ÇEKİN TAKAS ODASINA İBRAZI- İBRAZ İŞLEMİ MUHATAP BANKA ADINA VEKALETEN YAPILDIĞINDAN TAKİP YAPAN BANKA YETKİLİ HAMİL KONUMUNDADIR

T.C
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2013/19740
KARAR: 2013/29620

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Bandırma İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 07/05/2013
NUMARASI : 2013/90-2013/163

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından borçlu hakkında kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile başlatılan takipte borçlu, icra mahkemesine başvurusunda, takip alacaklısının yasal ve meşru hamil olmadığını, takip dayanağı çekin lehtar ile aralarındaki bayilik sözleşmesi kapsamında verilen avans çeki olup kambiyo senedi vasfında olmadığını ileri sürerek takibin iptalini talep etmiştir.

Mahkemece; takip dayanağı çekin avans çeki olduğunun davacının sunmuş olduğu sözleşme ve ekindeki avans çekleri döküm listesi ile ispatlandığı ve çekin ciro yolu ile değil de alacağın temliki yolu ile alacaklıya devredilmesi karşısında, TBK’nun 188/1 maddesi uyarınca, davacı borçlunun devri öğrendiği sırada devreden şirkete karşı ileri sürebileceği, takibe konu çekin avans çeki olduğunun ispatlanması karşısında alacağın tahsilinin gerekip gerekmeyeceği hususunun genel mahkemede yargılamayı gerektireceği gerekçeleriyle borca itirazın kabulü ile takibin durdurulmasına karar verildiği görülmektedir.

6762 Sayılı TTK nun 710. maddesine göre çekin takas odasına ibrazı, ödeme için ibraz yerine geçer. Resmi Gazetenin 17 Nisan 1998 tarihli nüshasında yayımlanan, Bankalararası Takas Odası Merkezi Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmeliğin 7. maddesinin 7. fıkrasında; “elektronik ortamda işlem yapan takas odalarında, muhatap bankalara fiziken ibraz edilmeyen çekler için birbirlerine vekalet vererek hesabın tasfiye edilmek amacıyla işlem yapacak bankalar, bankalararası takas odaları merkezi yönetim kurulunca hazırlanan protokolü imzalamak suretiyle bu faaliyetlere katılabilirler” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda takip alacaklısı Akbank T.A.Ş., yukarıda belirtilen yönetmelik hükmü gereği ibraz işlemini muhatap banka adına vekaleten yapmaktadır. Bu durumda takip alacaklısı A.T.A.Ş., aynı zamanda muhatap banka durumunda değildir. Hal böyle olunca, geçerli bir ibraz olup, takip yapan banka yetkili hamil konumundadır.

6762 Sayılı TTK’nun 599.maddesi; “…keşideci, lehtarla doğrudan doğruya arasında mevcut olan münasebetlere dayanan defileri, müracaatta bulunan hamile karşı ileri süremez. meğer ki, hamil, poliçeyi iktisap ederken, bile bile borçlunun zararına hareket etmiş olsun” hükmünü içermektedir.

6102 Sayılı TTK’nun 825. maddesinde ise ; “Borçlu, emre yazılı bir senetten doğan alacağa karşı ancak senedin geçersizliğine ilişkin veya senet metninden anlaşılan def’ilerle alacaklı kim ise ona karşı, şahsen haiz bulunduğu def’ileri ileri sürebilir.

Borçlu ile önceki hamillerden biri veya senedi düzenleyen kişi arasında doğrudan doğruya varolan ilişkilere dayanan def’ilerin ileri sürülmesi, ancak senedi iktisap ederken hamilin bilerek borçlunun zararına hareket etmiş olması hâlinde caizdir” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda borçlu, takibe dayanak yapılan senedin, ………Et. Mam.San.Tic. A.Ş ile aralarında imzaladıkları 20.10.2012 tarihli “Bölge Bayilik Sözleşmesi” kapsamında avans çeki olarak verildiğini ileri sürmüş ise de, takip yapan alacaklı, anılan sözleşmede taraf olmadığından sözleşme onun yönünden hüküm ifade etmeyeceği gibi, takip alacaklısının kötü niyetli olduğu da borçlu tarafça ispat edilememiştir. O halde mahkemece şikayetin reddi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.09.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÖDEMEDEN MEN YASAĞI BULUNAN ÇEK KARŞILIĞI BULUNDURULSA DAHİ ÇEK BEDELİNİN ÖDENMEMESİNDEN DOLAYI KEŞİDECİ BORÇLU ŞİRKETİN ÇEK TAZMİNATINDAN SORUMLU TUTULMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/12303
KARAR: 2018/9377 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Takip tarihi itibariyle uygulanması gereken 6102 Sayılı TTK’nun 783/3. maddesi; “Muhatap nezdinde karşılığı kısmen veya tamamen bulunmayan bir çek düzenleyen kişi, çekin karşılıksız kalan bedelinin %10’unu ödemekle yükümlü olduktan başka, hamilin bu yüzden uğradığı zararı da tazmin eder” hükmünü içermektedir.

Çeki keşide eden kimsenin, bu çekin karşılığı olan miktarı, ibraz süresi içerisinde muhatap banka nezdinde bulundurması zorunludur.

Somut olayda, takip dayanağı 14.01.2015 keşide tarihli, 150.440,23 USD bedelli çekin, 15.01.2015 tarihinde muhatap bankaya ibraz edildiği, ibrazında banka tarafından “İşbu çek hakkında … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21.08.2014 tarih ve 2014/108 D. İş sayılı ödeme yasağı kararı konulduğundan hiçbir işlem yapılamamıştır” şerhinin düşüldüğü, görülmektedir.

Diğer taraftan, ödeme yasağı kararının keşideci-borçlu şirket tarafından yapılan müracaat üzerine, … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2014/108 D. İş sayılı dosyası üzerinden verilen 21.08.2014 tarihli ara kararı gereği konulduğu anlaşılmaktadır. Buna göre, ödeme yasağı kararının, keşideci-borçlu şirketin talebi üzerine verildiği dikkate alındığında, çek karşılığı bulundurulsa dahi çek bedelinin ödenmemesinden dolayı keşideci-borçlu şirketin çek tazminatından sorumlu tutulmaması düşünülemez.

O halde mahkemece, çek tazminatına yönelik borca itirazın reddi gerekirken, çek tazminatı yönünden takibin iptaline hükmolunması isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08/10/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU- BRÜT ASGARİ ÜCRET TUTARININ ALTINDA KALAN TAKİPLERDE BU KANUNDA ÖNGÖRÜLEN DİSİPLİN VE TAZYİK HAPSİ UYGULANAMAYACAĞI

T.C
YARGITAY
19. CEZA DAİRESİ
ESAS NO : 2018/4643
KARAR NO : 2018/9842

Borçlunun ödeme şartını ihlâl suçundan sanık E…’nın, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair Kars İcra Ceza Mahkemesinin 16/12/2016 tarihli ve 2016/143 Esas, 2016/174 Karar sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 30/05/2018 gün ve 94660652- 105-36-13075- 2018- Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23/07/2018 gün ve KYB.2018/63597 sayılı ihbarnamesi ile Dairemize gönderilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

31/03/2011 tarih ve 6217 sayılı Kanunun 6. maddesi ile değişik İcra İflas Kanunu’nun 354. maddesinin 4. fıkrasında; “Nafaka alacaklarına ilişkin takipler hariç, alacak miktarı Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde bu Kanunda öngörülen disiplin ve tazyik hapsi uygulanmaz.”hükmü uyarınca, suçun oluşumu için, takip tarihindeki asıl alacak miktarının brüt asgari ücretin üstünde olması gerektiği, Kars 1. İcra Müdürlüğünün 2015/6925 esas sayılı dosyasındaki 15/12/2015 tarihli takibe konulan asıl alacak miktarının 667,35 Türk lirası olduğu, Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından 01/07/2015-31/12/2015 tarihleri için belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının ise 1.273,50 TL Türk lirası olduğu, takibe konulan asıl alacak miktarının 2015 yılı ikinci yarısı için belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kaldığı anlaşılmakla, sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesinde, isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü;

SONUÇ: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden, Kars İcra Ceza Mahkemesinin 16/12/2016 tarihli ve 2016/143 Esas, 2016/174 Karar sayılı kararının CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına, 04/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE SİGORTALILIK NEDENİYLE İPTAL EDİLEN SİGORTALILIK SÜRELERİNİN FİİLİ ÇALIŞMAYA DAYANDIĞININ TESPİTİ

T.C
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/12987
KARAR: 2018/10262

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, sahte sigortalılık nedeniyle iptal edilen sigortalılık sürelerinin fiili çalışmaya dayandığının tespiti ile aksine kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Dahili davalı … Şifalı Bitkiler Gıda İnş. Taş. ve … Eğt. Ltd. Şti nden, davacıya ait 01.08.2007 – 05.09.2007, 01.02.2008 – 30.06.2008 ve 01.08.2008 – 31.12.2009 tarihleri arasındaki bildirimlerin iptal edilmesine dair kurum işleminin iptali ve bildirimlerin fiili çalışmaya dayalı olduğunun tespiti istemli işbu dosyada, mahkemece belirtilen gerekçeler ışığında davanın reddine karar verildiği anlaşılmıştır.
Dosya kapsamına göre, ilgili şirket hakkında yapılan vergi tahakkuku ile şirket ödemeleri, işyeri elektrik abonelik bilgileri ve sarfiyatlar, kurum denetmeni tarafından yapılan tespitler ve diğer deliller nazarında, işyerinin 26.07.2008 tarihine kadar faal olduğu belirgin olup, bu tarih sonrasına ilişkin red kararı yerinde görülmüştür. 01.08.2007-05.09.2007 ile 01.02.2008 ile faaliyetin son bulduğu tarih olan 26.07.2008 tarihleri arasındaki dönem yönünden yapılan araştırma ise eksik araştırmaya dayalıdır.
Sahte sigortalılığa dayanan davalar hizmet tespiti içerikli olmakla, davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa’nın 79. maddesi ile 5510 sayılı Yasa’nın 86. maddesinde bu tür hizmet tespiti davalarının kanıtlanması yönünden özel bir yöntem öngörülmemiştir. Kimi ayrık durumlar dışında resmi belge ve yazılı delillerin bulunması sigortalı sayılması gereken sürelerin saptanmasında güçlü delil olmaları itibariyle sonuca etkili olurlar. Ne var ki bu tür kanıtların bulunmaması halinde somut bilgilere dayanması inandırıcı olmaları koşuluyla bordro tanıkları veya iş ilişkisini bilen komşu işyeri çalışanları gibi kişilerin bilgileri ve bunları destekleyen diğer tanıklarla dahi sonuca gitmek mümkündür. Bu tür davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunlu olup mahkemece, tarafların sunduğu deliller ile yetinilmemeli, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri esas alınarak kendiliğinden araştırma ilkesi benimsenmeli, sigortalılığın kabulü ve hüküm altına alınabilmesi için hizmet akdinin ve eylemli çalışmanın varlığı ortaya konulmalıdır.
Belirtilen açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde, mahkemece her ne kadar Kurum denetmeni tarafından 26.07.2008 tarihine kadar çalışması tespit edilen bordrolu çalışanların bir kısmının ifadesine başvurulmuş ise de, ifadesine başvurulmayan …, …, …’ın da bilgilerine başvurularak, çalışmanın fiili olup olmadığı araştırılıp elde edilecek sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırmaya dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması, usûl ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 05.12.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEMLİKEN TESCİL İYİNİYETİN VARLIĞI RESEN ARAŞTIRILMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/7584
KARAR: 2018/8981

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 13.02.2013 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 11.06.2015 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili, davalı … vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, zilyetliğe dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa TMK’nin 724. maddesine dayalı tapu iptali ve tescil, tahakkuk ettirilen ecrimisilin iptali,tahsil edilen ecrimisil bedelinin iadesi isteğine ilişkindir.

Davacılar vekili, müvekkillerinin, tapuya kayıtlı olmayan davaya konu tescil harici taşınmazları davalı … Belediyesi’nden ve bu belediyeden satın alan kişilerden satın aldığını, satın alma tarihinden itibaren yaklaşık 20 yıldan fazla süre ile taşınmazlara malik sıfatıyla zilyet olduklarını, bu taşınmazlar üzerine binalar yaptıklarını ileri sürerek taşınmazların müvekkilleri adına tapuya kayıt ve tescilini, mümkün olmazsa üzerindeki binaların malik olunduğu düşüncesiyle, iyiniyetle yapıldığı ve binaların değerinin arsa değerinden açıkça fazla olduğu gerekçesiyle … adına olan tapu kaydının iptali ile davacılar adına tapuya kayıt ve tescilini, müvekkilleri adına tahakkuk ettirilen ecrimisilin iptalini, tahsil edilen ecrimisil bedelinin iadesini talep ve dava etmiştir.

Davalı… vekili, davaya konu taşınmazların 2009 yılındaki imar çalışmasından önce tapusuz taşınmaz olduğunu, satış ve devir bakımından taşınır mal hükmünde olduğunu, davalı … Belediyesi’nin davaya konu taşınmazlar üzerinde mülkiyet hakkı bulunmadığını, bu nedenle zilyetliği devretmesinin de mümkün olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacıların zilyetliğe dayalı tapu iptal ve tescil taleplerinin reddine, terditli olarak ileri sürdükleri, temliken tescil taleplerinin kabulüne; ecrimisil bedelinin iptali ve iadesine ilişkin taleplerinin usulden reddine, davalı … yönünden talebin, husumet yokluğundan reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacılar vekili ile davalı … vekili temyiz etmiştir.

TMK’nin 684 ve 718. maddeleri hükümleri gereğince yapı, üzerinde bulunduğu taşınmazın mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) haline gelir ve o taşınmazın mülkiyetine tabi olur. Ancak, yasa koyucu somut olaydaki taşınmazların durumunu genel hükümlere bırakmamış, bu konumdaki taşınmazların maliki ile yapıyı yapan kişi arasındaki ilişkiyi TMK’nin 722, 723. ve 724. maddelerinde özel olarak düzenlemiştir. Uyuşmazlığın bu kapsamda değerlendirilmesi gerekecektir.

Bir kimsenin kendi malzemesi ile başkasının tapulu taşınmazına sürekli, esaslı ve mütemmim cüzü (tamamlayıcı parçası) niteliğinde yapı yapması halinde malzeme sahibinin iyiniyetli olması yanında diğer bazı koşullar da mevcutsa malzeme sahibi yapının bulunduğu alan ile yapının kullanılması için zorunlu arazi parçasının tescilini mülkiyet hakkı sahibinden isteyebilir.

