ÖNALIM HAKKI – SÖZLEŞMEDE TARAF OLAN KİŞİNİN İŞLEMDE MUVAZAA SAVUNMASINDA BULUNAMAYACAĞI VE BUNU HER TÜRLÜ DELİLLE İSPAT EDEMEYECEĞİ

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
2013/2268 E. , 2015/1437 K.

Özeti:Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı ve bunu her türlü delille ispat edemeyeceği kuralının istisnası olduğu görülmektedir. Anılan kararın uygulanabilmesi için öncelikle satışın, satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçılar arasında yapılması gerekmeyip, temlikin taraflarının akraba olması yeterlidir. Temlikin akrabalar arasında satış şeklinde yapılmış olması halinde ise bu kez İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı “hibe veya miras hukukuyla ilgili amacı” nın bulunup bulunmadığı hususunun, diğer bir ifade ile akrabalar arasında yapılan her temlikte somut uyuşmazlığın niteliğine göre temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalı ve ispatı halinde temlikle önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağı gözetilmelidir.

“İçtihat Metni”

Taraflar arasındaki “önalım” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kahramanmaraş Sulh Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.04.2012 gün ve 2011/750 E. 2012/624 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 28.02.2013 gün ve 2012/11057 E. 2013/3524 K. sayılı ilamı ile;

“…Uyuşmazlık, önalım hakkının kullanılması nedeniyle davalı adına kayıtlı payın iptali ve davacı adına tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Paylı mülkiyet halindeki taşınmazın paydaşı payını karı-kocaya evlada veyahut akrabaya temlik ederse şeklen satış olarak gösterilen bu akdin gerçekte satış olmayıp miras hakkına bağlı veya hibe gibi maksada yönelik işlem olduğu iddia ve ispat edilirse önalım hakkının ileri sürülemeyeceği 27.3.1957 gün ve 12 / 2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda açıkça belirtilmiştir. Bu yöndeki savunmanın tanık dahil her türlü delille kanıtlanması mümkündür. Anılan İçtihadı Birleştirme Kararı sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı kuralının bir istinasıdır

Olayımıza gelince; Davacı vekili, dava dilekçesinde, 3952 ada 3 No’lu parselin hissedarı olduğunu, paydaşlardan A…..nin payını davalı S.. M..’ye sattığını belirterek önalım davası açmıştır. Davalı vekili cevap dilekçesinde, davalının, temlik eden A. B… torununun eşi olduğunu, temlik işleminin görünüşte satış olsa da gerçekte bağış olduğunu, temlik edenin esasen torununa yeni doğan bebeği için doğum hediyesi olarak bağış yaptığını, aralarında para alışverişi bulunmadığını, önalım hakkının kullanılamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Taraflar akraba olup, duruşmada dinlenilen davalı tanıkları benzer mahiyetteki beyanlarında özetle, “davalının, temlik eden A.. B.. ile sürekli ilgilendiğini, bakımını yaptığını, aynı apartmanda oturmakta olup, çocuğuna doğum hediyesi olarak bağışladığını beyan etmişlerdir. Bu durumda, akrabalar arasındaki satış işleminin gerçekte bağış olduğunun kabulü gerekir. Mahkemece, İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca önalım hakkının cereyan etmeyeceğinin kabulü ile davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir…” gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, önalım hakkına dayalı olarak tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müşterek maliklerinden olduğu taşınmazın diğer hissedarı dava dışı A…. hissesini davalıya satış yolu ile devrettiğini belirterek önalım hakkı uyarınca davalının hissesinin iptali ile müvekkili adına tescilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, tapuda satış olarak gerçekleştirilen işlemin gerçekte akrabalar arasında yapılmış bir bağış olduğunu, bağış amaçlayan temliklerde önalım hakkının kullanılamayacağını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Yerel mahkemece, önceki pay sahibinin vesayet altında bulunmadığı ve davalının eşinin dedesi olduğu, davalı ve eşinin mirasçı sıfatı taşımadıkları, tapuda yapılan işlemin tarafı olan davalının yapmış olduğu sözleşme ile bağlı olduğundan temlikin muvazaalı olduğu iddiasında bulunarak kendi muvazaasına dayanamayacağından bahisle davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.

Mahkemece, ilk kararındaki gerekçeler genişletilerek direnme kararı verilmiş, direnme kararını davalı vekili temyize getirmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda 27.03.1957 tarih ve 1956/12-1957/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanıp uygulanamayacağı, buna göre davacının önalım hakkını kullanıp kullanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle önalım hakkının niteliğinin açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere paylı mülkiyette paydaşlar arasında ortak idare ve kullanma durumu sözkonusu olduğundan paydaşların birbirlerini bilmeleri ve tanımaları önem taşımaktadır. Bu ihtiyacın gereği olarak paydaşlar arasına yabancı bir kişinin girişini engellemek, taşınmazın daha küçük parçalara ayrılmasını önleyebilmek, hisselerin mümkün olduğu kadar hissedar elinde toplanmasını temin etmek amacıyla paylı taşınmazlarda hissedarın temlik hakkı sınırlandırılarak kanuni önalım hakkı tanınmıştır.
Önalım hakkı taşınmaz mal mülkiyetinin kanundan doğan takyitlerinden olup 26.12.1951 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında yenilik doğuran bir hak olduğu belirtilmiştir.

Öte yandan 20.06.1951 gün 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ise önalım hakkının hukuki niteliği,
“Şufa hakkı, mefşu hissenin üçüncü şahsa satılması ve satışa ıttıladan itibaren bir ay içinde kullanılmış olması gibi muayyen şartlar altında kullanılacak yenilik doğurucu bir haktır ki, şefinin bu hakkı kullandığı yolundaki tek taraflı irade beyanının müşteriye vasıl olmasıyla yeni bir hukuki vaziyet meydana getirilmesine yarar. Bu hakkın kullanılmasıyla şefi yeni bir akit yapmaya hacet kalmaksızın müşteriye halef olur” şeklinde açıklanmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “Yasal Önalım Hakkı-Önalım Hakkı Sahibi” başlıklı 732. maddesinde,

“Paylı mülkiyette bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını tamamen veya kısmen üçüncü kişiye satması halinde, diğer paydaşlar önalım hakkını kullanabilirler” hükmü öngörülmüştür.

Anılan düzenlemede önalım hakkının açık bir tarifi yapılmamakla birlikte temel prensibin mülkiyet serbestisi ve tasarruf yetkisi olduğu gözetilerek paydaşın temlik hakkı sınırlandırılırken bu sınırlandırma sınırlı tutularak sadece satım akitleri için önalım hakkı getirilmiştir.

Bu husus 20.06.1951 gün ve 5/13 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da benimsenmiş; kararın gerekçesinde, taşınmaz mülkiyetinin takyitlerinden olan kanuni önalım hakkının taşınmazda hisse sahibi bulunan şahsa, diğer bir kimsenin payının üçüncü kişiye satılması halinde o hisse müşteriye neye mal olmuş ise o miktar ile ve belli bir süre içinde satın almak yetkisini veren ayni bir hak olduğu ifade edilmiştir.

Açıkça görüldüğü üzere kanuni önalım hakkından sözedebilmek için paylı mülkiyet hükümlerine tabi bir taşınmazdaki payın üçüncü şahsa satılması gerekmektedir; önalım hakkının konusu pay satışıdır.
Buna göre gerçek bir satışın konusu olmayan ve satım niteliğinde bulunmayan pay temliklerinde yasal önalım hakkı doğmayacaktır. Önalım hakkının payın satışındaki şartlar dahilinde kullanılması gerektiğinden, payı paradan başka bir karşılıkla iktisap edenlerden onu, aynı şartlarla yerine getirmek suretiyle temellük etmeye imkan bulunmamaktadır.

Bu kapsamda temlikin hibe şeklinde olması halinde, hibede bir malın bedelsiz olarak üçüncü kişinin mülkiyetine geçirilmesi amaçlandığı ancak satış amaçlanmadığından önalım hakkı kullanılamayacaktır. Zira önalımda, önalım hakkını kullanan kişinin payı satın alana ödemekle yükümlü olduğu bedel hibede mevcut değildir, önalım hakkını kullananın hiçbir bedel ödemeden payın kendisine devrini istemesi mümkün değildir.

