EHLİYETSİZ SÜRÜCÜNÜN ARACINA BİLEREK BİNMEK ZARARIN DOĞMASINA VEYA ARTMASINA SEBEBİYET VERMEKTE OLDUĞUNDAN MÜTERAFİK KUSURUN VARLIĞI ARAŞTIRILMASI GEREKİR

T.C

YARGITAY

17. HUKUK DAİRESİ

ESAS:2015/12517

KARAR:2018/11141

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, 23.10.2011 tarihinde davacının yolculuk ettiği trafik sigortasız motorsiklete dava dışı başka bir aracın çarpması ile meydana gelen çift taraflı kazada davacının yaralandığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı geçici ve kalıcı işgücü kaybı nedeniyle 10.000,00 TL maddi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiş, ıslah dilekçesiyle talebini 157.110,75 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı vekili, olayda … taşımacılığı söz konusu olduğunu, davacının müterafik kusurunun bulunduğunu bu nedenlerle hükmedilecek tazminattan indirim yapılması gerektiğini ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre, davanın kabulü ile 157.110,75 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faiz işletilerek davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-)Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-)Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat ve manevi tazminatı istemine ilişkindir.

Davalı … vekili yargılama aşamasındaki savunmalarında, davacının kazaya karışan araçta … için taşındığını ileri sürerek belirlenecek zarardan indirim yapılması gerektiğini bildirmiştir. … taşımaları bir menfaat karşılığı olmadığı cihetle, bu gibi taşımalarda 6098 sayılı TBK’nin 51.maddesi uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse … İçtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiş bulunmaktadır. … taşımasından ya da kullanmadan söz edebilmek için yaralanan ya da ölen karşılıksız taşınmış olmalıdır. Taşınan veya kullananın yararının söz konusu olduğu durumda … taşıması ilişkisi gündeme geleceğinden işletenin sorumluluğu genel hükümlere göre değerlendirilecek ve tazminattan indirim yapılacaktır. Bu bakımdan … taşıma ilişkisinin değerlendirilmesinde taşıma ya da kullanmanın kimin çıkar ve yararına olduğunun saptanması önemlidir. Yarar ekonomik olabileceği gibi, ortak toplumsal değerleri de ilgilendirebilir. Ancak taşıma ve kullanmada işletenin veya eylemlerinden sorumlu olduğu kişilerin bir çıkarı veya yararının bulunması halinde … taşımasından söz edilemeyecektir.

Hakim tazminattan mutlaka indirim yapmak zorunda değilse de, bunun dahi gerekçesini kararında tartışması ve nedenlerini göstermesi gerekir.

Somut olayda, ceza yargılama dosyası incelendiğinde; davacı müşteki sıfatı ile verdiği ifadesinde dava dışı araç sürücüsü …’ün arkadaşı olduğunu, kazayı yapan aracın sürücüsü sanık … savunmasında “…. olay günü müşteki bana mesaj atarak motorsikletle gezmeyi teklif etti. Yanımda kardeşi … da vardı. Müştekiye ait motorsikleti kullanmam konusunda ikisi de ısrar etti. Benim ehliyetim yok, önce kabul etmedim, sonra çok ısrar edince kullandım. … istikametine İbrahim’in kardeşini almak için gidiyorduk…” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Mahkemece karar verilirken davalı vekilinin … savunması hakkında değerlendirme yapılmamıştır. Bu durumda mahkemece, ceza soruşturma (dosyası) belgeleri de getirtilerek … taşıması bulunup bulunmadığı, %20 oranında … indirimi yapılıp yapılmaması hususu tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.

3-)6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesine (818 sayılı BK 44) göre zarar gören, zararı doğuran fiile razı olmuş veya zararın doğmasında ya da artmasında etkili olmuş yahut tazminat yükümlüsünün durumunu ağırlaştırmış ise hâkim, tazminatı indirebilir veya tamamen kaldırabilir.

Davalı taraf, davacının sürücüsünün alkollü ve ehliyetsiz olduğunu bildiği araca binmesi ve kaskının takılı olmaması nedeniyle müterafık kusurlu olduğunu savunmuştur. Mahkemece, indirim uygulanmamıştır.

Somut olayda, trafik sigortasız araç sürücüsü dava dışı … ehliyetsiz olup, davacı … ile arkadaş olduğu, davacının sürücüsünün ehliyetsiz olduğunu bildiği araca binip binmediği hususu tartışılmamıştır. Ehliyetsiz sürücünün aracına bilerek binmek zararın doğmasına veya artmasına sebebiyet vermektedir.

Bu durumda mahkemece, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 52. maddesi (818 sayılı BK 44) gereğince davacının müterafık kusuru bulunup bulunmadığı, %20 oranında müterafık kusur indirimi yapılıp yapılmaması hususu tartışılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 22/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

EMNİYET KEMERİNİN TAKILMAMASI TAZMİNAT MİKTARININ TAYİNİNDE MÜTERAFİK KUSUR OLARAK GÖZETİLMESİ GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY

17.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/3135

KARAR: 2018/11955

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Asliye Hukuk Mahkemesi(Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla)

Taraflar arasındaki tazminat davasının yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerle davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içerisinde davacı ve davalı … vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, 11.03.2013 tarihinde, müvekkilinin yolcu olarak bulunduğu, davalıların işleten, sürücü ve trafik sigortacısı oldukları aracın karıştığı tek taraflı trafik kazasında müvekkilinin yaralandığını ve sakat kaldığını ve belirsiz alacak davası açtıklarını belirterek, iş gücü kaybı nedeniyle şimdilik 1.000,00 TL., … kapsamı dışında kalan tedavi ve refakatçi giderleri için şimdilik 1.000,00 TL ve 50.000,00 TL manevi tazminatın (sigorta şirketi maddi tazminattan sorumlu olmak kaydı ile) kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile tahsilini talep etmiş, 52.867,93 TL olarak işgöremezlik, 5.495,82 TL olarak bakıcı gideri talebini ıslah etmiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacının davalı … yönünden geçici-sürekli iş göremezlik zararı ve bakıcı giderlerinin tazminine yönelik açılan davanın kabulü ile; 46.691,00 TL maddi zararının 2.000,00 TL kısmının olay tarihi olan 11/03/2013 tarihinden itibaren, 44.691,00 TL kısmının ıslah tarihi olan 02/09/2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …’dan tahsili ile davacıya verilmesine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile; 10.000,00 TL manevi tazminatın 11/03/2013 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı …’dan

tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine, davalı … ve … Sigorta Şirketine karşı açmış olduğu maddi tazminat taleplerinin husumet yokluğu nedeniyle reddine, davacının tedavi giderlerine dair haklarının saklı tutulmasına karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı … vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, husumet nedeniyle haklarında davanın reddine karar verilen ve vekille temsil olunan davalılar lehine vekalet ücretine hükmedilmesinin uygun bulunmasına, dosya ve ceza dosyası kapsamından taşıt trafiğine kapalı yola giren ve hızını azaltmamak suretiyle tek taraflı trafik kazasına sebebiyet veren davalı sürücü …’un tam ve asli kusurlu olduğunun anlaşılmasına göre, davacı ve davalı … vekillerinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

Dava, trafik kazasında yaralanma nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

2- Somut olayda hükme esas alınan aktüer raporda davacının % 10 oranında kusurlu olduğunun kabulü ile hesaplama yapıldığı, yolcu konumunda bulunan davacıya % 10 oranındaki kusur oranının emniyet kemerinin takılı olmaması nedeniyle verildiği anlaşılmaktadır. Emniyet kemerinin takılmaması zararın belirlenmesinde esas alınması gereken bir kusur olmayıp, hakimin tazminatı belirlerken B.K.44. madde hükmüne göre resen gözönüne alınması gereken müterafik kusurdur. Davacının trafik kazasının meydana gelmesinde bir kusuru bulunmamaktadır.

Taşıt trafiğine kapalı yolda meydana gelen trafik kazasında, trafik kazası tespit tutanağının tanzim edilmediği, olay yeri görgü tespit tutanağının dosyada mevcut olduğu, bu halde mahkemece, davacının emniyet kemerinin takılı olup olmadığı hususu dosya kapsamı ve tanık beyanları da değerlendirilerek araştırılmak suretiyle ve emniyet kemerinin takılı olmamasının müterafik kusur olduğu da gözetilerek bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu şekilde karar verilmesi uygun bulunmamış, bozmayı gerektirmiştir.

3- Maluliyete ilişkin alınacak raporların, kaza tarihi 11.10.2008 tarihinden önce ise Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü, 11.10.2008 tarihi ile 01.09.2013 tarihleri arasında Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği, 01.09.2013 tarihinden sonrada Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine uygun olarak düzenlenmesi gerekir.

Kazanın 11.03.2013 tarihinde meydana geldiği gözetildiğinde maluliyetin tespitinde Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği hükümlerinin esas alınması gerektiği, hükme esas alınan ve Sosyal Sigorta Sağlık İşlemleri Tüzüğü hükümlerine göre düzenlenen 26.09.2014 tarihli rapora davalı … vekili tarafından itiraz edildiği, rapor içeriğinde Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliğine göre de bir değerlendirme yapıldığı, dolayısıyla kaza tarihi gözetildiğinde olaya uygulanacak mevzuat hükümleri açısından raporun çelişkili olduğu anlaşılmaktadır.

Bu halde kaza tarihi gözetilerek, davacının maluliyetin tespitinde Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği hükümlerinin esas alındığı yeni bir maluliyet raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde karar verilmesi uygun olmayıp bozmayı gerektirmiştir.

4- Bozma ilamının kapsam ve şekline göre, davacı vekilinin manevi tazminata ilişkin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

Kabule göre, Mahkemece aktüer bilirkişi tarafından hesaplanan tazminat miktarından hatır taşıması nedeniyle takdiri indirim yapılarak maddi tazminatın kısmen reddine karar verilmiş, reddedilen miktar üzerinden davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmiştir. Hakimin takdir hakkını kullanarak yapmış olduğu indirim nedeniyle mahkemece davacının istediği miktardan daha az bir miktara hükmedilmesi halinde davalı yararına vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir.

Kabule göre, zarar gören, gerek kısmi davaya, gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak temerrüt tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahiptir. O halde, davalı … yönünden faiz başlangıcının asıl ve ıslah edilen kısım yönünden kaza tarihi olarak kabulü gerekirken yazılı şekilde ıslah edilen kısmın faiz başlangıcının ıslah tarihi olarak esas alınması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı ve davalı … vekillerinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davacı ve (3) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, (4) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harçların istek halinde temyiz eden davacı ve davalı …’a geri verilmesine 10/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEFECİYE VERİLEN SENET- TEFECİLİK SUÇUNUN TESPİTİ HALİNDE HÜKÜMSÜZ SAYILIR.

T.C. 

YARGITAY 

HUKUK GENEL KURULU

ESAS: 2014/1119

KARAR: 2016/627

Taraflar arasındaki “menfi tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 25.12.2012 gün ve 2012/217 E., 2012/732 K. sayılı karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 19.09.2013 gün ve 2013/9675 E., 2013/14260 K. sayılı kararı ile;

“…Davacı vekili, müvekkili hakkında davalı alacaklı tarafından başlatılan icra takibine konu toplam bedeli 8.000.TL olan 4 adet bono üzerindeki keşideci imzalarının müvekkiline ait olmadığını belirterek takibe konu bonolar nedeniyle müvekkilinin borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, takibe konu bonolardaki imzaların davacıya ait olduğunu ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece iddia, cevap ve toplanan deliller doğrultusunda alacaklısı davalı A..Ü.. olan 4 adet bonoda borçlu olarak ismi bulunan davacıya atfen atılı imzaların davacı eli ürünü olduğu gerekçesiyle davanın reddine, takip tedbiren durdurulduğundan davalı lehine tazminata hükmedilmiş karar davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosya içerisinde bulunan ve davacı tarafın da müşteki olarak yer aldığı anlaşılan Mudanya Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2012/514 Esas,2013/39 Karar sayılı dosyasında davalının davacıya karşı tefecilik suçunu işlediğinden bahisle kamu davası açıldığı ve bu dosyada görevsizlik kararı verildiği anlaşılmaktadır. Mahkemece davaya konu bonoların tefecilik yoluyla alındığının sabit olması durumunda bononun geçerliliğinin tartışılması gerekeceğinden yukarıda anılan ve görevsizlik kararı verilen dosyanın bekletici mesele yapılması gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…”

gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava imza inkârına dayalı olarak, bonodan dolayı borçlu olunmadığının tesbiti istemine ilişkindir.

Mahkemece takip konusu bonolar üzerindeki keşideci imzasının davacının eli ürünü olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekili temyiz dilekçesi ekinde müvekkilinin müşteki, davalının hakaret ve tehdit suçlarından sanık olarak yargılanıp mahkûm olduğu Karacabey Sulh Ceza Mahkemesinin 2011/975 E., 2013/697 K. sayılı ilamını ve müvekkilinin de dahil olduğu on altı kişinin müşteki, davalı ile yedi kişinin sanık olarak tefecilik suçlamasıyla yargılandığına dair Mudanya Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/514 E., 2013/914 K. sayılı görevsizlik kararını dosyaya sunmuştur.

Hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen gerekçeyle bozulmuş, mahkemece direnme kararı verilmiştir.
Hükmü temyize davacı vekili getirmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı hakkında tefecilik suçundan açılmış ceza davası sonucunun menfi tesbit davasına konu edilen bonoların geçerliliğinin tartışılması bakımından bekletici sorun yapılmasının gerekip gerekmediği ve bu hususun davacı yanca süresi içinde ileri sürülmemesi karşısında dosyada delil olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle tefecilik suçu hakkında bilgi verilmelidir. Tefecilik suçu, 03.06.1933 gün ve 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanunun 17 nci maddesi ile 11.09.1981 gün ve 2520 sayılı 2279 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanunun 3 üncü maddesinde düzenlenmişken, daha sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 241 inci maddesiyle de düzenleme altına alınmıştır.

Tefecilik suçunu oluşturacak şekilde bağıtlanan tüketim ödüncü sözleşmesinin Türk Borçlar Kanununun 26 ve 27/I inci maddeleri kapsamında yasaya ve bu arada ahlaka aykırı olduğu konusunda kuşku ve duraksama bulunmamaktadır.

Kambiyo senedi niteliğindeki bononun tefecilik sebebiyle düzenlenip, karşı tarafa verildiğini ispat edebilmek için, kural olarak, yasal deliller (ikrar, yazılı delil) bulunmalı veya 18.03.1959 gün ve 18/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararındaki şartlar dairesinde, diğer bir ifade ile açık muvafakatle dinlenebilen tanık beyanları veya eldeki davada olduğu gibi tefecilik yaptığı iddia olunan kişi hakkında açılmış ve mahkumiyetiyle sonuçlanmış bir ceza mahkemesi kararı bulunmalıdır.

Bu aşamada yargılama sürecinde sunulmayan delillerin, temyiz dilekçesi ekinde sunulmasının mümkün olup olmadığı üzerinde de durulmalıdır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119 ve 129 uncu maddelerinde delillerin ileri sürülme zamanı hakkında düzenlemeler bulunmaktadır. Buna göre taraflar, kural olarak, ellerindeki delilleri dilekçeleri ekinde mahkemeye sunmalı; başka yerlerden getirtilecek belgeler için masraf vermelidir. Delillerin sunulabileceği nihai zaman dilimi, ön inceleme aşamasıdır. Ancak delil sunulması kötü niyete ya da kusura dayanmıyorsa, mahkemece izin verilmek suretiyle tahkikat aşamasında da delil sunulabilir. Somut olayda olduğu gibi konusu suç teşkil eden bir hukuki ilişkiye dair delillerin sunulması için bu kısıtlamalar uygulanmaz.

Gerçekten de davacı yanca temyiz dilekçesi ekinde belgeleri sunulan ve Özel Dairece bekletici sorun konusu yapılması istenen ceza davası, maddi vakıaların belirlenmesi ve sonucu itibariyle taraflar arasındaki borç ilişkisinin kesin hükümsüzlüğünün anlaşılabilmesi için önem taşımaktadır. Nitekim borç ilişkisinin kesin hükümsüzlüğü hâkim tarafından re’sen göz önünde tutulacak nedenlerdendir ve buna ilişkin deliller her zaman ibraz edilebilir.

Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde; davacı imza inkârına dayanarak bonodan dolayı borçlu bulunmadığının tespitini istemiş; davanın reddi üzerine temyiz itirazlarını içeren dilekçe ekinde, yargılama aşamasında sunmadığı ve davalı alacaklı hakkında tefecilikten açılmış davaya ilişkin belgeleri sunmuştur. Bu ceza davası sonunda tefeciliğe ilişkin maddi vakıanın varlığı veya yokluğu netleşeceğinden, taraflar arasındaki borç ilişkisinin de kesin hükümsüzlük yaptırımı ile karşılaşıp karşılaşmadığı belirginleşecektir. Bu durumda mahkemece, belirtilen ceza dosyasının bekletici sorun yapılması Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 165 inci maddesi gereğidir.

Hukuk Genel Kurulu görüşmeleri sırasında bir kısım üyeler tarafından, davalı hakkında tefecilik suçundan düzenlenen iddianame tarihinin, eldeki davanın derdest olduğu, bir diğer ifade ile henüz karar verilmeden önceki döneme rastladığı ve davacının suç duyurusunda bulunmasına rağmen, buna ilişkin bilgiyi süresi içinde hukuk mahkemesine sunmadığı; temyiz aşamasında delil sunulamayacağı görüşü ileri sürülmüş ise de, Kurul çoğunluğu tarafından bu görüş benimsenmemiştir.

O halde mahkemece bozma ilamında belirtildiği üzere ceza davasının bekletici sorun yapılarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.
Açıklanan nedenlerle, Özel Daire bozma ilamına uyulmak gerekirken direnme kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ

Yukarda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 25.05.2016 gününde oy çokluğu ile karar verildi.

KAYNAK

KARGODA KAYBOLAN BONONUN ÖDEMEDEN MEN İLE ZAYİ NEDENİYLE İPTALİNE KARAR VERİLMESİ -TANZİM TARİHİNİN OLMAMASININ DAVANIN REDDİNE NEDEN OLAMAYACAĞI..