TMK’nin 724. maddesinde yapı sahibine tanınan bu hak, kişisel hak niteliğinde olup, bina sahibi ve onun külli halefleri tarafından, inşaat yapılırken taşınmazın maliki kim ise ona ya da onun külli haleflerine karşı ileri sürülebilir. Hemen belirtmek gerekir ki, taşınmaza sonradan malik olan kişiye karşı da bu kişisel hak ancak yapı sahibini bu haktan mahrum bırakmak amacıyla arsa sahibi ile el ve işbirliği içinde olduğu iddiasıyla ileri sürülebilir.
Malzeme sahibinin TMK’nın 724. maddesine dayanarak tescil talebinde bulunabilmesi bazı koşulların varlığına bağlıdır;

a) Birinci koşul, malzeme sahibinin iyiniyetli olmasıdır.
TMK’nin 724. maddesi hükmünden açıkça anlaşılacağı üzere, taşınmaz mülkiyetinin yapı sahibine verilebilmesi için öncelikli koşul iyiniyettir. Öngörülen iyiniyetin TMK’nin 3. maddesinde hükme bağlanan sübjektif iyiniyet olduğunda da kuşku yoktur. Bu kural, malzeme sahibinin, elattığı taşınmazın başkasının mülkü olduğunu bilmemesini veya beklenen tüm dikkat ve özeni göstermesine karşılık bilebilecek durumda olmamasını ya da yapıyı yapmakta haklı bir sebebinin bulunmasını ifade eder.

Malzeme sahibinin tescil istemi ile açtığı davada iyiniyetin varlığı iddia ve savunmaya bakılmaksızın mahkemece re’sen araştırılmalıdır. Ne var ki, 14.02.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi olay ve karinelerden, durumun özelliklerine göre kendisinden beklenen dikkat ve özeni göstermemiş olduğu açık bulunan malzeme sahibinin temliken tescil talebinde bulunması mümkün değildir. Çünkü bu gibi durumlarda kötüniyet karşı tarafın ispatı gerekmeden belirlenmiş olur. Ayrıca iyiniyet inşaatın başladığı andan tamamlandığı ana kadar devam etmelidir. (Sübjektif koşul)

İyiniyet koşulunun gerçekleşmediği durumlarda diğer koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin araştırılmasına gerek bulunmamaktadır.

b) İkinci koşul, yapı kıymetinin taşınmazın değerinden açıkça fazla olmasıdır.
Bu koşul dava tarihine ve objektif esaslara göre saptanmalı, fazlalık ilk bakışta da kolayca anlaşılmalıdır. İnşaatın kapsadığı alanın ifrazı kabil ise arsa değeri yalnız bu kısma göre, aksi halde tamamının değerine göre bulunmalıdır. İnşaatın kaldırılmasının arazi ve malzemeye vereceği zarar, kaldırılmasıyla malzeme sahibinin elde edeceği yarardan daha fazla ise inşaatın kaldırılması fahiş bir zarara yol açacaktır. (Objektif koşul)

c) Üçüncü koşul ise yapıyı yapanın (malzeme sahibinin), taşınmaz malikine uygun bir bedel ödemesidir.
Uygun bedel genellikle yapı için gerekli olan arsa miktarının dava tarihindeki gerçek değeri olarak kabul edilmekte ise de büyük bir taşınmazın bir kısmının devri gerektiğinde geri kalan kısmın bedelinde noksanlıklar meydana gelecekse, bunlar taşınmaza bağlı öteki zararlar da göz önünde bulundurularak hak ve yarar dengesi kurulması suretiyle hesaplattırılmalı, iptale konu zemin bedeli arsa sahibine ödenmek üzere depo ettirilmeli, önceden ödenmiş bedel var ise bu miktar ödenecek bedelden mahsup edilmelidir.

d) Yukarıda değinilen üç koşulun yanısıra, yapının bulunduğu arazi parçası davalıya ait taşınmazın bir kısmını kapsıyor ise tescile konu olacak yer, inşaat alanı ile zorunlu kullanım alanını kapsayacağından mahkemece iptal ve tescile karar verebilmek için bu kısmın ana taşınmazdan ifrazının da mümkün olması gereklidir.

Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya gelince; davaya konu taşınmazın bölgede yapılan kadastro çalışmaları sonucunda 1975-1979 yılları arasında tescil harici bırakıldığı, daha sonra 06.05.2009 tarihinde… adına tapu oluşturulduğu, davacı … ’nin 1999 ve 2009 yıllarında; davacı …’ın 2008 yılında, davacı …’nin 2009 yılında binalarını yaptıklarını ileri sürdükleri ancak Hazine adına ihdasen tapu oluşturulmasından önce davacılar yararına TMK’nin 713. maddesi uyarınca zilyetlikle iktisap koşullarının oluşmadığı sonucuna varılmıştır.

Öte yandan, temliken tescile ilişkin yukarıda değinilen ilkelere göre davacılar yararına temliken tescil koşullarının oluştuğundan da sözedilemez.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle yazılı şeklide hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.12.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

KIDEM TAZMİNATI – FERAGAT NEDENİYLE RED KARARI VERİLEN KISMİ DAVADA TALEP EDİLEN MİKTARLAR YÖNÜNDEN KESİN HÜKÜM OLUŞTURACAĞI

          T.C

     YARGITAY

9.HUKUK DAİRESİ

 ESAS:2003/13381

KARAR:2003/13849

TARİH: 10.9.2003

ÖZET : Davacı işçinin vekili tarafından bu davadan önce açılan kısmi davada ihbar, kıdem tazminatları fark istekleri ile izin ve kıdem teşvik pirimi taleplerinde bulunulmuştur. Davacı vekili davadan feragat etmiş, mahkemece feragat sebebiyle davanın reddine karar verilmiş ve hüküm kesinleşmiştir. 

Davacı işçi daha sonra açmış olduğu bu davada ise, ilk davada dava konusu yapılmamış olan bir kısım isteklerde bulunmuştur. Bu alacaklar yönünden mahkemece verilen önceki kararın kesin hükmün neticelerini doğurması söz konusu olmaz.

Bundan başka kısmi davada verilen feragat sebebiyle red kararı ancak talep edilen miktarlar bakımından kesin hüküm oluşturur. Feragat dilekçesinde de bu hakların tümünden açıkça vazgeçilmemiş ve sadece kısmi davadan feragat edildiği belirtilmiştir. Bu alacakların bakiyesi yönünden sonradan bir dava açılmasına engel bir durum yoktur. 

DAVA : Davacı, kıdem ve ihbar tazminatı, kıdem teşvik prim alacağı ve TİS’den doğan alacağının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, davayı reddetmiştir.

Hüküm duruşmalı olarak davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş ise de, HUMK’nun 435. maddesi gereğince duruşma isteğinin süreden reddine ve incelemenin evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten ve temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı işçinin vekili tarafından bu davadan önce açılan kısmi davada ihbar, kıdem tazminatları fark istekleri ile izin ve kıdem teşvik pirimi taleplerinde bulunulmuştur. Davacı vekili 24.09.2002 tarihli celsede davadan feragat etmiştir. Mahkemece, feragat sebebiyle davanın reddine karar verilmiş ve hüküm kesinleşmiştir.

Davacı işçi daha sonra açmış olduğu bu davada ise, ihbar ve kıdem tazminatı, kıdem teşvik pirimi, ücret zammı, fazla mesai, vardiya zammı, ikramiye, iş değerlendirme pirimi ve izin alacakları yönünden isteklerde bulunmuştur. Davalı işveren tarafından kesin hüküm itirazında bulunulmuş ve mahkemece kesin hüküm sebebiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, sonradan açılan bu davada, ilk davada dava konusu yapılmamış olan bir kısım isteklerde bulunulmuştur. Bu alacaklar yönünden mahkemece verilen önceki kararın kesin hükmün neticelerini doğurması söz konusu olmaz.

Bundan başka kısmi davada verilen feragat sebebiyle red kararı ancak talep edilen miktarlar bakımından kesin hüküm oluşturur. Feragat dilekçesinde de bu hakların tümünden açıkça vazgeçilmemiş ve sadece kısmi davadan feragat edildiği belirtilmiştir. Bu alacakların bakiyesi yönünden sonradan bir dava açılmasına engel bir durum yoktur.

Mahkemece bu nedenle, ilk davaya konu olmayan alacaklar ile kısmi davada talep edilen miktarlar dışındaki istekler bakımından kesin hüküm nedeniyle red kararı verilmesi hatalıdır. 

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 10.09.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.

ÇEK İPTALİ – KUMAR BORCUNUN EKSİK BORÇ NİTELİĞİ

T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ
Esas: 1999/1336
Karar: 1999/1989
Tarih: 23.3.19996762/m.692

ÖZET : Dava çek iptali talebidir. Mahkemece, taraf delilleri ve tanık anlatımlarına göre davalının kumarhanede çalıştığı, ekonomik ve sosyal durumuna göre çek bedelinin davalı tarafından davacıya verilemeyeceği, aralarında ticari ilişki de olmadığı, bu paranın davalının çalıştığı gazinonun müşterilerine kumar oynaması için verilen krediye ilişkin olduğu ve çek ile alınan parayla kumar oynandığı, kumar parasının eksik borç bulunduğu, eksik borcun kabul edilmemesi halinde ödenmesi gerekmediği anlaşıldığından davanın kabulü gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki çek iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin oynadığı kumar sonucu borçlandığını, bu borca karşılık 6.6.1997 tarihli 1.365.000.000.TL.lık çeki gazino yönetimine verdiğini, ancak davalı tarafından ciro edilerek takibe konulduğunu, davalının kumarhaneyi çalıştıran otelde işçi olduğunu iddia ederek kumar borcu nedeniyle verilen çekin takip ve dava konusu yapılamayacağının tespitiyle çekin ve takibin iptalini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili cevabında, çekin ödeme vasıtası olup, TTK.nun 692. maddesi gereğince kayıtsız şartsız bedelin ödenmesine ilişkin olduğunu, çekin kumar borcu için verilmediğini, davalının kumar oynamadığı gibi kumarda taraf da olmadığını, para da vermediğini, çek miktarına göre tanık da dinlenemeyeceğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, taraf delilleri ve tanık anlatımlarına göre davalının kumarhanede çalıştığı, ekonomik ve sosyal durumuna göre çek bedelinin davalı tarafından davacıya verilemeyeceği, aralarında ticari ilişki de olmadığı, bu paranın davalının çalıştığı gazinonun müşterilerine kumar oynaması için verilen krediye ilişkin olduğu ve çek ile alınan parayla kumar oynandığı, kumar parasının eksik borç bulunduğu, eksik borcun kabul edilmemesi halinde ödenmesi gerekmediği anlaşıldığından davanın kabulüyle takibe konu 6.6.1997 keşide tarihli 1.365.000.000.TL. bedelli çeke dayalı takibin iptaline dair verilen hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

SONUÇ : Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 23.03.1999 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SENEDİ İMZALAYAN ŞİRKET TEMSİLCİSİNİN BONONUN TANZİM TARİHİNDEN SONRA ŞİRKET ORTAKLIĞINDAN AYRILMASI- BONONUN DAVACI ŞİRKETİNİN TİCARİ DEFTERLERİNE KAYITLI OLMAMASI

T.C

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

 ESAS: 2005/19-556

KARAR:2005/679

TARİH: 30.11.2005 

2004/m.72

ÖZET : Dava menfi tespit talebidir. Davacı şirket adına senedi imzalayan şirket temsilcisi bononun tanzim tarihinden sonra şirket ortaklığından ayrılmıştır. Açıklanan deliller karşısında sırf bononun davacı şirketinin ticari defterlerine kayıtlı olmaması, davacı iddiasını kanıtlamaya yeterli değildir. Bu durumda kambiyo senedinden davacı şirketin sorumlu olacağı düşünülmeden lehdar davalı hakkında açılan davanın kabulü isabetli değildir.

DAVA : Taraflar arasındaki “menfi tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Şişli Asliye 2.Hukuk Mahkemesince davalı H. Bekiroğlu hakkında açılan davanın reddine, davalı Tanju Sadi Üste hakkında açılan davanın kabulüne dair verilen 31.5.2002 gün ve 1994/1173 E. 2002/801 K. sayılı kararın incelenmesi davalı T.Sadi Üste vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19.Hukuk Dairesinin 30.12.2003 gün ve 2002/10086 E. 2003/13410 K. sayılı ilamı ile;

( … Davacı vekili, davalılardan Tanju S. Ü. tarafından müvekkili aleyhine girişilen icra takibine konu senedinin tanzim tarihi itibariyle kasa defterinde para girişi olmadığı gibi bonodaki imzaların müvekkili şirket yetkilisince atılmadığını, senetteki kaşenin şirket kaşesi olmadığını, şirketten olaylı tarzda ayrılan eski müdür davalı H. Bekiroğlu tarafından düzenlenmiş olabileceğini, adı geçen davalıların ortaklar kurulu kararınca üçüncü şahıslara olan borçlarından şirket ve yeni şeriklerin mesul olmayacağının kabul edildiğini belirterek, senetten dolayı müvekkili şirketin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Tanju S. Ü. vekili, takip konusu bononun davalı şirketin yetkilisi davalı H. Bekiroğlu tarafından tanzim edilerek verildiğinin şirket yöneticisinin değişmesinin, şirketi borçtan kurtarmadığını, şirketin yeni sahiplerinin bu borcun varlığından haberdar olduklarını, bono üzerindeki kaşeye ilişkin itirazın yerinde olmadığını bildirerek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Davalı Habibe Bekiroğlu, şirkete verilen borç karşılığında senet tanzim edildiğini belirtmiştir.

Mahkemece, davalı H. Bekiroğlu aleyhine ikame etmiş olduğu davanın, davada sıfatı bulunmaması nedeniyle reddine, davalı Tanju S. Ü. hakkındaki davanın bononun davalı H. Bekiroğlu tarafından menfaat temini için düzenlenerek davalı Tanju S. Ü’ye verildiği her iki davalının bu amaçla birlikte hareket ettikleri gerekçesiyle davanın kabulü ile takibe konu 8/8/1994 tanzim 17/10/1994 vade tarihli 1.500.000.000 TL. bedelli bonodan dolayı Tanju S. Ü’ye borçlu bulunmadığının tespitine karar verilmiş, hüküm davalı Tanju S. Ü. vekilince temyiz edilmiştir.

Takip ve dava konusu bononun düzenleme ( tanzim ) tarihinin 8/8/1994 olduğu, bononun bu tarihte davacı şirket yetkilisi davalı H. Bekiroğlu tarafından imzalanmış olduğu ve anılan davalı ile senet lehdarı Tanju S. Ü. aleyhine açılan ceza davasının beraat ile sonuçlandırdığı hususları ihtilafsızdır.