Payı satın alan tarafından temlik işleminin satış olarak gösterilmekle birlikte gerçekte hibe olduğu savunmasında bulunulması halinde, diğer bir anlatımla hibe ile temlikin amaçlandığının iddia edildiği hallerde; kural olarak payı temlik alan davalı muvazaalı resmi işlemin tarafı olduğundan ve hiç kimse kendi muvazaasına dayanamayacağından muvazaa iddiasının dinlenmeyeceği açıktır.

Somut uyuşmazlıkta ise davalı gerçekte miras hukukundan kaynaklanan amaçlarla yapılan hibe işleminin görünürde satış işlemi olarak gösterildiği savunmasında bulunarak, 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararını iddiasına dayanak yapmıştır.

Uyuşmazlığın çözümünde anılan İçtihatı Birleştirme Kararının kapsamı ve amacı önem taşımakta olup anılan kararın uygulanabilmesi için işlemin tarafları arasında doğrudan mirasçılık ilişkisinin bulunması gerekip gerekmediği hususunun öncelikle değerlendirilmesi ve çözümü gerekmektedir.

20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının bağlayıcı olan sonuç kısmında “Müşterek mülkün hissedarı, hissesini karı ve kocaya evlada veyahut akrabaya temlik etmesi halinde şeklen satış akdi bulunsa bile hakikatte satıştan gayri miras hukukuna müteferri maksatların veya hibe gibi mülahazaların hakim olduğu ahvalde Medeni Kanunun hakiki satışlarda kabul eylediği şufa hakkının cereyan etmeyeceğine” karar verildiği belirtilmiştir.

Anılan kararın açıklayıcı olan gerekçe kısmında ise “miras hukukuna müteallik kaidelere tevkifan veya sair mülahazalarla kendi evladına veya akrabasına satış yapması halinde de şufa cereyan edip etmeyeceği noktasının…mülahaza olunmak icap eder. Bu gibi akrabaya satışta ortada satış akdinin bir unsuru olan bedel zikredilmiş olsa bile bunu mücerret bir satış olarak kabul etmeye imkan yoktur. Çünkü burada mümellikin maksadı malının bedelini almak değil, belki akrabalık münasebeti dolayısıyla onu tesahüp etmek ve yerine geçmektir” açıklamasına yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere kararın hem bağlayıcı olan sonuç kısmında ve hem de açıklayıcı olan gerekçe kısmında özel bir hukuki statüyü ifade eden “mirasçı” teriminin tek başına kullanılmasından özenle kaçınılmış ve daha geniş olan “akraba” kavramına da yer verilmiştir. Bu halde, kararın sadece satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçı olan kişileri kapsamına aldığının kabulü mümkün değildir.

Öte yandan, anılan karar muvazaa iddiasının mevcudiyeti halinde yol gösterici olarak, bu halde akdin amacının tespitinin zorunlu olduğunu, “müşterinin, bayiin mirasçısı olması” hususunun akdin vasfını tayinde değerlendirilecek bir emare olduğunu belirtmiştir. Temlik işleminin taraflarının birbirlerine akraba olmasının ötesinde “mirasçı” olması hususu akdin amacının satış olup olmadığını tayinde bir emare olarak kabul edilmiş ve “mirasçı” kavramına bu noktada özel olarak yer verilmiştir.

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının, sözleşmede taraf olan kişinin işlemde muvazaa savunmasında bulunamayacağı ve bunu her türlü delille ispat edemeyeceği kuralının istisnası olduğu görülmektedir. Anılan kararın uygulanabilmesi için öncelikle satışın, satış tarihi itibariyle doğrudan mirasçılar arasında yapılması gerekmeyip, temlikin taraflarının akraba olması yeterlidir. Temlikin akrabalar arasında satış şeklinde yapılmış olması halinde ise bu kez İçtihadı Birleştirme Kararının aradığı “hibe veya miras hukukuyla ilgili amacı” nın bulunup bulunmadığı hususunun, diğer bir ifade ile akrabalar arasında yapılan her temlikte somut uyuşmazlığın niteliğine göre temlikin hibe veya miras hukukuyla ilgili amaçlarla yapılmış olup olmadığının yöntemince ispatı aranmalı ve ispatı halinde temlikle önalım hakkının kullanılmasının mümkün olamayacağı gözetilmelidir.

Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 gün ve 2010/6-572 E. 2010/656 K.; 27.04.2011 gün ve 2011/6-38 E. 2011/225 K.; 29.04.2011 gün ve 2011/6-164 E. 2011/245 K.; 08.02.2012 gün ve 2011/6-762 E. 2012/56 K. ile 27.06.2012 gün ve 2012/6-239 E. 2012/411 K sayılı kararlarında da aynı görüş benimsenmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce tarafların yapmış oldukları sözleşme ile bağlı olduğu, 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında bahsi geçen akrabalık ilişkinin somut olayda uygulanamayacağı ileri sürülmüş ise de yukarıda açıklanan nedenlerle çoğunluk tarafından bu görüş benimsenmemiştir.

Yapılan açıklamaların ışığı altında somut uyuşmazlığa dönüldüğünde; paylı mülkiyete tabi taşınmazda paydaş olan dava dışı A… davalının eşinin dedesi olduğu ve davalının yeni doğan erkek bebeği nedeniyle doğum hediyesi olarak temlik işleminin yapıldığı, bu nedenle satış şeklinde yapılan temlik işleminin muvazaalı bulunduğu, tarafların gerçek amacının hibe olduğu ve hibe ile yapılan temlikte önalım hakkının kullanılamayacağı, 20.03.1957 tarih 1956/12 E. 1957/2 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için temlik işleminin tarafları arasında akrabalık ilişkisi bulunmasının yeterli olduğu, doğrudan mirasçılık ilişkisinin aranması gerekmediği dikkate alınarak yerel mahkemece davanın reddedilmesi gerekirken kabulüne dair kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 27.05.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

HACİZ İHBARNAMESİNE İTİRAZ- BORÇLUNUN HACİZ İHBARNAMESİNİN ÜÇÜNCÜ KİŞİYE TEBLİĞİ TARİHİ İTİBARİYLE ÜÇÜNCÜ KİŞİ NEZDİNDE MADDİ ANLAMDA İSTENEBİLİR BİR ALACAĞIN BULUNMASI GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
Esas: 2017/ 8109
Karar: 2017 / 14735
Karar Tarihi: 28.11.2017

(2004 S. K. m. 68, 89)

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin davalılar tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından, üçüncü kişi konumunda bulunan davalının, İİK`nun 89/1. maddesi uyarınca gönderilen haciz ihbarnamesine karşı süresinde yapmış olduğu itirazın gerçeğe aykırı olduğu ileri sürülerek İİK`nun 89/4. maddesi gereğince tazminat talep edildiği, mahkemece, borçlunun imalat bedeli nedeni ile davalılardan alacaklı olduğu gerekçesi ile davanın kabulü ile talep edilen 72.350,00 TL tazminatın davalılardan alınarak davacıya verilmesine karar verildiği görülmektedir.

İİK`nun 89/4. maddesinde; “Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesine müddeti içinde itiraz ederse, alacaklı, üçüncü şahsın verdiği cevabın aksini icra mahkemesinde ispat ederek üçüncü şahsın 338. maddesinin 1. fıkrası hükmüne göre cezalandırılmasını ve ayrıca tazminata mahkum edilmesini isteyebilir. İcra mahkemesi tazminat hakkındaki davayı genel hükümlere göre halleder” düzenlemesi yer almaktadır. Kanun hükmünde yer alan tazminatın konusu, haciz ihbarnamesine karşı üçüncü kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunması sebebiyle takip alacaklısının uğradığı zarardır. Bu davada üçüncü kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunu davacı takip alacaklısı ispat etmelidir. Üçüncü kişinin beyanının aksi, İİK`nun 68. maddesinde sayılan belgelere bağlı olmaksızın her türlü delille ispat edilebilir. Anılan maddenin açık hükmü gereğince; icra mahkemesince, genel hükümlere göre yargılama yapılarak sonuca gidilmelidir.