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS: 2017/975
KARAR: 2018/6640

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ
TÜRK MİLLETİ ADINA

Hasımsız olarak görülen davada … … 6. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 21/06/2016 tarih ve 2015/1049-2016/513 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davacı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, 31/05/2015 vadeli, 5.000,00 TL meblağlı, borçlusu … , hamili … Teks. Kom. ve Kim. Mad. Tic. ve San. A.Ş. olan senedin, hamili tarafından, davacı bankanın … Ticari Şubesine tahsil için verildiğini, … Şubesine gönderilmek üzere 26/05/2015 tarihinde dava dışı … Kargo’ya teslim edildiğini, ancak kargo şirketi tarafından dava konusu senetin … şubesine teslim edilmediğini ileri sürerek dava konusu senet hakkında ödemeden men ile zayi nedeniyle iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, … 766. madde uyarınca tanzim tarihinin senedin zorunlu unsuru olduğu, tanzim tarihi taşımayan senedin bono sayılmayacağı, davacı vekili tarafından dava konusu senedin tanzim tarihinin tespit edilemediğinin bildirildiği, … 757. maddesinde yer alan yasal koşulların oluşmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, … md. 778/1-ı yollamasıyla … md. 759/2 dayalı, bononun zayi nedenine dayalı iptali istemine ilişkindir. … 759/2 maddesinde iptal isteminde bulunan kişinin, bono elinde iken ziyaa uğradığını inandırıcı bir şekilde gösteren delilleri mahkemeye sunmak ve senedin bir suretini ibraz etmek veya esas içeriği hakkında bilgi vermekle yükümlü olduğu düzenlenmiştir. Davacı vekili, dava dilekçesinde bononun vade tarihini, meblağını, borçlusu ve hamilini bildirerek zayi nedeniyle iptal isteminde bulunmuş, 26.02.2016 tarihli dilekçesinde dava konusu bono örneğinin davacıda bulunmadığından tanzim tarihinin tespit edilemediğini beyan etmiştir. 6102 sayılı …’nın 776/1-f maddesinde, düzenlenme tarihi, bonoda bulunması gereken unsurlar arasında sayılmıştır. Ancak, Dairemiz’in 2010/4563 – 2011/15716 , 2014/1148 – 2014/7886 ve yine 2016/1016 – 2017/3929 numaralı emsal nitelikteki ilamlarında da vurgulandığı üzere, 6102 sayılı …’nın 778/2-f maddesi atfıyla bonolara da uygulanan …’nın 680. madde hükmü uyarınca
bononun kısmen doldurulmuş ya da sadece imzalanmış olarak tedavüle çıkarılması mümkün olup, bu eksiklik senedin ibrazına kadar tamamlanabilir. Bu nedenle düzenlenme tarihi yazılı olmayan bononun doldurularak, zorunlu unsurları tamamlanmak suretiyle kambiyo senedi vasfıyla işlem yapılmasında yasaya aykırı bir durum bulunmadığından, mahkemenin yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 24/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

EHLİYETSİZ ARAÇ KULLANMA VE İSTİAP HADDİNDEN FAZLA YÜK VE YOLCU TAŞIMA- KAZA SALT VE MÜNHASIRAN BU NEDENLERLE MEYDANA GELMEDİĞİNDEN ZARARIN TAZMİNİ GEREKİR

T.C

YARGITAY

17.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2015/19398

KARAR: 2018/9993

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalının maliki olduğu, müvekkiline zorunlu mali sorumluluk poliçesi ile sigortalı aracın sürücüsünün, sürücü belgesiz ve istiap haddini aşmak suretiyle seyri sırasında araçta yolcu olarak bulunan dava dışı …’ın öldüğünü, ölenin hak sahiplerine müvekkilince ödeme yapıldığını, ödenenin rücuan tahsili amacı ile aşlatılan takibe davalının itiraz ettiğini açıklayıp itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; gerçekleşen riziko ile istiap haddinden fazla yük ve yolcu taşıma ile ehliyetsiz araç kullanma arasında uygun nedensellik bağının bulunmadığı, kazanın salt ve münhasıran bu nedenlerle meydana gelmediği, zararın teminat dışında kalmasını gerektiren hallerin dava konu olayda söz konusu olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, zorunlu trafik sigortası sözleşmesine dayalı tazminat alacağının rücuen tahsili istemine ilişkin olarak başlatılan … takibine itirazın iptali davasıdır.
Bu tür davalarda sigortacı 2918 sayılı karayolları trafik yasasının 95/2. maddesi ve zorunlu mali sorumluluk sigortası genel şartlarının B-4.maddesi gereğince tazminat yükümlülüğünün azaltılması veya kaldırılmasına ilişkin halleri üçüncü kişilere karşı ileri süremeyeceğinden zarar görene ödeme yaptıktan sonra … sözleşmesine ve bu sözleşmeye ilişkin kanun hükümlerine göre kendi … ettirenine rücu edebilir.

Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası genel şartlarının B.4.maddesinde … şirketinin sigortalısına rücu edebileceği haller sayılmıştır. B.4.e maddesinde ise; tazminatı gerektiren olayın, yolcu taşımaya ruhsatlı olmayan araçlarda yolcu taşınması veya yetkili makamlarca tesbit edilmiş olan istiab haddinden fazla yolcu veya yük taşınması veya patlayıcı, parlayıcı ve tehlikeli maddeleri taşıma ruhsatı bulunmayan araçlarda, bu maddelerin parlama, tutuşma ve infilakı yüzünden meydana gelmiş ise … şirketinin sigortalısına rücu edebileceği düzenlenmiştir.
2918 sayılı yasanın 3. maddesinde ise traktörün; belirli şartlarda römork ve yarı römork çekebilen, ancak ticari amaçla taşımada kullanılmayan tarım araçlar olduğu, istiap haddi(Taşıma sınırı Kapasitesi)nin; bir aracın güvenle taşıyabileceği en çok yük ağırlığı veya yolcu sayısı olduğu belirtilmiştir.

Taşıtın ruhsatında belirtilen taşıma haddinden fazla yük ve yolcu taşınması sırasında meydana gelen zararların teminat dışı kabul edilebilmesi için, riziko ile istiap haddinden fazla yük yada yolcu taşıma arasında uygun “nedensellik bağı”nın bulunması ve kazanın salt bu nedenle meydana gelmesi gerekir.

Somut uyuşmazlıkta, davacıya trafik sigortalı, davalıya ait, istiap haddi 1 kişiden ibaret olan zirai traktör niteliğindeki, davalı sürücünün kendisine ait traktör ile düğüne gittiği, düğün dönüşünde müteveffa ile kardeşlerinin köye gelmek için davalının traktörüne bindikleri, traktöre davalı sürücü haricinde 3 kişinin bindiği, traktörün sağ arka kısmına …’ın, sol tarafına ise … ile müteveffa …’ın bindiği, seyir halinde iken müteveffanın traktörden düştüğü, araç sürücünün ve araçta bulunan diğer yolcuların müteveffanın traktörden düştüğünü bir süre fark etmedikleri ve müteveffanın traktörde olmadığını anladıklarında ve geriye baktıklarında müteveffanın yerde yaralı vaziyette yattığını gördükleri, müteveffanın olay yerinde vefat etmiş olduğu, ceza yargılamasında alınan rapora göre davalı sürücünün 2918 sayılı Yasanın 84. maddesinde yer alan sürücülere ait diğer kusurlar ile ve aynı Yasanın 65/1-a maddesinde düzenlenen taşıma sınırı üzerinde yolcu almak kuralını ihlal ettiği, müteveffanın da aynı kanunun yolculara ait Kod 4’te belirtilen taşıt dışında “çamurluk vs.” seyahat etmek kuralına aykırı davranışı nedeniyle olayda kusurlu bulunduğu anlaşılmıştır.

Olayda ölenin hak sahiplerine davacı tarafından 23.498,38 TL destekten yoksunluk tazminatı ödenmiş, aracın istiap haddinin aşılması ve sürücünün ehliyetinin bulunmaması nedeniyle sigortalıya rücu hakkının doğduğu gerekçesiyle davacı tarafından … ettiren aleyhine başlatılan takibe itiraz nedeni ile açılan eldeki davanın yargılaması sonucunda yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

2918 sayılı ….nun 65/a maddesinde taşıma sınırı üstünde yolcu alınması yasaklanarak aykırı davranışlar yaptırıma bağlanmış, Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 131. maddesinde “Lastik Tekerlekli Tarım Traktörlerinin Karayolunu Kullanmaları ve Yük ve İnsan Taşıması Esasları” düzenlenmiş, Karayolları Motorlu araçlar … Genel Şartlarının sigortacının işletene rücu hakkı başlıklı B.4.e maddesinde de “…tazminatı gerektiren olayın … yolcu taşımaya ruhsatlı olmayan araçlarda yolcu taşınması… ” yüzünden meydana gelmiş ise sigortacının işletene rücu edebileceği belirtilmiştir.
Olayda; müteveffanın istiap haddi 1 yolcu olan ve yolcu taşımaya müsait olmayan traktörün çamurluğu üzerine oturduğu, traktörden düşerek vefat ettiği konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Mahkemece hükme esas alınan raporda; gece vakti, traktörün sol çamurluğunun önündeki demir üzerinde ayakta yolcu olarak bulunan müteveffanın bulunduğu yerden düşmesi ile sol arka tekerin üzerinden geçtiği, sürücü ve kaza esnasında araçta çamurluk üzerinde yolcu olarak bulunan tanık ifadelerine göre sürücünün her hangi bir sevk ve idare hatası bulunmadığı, her ne kadar araçta istiap haddi üzerinde yolcu bulunmakta ise de, bu durumun kazanın oluşumuna etkisi olmadığı, kazanın nizamlara aykırı şekilde araç dışında traktörün solunda demir üzerinde ayakta yolculuk eden müteveffanın dengesini kaybedip düşmesi ve traktörün sol arka tekerinin üzerinden geçmesi ile meydana geldiği bu haliyle sürücü belgesi bulunmamasının kazanın oluşumunda etken olmadığı, aynı şekilde her ne kadar istiap haddi üzerinde yolcu taşımakta ise de, söz konusu husussun kazanın oluşumunda etkisi bulunmadığı, kazanın müteveffanın bulunduğu yerden dengesini kaybederek düşmesi ile meydana geldiği belirtilmiştir. Mahkemece bu rapor hükme esas alınarak davanın reddine karar verilmiştir. Eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulamaz.

Mahkeme hükmünün gerekçesinde sürücünün ehliyetinin bulunmaması ve istiap haddinden fazla yolcunun taşınmasının kazaya etkileri tartışılmış ise de davalı işletenin, yönetmeliğin anılan hükümlerini ihlal edip etmediği, 2918 sayılı yasanın 65/1-a maddesine aykırı hareket edip etmediği, yönetmeliğin 131. maddesine göre de yasaklanan eylemlerin söz konusu olayda gerçekleşip gerçekleşmediği, trafik sigortası genel şartlarının 4-e maddesinde belirtilen “…yolcu taşımaya ruhsatlı olmayan araçlarda yolcu taşınması…” maddesine göre müteveffanın ölümü ile yasaklanan şekilde araçta taşınması arasında illiyet bağının bulunup bulunmadığı araştırılmamış ve tartışılmamıştır. Buna göre mahkemece anılan hususlarda araştırma yapılarak müteveffanın yolcu taşımaya ruhsatlı olmayan araçlarda, traktörün demir ayaklığı üzerinde taşınmasının davacı sigortanın davalı … ettirene rücu hakkını doğurup doğurmadığının tartışılarak sonucuna göre bir karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 01/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İSTİAP HADDİNİN AŞILMASI NEDENİYLE MANEVRA KABİLİYETİNİN KAYBEDİLMESİ

T.C
YARGITAY
17.HUKUK DAİRESİ
ESAS:2016/1473
KARAR:2018/11279

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerle davanın reddine dair verilen hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı … adına kayıtlı, müvekkiline zorunlu trafik … poliçesi ile sigortalı olan motosikletin diğer davalı … idaresindeyken 12.07.2010 tarihinde karıştığı çift taraflı yaralanmalı ve maddi hasarlı trafik kazasının, istiap haddinin aşılması nedeniyle manevra kabiliyetinin kaybedilmesi sonucu meydana geldiğini, dava dışı 3. kişi ve kuruma 12.735,72 TL ödeme yapıldığını belirterek, davalılar aleyhine başlatılan … takibine yapılan itirazın iptali, takibin devamı ve … inkar tazminatına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, … aleyhine açılan davanın pasif husumet yokluğundan, … aleyhine açılan davanın kanıtlanamadığından reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde, özellikle oluşa uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda dava konusu trafik kazasının münhasıran motosikletin istiap haddini aşan yolcu taşıması sebebiyle meydana gelmemiş olduğunun tespiti nedeniyle hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 8,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 26/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÇEKİ ÇALINMADIĞI HALDE ÇALINDIĞINDAN BAHİSLE YETKİLİ MAKAMLARA İHBAR VE ŞİKÂYETTE BULUNMAK – SUÇ UYDURMA SUÇU- İFTİRA SUÇU

T.C

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

ESAS:2014/839

KARAR:2018/146

“İçtihat Metni”

Kararı veren

Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi

Mahkemesi :Asliye Ceza

Günü : 04.07.2011

Sayısı : 1101-560

Suç uydurma suçundan sanık …’nın TCK’nun 271/1, 50/1-a, 52/2-4. maddeleri uyarınca 7.300 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin Eyüp 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.07.2011 gün ve 1101-560 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 13.03.2014 gün ve 14274-2909 sayı ile;

“…Aralarındaki ticari ilişkiye istinaden kendi rızasıyla mağdura verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir isim vermemekle birlikte tahsil için ibrazı halinde mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılacağını bilerek şikâyetçi olan sanığın eyleminin, TCK’nın 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,

Daire üyesi C. Özer; “Sanığın mağdura olan 5000 TL borcundan dolayı tarafların noterde borç senedi düzenledikleri, sanığın borcu ödememesi nedeniyle mağdurun sanığı icraya vereceğini söyleyince bu defa sanığın mağdura suça konu 05.05.2009 ödeme tarihli 7000 TL’lik çeki verdiği, mağdurun önce düzenleme borç senedini tahsil için 09.03.2009 tarihinde Eyüp 2. İcra Müdürlüğünün 2009/807 Esas sayılı dosyasında icra takibi başlattığı, sanığın ise 08.04.2009 tarihinde söz konusu çekin çalındığından bahisle Cumhuriyet Başsavcılığına isim belirtmeden şikâyetçi olduğu, mağdurun ise 05.05.2009 tarihinde çeki tahsil için banka şubesine başvurduğu, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, çekin bankaya ibrazında el konulması istendiğinden mağdur hakkında hırsızlık suçundan ek takipsizlik kararı verilerek sanık hakkında suç uydurmadan kamu davası açıldığı, katılan ve sanığın savunmalarından anlaşılan ve aksi sabit olmayan sanık savunmasına göre çeke tedbir koydurduğu için çeki tahsile gitmemesi konusunda mağdurun uyarıldığı somut olayda; sayın çoğunluk ile aramızdaki hukuki uyuşmazlık sanığın eyleminin suç uydurma suçunu mu yoksa iftira suçunu mu oluşturduğu konusundadır.

Sanık ile mağdur arasında bir ticari ilişki olduğu, bu ilişki nedeniyle sanığın mağdura 5000 TL borcu bulunduğu, bu borç karşılığında Bakırköy 20. Noterliğinde tanzim edilmiş 00321 yevmiye nolu 5000 TL bedelli 05.01.2009 tarihli düzenleme borç senedi ile 7000 TL bedelli 05.05.2009 keşide tarihli çekinverildiği, mağdurun hem düzenleme borç senedini tahsil için icra takibi başlattığı, hem de çeki tahsil için suç tarihinde bankaya ibraz ettiği konusunda hiçbir tartışma ve kuşku bulunmamaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle iftira ile suç uydurma arasındaki farklara ve her iki suçu birbirinden ayırmakta kullanılacak ölçütün ne olduğuna değinmek gerekmektedir. İftira suçu soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak maksadıyla yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın yoluyla bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnadıyla işlenirken, suç uydurma ise yetkili makamlara işlenmediğini bildiği bir suçu işlenmiş gibi ihbar ederek ya da bir suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılabilecek biçimde uydurarak işlenmektedir. Yani iftira ile suç uydurmayı ayıracak en önemli ölçüt iftira suçunda belli bir kimseye isnatta bulunulması, suç uydurmada ise uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesidir. İftira suçunun failinde suçun mağduru hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlama amacı yani özel kasıt bulunması gerekirken, suç uydurmada bu suçun failinin hangi saikle bu suçu işlediğinin önemi yoktur. Dolayısıyla iftira suçu ancak özel kasıtla işlenebilirken, olası kasıtla işlenemezken, suç uydurmada genel kasıt yeterlidir. Failde özel kastın bulunması ve hukuka aykırı fiil isnat edilen kişinin belirlenebilir olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi halinde iftira suçu oluşabilmektedir. İsnatta bulunulan kişinin belirlenebilir olması ve soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacının varlığı iftira suçunun manevi unsuru içinde yer alan ancak birbirinden farklı kavramlardır. Somut olayda sanık çekle ilgili şikâyetinde katılan hakkında bir isnatta bulunmadığından ve çekin tahsili için ibrazı halinde mağdur hakkında kovuşturma yapılabileceğini bilmesi soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamak amacını göstermeyeceğinden dolayısıyla sanıkta iftira özel kastı bulunmadığından, iftira suçunun unsurları somut olayda oluşmamıştır.

Sanıkta mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacının bulunmadığı sanığın savunmasında belirttiği ‘sen haksız yere kazanç sağlıyorsun, çeke tedbir koydurdum, çeki bozdurmaya gitme, gidersen ben sorumlu değilim’ sözleri ile müştekinin mahkemede ‘sanığın şifahi olarak borcu ödeme gücü olmadığı için zaman kazanmak için çekin çalındığını söylediğine’ dair anlatımından anlaşılmaktadır. Zira sanık mağdura 5000 TL borçludur, ancak mağdur sanıktan 5000 TL bedelinde senet ve 7000 TL bedelli çek almış ve her iki kambiyo senedini tahsil için hareket etmektedir. Hem çeki hem de senedi tahsil ettiği takdirde mağdur haksız kazanç sağlayacaktır. Sanıkta borcun fazlasıyla kendisinden tahsil edilmesini önlemeye çalışmaktadır. Bu maksatla hukuki yollara müracaat etmek yerine çekin çalındığına dair şikâyette bulunmakla suç uydurma suçunu işlemiştir. Ancak sanık borcun kendisinden mükerrer olarak tahsilini önlemek için bu yola başvurduğundan, kendisinde mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacı yani iftira özel kastı bulunmadığından iftira suçunun unsurları somut olayda oluşmamıştır.

Sonuç olarak aralarındaki ticari ilişki nedeniyle verdiği çek veya senedin çalındığı iddiasıyla yetkili makamlara bir isim belirterek şikâyetçi olan kişinin iftira suçunu işleyeceği, herhangi bir kimse hakkında ihbar ve şikâyette bulunmadan sadece çekinin çalındığı iddiasıyla yetkili makamlara başvuranın eyleminin ise suç uydurma suçunu oluşturacağı, şayet yetkili makamlara ihbar ve şikâyette bulunmadan çekinçalındığı veya kaybolduğu iddiasıyla hukuk mahkemelerine dava açılırsa herhangi bir suçun oluşmayacağı düşüncesinde olduğumdan; somut olayda sanığın borcunun iki kez ödenmesini önlemek maksadıyla, hukuki yollara müracaat etmek yerine mağdur hakkında herhangi bir isnatta bulunmadan, gerçekte çeki çalınmadığı halde çalındığından bahisle yetkili makamlara ihbar ve şikâyette bulunarak suç uydurma suçunu işlediği, sanıkta mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacı bulunmadığı, borcun iki kez tahsilini önleme amacının olduğu, bu nedenle özel kasıtla işlenebilen iftira suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı, yerel mahkemenin suç uydurmadan verdiği mahkûmiyet hükmünün doğru olduğu, onanması gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.05.2014 gün ve 382635 sayı ile;

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 271. maddesinde suç uydurma suçu düzenlenmiştir.

Madde 271: ‘İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir’ hükmünü içermektedir.

Söz konusu suç, işlenmediğini bildiği bir suçu yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar etmek ya da işlenmeyen suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak şekilde, uydurmak suretiyle işlenmektedir. Suçun iki tür işleniş biçimi bulunmaktadır. Öğretide, birincisi eylemin ihbar edilmesi, buna şekli suç uydurma denilmektedir. İkincisi ise, delil ve emareler uydurmaktır, buna maddi suç uydurma denilmektedir.

Suç uydurma suçunun konusu, suç olmalıdır. Kabahat ya da disiplin eylemleri suçun konusu olmayacaktır. Fail tarafından ihbar suretiyle veya deliller ileri sürülerek uydurulan suçların taksirli ya da kasten işlenen suçlar olmasının bir önemi bulunmamaktadır.

