BELİRSİZ ALACAK DAVASI- HUKUKİ YARAR YOKLUĞU NEDENİYLE USULDEN RED ZAMANAŞIMINI KESEN BİR NEDEN OLARAK KABUL EDİLEMEZ- ZAMANAŞIMI SÜRESİ DOLDUKTAN SONRA AÇILAN EK DAVANIN REDDİ GEREKİR

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/15434
KARAR:2018/25756

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : … 6. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ   : SENDİKA KANUNLARINDAN KAYNAKLANAN
MAHKEMESİ : … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, kapanan … Belediye Başkanlığı’nın aidat borçları nedeniyle … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/15 esas sırasında ve kapanan … Belediye Başkanlığı’nın borçları nedeniyle de … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/16 esas sırasında kayıtlı belirsiz alacak davalarını açtıklarını ancak mahkemenin hukuki yarar yokluğundan davayı reddettiğini, bu arada … ve … Belediye Başkanlıklarının 6360 sayılı kanun hükümleri çerçevesinde kapandığını, tüm hak ve borçların davalı kuruma geçtiğini, kapanan belediyelerin aylık toplamlar halinde çizelgelerinin ilgili dosyalarda yer aldığını, davalı kurumun faiz de dahil olmak üzere, takip tarihi itibariyle toplam borcunun 51.278,75 TL olduğunu, davalı tarafın borcu olmadığına dair itirazının hiçbir haklı gerekçesi olmadığını ileri sürerek … İcra Müdürlüğü’ nün 2015/16 sayılı icra takibine yapılan itirazın iptali ile %20 den aşağı olmamak üzere icra- inkar tazminatı ve yargılama giderlerinin davalı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

İstinaf Başvurusu: İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı davalı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti : Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Temyiz:Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı davalı vekili temyiz kanun yoluna başvurmuştur.

Gerekçe:Dava, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 18. maddesi ile mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 61. maddesi kapsamında, sendika üyelik ve dayanışma aidat alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

6356 sayılı Kanun’un 18. maddesinin ikinci fıkrasına göre “Üyelik ve dayanışma aidatları, yetkili işçi sendikasının işverene yazılı başvurusu üzerine, işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili sendikaya ödenir.” Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre de “Yukarıdaki hükümlere göre ödenmesi gereken aidatı kesmeyen veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili işçi sendikasına ödemeyen işveren, bildirim şartı aranmaksızın aidat miktarını bankalarca İşletme kredilerine uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödemekle yükümlüdür.”

Mülga 2821 sayılı Kanun’un 61. maddesinin birinci fıkrasına göre ise “İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu gereğince sendikaya ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur.” Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ise “Yukarıdaki fıkra gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır.”

Belirtilen kanuni düzenlemelere göre, bir işyerinde veya işletmede toplu iş sözleşmesi yapmak için yetki belgesi alan işçi sendikasının, yetki belgesine konu işyeri veya işletmede çalışan üyesi işçilerin listesini ve sendika tüzüğüne göre üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını işverene bildirmesi ve bu listeye göre üyelik aidatının kesilmesini ve sendikaya ödenmesini istemesi gerekir.

Bu genel açıklamalar ışığında temyiz itirazlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Zamanaşımı, alacak hakkının belirli bir süre kullanılmaması sebebiyle dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve alacağın dava edilebilme özelliğini ortadan kaldırır.

Diğer taraftan sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları dönemsel özellik gösteren borçlardandır. Kanunda belirtilen şartların yerine getirilmiş olması şartıyla toplu iş sözleşmesinde aidat borcunun ödenme zamanına ilişkin hüküm mevcut ise bu hüküm uyarınca üyelik ve dayanışma aidatı borçlarının ödenme zamanı ve temerrüt tarihi belirlenmektedir. Bu itibarla, sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları yönünden zamanaşımı süresi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126. maddesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 147. maddesinin birinci bendi gereğince beş yıldır.

Somut uyuşmazlıkta, davacı sendika tarafından kapanan her iki belediye aleyhine belirsiz alacak davası niteliğinde açılan davalar mahkemece hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmiş ve daha sonra davacı sendika tarafından temyiz konusu işbu dava açılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava dilekçesinin davalıya tebliği sonrasında kanuni süresinde davaya karşı zamanaşımı defi ileri sürülmesine karşın mahkemece bu hususun dikkate alınmaması doğru olmamıştır.
Bu noktada Bölge Adliye Mahkemesi kararında yer alan, somut olayda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 158. maddesinin uygulanması gerektiği hususu değerlendirilmelidir. TBK’nun 158. maddesine göre “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.”

Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinde, eldeki davanın daha önce belirsiz alacak davası olarak açılması ve usulden reddedilmesi nedeniyle, bu durumun TBK’nun 158. maddesinde yer alan “davanın düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması nedeniyle reddedilmesi” ifadesi kapsamında değerlendirilecek bir husus olduğu belirtilmiştir.

Davacı sendika tarafından belirsiz alacak davası niteliğinde açılan ilk davalar, hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilmiştir. Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 E.K. sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir. Bu itibarla, davacı sendika tarafından daha önce açılan ve hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilen davalar, zamanaşımını kesen bir nitelik arz etmez ve ayrıca TBK’nun 158. maddesinin uygulanmasına da cevaz vermez.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında, ilk derece mahkemesi tarafından, davalının süresinde verdiği cevap dilekçesi ile zamanaşımı defini ileri sürdüğü gözetilerek, takip tarihi olan 06.04.2015 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süreye göre alacakların ve işlemiş faizin belirlenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.

Anılan hususlar gözetilmeksizin, eksik inceleme sonucunda ilk derece mahkemesince yazılı şekilde hüküm tesisi ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddi kararı hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç:Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılarak İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 29.11.2018 tarihinde oybirliğiyle olarak karar verildi.

RÜCUEN TAZMİNAT DAVALARINDA ON YILLIK ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN UYGULANMASI GEREKİR.

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU,
Esas: 2013/4-1814,
Karar: 2013/715

İçtihat

“Taraflar arasındaki “rücuen tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 09.03.2010 gün, 2009/272 E. – 2010/54 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 24.10.2011 gün, 2010/8901 E– 2011/10988 K. sayılı bozma ilamı ile;

(… Davacı, dava dışı üçüncü kişinin mevzuat gereği kendisine indirimli tarife uygulanması gerekirken Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın talimatı üzerine indirimli tarife uygulamasından vazgeçilmesi nedeniyle ödemiş olduğu fazla elektrik bedelinin geri alınması için açtığı dava sonucunda mahkemece verilen ve kesinleşen karar gereğince üçüncü kişiye ödemiş olduğu tazminatın rücuen davalıdan ödetilmesini istemiştir.

Davalı ise, yasal süre içinde zamanaşımı savunmasında bulunmuş ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davalının zamanaşımı itirazı reddedilmiş, davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, davacı ve davalı tarafından temyiz olunmuştur.

Rücu hakkı başkasına ait borcu yerine getiren kişinin mal varlığında meydana gelen kaybı gidermeye yönelen tazminat niteliğinde bir talep hakkıdır. Davacının mal varlığındaki eksilme ödeme tarihlerinde gerçekleşmiştir. Davacı, ödeme tarihi itibariyle fiil ve faili bildiği gibi zarar da tam anlamıyla gerçekleşmiştir. Davanın niteliğine göre zamanaşımının başlangıç tarihi zarara neden olan haksız fiil tarihi olmayıp, sonucunda doğan zararın zarar görene ödendiği tarihtir. Çünkü ortaya çıkan zararı ödeyen kişi ancak bu ödeme tarihinden sonra talep edebilme hakkına kavuşur ve bu süre bir yıldır.

Somut olayda, davacı şirket tarafından üçüncü şahsa yapılan ödeme tarihleri 24.08.2006 ve 29.08.2006 olup, bu davanın açılma tarihi ise 14.07.2009’dur. Şu durumda yerel mahkemece, rücuen tazminat davalarında zamanaşımı süresinin bir yıl olduğu, zamanaşımı süresinin ödeme tarihinden başlayacağı ve davanın açıldığı tarih itibariyle 1 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gözetilmeksizin davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden ve davalının temyiz dilekçesinde zamanaşımı süresinin geçmiş olduğunu açıkça ileri sürmüş olduğundan kararın bozulması gerekmiştir…),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; kesinleşen mahkeme kararı gereğince üçüncü kişiye ödenmiş olan tazminatın rücuen tazmini isteğine ilişkindir.

Davacı vekili; dava dışı şirket tarafından mevzuat gereği kendisine indirimli tarife uygulanması gerekirken Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın talimatı üzerine indirimli tarife uygulamasından vazgeçilmesi nedeniyle, ödemiş olduğu fazla elektrik bedelinin geri alınması isteğiyle açtığı dava sonucu, mahkemece verilen ve kesinleşen karar gereğince ödemiş olduğu indirimli tarife bedelinin rücuen davalıdan tazminini istemiştir.