Somut olayda, davalı üçüncü kişilerce 89/1. haciz ihbarnamesine süresinde yapılan 13.03.2009 tarihli itirazlarında; borçlu ile aralarında düzenlenen kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereği borçlunun müteahhit sıfatı ile başladığı inşaatı bitirmekte temerrüde düştüğünü, borçlu ile aralarında düzenlenen ek sözleşme ile verilen süreye rağmen borçlunun sözleşmeden doğan edimini yerine getirmemesi nedeni ile borçlu aleyhine … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi`nin 2008/181 E. sayılı dosyasında sözleşmelerin geriye etkili feshi için dava açıldığını ve bu davanın halen devam ettiğini, borçlunun sözleşmeden doğan edimlerini yerine getirmemesi nedeni ile kendilerinden hak ve alacağı olmadığı yönünde itiraz ettikleri anlaşılmıştır.

Borçlu ve davalılar arasında düzenlenen … 6. Noterliği`nin 06.05.2004 ve 17179 yevmiye nolu düzenleme şeklinde taşınmaz mal satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle müteahhit borçluya ek süre vermek üzere düzenlenen 18.07.2016 tarihli 30776 yevmiye sayılı ek sözleşme ile; “müteahhit inşaatı sürede teslim edemeyeceğinden kendisine 15.06.2007 tarihine kadar ek süre verildiği, bu sözleşmede esas sözleşmenin şartlarının geçerli olduğu, verilen bu süreye rağmen mücbir sebep dışında inşaat bitirilip teslim edilmezse müteahhidin bugüne kadar yaptığı işlerden ve bu gayrimenkulden hiçbir hak ve alacak talep etmeyeceği”nin hükme bağlandığı anlaşılmıştır.

Davalılar tarafından borçlu aleyhine sözleşmelerin feshi için açılan … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi`nin 2008/181 E. sayılı dosyasında verilen 29.11.2012 tarih 2009/562 sayılı karar ile taraflar arasındaki taşınmaz Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi ile 18.07.2006 tarih ve 30676 yevmiye nolu düzenleme şeklindeki ek sözleşmenin geriye etkili olarak feshine karar verildiği, bu kararın 02.05.2013 tarihinde kesinleştiği görülmektedir.

Mahkemenin alacaklının yararına İİK`nun 89/4. maddesine dayalı olarak tazminata hükmedilebilmesi için;haciz ihbarnamesine yapılan itirazın haksızlığının alacaklı tarafından ispatlanması gerekir. Borçlunun haciz ihbarnamesinin üçüncü kişiye tebliği tarihi itibariyle üçüncü kişi nezdinde maddi anlamda istenebilir bir alacağın bulunması gerekir. Üçüncü kişinin sorumluluğu haciz ihbarnamesinin kendisine ulaştığı tarihteki mevcut fiili durum ile sınırlıdır.

İİK`nun 89/1. maddesi gereğince tebliğ edilen haciz ihbarına yapılan itiraz tarihi itibariyle borçlunun üçüncü kişiler nezdinde doğmuş bir alacağı yoktur. İtiraz tarihi itibariyle kat karşılığı inşaat sözleşmesinin ve ek sözleşmenin geriye etkili feshi için açılan sözleşmenin feshi davası henüz derdesttir. İtiraz tarihi itibariyle üçüncü kişilerin itirazı haksız değildir.

Mahkemece yapılan tespitte 89/1. haciz ihbarnamesine itiraz tarihi itibariyle borçlunun üçüncü kişiler nezdinde doğmuş bir alacağının bulunduğu belirlenemediğinden davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç: Davalıların temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK`nun 366 ve HUMK`nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.11.2017 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

ŞUF’A DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN BAŞLANGICI

T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/5825
K. 2001/8011
T. 16.10.2001

• ŞUF’A DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN BAŞLANGICI ( İştirak Halinde Mülkiyet Konusu Taşınmaz Payının Satışında )
• İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYETE TABİ PAYIN PAYDAŞLARINCA AÇILAN ŞUF’A DAVASI ( Hak Düşürücü Sürenin Başlangıcı )
• HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN BAŞLANGICI ( Terekeye Ait Paya Dayanarak Mirasçılarca Satılan Pay İçin Açılan Şuf’a Davasında )
• TEREKEYE AİT PAYA DAYANARAK AÇILAN ŞUF’A DAVASI ( Hak Düşürücü Sürenin Başlangıcı )
743/m.658/son
ÖZET : Şuf a davasında Davacının dayandığı pay iştirak halinde mülkiyete konu ise, bir aylık hak düşürücü süre iştirakçi ortaklardan satışı en geç öğrenenin öğrenme tarihine göre saptanır. Hak düşürücü sürenin geçtiğini iddia eden bunu ispatla mükelleftir.

DAVA : Mahalli mahkemesinderı verilrniş bulunan şuf’a davasına dair kararın temyiz incelemesi duruşmalı olarak davacı tarafından süresi içinde istenilmekte dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

KARAR : Dava, şuf’alı payın iptali ile davacılar adına tescili istemine ilişkindir: Mahkemece davanın süreden reddine karar verilmiş, hüküm davacı miras şirketi temsilcisi tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının dayandığı pay iştirak halinde mülkiyete konu ise tüm iştirakçilerin birlikte dava açması veya birinin açtığı davaya diğerlerinin muvafakat etmesi gerekir. Çünkü bu gibi hallerde 11.10.1982 gün 3/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın tereke adına açıldığının kabulü icabeder. Muvafakat duruşmaya gelip bu konuda beyanda bulunmakla veya imzası noterce tasdikli muvafakat belgesi ibrazı suretiyle yahut davacı adına davayı takip eden avukata vekâlet vermekle yapılabilir. Bunlardan birinin gerçekleşmesi halinde muvafakat veren ortağın davacı safında yer alarak davayı takip etmesine gerek kalmaz. Muvafakat veren ortak haktan vazgeçtiğini de beyan ederse davanın kabulü halinde şuf’alı pay diğerleri adına davacı dışındakilerin hepsi haktan vazgeçerse şuf’alı pay sadece davacı adına tescil edilir. Bu yolda ortakların tümünün muvafakati sağlanamazsa payı bırakan murisin terekesine MK. 581-630. maddeleri uyarınca görevli mahkemede mümessil tayini için davacıya süre verilir. Mümessil davacı dışında biri olursa davacının sıfatı biter, davayı mümessil takip eder. Mümessille takip edilen davanın kabulü halinde şuf’alı payın tereke adına tescili gerekir. Dava hakkına ilişkin olan bu hususun hakim tarafından kendiliğinden öncelikle nazara alınması icabeder.

Şuf’a hakkının tapuda yapılan satışın öğrenilmesinden itibaren bir ay içinde kullanılması gerekir. İştirakçi ortaklarda da bunlardan satışı en geç öğrenenin öğrenme tarihine göre bir aylık hak düşürücü süre saptanır. Diğer ortakların daha önce öğrenmesi önem taşımaz. Bu hak her türlü irade bildirimiyle kullanılabileceği gibi doğrudan doğruya dava açılarak suretiyle de kullanılabilir. Dava dışı kullanılan irade bildirimi süreyi koruyacağından yasal süresi içinde her zaman dava açılabilir. Şuf’a hakkı tapudaki satış işleminden sonra doğacağından şuf’alı payın daha önce satılacağının öğrenilmesi veya hak sahibine vaki satın alma teklifinin kabul edilmemesi hiçbir hukuki değer taşımaz. Davalı hak düşürücü süre geçirildiği savunmasında bulunmuşsa bunu isbat etmesi gerekir. Bu konuda tanık dahil her türlü delil ikamesi mümkündür. Önce davalı delillerinin, daha sonra varsa davacı delillerinin toplanması gerekir:

