarihli kaza tespit tutanağında; davalı H.İ.. Ç… diğer davalı A.. U..’a ait, traktörle saat 20.30 sıralarında, arka ışıkları yakmadığı, uyarıcı işaret ve ikaz işaretleri olmadığı halde seyrederken, dava dışı E.. İ.. yönetimindeki aracın traktöre bağlı römorka çarptığı, römorkun çarpma sonucu devrilerek gidişe göre sağ şeride yan yattığı aynı yolda seyreden davacı şirkete ait aracın sürücüsünün yolda duran römorka çarptığı, davalı sürücünün şeride tecavüz etmekten kusurlu olduğu belirtilmiştir.

Dosya kapsamına ve tanık beyanlarına göre kazalar ardı ardına meydana geldiğinden davalı tarafa ait araç ile dava dışı …….. plakalı araç arasında meydana gelen kazayı belirten önlemler alınamamıştır. Davacı aracının sürücüsü son anda yolda devrilen römorku gördüğünü söylemiştir. Davacı vekili sadece traktör işleteni ve sürücüsü aleyhinde, sürücünün %100 kusurlu olduğunu belirterek zararının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili için bu davayı açmıştır. Aydın 1 Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2011/85-834 sayılı dosyasında traktör sürücüsü H.İ.. Ç… hakkında dava dışı E.. İ..’in yaralanması sebebiyle, taksirle yaralamaya sebebiyet vermek suçundan dava açılmış, o dosyada trafik bilirkişisinden alınan raporda davalı sürücünün (sanık) aydınlatma ve ışıklandırması olmayan araçla trafikte seyretmesi nedeniyle asli, katılan E.. İ..’in alkollü ve dikkatsiz olması sebebiyle tali kusurlu oldukları, davacı aracının sürücüsü Bülent Malgaç’ın kusurunun olmadığı belirtilmiş, asli kusura göre sanık (davalı sürücü) hakkında 10 ay hapis cezasına hükmedilmiş, cezanın ertelenmesine karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeden 11.11.2011 tarihinde kesinleşmiştir. Eldeki dosyada keşiften sonra alınan trafikçi bilirkişi raporunda birbirini izleyen zincirleme kaza değil de iki ayrı trafik kazası meydana geldiği kabul edilerek 1.kazada davalı sürücünün ışıklandırma ve aydınlatması olmayan araçla trafiğe çıkması nedeniyle %40 oranında tali, dava dışı Erkan’ın alkollü araç kullanması, takip mesafesini korumaması sebebiyle %60 oranında asli kusurlu oldukları, 2.kazada davacı aracının sürücüsü Bülent’in meskun mahal dışında hızlı seyretmesi sebebiyle %100 kusurlu olduğu belirtilmiştir. Oysa meskun mahal dışında hız limiti 90 km olup, sürücü Bülent 80 km hızla seyrettiğini beyan etmiştir. İtiraz üzerine ATK’dan alınan raporda da iki ayrı kazanın olduğu davacı aracının ikinci kazada hasarlandığı, davalı sürücünün donanımsız aracı ile trafiğe çıktığı, ilk kazadan sonra tedbir almadığı bu nedenle %25 oranında dava dışı Erkan’ın 30 mt frene rağmen far ışığına göre hızını ve takip mesafesini ayarlamadığından %25 oranında, sürücü Bülent’in far ışığına göre hızını ayarlamadığı, hiçbir tedbir almadan yola devrilen römorka çarptığı bu nedenle %50 oranında kusurlu olduğu bildirilmiştir. Daha sonra bir başka bilirkişiden alınan 25.1.2013 tarihli raporda da aynen ATK raporundaki gibi kusur oranları belirlenmiştir. Kusuru yönünden hükme esas alınan raporlar dosya kapsamına Sulh Ceza Mahkemesi’nden alınan bilirkişi raporuna, kaza tespit tutanağına, tanık beyanlarına ve oluş şekline uygun bulunmamıştır. Ayrıca davacı tarafa ait araç 2007 model Peujeot 407 otomobil olup kaza 17.10.2010 tarihinde meydana gelmiştir.

Davacı tarafça kaportacı bilirkişi marifetiyle yapılan tespitte 21.530 TL hasar, 3.200 TL değer kaybı belirlenmiştir. Tespit raporunda aracın piyasa rayicinin 32.000 TL olduğu bildirilmiştir. Davacı vekili şimdilik toplam 24.730 TL’nin tazminini talep etmiştir. Onarım masrafları taşıtın rizikonun gerçekleştiği tarihteki değerini aşar ya da taşıt onarım kabul etmez ise taşıt tam hasara uğramış sayılır. Araçtaki hasarın tespiti hususunda alınan bilirkişi raporu da yeterli inceleme yapılmadan tespit raporunda belirtilen hasarlar aynen kabul edilmiş, farklı olarak parça bedelinden hurda indirimi yapılmış 21.230 TL hasar ile değer kaybının 3.000 TL alacağı toplam zararın 24.230 TL olduğu hesaplanmıştır. Aracın onarımının mı pertinin mi uygun olacağı konusu değerlendirilmemiştir. Mahkemece davalı tarafa izafe edilen %25 kusura göre 6.057,05 TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporlarına göre hüküm kurulamaz. Bu durumda mahkemece, Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek trafik kazalarında kusur durumunun ve araçta meydana gelen zararın tespiti hususlarında uzman bilirkişi kurulundan tüm dosya kapsamı tanık beyanları kaza tespit tutanağı, kazanın oluş şekli, aracın modeli, araçta meydana gelen hasar, vs. birlikte değerlendirilerek davaya konu trafik kazasında sürücülerin kusurlarının belirlenmesi, davacı aracının onarım giderinin tespiti, aracın onarımının mı, pertinin mi uygun (ekonomik olduğu, pertinin uygun olması halinde aracın riziko tarihteki 2.el piyasa rayici ile sovtaj bedelinin tespiti, belirlenecek piyasa rayicinden sovtajın mahsubu ile gerçek zararın hesaplanması hususlarında ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli, önceki raporlarında irdelendiği bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu gibi hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

Kabule göre de; davalılar zarar veren aracın işleteni ve sürücüsü olup aralarında müşterek ve müteselsil sorumlu bulunmaktadır. Davacı vekili dava dilekçesinde tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir. Bu durumda mahkemece hükmedilen tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu gibi davalılardan tahsiline şeklinde karar verilmesi de isabetli değildir.

SONUÇ:Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı …. Tarım Ürün. Ltd. Şti vekilinin temyiz itirazının kabulü hükmün davacı taraf yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 8.5.2014 gününde oy birliğiyle karar verildi.

DAVACININ YARGILAMA SIRASINDA TAŞINMAZ PAYINI VE ALACAĞINI TEMLİK ETMESİ

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/4247
K. 2013/6677
T. 02.05.2013
* DAVA KONUSUNUN DEVRİ (Taşınmaz Payını ve Alacağı Devralan Kişinin Oturumlara Katılarak Davaya Devam Etmek İstediğini Bildirdiği/Ayrıca Dilekçe İle de Davaya Katılma Talebinde Bulunup Harcını Yatırdığı – 6100 S.K. Md.125 Uyarınca Usulü Eksikliğin Giderildikten Sonra Esas Hakkında Karar Verileceği)

* DAVACININ YARGILAMA SIRASINDA TAŞINMAZ PAYINI VE ALACAĞINI TEMLİK ETMESİ (Dava Konusunun Davacı Tarafından 3. Kişiye Devredilmesi Halinde Devralan Kişinin Davacı Sıfatı ve Buna Bağlı Olarak Dava Takip Yetkisi Kazanacağı ve Davanın Yeni Davacı İle Süreceği)

* ELATMANIN ÖNLENMESİ VE ECRİMİSİL İSTEĞİ (Yargılama Sırasında Dava Dışı Kişiye Satış Suretiyle ve Alacağın Temliki Sözleşmesi İle Temlik Edildiği – Taşınmaz Payını ve Alacağı Devralan Kişinin Oturumlara Katılarak Davaya Devam Etmek İstediğini Bildirdiği/Usulü Eksikliğin Giderilerek Esasa Girileceği)

6100/m.125

1086/m.186

ÖZET : Dava, paydaşlar arasında elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğine ilişkindir. Davacının payını yargılama sırasında dava dışı kişiye satış suretiyle temlik ettiği, ecrimisilden kaynaklanan alacağını da alacağın temliki sözleşmesi ile temlik ettiği, davacının taşınmazla ve ecrimisil alacağı ile bir ilgisinin kalmadığı anlaşılmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 125. maddesi, dava konusunun davacı tarafından üçüncü kişiye devredilmesi halinde devralan kişinin hukuk gereği davacı sıfatı ve buna bağlı olarak dava takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği esasını getirmiştir. Taşınmaz payını ve alacağı devralan kişi oturumlara katılarak davaya devam etmek istediğini bildirmiş, mahkemece, hatalı değerlendirme ve hukuki olmayan gerekçe ile talebin reddedildiği, ayrıca dilekçe ile de davaya katılma talebinde bulunup harcını da yatırdığı görülmektedir. Taşınmazın ve hakkın dava dışı kişiye temlik edilmesi nedeniyle usulü eksikliğin giderildikten sonra işin esası bakımından karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yanlar arasında görülen elatmanın önlenmesi, ecrimisil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar dahili davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Emine Solmazlar`ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, paydaşlar arasında elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğine ilişkin olup, mahkemece, yasal şartlar oluşmadığından davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 4771 ada 8 ( yeni 4771 ada 18) parsel sayılı taşınmazda davacı M.E. ile davalı İ.H.B’nin paydaş iken, davacı Mehmet’in payını yargılama sırasında 22.03.2012 tarihinde dava dışı A.K.`ya satış suretiyle temlik ettiği, öte yandan, davacının davaya konu ettiği ecrimisilden kaynaklanan alacağını da yargılama sırasında 17.03.2012 tarihli “alacağın temliki sözleşmesi “ ile yine A.K.’ya temlik ettiği, davacının taşınmazla ve ecrimisil alacağı ile bir ilgisinin kalmadığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; dava açıldıktan sonrada sınırlayıcı bir neden bulunmadığı takdirde dava konusu malın veya hakkın üçüncü kişilere devredilebilmesi tasarruf serbestisi kuralının bir gereği, hak sahibi veya malik olmanın da doğal bir sonucudur. Usul Hukukumuzda da ayrık durumlar dışında dava konusu mal veya hakkın davanın devamı sırasında devredilebileceği kabul edilmiş, 1086 sayılı HUMK.`nun l86. ve 6100 sayılı HMK.nun 125. maddesinde dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki halinde yapılacak usulü işlemler düzenlenmiştir. Anılan düzenlemeye göre, iki taraftan biri dava konusunu (müddeabihi) bir başkasına temlik ettiği takdirde diğer taraf seçim hakkını kullanmakta dilerse temlik eden ile olan davasını takipten vazgeçerek davayı devralan kişiye yöneltmekte, dilerse davasına temlik eden kişi hakkında tazminat davası olarak devam edebilmektedir.

Bu usul kuralının kendiliğinden (re`sen) gözetilmesi gerektiği de açıktır.

Özellikle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 125. maddesi, dava konusunun davacı tarafından üçüncü kişiye devredilmesi halinde devralan kişinin hukuk gereği davacı sıfatı ve buna hağlı olarak dava takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği esasını getirmiştir.

Somut olayda, dava konusu taşınmaz payını ve alacağı devralan A.K. 21.03.2012 ve 17.05.2012 tarihli oturumlara katılarak davaya devam etmek istediğini bildirmiş, mahkemece, hatalı değerlendirme ve hukuki olmayan gerekçe ile talebin reddedildiği, ayrıca 22.03.2012 tarihli dilekçesi ile de. davaya katılma talebinde bulunup harcını da yatırdığı görülmektedir.

O halde, dava konusu taşınmazın ve hakkın dava dışı kişiye temlik edilmesi nedeniyle HUMK.`nun 186. maddesi (6100 sayılı HMK.`nun 125. maddesi) hükmü uyarınca usulü eksikliğin giderildikten sonra işin esası bakımından bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Dahili davacı (temlik alan) A.K.’nın temyiz itirazları belirtilen sebeplerle yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.`nın 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esası bakımından şimdilik inceleme yapılmasına yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YEREL ÖRF VE ADETLERE GÖRE YAPILAN CENAZE VE DEFİN GİDERLERİ İSTENEMEZ.