Suçun oluşması için belirli bir kişiye suç isnad edilmemelidir. İşlenmeyen bir suçu uyduran failin, suçu işleyen ya da iştirak edenlerin ismini vermiş olması hâlinde, eylem iftira suçunu oluşturmaktadır. Suç uydurma suçunun tamamlanması için bir zarar ya da tehlikenin meydana gelme koşulunun varlığı gerekmemektedir.

Suç oluşması için amaç ve saik aranmayıp doğrudan genel kast ile işlenmektedir.

Maddi olayda, sanık ile mağdur arasında bir ticari ilişki olduğu, bu ilişki nedeniyle sanığın mağdura 5.000 TL borcu bulunduğu, bu borç karşılığında Bakırköy 20. Noterliğinde tanzim edilmiş 00321 yevmiye nolu 5.000 TL bedelli 05.01.2009 tarihli düzenleme borç senedi ile 7.000 TL bedelli 05.05.2009 keşide tarihli çekin verildiği, mağdurun düzenlenen borç senedini tahsil için icra takibi başlattığı, sanığın ise 08.04.2009 tarihinde söz konusu çekin çalındığından bahisle Cumhuriyet Başsavcılığına isim belirtmeden şikâyetçi olduğu, mağdurun, kendisine sanık tarafından verilen çeki ve noterden düzenlenen senedi tahsil ettiği takdirde haksız kazanç sağlayacağı açıktır. Bu itibarla sanık, varolan borcunu fazlasıyla kendisinden tahsil edilmesini önlemeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle hukuki yollara müracaat etmek yerine çekin çalındığına dair şikâyette bulunmakla suç uydurma suçunu işlemiştir. Sanığın mağdura yönelik herhangi bir suç isnadı bulunmamaktadır.

5237 sayılı TCK’nun madde 267- ‘(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’ şeklinde birinci fıkrası düzenlenmiştir.

İftira suçu failin, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnadıyla ihbar ve şikâyette bulunması suretiyle işlenmektedir. Failin mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari yaptırım uygulamasını sağlamak amacıyla suçsuz olduğu hâlde sırf suç yükleme özel kastıyla hareket ederek sanık hakkında suç isnadında bulunmasıdır.

İftira suçunda korunan hukuki yarar, suç isnadı ile yargı makamlarının yanıltarak, kişiler hakkında haksız yere soruşturma ve kovuşturma açılmasının engellenmesini amaçlamaktadır.

İftira suçunda kanunda yazılı tipik eylemin gerçekleşmesi durumunda, fiilin hukuka aykırılık öğesi de gerçekleşmektedir. İftira suçunda hukuka uygunluk nedenlerinin gerçekleşmemesi gerekmektedir.

İftira suçunda TCK’nun 26. maddesinde yazılı hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı hâlinde (örneğin, ‘şikâyet hakkı, gazetecilik, haber ve eleştiri hakkı, savunma dokunulmazlığı’ gibi) hakkın kullanılması hâlinde, suçun hukuka aykırılık öğesinin gerçekleşmediği kabul edilmelidir.

İftira suçunda şüphe ve olasılığa dayanarak yapılan ihbar ve şikâyetin, maddi olaylara dayandığı kabul edilerek anayasal şikâyet hakkı olarak kabulüne olanak bulunmaktadır.

Bunun dışında, işlenen ya da gerçekleşen olaya ilaveler yapılarak suç isnad edilmesi durumunda, sanığın iftira suçunu işlemiş sayılacağı kabul edilmelidir.

Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, sanık …’nın Eyüp Polis Karakoluna başvuruda bulunarak çekinin çalındığı konusunda ihbarda bulunmak şeklindeki eyleminin, mağdura olan borcunun iki kez tahsil edilmesini önlemek maksadıyla, hukuki yollara müracaat etmek yerine mağdur hakkında herhangi bir isnatta bulunmadan, gerçekte çeki çalınmadığı hâlde çalındığını ihbar ettiği, çekin bankaya ibrazı sonrasında çekin çalıntı olmadığının kolaylıkla anlaşılacağını sanık bilmektedir. Sanık, mağdurun elinde bulunan çekin banka tarafında tahsilini engellemeye çalışmaktadır. Sanığın eyleminde, sırf suç yükleme özel kastıyla hareket edilerek suç isnad edilmemektedir. Bu itibarla sanık hakkında iftira suçunun yasal öğelerinin oluşmadığı kabul edilmelidir.

Bu nedenle, Yüksek Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13.03.2014 gün ve 2013/14274 Esas, 2014/2909 Karar sayılı suç vasfına yönelik bozma kararı hukuka aykırı niteliktedir. Anılan bozma kararının kaldırılarak sanığın suç uydurma suçundan mahkûmiyetine ilişkin Eyüp 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.07.2011 tarih ve 2009/1101 Esas ve 2011/560 Karar sayılı ilamın onanmasına karar verilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 20.11.2014 gün ve 5312-11761 sayı ile, itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Sanığın eyleminin suç uydurma suçunu mu, yoksa iftira suçunu mu oluşturduğunun,

2- Karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik gözetildiğinde, hüküm fıkrasında yer alan “ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin belirtilmesine (sanığa ihtarat yapıldı)” ilişkin kısmın uygulanma imkânının kalıp kalmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık … ile şikâyetçi … arasında borç ilişkisi bulunduğu, buna istinaden Bakırköy 20. Noterliğince 5.150 TL bedelli, 20.02.2009 ödeme tarihli, borçlusu sanık …, alacaklısı şikâyetçi Sadi olan borç senedinin 05.01.2009 tarihinde tanzim edildiği,

Söz konusu borç senedine rağmen borcunu ödemeyen sanık …’ın, … Boya Pazarlama Ticaret adına tanık Nihat …cı’nın 05.05.2009 tarihinde hamiline yazılı şekilde keşide ettiği 7.000 TL bedelli çeki ciro ederek, icra takibine uğramamak amacıyla şikâyetçi Sadi’ye verdiği, çekin yalnızca sanık … tarafından ciro edildiği,

Sanık …’ın, borç senedine konu bedeli vadesinde ödememesi üzerine şikâyetçi Sadi tarafından 09.03.2009 tarihinde sanık … aleyhine Eyüp 2. İcra Müdürlüğünün 2009/807 sayılı dosyası üzerinden bahse konu borç senedi dayanak gösterilerek icra takibi başlatıldığı,

Sanık …’ın, şikâyetçi Sadi’ye verdiği 05.05.2009 keşide tarihli çekle ilgili olarak; minibüste yolculuk yaparken üzerinde taşımakta olduğu çekin kaybolduğundan bahisle Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına 08.04.2009 havale tarihli dilekçeyle başvurduğu, aynı gün savcılıkta alınan ifadesinde çekin çalındığını beyan ettiği, sanık …’ın gerek dilekçesinde gerekse savcılık ifadesinde herhangi bir kişiden şüphelendiğine dair anlatımda bulunmadığı,

Şikâyetçi Sadi’nin, 05.05.2009 tarihinde banka şubesine şikâyete konu çeki ibraz etmesi üzerine, bu çekle ilgili olarak çalıntı kaydı bulunduğundan bahisle banka görevlisince kolluğa haber verildiği, aynı gün kollukta şikâyetçi Sadi’nin şüpheli, sanık …’ın ise şikâyetçi şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alındığı, yürütülen soruşturmada elde edilen deliller doğrultusunda sanık … hakkında suç uydurma suçundan kamu davası açılırken, şikâyetçi Sadi hakkında ise hırsızlık suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verildiği, anlaşılmaktadır.

Şikâyetçi … şüpheli sıfatıyla soruşturmada; 2007 yılında sanık … ile ortak iş yapmayı planladıklarını, o dönemde adı geçene 7.500 TL borç verdiğini, ancak işi yapamadıklarını ve ortaklıklarının bittiğini, bu borca ilişkin kendisini devamlı oyalayan sanık …’ın 2009 yılı başında 2.500 TL tutarında bir ödeme yaptığını, kalan 5.000 Lira için noter huzurunda 20.02.2009 vadeli borç senedi düzenlediklerini, ancak ödeme tarihi gelince defalarca uyarmasına rağmen sanık …’ın borcunu ödemediğini, sanık …’a borcunu ödememesi hâlinde icra takibi başlatacağını söylemesi üzerine sanık …’ın 05.05.2009 keşide tarihli çeki verdiğini, sanık …’ın borcunu yine ödemeyeceğini anladığı için bu çeki kabul ettiğini, aynı gün kendisini arayan sanık …’ın “Çeki getir, sana paranı vereceğim” dediğini, kendisinin de “Zaten iki yıldır oyalıyorsun, sen parayı getir, o zaman sana çeki veririm” demesi üzerine sanık …’ın “Sana hiçbir şey vermeyeceğim, elinden ne geliyorsa yap” dediğini, sonrasında borç senedini icra takibine koyduğundan sanık …’ın evinde haciz yapıldığını, 05.05.2009 tarihinde ise şikâyete konu çeki tahsil için bankaya ibraz edince çalıntı kaydı nedeniyle ödeme yapılmadığını,

Kovuşturmada sunduğu 17.06.2009 tarihli dilekçesinde; sanık …’ın, çeki çaldığını iddia ederek kendisini töhmet altında bırakmaya çalıştığını, ancak yapılan soruşturma neticesinde tarafına iftira atıldığının ortaya çıktığını,

Kovuşturmada istinabe olunan mahkemede; herhangi bir ortaklıkları bulunmayan sanık …’ın, kendisine olan borcu nedeniyle şikâyete konu çeki verdiğini, adı geçenin borcu ödeme gücü olmadığı için, çalındığından bahisle müracaatta bulunduğunu sonradan kendisine söylediğini,

Kovuşturmada sunduğu 02.06.2011 tarihli dilekçesinde de; şikâyete konu çekle ilgili şikâyetinden ve hakkından feragat ettiğini,

Tanık Nihat …cı; şikâyete konu çeki 2009 yılı Mart ayında sanık …’ın isteği üzerine hatır çeki olarak verdiğini, ancak sanık …’ın söz konusu çeki kaybettiğinden bahisle 08.04.2009 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduğunu anlattığını İfade etmişlerdir.

Sanık … şikâyetçi şüpheli sıfatıyla soruşturmada; tekstilcilik yaptığı dönemde Saadet Güzeller’e olan 5.000 TL borcu nedeniyle, adı geçenin amcasının oğlu olan şikâyetçi Sadi’nin kendisinden bu borcu ödemesini istediğini, bunun üzerine, arkadaşı olan tanık Nihat’tan bir iş dolayısıyla almış olduğu şikâyete konu 7.000 TL bedelli çeki 2009 yılının Şubat Ayında şikâyetçi Sadi’ye verdiğini, çeki kontrol ettireceğini söyleyerek alan şikâyetçi Sadi’den çek ile borç miktarı arasındaki bedel farkı olan 2.000 TL’yi geri getirmesini istediğini, ancak ertesi gün kendisini arayan şikâyetçi Sadi’nin “Çeki geri vermiyorum, elime koz geçti, seni icraya vereceğim” dediğini, bu görüşmeden on gün sonra evinde haciz işlemi yapıldığını, bu tarihten on gün sonra da şikâyetçi Sadi’yi hırsızlıkla suçlamamak için söz konusu çekin kaybolduğuna ilişkin müracaatta bulunduğunu, çekin bankaya ibrazından bir gün önce yaptıkları görüşmede, söz konusu çeki tahsil edeceğini söyleyen şikâyetçi Sadi’ye “Sen haksız yere kazanç sağlıyorsun, çeke tedbir koydurdum, çeki bozdurmaya gitme, gidersen ben sorumlu değilim” dediğini, şikâyetçi Sadi’nin aralarında anlaşabileceklerini söylemesi üzerine de “Beni icraya verdiğin senedi çekeceksin, çekimi bana geri vereceksin, o zaman paranı öderim” dediğini, 05.05.2009 tarihinde şikâyetçi Sadi’nin kendisini arayarak “Çeke tedbir koydurmuşsun, beni içeri aldılar, buraya gel” demesi üzerine karakola gittiğini, şikâyetçi Sadi’nin zarar görmemesi amacıyla çekin kaybolduğundan bahisle başvuruda bulunduğunu,

Kovuşturmada; şikâyete konu çekle, şikâyetçi Sadi’ye olan borcundan fazla ödeme yaptığını, bu nedenle şikâyetçi Sadi’den alacaklı olduğu 2.000 TL’yi istediği hâlde kendisine çekin kaybolduğunu söylediğini, bu sebeple çekle ilgili başvuruda bulunduğunu, daha sonra şikâyetçi ile aralarında anlaştıklarını savunmuştur.

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, iftira ve suç uydurma suçları üzerinde durulması gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nun “Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “İftira” başlıklı 267. maddesinin uyuşmazlık konusuyla ilgili 1. fıkrası;

“Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.

İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.

Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak, isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir. Başka bir deyişle, yetkili makamlara isnada muhatap kişinin açık kimlik bilgilerinin verilmesi şart olmayıp, kişinin kimliğini belirleyecek hususların verilmesi yeterlidir. Bununla birlikte, isnadın kime yönelik olduğunun yapılan açıklamalardan anlaşılabilir olması gerekmektedir. İsnadın kime yönelik olduğunun yapılan açıklamalardan dolaylı olarak dahi anlaşılamaması hâlinde ise, eylem iftira suçuna değil suç uydurma suçuna vücut verecektir.

İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.

İftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir.

Suç uydurma suçu ise TCK’nun 271. maddesinin birinci fıkrasında;

“(1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir” biçiminde düzenlenmiştir.

Suç uydurma suçu ile, adlî makamların gereksiz olarak işgal edilmesi veya yanlış yollara yönlendirilerek boşuna uğraştırılması eylemleri yaptırım altına alınmıştır. Böylece adlî makamların yıpratılıp itibar kaybına uğraması önlenmek istenmiştir.

Bu suç, belirli bir kimseye isnat yöneltilmeden, işlenmediği bilinen bir suçun yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar edilmesi veya işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerinin soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurulması suretiyle işlenmektedir. Bu anlamda, söz konusu suç tipinde, uydurulan suçun ceza hukuku açısından suç olması gerekmektedir. Kabahat veya diğer hukuk dallarına ilişkin olan, örneğin bir idari soruşturma veya yaptırımı gerektiren eylemin uydurulması bu suça vücut vermeyecektir. Buna göre, suç uydurma suçunda yetkili makamlara bildirilen fiilin suç teşkil eden bir eylem olması gerekmektedir.

İhbar veya uydurma hareketlerinin gerçekleştirilmesi ile tamamlanan bu suçun iki tür işleniş biçimi bulunmakta olup fiilin, ihbar suretiyle işlenmesine şekli suç uydurma, delil veya emarelerini uydurmak suretiyle işlenmesine ise maddi suç uydurma denilmektedir. Söz konusu suçun unsurlarını; işlenmemiş bir suçun olması, suç duyurusunun kanuni tipte belirtilen makamlara yapılması ve uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesi olarak saymak mümkündür.

Suç uydurma suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Neticesini bilerek ve isteyerek ihbarda bulunma ya da delil veya emare uydurma iradesi suçun manevi unsurudur. Bu suçun manevi unsuru bakımından doğrudan ve genel kastın bulunması yeterli olup failin suçu işleme nedeninin, maksadının veya saikinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu suçta özel kast aranmamaktadır.

Uyuşmazlık konusuyla bağlantılı olarak, suç uydurma ve iftira suçlarının arasındaki farkın ortaya konulması bakımından isnadın belirli veya belirlenebilir bir kimseye yöneltilmesinin gerekip gerekmediği hususu üzerinde durulması gerekmektedir.

Suç uydurma suçunda uydurulan suçun, belirli bir kimseye isnat edilmemesi gerekmektedir. Bu şekilde, belirli olmayan veya belirlenmesi de mümkün olmayan kimseye yönelik isnatlar suç uydurma, belirli veya belirlenebilir bir kimse hedefe konulmuşsa iftira suçu oluşmaktadır. Suç uydurma suçunda, uydurulan suçun belirli veya basit bir araştırmayla tespit edilmesi mümkün olan kişi ya da kişilere isnat edilmemiş olması aranmaktadır. Ayrıca uydurulan suçun, açık veya zımnen bilinmeyen kişiler veya hayali insanlara yöneltilmesi hâlinde de yine suç uydurma suçu oluşacaktır. Şu hâlde, muayyen veya tayin edilmesi mümkün bir kişi hedef alınarak suç isnadında bulunulmuş ise eylem, TCK’nun 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunu, belirli bir kimse hedeflenmeden ve belli bir kimseden söz edilmeden gerçekleştirilen isnatlar, TCK’nun 271. maddesinde düzenlenen suç uydurma suçunu oluşturmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanık …’ın, şikâyetçi Sadi’ye olan borcundan dolayı önceden verdiği borç senedine konu bedeli ödememesi üzerine suça konu hamiline yazılı çeki verdiği, sanığın, şikâyetçi Sadi’nin borç senedine dayalı olarak icra takibi başlatması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığına başvurup herhangi bir kişiden şüphelendiğine dair anlatımda bulunmadan, söz konusu çekin çalındığını belirterek şikâyetçi olmasından sonra, şikâyetçi Sadi’nin suça konu çeki bankaya ibraz ettiğinde çekte çalıntı kaydı bulunması nedeniyle hakkında hırsızlık suçundan soruşturma başlatıldığı olayda; sanık …’ın, kendisinden aynı borca yönelik mükerrer tahsilat yapılmasını önlemek amacıyla başvuruda bulunması gözetildiğinde, sanığın şikâyetçi Sadi hakkında soruşturma başlatılmasına yönelik özel kastı bulunmaması ve para gibi tedavülü söz konusu olan hamiline yazılı çekin, şikâyetçi Sadi dışında üçüncü kişi tarafından bankaya ibraz edilebileceği nazara alındığında da, sanığın belirli bir kimseyi hedefe koymamış olması birlikte değerlendirildiğinde; somut olayda iftira suçunun oluşmayacağı, sanığın, şikâyetçiye rızasıyla verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir kişiyi hedef göstermeksizin yetkili makamlara başvurmaktan ibaret eyleminin suç uydurma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, uygulamanın denetlenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; “itirazın reddine karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

Ulaşılan sonuç karşısında, bu aşamada 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik gözetildiğinde, hüküm fıkrasında yer alan “ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin belirtilmesine (sanığa ihtarat yapıldı)” ilişkin kısmın uygulanma imkânının kalıp kalmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13.03.2014 gün ve 14274-2909 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

3- Dosyanın, uygulamanın denetlenmesi amacıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.04.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

KAZAYA KARIŞAN ARAÇLARIN AYNI SİGORTA ŞİRKETİNE SİGORTALI OLMASI

T.C.

YARGITAY

11.Hukuk Dairesi

Esas No: 2000/3748 Karar No: 2000/4732 Tarihi: 29.05.2000

  • KAZAYA KARIŞAN ARAÇLARIN AYNI SİGORTA ŞİRKETİNE SİGORTALI OLMASI
  • KASKO SİGORTASI
  • ZORUNLU MALİ MESULİYET SİGORTASI

ÖZET:Olayda, kazaya karışan her iki araç da davacı sigorta şirketine kasko ve zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalıdır. Böyle bir durumda, davacı sigortalısına yaptığı ödeme ile yasadan kaynaklanan halefiyet hakkına ilke olarak kavuşması gerekir. Fakat, davacı sigorta şirketi, davalı aracının da trafik sigortacısı olduğuna göre, davalının bu kaza ile neden olduğu zararlar bakımından poliçede belirlenen limitler çerçevesinde davalının hukuki sorumluluğunu KTK’nın 85. maddesi uyarınca üzerine almış bulunmaktadır. Yani hem zarar gören, hem de zarar sorumlusu kavramlarını üzerinde toplamaktadır. Bu durumda, sigortalısına karşı zararı karşılamak amacıyla hukuki sorumluluğu üzerine alan davacı sigorta şirketinin bu ilkeyi bertaraf edecek şekilde zarar sorumlusu sıfatıyla davalıya karşı limitler çerçevesinde rücu davası açabilme hakkının bulunmadığının kabulü gerekir.

