TRAFODAN SIZAN YAĞ NEDENİYLE TRAFİK KAZASI- SÜREKLİ SAKATLIK- MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/19142
KARAR NO : 2018/11884
Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 07/07/2015
NUMARASI : 2011/243-2015/537
DAVACILAR : 1-Salih D.
2-Hanım D.
(kendi adlarına asaleten; Emine’ye velayeten)
3-Mustafa D.
4-Fehime D.
DAVALILAR : 1-Ahmet D.
2-Güvence Hesabı
3-Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş.
4-Şanlıurfa Belediye Başkanlığı
BİRLEŞTİRİLEN DAVA
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 25/06/2015
NUMARASI : 2014/620-2015/504
DAVACILAR : 1-Salih D.
2-Hanım D.
(kendi adlarına asaleten; Emine’ye velayeten)
3-Mustafa D.
4-Fehime D.
DAVALILAR : 1-Ahmet D.
2-H. Sigorta A.Ş.

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacılar vekili ile davalılar Ahmet D. ve H. Sigorta A.Ş. vekilleri tarafından talep edilmiş, davacılar vekilince de duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 04.12.2018 Salı günü asıl ve birleşen davada davacılar vekili Av. Selim Hartavi geldi. Asıl ve birleşen davada davalılar tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacılar vekili dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü.

-K A R A R-

Asıl davada, davacılar vekili; davalı Ahmet’in işleten/ sürücüsü olduğu aracın, davalı elektrik idaresine ait trafodan sızan kaygan maddenin yolu kayganlaştırması nedeniyle davacılar Salih, Hanım ve Emine’ye çarpması sonucu oluşan kazada davacıların ağır biçimde yaralandıklarını, geçici ve daimi işgücü kaybına uğrayan davacıların zararlarından davalıların sorumlu olduğunu, davalı belediyenin de yola ilişkin sorumluluğu nedeniyle zarardan sorumlu olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.500,00 TL. maddi ve toplam 65.000,00 TL. manevi tazminatın dava tarihinden işleyecek faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmiştir.

Birleşen davada, davacılar vekili; asıl davaya konu kaza sonucu yaralanarak sürekli işgücü kaybına uğrayan davacıların zararından davalıların da sorumlu olduğunu belirterek belirsiz alacak davası olarak açtıkları davada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL. maddi tazminatın kaza (sigortacı için dava) tarihinden işleyecek ticari faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmiştir.

Davalı Güvence Hesabı vekili, davaya konu kazayı yapan aracın trafik sigortası bulunduğundan kendilerine husumet düşmeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı sigorta şirketi vekili, sigortalının kusuru oranında ve poliçe limitiyle sınırlı biçimde zarardan sorumlu olduklarını, tedavi giderlerinden SGK’nın sorumlu olduğunu, kusur ve maluliyet ile tazminat konularında yetkili kurullardan rapor alınması gerektiğini, ticari faiz isteminin yersiz olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı DEDAŞ vekili, davaya konu kazanın yolun kaygan olması nedeniyle meydana geldiğini ve yoldan sorumlu idare zarardan sorumlu olduğundan kendilerine husumet düşmeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekili, davada idari yargının görevli olduğunu, patlayan trafodan sızan yağın temizliği için gerekli çalışmaları yaptıkları sırada ve tüm uyarılara rağmen yola giren sürücünün kusuru ile kaza gerçekleştiğinden belediyelerinin kusursuz olduğunu, istenen manevi tazminatların fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı Ahmet D. vekili, davalı idarelerin kusuru ile kazanın gerçekleştiğini ve davalının kazada kusuru bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davalı DEDAŞ, Şanlıurfa Belediye Başkanlığı ve Güvence Hesabı hakkındaki davanın reddine; davacılar Hanım, Mustafa, Fehmi ve Emine’nin maddi tazminat isteminin reddine; birleşen davadaki maddi tazminat isteminin kabulü ile 35.000,00 TL’nin, 1.000,00 TL’lik kısmının davalı Halk Sigorta A.Ş’den ve 34.000,00 TL’lik kısmının davalı Ahmet D.’dan dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili, davalı H. Sigorta A.Ş. vekili, davalı Ahmet D. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içerisinde mevcut olan muhtarlık yazısı ile diğer belgelere istinaden, 6100 sayılı HMK’nun 336. maddesi uyarınca, davacılar vekilinin adli yardım talebinin kabulüne karar verilerek yapılan inceleme sonunda;
1-Asıl dava, trafik kazası sonucu oluşan cismani zarar nedeniyle, işgöremezlik tazminatı ve manevi tazminat; birleşen dava ise, işgöremezlik tazminatı istemine ilişkindir.

Davacı taraf, 1086 sayılı HUMK’nun yürürlükte olduğu tarihte, fazlaya ilişki haklarını saklı tutarak kısmi dava şeklinde açtığı asıl davada, davacılar Salih, Hanım ve Emine için 500,00’er TL. işgöremezlik tazminatı isteminde bulunmuş; 6100 sayılı HMK’nun 107. maddesi gereği, belirsiz alacak davası olarak açtığı birleşen davada ise, yine davacılar Salih, Hanım ve Emine için toplam 1.000,00 TL. işgöremezlik tazminatı isteminde bulunmuştur. Davacıların maddi tazminat alacaklarının hesaplanması için alınan 20.05.2014 tarihli bilirkişi raporunda, sadece davacı Salih yönünden tazminat hesabının yapıldığı ve toplam 35.472,61 TL. tazminat saptandığı; davacı tarafça gerek asıl davada ıslah dilekçesi verilerek maddi tazminat miktarı artırılmadığı, gerekse birleşen davada talep artırım dilekçesi verilip eksik harç yatırılarak dava değeri artırılmadığı halde, mahkemece 35.000,00 TL. maddi tazminat yönünden kabul kararı verildiği görülmektedir.

6100 sayılı HMK’nun 26/1. maddesindeki “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir” düzenlemesi göz önünde bulundurulduğunda; asıl davada ıslah ve birleşen davada talep artırımı yoluyla, maddi tazminata ilişkin dava değeri yükseltilmediği halde, davacı tarafın talebi aşılarak, maddi tazminat hakkında yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve kararın bozulması gerekmiştir.

2-T.C. Anayasası’nın 36/1. maddesinde “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” düzenlemesine; 6100 sayılı HMK’nun 27. maddesinde “Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.Bu hak; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını içerir” düzenlemesine yer verilmiştir.

Bir davanın görülmesi için taraf teşkilinin sağlanması esas olup, hakimin bu hususu re’sen gözetmesi gerekir. Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılamanın aşamalarından haberdar edilmesi ile mümkündür.

Adil yargılanma hakkının kapsamında yer alan savunma haklarının etkin biçimde kullanılmasını teminen konulan yasal düzenlemelerden biri de, davada esaslı işlem olan bilirkişi raporlarının taraflara tebliğine ilişkin düzenlemedir. 6100 sayılı HMK’nun 280/1. maddesi “Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir” hükmünü amirdir. Anılan tüm bu yasal düzenlemelerde, davada taraf olanların haklarının korunması amaçlanmış olup tarafların yargılama süreçlerine etkin katılımının sağlanması ise, mahkemece yapılan tüm tebligatların usulüne uygun olması ile sağlanabilecektir.

Somut olayda; hükme esas alınan kusur, maluliyet ve hesap raporlarının, birleşen davanın davalısı H.Sigorta A.Ş’ye tebliğ edilmediği görülmektedir. Yukarıda anılan yasal düzenlemeler gereği, davacıların işgöremezlik oran ve sürelerinin belirlenmesine ilişkin maluliyet raporu, kusur raporu ve hesap bilirkişi raporunun usulüne uygun şekilde tebliği ile davalının savunma hakkını kullanması ve raporlara karşı varsa itirazlarını bildirmesinin sağlanması, itirazlarının değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, usulünce yapılmış tebligat olmadan ve davalı H.Sigorta A.Ş’nin savunma haklarını da kısıtlar biçimde yargılamaya devam edilip yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.

3-Davacılar vekili, asıl davada tüm davacılar için toplam 65.000,00 TL. manevi tazminat isteminde bulunmuş; mahkeme tarafından, davacıların manevi tazminat talepleri hakkında olumlu ya da olumsuz hüküm tesis edilmemiştir.

HMK’nun 297/2. maddesinde “hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” denilmek suretiyle hükmün kapsamı düzenlenmiştir. Anılan yasal düzenleme gereği, davacı tarafın taleplerinden herbiri hakkında olumlu ya da olumsuz hüküm tesis edilmesi ve hükmün gerekçesinde taleplerden kabul edilenlerin neden kabul edildiği ve reddolunanların hangi sebeple reddedildiğinin açıklanması gerekir.

HMK’nun 297. maddesine aykırı biçimde, davacıların asıl davaya konu ettiği manevi tazminat istemleri hakkında, olumlu ya da olumsuz hüküm tesis edilmeyişi de bozmayı gerektirmiştir.

4-Bozma ilamının kapsam ve şekline göre; davacılar vekili, davalı Halk Sigorta A.Ş. vekili ve davalı Ahmet D. vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda (1), (2) ve (3) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle, davacılar vekili, davalı Halk Sigorta A.Ş. vekili ve davalı Ahmet D. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA; (4) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekili, davalı H. Sigorta A.Ş. vekili ve davalı Ahmet D. vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 1.630,00 TL vekalet ücretinin asıl ve birleşen davada davalılardan alınarak duruşmada vekille temsil olunan asıl ve birleşen davada davacılara verilmesine, duruşmada vekille temsil olunmayan davalılar Ahmet D. ve H. Sigorta A.Ş. yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalılar Halk Sigorta A.Ş. ile davalı Ahmet D.’a geri verilmesine 10/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
A.Ş.Sertkaya B.Demirel M.Özcan B.Aydın M.Erol

Karşılaştırıldı.
E.G S.D

İŞ KAZASINDA MANEVİ TAZMİNAT – MADDİ TAZMİNAT HESABINDA ÜCRET ARAŞTIRMASI – HESAPLAMADA EVLENME OLASILIĞININ HESAP TARİHİNE GÖRE BELİRLENMESİ

T.C.
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi

ESAS NO:2012/16867
KARAR NO:2013/12817

Davacıların maddi tazminat istemlerinin reddi, katsayı değişikliklerine bağlı olarak, sigorta tahsisleri peşin sermaye değerlerindeki artışlardan kaynaklanmakta olup, davacıların dava açarken bu hususu bilebilmeleri mümkün olmadığına göre, maddi tazminat istemelerinin reddi nedeniyle davalı yararına avukatlık ücreti tayini hatalı olmuştur.56

Davacı, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatının ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda;ilamda yazılı nedenlerle 88.825, 70 maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde tem-yizen incelenmesi davacılar vekilince duruşmalı temyiz edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 18/06/2013 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davacılar T. ve vekili Av. İ. ile karşı taraf N. Plastik Sanayi ve Ticaret Aş. Vekili Av. B. geldiler. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakim tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği konuşulup düşünüldü, ve aşağıdaki karar tespit edildi.

KARAR

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere, temyizin kapsamına ve temyiz nedenlerine göre, davacıların aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,

2- Dava 14.11.2007 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece sigortalının asgari ücret ile çalıştığı kabul edilerek yapılan hesaplama hükme esas alınmak suretiyle davacılardan T. Bakımından maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne, davacı M’nin maddi zararının sigorta tahsisleri peşin sermaye değeri ile karşılandığından maddi tazminat isteminin reddine, davacı eş ve çocuklar ile anne bakımından manevi tazminat isteminin reddine, davacı eş ve çocuklar ile anne bakımından manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne, davacı kardeşlerin manevi tazminat isteminin ise reddine karar verilmiş ve bu karar süresinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yerel mahkemece verilen karar aşağıda açıklanan nedenlerle hatalı olmuştur.

Davacılar murisinin ölümüyle sonuçlanan iş kazasında sigortalının %25 davalı işveren ile üretim müdürü ve vardiya amiri oldukları anlaşılan davalıların ise toplam olarak %75 oranında kusurlu olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.

Gerek mülga BK’nın 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı TBK’nın 56. maddesi hükmüne göre, Hakim: ölenin yakınlarına da manevi olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebilir. Hakimin manevi zarar adı ile ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır.Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sırrı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şerler da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Manevi tazminatının tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23.6.2004, 13/291-370)

Bu ilkeler gözetildiğinde davacı eş yararına hüküm altına alınan 30.000, 00 TL ise davacı çocuklar ile anneden her biri yararına hüküm altına alınan 15.000, 00 ‘er TL manevi tazminatın az olduğu açıkça belli olmaktadır. Öte yandan davacı kardeşlerin, sigortalının ölümü nedeniyle, manevi tazminatların az takdiri ve nenleri açıklanmaksızın kardeşlerin manevi tazminat istemlerinin reddi suretiyle yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

Maddi Tazminata gelince:

Mahkemece davacının asgari ücret ile çalıştığının kabul edilmesi hali için hak sahiplerinin şıkkı hükme esas alınmış ise de varılan bu sonuç hatalı olmuştur.

İş kazası sonucu ölüm nedeniyle hak sahiplerinin maddi tazminatlarının hesaplanmasında, gerçek ücretin esas alınması koşuldur, gerçek ücret ise; işçinin kıdemi ve yaptı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücret olup, işyeri veya sigorta kayıtlarına geçmiş ücret değildir. Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri bu doğrultudadır.

Somut olayda, davacının baskı makine operatörü olduğu dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.Bu vasıftaki bir işçinin asgari ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmeyeceği açık-seçiktir. Öte yandan sigortalının yaşı ve mesleki kıdemi de dikkate alındığında asgari ücretin 1.824 katı ücretle çalıştığının kabul edilmek suretiyle hak sahiplerinin tazminatlarının hesaplandığı dosya içerisindeki bilgi ve belgelere uygun olduğu ortadadır.Hal böyle olunca 09.02.2012 tarihli hesap raporunun “B” şıkkındaki hesaplama esas alınarak hak sahiplerinin maddi tazminatlarının belirlenmesi gerekirken, asgari ücretle hesaplamanın yapıldığı “A” şıkkının davacıların tazminatlarının belirlenmesinde esas alınmak suretiyle sonuca gidilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

Maddi tazminatın hesaplanması sırasında davacı eşin yaşı, çocuk yasası, sosyal durumu dikkate alınarak ilerde evlenmesi ihtimali bulunmakta ise bir miktar indirim yapılması gerektiği Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir. Mahkemece hükme esas alınan hesap raporunda sağ eşin evlenme şansının bulunduğunun kabulü ile indirime gidilmesi isabetlidir. Ne var ki davacı eşin hesap tarihinde halen evlenmediği ortadadır. Hal böyle olunca sağ eşin yeniden evlenme ihtimalinin hesap tarihindeki yaşı dikkate alınarak belirlenmesi ve buna göre indirime gidilmesi yerine, olay tarihindeki yaşı dikkate alınmak suretiyle yeniden evlenme ihtimalinin yüksek belirlenmesi isabetsiz olmuştur.

Davanın kısmen kabulü ve kısmen reddi nedeniyle, yargılama giderleri bölüşülürken davacı tarafça yatırılan başvurma harcı ve peşin harcın da kabul ve ret oranında bölüştürülmesi isabetsizdir.Gerçekten iki tarafın kısmen haklı çıkması halinde yargılama giderlerinin paylaştırılacağına ilişkin HMK’nın 326/5 (HUMK’un 417/1) maddesindeki düzenleme yargılama harçları için uygulanamaz. Çünkü davanın reddi hariç harç daima davalıya yüklenir. Zira harç zaten haksız çıkılan oranda hüküm olunur.Yani mahkum edilen miktara göre verilir. Bu nedenle davanın kısmen reddi halinde reddedilen dava bölümü için ayrıca ret harcı verilmez.

Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan nedenle BOZULMASINA, davacılar yararına takdir edilen 990.00 TL duruşma Avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine 18.06.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

OĞLUMA ALAMADIM KENDİME İSTİYORUM- SANA İÇİM KAYNIYOR- CİNSEL TACİZ

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS: 2017/244
KARAR:2018/601
“İçtihat Metni”
Sanık …’nın cinsel taciz suçundan beraatine ilişkin Çeşme Sulh Ceza Mahkemesince verilen 05.04.2012 tarihli ve 172-121 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 14. Ceza Dairesince 23.06.2015 tarih ve 10886-7569 sayı ile;
“Sanıkla arasında dosyaya yansıyan herhangi bir husumet bulunmayan müştekinin soruşturma evresinde verdiği ayrıntılı ifadesi ile tanık Fevziye’nin aşamalardaki beyanları nazara alındığında sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik tarihlerde müştekinin kullandığı cep telefonundan arayıp ilk aramasında hoşlandığını, sevdiğini, kanının kaynadığını söylediği, ertesi gün gerçekleştirdiği ikinci aramasında ise yürekten sevdiğini söylemek suretiyle üzerine atılı suçu işlediği tüm dosya içeriğinden anlaşıldığından, sanığın müsnet suçtan eylemine uyan TCK’nın 105/1,43/1. maddeleri gereğince cezalandırılması yerine oluşa uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle beraatine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Çeşme 2. Asliye Ceza Mahkemesi ise 11.02.2016 tarih ve 537-48 sayı ile;
“…Sanığın müştekiye sarf ettiği sözlerin duygu açıklaması niteliğinde olduğu, kanunun aradığı anlamda cinsel amaçlı sarf edilmediği, sanık ile müşteki arasındaki yaş farkı dikkate alındığında sözlerin ahlaken eleştirilebilir nitelikte olduğu kabul edilse dahi, bu sözlerin cinsel taciz suçuna vücut vermeyeceği kabul edilmelidir…” şeklindeki gerekçe ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.05.2016 tarihli ve 187118 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 873-1723 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 06.03.2017 tarih ve 375-1186 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığa atılı cinsel taciz suçunun yasal unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının,
2-Suçun unsurlarının oluştuğu sonucuna ulaşılırsa, zincirleme suç hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
Şikâyetçi …’un suç tarihi itibarıyla 27 yaşında ve bekar, sanık …’nın ise 50 yaşında ve evli olduğu,
Şikâyetçinin 25.07.2005 tarihinde Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek sanığın kendisini taciz ettiğini beyan etmesi üzerine sanık hakkındaki soruşturmanın başladığı,
Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığının 27.10.2009 tarihli ve 875-415 sayılı iddianamesinde “Müşteki ve şüphelinin ailecek tanıştıkları, olay tarihinde şüphelinin akşam 23.00 sıralarında müştekiyi telefonla arayarak kendisinden hoşlandığını, gönülden sevdiğini, kanının kaynadığını söylediği,…bir süre sonra şüphelinin telefonla yine müştekiyi aradığı, müştekinin telefonunun hoparlörünü dışarı açması üzerine tanık Fevziye’nin de hazır olduğu ortamda müştekiye hitaben ‘bir insan yürekten sevemez mi, ben seni yürekten sevdim, ortalık çok karıştı, ailene yanlış anladığını söyle’ şeklinde sözler söylediği…” biçiminde anlatımlara yer verilerek sanığın cinsel taciz suçundan cezalandırılmasının talep edildiği,
Anlaşılmıştır.
Şikâyetçi … Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 25.07.2008 havale tarihli dilekçede; aile dostu olan sanığın, 22.07.2008 tarihinde saat 23.06’da telefonla arayıp kendisinden hoşlandığını, fakat yanaşamadığını, kendisini evli olan oğlu Mustafa Çokbaşarıcı’ya istediğini söylediğini, bunu kabul etmemesi üzerine “Sana içim kıpırdıyor, kanım kaynıyor, seni gönülden seviyorum” dediğini, bu durumu sanığın eşine iletmesinin ardından sanığın kendisini ertesi gün 11.16’da tekrar arayarak “Ortalık çok karıştı, beni yanlış anladığını söyle” dediğini, kendisini taciz eden sanıktan şikayetçi olduğunu,
Savcılıkta; sanığın aile dostu olduğunu ve İzmit’te ikamet ettiğini, kendisiyle telefonla da görüştüğünü, aile dostu olması ve 55-60 yaşlarında olması nedeniyle konuşmalarında bir art niyet aramadığını, ancak sanığın 22.07.2008 tarihinde saat 23.06’da telefon açıp kendisinden hoşlandığını, gönülden sevdiğini, kanının kaynadığını söylediğini, bunun üzerine “Siz benim amcamsınız, kızım derken nasıl böyle düşünürsünüz” diyerek telefonu kapattığını, bu durumu ertesi gün kendi ailesine söylediğini, ailesinin ise durumu sanığın eşine bildirdiğini, sanığın 23.07.2008 tarihinde kızına ait hattan kendisini tekrar arayarak ortalığın çok karıştığını, kendisini yanlış anladığını söylemesini ve konuyu kapatmasını istediğini,
Tanık….savcılıkta; 22.07.2008 tarihinde müştekinin telefonda konuşurken ağlamaya başladığını, karşısındaki kişiye “Nasıl olur Zeki amca, ben size amca diyorum, babam yaşındasınız, nasıl böyle bir şey söylersiniz” dediğini, telefonu kapatıp durumu kendisine anlattığını, ertesi gün sanığın müştekiyi tekrar aradığını, müştekinin konuşmaları hoparlöre verdiğini, sanığın müştekiye “Bir insan yürekten sevemez mi, ben seni yürekten sevdim, ortalık karıştı, ailene yanlış anladığını söyle” dediğini,
Duruşmada; şikâyetçinin teyzesinin kızı olduğunu, sanığın ise şikâyetçinin abisinin kayınpederi olduğunu, olay tarihinde Çeşme’de şikâyetçi ile birlikte olduklarını, şikâyetçinin kendisine sanığın kendisini işyerindeyken arayıp “Seni oğluma alamadım ama kendime istiyorum” dediğini anlattığını, o günün akşamı sanığın yeniden araması üzerine şikâyetçinin hoparlörü açtığını, sanığın şikâyetçiye “Senden hoşlanıyorum, seni gönülden seviyorum” dediğini, şikâyetçinin ise “Siz benim amcamsınız, nasıl böyle düşünürsünüz” diyerek telefonu kapattığını, bir süre sonra tekrar arayan sanığın şikâyetçiye yürekten sevdiğini söyleyip ortalık karışacağı için ailesine yanlış anlaşılma olduğunu anlatmasını istediğini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık …; iddianamede belirtilen sözleri söylediğini, bir cahillik yaptığını, pişman olduğunu, şikâyetçinin sıcak kanlı olduğunu düşünerek bu sözleri sarfettiğini savunmuştur.
Sanığa atılı cinsel taciz suçunun yasal unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığına ve suçun unsurlarının oluştuğu sonucuna ulaşılması durumunda, zincirleme suç hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık konularının birlikte değerlendirilmesinde;
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 105. maddesinde;
“(1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Bu fiiller; hiyerarşi, hizmet veya eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz” şeklindeki düzenleme yer almaktadır.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde taciz; “tedirgin etme, rahatsız etme veya sıkıntı verme” şeklinde tanımlanmıştır.
Madde gerekçesinde, “cinsel yönden, ahlâk temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesi” şeklinde tanımlanmış olan cinsel taciz eyleminin ne tür davranışlarla gerçekleştirilebileceği hususunda kanunda bir açıklık bulunmamakla birlikte öğreti ve yargısal kararlarda, mağduru hedef almış, onun vücut dokunulmazlığı ihlal edilmeksizin cinselliğine yönelen söz veya davranışlarla cinsel taciz suçunun işlenebileceği kabul edilmektedir.
Cinsel taciz eylemlerinin suç olarak kabul edilebilmesi için bu eylemlerin hukuka aykırı olarak, başka bir ifadeyle mağdurun rızası hilafına gerçekleştirilmiş olması zorunludur. Rıza açıklama ehliyetine sahip bulunan bir kişinin, cinsel taciz eylemlerine TCK’nun 26. maddesi kapsamında göstereceği rıza ceza sorumluluğunu kaldıracaktır. Rızanın varlığı somut olayın özelliklerine göre belirlenecektir.
Cinsel taciz oluşturacak davranışlar, mağdurun vücuduna temasta bulunmamak şartıyla ani olabileceği gibi, devamlı nitelikte de gerçekleşebilir. Suçun oluşabilmesi için, failin cinsel amaç gütmesi ve eylemin belirli kişi ya da kişilere karşı gerçekleştirilmiş olması gerekir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.03.2015 tarihli ve 2014/669-68 sayılı kararında da belirtildiği üzere; cinsel taciz suçunun maddi unsuru, bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz etmektir. Suçun manevi unsuru ise kast olup, failin cinsel amaç gütmesi gerekmektedir.
Eylemin cinsel amaçla işlenip işlenmediği ya da hangi fiilin cinsel taciz suçunu oluşturacağı belirlenirken sosyal hayatın gerekleri, tarafların konumları ile aralarındaki ilişki gözetilmeli, bu kapsamda ahlaki kurallara uygun evlenme teklifi, tanışma isteği veya beğeni ifadelerinin cinsel taciz suçunu oluşturmayacağı kabul edilmelidir. Bununla birlikte evlenme veya arkadaşlık isteğinin iç çamaşırı hediye etme veya cinselliğe yönelen sözlerle gerçekleştirilmesi örneklerinde olduğu gibi kaba ve rahatsız edici bir üslupla yapılması, teklifin reddedilmesine karşın eylemin mağduru rahatsız edecek şekilde sürdürülmesi yahut mağdurun Medeni Kanun hükümlerine göre evlenme imkanı bulunmayan bir çocuk veya taraflardan birinin evli olması örneklerinde olduğu gibi evlilik veya arkadaşlık ilişkisinin önünde kanuni veya ahlaki engellerin bulunması durumlarında cinsel taciz suçunun oluşacağında hiç bir şüphe bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları değerlendirildiğinde,
Şikâyetçi … ve sanık … beyanlarında aile dostu olduklarını ifade etmişlerdir. Tanık Fevziye Ak’ın beyanına göre ise sanık, şikâyetçinin abisinin kayın pederidir.
Suç tarihinde şikâyetçi 27 yaşında ve bekar, sanık ise 50 yaşında ve evlidir. Dosya kapsamından taraflar arasında önceye dayalı duygusal bir ilişkinin bulunmadığı da görülmektedir.
Şikâyetçinin ve tanığın beyanları ile sanığın ikrarından, sanığın şikâyetçiyi ilk aramasında hoşlandığını, sevdiğini, kanının kaynadığını, şikâyetçinin durumu sanığın eşine bildirmesinin ardından yaptığı ikinci aramasında ise yürekten sevdiğini, ortalığın karıştığını, ailesine olayın yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını anlatmasını söylediği hususlarında bir şüphe bulunmamaktadır.
Buna göre;
Daha önce aralarında duygusal bir ilişki bulunmayan şikâyetçi ve sanık arasındaki yaş farkı, sanığın medeni durumu ve taraflar arasındaki sosyal ilişki gözetildiğinde; sanığın şikâyetçiyi cinsel yönden ahlâk temizliğine aykırı olarak rahatsız edecek şekilde ilk aramasında hoşlandığını, sevdiğini ve kanının kaynadığını söylemesinin cinsel taciz suçunu oluşturduğu, bununla birlikte sanığın ikinci aramasını, aile içinde oluşan infialin önüne geçmek maksadıyla gerçekleştirdiği ve bu kapsamda sarfettiği sözlerin cinsel amaç taşımadığı anlaşıldığından, sanık hakkında TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanma koşullarının bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yerel Mahkemenin direnmeye konu kararının, sanığın zincirleme suç hükmü uygulanmaksızın cinsel taciz suçundan mahkumiyeti yerine, beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Birinci uyuşmazlık konusu bakımından çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi …; “Sanık …’ya yönelik cinsel taciz suçunun yasal unsurlarının oluştuğuna ilişkin sayın çoğunluğun kararı yerinde değildir. Şöyle ki;
Sanık … ile müşteki … ailece tanışıp sanık Çeşme ilçesinde müşteki ise İzmit ilinde oturmaktadır. Yine müşteki suç tarihinde 29 yaşında olup evli değildir. Sanık müştekinin kullandığı cep telefonunu arayıp ilk aramasında ‘hoşlandığını, sevdiğini, kanının kaynadığını’ söylediği, ertesi gün gerçekleştirdiği ikinci aramasında ise ‘yürekten sevdiğini’ söylemiştir. Bu sözlerin söylendiği konusunda duraksama yoktur.
TCK’nun 105. maddesinde düzenlenen cinsel taciz suçu ‘kişinin vücut dokunulmazlığının ihlali niteliğini taşımayan, cinsel yönden ahlak temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesidir’. Öğretide yapılan tanımlara göre ise cinsel taciz ‘bir kişinin bir başkasını rızası olmadan sözle, gözleriyle veya bedeniyle, cinselliğini hedefleyerek rahatsız etmesi’, ‘bireylerin edep ve iffetlerine yönelik, rahatsız edici nitelikteki hareketlerde bulunması’ ya da ‘mağdurda rahatsızlık yaratacak nitelikte yapılan her türlü cinsel davranıştır. (Özbek, Özer Veli TCK İzmir Şerhi Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı Cilt II sh 62).
Cinsel tacizi oluşturan hareket madde metnine göre mutlaka cinsel amaçlı olarak yapılmalıdır. TCK’nun 105. maddesinde fail açıkça ‘cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi’ olarak belirtildiği için sanığın özel bir saik olan ‘cinsel amaç’ ile hareket etmesi gerekir.
Somut olayımızda, olayın oluş şekli itibarı ile sanık …’nın amacı müştekiyi ‘cinsel olarak taciz etmek’ değildir. Sadece sevgi ve duygu açıklaması olarak söz konusu konuşmaları yapmıştır. Sanığın evli olması ve yaş farkı nedeni ile ahlaken eleştirilebilir ise de cinsel amaçla hareket etmediğinden yüklenen suçun yasal unsurları oluşmamıştır. Bu nedenle direnme kararının bozulması yönündeki sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum” açıklamasıyla,
Çoğunluk görüşüne katılmayan Dört Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Çeşme 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 11.02.2016 tarihli ve 537-48 sayılı direnme kararına konu hükmünün,sanığın zincirleme suç hükmü uygulanmaksızın cinsel taciz suçundan mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 04.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede, birinci uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğu, ikinci uyuşmazlık konusu bakımından oy birliğiyle karar verilmiştir.

ÖNALIM HAKKINA DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL İSTEMİ HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI HİÇ KİMSENİN KENDİ MUVAZAASINA DAYANAMAYACAĞI

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS:2014/292
KARAR:2015/1544

ÖNALIM HAKKINA DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL İSTEMİ HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI HİÇ KİMSENİN KENDİ MUVAZAASINA DAYANAMAYACAĞI TAPUDAKİ SATIŞ BEDELİ

TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 734
TÜRK MEDENİ KANUNU (TMK) (4721) Madde 732
BORÇLAR KANUNU(MÜLGA) (818) Madde 18
TÜRK BORÇLAR KANUNU (6098) Madde 19