T.C
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2015/14175
KARAR NO: 2018/8639
TARİH : 04/10/2018

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili, davalıya sigorta sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkillerinin çocuğu/kardeşi … ile eşi/babaları …’nun öldüğünü açıklayıp davacı çocukların her biri için 100,00 TL ve davacı … için eşi ve çocuğunun vefatı sebebiyle 1.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 100,00 TL cenaze ve defin giderleri olmak üzere toplam 2.000,00 TL maddi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiş, ıslah dilekçesiyle talep miktarını arttırmıştır.
Davalı vekili, kusura ve tazminat miktarına itiraz ederek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan delillere göre davanın kabulü ile davacı … için 27.304,32 TL, davacı … için 22.233,64 TL, davacı … için 18.593,46 TL, davacı … için 15.857,31 TL, davacı … için 15.857,31 TL, davacı … için 4.830,00 TL, davacı … için 4.575,99 TL, davacı … için 75.669,75 TL (38.962,57 TL’lik kısmı ölen … yönünden, kalan 36.707,18 TL’lik kısmı ölen çocuğu … yönünden) olmak üzere toplam 184.921,78 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile toplam 9.000,00 TL cenaze giderinin tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Dava, destekten yoksun kalma tazminat istemine ilişkindir.
Hayatın olağan akışına göre; trafik kazası sonucu davacının küçük çocuğu ölmeseydi 18 yaşına gelmesi ile birlikte gelir elde edeceği ve ana ve babaya bakacağı muhtemeldir.
Mahkemece hükme esas alınan aktüerya bilirkişi raporunda desteğin olay tarihinde 9 yaşında olduğu ve 9 yaşından itibaren yardım ve hizmet ederek destek olacağı kabul edilerek hesaplama yapılmış ise de ise de bu hesaplama şekli Yargıtay’ın yerleşik kararlarına uygun değildir. Tazminat hesabında küçüğün gelir elde etmeye başlayacağı yaşın 18 yaş olarak kabul edilerek hesaplama yapılması gerekmektedir.
Ayrıca hükme esas alınan aktüerya uzmanı bilirkişi raporunda yetiştirme gideri indirimi yapılmayarak hesaplama yapılmıştır. 18 yaşından itibaren gelir elde etmeye başlayacak olan desteğin bu yaşına kadar bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanacağından 18 yaşına kadar yetiştirme gideri indirimi yapılması gerekirken yetiştirme giderinin indirilmemesi de doğru görülmemiş, desteğin babasının da öldüğü dikkate alındığında, davacı anne yönünden hesaplanan tazminattan makul oranda yetiştirme gideri indirimi yapılmak üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
Yine hükme esas alınan aktüerya raporunda desteğin askere gideceği ve 1 yıllık askerlik döneminde annesine destek olamayacağı belirtildiği halde tazminat hesabında bu bir yıllık askerlik dönemi için de hesaplama yapıldığı, tazminattan indirilmediği anlaşılmış olup, mahkemece bilirkişiden yukarıda değinilen hususlar doğrultusunda ek rapor alınmak üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
3-Davacılar vekili dava dilekçesi ile cenaze ve defin giderinin de tahsilini talep etmiş, mahkemece 9.000,00 TL cenaze defin giderinin tahsiline karar verilmiştir.
Yargıtay’ın yerleşik uygulamaları gereği davalı taraf, meydana gelen trafik kazası sonucu davacıların oluşan gerçek defin gideri zararlarını tazmin ile sorumlu olup davacı tarafın kendi değerlerine, yerel örf ve adetlerine göre yaptığı özel
giderlerden sorumlu değildir. Dosya kapsamında bulunan, belediyenin cevabi yazısında, cenaze ve defin masrafının alınmadığı, vefat sonrası 3 günlük yemek, ikram vs. masrafların günlük 1.500,00 TL olduğu belirtilmiştir. Bu bağlamda; taziye teşekkür giderleri, yemek giderleri, mevlit gideri v.s. gibi giderler zorunlu olmayan cenaze merasimi giderleri olup zorunlu defin giderlerinin de belediye tarafından ücretsiz karşılandığı belirtilmekle; cenaze ve defin giderine yönelik istemin reddi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 2-3 nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 04/10/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

MOTORSİKLETTE YOLCU OLARAK BULUNAN DESTEK- DESTEĞİN KASK TAKMAMASI- HAKKANİYET İNDİRİMİ

T.C
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2015/15842 E.
KARAR NO:2018/8630 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili, 10.09.2012 tarihinde davacıların oğlu destek … yolcu olduğu motorsiklete trafik sigortasız aracın çarpması ile meydana gelen trafik kazasında desteğin vefat ettiğini belirterek şimdilik 5.000,00 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek bankaların uyguladığı en yüksek mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini yükseltmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre, dava öncesi yapılan ödemeler düşüldükten sonra kusur oranına göre davacı baba …’ın nihai ve gerçek maddi zararının 26.979,31 TL, davacı anne …’ın 27.318,04 TL nihai ve gerçek zararının doğduğu sabit görülerek bu miktarlar üzerinden davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülemeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Dava, trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle, ölenin yakınlarının, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53/3. maddesi gereği, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
a) Davacılar destek … vefatı nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı talep etmekte olup, kaza tarihinde destek 17 (17 yıl 3 ay) yaşındadır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda destek yaşasaydı, evleneceği ve muhtemel 1 çocuğu olacağı kabul edilerek destek paylarının dağıtımı yapılmıştır. Anılan hesaplama hatalıdır. Şöyle ki; kükme esas alınan bilirkişi raporunda desteğin 1 çocuğunun olacağı kabul edilmiş ise de Dairemiz uygulamalarına göre 18 yaşında gelir elde etmeye başlayan desteğin askere gideceği, askerlik görevini tamamladıktan sonra 2 yıl içinde evleneceği ve bir yıl sonra bir çocuğu daha sonra ikinci çocuğunun olacağı varsayılarak hayatın olağan akışına göre bekar olarak ölen çocuğun ileride evleneceği ve en az iki çocuk sahibi olacağı kabul edilerek, desteğin evleninceye kadar gelirinin yarısını kendi ihtiyaçları yarısını da anne ve babası için ayıracağı varsayılarak bu dönemde desteğe iki anne ve babaya birer pay vermek suretiyle desteğin tüm gelirine oranlandığında evlenmeden önceki dönem içinde anne ve babanın her birine %25 pay verilmesi gerektiği, desteğin ileride evlenmesi ile birlikte desteğe iki eşe iki anne ve babaya birer pay verilerek, yine desteğin tüm gelirinin oranlanarak anne ve babaya %16’şar pay ayrılması, desteğin bir çocuğunun olması durumunda iki pay desteğe, iki pay eşe bir pay çocuğa ve birer pay anne ve babaya ayrılmak suretiyle desteğin tüm gelirine oranlandığında anne ve baba için %14’er pay verilmesi daha sonra ikinci çocuğun doğacağı varsayılarak bu kez desteğe iki, eşe iki, çocukların her birine birer ve anne ve babaya birer pay verilerek desteğin tüm gelirine oranlanarak anne ve babaya %12,5’er pay verilmesinin uygun olacağı, daha sonra anne ve babadan yaşam tablosuna göre hangisi destekten çıkacaksa kalan kişiye diğerinin payının ilave edilerek destek tazminatlarının varsayımsal hesabının yapılması gerekeceği, Dairemizin yerleşik uygulaması gereğidir. Bu haliyle bilirkişi raporunda desteğin sadece 1 çocuğu olacağı varsayımına dayalı pay ayrılması doğru görülmemiş olup, bozmayı gerektirmiştir.
b) Desteğin çocuk olması halinde 18 yaşın desteğin başlayacağı yaş olarak kabulü gerekmektedir. Davacıların talep edebileceği destekten yoksun kalma tazminatı miktarının saptanması bakımından alınan ve mahkeme tarafından da hükme esas alınan bilirkişi raporunda; olay tarihinde 17 yaş 3 aylık olan destek … davacı anne ve babaya olacağı desteğin kaza tarihinden başlatılmış olması doğru görülmemiştir.
c) Türk Medeni Kanunu’nun 185. madde hükmü gereğince, anne-baba birlikte çocukların bakımından sorumludur, aynı yasanın 327.maddesinde ise “Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır” denilmektedir.
Her baba ve annenin çocuğunu belli bir yaşa kadar büyütmek, yetiştirmek ödevi olup çocuğun ölümü nedeni ile artık yapılması gerekmeyecek yetiştirme giderlerinin belirlenecek destekten yoksun kalma tazminatından düşülmesi (anne ve babadan birinin ya da her ikisinin çalışıp çalışmadığına ilişkin ayrıksı durumlar da göz önüne alınarak) gerekmektedir.
Somut olayda, mahkemece hükme esas alınan aktüerya raporunda, desteğin 17 yaş 3 aylık olduğu, anne ve babasına destek olacağı kabul edilmiş, yetiştirme gideri tenzil edilmemiş olup, bu husus yerleşik uygulamaya aykırıdır.
O halde mahkemece, anlatılan bilgiler ışığında hüküm kurmaya ve denetime elverişli bilirkişi raporu alınıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.
3-818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “tazminat miktarının tayini” başlıklı 43. maddesinde (6098 sayılı TBK 51. md); hakimin, tazminatın türü ve kapsamının derecesini, durum ve mevkiinin gereğine ve hatanın ağırlığına göre belirleyeceği belirtilmiş; “Tazminatın tenkisi” başlıklı 44. maddesinde (6098 sayılı TBK 52. Md) ise; zarar gören taraf, zarara razı olduğu veya kendisinin eylemi zararın doğmasına ya da zararın artmasına yardım ettiği ve zararı yapan kişinin durum ve mevkiini ağırlaştırdığı takdirde hakimin, zarar ve ziyan tutarını indirebileceği veya zarar ve ziyanı hüküm altına almaktan vazgeçebileceği açıklanmıştır.
Somut olayda; desteğin dava dışı … idaresindeki motorsiklette yolcu konumunda olduğu anlaşılmaktadır. Davalı, destek yolcunun koruyucu ekipman kullanmaması, kask, dizlik, dirseklik olmaması sebebi ile kusura katılımı dolayısıyla belli bir oranda kusur izafe edilmesi gerektiğini savunmuştur. Buna göre mahkemece, BK’nun 44. maddesi (TBK 52. md) uyarınca maddi tazminattan makul oranda ve hakkaniyete uygun bir indirim yapılması gerekip gerekmediğinin irdelenip tartışılması, ondan sonra varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ:Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2-a), (2-b), (2-c) ve (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 04/10/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