(2918 s. KTK m. 85)

TAM METİN:

Taraflar arasındaki davanın Ankara 5. Sulh Hukuk Mahkemesince görülerek verilen 05.11.1999 tarih ve 1998/1328 – 1999/978 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dava dosyası için Tetkik Hakimi Deniz Biltekin taralından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkili sigorta şirketine özel otomobil paket sigorta poliçesi ile kasko sigortalı araca, davalının maliki olduğu aracın tam kusurlu ile çarpması sonucu hasarlandığını ileri sürerek, sigortalılarına ödedikleri 135.000.000.- liranın 06.05.1997 tarihinden itibaren reeskont faizi ile davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili aracının davacıya trafik sigortası ile sigortalı olduğunu açıkladıktan sonra davanın trafik sigortacısı G. Sigorta A.Ş.’ye ve sürücüsüne ihbarını talep ederek davanın reddini talep etmiş, son celse takas ve mahsup talepleri olmadığını beyan etmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamından davacının aynı zamanda davalıya ait aracın zorunlu trafik sigortacısı olduğu ancak, davalı vekilinin takas ve mahsup talebi olmadığını beyan etmesi nedeniyle davanın kısmen kabulü ile 127.788.000.- liranın 06.05.1997 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Davadaki uyuşmazlık, kasko sigorta poliçesi gereğince sigortalısına sigorta tazminatı ödeyen sigortacının, kazaya yine sigortacıya zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı bir başka aracın sebebiyet vermesi halinde sigortacının halefiyet yolu ile TTK’nın 1301. maddesinden, kaynaklanan rücu hakkını kendi sigortalısına karşı zarar sorumlusu olarak kullanıp kullanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Gerçekten de dava dosyasının incelenmesinde, kazaya karışan her iki aracın da davacı sigorta şirketine kasko ve zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı olduğu anlaşılmaktadır. Böyle bir durumda, davacı sigortalısına yaptığı ödeme ile yasadan kaynaklanan halefiyet hakkına ilke olarak kavuşması gerekir. Ne var ki, yukarıda değinildiği üzere, davacı sigorta şirketi, davalı aracının da trafik sigortacısı olduğuna göre, davalının bu kaza ile neden olduğu zararlar bakımından poliçede belirlenen limitler çerçevesinde davalının hukuki sorumluluğunu KTK’nın 85. maddesi uyarınca üzerine almış bulunmaktadır. Bir başka deyişle, davacı sigortacı, az önce değinilen yasal düzenleme ile bir yandan sigortalının halefiyet hakkını kullanarak davalıya rücu edebilme imkanına kavuştuğu gibi, öte yandan aynı olay sebebiyle davalının hukuki sorumluluğunu limitler çerçevesinde üzerine almış bulunmakta, yani hem zarar gören, hem de zarar sorumlusu kavramlarını üzerinde toplamaktadır. Bu durumda, sigortalısına karşı zararı karşılamak amacıyla hukuki sorumluluğu üzerine alan davacı sigorta şirketinin bu ilkeyi bertaraf edecek şekilde zarar sorumlusu sıfatıyla davalıya karşı limitler çerçevesinde rücu davası açabilme hakkının bulunmadığının kabulü gerekir. Dava konusu olayda da, davacı sigorta şirketinin sigortalısına ödediği 127.788.000.- liralık hasar miktarı, davalının zorunlu mali mesuliyet sigortasında 250.000.000.- liralık hukuki sorumluluğu üzerine aldığına göre, davalı zarar sorumluğuna karşı limitler üzerinde bir başvuru hakkı bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, olayda uygulanma imkanı olmayan davalı vekilinin takas-mahsup talep etmemesi beyanına dayanılarak yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 29.05.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

“BEN ÇOCUK AVUTUYORUM, BİZ ÇOCUĞA BAKIYORUZ EŞİMİ SEVMİYORUM SEVGİM BİTTİ- BOŞANMA

T.C

YARGITAY

2.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/21816

KARAR: 2018/9487

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı erkek tarafından; her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece evlilik birliğinin sarsılmasına yol açan olaylarda, davalı-karşı davacı erkek tam kusurlu kabul edilerek erkeğin boşanma davasının reddine, kadının davasının kabulüyle boşanmaya karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının başkalarının yanında eşini kastederek “BEN ÇOCUK AVUTUYORUM, BİZ ÇOCUĞA BAKIYORUZ DEMEK SURETİYLE EŞİNİ AŞAĞILADIĞI VE BEN EŞİMİ SEVMİYORUM SEVGİM BİTTİ” dediği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, erkek de dava açmakta haklıdır. Öyleyse, erkeğin davasının da kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, davasının reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre yeniden hüküm kurulması gerekli hale gelen kadının kabul edilen davası ve fer’ilerine yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 19.09.2018(Çrş.)

 

“SEVMİYORUM, GÖRÜCÜ USULÜ İLE EVLENDİM İSTEMİYORUM”- BOŞANMA- HAKARET

T.C

YARGITAY

2.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/22378

KARAR: 2018/9728

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi

DAVA TÜRÜ           : Karşılıklı Boşanma

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davalı-karşı davacı erkek tarafından her iki dava yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Mahkemece evlilik birliğinin sarsılmasına yol açan olaylarda, davalı-karşı davacı erkek tam kusurlu kabul edilerek erkeğin boşanma davasının reddine, kadının davasının kabulüyle boşanmaya karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının eşine karşı “Sevmiyorum, görücü usulü ile evlendim istemiyorum” dediği, eşine “Sen mal mısın, sığır mısın” şeklinde hakaret ettiği anlaşılmaktadır. Gerçekleşen bu duruma göre, erkek dava açmakta haklıdır. Öyleyse erkeğin davasının da kabulü ile boşanmaya karar verilmesi gerekirken, davasının reddi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre yeniden hüküm kurulması gerekli hale gelen kadının kabul edilen davası ve fer’ilerine yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 20.09.2018

OTOBÜSTE YOLCU OLARAK BULUNAN ŞAHSIN TRAFİK KAZASI SONUCU ÖLMESİ HALİNDE HÜKMEDİLECEK TAZMİNATTAN HER İKİ ARAÇ MALİKLERİN DE MÜTESELSİLEN SORUMLU OLMASININ GEREKMESİ

T.C.

YARGITAY

HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2003/2583

KARAR: 2003/5599

TARİH: 27.5.2003

818/m.45,47

ÖZET : Desteğin ölüm tarihindeki gelir durumunun davacı tarafça kanıtlanması gerekir. Bunun kanıtlanmaması halinde ise maddi destek tazminatının hesabında asgari ücretin esas alınacağı kabul edilmektedir.Somut olayda,davacıların desteğinin ölüm tarihindeki geliri net olarak belirlenememiştir.Her ne kadar zabıta araştırmasında davacının bir Milli Piyango bayisi ile birlikte çalıştığı tespit edilmiş ise de, bu işin sabit bir iş olmadığı dikkate alınarak desteğin gelirinin asgari ücret olduğu kabul edilerek, tazminat hesabının buna göre yapılması gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Tekirdağ Asliye 2.Hukuk Mahkemesi’nce verilen 18.6.2002 tarih ve 1999/299-2002/310 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi duruşmalı olarak taraf vekilleri tarafından istenmiş olmakla, duruşma için belirlenen 27.05.2003 günde davalılardan T… Transport Uluslar arası Taş. Tic. A.Ş. avukatı Osman Erkal gelip, davacı avukatı tebligata rağmen gelmediğinden, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraf avukatı dinlenildikten sonra, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi Verda Çiçekli tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili,müvekkillerinin murisi İ.Hakkı K.’nin davalı T… Turizm Ltd.Şti.nin işlettiği otobüste yolcu olarak seyahat ederken otobüsün diğer davalıların maliki,sürücüsü bulundukları araçla çarpışması sonucu vefat ettiğini,ölüm nedeniyle müvekkillerinin maddi ve manevi destekten yoksun kaldıklarını ileri sürerek, ( 5.000.000.000 )TL manevi ve 5.000.000 )TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı T… Trasport Uluslararası Taş. A.Ş. vekili,davanın zamanaşımına uğradığını,atfedilen kusur oranını kabul etmediğini,istenen tazminatın fahiş olduğunu savunarak,davanın reddini istemiştir.

Mahkemece,taraflarca sunulan kanıtlar ve yaptırılan bilirkişi incelemesine göre,kazanın meydana gelmesinde davalı otobüs 1/8 davalı kamyon sürücüsünün 7/8 oranında kusurlu oldukları,davacı sağ eşin toplam ( 8.846.250.000 )TL destek tazminatı isteyebileceğinin belirlendiği, davacı çocukların üçünün reşit olmaları nedeniyle destek tazminatı isteme hakları bulunmadığı,tarafların sosyal ve mali durumları gözetilerek manevi tazminat takdir edildiği gerekçesiyle,davalı Osman M. hakkındaki dava takip edilmediğinden atiye terk edilmesine,davacı Saniye için (2.000.000.000 ) TL maddi ve ( 2.000.000.000 )TL manevi tazminat ile diğer davacıların her biri için ( 1.000.000.000 )TL’şer manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte diğer davalılardan tahsiline,diğer davacıların maddi tazminat davalarının reddine karar verilmiştir.

Kararı,davacılar ile davalı T… Transport Taş.A.Ş.vekilleri temyiz etmiştir.

1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve davacı vekilinin davacılardan Ayşegül K.’nin akıl hastası olduğuna dair herhangi bir kanıt sunmadığına,davacıların murisi yolcu olup, kendisinin kusurlu olduğu iddia edilmediğine ve davalılar arasında müteselsil sorumluluk bulunduğundan bu davada kusur araştırmasının zorunlu bulunmamasına göre, davacılar ile davalı T… Transport Taş A.Ş. vekillerinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Ancak dava,BK’nun 45nci maddesi uyarınca açılan maddi destekten yoksun kalma tazminatının tahsili istemine ilişkin olup, Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarına göre,desteğin ölüm tarihindeki gelir durumunun davacı tarafça kanıtlanması gerekir.Bunun kanıtlanmaması halinde ise maddi destek tazminatının hesabında asgari ücretin esas alınacağı kabul edilmektedir.Somut olayda,davacıların desteğinin ölüm tarihindeki geliri net olarak belirlenememiştir.Her ne kadar zabıta araştırmasında davacının bir Milli Piyango bayisi ile birlikte çalıştığı tesbit edilmiş ise de,bu işin sabit bir iş olmadığı dikkate alınarak desteğin gelirinin asgari ücret olduğu kabul edilerek, tazminat hesabının buna göre yapılması gerekir.Şu halde, mahkemece,dosyanın yeniden aktüerya konusunda uzman bir bilirkişiye gönderilmesi ve desteğin gelirinin asgari ücret ve artışları dikkate alınarak bilinen ve bilinmeyen gelir durumlarının belirlenmesi, bilinmeyen dönem için hesaplanacak muhtemel zararın her yıl için %10 artırılıp %10 iskonto edilmek suretiyle hesaplanması ve oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmek gerekirken,yetersiz bilirkişi raporuna göre karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) No’lu bentte yazılı nedenlerle, taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının reddine, ( 2 ) No’lu bentte yazılı nedenlerle, kararın davacılar ve davalı T… Transport A.Ş. yararına BOZULMASINA, 275.000.000.-TL duruşma vekillik ücretinin Avukatlık Ücret Tarifesi’nin 21 nci maddesi gereğince KDV’si ile birlikte davacıdan alınarak davalı T… Transport A.Ş. vekiline verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 27.05.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İLK DAVADA İSTENMEYEN (DAVA TARİHİ İLE ISLAH TARİHİ ARASINDA İŞLEMİŞ) FAİZ ALACAĞININ TAHSİLİ

T.C

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

ESAS:2017/1628

KARAR: 2018/1098

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ           :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki “alacak” davasının yapılan yargılaması sonunda İstanbul 13. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 24.12.2012 gün ve 2012/153 E., 2012/390 K. sayılı kararının temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 06.05.2013 gün ve 2013/3812 E., 2013/8039 K. sayılı kararı ile:

“…Davacı vekili; davalı şirket aleyhine 17.10.2001 tarihinde İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2001/422 E. sayılı dosyasıyla tazminat davası açıldığını, dava dilekçesinde sehven faiz talebinde bulunulmadığını, 05.05.2010 tarihinde dava dilekçesi ıslah edilerek dava tarihinden itibaren faiz talep ettiklerini, mahkemece talep kabul edilerek karar verildiğini, kararın temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından ıslah tarihinden itibaren faize karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğunu, mahkemece Yargıtay kararına uyularak ıslah tarihinden itibaren faize hükmedildiğini, bu nedenle ıslah tarihi ile dava tarihi arası (17.10.2001-05.05.2010) faizi talep etme haklarının doğduğunu belirterek İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde açılan davanın tarihi ile ıslah tarihi arasında 3095 sayılı Kanunun 2/2 maddesi gereğince işleyen 38.280-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; davacı asıl alacağa ilişkin dava dilekçesinde faiz talep etmediği için huzurdaki dava ile 17.10.2001-05.05.2010 tarihleri arasında işleyen faizin tahsilini talep ettiğini, ancak asıl alacağa uygulanan zamanaşımı feri nitelikteki faiz içinde geçerli olduğundan dava konusu faiz alacağının zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporu doğrultusunda; davalı şirket aleyhine İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/422 Esas sayılı dosyası ile 17.10.2001 tarihinde tazminat davası açıldığı, açılan iş bu davada faiz talep edilmediğinden 05.05.2010 tarihinde davacı yanca dava ıslah edilerek dava tarihinden itibaren faiz talep edildiği, mahkemece davacının talebi kabul edilerek bu doğrultuda karar verildiği, kararın temyizi üzerine Yargıtay 19. Hukuk Dairesi tarafından ıslah tarihinden itibaren faize karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulduğu, İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2012/94 esas sayılı dosyasında Yargıtay kararına uyularak ıslah tarihinden itibaren faize hükmedildiği, dava tarihi ile ıslah tarihi arası (17.10.2001-05.05.2010) faiz talebinin karar altına alınmamış olduğu gerekçesiyle İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/94 esas sayılı dosyasının dava açılış tarihi olan 17.10.2001 tarihi ile ıslah tarihi olan 05.05.2010 tarihi arası 3095 sayılı Kanunun 2/2 maddesi gereğince işleyen 38.280-TL’nin dava tarihinden itibaren temerrüt faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı tarafından davalı şirket aleyhine İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/422 esas sayılı dosyası ile açılan tazminat davasında faiz talep edilmediği, ancak yargılama sırasında ıslah dilekçesi verilerek bu sefer dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi talebinde bulunulduğu, mahkemece uygun görülen davacı talebi doğrultusunda verilen kararın Dairemizin 14.07.2011 tarih, 2010/12753 esas, 2011/10060 karar sayılı ilamıyla faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulduğu ve yerel mahkemece bozma ilamına uyularak verilen kararın temyiz edilmeksizin kesinleştiği görülmüştür.

Her ne kadar davacı vekili tarafından İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinde hüküm altına alınmayan dava tarihi ile ıslah tarihi arasındaki faiz alacağı işbu davada dava konusu yapılmış ve mahkemece talep doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiş ise de, bu davada istenen faiz alacağının İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2001/422 esas sayılı dosyasında da dava konusu yapıldığı ve Dairemizin bozma ilamında bu talebin tartışılarak bir sonuca bağlandığı anlaşılmıştır. Bu durumda mahkemece tarafları, sebebi ve dava konusu aynı olan iş bu dava yönünden kesin hüküm bulunduğundan davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…”

gerekçesi ile ve oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle mahkemesince yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, ilk davada istenmeyen (dava tarihi ile ıslah tarihi arasında işlemiş) faiz alacağının tahsili istemine ilişkindir.

Taraflar arasında mobilya kenar bandı satımına ilişkin sözleşme bağıtlanmış, malzemenin ayıplı çıkması nedeniyle davacı tarafından (fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak) toplam 24.000,-TL tazminatın tahsili talep edilmiş, davanın devamı sırasında bu tutarın “dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile tahsili” şeklinde ıslah edilmiştir.

Mahkemece 11.512,-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile tahsili yönünde verilen karar Özel Dairece (davalı vekilinin sair temyiz itirazları reddedilerek) davacının dava dilekçesinde hüküm altına alınmasını istediği tazminata faiz yürütülmesi isteminde bulunmadığı vurgulanmak suretiyle faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozmaya uyularak kurulan hüküm çerçevesinde davalı tarafından icra dosyasına 06.06.2012 günü toplam borç yatırılmıştır.

04.06.2012 günü eldeki dava açılmış, davacı vekili “takip konusu alacağa ilişkin faizle ilgili açmış ve açacak olduğumuz dava hakkımız saklı kalmak kaydıyla dosyaya yatan paranın tarafıma ödenmesini talep ederim” şeklindeki talebi ile 20.06.2012 günü icra veznesindeki parayı çekmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen dosyada ise;

Davacı vekili tazminat dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulduğunu fakat hataen faiz talebinin yazılmadığını, bu hususa yönelik ıslah taleplerinin Yargıtay’ca kabul görmediğini; dava sırasında faiz istenememiş olmasının sonradan faiz için dava açılmasına engel olmadığını ve önceki davada hüküm altına alınan alacağın henüz tahsil edilmediğini ileri sürerek önceki davanın açıldığı 17.01.2001 ile ıslah tarihi olan 05.05.2010 arasındaki faizin tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili dava konusu faiz alacağının tabi olduğu asıl alacağın ticari satımda ayıba karşı tekeffülden kaynaklandığını ve buna ilişkin Türk Ticaret Kanunu’nun 25/4’üncü maddesinde belirlenen 6 aylık zamanaşımı süresinin dolduğunu; açılan ilk davada faiz istenmediğinden, ilk davanın anılan döneme ilişkin zamanaşımını kesmeyeceğini bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece asıl alacak tahsil edilmedikçe zamanaşımı kesilmeyeceğinden zamanaşımı definin reddine karar verildikten sonra; İstanbul 10. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/94 E. sayılı dosyasının dava tarihi olan 17.10.2001 tarihi ile ıslah tarihi olan 05.05.2010 tarihi arası 3095 sayılı Kanuni Faiz ve Temerrüt Faizi Hakkında Kanun’un 2/2 maddesi gereğince 38.280,-TL’nin dava tarihinden itibaren temerrüt faizi ile birlikte hüküm altına alınmasına karar verilmiştir.

Davalı şirket vekilinin temyiz itirazı üzerine karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçe ile bozulmuştur.

Yerel mahkemece bu kez faize ilişkin yasal düzenlemeler vurgulanmak ve önceki gerekçeler tekrarlanmak suretiyle ilk kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davalı şirket vekili temyiz etmektedir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: asıl alacağın henüz tamamen ödenmediği dönemde; faiz alacağının (açıkça vazgeçilmiş olmadıkça) dava konusu edilip edilemeyeceği; somut olay bakımından ilk davada istenmeyen dava ve ıslah tarihleri arasındaki faize ilişkin tutarın, istem biçimine göre hüküm altına alınamayacağına ilişkin Özel Daire bozma kararının bu alacak bakımından kesin hüküm teşkil edip etmediği noktalarında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümlenebilmesi için öncelikle maddi anlamda kesin hüküm ve sona ermeleri bakımından asli alacak ile bunun ferîleri arasındaki ilişkinin değerlendirilmesinde yarar vardır.

