DAVACININ YARGILAMA SIRASINDA TAŞINMAZ PAYINI VE ALACAĞINI TEMLİK ETMESİ

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2013/4247
K. 2013/6677
T. 02.05.2013
* DAVA KONUSUNUN DEVRİ (Taşınmaz Payını ve Alacağı Devralan Kişinin Oturumlara Katılarak Davaya Devam Etmek İstediğini Bildirdiği/Ayrıca Dilekçe İle de Davaya Katılma Talebinde Bulunup Harcını Yatırdığı – 6100 S.K. Md.125 Uyarınca Usulü Eksikliğin Giderildikten Sonra Esas Hakkında Karar Verileceği)

* DAVACININ YARGILAMA SIRASINDA TAŞINMAZ PAYINI VE ALACAĞINI TEMLİK ETMESİ (Dava Konusunun Davacı Tarafından 3. Kişiye Devredilmesi Halinde Devralan Kişinin Davacı Sıfatı ve Buna Bağlı Olarak Dava Takip Yetkisi Kazanacağı ve Davanın Yeni Davacı İle Süreceği)

* ELATMANIN ÖNLENMESİ VE ECRİMİSİL İSTEĞİ (Yargılama Sırasında Dava Dışı Kişiye Satış Suretiyle ve Alacağın Temliki Sözleşmesi İle Temlik Edildiği – Taşınmaz Payını ve Alacağı Devralan Kişinin Oturumlara Katılarak Davaya Devam Etmek İstediğini Bildirdiği/Usulü Eksikliğin Giderilerek Esasa Girileceği)

6100/m.125

1086/m.186

ÖZET : Dava, paydaşlar arasında elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğine ilişkindir. Davacının payını yargılama sırasında dava dışı kişiye satış suretiyle temlik ettiği, ecrimisilden kaynaklanan alacağını da alacağın temliki sözleşmesi ile temlik ettiği, davacının taşınmazla ve ecrimisil alacağı ile bir ilgisinin kalmadığı anlaşılmaktadır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 125. maddesi, dava konusunun davacı tarafından üçüncü kişiye devredilmesi halinde devralan kişinin hukuk gereği davacı sıfatı ve buna bağlı olarak dava takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği esasını getirmiştir. Taşınmaz payını ve alacağı devralan kişi oturumlara katılarak davaya devam etmek istediğini bildirmiş, mahkemece, hatalı değerlendirme ve hukuki olmayan gerekçe ile talebin reddedildiği, ayrıca dilekçe ile de davaya katılma talebinde bulunup harcını da yatırdığı görülmektedir. Taşınmazın ve hakkın dava dışı kişiye temlik edilmesi nedeniyle usulü eksikliğin giderildikten sonra işin esası bakımından karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yanlar arasında görülen elatmanın önlenmesi, ecrimisil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar dahili davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi Emine Solmazlar`ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, paydaşlar arasında elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteğine ilişkin olup, mahkemece, yasal şartlar oluşmadığından davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 4771 ada 8 ( yeni 4771 ada 18) parsel sayılı taşınmazda davacı M.E. ile davalı İ.H.B’nin paydaş iken, davacı Mehmet’in payını yargılama sırasında 22.03.2012 tarihinde dava dışı A.K.`ya satış suretiyle temlik ettiği, öte yandan, davacının davaya konu ettiği ecrimisilden kaynaklanan alacağını da yargılama sırasında 17.03.2012 tarihli “alacağın temliki sözleşmesi “ ile yine A.K.’ya temlik ettiği, davacının taşınmazla ve ecrimisil alacağı ile bir ilgisinin kalmadığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; dava açıldıktan sonrada sınırlayıcı bir neden bulunmadığı takdirde dava konusu malın veya hakkın üçüncü kişilere devredilebilmesi tasarruf serbestisi kuralının bir gereği, hak sahibi veya malik olmanın da doğal bir sonucudur. Usul Hukukumuzda da ayrık durumlar dışında dava konusu mal veya hakkın davanın devamı sırasında devredilebileceği kabul edilmiş, 1086 sayılı HUMK.`nun l86. ve 6100 sayılı HMK.nun 125. maddesinde dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki halinde yapılacak usulü işlemler düzenlenmiştir. Anılan düzenlemeye göre, iki taraftan biri dava konusunu (müddeabihi) bir başkasına temlik ettiği takdirde diğer taraf seçim hakkını kullanmakta dilerse temlik eden ile olan davasını takipten vazgeçerek davayı devralan kişiye yöneltmekte, dilerse davasına temlik eden kişi hakkında tazminat davası olarak devam edebilmektedir.