Davalı ise, yasal süre içinde zamanaşımı savunmasında bulunmuş ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davalının zamanaşımı itirazı reddedilmiş, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda belirtilen nedenlerle karar bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu olayda, rücuen alacak isteği yönünden, zamanaşımı süresinin bir yıl olarak mı, yoksa on yıl olacağı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, rücu ve halefiyet kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:

Rücu hakkı; başkasına ait bir borcu yerine getiren kişinin malvarlığında meydana gelen kaybı gidermeye yönelen, tazminat niteliğinde bir talep hakkıdır. Alacaklıyı tatmin eden kişi, alacaklının hakkından bağımsız kendi şahsında doğan bir hak elde etmektedir. Bunun sonucu olarak da rücu hakkı bu hakka sahip olan kişinin şahsında doğduğu anda muaccel olur. Bu nedenle, rücu hakkı için hakkın doğduğu andan itibaren zamanaşımı süresi işlemeye başlamaktadır.

Halefiyette ise; halef olan kişi alacaklıyı tatmin ettiği anda, yeni bir hak elde etmemekte, alacaklıya ait olan hakkı kanundan dolayı olduğu gibi devralmaktadır. Bu nedenle, böyle bir alacak için de daha önce zamanaşımı işlemeye başlamış ise, alacak halef olan kişiye intikal etmesine rağmen işlemeye devam eder. Zira, daha önceden muaccel olmuş alacağın yeniden muaccel olması ve yeni bir zamanaşımının işlemeye başlaması mümkün değildir. Salt halefiyet halleri ile yasanın rücu hakkı verdiği haller arasındaki en önemli fark, birincisinde alacaklıya ait bir hakkın intikal etmesi, ikinci halde ise, rücu hakkı sahibinin şahsında yeni bir hakkın doğmasıdır. Halefiyetin temelde bir rücu hakkına dayanmadığı hallerde, alacak hakkı daha önce işlemeye başlayan zamanaşımı ile birlikte intikal eder. İkinci halde ise, rücu hakkı sahibi lehine, alacaklının hakkından bağımsız yeni bir hak meydana geldiğinden, bu andan itibaren yeni bir zamanaşımı işlemeye başlayacaktır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bir kısım üyelerce, Özel Dairenin bozma ilamında belirtildiği üzere, olayda haksız ödemenin söz konusu olduğu, rücu davasına konu ödemenin yapıldığı tarihten itibaren 818 sayılı Borlar Kanunun 60/1 maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiği, rücuda bir ve on yıllık zamanaşımı sürelerinin “tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği” tarihten itibaren işlemeye başlayacağından, somut olayda ödeme tarihinden itibaren davanın açıldığı tarihe kadar bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ileri sürülmüş ise de bu düşünce kurul çoğunluğunca aşağıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.

Hukuk Genel Kurulunun çoğunluğunca; somut olayda uygulanma imkânı bulunmasa da, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğü giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun 73/1. maddesinde “Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar” hükmü getirilmiştir.

Ancak, somut olayda uygulanması gereken, 818 sayılı Borçlar Kanununda (BK), ayrıca özel olarak bir zamanaşımı öngörülmediğinden, rücuen tazminat davalarında aynı Kanunun 125.maddesi gereğince on yıllık zaman aşımı süresinin uygulanması gerektiği, dava konusu olayda ödeme tarihinden, davanın açıldığı tarihe kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı; yerel mahkemece, zamanaşımı süresinin on yıl olduğuna ilişkin direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmiş ve bu nedenle direnme kararının onanması gerekmiştir.

Ne var ki, bozma nedenine göre işin esası Özel Daire’ce incelenmediğinden, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir.

KARAR : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnmesi yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4.HUKUK DAİRESİ’NE GÖNDERİLMESİNE, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3″ atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.05.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.”

UYGULANMASI GEREKEN BİR KANUN HÜKMÜNÜN, HÜKÜM KESİNLEŞMEDEN ÖNCE ANAYASA MAHKEMESİNCE İPTALİNE KARAR VERİLİRSE, USULİ KAZANILMIŞ HAKKA GÖRE DEĞİL, ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARINDAN SONRA OLUŞAN YENİ DURUMA GÖRE KARAR VERİLEBİLECEKTİR

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS: 2018/9372
KARAR: 2018/13083

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
DAVACILAR : BORÇLULAR : …, …

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Borçlular vekili icra mahkemesine başvurarak, müvekkilleri hakkında bonoya dayalı olarak … 10. İcra Müdürlüğünün 2011/470 (eski dosya no: 2006/9359) ve 2010/10506 (eski dosya no: 2006/9360) Esas sayılı dosyaları ile başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takiplerin kesinleşmesinden sonraki devrede oluşan zamanaşımı nedeniyle icranın geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmiş, mahkemece; şikayetin kabulüne karar verildiği kararın alacaklı vekilince temyiz edilmesi üzerine Dairemizce kararın onandığı bu defa onama kararına karşı alacaklı vekilince karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine Dairemizce “… 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/402 Esas-2009/216 Karar sayılı kararının yapılan incelemesinde; takip dayanağı bonodan kaynaklı borçları olmadığı iddiası ile 05.10.2007 tarihinde borçlu-keşideciler …ve … tarafından alacaklı-lehtar … hakkında menfi tespit davası açıldığı, davada alacaklı … vekilinin, davaya karşı savunmalarını def’i yoluyla bildirerek davanın reddine karar verilmesini istediği, mahkemece, menfi tespit davasının reddine karar verildiği ve kararın 01.04.2010 günü kesinleştiği görülmüştür. Bu durumda, menfi tespit davasının reddine yönelik bu mahkeme kararının, davaya karşı def’ilerini vekil tayin ederek ileri süren alacaklı … yönünden de bağlayıcı olduğu ve kararın kesinleşme tarihi olan 01.04.2010 tarihine kadar zamanaşımının işlemeyeceği tartışmasızdır. Somut olayda menfi tespit davasının reddine ilişkin kararın kesinleşme tarihi olan 01.04.2010 tarihinden itibaren 3 yıl içerisinde, alacaklı vekilince borçlular hakkında 20.05.2011 ve 18.09.2012 tarihinde haciz, 14.5.2013 tarihlerinde avansı da yatırılmak suretiyle satış talepleri yapılmış olmakla, şikayet tarihi olan 11.06.2015 tarihinde henüz zamanaşımının gerçekleşmediği anlaşılmaktadır…” gerekçesiyle onama kararımız kaldırılarak mahkeme kararının bozulmasına karar verildiği, mahkeme tarafından bozma ilamına uyularak davanın reddine hükmedildiği görülmüştür.

Takip dayanağı belge kambiyo senedi niteliğinde bono olduğundan davaya konu olayda takip dayanağı senedin tanzim ve takip tarihi itibarı ile yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK’nun 661, 662. ve 663. maddelerinin uygulanması gerekir. TTK’nun 661. maddesi uyarınca bonolar için 3 yıllık zamanaşımı öngörülmüştür. Diğer yandan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 133. maddesine nazaran daha özel nitelikte bulunan TTK’nun 662. maddesinde “müruruzaman; dava açılması, takip talebinde bulunulması, davanın ihbar edilmesi veya alacağın iflas masasına bildirilmesi sebepleriyle kesilir” hükmüne yer verilmiştir.

TTK’nun 662. maddesinde dava açılması ile kastedilen, kambiyo senetleri hukukuna ilişkin bir talep dolayısıyla yetkili mahkeme nezdinde, usulüne uygun bir davanın açılmış bulunmasıdır. Örneğin senet borçlusunun açtığı senet iptal davası zamanaşımını kesmez. (TTK 669 vd. md.) Keza ihtiyati haciz, ihtiyati tedbir, önceki davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması vs. davaları da zamanaşımını kesici nitelikte değildir. Zira açılmış bulunan davanın, HUMK’nun 237. maddesindeki kesin hükme konu teşkil edecek biçimde nizalı kazaya konu edilmesi gerekir (12. H.D. 07/04/1983-1439 K.-2701 E.).

Anılan maddede mücerret dava açılmasından söz edilmekte olup, bu davanın kimin tarafından açılacağı hususunda bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak borçlu tarafından açılacak davada, alacaklı durumundaki davalının, itirazını def’i yolu ile ileri sürmesi halinde borçlu tarafından alacaklı aleyhine açılan menfi tespit davasının da bu nedenle zamanaşımını kesmesi gerekir. Nitekim, Yargıtay HGK’nun 20.1.1996 tarih 1996/12–654 esas 1996/805 sayılı kararı ile de aynı ilke kabul edilmiştir.