FİİLİ ÇALIŞMAYA DAYALI OLMADIĞI GEREKÇESİ İLE BİR KISIM SİGORTALILIĞININ GEÇERSİZLİĞİ

T.C
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2016/10672
KARAR NO: 2018/5725 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, fiili çalışmaya dayalı olmadığı gerekçesi ile bir kısım sigortalılığının geçersizliği nedeniyle Kurum tarafından yaşlılık aylığının iptal edilmesi üzerine, Kurum işleminin iptali, yeniden aylık bağlanması, yapılan kesintilerin iadesi ve yersiz aylık ve sağlık yardımı nedeniyle borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Davacıya 01.05.2012 tarihi itibariyle 5510 sayılı Kanunun 4-a kapsamında yaşlılık aylığı bağlandığı, davacı kurumun … Gıda İnş, Tur. Pet. Orm. Ltd. Şti. işyerinde yapmış olduğu denetim sonucu 04.06.2011- 31.03.2012 tarihleri arasında yapılan 297 gün bildirimin iptal edilmesi ile yaşlılık aylığının 31.12.2014 tarihi itibariyle kesildiği, davacının 17.06.2012 – 31.12.2014 tarihleri arasında yersiz ödenen aylık ve sağlık yardımının ve yine 04.06.2011-31.03.2012 tarihleri arasında yapılan yersiz sağlık yardımının ödemesinin istenmesi ile eldeki davanın açıldığı, davaya konu uyuşmazlığın anılan dönemlerde davacı adına yapılan sigortalı bildirimlerinin fiili çalışmaya dayalı olup olmadığı hususunda toplandığı, öncelikli olarak bu uyuşmazlık çözümlenmesi gerektiği buna göre davanın yasal dayanağının 506 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 79. maddesi olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, eldeki gibi sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin davalar, kamu düzenine ilişkin olduğundan, özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi zorunludur. Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
İptal edilen bildirimler … Gıda İnş, Tur. Pet. Orm. Ltd. Şti’den yapılan bildirimlere ilişkindir. Davacı ise … sicil nolu …n Gıda Tic. Ltd. Şti’de çalıştığını bildirimlerin … Gıda İnş, Tur. Pet. Orm. Ltd. Şti’de yapıldığını bilemeyeceğini her iki şirket arasında organik bağ olduğunu beyan etmiş mahkemece …n Gıda Tic. Ltd. Şti davaya dahil edilerek çalışmanın bu işyeriden geçip geçmediği hususunda bir irdeleme yapılmamıştır.
Eldeki davada, Mahkemece, verilen kararın taraf teşkili sağlanmadan eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır. …n Gıda Tic. Ltd. Şti.’de çalışıldığı iddiası gözetildiğinde fiili çalışmanın varlığı yeterince araştırılmamıştır.
O halde, Mahkemece, … sicil nolu …n Gıda Tic. Ltd. Şti.’nin varlığı araştırılarak davaya dahil edilmeli davalının çalışmasının gerçekliği, işin ve işyerinin kapsam ve niteliğiyle süresinin belirlenebilmesi amacıyla; çalışmaları ile ilgili tüm belgeler davalı Kurumdan; puantaj kayıtları ve ücret tediye bordrolarının asılları işverenden ve dava konusu dönem içerisinde davacı çalışmalarını Kuruma bildiren işverenden getirtilmeli, iş bu belgelerden sigortalının imzasını içerenler yönünden imzanın aidiyeti davacı tarafından kabul edilenler ile inkar edilip de aidiyeti ehil bilirkişi incelemesiyle saptananlardan yine davacı tarafından hata-hile-ikrah durumu iddia ve ispat edilemeyenler bakımından, işbu yazılı belgelerin aksi eşdeğerde delillerle kanıtlanması için davacıya delilleri sorulmalı; davacı ile birlikte çalışan ve işverenlerin bordrolarında kayıtlı kişiler ile, aynı yörede komşu veya benzeri işleri yapan başka işverenler ve bu işverenlerin çalıştırdığı bordrolara geçmiş kişiler saptanarak bilgi ve görgülerine başvurulmalı, davacının ne kadar süre çalıştığına ilişkin bilgilerine başvurulmalı, özellikle Kurum müfettişlerince yapılan incelemede işveren hakkında belirlenen hususlar ve aksinin ispatı bakımından yoklama tutanakları gibi belgelerin varlığı araştırılmalı, yargılama sürecinde dinlenen tanık anlatımlarının değerlendirilmesinde, iş yerinin kapsamı, kapasitesi ve niteliği nazara alınmalı, işyeri dosyaları getirtilmeli ve Kanun kapsamına alınış ve kapsamdan çıkartılış nedenleri ve tarihleri irdelenmeli, Kurum müfettiş raporu içeriğindeki iddialar irdelenmeli ve çalışmayı tespit edebilecek nitelikte davacı lehine yazılı belgelerinin bulunup bulunmadığı hususu da ayrıntılı irdeleme sonucunda ve çalışmanın fiili olup olmadığı hususunda tüm deliller toplandıktan sonra bir karar verilmelidir.
Mahkemenin kabulüne göre de yapılan tüm ödemelerin yersiz olduğu gözetilmeksizin yapılan ek ödemeler dışlanmak suretiyle karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
2- Mahkemece çalışmanın fiili olmadığı kanaatine ve sonucuna varılması halinde ise sağlık giderleri yönünden 19.01.2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6385 sayılı Yasanın 12. maddesi ile 5510 sayılı Yasaya eklenen Geçici 45. maddede, “Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/1/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükmün gerekçesinde ise, 5510 sayılı Kanuna göre, vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemlerin 2012 yılı Ocak ayı itibarıyla tamamlanması nedeni ile, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinin ilgililerden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.
5510 sayılı kanunun sağlık hizmetlerinden yararlanma şartlarını düzenleyen 67. maddesine göre; 18 yaşını doldurmamış olan kişiler, tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişiler, trafik kazası halleri, acil haller, iş kazası ile meslek hastalığı halleri, bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, 63 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri gereğince sağlanan sağlık hizmetleri, 75 inci maddede sayılan afet ve savaş ile grev ve lokavt hali hariç olmak üzere sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmek için;
a) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (c) ve (f) bentleri hariç diğer bentleri gereği genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması,
b) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendi ile (g) bendine tabi olan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yukarıdaki bentte sayılan şartla birlikte, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihte 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre tecil ve taksitlendirilerek tecil ve taksitlendirmeleri devam edenler hariç 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması,
c) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (b) ve (d) bentlerine tabi olan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yukarıdaki bentlerde sayılan şartla birlikte, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihte prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması,
d) 60 ıncı maddenin yedinci fıkrasına göre genel sağlık sigortalısı sayılanlar, (c) bendinde sayılan şartlarla birlikte, bir öğretim dönemine ilişkin genel sağlık sigortası primlerinin tamamını öğrenim gördükleri üniversitenin öğrenim dönemi başından itibaren bir ay içinde ödemeleri, şarttır.
Ancak, genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamından çıkanların genel sağlık sigortalısı olduğu tarihten itibaren otuz gün içinde sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi için bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendindeki prim ödeme gün sayısı aranmaz. Ayrıca 60 ıncı madde kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılanların;
a) Herhangi bir sebeple silâh altına alınan sigortalının askerlikte geçen hizmet süresi,
b) Hükümlülükle sonuçlanmayan tutuklulukta geçen süre,
c) İş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık sigortalarından geçici iş göremezlik ödeneği alan sigortalının iş göremediği süre,
d) Sigortalının greve iştirak etmesi veya işverenin lokavt yapması hallerinde geçen süre, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası primi ödeme gün sayısı hesabında dikkate alınmaz.
Ayrıca genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmeleri için sağlık hizmet sunucularına başvurduklarında acil haller hariç olmak üzere (acil hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra); biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya Kurum tarafından verilen resimli sağlık kartı belgelerinden birinin gösterilmesi zorunludur.
60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılanlar, zorunlu sigortalıklarının sona erdiği tarihten itibaren on gün süreyle genel sağlık sigortasından yararlanırlar. Bu kişilerin sigortalılık niteliğini yitirdikleri tarihten geriye doğru bir yıl içinde 90 günlük zorunlu sigortalılıkları varsa, sigortalılık niteliğini yitirdikleri tarihten itibaren 90 gün süreyle bakmakla yükümlü olduğu kişiler dahil sağlık hizmetlerinden yararlandırılırlar. Ayrıca, lise ve dengi öğrenim görülmesi sebebiyle bakmakla yükümlü olunan kişi veya hak sahibi sıfatıyla sağlık hizmetinden yararlandırılan çocuklar, 20 yaşını dolduracakları tarihi aşmamak kaydıyla bu öğrenimlerini bitirmelerini izleyen tarihten itibaren 120 gün süreyle aynı kapsamda sağlık hizmetlerinden yararlanmaya devam ederler. 4’üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalıların 4857 sayılı İş Kanununun 56 ncı ve 74 üncü maddeleri ile diğer iş kanunlarında ücretsiz izin sayılan süreler haricinde ayrıca bir takvim yılı içerisinde toplam bir ayı aşmayan ve işverenlerince belgelendirilen ücretsiz izin sürelerinde genel sağlık sigortalılıkları devam eder.
Her ne kadar 5510 sayılı Yasa’nın 67. maddesinde genel sağlık sigortasından yararlanma şartları bu şekilde belirtilmiş ise de, eldeki davada davalının bu çerçevede prim ödemesi bulunmasa dahi anılan Yasa’nın 60. maddesinin -g- bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayıldığı belirgin olup, davalının 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borcunun Kurum tarafından tahsilinin mümkün bulunmasına göre prim borcunun varlığı nedeniyle yersiz sağlık giderlerinden de sorumlu tutulamayacağı açıktır. Somut olayda; yukarıda belirtildiği üzere dava konusu dönem bakımından, Kurumca talep edilen alacağın sağlık giderlerine yönelik olan kısmı tespit edilerek, yersiz ödendiği ileri sürülen sağlık giderleri yönünden, 31.01.2012 tarihine kadar yapılan sağlık giderleri anılan Kanunun geçici 45. maddesi gereği talep edilemeyecektir. 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderleri ise davalının 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin ilgili bentleri gereğince genel sağlık sigortalısı sayıldığından ve 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarının Kurum tarafından tahsilinin mümkün olduğu gözönüne alındığında, belirtilen giderler genel sağlık sigortalısı sayılan hak sahibinden talep edilemeyecektir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece sağlık yardımına ilişkin talep yönünden davanın reddine karar vermesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Mahkemenin, yukarıda açıklanan esaslar doğrultusunda araştırma yaparak elde edilecek sonuca göre karar vermesi gerekirken, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, Başkan … ve Üye …’ın muhalefetine karşı, Üyeler …, … ve …’ın oyları ve oy çokluğuyla, 07.06.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KARŞI OY