“İçtihat Metni”
Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ordu 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 18.02.2013 gün ve 2011/408 E., 2013/92 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 14.Hukuk Dairesinin 24.06.2013 gün ve 2013/7494 E., 2013/9716 K. sayılı ilamı ile;
(“…Dava, önalım hakkı nedeniyle davalı adına kayıtlı payın iptali ve davacı adına tescili istemine ilişkindir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
Davacı vekili, davacının 1393 ada 1 parsel sayılı taşınmazda paydaş olduğunu dava dışı İsmet Güler’in 11.05.2011 tarihinde dava konusu taşınmazdaki 1/3 payını davalıya 27.000,00 TL bedelle sattığını, davacıya noterden bildirim yapılmadığını öne sürerek tapudaki satış bedeli üzerinden önalım hakkını kullanmak istediklerini belirtmiş ve dava harcını bu bedel üzerinden yatırmıştır.
Davalı vekili, davalının dava konusu taşınmazdaki payının gerçek satış değerinin 93.000,00 TL olduğunu, tapuda düşük gösterildiğini savunmuştur.
Önalım hakkı, paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü şahsa satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisini veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile de kullanılabilir hale gelir.
Önalım hakkının kullanılması ile bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım hakkını kullanan paydaş bu payı satın almak isterken tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masraflar toplamından oluşan önalım bedelini depo etmesi gerekir.
Mahkemece, davalının bedelde muvazaa savunması kabul edilerek, davalının satın aldığını belirttiği değer üzerinden davacıya önalım hakkı tanınmıştır. Davalı, resmi memur önünde yapılan satış akdinin tarafı olduğundan davacıya karşı bedelde muvazaa iddiasında bulunamaz ve davalının bu savunması dinlenmez. Bu durumda mahkemece, payın tapudaki satış bedeli olan 27.000,00 TL ile tapu harç ve masraflardan oluşan önalım bedelini depo etmek üzere davacıya uygun bir önel verilerek oluşacak sonuca göre işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken bu husus gözetilmeksizin yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru görülmediği…)
gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, önalım hakkı nedeniyle tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının, Ordu Merkez Karapınar Mahallesi 1393 ada 1 parsel sayılı taşınmazda 1/3 oranında pay sahibi olduğunu, davalının önceki paydaş İsmet Güler’den 1/3 payı 27.000,00TL bedelle 11/05/2011 tarihinde satın aldığını, davacıya noter kanalı ile bildirimde bulunulmadığını, Türk Medeni Kanunu’nun 734.maddesi gereğince süresi içerisinde yasal önalım hakkını kullanmak istediğini, davalıya satılan payın satış bedeli ve tapu masraflarını davacının yatırmaya hazır olduğunu belirterek, dava konusu 1393 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki davalı adına kayıtlı 1/3 payın iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davalının dava konusu payı 93.000,00TL bedelle satın aldığını, davalının bütün işlemlerin 93.000,00TL üzerinden yapıldığı inancında olduğunu, iradesinin sakatlandığını, davalının rayiç bedel belgesi üzerinde yazan 27.000,00TL’nin tapuda satış bedeli olduğunu satıştan sonra belediyede emlak değerini beyan edeceği sırada öğrendiğini belirterek taşınmazın gerçek satış bedelinin toplanacak delil ve belgelere göre tespitini, davacının yargılama sırasında dava konusu taşınmazın gerçek değeri olan 93.000,00TL üzerinden önalım hakkını kullanmak istemesi halinde davayı kabul ettiklerini, davacının önalım hakkını tapuda gösterilen 27.000,00TL üzerinden kullanmak istemesi durumunda davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; davacının dava konusu taşınmazdaki 1/3 hissesini taşınmazın önceki maliki Mustafa Güler’den 14/01/2008 tarih 511 yevmiye numaralı satış işlemi ile 90.000,00 TL bedelle satın aldığını, yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporuna göre davaya konu temlik işlem tarihi olan 11/05/2011 tarihi itibarıyla dava konusu taşınmazın 1/3 hissesinin rayiç değerinin 116.607,00 TL, tespit tarihi itibarıyla ise, 126.489,00 TL olduğunu, davacının, davaya konu edilen satış işleminden yaklaşık üç sene önce 90.000,00 TL bedelle edindiği aynı miktar taşınmaz hissesini, şufa hakkının tanıdığı yasal düzenleme ve kurallardan istifade ile taşınmazın satış tarihindeki gerçek değerinin çok altında kalan resmi senette yazılı bedel üzerinden şufa hakkını kullanmayı talep ve dava etmesinin hakkın açıkça kötüye kullanılması mahiyetinde olduğunu, davacı tarafın duruşmada 93.000,00TL üzerinden şufa hakkını kullanmayacağını, bildirdiğinden davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine; Özel Dairece yukarda başlık bölümünde metni aynen yazılı olan karar ile bozulmuş; mahkemece, önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme karar verilmiştir.
Direnme kararını davacı vekili temyize getirmektedir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu taşınmazda 1/3 payı 14.01.2008 tarihinde tapuda 90.000,00TL satış bedeli göstererek satın alan davacının, aynı taşınmazda 1/3 payı 11.05.2011 tarihinde 27.000,00TL satış bedeli göstererek davalının satın alması durumunda davacının tapuda gösterilen 27.000,00TL satış bedeli üzerinden şufa hakkı kullanmak istemesinin hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği, davalının bedelde muvazaa iddiasının dinlenip dinlenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Devir Hakkının Kısıtlamaları” üst başlığı altında “yasal önalım hakkı” kenar başlıklı 732. maddesi; “Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması hâlinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler.” hükmünü içermektedir.
Aynı kanunun 734. maddesi;“Önalım hakkı, alıcıya karşı dava açılarak kullanılır. Önalım hakkı sahibi, adına payın tesciline karar verilmeden önce, satış bedeli ile alıcıya düşen tapu giderlerini, hakim tarafından belirlenen süre içinde hakimin belirleyeceği yere nakden yatırmakla yükümlüdür.” hükmünü taşımaktadır.
Bu noktada öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır. İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiştir.Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.(Benzer hükme de 6098 sayılı TBK’nın 19. maddesinde yer verilmiştir.)
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. Tapu harcını az ödemek için gerçek bedelin görünüşteki(resmi) sözleşmede az gösterilmesi şeklinde geçekleştirilen muvazaa ise nispi muvazaanın bir türü olan sözleşme koşullarında muvazaadır.Burada gerçek satış bedeli gizlenmekte görünüşteki sözleşmede bedel gerçek bedelden az gösterilmektedir.Yani görünüşteki sözleşmenin sadece bedeli değiştirilmektedir.Muvazaa sözleşmenin tamamında değil bir bölümündedir.Bedelde muvazaa olarak gerçekleşen bu durumda sözleşme geçerli kabul edilmiştir.Taraflar tapuda yapılan tescil işlemi ile sözleşmeyi ifa ettiklerine ve bu sözleşmenin koşullarını yerine getirip ana unsurlarını gerçekleştirdiklerine göre bedelde muvazaa iddiasını ileri sürerek sözleşmenin iptalini istemeleri “hakkın kötüye kullanılması” olarak değerlendirilmektedir(Eraslan Özkaya, İnançlı işlem ve Muvazaa Davaları, Ankara, Mayıs 2015,sayfa187).
Diğer taraftan şufa hakkını kullanan paydaşa karşı satış bedelinde muvazaa bulunduğu, gerçekte bedelin daha fazla olduğu, sözleşmenin taraflarından biri (alıcı) tarafından ileri sürülmesi de hakkın kötüye kullanılması teşkil eder(Eraslan Özkaya, İnançlı işlem ve Muvazaa Davaları, Ankara, Mayıs 2015, sayfa197).
Somut olaya gelince; davacı, dava konusu 1393 ada 1 parsel sayılı taşınmazda paydaş olduğunu, dava dışı İ… 11.05.2011 tarihinde dava konusu taşınmazdaki 1/3 payını davalıya 27.000,00 TL bedelle sattığını, tapudaki satış bedeli üzerinden önalım hakkını kullanmak istediğini belirterek davalı adına kayıtlı 1/3 payın iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalı ise dava konusu payı gerçekte 93.000,00TL bedelle satın aldığını ancak tapuda satış bedelinin 27.000,00TL olarak gösterildiğini sonradan öğrendiğini, şufa hakkının ancak gerçek bedel üzerinden kullanılabileceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Davalı, dava konusu taşınmazdaki 1/3 payın satışına ilişkin 11.05.2011 tarih 7471 yevmiye numaralı satış akdinin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından davalının bedelde muvazaa iddiasında bulunması açıkça hakkın kötüye kullanmasıdır.
Bu itibarla, mahkemece dava konusu payın tapudaki satış bedeli olan 27.000,00 TL ile tapu harç ve masraflardan oluşan önalım bedelini depo etmek üzere davacıya uygun bir önel verilerek oluşacak sonuca göre işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken bu husus gözetilmeksizin yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine 10.06.2015 gününde oybirliği ile karar verildi

ŞUFA HAKKININ KULLANILMASINI ENGELLEMEK BAKIMINDAN İNANÇLI İŞLEM İDDİASININ İLERİ SÜRÜLMESİ- İNANÇLI İŞLEMİN YAZILI DELİLLE KANITLANMASI YÜKÜMLÜLÜĞÜ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/13482
KARAR: 2016/11376

“İçtihat Metni”

Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kat irtifakı kurulu 3682 ada 1 parseldeki 340 nolu bölümün 204/665 payını cebri icrada satın aldığını, ancak ihaleye katılan davalı ile dava dışı …’ın, tecrübesizliğinden yararlanıp ihalede pey ileri sürmeyerek taşınmazın kendisi tarafından alınmasına neden olduklarını, bankalardan kredi çekememesi sebebi ile ihale bedelini ödemekte zorlandığı için davalının yardım teklifini kabul etmek zorunda kaldığını, bir miktar temin ettiği, bir miktarda davalıdan aldığı borçla ihale bedelini ödeyerek taşınmazı adına tescil ettirdiğini ancak davalının borcunu ödemesi, yahut taşınmazı kendisine devretmesi konusunda sıkıştırması üzerine çaresiz kalarak 400.000.-TL olan taşınmazı 92.000.-TL bedelle 20.03.2012 tarihinde davalıya devrettiğini, borç ödenince taşınmazın geri devredileceği konusunda anlaştıklarını, paranın büyük bir kısmını temin edip taşınmazın devrini davalıdan talep ettiğinde davalının; dava dışı …’ın şufa davası açtığını, tapuyu vermeyeceğini söylediğini, anılan şufa davasının muvazaalı açılan bir dava olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescile, mümkün olmazsa bedelinin tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiş; feri müdahil …., iddiaların doğru olmadığını, davacının kendi isteği ile ihaleye katılıp pey ileri sürdüğünü, daha sonrada payını davalıya devrettiğini, tarafları tanımadığını, davacı ile davalının anlaşıp açmış olduğu şufa davasının sonuçsuz bırakmak için eldeki davayı açtıklarını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, tarafların özgür iradeleri ile taşınmazın ihale bedelinin ödenmesi hususunda anlaştıkları ve akabinde devir işlemlerinin gerçekleştirildiği, davacının taşınmazı almış olduğu bedel mukabilinde devir işleminin yapıldığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi …’nin raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.

-KARAR-

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle, inançlı işlem iddiasının 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanabileceği, davacı tarafça anılan içtihadı birleştirme kararında öngörülen anlamda yazılı belge ibraz edilemediği gibi, 6100 sayılı …nun 119/1-f maddesi uyarınca açıkça yemin deliline dayanılmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi doğru olduğuna göre; davacının temyiz itirazı yerinde değildir. Reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 4.00.-TL. bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 22.12.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI İŞÇİNİN KIDEMİ, ÜCRETİ GİBİ ALACAKLAR, İŞVERENCE BİLİNDİĞİNDEN ALACAĞIN LİKİT OLDUĞU GÖZETİLEREK İCRA İNKAR TAZMİNATINA HÜKMEDİLMESİ GEREKTİĞİ

T.C.
Yargıtay
7. Hukuk Dairesi

Esas :2014/1976
Karar :2014/10474

1-Davacı vekili, Mersin 3.İcra Müdürlüğü’nün 2012/9378 sayılı takip dosyasında yapılan icra takibine davalı tarafın itiraz ettiğini, itiraz üzerine icra takibinin durduğunu öne sürerek haksız itirazın iptalini ve % 20’dan aşağı olmamak icra inkar tazminatının davalıdan tahsilini talep etmiştir. Davalılar vekilleri, ayrı ayrı davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.

Mahkemece, davacının 3 ay 19 günlük ücret ve diğer alacakları yönünden icra takibinin devamına karar vermek gerektiği, ancak davacının işe başvuru yaptığı tarihte davalı Mersin Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na bağlı Park ve Bahçeler Müdürlüğü’nden ihale ile ‘’Personel Hizmet Alımı” işini alan taşeron alt işveren ‘’SFM Mühendislik …Ltd.Şti” unvanlı işveren yanında fiilen çalıştığı anlaşıldığından işe başlama başvurusunun samimi olmadığı, bu nedenle davacının işe başlatmama tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerektiği, her ne kadar davacı ve davalı vekili tarafından icra inkar tazminatı talep edilmiş ise de; alacağın likit olmaması sebebiyle tarafların icra inkar tazminatı taleplerinin reddi gerektiği gerekçesiyle davanın, kısmen kabulüne; davalıların Mersin 3.İcra Müdürlüğünün 2012/9378 sayılı takip dosyasında yapmış oldukları itirazın kısmen iptali ile; takibinin 2.394, 09TL ‘’ 3 ay 19 günlük ücret ve diğer hak alacakları” yönünden devamına, 3.737, 20TL ‘’4 aylık iş güvencesi tazminatı” talebi yönünden takibin iptaline, davacının fazlaya ilişkin isteminin reddine, davacı ve davalıların icra inkar tazminatı taleplerinin ayrı ayrı reddine karar verilmiştir.

Taraflar arasında davacının işe iade başvurusunda samimi olup olmadığı ve işe başlatmama tazminatı hakkedip etmediği hususu uyuşmazlık konusudur.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 21. maddesinin beşinci fıkrasına göre, işçi kesinleşen mahkeme kararının kendisine tebliğinden itibaren on iş günü içinde işe başlamak için işverene başvuruda bulunmak zorundadır. Aksi halde işverence yapılan feshi geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. İşveren işe iade için başvuran işçiyi (1) ay içinde işe başlatma zorundadır. Aksi halde en az dört, en fazla sekiz aylık ücret tutarında belirlenen iş güvencesi tazminatıyla boşta geçen süreye ait en çok dört aya kadar ücret ve diğer hakları işçiye ödemek zorundadır.

İşçinin iade yönündeki başvurusu samimi olmalıdır. İşçinin gerçekte ise başlamak niyeti olmadığı halde, işe iade davasının sonuçlarından yararlanmak için yapmış olduğu başvuru geçerli bir işe iade başvurusu olarak değerlendirilemez. İşçinin süresi içinde işe iade yönünde başvurusunun ardından, işverenin daveti üzerinde işe başlamamış olması halinde işçinin gerçek amacının işe başlamak olmadığı kabul edilmelidir. Başka bir anlatımla, işçi işverene hiç başvurmamış gibi sonuca gidilmelidir. Bu durumda işverence yapılan fesih, 4857 Sayılı Yasa’nın 21. maddesinin beşinci fıkrasına göre geçerli bir feshin sonuçlarını doğurur. Bunun sonucu olarak da, işe iade davasında karara bağlanana işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süreye ait ücret ve diğer hakların talebi mümkün olmaz. ancak, geçerli sayılan feshe bağlı olarak işçiye ihbar ve koşulları oluşmuşsa kıdem tazminatı ödenmelidir.

İşverenin de işçinin işe başlama isteğinin kabul edildiğini (1) ay içinde işçiye bildirmesi gerekir. İşçinin işe iade sonrasında başvurusuna rağmen işe başlatılmaması halinde, işe başlatılmayacağını sözlü ya da eylemli olarak açıklandığı tarihte veya bir aylık başlatma süresinin sonunda iş sözleşmesi işverence feshedilmiş sayılır.

Somut olayda; dosya içeriğinden, davacının davalılar aleyhine Mersin 1.İş Mahkemesi’nde açtığı işe iade davasında davacının davalı Mersin Bü-yükşehir İmar İnşaat Ticaret A.Ş.’ de işe iadesine 4 aylık ücret tutarında işe başlatmama tazminatı ve en çok 4 aya kadar boşta geçen süre alacağından her iki davalının da sorumlu tutulmasına karar verildiği, kararın Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 11/06/2012 tarih 2012/18153 E-2012/20108K sayılı ilamı ile onanarak kesinleştiği Yargıtay Kararı’nın 27.07.2012 tarihinde davacı vekiline tebliği üzerine davacı vekilince aynı tarihte ve süresinde davalılardan Mersin Büyükşehir İmar İnşaat Ticaret A.Ş’ ye başvurularak davacının eski işine iadesinin sağlanmasının istendiği ancak davacının bir aylık yasal süresi içerisinde işveren tarafından işe başlatılmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, davacı tarafından yöntemine uygun ve süresinde işe iade başvurusunda bulunulmasına rağmen işveren tarafından davacının süresinde işe başlatılmadığı anlaşılmaktadır. Yukarıda da açıklandığı üzere işçinin işe başvurusunda samimi olup olmadığının değerlendirilebilmesi için öncelikle işçinin süresi içinde işe iade yönünde başvurusunun ardından işverence işe davet edilmiş olması gerekir.

İşverence işe davet edilmeyen işçinin bu aşamada gerçek amacının ne olduğunun araştırılması sonuca etkili değildir. Mahkemece, davacının işe başlatmama tazminatı, isteme koşullarının oluşuğu gözetilmeden verilen karar isabetsizdir.

2- taraflar arasında işçilik alacaklarıyla ilgili olarak yapılmış olan icra takibine itiraz üzerine açılan itirazın iptali davasında davacı lehine icra inkar tazminatına karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında da uyuşmazlık bulunmaktadır.

İtirazın iptali davasında borçlunun haksızlığına karar verilmesi halinde ve alacaklının talep etmesi şartıyla borç miktarının Yasada gösterilen orandan az olmamak kaydıyla icra inkar tazminatına hükmedilir. İcra inkar tazminatına karar verilebilmesi için alacağın belirli ya da belirlenebilir olması gerekir. Özellikle, işçini kıdemi, ücreti gibi hesap unsurları, işverence bilinen ya da belirlenebilecek hususlardır. 4857 Yasa’nın 8. ve 28. maddelerinin, işverene bu gibi konularda belge düzenleme yükünü yüklediği de gözden uzak tutulmamalıdır, ancak, hak tartışmalı ise icra inkar tazminatına hükmedilemez (Yargıtay HGK.4.3.2009 gün 2009/9-57 E, 2009/110 K).

Borçlu belirli bir alacak için yapılan icra takibinde borcun bir kısmına itiraz etmek istediğinde, itiraz ettiği kısmı açıkça göstermek zorundadır. Borçlu buna uymaz ve borcun tamamına itiraz ederse, itirazın iptali davası sonucunda borçlu olduğu miktar bakımından icra inkar tazminatı ödemekle yükümlüdür.

Alacağın likit olması şartıyla, itirazın iptali davası sonunda borçlunun itirazının kısmen kabulü halinde dahi, kabul edilen kısım bakımından icra inkar tazminatına hükmedilmelidir.