Bununla birlikte ödeme emrinin tebliğ edildiği tarihten bir yıllık sürede haciz talebinde bulunulması halinde icra dosyasının işlemden kaldırılması söz konusu olamayacağından alacaklı tarafça dosyanın yenilenmesi talebinin, belirtilen süre içerisinde hakkında haciz talebinde bulunulan borçlu yönünden icra takip işlemi olarak sayılmayacağının kabulü gerekir.

Somut olayda, … 10. İcra Müdürlüğünün 2010/10506 (yenileme öncesi 2006/9360) Esas sayılı dosyasının incelemesinde; bozma kararımızda yer verilen menfi tespit davasının belirtilen dosyaya dayanak bono yönünden açılmadığı, işbu takip dosyasında ödeme emrinin her iki borçluya 09/10/2006 tarihinde tebliğ edildiği, borçlulardan … yönünden ödeme emrinin tebliğinden itibaren dosyanın yenilendiği 16/09/2010 tarihine kadar herhangi bir icra takip işlemi yapılmadığı (yine yenileme işleminden sonra şikayet tarihine kadar herhangi bir icra takip işlemi yapılmadığı) diğer borçlu … yönünden ise ödeme emrinin tebliğinden sonra 14/02/2007 tarihinde adına kayıtlı gayrimenkullerin haczi için talepte bulunulduğu, ödeme emrinin tebliğ edildiği 09/10/2016 tarihinden itibaren bir yıllık sürede haciz talebinde bulunulduğu görüldüğünden bahsi geçen borçlu yönünden icra dosyasının işlemden kaldırılması söz konusu olamayacağı bu nedenle alacaklı tarafın 16/09/2010 tarihli dosyanın yenilenmesi talebinin icra takip işlemi olarak sayılmayacağı, icra takip dosyasında 14/02/2007 tarihinden tekrar haciz talep tarihi olan 04/04/2011 tarihine kadar … yönünden de icra takip işlemi yapılmadığı dolayısıyla … 10. İcra Müdürlüğünün 2010/10506 (yenileme öncesi 2006/9360) Esas sayılı dosyasında her iki borçlu yönünden 3 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka, usuli kazanılmış hak denilmektedir.

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde, uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 gün ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararları).

Bu sayılanların dışında, ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6, b … 2001, s. 4738 vd).

Öte yandan, maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder ( Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, 1. Baskı, 1976, s. 208).

Burada belirtilen maddi hata kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta hata olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık hatalardır.

“Maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması da usulü müktesep hak teşkil etmez” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.03.1972 gün ve E:1968/1-277, K:176; 01.03.1995 gün ve E:1995/7-641, K:117; 23.01.2002 gün ve E:2001/1-1010, K:2002/1; 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 04.11.2009 gün ve E:2009/13-370, K:2009/480 sayılı kararları, Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, … 2001, Cilt 5, sayfa 4771 vd.).

Yukarıda yer verilen genel ilkeler neticesinde; gerekçesi ile birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde Dairemizin 24/04/2017 tarih ve 2017/2292 E. – 2017/ 6232 K. sayılı bozma ilamı, maddi hataya dayalı olup, mahkemece bozmaya uyulması, alacaklı lehine usuli kazanılmış hak oluşturmaz.

O halde mahkemece; borçluların … 10. İcra Müdürlüğünün 2010/10506 (eski 2006/9360) Esas sayılı takip dosyası yönünden istemin kabulü ile İİK.’nun 71. ve 33-a maddeleri uyarınca icranın geri bırakılmasına karar verilmesi gerekirken bu takibi de kapsayacak şekilde davanın tümden (her iki takip yönünden) reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçluların temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nin 366. ve HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10/12/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME HÜKÜMLERİ UYARINCA AVAL VERENLER HAKKINDA ZAMANAŞIMINA UĞRAMIŞ BONO NEDENİYLE ALACAK İSTEMİNDE BULUNULAMAZ

T.C
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
ESAS: 2018/2973
KARAR:2018/6785

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili, davalıların davacıdan aldıkları borç para karşılığında davacıya 45.000.- TL tutarında senet verdiklerini, borcun ödenmemesi üzerine … İcra Müdürlüğü’nün 2015/54 E. sayılı dosyası ile başlatılan takibe davalıların itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, davalıların davacıya herhangi bir borcu bulunmadığını, davaya konu senedin düzenleme tarihinin 05/11/2008, ödeme tarihinin ise 20/04/2009 olduğunu, bononun zamanaşımına uğrayıp kambiyo vasfını yitirdiğini belirterek, davanın reddi ile davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesini istemiştir.

Mahkemece, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre, davalının zamanaşımı definde bulunduğu, davaya dayanak yapılan senedin vade tarihinden itibaren 3 yıl geçtiğinden zamanaşımına uğradığı, hamilin sebepsiz zenginleşme hükümleri kapsamında 1 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde düzenleyenden talepte bulunabileceği, talep tarihi itibari ile sebepsiz zenginleşmeye ilişkin 1 yıllık zamanaşımı süresi de dolduğundan davanın zamanaşımı nedeni ile reddine, davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine, davalının kötüniyet tazminatı talebinin dava zamanaşımı nedeni ile reddedildiğinden, şartlar oluşmadığından reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava zamanaşımına uğramış bonodan kaynaklanan alacağın tahsiline yönelik icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir. Davaya konu bononun incelenmesinde keşidecinin dava dışı …. Ltd. Şti. lehtarın davacı, davalılar … ve …’in ise aval veren oldukları anlaşılmıştır.Davacı ile dava dışı keşideci arasında temel ilişki olup sebepsiz zenginleşme hükümlerinin somut olayda uygulama yeri yoktur. Sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca aval verenler hakkında zamanaşımına uğramış bono nedeniyle alacak isteminde bulunulamaz. Yine aval verenlere karşı temel ilişkiye dayanılarak başvurulması mümkün değildir. Mahkemece bu gerekçe ile davanın reddi gerekirken yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 20/12/2018 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Yerel mahkemenin davayı ret gerekçesi doğru olmayıp, doğru değerlendirme Dairemizin bozma kararında gösterilmiştir.
Ancak yerel mahkeme kararı sonucu itibariyle doğru olduğundan gerekçesi düzeltilerek onanması gerekirken bozma yapılmasını doğru bulmadığımdan saygıdeğer çoğunluğun kararına bu yönden muhalifim. 20.12.2018

İŞÇİLİK ALACAKLARI ZAMANAŞIMI- SÖZLEŞMEDEN DOĞAN ALACAKLARDA, ZAMANAŞIMI ALACAĞIN MUACCEL OLDUĞU TARİHTEN BAŞLAR

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/28161
KARAR:2019/113 .

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : … 1. İŞ (SOSYAL GÜVENLİK) MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı/karşı davalı vekili, davacının davalı şirkete ait işyerinde 02/06/2006-15/06/2007 ve 16/06/2008-12/09/2012 tarihleri arasında iki dönem halinde usta makineci olarak çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini iddia ederek, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti ve ulusal bayram genel tatil ücreti alacaklarının tahsilini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı/karşı davacılar vekili, davacının son işvereninin … olduğunu, şirket yönünden husumet itirazında bulunduklarını, davacının devamsızlık nedeniyle ihtarname gönderilmek suretiyle işten çıkarıldığını, talebe konu tazminatların hak edilmediğini, ödenmemiş işçilik alacağı bulunmadığını, alacakların zamanaşımına uğradığını savunarak davanın reddi ile davacının ihbar öneline uymaksızın işten ayrılması sebebiyle 1.000 TL ihbar tazminatının davacıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne, karşı davanın ise kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı, yasal süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Hüküm taraflarca temyiz edilmiş ise de davacı/karşı davalı vekilinin temyiz talebinden 16.09.2015 tarihinde feragat ettiği ve vekaletnamesinde temyizden feragat etme yetkisi bulunduğu görülmekle davacı/karşı davalının temyiz talebinin REDDİNE,
2-Davalı/karşı davacılar temyizi açısından;
a-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı/karşı davacıların aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
b-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.
Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.
4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.
Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanununun 117 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131).
Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir(818 sayılı BK. Mad.132).
6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.
Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.
Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. Mad.134)
Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).
Somut uyuşmazlıkta, davalı/karşı davacılar vekilinin davaya karşı süresi içinde zamanaşımı def’inde bulunmasına rağmen, zamanaşımı def’i değerlendirilmeden karar verilmesi hatalıdır.
c-Hükmedilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüde yol açacağının düşünülmemesi de hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 07/01/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM- RÜCUAN TAZMİNAT- ZAMANAŞIMI SÜRESİ

T.C
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4200
KARAR:2018/6587

“İçtihat Metni”

Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davacı Kurumun sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
Dava, 27.04.2001 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat eden sigortalının haksahiplerine bağlanan gelirden oluşan Kurum zararının rücuan tahsili istemine ilişkin olup davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 26. maddesidir.
Öncelikle zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edebilme özelliği”ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünden, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu da incelemesi mümkün değildir. Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ve inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölüme ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamında gelir. Kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kısım için zamanaşımını kesmez. Zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2002 tarih, E: 2002/10-895, K: 2002/838; 05.03.2003 tarih, E: 2003/9-80, K: 2003/130; 12.07.2006 tarih, E: 2006/4-518, K: 2006/526 sayılı kararları)
506 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesinde üçüncü kişiler aleyhine açılan rücu davalarının tabi olduğu zamanaşımı süresine ilişkin açık hüküm bulunmamaktadır. Üçüncü kişi ile sigortalı arasında akdi bir ilişki de söz konusu değildir. Ancak anılan maddenin ikinci fıkrasında Borçlar Kanunu’na yollamada bulunulmuştur. Hal böyle olunca; üçüncü kişiler aleyhine açılan davalar dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 60’ıncı maddesinde gösterilen bir ve on yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Zamanaşımı başlangıcı ise; “zarar ve faile ıttıla” tarihidir. Bilindiği üzere zarar ve faile ıttılanın birlikte gerçekleşmesi gerekmekte olup, sadece birinin gerçekleşmesi bir yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için yeterli değildir. Zarara ve faile ıttıla, Kurumun yetkili organının ıttılaı olduğundan, zararın ıttıla tarihi sigortalı ya da hak sahibine bağlanan gelirler yönünden tahsis onay tarihi, masraf ve ödemeler yönünden sarf ve ödeme tarihidir. Faile ıttılanın ise özel bir duyarlılıkla araştırılıp incelenmesi gerekmektedir. Uygulamada, devam eden ceza davasında verilen mahkûmiyet kararının kesinleştiği tarih, (hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi halinde kesinleşme tarihi)Kurum sigorta müfettişi veya Çalışma Bakanlığı iş müfettişi raporunun Kurumun yetkili makamlarına intikal tarihi ya da ilk rücu davasının açıldığı tarih, faile ıttıla tarihi olarak kabul edilmektedir.
Şüphesiz Kurumun işveren aleyhine açtığı rücu davalarında zamanaşımı süresi Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi delaletiyle 10 yıl olup işbu zamanaşımı süresinin başlangıcı gelirler yönünden tahsis onay tarihi, masraf ve ödemeler yönünden ise sarf ve ödeme tarihleridir.
Borcu ortadan kaldırmamakla birlikte yerine getirmekten kaçınma yetkisi veren zamanaşımı defi, ancak bunu ileri süren taraf yönünden sonuç doğurmakta olup, bir başka anlatımla, mahkemece kendiliğinden gözetilemeyen ancak yasal süre içerisinde ileri sürüldüğü takdirde değerlendirilmesi gerekir.
Mahkemece, davalı … Aktaş yönünden zamanaşımının dolduğu bu sebepten verilen red kararı yerindeyse de işveren yönünden hizmet akdine dayalı zamanaşımı 10 yıl olup zamanaşımı süresinin dolmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 17/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SÜRESİNDE VERİLMEYEN CEVAP DİLEKÇESİNİN ISLAH EDİLMESİ SURETİYLE ZAMANAŞIMI DEFİN DE BULUNULMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR

T.C

YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2017 / 1093
Karar: 2017 / 1090
Karar Tarihi: 07.06.2017

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

YARGITAY KARARI:

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul (Kapatılan) 33. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 04.06.2013 gün ve 2011/403 E., 2013/130 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 09.12.2013 gün ve 2013/18956 E., 2013/17348 K. sayılı ilamı ile;

(…Davacı vekili, müvekkiline ait, davalıya kasko sigortalı aracın trafik kazası sonucu hasarlandığını belirtip davalının yapılan başvuruya rağmen uzun süre müvekkilini oyaladığını bildirerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 20.000,00 TL tazminatın 19.11.2008 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı … şirketi vekili, ıslahla zamanaşımı definde bulunup, husumete ve hasar miktarına itiraz ederek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece tüm dosya kapsamına göre davacının tazminat isteminin zaman aşımına uğradığı, davalının ıslah yolu ile zamanaşımı definde bulunabileceği belirtilerek davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davalı vekili 19.09.2011 günlü dava dilekçesi tebliği üzerine süresinden sonra 17.10.2011 tarihinde verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı definde bulunmuş, bunun kabul edilmemesi halinde ıslah yoluyla zamanaşımı defi taleplerinin kabul edilmesini istemiştir. Davacı vekili ıslah yoluyla zamanaşımı defi talebinin 11.11.2011 tarihinde tebliği üzerine süresinde 14.11.2011 tarihinde ıslah yoluyla zamanaşımı defi talebine muvafakat etmediklerini bildirmiştir.

Bir davada cevap dilekçesinin verilmesi usuli bir işlemdir. Davalı, cevap dilekçesinde ileri sürmediği bir savunmayı özellikle zamanaşımı defini cevap dilekçesini ıslah ederek ıslah edilmiş bu cevap dilekçesiyle ileri sürebilir. Ancak davalının bu nitelikte bir ıslah işlemini yapabilmesi, her şeyden evvel daha önce süresinde verilmiş bir cevap dilekçesinin varlığını gerektirir. Somut olayda, davalı davaya yasal cevap süresi içinde cevap vermemiş, esasen bu dilekçede ileri sürülen zamanaşımı defi de davacının savunmasının genişletilmesi itirazı ile karşılaşmıştır. Davalı ıslah yoluyla süresinde verilmeyen cevap dilekçesini, süresinde verilmiş hale getirmek için ıslah yolunu kullanamayacaktır. Bu durumda mahkemece davalının süresi içinde zamanaşımı definde bulunmadığı gözetilerek işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…)

gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalı şirketin kasko sigortasını yaptığı davacıya ait aracın kaza sonucunda ağır şekilde hasar gördüğünü, davalının hasarlı aracı kendi otoparkına çektiğini, hasar bedelini ödemek için de davacıdan vergi borçlarının ödendiğine dair belge istediğini, ekonomik nedenlerle vergi borçlarının ödenemediğini, müvekkilini uzun süre oyalayan davalının sigortalı aracı iade ederek zararı ödemeyeceğini bildirdiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 20.000,00 TL tazminatın avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı şirket vekili, aracın kasko sigortasının davalı şirket nezdinde yapıldığını, ancak davacının kasko sigorta poliçesinden doğan alacaklarının zamanaşımına uğradığını, kaza tarihinden itibaren iki yıllık sürenin dolduğunu, davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini, zamanaşımı itirazlarının kabul edilmemesi halinde ise savunmalarını zamanaşımı yönünden ıslah ettiklerini ve ıslah yolu ile zamanaşımı definde bulunduklarını, davacının husumet ehliyetinin de bulunmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece davalının ıslah yolu ile zamanaşımı definde bulunabileceği ve davacının tazminat isteminin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine karar, Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur.

Mahkemece önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle ilk hükümde direnilmiş, direnme kararı davacı vekilince temyize getirilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, yasal süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmayan davalının, süresinden sonra verdiği cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def`inde bulunup bulunamayacağı, diğer bir deyişle süresinde cevap dilekçesi vermeyen davalının ıslah yolu ile zamanaşımı def`ini ileri sürüp süremeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle “zamanaşımı” kavramı ile ilgili genel bir açıklama yapılmasında yarar vardır.

Bilindiği üzere özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146-161 (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125-140.) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def`ide bulunması gerekir (HGK’nun 05.05.2010 gün ve 2010/8-231 E., 255 K. sayılı ilamı).

Zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def`i olup; usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:2, s.1761; Von Tuhr: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Canbolat: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.).

Zamanaşımı def`i, davalının aslında var olan bir borcunu özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir haktır. Bu hakkı kullanıp kullanmamak tamamen borçluya kalmıştır. Diğer bir anlatımla, davalı tarafından zamanaşımı def`i ileri sürülmedikçe, o hak ve alacak için yasanın öngördüğü zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile hakim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz ( BK m.140, TBK m.161).

Maddi hukuktan kaynaklanan bir def`i ve savunma aracı olan zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda ise gerek eldeki davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun (HUMK)`da gerekse yargılamanın devamı sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun (HMK)`da açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Zamanaşımı, kanunda (HUMK m.187, HMK m.116) sınırlı olarak sayılan ilk itirazlardan olmadığından cevap dilekçesi ile ileri sürülme zorunluluğu bulunmamaktadır. İlk itirazların karşı taraf muvafakat etse bile esasa cevap süresi geçtikten sonra ileri sürülmesi mümkün değildir. Buna karşın, esasa cevap süresi geçirilse bile zamanaşımı def`i ileri sürülebilir. Ne var ki bir savunma aracı olan zamanaşımı def`inin, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağının başladığı ana kadar ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu ana kadar ileri sürülmeyen zamanaşımı def`inin sonradan ileri sürülmesi savunmanın genişletilmesi niteliğinde olacağından, mahkemece dikkate alınabilmesi davacının itirazı ile karşılaşmaması koşuluna bağlıdır.