Bu usul kuralının kendiliğinden (re`sen) gözetilmesi gerektiği de açıktır.

Özellikle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 125. maddesi, dava konusunun davacı tarafından üçüncü kişiye devredilmesi halinde devralan kişinin hukuk gereği davacı sıfatı ve buna hağlı olarak dava takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği esasını getirmiştir.

Somut olayda, dava konusu taşınmaz payını ve alacağı devralan A.K. 21.03.2012 ve 17.05.2012 tarihli oturumlara katılarak davaya devam etmek istediğini bildirmiş, mahkemece, hatalı değerlendirme ve hukuki olmayan gerekçe ile talebin reddedildiği, ayrıca 22.03.2012 tarihli dilekçesi ile de. davaya katılma talebinde bulunup harcını da yatırdığı görülmektedir.

O halde, dava konusu taşınmazın ve hakkın dava dışı kişiye temlik edilmesi nedeniyle HUMK.`nun 186. maddesi (6100 sayılı HMK.`nun 125. maddesi) hükmü uyarınca usulü eksikliğin giderildikten sonra işin esası bakımından bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Dahili davacı (temlik alan) A.K.’nın temyiz itirazları belirtilen sebeplerle yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.`nın 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre işin esası bakımından şimdilik inceleme yapılmasına yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MOTORSİKLETTE YOLCU OLARAK BULUNAN DESTEK- DESTEĞİN KASK TAKMAMASI- HAKKANİYET İNDİRİMİ

T.C
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2015/15842 E.
KARAR NO:2018/8630 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili, 10.09.2012 tarihinde davacıların oğlu destek … yolcu olduğu motorsiklete trafik sigortasız aracın çarpması ile meydana gelen trafik kazasında desteğin vefat ettiğini belirterek şimdilik 5.000,00 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek bankaların uyguladığı en yüksek mevduat faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini yükseltmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre, dava öncesi yapılan ödemeler düşüldükten sonra kusur oranına göre davacı baba …’ın nihai ve gerçek maddi zararının 26.979,31 TL, davacı anne …’ın 27.318,04 TL nihai ve gerçek zararının doğduğu sabit görülerek bu miktarlar üzerinden davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülemeyen sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Dava, trafik kazası sonucu ölüm nedeniyle, ölenin yakınlarının, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53/3. maddesi gereği, destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
a) Davacılar destek … vefatı nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı talep etmekte olup, kaza tarihinde destek 17 (17 yıl 3 ay) yaşındadır. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda destek yaşasaydı, evleneceği ve muhtemel 1 çocuğu olacağı kabul edilerek destek paylarının dağıtımı yapılmıştır. Anılan hesaplama hatalıdır. Şöyle ki; kükme esas alınan bilirkişi raporunda desteğin 1 çocuğunun olacağı kabul edilmiş ise de Dairemiz uygulamalarına göre 18 yaşında gelir elde etmeye başlayan desteğin askere gideceği, askerlik görevini tamamladıktan sonra 2 yıl içinde evleneceği ve bir yıl sonra bir çocuğu daha sonra ikinci çocuğunun olacağı varsayılarak hayatın olağan akışına göre bekar olarak ölen çocuğun ileride evleneceği ve en az iki çocuk sahibi olacağı kabul