Davacı şirket adına senedi imzalayan şirket temsilcisi H. Bekiroğlu bononun tanzim tarihinden sonra 7/10/1994 tarihinde şirket ortaklığından ayrılmıştır. Açıklanan deliller karşısında sırf bononun davacı şirketinin ticari defterlerine kayıtlı olmaması, davacı iddiasını kanıtlamaya yeterli değildir. Bu durumda kambiyo senedinden davacı şirketin sorumlu olacağı düşünülmeden lehdar davalı Tanju S. Ü. hakkında açılan davanın kabulü isabetli değildir… ),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı Tanju Sadi Üste vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 30.11.2005 gününde oybirliği ile karar verildi.

İSTİHKAK İDDİASI -İŞ MAKİNELERİNİN HACZİ- SATIŞ VE DEVİRLERİNİN GEÇERLİ OLABİLMESİ İÇİN SAHİPLİK BELGESİ ESAS ALINARAK NOTERLİK VEYA TRAFİK ŞUBE VE BÜROLARINCA YAPILMASI GEREKTİĞİ

T.C.

YARGITAY

21.HUKUK DAİRESİ

 ESAS: 2007/18086

KARAR:2008/10150

TARİH: 24.6.2008

2004/m. 99

Trafik Yönetmeliği/m. 29/a-4-2, 35/b-c

ÖZET : Hacizli mallar 3. kişinin elinde haczedildiğinden mülkiyet karinesi onun lehinde olup, alacaklı malların borçluya ait olduğunu kanıtlamakla yükümlüdür.

İş makinelerinin satış ve devirlerinin geçerli olabilmesi için, sahiplik belgesi esas alınarak noterlik veya trafik şube ve bürolarınca yapılması gerekir.

DAVA : Mahalli mahkemece verilen kararın temyizen tetkiki davalı ( 3. kişi ) vekili tarafından istenmiş, mahkemece ilamında belirtildiği şekilde isteğin kabulüne karar verilmiştir. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

KARAR : Uyuşmazlık, İİK’nın 99. maddesine dayalı olarak alacaklı tarafından açılan 3. kişinin istihkak iddiasının kaldırılması talebine ilişkindir.

Davacı alacaklı İstanbul sekizinci İcra Müdürlüğü’nün 2003/18238 E. sayılı takip dosyasından 19.07.2004 tarihinde gerçekleştirilen haczin İİK’nın 99. maddesi uyarınca yapıldığına ilişkin Hafik İcra Mahkemesi’nin 2004/4-3 karar sayılı kararı uyarınca dava açtıklarını, haciz uygulanan maden sahasının borçlu Ltd. Şti.’ye ait olduğunu ileri sürerek istihkak iddiasının kaldırılmasını istemiştir.

Mahkemece davalı Ltd. Şti.’ye ait AR:92999 ( ER:2555405 ) sayılı maden arama ruhsatının haczin uygulandığı K … Köyü sınırları dışında kaldığı ve davalı 3. kişinin haciz adresi ile ilgisinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmişse de, dosya içeriğine uygun düşmeyen gerekçelerle varılan sonuç doğru değildir.

Dava konusu haciz 19.07.2007 tarihinde K… Köyü S… mevkiinde bulunan maden sahasında uygulanmıştır. Haciz sırasında hazır bulunan şahıs, maden sahasının rödevans sözleşmesiyle çalıştırıldığını ve hacizli malların çalıştıran firmaya ait olduğunu belirtmiştir. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 02.03.2006 tarihli yazı içeriğinden, K… Köyü sınırları içerisinde bulunan ÖNİR.9922 ( ER:2380875 ) ve ÖNİR:10309 ( ER:2402146 ) sayılı 2 adet ön işletme ruhsatının borçlu H … Madencilik Ltd. Şti.’ye ait olduğu, davalı adına arama ruhsatı bulunan maden sahasının K … Köyü sınırları dışında kaldığı anlaşılmaktadır. Ancak davalı 3. kişi, haczin uygulandığı ÖNİR:9922 sayılı maden sahasının işletme hakkını borçludan 02.03.2004 tarihli rödevans sözleşmesiyle almış ve bu sözleşme Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 16.06.2004 tarihli yazısı ile onaylanmıştır. Dolayısıyla hacizli mallar davalı 3. kişi elinde haczedildiğinden mülkiyet karinesi davalı 3. kişi lehine olup, alacaklı hacizli malların borçlu Ltd. Şti.’ye ait olduğunu kanıtlamakla yükümlüdür. İspat yükü kendisinde olan davalı alacaklı, hacizli mermer taşı, jeneratör ve taş kesme makinesinin borçluya ait olduğunu ispatlayamadığından bu menkuller yönünden davanın reddi gerekir.

Davaya konu Kavasaki marka dozere gelince; 6085 sayılı Yasa’nın 22/C-2 ve Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 29/a-4-2. maddeleri uyarınca, iş makineleri, özel ve tüzel kişinin üyesi bulunduğu Ticaret ve Sanayi Odası’na tescili zorunlu araçlardandır. Anılan yönetmeliğin 35. maddesi b ) bendinde tescilli, c ) bendinde tescili silinmiş veya hiç tescil edilmemiş araçların satış devirlerinin geçerli olabilmesi için, sahiplik belgesi esas alınarak noterlik veya trafik şube ve bürolarına yapılması koşuluna bağlanmıştır.

Somut olayda dava konusu iş makinesi tescile tabi olan araç niteliğinde olduğundan, Ticaret ve sanayi Odası’nda kaydının bulunup bulunmadığı, davacı tarafından sunulan 21.04.2004 tarihli faturanın hacizli mala uygunluğu ve sahiplik belgesi niteliği taşıyıp taşımadığı ve davacıya satışın noterlik kanalıyla yapılıp yapılmadığı saptanarak oluşacak sonuca göre karar verilmelidir.

O halde, davalı 3. kişinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle ( BOZULMASINA ), temyiz harcının istek halinde davalıya ( 3. kişi ) iadesine, 24.06.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÖNALIM HAKKI- FİİLİ TAKSİM İDDİASI YARGILAMANIN HER AŞAMASINDA İLERİ SÜRÜLEBİLİR

T.C
YAGITAY
14. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/10129
KARAR: 2018/9148
TARİH: 18.12.2018

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 01.10.2014 gününde verilen dilekçe ile önalım hakkına dayalı … iptali ve tescil talebi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 27.10.2015 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, önalım hakkından kaynaklanan … iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili, davalının 950 parsel sayılı taşınmazda 21.08.2014 tarihinde 2/5 pay satın aldığını, davalı adına kayıtlı payın önalım hakkı gereği iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı, 06.05.2015 tarihli keşifte fiili taksim savunmasında bulunarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın fiili taksim nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.

Önalım davasına konu payın ilişkin bulunduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan satış nedeniyle önalım hakkını kullanması TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüst davranma kuralı ile bağdaşmaz. Kötüniyet iddiası 14.2.1951 tarihli ve 17/1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın her aşamasında ileri sürülebileceği gibi mahkemece de kendiliğinden nazara alınması gerekir. Bu gibi halde savunmanın genişletilmesi söz konusu değildir. Eylemli paylaşmanın varlığı halinde davanın reddi gerekir.

Somut olaya gelince; 08.05.2015 tarihli fen bilirkişi raporunda taraf ve mahalli bilirkişinin gösterim ve anlatımları doğrultusunda taşınmazın, zeminde 4 parçaya ayrılmış olup kuzey kısmının üçgen şeklinde olduğu, güney kısmındaki parçanın sürülü olduğu, diğer kısımların boş olduğu belirtilerek krokide taşınmazın 4 parçaya bölünmüş olarak gösterildiği, mahkemece fen bilirkişi raporu ve ekli kroki doğrultusunda taşınmazda fiili taksim bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de belirtilen fen bilirkişi raporunun, taşınmazın hangi bölümünün kimler tarafından ve ne şekilde kullanıldığı hususu hakkında aydınlatıcı bilgi içermediği, mahkemece fiili taksim savunması doğrultusunda yapılan araştırmanın yeterli olmadığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda mahkemece, öncelikle davalının fiili taksim savunmasına ilişkin tüm delilleri ile davacının fiili taksim savunmasına ilişkin karşı delilleri toplanıldıktan sonra taşınmazda fiili taksim olup olmadığı, fiili taksim varsa taşınmazın hangi bölümünün kimler tarafından ve ne şekilde kullanıldığı hususları araştırılmalıdır. Bu nedenle mahallinde keşif yapılarak HMK 259/2 maddesi gereğince tarafların tanıkları varsa taşınmaz başında dinlenerek davacının kullandığı ve davalıya pay satan kişinin kullandığı ayrı ayrı bölümler bulunup bulunmadığı belirlenmeli, çelişkili beyanlar varsa giderilerek fiili taksim bulunması halinde fen bilirkişisi tarafından düzenlenecek krokide denetime elverişli şekilde işaretlenmek suretiyle fiili taksimin mevcut olup olmadığı saptanmalı, varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.
Mahkemece, değinilen hususlar gözardı edilerek eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bu nedenle hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.12.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ÖNALIM HAKKI- MÜLKİYET HAKKI CEBRİ TESCİL İLAMININ KESİNLEŞMESİ TARİHİNDE DAVALIYA GEÇECEĞİNDEN ŞUF’A HAKKI DA BU TARİHTEN İTİBAREN DOĞACAKTIR.

T.C
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2018/2136
KARAR: 2018/9207
TARİH: 19.12.2018

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki önalım nedeniyle tapu iptali ve tescil davasından dolayı mahal mahkemesinden verilen yukarıda gün ve sayısı yazılı hükmün; Dairemizin 08.11.2017 gün ve 2017/4175 Esas, 2017/8233 Karar sayılı ilamı ile bozulmasına karar verilmişti. Süresi içinde davalı tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya içerisindeki bütün evrak incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkilinin … , … , … Mah., 254 ada, 2 parsel sayılı 10.400. m2 yüzölçümlü taşınmazda 1/3 pay maliki olduğunu, …’in payını …’e 01/10/2012 tarihinde müvekkiline haber vermeden satış yoluyla devrettiğini, davalının satış bedeli olarak ödediği bedeli ve tapu harç masraflarını ödeyerek önalım haklarının tanınması suretiyle davalı adına olan tapu kaydının iptali ile müvekkili adına tapuya tescilini talep etmiştir.
Davalı, 2006 yılında davacı ve kardeşinin harita mühendisine vekalet vermesi ile taşınmaz üzerindeki diğer işgalciler ile birlikte paylı olarak satış işlemlerini gerçekleştirdiklerini, bu satış işlemini davacının kardeşi dava dışı … ‘e vekalet vererek gerçekleştirdiğini, davacının satış işleminden haberinin olduğunu, dava hakkını kötüye kullanarak kendi bilgisi dahilinde yapılan satışın iptali için açılan davanın kötü niyetli olarak açıldığını, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hükmün davacı vekilince temyizi üzerine Dairemizin 08.11.2017 tarih, 2017/4175 Esas, 2017/8233 Karar sayılı ilamı ile; “somut olayda; davalı …,… ‘e karşı açtığı … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 24.09.2012 tarihli 2012/473 Esas ve 2012/358 Karar sayılı dosyasında, harici satışa dayanarak hükmen tescil yoluyla mülkiyeti kazanmıştır. Davacı süresi içerisinde önalım hakkını kullanmış, davalı …’e anılan hükümle intikal eden payın iptalini talep etmiştir. Kaldı ki, 22.12.2006 tarihli 26495 yevmiye numaralı vekaletname ile … kendi adına asaleten davacı … … adına vekaleten … ‘e bir kısım taşınmazların satışı hususunda hazırlıklar yapmak için vekalet verdiği ancak vekaletnamede dava konusu parsel olan 254 ada 2 parselin de olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda mahkemece işin esasının incelenmesi ve bir karar verilmesi gerekirken, davacının bu işlemden haberi olduğundan söz edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir” şeklindeki gerekçeyle bozulmuştur.
Dairemizin bozma ilamına karşı davalı karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
Tapu kütüğüne esas itibarıyla mülkiyetin veya sınırlı ayni hakların iktisabına veya bunların kaybedilmelerine ilişkin tesciller yazılır. Geniş anlamda tescil ise kütüğe yazılan her husustur. Nitekim kütük sahifesinde mülkiyet, rehin ve irtifak hakları sütunları dışında bir de “şerh” ve “beyanlar” adı altında iki sütun daha vardır. Ancak bir hususun şerh veya beyanlar sütununa yazılması taşınmazın ayni hakka ilişkin statüsünde bir değişiklik meydana getirmez.
Şerhten amaç; ilişkin bulunduğu hukuki durumu üçüncü kişilere karşı ileri sürülebilir hale getirmek, hukuki duruma aleniyet kazandırmaktır. Bu yönü ile şerh ayni bir etki özelliğini gösterir. Hangi hakların tapu kütüğüne şerh edileceğini kanun belirlemiştir. Dolayısıyla kanunun belirlemediği bir hak tapu kütüğüne şerh edilemez.
TMK’nin 1009 ila 1011 ve Tapu Sicil Tüzüğünün 54 ila 66. maddelerinde düzenlenen şerhler, üç amaca yönelik bir tapu işlemidir. Şahsi hakların kuvvetlendirilmesini, malikin tasarruf yetkisinin sınırlandırılmasını ve muvakkat (geçici) tescilin tapu kütüğüne yazılmasını sağlar.
Tapu kütüğüne şerh edilebilecek şahsi haklara gelince;
TMK’nin 1009. maddesinde arsa payı karşılığı inşaat, taşınmaz satış vaadi, kira, alım, önalım, gerialım sözleşmelerinden doğan haklar ile şerh edilebileceği kanunlarda açıkça öngörülen diğer “Tasarruf yetkisinin kısıtlanmasında” başlıklı TMK’nin 1010. maddesinde de aşağıdaki sebeplere dayanan tasarruf yetkisi kısıtlamalarının tapu kütüğüne şerh verilebileceği belirtilmiştir;
1-Çekişmeli hakların korunmasına ilişkin mahkeme kararları,
Örneğin; ifa edilmediği takdirde sahibine, malike karşı TMK’nin 716. maddesine göre cebri tescil davası açma hakkı veren şahsi haklar. Buradaki şerhin amacı üçüncü şahısların TMK’nin 1023. maddesine istinaden ayni hak iktisabını önlemektir. İkinci guruptaki haklar ise, taşınmazla ilgisi olmayan alacak haklarıdır. Buradaki amaç ise İİK’nin 277. maddesi anlamında alacaklıdan mal kaçırmak amacıyla taşınmazı temlik edip, bu alacakların tahsilini imkansız kılmaya yönelik olarak taşınmaz malikinin yapacağı tasarrufi işlemleri önlemektir.
2-Haciz, iflas kararı veya konkordato ile verilen süre,
Bu halde yalnızca ilgili işlemlerin taalluk ettiği nispette taşınmaz malikinin taşınmaz üzerindeki tasarruf işlemleri alacaklılara karşı geçersiz olur ve bu hususlarda TMK’nin 1023. maddesi uygulanmaz.
3-Aile yurdu kurulması, art mirasçı atanması gibi şerh verilmesi kanunen öngörülen işlemler tapu kütüğüne şerh verilebilir.
Bu tür bir şerhle sonraki müktesipler kanundaki mükellefiyetlere katlanmak zorunda kalır.
Diğer taraftan TMK’nin 1011. maddesi hükmü gereğince de; iddia edilen bir ayni hakkın güvence altına alınması gerekiyorsa ve tasarruf yetkisini belirleyen belgelerdeki noksanlıkların sonradan tamamlanmasına kanun olanak tanıyorsa hakkın geçici şerhi olanaklıdır.
Yukarıda belirtilen yasal düzenlemelerle birlikte somut olay değerlendirildiğinde; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 705/1 maddesinde taşınmaz mülkiyetinin tescille kazanılacağı vurgulandıktan sonra anılan maddenin 2. fıkrasında tescilsiz iktisap halleri ve malikin tasarruf hakkı ile ilgili “miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hallerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır” şeklinde düzenleme getirilmiştir.
Buna göre, davacının şufa hakkını kullanmak istediği dava konusu 254 ada 2 parsel sayılı taşınmazda, davalı adına tesciline karar verilen 3/24 payın henüz tapuya tescil edilmediği, ancak mahkeme kararının tapunun beyanlar hanesine şerh verildiği, dosya içerisinde yer alan tapu kayıtlarından anlaşılmaktadır.
Önalım davasında, mahkeme ilamı satış akdi yerini almaktadır. Tescile ilişkin kararın kesinleşme tarihine göre de dava süresi dikkate alınır. Davalı şuf’alı payı cebri tescil davası sonucu iktisap etmiştir. Mülkiyet hakkı cebri tescil ilamının kesinleşmesi tarihinde davalıya geçeceğinden şuf’a hakkı da bu tarihten itibaren doğacaktır. Ne var ki; cebri tescile ilişkin … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/473 Esas sayılı dosyası temyiz edilmeden kesinleştirilmişse de, bu ilama karşı yargılamanın yenilenmesine ilişkin talepte bulunulduğu verilen kararın Yargıtay 8. Hukuk Dairesinin 2015/7541 Esas sayılı ilamı ile, toplanacak delillere göre bir karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulduğu, yargılamanın yenilenmesine ilişkin davanın halen sonuçlanmadığı UYAP üzerinden yapılan kontrollerde anlaşılmaktadır. Bu durumda henüz tapuya tescil edilmeyen pay için şuf’a hakkı kullanılamayacağından davacının davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru değil ise de hüküm sonucu esas bakımından usul ve kanuna uygun olduğundan HUMK’nin 438/son maddesi gereğince hükmün gerekçesinin değiştirilerek onanmasına karar vermek gerekirken yukarıda belirtilen gerekçeyle bozulması maddi hataya dayalı olduğundan davalının karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün değişik gerekçe ile onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalının karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 08.11.2017 tarih, 2017/4175 Esas, 2017/8233 Karar sayılı ilamının KALDIRILMASINA, hükmün gerekçesinin yukarıdaki şekilde DEĞİŞTİRİLEREK DÜZELTİLMİŞ bu gerekçe ile ONANMASINA, 19.12.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ISLAH YOLUYLA TANIK LİSTESİ VERİLEMEZ – İŞÇİ ALACAKLARI