Öğreti ve uygulamada “savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı” olarak adlandırılan bu yasak, davalının savunmasında ileri sürdüğü olgular, istemler ve itirazlarını sonradan genişletmesi ya da değiştirmesinin mümkün olmaması demektir. Kanunda gösterilen istisnalar dışında davacı davasını genişletip değiştiremeyeceği gibi davalı da savunmasını genişletip değiştiremez. Bu yasak, usul hukukunda benimsenen teksif ilkesinin önemli bir sonucu olup, bu yasağın hangi anda başladığını belirlemek için yasal düzenlemelere bakmak gerekmektedir.

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK`nın 202. maddesi:

“Davalı cevap dilekçesinde karşılık dava da dahil olmak üzere bütün iddia ve savunmaları ile sebeplerini birlikte bildirmeye mecburdur.

Müddeaaleyh cevap layihasını hasmına tebliğ ettirdikten sonra onun muvafakatı olmaksızın müdafaa sebeplerini tevsi veya tebdil edemez.

Ancak ıslah haliyle 186 ncı madde hükmü müstesnadır.” hükmünü içermektedir.

Görüleceği üzere HUMK`nın yürürlükte olduğu dönemde savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin davalıya tebliği ile başlamaktadır. Davalı taraf cevap dilekçesinde tüm savunmalarını sebepleriyle beraber bildirmek zorundadır. Cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden sonra savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez; eş söyleyişle, cevap dilekçesinde bildirilmeyen def’iler ileri sürülemez; ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. Bu nedenle HUMK`nın uygulandığı dönemde zamanaşımı itirazı davanın başında, süresinde verilecek cevap dilekçesinde (veya sözlü yargılama usulünde ilk oturumda esasa girişilmeden önce) yapılabilmekte idi. Ancak, bu yasağın istisnaları da aynı maddenin 3. fıkrasında gösterilmiş ve ıslah da bu istisnalar arasında sayılarak, ıslahla savunma sebeplerinin genişletilip veya değiştirilebileceği kabul edilmiştir.

Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 06.04.2011 gün ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı kararı ile 12.06.2013 gün ve 2012/10-1633 E., 2013/825 K. sayılı kararlarında süresinde davaya cevap vermekle beraber, zamanaşımı savunmasında bulunmayan davalının bu savunmasını ıslah suretiyle sonradan ileri sürebileceği, sonradan ıslahla ileri sürmesinde usule aykırı bir yönün bulunmadığı kabul edilmiştir.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ise iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı 141. maddede hüküm altına alınmış olup, anılan maddede;

” (1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” düzenlemesine yer verilerek, yargılamanın aşamalarına göre bir ayrım yapılmıştır.

Bu yeni düzenlemede, yargılamanın ilk kesiti olan dilekçelerin teatisi (verilmesi) aşamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı söz konusu değildir. Tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile iddia ve savunmalarını serbestçe genişletmesi yahut değiştirmesi mümkündür. Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağı ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar. Ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile savunma genişletilebilir ya da değiştirilebilir. Şayet davacı ön inceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmezse davalı yine savunmasını serbestçe (davacının muvafakati aranmaksızın) değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise iddia veya savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasaktır. Bu yasağın istisnaları yine maddenin son fıkrasında açıklanmış ve karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah suretiyle iddia ve savunmanın genişletilip, değiştirilebileceği kabul edilmiştir.

Belirtmek gerekir ki 6100 sayılı HMK`nın sistematiği içerisinde; tahkikat aşamasına geçilmeden önce tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlık konularının çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılması hedeflenmiştir

Tüm bu açıklamalar kapsamında uyuşmazlığa dönülecek olursa, davaya yasal süresi içerisinde cevap vermemiş olan davalının süresinden sonra vereceği cevap dilekçesi ile zamanaşımı def`inde bulunabilmesi ancak davacının muvafakat etmesi ile mümkündür. Aksi halde savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşan zamanaşımı def`ine değer verilemez. HUMK`nın 202. maddesi uyarınca davacının açık ya da zımni muvafakati yeterli iken, 6100 sayılı HMK`nın yürürlüğünden sonra tarafların açık muvafakati olmadığı sürece iddia ve savunma genişletilemeyeceğinden, davacının açık muvafakati olmadığı sürece zamanaşımı savunması dikkate alınamaz.

Eldeki davada; henüz 1086 sayılı HUMK`nın yürürlükte olduğu 19.09.2011 tarihinde dava dilekçesi davalı yana tebliğ edilmiş, davalı tarafça yasal süresi içerisinde davaya cevap verilmemiş, süresinden sonra 17.10.2011 tarihinde sunulan cevap dilekçesinde ileri sürülen zamanaşımı def`i de savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşmış ve davacı vekili 14.11.2011 tarihli dilekçesinde savunmanın genişletilmesi niteliğindeki zamanaşımı itirazına muvafakat etmediklerini bildirmiştir. Ancak, davalı vekili süresinden sonra verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı def`inin kabul edilmemesi halinde savunmalarını zamanaşımı yönünden ıslah ettiklerini belirterek, aynı zamanda ıslah suretiyle de zamanaşımı def`inde bulunmuştur. Bu nedenle, uyuşmazlığın çözümü için yasal süresinden sonra cevap dilekçesinin ibrazı ile hiç cevap dilekçesi verilmemiş olması hallerinde, ıslah yoluyla sonradan zamanaşımı def`inin ileri sürülüp sürülemeyeceği hususunun tartışılması gerekmektedir.

Bunun için de öncelikle “ıslah” ile ilgili kısa bir açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.

Kavram olarak ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir (6100 sayılı HMK. m. 176, mülga 1086 sayılı HUMK. m.83).

Islah müessesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkandır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir (Üstündağ S: Medeni Yargılama Hukuku, C.I.II.B.5, İstanbul 1992, s.534).

Islah, mahkemeye yöneltilen tek taraflı ve açık bir irade beyanı olduğundan, yasal şartları yerine getirildiği takdirde karşı tarafın ya da mahkemenin kabulüne bağlı olmaksızın yapılabilir. İddia ve savunmayı değiştirme ya da genişletme sayılmayan hallerde veya karşı tarafın genişletme ve değiştirmeye rıza gösterdiği hallerde ıslaha başvurmaya gerek olmadığı açıktır.

Davanın tamamen ıslahı mümkün olduğu gibi kısmen ıslahı da mümkündür. Ancak ıslahın yapılması zamanı bakımından Kanunda sınırlandırılmış ve HMK`nın “ıslahın zamanı ve şekli” başlıklı 177. maddesinin 1. fıkrasında tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği düzenlenmiştir. (Mülga 1086 s. HUMK. m. 84) Yine ıslahın sayısı da sınırlandırılmış ve HMK`nın 176. maddesinin 2. fıkrasında aynı davada, tarafların ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilecekleri düzenleme altına alınmıştır.

Islahın konusu tarafların yaptıkları kendi usul işlemleridir. Taraflar ıslahla, dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu, talep sonucunu değiştirebilirler.

Islahın amacı yargılama sürecinde şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi elbette ki mümkün değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyetini de taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi imkansızdır. Çünkü ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için ıslahın konusu olamaz.

Az yukarıda değinildiği üzere ıslahın konusunu tarafların yaptıkları usul işlemleri oluşturduğundan taraflardan birinin ıslah yoluna başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması gerekir. Gerek mülga 1086 sayılı HUMK`nın 83. maddesinde gerekse yargılama sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK`nın 176. maddesinde taraflardan her birinin yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu nedenle cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işlemi davaya cevap vermekten ibarettir. Cevap dilekçesinin hiç verilmemiş olması halinde ortada ıslah edilmesi mümkün bir usul işleminin varlığından söz edilemez. Aksi halde, suskun kalınarak hiç cevap verilmemiş olması halinin bir usul işlemi olarak kabulü gerekir. Bu çerçevede süresi geçtikten sonra yapılan ve karşı çıkılan savunmanın da hiç yapılmamış gibi olduğunu ve aynı hukuki sonucu doğuracağını belirtmek gerekir. Usul işleminin ıslahla düzeltilmesi öncelikle geçerli bir hukuki işlemin varlığını gerektirdiğinden, yapılmamış hükmünde sayılan bir usul işleminin ıslahla düzeltilmesi de düşünülemez.