edilerek, desteğin evleninceye kadar gelirinin yarısını kendi ihtiyaçları yarısını da anne ve babası için ayıracağı varsayılarak bu dönemde desteğe iki anne ve babaya birer pay vermek suretiyle desteğin tüm gelirine oranlandığında evlenmeden önceki dönem içinde anne ve babanın her birine %25 pay verilmesi gerektiği, desteğin ileride evlenmesi ile birlikte desteğe iki eşe iki anne ve babaya birer pay verilerek, yine desteğin tüm gelirinin oranlanarak anne ve babaya %16’şar pay ayrılması, desteğin bir çocuğunun olması durumunda iki pay desteğe, iki pay eşe bir pay çocuğa ve birer pay anne ve babaya ayrılmak suretiyle desteğin tüm gelirine oranlandığında anne ve baba için %14’er pay verilmesi daha sonra ikinci çocuğun doğacağı varsayılarak bu kez desteğe iki, eşe iki, çocukların her birine birer ve anne ve babaya birer pay verilerek desteğin tüm gelirine oranlanarak anne ve babaya %12,5’er pay verilmesinin uygun olacağı, daha sonra anne ve babadan yaşam tablosuna göre hangisi destekten çıkacaksa kalan kişiye diğerinin payının ilave edilerek destek tazminatlarının varsayımsal hesabının yapılması gerekeceği, Dairemizin yerleşik uygulaması gereğidir. Bu haliyle bilirkişi raporunda desteğin sadece 1 çocuğu olacağı varsayımına dayalı pay ayrılması doğru görülmemiş olup, bozmayı gerektirmiştir.
b) Desteğin çocuk olması halinde 18 yaşın desteğin başlayacağı yaş olarak kabulü gerekmektedir. Davacıların talep edebileceği destekten yoksun kalma tazminatı miktarının saptanması bakımından alınan ve mahkeme tarafından da hükme esas alınan bilirkişi raporunda; olay tarihinde 17 yaş 3 aylık olan destek … davacı anne ve babaya olacağı desteğin kaza tarihinden başlatılmış olması doğru görülmemiştir.
c) Türk Medeni Kanunu’nun 185. madde hükmü gereğince, anne-baba birlikte çocukların bakımından sorumludur, aynı yasanın 327.maddesinde ise “Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır” denilmektedir.
Her baba ve annenin çocuğunu belli bir yaşa kadar büyütmek, yetiştirmek ödevi olup çocuğun ölümü nedeni ile artık yapılması gerekmeyecek yetiştirme giderlerinin belirlenecek destekten yoksun kalma tazminatından düşülmesi (anne ve babadan birinin ya da her ikisinin çalışıp çalışmadığına ilişkin ayrıksı durumlar da göz önüne alınarak) gerekmektedir.
Somut olayda, mahkemece hükme esas alınan aktüerya raporunda, desteğin 17 yaş 3 aylık olduğu, anne ve babasına destek olacağı kabul edilmiş, yetiştirme gideri tenzil edilmemiş olup, bu husus yerleşik uygulamaya aykırıdır.
O halde mahkemece, anlatılan bilgiler ışığında hüküm kurmaya ve denetime elverişli bilirkişi raporu alınıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.
3-818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “tazminat miktarının tayini” başlıklı 43. maddesinde (6098 sayılı TBK 51. md); hakimin, tazminatın türü ve kapsamının derecesini, durum ve mevkiinin gereğine ve hatanın ağırlığına göre belirleyeceği belirtilmiş; “Tazminatın tenkisi” başlıklı 44. maddesinde (6098 sayılı TBK 52. Md) ise; zarar gören taraf, zarara razı olduğu veya kendisinin eylemi zararın doğmasına ya da zararın artmasına yardım ettiği ve zararı yapan kişinin durum ve mevkiini ağırlaştırdığı takdirde hakimin, zarar ve ziyan tutarını indirebileceği veya zarar ve ziyanı hüküm altına almaktan vazgeçebileceği açıklanmıştır.