Genel olarak 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun, daha önce farklı yasalarda düzenlenen sağlık yardımı hususunu, Genel Sağlık Sigortası kavramı altında 60-78. maddeler arasında yeniden düzenlemiştir.
5510 sayılı Kanunun 60. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanacak olanlar ana gruplar halinde sıralanmış, daha sonra özel durumda olanlar sayılmıştır. Belirtildiği gibi 60. maddede sağlık sigortası kapsamında olanlar tek tek sayıldıktan sonra (g) bendinde ise, “Yukarıdaki bentlerin dışında kalan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan vatandaşlar” genel sağlık sigortası sayılmıştır. (g) bendinin lafzından tüm vatandaşların re’sen sağlık sigortası kapsamına alındığı izlenimi anlaşılmakta ise de genel sağlık sigortası yasal düzenlemelerinin seyri izlendiğinde durum netleşecektir.
5510 sayılı Kanuna göre genel sağlık sigortalısı sayılabilmek ve sigortalılığın başlangıcı için bildirim ve tescil gereklidir. Kanunun 61. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanmak için bir kısım grupların bildirimine gerek kalmadan kendiliğinden tescil edileceği, bir kısmının tescili için ise bir ay içinde başvuru şartı getirilmiştir.
61’inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi 13/02/2011 t. 6111 SK 35. md ile değişiklikten önce, 17.04.2008 t. ve 5754 SK md. 39 ile değişik hali şöyleydi: “(g) bendinde sayılanlar; diğer bentlere göre genel sağlık sigortalısı olmadıkları tarihten itibaren genel sağlık sigortalısı sayılır ve bu tarihten itibaren bir ay içinde verecekleri genel sağlık sigortası giriş bildirgesi ile tescil edilirler. Ancak 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılanların zorunlu sigortalılıklarının sona erdiği tarihten itibaren 10 gün sonra bu bent kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılır.” Yine Geçi 12/5. fıkrada, “60’ıncı maddenin birinci fıkrasının (d) ve (g) bentleri gereğince sigortalı sayılanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren (13/02/2011 t. ve 6111 SK m. 49 ile değişik ibare) 01/01/2012 tarihine kadar bildirimlerini yapmak zorundadır. Bu süre içinde, 60’ıncı maddenin birinci fıkrasının (d) ve (g) bentleri gereğince genel sağlık sigortalısı sayılanlardan; tescil talebi olmayanların 18 yaşından küçük çocuklarının sağlık hizmetlerinden yararlandırılması halinde (16/06/2010 t. ve 5997 SK m. 8 ile değişik ibare) bu kişiler Kurumca tescil edildikleri tarih itibarıyla genel sağlık sigortalısı olurlar. Ancak, aile hekimliği uygulamasına başlanan illerde, bu kişiler ( 13/02/2011 t. ve 6111 SK m. 49 ile değişik ibare)bu süreye bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı ve ( 16/06/2010 t. ve 5997 SK m. 8 ile değişik ibare)bakmakla yükümlü olduğu kişi olarak Kurumca tescil edildikleri tarih itibarıyla kapsama alınır. (1), (2)
6111 sayılı Kanunla değişmeden önce (g) bendine göre sigortalı sayılanlar ancak bir ay içinde giriş bildirgesi vermek ve Kurumca kabul edilmek suretiyle sigortalı olabilirlerdi. Ancak (g) bendi kapsamında kalanların Kuruma müracaatla genel sağlık sigortası tescili uygulaması fiilen gerçekleşmemiştir. Madde metninden de anlaşıldığı üzere 5510 sayılı Yasa ile tüm vatandaşlar re’sen genel sağlık sigortası kapsamına alınmamışlardır.
(1)16/6/2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanunun 8 inci maddesiyle, bu fıkrada yer alan “bu kişilerin tescili çocuklarının sağlık hizmet sunucusuna müracaat tarihi itibarıyla yapılır” ibaresi “bu kişiler Kurumca tescil edildikleri tarih itibarıyla genel sağlık sigortalısı olurlar” şeklinde, “bakmakla yükümlü olduğu kişi olarak kapsama alınır” ibaresi ise “bakmakla yükümlü olduğu kişi olarak Kurumca tescil edildikleri tarih itibarıyla kapsama alınır” olarak değiştirilmiştir.
(2)13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanunun 49 uncu maddesiyle, bu fıkrada yer alan “en geç iki yıl içinde” ibaresi “1/1/2012 tarihine kadar”, “iki yıllık süreye” ibaresi “bu süreye” şeklinde değiştirilmiştir.
Belirtilen nedenlerle, 5510 sayılı Kanunun 60/1-g bendi ile artık herkesin genel sağlık sigortası kapsamına alındığı çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Yoksa 60. maddede, kapsamda olanlar tek tek sayıldıktan sonra (g) bendi ile de herkesin kapsama alındığının belirtilmesi yasa koyucunun abesle uğraştığı anlamına gelir. Aksi takdirde sadece kapsamda olmayanların sayılması yeterli olurdu.
Ülkedeki tüm kişilerin genel sağlık sigortası kapsamına alınması, 16.06.2010 tarihli 5997 sayılı Kanunla Geçici 12. maddede yapılan değişiklikle 01.01.2012 tarihinden itibaren olmuştur. 01.01.2012 tarihi itibariyle genel sağlık sigortasının tüm ülkede zorunlu hale geldiği ve herkesin kapsama alındığı hem Kurumun hem de doktrinin ortak görüşüdür. (Güzel/Okur/Caniklioğlu, Sosyal Güvenlik Hukuku, 15. Bası, Sh. 930 ve Tuncay/Ekmekçi, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, 15. Bası, Sh. 461)
Genel Sağlık Sigortası açısından geçiş hükümleri öngören Geçici 12. madde, 60/1-c bendinin uygulanmasını 01.01.2012 tarihine kadar ertelemiş ve bu tarihe kadar 3816 sayılı Kanun gereğince yeşil kart uygulamasını devam ettirmiştir. 01.01.2012 tarihi itibariyle yeşil kart uygulaması sona erdirilmiş ve herkes madde 60/1-c bendi 1 numaralı alt bendine göre gelir testi yaptırmak suretiyle genel sağılık sigortası kapsamına alınmıştır. Geçici 12. madde ve 02.12.2011 tarihli “Genel Sağlık Sigortası kapsamında Gelir Tespiti, Yönetmelik” gereğince artık, 01.01.2012 tarihi itibariyle hiçbir sosyal güvenliği bulunmayanlar, yeşil kartlılar ve zorunlu sigortalılığı sona erenler gelir testi yaptırmak zorundadır. Gelir testi sonucu ile sağlık sigortasının primli olup olmayacağı belirlenmektedir.
Yukarıda anlatılanlar ışığında sağlık sigortası kapsamı yönünden şu ayrımları yapabiliriz.
1-5510 sayılı Kanun öncesi (01.10.2008 öncesi) dönem: 5510 SK Geçici 12. madde uyarınca yürürlükten kaldırılan kanun hükümlerine göre sağlık yardımları uygulanır.
2- 5510 sayılı Kanun dönemi:
a) 01.10.2008 – 01.01.2012 tarihleri arasındaki dönem: 5510 SK 60. maddede tek tek sayılanlar zaten kapsamdadır. (g) bendi kapsamında olanlar, ya 61. madde kapsamında süresinde giriş bildirgesi vererek Kurumca tescil edilmek ya da 3816 SK kapsamında yeşil kart uygulaması ile sağlık yardımlarından yararlanırlar.
b) 01.01.2012 tarihi sonrası dönem: Tüm vatandaşlar genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. Ancak 67. maddeye göre sağlık hizmeti sunucusuna başvurulduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısı olması ve 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması gerekir. (g) bendi kapsamında olanlar ise 5510 SK 60/1-c, 1 nolu alt bendi gereği gelir testi uygulaması ile primli veya primsiz olarak sağlık yardımlarından yararlanma imkânı getirilmiştir.
Üzerinde durulması gereken bir başka husus 5510 sayılı Kanununun Geçici 45. Maddesidir. Yersiz yapılan sağlık giderlerinin terkini başlığı altında 10.1.2013 tarihli 6385 sayılı Kanunun 12. maddesi ile getirilen Geçici 45. madde, “Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/1/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.”
Kanunun gerekçesi, “ Geçici 45 inci madde ile; 5510 sayılı Kanuna göre ülkemizde yaşayan vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemler 2012 yılı Ocak ayı itibariyle tamamlandığından, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesi amaçlanmıştır.”
Geçici 45. maddenin yorumu şu şekildedir; 01.01.2012 tarihi itibariyle tüm vatandaşlar genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. 31.01.2012 tarihi öncesinde ise sağlık yardımı yapılmasını sağlayan sigortalılık statüsünün geçersiz sayılması halinde bakılır; başka bir geçerli sigortalılık statüsü varsa veya bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına giriyorsa yine yersiz sağlık gideri tahsil edilmez. Bu iki hal de yoksa geçersiz sigortalılık statüsüne dayalı yapılan sağlık gideri yersizdir ve Kurumca tahsili gerekir. Örnek olarak, 4/1-a kapsamında sigortalılığı geçersiz sayılan kişi, aynı dönemde 4/1-b kapsamında sigortalı olabilir veya bir başka sigortalının bakmakla yükümlü olunan kişisi olabilir. Bu hallerde sağlık yardımı alabileceği geçerli bir statü bulunduğundan alınan sağlık yardımı yersiz sayılmaz. Bu madde, sosyal güvenlik kurumlarının birleşmesi ve çifte sigortalılığın geçersiz sayılması nedeniyle karşılaşılan durumlar için çıkarılmış bir maddedir.
Geçici 45. madde, çoğunluğun yorumladığı gibi, 31.01.2012 tarihi öncesindeki tüm yersiz sağlık giderlerini affeden, tahsilini durduran, geçmişi sıfırlayan bir madde değildir. Aksi halde sahtecilik yoluyla sahte sigortalılık ve buna dayalı olarak haksız sağlık yardımı alan kişileri de Geçici 45. madde ile affetmiş oluruz. Geçici madde 45 ile geçmişe yönelik olarak herkesin affedildiği şeklindeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum. En başta madde gerekçesi buna engeldir.
Kurum tarafından talep edilen yersiz sağlık giderlerinin yukarıda belirtildiği şekilde irdelenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
Davacı Kurum, 01.10.2008 – 21.06.2013 arası dönemde yersiz olarak ödenen aylıklar ile yapılan tedavi giderlerinin 5510 sayılı Yasa’nın 56. maddesi kapsamında davalıdan tahsilin karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkeme, aylıklar yönünden ve tedavi giderleri yönünden davanın kabulüne karar vermiştir.
Davalının, istirdada konu dönemde 5510 sayılı Yasa’nın 56. maddesinin son fıkrası kapsamında boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının sabit bulunması, diğer taraftan 10.01.2013 tarih 6385 sayılı Yasa’nın 12. maddesi ile 5510 sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 45. maddede; bu kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31.01.2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmeti giderlerinin tahsil edilmeyeceğinin öngörülmesi, boşandığı kocasıyla birlikte yaşadığı belirgin bulunan davalının, anılan tarih itibariyle 5510 sayılı Yasa’nın 60. maddesinin (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı bulunması, geçici 45. maddede yer alan “… bu kanuna göre…” ibaresinden kastedilen kanunun 01.10.2008 yürürlük tarihli 5510 sayılı Yasa olması karşısında, ödenen tüm aylıkların iadesine dair mahkeme kararını yerinde bulan ve 01.10.2008-31.01.2012 arası dönemdeki tedavi giderlerinden davalının sorumlu olmayacağına dair çoğunluk görüşü isabetli olup bu yönde uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık; 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderlerinden davalının sorumlu olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır. Daire çoğunluğu, davalının 5510 sayılı Yasa’nın 60. maddesinin (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı olduğunu kabul etmekle birlikte, anılan yasanın 67. maddesi kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarını bilemeyeceğini gerekçe göstererek, 31.01.2012 tarihinden sonraki sağlık giderlerinden dahi davalının sorumlu tutulamayacağını ileri sürmektedir.
Oysa; 5510 sayılı Yasa’nın 60. maddesinde genel sağlık sigortası kapsamında sayılanlar sıralandıktan sonra (g) bendinde; açıklanan bentler dışında kalan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan vatandaşların genel sağlık sigortalısı sayılacağının belirtilmesi, davalının da bu bent kapsamında genel sağlık sigortalısı olduğu hususunun Daire çoğunluğunun da kabulünde bulunması, sigortalılığın zorunlu oluşu kenar başlığını taşıyan 5510 sayılı Yasa’nın 92. maddesinin “… genel sağlık sigortası kapsamındaki kişilerin genel sağlık sigortalısı olması zorunludur…” hükmünü içermesi, genel sağlık sigortalılığının başlangıcı, bildirimi ve tescili kenar başlığını ihtiva eden 61. maddenin (f) bendinde; (g) bendinde sayılanların, diğer bentlere göre genel sağlık sigortalısı olmadıkları veya diğer bentlere göre genel sağlık sigortasından yararlanma haklarının sona erdiği tarihten itibaren bu bent kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılacakları ve Kurumca resen tescil edileceklerinin öngörülmesi, Sağlık hizmetlerinden yararlanma şartları kenar başlığını taşıyan 67. maddede; sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için, sağlık hizmeti sunucusuna başvurulduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası primi ödenmiş olması şartının düzenlenmesi karşısında, mahkemece, fiilen birlikte yaşama olgusunun gerçekleştiği 01.10.2008 tarihi itibariyle davalının 5510 sayılı Yasa’nın 60/(g) ve (f) bentleri uyarınca genel sağlık sigortalısı olduğu kabul edilmeli, geçici 45. madde kapsamı dışında kalan 31.01.2012 ile 21.06.2013 arası dönemde davalının 67. maddenin (a) bendi kapsamında prim ödemesi bulunup bulunmadığı araştırılarak prim ödemesi varsa veya prim ödemeden muaf ise anılan dönem sağlık gideri borcundan sorumlu olmadığına, aksi halde yersiz sağlık giderlerinin tahsiline karar verilmelidir. Gelir testi yapılmaması, zorunlu olan ve yukarıdaki tarihte gerçekleşmiş bulunan genel sağlık sigortalılığının başlangıcına etkili olmayıp, sadece ödenecek prim tutarını ve prim borçlusunu belirleyen bir süreç olacaktır.
Açıklanan gerekçelerle, istirdada konu sağlık giderlerinin bu kapsamda belirlenip sonucuna göre karar verilmesi gerektiği kanaatini taşıdığımdan sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

VEKİLE GEREKÇELİ KARAR TEBLİĞİNİN MUHATABIN ADRESTE BULUNMAMA SEBEBİNİN YAZILMAMASI SEBEBİYLE USULSÜZ OLDUĞU

T.C

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2017/4413

KARAR NO: 2018/6516

TARİH: 18.09.2018

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ:Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

TÜRK MİLLETİ ADINA

K A R A R: Davalı SGK vekiline gerekçeli karar tebliğinin muhatabın adreste bulunmama sebebinin yazılmaması
sebebiyle usulsüz olduğu anlaşıldığından gerekçeli kararın adı geçen davalı vekiline yöntemince tebliğ
edilerek temyiz süresi geçtikten ve gerektiğinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 432. ve 433.
(HMK 366.) maddesindeki prosedür işletildikten sonra gönderilmek üzere dosyanın mahalline GERİ
ÇEVRİLMESİNE, 18.09.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEBLİGAT KANUNUNUN 35.MD GÖRE MUHATABIN DAHA ÖNCE KENDİSİNE USULÜNE UYGUN ŞEKİLDE EN AZ BİR KEZ TEBLİĞ YAPILMIŞ OLAN ADRESİNİ DEĞİŞTİRMESİ, YENİ ADRESİNİ İLGİLİ MERCİYE BİLDİRMEMİŞ OLMASI VE BUNUN YANINDA GÖREVLİ MEMURUN ADRES KAYIT SİSTEMİNDE KAYITLI ADRESİNİ TESPİT EDEMEMİŞ OLMASI GEREKİR.