Bir karara karşı normal kanun yollarına başvurulamıyorsa buna şekli anlamda kesin hüküm denir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.V, 6.b., İstanbul 2001, s.4981; Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, C.I-II, 7.b., İstanbul 2000, s.693). Şekli anlamda kesin hükmün iki sonucu vardır. Bunlar: artık o karara karşı olağan kanun yollarına başvurulamaması ve maddi anlamda kesin hükümden söz edilebilmek için aranan ilk şart olmasıdır.

Şekli anlamda kesin hüküm Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda tanımlanmamış ise de, maddi anlamda kesin hüküm 303’üncü maddede tanımlanmış ve kesin hükmün diğer şartları, etki ve sonuçları burada gösterilmiştir. Buna göre bir davada maddi anlamda kesin hükümden söz edilebilmesinin ilk şartı o hükmün şekli anlamda kesinleşmiş olmasıdır. Bundan başka her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir (HMK m.303/1). Hemen belirtmek gerekir ki kesin hüküm kamu düzenindendir (Domaniç, H.: Hukukta Kaziyyei Muhkeme ve Nisbi Kuvveti, İstanbul 1964, s.5) ve dava şartı olarak kabul edilmiştir (HMK m.114/1-i).

Bir mahkeme kararının kesin hüküm hâline gelmesi, bu kararın bir yandan taraflar için hukuki bir gerçeklik sayılması, bu kimselerin kararda gösterilen hakların sahibi ve borçların yükümlüsü hâline gelmesi; öte yandan kararla çözümlenen hukuki sebep değişmedikçe taraflar arasında yeni bir dava konusu edilememesi anlamına gelir (Fabreguettes, M.P.: Adalet Mantığı ve Hüküm Verme Sanatı, Ankara 1945, s.62; Çenberci, M.: Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, Ankara 1965, s.15; Domaniç, s.4; Kuru, s.4987).

Bu aşamada Özel Daire bozma kararının, önceki karardaki faiz kısmını maddi anlamda kesin hüküm hâline getirip getirmediğinin belirlenmesi gerekir. İlk davada davacı vekili dava dilekçesinde gönderilen kenar bantlarının ayıplı çıkması nedeniyle 17.500,-TL; imalat, işçilik, depolama, ambalajlama ve enerji gideri olarak 3.500,-TL ve alınan iadeler nedeniyle oluşan itibar kaybı için 3.000,-TL toplamı 24.000,-TL’nin tahsiline karar verilmesini istemiş fakat faiz talebinde bulunmamıştır. Davacı vekili 05.05.2010 tarihli ıslah dilekçesinde ise “…24.000,-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faiz, masraf ve ücreti vekâlet ile birlikte tahsili…” şeklinde talebini ıslah etmiştir. Bu ıslah üzerine mahkemece davanın kısmen kabulü ile 11.512,-TL’nin dava tarihinden itibaren tahsiline karar verilmiştir. Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, 19. Hukuk Dairesi 14.07.2011 gün ve 2010/12753 E., 2011/10060 K. sayılı kararının birinci bendinde “Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddi”ne karar vermiş; kararın ikinci bendinde ise dava ve ıslah dilekçelerindeki talepler özetlenerek “…faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi isabetsiz olduğundan…” bahisle bozulmuştur.

Kesin hükme ilişkin ilkeler ve önceki davaya ilişkin açıklamalar bir arada değerlendirildiğinde, bozmanın kapsamı (temyiz edenin davalı olduğu da düşünüldüğünde); dava ve ıslah dilekçeleri içeriğine göre faize sadece ıslah tarihinden itibaren hükmolunabileceği noktasındadır. Özel Dairece bozma içeriğinde dava tarihi ile ıslah tarihi arasındaki faize ilişkin bir belirleme ya da bunun hüküm altına alınamayacağına dair bir sınırlama yapılmamıştır. Bu bakımdan anılan iki tarih arasındaki faiz konusunda bir kesin hükmün varlığından söz edilemez.

Somut olay bakımından dava dilekçesinde istenmeyen fakat ıslah dilekçesinde istendiği için dava tarihi ile ıslah tarihi arasında işleyen faiz alacağına hükmedilmeyen ilk davadan sonra, bu dönem faiz alacağının yeni bir dava ile istenip istenemeyeceği ve bunun şartlarının ne olduğu hususu üzerinde de durulmalıdır. Bunun için öncelikle faiz alacağı, bunun ferî niteliği, talep edilme şartları ve özellikle sona erme bakımından asıl borçla arasındaki ilişkinin açıklanması gerekir.

Kanunlarımızda faizin tanımı yapılmamıştır. Farklı kaynakları ve farklı uygulama alanları bulunduğundan faizin yeterli bir tanımını vermek de zorluk arz eder. Genel olarak faiz, konusu para olan borçlarda alacaklının parayı kullanmaktan mahrum kaldığı süre için borçludan almaya hak kazandığı bir karşılıktır (Von Tuhr, A.: Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, C.I-II, Çev. C. Edege, Ankara 1983, s.61; Eren, F.: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 22.b., Ankara 2017, s.1005; Serozan, R./Kocayusufpaşaoğlu, N./Hatemi, H./Arpacı, A.: Borçlar Hukuku Genel Bölüm, C.III, 6.b., İstanbul 2014, s.106; Helvacı, M.: Borçlar ve Ticaret Kanunu Bakımından Para Borçlarında Faiz Kavramı, İstanbul 2000, s.43 vd.; Barlas, N.: Para Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Temerrüt Açısından Düzenlenen Genel Sonuçlar, İstanbul 1992, s.127 vd.). Hukuk Genel Kurulunun 15.05.2015 gün ve 2013/2249 E., 2015/1362 K. sayılı kararında da bu hususa işaret edilmiştir.

Faiz asıl alacağa bağlıdır fakat bir kez doğmakla bir yan edim olarak varlık kazanır. Asıl alacak tamamen sona erdiğinde faiz borcu da sona erer (TBK m.131/1, BK m.113/2). Faiz alacağı doğduktan sonra, açıkça vazgeçilmedikçe ayrı dava ve takip konusu edilebilir.

Nitekim somut olayda davacı vekili 17.10.2001 tarihinde açtığı ilk davada fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmuş fakat dava tarihinden itibaren faiz istememiştir. Islah dilekçesinde ıslah tarihinden önceki dönem için de faiz istemiş, mahkemece bu yönde karar verilmiştir. Özel Daire o davaya ilişkin 14.7.2011 gün ve 2010/12753 E., 2011/10060 K. sayılı kararında ancak ıslah tarihinden itibaren faize hükmedilebileceği gerekçesiyle yerel mahkeme kararını bozmuştur. Bozmaya uyularak yapılan yargılama üzerine asıl alacağa ve ıslah tarihinden itibaren faize hükmedilmiştir.

İlk davada, dava tarihi ile ıslah tarihi arasında geçen sürede işleyen faiz alacağı ise eldeki davanın konusudur. Mahkemece talebin kabulüne ilişkin karar Özel Dairece yukarıdaki gerekçe ile bozulmuştur.

Hemen belirtmek gerekir ki ilk davada verilen kararın bozulmasına ilişkin Özel Daire kararında “…faize ıslah tarihinden itibaren hükmedilmesi gerekirken dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi isabetsiz olduğundan…” gerekçesi gösterildiğinden, faiz alacağının hiç istenemeyeceğine dair bir kesin hükümden söz edilemez.

Bu durumda somut olay bakımından faizin istenebilir olup olmadığı değerlendirilmelidir.

İlk davanın davacı yararına sonuçlanması üzerine davacı yanca Kadıköy 6. İcra Dairesinin 2010/19577 sayılı dosya ile ilamlı takibe girişilmiş, davalı borçlu tarafından icra dairesinin banka hesabına 06.06.2012 günü ödeme yapılmış; davacı eldeki davayı bu ödemeden önce 04.06.2012 günü açmış ve bilahare 20.06.2012 günü “takip konusu alacağa ilişkin faizle ilgili açmış ve açacak olduğumuz dava hakkımız saklı kalmak kaydıyla dosyaya yatan paranın tarafıma ödenmesini talep ederim” şeklindeki çekincesi ile dosyadaki parayı çekmiştir.

Yukarıda faizin niteliğine ilişkin olarak yapılan açıklamalar ile somut olay da dikkate alındığında, davacının ilk davanın dava tarihi ile ıslah tarihindeki alacağından açıkça vazgeçmediği ve asıl alacağın da tam ödenmek suretiyle sona ermediği bir dönemde eldeki davayı açtığı tartışmasızdır. Bu durumda davacının anılan dönem faizine hak kazandığı ve bunun hüküm altına alınmasında yasaya aykırı bir yön bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Hâl böyle olunca, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, direnme kararında açıklanan nedenlere göre direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davalı Lignadecor Üretim ve Pazarlama AŞ vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (2.070.70 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3’üncü maddesi çerçevesinde uygulanmasına devam olunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440’ıncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.

KESİN HÜKÜM İTİRAZI-MUVAZAA-PAY ORANINDA İPTAL VE TESCİL

T.C

YARGITAY

1.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/2082

KARAR: 2018/15332

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ-TESCİL-TENKİS

Davacılar, ortak mirasbırakanları …’e kendi murisi … ’den intikalen gelen 283 ada 28 parsel sayılı taşınmazdaki 1 no’lu bağımsız bölümün 1/3 payını 14.03.2011 tarihinde kardeşinin eşi davalı …’e satış göstererek temlik ettiğini, yapılan temlikin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, devre konu payın iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini, mümkün olmazsa tenkisini istemişlerdir.
Davalı, kesin hüküm bulunduğunu, öncelikle bu nedenle dava şartı yokluğundan davanın reddedilmesi gerektiğini, aksi halde iddiaları kabul etmediğini, davanın esastan reddedilmesi gerektiğini beyan etmiştir.
Mahkemece, davacıların murisi …’in daha önce açtığı … 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.03.2012 tarih ve 2012/52 E 2012/83 K ile … 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2013 tarih ve 2012/489 E 2013/81 K sayılı davaların eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve miras payları oranında tescil, mümkün olmazsa tenkis isteğine ilişkin olup, bu tür davalarda dava hakkı murisin ölümü ile mirasçılarına geçer. Her bir mirasçının payı oranında iptal ve tescil isteme hakkı bulunmaktadır.
Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK’nın 303. maddesinde; ‘’ Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. ‘’ düzenlemesine yer verilmiştir.

Her ne kadar mahkemece, … 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 16.03.2012 tarih ve 2012/52 E 2012/83 K ile … 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 18.02.2013 tarih ve 2012/489 E 2013/81 K sayılı davaların eldeki dava yönünden kesin hüküm teşkil ettiği gerekçesiyle de davanın reddine karar verilmiş ise de; eldeki dava ile anılan davalarda, taraflar ve dava konusu aynı olmasına rağmen dayanılan hukuksal neden farklı olduğundan, önceki davaların eldeki dava yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı kuşkusuzdur.

Öte yandan, dosya içeriği ve toplanan delillerden; 6100 sayılı HMK’nın 190. ve 4721 sayılı TMK’nın 6. maddeleri uyarınca herkesin iddiasını ispatla mükellef olduğu gözetildiğinde davacıların muvazaa iddialarını kanıtlayamadığı, tenkis koşullarının da oluşmadığı, mahkemece kesin hüküm yanında iddiaların kanıtlanamadığı hususunun da gerekçe yapıldığı anlaşıldığından iddiaların kanıtlanamadığından bahisle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerinde görülmediğinden reddi ile, hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 6.70-TL. bakiye harcının temyiz eden davacılardan alınmasına, 06.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

TANIKLARIN DİNLENMEMESİ -HUKUKİ DİNLENİLME HAKKININ İHLALİ- MURİS MUVAZAASI

T.C

YARGITAY

1.HUKUK DAİRESİ

 

ESAS:2016/396

KARAR: 2018/15288

“İçtihat Metni”

 

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’in raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan …’in maliki olduğu 115 ada 4 sayılı parseldeki dava konusu 13 nolu bağımsız bölümü dava dışı torunu … … verdiği 19.08.2013 tarihli vekaletname ile dava dışı torunu … eşi davalı …’e 29.08.2013 tarihinde satış suretiyle devrettiğini, anılan devrin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu iptali ve tescile, olmazsa tenkise karar verilmesini istemiştir.
Davalı, devrin bedeli karşılığında yapıldığını ve muvazaalı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, muvazaa iddiasının kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Ne var ki, davalı tarafça tanık listesi verildiği halde, davalı tanıklarının dinlenmesi yönünde mahkemece bir işlem yapılmamıştır.

Hemen belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi için, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanması zorunludur. Mahkeme iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Taraflara hukukî dinlenilme hakkı verilmesi anayasal bir haktır. 1982 Anayasası’nın 36. maddesine göre teminat altına alınan iddia ve savunma hakkı ile adil yargılanma hakkı, hukukî dinlenilme hakkını da içermektedir. Yine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde de hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
Diğer taraftan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 27. maddesinde: “(I) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. (2) Bu hak; a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, b) Açıklama ve ispat hakkını, c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”. hükmü düzenlenmiştir.

Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Zira, insan onurunun yargılamadaki zorunlu bir sonucu olarak, yargılama süjelerinin, yargılamada şeklen yer almaları dışında, tam olarak bilgi sahibi olmaları, kendilerini ilgilendiren yargılama konusunda açıklama ve ispat haklarını tam ve eşit olarak kullanmaları ve yargı organlarının da bu açıklamaları dikkate alarak gereği gibi değerlendirme yapıp karar vermesi gerekir.

Hâl böyle olunca; davalı tarafça bildirilen tanıkların dinlenmeleri yönünde HMK’nın 243. maddesi uyarınca işlem yapılması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, davalı tanıkları dinlenilmeksizin savunma hakkı kısıtlanmak suretiyle işin esası bakımından yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.

SONUÇ: Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre temyize konu diğer hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

 

MURİS MUVAZAASI – KIZLARDAN MAL KAÇIRMA

T.C

YARGITAY

1.Hukuk Dairesi

ESAS :2018/4310

KARAR: 2018/15309

MAHKEMESİ           :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

DAVA TÜRÜ           : TAPU İPTALİ-TESCİL

Taraflar arasındaki davadan dolayı … 2.Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 18.11.2014 gün ve 2013/669 Esas – 2014/606 Karar sayılı hükmün düzeltilerek onanmasına ilişkin olan 19.02.2018 gün ve 6233-993 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davalı … vekili tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişikindir.

Davacı, mirasbırakanı…’nun 257 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını kızlarını mirastan mahrum bırakmak amacıyla ikinci eşi …e satış suretiyle temlik ettiğini, Atra Genç’in de taşınmazın tamamını çocukları … ve…’e eşit paylarla bağışladığını, davalı Sabri’nin de payını davalı … muvazaalı biçimde devrettiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile mirasçılık belgesindeki payı oranında adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı …, davalı sıfatı olmadığını, muvazaa iddiasının gerçeği yansıtmadığını belirterek davanın reddini savunmuş; diğer davalı …, davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, pay temlikinin mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu, sonraki kayıt malikinin de durumu bilen ve bilmesi gereken konumunda bulunduğu, 4721 sayılı TMK’nın 1023. maddesindeki koruyuculuktan yararlanamayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar, davacının temyizi üzerine Dairece, hükmün kuruluşu ve pay oranları yönünden düzeltilerek onanmıştır.

Ne var ki, bu kez de mirasbırakanın satış suretiyle temlik ettiği çekişmeli pay dışındaki diğer payın da maddi yanılgı sonucu hükme dahil edildiği ve davacıya fazla pay verildiği görülmektedir.

Anılan husus, davalının karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan incelemede anlaşıldığından; karar düzeltme isteğinin 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun (HUMK) 440. maddesi uyarınca kabulüyle, Dairenin 19.02.2018 tarih, 7247-992 sayılı DÜZELTİLEREK ONAMA KARARININ ORTADAN KALDIRILMASINA, Yerel Mahkemenin 18/11/2014 tarihli ve 388-604 sayılı kararının (temyiz aşamasında sadece davacı tarafından temyiz edilmiş olması da gözetilerek):

“Davanın KABULÜNE,

Dava konusu … ili … ilçesi, … Köyü 257 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hisse ile …, 1/2 hisse ile … adına olan TAPU KAYDININ İPTALİNE,

Söz konusu taşınmazın 6/520 hissesinin … kızı … , 257/520 hissesinin … oğlu … , 257/520 hissesinin … kızı … adına TAPUYA KAYIT VE TESCİLİNE,” şeklindeki bölümünün:

“Davanın KABULÜNE,

Dava konusu … ili … ilçesi, … Köyü 257 parsel sayılı taşınmazdaki … adına kayıtlı 1/2 payın ve … adına kayıtlı 1/2 payın 3/520’şerden toplam 6/520’sinin iptali ile davacı … kızı…adına tapuya kayıt ve tesciline; kalan 257/520 payın davalı … oğlu … üzerinde ve kalan 257/520 hissesinin davalı … kızı … üzerinde bırakılmalarına,” şeklinde düzeltilmesine ve kararın bu hali ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/7. maddesi uyarınca DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İBRANAMENİN GEÇERSİZLİĞİ 2 YILLIK HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE İÇERİSİNDE AÇILMAYAN DAVANIN REDDİ GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY

17.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2015/8148 E.

KARAR: 2018/1602 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkilinin 20.12.2007 tarihinde … sevk ve idaresinde olup davalıya sigortalı bulunan …plakalı araçta yolcu olarak bulunmakta iken dava dışı …’un sevk ve idaresindeki … plakalı araçla çarpışmaları sonucunda sakat kaldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 3.000,00 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında talebini 27.186,79 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı vekili, … plakalı aracın 11.02.2007-2008 vadeli Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesi ile müvekkili şirket nezdinde sigortalı olduğunu,davacı tarafın başvurusu üzerine dava konusu kaza nedeni ile müvekkili şirket nezdinde hasar dosyası açıldığını ve hesaplanan 36.830,00 TL maluliyet tazminatının davacıya tam ve eksiksiz olarak müvekkili şirket tarafından 25.12.2009 tarihinde ödendiğini, bu ödeme nedeni ile hak sahipleri tarafından müvekkili şirketin tamamen ibra edildiğini, hukuki sorumluluğunu tam ve eksiksiz olarak yerine getirmiş olan müvekkili şirketin davacılara karşı karşılamakla yükümlü olduğu başkaca bir sorumluluğu bulunmadığını, bu nedenle hakkında ikame edilen davanın haksız ve hukuka aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacının davasının ıslah edilmiş hali ile kabulü ile 27.186,79 TL’nin temerrüt tarihi olan 28.09.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, karar verilmiş; hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dava, trafik kazası sonucu oluşan cismani zarar nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.Davacı taraf, davalıya trafik sigortalı aracın cismani zarara neden olması nedeniyle, davalının ZMSS poliçesi gereği zarardan sorumlu olduğunu iddia ederek davalıya husumet yöneltmiş; davalı … şirketi, davacının cismani zarara uğramasıyla sonuçlanan kazayı yapan ve şirketleri tarafından trafik sigortası yapılan aracın sebep olduğu zararı davacıya ödeyip ibra edildiklerini savunmuş; mahkemece, davalı tarafından davacıya kısmi ödeme yapılmış olmakla birlikte, davacının bakiye zarar alacağı hususunda açık nispetsizlik durumu oluştuğu gerekçesiyle, davalının ibra savunmasına itibar edilemeyerek tazminata hükmedilmiştir.