İcra inkar tazminatı, asıl alacak bakımından söz konusu olur. İşlemiş faiz isteği yönünden icra inkar tazminatına hükmedilmesi mümkün değildir.

İcra takibinde işlemiş faiz için de takip tarihinden itibaren faiz talep edilmiş olması durumunda, itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesi, faize faiz yürütülmesi anlamına gelir ki, Borçlar Kanununun 104/ son maddesi ile 3095 Sayılı Yasa’nın 3. maddesi uyarınca faize faiz yürütülmesi mümkün olmaz. Bu halde, asıl alacak bakımından takip tarihinden itibaren faiz yürütülmesine karar verilmelidir.

Somut olayda işçinin kıdemi, ücreti gibi hesap unsurları, işverence bilinen ya da belirlenebilecek hususlar olduğundan alacağın likit olmadığından söz edilemez.

Hal böyle olunca İİK 67. maddesinde değişiklik yapan 6352 sayılı Yasanın değişikliğe ilişkin maddesi Resmi Gazete’de yayımlandığı 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe girdiği ve İİK’nin 67/2. maddesindeki düzenleme emredici olup kamu düzenini ilgilendirdiğinden yürürlüğe girdiği andan itibaren derhal etkisini göstereceğinden tamamlanmamış tüm hukuki durumlara uygulanması gerekeceği dikkate alındığında, davacı yararına % 20 oranında icra inkar tazminatına hükmedilmesi gerekirken, alacağın likit olmadığı gerekçesiyle icra inkar tazminatına hükmedilmemiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

SONUÇ

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenlerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, aşağıda yazılı temyiz harçlarının davalılara yükletilmesine, 12/05/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ŞUFA HAKKINI ENGELLEMEK MAKSADIYLA İPOTEK TESİSİ – MUVAZAA – TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4809
KARAR:2017/6675 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalılar Alaatin Sezgin ve … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Hükmüne uyulan Dairemizin bozma ilamında özetle, davalı … ile amcası olan diğer davalı arasındaki ipotek ilişkisinin hangi ilişkiden kaynaklandığı yönünde bir delil sunulmadığı ipotek tesis edilmesi ile, borçlunun borcuna karşılık yapıldığı ileri sürülen ödeme arasında da 20 günlük bir süre mevcut olduğu, mevcut delillere göre ödemenin davalı .. tarafından yapıldığının da kabul edilemeyeceği, hal böyle olunca davalılar arasındaki ipotek ilişkisinin, gerek hayatın olağan akışına uygun düşmemesi, gerek konulma zamanı gerekse davalılar arasındaki akrabalık ile az yukarıdaki belirtilen ödemenin kim tarafından yapıldığının bilinmemesi hususları nazara alınarak davanın kabulüne karar verilmesi gereğine değinilmiştir.

Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, ipoteğin kaynağı borç ilişkisi ve yapılan ödemelerin usulüne uygun deliller ile ispat edilemediği, bu nedenle sözkonusu ipoteğin davacının şufa hakkını ortadan kaldırmak amacı ile muvazaalı olarak yapıldığının kabulü gerektiği gerekçesi ile davanın kabulü ile, … İli, … İlçesi, … Köyü, … mevkii, 246 nolu parsel üzerinde davalı … adına kayıtlı olan 1/2 hissesi üzerine diğer davalı …. adına 11.01.2007 tarihli senet ile konulan ipteğin iptaline karar verilmiş, hüküm davalılar … ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içeriğine, bozmaya uygun karar verilmiş olmasına, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, davalılar arasındaki akrabalık ve ipotek ilişkisinin hayatın olağan akışına uygun düşmemesi, konulma zamanı ve ödemenin kim tarafından yapıldığının bilinmemesi nedenleri ve kararda yazılı diğer gerekçelere göre davalılar… ve … vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 2.079,00 TL kalan onama harcının temyiz eden davalılardan alınmasına 12/06/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÖNALIM HAKKINA DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL İPOTEK LEHDARININ DAVAYA TARAF OLARAK EKLENMESİ ZORUNLULUĞU

T.C
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
ESAS:2013/16578
KARAR: 2014/4022

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 11/09/2013
NUMARASI : 2012/509-2013/362

Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 18.12.2012 gününde verilen dilekçe ile önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil ayrıca ıslah ile ipoteğin terkini istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın kabulüne dair verilen 11.09.2013 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davalı A.. E.. vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 25.03.2014 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı A.. E.. vekili Av. O.. Y.. ile karşı taraf davacılar vekili Av. C.. K.. geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen tarafların sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

_K A R A R_

Dava, önalım hakkına dayalı olarak dava konusu 3269 ada 5 parselde 1, 3 ve 4 no’lu bağımsız bölümlerde 31.10.2012 tarihli satışa ilişkin 1/4’er payların tapu kayıtlarının iptali ile eşit şekilde davacılar adına tescili, 27.05.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile de taşınmazlar üzerindeki 19.11.2012 tarihli dava dışı K.. Türk Katılım Bankası A.Ş. lehine konulan ipoteğin fekki istemine ilişkindir.

Davalı davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacıların taleplerinin kabulüne karar verilmiştir.

Hükmü, davalı vekili temyiz etmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir.

Diğer taraftan, ipotek kişisel bir alacağın teminat altına alınması amacını güden ve bir taşınmaz değerinden alacaklının alacağını elde etmesini sağlayan sınırlı bir ayni haktır. İpotek tesisi için rehin edilecek taşınmaz maliki ile alacaklı arasındaki anlaşmanın (rehin sözleşmesi) bulunması ve rehin sözleşmesinin Türk Medeni Kanunu’nun 856. maddesi gereğince tapu siciline tescil edilmesi gerekir.

Somut uyuşmazlıkta, önalım hakkına dayalı olarak tapu kayıtlarının iptali ile davacılar adına tescili istenen dava konusu bağımsız bölümlerin tapu kaydında, 19.11.2012 tarih ve 22146 yevmiye numara ile dava dışı K.. Türk Katılım Bankası A.Ş. yararına, 3.600.000 TL bedelli ipotek şerhi bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla davacının talebi ipoteğin kaldırılması istemini de içerdiğinden uyuşmazlığın ipotek alacaklısına da husumet yükletilerek çözümlenmesi gerekir. Mahkemece, belirtilen hususun gözetilmemesi doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 1.100 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davacılardan alınarak, davalıya verilmesine, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 25.03.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM- RÜCUAN TAZMİNAT- ZAMANAŞIMI SÜRESİ

T.C
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4200
KARAR:2018/6587

“İçtihat Metni”

Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davacı Kurumun sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
Dava, 27.04.2001 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat eden sigortalının haksahiplerine bağlanan gelirden oluşan Kurum zararının rücuan tahsili istemine ilişkin olup davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 26. maddesidir.
Öncelikle zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edebilme özelliği”ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünden, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu da incelemesi mümkün değildir. Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ve inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölüme ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamında gelir. Kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kısım için zamanaşımını kesmez. Zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2002 tarih, E: 2002/10-895, K: 2002/838; 05.03.2003 tarih, E: 2003/9-80, K: 2003/130; 12.07.2006 tarih, E: 2006/4-518, K: 2006/526 sayılı kararları)
506 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesinde üçüncü kişiler aleyhine açılan rücu davalarının tabi olduğu zamanaşımı süresine ilişkin açık hüküm bulunmamaktadır. Üçüncü kişi ile sigortalı arasında akdi bir ilişki de söz konusu değildir. Ancak anılan maddenin ikinci fıkrasında Borçlar Kanunu’na yollamada bulunulmuştur. Hal böyle olunca; üçüncü kişiler aleyhine açılan davalar dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 60’ıncı maddesinde gösterilen bir ve on yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Zamanaşımı başlangıcı ise; “zarar ve faile ıttıla” tarihidir. Bilindiği üzere zarar ve faile ıttılanın birlikte gerçekleşmesi gerekmekte olup, sadece birinin gerçekleşmesi bir yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için yeterli değildir. Zarara ve faile ıttıla, Kurumun yetkili organının ıttılaı olduğundan, zararın ıttıla tarihi sigortalı ya da hak sahibine bağlanan gelirler yönünden tahsis onay tarihi, masraf ve ödemeler yönünden sarf ve ödeme tarihidir. Faile ıttılanın ise özel bir duyarlılıkla araştırılıp incelenmesi gerekmektedir. Uygulamada, devam eden ceza davasında verilen mahkûmiyet kararının kesinleştiği tarih, (hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi halinde kesinleşme tarihi)Kurum sigorta müfettişi veya Çalışma Bakanlığı iş müfettişi raporunun Kurumun yetkili makamlarına intikal tarihi ya da ilk rücu davasının açıldığı tarih, faile ıttıla tarihi olarak kabul edilmektedir.
Şüphesiz Kurumun işveren aleyhine açtığı rücu davalarında zamanaşımı süresi Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi delaletiyle 10 yıl olup işbu zamanaşımı süresinin başlangıcı gelirler yönünden tahsis onay tarihi, masraf ve ödemeler yönünden ise sarf ve ödeme tarihleridir.
Borcu ortadan kaldırmamakla birlikte yerine getirmekten kaçınma yetkisi veren zamanaşımı defi, ancak bunu ileri süren taraf yönünden sonuç doğurmakta olup, bir başka anlatımla, mahkemece kendiliğinden gözetilemeyen ancak yasal süre içerisinde ileri sürüldüğü takdirde değerlendirilmesi gerekir.
Mahkemece, davalı … Aktaş yönünden zamanaşımının dolduğu bu sebepten verilen red kararı yerindeyse de işveren yönünden hizmet akdine dayalı zamanaşımı 10 yıl olup zamanaşımı süresinin dolmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 17/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HARİCİ GAYRİMENKUL SATIM SÖZLEŞMESİ-SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEYE KONU ALACAĞIN İADESİNE KARAR VERİLİRKEN, TAŞINMAZIN SATIŞ BEDELİNİN ALIM GÜCÜNÜN İLK ÖDEME GÜNÜNDEKİ ALIM GÜCÜNE ULAŞTIRILMASI

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/7493
KARAR: 2018/13130

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen …… davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y   K A R A R I

Davacı; davalı ile aralarında düzenlenen 20/04/1981 tarihli harici taşınmaz satış sözleşmesi kapsamında, …… İli, … İlçesi, ……… mevkinde, davalının annesi adına kayıtlı bulunan taşınmazı, 1.000.000,00 eski Türk Lirası ödeyerek satın aldığını, taşınmazın kendisine teslim edilmesine rağmen tapu devrinin gerçekleşmediğini, taşınmazın kamulaştırılması sebebiyle artık ferağ işleminin yapılamayacağını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, taşınmazın dava tarihi itibariyle belirlenecek olan rayiç bedelinden şimdilik 20.000,00 TL nin, dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar murisi; davacının iddialarının gerçek dışı olduğunu, davacı ile aralarında taşınmaz satışına dair herhangi bir sözleşme düzenlenmediğini, dava konusu taşınmazın tapuya kayıtlı olması sebebiyle zilyetlik sıfatıyla malik olunamayacağını, iddia edilen satışın gerçek olduğu düşünülse bile, haricen yapılan satış sözleşmesinin geçersiz olduğunu, sebepsiz zenginleşme hükümleri gereği alacağın zamanaşımına uğradığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece ; davanın reddine karar verilmiş, hüküm taraflarca temyiz edilmesi üzerine; Dairemizin 14.11.2012 tarih ve 2012/19184 E. – 2012/ 23489 K. sayılı ilamı ile, “…Davalı taraf, sözleşme altındaki imzanın kendisine ait olmadığının tespitini istemiş ancak, bu konuda mahkemece bir inceleme yapılmadan, davacının ileri sürdüğü 20.04.1981 tarihli sözleşmenin geçerli olduğunun kabulü yerinde değildir. Öncelikle sözleşmenin geçerli olduğunun tespiti gerekir. Sözleşmenin geçerliliği tespit edildikten sonra işin esasına girilerek ifanın mümkün olup olmadığının değerlendirilmesi gerekir. Bu nedenle, mahkemece HUMK.nun 308. maddesi ve …nun 211 ve devamı maddelerine göre davalı savunması üzerinde durulup, bu hususun çözümlenmesinden sonra davanın esası hakkında karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde ve alınan bilirkişi raporu doğrultusunda, taraflar arasında düzenlenen harici taşınmaz satış sözleşmesinde belirtilen 100.000 eski Türk Lirasının dava tarihi itibariyle hesaplanan güncel değerinin, dürüstlük kuralı gereği davalılardan tahsilinin istenebileceği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile 9.344,59 TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm süresi içinde taraflarca temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacının tüm, davalıların sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-Dava, harici taşınmaz satış sözleşmesine dayalı alacağın sebepsiz zenginleşme hükümleri gereği tahsiline ilişkindir.
Tapulu taşınmazların satışına ilişkin sözleşme, resmi şekilde yapılmadığı için, TMK’nın 706, TBK’nın 237. (BK.’nın 213), Tapu Kanununun 26. ve Noterlik Kanununun 60. maddeleri uyarınca hukuken geçersizdir. Geçersiz sözleşmeler taraflarına geçerli sözleşmelerde olduğu gibi hak ve borç doğurmaz. Taraflar verdiklerini sebepsiz zenginleşme kurallarına göre geri isteyebilirler.

Geçersiz satış sözleşmesi gereğince; diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi “denkleştirici adalet” düşüncesine dayanmaktadır. Denkleştirici adalet ilkesi, haklı bir sebebe dayanmadan başkasının mal varlığından istifade ederek, kendi mal varlığını artıran kişinin elde ettiği kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve bir eski hale getirme yükümlülüğünü ifade eder.

Bu bakımdan sebepsiz zenginleşmeye konu alacağın iadesine karar verilirken, taşınmazın satış bedelinin alım gücünün ilk ödeme günündeki alım gücüne ulaştırılması ve bu şekilde iadeye karar verilmesi gerekir. Bu güncelleme yapılırken, güncellemeye esas alınan somut veriler tek tek uygulanarak, ödeme tarihinden ifanın imkansız hale geldiği tarihe kadar paranın ulaştığı değer her bir dönem için hesaplanmalı, sonra bunların ortalaması alınmalıdır.

Satım bedelinin iade tarihindeki ulaştığı bedel belirlenirken, ödenen paranın çeşitli ekonomik etkenler nedeniyle azalan alım gücünün enflasyon,…… artış oranları, faiz, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar ve benzeri ekonomik göstergelerin ortalamaları göz önünde tutulmalıdır.

Somut olayda; mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı tarafından ödenen bedelin, denkleştirici adalet ilkesi uyarınca ifanın imkansız hale geldiği dava tarihindeki ulaştığı değer hesaplanmış, ancak hesaplamada ekonomik etkenlerin tamamı yerine bir bölümü esas alınmış olmakla birlikte gram ekmek baz alınarak hesaplama yapılmıştır. Rapor bu haliyle hüküm kurmaya elverişli değildir.

Hal böyle olunca; mahkemece, uzman bilirkişi heyetinden Yargıtay ve taraf denetimine elverişli yeni bir rapor alınarak, davacı tarafından ödenen satış bedelinin iş bu dava tarihinde ulaşacağı alım gücü; çeşitli ekonomik etkenler ( enflasyon, ……, faiz, altın ve döviz kurlarındaki artışlar, memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar vs olmak üzere en az 5 etken) tek tek uygulandıktan sonra, bunların ortalaması alınmak suretiyle belirlenmesi ve varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yetersiz bilirkişi raporu doğrultusunda hüküm tesisi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davacının tüm, davalıların sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428.maddesi gereğince davalılar yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu açık olmak üzere 24.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TAKİBE DAYANAK BANKA DEKONTUNUN ÖDEME EMRİNE EKLENMEMESİ- ÖDEME EMRİNİN İPTALİ

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2013/9667
KARAR:2013/18885

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Bursa 5. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 24/01/2013
NUMARASI : 2013/45-2013/35

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatılmış, takip talebi ve ödeme emrinde borca dayanak olarak ekspertiz raporu ile banka dekontu gösterilmiş, borçlu tarafından, takibe dayanak banka dekontunun ödeme emrine eklenmemesi sebebiyle şikayet yoluna başvurularak ödeme emrinin iptali istenmiştir.
İİK’nun 58/3. maddesi gereğince alacak bir belgeye dayanmakta ise belgenin aslının veya alacaklı yahut mümessili tarafından tasdik edilmiş borçlu sayısından bir fazla örneğinin takip talebi anında icra dairesine tevdii zorunludur. İİK’nun 61/1. maddesinin 2. cümlesi gereğince de takip bir belgeye dayanıyor ise onaylı bir örneğinin ödeme emri ile birlikte borçluya gönderilmesi gerekmektedir.
Takip dosyası içinde bulunan tebliğ mazbatası incelendiğinde zarfta ödeme emri ile beraber sadece dayanak ekspertiz raporunun ekli olduğu belirtildiği gibi, esasen takip dosyasının incelenmesinde; takip talebinde dayanılan banka dekontunun örneğinin dosyada bulunmadığı anlaşılmaktadır.
O halde mahkemece şikayetin kabulü ile ödeme emrinin iptaline karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15/05/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ARAÇ MALİKİ VE İŞLETENİN FARKLI OLDUĞU DURUMLARDA ADİ YAZILI SÖZLEŞME YETERLİ OLMAYIP, FARKLILIĞI İNANDIRICI BAŞKA DELİLLERLE DE KANITLANMASI GEREKİR.