T.C

YARGITAY

3. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2016/19915

KARAR NO:2018/6270

“İçtihat Metni” MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

7201 sayılı Tebligat Kanunun 21. Maddesinde; “Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır” düzenlemesi mevcuttur. Tebligat Kanunu’nun 21. maddesi ile Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 30. maddesinin birlikte değerlendirilmesinde; tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar gibi kimselerden araştırarak adreste bulunmama sebebini tebliğ mazbatasına yazması, ardından tebliğ olunacak evrakı o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim ederek muhatabın kapısına 2 no.lu ihbarname yapıştırması, bu ihbarname kapıya yapıştırıldıktan sonra ise komşulardan birine ya da apartman yöneticisi veya kapıcısına haber verilerek, haber verilen bu kişinin isim ve imzasının alınması ve şayet bu kimse isim ve imzadan imtina ederse bu durum da tebligat evrakına şerh düşmesi gerekecektir. Gösterilen bu usul geçerlilik koşuludur. Somut olayda, gerekçeli kararın ve davacı vekilinin temyiz dilekçesinin tebliği için davalı vekili Av. …’a çıkarılan tebligatın “bina görevlisinin muhatabın (avukatın) şehir dışında hastanede tedavi gördüğü ve hangi tarihte adrese döneceğinin belli olmadığı” beyanı üzerine Tebligat Kanunu’nun 21/1. Maddesindeki usuller uygulanmaksızın çıkış merciine iade edildiği ve bunun üzerine muhataba Tebligat Kanunu’nun 35. Maddesine göre gerekçeli kararın tebliği edildiği anlaşılmaktadır. Muhataba Tebligat Kanununun 35.maddesine göre tebligat yapılabilmesi için, muhatabın daha önce kendisine usulüne uygun şekilde en az bir kez tebliğ yapılmış olan adresini değiştirmesi, yeni adresini ilgili merciye bildirmemiş olması ve bunun yanında görevli memurun adres kayıt sisteminde kayıtlı adresini tespit edememiş olması gerekir. Oysa yukarıda açıklandığı üzere, gerekçeli kararın tebliği için muhataba (davalı vekiline) çıkarılan tebligat adresinin muhatabın doğru adresi olduğu, fakat muhatabın hastanede olması sebebiyle adresinde bulunmadığının tespit edilmiş olması karşında artık bu adrese Tebligat Kanunu’nun 21/1. Maddesine göre tebligat yapılması gerekirken, aynı adrese Tebligat Kanunu’nun 35. Maddesinde göre tebligat yapılması hatalı olup, bu haliyle yapılan tebligatın usulsüz olduğu anlaşılmaktadır.

O halde mahkemece, gerekçeli karar ile davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davalı vekili Av. …’a usulüne uygun tebliği sağlanarak, temyiz süresinin beklenilmesi ve ondan sonra temyiz incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderilmesi için dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 04.06.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HARCA TABİ BİR DAVADA DİLEKÇENİN HARÇ ALINMADAN YA DA EKSİK ALINARAK KAYDININ YAPILMIŞ OLMASI HALİNDE, USULÜN 178. MADDESİNDE YER ALAN AÇIK HÜKÜM SEBEBİYLE DAVANIN SÜRESİNDE AÇILMIŞ OLDUĞU ZAMANAŞIMI İTİRAZININ REDDİ GEREKTİĞİ

T.C.
Y A R G I T A Y
17.HUKUK DAİRESİ
ESAS KARAR
2008/2977 2009/395

-Y A R G I T A Y İ L A M I –

MAHKEMESİ :Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesi (Ticaret Mahkemesi sıfatıyla)
TARİHİ :11.12.2007
NUMARASI :2007/145-302
DAVACI :C…..Gıda Nak.Oto.İnş.Pet.Ürn.Tic.Ltd.Şti.
VEKİLİ : Av. Selim Hartavi
DAVALI :R. Sigorta A.Ş.

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekilince istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 27.1.2009 Salı günü davacı taraftan gelen olmadı. Davalı R. Sigorta Sigorta A.Ş vekili Av. Y. E. D. geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraf Avukatı dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü.

-K A R A R-

Davacı vekili dava dilekçesinde, davalı şirkete kasko sigortalı aracın tek taraflı trafik kazasında hasarlandığını, davalı tarafça olayın teminat dışında kaldığı gerekçesiyle tazminat ödenmediğini açıklayarak, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 34.950,00.YTL. sigorta tazminatının, olay tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, yetki ve iş bölümü itirazında bulunmuş ve davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan delillere göre, davanın kısmen kabulü ile 7.000,00.YTL. araç hasarı tazminatının ekspertiz raporunun düzenlenme tarihi olan 09.05.2005 tarihinden itibaren hesap edilecek ticari reeskont faizi ile davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, yoksun kalınan kar niteliğindeki 1.000,00.YTL. maddi tazminat talebinin kasko sigortası teminatı dışında kaldığından reddine, araç hasarı niteliğindeki 26.950,00.YTL. maddi tazminat talebinin ise zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Mahkemece yazılı şekilde hüküm kurulmuş ise de, 10.04.2007 tarihli dava dilekçesinin sonuç kısmında dava değeri olan 34.950,00.YTL. açıkça gösterilmiştir. Diğer yandan, 06.02.1984 gün ve 1983/7 Esas -1884/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında harca tabi olmayan davalarda hakimin dava dilekçesini havale tarihinde; harca tabi davalarda ise harcın ödendiği tarihte davanın açılmış sayılacağı öngörülmüştür. Davanın ne zaman açılmış sayılacağına dair yukarıda sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararı ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun “Dava İkamesi” baslıklı 178. maddesinde, “Arzuhallerin mahkeme kalemine kaydı tarihinde dava ikame edilmiş addolunur.” şeklinde ifadesini bulan yasa hükmüne göre, harca tabi bir davada dilekçenin harç alınmadan ya da eksik alınarak kaydının yapılmış olması halinde, usulün 178. maddesinde yer alan açık hüküm sebebiyle davanın süresinde açılmış olduğu yönünde kuşkuya düşmemek gerekir. Somut olayda, davacı vekili zamanaşımı süresi dolmadan dava dilekçesini hakime havale ettirip dava dilekçesinin sonuç kısmında açıkça belirtilen dava değerine rağmen eksik hesap edilen harcı yatırmış, bilahare bakiye 26.950,00.YTL.lık dava değeri üzerinden hesap edilen nispi harcı da 29.05.2007 tarihli ara kararı ile kendilerine verilen süre içerisinde 10.07.2007 tarihinde ilgili saymanlığa yatırmıştır. Bu hususun mahkemenin de kabulünde olduğu tartışmasızdır.O halde, dava dilekçesinin esas defterine kaydedilmeden önce harcın eksik alınmış olmasında davacı tarafın herhangi bir kusuru bulunmamaktadır. Kaldı ki, eksik harç ta Harçlar Kanununun 30.maddesi uyarınca davacı tarafça tamamlanmıştır. Bu durumda, söz konusu 26.950.00.YTL’lık dava değeri yönünden de işin esasına girilip, varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

2-Kabule göre de; Davacı aracında meydana gelen gerçek zarar miktarının belirlenmesi yönünden, HUMK.nun 275.maddesi uyarınca seçilecek makine mühendisi uzman bilirkişiden rapor alınmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru olmamıştır.

SONUÇ;Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı taraf yararına BOZULMASINA, duruşmada vekille temsil olunmayan davacı yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 60.00.TL temyiz başvuru harcının davacıdan alınmasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 05.02.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye

CEVAP DİLEKÇESİNDE ZAMANAŞIMI İLERİ SÜRÜLMEMESİ

T.C
YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2013/19416 E. ,
KARAR NO: 2014/1120 K.

Mahkemesi : Adana 4. İş Mahkemesi
Tarihi : 18/04/2013
Numarası : 2011/93-2013/226

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle davalı tanığı olan M.. A..’nın davacının en son ücretinin 750,00 TL olduğunu beyan ettiğinin anlaşılmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,

2-Davacı vekili, müvekkilinin 1998-2010 arası davalı şirkette çalıştığını, 1998-1999 yılları arasında yardımcı motor teknisyenliği, 2001-2003 yılları arasında motor teknisyenliği, 2003-2007 yılları arasında son kontrol teknisyenliği, 2007-2010 yılları arasında acil yardım teknisyenliği-servis danışmanlığı yaptığını, 2009 yılı Aralık ayında ustaların emrine çırak gibi verilerek çalıştırıldığını, işe alınırken senet imzalatıldığını, baskı nedeniyle kendisi istifa ediyormuş gibi gösterilerek 2010 yılı Ocak ayında işine son verildiğini, acil Yardım teknisyenliği yaptığı dönemde 7/24 saat hizmet verdiğini, milli bayramlarda çalıştığını ve işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile bazı işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının 01.06.1998 tarihinde çıraklık sözleşmesine istinaden stajyer olarak işe başladığını, 30.06.2003 tarihinde askere gideceğinden bahisle istifa ederek ayrıldığını, 05.03.2002 tarihinde yeniden teknisyen yardımcısı olarak işe başladığını, 05.01.2010 tarihinde kendi isteğiyle işten ayrıldığını, işe başlatılırken senet imzalatılması gibi bir durumun olmadığını, fazla çalışmasının bulunmadığını ve yıllık izinlerinin kullandırıldığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Taraflar arasında fazla mesai, ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi (6098 Sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.

Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.

Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.

1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.

Somut olayda davacı taraf 21.03.2013 tarihinde dava konusu alacakları için ıslah talebinde bulunmuş, ıslah dilekçesi davalıya 21.03.2013 tarihli duruşmada tebliğ edilmiş, davalı vekili 04.04.2013 havale tarihli dilekçesinde de zamanaşımı savunmasında bulunmuştur.

Mahkemece davalının ıslah dilekçesine karşı süresinde yaptığı zamanaşımı savunması dikkate alınmaksızın eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

3-Taraflar arasında davacının ulusal bayram ve genel tatil alacağının bulunup bulunmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Somut olayda davacı, dava dilekçesinde milli bayram çalışmasına ilişkin alacak talebinde bulunmuştur.

Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davacının milli bayramlar ile dini bayramlarda 1 gün çalıştığının kabulü ile ulusal bayram ve genel tatil alacağı hesaplanmıştır.

Mahkemece davacının talebi ile bağlı kalınarak sadece milli bayram çalışmasına ilişkin hesaplama yaptırılarak davaya konu alacağın hüküm altına alınması gerekirken talep aşılmak suretiyle hesaplama yapan bilirkişi raporuna itibar edilerek karar verilmesi hatalıdır.

O halde davalı vekilinin bu yönü amaçlayan temyiz itirazı kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 27.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MUHATABIN ADRESTE BULUNMAMA NEDENİ VE NE ZAMAN GELECEĞİ HUSUSU BELİRTİLMEDEN DAİMİ ÇALIŞANA YAPILAN TEBLİGAT USULSÜZDÜR

T.C
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2015/6343 E.
KARAR NO: 2018/3230 K.
TARİH : 21.05.2018

KARAR- Gerekçeli karar ve davacı vekilinin temyiz dilekçesi davalılar vekiline tebliğe çıkarılmış olmakla birlikte tebligat, muhatabın adreste bulunmama nedeni ve ne zaman geleceği hususu belirtilmeden, temyiz dilekçesi daimi çalışan….. gerekçeli karar ise daimi çalışan …..” imzasına yapılmış olup, tebliğ belgesinde muhatabın tevziat saatinde işyerinde bulunmamama sebebinin belirtilmediği, aynı gün dönüleceğine ilişkin bir tespite ise yer verilmediği görülmüştür.

Tebligat Kanunu’nun tevziat saatinde o yerde bulunmayıp, aynı gün tevziat saatinden sonra dönmeyeceği belirlenen muhataplar için düzenleme içeren 20. ve Yönetmeliği’nin 29. maddesinde aranan, anılan belirlemeye ilişkin bir açıklama da Tebliğ belgesinde bulunmamaktadır. Bu tebligat, Tebligat Kanunu’nun 17 ve 20; tebliğ tarihinde yürürlükte olan Yönetmeliğin 26 ve 29. madde hükümlerine uygun yapılmış değildir. Bu durumda, gerekçeli kararın ve davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davalılar vekiline usulüne uygun şekilde tebliğ edilip, temyiz süresinin beklenmesi, temyiz dilekçesi sunulması halinde bu dilekçenin dosyaya eklenmesi, İçin dosyanın yerel mahkemesine geri çevrilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan eksiklikler giderildikten sonra temyiz incelemesi için Dairemize gönderilmek üzere, dosyanın yerel mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 21.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İCRA KEFALETİ- KEFALET SÖZLEŞMESİNDE BORÇ MİKTARININ EL YAZISIYLA YAZILMAMASI-KEFALET SÖZLEŞMESİNİN GEÇERSİZLİĞİ

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
13. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2017/3711
KARAR NO : 2018/699

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

 

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : KAHRAMANMARAŞ 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 06/06/2017
NUMARASI : 2016/41 – 2017/176
DAVACI : S C
(İstinaf talebinde bulunan)
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : M İNŞ PET TİC LTD ŞTİ
(İstinaf talebinde bulunan) Hoca Bulvarı Maraşhan Sitesi B Bl Kat 5 Onikişubat/ K.MARAŞ
DAVANIN KONUSU : Menfi Tespit (Kefalet akdinden kaynaklanan)
KARAR TARİHİ : 04/04/2018

Taraf vekillerinin istinaf başvurusu üzerine dairemize gelen dosya incelendi;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili, Davalı şirket tarafından dava dışı …..İnş.Malz.Demir Çelik Müh.San Tic Ltd Şti, Adem , Servet  ve İbrahim  aleyhine K.Maraş 3.İcra Müdürlüğünün 2015/6991 E sayılı takip dosyası ile 440.000,00 TL lik icra takibine başlanıldığını alacaklı tarafça borcun tahsili amacıyla müteselsil borçlulardan Adem ‘e müracaat edilmesi üzerine müvekkilinin matbu evrak üzerinde 03.08.2015 tarihinde icra kefili sıfatıyla icra taahhütnamesi imzaladığını, taahhüt tutanağının kefil sıfatıyla imzalanmasının kefil sorumluluğu doğurmayacağını, taahhütnamede kefilin sorumlu olduğu azami miktar ve kefalet tarihinin müvekkilinin el yazısı ile yazılmadığını, bu haliyle tutanağın 6098 Sayılı TBK’nun 583.maddesine uygun olmadığını belirterek davanın kabulü ile müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı taraf, açılan davanın reddini istemiştir.