KTK’nın 111. maddesi uyarınca, tazminat miktarlarına ilişkin olup da yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar, yapıldıkları tarihten itibaren 2 yıl içinde iptal edilebilirler. Yasa’nın bu hükmünden yararlanmak için ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp, dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklaması da yeterlidir. Yasada belirtilen 2 yıllık süre hak düşürücü süre olup, mahkemece re’sen dikkate alınmalıdır.

Somut olaya bakıldığında; kazada cismani zarara uğrayan davacıya poliçe hükümleri gereğince davadan önce ödeme yapıldığı, taraflar arasında bila tarihli ibraname imzalandığı ve imzalanan ibranamenin (davalı yanca istenen diğer evrakla birlikte) davacı tarafından 3/12/2009 tarihli dilekçe ekinde davalıya gönderildiği ve bu dilekçenin de 4/12/2009 tarihinde davalıya ulaştığı anlaşılmaktadır.Davalı tarafından hesaplanan 36.830,00 TL tazminatın davacıya 25.12.2009 tarihinde ödendiği ve ibranamenin davacı tarafından imzalandığı mahkemeninde kabulündedir.

Bu itibarla, davacı tarafından imzalı ibraname bulunmasına ve eldeki davanın 03.10.2013 tarihinde açılmış olmasına göre, KTK’nın 111. maddesinde öngörülen 2 yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği gözetilmek suretiyle davacının tazminat talebinin, hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle 2 yıllık süre geçse de davanın açılabileceğinin kabulü ve yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

2-Bozma ilamının kapsam ve şekline göre; davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA; (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 7.3.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI- DESTEK PAYLARI ORANLARI

T.C.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2015/5528
KARAR NO:2016/11500

Özet:
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacılar vekili tarafından katılma yoluyla ve davalı … AŞ vekilince istenmiş, davalı … AŞ vekilince duruşma talep edilmiş olmakla duruşma için tayin edilen 13.12.2016 Salı günü davalı … AŞ tarafından gelen olmadı. Davacılar vekili Av…. geldi. Davalı … tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacılar vekili dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü. …

2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir….

Bedel artırım dilekçesinde davacı …için 23.722,84 TL destekten yoksun kalma tazminatı talep edildiği halde, mahkemece davacı … lehine 23.792,84 TL’ye hükmedilerek 6100 Sayılı HMK 26. maddesine aykırı olarak talepten fazlasına karar verilmesi doğru değildir….

3-Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı eşin evlenme ihtimali %35 olarak belirlenmiş ve indirim bu oran üzerinden yapılarak davacı eşin destekten yoksun kalma zararı hesaplanmıştır. Oysa, Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları ile benimsenen ilkeleri uyarınca, sağ kalan eşin evlenme ihtimalinin belirlenmesinde AYİM tarafından hazırlanan tablolara itibar edilmekte ve uygulamada yeknesaklık sağlanmaktadır. Buna göre, davacı eşin evlenme ihtimali olay tarihi itibariyle %43 olup indirimin bu oran üzerinden yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalı …Ş. aleyhine fazla tazminata hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir….

Buna göre öncelikle gelirin tamamının, yardım görenlere tahsis olunmuş varsayılamayacağı, ölenin gelirinden bir bölümünü kendisine ayıracağı, bu tahsisten vazgeçilemeyeceği ve bu suretle yardımın (payların) geliri yutmaması ilkesine dikkate alınmalıdır. Ayrıca ölenin kendi geçim masraflarından artan miktarın tamamının (hiçbir tasarruf düşüncesine yer bırakmadan) destek görenlere dağıtıldığı da kabul olunamaz. Öte yandan, destek görecek kimselere ayrılacak miktar da, bunların ihtiyaçlarının toplamı kadar olmalıdır….

Somut olayda mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda ilk 12 yıl boyunca desteğe 4/12 (%33,33), eşe 4/12 (%33,33), çocuğa 2/12 (%16,66), anne ve babanın her birine ise (1/12’şer) %8,33’er pay ayrılacağı, sonraki 11 yıl için desteğe 4/10 (%40), eşe 4/10 (%40), anne ve babanın her birine ise (1/10’ar) %10’ar pay ayrılacağı, sonraki 4 yıl için desteğe 4/9 (%44,44), eşe 4/9(%44,44), anneye 1/9 (%11,11) pay ayrılacağı, son 11 yıl için desteğe 1/2 (%50), eşe 1/2 (%50) pay ayrılacağı varsayımına göre tazminat hesaplaması yapılmıştır. Dairemizce yukarıda belirtilen pay esasına göre somut olayda desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocuk ile anne ve babaya 1’er pay verilmek suretiyle destek, eş, çocuk, anne ve babaya toplam 7 pay üzerinden desteğin geliri dağıtılacaktır. Bu durumda bir payın gelirin tamamına oranı 100/7=%14,3 olacaktır. Bunun sonucu çocuk ile anne ve babanın her birinin payı %14,3’er, desteğe ayrılan pay %28,6, eşe ayrılacak pay %28,6’dır. Çocuğun destekten çıkması halinde desteğe ayrılan pay %35,75, eşe ayrılacak pay %35,75, anne ve babanın her birinin payı % 14,3’er olur. Sonradan babanın destekten çıkması durumunda desteğe ayrılan pay %35,75, eşe ayrılacak pay %35,75, anneye ayrılacak pay %28,6 olur. Annenin de destekten çıkması sonucu destek ve eş %50’şer pay alır. Temyiz eden davalı taraf açısından kazanılmış haklar da gözetilerek bahsedilen şekilde destek hesabı yapılması gerektiğinin gözetilmemesi doğru değildir….

5-Davacılar tarafından dava dilekçesinde 1.000 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı … ve davalı …Ş.’den tahsilinin talep edildiği, bedel artırım dilekçesinde davalı … bakımından davanın atiye terk edildiği, sadece davalı …Ş. bakımından bedel artırım talebinde bulunulduğu halde, mahkemece davalı … yönünden reddedilen miktar 1.000 TL iken, davalı … yönünden de bedel artırımı yapılmış gibi davalı … lehine 17.200,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir….

KARAR:

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacılar vekili tarafından katılma yoluyla ve davalı … AŞ vekilince istenmiş, davalı … AŞ vekilince duruşma talep edilmiş olmakla duruşma için tayin edilen 13.12.2016 Salı günü davalı … AŞ tarafından gelen olmadı. Davacılar vekili Av…. geldi. Davalı … tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacılar vekili dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü.
-K A R A R-

Davacılar vekili, davalı …ye zorunlu trafik sigortalı yabancı plakalı otobüsün Türkiye’de tek taraflı trafik kazası yapması sonucu araçta yolcu olarak bulunan murisin vefat ettiğini, desteğin müvekkillerinin eşi ve babaları olup müvekkillerinin destekten yoksun kaldığını, davalı …ye başvurulduğunda zararın öncelikle zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigortasından karşılanması gerektiği, poliçe limitini aşan kısım olursa kendilerine başvurulması gerektiğinden bahisle taleplerinin reddedildiğini, bu kez davalı …’na başvurulduğunda …’nın da zararın zorunlu trafik sigortacısı tarafından karşılanması gerektiğinden bahisle taleplerini reddettiğini beyanla, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davacı eş … için 400,00 TL, müşterek çocuk …. için 200,00 TL, baba …. için 200,00 TL, anne … için 200,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının kaza tarihinden işleyecek en yüksek avans faizi ile birlikte
davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiş, bedel artırım dilekçesiyle davalı … bakımından davayı atiye terk ettiklerini belirterek, davalı ….. bakımından taleplerini davacı … için 119.764,10 TL, davacı … için 23.722,84 TL, davacı … için 25.501,04 TL, davacı … için 31.012,02 TL’ye yükseltmiştir.
Davalı … vekili, yabancı plakalı araçların zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigortası yaptırma zorunluluğu bulunmadığından, zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigorta poliçesi bulunmayan yabancı plakalı otobüs nedeniyle müvekkili kurumun sorumluluğu bulunmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.
Davalı …Ş. vekili, yabancı plakalı araçların zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigortası yaptırma zorunluluğu bulunduğundan ve zararın öncelikle taşımacılık sorumluluk sigortasından karşılanması gerektiğinden, zorunlu karayolu taşımacılık mali sorumluluk sigorta poliçesi bulunmayan yabancı plakalı otobüs nedeniyle …’nın sorumlu olduğu 200.000 TL limiti aşan bir tazminat bulunması halinde müvekkili şirketin ancak bu kısımdan sorumlu tutulması gerektiğini, davacıların yabancı uyruklu olması nedeni ile teminat yatırması ve aktüerya hesabı yapılması gerektiğini beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, davalılardan …. Sigorta AŞ hakkında açılan davanın kabulü ile ve poliçe limiti ile sınırlı olmak üzere; davacı … için 119.764,10 TL, davacı… için 23.792,84 TL, davacı … İçin 25.501,04 TL, davacı … İçin 31.012,02 TL olmak üzere toplam 200.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, davalılardan … hakkında açılan davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacılar vekili tarafından katılma yoluyla ve davalı …Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacılar vekili ve davalı …Ş. vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
Bedel artırım dilekçesinde davacı …için 23.722,84 TL destekten yoksun kalma tazminatı talep edildiği halde, mahkemece davacı … lehine 23.792,84 TL’ye hükmedilerek 6100 Sayılı HMK 26. maddesine aykırı olarak talepten fazlasına karar verilmesi doğru değildir.
3-Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı eşin evlenme ihtimali %35 olarak belirlenmiş ve indirim bu oran üzerinden yapılarak davacı eşin destekten yoksun kalma zararı hesaplanmıştır. Oysa, Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları ile benimsenen ilkeleri uyarınca, sağ kalan eşin evlenme ihtimalinin belirlenmesinde AYİM tarafından hazırlanan tablolara itibar edilmekte ve uygulamada yeknesaklık sağlanmaktadır. Buna göre, davacı eşin evlenme ihtimali olay tarihi itibariyle %43 olup indirimin bu oran üzerinden yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davalı …Ş. aleyhine fazla tazminata hükmedilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.
4-Ölenin parasal veya bedensel destekliğinin derecesi ile bundan yoksun kalanların tazminat isteklerinin ölçüsü ya da hesaplama yöntemi konusunda öğretide görüş birliği yoktur. Gerçek yardım miktarının yeterli delillerle ispat edilemediği durumlarda yargıç, takdir hakkını kullanarak yardım miktarını belirleyebilecektir. Bu belirlemede destek ile destek olunan kimse arasındaki yakınlığın derecesi, aralarındaki manevi bağ, davacıların yaşları, dahil oldukları sosyal ve ekonomik çevre, yaşam standartları, cinsiyetleri gibi bakım ilişkisine ve miktarına etkili olabilecek unsurlar da göz önünde bulundurulacaktır. Hayatın olağan akışı içinde, destek sayılan kimsenin baktığı kimselere gelirini belli paylara bölerek baktığı pek söylenemese de tazminat hesabında bir paylaştırma yapmak zorunlu hale gelmektedir.
Buna göre öncelikle gelirin tamamının, yardım görenlere tahsis olunmuş varsayılamayacağı, ölenin gelirinden bir bölümünü kendisine ayıracağı, bu tahsisten vazgeçilemeyeceği ve bu suretle yardımın (payların) geliri yutmaması ilkesine dikkate alınmalıdır. Ayrıca ölenin kendi geçim masraflarından artan miktarın tamamının (hiçbir tasarruf düşüncesine yer bırakmadan) destek görenlere dağıtıldığı da kabul olunamaz. Öte yandan, destek görecek kimselere ayrılacak miktar da, bunların ihtiyaçlarının toplamı kadar olmalıdır.
Eş, çocuklar ile anne ve babanın desteklenen olduğu durumlarda destek paylarını belirlerken desteğin gelirinin bir miktarını kendisine, bir miktarını eşine, bir miktarını çocuklarına, bir miktarını da anne ve babasına ayıracağı kabul edilmektedir. Destek gelirinden kendisine ayıracağı pay kadar eşine de ayıracak, bu durum Türk Medeni Kanunu’nundaki eşitlik ilkelerine de uygun düşecek, kendisine ayırdığı paydan daha fazla payı eşine ayırması hayatın olağan akışına uygun düşmeyecektir.
Dairemizce kabul görmüş pay esasına göre; çocuksuz durumda destek, desteğin gelirini eşi ile ortak paylaşacağı varsayımına dayalı olarak, gelirden desteğin %50 ve eşin %50 pay alacağı kabul edilmektedir. Çocukların eş ile birlikte destek payı alacağı durumda ise destek gelirden eşi ile birlikte 2’şer pay alırken çocuklara birer pay verileceği, yine eş, çocuklar ile ana babanın pay alacağı durumlarda desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocukların her birine 1’er pay, ana ve babaya 1’er pay ayrılarak böylece gelirin tamamının dağıtılacağı esasına dayalıdır. Çocukların sayısı arttıkça hem desteğe ayrılan pay, hem de eş ve çocuklar ile ana ve babaya ayrılacak paylar düşecektir. Çocukların destekten çıkması ile birlikte destekten çıkan çocuğun payları destek, eş ve diğer çocuklara dağıtılacak, anne ve babaya verilmeyecektir. Böylece geriye kalan eş ve çocukların payları ile desteğin payı artacaktır. Bu pay esası Türk aile sistemine çok uygun düşmektedir. Çünkü Türk aile sisteminde desteğin geliri aile bireyleri tarafından birlikte paylaşılmakta, aile bireyleri arttıkça gelirden alınacak pay düşmekte, aile bireyi azaldıkça da gelirden alınacak pay yükselecektir. Ana ve babadan birinin destekten çıkması ile payı diğerine aktarılacak, ana ve baba ile çocukların tamamının destekten çıkması durumunda ise yine çocuksuz eş gibi desteğe 2 pay, eşe 2 pay esasına göre %50 pay desteğe, %50 pay eşe verilerek varsayımsal olarak gelir paylaştırılarak tazminat bu ilkelere göre hesaplanmalıdır.
Somut olayda mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda ilk 12 yıl boyunca desteğe 4/12 (%33,33), eşe 4/12 (%33,33), çocuğa 2/12 (%16,66), anne ve babanın her birine ise (1/12’şer) %8,33’er pay ayrılacağı, sonraki 11 yıl için desteğe 4/10 (%40), eşe 4/10 (%40), anne ve babanın her birine ise (1/10’ar) %10’ar pay ayrılacağı, sonraki 4 yıl için desteğe 4/9 (%44,44), eşe 4/9(%44,44), anneye 1/9 (%11,11) pay ayrılacağı, son 11 yıl için desteğe 1/2 (%50), eşe 1/2 (%50) pay ayrılacağı varsayımına göre tazminat hesaplaması yapılmıştır. Dairemizce yukarıda belirtilen pay esasına göre somut olayda desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocuk ile anne ve babaya 1’er pay verilmek suretiyle destek, eş, çocuk, anne ve babaya toplam 7 pay üzerinden desteğin geliri dağıtılacaktır. Bu durumda bir payın gelirin tamamına oranı 100/7=%14,3 olacaktır. Bunun sonucu çocuk ile anne ve babanın her birinin payı %14,3’er, desteğe ayrılan pay %28,6, eşe ayrılacak pay %28,6’dır. Çocuğun destekten çıkması halinde desteğe ayrılan pay %35,75, eşe ayrılacak pay %35,75, anne ve babanın her birinin payı % 14,3’er olur. Sonradan babanın destekten çıkması durumunda desteğe ayrılan pay %35,75, eşe ayrılacak pay %35,75, anneye ayrılacak pay %28,6 olur. Annenin de destekten çıkması sonucu destek ve eş %50’şer pay alır. Temyiz eden davalı taraf açısından kazanılmış haklar da gözetilerek bahsedilen şekilde destek hesabı yapılması gerektiğinin gözetilmemesi doğru değildir.
5-Davacılar tarafından dava dilekçesinde 1.000 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı … ve davalı …Ş.’den tahsilinin talep edildiği, bedel artırım dilekçesinde davalı … bakımından davanın atiye terk edildiği, sadece davalı …Ş. bakımından bedel artırım talebinde bulunulduğu halde, mahkemece davalı … yönünden reddedilen miktar 1.000 TL iken, davalı … yönünden de bedel artırımı yapılmış gibi davalı … lehine 17.200,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ:Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekili ve davalı …Ş. vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2), (3) ve (4) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davalı …Ş. vekilinin temyiz itirazlarının, (5) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının
kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 1.350,00 TL vekalet ücretinin davalı … AŞ’den alınarak duruşmada vekille temsil olunan davacılara verilmesine, duruşmada vekille temsil olunmayan davalı … AŞ yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılar ve davalı … AŞ’ye geri verilmesine 13/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI- KISMİ EDA KÜLLİ TESPİT TALEPLİ BELİRSİZ ALACAK DAVASI AÇILDIĞI ANDA ALACAĞIN TAMAMI İÇİN ZAMANAŞIMI KESİLİR

T.C

YARGITAY

9.HUKUK DAİRESİ

 

ESAS NO: 2015/26828

KARAR NO:2018/22139 K.

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar avukatlarınca istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

  1. A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili; müvekkilinin davalı işyerinde 02/03/2009-13/05/2011 tarihleri arasında lojistik ve idari işler direktörü olarak çalıştığını, net 5.000,00 TL ücretinin olduğunu, bordroda yarısının gösterilip bankadan ödendiğini diğer yarısının elden ödendiğini, ayrıca prim, asgari geçim indirimi, servis ve bir öğün yemek verildiğini, iş akdinin haklı ve geçerli neden olmaksızın feshedilmesi üzerine Bakırköy 1. İş Mahkemesinin 2011/373 E. sayılı dosyası ile dava açıldığını, işe iadesine karar verildiğini ve verilen kararın onanarak kesinleştiğini, 12.06.2013 tarihli ihtarname ile işe iade talebinde bulunulduğunu, davalının 21.06.2013 tarihli ihtarname ile işe başlama istemini kabul ettiğini, deponun …’e taşındığını ve davacının burada işe başlamasının istendiğini, 02.07.2013 tarihli ihtarname ile mahkeme kararına uygun davet olmadığının, iş koşullarında esaslı değişiklik olduğunun ve davetin samimi olmadığının belirtilerek alacakların ödenmesinin talep edildiğini, davalının 18.07.2013 tarihli ihtarname ile aynı hususları yinelediğini, davacının işten çıkartılmadan önce davalının Küçükköy’deki işyerinde çalıştığını ve … ile burası arasında 50 km mesafenin olduğunu, ulaşım bakımından elverişsiz olup gidip gelmenin 3 saatten fazla sürdüğünü, işten çıkartılırken kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin ücreti ve prim adı altında bir kısım ödeme yapıldığını ancak fazla çalışma ücreti, bayram ve genel tatil ücretinin ödenmediğini, 2008 yılından itibaren işyerinde hafta içi 08:00-18:00 saatleri arasında çalışıldığını, haftasonu çalışılmadığını, yarım saat öğle molasının olduğunu, ancak depoya mal geldiğinde yada gönderildiğinde iş bitmeden ayrılmasının mümkün olmadığını, çoğu zaman haftada 2-3 gün saat 21:00-22:00’ye kadar çalışmanın olduğunu, ulusal bayramlarda da çalışıldığını, fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini, yıllık izin ücretinin ise eksik ödendiğini iddia ederek, fark kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti, boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatı alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

  1. B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, zamanaşımı def’inde bulunduklarını, davacının işe iade başvurusunun kabul edildiğini ancak davacının davete icabet etmediğini, davacının depo elemanı olarak çalıştığını, işe iade davası sürecinde deponun Yassıören Mah. … Cd. No:90 Arnavutköy adresine taşındığını, nakilden sonra Küçükköy’de depo kalmadığını, şirkete ait tek deponun Arnavutköy’de bulunduğunu, davacının iş tanımında ve ücretinde esaslı değişikliğin olmadığını, işe iade davetinin kabul edilmemesinin davacının talebinin iyi niyetli olmadığını gösterdiğini, yapılan tüm mesailerinin karşılığının ödendiğini, maaşının tamamının eksiksiz olarak bordroda göründüğü şekli ile bankadan ödendiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

  1. C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

  1. D) Temyiz:

Kararı yasal süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.