T.C.
Yargıtay
9. Hukuk Dairesi

Esas No:2017/8166
Karar No:2018/12089

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ALACAK
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:YARGITAY KARARIA) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının davalı işyerinde 12.02.2008-03.10.2011 tarihleri arasında gemlik körfezinde bulunan … A.Ş.’ye ait limanda sapancı olarak çalıştığını, fazla mesai, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin ödenmemesi nedeniyle iş akdini feshettiğini ileri sürerek kıdem tazminatı ile fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarını istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının ücret, fazla mesai, hafta tatili, milli bayram ücret alacağının bulunmadığını, ihtirazi kayıtsız olarak imzaladığı bordro ve hesap pusulasıyla karşılığını aldığını ve dini bayramlarda çalışılmadığını, iş akdini feshettiğine dair ihbar ve ihtar bulunmadığını, davacının 03.10.2011 tarihinden itibaren mazeret ve herhangi bir neden olmaksızın işe gelmediğini, tutanak altına alındığını ve iş akdinin feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı taraflar temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının tüm, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar, davanın veya savunmanın genişletilmesi yasağı sebebiyle yapamadıkları usul işlemlerini, karşı tarafın rızasına gerek duymadan ıslah yoluyla yapabilirler.
Islah, tek taraflı bir usul işlemi olup, karşı tarafın kabulüne bağlı değildir. Ancak Dairemiz yerleşik kararlarına göre ek dava niteliğinde olduğundan 6100 sayılı HMK’nın 177. maddesi uyarınca ıslah dilekçesinin karşı tarafa tebliği gereklidir.
Islah ile; vakıalar, dava konusu ve talep sonucu değiştirilebilir. Islah yoluyla tanık listesi verilemez.
Davacı dava dilekçesinde deliller kısmında tanık deliline dayanmadığı gibi ön inceleme aşamasında da tanık listesi sunmamış, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporundan sonra delil listesinin ıslahı ile tanık deliline başvurduğunu belirtmiş, mahkemece bu doğrultuda davacı tanıkları dinlenerek fazla mesai ücret alacağının kabulüne karar verilmiştir.
Davacı delil listesinde dayanmadığı gibi ön inceleme aşamasında da ileri sürmediği tanık deliline bu şekilde ıslah yoluyla dayanamayacağından tanıkların mahkemece dinlenerek hükme esas alınması hatalıdır.
Mahkemece, davalı tanık beyanlarına göre işyerinde 3 vardiya halinde çalışıldığının,davacının haftalık 45 saati aşan çalışmanın bulunmadığı ve 18.02.2010 sonrası dosyaya sunulan giriş çıkış kayıtlarına göre tahakkuk etmesi gereken fazla mesai ücretlerinin de bordroda ödendiği anlaşıldığından fazla mesai yapıldığının davacı tarafca ispat edilememesi nedeniyle reddi gerekirken ıslah yoluyla ileri sürülmesi mümkün olmayan davacı tanıklarının dinlenerek fazla mesaiye hükmedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 29.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ GÜCÜ KAYBI İLE İŞ VE GÜÇTEN KALMA TAZMİNATI -FAİZE DAVA TARİHİNDEN İTİBAREN HÜKMEDİLMESİ GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY

17.Hukuk Dairesi

ESAS: 2015/18636

KARAR:  2018/10247

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne ilişkin verilen hüküm davacı … vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; 24/11/2010 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucu davacının ağır yaralandığını ve sakat kaldığını, başkalarının yardımına muhtaç hale geldiğini, müvekkilinin çalışamaz halde olduğunu, iş gücü kaybının %100 e yakın olduğunu, müvekkilinin 42 yaşında olduğunu, müvekkilinin yürüyemediğini, özel ihtiyaçlarını dahi karşılayamadığını, müvekkilinin bakımı ile birisinin ilgilenmesi gerektiğini, müvekkilinin bakıcı tutacak maddi imkanının da olmadığını, müvekkili … için 10.000,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini, yargılama giderleri ile ücreti vekaletin davalılara yükletilmesini talep ve dava etmiştir. Davacı vekili tarafından 28/10/2014 tarihinde dava ıslah edilmiştir.

Davalı … vekili; davacı tarafın kusur ve zararı ayrıca bu zarar ile davalı … şirketi ve sigortalı araç sürücüsü arasındaki illiyet bağını ispatlamakla mükellef olduğunu, davalı … şirketinin sigortalısının kusurlu bulunması halinde poliçedeki limitlere sınırlı olarak sorumlu olduğunu, davacının … kurumuna sevk edilerek sakatlık oranının bulunup bulunmadığının tespitini ve sakatlık söz konusu ise davacının sosyal ve içtimai durumu ile eğitim durumu dikkate alınarak şartları gerçekleşmişse muhtemel sürekli sakatlık tazminatının tespiti amacıyla aktüerya uzmanı bilirkişi tarafından bilirkişi incelemesi yapılmasını talep ettiklerini, … Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2011/64 Esas sayılı dosyasının bekletici sebep sayılmasını, davanın reddini, iş görmezlik ve tedavi masrafları taleplerinin husumet yönünden reddini, mahkeme masrafları ve vekalet ücretinin davacı tarafa yükletilmesini talep ve imza etmiştir.

Mahkemece davanın kabulüne, iş gücü kaybı ile iş ve güçten kalma tazminatı olan 103.603,19 TL’nin 10.000,00 TL’sinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte, kalan 93.603,19 TL’sinin ıslah tarihi olan 28/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalı … şirketi yönünden … poliçesi limitleri dahilinde kalmak kaydı ile, davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, trafik kazası sonucu cismani zarar nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.

Somut olayda davacı tarafından dava dilekçesinde talep edilen maddi tazminata dava tarihinden itibaren faiz talep edilmiş olup, davacı tarafından mahkemeye sunulan 28.10.2014 tarihli ıslah dilekçesinde de ıslah edilen kısımla birlikte toplam talep edilen tazminat bedeline dava tarihinden itibaren faiz talep edilmiştir.

Mahkemece hüküm kısmında davacının iş gücü kaybı ile iş ve güçten kalma tazminatı olan toplam 103.603,19 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde hükmedilen tazminatın 10.000,00 TL’sine dava tarihinden, 93.603,19 TL’sine de ıslah tarihinden itibaren faiz işletilmiş olması doğru değil bozma nedeni ise de; bu yanılgının giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, hükmün, HUMK.’nun 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hüküm fıkrasının 2. bendindeki “İş gücü kaybı ile iş ve güçten kalma tazminatı olan 103.603,19 TL’nin 10.000,00 TL’sinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte, kalan 93.603,19 TL’sinin ıslah tarihi olan 28/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalı … şirketi yönünden … poliçesi limitleri dahilinde kalmak kaydı ile davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine” ibaresinin çıkartılarak 2.bent olarak yerine “İş gücü kaybı ile iş ve güçten kalma tazminatı olan 103.603,19 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte, davalı … şirketi yönünden … poliçesi limitleri dahilinde kalmak kaydı ile davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine” ibaresinin yazılmasına ve hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 07/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HATALI ENJEKSİYON- SAKATLIK TAZMİNATI

T.C

YARGITAY

13.Hukuk Dairesi

ESAS:2016/14676

KARAR:2018/6278

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

K A R A R

Davacı, 2009 yılında göğüs kanserine yakalandığını ve kısa sürede hastalığın akciğerlere yayıldığını, yoğun tedaviler sonucunda 2011 yılı başlarında göğüs ve akciğerdeki kanser hastalığında gerileme ve iyileşme dönemine girildiğini, hastalığı ile ilgili 13.9.2011 tarihinde göğsündeki kanser hücrelerinde tekrarlama olup olmadığının kontrolü için davalı şirkete ait hastaneye muayene için gittiğini ve yapılan ameliyatla göğsünden parça alındığını, sonraki gün taburcu edilirken servis hemşiresi tarafından yapılan ağrı kesici iğnenin sinire isabet etmesi nedeniyle bacağında şişme ile birlikte hissizlik oluştuğunu, farklı hastanede yapılan kontrolde en az %30 organ yitimi yaşanabileceği ve organ yitimini en aza indirebilme için fizik tedaviye başlanması gerektiğinin bildirildiğini, bunun üzerine özel bir fizik tedavi merkezinde tedavi görmeye başladığını ve en az 10 ay daha tedavi göreceğini, … tarafından karşılanmayan tedavi ve ulaşım giderlerine yönelik harcama yaptığını ve tedavi süresince yapmaya devam edeceğini, yürüyemediği için günlük yaşamını tek başına idame ettiremediğinden yardımcıya ihtiyaç duyduğunu, organ yitiminin en aza indirilebilmesi için uygulanan tedavide kemoterapinin hücre öldürücü etkisinin organ kaybının önüne geçilebilmesi için hücre yenilenmesi ve hızlandırılmasını sağlayan ilaçlarla ters düştüğünden iki tedavinin birbiri ile çakıştığını ve birbirini etkisiz hale getirdiğini, davalı şirkete ait hastane çalışanlarının ağır ihmali nedeniyle yaşanan bu durum nedeniyle maddi ve manevi anlamda zarara uğradığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla oluşmuş veya oluşacak toplam tedavi gideri karşılığı 58.032,00 TL, gündelik hizmetlerinde yardımcıya ödenmesi gereken bedel karşılığı 6.000,00 TL ve efor tazminatı karşılığı 15.000, TL olmak üzere toplam 79.032,00 TL maddi tazminat ile 100.000,00 TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş; ıslahla birlikte efor tazminatı yönünden talep sonucunu 57.807,91 TL’na yükseltmiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, maddi tazminat talebinin kısmen kabulüne, 57.807,91 TL sürekli iş göremezlik tazminatı ile 25.257,67 TL ulaşım ve tedavi giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 30.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davalı hastanede yapılan operasyon sonrası uygulanan enjeksiyon nedeniyle bacakta sakatlık oluştuğu iddiasıyla istenilen maddi ve manevi tazminata ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan davalının bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir.