Mahkeme, dosyada bulunan ve icra müdürlüğü önünde verilen icra kefalet sözleşmesinin incelenmesinde davacının kefil olarak sözleşmeye imza attığı, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun kefalete ilişkin hükümlerinde, kefil olarak sözleşmeye imza atan şahsın sorumluluk miktarının kefilin el yazısı ile belirtilmesi ve bu hususun kefil tarafından ıslak imzalı olarak imzalanması gerektiği ve kefalet sözleşmesinin yapıldığı sırada kefilin evli olması durumunda en geç sözleşme imzalanana kadar eşin kefalete ilişkin rızasının alınması gerektiğine yer verildiği, İcra dairesi önünde verilen kefaletinde kural olarak TBK’nun 581 ve devamı maddelerine tabi olduğu, icra dairesi önünde verilen kefalet kanun gereğince müteselsil kefalet olduğu, bu hususlar ve icra dairesi önünde yapılan icra kefaleti sözleşmesi dikkate alındığında dava konusu kefalet sözleşmesi geçerli olmadığından davanın kabulüne, davacının borçlu olmadığının tespitine ancak kötü niyet tazminatının reddine karar vermiştir.

Karara karşı davacı taraf istinaf başvurunda bulunarak; davalı alacaklının kötü niyetli olduğunu yasada aranan tüm şartların yerine gelmesine rağmen icra inkar tazminatına hükmedilmemesinin yerinde olmadığını kararın kaldırılarak taleplerinin tam kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.

Karara karşı davalı taraf istinaf başvurunda bulunarak; mahkeme tarafından verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu, davaya bakma görevinin asliye hukuk mahkemelerine ait olmadığını ve görevsizlik kararı verilmesi gerektiğini, taraflar arasında usulüne uygun yapılan bir icra kefaletnamesi olduğunu ve davacının kefil olduğu borç itibariyle hukuki sorumluluğunun olduğunu, ayrıca mahkeme davacı lehine maktu vekalet ücreti hükmetmesi gerekirken nispi vekalet ücreti hükmetmesinin hatalı olduğunu, bu nedenlerle mahkeme kararın kaldırılmasını talep etmiştir.

Dosya istinaf sebepleri ile birlikte HMK’nun 355. maddesi çerçevesinde incelenmiş ve kararın, dava dayanağı icra kefalet senedinin TBK nun 583/1. Maddesinde belirtilen unsurların el yazısı ile yazılmasının zorunluluğu bakımından istenilen şekil şartlarını taşımadığı ve 584. Maddeye göre zorunlu olan eşin rızasının da bulunmadığı belirlenerek mahkemece, dosyada bulunan delillerin takdirinde hata yapılmadan iddia ve savunma ile birlikte hukuka uygun şekilde değerlendirilmek suretiyle dairemizce de benimsenen yasal ve hukuksal gerekçelere ve maddi delillere dayandırılarak verilmiş olduğu anlaşılmakla, kefalet akdinin geçersiz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, ancak takip esnasında oluşan kefillik durumu nedeniyle takibe dahil edilmesi halinin varlığı kötü niyeti ortaya koymayacağından şartları oluşmadığından kötüniyet tazminat talebinin ise reddine dair usul ve yasaya uygun olan karara karşı tüm istinaf sebepleri yerinde bulunmadığından aşağıda hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Yukarıda gerekçesi açıklanan nedenlerle;
1-Kahramanmaraş 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2016/41 Esas ve 2017/176 sayılı kararının usul ve yasaya uygun olduğu anlaşıldığından taraf vekillerinin istinaf başvurusunun ayrı ayrı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Alınması gereken 30.056,00-TL nispi karar harcından, peşin alınan 7.522,00-TL harç düşüldükten sonra kalan 22.534,00-TL harcın davalıdan alınarak hazineye irat kaydına,
3-Davacıdan yeterince harç alındığından yeniden harç alınmasına yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda HMK’nın 361. Maddesi gereğince tebliğden itibaren iki hafta içinde Yargıtay temyiz yolu açık olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 04/04/2018

Başkan Üye Üye Katip
29297 41382 95144 128473
¸e-imzalı ¸e-imzalı ¸e-imzalı ¸e-imzalı

 

GÖTÜRÜ USULÜ BORÇ- İLAMDAN KAYNAKLANAN PARA BORCUNU TAKİPTEN ÖNCE ÖDEYEN BORÇLUNUN ALACAKLIYA BİLDİRİLMESİ GEREKİR

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2018/1042
KARAR NO : 2018/2298

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 1. İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 19/02/2018
NUMARASI : 2017/1247 Esas, 2018/309 Karar
DAVACI (BORÇLU) : U. B. PREF TEKSTİL TURİZM SAN TİC A.Ş –
DAVALI (ALACAKLI) : H.O..
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVANIN KONUSU : İcra Emrine İtiraz
KARAR TARİHİ : 05/11/2018
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 05/11/2018

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının süresi içinde istinaf yolu ile incelenmesi davalı (alacaklı) vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahalinden gönderilmiş olmakla;

Davacı (borçlu) vekilinin dava dilekçesi ile, Şanlıurfa 1.İş Mahkemesinin 2017/212 Esas, 2017/591 karar sayılı kararı ile müvekkili aleyhine karar verildiğini, alacaklı taraf ile haricen anlaşarak dava konusu borcu ve işlemiş faizlerini alacaklı vekilinin hesabına 30/11/2017 tarihinde 82.428,38 TL olarak ödediklerini, alacaklının Şanlıurfa 1. İş Mahkemesinin kararına dayanarak ilamlı icra takibi başlattığını, takibin dürüstlük ilkesine aykırı olduğunu, bu nedenle icranın 82.428,38 TL yönünden itfa sebebiyle geri bırakılmasına karar verilmesini talep ettiği,
Davalı (alacaklı) vekilinin cevap dilekçesi ile, icra takibinin geçici olarak tedbiren durdurulması kararının taleple bağlılık ilkesine aykırı olduğunu, davacı tarafın talebinin dikkate alınarak, 82.428,38 TL yönünden takibin durdurulmasına, bakiye alacak yönünden takibin devamına karar verilmesi gerektiğini, kısmi ödemenin taraflarına bildirilmediğini, dava tarihiyle yapılan ödemeden haberdar olduklarını, davacının icra takibine kendisinin sebebiyet verdiğini, takibin bakiye alacak miktarı olan 18.620,18 TL yönünden devamına karar verilmesini talep ettiği,

İlk derece mahkemesince, Garanti Bankasına yazılan 24/01/2018 tarihli müzekkeye verilen cevabi yazıda, davacı şirketin hesap hareketlerinin incelenmesinde; 30/11/2017 tarihinde “Selim Hartavi Ş.urfa 2.İş Mahk. 2017/212 Esas” açıklamasıyla 82.428,38 TL’lik ödemenin yapıldığı, borç davacı (borçlu) tarafından ödendiği gerekçesiyle itirazın kabulü ile, Şanlıurfa 3.İcra müdürlüğünün 2017/16860 esas sayılı takip dosyasının ifta sebebiyle 82.428,38 TL yönünden İİK’nun 33.maddesi gereğince icranın geri bırakılmasına karar verildiği,
Davacı (borçlu) vekilinin 21/03/2018 tarihli tavzih talebi ile, mahkeme kararına rağmen alacaklı tarafın takip talebini yapabileceği rakam hüküm fıkrasında gösterilmediğinden icra müdürlüğünün yaptığı dosya kapak hesabında hataya düştüğünü, mahkemece hüküm fıkrasının tavzihi (açıklaması) ile alacaklı tarafın 82.428,38 TL ödeme yapıldıktan sonra kalan ve takip talebinde bulunabileceği alacak miktarının kararda gösterilmesini talep ettiği,

İlk derece mahkemesinin 22/03/2018 tarihli tavzih kararı ile, Tavzih talebinin kabulü ile, icra takibinin; takipten önce ödenen 82.428,38 TL’nin TBK 100 vd. maddeleri gereği öncelikle faiz ve asıl alacağın ferisi niteliğindeki alacaklara mahsubuyla takibin 6.784,92 TL Destekten Yoksun Kalma Tazminatı ana para alacağı yönünden devamına karar verdiği,

Davalı (alacaklı) vekilinin istinafa başvuru dilekçesi ile, özetle yerel mahkeme asıl kararı yönünden cevap dilekçesini tekrar ile, tavzih kararı yönünden yerel mahkemenin davacı yanın talebini aynen asıl kararının hüküm fıkrasında açıkladığını, tavzih kararının taleple bağlılık ilkesine aykırı olduğunu, ayrıca asıl kararda muğlaklık bulunmadığını, davacı tarafça 21/03/2018 tarihinde 18.964,64 TL yatırıldığını, yerel mahkeme kararının infaz edildiğini, tavzih kararı ile hüküm fıkrasının değiştirilemeyeceğini, ancak yerel mahkemece tavzih yolu ile yeni hüküm kurulduğunu, usul ve yasaya aykırı ilk derece mahkemesi kararının ve tavzih kararının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep ettiği,

Somut olayda, Davalı (alacaklı) tarafça davacı (borçlu) aleyhine Şanlıurfa 3.İcra müdürlüğünün 2017/16860 esas sayılı icra dosyasıyla ilamlı icra takibi başlatıldığı, takibin dayanağının Şanlıurfa 1.İş Mahkemesinin 2017/212 Esas, 2017/591 karar sayılı kararı olduğu, icra dosyasında davacı (borçlu) adına çıkartılan icra emri tebligatının 07/12/2017 tarihinde tebliğ edildiği, söz konusu davada yerel mahkemece öncelikle, ödenen para alacaklıya bildirilmediğinden temerrütün hangi tarihte oluştuğunun tespiti ile, ödenen paranın takip tarihi itibarıyla icra emirine etkisinin ve hangi kalemlere ilişkin ve miktarlar üzerinden icranın geri bırakılmasını sağladığının net olarak bilirkişi incelemesi ile tespiti ve buna bağlı olarak tarafların delillerinin değerlendirilerek sonucuna göre önceki karar ile bağlı kalmaksızın yeniden bir karar verilmesi için HMK 353/1-a-6 maddesi gereğince dosyanın esası incelenmeden ilk derece mahkemesi kararının ve tavzih kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye gönderilmesine karar verilmiştir.
HÜKÜM :
1-HMK 353/1-a-6 maddesi gereğince;
ŞANLIURFA 1. İCRA HUKUK MAHKEMESİ’nin 2017/1247 Esas, 2018/309 Karar sayılı ve 19/02/2018 tarihli kararının ve 22/03/2018 tarihli tavzih kararının KALDIRILMASINA,
2- Davanın yeniden görülmesi ve önceki kararla bağlı kalmaksızın ödenen para alacaklıya bildirilmediğinden temerrütün hangi tarihte oluştuğunun tespiti ile, ödenen paranın takip tarihi itibarıyla icra emirine etkisinin ve hangi kalemlere ilişkin ve miktarlar üzerinden icranın geri bırakılmasını sağladığının net olarak bilirkişi incelemesi ile tespiti ve buna bağlı olarak tarafların delillerinin değerlendirilerek sonucuna göre yeniden hüküm kurulması için dosyanın ŞANLIURFA 1. İCRA HUKUK MAHKEMESİ’ne gönderilmesine,
3-Peşin alınan istinaf harcının mahsup ve yeterliliğine,
4-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,
Dair dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu tarafların yokluğunda HMK353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oy birliği ile karar verildi. 05/11/2018

Başkan Üye Üye Katip
38110 36097 41846 133804
E-İmzalı E-İmzalı E-İmzalı E-İmzalı

EMNİYET ŞERİDİNDE PARK -ASLİ KUSUR

T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu

Esas No:2014/804
Karar No:2015/70
K. Tarihi:

Taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma suçundan sanık H.. Ç..’ın beraatine ilişkin, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.10.2011 gün ve 88-564 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 21.11.2013 gün ve 3956-26392 sayı ile;

“18.01.2011 günü saat 16.30 sıralarında, sanığın kullandığı kargo şirketine ait kamyonetin Ankara-Çubuk karayolunda, havalimanı yönünde üç şeritli yolun sağ şeridinde, yolun karşısında bulunan işyerine kargo bırakmak için yardımcı elemanın karşıya geçtiği ve sanığın aracın içindeyken dörtlülerini yakıp duraklamakta olduğu esnada; aynı yönden gelen ve ölen M.. D..’nin kullandığı otomobilin kargo kamyonetine arkadan çarpması ve iki kişinin ölümü ile bir kişinin hayat fonksiyonlarına etkisi dördüncü derece kemik kırığı olacak şekilde yaralanması ile sonuçlanan olayda; sanığın duraklamanın yasak olduğu taşıt yolu üzerinde duraklaması nedeni ile kusurlu olduğunun tespitine ilişkin trafik kaza tespit tutanağının oluşa ve dosya içeriğine uygun olduğu ve sanığın mahkumiyeti yerine bilirkişi raporuna itibarla sanığın beraatına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 02.04.2014 gün ve 93-110 sayı ile;
“…Olay günü maktul M.. D..’nin sevk ve idaresindeki 06 …. plakalı araçla Ankara-Çubuk istikametinde seyir halinde iken yol kenarında park etmiş ve uyarı babından dörtlü sinyallerinin yanık olduğu anlaşılan 34 …plaka sayılı araca arkadan çarpmak suretiyle iki kişinin öldüğü ve katılan K.. D..’nin ağır şekilde yaralandığı sabittir.