Olayımızda; davacıların şuf’alı payın ilişkin olduğu taşınmazda müstakil payları yoktur. Pay miras bırakanları Selma adına kayıtlı olup, Sarıyer Sulh Hukuk Mahkemesinin 20.12.1999 gün 1999/1166-1317 esas karar sayılı kararı ile Selma’nın terekesine Ayşe ( EI Jabsheh ) temsilci olarak atanmıştır. Miras şirketi temsilcisi davayı yürüten avukata vekalet vermiş, yargılamaya bu şekilde devam olunmuştur. Bu nedenle davanın yürütülmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Davalı davanın öğrenmeye nazaran bir aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını, taşınmazda fiili taksim olduğunu, davacıların şuf’a hakkından zımnen feragat ettiklerini savunmuş, mahkemece davanın süreden reddine karar verilmiş, hüküm gerekçesi davalı tarafından temyiz edilmediğinden uyuşmazlık davanın bir aylık hak düşürücü sürede açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır. Dava konusu pay davalıya 24.4.1996 günü ihtiyari ihale ile satılmış tapuya 19.6.1999 tarihinde tescil edilmiştir. Davalı satıştan Ayşe ile Murat’ın haberdar olduğunu savunmuş ise de diğer mirasçı Emine’nin hangi tarihte satışı öğrendiğine dair bir beyanda bulunmadığı gibi gerek dava dosyasında gerekse içerisinde bulunan Sarıyer İkinci Asliye Hukuk Mahkemesine ait 1998/411 ve 1998/120 esas sayılı dava dosyalarında mirasçı Emine’nin satıştan haberdar olduğuna dair bir bilgiye rastlanılmamıştır. Yukarıda açıklandığı gibi süre iştirakçi ortaklardan satışı en geç öğrenenin öğrendiği tarihe göre hesaplanacağından ve iştirakçi ortak Emine’nin öğrendiği savunma olarak kanıtlanamadığından dava süresindedir. Dava süresinde açıldığına göre şuf’a hakkının tanınmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle istemin reddi hatalı olmuştur.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle temyiz itirazlarının kabulü ile HUMK.nun 428. maddesi uyarınca hükmün ( BOZULMASINA ) ve istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine 16.10.2001 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ELBİRLİĞİ MÜLKİYETİNİN PAYLI MÜLKİYETE ÇEVRİLMESİNE DAİR İLAMIN İNFAZININ SAĞLANMASI

T.C
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2018/1272
K. 2018/5005
T. 3.7.2018

4721/m.640,732

11.10.1982 T. 3/2 S. İBK

ÖZET : Dava ve birleştirilen davalar, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Dava tarihi itibariyle davacının dayandığı pay elbirliği mülkiyetine konu olduğundan davacının tereke adına dava açtığı gözetilerek davada iştirakin sağlanması gerektiği, diğer elbirliği ortaklarının muvafakatinin alınması gerektiği ile davacının dayandığı elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair Sulh Hukuk Mahkemesi ilamının kesinleşmesine rağmen infaz edilmediği hususlarına önceki bozma ilamında değinilmişse de bozmaya uygun karar verilmediği anlaşılmakla;

Davanın görülebilirlik koşulu itibariyle davacının eldeki davayı kendi adına sürdürebilmesi için tapu kaydında iştirakin çözülmesi, elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair ilamın infazının sağlanması gerektiği; aksi halde davanın tereke adına sürdürülmesi zorunluluğu gözetilerek TMK’nun 640. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiği kuşkusuz olduğundan hükmün bozulması gerekmiştir.

DAVA : Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 26.11.2010 gününde verilen dilekçeyle önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil talebi üzerine bozma ilamına uyularak yapılan duruşma sonunda; dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine dair verilen 09.02.2016 tarihli hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı- birleştirilen davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Dava ve birleştirilen davalar, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı- birleştirilen davacı vekili, müvekkilinin elbirliği maliklerinden biri olduğu 427, 617, 444, 431, 430 ve 428 parsel sayılı taşınmazların dava dışı önceki paydaşları tarafından 13/240 payının 31.03.2009 tarihinde davalıya satıldığını, müvekkiline satışla ilgili noter bildirimi yapılmadığını ileri sürerek önalım hakkı sebebiyle tapuda davalı adına kayıtlı payın iptali ile müvekkili adına tescilini istemiştir.

Davalı- birleştirilen davalı vekili, resmi senette gösterilen bedellerin gerçek satış bedelinden daha düşük olduğunu, müvekkilince 03.04.2009 tarihinde Vergi Dairesine verilen dilekçeyle gerçek bedeller üzerinden verginin ödendiğini, davanın satış tarihinden uzun bir süre geçtikten sonra açılması ve taşınmazların değerinin artması sebebiyle yeni belirlenecek değerler üzerinden depo kararı verilmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, dava ve birleştirilen davaların kabulüne dair verilen kararın davalı- birleştirilen davalı vekilince temyizi üzerine; Dairemizin 30.04.2015 tarih, 2015/4244 Esas, 2015/4938 karar sayılı ilamı ile “… davaya konu 427, 428, 430, 431, 444 ve 617 parsel sayılı taşınmazlarda davacı 26.01.2011 tarihinde intikal suretiyle diğer mirasçılar ile birlikte elbirliği ortaklığı şeklinde malik olup diğer iştirakli malikler adına da davacı tarafından yasal önalım hakkı kullanılmak amacıyla bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Ancak davacı dışında 26.01.2011 tarihinde intikal suretiyle pay maliki olan diğer iştirakçi maliklerin davada yer almadıkları anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2011/442 Esas, 2012/100 Karar sayılı “dava konusu taşınmazlardaki elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine” dair verilen kararının kesinleştiği görülmektedir.

O halde anılan ilamın kesinleşmesiyle artık bu davada terekeye temsilci atanması yoluna gidilemeyeceği de gözetilerek yukarda açıklandığı şekilde işlem yapılarak (elbirliği maliklerinin muvafakatları alınarak) taraf teşkilinin sağlanması, daha sonra işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde asıl ve birleştirilen davaların kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacı- birleştirilen davacı vekili temyiz etmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasında davacının dayandığı pay elbirliği mülkiyetine konu ise tüm ortakların birlikte dava açması veya birinin açtığı davaya diğerlerinin muvafakat etmesi gerekir. Çünkü bu gibi hallerde 11.10.1982 gün 3/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın tereke adına açıldığının kabulü gerekir. Muvafakat duruşmaya gelip bu konuda beyanda bulunmakla veya imzası noterce onaylı muvafakat belgesi ibraz edilmesi suretiyle yahut davacı adına davayı takip eden avukata vekalet verilmesi ile sağlanabilir. Bu yolda ortakların tümünün muvafakatı sağlanamazsa Türk Medeni Kanununun 640.maddesi hükmü uyarınca miras bırakanın terekesine görevli mahkemede temsilci atanması için davacıya süre verilir. Temsilci davacı dışında biri olursa davacının sıfatı biter, davayı temsilci takip eder. Dava hakkına dair olan bu hususun hakim tarafından kendiliğinden öncelikle nazara alınması gerekir.

Somut olaya gelince, mahkemece bozma ilamına uyulmasına rağmen bozma gereklerinin tamamen yerine getirildiği söylenemez. Davanın açıldığı tarih itibariyle davacının dayandığı pay elbirliği mülkiyetine konu olduğu için davacının tereke adına dava açtığı gözetilerek davada iştirakin sağlanması gerektiği Dairemizin önceki bozma ilamında vurgulanarak bu bağlamda diğer elbirliği ortaklarının muvafakatinin alınması gereğine değinilmiştir. Ayrıca davacının dayandığı elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair Sulh Hukuk Mahkemesinin, 09.02.2012 tarih, 2011/442 Esas, 2012/100 Karar sayılı ilamın kesinleşmesine rağmen infaz edilmediği hususuna da yer verilmiştir.

O halde, davanın görülebilirlik koşulu itibariyle davacının eldeki davayı kendi adına sürdürebilmesi için tapu kaydında iştirakın çözülmesi, başka bir ifadeyle anılan elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair ilamın infazının sağlanması gerektiği açıktır. Aksi halde davanın tereke adına sürdürülmesi zorunluluğu gözetilerek TMK’nun 640. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiği kuşkusuzdur.

Mahkemece, elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair kararın tapu kaydına yansıtılması için davacı tarafa uygun bir süre verilmesi, verilen süre içerisinde kararın tapu kaydına yansıtılıp yansıtılmadığı güncel tapu kayıtlarının getirtilmesi suretiyle denetlendikten başka bir ifadeyle, yukarda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle davanın görülebilirlik koşulu yerine getirildikten sonra işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken noksan inceleme ve araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davacı-birleştirilen davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istenmesi halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.07.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

FİİLİ İFRAZ- DAVALININ BU YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1998/6–37
K. 1998/123
T. 18.2.1998

743/m.2,659

ÖZET : Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir.

Davalının bu yeri uzun süreden beri kullanmış olması taksimin varlığını göstermez. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir.

Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemiyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez.

Davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

DAVA VE KARAR: Taraflar arasındaki “önalım ( şufa ) “davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Harmancık Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.6.1997 gün ve 1997/38 – 78 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 6.10.1997 gün ve 1997/7265 – 7504 sayılı ilamı; ( … Dava şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazdaki payın iptali ve tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip herbir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması M.K’.nun 2. maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.2.1951 gün 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alması gerekir. Savunmanın tevsili bu gibi durumlarda söz konusu değildir. Davanın bu bakımdan reddi gerekir.

Olayımızda: Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmazda davacı 1/3 pay sahibidir. Diğer pay sahipleri ise davacının kardeşleri olan Ahmet Özkan ve Adil Özkan’dır. Diğer paydaşlar 1/3 er paylarını davalı Kamil Uçar’a 14.2.1997 tarihinde satmışlar davacı 7.3.1997 tarihinde süresi içinde bu davayı açmıştır.

Davalı, davacı ve kardeşlerine ait bu yerin bir kısmını 13 yıl önce haricen satın aldığını o tarihten beri de yol olarak kullandığını daha sonra 14.2.1997 tarihinde satışın resmi senede bağlandığını bu nedenle davanın reddedilmesi gerekeceğini savunmuştur. Mahkemece daha önce pay sahipleri arasında özel bir taksimin mevcut olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir. DAVALININ BU YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir. Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemeyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez. Buna göre davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki karar direnilmiştir.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.

İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYETTE PAYDAŞLARDAN BİRİ ÖTEKİ PAYDAŞLARIN OLURLARINI ALMADAN VEYA MİRAS ŞİRKETİNE TEMSİLCİ ATANMADAN TEK BAŞINA ORTAK TAŞINMAZDAN YARARLANMASINA ENGEL OLAN PAYDAŞ ALEYHİNE ELATMANIN ÖNLENİLMESİ DAVASI AÇABİLİR

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2000/5834
K. 2000/5717
T. 8.5.2000

DAVA : Davacı- Davalı tarafından, davalı-davacı aleyhine açılan elatmanın önlenmesi davasının yapılan yargılamasında, Mahkemece davanın reddine dair verilen kararın davacı-k. davalı tarafından temyizi üzerine dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, paydaşın paydaş aleyhine açtığı elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.

Bilindiği üzere;paylı mülkiyette taşınmazdan yararlanamıyan paydaş, engel olan öteki paydaş veya paydaşlardan payına vaki elatmanın önlenilmesini herzaman istiyebilir. HATTA İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYETTE DAHİ PAYDAŞLARDAN BİRİ ÖTEKİ PAYDAŞLARIN OLURLARINI ALMADAN VEYA MİRAS ŞİRKETİNE TEMSİLCİ ATANMADAN TEK BAŞINA ORTAK TAŞINMAZDAN YARARLANMASINA ENGEL OLAN PAYDAŞ ALEYHİNE ELATMANIN ÖNLENİLMESİ DAVASI AÇABİLİR.

Ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir kısım yer varsa açacağı elatmanın önlenilmesi davasının dinlenme olanağı yoktur. Yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarına ve aynı doğrultudaki bilimsel görüşlere göre payından az yer kullandığını ileri süren paydaşın sorununu elatmanın önlenilmesi davası ile değil, kesin sonuç getiren taksim veya şuyun satış yoluyla giderilmesi davası açmak suretiyle çözümlemesi gerekmektedir.

Öte yandan, yurdumuzda sosyal ekonomik nedenlerle kırsal kesimlerden kentlere aşırı akım, nüfus çoğalması, büyük mesken ve işyeri ihtiyacı nedeniyle hızlı yapılaşma karşısında görevli mercilerin aciz kalmaları veya çeşitli nedenlerle göz yummaları sonucu, izinsiz, ruhsatsız, resmi kayıtlara bağlanmayan büyük yerleşim alanları oluştuğu, bu arada paylı taşınmazların tapuda resmi ifrazları yapılmadan paydaşlar arasında haricen veya fiilen taksim edilip üzerlerine büyük mahalleler hatta beldeler yapıldığı bir gerçektir. Bilindiği üzere M.K.nun 634, B.K.nun 2l3, T.K.nun 26. maddeleri hilafına tapulu taşınmazlarda harici veya fiili taksim ile payların mülkiyeti ana taşınmazdan ayrılamaz. Nevarki, taşınmazın kullanma biçimi tüm paydaşlar arasında varılan bir anlaşma ile belirlenmiş yada fiili bir kullanma biçimi oluşmuş, uzun süre paydaşlar bu durumu benimsemişlerse kayıtta paylı, eylemsel olarak ( fiilen) bağımsız bu oluşumun tapuda yapılacak resmi taksime veya şuyun satış suretiyle giderilmesine yahut o yerde bir imar uygulaması yapılmasına kadar korunması, ” akte vefa” kuralının yanında M.K.nun 2. maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının da bir gereğidir. Aksi halde, pekçok kimse zarar görecek toplum düzeni ve barışı bozulacaktır.

O halde, paydaşlar arasındaki elatmanın önlenilmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon planın olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı üzerinde özenle durulmalı, varsa çekişmeli yerin kimin kullanımına terk edildiği saptanılmalı, harici veya fiili taksim yoksa uyuşmazlık yukarıda değinildiği gibi, M.K.nun müşterek mülkiyet hükümlerine göre çözümlenmelidir.

Somut olaya gelince; çekişmeli taşınmazın tarafların müşterek murisi Rıza Dağhan mirasçıları adına kayıtlı olduğu, murisin l943 te öldüğü taşınmazın iştirak halinde olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak, iştirak halinde mülkiyete konu teşkil eden taşınmazlarda bir iştirakçinin diğer iştirakçi aleyhine açtığı davada müşterek mülkiyet hükümlerinin uygulanacağı kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde araştırma yapılması bütün paydaşlar arasında çekişmeli yerin yol olarak bırakıldığı yönünde bir anlaşmanın yapılıp yapılmadığı veya kullanma biçiminin oluşup oluşmadığının açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, dava şartı yokluğu gerekçesiyle davanın reddi doğru değildir.

SONUÇ: Davacı-karşı davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine 8.5.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FİİLİ TAKSİMİN KOŞULLARI- ŞUFALI PAYIN İPTALİ VE TESCİLİ DAVASI- TAPU İPTALİ VE TESCİL

T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/576
K. 2002/830
T. 11.2.2002

ÖZET: Fiili taksimin varlığını kabul edebilmek için, her bir paydaşın elinde taşınmazın belirli bir kesiminin bulunması ve uzun süreden beri paydaşların çekişmesiz olarak taşınmazdan bu şekilde yararlanmalarını sürdürmeleri gerekir.

DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı şufa davasına dair karar davacı tarafından süresi içinde duruşmalı olarak temyiz edilmiş ancak dava değeri itibariyle duruşmalı işlerden olmadığından duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava şufalı payın iptali ile davacı adına tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde müvekkilinin dava konusu 50 nolu parselde paydaş olup davalının diğer paydaşların hissesini bağış suretiyle devraldığını, yapılan işlemin gerçekte satış olduğunu belirterek şufalı payın iptali ile davacı adına tescilini talep etmiştir.

Davalı vekili, yapılan işlemin bağış olmadığının kanıtlanamadığını, bağış için akrabalık ilişkisinin zorunlu olmadığını kaldı ki bağışlayanlardan Sultan Ç’ın da müvekkilinin eşi olduğunu, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece taşınmazın fiilen taksim edilmiş olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dava konusu 50 nolu parselin paydaşları Sultan Ç, İbrahim D. ve Emine K. taşınmazdaki toplam 8/352 paylarını 17.10.1996 tarihinde bağış suretiyle davalıya devretmişlerdir. Dava 1.11.1996 tarihinde açılmakla süresindedir. Davalı yapılan işlemin satış olduğuna ilişkin mahkeme kararının gerekçesini temyiz etmediğine göre işlemin satış olduğu hususu kesinleşmiş bulunmaktadır. Bütün sorun taşınmazın paydaşları arasında fiilen taksim edilip edilmediği konusunda toplanmaktadır. Fiili taksimin varlığını kabul etmek için her bir paydaşın elinde taşınmazın belirli bir kesiminin bulunması ve uzun süreden beri paydaşların çekişmesiz olarak bu şekilde yararlanmalarını sürdürmeleri gerekir. Davalının taşınmazın fiilen taksim edildiğine dair belirgin bir savunması bulunmadığı gibi davalı tanıklarının da bu konuda bir beyanları yoktur. Mahkemece yapılan keşifte mahalli bilirkişinin beyanları doğrultusunda fen bilirkişisi davalının taşınmaz içinde 1006.25 m2 yer kullandığını raporunda belirtmiştir. Taşınmazın diğer kısımlarını paydaşlardan sadece bir bölümü kullanmakta olup, davacının taşınmazda müstakilen kullandığı bir yer bulunup bulunmadığı yeterince araştırılmamıştır.