Somut olayda; desteğin dava dışı … idaresindeki motorsiklette yolcu konumunda olduğu anlaşılmaktadır. Davalı, destek yolcunun koruyucu ekipman kullanmaması, kask, dizlik, dirseklik olmaması sebebi ile kusura katılımı dolayısıyla belli bir oranda kusur izafe edilmesi gerektiğini savunmuştur. Buna göre mahkemece, BK’nun 44. maddesi (TBK 52. md) uyarınca maddi tazminattan makul oranda ve hakkaniyete uygun bir indirim yapılması gerekip gerekmediğinin irdelenip tartışılması, ondan sonra varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ:Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2-a), (2-b), (2-c) ve (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 04/10/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

FİİLİ ÇALIŞMAYA DAYALI OLMADIĞI GEREKÇESİ İLE BİR KISIM SİGORTALILIĞININ GEÇERSİZLİĞİ

T.C
YARGITAY
10. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2016/10672
KARAR NO: 2018/5725 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, fiili çalışmaya dayalı olmadığı gerekçesi ile bir kısım sigortalılığının geçersizliği nedeniyle Kurum tarafından yaşlılık aylığının iptal edilmesi üzerine, Kurum işleminin iptali, yeniden aylık bağlanması, yapılan kesintilerin iadesi ve yersiz aylık ve sağlık yardımı nedeniyle borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
1-Davacıya 01.05.2012 tarihi itibariyle 5510 sayılı Kanunun 4-a kapsamında yaşlılık aylığı bağlandığı, davacı kurumun … Gıda İnş, Tur. Pet. Orm. Ltd. Şti. işyerinde yapmış olduğu denetim sonucu 04.06.2011- 31.03.2012 tarihleri arasında yapılan 297 gün bildirimin iptal edilmesi ile yaşlılık aylığının 31.12.2014 tarihi itibariyle kesildiği, davacının 17.06.2012 – 31.12.2014 tarihleri arasında yersiz ödenen aylık ve sağlık yardımının ve yine 04.06.2011-31.03.2012 tarihleri arasında yapılan yersiz sağlık yardımının ödemesinin istenmesi ile eldeki davanın açıldığı, davaya konu uyuşmazlığın anılan dönemlerde davacı adına yapılan sigortalı bildirimlerinin fiili çalışmaya dayalı olup olmadığı hususunda toplandığı, öncelikli olarak bu uyuşmazlık çözümlenmesi gerektiği buna göre davanın yasal dayanağının 506 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanununun 79. maddesi olduğu anlaşılmaktadır.
Anayasal haklar arasında yer alan sosyal güvenliğin yaşama geçirilmesindeki etkisi gözetildiğinde, eldeki gibi sigortalı konumunda geçen çalışma sürelerinin saptanmasına ilişkin davalar, kamu düzenine ilişkin olduğundan, özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi zorunludur. Bu bağlamda, hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, bu tür davalarda tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde re’sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
İptal edilen bildirimler … Gıda İnş, Tur. Pet. Orm. Ltd. Şti’den yapılan bildirimlere ilişkindir. Davacı ise … sicil nolu …n Gıda Tic. Ltd. Şti’de çalıştığını bildirimlerin … Gıda İnş, Tur. Pet. Orm. Ltd. Şti’de yapıldığını bilemeyeceğini her iki şirket arasında organik bağ olduğunu beyan etmiş mahkemece …n Gıda Tic. Ltd. Şti davaya dahil edilerek çalışmanın bu işyeriden geçip geçmediği hususunda bir irdeleme yapılmamıştır.
Eldeki davada, Mahkemece, verilen kararın taraf teşkili sağlanmadan eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır. …n Gıda Tic. Ltd. Şti.’de çalışıldığı iddiası gözetildiğinde fiili çalışmanın varlığı yeterince araştırılmamıştır.