İlk kararımızda da belirtildiği üzere olay tarihinde güneşin batış saati 18.03 olup kazanın 17.00 sıralarında meydana gelmiş olması nedeni ile havanın aydınlık olduğunda bir tereddüt yoktur.

Trafik kaza tutanağından da görüleceği üzere Ankara-Çubuk yolunun asfalt kaplama, 12.70 metre genişliğinde, 3 şeritli ve yüzeyinin kuru olduğu anlaşılmaktadır. Kazanın meydana geldiği yerde görüşü engelleyecek viraj, tepe üstü şeklinde bir mani de yoktur. Trafik memurlarınca düzenlenen ve Yargıtay bozma ilamına konu 18.01.2011 tarihli raporda; sanığın yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde zorunlu haller dışında park etme, duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama kuralını ihlal ettiği gerekçesi ile kusurlu bulunmuştur.
Trafik Kaza Raporu yolun teknik durumu itibari ile salt taşıt yolunda durmuş olması sebebi ile kazanın meydana gelmesinde kusurlu sayılıp sayılmayacağı konusunda uzman teknik bilirkişiye gidilmiş 18.04.2011 tarihli raporda; açıkca durulan yer ve sebepleri de yazılmak suretiyle sanığa kusur atfedilemeyeceği belirtilmiş, bu rapor mahkememizce yeterli ve yerinde bulunmuştur.

2918 sayılı Yasanın 59 ve 60. maddeleri açıkça duraklamanın yasak olduğu yerleri zikretmiş olup sanığın durakladığı yerin 2918 sayılı Yasanın 60. maddesinde sayılan yerlerden olmadığı açıkça görülmektedir.

Kaldı ki; sanığın duraklaması, park etmesi yasak yerlerden olduğu kabul edilse dahi idari nitelikte kusur sayılacak bu eylemin meydana gelen neticeye sebep olup olmayacağı tartışılmalıdır.

Suçun maddi unsurları teoride tanımlanırken hareket, netice ve aradaki illiyet bağının varlığı aranmaktadır.

Olayda sanık yukarıda değinildiği gibi hatalı park etmiş olsa dahi bu park sebebi ile kazanın oluşup oluşmadığı zikredilmelidir. Zira trafik kaza tutanağı sadece durulması yasak yerlerde durmuş olması nedeni ile sanığa kusur atfetmektedir.

Kaza netice itibari ile facia denecek ağırlıktadır. 2 ölü 1 ağır yaralının mevcudiyeti karşısında duygusal olarak düşünülecek olursa sanığı cezalandırmak gerekebilir, ancak ceza yargılamasında duygusallığa yer vermek adaletsizliğin ta kendisi olacaktır, hak ihlali olacaktır.

Havanın gündüz, yolun 3 şeritli, aracın durması sebebi ile görüşün herhangi bir şekilde engellenmemiş olması ve özellikle aksi de kanıtlanamadığından dörtlü sinyallerin de yanık olması karşısında maktulün rahatlıkla iki ayrı şeritten geçip gitme ihtimali varken dalgınlık, uykusuzluk ve benzeri sebeple yolda duran ve geçişi engellemeyen sanığın aracına gidip arkadan çarpmasında kanunun aradığı manada illiyet bağının olmadığı kanaatına varılmıştır.

Taksirli suçlar Yargıtay uygulamalarından da anlaşılacağı üzere kişilere dikkatli ve özenli davranma konusunda yükümlülük getirmektedir. Bu yükümlüğün ihlali yaptırımla karşılanmaktadır. Ancak gerek kasıtlı gerek taksirli suçlar bakımından da fiil ile netice arasında illiyet bağının varlığı yukarıda tanımlandığı gibi zorunludur.

Sanığın yolda duraklamış olması kusurlu kabul edilse dahi bu trafik cezasını gerektirecek nitelikte bir eylem olup salt bu eylem ile netice arasında illiyet bağı olmadığından sanığa kusur atfedilememiştir” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 08.12.2014 gün ve 163927 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iki kişinin ölümü ve bir kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olayda sanığın kusurunun bulunup bulunmadığı ve buna bağlı olarak taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma suçunun sabit olup olmadığının tespitine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Bir kargo şirketinde şoför olarak çalışan sanığın aynı işyerinde kurye olan tanık Y.. B..’yı yanına alıp Çubuk İlçesi’ne kargo teslim etmek üzere Ford Transit marka kapalı kasa kamyonetle yola çıktığı, saat 16.30-17.00 sıralarında Ankara-Çubuk Karayolu’nun 3,8. km’sinde teslimat yapacakları firmanın karşısına geldiklerinde, üç şeritli yolun en sağ şeridinde duraklayıp aracı stop ettirmeden el frenini çekip dörtlü flaşörlerini de yakarak kuryeden yolun karşısındaki büfeye gidip kargoyu büfeye mi yoksa fabrikaya mı teslim edeceklerini sormasını istediği, kurye büfeye giderken sanığın araçta beklediği sırada sürücü koltuğunda M.. D.., ön sağ koltuğunda A.. D.. ve arka koltukta katılan K.. D..’nin bulunduğu 1997 model Doğan SLX marka aracın, sanığın duraklamakta olan aracına arkadan çarptığı, A.. D..’nin kaza mahallinde, M.. D..’nin üç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra hastanede öldüğü, K.. D..’nin ise, hayati tehlike geçirmeyecek, ancak basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmayan, hayat fonksiyonlarına etkisi dördüncü derece kemik kırığı olacak şekilde yaralandığı, sürücü belgeli sanığın alkolsüz olduğu, ölen şoför M.. D..’nin ise alkol tetkikinin yapılmadığı,

Trafik kazası tespit tutanağında; Ankara ilinden Çubuk ilçesi istikametine seyir halinde olan ölen M.. D.. yönetimindeki aracın Ankara-Çubuk yolunun 3,8. km’sine geldiğinde yolun sağ şeridinde duraklamış olarak bekleyen sanığın aracına arkadan çarpması sonucu kazanın meydana geldiği, bu kazada ölen M.. D..’nin asli kusurlardan “arkadan çarpma” sanığın ise yine asli kusurlardan “yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde zorunlu haller dışında park etme veya duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama” kuralını ihlal ettiği bilgilerine yer verildiği,

Olay yeri inceleme raporunda; asfalt yol yüzeyinin kuru, genişliğinin 12,70 metre olduğu, kaza mahallinde herhangi bir fren izinin bulunmadığı, kaza mahallinde duraklama yapıldığına dair bir uyarı işaret levhasının da olmadığının belirtildiği,

Kovuşturma aşamasında emekli trafik uzmanı bilirkişi tarafından düzenlenen raporda ise; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun tanımlar maddesinde duraklamanın; trafik zorunlulukları dışında araçların insan indirmek ve bindirmek, eşya yüklemek boşaltmak veya beklemek amacıyla kısa süre için durdurulması olarak tarif edildiği, aynı kanunun 59. maddesinde yerleşim birimleri dışındaki karayolunda zorunlu haller dışında taşıt yolu üzerinde duraklamak veya park etmenin yasak olduğunun belirtildiği, 60. maddesinde ise, duraklamanın yasak olduğu yerlerin açıklandığı, bu durumda sanığın kullandığı kamyonetin durakladığı yerde belirtilen yasakların hiçbirinin bulunmadığı, sanığa olayın meydana geldiği yerde duraklamasından dolayı kusur izafe edilemeyeceği, arka istikametten gelerek arkadan çarpan müteveffa sürücünün otomobilinden korunma ya da olayı önleme imkanının bulunmadığı, müteveffa sürücünün ise seyrettiği yolun refüjle bölünmüş tek istikametli ve 12,70 metre genişlikte olduğunu düşünerek, yolda seyreden diğer araçları da dikkate alarak süratini tehlikeli bir durumun oluşması halinde en kısa mesafede aracını durdurabileceği asgari hıza düşürmesi, yolu kontrol edip dikkatini yola vermesi, önünde ve sağında duraklamış olarak bekleyen sanığın aracını gördüğünde yolun boş olan sol tarafına girmesi gerekirken bu tedbirlere dikkat etmeden sanığın aracına çarpmasıyla 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 84. maddesinin d bendinde belirlenen trafik kuralını ihlal edip aşırı derecede dikkatsizlik ve tedbirsizlikte bulunduğu ve olayda tamamen kusurlu olduğu, dosyadaki trafik kazası tespit tutanağını düzenleyen bilirkişilerin kanaatine iştirak edilmediği, zira raporun Karayolları Trafik Kanunu’nun 60. madde hükümleri dikkate alınmadan sadece 59. maddesi esas alınmak suretiyle düzenlendiği kanaatinin açıklandığı,

Anlaşılmaktadır

Ölenlerin bulunduğu aracın arka koltuğunda oturan ve kazada yaralanan müdahil K.. D..; Çubuk’a geldiklerinde Ankara Bulvarı’nda bir araca çarptıklarını, kaza anını hatırlamadığını beyan etmiş

Tanık Y.. B..; Ankara-Çubuk yolunda ilerlerken sanığın yolun sağında durduğunu, kendisinin yolun karşısında bulunan büfeye kargoyu nereye bırakacaklarını sormaya gittiğini, dönerken tam orta refüjde bulunduğu sırada büyük bir gürültü duyunca dönüp baktığında kazayı gördüğünü, kaza esnasında karşıdan karşıya geçtiği için yolun diğer tarafına baktığını, bu nedenle çarpma anını göremediğini, ancak herhangi bir fren veya korna sesi duymadığını, kaza esnasında sanığın aracının yol kenarında dörtlü sinyal lambaları yanık, motorunun çalışır vaziyette olduğunu, havanın henüz kararmadığını, yolun düz olduğunu, görüşü engelleyen bir hal bulunmadığını belirtmiş,

Sanık ise; Ankara Bulvarı üzerinde kullandığı aracı yolun en sağına gelecek şekilde durdurduğunu, el frenini çekip dörtlüleri yaktığını, yol kenarında bekleme yaptığı esnada büyük bir gürültüyle aracın sallandığını, kafasını sert şekilde direksiyona çarptığını, aracından inip çarpan araca doğru giderken bayıldığını, aracını park etmediğini, motor çalışır vaziyetteyken kısa süreli bekleme yaptığını, aracını kurallara uygun olarak durdurduğunu, olayda kusurunun olmadığını savunmuştur.

5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç kural olarak; ancak kastla işlenebilecekken, kanunda açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.02.2014 gün ve 10-80, 25.03.2008 gün ve 43-62; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında vurgulandığı ve öğretide benimsendiği üzere taksirin unsurları;
1- Taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5-Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.

Taksirli suçlarda da, gerek icrai gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.

Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.

5237 sayılı TCK’nun 22. maddesinin gerekçesinde; “…Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.

Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder…” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.

Buna göre; yargılamayı gerçekleştiren hâkimin, bilirkişilerin tespit ettikleri kusurun varlığı ya da yokluğu ve kusur oranları ile bağlı olmayıp, bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun bulunup bulunmadığının, varsa kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının, her olayın özelliklerine göre ve kanuni gerekçelerle bizzat belirlemesi gerekmektedir. Bu kapsamda olayın gerçekleşme şeklini belirleme görevi de hâkime ait olup bilirkişi ancak bu hususta ortaya koyacağı teknik veriler ile hâkime yardımcı olabilecek ve tarafların taksirli davranışlarının ve kusur durumlarının nelerden ibaret olduğunu gösterecektir. Nitekim CGK’ nun 26.11.2013 gün ve 422-519 ve 25.03.2014 gün ve 9-138 sayılı kararları da aynı doğrultudadır.