Bu husus üzerinde durulmadan noksan inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olmuştur.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle temyiz itirazlarının kabulü ile H.U.M.K. nun 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA ve istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine 11.2.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ÖNALIM HAKKI- ŞUFALI PAYIN İLİŞKİN OLDUĞU TAŞINMAZIN PAYDAŞLARCA ÖZEL OLARAK TAKSİM EDİLİP HER BİR PAYDAŞIN BELİRLİ BİR KISMI KULLANMASI –

T.C.
YARGITAY
6.HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2001/9712
KARAR: 2002/1375
TARİH: 5.3.2002

ÖZET:1 – Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz, paydaşlarca özel olarak taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken, bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satış zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması objektif iyi niyet kuralı ile bağdaşmaz.

2 – Paydaşların, taşınmazın çeşitli yerlerine evlerini inşaa etmeleri, kalan bölümü narenciye bahçesi olarak hisseleri birbirinden belirli bir şekilde ayıran çit ve tel örgü gibi sınır işaretleri olmaksızın, bir bütün olarak birlikte kullanılmaları durumunda taksimin varlığının kabul edilmesi hatalıdır.

DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan şufa davasına dair kararın temyiz incelemesi duruşmalı olarak davacı tarafından süresi içinde istenilmekle dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava şufalı payın iptal ve tescil istemine ilişkindir. Mahkeme davayı reddetmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması MK.2. maddesinde yer alan objektif iyi niyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.2.1951 gün ve 17/1 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alması gerekir. Savunmanın tevsii bu gibi durumlarda söz konusu değildir. Davanın bu bakımdan reddi gerekir.

Olayımızda: Davacı şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazda paydaş olduğunu, paydaşlardan Aziz’in 1/8 payını 18.9.1998 tarihinde davalıya tapuda 10.000.000.000.-TL bedelle sattığını, bedelde muvazaa yapıldığını, gerçek satış bedelinin 2.500.000.000.-TL olduğunu, şufalı payın iptali ile adına tescilini istemiştir. Davalı şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazın paydaşları arasında taksim edildiğini, bedelde muvazaa yapılmadığını, davanın reddini savunmuştur. Mahkeme fiili taksim savunmasına itibar ederek davan m reddine karar vermiştir.

Dava konusu 68 parsel sayılı taşınmaz 46.900 m2 olup, 7 paydaş arasında paylı bulunmaktadır. Davalının fiili taksim savunması doğrultusunda yapılan keşiflerde düzenlenen bilirkişi raporlarından dinlenen tanık ifadelerinden ve tüm dosya kapsamından paydaşların 46.900 m2’lik taşınmazın muhtelif yerlerine evlerini inşaa ettikleri, kalan bölümün narenciye bahçesi olarak hisseleri birbirinden belirli bir şekilde ayıran çit ve tel örgü gibi sınır işaretleri olmaksızın bir bütün olarak birlikte kullandıkları anlaşılmaktadır. Davalının bayii Aziz’in 1991 yılında satın aldığı 1/8 hisseyi diğer hissedarlardan ayırarak kullanmaya başlaması ve o şekilde davalıya sattığını açıklaması, tanıkların soyut bir şekilde her paydaşın yerinin belli olduğunu belirtmeleri fiili taksimin yapıldığını göstermez, ileri sürülen bu taksimin ne zaman, kimlerin katılımıyla ne şekilde yapıldığı her bir paydaşın belli ve muayyen bir yeri kullandığı hususları ispatlanmamıştır. Bu durumda taşınmazın taksim edildiği kabul edilemez. Mahkemenin taksimin varlığını kabul ile davayı reddetmesi doğru değildir.

Ancak; tapuda pay 10.000.000.000.-TL bedelle satıldığı halde davacı payın 2.500.000.000.-TL’den devredildiğinden bahisle bedelde muvazaa iddiası ile dava açtığından bu iddiasının aktin tarafı olmadığından her türlü delil ile ispatlanması gerekir. Davacının dinlettiği tanıklar satış bedelinin ne kadar olacağı yönünde tahmini beyanlarda bulundukları gibi yapılan keşiflere belirlenen bedeller dahi davacının iddiasını kanıtlar durumda değildir. Bu durumda şufa bedeli olarak tapudaki satış bedeli dan 10.000.000.000.-TL harç ve masraflar tutarının esas alınması gerekir. Davacıdan bu bedel üzerinden şufa hakkını kullanmak isteyip istemediği sorularak kabul ettiği takdirde bu bedelin depo edilmesi için davacıya münasip süre verilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi icap ettiğinden hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç : Yukarıda açıklanan nedenle hükmün ( BOZULMASINA ), davacı yararına takdir edilen 60.000.000.-TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 5.3.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ÖNALIM HAKKI TAPUDA GÖSTERİLEN DEĞER İLE HARÇ VE MASRAFLAR ÜZERİNDEN KULLANILIR

T.C.

YARGITAY
6.Hukuk Dairesi
Esas: 2007/192
Karar: 2007/2265
Karar Tarihi: 06.03.2007

Dava: Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan önalım davasına dair karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Uyuşmazlık önalım hakkının kullanılması nedeniyle tapu iptali ve tescili istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına göre davalının aşağıdaki bendin dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davalının önalım bedeline ilişkin temyiz itirazlarına gelince; davacı vekili, dava dilekçesinde, davaya konu … ili, … ilçesinde bulunan 5 ada 22 parselde hissedar olduğunu, hissedarlardan Ö.’nün 3/9 hissesinin davalıya gerçekte 1.000.000.000.TL’ye satılmasına rağmen şufa hakkım ortadan kaldırmak amacıyla satış bedelinin tapuda 8.000.000.000.- TL olarak gösterdiğini belirterek taşınmazın gerçek satış bedeli olan 1.000.000.000.- TL üzerinden belirlenecek önalım bedeli ile davalı adına kayıtlı payın iptali ile adına tescilini istemiştir. Davalı, bedelde muvazaa bunmadığını, taşınmazın gerçek satış bedelinin 8.000.000.000.-TL olduğunu savunmuştur. Mahkemece keşifte belirlenen değer üzerinden önalım hakkının tanınmasına karar verilmiştir.

Önalım hakkı, paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir. Ancak davacı, tapuda yapılan satış sözleşmesinin tarafı olmadığından bedelde muvazaa iddiasında bulunabilir ve bu iddiasını her türlü delille kanıtlayabilir.

Olayımıza gelince; davacı, taşınmazın gerçekte 1.000.000.000.-TL bedelle satıldığını, önalım hakkını engellemek amacıyla davalının satış bedelini muvazaalı olarak yüksek gösterdiğini iddia etmiştir. Davacı bedelde muvazaa iddiasında bulunduğuna göre bu iddiasını kanıtlaması gerekir. Davacı satış sözleşmesinin tarafı olmadığından bu iddiasını tanık dahil her türlü delil ile kanıtlaması mümkündür.