1-Somut olayda, davacının meme kanseri olduğu ve hastalığın kontrolü amacıyla davalı hastaneye gittiğinde yapılan operasyon sonrası servis hemşire tarafından davacının kalça kısmına uygulanan ağrı kesici iğne neticesinde, sol bacakta, ayakta ağrı ve hissizliğin ortaya çıktığı anlaşılmakta olup, davacı, yapılan iğnenin bacaktaki sinire isabet etmesi sonucu davalı hastane çalışanlarının kusurlu davranışı sonucu mevcut durumun meydana geldiğini ileri sürmüş; davalı ise, enjeksiyonun kalça bölgesinde doğru yere uygulandığını, hastanın çok zayıf olması nedeniyle siyatik sinir travmasına, enjeksiyon travmasından çok yapılan ilacın sinire yakın komşuluğu nedeniyle nöropraksi oluşumuna bağlı bir komplikasyon olduğunu savunmuştur. Mahkemece yapılan yargılama kapsamında kusur durumunun tespiti amacıyla … Adli Tıp Kurumundan alınan bilirkişi raporu esas alınarak, davacıya uygulanan ağrı kesici enjeksiyon nedeniyle meydana gelen sinir yaralanmasında davalı hastanenin tam kusurlu olduğu edilip hesaplanan bedel üzerinden davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ise de; bilirkişi raporu incelendiğinde, özellikle raporun tek kişi tarafından hazırlandığı ve içerik olarak olayı tüm yönleriyle aydınlatacak ve itirazları giderecek mahiyette olmadığı anlaşılmakta olup, bu haliyle rapor hüküm kurmaya elverişli olmayıp varılan sonuç hatalıdır. O halde mahkemece, davacının enjeksiyon öncesi mevcut hastalığı, fiziksel durumu ve yaşı da dikkate alınarak, davacıya uygulanan enjeksiyonun doğru yere yapılıp yapılmadığı ile ilgili tüm bilgi ve belgeler, hastane kayıtları, çekilen tüm filmler, epikriz ve Adli Tıp Raporları da birlikte gönderilerek, Üniversite Öğretim Üyelerinden oluşturulacak, konusunda uzman, akademik kariyere sahip üç kişilik bilirkişi kurulundan, davacıya yapılan enjeksiyonun usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı, hastada oluşan hasarın, “enjeksiyonun hatalı uygulanması”na bağlı olarak gelişebileceği ve bunların gelişme olasılıkları, kas içine ve usulüne uygun olarak yapılan bir enjeksiyon sonrasında “nöropati” gelişmesinin mümkün olup olamayacağı, mümkünse, bu durumun meydana getireceği bulguların neler olduğu, enjeksiyon öncesinde yapılması gereken muayenenin ve sonrasında yapılması gereken tüm tıbbi müdahalelerin yapılıp yapılmadığı, olayda davalıya atfı kabil bir kusur bulunup bulunmadığı konusunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak az yukarda açıklanan ilke ve esaslara göre davalı hastane çalışanlarının kusurlu olup olmadıkları belirlenmeli, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken değinilen bu yön gözardı edilerek eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenle davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi

ANASÖZLEŞME İLE ATANAN MÜDÜRÜN YETKİLERİ ANCAK MAHKEME KARARI İLE KALDIRILABİLİR ORTAKLAR KURULU KARARI YOK HÜKMÜNDEDİR

T.C.

YARGITAY

11.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2007/3567

KARAR: 2008/5338

TARİH: 21.4.2008

6762/m.161, 549, 551, 513, 543

ÖZET : Limited şirket anasözleşmesi ancak, sermayenin üçte ikisini temsil eden ortakların kararıyla değiştirilebilir. Şirket adresinin değiştirilmesi, bir anasözleşme değişikliğidir. Bu nedenle, yeterli çoğunlukla alınmayan şirket adresinin değiştirilmesi ile ilgili ortaklar kurulu kararı yoklukla maluldür.

Anasözleşmeyle atanmış bir müdürün, haklı nedenlerle ve ortaklardan birinin talebi üzerine, ancak mahkeme kararı ile idari hak ve görevleri sınırlandırılabilir veya azlolunabilir.

Yasa’nın emredici nitelikteki bu hükmüne aykırı olan kararlar yok hükmündedir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada ( Kadıköy İkinci Asliye Ticaret Mahkemesi )’nce verilen 25.09.2006 tarih ve 2004/319-2006/598 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, davalı şirketin %50 hissesinin sahibi olan müvekkilinin dava dışı eşinin de anasözleşme ile şirket müdürü olarak tayin edildiğini, daha sonra şirketteki %15 payını dava dışı Murat’a devrettiğini, birbirinin kardeşi olan diğer ortakların, müvekkilinin katılmadığı 17.02.2004 tarihli ortaklar kurulu kararı ile davalı şirketin adresinin değiştirildiğini ve eşinin müdürlükten azledildiğini, müvekkilinin şirkete alınmadığını ve şirketin mali durumu hakkında müvekkiline bilgi verilmediğini ileri sürerek, TTK’nın 549/4. maddesi uyarınca haklı nedenlerle davalı şirketin fesih ve tasfiyesini, bu talebin kabul edilmemesi halinde TTK’nın 551/2. maddesi uyarınca, müvekkilinin davalı şirketten çıkmasına izin verilmesini, müvekkilinin şirkete borç olarak verdiği ( 4.000.000.000 ) TL’nin ve çıkma payının müvekkiline verilmesini, 17.02.2004 tarihli ortaklar kurulu kararının iptalini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacı ile diğer ortaklar arasında güven ilişkisinin temelinden sarsıldığı ve birlik çalışmalarının kendilerinden beklenemeyeceği, ancak davalı şirketin feshini gerektirir bir durumun olmadığı, davacının tasfiye payının 31.10.2005 tarihi itibariyle ( -4.790,10 ) YTL olduğu, davalı şirketin esas sermayesinin tamamının karşılıksız kaldığı ve alacaklarının borçlarını karşılamaya yetmediği gerekçesiyle, davacının davalı şirketten çıkma isteminin kabulüne, yerinde bulunmayan ve kanıtlanamayan diğer istemlerinin reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Ancak dava, davalı şirketin haklı nedenlerle fesih ve tasfiyesi, bu mümkün olmazsa davacının davalı şirket ortaklığından çıkmasına izin verilmesi, ayrıca davalı şirkete borç olarak verilen paranın tahsili ve 17.02.2004 tarihli ortaklar kurulu kararının iptali istemine ilişkindir.

Dava konusu 17.02.2004 tarihli ortaklar kurulu toplantısında, dava dışı İsmail’in müdürlük görevine son verilip, şirketle ilgisinin kesilmesine, şirket adresinin de değiştirilmesine karar verilmiştir.

TTK’nın 513/1. maddesine göre, şirket anasözleşmesi ancak, sermayenin üçte ikisini temsil eden ortakların kararıyla değiştirilebilir. Burada ortak sayısının nazara alınmayacağı da tabiidir. Somut uyuşmazlıkta da, davalı şirket adresinin değiştirilmesinin bir anasözleşme değişikliği olduğu açıktır. Buna rağmen anılan ortaklar kurulu kararı, sermayenin %65’ini temsil eden ortaklarca alınmıştır. Bu durumda, şirket adresinin değiştirilmesi ile ilgili ortaklar kurulu kararı yoklukla maluldür.

Yine, TTK’nın 543. maddesi yollamasıyla olaya uygulanması gereken aynı Yasa’nın 161. maddesi uyarınca, anasözleşmeyle atanmış bir müdür, haklı nedenlerle ve ortaklardan birinin talebi üzerine, ancak “mahkeme kararı ile” idare hak ve görevi tahdit veya nez olunabilir. Yasa’nın emredici nitelikteki bu hükmüne aykırı olan kararlar yok hükmündedir. Somut uyuşmazlıkta da, dava dışı İsmail, davalı şirket anasözleşmesinin 8. maddesi ile tayin edilmiş bir müdür olduğundan, İsmail’in müdürlük görevinden azline ilişkin dava konusu ortaklar kurulu kararı da yok hükmündedir.

Bu durum karşısında mahkemece, anılan ortaklar kurulu kararının yok hükmünde olduğunun tespitine karar verilmesi gerekirken, hiçbir gerekçe gösterilmeden, bu konudaki talebin yerinde bulunmadığı belirtilerek, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

3- Yine davacının taleplerinden birisi de, davalı şirkete borç olarak verilen paranın tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece görüşüne başvurulan bilirkişi raporlarında, bu hususta hiçbir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. Bu durum karşısında mahkemece, anılan talep yönünden, karar yerinde hiçbir gerekçe gösterilmeden, bu konudaki talebin kanıtlanamadığı belirtilerek, yazılı şekilde hüküm kurulması dahi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, kararın davacı yararına (BOZULMASINA ), ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 21.04.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SIRA CETVELİNE İTİRAZ YOLUYLA DİĞER ALACAKLILARIN ÖDEME EMRİNİN USULSÜZ TEBLİĞ EDİLDİĞİNİ İLERİ SÜRME HAKKI BULUNMAMAKTADIR.

T.C.

YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

Esas: 1997/19-842
Karar: 1997/1065
Karar Tarihi: 17.12.1997

Dava: Taraflar arasındaki “sıra cetveline itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Şişli 1. İcra Tetkik Merciince davanın reddine dair verilen 26.11.1996 gün ve 1996/1083-1008 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine;

Yargıtay 19. Hukuk Dairesi’nin 15.5.1997 gün ve 1997/3091-4989 sayılı ilâmı:

(… Davacı vekili, borçluya ait menkul malların satışından sonra düzenlenen sıra cetvelinde satış bedelinin garameten paylaştırılmasına karar verildiğini, sıra cetvelinin Usul ve Yasa’ya aykırı olduğunu, müvekkilinin, 1. sırada yer alması gerektiğini, borçluya ödeme emri tebliği usulsüz olduğundan davalının takibinin kesinleşmediğini, bu nedenle garameten pay alamayacağını ileri sürerek sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mercii Hakimliğince ödeme emrinin tebliğinin usulsüzlüğünü takip borçlusu dışında bir kimsenin talep edemeyeceği gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı alacaklı, sıra cetvelinde haciz tarihine göre pay ayrılan davalı alacaklının takip dosyasından borçluya ödeme emri tebliğinin Tebligat Kanununa aykırı olduğunu, takip kesinleşmeden konulan haczin geçersiz olduğunu, bu nedenle pay ayrılmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Davacının, davalının takip dosyasındaki işlemlerden dolayı takibinin tarafı olmadığından kural olarak şikayet ve itiraz hakkı bulunmamaktadır. Ancak sıra cetveli düzenlendikten sonra bu dosyadan takip hukuku hükümlerine aykırı işlemlerden dolayı şikayet ve itiraz hakkı vardır. Davalının takip dosyasından çıkarılan ödeme emri borçluya Tebligat Kanununun 21. maddesi uyarınca tebliğ edilmiştir. Anılan yasa hükmüne göre yapılacak tebligatta, tebligat evrakının maddece gösterilen görevlilere teslim edilmesiyle birlikte, tesellüme dair ihbarnamenin muhatabın binasının kapısına yapıştırılması ve keyfiyetin en yakın komşularından birine haber verilmesi gerekmektedir. Borçluya yapılan tebligatta ihbarnamenin muhatabının kapısına yapıştırıldığına dair bir meşruhat bulunmadığından ödeme emri tebliği geçerli değildir. Alacaklı Vatan Otomotiv A.Ş.nin takibi kesinleşmemiştir. Davacı alacaklının 1.10.1996 tarihinde uyguladığı ihtiyati haciz 4.10.1996 tarihinde ödeme emri tebliğ ile itiraz süresi sonunda kesin hacze dönüştüğünden, davalı alacaklının 3.10.1996 tarihinde uyguladığı ihtiyati haciz kesin hacze dönüşmediğinden, satış bedeli İİK.nun 268. Maddesi uyarınca garameten paylaştırılamaz. İhtiyati haczi ve kesin haczi önce olan davacı alacaklıya öncelik tanınması gerekir. Mercii hakimliğince bu yönler gözetilerek sıra cetvelinin iptaline karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle şikayetin reddedilmesinde isabet görülmemiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Karar: Dava, hukuksal nitelikçe sıra cetveline itirazdır.

Davacı vekili borçluya ait menkul malların satışından sonra düzenlenen sıra cetvelinde satış bedelinin garameten paylaştırılmasına karar verildiğini, davalının borçlu aleyhine giriştiği icra takibinin, borçluya yapılan ödeme emri tebliğinin usulsüz olması nedeniyle kesinleşmediğinin ve müvekkilinin birinci sırada yer alması gerektiğinden sıra cetvelinin yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Tetkik mercii ödeme emri tebliğinin usulsüzlüğünün takip borçlusu dışında bir kimsenin ileri süremeyeceği gerekçesiyle şikayetin reddine karar vermiştir.

Sıra cetveli düzenlendikten sonra hakkı ihlal olunanların diğer alacaklıların yaptıkları takiplerle ilgili, takip hukukuna aykırı işlemlerden dolayı şikayet ve itiraz hakları vardır. Ancak davalı alacaklının giriştiği takip sırasında yapılan ödeme emrini borçlunun öğrendiği bu dosyada yapılan mal beyanı ve muvafakat ile bellidir. Yapılan ödeme emri tebliği Tebligat Kanunu’nun 21. maddesine uygun değilse de aynı yasanın 32. maddesi usulüne aykırı yapılmış tebligatın muhatapça öğrenilmesi halinde geçerli olduğunu öngörmüştür. Somut olayda usulsüz tebligat, 4.10.1996 tarihinde yapılmış ve tebligatı öğrenen borçlu usulsüzlük konusunda bir şikayet ve itirazda bulunmamıştır. O nedenle buna bağlı olarak bu tebligatın usulsüzlüğü takibin tarafı olmayan diğer alacaklı davacı tarafından ileri sürülemez. Bu itibarla davalı giriştiği takibin kesinleşme tarihi ile aynı güne geldiğinden icra müdürlüğünce satış bedelinin taraflara garameten paylaştırılması yolundaki işlemi yasaya uygundur.

Bu nedenlerle usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.

Sonuç: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle (ONANMASINA), 17.12.1997 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Davalı alacaklı tarafından yapılan takipte ödeme emrine ilişkin tebligat evrakının, borçlu adreste bulunmadığından Tebligat Kanunu’nun 21. maddesi gereğince mahalle muhtarına bırakıldığı ancak tebliğ mazbatasında, tebliğ evrakının muhtara bırakıldığına ilişkin ihbarnamenin muhatabın kapısına yapıştırıldığına dair meşruhat bulunmadığından, tebligatın 7201 sayılı Tebligat Kanunun 21 ve tüzüğün 28. maddesine göre usulüne uygun yapılmadığı hususunda uyuşmazlık yoktur.

Yerel mahkeme ile Dairemiz arasındaki uyuşmazlık, sıra cetveline kayıtlı bir alacaklının (davacının) diğer alacaklının (davalının) yaptığı takipte ödeme emrinin borçluya usulsüz tebliğ edildiğini ileri sürerek şikayet yoluyla sıra cetveline itiraz edip edemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

İcra Hukukunda, kural olarak, şikayet hakkı takibin taraflarına aittir. Ancak İİK.nun 142. maddesinin son fıkrası hükmüyle bu kurala bir istisna getirilmiştir. İİK’nun 142. maddesinin son fıkrası aynen “Ancak itiraz alacağın esas ve miktarına taalluk etmeyip yalnız sıraya dairse şikayet yoluyla tetkik merciine arz olunur”, hükmü yer almaktadır. Başka bir anlatımla, satış bedeli borçları ödemeye yetmez ve sıra cetveli düzenlenirse, alacaklılar, diğer alacaklıların icra dosyalarındaki takip hukukuna aykırı işlemlerin kendi sırasına etkili olduğunu ileri sürerek sıra cetveline itiraz edebilir.

Ödeme emrinin tebliği; takibin kesinleşmesi, haciz hakkının doğup doğmadığı ve sonuç olarak satış bedelinin paylaştırılmasına dair sıra cetvelinin düzenlenmesiyle doğrudan ilgili olduğundan, davacı alacaklının tebligatın yasaya uygun bulunmadığını, yani usulsüzlüğünü ileri sürerek sır cetveline karşı itirazı mümkündür.