Diğer taraftan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun “tanımlar” başlıklı 3. maddesinde duraklama; “trafik zorunlulukları dışında araçların, insan indirmek ve bindirmek, eşya yüklemek, boşaltmak veya beklemek amacı ile kısa bir süre için durdurulması” şeklinde tanımlanmış, “duraklama ve park etme” başlıklı 59. maddesinde; “yerleşim birimleri dışındaki kara yolunda zorunlu haller dışında taşıt yolu üzerinde duraklamak veya park etmenin yasak olduğu” açıklanmış, “duraklamanın yasak olduğu yerler” başlıklı 60. maddesinde;

“ Taşıt yolu üzerinde;
a) Duraklamanın yasaklandığının bir trafik işareti ile belirtilmiş olduğu yerlerde,
b) Sol şeritte,(raylı sistemin bulunduğu yollar hariç),
c) Yaya ve okul geçitleri ile diğer geçitlerde,
d) Kavşaklar, tüneller, rampalar, köprüler ve bağlantı yollarında ve buralara, yerleşim birimleri içinde beş metre ve yerleşim birimleri dışında yüz metre mesafede,
e) Görüşün yeterli olmadığı tepelere yakın yerlerde ve dönemeçlerde,
f) Otobüs, tramvay ve taksi duraklarında,
g) Duraklayan veya park edilen araçların yanında,
h) İşaret levhalarına, yaklaşım yönünde ve park izni verilen yerler dışında; yerleşim birimi içinde onbeş metre ve yerleşim birimi dışında yüz metre mesafede,
Duraklama yasaktır” hükmü yer almış ve “trafik kazalarında sürücü kusurlarının tespiti ve asli kusur sayılan haller” başlıklı 84. maddesinin k bendinde ise;
“Araç sürücüleri trafik kazalarında;

k) Yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde, zorunlu haller dışında park etme veya duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama, …
Hallerinde asli kusurlu sayılırlar…” hükümlerine yer verilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Olay tarihinde saat 16.30-17.00 sıralarında sanığın sevk ve idaresindeki kamyonetle Ankara-Çubuk karayolunda seyir halindeyken Ankara Bulvarı’na geldiğinde, araçta bulunan kurye Y.. B..’nın kargoyu bırakacakları yeri sormak üzere yolun karşısındaki büfeye gittiği sırada gidiş ve geliş yönünün refüj ile ayrıldığı, zemini kuru olan üç şeritli asfalt yolun en sağ şeridinde kamyonetinin motoru çalışır vaziyette iken el frenini çekip dörtlü flaşörlerini de yakarak duraklama yaptıktan kısa bir süre sonra, arkadan gelen M.. D..’nin sevk ve idaresindeki otomobilin sanığın aracına arkadan çarptığı, otomobilde bulunan M.. D.. ve A.. D..’nin öldüğü, aynı araçta bulunan K.. D..’nin yaralandığı olayda, ölen M.. D..’nin Karayolları Trafik Kanununun 84. maddesinin (d) bendinde belirtilen “arkadan çarpma” kuralını ihlal etmesi, aracının hızını trafik akışına uydurmamak suretiyle dikkatsiz ve tedbirsiz davranması nedeniyle asli kusurlu olduğu, sanığın da; kısa süreliğine adres sorulup yola devam edilmesinin trafikte zorunlu hal olarak nitelendirilemeyeceği gözetildiğinde, aynı kanunun 59. maddesine göre; yerleşim birimleri dışındaki karayolunda yasak olan yerde duraklaması, trafiğin aktığı asfalt kaplama yolun dışındaki toprak kısımda duraklama imkanı varken üç şeritli karayolunun bir şeridini işgal etmesi, duraklanan yerin yerleşim birimleri dışında bulunması nedeniyle anılan kanunun 60. maddesinin somut olayda uygulama imkânının olmadığı, dolayısıyla kazanın ve bunun sonucunda ölüm ile yaralanmanın meydana gelmesinde ölenle birlikte kusurlu olduğu ve kaza tespit tutanağının oluşa uygun bulunduğu gözetilmeden, mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.

Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün somut olayda kusuru bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1-Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 02.04.2014 gün ve 93-110 sayılı direnme hükmünün somut olayda kusuru bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.03.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.

BABA OĞUL TAŞINMAZ DEVRİ- TASARRUFUN İPTALİ

TÜRK MİLLETİ ADINA

GEREKÇELİ KARAR

T.C.
ŞANLIURFA
2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2016/269 Esas
KARAR NO : 2017/9
DAVACI : İ.K.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ –
DAVALILAR : 1- M.E.
2- M A.E
DAVA : Tasarrufun İptali (İİK 277 Ve Devamı)
DAVA TARİHİ : 21/03/2016
KARAR TARİHİ : 05/01/2017

Mahkememizde görülmekte bulunan Tasarrufun İptali (İİK 277 Ve Devamı) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle ; davalılardan M. E.’un vekil eden İ. K.’na olan 52.500,00 TL tutarındaki borcuna karşılık olarak 01/06/2015 tanzim , 01/07/2015 vade tarihli 52.500,00 TL meblağlı bonoyu vekil edene bıraktığını, borcun vadesinde ödenmemesi nedeniyle vekil eden borçlu M.E. aleyhine Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2016/43 Esas sayılı icra takip dosyası ile takibe geçildiğini, davalı M.E. aleyhine Kambiyo Senetlerine özgü haciz yolu ile yapılan takip dosyasında borçluya ödeme emri takibin kesinleşmesine müteakiben 11/02/2016 tarihinde uyap sistemi üzerinden yapılan Takbis sorgulamasında borçlu adına Şanlıurfa ili Merkez İlçesi Çiçekli köyü Terziharabesi mevkii 523 parsel nolu taşınmaz kaydı tespit edildiğini, dava konusu taşınmaz kaydına haciz konulması için Tapu Sicil Müdürlüğü’ne yazılan haciz müzekkeresi sonucunda borçlu M. E.’un 15/02/2016 tarihinde 6708 yevmiye numarası ile diğer davalı ve aynı zamanda oğlu olan M. A.’a satış işleminden tescil edildiğinin tespit edildiğini arasında yapılan alım satım akdinin muvazaali olduğunu ve tasarrufun iptali gerektiğini, davalı M.E.’un borcun doğumundan ve icra takibine geçildikten sonra adına kayıtlı gayrimenkulü diğer davalı oğlu 1990 doğumlu M. A. E.’a bedelsiz devrettiğinin sabit olduğunu temlik işleminin takip sonrası yapılmasının davalının kötüniyetli olduğunu ve alacaklıdan mal kaçırma kastıyla yapıldığını açıkça ortaya koymakta olduğunu, yine taraflar arasında alacak borç ilişkisi bulunmadığı halde dava konusu taşınmazın bedelsiz olarak diğer davalıya devrinin mal kaçırma kastının varlığına karine oluşturmakta ve yargıtay uygulamalarında bu gibi durumlarda diğer davalı üçüncü kişinin kötüniyetli olma şartını aramamakta olduğunu, davalı M. E. adına başkaca mal bulunmadığını, beyan etmiş olduğu tüm bu nedenlerle dava konusu satışı yapılan dava konusu taşınmaz üzerine ihtiyati tedbir konularak borçlu M. E. adına kayıtlı iken 15/02/2016 tarihinde 6708 yevmiye numarası ile M. A.E.’a yapılan satış işleminden Şanlıurfa ili Merkez İlçesi Çiçekli köyü Terziharabesi mevkii 523 parsel nolu taşınmazın icra dosyasındaki tüm alacak miktarı kadar İİK. 277 maddelerine göre cebri icra yoluyla alacağın tahsiline yetki verilmek üzere tasarrufun iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmiş, davalıların davaya cevap vermedikleri ve duruşmalara katılmadıkları görülmüştür.
Şanlıurfa 3. İcra Dairesinin 2016/43 nolu dosyasının incelenmesinde; alacaklı İ.K. tarafından borçlu M.E.’a karşı 65.047,36 TL asıl alacağın ( masraflar ve faiz hariç ) tahsili istemiyle icra takibi başlatıldığı, anlaşılmıştır. Mahkememizce dava konusu taşınmazın tapu kaydının celbi hususunda tapu müdürlüğüne müzekkere yazılmış ve gelen kayıtlar dosyamız arasına alınmıştır. Mahkememizce ilgili kolluğa ve Ocak 2016 tarihi itibariyle davalıların üzerlerine kayıtlı mal varlığının bulunup bulunmadığının araştırılması hususunda tapu müdürlüğü’ne müzekkere yazıldığı ve gelen müzekkere cevapları dosyamız arasına alınmıştır.
Dava İİK 227. Maddesi ve devamı gereğince tasarrufun iptali davasıdır.
Mahkememizce, dava dilekçesi , icra dosyası, dava konusu borca ilişkin belge, bilgi ve kayıtlar, gelen müzekkere cevapları, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; takip dayanağının 01/07/2015 ödeme tarihli, 01/06/2015 düzenleme tarihli borçlusu davalı M. E., alacaklısı davacı İ. olan bono olduğu, 523 parsel sayılı taşınmazın 15/02/2016 tarihinde davalı-borçlu tarafından oğlu diğer davalı M.A.ye devredildiği anlaşılmakla Yargıtay 17.H. D. 2007/2113 E., 2007/1416 sayılı kararında ” …Borçlu Serdar ile tasarrufta bulunduğu 3. kişi Melek kardeş olup bunun aksi iddia olunmamıştır. İİK’nun 278/2.maddesinin 1.bendine göre borçlu Serdar ile 3.kişi Melek arasındaki akrabalık ilişkisine nazaran yapılan tasarruf bağışlama hükmündedir. Sözkonusu maddenin uygulanmasında 3.kişinin iyi niyetli olması koşulu aranmaz. Borçlunun vadesi gelmiş borcunu ödememek için taşınmazını kardeşine satmasının alacaklılara zarar vermek kasdıyla ve iyiniyetli bir kişiden beklenmeyecek bu tasarruf niteliğinde olduğuda kuşkusuzdur.” şeklindeki yerleşik içtihatlarıyla yakın akrabalar arasındaki tasarrufun bağışlama hükmünde olup burada borçludan satın alan kişinin iyi niyetli olup olmadığına bakılmayacağı sabit olmakla somut olayda davalıların baba-oğul oldukları ve alacaklıdan mal kaçırma kastıyla hareket ettikleri anlaşılmakla Şanlıurfa 3. İcra Dairesinin 2016/43 nolu dosyasında takip borcu toplamı olan 65.047,36 TL alacağın tahsili için davacıya taşınmaz üzerinde haciz ve satış yetkisi verilmesine ve ancak 640,60 TL yönünden (dava değeri 65.687,96 TL olup takibe geçilen borç miktarı 65.047,36 TL olmakla) davanın reddine karar verilmiştir.

HÜKÜM:Yukarıda açıklanan gerekçeye göre;
1-Davacının davasının KISMEN KABULÜ ile,
Şanlıurfa ili, Çiçekli Mahallesi, Terziharabesi mevkii, 523.parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının muhafaza edilerek, toplam 65.047,36 TL alacağın tahsili için davacıya taşınmaz üzerinde haciz ve satış yetkisi verilmesine,
640,60 TL yönünden davanın REDDİNE,
2-Peşin harcın mahsubu ile karar tarihi itibari ile alınması gereken 4.443,38 TL nispi karar ilam harcının, kabul red oranına göre (K: % 99.02 – R: % 0,98 ) 4.399,83 TL nin davalılardan, 14,35 TL nin davacıdan tahsili ile Hazineye gelir kaydına,
5-Davacı tarafından yapılan 5 tebligat ve 2 müzekkere gideri olan 60,20 TL yargılama giderinin kabul red oranına göre (K: % 99,02 – R: % 0,98 ) 59,60 TL’sinin davalılardan tahsili ile davacı tarafa ödenmesine, geri kalan yargılama giderinin davacı taraf üzerinde bırakılmasına,
6-Kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine hüküm tarihi itibari ile davanın kabul edilen kısmı üzerinden hesaplanan 7.505,17 TL vekalet ücretinin davalılardan tahsili ile davacıya verilmesine,
8-Davacı tarafından yatırılan gider avansının sarf edilmeyen kısmının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
İlişkin, davacı vekili ile davalı vekilinin yüzüne karşı, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 2 hafta içerisinde Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi’nin İlgili Dairesine gönderilmek üzere mahkememize verilecek veya başka yer mahkemesi aracılığıyla gönderilecek dilekçe ile istinaf yolu açık olmak üzere, verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıldı. 05/01/2017
Katip 169900
E-imza

Hakim 122558
E-imza

Exit mobile version