Ancak dinlenilen davacı tanıkları bedelde muvazaa iddiası konusunda görgüye dayalı bir beyanda bulunmamışlardır. Yerinde yapılan keşif sonrasında düzenlenen bilirkişi raporunda dava konusu edilen payın satış tarihi itibariyle değerinin 1.676.020.000.- TL olduğu bildirilmiş ise de, muvazaa iddiasının kanıtlanması için keşif tek başına yeterli delil değildir. Sadece davacının diğer delillerini doğrulamak bakımından önem arz eder. Davacı muvazaa iddiasını kanıtlayamamıştır. Bu durumda mahkemece davacıdan tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından yapılan harç ve masraflar toplamı üzerinden önalım hakkını kullanıp kullanmayacağı sorularak, kabul etmesi halinde önalım bedelini depo etmesi için uygun bir süre tanınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda 2 nolu bentte yazılı nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 06.03.2007 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ŞUFA HAKKININ KULLANILMASINI ENGELLEMEK BAKIMINDAN İNANÇLI İŞLEM İDDİASININ İLERİ SÜRÜLMESİ- İNANÇLI İŞLEMİN YAZILI DELİLLE KANITLANMASI YÜKÜMLÜLÜĞÜ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/13482
KARAR: 2016/11376

“İçtihat Metni”

Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kat irtifakı kurulu 3682 ada 1 parseldeki 340 nolu bölümün 204/665 payını cebri icrada satın aldığını, ancak ihaleye katılan davalı ile dava dışı …’ın, tecrübesizliğinden yararlanıp ihalede pey ileri sürmeyerek taşınmazın kendisi tarafından alınmasına neden olduklarını, bankalardan kredi çekememesi sebebi ile ihale bedelini ödemekte zorlandığı için davalının yardım teklifini kabul etmek zorunda kaldığını, bir miktar temin ettiği, bir miktarda davalıdan aldığı borçla ihale bedelini ödeyerek taşınmazı adına tescil ettirdiğini ancak davalının borcunu ödemesi, yahut taşınmazı kendisine devretmesi konusunda sıkıştırması üzerine çaresiz kalarak 400.000.-TL olan taşınmazı 92.000.-TL bedelle 20.03.2012 tarihinde davalıya devrettiğini, borç ödenince taşınmazın geri devredileceği konusunda anlaştıklarını, paranın büyük bir kısmını temin edip taşınmazın devrini davalıdan talep ettiğinde davalının; dava dışı …’ın şufa davası açtığını, tapuyu vermeyeceğini söylediğini, anılan şufa davasının muvazaalı açılan bir dava olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescile, mümkün olmazsa bedelinin tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davaya cevap vermemiş; feri müdahil …., iddiaların doğru olmadığını, davacının kendi isteği ile ihaleye katılıp pey ileri sürdüğünü, daha sonrada payını davalıya devrettiğini, tarafları tanımadığını, davacı ile davalının anlaşıp açmış olduğu şufa davasının sonuçsuz bırakmak için eldeki davayı açtıklarını belirterek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, tarafların özgür iradeleri ile taşınmazın ihale bedelinin ödenmesi hususunda anlaştıkları ve akabinde devir işlemlerinin gerçekleştirildiği, davacının taşınmazı almış olduğu bedel mukabilinde devir işleminin yapıldığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla, Tetkik Hakimi …’nin raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.

-KARAR-

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle, inançlı işlem iddiasının 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanabileceği, davacı tarafça anılan içtihadı birleştirme kararında öngörülen anlamda yazılı belge ibraz edilemediği gibi, 6100 sayılı …nun 119/1-f maddesi uyarınca açıkça yemin deliline dayanılmadığı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi doğru olduğuna göre; davacının temyiz itirazı yerinde değildir. Reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 4.00.-TL. bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 22.12.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ŞUFA HAKKINI ENGELLEMEK MAKSADIYLA İPOTEK TESİSİ – MUVAZAA – TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4809
KARAR:2017/6675 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalılar Alaatin Sezgin ve … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Hükmüne uyulan Dairemizin bozma ilamında özetle, davalı … ile amcası olan diğer davalı arasındaki ipotek ilişkisinin hangi ilişkiden kaynaklandığı yönünde bir delil sunulmadığı ipotek tesis edilmesi ile, borçlunun borcuna karşılık yapıldığı ileri sürülen ödeme arasında da 20 günlük bir süre mevcut olduğu, mevcut delillere göre ödemenin davalı .. tarafından yapıldığının da kabul edilemeyeceği, hal böyle olunca davalılar arasındaki ipotek ilişkisinin, gerek hayatın olağan akışına uygun düşmemesi, gerek konulma zamanı gerekse davalılar arasındaki akrabalık ile az yukarıdaki belirtilen ödemenin kim tarafından yapıldığının bilinmemesi hususları nazara alınarak davanın kabulüne karar verilmesi gereğine değinilmiştir.

Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda, ipoteğin kaynağı borç ilişkisi ve yapılan ödemelerin usulüne uygun deliller ile ispat edilemediği, bu nedenle sözkonusu ipoteğin davacının şufa hakkını ortadan kaldırmak amacı ile muvazaalı olarak yapıldığının kabulü gerektiği gerekçesi ile davanın kabulü ile, … İli, … İlçesi, … Köyü, … mevkii, 246 nolu parsel üzerinde davalı … adına kayıtlı olan 1/2 hissesi üzerine diğer davalı …. adına 11.01.2007 tarihli senet ile konulan ipteğin iptaline karar verilmiş, hüküm davalılar … ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içeriğine, bozmaya uygun karar verilmiş olmasına, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, davalılar arasındaki akrabalık ve ipotek ilişkisinin hayatın olağan akışına uygun düşmemesi, konulma zamanı ve ödemenin kim tarafından yapıldığının bilinmemesi nedenleri ve kararda yazılı diğer gerekçelere göre davalılar… ve … vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 2.079,00 TL kalan onama harcının temyiz eden davalılardan alınmasına 12/06/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÖNALIM HAKKINA DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL İPOTEK LEHDARININ DAVAYA TARAF OLARAK EKLENMESİ ZORUNLULUĞU

T.C
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
ESAS:2013/16578
KARAR: 2014/4022

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Bakırköy 4. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 11/09/2013
NUMARASI : 2012/509-2013/362

Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 18.12.2012 gününde verilen dilekçe ile önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil ayrıca ıslah ile ipoteğin terkini istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın kabulüne dair verilen 11.09.2013 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davalı A.. E.. vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 25.03.2014 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı A.. E.. vekili Av. O.. Y.. ile karşı taraf davacılar vekili Av. C.. K.. geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen tarafların sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

_K A R A R_

Dava, önalım hakkına dayalı olarak dava konusu 3269 ada 5 parselde 1, 3 ve 4 no’lu bağımsız bölümlerde 31.10.2012 tarihli satışa ilişkin 1/4’er payların tapu kayıtlarının iptali ile eşit şekilde davacılar adına tescili, 27.05.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile de taşınmazlar üzerindeki 19.11.2012 tarihli dava dışı K.. Türk Katılım Bankası A.Ş. lehine konulan ipoteğin fekki istemine ilişkindir.

Davalı davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacıların taleplerinin kabulüne karar verilmiştir.

Hükmü, davalı vekili temyiz etmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir.

Diğer taraftan, ipotek kişisel bir alacağın teminat altına alınması amacını güden ve bir taşınmaz değerinden alacaklının alacağını elde etmesini sağlayan sınırlı bir ayni haktır. İpotek tesisi için rehin edilecek taşınmaz maliki ile alacaklı arasındaki anlaşmanın (rehin sözleşmesi) bulunması ve rehin sözleşmesinin Türk Medeni Kanunu’nun 856. maddesi gereğince tapu siciline tescil edilmesi gerekir.

Somut uyuşmazlıkta, önalım hakkına dayalı olarak tapu kayıtlarının iptali ile davacılar adına tescili istenen dava konusu bağımsız bölümlerin tapu kaydında, 19.11.2012 tarih ve 22146 yevmiye numara ile dava dışı K.. Türk Katılım Bankası A.Ş. yararına, 3.600.000 TL bedelli ipotek şerhi bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla davacının talebi ipoteğin kaldırılması istemini de içerdiğinden uyuşmazlığın ipotek alacaklısına da husumet yükletilerek çözümlenmesi gerekir. Mahkemece, belirtilen hususun gözetilmemesi doğru görülmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 1.100 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davacılardan alınarak, davalıya verilmesine, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 25.03.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ÖNALIM HAKKI- MÜLKİYET HAKKI CEBRİ TESCİL İLAMININ KESİNLEŞMESİ TARİHİNDE DAVALIYA GEÇECEĞİNDEN ŞUF’A HAKKI DA BU TARİHTEN İTİBAREN DOĞACAKTIR.