Bu aşamada süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin doğuracağı sonuca da değinmek gerekmektedir.

Bilindiği üzere davalı, davaya cevap vermek zorunda değildir. Davanın cevapsız bırakılması ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemesi halinde davalının, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağı 6100 sayılı HMK`nın 128. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Bu kural, HUMK`nın yürürlükte olduğu dönemde de öğreti ve yargı kararlar ile kabul edilmiştir. Ancak, süresinde cevap dilekçesi vermemek suretiyle davanın inkarı ileri sürülen vakıaların inkarı niteliğinde olup, bu inkarın zamanaşımı def`ini de kapsadığı söylenemez.

Ayrıca, davalının süresinden sonra verdiği cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def`inde bulunabileceğini kabul etmek ıslah ile kaçırılmış olan sürenin geri getirilmesi, daha doğrusu ıslah ile davaya cevap verilmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa ki kanun ile belirlenen süreler kesin olup, ıslah kaçırılmış olan süreleri geri getiren bir yol değildir.

Hal böyle olunca, yasal süresi geçtikten sonra verilen ve davacı tarafın itirazı ile karşılaştığı için hiç verilmemiş sayılan cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle zamanaşımı def`inin ileri sürülemeyeceği kurul çoğunluğunca kabul edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, uyuşmazlığın çözümünde süresinde cevap vermiş ve fakat zamanaşımı def`ini ileri sürmemiş davalı ile süresinde cevap vermeyen davalı arasında bir ayrım yapılmasının doğru olmadığı, böyle bir ayrımın hukuki temelinin bulunmadığı, keza süresinde cevap vermeyen davalının kanun gereği davacının ileri sürdüğü tüm vakıaları inkar etmiş sayılacağı, böyle olunca da süresinde cevap vermek suretiyle yapılan maddi vakıaların inkarı ile hiç cevap vermemek suretiyle yapılan inkar arasında bir farkın bulunmadığı, her iki durumda da aynı hukuki sonucun doğduğu, süresinde cevap verip zamanaşımı def`inde bulunmayan davalının sonradan ıslah ile zamanaşımı savunmasını ileri sürebileceği kabul edildiğine göre süresinde cevap vermeyen davalının da ıslah yoluna başvurarak bu olanaktan yararlanması gerektiği, çünkü ıslahın iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnası olup, davanın taraflarına ihmal ettiği, yapmadığı ya da yapamadığı işlemleri yapabilme, tamamlayabilme imkanını tanıdığını, bu nedenle yerel mahkemenin zamanaşımı def`ini incelemesinin yerinde olduğu ve kararın onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, mahkemece önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere 07.06.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Zamanaşımı, bir hakkın istenebilirliğini ortadan kaldıran bir savunma olgusudur. Zamanaşımı def`i ileri sürülmedikçe kendiliğinden nazara alınamaz. Zamanaşımı savunmanın esasa cevap süresi içinde ileri sürülmesi gerekir. Cevap süresi, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki haftadır. Cevap süresinin uzatılmasına karar verilmesi halinde de uzatılan cevap süresi içinde ileri sürülebilir. Süresinden sonra ileri sürülen zamanaşımı def`i savunmanın değiştirilmesi, genişletilmesi mahiyetindedir. 6100 s. HMK 141. maddesi uyarınca ön inceleme aşaması tamamlandıktan sonra karşı tarafın açık muvafakatı veya ıslah olmadıkça savunma genişletilemez, değiştirilemez. 6100 s. HMK`nın 177. maddesinde ıslahın tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği belirtilmiştir.

Somut olayda davalı vekili süresinde cevap dilekçesi vermemiş, sonradan verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı def`inde bulunmuş, bunun kabul edilmemesi halinde savunmalarını zamanaşımı def`i yönünden ıslah ettiklerini belirterek ıslah yoluyla zamanaşımı savunmalarının kabul edilmesini istemiştir. Davacı vekili, savunmanın genişletilmesine muvafakat etmediklerini, ıslah yoluyla da zamanaşımı def`inde bulunulamayacağını, süresinde verilen bir cevap dilekçesi de olmadığından ıslah edilemeyeceğini beyan etmiştir.

Süresinde cevap dilekçesi verilmemesi halinde davalı davacının ileri sürdüğü vakıaları inkâr etmiş sayılır. (HMK 128. md.) Cevap dilekçesi verilerek, ileri sürülen vakıaların inkâr edilmesi ile cevap dilekçesi vermemek suretiyle vakıaların inkar edilmesi, aynı neticeyi doğurmaktadır. Davacının ileri sürdüğü vakıalar cevap dilekçesiyle inkâr edildiğinde zamanaşımı defi ıslah yoluyla ileri sürülebilmektedir. HMK 141. maddesi uyarınca, cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemişse davacının muvafakatı ile zamanaşımı defi ileri sürülebilir. Yine HMK 141/2. maddesi uyarınca, cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle de zamanaşımı defi ileri sürülerek savunma genişletilebilir, değiştirilebilir. HGK`nun 19.2.958 gün 4-23 e – 16. k, 13.2.963 gün 4-51 e, 19 k. s. ve 4.6.2011 gün 2010/9-629 e – 2011/70 k. s. ilamlarında da ıslah yoluyla zamanaşımı def`inin ileri sürülebileceği kabul edilmiştir. Hiç cevap dilekçesi verilmemiş olması halinde ıslahla zamanaşımı savunması yapılıp yapılamayacağı hususu HGK kararlarında tartışma dışı bırakılmıştır.

Cevap dilekçesi verilmemesi ile iddia edilen vakıalar inkâr edilmiş sayıldığından, zamanaşımı def`inin sonradan ileri sürülmesi savunmanın değiştirilmesi, genişletilmesi mahiyetinde olup ancak davacının açık muvafakatı ile yapılabilir. 6100 s. HMK`nın 141/2. maddesinde, ıslah müessesesi, bir tarafın savunmanın genişletilmesi, değiştirilmesine açık muvafakat etmemesi halinde başvurulan bir usul işlemi olarak istisna tutulmuştur. HMK 177. maddesinde de tahkikat tamamlanıncaya kadar ıslah yapılabileceği belirtildiğine göre süresinde cevap dilekçesi vermeyen davalı da ıslah yoluna başvurarak tahkikat bitinceye kadar zamanaşımı savunmasında bulunabilir. Davalının ıslah yoluna başvurmasına engel bir kanun hükmü yoktur. Hiç cevap dilekçesi vermemiş olan davalı ile cevap dilekçesi vermiş ve fakat zamanaşımı def`i ileri sürmemiş olan davalı bakımından bir ayrım yapmamak gerekir. Böyle bir ayrımın hukuki temeli olmadığı gibi ıslah; tarafın ihmal ettiği, yapmadığı ya da yapamadığı işlemleri yapabilmesine, tamamlayabilmesine imkan verdiğinden, cevap dilekçesi vermemiş olan davalı da ıslah suretiyle zamanaşımı def`ini ileri sürebilmelidir. (Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez Pekcanıtez Usûl – Medeni Usûl Hukuku 15. Bası …. cilt 2. syf. 1265,) (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı syf. 1856, 1857, 4016, 4038.)

Açıklanan nedenlerle Mahkemenin ıslah dilekçesiyle ileri sürülen zamanaşımı def`ini incelemesi yerinde olup, değerli çoğunluğun aksi düşünceyle kararı bozan görüşüne katılmıyorum.

DAVA DİLEKÇESİNDE FAZLAYA İLİŞKİN HAKLAR SAKLI TUTULMASI KISMİ DAVA ÖZELLİĞİ GÖSTERDİĞİNDEN HEM DAVA HEM ISLAH HEM DE EK DAVA YAPILDIĞI AÇILDIĞI TARİHTE AYRI AYRI ZAMAN AŞIMINI KESER.