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/18685
KARAR:2018/10272

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan yargılaması sonucunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine dair verilen hükmün süresi içinde davalı … vekili ve davalı … Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, 02/12/2009 tarihinde müvekkili yönetimindeki araç ile davalılardan Volkan yönetimindeki aracın çarpışması sonucu meydana gelen kazada davalı …’ın tam kusurlu olduğunu, kaza sırasında müvekkilinin ağır yaralandığını ve kırıklar oluştuğunu, uzun süre tedavi gördüğünü, en az 4 ay çalışamadığını belirterek kazanç kaybı, araç bedeli ve tedavi giderleri yönünden fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL maddi tazminatın … şirketi poliçe teminat limiti ile sınırlı olmak üzere davalılardan müştereken ve müteselsilen, 10.000,00 TL manevi tazminatın davalılar … ve … Tic. Ltd. Şti’den olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davacı vekili, 27.02.2014 havale tarihli ıslah dilekçesi ile bilirkişi raporu doğrultusunda maddi tazminat talebini 1.319,65 TL olarak ıslah ettiklerini belirterek, maddi manevi tazminat taleplerine olay tarihinden itibaren faiz işletilmesini talep etmiş, talebine ilişkin ıslah harcını aynı gün yatırmıştır.

Davalı şirket vekili, müvekkilinin motorlu araç kiralama hizmeti veren firma olduğunu, kazaya karışan … plakalı aracın müvekkili şirket adına kayıtlı olduğunu, 17/11/2009 tarihinde 12 ay süre ile … AŞ’ye kiralandığını ve 17/11/2009 tarihinde aracın teslim edildiğini, araç kiralama bedelinin ilk ödemesinin fatura karşılığı kiracı tarafından yapıldığını, kira sözleşmesi ile ilgili vergi dairesine karşı yükümlülük yerine getirilerek sözleşmenin vergisinin yatırıldığını, kaza tarihinde aracın fiili hakimiyetinin kiracı şirkette olduğunu ve bu şirketin işleten sıfatıyla sorumlu olduğunu belirterek davanın kiracıya ihbarını ve neticede kendileri hakkında husumet yokluğundan davanın reddini talep etmiştir.

Davalı … vekili, kaza nedeniyle hasar dosyası açıldığını, araca pert total işlemi yapıldığını ve kusur oranına göre belirlenen 6.750,00 TL’nin davacı tarafa ödendiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … vekili, kazada kusuru bulunmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Dava, … AŞ’ye ihbar edilmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, 819,65 TL maddi tazminatın davalılardan, 3.000,00 TL manevi tazminatın davalılar … ve Neziroğulları Ltd Şti’nden olay tarihi olan 02/12/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile alınarak davacıya verilmesine, fazlaya dair taleplerinin reddine, dair karar verilmiş, hüküm, davalı … vekili ve davalı … Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

1-6100 Sayılı HMK.’nun geçici 3/2. maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK.’nun 427. maddesinde öngörülen kesinlik sınırı 01.01.2014 tarihinden itibaren 1.890,00 TL’ye çıkarılmıştır.

Temyize konu karar anılan yasanın yürürlüğünden sonra verilmiş olup davacı lehine hükmedilen 819,65 TL maddi tazminata dair karar kesin niteliktedir. Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 1.6.1990 gün 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca …’ca da temyiz isteminin reddine karar verilebileceğinden davalı … vekilinin davacı lehine hükmedilen maddi tazminata ilişkin temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, özellikle, ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi raporundaki kusur dağılımının oluşa ve dosya içeriğine uygun bulunmasına ve manevi tazminatın takdirinde B.K.nun 47.maddesindeki özel haller dikkate alınarak hak ve nasafet kuralları çerçevesinde hüküm kurulmuş olmasına göre, davalı … vekilinin davacı lehine hükmedilen manevi tazminat yönünden yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

3-Davalı … Tic. Ltd. Şti. vekilinin temyiz itirazları yönünden;

Dosyaya ibraz edilen 07.11.2009 tarihli kira sözleşmesine göre davalı … Tic. Ltd. Şti. ile … A.Ş. isimli firma arasında 12 aylığına 3 adet 0 km Renault yeni Symbol aracın aylık 3.270,00 TL+KDV karşılığında kiralandığı savunulmuştur.

2918 sayılı …’nin 3.maddesi gereği; İşleten: Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır.

Trafik kazası sonucu 3.kişilerin zarar görmesi halinde taraflar arasında geçerli sayılabilecek sözleşmelere mutlak geçerlilik tanımak uygun düşmez. Noter onayı bulunmayan ve taraflarca her zaman tanzimi mümkün olan kira sözleşmesinin zarar gören kişilerin haklarını tehlikeye düşürmesi mümkün bulunduğundan araç maliki ve işleten olduğu iddia edilen kişinin farklı olduğu durumlarda bu farklılığın kabulü için sözleşme yeterli olmayıp, farklılığı inandırıcı başka delillerle de kanıtlanması gerekir.

Davalı … Tic. Ltd. Şti vekili cevap dilekçesinin ekinde ayrıca dosyaya Temlik Teyidi, 17.11.2009 tarihli … plakalı araç ile ilgili “Kiralanan Araç Teslim Formu”, 17.11.2009 tarihli ve 01.12.2009 tarihli davalı … Tic. Ltd. Şti. tarafından dava dışı … isimli firmaya düzenlenen faturalar ve … Vergi Dairesi Müdürlüğüne 2009 Kasım ayı için damga vergisine esas düzenlenen beyan mevcut olup, davalı … Tic. Ltd. Şti. vekilinin savunmasına ilişkin olarak davalı tarafın delilleri usulen toplandıktan sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.

O halde mahkemece yapılacak iş; yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerde göz önünde bulundurularak, davalı taraf aracı üzerinde fiili hakimiyet ve ekonomik yararlanmanın kime ait olduğu, kira sözleşmesinin ve kira bedelinin maliye ve vergi Dairelerine bildirilip bildirilmediği, ibraz edilen sözleşme yükümlülüklerinin kim tarafından yerine getirildiği, gerektiğinde işleten ve kiracının varsa ticari defter ve kayıtları üzerinde bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılmak suretiyle kira sözleşmesinin, fatura, ruhsat, cari hesap hareketleri gibi yan delillerle desteklenip desteklenmediği, işletenlik sıfatının kimde bulunduğu, hususları tartışılarak varılacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin davacı lehine hükmedilen maddi tazminata ilişkin temyiz dilekçesinin mahkeme hükmünün kesin olması nedeniyle REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin davacı lehine hükmedilen manevi tazminata ilişkin tüm temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … Tic. Ltd. Şti. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, aşağıda dökümü yazılı 139,00 TL kalan onama harcının temyiz eden davalı …’den alınmasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalı… Tic. Ltd. Şti’ne geri verilmesine 07/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

USUL EKONOMİSİ GEREĞİNCE BİRLİKTE DAVA AÇAN İHTİYARİ DAVA ARKADAŞLARI İÇİN HER BİR DAVACI YÖNÜNDEN HÜKMEDİLEN TAZMİNAT MİKTARINA GÖRE AYRI AYRI VEKALET ÜCRETİ TAKDİR EDİLMESİ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/1067
KARAR:2018/10916

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki maddi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne ilişkin verilen hüküm davacılar vekili ve katılma yoluyla davalı vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili, 08/11/2012 tarihinde dava dışı … sevk ve idaresindeki kamyonet ile meydana gelen tek taraflı trafik kazasında davacı …’nin eşi, davacı …’ın oğlu ve diğer davacıların babası olan yolcu … nin vefat ettiğini, kazanın oluşumunda sürücünün kusurlu olduğunu, davacıların destekten yoksun kaldıklarını, aracın trafik sigorta poliçesinin bulunmadığını, davalıya ihtarnamenin 26.12.2012 tarihinde tebliğ edildiğini, yapılan başvurunun sonuçsuz kaldığını beyanla şimdilik davacı eş için 500,00 TL, diğer davacılar için 100,00’er TL destekten yoksun kalma tazminatının 8 iş günü sonrası olan 09.01.2013 tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, kusura itiraz ederek davacılar tarafından noksan belgelerin ikmali yapılmadığı için ödeme yapılmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; iddia, savunma, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davacının davasının ıslah edilen değer ile birlikte kabulü ile 114.461,86 TL’nin davalıdan tahsiline, bu bedelden 1.000,00 TL’sine dava tarihinden itibaren ıslah edilen 113.461,86 TL’sine ıslah tarihi 26.05.2015 tarihi itibariyle avans faizi uygulanmasına, dosyada talep edilen dava dilekçesindeki ve ıslah edilen dilekçe kapsamındaki istemler doğrultusunda 1.000,00 TL’den 500,00 TL’sinin davacı …, 100,00’er TL’sinin Ramazan, Serdar, Hasan, Yılmaz ve Baba … için, 79.020,12 TL’sinin Fadime, 1.962,87 TL’sinin Ramazan, 3.664,66 TL’sinin Serdar, 8.573,67 TL’sinin Hasan, 13.214,92 TL’sinin Yılmaz, 8.025,62 TL’sinin davacı baba … yönünden takdirine karar verilmiş; hüküm davacılar vekili ve katılma yoluyla davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde, özellikle oluşa uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının ve maddi tazminata ilişkin hesaplamanın hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına ve karar başlığında dava tarihinin 09.01.2013 olarak yazılması gerekirken mahallinde düzeltilebilir hata olmasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, trafik kazası sonucunda ölüm nedeni ile yakınlarının maddi tazminat istemine ilişkindir. Davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığı, aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunanların usul ekonomisi ilkesi dikkate alınarak birlikte dava açtıkları durumda da esasen birden fazla dava olduğu dikkate alınarak; her bir davacı yönünden lehine hükmedilen tazminat miktarına göre kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine ayrı ayrı vekalet ücreti takdir edilmesi gerekmektedir.
Somut olayda; mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; davacılar yararına toplam miktar üzerinden tek 11.556,95 TL vekalet ücreti belirlenmiş, yine davacı taraf dava dilekçesine ve ıslah dilekçesine konu ettiği bedeller için sigorta şirketine başvuru tarihinden itibaren 8 iş günü sonrası olan 09.09.2013 için temerrüt faizine karar verilmesini talep etmiş; mahkemece, dava dilekçesindeki bedel için dava ve ıslah dilekçesindeki bedel için ıslah tarihinden geçerli olmak üzere temerrüt faizine karar vermiştir. Davacı tarafın talebine göre; tüm tazminata dava tarihinden faiz yürütülmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değil ise de bu yanılgıların giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, hükmün 6100 sayılı HMK.nun geçici 3/2 maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK.’nun 438/7.maddesi uyarınca düzeltilerek onanması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün 1 numaralı bendinde “bu bedelden 1.000,00 TL’sine dava tarihinden itibaren ıslah edilen 113.461,86 TL’sine ıslah tarihi 26.05.2015 tarihi itibariyle avans faizi uygulanmasına,” ibaresinin çıkarılarak yerine “hükmedilen bedellere dava tarihinden itibaren avans faizi uygulanmasına” ibaresinin eklenmesine, hükmün 2 numaralı bendinde yer alan “1.000,00 TL’den 500,00 TL’sinin davacı …, 100,00’er TL’sinin Ramazan, Serdar, Hasan, Yılmaz ve Baba … için” ibaresinin çıkarılmasına, hükmün 3 numaralı bendinde yer alan “11.556,95 TL vekalet ücretinin” ibaresinin çıkarılarak yerine “davacı … için 8.992,21 TL vekalet ücretinin, davacı … için 1.500,00 TL vekalet ücretinin, davacı … için 1.500,00 TL vekalet ücretinin, davacı … için 1.500,00 TL vekalet ücretinin, davacı … için 1.585,79 TL vekalet ücretinin, davacı baba Ramazan için 1.500,00 TL vekalet ücretinin” ibaresinin yazılmasına ve hükmün bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine, aşağıda dökümü yazılı 5.864,17 TL kalan onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına 20/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI – ALACAKLI BORÇLU SIFATININ BİRLEŞMESİ – YÜZDE YÜZ TAM KUSUR

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/3682
KARAR: 2018/12746

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacılar (vasisi) vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili, müvekkilerinin murisi … ‘ün 30/03/2007 tarihinde (sigorta poliçesi olmayan) … plakalı araç ile … plakalı araca çarparak kaza yapması sonucunda vefat ettiğini, vefat nedeniyle … ve …’ın babalarının desteğinden yoksun kaldıklarını, talep edilen destek zararının, ölenin değil üçüncü kişi durumundaki destek tazminatı isteklilerinin zararı olup salt miras yolu ile geçen bir hak olmadığını, doğrudan davacılar üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki kusurun davacılara yansıtılamayacağını belirterek ve fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak çocuklar … için 5.000,00 TL ve … için 5.000,00 TL olmak üzere toplam 10.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının olay tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, yargılama sırasında talebini yükseltmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının desteği/muris … l’ün kazanın oluşumunda tam kusurlu olduğu, alacaklı ve borçlu sıfatlarının aynı kişide birleşmesi nedeniyle borçluluk durumunun sona ereceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacılar (vasisi) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davacılar murisinin trafik kazası sonucunda ölümü nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Davacı taraf, çift taraflı kazada ölen murisinin desteğinden yoksun kaldığını iddia ederek tazminat isteminde bulunmaktadır. Davacıların talebi ve iddia ettikleri zarar, ölenin mirasçısı sıfatlarına değil, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatına dayanmaktadır. Dolayısıyla, davacıların ölenin mirasçısı sıfatına dayanmayan, doğrudan davacılar üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki desteğin kusuru davacılara yansıtılamayacak, sürücü desteğin tam kusurlu olması, onun desteğinden yoksun kalan davacıları etkilemeyecektir (HGK’nın 15.6.2011 gün 2011/17-142 E 411 K, 22.2.2012 gün 2011/17-787 E 2012/92 K, 16.1.2013 gün ve 2012/17-1491 E 2013/74 K sayılı ilamları uyarınca).
Bu durum karşısında; davacıların, zarar gören 3. kişi sıfatına dayanan zarar giderim talebi nedeniyle davacılar desteğinin kazadaki kusurunun davacılara yansıtılamayacağı, desteğin idaresindeki aracın ZMSS poliçesi bulunmadığı için davalı …’nın zarardan sorumlu olduğu, davalının ödeme yapması halinde de davacılara rücu imkanının bulunmadığı, hususları gözetilerek; işin esasının incelenmesi ve davacıların tazminat talebinin değerlendirilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçeyle yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacılar (vasisi) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 25/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

VEKİL İSTİFA ETMİŞ OLSA DA YAPILAN TEBLİGAT GEÇERLİ OLUP İSTİFA EDEN VEKİLİN VEKİLLİK GÖREVİ İSTİFANIN MÜVEKKİLİNE TEBLİĞİNDEN İTİBAREN İKİ HAFTA BOYUNCA DEVAM EDECEĞİNDEN TEMYİZ SÜRESİ İŞLEMEYE DEVAM EDER

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/464
KARAR: 2018/4515

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki rücuen tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın … yönünden kabulü ile diğer davalılar yönünden davanın reddine dair verilen hükmün süresi dışında davalı … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