O halde, Mahkemece, … sicil nolu …n Gıda Tic. Ltd. Şti.’nin varlığı araştırılarak davaya dahil edilmeli davalının çalışmasının gerçekliği, işin ve işyerinin kapsam ve niteliğiyle süresinin belirlenebilmesi amacıyla; çalışmaları ile ilgili tüm belgeler davalı Kurumdan; puantaj kayıtları ve ücret tediye bordrolarının asılları işverenden ve dava konusu dönem içerisinde davacı çalışmalarını Kuruma bildiren işverenden getirtilmeli, iş bu belgelerden sigortalının imzasını içerenler yönünden imzanın aidiyeti davacı tarafından kabul edilenler ile inkar edilip de aidiyeti ehil bilirkişi incelemesiyle saptananlardan yine davacı tarafından hata-hile-ikrah durumu iddia ve ispat edilemeyenler bakımından, işbu yazılı belgelerin aksi eşdeğerde delillerle kanıtlanması için davacıya delilleri sorulmalı; davacı ile birlikte çalışan ve işverenlerin bordrolarında kayıtlı kişiler ile, aynı yörede komşu veya benzeri işleri yapan başka işverenler ve bu işverenlerin çalıştırdığı bordrolara geçmiş kişiler saptanarak bilgi ve görgülerine başvurulmalı, davacının ne kadar süre çalıştığına ilişkin bilgilerine başvurulmalı, özellikle Kurum müfettişlerince yapılan incelemede işveren hakkında belirlenen hususlar ve aksinin ispatı bakımından yoklama tutanakları gibi belgelerin varlığı araştırılmalı, yargılama sürecinde dinlenen tanık anlatımlarının değerlendirilmesinde, iş yerinin kapsamı, kapasitesi ve niteliği nazara alınmalı, işyeri dosyaları getirtilmeli ve Kanun kapsamına alınış ve kapsamdan çıkartılış nedenleri ve tarihleri irdelenmeli, Kurum müfettiş raporu içeriğindeki iddialar irdelenmeli ve çalışmayı tespit edebilecek nitelikte davacı lehine yazılı belgelerinin bulunup bulunmadığı hususu da ayrıntılı irdeleme sonucunda ve çalışmanın fiili olup olmadığı hususunda tüm deliller toplandıktan sonra bir karar verilmelidir.
Mahkemenin kabulüne göre de yapılan tüm ödemelerin yersiz olduğu gözetilmeksizin yapılan ek ödemeler dışlanmak suretiyle karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
2- Mahkemece çalışmanın fiili olmadığı kanaatine ve sonucuna varılması halinde ise sağlık giderleri yönünden 19.01.2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6385 sayılı Yasanın 12. maddesi ile 5510 sayılı Yasaya eklenen Geçici 45. maddede, “Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/1/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan hükmün gerekçesinde ise, 5510 sayılı Kanuna göre, vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemlerin 2012 yılı Ocak ayı itibarıyla tamamlanması nedeni ile, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinin ilgililerden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesinin amaçlandığı belirtilmiştir.
5510 sayılı kanunun sağlık hizmetlerinden yararlanma şartlarını düzenleyen 67. maddesine göre; 18 yaşını doldurmamış olan kişiler, tıbben başkasının bakımına muhtaç olan kişiler, trafik kazası halleri, acil haller, iş kazası ile meslek hastalığı halleri, bildirimi zorunlu bulaşıcı hastalıklar, 63 üncü maddenin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri gereğince sağlanan sağlık hizmetleri, 75 inci maddede sayılan afet ve savaş ile grev ve lokavt hali hariç olmak üzere sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmek için;
a) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (c) ve (f) bentleri hariç diğer bentleri gereği genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısının olması,
b) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendi ile (g) bendine tabi olan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yukarıdaki bentte sayılan şartla birlikte, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihte 21/7/1953 tarihli ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanunun 48 inci maddesine göre tecil ve taksitlendirilerek tecil ve taksitlendirmeleri devam edenler hariç 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması,
c) 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (b) ve (d) bentlerine tabi olan genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin yukarıdaki bentlerde sayılan şartla birlikte, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihte prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması,
d) 60 ıncı maddenin yedinci fıkrasına göre genel sağlık sigortalısı sayılanlar, (c) bendinde sayılan şartlarla birlikte, bir öğretim dönemine ilişkin genel sağlık sigortası primlerinin tamamını öğrenim gördükleri üniversitenin öğrenim dönemi başından itibaren bir ay içinde ödemeleri, şarttır.