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS: 2017/4902
KARAR: 2018/9494

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : …….. Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi

A)Davacı İstemi;
Davacı taraf iş kazası nedeniyle sigortalının ölümünden dolayı doğan maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir.
B)Davalıların Cevapları;
Davalı taraf davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
C)İlk Derece Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı:
“Dava iş kazası nedeni ile maddi tazminat istemine ilişkindir. iş kazası 08/01/2004 tarihinde gerçekleşmiştir.
…….. 9. İş Mahkemesinin 2006/307 E. – 2007/404 K. Sayılı Kesinleşen ilamı ile aynı taraflar arasında aynı iş kazasına ilişkin olay sebebi ile manevi tazminat istendiği bu dosyada davalı iş verenin DSİ’nin %70 , davacı işçinin %30 oranında kusurlu kabul edildiği ,kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2007/17986 – 20659 İlamı ile onandığı kusur oranının bu suretle taraflar için kesin hüküm ile belirlenmiş olduğu anlaşılmıştır.
…….. tarafından davacının sürekli iş göremezlik oranı % 60 olarak belirlenmiştir. Bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri bildirilmiştir.
Davacı davalı iş verene ait …….. 13. Bölge Müdürlüğünde …….. olarak çalışmakta iken meydana gelen iş kazası sonucu sağ elini kayıp ederek, sürekli iş göremez hale geldiğinden davalı iş veren işçinin zararından sorumludur. İşçiye ait kusur oranı ve geçici + sürekli iş göremezlik ödeneklerinin kurumca rücu edilebilecek kısmının indirilmesinden sonra davacının , karşılanmamış gerçek zararın 206.808,46 TL olarak hesap edildiği anlaşılmaktadır.
Ancak davacı gerçek zararının zaman aşımına uğramayan kısmını talep edebilir.
Dava haksız fiilden kaynaklandığından 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Birleşen dava ve ıslaha karşı süresinde davalı tarafça zamanaşımı itirazında bulunulmuştur. Davacı dava ve birleşen davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı bu sebeple zaman aşımının ilk davanın açıldığı tarihte kesilmiş olduğunu belirtmektedir. Ancak dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak sureti ile maddi tazminat istenilmiş olup , istek bu hali ile kısmi dava özelliği göstermektedir. Dolayısı ile hem dava hem ıslah hem de ek dava yapıldığı / açıldığı tarihte ayrı ayrı zaman aşımını keser. Bu sebeple dava 10 yıllık zaman aşımı süresinde açılmış ise de ; ıslah ve birleşen ek dava bu süreden sonra açıldığından zaman aşımına uğramıştır. ( Yargıtay 21. HD. 20/06/2016 tarih 2015/16005- 2016/10190 sayılı içtihat)
Buna göre iş kazasının tarihine , davacının sosyo ekonomik durumuna, maluliyet oranına nazaran davacının zaman aşımına uğramayan 30.000,00 TL ‘lik maddi tazminat isteğinin kabulüne , Zaman aşımına uğrayan ıslah ile artırılan kısım ile birleşen ek davanın reddine, olay haksız fiilden kaynaklandığından , olay tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına, böylelikle davanın kısmen kabulüne ilişkin dair , aşağıdaki şekli ile karar verilmiştir. ” şeklinde belirtilmiştir.
Hüküm Fıkrasında ise özetle;
“1-30,000,00 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 08/01/2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
2- Fazlaya ilişkin isteğin ve birleşen davanın reddine” karar verilmiştir.
D) …….. Başvurusu
Kararın davacı vekilince 02/12/2016 tarihli …….. dilekçesiyle, davalı vekilince ise 01/12/2016 tarihli süre tutum ve 18/01/2017 tarihli gerekçeli …….. dilekçesiyle, …….. kanun yoluna götürüldüğü anlaşılmaktadır. .
E)…….. Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı ;
“Davalı vekili gerekçeli …….. dilekçesini, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 8 günlük yasal süresinden sonra vermiştir.
Davalı vekilinin gerekçeli …….. dilekçesini gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 8 günlük yasal süresinden sonra verdiği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırı bir husus da saptanmadığı anlaşılmaktadır.
Davacının ……..ı yönünden ise, taraflar arasında davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılmadığı, buna bağlı olarak ıslah ile artırılan ve ek dava ile istenilen miktarların zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konularında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Belirsiz alacak davası 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir. Aynı Kanunun 109. maddesinde ise, kısmi dava düzenlenmiş olup, buna göre de talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir. Dava açıldığı tarihte 6100 sayılı Kanun yürürlükte bulunup, maddi tazminat istemli davanın niteliğine göre belirsiz alacak davası veya kısmi dava olarak açılması mümkündür. Bu gibi durumlarda, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığından söz edebilmek için dava dilekçesinde açıkça buna dayanıldığının belirtilmesi ya da dava dilekçesinin içeriğinden kısmi dava değil, belirsiz alacak davası olarak açıldığının anlaşılması gerekir.
İş kazası sonucu oluşan maddi zararın miktarı yalnızca zarar görenin iradesi ile belirlenmez. Maddi tazminatın miktarı, tarafların kusur oranı, sorumluluk koşulları, zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, işgörebilirlik çağı, işgöremezlik oranı, Kurumca bağlanan gelirin peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmesine bağlıdır. Öte yandan, maddi tazminat davasında kusur oranlarının belirlenmesi için bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği gibi tazminatın hesaplanması için ayrı bir bilirkişi incelemesi de yaptırılması gerekir. O halde, iş kazası sonucu zarar gören davacının, davanın açıldığı tarihte tazminat alacağının miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği anlaşılmakla davacının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği gibi maddi zararının belirlenmesi için 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.
Belirsiz alacak davası ise, mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır. Maddenin gerekçesine göre ise, alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu konuda rastgele bir miktarı talep etmesi doğru olmaz. Örneğin, işveren ve…….. Kurumu kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir işçi, çalışma süresini 12 yıl ve ücretini net 2.000,00.-TL olarak açıklamak suretiyle kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre belirlenebilen miktar talep edilmelidir. Başka bir anlatımla, tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00.-TL) gösterilmesi halinde, davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru olmaz.
Tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında, işverenin vereceği cevap, ön inceleme aşamasında bu yönde uzlaşı veya tahkikat aşamasında belirsizlik ortadan kalktığında, 6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesine göre davacı miktarı arttırabilir ve alacağın tümünün tahsilini talep edebilir. Bu aşamada iddianın genişletilmesi yasağı devreye girmez.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesine göre, alacak belirli hale geldiğinde artırım, sadece bir kez yapılabilir. İkinci kez artırım yapılmak istenirse, iddianın genişletilmesi yasağı ile karşı karşıya kalınır.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 157. maddesi uyarınca, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Bu nedenle yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, davacının talep artırım dilekçesi üzerine ileri sürülen zamanaşımı definin de sonuca bir etkisi olmaz.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir. Belirtmek gerekir ki, belirsiz alacak davasının alacaklıya sağladığı bütün imkanlar bir tek tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında ortaya çıkar.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği 6100 sayılı Kanun’un 107/3. maddesinde kabul edilmiş olmakla, davanın miktar belirtmeden açılması da imkan dahilindedir. Bu halde hukuki yarar yokluğu ile ilgili tartışmalara mahal vermemek için, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin son cümlesinde, belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın bulunduğu ifade edilmiştir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesinde açıklanmıştır.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine 6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde uygulama alanı bulabilir. Ancak, belirsiz alacak tespit davasında yapılan yargılama ile alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın tahsili talep edilebilir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır. Belirsiz alacak davası ile kesilmiş olan zamanaşımı yargılama sırasındaki işlemler ve hakimin her kararı ile kesileceğinden ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı defi sonuca etkili değildir.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesine göre, belirsiz alacak davasının, kısmen eda davasıyla birlikte külli tespit davası olarak da açılabilmesi imkan dahilindedir. O halde, belirsiz alacak davasında bir miktarın tahsili yanında, kalan tutarın tespiti istenebilecek ve yargılama sırasında belirlendiğinde kalan miktar da talep edilebilecektir.
Bunun tam eda davasından farkı, belirlenebilen miktarın talebi yerine, kısmi bir miktarın istenebilmesidir. Örneğin belirsiz bir alacak için alacaklı tarafından belirsiz alacak davası açıldığında ve 100,00.-TL için tahsil, kalan miktarı için ise alacağın tespiti istendiğinde kısmi eda külli tespit davasından sözedilir. Zira, alacaklı işveren veya resmi kurum kayıtlarında geçen belirleyebildiği miktarı davaya konu etmek yerine, farazi bir miktar için talepte bulunmuştur. Sözü edilen davanın kısmi davadan farkı ise, alacaklının kısmi dava açtığını belirtmeksizin belirsiz alacak davasından söz ederek taleplerde bulunmasına dayanır. Yukarıda açıklandığı üzere belirsiz bir alacak için alacaklının açıkça kısmi dava açtığını belirterek talepte bulunması veya belirsiz alacaktan söz edilmeksizin kısmi taleplerde bulunulması halinde davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilir.
Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle, yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmının sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.
Somut olayda, davacı vekili 15.07.2013 havale tarihli dava dilekçesinde, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını açıkça belirtmiştir. Ayrıca, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna göre alacak miktarının artırılması talepli dilekçesinde de, “belirsiz alacak davasındaki” taleplerini artırdığını belirterek, davasının belirsiz alacak davası olduğunu açıkça beyan etmiştir. Dava dilekçesinin içeriğine göre, bu davanın kısmi eda külli tespit davası olduğu açıktır. Kısmi eda külli tespit davası açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesileceğinden, Mahkemenin yargılama sırasındaki işleminden veya hakimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağı için yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Hal böyle olunca Mahkemece, ıslah edilen miktar ile birleşen ek davanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” şeklindedir.
Hüküm Fıkrasında ise özetle;
“6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-2. maddesi gereğince;
1-Davalının ileri sürdüğü …….. sebepleri yerinde görülmediğinden ESASTAN REDDİNE,