– K A R A R –

Davacı vekili dava dilekçesiyle davalılardan …’nın malik ve sürücüsü olduğu 33FC 853 plakalı araç, 14/07/2006 tarihinde %75 oranında kusurlu hareketi ile müvekkili şirketin … sayılı kasko poliçesi ile sigortalı … plakalı araca çarparak kazaya karışmasına- hasarlanmasına sebebiyet verdiğini, davalılardan … Lojistik Taş.Tur. Acenta Hiz. San.ve Tic. Ltd’nin malik …’in sürücüsü olduğu … sayılı kasko poliçesi ile sigortalı … plakalı aracın kazaya karışmasına ve hasarlanmasına sebebiyet verdiğini, davalı … Lojistik Taş.Tur. Acenta Hiz. San.ve Tic. Ltd’nin Karayolları zorunlu mali sorumluluk poliçesi diğer davalı …Ş. tarafından düzenlendiği için, ilgili sigorta şirketi de poliçe limiti miktarınca sorumlu olduğunu, sigortalı araçta oluşan hasar nedeniyle müvekkil şirket … plakalı araç malikine kaska sigortacısı olduğundan ceman 42.831,00 TL ödendiğini, davalıların mezkur kazada %100 kusurlu olmaları sebebiyle hasar tazminatından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarını, tüm bu nedenlerle müvekkili şirket tarafından ödenen 37.081,00 TL hasar bedelinin araç maliki ve sürücülerinin kusurları oranında ve diğer sigorta şirketinin sigorta poliçesi limiti oranında kaza tarihinden itibaren TC. Merkez Bankasının kısa vadeli avanslara
uygulandığı, reeskont faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile yargılama giderleri, vekalet ücretinin davalılardan üzerinde bırakılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılardan Genel Sigorta A.Ş. vekili yazılı beyanda bulunarak davanın müvekkili şirket bakımından reddi ile yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesine karar verilmesini beyan etmiştir .
Davalılardan … Lojistik Taş. Tur. Acenta Hizmetleri San Ve Tic. Ltd. Şti vekili yazılı beyanda bulunarak iş bölümü itirazı itirazının kabulü ile dosyasının Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine aksi halde haksız ve hukuki dayanaktan yoksun davanın reddi ile masraf ve ücreti vekaletin davacı üzerinde bırakılmasına karar verilmesini beyan etmiştir.
Davalılardan … vekili kendisini vekil ile temsil ettirmiş, 31.01.2013 tarihli celse de davalı vekili zamanaşımı itirazında bulunmuş ve kusursuz olduklarını ileri sürmüştür.
Mahkemece davalı … yönünden davanın kabulü ile diğer davalılar yönünden davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkeme hükmü, davalı … vekiline 08.11.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı … vekili aynı gün tarihli mahkemeye verdiği dilekçe ile müvekkili ile uzun zamandır görüşmediğini belirterek vekillikten istifa ettiğini söyleyip, 08.11.2017 tarihinde tebligatı mahkemeye iade etmiştir. Bunun üzerine mahkeme tarafından davalı asil …’a yeniden tebligat çıkarılmış, 16.12.2017 tarihinde davalı asile tebligat yapılmıştır. Davalı … tarafından başka bir avukata vekaletname verilerek bu yeni vekil tarafından 29.12.2017 tarihinde ilam temyiz edilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın “Vekilin İstifası” başlıklı 82/1. maddesinde; istifa eden vekilin vekâlet görevinin, istifanın müvekkiline tebliğinden itibaren iki hafta süreyle devam edeceği hükme bağlanmıştır. Aynı konunun düzenlendiği Avukatlık Kanununun 41. maddesinde de; belli bir işi takipten veya savunmadan isteğiyle çekilen avukatların, o işe ait vekalet görevinin istifa dilekçesinin müvekkiline tebliğinden itibaren iki hafta süre ile devam edeceği, vekilin; vekaletten çekilmesi halinde, masrafı vekile ait olmak üzere mahkemece, çekilmenin vekil edene açıkça bildirilmesi gerektiği hükme bağlanmıştır.
Tüm bu bilgiler ışığında somut olay irdelendiğinde; davalı … vekil ile temsil edilmiş, mahkeme ilamı vekile 08.11.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, aynı gün vekil 08.11.2017 tarihli dilekçe ile vekillikten istifa etmiş olsa da vekili olarak yapılan tebligat geçerli olduğundan ve istifa eden vekilin vekillik görevi istifanın müvekkiline tebliğinden itibaren iki hafta boyunca devam edeceğinden dolayı vekile 08.11.2017 tarihinde yapılan tebliğ tarihinden itibaren temyiz süresi işlemeye başlamıştır.
Davalı … vekili tarafından, HUMK.’nun 437. maddesinde öngörülen yasal süre geçirildikten sonra 29.12.2017 tarihinde ilam temyiz edildiğinden dolayı, Süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01.06.1990 gün ve 3/4 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, Yargıtay’ca da bu yolda karar verilebileceğinden, süresinden sonra verilen temyiz dilekçesinin reddi gerekmiştir.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalı …’ya geri verilmesine, 25/04/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ASİLE VEKİLİNİN İSTİFASI HUSUSU TEBLİĞ EDİLMEDİĞİ SÜRECE VEKİLİN GÖREVİ DEVAM EDECEĞİNDEN SÜRELERİN İŞLEYECEĞİ

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/14076
KARAR: 2018/6134

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davalı … Birleşik San. Dış. Tic. A.Ş’ye gerekçeli karar ve davacı tarafın temyiz dilekçesi Tebligat Kanunu’nun 35. maddesine göre davalı asile tebliğ edilmiş ise de; yargılama sırasında davalı vekilinin vekillikten istifa ettiği, mahkemece istifa hususunun ihtaratlı olarak davalı asile tebliği yapılırken tebligatın iade olunduğu, bu haliyle istifa hususunun asile bildirilemediği görülmektedir. 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 41.maddesi gereğince; “Belli bir işi takipten veya savunmadan isteği ile çekilen avukatın o işe ait vekalet görevi, durumu müvekkiline tebliğinden itibaren onbeş gün süre ile devam eder….” Temyiz tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) “Vekilin azli ve istifasının şekli” başlıklı 81. madde hükmü de aynen; “Vekilin azli veya istifasının, mahkeme ve karşı taraf bakımından hüküm ifade edebilmesi için, bu konudaki beyanın dilekçeyle bildirilmesi veya tutanağa geçirilmesi ve gerektiğinde ilgilisine yapılacak tebligat giderinin de peşin olarak ödenmesi zorunludur” 7201 Sayılı Tebligat Kanunu’nun 11. ve Tebligat Yönetmeliği’nin 18. maddeleri, HMK’nun 73, 81, 82, 83 Avukatlık Kanunu 41.maddeleri uyarınca; vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması zorunlu olup, asile yapılan tebligat hüküm ifade etmez. Dosyanın incelenmesi neticesinde; davalı asile, vekilinin istifası hususunun tebliğ edilemediği ve davalı vekilinin eldeki dava bakımından vekilliğinin devam ettiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle yukarıda belirtilen yasal hükümler çerçevesinde davalı asile vekilinin istifa dilekçesinin usulen tebliği ile Avukatlık Yasasında belirtilen onbeş günlük sürenin beklenmesi ve akabinde duruma göre gerekçeli karar ile davacının temyiz dilekçisinin tebliği ile temyiz süresinin beklenmesi ondan sonra temyiz incelemesi yapılmak üzere gönderilmesi için dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 30.05.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

VEKİLİN İSTİFASI ASİLE TEBLİĞ EDİLMEDİĞİ SÜRECE GEÇERLİ BİR İSTİFA BULUNMADIĞINDAN GEREKÇELİ KARARIN VEKİLE TEBLİĞİ GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/13536
KARAR: 2018/14098

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İTİRAZIN İPTALİ

Y A R G I T A Y K A R A R I

Dosya içeriğinden davalı vekilinin vekillikten istifa ettiği ve ancak istifa dilekçesinin davalıya tebliğ edilemediği anlaşılmaktadır. HMK 82. maddesinin 1. fıkrasının “İstifa eden vekilin vekalet görevi,istifasının müvekkiline tebliğinden itibaren iki hafta süreyle devam eder” şeklinde düzenlendiği anlaşılmaktadır.Davalı vekilinin istifası davalı şirkete tebliğ edilmediğinden geçerli bir istifa söz konusu değildir.Bu nedenle gerekçeli kararın, davalı şirket vekiline tebliğ edilerek, gerekli usuli işlemler tamamlandıktan sonra gönderilmesi için dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 31.05.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

VEKİLİN İSTİFASI DURUMUNDA YENİ TARİHLİ VEKALETNAME SUNULMADAN HÜKMÜ TEMYİZ EDEMEYECEĞİ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS: 2015/15937
KARAR: 2018/8961

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili ile davalılar vekili olduğu iddiası ile Av. … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

– K A R A R –

Davacı vekili, davalı yanın müvekkili olan sigorta şirketine başvurarak … plakalı aracın, … poliçe numarası ile 29/03/2008 – 29/03/2009 tarihleri arasında sigortalandığını, sigortalı aracın 08/06/2008 tarihinde müvekkillerinin murisi … kasten çarparak vefatına yol açtığını, ölümden kaynaklanan zararın tazmininin talep edildiğini, müvekkil şirkete bu şekilde yapılan başvuru sonucu 15/04/2013 tarihli destekten yoksun kalma tazminatı aktüerya raporu gereğince … için 85.643,43 TL, … için 947,65 TL … için 2.183,64 TL, … için 3.707,44 TL ve … için 7.307,54 TL olmak üzere toplam 99.789,00 TL tazminat tutarının müvekkilince 13.05.2013 tarihinde davalılar vekili Av. …’e ödendiğini, ceza dosyası ve belgeler incelendiğinde olayda kullanılan aracın … plakalı araç değil, … plakalı aracın olduğunun tespit edildiği, kazaya karışan aracın müvekkili şirket tarafından sigortalı olmamasına rağmen davalılara sehven ödendiği anlaşılan toplam 99.789,00 TL’nin ödeme tarihi olan 13/05/2013 tarihinden itibaren işleyecek olan yasal faizi ile birlikte müvekkil davacıya verilmesini talep etmiştir.

Davalılar vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; davanın kabulü ile 99.789,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili ile davalılar vekili olduğu iddiası ile Av. … tarafından temyiz edilmiştir.

1-)Hükmün davalılar vekili olduğu iddiası ile Av. … tarafından temyiz edilmesi üzerine mahkemece davalılar vekili olduğunu bildiren Av. …’in 03/03/2015 tarihli dilekçe ile davalıların vekilliğinden istifa ettiği, istifa dilekçesinin davalı asillere 16/03/2015 tarihinde tebliğ edildiği, gerekçeli kararın davalılara 21/04/2015 tarihinde tebliğ edildiği, temyiz talebinde bulunan davalılar vekilinin istifası ile vekilliğinin sona erdiği, yeni vekaletname sunmadan temyiz talebinde bulunmasının hukuken mümkün olmadığı, bununla beraber yasal süre geçtikten sonra temyiz talebinde bulunulmuş olduğu gerekçesi ile HMK 366-346 maddelerine göre temyiz talebinin reddine karar verilmiş, bu ek karar da davalılar vekili olduğu iddiası ile Av. … tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemenin, davalılar vekili olduğu iddiası ile hükmü temyiz eden Av. …’in temyiz istemi hakkında temyiz edilmemiş sayılmasına ilişkin 05/06/2015 tarihli ek kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan, temyiz itirazlarının reddiyle ek kararın onanması gerekmiştir.

2-)Davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelemesine gelince;

a)Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına, davacı tarafından, davalı tarafın dava açılmadan evvel temerrüde düşürüldüğü iddia ve ispat edilememiş olmasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

b)Dava, davacı … şirketi tarafından borçlu olunmayan meblağın sehven ödenmesi nedenine dayalı istirdat davasıdır. Kazaya ilişkin kayıtların incelenmesinden ve karşılıklı uyumlu taraf beyanlarından anlaşıldığı ve mahkemenin de kabulü olduğu üzere davaya konu kazaya karışan araç; … plakalı ve davacı … şirketine sigortalı bulunmayan bir araç olmasına rağmen ceza mahkemesi kararında sehven kazaya karışan aracın plakasının … olarak yazılması neticesinde davacı … şirketine bu plaka bildirilerek yapılan başvuru, sigorta şirketi tarafından buna göre değerlendirilmiş ve plakası yanlış yazılan araç kendi şirketine sigortalı olduğundan, gerçekte borçlu olmadığı halde, davalılara ödeme yapılmıştır. Bu durumda, davalıların davaya konu meblağı gerçekte borçlu olmadığı halde davacı şirketten tahsil ettiği sabittir. Davacı dava açmakta haklı bulunarak davası kabul edilmiş fakat davacı tarafından yapılan yargılama gideri kendi üzerinde bırakılmış, yine davası kabul edilmiş olmasına rağmen lehine karar tarihinde AAÜT’ne göre hesaplanması gereken nispi vekalet ücreti hükmedilmemiştir.

Bu durum usul ve yasaya aykırı olup bozma nedeni ise de; bu yanılgının giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden 6100 sayılı HMK’nun geçici 3/2.maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK’nun 438/7.maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalılar vekili olduğu iddiası ile hükmü temyiz eden Av. …’in temyiz isteminin reddine ilişkin 05/06/2015 tarihli ek kararı usul ve yasaya uygun bulunduğundan, davalılar vekili olduğu iddiası ile hükmü temyiz eden Av. …’in temyiz itirazlarının reddiyle ek kararın ONANMASINA, (2-a) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2-b) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hüküm fıkrasının (3) nolu bendinin hükümden tamamen çıkartılmasına yerine; “3- Davacı tarafından yatırılan 1.704,15 TL peşin harcın, davacı tarafından yapılan 90 TL tebligat gideri olmak üzere toplam 1.794,15 TL yargılama giderinin davalılardan alınıp davacıya verilmesine” ibaresinin eklenmesine; hüküm fıkrasının (4) nolu bendinden sonra gelmek üzere hükme; “5- Davacı kendisini vekille temsil ettirmiş olmakla karar tarihinde yürürlükte olan AAÜT hükümlerine göre hesaplanan 10.383,12 TL nispi vekalet ücretinin davalılardan alınıp davacıya verilmesine” şeklinde yeni bir hüküm fıkrası eklenmesine ve hükmün bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 8,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davalılardan alınmasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 11.10.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BEYAZ CİRO İLE İKTİSAP EDİLEN ÇEKİ TAKAS ODASINA İBRAZ EDEN BANKANIN YETKİLİ HAMİL OLACAĞI

T.C
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2017/3696
KARAR: 2018/5707

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin taraflarca istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takipte borçlunun, icra mahkemesine başvurusunda, alacaklının ibraz anında çekte cirosunun bulunmadığını, dolayısıyla yetkili hamil olmadığını ileri sürerek takibin iptalini talep ettiği, mahkemece, şikayetin kabulü ile takibin iptaline karar verildiği görülmektedir.

6102 sayılı TTK’nun 790. maddesinde; “Cirosu kabil bir çeki elinde bulunduran kimse son ciro beyaz ciro olsa bile kendi hakkı müteselsil ve birbirine bağlı cirolardan anlaşıldığı takdirde yetkili hamil sayılır. Çizilmiş cirolar yazılmamış hükmündedir. Bir beyaz ciroyu diğer bir ciro takip ederse bu son ciroyu imzalayan kimse çeki beyaz ciro ile iktisap etmiş sayılır” düzenlemesi yer almaktadır.

Aynı Kanun’un 798. maddesine göre ise, çekin bir takas odasına ibrazı, ödeme için ibraz yerine geçer. Türkiye Cumhuriyeti … Merkezi Yönetmeliği’nin 14/B maddesinin ikinci fıkrasında; “Elektronik ortamda işlem yapan takas odalarında, bankalarca, muhatap bankalara fiziken ibraz edilmeyen çekler için birbirlerine vekalet vererek hesaben tesviye edilmek amacıyla işlem yapacak bankalar, … Merkezi Yönetim Kurulu’nca hazırlanan protokolü imzalamak suretiyle bu faaliyetlere katılabilirler” hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda takip alacaklısı … A.Ş’nin, ibraz işlemlerini, yukarıda belirtilen yönetmelik hükmü gereği muhatap İş Bankası adına vekaleten yaptığı görülmektedir. Takip alacaklısı …A.Ş., aynı zamanda muhatap banka durumunda olmadığından ve çek adı geçen banka tarafından ibraz edildiğinden, takip yapan bankanın yetkili hamil olduğunun kabulü gerekir.

O halde mahkemece, borçlunun şikayetinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile takibin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsizdir

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), bozma nedenine göre borçlunun temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.06.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÇEKİN TAKAS ODASINA İBRAZI- İBRAZ İŞLEMİ MUHATAP BANKA ADINA VEKALETEN YAPILDIĞINDAN TAKİP YAPAN BANKA YETKİLİ HAMİL KONUMUNDADIR

T.C
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2013/19740
KARAR: 2013/29620

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Bandırma İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 07/05/2013
NUMARASI : 2013/90-2013/163

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile başlatılan takipte borçlu, icra mahkemesine başvurusunda, takip alacaklısının yasal ve meşru hamil olmadığını, takip dayanağı çekin lehtar ile aralarındaki bayilik sözleşmesi kapsamında verilen avans çeki olup kambiyo senedi vasfında olmadığını ileri sürerek takibin iptalini talep etmiştir.

Mahkemece; takip dayanağı çekin avans çeki olduğunun davacının sunmuş olduğu sözleşme ve ekindeki avans çekleri döküm listesi ile ispatlandığı ve çekin ciro yolu ile değil de alacağın temliki yolu ile alacaklıya devredilmesi karşısında, TBK’nun 188/1 maddesi uyarınca, davacı borçlunun devri öğrendiği sırada devreden şirkete karşı ileri sürebileceği, takibe konu çekin avans çeki olduğunun ispatlanması karşısında alacağın tahsilinin gerekip gerekmeyeceği hususunun genel mahkemede yargılamayı gerektireceği gerekçeleriyle borca itirazın kabulü ile takibin durdurulmasına karar verildiği görülmektedir.