  1. E) Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta dava açılış şekli itibariyle kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davasıdır. Davacının yaptığı ıslah olmayıp, talep artırımı ile alacağın belirli hale getirilmesidir. Belirsiz alacak davasının bütün türlerinde dava açılmakla zamanaşımı kesilir. Talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’i hukuki sonuç doğurmaz.

Bu nedenle talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’inin dikkate alınmaması gerekirken hukukî değer taşımayan zamanaşımına def’ine göre karar verilmesi isabetsizdir.

3-Dosyadaki bilgi ve belgelerden, kesinleşen işe iade kararı sonrası davacının süresi içerisinde işverene müraacatı üzerine işveren tarafından Arnavutköy’deki yeni depo adresinde işe başlamasının istenildiği, davacının daha önce çalıştığı ve iş akdinin feshedildiği işyeri adresinin Küçükköy Gaziosmanpaşa’da olduğu, davacının da bu nedenle işverenin davetinin samimi olmadığı ve iş koşullarında esaslı değişiklik yapıldığı gerekçesiyle yasal haklarını talep ettiği anlaşılmaktadır.

 

İşveren tarafından yeni çalışma yeri olarak bildirilen Arnavutköy adresinin davacının önceki çalıştığı adrese ve ikamet adresine çok uzak bir adres olması nedeniyle işyeri çalışma şartlarında esaslı değişiklik olduğundan, davacının işe başlatmama tazminatı talebinin kabulü yerine yazılı gerekçeyle reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

  1. F) Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 03/12/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İKİNCİ KEZ ISLAH YAPILAMAZ- TEMETTÜ İKRAMİYESİ, VEKALET ÜCRETİ ALACAĞI, FARK ÜCRET ALACAĞI VE FARK YILLIK ÜCRETLİ İZİN ALACAĞI

T.C
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
ESAS :2018/9640
KARAR: 2018/22991

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Davacı vekili tarafından verilen 25.10.2018 havale tarihli dilekçede; Dairemizin 05/07/2018 tarihli, 2015/20383 E. ve 2018/14816 K. sayılı bozma kararının maddi hataya dayalı olarak verildiği ileri sürülerek kararın ortadan kaldırılması ve hükmün onanmasına karar verilmesi talep olunmuştur. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Davacının hakim savcı adaylığına fiilen başlama tarihinin 29.03.2013 tarihi olduğu gözden kaçırılarak karar verildiği anlaşılmakla yukarıda tarih ve numarası belirtilen BOZMA KARARININ 2 NOLU BENDİNİN ORTADAN KALDIRILMASINA ve hükmün aşağıdaki şekilde bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının 04.01.2004-27.03.2013 tarihleri arasında davalı bankada avukat olarak çalıştığını, keyfi olarak terfi ettirilmeyerek ücret artışlarından yararlandırılmaması ve davalı banka tarafından çalışma koşullarında esaslı değişiklikler yapılmış olması nedenleriyle iş akdinin davacı tarafından haklı nedenle feshedildiğini iddia ederek kıdem tazminatı, fazla mesai, yol yardımı, vekalet ücreti alacağı, fark ücret alacağı, fark yıllık ücretli izin alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının hâkimlik sınavını kazanması sonucu, hâkimlik stajına başlamak amacıyla istifa ederek işten ayrıldığını, bu nedenle haklı fesih iddiasının iyi niyetli olmadığını, terfi edememesi ile ilgili olarak keyfi bir uygulamanın bulunmadığını, çalışma koşullarında değişiklik yapılmadığını, başarı ikramiyesinin ödendiği sırada iş yerinde çalışmadığından bu ödemeye hak kazanamadığını, fazla çalışmasının bulunmadığını, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, davacının temettü ikramiyesi, vekalet ücreti alacağı, fark ücret alacağı ve fark yıllık ücretli izin alacağının bulunduğu, bu gerekçelere dayalı olarak davacı tarafından yapılan feshin haklı bir fesih olduğu belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı, davalı vekili yasal süresi içinde temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davacı “terfi ettirilecektim, ettirilmedim” gerekçesi ile fark ücret ve buna bağlı fark yıllık ücretli izin alacağı talep etmiştir.
Mahkemece davacının terfi ettirilmediği için fark ücret alacağı ve fark yıllık ücretli izin alacağı hüküm altına alınmışsa da Mahkemenin uygulaması hatalıdır.
Şöyle ki; taraflar arasında terfiye yönelik belirli bir sözleşme yapılmamış, terfinin ne zaman ne şartlarda olacağı kararlaştırılmamış, buna ilişkin yönetim kurulu kararı, personel yönetmeliği v.b. belge bulunmamaktadır. Terfi ettirilecekti iddiasının tanıkla kanıtlanması mümkün değildir. Buna bağlı olarak ücret farkı talep edilemez. Ancak davacı ücret farkıyla ilgili bu sebebin yanı sıra zamdan dolayı ödenmeyen ücret alacağının olduğunu iddia etmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden davacı ve diğer çalışanlara düzenli olarak zam yapıldığı ve bunun işyeri uygulaması haline geldiği anlaşılmaktadır. Tüm çalışanlara zam yapılırken davacıya zam yapılmaması yerinde değildir. Zam nedeni ile oluşan ücret ve buna bağlı izin ücreti farkına hükmedilmelidir. Fakat davacıya yapılacak zam emsal durumda çalışana yapılan zamma göre hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır. Ücret ve izin ücreti farkının terfi ettirilseydi varsayımına dayandırılması isabetsizdir.
3- Dava kısmi dava olarak açılmış yargılama sırasında davacı vekili toplam 44.252,00 TL. olan talebini, 22.11.2013 harç tarihli dilekçe ile 14.871,00 TL. daha arttırmış, buna gerekçe olarak 19.11.2013 tarihli 2 numaralı ara karara dayandırmış, davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirtmiştir.
Yargılamanın devamı sırasında davacı vekili bu kez 11.03.2015 harç tarihli dilekçesi ile taleplerini ıslah ederek arttırıldığını belirtmiştir.
Yukarıda belirtildiği üzere dava kısmi dava olup davanın niteliğinin ıslah yada başka usulü bir işlemle değiştirilmesi mümkün değildir. Mahkemenin hatalı ara kararına uyulması da ilgilisine hak bahşetmez. Bu nedenle davacı vekilinin 22.11.2013 tarihinde yaptığı talep artırımı klasik anlamda ıslahtır.
HMK’nun 176/2. maddesine göre aynı davada ancak bir kez ıslah yapılabilir.
Bu açıklamalar ve yasal düzenlemeler karşısında davacının 11.03.2015 harç tarihli ıslah işlemi ikinci ıslah olup hükümsüzdür. Yapılacak yargılama sonunda ikinci ıslaha değer verilmeden hüküm kurulmalıdır.
4- Hüküm altına alınan temettü ikramiyesi, vekalet ücreti, fark ücret alacağı ve fark izin ücreti alacağının net mi yoksa brüt mü olduğunun belirtilmemesinin infazda karışıklığa yol açacağının düşünülmesi de hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 12.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KREDİ KARTI ALACAĞINDAN DOLAYI EMEKLİ MAAŞININ KESİLMESİ- KESİNTİYE ZIMNEN RIZA – ŞİKAYET TARİHİ İTİBARİYLE HACZİN KALDIRILACAĞI

T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2017/2050
KARAR NO. 2017/3383
KARAR TARİHİ. 29.5.2017

Davacı … vekili tarafından, davalı … aleyhine 26/12/2013 gününde verilen dilekçeyle alacak istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 07/11/2014 tarihli kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR

Dava, emekli maaşından yapılan haksız kesintilerin iadesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, borcu sebebiyle davalı tarafından aleyhine başlatılan icra takibinde emekli maaşına haciz konularak kesinti yapıldığını, İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde açtığı davada haczin kaldırılmasına karar verildiğini belirterek, emekli maaşından İcra Hukuk Mahkemesince karar verilene kadar haksız olarak kesilen miktarın iadesi isteminde bulunmuştur.

Davalı, davanın reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, 5510 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra davacı hakkında yapılan icra takibi ile davacının maaş hesabından yapılan kesintilerin davacının muvafakati olmaksızın yapıldığı, bu sebeple İcra Hukuk Mahkemesince haczin kaldırılmasına karar verildiği, anılan Kanunun 93. maddesine göre yapılan kesintinin 88. madde de sayılan alacaklardan olmaması ve sonradan davacının hacze muvafakat etmemiş bulunması gerekçesiyle, istemin kabulüne karar verilmiştir.
Dosya incelendiğinde, davalı tarafından davacı aleyhine başlatılan icra takibi kapsamında İcra Müdürlüğü’nün 21/07/2008 tarihli yazısı ile davacının maaşının 1/4’ünün haczi ile kesinti yapılmasının istenildiği, 23/10/2012 tarihinden itibaren kesinti yapılmaya başlandığı, uzun bir süre kesinti yapıldıktan sonra davacı tarafından İcra Hukuk Mahkemesi nezdinde 10/09/2013 tarihinde şikayette bulunulduğu, 1. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 25/09/2013 gün ve 2013/585 esas, 2013/581 karar sayılı kararı ile davacının şikayeti haklı görülerek emekli maaşına uygulanan haczin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda, kredi kartı alacağının takip konusu yapıldığı, emekli maaşına konulan haciz ve ilk kesinti tarihinin üzerinden uzunca bir süre geçmesine rağmen davacı, maaşından kesinti yapılmasına açıkça karşı koymayarak zımnen rıza göstermiştir. Ancak, 10/09/2013 tarihinde İcra Hukuk Mahkemesi’ne şikayette bulunarak emekli maaşına konulan haciz ve kesinti işlemine karşı açıkça rıza göstermeme iradesini ortaya koymuştur. Bu hal ve şartlar altında davacının geçmişe dönük yapılan kesintilerin iadesini istemesi Medeni Kanunun 2. maddesindeki dürüstlük kuralına aykırılık teşkil eder. Davacının zımnen rıza gösterdiği dönemi de kapsayacak şekilde yapılan kesintilerin iadesine karar verilemez. Şu halde, sadece şikayet tarihinden sonra yapılan kesintiler var ise talep edilebilir.

Dosya kapsamından İcra Müdürlüğü tarafından İcra Hukuk Mahkemesi tarafından verilen karar gereği borçlunun emekli maaşı üzerindeki haczin kaldırılmasına dair SGK’ya 24/10/2013 tarihinde yazı yazılmış ise de, şikayet tarihinden sonra da dosyaya SGK tarafından kesintilerin gönderilmeye devam edildiği, ancak İcra Müdürlüğü’nce gönderilen bu paralardan 684,36 TL nin SGK’ya “borçlunun maaşından gelen fazla kesinti olup iade” açıklamasıyla 04/12/2013 tarihinde iade edildiği ve 01/07/2014 tarihinde SGK İl Müdürlüğüne yazılan yazıyla, borçlunun emekli maaşı üzerindeki haczin İcra Hukuk Mahkemesi kararı ile kaldırıldığı ve borçlunun maaşından kesilerek dosyaya gönderilen 684,36 TL’nin de sırada başka haciz yok ise borçluya iade edilmek üzere 04/12/2013 tarihinde Müdürlük hesabına yatırıldığının bildirildiği, kalan 1.406,02 TL’nin ise borçlu vekilinin talebi üzerine borçlu vekilinin hesabına 16/06/2014 tarihinde ödendiği, böylece şikayet tarihinden sonra yapılan tüm kesintilerin de bu şekilde iadesinin gerçekleştirildiği anlaşılmaktadır.

Şu halde, davanın tümden reddi yerine, yanılgılı değerlendirme ile davacının zımnen rıza gösterdiği dönemde yapılan 2.184,88 TL miktarındaki kesintiyi kapsar şekilde iadeye karar verilerek istemin kabul edilmiş olması doğru olmamış, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen sebeplerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 29.05.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

SENEDİN TEMİNAT KARŞILIĞI VERİLDİĞİNE İLİŞKİN İDDİANIN KANITLANMADIĞI-BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA SUÇU- BERAAT

T.C
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
ESAS NO:2015/13819
KARAR NO:2018/7013
TARİH:23.10.2018

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi

Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanık hakkında verilen beraat hükmü katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü;

Sanığın … İhracatçılar Birliği İlköğretim Okulu müdürü, katılanın ise Özel … Bilgisayar Kursu çalışanı olduğu, taraflar arasında imzalanan 04/01/2006 tarihli sözleşme gereğince katılanın çalıştığı firmanın 02/01/2006-11/09/2006 tarihleri arasında … İhracatçılar Birliği İlköğretim Okulu öğrencilerine bilgisayar kursu vermesinin ayrıca katılanın Okul Aile Birliğine her ay 200 TL bağışta bulunması, kurs bitiminde okula bir adet bilgisayar bağışlamasına karar verildiği, bu taahhütleri yerine getirmesini sağlamak için de bir adet 4.500 TL’lik senedi teminat olarak aldığı, katılanın taahhütleri yerine getirmesine rağmen sanığın 4.500TL lik davaya konu senedi 28/12/2011 tarihinde 11.İcra Dairesinde takibe koyduğu iddia olunan olayda; katılanın senedin teminat karşılığı verildiğine ilişkin yazılı belge ibraz edememiş olması karşısında senedin bedelsiz olduğuna ilişkin ve sanığın atılı suçu işlediği yönünde mahkumiyetine yeter derecede objektif ve kesin delil bulunmadığı gerekçesine dayanan mahkemenin kabulünde isabetsizlik bulunmamıştır.
Yapılan yargılama sonunda, yüklenen suçun yasal unsurları oluşmadığı gerekçe gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılan vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle, sanığın beraatine ilişkin hükmün ONANMASINA, 23.10.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SOYBAĞININ DÜZELTİLMESİ-GÖREV UYUŞMAZLIĞI- ÖZEL MAHKEME – AİLE MAHKEMESİ

T.C.
YARGITAY
20. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2016/9004
KARAR NO : 2016/8799

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. Aile Mahkemesi
TARİHİ : 07/04/2016
NUMARASI : 2015/789-2016/330
DAVACI : Emine H.
VEKİLİ: Av. Selim Hartavi
DAVALILAR : Suruç İlçe Nüfus Müdürlüğü – Mehmet T. – Emine T. – Cemile Y. ve Ark.

Taraflar arasında görülen davada Şanlıurfa 1. Aile ve Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgeler incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, soybağının düzeltimi istemine ilişkindir.

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın soybağının kurulması istemine ilişkin olduğu, bu nedenle davaya bakma görevinin aile mahkemesine ait bulunduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

Şanlıurfa 1. Aile Mahkemesince, davanın nüfus kaydında düzeltim davası olduğu gerekçesiyle görevsizlik yönünde hüküm kurulmuştur.

4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanununun 4. maddesi uyarınca, 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun “Vesayet” başlıklı üçüncü kısımı hariç olmak üzere “Aile Hukuku” başlıklı İkinci Kitabından (m. 118 ilâ 395 arası) kaynaklanan davalara bakmak görevi aile mahkemelerine aittir. Bu nedenle, TMK’nın “Hısımlık” başlıklı 282 ilâ 363. maddeleri arasında yer alan soybağına ilişkin davalar, aile mahkemeleri tarafından çözümlenmelidir.

Diğer taraftan, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36/1-a maddesi gereğince, nüfus kayıtlarının düzeltilmesi istemlerine ilişkin davalara bakmak görevi ise asliye hukuk mahkemelerine ait bulunmaktadır.

Davanın kabulü halinde, her iki dava türünde de nüfus kayıtlarında değişiklik yapılmasının gerekmesi nedeniyle, benzer sonuçlara sahip bu davalar arasında görevli mahkemenin belirlenebilmesi için davanın vasfının doğru olarak tayin edilmesi önem kazanmaktadır.

4721 sayılı TMK’nın 282. maddesi uyarınca, anne ile çocuk arasındaki soybağı doğum ile; baba ile çocuk arasındaki soybağı ise “Anne ile evlenme”, “Tanıma” ve “Hakimin hükmü” ile kurulmaktadır.
Diğer taraftan, evlat edinme de soybağı oluşturan hallerdendir.

TMK’nın 285. maddesinde yer alan “Babalık karinesi” uyarınca, evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde doğan çocuğun babası kocadır.

Çocuk ile anne arasındaki soybağı doğum ile kendiliğinden kurulacağından, anne yönünden soybağı tesisi amacıyla değil, sadece, çocuğu doğuran kadının kim olduğunun tespiti amacıyla dava açılabilir.

Nüfusta kayıtlı anne ve baba adının gerçeği yansıtmadığı ve bu nedenle gerçek anne ve baba adının yazılması istemiyle açılacak ve nüfusa kayıtlı bulunan hanenin de değiştirilmesi sonucunu doğuracak davalarda, esasen iki iddia bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi, çocuğun kayden anne olan kadından değil, başka bir anneden doğduğu; ikincisi ise, kayden baba olarak gözüken kişinin genetik baba olmadığı iddiasıdır. Bu davada, kayden anne gözüken kişinin çocuğu doğurmadığı, genetik annenin başka bir kadın olduğunun tespit edilmesi halinde, yukarıda sözü edilen babalık karinesi aksi yönde işleyecek ve “Genetik annenin kocası olmayan” kayden babanın, babalık sıfatı kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Mahkemece belirlenen genetik annenin, çocuğun doğduğu tarihte evli bulunduğunun anlaşılması halinde, TMK’nın 285. maddesinde yazılı babalık karinesi nedeniyle genetik annenin kocası olan erkek, kendiliğinden baba sıfatını kazanacaktır. Bu durumda soybağı ihtilafı ortaya çıkmadığından, açıklanan muhtevadaki davalar, sadece nüfus kayıtlarında düzeltim davasından ibaret kalacaklar ve görevli mahkeme, 5490 sayılı Kanunun 36/1-a maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemeleri olacaktır. Ancak, çocuğun doğduğu tarihte, genetik annenin evli bulunmaması halinde, anne yönünden dava, kayıt düzeltim davası olarak kalmakla birlikte, genetik anne ile evli olmayan genetik baba yönünden babalık karinesi gerçekleşmeyeceğinden, genetik babanın nüfus kaydına işlenmesi talebi “Soybağı davası” niteliğini kazanacaktır. Bu takdirde uyuşmazlığın, 4787 sayılı Kanunun 4. maddesi uyarınca aile mahkemesi tarafından incelenip çözüme kavuşturulması gerekecektir. (Yargıtay HGK 2013/354-1554, 18. HD 2015/1360-3281, 2015/1591-4537)

Aynı davada, talebin bir bölümü hakkında genel mahkemenin, bir bölümü hakkında ise özel mahkemenin görevli bulunması halinde, taleplerden birisi hakkında verilecek karar diğerini doğrudan ilgilendirecek nitelikte ise ve sözkonusu özel mahkeme ile genel mahkeme arasında “Yargılama usulüne” ilişkin esaslı farklılıklar bulunmuyorsa, bütün talepler hakkında özel yetkili mahkemenin yargılama yaparak uyuşmazlığı çözmesi, hukukun öngörülebilir olmasının, usul ekonomisinin ve davaların makul süre içinde bitirilmesi yükümlülüğünün gereğidir. Aile mahkemeleri, asliye mahkemeleri ile aynı düzeyde mahkemeler olup aralarında yargılama usulü yönünden esaslı farklılıklar bulunmamaktadır. O halde, yukarıda açıklanan şekilde dava, bir kısım talepler yönünden nüfus kayıtlarında düzeltme yapılması ve bir kısım talepler yönünden de soybağının düzeltilmesi istemi niteliğinde ise nihai talebi bir bütün oluşturan ve biri hakkında verilecek karar diğerini doğrudan ilgilendiren bu uyuşmazlığın, bütün olarak özel yetkili aile mahkemesinde çözümlenmesi gerekir.