2-Davacının …….. başvurusunun kabulü ile ilk derece Mahkemesi kararının KALDIRILMASINA,
3-a)DAVANIN KABULÜNE, 165.000,00.-TL maddi tazminatın olay tarihi olan 08/01/2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
b)BİRLEŞEN DAVANIN KABULÜNE,
41.808,46.-TL maddi tazminatın olay tarihi olan 08/01/2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,” karar verilmiştir.
F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe;
Dava, sigortalının iş kazasından maluliyete uğraması nedeniyle maddi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Somut olayda öncelikle çözüme kavuşturulması gereken konu uygulanması gereken …….. süresi ile davalı vekilinin gerekçeli …….. dilekçesini süresinde sunup sunmadığı noktasıdır.
Bilindiği üzere yerel mahkemenin karar tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 8/2.maddesine “…….. yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür”. Aynı Kanunun 15. maddesine göre ise bu Kanunda açıklık bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Kanunun hükümleri uygulanıcağına işaret edilmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre ise kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).
Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal“ olarak anlaşılması zorunludur.
Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veye gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
O halde, somut olayda her ne kadar kısa karar 25/11/2016 tarihli celsede tefhim edilmiş ise de; kararın tüm unsurları ile beraber tefhim edilmediği ve …….. kanun yolu süresinin kararın tebliğinden itibaren işleyeceği açıktır.
6100 sayılı HMK’nun 343/1.maddesine göre “…….. dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebilir. …….. dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse, o mahkemece …….. mahkemesi başvuru defterine kaydolunur ve başvurana ücretsiz bir alındı belgesi verilir.” aynı maddenin 3. fıkrasının yollamasıyla uygulanan 118. madde hükmü gereğince …….. dilekçesinin kaydedildiği tarih itibariyle …….. başvurusunun yapılmış sayılacağı açıktır.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
Nitekim davacı ve davalı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sundukları …….. yoluna başvurularına dair süre tutum dilekçeleri ile kararı …….. ettiklerini beyan ettikleri anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K sayılı ilamında da belirtildiği üzere;
1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu………… Sözleşmesinin (……..) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse …….. düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
HMK’nın 27’nci maddesi uyarınca;
“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”.
Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla “iddia ve savunma hakkı” olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.
Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum “silahların eşitliği ilkesi” olarak da ifade edilmektedir…………. Sözleşmesi’nin (……..) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine ……..’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, …….. Mahkemesinin …….. başvurusunu incelediği 03/05/2017 tarihi itibariyle dosya kapsamına girmiş ve kararın tebliği tarihinden itibaren de makul bir süre içerisinde sunulmuş olan davalı …….. isteminin gerekçelerini içeren 18/01/2017 tarihli dilekçesi incelenmek suretiyle, davalının …….. talebi yönünden de işin esasına geçilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde davalı …….. başvurusunun gerekçelerinin 8 günlük sürede ibraz edilmemesi ve kamu düzenine bir aykırılık da olmadığına işaretle davalı …….. isteminin esastan reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.
…….. Mahkemesince yapılacak iş, davalı vekilinin gerekçeli …….. sebeplerinin makul süre içerisinde sunulduğu değerlendirmek suretiyle gerekçeli …….. başvurusu hakkında bir karar vermekten ibarettir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve davalı vekilinin bu aşamada temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin …….. Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz olunan …….. Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın davalı vekilinin gerekçeli …….. dilekçesi incelenmek üzere …….. Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 20/12/2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

KISMİ EDA KÜLLİ TESPİT TALEPLİ BELİRSİZ ALACAK DAVASI- TALEP ARTIRIMINA KARŞI YAPILAN ZAMANAŞIMI DEF’İ HUKUKİ SONUÇ DOĞURMAZ.

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS: 2015/26828
KARAR:2018/22139

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar avukatlarınca istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili; müvekkilinin davalı işyerinde 02/03/2009-13/05/2011 tarihleri arasında lojistik ve idari işler direktörü olarak çalıştığını, net 5.000,00 TL ücretinin olduğunu, bordroda yarısının gösterilip bankadan ödendiğini diğer yarısının elden ödendiğini, ayrıca prim, asgari geçim indirimi, servis ve bir öğün yemek verildiğini, iş akdinin haklı ve geçerli neden olmaksızın feshedilmesi üzerine Bakırköy 1. İş Mahkemesinin 2011/373 E. sayılı dosyası ile dava açıldığını, işe iadesine karar verildiğini ve verilen kararın onanarak kesinleştiğini, 12.06.2013 tarihli ihtarname ile işe iade talebinde bulunulduğunu, davalının 21.06.2013 tarihli ihtarname ile işe başlama istemini kabul ettiğini, deponun …’e taşındığını ve davacının burada işe başlamasının istendiğini, 02.07.2013 tarihli ihtarname ile mahkeme kararına uygun davet olmadığının, iş koşullarında esaslı değişiklik olduğunun ve davetin samimi olmadığının belirtilerek alacakların ödenmesinin talep edildiğini, davalının 18.07.2013 tarihli ihtarname ile aynı hususları yinelediğini, davacının işten çıkartılmadan önce davalının Küçükköy’deki işyerinde çalıştığını ve … ile burası arasında 50 km mesafenin olduğunu, ulaşım bakımından elverişsiz olup gidip gelmenin 3 saatten fazla sürdüğünü, işten çıkartılırken kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin ücreti ve prim adı altında bir kısım ödeme yapıldığını ancak fazla çalışma ücreti, bayram ve genel tatil ücretinin ödenmediğini, 2008 yılından itibaren işyerinde hafta içi 08:00-18:00 saatleri arasında çalışıldığını, haftasonu çalışılmadığını, yarım saat öğle molasının olduğunu, ancak depoya mal geldiğinde yada gönderildiğinde iş bitmeden ayrılmasının mümkün olmadığını, çoğu zaman haftada 2-3 gün saat 21:00-22:00’ye kadar çalışmanın olduğunu, ulusal bayramlarda da çalışıldığını, fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini, yıllık izin ücretinin ise eksik ödendiğini iddia ederek, fark kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti, boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatı alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:Davalı vekili, zamanaşımı def’inde bulunduklarını, davacının işe iade başvurusunun kabul edildiğini ancak davacının davete icabet etmediğini, davacının depo elemanı olarak çalıştığını, işe iade davası sürecinde deponun Yassıören Mah. … Cd. No:90 Arnavutköy adresine taşındığını, nakilden sonra Küçükköy’de depo kalmadığını, şirkete ait tek deponun Arnavutköy’de bulunduğunu, davacının iş tanımında ve ücretinde esaslı değişikliğin olmadığını, işe iade davetinin kabul edilmemesinin davacının talebinin iyi niyetli olmadığını gösterdiğini, yapılan tüm mesailerinin karşılığının ödendiğini, maaşının tamamının eksiksiz olarak bordroda göründüğü şekli ile bankadan ödendiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz: Kararı yasal süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta dava açılış şekli itibariyle kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davasıdır. Davacının yaptığı ıslah olmayıp, talep artırımı ile alacağın belirli hale getirilmesidir. Belirsiz alacak davasının bütün türlerinde dava açılmakla zamanaşımı kesilir. Talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’i hukuki sonuç doğurmaz.

Bu nedenle talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’inin dikkate alınmaması gerekirken hukukî değer taşımayan zamanaşımına def’ine göre karar verilmesi isabetsizdir.

3-Dosyadaki bilgi ve belgelerden, kesinleşen işe iade kararı sonrası davacının süresi içerisinde işverene müraacatı üzerine işveren tarafından Arnavutköy’deki yeni depo adresinde işe başlamasının istenildiği, davacının daha önce çalıştığı ve iş akdinin feshedildiği işyeri adresinin Küçükköy Gaziosmanpaşa’da olduğu, davacının da bu nedenle işverenin davetinin samimi olmadığı ve iş koşullarında esaslı değişiklik yapıldığı gerekçesiyle yasal haklarını talep ettiği anlaşılmaktadır.

İşveren tarafından yeni çalışma yeri olarak bildirilen Arnavutköy adresinin davacının önceki çalıştığı adrese ve ikamet adresine çok uzak bir adres olması nedeniyle işyeri çalışma şartlarında esaslı değişiklik olduğundan, davacının işe başlatmama tazminatı talebinin kabulü yerine yazılı gerekçeyle reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 03/12/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Exit mobile version