Ancak, genel sağlık sigortalısının bakmakla yükümlü olduğu kişi kapsamından çıkanların genel sağlık sigortalısı olduğu tarihten itibaren otuz gün içinde sağlık hizmetlerinden yararlanabilmesi için bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendindeki prim ödeme gün sayısı aranmaz. Ayrıca 60 ıncı madde kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılanların;
a) Herhangi bir sebeple silâh altına alınan sigortalının askerlikte geçen hizmet süresi,
b) Hükümlülükle sonuçlanmayan tutuklulukta geçen süre,
c) İş kazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık sigortalarından geçici iş göremezlik ödeneği alan sigortalının iş göremediği süre,
d) Sigortalının greve iştirak etmesi veya işverenin lokavt yapması hallerinde geçen süre, sağlık hizmeti sunucusuna başvurduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası primi ödeme gün sayısı hesabında dikkate alınmaz.
Ayrıca genel sağlık sigortalısı ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden ve diğer haklardan yararlanabilmeleri için sağlık hizmet sunucularına başvurduklarında acil haller hariç olmak üzere (acil hallerde ise acil halin sona ermesinden sonra); biyometrik yöntemlerle kimlik doğrulamasının yapılması ve/veya nüfus cüzdanı, sürücü belgesi, evlenme cüzdanı, pasaport veya Kurum tarafından verilen resimli sağlık kartı belgelerinden birinin gösterilmesi zorunludur.
60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılanlar, zorunlu sigortalıklarının sona erdiği tarihten itibaren on gün süreyle genel sağlık sigortasından yararlanırlar. Bu kişilerin sigortalılık niteliğini yitirdikleri tarihten geriye doğru bir yıl içinde 90 günlük zorunlu sigortalılıkları varsa, sigortalılık niteliğini yitirdikleri tarihten itibaren 90 gün süreyle bakmakla yükümlü olduğu kişiler dahil sağlık hizmetlerinden yararlandırılırlar. Ayrıca, lise ve dengi öğrenim görülmesi sebebiyle bakmakla yükümlü olunan kişi veya hak sahibi sıfatıyla sağlık hizmetinden yararlandırılan çocuklar, 20 yaşını dolduracakları tarihi aşmamak kaydıyla bu öğrenimlerini bitirmelerini izleyen tarihten itibaren 120 gün süreyle aynı kapsamda sağlık hizmetlerinden yararlanmaya devam ederler. 4’üncü maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki sigortalıların 4857 sayılı İş Kanununun 56 ncı ve 74 üncü maddeleri ile diğer iş kanunlarında ücretsiz izin sayılan süreler haricinde ayrıca bir takvim yılı içerisinde toplam bir ayı aşmayan ve işverenlerince belgelendirilen ücretsiz izin sürelerinde genel sağlık sigortalılıkları devam eder.
Her ne kadar 5510 sayılı Yasa’nın 67. maddesinde genel sağlık sigortasından yararlanma şartları bu şekilde belirtilmiş ise de, eldeki davada davalının bu çerçevede prim ödemesi bulunmasa dahi anılan Yasa’nın 60. maddesinin -g- bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayıldığı belirgin olup, davalının 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borcunun Kurum tarafından tahsilinin mümkün bulunmasına göre prim borcunun varlığı nedeniyle yersiz sağlık giderlerinden de sorumlu tutulamayacağı açıktır. Somut olayda; yukarıda belirtildiği üzere dava konusu dönem bakımından, Kurumca talep edilen alacağın sağlık giderlerine yönelik olan kısmı tespit edilerek, yersiz ödendiği ileri sürülen sağlık giderleri yönünden, 31.01.2012 tarihine kadar yapılan sağlık giderleri anılan Kanunun geçici 45. maddesi gereği talep edilemeyecektir. 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderleri ise davalının 5510 sayılı Kanunun 60. maddesinin ilgili bentleri gereğince genel sağlık sigortalısı sayıldığından ve 67. madde kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarının Kurum tarafından tahsilinin mümkün olduğu gözönüne alındığında, belirtilen giderler genel sağlık sigortalısı sayılan hak sahibinden talep edilemeyecektir.
Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece sağlık yardımına ilişkin talep yönünden davanın reddine karar vermesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
Mahkemenin, yukarıda açıklanan esaslar doğrultusunda araştırma yaparak elde edilecek sonuca göre karar vermesi gerekirken, eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
O halde, davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, Başkan … ve Üye …’ın muhalefetine karşı, Üyeler …, … ve …’ın oyları ve oy çokluğuyla, 07.06.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KARŞI OY

Genel olarak 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun, daha önce farklı yasalarda düzenlenen sağlık yardımı hususunu, Genel Sağlık Sigortası kavramı altında 60-78. maddeler arasında yeniden düzenlemiştir.
5510 sayılı Kanunun 60. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanacak olanlar ana gruplar halinde sıralanmış, daha sonra özel durumda olanlar sayılmıştır. Belirtildiği gibi 60. maddede sağlık sigortası kapsamında olanlar tek tek sayıldıktan sonra (g) bendinde ise, “Yukarıdaki bentlerin dışında kalan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan vatandaşlar” genel sağlık sigortası sayılmıştır. (g) bendinin lafzından tüm vatandaşların re’sen sağlık sigortası kapsamına alındığı izlenimi anlaşılmakta ise de genel sağlık sigortası yasal düzenlemelerinin seyri izlendiğinde durum netleşecektir.
5510 sayılı Kanuna göre genel sağlık sigortalısı sayılabilmek ve sigortalılığın başlangıcı için bildirim ve tescil gereklidir. Kanunun 61. maddesinde, genel sağlık sigortasından yararlanmak için bir kısım grupların bildirimine gerek kalmadan kendiliğinden tescil edileceği, bir kısmının tescili için ise bir ay içinde başvuru şartı getirilmiştir.
61’inci maddesinin birinci fıkrasının (f) bendi 13/02/2011 t. 6111 SK 35. md ile değişiklikten önce, 17.04.2008 t. ve 5754 SK md. 39 ile değişik hali şöyleydi: “(g) bendinde sayılanlar; diğer bentlere göre genel sağlık sigortalısı olmadıkları tarihten itibaren genel sağlık sigortalısı sayılır ve bu tarihten itibaren bir ay içinde verecekleri genel sağlık sigortası giriş bildirgesi ile tescil edilirler. Ancak 60 ıncı maddenin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılanların zorunlu sigortalılıklarının sona erdiği tarihten itibaren 10 gün sonra bu bent kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılır.” Yine Geçi 12/5. fıkrada, “60’ıncı maddenin birinci fıkrasının (d) ve (g) bentleri gereğince sigortalı sayılanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren (13/02/2011 t. ve 6111 SK m. 49 ile değişik ibare) 01/01/2012 tarihine kadar bildirimlerini yapmak zorundadır. Bu süre içinde, 60’ıncı maddenin birinci fıkrasının (d) ve (g) bentleri gereğince genel sağlık sigortalısı sayılanlardan; tescil talebi olmayanların 18 yaşından küçük çocuklarının sağlık hizmetlerinden yararlandırılması halinde (16/06/2010 t. ve 5997 SK m. 8 ile değişik ibare) bu kişiler Kurumca tescil edildikleri tarih itibarıyla genel sağlık sigortalısı olurlar. Ancak, aile hekimliği uygulamasına başlanan illerde, bu kişiler ( 13/02/2011 t. ve 6111 SK m. 49 ile değişik ibare)bu süreye bakılmaksızın genel sağlık sigortalısı ve ( 16/06/2010 t. ve 5997 SK m. 8 ile değişik ibare)bakmakla yükümlü olduğu kişi olarak Kurumca tescil edildikleri tarih itibarıyla kapsama alınır. (1), (2)
6111 sayılı Kanunla değişmeden önce (g) bendine göre sigortalı sayılanlar ancak bir ay içinde giriş bildirgesi vermek ve Kurumca kabul edilmek suretiyle sigortalı olabilirlerdi. Ancak (g) bendi kapsamında kalanların Kuruma müracaatla genel sağlık sigortası tescili uygulaması fiilen gerçekleşmemiştir. Madde metninden de anlaşıldığı üzere 5510 sayılı Yasa ile tüm vatandaşlar re’sen genel sağlık sigortası kapsamına alınmamışlardır.