Somut olaya gelince; dosya içinde mevcut nüfus kayıtlarından, anne-baba adının değiştirilmesi talep edilen Emine H’nın doğum tarihi olan 01/01/1970 tarihinde, iddia edilen genetik anne Cemile Y. nin, babası olduğu iddia edilen Mehmet T. ile evli olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda dava, anne adının silinip genetik anne adının yazılması ve kayden baba olan kişinin isminin silinmesi talepleri yönünden nüfus kayıt düzeltim davası olmakla birlikte, nüfus kaydına genetik baba isminin yazılması yönünden soybağı davası niteliğindedir. Yukarıda açıklanan nedenlerle, tüm talepler yönünden uyuşmazlığın, özel mahkeme olan aile mahkemesi tarafından çözümlenmesi gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 21 ve 22. maddeleri gereğince; Şanlıurfa 1. Aile Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE 11/10/2016 gününde oy birliği ile karar verildi.

Başkan
R. SARITAŞ
Üye
N. KOYUNCU
Üye
U. YÜKSEL
Üye
M. ERDOĞAN
Üye
Ü. GÖRMEZ

Okundu: S/Y

KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN TESCİLİ İÇİN AÇILAN DAVANIN DÖRT AY İÇİNDE SONUÇLANDIRILMAMASI HALİNDE TESPİT EDİLEN BEDELE BU SÜRENİN BİTİMİNDEN İTİBAREN FAİZ UYGULANACAĞININ GÖZETİLMESİ GEREKTİĞİ

T.C.

YARGITAY

18. HUKUK DAİRESİ

E. 2014/1834

K. 2014/3341

T. 25.02.2014

2942/m.10

6459/m.6

ÖZET : Dava, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescil istemine ilişkindir. Dava konusu taşınmaz, Bakanlar Kurulu Kararında da belirtildiği gibi fiilen meskûn halde bulunamadığından belirlenen özellikleri nedeniyle “arsa” niteliğinde kabulüne olanak yoktur. Taşınmazın arazi olarak değerlendirilmesi gerekirken arsa niteliğine göre değerlendirme yapılarak buna göre bedel belirlenmiş olması doğru görülmemiştir. Ayrıca, 6459 sayılı Kanunun 6. maddesiyle 2942 sayılı Kanunun 10. maddesine eklenen fıkrada kamulaştırma bedelinin tescili için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılmaması halinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren faiz uygulanmasına ilişkin düzenleme getirilmiştir. Her ne kadar, getirilen bu faiz hükmü maddi hukuka ilişkin olup, aynı yasanın 29. maddesi gereğince yayımı tarihinden sonra açılacak davalara uygulanması gerekir ise de; yürürlük tarihinden sonra açılacak davalar için yapılan bu düzenleme ile Anayasa Mahkemesinin makul süreyi aşan yargılamanın hak ihlali oluşturduğuna ilişkin kararı birlikte değerlendirildiğinde, yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesinleşmemiş kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davalarında öngörülen dört aylık yargılama süresinin makul süre kabul edilerek, hakkaniyet gereğince taşınmaz malikinin zararının giderilmesi amacıyla dava tarihinden itibaren dört aylık sürenin bittiği tarihten, karar tarihine kadar tespit edilen kamulaştırma bedeline faiz uygulanması gerektiğinden hükmün bozulması gerekmiştir.

DAVA : Dava dilekçesinde, Kamulaştırma Yasasının 4650 Sayılı Yasayla değişik hükümleri uyarınca, kamulaştırma bedelinin tespiti ve taşınmaz malın idare adına tescili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Temyiz istemlerinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR : 1-Kamulaştırma Yasasının 11.maddesi hükmüne göre, bedel tespit davalarında öncelikle kamulaştırılan taşınmazın değerlendirme tarihindeki vasfının (arsa veya arazi) belirlenmesi, arsa vasfında ise değerlendirme tarihinden önce özel amacı olmayan emsal satışlara göre satış değeri, taşınmaz arazi vasfında ise değerlendirme tarihindeki mevki ve şartlara göre olduğu gibi kullanılması halinde getireceği net geliri esas alınmak suretiyle değerinin belirlenmesi gerekir. Geri çevirme kararı üzerine dosyaya getirtilen belediye başkanlığı yazısına göre, dava konusu taşınmazın, 1/1000 ölçekli uygulama imar planı sınırları dışında olup altyapı hizmetlerinden faydalandığı, parsele yakın meskûn alan bulunmadığı anlaşılmıştır.

Bakanlar Kurulunun Yargıtay’ca da kısmen benimsenen 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararı uyarınca, imar planında yer almayan bir taşınmazın arsa sayılabilmesi için belediye veya mücavir alan sınırları içinde olmakla beraber, belediye hizmetlerinden (belediyece meskûn olduğu için veya meskûn hale getirileceği için sunulan yol, su, elektrik, ulaşım, çöp toplama, kanalizasyon, aydınlatma vd.) yararlanan ve meskûn yerler arasında yer alması gerekir. Dava konusu taşınmaz, Bakanlar Kurulu Kararının l. maddesi (b) bendinde de belirtildiği gibi fiilen meskûn halde bulunamadığından belirlenen özellikleri nedeniyle “arsa” niteliğinde kabulüne olanak yoktur.

Yukarıda açıklanan nedenlerle taşınmazın arazi olarak değerlendirilmesi gerekirken arsa niteliğine göre değerlendirme yapılarak buna göre bedel belirlenmiş olması doğru görülmemiştir.

Ayrıca;

2-Anayasa Mahkemesi 1. Bölümünün 19.12.2013 tarih ve 2013/817 sayılı kararında, kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan davada uzun süren bir yargılama sonunda, dava tarihi itibarıyla belirlenen bedele hükmedilmesinin Anayasanın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiği kabul edilerek mal sahibine tazminat ödenmesi gerektiği belirtilmiştir.

Yasa koyucu da, bu hak ihlalini dikkate alarak, 6459 sayılı Kanunun 6. maddesiyle 2942 sayılı Kanunun 10. maddesine eklenen fıkrada (yürürlük tarihi 30.04.2013) kamulaştırma bedelinin tescili için açılan davanın dört ay içinde sonuçlandırılmaması halinde, tespit edilen bedele bu sürenin bitiminden itibaren faiz uygulanmasına ilişkin düzenleme getirmiştir.

Her ne kadar, getirilen bu faiz hükmü maddi hukuka ilişkin olup, aynı yasanın 29. maddesi gereğince yayımı tarihinden sonra açılacak davalara uygulanması gerekir ise de; 30.04.2013 tarihinden sonra açılacak davalar için yapılan bu düzenleme ile Anayasa Mahkemesinin makul süreyi aşan yargılamanın hak ihlali oluşturduğuna ilişkin kararı birlikte değerlendirildiğinde, 30.04.2013 tarihinden önce açılmış ve henüz kesinleşmemiş kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davalarında öngörülen dört aylık yargılama süresinin makul süre kabul edilerek, hakkaniyet gereğince taşınmaz malikinin zararının giderilmesi amacıyla dava tarihinden itibaren dört aylık sürenin bittiği tarihten, karar tarihine kadar tespit edilen kamulaştırma bedeline faiz uygulanması gerektiğinden hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harçlarının istek halinde temyiz edenlere iadesine, 25.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.


	

ZORUNLU DAVA ARKADAŞLARININ BİRLİKTE YETKİ İTİRAZI SUNMASI ZORUNLUDUR

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/4248
KARAR NO : 2018/7765

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 18/06/2015
NUMARASI : 2014/173-2015/385
DAVACI : M. Salih S.
VEKİLİ: Av. Selim Hartavi
DAVALILAR : 1-Ö. Ç.
2-O. Ç.

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerle mahkemenin yetkisiz olduğuna dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı alacaklı vekili, davalı Ömer  hakkında Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2010/3570 sayılı dosyası ile takip başlattıklarını, takibin semeresiz kaldığını, davalı Ömer’in davalı Osman ile anlaşarak Aleyhine Kayseri 3. İcra Müdürlüğü’nün 2012/4248 sayılı dosyası ile takip başlatıldığını, davalı Osman ile Ömer arasında herhangi bir borç ilişkisi bulunmadığını belirterek muvazaalı olan Kayseri 3. İcra Müdürlüğü’nün 2012/4248 sayılı takibinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, yetkisizlik nedeniyle davanın reddine, talep halinde dosyanın Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava muvazaalı icra takibinin iptaline ilişkindir.
İptal davaları için yasada özel bir düzenleme öngörülmediğinden davanın HMK’nun 6.maddesi gereğince davalının davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesinde açılması gerekir. Aynı Yasa’nın 7/1. maddesi gereğince de davalı birden fazla ise dava bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir. İİK’nun 282.maddesi gereğince davalı borçlu ile doğrudan veya dolaylı işlem yapan 3.kişiler arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğundan ve zorunlu dava arkadaşları usul işlemlerini birlikte yapmak zorunda olduklarından yetki itirazının davalılarca birlikte ileri sürülmesi yasa gereğidir. Yalnız bir davalı tarafından ileri sürülen yetki itirazı hukuki sonuç doğurmaz.

Öte yandan HMK’nun 19/2 maddesine göre bu yetki kesin yetki kuralı olmadığından taraflarca süresi içerisinde usulüne uygun olarak itiraz halinde mahkemece dikkate alınır. Yine aynı madde de yetki itirazının cevap dilekçesi ile ileri sürülmesi gerektiği belirtilmiştir. Yetki itirazı ilk itirazlardan olup (HMK.md.116/1-a) davalıların, yetki itirazlarını dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık cevap süresi içerisinde ileri sürmeleri gerekir. (HMK.md.117,317-319).

İptal davaları basit yargılama usulüne tabi olup yetki itirazının en geç dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık cevap süresi içerisinde yapılması gerekir. Somut olayda, davalı borçlu Ömer’e dava dilekçesi 17.03.2014 tarihinde eşinin imzasına tebliğ edilmiştir. Aynı şekilde üçüncü kişi davalı Osman’a da dava dilekçesi 02.05.2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup süresi içerisinde her iki davalı da cevap dilekçesi sunmamıştır. 21.10.2014 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasında her iki davalı vekili de hazır olup yetki itirazında bulunmamışlar, tahkikata geçilmesini talep etmişler ve aynı celse tahkikata geçilmesine karar verilmiştir. Davalı Ömer vekilinin bu aşamadan sonra 10.02.2015 tarihinde sunmuş olduğu beyanla yetki itirazında bulunması mümkün değildir. Bu durumda usulüne uygun yetki itirazı bulunmadığından yetki itirazının reddi ile işin esasına girilerek taraf delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde yetkisizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 13/09/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye

AYDINLATMA VE IŞIKLANDIRMASI OLMAYAN ARACIN TRAFİKTE SEYRİ- İKİ AYRI TRAFİK KAZASI

T.C

YARGITAY

17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2014/7682

KARAR NO:2014/7288

“İçtihat Metni” MAHKEMESİ: Nazilli 2. Asliye Hukuk Mahkemesi TARİHİ: 02/04/2013 NUMARASI: 2012/202-2013/111

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı tarafın sebebiyet verdiği kazada, müvekkiline ait aracın hasarlandığını, davalı sürücünün olayda tamamen kusurlu olduğunu, tespit raporuna göre 24.730 TL tutarında zarar bulunduğunu belirterek bu meblağın kaza tarihinden işleyecek yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir. Davalı H.İ.. Ç…, davacının hız sınırını aştığını, kusurun davacıda olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı A.. U.. vekili, kazada davacı ile dava dışı sürücü E.. İ..’in kusurlu olduklarını, kusuru, hasar miktarını, tespit raporunu kabul etmediğini aynı olayla ilgili Aydın 1.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2011/85 esas sayılı dosyasında açılan davanın sonucunun beklenmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davalı tarafın kusur oranına isabet eden 6.057,05 TL’nin kaza tarihinden işleyecek yasal faizi ile davalılardan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına, kazaya karışan ….. plakalı aracın sürücüsü E.. İ.. hakkında usulüne uygun şekilde harcı yatırılarak açılan bir dava olmamasına, davanın ihbarı yolu ile adı geçen kişinin davada taraf olamayacağına ve davanın tarafı olmayan kişi aleyhinde hüküm kurulamamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir. Trafik kazalarında zarar veren taraf, kusuru oranında davacı aracında meydana gelen gerçek zarardan sorumlu tutulabilir. Çözümü özel veya teknik bilgiyi gerektiren kusur durumunun ve hasar miktarının konusunda uzman bilirkişi marifetiyle tespiti gerekir. Bilirkişi raporunun oluş şekline, dosya kapsamına, hüküm kurmaya uygun olması gerekir. Somut olayda, resmi görevlilerce düzenlenen 17.10.2010 tarihli kaza tespit tutanağında; davalı H.İ.. Ç… diğer davalı A.. U..’a ait, traktörle saat 20.30 sıralarında, arka ışıkları yakmadığı, uyarıcı işaret ve ikaz işaretleri olmadığı halde seyrederken, dava dışı E.. İ.. yönetimindeki aracın traktöre bağlı römorka çarptığı, römorkun çarpma sonucu devrilerek gidişe göre sağ şeride yan yattığı aynı yolda seyreden davacı şirkete ait aracın sürücüsünün yolda duran römorka çarptığı, davalı sürücünün şeride tecavüz etmekten kusurlu olduğu belirtilmiştir.

Dosya kapsamına ve tanık beyanlarına göre kazalar ardı ardına meydana geldiğinden davalı tarafa ait araç ile dava dışı …….. plakalı araç arasında meydana gelen kazayı belirten önlemler alınamamıştır. Davacı aracının sürücüsü son anda yolda devrilen römorku gördüğünü söylemiştir. Davacı vekili sadece traktör işleteni ve sürücüsü aleyhinde, sürücünün %100 kusurlu olduğunu belirterek zararının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili için bu davayı açmıştır. Aydın 1 Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2011/85-834 sayılı dosyasında traktör sürücüsü H.İ.. Ç… hakkında dava dışı E.. İ..’in yaralanması sebebiyle, taksirle yaralamaya sebebiyet vermek suçundan dava açılmış, o dosyada trafik bilirkişisinden alınan raporda davalı sürücünün (sanık) aydınlatma ve ışıklandırması olmayan araçla trafikte seyretmesi nedeniyle asli, katılan E.. İ..’in alkollü ve dikkatsiz olması sebebiyle tali kusurlu oldukları, davacı aracının sürücüsü Bülent Malgaç’ın kusurunun olmadığı belirtilmiş, asli kusura göre sanık (davalı sürücü) hakkında 10 ay hapis cezasına hükmedilmiş, cezanın ertelenmesine karar verilmiş ve bu karar temyiz edilmeden 11.11.2011 tarihinde kesinleşmiştir. Eldeki dosyada keşiften sonra alınan trafikçi bilirkişi raporunda birbirini izleyen zincirleme kaza değil de iki ayrı trafik kazası meydana geldiği kabul edilerek 1.kazada davalı sürücünün ışıklandırma ve aydınlatması olmayan araçla trafiğe çıkması nedeniyle %40 oranında tali, dava dışı Erkan’ın alkollü araç kullanması, takip mesafesini korumaması sebebiyle %60 oranında asli kusurlu oldukları, 2.kazada davacı aracının sürücüsü Bülent’in meskun mahal dışında hızlı seyretmesi sebebiyle %100 kusurlu olduğu belirtilmiştir. Oysa meskun mahal dışında hız limiti 90 km olup, sürücü Bülent 80 km hızla seyrettiğini beyan etmiştir. İtiraz üzerine ATK’dan alınan raporda da iki ayrı kazanın olduğu davacı aracının ikinci kazada hasarlandığı, davalı sürücünün donanımsız aracı ile trafiğe çıktığı, ilk kazadan sonra tedbir almadığı bu nedenle %25 oranında dava dışı Erkan’ın 30 mt frene rağmen far ışığına göre hızını ve takip mesafesini ayarlamadığından %25 oranında, sürücü Bülent’in far ışığına göre hızını ayarlamadığı, hiçbir tedbir almadan yola devrilen römorka çarptığı bu nedenle %50 oranında kusurlu olduğu bildirilmiştir. Daha sonra bir başka bilirkişiden alınan 25.1.2013 tarihli raporda da aynen ATK raporundaki gibi kusur oranları belirlenmiştir. Kusuru yönünden hükme esas alınan raporlar dosya kapsamına Sulh Ceza Mahkemesi’nden alınan bilirkişi raporuna, kaza tespit tutanağına, tanık beyanlarına ve oluş şekline uygun bulunmamıştır. Ayrıca davacı tarafa ait araç 2007 model Peujeot 407 otomobil olup kaza 17.10.2010 tarihinde meydana gelmiştir.

Davacı tarafça kaportacı bilirkişi marifetiyle yapılan tespitte 21.530 TL hasar, 3.200 TL değer kaybı belirlenmiştir. Tespit raporunda aracın piyasa rayicinin 32.000 TL olduğu bildirilmiştir. Davacı vekili şimdilik toplam 24.730 TL’nin tazminini talep etmiştir. Onarım masrafları taşıtın rizikonun gerçekleştiği tarihteki değerini aşar ya da taşıt onarım kabul etmez ise taşıt tam hasara uğramış sayılır. Araçtaki hasarın tespiti hususunda alınan bilirkişi raporu da yeterli inceleme yapılmadan tespit raporunda belirtilen hasarlar aynen kabul edilmiş, farklı olarak parça bedelinden hurda indirimi yapılmış 21.230 TL hasar ile değer kaybının 3.000 TL alacağı toplam zararın 24.230 TL olduğu hesaplanmıştır. Aracın onarımının mı pertinin mi uygun olacağı konusu değerlendirilmemiştir. Mahkemece davalı tarafa izafe edilen %25 kusura göre 6.057,05 TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Eksik inceleme ve yetersiz bilirkişi raporlarına göre hüküm kurulamaz. Bu durumda mahkemece, Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek trafik kazalarında kusur durumunun ve araçta meydana gelen zararın tespiti hususlarında uzman bilirkişi kurulundan tüm dosya kapsamı tanık beyanları kaza tespit tutanağı, kazanın oluş şekli, aracın modeli, araçta meydana gelen hasar, vs. birlikte değerlendirilerek davaya konu trafik kazasında sürücülerin kusurlarının belirlenmesi, davacı aracının onarım giderinin tespiti, aracın onarımının mı, pertinin mi uygun (ekonomik olduğu, pertinin uygun olması halinde aracın riziko tarihteki 2.el piyasa rayici ile sovtaj bedelinin tespiti, belirlenecek piyasa rayicinden sovtajın mahsubu ile gerçek zararın hesaplanması hususlarında ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli, önceki raporlarında irdelendiği bir rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu gibi hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

Kabule göre de; davalılar zarar veren aracın işleteni ve sürücüsü olup aralarında müşterek ve müteselsil sorumlu bulunmaktadır. Davacı vekili dava dilekçesinde tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiştir. Bu durumda mahkemece hükmedilen tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu gibi davalılardan tahsiline şeklinde karar verilmesi de isabetli değildir.

SONUÇ:Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı …. Tarım Ürün. Ltd. Şti vekilinin temyiz itirazının kabulü hükmün davacı taraf yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 8.5.2014 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Exit mobile version