Yargıtay’ın süregelen uygulaması da bu yöndedir.

Somut olayda davacı alacaklının 1.10.1996 tarihinde uyguladığı ihtiyati haciz 4.10.1996 tarihinde ödeme emrinin tebliği ve kambiyo yoluyla takip için öngörülen 5 günlük yasal itiraz süresi sonunda 9.10.1996 kesin hacze dönüşmüş, ancak davalı alacaklının 3.10.1996 tarihinde uyguladığı ihtiyati haciz, ödeme emri tebligatındaki usulsüzlük nedeniyle anılan tarihte henüz kesin hacze dönüşmemiştir.

Öte yandan borçlunun usulsüz tebligatın yapıldığı 4.10.1996 tarihinde ödem emrine ıttıla kespettiğine ilişkin dosyada hiç bir bilgi ve belgede yoktur. Bu durumda Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi gereğince borçlunun ödeme emrini tebligat tarihinde öğrendiğinin ve bu nedenle tebligatın geçerli olduğunun kabulü de olanaksızdır.

Sonuç olarak, ihtiyati haczi ve kesin haczi önce olan davacının alacağını öncelikle alması gerektiğinden, satış bedelinin İİK.nun 268. maddesi gereğince garameten paylaştırılmasına ilişkin sıra cetveli doğru olmadığı için, yerel mahkeme kararının bozulması düşüncesindeyim. Bu nedenle sayın çoğunluğun aksine görüşüne katılamıyorum.

KISMİ EDA KÜLLİ TESPİT TALEPLİ BELİRSİZ ALACAK DAVASI- TALEP ARTIRIMINA KARŞI YAPILAN ZAMANAŞIMI DEF’İ HUKUKİ SONUÇ DOĞURMAZ.

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS: 2015/26828
KARAR:2018/22139

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar avukatlarınca istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili; müvekkilinin davalı işyerinde 02/03/2009-13/05/2011 tarihleri arasında lojistik ve idari işler direktörü olarak çalıştığını, net 5.000,00 TL ücretinin olduğunu, bordroda yarısının gösterilip bankadan ödendiğini diğer yarısının elden ödendiğini, ayrıca prim, asgari geçim indirimi, servis ve bir öğün yemek verildiğini, iş akdinin haklı ve geçerli neden olmaksızın feshedilmesi üzerine Bakırköy 1. İş Mahkemesinin 2011/373 E. sayılı dosyası ile dava açıldığını, işe iadesine karar verildiğini ve verilen kararın onanarak kesinleştiğini, 12.06.2013 tarihli ihtarname ile işe iade talebinde bulunulduğunu, davalının 21.06.2013 tarihli ihtarname ile işe başlama istemini kabul ettiğini, deponun …’e taşındığını ve davacının burada işe başlamasının istendiğini, 02.07.2013 tarihli ihtarname ile mahkeme kararına uygun davet olmadığının, iş koşullarında esaslı değişiklik olduğunun ve davetin samimi olmadığının belirtilerek alacakların ödenmesinin talep edildiğini, davalının 18.07.2013 tarihli ihtarname ile aynı hususları yinelediğini, davacının işten çıkartılmadan önce davalının Küçükköy’deki işyerinde çalıştığını ve … ile burası arasında 50 km mesafenin olduğunu, ulaşım bakımından elverişsiz olup gidip gelmenin 3 saatten fazla sürdüğünü, işten çıkartılırken kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin ücreti ve prim adı altında bir kısım ödeme yapıldığını ancak fazla çalışma ücreti, bayram ve genel tatil ücretinin ödenmediğini, 2008 yılından itibaren işyerinde hafta içi 08:00-18:00 saatleri arasında çalışıldığını, haftasonu çalışılmadığını, yarım saat öğle molasının olduğunu, ancak depoya mal geldiğinde yada gönderildiğinde iş bitmeden ayrılmasının mümkün olmadığını, çoğu zaman haftada 2-3 gün saat 21:00-22:00’ye kadar çalışmanın olduğunu, ulusal bayramlarda da çalışıldığını, fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini, yıllık izin ücretinin ise eksik ödendiğini iddia ederek, fark kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti, boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatı alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:Davalı vekili, zamanaşımı def’inde bulunduklarını, davacının işe iade başvurusunun kabul edildiğini ancak davacının davete icabet etmediğini, davacının depo elemanı olarak çalıştığını, işe iade davası sürecinde deponun Yassıören Mah. … Cd. No:90 Arnavutköy adresine taşındığını, nakilden sonra Küçükköy’de depo kalmadığını, şirkete ait tek deponun Arnavutköy’de bulunduğunu, davacının iş tanımında ve ücretinde esaslı değişikliğin olmadığını, işe iade davetinin kabul edilmemesinin davacının talebinin iyi niyetli olmadığını gösterdiğini, yapılan tüm mesailerinin karşılığının ödendiğini, maaşının tamamının eksiksiz olarak bordroda göründüğü şekli ile bankadan ödendiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz: Kararı yasal süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta dava açılış şekli itibariyle kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davasıdır. Davacının yaptığı ıslah olmayıp, talep artırımı ile alacağın belirli hale getirilmesidir. Belirsiz alacak davasının bütün türlerinde dava açılmakla zamanaşımı kesilir. Talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’i hukuki sonuç doğurmaz.

Bu nedenle talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’inin dikkate alınmaması gerekirken hukukî değer taşımayan zamanaşımına def’ine göre karar verilmesi isabetsizdir.

3-Dosyadaki bilgi ve belgelerden, kesinleşen işe iade kararı sonrası davacının süresi içerisinde işverene müraacatı üzerine işveren tarafından Arnavutköy’deki yeni depo adresinde işe başlamasının istenildiği, davacının daha önce çalıştığı ve iş akdinin feshedildiği işyeri adresinin Küçükköy Gaziosmanpaşa’da olduğu, davacının da bu nedenle işverenin davetinin samimi olmadığı ve iş koşullarında esaslı değişiklik yapıldığı gerekçesiyle yasal haklarını talep ettiği anlaşılmaktadır.

İşveren tarafından yeni çalışma yeri olarak bildirilen Arnavutköy adresinin davacının önceki çalıştığı adrese ve ikamet adresine çok uzak bir adres olması nedeniyle işyeri çalışma şartlarında esaslı değişiklik olduğundan, davacının işe başlatmama tazminatı talebinin kabulü yerine yazılı gerekçeyle reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 03/12/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İHBAR OLUNAN HAKKINDA HÜKÜM KURULMASI HALİNDE KARAR TEMYİZ EDEBİLİR

T.C

YARGITAY

4.Hukuk Dairesi

2018/1376 E.

2018/6286 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ  :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacılar-karşı davalılar … ve … (kendi adlarına asaleten … adına velayeten) vekili Avukat … tarafından, davalılar-karşı davacılar … ve … aleyhine, esas dava 07/04/2010, karşı dava 05/05/2010 günlerinde verilen dilekçeler ile trafik kazasından kaynaklanan yaralanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; asıl davanın kısmen kabulüne, karşı davanın reddine dair verilen 22/06/2016 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacılar vekili, davalılar vekili ve ihbar olunan vekili tarafından süresi içinde istenilmekle tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan yaralanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, asıl davanın kısmen kabulüne karşı davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili, davalılar-karşı davacılar vekili ile ihbar olunan … Sigorta A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar vekili, 27/07/2008 tarihinde davalı …’ın maliki, diğer davalı …’ın sürücüsü olduğu aracın müvekkilleri … ve …’in müşterek çocukları …’e çarparak yaralanmasına neden olduğunu, yaralanma neticesinde müvekkil çocuğun hayati tehlike geçirdiğini, yoğun bakımda kaldığını, desteksiz yürüyemediğini, konuşmasında sorunlar yaşadığını, fizik tedavisinin devam ettiğini, müvekkil anne ve babasının tedavi ve ulaşım masrafları yaptığını belirterek uğranılan maddi ve manevi zararın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir.

Davalılar vekili, müvekkillerinin kazadan sonra davacılara 20.500,000 TL nakit para ödediklerini, aracın zorunlu trafik sigortasını yapan sigorta şirketinin de davacılara ödeme yaptığını, müvekkillerinin kusurunun bulunmadığını belirterek, asıl davanın reddini savunmuş; kaza nedeniyle maddi ve manevi zarara uğradıklarından bahisle de karşı davalarının kabulünü talep etmiştir.

Mahkemece, dosya kapsamında alınan bilirkişi raporları doğrultusunda asıl davanın kısmen kabulüne, şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle karşı davanın reddine karar verilmiştir.

1) İhbar olunan … Sigorta A.Ş.’nin temyiz itirazının incelenmesinde;

Mahkemece, 30.03.2011 tarih ve 2011/1211 muhabere sayılı ihbar dilekçesi ile davanın … Sigorta A.Ş.’ye ihbar edildiği, sigorta şirketinin ihbar olunan sıfatıyla dosyaya beyanda bulunduğu ve davada ihbar olunan sıfatı bulunan … Sigorta A.Ş. hakkında hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır. İhbar olunan sıfatını taşıyan ve hakkında hüküm kurulan … Sigorta A.Ş’nin kararı temyiz etmekte hukuki yararı bulunmakla; mahkemece, dava kendisine ihbar olunanın kararda tazminatla sorumlu tutulması doğru bulunmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

2) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre asıl dava davalıları-karşı dava davacıları olan … ve …’ın karşı davaya ilişkin tüm, tarafların asıl davaya yönelik aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

3-a) Davacıların temyiz itirazlarına gelince;

Mahkemece, bilirkişi raporuyla hesaplanan maluliyet zararından dava açılmadan önce davalı tarafın davacılara yaptığı ödeme ile ihbar olunan… Sigorta A.Ş. tarafından ödenen tedavi giderlerinin rapor tarihindeki verilere göre güncelleşmiş miktarlarının mahsup edildiği anlaşılmaktadır. İhbar olunan… Sigorta A.Ş. tarafından davacılara yapılan ödemenin tedavi gideri olduğu ve bu miktarın hesaplanan maluliyet tazminat miktarından mahsup edilemeyeceği gözetilmeden hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bozulması gerekmiştir.

  1. b) Davacılar tarafından dava ve ıslah dilekçelerinde iyileştirme gideri adı altındaki istemlerinin 18/01/2016 havale tarihli bilirkişi heyet raporunda 2.572,26 TL olduğu tespit edilmesine rağmen, mahkemece bu istemin hüküm altına alınması gerektiği halde bu hususun eksik bırakılmış olması doğru görülmemiş ve kararın bozulması gerekmiştir.
  2. c) Borçlar Kanunu’nun 47. (TBK/56) maddesi hükmüne göre hakimin özel halleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği bir para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mal varlığı hukukuna ilişkin bir zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22/06/1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Davaya konu olayda; olayın oluş şekli, maluliyet derecesi ve yukarıdaki ilkeler dikkate alındığında davacılardan küçük … yararına hükmedilen manevi tazminat miktarı az olmuştur, daha üst düzeyde tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmiştir.

  1. d) Asıl dava davalıları … ve …’ın asıl davaya yönelik diğer temyiz itirazlarına gelince;

Karar gününde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 13. maddesi gereğince, tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin İkinci Kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. Ancak hükmedilen ücret kabul veya reddedilen miktarı geçemez.

Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 10. maddesi gereğince manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez.

Şu durumda, asıl dava kısmen reddedildiğine göre Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 13. ve 10. maddesi uyarınca, kendisini vekille temsil ettirmiş olan davalılar yararına reddedilen maddi ve manevi tazminat davaları için ayrı ayrı olmak üzere toplam altı adet vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, maddi ve manevi tazminat taleplerinin toplam miktarları üzerinden davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (3/a-b-c) numaralı bentlerde gösterilen nedenlerle davacılar yararına, (3/d) numaralı bentte açıklanan nedenlerle asıl dava davalıları yararına, (1) numaralı bentte gösterilen nedenlerle ihbar olunan … Sigorta A.Ş. yararına BOZULMASINA, asıl dava davalıları-karşı dava davacıları olan … ve …’ın karşı davaya ilişkin tüm, tarafların asıl davaya yönelik diğer temyiz itirazlarının (2) numaralı bentte gösterilen nedenlerle reddine ve temyiz eden taraflardan peşin alınan harçların istekleri halinde geri verilmesine 17/10/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

DAVANIN AÇILMASINDA KUSURU BULUNMAYAN TARAF İLK CELSEDE TALEP SONUCUNUN KABUL EDİLMESİ DURUMUNDA YARGILAMA GİDERLERLERİNE MAHKUM EDİLEMEYECEĞİ

T.C

YARGITAY

8.Hukuk Dairesi

ESAS: 2018/13818

KARAR: 2018/19057

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Aile Mahkemesi

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün davalı … tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR

Dava dilekçesinde, davacı …’ın nüfus kaydındaki babası olan davalı … üzerindeki soybağının reddi istenilmiştir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı … tarafından yargılama giderleri ile vekalet ücreti yönünden temyiz edilmiştir.

Dava, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 286. madde kapsamında çocuk adına kayyım tarafından açılan soybağının reddi istemine ilişkindir.

6100 sayılı HMK’nin 326. maddesinde, “Kanunda yazılı haller dışında, yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği; 312/2. maddesinde davalı, davanın açılmasına kendi hal ve davranışı ile sebebiyet vermemiş ve yargılamanın ilk duruşmasında da davacının talep sonucunu kabul etmiş ise yargılama giderlerini ödemeye mahkum edilemeyeceği hükme bağlanmıştır.

Kural olarak bir davada, haksız çıkan tarafın yargılama giderleriyle yükümlü bulunması asıldır. Ancak 6100 sayılı HMK 312/2 maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde davayı kaybeden taraf, yargılama giderleri ile sorumlu tutulamaz. HMK 312/2 (eski HUMK 94/2) maddesi hükmüne göre davalının yargılama gideri ve avukatlık ücreti ile sorumlu tutulmamasının koşulları; davanın açılmasına kendi hal ve davranışıyla sebebiyet vermemiş ve yargılamanın ilk duruşmasında da davacının talep sonucunu kabul etmiş olmasına bağlıdır. Bu iki koşulun bir arada gerçekleşmiş olması gerekir.

HMK’nin 323. maddesine göre, karar ve ilam harcı, vekalet ücreti, tebligat ve keşif giderleri yargılama giderlerindendir.

Dosya kapsamından, soybağının reddi istenilen küçük Emre, dava dilekçesinde belirtildiği üzere anne ile davalı babanın fiilen ayrı oldukları ve annenin biyolojik baba olduğu açıklanan Harun Kanal ile evlilik dışı ilişkisinden dünyaya geldiği ve anne tarafından çocuğun baba hanesine tescilinin sağlandığı, anlatılan bu olaylarda davalı …’e atfedilecek bir kusurun bulunmadığı gibi ilk duruşmada davayı kabul ettiğine göre, artık 6100 sayılı HMK 312/2 maddesi gereği yargılama giderleri ve vekalet ücretinden sorumlu tutulamayacağından; davalı …’in HMK’nin 323. maddesinde sayılan giderlerden, sorumlu tutulması doğru bulunmamış ise de bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden kararın düzeltilerek onanması uygun görülmüştür (HUMK mad. 438/7).