T.C
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2018/2136
KARAR: 2018/9207
TARİH: 19.12.2018

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki önalım nedeniyle tapu iptali ve tescil davasından dolayı mahal mahkemesinden verilen yukarıda gün ve sayısı yazılı hükmün; Dairemizin 08.11.2017 gün ve 2017/4175 Esas, 2017/8233 Karar sayılı ilamı ile bozulmasına karar verilmişti. Süresi içinde davalı tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya içerisindeki bütün evrak incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkilinin … , … , … Mah., 254 ada, 2 parsel sayılı 10.400. m2 yüzölçümlü taşınmazda 1/3 pay maliki olduğunu, …’in payını …’e 01/10/2012 tarihinde müvekkiline haber vermeden satış yoluyla devrettiğini, davalının satış bedeli olarak ödediği bedeli ve tapu harç masraflarını ödeyerek önalım haklarının tanınması suretiyle davalı adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tapuya tescilini talep etmiştir.
Davalı, 2006 yılında davacı ve kardeşinin harita mühendisine vekalet vermesi ile taşınmaz üzerindeki diğer işgalciler ile birlikte paylı olarak satış işlemlerini gerçekleştirdiklerini, bu satış işlemini davacının kardeşi dava dışı … ‘e vekalet vererek gerçekleştirdiğini, davacının satış işleminden haberinin olduğunu, dava hakkını kötüye kullanarak kendi bilgisi dahilinde yapılan satışın iptali için açılan davanın kötü niyetli olarak açıldığını, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekilince temyizi üzerine Dairemizin 08.11.2017 tarih, 2017/4175 Esas, 2017/8233 Karar sayılı ilamı ile; “somut olayda; davalı …,… ‘e karşı açtığı … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.09.2012 tarihli 2012/473 Esas ve 2012/358 Karar sayılı dosyasında, harici satışa dayanarak hükmen tescil yoluyla mülkiyeti kazanmıştır. Davacı süresi içerisinde önalım hakkını kullanmış, davalı …’e anılan hükümle intikal eden payın iptalini talep etmiştir. Kaldı ki, 22.12.2006 tarihli 26495 yevmiye numaralı vekaletname ile … kendi adına asaleten davacı … … adına vekaleten … ‘e bir kısım taşınmazların satışı hususunda hazırlıklar yapmak için vekalet verdiği ancak vekaletnamede dava konusu parsel olan 254 ada 2 parselin de olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda mahkemece işin esasının incelenmesi ve bir karar verilmesi gerekirken, davacının bu işlemden haberi olduğundan söz edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir” şeklindeki gerekçeyle bozulmuştur.
Dairemizin bozma ilamına karşı davalı karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
Tapu kütüğüne esas itibarıyla mülkiyetin veya sınırlı ayni hakların iktisabına veya bunların kaybedilmelerine ilişkin tesciller yazılır. Geniş anlamda tescil ise kütüğe yazılan her husustur. Nitekim kütük sahifesinde mülkiyet, rehin ve irtifak hakları sütunları dışında bir de “şerh” ve “beyanlar” adı altında iki sütun daha vardır. Ancak bir hususun şerh veya beyanlar sütununa yazılması taşınmazın ayni hakka ilişkin statüsünde bir değişiklik meydana getirmez.
Şerhten amaç; ilişkin bulunduğu hukuki durumu üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilir hale getirmek, hukuki duruma aleniyet kazandırmaktır. Bu yönü ile şerh ayni bir etki özelliğini gösterir. Hangi hakların tapu kütüğüne şerh edileceğini kanun belirlemiştir. Dolayısıyla kanunun belirlemediği bir hak tapu kütüğüne şerh edilemez.
TMK’nin 1009 ila 1011 ve Tapu Sicil Tüzüğünün 54 ila 66. maddelerinde düzenlenen şerhler, üç amaca yönelik bir tapu işlemidir. Şahsi hakların kuvvetlendirilmesini, malikin tasarruf yetkisinin sınırlandırılmasını ve muvakkat (geçici) tescilin tapu kütüğüne yazılmasını sağlar.
Tapu kütüğüne şerh edilebilecek şahsi haklara gelince;
TMK’nin 1009. maddesinde arsa payı karşılığı inşaat, taşınmaz satış vaadi, kira, alım, önalım, gerialım sözleşmelerinden doğan haklar ile şerh edilebileceği kanunlarda açıkça öngörülen diğer “Tasarruf yetkisinin kısıtlanmasında” başlıklı TMK’nin 1010. maddesinde de aşağıdaki sebeplere dayanan tasarruf yetkisi kısıtlamalarının tapu kütüğüne şerh verilebileceği belirtilmiştir;
1-Çekişmeli hakların korunmasına ilişkin mahkeme kararları,
Örneğin; ifa edilmediği takdirde sahibine, malike karşı TMK’nin 716. maddesine göre cebri tescil davası açma hakkı veren şahsi haklar. Buradaki şerhin amacı üçüncü şahısların TMK’nin 1023. maddesine istinaden ayni hak iktisabını önlemektir. İkinci guruptaki haklar ise, taşınmazla ilgisi olmayan alacak haklarıdır. Buradaki amaç ise İİK’nin 277. maddesi anlamında alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla taşınmazı temlik edip, bu alacakların tahsilini imkansız kılmaya yönelik olarak taşınmaz malikinin yapacağı tasarrufi işlemleri önlemektir.
2-Haciz, iflas kararı veya konkordato ile verilen süre,
Bu halde yalnızca ilgili işlemlerin taalluk ettiği nispette taşınmaz malikinin taşınmaz üzerindeki tasarruf işlemleri alacaklılara karşı geçersiz olur ve bu hususlarda TMK’nin 1023. maddesi uygulanmaz.
3-Aile yurdu kurulması, art mirasçı atanması gibi şerh verilmesi kanunen öngörülen işlemler tapu kütüğüne şerh verilebilir.
Bu tür bir şerhle sonraki müktesipler kanundaki mükellefiyetlere katlanmak zorunda kalır.
Diğer taraftan TMK’nin 1011. maddesi hükmü gereğince de; iddia edilen bir ayni hakkın güvence altına alınması gerekiyorsa ve tasarruf yetkisini belirleyen belgelerdeki noksanlıkların sonradan tamamlanmasına kanun olanak tanıyorsa hakkın geçici şerhi olanaklıdır.
Yukarıda belirtilen yasal düzenlemelerle birlikte somut olay değerlendirildiğinde; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 705/1 maddesinde taşınmaz mülkiyetinin tescille kazanılacağı vurgulandıktan sonra anılan maddenin 2. fıkrasında tescilsiz iktisap halleri ve malikin tasarruf hakkı ile ilgili “miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır” şeklinde düzenleme getirilmiştir.
Buna göre, davacının şufa hakkını kullanmak istediği dava konusu 254 ada 2 parsel sayılı taşınmazda, davalı adına tesciline karar verilen 3/24 payın henüz tapuya tescil edilmediği, ancak mahkeme kararının tapunun beyanlar hanesine şerh verildiği, dosya içerisinde yer alan tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır.
Önalım davasında, mahkeme ilamı satış akdi yerini almaktadır. Tescile ilişkin kararın kesinleşme tarihine göre de dava süresi dikkate alınır. Davalı şuf’alı payı cebri tescil davası sonucu iktisap etmiştir. Mülkiyet hakkı cebri tescil ilamının kesinleşmesi tarihinde davalıya geçeceğinden şuf’a hakkı da bu tarihten itibaren doğacaktır. Ne var ki; cebri tescile ilişkin … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/473 Esas sayılı dosyası temyiz edilmeden kesinleştirilmişse de, bu ilama karşı yargılamanın yenilenmesine ilişkin talepte bulunulduğu verilen kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 2015/7541 Esas sayılı ilamı ile, toplanacak delillere göre bir karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulduğu, yargılamanın yenilenmesine ilişkin davanın halen sonuçlanmadığı UYAP üzerinden yapılan kontrollerde anlaşılmaktadır. Bu durumda henüz tapuya tescil edilmeyen pay için şuf’a hakkı kullanılamayacağından davacının davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru değil ise de hüküm sonucu esas bakımından usul ve kanuna uygun olduğundan HUMK’nin 438/son maddesi gereğince hükmün gerekçesinin değiştirilerek onanmasına karar vermek gerekirken yukarıda belirtilen gerekçeyle bozulması maddi hataya dayalı olduğundan davalının karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün değişik gerekçe ile onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalının karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 08.11.2017 tarih, 2017/4175 Esas, 2017/8233 Karar sayılı ilamının KALDIRILMASINA, hükmün gerekçesinin yukarıdaki şekilde DEĞİŞTİRİLEREK DÜZELTİLMİŞ bu gerekçe ile ONANMASINA, 19.12.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Exit mobile version