6762 Sayılı TTK nun 710. maddesine göre çekin takas odasına ibrazı, ödeme için ibraz yerine geçer. Resmi Gazetenin 17 Nisan 1998 tarihli nüshasında yayımlanan, Bankalararası Takas Odası Merkezi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 7. maddesinin 7. fıkrasında; “elektronik ortamda işlem yapan takas odalarında, muhatap bankalara fiziken ibraz edilmeyen çekler için birbirlerine vekalet vererek hesabın tasfiye edilmek amacıyla işlem yapacak bankalar, bankalararası takas odaları merkezi yönetim kurulunca hazırlanan protokolü imzalamak suretiyle bu faaliyetlere katılabilirler” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda takip alacaklısı Akbank T.A.Ş., yukarıda belirtilen yönetmelik hükmü gereği ibraz işlemini muhatap banka adına vekaleten yapmaktadır. Bu durumda takip alacaklısı A.T.A.Ş., aynı zamanda muhatap banka durumunda değildir. Hal böyle olunca, geçerli bir ibraz olup, takip yapan banka yetkili hamil konumundadır.

6762 Sayılı TTK’nun 599.maddesi; “…keşideci, lehtarla doğrudan doğruya arasında mevcut olan münasebetlere dayanan defileri, müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez. meğer ki, hamil, poliçeyi iktisap ederken, bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun” hükmünü içermektedir.

6102 Sayılı TTK’nun 825. maddesinde ise ; “Borçlu, emre yazılı bir senetten doğan alacağa karşı ancak senedin geçersizliğine ilişkin veya senet metninden anlaşılan def’ilerle alacaklı kim ise ona karşı, şahsen haiz bulunduğu def’ileri ileri sürebilir.

Borçlu ile önceki hamillerden biri veya senedi düzenleyen kişi arasında doğrudan doğruya varolan ilişkilere dayanan def’ilerin ileri sürülmesi, ancak senedi iktisap ederken hamilin bilerek borçlunun zararına hareket etmiş olması hâlinde caizdir” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda borçlu, takibe dayanak yapılan senedin, ………Et. Mam.San.Tic. A.Ş ile aralarında imzaladıkları 20.10.2012 tarihli “Bölge Bayilik Sözleşmesi” kapsamında avans çeki olarak verildiğini ileri sürmüş ise de, takip yapan alacaklı, anılan sözleşmede taraf olmadığından sözleşme onun yönünden hüküm ifade etmeyeceği gibi, takip alacaklısının kötü niyetli olduğu da borçlu tarafça ispat edilememiştir. O halde mahkemece şikayetin reddi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.09.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÖDEMEDEN MEN YASAĞI BULUNAN ÇEK KARŞILIĞI BULUNDURULSA DAHİ ÇEK BEDELİNİN ÖDENMEMESİNDEN DOLAYI KEŞİDECİ BORÇLU ŞİRKETİN ÇEK TAZMİNATINDAN SORUMLU TUTULMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/12303
KARAR: 2018/9377 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Takip tarihi itibariyle uygulanması gereken 6102 Sayılı TTK’nun 783/3. maddesi; “Muhatap nezdinde karşılığı kısmen veya tamamen bulunmayan bir çek düzenleyen kişi, çekin karşılıksız kalan bedelinin %10’unu ödemekle yükümlü olduktan başka, hamilin bu yüzden uğradığı zararı da tazmin eder” hükmünü içermektedir.

Çeki keşide eden kimsenin, bu çekin karşılığı olan miktarı, ibraz süresi içerisinde muhatap banka nezdinde bulundurması zorunludur.

Somut olayda, takip dayanağı 14.01.2015 keşide tarihli, 150.440,23 USD bedelli çekin, 15.01.2015 tarihinde muhatap bankaya ibraz edildiği, ibrazında banka tarafından “İşbu çek hakkında … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21.08.2014 tarih ve 2014/108 D. İş sayılı ödeme yasağı kararı konulduğundan hiçbir işlem yapılamamıştır” şerhinin düşüldüğü, görülmektedir.

Diğer taraftan, ödeme yasağı kararının keşideci-borçlu şirket tarafından yapılan müracaat üzerine, … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/108 D. İş sayılı dosyası üzerinden verilen 21.08.2014 tarihli ara kararı gereği konulduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, ödeme yasağı kararının, keşideci-borçlu şirketin talebi üzerine verildiği dikkate alındığında, çek karşılığı bulundurulsa dahi çek bedelinin ödenmemesinden dolayı keşideci-borçlu şirketin çek tazminatından sorumlu tutulmaması düşünülemez.

O halde mahkemece, çek tazminatına yönelik borca itirazın reddi gerekirken, çek tazminatı yönünden takibin iptaline hükmolunması isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08/10/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU- BRÜT ASGARİ ÜCRET TUTARININ ALTINDA KALAN TAKİPLERDE BU KANUNDA ÖNGÖRÜLEN DİSİPLİN VE TAZYİK HAPSİ UYGULANAMAYACAĞI

T.C
YARGITAY
19. CEZA DAİRESİ
ESAS NO : 2018/4643
KARAR NO : 2018/9842

Borçlunun ödeme şartını ihlâl suçundan sanık E…’nın, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair Kars İcra Ceza Mahkemesinin 16/12/2016 tarihli ve 2016/143 Esas, 2016/174 Karar sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 30/05/2018 gün ve 94660652- 105-36-13075- 2018- Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23/07/2018 gün ve KYB.2018/63597 sayılı ihbarnamesi ile Dairemize gönderilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

31/03/2011 tarih ve 6217 sayılı Kanunun 6. maddesi ile değişik İcra İflas Kanunu’nun 354. maddesinin 4. fıkrasında; “Nafaka alacaklarına ilişkin takipler hariç, alacak miktarı Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde bu Kanunda öngörülen disiplin ve tazyik hapsi uygulanmaz.”hükmü uyarınca, suçun oluşumu için, takip tarihindeki asıl alacak miktarının brüt asgari ücretin üstünde olması gerektiği, Kars 1. İcra Müdürlüğünün 2015/6925 esas sayılı dosyasındaki 15/12/2015 tarihli takibe konulan asıl alacak miktarının 667,35 Türk lirası olduğu, Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından 01/07/2015-31/12/2015 tarihleri için belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının ise 1.273,50 TL Türk lirası olduğu, takibe konulan asıl alacak miktarının 2015 yılı ikinci yarısı için belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kaldığı anlaşılmakla, sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesinde, isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü;

SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Kars İcra Ceza Mahkemesinin 16/12/2016 tarihli ve 2016/143 Esas, 2016/174 Karar sayılı kararının CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına, 04/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE SİGORTALILIK NEDENİYLE İPTAL EDİLEN SİGORTALILIK SÜRELERİNİN FİİLİ ÇALIŞMAYA DAYANDIĞININ TESPİTİ

T.C
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/12987
KARAR: 2018/10262

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, sahte sigortalılık nedeniyle iptal edilen sigortalılık sürelerinin fiili çalışmaya dayandığının tespiti ile aksine kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Dahili davalı … Şifalı Bitkiler Gıda İnş. Taş. ve … Eğt. Ltd. Şti nden, davacıya ait 01.08.2007 – 05.09.2007, 01.02.2008 – 30.06.2008 ve 01.08.2008 – 31.12.2009 tarihleri arasındaki bildirimlerin iptal edilmesine dair kurum işleminin iptali ve bildirimlerin fiili çalışmaya dayalı olduğunun tespiti istemli işbu dosyada, mahkemece belirtilen gerekçeler ışığında davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Dosya kapsamına göre, ilgili şirket hakkında yapılan vergi tahakkuku ile şirket ödemeleri, işyeri elektrik abonelik bilgileri ve sarfiyatlar, kurum denetmeni tarafından yapılan tespitler ve diğer deliller nazarında, işyerinin 26.07.2008 tarihine kadar faal olduğu belirgin olup, bu tarih sonrasına ilişkin red kararı yerinde görülmüştür. 01.08.2007-05.09.2007 ile 01.02.2008 ile faaliyetin son bulduğu tarih olan 26.07.2008 tarihleri arasındaki dönem yönünden yapılan araştırma ise eksik araştırmaya dayalıdır.
Sahte sigortalılığa dayanan davalar hizmet tespiti içerikli olmakla, davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile 5510 sayılı Yasa’nın 86. maddesinde bu tür hizmet tespiti davalarının kanıtlanması yönünden özel bir yöntem öngörülmemiştir. Kimi ayrık durumlar dışında resmi belge ve yazılı delillerin bulunması sigortalı sayılması gereken sürelerin saptanmasında güçlü delil olmaları itibariyle sonuca etkili olurlar. Ne var ki bu tür kanıtların bulunmaması halinde somut bilgilere dayanması inandırıcı olmaları koşuluyla bordro tanıkları veya iş ilişkisini bilen komşu işyeri çalışanları gibi kişilerin bilgileri ve bunları destekleyen diğer tanıklarla dahi sonuca gitmek mümkündür. Bu tür davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunlu olup mahkemece, tarafların sunduğu deliller ile yetinilmemeli, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri esas alınarak kendiliğinden araştırma ilkesi benimsenmeli, sigortalılığın kabulü ve hüküm altına alınabilmesi için hizmet akdinin ve eylemli çalışmanın varlığı ortaya konulmalıdır.
Belirtilen açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, mahkemece her ne kadar Kurum denetmeni tarafından 26.07.2008 tarihine kadar çalışması tespit edilen bordrolu çalışanların bir kısmının ifadesine başvurulmuş ise de, ifadesine başvurulmayan …, …, …’ın da bilgilerine başvurularak, çalışmanın fiili olup olmadığı araştırılıp elde edilecek sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırmaya dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması, usûl ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 05.12.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEMLİKEN TESCİL İYİNİYETİN VARLIĞI RESEN ARAŞTIRILMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/7584
KARAR: 2018/8981

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 13.02.2013 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 11.06.2015 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili, davalı … vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa TMK’nin 724. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil, tahakkuk ettirilen ecrimisilin iptali,tahsil edilen ecrimisil bedelinin iadesi isteğine ilişkindir.

Davacılar vekili, müvekkillerinin, tapuya kayıtlı olmayan davaya konu tescil harici taşınmazları davalı … Belediyesi’nden ve bu belediyeden satın alan kişilerden satın aldığını, satın alma tarihinden itibaren yaklaşık 20 yıldan fazla süre ile taşınmazlara malik sıfatıyla zilyet olduklarını, bu taşınmazlar üzerine binalar yaptıklarını ileri sürerek taşınmazların müvekkilleri adına tapuya kayıt ve tescilini, mümkün olmazsa üzerindeki binaların malik olunduğu düşüncesiyle, iyiniyetle yapıldığı ve binaların değerinin arsa değerinden açıkça fazla olduğu gerekçesiyle … adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına tapuya kayıt ve tescilini, müvekkilleri adına tahakkuk ettirilen ecrimisilin iptalini, tahsil edilen ecrimisil bedelinin iadesini talep ve dava etmiştir.

Davalı… vekili, davaya konu taşınmazların 2009 yılındaki imar çalışmasından önce tapusuz taşınmaz olduğunu, satış ve devir bakımından taşınır mal hükmünde olduğunu, davalı … Belediyesi’nin davaya konu taşınmazlar üzerinde mülkiyet hakkı bulunmadığını, bu nedenle zilyetliği devretmesinin de mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacıların zilyetliğe dayalı tapu iptal ve tescil taleplerinin reddine, terditli olarak ileri sürdükleri, temliken tescil taleplerinin kabulüne; ecrimisil bedelinin iptali ve iadesine ilişkin taleplerinin usulden reddine, davalı … yönünden talebin, husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacılar vekili ile davalı … vekili temyiz etmiştir.

TMK’nin 684 ve 718. maddeleri hükümleri gereğince yapı, üzerinde bulunduğu taşınmazın mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) haline gelir ve o taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Ancak, yasa koyucu somut olaydaki taşınmazların durumunu genel hükümlere bırakmamış, bu konumdaki taşınmazların maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişkiyi TMK’nin 722, 723. ve 724. maddelerinde özel olarak düzenlemiştir. Uyuşmazlığın bu kapsamda değerlendirilmesi gerekecektir.

Bir kimsenin kendi malzemesi ile başkasının tapulu taşınmazına sürekli, esaslı ve mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) niteliğinde yapı yapması halinde malzeme sahibinin iyiniyetli olması yanında diğer bazı koşullar da mevcutsa malzeme sahibi yapının bulunduğu alan ile yapının kullanılması için zorunlu arazi parçasının tescilini mülkiyet hakkı sahibinden isteyebilir.

TMK’nin 724. maddesinde yapı sahibine tanınan bu hak, kişisel hak niteliğinde olup, bina sahibi ve onun külli halefleri tarafından, inşaat yapılırken taşınmazın maliki kim ise ona ya da onun külli haleflerine karşı ileri sürülebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, taşınmaza sonradan malik olan kişiye karşı da bu kişisel hak ancak yapı sahibini bu haktan mahrum bırakmak amacıyla arsa sahibi ile el ve işbirliği içinde olduğu iddiasıyla ileri sürülebilir.
Malzeme sahibinin TMK’nın 724. maddesine dayanarak tescil talebinde bulunabilmesi bazı koşulların varlığına bağlıdır;

a) Birinci koşul, malzeme sahibinin iyiniyetli olmasıdır.
TMK’nin 724. maddesi hükmünden açıkça anlaşılacağı üzere, taşınmaz mülkiyetinin yapı sahibine verilebilmesi için öncelikli koşul iyiniyettir. Öngörülen iyiniyetin TMK’nin 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda da kuşku yoktur. Bu kural, malzeme sahibinin, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşılık bilebilecek durumda olmamasını ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebinin bulunmasını ifade eder.

Malzeme sahibinin tescil istemi ile açtığı davada iyiniyetin varlığı iddia ve savunmaya bakılmaksızın mahkemece re’sen araştırılmalıdır. Ne var ki, 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi olay ve karinelerden, durumun özelliklerine göre kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermemiş olduğu açık bulunan malzeme sahibinin temliken tescil talebinde bulunması mümkün değildir. Çünkü bu gibi durumlarda kötüniyet karşı tarafın ispatı gerekmeden belirlenmiş olur. Ayrıca iyiniyet inşaatın başladığı andan tamamlandığı ana kadar devam etmelidir. (Sübjektif koşul)

İyiniyet koşulunun gerçekleşmediği durumlarda diğer koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasına gerek bulunmamaktadır.

b) İkinci koşul, yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır.
Bu koşul dava tarihine ve objektif esaslara göre saptanmalı, fazlalık ilk bakışta da kolayca anlaşılmalıdır. İnşaatın kapsadığı alanın ifrazı kabil ise arsa değeri yalnız bu kısma göre, aksi halde tamamının değerine göre bulunmalıdır. İnşaatın kaldırılmasının arazi ve malzemeye vereceği zarar, kaldırılmasıyla malzeme sahibinin elde edeceği yarardan daha fazla ise inşaatın kaldırılması fahiş bir zarara yol açacaktır. (Objektif koşul)

c) Üçüncü koşul ise yapıyı yapanın (malzeme sahibinin), taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemesidir.
Uygun bedel genellikle yapı için gerekli olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmekte ise de büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde geri kalan kısmın bedelinde noksanlıklar meydana gelecekse, bunlar taşınmaza bağlı öteki zararlar da göz önünde bulundurularak hak ve yarar dengesi kurulması suretiyle hesaplattırılmalı, iptale konu zemin bedeli arsa sahibine ödenmek üzere depo ettirilmeli, önceden ödenmiş bedel var ise bu miktar ödenecek bedelden mahsup edilmelidir.

d) Yukarıda değinilen üç koşulun yanısıra, yapının bulunduğu arazi parçası davalıya ait taşınmazın bir kısmını kapsıyor ise tescile konu olacak yer, inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanını kapsayacağından mahkemece iptal ve tescile karar verebilmek için bu kısmın ana taşınmazdan ifrazının da mümkün olması gereklidir.

Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya gelince; davaya konu taşınmazın bölgede yapılan kadastro çalışmaları sonucunda 1975-1979 yılları arasında tescil harici bırakıldığı, daha sonra 06.05.2009 tarihinde… adına tapu oluşturulduğu, davacı … ’nin 1999 ve 2009 yıllarında; davacı …’ın 2008 yılında, davacı …’nin 2009 yılında binalarını yaptıklarını ileri sürdükleri ancak Hazine adına ihdasen tapu oluşturulmasından önce davacılar yararına TMK’nin 713. maddesi uyarınca zilyetlikle iktisap koşullarının oluşmadığı sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, temliken tescile ilişkin yukarıda değinilen ilkelere göre davacılar yararına temliken tescil koşullarının oluştuğundan da sözedilemez.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle yazılı şeklide hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.12.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İŞ KAZASI- DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI- KUSUR TESPİTİ-ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN

T.C
YAGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/4965
KARAR:2018/9455

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Davacılar, murisinin iş kazası sonucu ………ünden doğan maddi ve manevi ……ın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davacılar ve davalılardan … ile … vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

Dosyadaki yazılara, kanuni gerektirici sebeplere, temyiz kapsamına ve nedenlerine göre davalı … ve …… Çağlar vekillerinin tüm, davacılar vekilinin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.
Dava, iş kazası sonucu vefat eden …lının ……… ile iki …… adına maddi ve manevi zararların giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemenin 23/06/2017 tarih 2012/69 esas 2017/486 karar sayılı hükmünde, davacı …… yönünden maddi …… talebinin reddine, 75.000,00TL manevi …… talebinin kabulüne; davacı anne için 25.000,00TL maddi, 75,000,00TL manevi ……ın kabulüne; davacı iki kardeşten her biri lehine 15,000,00TL manevi ……ın davalılar …… ve ……’dan müteselsilen tahsiline hükmedilmiş; davalı …… …… AŞ yönünden ise işin tümüyle devri ve bu işte kendi işçilerini çalıştırmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda;
1-Mahkemece, davacı ……ya ……… Kurumu tarafından gelir bağlanmadığından bahisle destek olgusu ispat edilemediği gerekçesi ile maddi …… istemlerinin reddine karar verilmiştir.
Yargıtay ……… Büyük Genel Kurulu’nun 22/06/2018 tarih 2016/5 E – 2018/6 sayılı kararında, ………nun haksız fiil ve veya akde aykırılık sonucu ölmesi nedeniyle açtığı destekten yoksun kalma ……ı davalarında, destek ilişkisinin varlığının ispatı için ……’dan gelir bağlanması şartının aranmayacağı, destekten yoksun kalma ……ı davalarında çocukların …… ve/veya ……ya destek olduklarının karine olarak kabulünün gerektiği kabul edilmiştir.
Destekten yoksun kalma ……ı; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53. maddesinin 3. bendinde düzenlenmiş olup, “……… halinde ……in desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıpların tazmini gerekmektedir”. Bu maddeye göre, haksız fiilin doğrudan doğruya muhatabı olmayan, ancak bu haksız fiil nedeniyle ortaya çıkan ……… olayından zarar gören ya da ileride zarar görmesi güçlü olasılık içinde bulunan kimselere …… hakkı tanınmıştır.
……… Kararının gerekçesine göre; ”Destekten yoksun kalma ……ının doğumu için destek ile …… talebinde bulunan kişi arasında bir destek ilişkisi bulunmalıdır. Burada bahsedilen destek ilişkisi hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar. Destek ilişkisinin varlığında destek olunanın ihtiyaçlarının sürekli ve düzenli olarak karşılanması yer almaktadır. Burada ifade edilmek istenen süreklilik ve düzenlilik hali yardımın belirlenen zamanlarda ve belirli miktarlarda yapılması değil, eğer destek ölmeseydi yardımların devam edeceğine dair bir beklentinin bulunmasıdır. Eğer yardım devamlı destek saiki ile değil de, tek seferlik, geçici, düzensiz ya da gelişigüzel zamanlarda yapılıyor ve ileride yardımın devam edeceğine dair bir beklenti yaratmıyorsa , bu durumda desteğin sürekli ve düzenli olduğundan bahsetmek mümkün olmayacaktır”.
Türk Borçlar Kanununun ilgili hükümlerinden anlaşıldığı üzere; destekten yoksun kalma ……ının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan yardımdır. Bu ……ın amacı, ……… olayı olmasaydı ……in yardımda bulunduğu kimselere yardımda bulunmaya devam edeceğinin düşünülmesi ve ……… olayının bu süreci kesmesi sonucu destekten yararl……n kimselerin uğradıkları zararın peşin ve toptan şekilde tazmin edilmesi, bu kimselerin ……… olayından önceki durumlarına kavuşturulmasıdır. Eş deyişle amaç; destekten yoksun kalanların, desteğin ………ünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır.
Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, …lının destek gücünün, …… ve/veya ……nın destek ihtiyacı ile beklenilen destek şeklinin ve miktarının yaşam deneylerine uygun olması gereğidir.
Öte yandan; …lının iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle ………ü hâlinde …… ve/veya ……ya ……… geliri bağl……bilmesi için 5510 sayılı Kanunun 34/d maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Bu maddeye göre; “Hak sahibi eş ve çocuklardan artan hisse bulunması halinde her türlü kazanç ve irattan elde etmiş olduğu gelirinin asgari ücretin net tutarından daha az olması ve diğer çocuklarından hak kazanılan gelir ve aylıklar hariç olmak üzere gelir ve/veya aylık bağlanmamış olması şartıyla ………ya toplam % 25’i oranında; ………nın 65 yaşın üstünde olması halinde ise artan hisseye bakılmaksızın yukarıdaki şartlarla toplam % 25’i, oranında aylık bağlanır”.
……… Kurumu tarafından iş kazası veya meslek hastalığı sonucu …lının ………ü nedeniyle gelir bağlanması halinde; yapılan ödemeler ve bağl……n gelirin Türk Borçlar Kanununun 55. maddesine göre Kurum tarafından rücu edilebilen kısmı belirlenen destekten yoksun kalma zararından indirilecektir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 50. maddesi hükmüne göre; “Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler”.
Türk Borçlar Kanunu’nun 51. maddesine göre ise; “Hâkim, ……ın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler”.
………ya ……… geliri bağlanıp bağlanmaması, destek ilişkisinin varlığı yönünden olmasa da ……ın belirlenmesi noktasında dikkate alınmalıdır. Zira asgari ücretin altında geliri bulunan ve ……… Kurumunca gelir bağl……n …… ve/veya ……nın destek ihtiyacının bulunduğu ve …… …lının maddi destekte bulunduğunun karine olarak kabulü gerektiği Dairemizin yerleşmiş görüşlerindendir.
Kurumca gelir bağlanmayan davacı …… ve/veya ……ya …lının fiili desteği kanıtlanmadan, …lının gelirinden bir b………ünün pay olarak ayrılacağının kabulü, ……in desteğinden fiilen yararl……n eş ve çocukların destek zararlarının karşıl……maması sonucunu doğurur.
Bakım gücü-bakım ihtiyacı; bu konuda önemli olan, kimlerin yardımcı, kimlerin yardım gören olabilmeye elverişli oldukları değildir; somut olaylar ve belirli kişiler bakımından geleceğe uz……cak ve gelecekte dahi mümkün olabilecek biçimde kimlerin gerçekten yardımcı, kimlerin yardım gören olduklarıdır. Yardımcı (=destek) kavramı, bakım gücünü; yardım gören kavramı ise bakım ihtiyacını gerektirdiğinden, şayet bakım gücü yoksa destekten; bakım ihtiyacı mevcut değilse, yardım görenden söz edilemez. Bundan başka aradaki sıkı ilişki dolayısıyla birinin yokluğu durumunda diğerinin varlığı da düşünülemez. Bu yönden, destekten yoksun kalma davasında davalı taraf, bakım gücü ve bakım ihtiyacının olayda var olmadığını savunabilir. Tazmin alacaklısı sıfatiyle dava açmış olan davacı, yaşam deneyimleri ve olayların olağan yürüyüşü nedeniyle ispat yükünün yer değiştirmesi durumu söz konusu bulunmadıkça bakım gücünü ve bakım ihtiyacını ispat zorundadır (…… Çenberci, İş Kanunu Şerhi-1978 ……, shf 846 ve devamı).
Bu durumda; destekten yoksun kalınan zararın belirlenmesinde, …… …lının elde ettiği gelirin miktarına göre destek gücünün kapsamının ne olduğu, sürekli ve düzenli destek olup olmadığı ve davacıların destek ihtiyacının bulunup bulunmadığı varsa bu ihtiyacın ne şekilde karşılandığının dikkate alınması gerekir.
……… Kararında söz edildiği gibi, bakma kavramı; “Para ve para ile ölçülebilecek bir değer olabileceği gibi bir hizmet ifası ve yahut benzeri yardımlar şeklinde olabilir. Bu nedenle, desteğin yardımının yanızca parasal nitelikte olması bakım gücünün varlığı için koşul değildir”. Ancak aksi kanıtlanmadıkça, …lının ileride yapacağı farazi desteklerden olan; ………sının bakım ihtiyacı ileride gerçekleşirse bakım ihtiyacını gidermek, bazen ziyaret etmek, evlerinde yardım etmek, kendilerine alışveriş yapmak, yemek yapmak vs. gibi destekler hesapl……bilir nitelikte değildir.
Somut olaya gelince; Davacı …… için “her türlü kazanç ve irattan elde etmiş olduğu gelirinin asgari ücretin net tutarından daha az olması ve diğer çocuklarından hak kazanılan gelir ve aylıklar hariç olmak üzere gelir ve/veya aylık bağlanmamış olması şartını” taşımadığı gerekçesi ile ……… Kurumunca ……… geliri bağlanmadığı açıktır. Türk Borçlar Kanununun 50. maddesi hükmüne göre; …… …lının gelirinden sürekli destekte bulunduğu ileri sürülüp, Türk Borçlar Kanununun 55. maddesine göre maddi delillerle hesapl……bilir sürekli ve düzenli fiili bir desteğin varlığı da kanıtlanmamıştır.
Bu durumda; Mahkemece, farazi desteğin karine olduğu kabul edilerek, Türk Borçlar Kanununun 50. ve 51. Maddeleri uyarınca, somut olayın özelliğine göre davacı …… ve/veya ……nın birbirlerine desteği ile varsa diğer çocuklarından alabilecekleri destek de dikkate alınarak hakkaniyete uygun makul bir maddi ……a hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
2-Somut olayda uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle asıl işveren-alt işveren kavramlarının açıklanması gerekir.
İş kazalarından kaynakl……n …… davalarının özelliği gereği, kaza tarihinde yürürlükte bulunan İş Kanunu’nun 77. maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle yapılan işin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken tedbirlerin neler olduğu………Tüzüğü’nün ilgili maddelerinin göz önünde tutulmak suretiyle,incelenmesi,işverenin hangi önlemi almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı, gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranının hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde belirlenmesi gerekir. (Hukuk Genel Kurulunun 16.06.2004 gün ve 2004/21-365 E.-369 K.sayılı kararı da aynı yöndedir ).
Bu açıklamadan olarak şüphesiz ki tarafların kusur durumu irdelenirken konusunda ehil bilirkişilere olayı inceletmek kadar olaya neden olan tüm saiklerin bir bütün olarak ele alınması ve bu kapsamda da taraflarca ortaya konulan iddia ve savunmalar ile tüm delillerin titizlikle değerlendirilerek kusurun aidiyeti ve oranına dair raporun oluşa uygun olup olmadığının tespiti gerekir. Kusur oranlarının kesin olarak tespiti hem maddi hem de manevi …… miktarını doğrudan etkilemesi bakımından önem taşımaktadır. Zira maddi …… davalarında …lının kazanç kaybının hesaplanmasında davacının kendi kusuru oranında tespit olunan kazanç kaybından indirim yapılacağı gibi yine manevi …… davalarında hükmedilecek miktarının takdirinde tarafların kusur durumu yine mahkemece öncelikle dikkate alınacaktır.
Ayrıca yargılamaya konu ihtilafın sağlıklı biçimde çözülmesi için asıl işveren-alt işveren kavramlarının açıklanmasında fayda bulunmaktadır.
4857 sayılı Kanun’un 2.maddesine göre bir iş sözleşmesine day……rak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.
İş Kanunu’nun 2.maddesinin 7.fıkrasına göre bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir b………ünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.
5510 sayılı Kanun’un 12/6.maddesi ile de asıl işveren, bu Kanunun işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işveren ile birlikte sorumlu tutulmuştur.
4857 sayılı Kanun’un 2/7.maddesi ile işçilerin İş Kanunu’ndan, sözleşmeden ve toplu iş sözleşmesinden doğan hakları, 5510 sayılı Kanun’un 12/6.maddesi ile de Kurumun alacakları ve işçinin ……… hakkı daha geniş koruma-güvence altına alınmak istenmiştir. Aksi halde, 4857 veya 5510 sayılı Kanun’dan kaynakl……n yükümlülüklerinden kaçmak isteyen işverenlerin işin b……… veya eklentilerini muvazaalı bir biçimde başka kişilere vermek suretiyle yükümlülüklerinden kaçması mümkün olurdu.
Asıl işveren ile alt işverenin birlikte sorumluluğu “müteselsil sorumluluktur”. Asıl işveren, doğrudan bir hizmet sözleşmesi bulunmamakla birlikte İş Kanunu’nun 2.maddesinin 6.fıkrası gereğince alt işverenin işçilerinin iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Bu nedenle meslek hastalığına veya iş kazasına uğrayan alt işverenin işçisi veya ………ü halinde mirasçıları …… davasını müteselsil sorumlu olan asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açabilecekleri gibi yalnızca asıl işverene veya alt işverene karşı da açabilirler.
Öte yandan asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşme ile iş kazası veya meslek hastalığına bağlı maddi ve manevi …… sorumluluğunun alt işverene ait olduğunun kararlaştırılması; bu sözleşmenin tarafı olmayan işçi veya mirasçıları da bağlamaz.
Alt işverenden söz edebilmek ve asıl işvereni, aracının borçlarından sorumlu tutabilmek için bir takım zorunlu unsurlar bulunmaktadır.
a) İşyerinde işçi çalıştıran bir asıl işveren bulunmalıdır. …lı çalıştırmayan “işveren” sıfatını kaz……mayacağı için, bu durumdaki kişilerden iş alanlar da aracı sayılmayacak ve anılan madde kapsamında dayanışmalı sorumluluk doğmayacaktır.
b) Bir başka işveren, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin bir işte veya bir işin b……… veya eklentilerinde iş almalı ve …lı çalıştırmalıdır.
c) İşverenlik sıfatını, alınan işte ve o iş nedeniyle …lı çalıştırılması sonucunda kazanmış olması ar……caktır. Bu kişinin diğer bir takım işyerlerinde çalıştırdığı …lılar nedeniyle kazandığı işverenlik sıfatının sonuca etkisi bulunmamaktadır.
d) İşverenden alınan iş, işverenin …lı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir işyeri olarak değerlendirilebilecek nitelikte olmamalıdır, aksi halde iş alan kimse aracı değil, bağımsız işveren niteliğinde bulunacaktır.
e) İşin bütünü başka bir işverene bırakıldığında, iş ……htar teslimi verildiğinde veya işveren kendisi …lı çalıştırmaksızın işi bölerek ihale suretiyle farklı kişilere vermişse, iş sahibi (ihale makamı) Yasanın tanımladığı anlamda asıl işveren olmayacağından, bir alt-üst işveren ilişkisi bulunmayacaktır.
f) Alt işverenin aldığı iş, işverenin asıl işinin b……… ve eklentilerindeki işin bir kesimi yada yardımcı işler kapsamında bulunmalıdır. Asıl işverenden alınan iş, onun …lı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir nitelik taşımaktaysa, işi alan kimse alt işveren değil, bağımsız işveren sayılacaktır. Bu noktada belirleyici yön; yapılan işin, diğerinin bütünleyici, yardımcı parçası olup olmadığıdır. İşyerindeki üretimle ilgili olmayan ve asıl işin tamamlayıcısı niteliğinde bulunmayan bir işin üstlenilmesi halinde, alt işverenden söz etme ol……ğı kalmayacak, ortada iki bağımsız işveren bulunacaktır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.05.1995 gün ve 1995/9-273-548 sayılı kararı da aynı yöndedir.)
Bu açıklamalardan yola çıkılarak, davalı …… S……yi AŞ tarafından un fabrikasının yanında çelik konstrüksiyon buğday silosu inşaatında, 17 yaşındaki davacılar murisi çocuk işçinin çalıştırıldığı, sağlık raporunun alınmadığı, iş sağlığı ve güvenliği hususlarında tedbirlerin yeterince alınmadığı, tüm kişisel koruyucu malzemelerin teslimi konusunda ihmallerin bulunduğu, gözetim ve denetim yükümlülüklerini ihlal edildiği anlaşılmakla, davalı …… S……yi AŞ’nin hükme bağl……n ……lardan asıl işveren olarak müteselsilen sorumlu sayılması gerekirken, aksine değerlendirme ile hükme varılması hatalıdır.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözardı edilerek yazılı şekilde karar verilmesi usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacılar vekilinin bu yönlere ilişkin temyiz itirazları kabul edilmelidir ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıkl……n nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edenlerden davacılara iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz eden davalılar … ve …’a yükletilmesine, 18/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version