SONUÇ: Temyiz olunan hükmün yukarıda yukarıda açıklanan sebeplerle hüküm fıkrasının 3 ve 4. paragraflarının metinden çıkartılarak onların yerine “3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına” ibaresinin eklenmesine ve 5 nolu bende 4 numara, 6 nolu bende de 5 numara verilmek suretiyle HUMK’un 438/7 (HMK’mad. 370/2) maddesi gereğince hükmün (6100 sayılı Kanuna 31.03.2011 tarih 6217 sayılı Kanunla eklenen Geçici 3. maddeye göre) düzeltilerek ONANMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 22.11.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

BONODA YER ALAN MALEN KAYDI TARAFLARIN İSTİCVABI TASARRUFUN İPTALİ

T.C.
Yargıtay
17. Hukuk Dairesi

Esas No:2014/6674
Karar No:2015/6057
K. Tarihi:21.4.2015

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalılar vekilince istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 21.04.2015 Salı günü davalılar … ve … vekili Av… geldi. Davacı ve diğer davalı tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davalılar vekili dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü.
-K A R A R-

Hükmüne uyulan Dairemizin bozma ilamında özetle;dava konusu taşınmazın davalı 3. kişi Düzgün’e yapılan satışta edimler arasında aşırı fark bulunmasına, İİK’nın 278/III-2. maddesinde edimler arasındaki aşırı farkın bağışlama hükmünde sayılıp yapılan tasarrufun iptale tabi olduğunun öngörülmesine, 3. kişiler tarafından taşınmazın tasarruf tarihindeki bilirkişilerce belirlenen gerçek değerinin ödendiğinin yasal ve inandırıcı delillerle kanıtlanamamasına,edimler arasında fahiş farkın bulunduğu hallerde 3. kişinin iyi niyet iddiasının dinlenemeyeceğine ve kararda yazılı diğer gerekçelere göre davalı ..’ün temyiz itirazlarının reddine, davalı …’ün temyiz itirazlarının incelenmesinde; davanın İİK.nun 277 ve devamı maddeleri uyarınca açılan tasarrufun iptali isteğine ilişkin olduğu,bir davada yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz bir biçimde toplanması için tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkün olduğu, asıl olan yargılamanın tarafların huzurunda yürütülmesi olmakla birlikte taraflar yargılamaya
katılmasalar bile mutlaka duruşma gününden haberdar edilmeleri gerektiği, HUMK’nun 73. maddesine (HMK 27) göre mahkeme tarafları dinlemeden iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun biçimde davet etmeden hükmünü veremeyeceği, 7201 sayılı tebligat yasasının 39. maddesine göre de davada aralarında menfaat çatışması bulunan kişilere muhatap namına tebligat yapılamayacağı, somut olayda dava dilekçesinin davalı …’e borçlunun ortağı olduğu şirket adresinde borçlu davalı …’ün eşine tebliğ edildiği, davada davalı …’ün iptale konu tasarruf işlemini yapan borçlu olup, üçüncü kişi davalı … ile aralarında menfaat çatışması bulunduğu, yargılamanın davalının yokluğunda devam ettirilip sonuçlandırıldığı, gerekçeli kararın ise davalı borçlu..’ın eşine yine dava dilekçesinin tebliğ edildiği adrese tebliğ edildiği, bu duruma göre HUMK’nun 73. maddesine (HMK 27) aykırı biçimde davalının savunma hakkının kısıtlandığı,bu nedenle davalı …’e dava dilekçesinin ve duruşma gününün usulüne uygun biçimde tebliği, savunmasına ilişkin delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken savunma hakkını kısıtlar şekilde eksik araştırma ve inceleme ile davanın kabulüne karar verilmiş olmasının doğru olmadığı gereğine değinilmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller ve bozma ilamı doğrultusunda dava konusu taşınmazın tapudaki satış bedeli ile bilirkişi tarafından belirlenen gerçek değeri arasında misli fark bulunması nedeniyle dava konusu tasarrufların İİK 278/3-2 madde gereğince iptale tabi olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş;hüküm davalılar … ile …, … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava İİK 277 ve devamı maddeleri gereğince açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.
1-Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına, davalı borçlu ile 3.kişi … arasında ticari ilişki bulunması ve dava konusu taşınmazın tapudaki satış bedeli ile bilirkişi tarafından belirlenen rayiç değeri arasında misli fark bulunması nedeniyle dava konusu 12.6.2009 tarihli tasarrufun İİK’nun 278/3-2, 280/1 maddeler gereğince; davalı 4.kişi ..’ün borçlunun kardeşi olması nedeniyle borçlunun durumunu ve amacını bilebilecek kişilerden olması nedeniyle dava konusu 9.10.2009 tarihli tasarrufların İİK 280/1 madde gereğince iptale tabi bulunmasına göre davalılar davalılar … ile …, … vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazların reddi gerekmiştir.
2-Tasarrufun iptali davasının dinlenebilmesi için iptali istenen tasarrufun takip konusu borçtan sonra yapılmış olması gereklidir. Anılan husus dava koşulu olduğundan mahkemece varlığı res’en incelenmelidir. Somut olayda davacının takip konusu alacağı 10.10.2009 tanzim 15.8.2010 vadeli 140.000 TL meblağlı malen kaydını içeren bonoya dayalıdır. Dava konusu tasarruflar ise 12.6.2009 ve 9.10.2009 tarihinde yapıldığından takip konusu borçtan önce yapıldığı görülmektedir. Ancak uygulamada alacak- borç ilişkisi daha önce başlamasına rağmen alacak için düzenlenen bono veya çek gibi kıymetli evraka sonraki tarihlerin atıldığı sıklıkla görülmektedir. Bu nedenle davacı alacaklı, borcun doğumunun takip dayanağı bonoların veya çeklerin keşide tarihinden önce gerçekleştiğini ileri sürerse mahkemece alacaklıya bu konuda kanıt sunma olanağı verilmeli, gerekirse davacı alacaklı ile borçlu isticvap edilerek senedin düzenlenmesine neden olan temel ilişki sorulmalı, gerektiğinde davacı ile borçlunun ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak borcun gerçek doğum tarihi tespit edilerek koşulun gerçekleşip gerçekleşmediği saptanmalıdır. O halde mahkemece, davacı vekiline takip konusu borcun doğumuna ilişkin temel ilişki konusunda delillerini sunması için süre verilmesi, sunduğu delillerin toplanması, takip konusu bono malen kaydını içerdiğinden davacı ve davalı borçlunun ticari defter ve kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılması, gerektiğinde davacı ve borçlunun isticvabı ile borcun doğumunun tespiti; belirlenecek tarih yani borcun doğumu iptali istenen tasarruftan sonra ise davanın ön şart yokluğundan reddine, aksi takdirde yani borcun, iptali istenen tasarruftan önce doğduğunun belirlenmesi halinde ise şimdiki gibi dava konusu tasarrufların İİK’nun 278/3-2 ve 280/1 maddeler gereğince iptaline karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı hüküm tesisi isabetli görülmemiştir.
..
SONUÇ:Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalılar … ile …, … vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün adı geçen davalılar yararına BOZULMASINA, 1.100,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davalılar … ve …’e verilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalılara geri verilmesine 21.4.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TMSF ALACAKLARINA İCRA VE İFLAS KANUNU 106 VE 110 UNCU MADDE HÜKÜMLERİ UYGULANIR

T.C.
YARGITAY
23. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2013/2341
KARAR NO : 2013/3455

Taraflar arasındaki sıra cetveline şikayetin yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı asıl ve birleşen şikayetin reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde şikâyetçi Seval K. vekili ile şikâyet olunan Akdeniz Belediye Başkanlığı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.-

KARAR: Asıl dosya şikâyetçisi Seval K. vekili borçluya ait taşınmaz hissesinin satışından sonra düzenlenen sıra cetvelinde kendilerine pay ayrılan kurumların alacaklarının, taşınmazın aynından kaynaklanan alacakların satış aşamasında ödenmiş olması nedeniyle imtiyazlı olmadığını, vergi alacaklarının borçlunun ortağı olduğu şirketin borçlarından oluştuğunu ve ortağın mal varlığına haciz konulmasının yasaya aykırı olduğunu, işçi alacaklısı olan müvekkilinin alacağının imtiyazının dikkate alınmadığını ileri sürerek sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.Birleşen dosya şikâyetçisi TMSF vekili müvekkilinin Mersin 7. İcra Müdürlüğü’nün 2001/1417 ve Mersin 8. İcra Müdürlüğü’nün 2011/3510 sayılı takip dosyalarının alacaklısı olduğunu, vergi dairesi alacaklarının taşınmazın aynından kaynaklanmadığını ve şirketin vergi borcu için ortağın mal varlığına konulan haczin yasaya uygun bulunmadığını, müvekkilinin alacağından dolayı konulan haczin 05.03.1999 tarihli olup,vergi alacakları için konulan hacizlerden önce olduğunu, TMSF alacaklarının takip ve tahsilinde 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerinin uygulanması gerektiğini, bu itibarla paranın müvekkilinin alacaklı olduğu iki dosya arasında garameten paylaştırılmasını sağlayacak şekilde sıra cetveli düzenlenmesini teminen mevcut sıra cetvelinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Şikâyet olunanlar şikâyetin reddi gerektiğini savunmuşlardır.

İcra Mahkemesi’nce iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, şikâyetçi Seval Kocacan’ın şikâyetinin kendisinden önceki kamu hacizlerine iştirak edemeyeceği gerekçesiyle reddine, şikâyetçi TMSF’nin şikâyetinin haciz tarihlerinin önceliğine ve satış tarihinde ayakta bulunduklarının anlaşılmasına göre kabulüne karar verilmiştir.Kararı, şikâyetçi Seval Kocacan vekili ile şikâyet olunan Akdeniz Belediye Başkanlığı vekili temyiz etmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre,şikâyetçi Seval Kocacan vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2- Diğer temyiz itirazlarına gelince;Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu devraldığı alacaklar hakkında derdest bulunan dava ve takiplere devam edebileceği gibi bunlardan feragati tazammun etmemek üzere, dava ve takiplerden vazgeçerek, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre de tahsilât yapabilir (4389 s. Bankalar Kanunu, m. 15/3).Somut olayda Fon derdest bulunan icra takibinden vazgeçmediğine göre, İcra ve İflas Kanunu’nun 106 ve 110 uncu maddelerindeki hükümlerin uygulanacağı tabiidir.
Bu durumda mahkemece Fon’un alacaklı olduğu dosyalardan konulan hacizlerin ayakta olup olmadığına bakılmak ve şikâyet olunan vergi dairelerince konulan hacizlere yönelik şikâyetler bakımından 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un mükerrer 35 ve Vergi Usul Kanunu’nun 10 uncu maddeleri yönünden değerlendirme yapmak gerekirken, hatalı değerlendirme ve eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) sayılı bentte açıklanan nedenlerle, şikâyetçi Seval Kocacan vekilinin diğer temyiz itirazlarının İcra ve İflas Kanunu’nun 366 ncı maddesi uyarınca reddine, (2) sayılı bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harçların istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 24.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞVEREN TARAFINDAN BANKAYA İBRAZ EDİLMEK ÜZERE DÜZENLENEN BELGEDE İŞVEREN KENDİ MUVAZAASINA DAYANAMAYACAĞI

T.C

YARGITAY

22.Hukuk Dairesi

2016/1094 E.

2018/25381 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ      :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

DAVA TÜRÜ      : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin işverence haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile ödenmediğini iddia ettiği bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davacıya 6.618,28 TL kıdem tazminatı, 1.147,70 TL ihbar tazminatı ile her türlü alacağının ödendiğini, davalı şirketin ibra edildiğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, yapılan yargılamaya ve toplanan delillere dayanılarak davanın reddine karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:

1- Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2- Taraflar arasında davacının aylık ücretinin miktarı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32. maddesinin ilk fıkrasında, genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.

Ücret kural olarak dönemsel (periyodik) bir ödemedir. Kanunun kabul ettiği sınırlar içinde tarafların sözleşme ile tespit ettiği belirli ve sabit aralıklı zaman dilimlerine, dönemlere uyularak ödenmelidir. Yukarıda değinilen Yasa maddesinde bu süre en çok bir ay olarak belirtilmiştir.

İş sözleşmesinin tarafları, asgarî ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler. İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemiş olması, taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda dahi ücret, Borçlar Kanunu’nun 323. maddesinin ikinci fıkrasına göre tespit olunmalıdır. İş sözleşmesinde ücretin kararlaştırılmadığı hallerde ücretin miktarı, işçinin kişisel özellikleri, işyerindeki ya da meslekteki kıdemi, meslek unvanı, yapılan işin niteliği, iş sözleşmesinin türü, işyerinin özellikleri, emsal işçilere o işyerinde ya da başka işyerlerinde ödenen ücretler, örf ve adetler göz önünde tutularak belirlenir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 401. maddesinde de, işverenin işçiye sözleşmede veya toplu iş sözleşmesinde belirlenen; sözleşmede hüküm bulunmayan hallerde ise asgari ücretten az olmamak kaydıyla emsal ücreti ödemekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir.

4857 sayılı Yasanın 8. maddesinde, işçi ile işveren arasında yazılı iş sözleşmesi yapılmayan hallerde en geç iki ay içinde işçiye çalışma koşullarını, temel ücret ve varsa eklerini, ücret ödeme zamanını belirten bir belgenin verilmesi zorunlu tutulmuştur. Aynı yasanın 37. maddesinde, işçi ücretlerinin işyerinde ödenmesi ya da banka hesabına yatırılması hallerinde, ücret hesap pusulası türünde bir belgenin işçiye verilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. Usulünce düzenlenmiş olan bu tür belgeler, işçinin ücreti noktasında işverenden sadır olan yazılı delil niteliğindedir. Kişi kendi muvazaasına dayanamayacağından, belgenin muvazaalı biçimde işçinin isteği üzerine verildiği iddiası işverence ileri sürülemez. Ancak böyle bir husus ileri sürülsün ya da sürülmesin, muvazaa olgusu mahkemece re’sen araştırılmalıdır. (Yargıtay 9.HD. 23.9.2008 gün 2007/27217 esas, 2008/24515 karar).

Somut uyuşmazlıkta davacı işçi, işyerinde fabrika üretim müdürü olarak çalıştığını ve son ücretinin aylık net 4.250,00 TL olduğunu, bunun asgari ücret haricindeki kısmının elden ödendiğini ileri sürerken; davalı yan, davacının asgari ücret karşılığı çalıştığını savunmuştur. Dosya kapsamındaki bilirkişi raporunda ücret bordrolarında yer alan ücret tahakkukları esas alınarak davacının asgari ücretle çalıştığı kabul edilmiştir. Mahkemece emsal ücret araştırması yapılmamış, davacının ücreti ile ilgili olarak taraf tanıkları bu hususta bilgilerinin bulunmadığını belirtmekle birlikte davalı tanığı davacının aldığı ücret miktarının aylık net 4.250,00 TL olduğunu davacıdan duyduğunu beyan etmiştir. Diğer taraftan, davacının isteği üzerine davalı işverenlik tarafından bankaya ibraz edilmek üzere düzenlenen belgede, davacının aylık net 4.250,00 TL ücretle çalıştığının belirtildiği görülmektedir. Davacının yaptığı işin niteliği, işyerindeki pozisyonu, davalı tanık anlatımı ve anılan banka yazısı birlikte değerlendirildiğinde, davacı aylık ücret miktarına yönelik iddiasının dosya kapsamı itibariyle doğrulandığı anlaşılmaktadır.

3- Davalı tarafından dosyaya sunulan ibranamelere değer verilip verilemeyeceği konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Türk Hukukunda ibra sözleşmesi 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda düzenlenmiş olup, 132. maddesinde “Borcu doğuran işlem kanunen veya taraflarca belli bir şekle bağlı tutulmuş olsa bile borç, tarafların şekle bağlı olmaksızın yapacakları ibra sözleşmesiyle tamamen veya kısmen ortadan kaldırılabilir” şeklinde kurala yer verilmiştir.

İş ilişkisinde borcun ibra yoluyla sona ermesi ise 6098 sayılı Kanun’un 420. maddesinde öngörülmüştür. Sözü edilen hükme göre, işçinin işverenden alacağına ilişkin ibra sözleşmesinin yazılı olması, ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür. Hakkın gerçek tutarda ödendiğini ihtiva etmeyen ibra sözleşmeleri veya ibra beyanını muhtevi diğer ödeme belgeleri, içerdikleri miktarla sınırlı olarak makbuz hükmündedir. Bu hâlde dahi, ödemelerin banka aracılığıyla yapılmış olması gerekir.

6098 sayılı Kanun’da, işverence yapılacak olan ödemelerin banka yoluyla yapılması zorunluluğunun getirilmesi, ibranamenin geçerliliği noktasında sonuca etkilidir. Ancak banka dışı yollarla yapılan ödemelerde de borç ibra yerine tamamen veya kısmen ifa yoluyla sona ermiş olur. Söz konusu düzenleme, sadece işçinin alacaklı olduğu durumlar için işçi yararına kısıtlamalar öngörmektedir. İşverenin cezai şart ve eğitim gideri talep ettiği yine işçinin vermiş olduğu zararın tazminine dair uygulamalarda ve hatta sebepsiz zenginleşme hükümleri çerçevesinde işçinin işverene borçlu olduğu durumlarda, taraflar, herhangi bir sınırlamaya tabi olmaksızın işçinin borçlarını ibra yoluyla sona erdirebilirler.

6098 sayılı Kanun’un 420. maddesinin ikinci ve üçüncü fıkra hükümleri, destekten yoksun kalanlar ile işçinin diğer yakınlarının isteyebilecekleri tazminat ve alacaklar dâhil, hizmet sözleşmesinden doğan bütün haklar yönünden uygulanır.

6098 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra düzenlenen ibra sözleşmeleri için kanuni şartların varlığı aranmalıdır. Ancak 6098 sayılı Kanun’un yürürlükte olmadığı dönemde imzalanan ibranamenin geçerliliği sorunu, daha önce Yargıtay’ca kabul edilen ilkeler çerçevesinde değerlendirilmelidir. İbranamenin feshi izleyen bir aylık süre içinde düzenlenmesi ve ödemelerin banka kanalıyla yapılmamış oluşu 01.07.2012 tarihinden önce düzenlenen ibra sözleşmeleri için geçersizlik sonucu doğurmaz.

İşçi ve işveren arasında işverenin borçlarının sona erdirilmesine yönelik olarak ibra sözleşmeleri yönünden geçersizlik sorunu aşağıdaki ilkeler dahilinde değerlendirilmelidir:

a) İş ilişkisi devam ederken düzenlenen ibra sözleşmeleri geçersizdir. İşçi bu dönemde tamamen işverene bağımlı durumdadır ve iş güvencesi hükümlerine rağmen iş ilişkisinin devamını sağlamak veya bir kısım işçilik alacaklarına bir an önce kavuşabilmek için iradesi dışında ibra sözleşmesi imzalamaya yönelmesi mümkündür.

b) İbranamenin tarih içermemesi ve içeriğinden de fesih tarihinden sonra düzenlendiğinin açıkça anlaşılamaması durumunda ibranameye değer verilemez.

c) İbranamenin geçerli olup olmadığı 01.07.2012 tarihine kadar yürürlükte olan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun irade fesadını düzenleyen 23-31. maddeleri yönünden de değerlendirilmelidir. İbra sözleşmesi yapılırken taraflardan birinin esaslı hataya düşmesi, diğer tarafın veya üçüncü şahsın hile ya da korkutmasıyla karşılaşması halinde, ibra iradesinden söz edilemez.

Öte yandan mülga 818 sayılı Kanun’un 21. maddesinde sözü edilen aşırı yararlanma(gabin) ölçütünün de ibra sözleşmelerinin geçerliliği noktasında değerlendirilmesi gerekir. İbranamedeki irade fesadı hallerinin, Kanun’un 31. maddesinde öngörülen bir yıllık hak düşürücü süre içinde ileri sürülmesi gerekir Ancak, işe girerken alınan matbu nitelikteki ibranameler bakımından iş ilişkisinin devam ettiği süre içinde bir yıllık süre işlemez.

d) İbra sözleşmesi, varlığı tartışmasız olan bir borcun sona erdirilmesine dair bir yol olmakla, varlığı şüpheli ya da tartışmalı olan borçların ibra yoluyla sona ermesi mümkün değildir. Bu sebeple, işçinin hak kazanmadığı ileri sürülen bir borcun ibraya konu olması düşünülemez. Savunma ve işverenin diğer kayıtları ile çelişen ibra sözleşmelerinin geçersiz olduğu kabul edilmelidir.

e) Miktar içeren ibra sözleşmelerinde ise, alacağın tamamen ödenmiş olması durumunda borç ifa yoluyla sona ermiş olur. Buna karşın kısmi ödeme hallerinde, ibraya değer verilmemekte ve yapılan ödemenin makbuz hükmünde olduğu kabul edilmektedir. Miktar içeren ibranamenin çalışırken alınmış olması makbuz etkisini ortadan kaldırmaz.

f) Miktar içermeyen ibra sözleşmelerinde ise, geçerlilik sorunu titizlikle ele alınmalıdır. İrade fesadı denetimi yapılmalı ve somut olayın özelliklerine göre ibranamenin geçerliliği konusunda çözümler aranmalıdır. Fesihten sonra düzenlenen ve alacak kalemlerinin tek tek sayıldığı ibranamede, irade fesadı haller ileri sürülüp ispatlanmadığı sürece ibra iradesi geçerli sayılmalıdır.

g) Yine, işçinin ibranamede kanuni haklarını saklı tuttuğuna dair ihtirazi kayda yer vermesi ibra iradesinin bulunmadığını gösterir. İbranamede yer almayan işçilik alacakları bakımından, borcun sona erdiği söylenemez. İbranamede yer alan işçilik alacaklarının bir kısmı yönünden savunma ile çelişkinin varlığı ibranameyi bütünüyle geçersiz kılmaz. Savunma ile çelişmeyen kısımlar yönünden ibra iradesine değer verilmelidir. Başka bir anlatımla, bu gibi durumlarda ibranamenin bölünebilir etkisinden söz edilebilir. Bir ibraname bazı alacaklar bakımından makbuz hükmünde sayılırken, bazı işçilik hak ve alacakları bakımından ise çelişki sebebiyle geçersizlikten söz edilebilir. Aynı ibranamede çelişki bulunmayan ve miktar içermeyen kalemler bakımından ise borç ibra yoluyla sona ermiş sayılabilir. İbraname savunması, hakkı ortadan kaldırabilecek itiraz niteliğinde olmakla yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir.

Somut olayda; dosya kapsamında yer alan 02/03/2010 tarihli ibranamelerin mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu yürürlükte iken düzenlendiği görülmektedir. İbraname içerik yönünden değerlendirilmeden önce iş sözleşmesi devam ederken alınan bir ibraname olup olmadığının ortaya konulması gereklidir. Dosya kapsamındaki ibranameler, davacının hizmet süresi olan 05/01/2001- 06/03/2010 tarihleri arasındaki çalışması sona ermeden düzenlenmiş olup iş sözleşmesi devam ederken alındığı anlaşılmakla geçersizdir. Ancak bu ibranamelerden biri kıdem ve ihbar tazminatları yönünden miktar ihtiva etmekte olup bu ibranamenin makbuz hükmünde olduğunun kabulü gerekir. Bu itibarla mahkemenin yıllık izin ücreti, fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret alacakları yönünden ibraname ile borcun sona erdirildiğine dair gerekçesi hatalıdır. Davacının yukarıda belirtilen aylık ücret miktarı nazara alınarak bakiye kıdem ve ihbar tazminatlarının ve yıllık izin ücretinin hesaplanarak hüküm altına alınması gerekir.

4- Kabule göre ise; taraflar arasında davacının hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil çalışmaları ile fazla çalışmasının bulunup bulunmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmakta olup yukarıdaki açıklamalar ışığında mahkemece dosyaya delil olarak sunulan ibranameye değer verilerek fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret taleplerinin reddine karar verilmesi hatalı ise de, dosya içeriğine göre, bu konudaki davacı iddiasının ispatı konusunda çalışma düzenini gösteren herhangi bir işyeri kaydının sunulmamış olması ve davacının üst düzey yönetici olup mahkemece dinlenen taraf tanıklarınca fazla çalışma ile hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil çalışma iddialarının ispatlanamamış olması karşısında bu isteklerin reddi yönündeki hükmün sonucu itibariyle yerinde olduğu görülmektedir.

Sonuç:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 26.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI- İBRANAME- HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE

T.C

YARGITAY

17.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/585

KARAR: 2018/11162 

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı, davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davacının eşi …’ın, işvereni davalı …’a ait … plakalı kamyonetle sefer halindeyken meydana gelen trafik kazasında vefat ettiğini, kaza sonrasında davalının murisin mirasçıları hakkında, davacı ve çocuklarının ileride kendisine karşı davacı ve şikayetçi olmalarını engellemek amacıyla belge düzenlettiğini, … Noterliğinde davalı tarafından 100.000,00 TL ödemenin yapıldığına ilişkin feragat ve ibraname işleminin 11.07.2008 tarihinde gerçekleştiğini, davalının müvekkilini ödeme vaadiyle sürekli oyaladığını, ödemesi gereken miktarı hala ödemediğini, söz konusu ödemeye ilişkin belge bulunmadığını beyanla; halen ödenmemiş feragatname bedeli olan 100.000,00 TL’nın işlem tarihi olan 11.07.2008 tarihinden işleyecek yasal faiziyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davanın hak düşürücü sürede açılmadığından bahisle davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, yasal süre geçirilmiş olduğundan davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 8,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 22/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İPOTEĞİN KALDIRILMASI NİSPİ HARCA TABİ OLUP DAVA DEĞERİNİN İPOTEK MİKTARI TOPLAMI OLARAK ESAS ALINMASI GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY

2.Hukuk Dairesi

2017/519 E.

2018/11996 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Aile Mahkemesi

DAVA TÜRÜ           : İpoteğin Kaldırılması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı … tarafından vekalet ücreti yönünden; davacı tarafından ise hükmün tamamı yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı, aile konutu olarak kullanılan taşınmaz üzerine davalılardan şirket lehine tesis edilen ipoteklerin kaldırılmasını talep etmiştir. Dava değeri 10.000 TL olarak belirtilmiş, nispi harç bu bedel üzerinden alınmıştır. Oysa ki dava konusu taşınmaz üzerine konulan ve kaldırılması istenen ipoteklerin toplam bedeli 275.000 TL’dir. İpoteğin kaldırılmasına ilişkin istemler nispi harca tabi olup, davanın değeri ipotek miktarı olduğundan, bu bedel üzerinden nispi harç tamamlattırılmadan müteakip işlemler yapılamaz (Harçlar Kanunu m.30-32). Açıklanan nedenlerle nispi peşin harç noksanlığının tamamlattırılması, tamamlanmaması halinde Harçlar Kanunu’nun 30. maddesi gereğince işlem yapılması gerekirken harç eksikliği tamamlanmadan yargılamaya devamla işin esası hakkında karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacının diğer, davalının ise vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelemesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 25.10.2018 (Prş.)

AİLE KONUTU TAŞINMAZ EŞİN RIZASI ALINMADAN BANKAYA VERİLEN İPOTEK GEÇERSİZDİR

T.C

YARGITAY

2.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2017/934

KARAR: 2018/12724 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

DAVA TÜRÜ  :İpoteğin Kaldırılması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalılardan banka tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava, aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı malik olmayan eş, aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, malik olan davalı eş tarafından “Açık rızası bulunmadan” davalı banka lehine ipotek ettirildiğini ileri sürerek, aile konutu üzerine konulan ipoteklerin kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı banka, dava konusu taşınmazın tapu kaydında aile konutu olduğuna dair şerhin bulunmadığını, taşınmazın aile konutu olmadığını ve davacının kötüniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, taşınmazın aile konutu olduğu ve davacı eşin ipotek işleminde açık rızasının alınmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş ise de; dava konusu taşınmazın ipotek tarihinde aile konutu olarak kullanılıp kullanılmadığı yönünde herhangi bir araştırma yapılmamıştır. Davacı eş dava dilekçesinde tanık deliline dayandığını bildirmiştir. Ön inceleme duruşmasında davacıya tanıklarını bildirmesiyle ilgili bir süre verilmemiştir. Delil gösteren taraf, karşı tarafın açık izni olmadıkça, o delile dayanmaktan vazgeçemez (HMK m. 196). Mahkemece, davacıya, bu kapsamda tanıklarının isim ve adreslerini gösteren listeyi sunması için usulüne uygun şekilde kesin süre verilerek (HMK m. 240/3) gösterdiği takdirde Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 240 ve devamı maddeleri uyarınca tüm tanıkları dinlenip, tüm deliller birlikte değerlendirilerek dava konusu taşınmazın aile konutu olup olmadığı tespit edilip sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 07.11.2018 (Çrş.)

Exit mobile version