(1)16/6/2010 tarihli ve 5997 sayılı Kanunun 8 inci maddesiyle, bu fıkrada yer alan “bu kişilerin tescili çocuklarının sağlık hizmet sunucusuna müracaat tarihi itibarıyla yapılır” ibaresi “bu kişiler Kurumca tescil edildikleri tarih itibarıyla genel sağlık sigortalısı olurlar” şeklinde, “bakmakla yükümlü olduğu kişi olarak kapsama alınır” ibaresi ise “bakmakla yükümlü olduğu kişi olarak Kurumca tescil edildikleri tarih itibarıyla kapsama alınır” olarak değiştirilmiştir.
(2)13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanunun 49 uncu maddesiyle, bu fıkrada yer alan “en geç iki yıl içinde” ibaresi “1/1/2012 tarihine kadar”, “iki yıllık süreye” ibaresi “bu süreye” şeklinde değiştirilmiştir.
Belirtilen nedenlerle, 5510 sayılı Kanunun 60/1-g bendi ile artık herkesin genel sağlık sigortası kapsamına alındığı çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Yoksa 60. maddede, kapsamda olanlar tek tek sayıldıktan sonra (g) bendi ile de herkesin kapsama alındığının belirtilmesi yasa koyucunun abesle uğraştığı anlamına gelir. Aksi takdirde sadece kapsamda olmayanların sayılması yeterli olurdu.
Ülkedeki tüm kişilerin genel sağlık sigortası kapsamına alınması, 16.06.2010 tarihli 5997 sayılı Kanunla Geçici 12. maddede yapılan değişiklikle 01.01.2012 tarihinden itibaren olmuştur. 01.01.2012 tarihi itibariyle genel sağlık sigortasının tüm ülkede zorunlu hale geldiği ve herkesin kapsama alındığı hem Kurumun hem de doktrinin ortak görüşüdür. (Güzel/Okur/Caniklioğlu, Sosyal Güvenlik Hukuku, 15. Bası, Sh. 930 ve Tuncay/Ekmekçi, Sosyal Güvenlik Hukuku Dersleri, 15. Bası, Sh. 461)
Genel Sağlık Sigortası açısından geçiş hükümleri öngören Geçici 12. madde, 60/1-c bendinin uygulanmasını 01.01.2012 tarihine kadar ertelemiş ve bu tarihe kadar 3816 sayılı Kanun gereğince yeşil kart uygulamasını devam ettirmiştir. 01.01.2012 tarihi itibariyle yeşil kart uygulaması sona erdirilmiş ve herkes madde 60/1-c bendi 1 numaralı alt bendine göre gelir testi yaptırmak suretiyle genel sağılık sigortası kapsamına alınmıştır. Geçici 12. madde ve 02.12.2011 tarihli “Genel Sağlık Sigortası kapsamında Gelir Tespiti, Yönetmelik” gereğince artık, 01.01.2012 tarihi itibariyle hiçbir sosyal güvenliği bulunmayanlar, yeşil kartlılar ve zorunlu sigortalılığı sona erenler gelir testi yaptırmak zorundadır. Gelir testi sonucu ile sağlık sigortasının primli olup olmayacağı belirlenmektedir.
Yukarıda anlatılanlar ışığında sağlık sigortası kapsamı yönünden şu ayrımları yapabiliriz.
1-5510 sayılı Kanun öncesi (01.10.2008 öncesi) dönem: 5510 SK Geçici 12. madde uyarınca yürürlükten kaldırılan kanun hükümlerine göre sağlık yardımları uygulanır.
2- 5510 sayılı Kanun dönemi:
a) 01.10.2008 – 01.01.2012 tarihleri arasındaki dönem: 5510 SK 60. maddede tek tek sayılanlar zaten kapsamdadır. (g) bendi kapsamında olanlar, ya 61. madde kapsamında süresinde giriş bildirgesi vererek Kurumca tescil edilmek ya da 3816 SK kapsamında yeşil kart uygulaması ile sağlık yardımlarından yararlanırlar.
b) 01.01.2012 tarihi sonrası dönem: Tüm vatandaşlar genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. Ancak 67. maddeye göre sağlık hizmeti sunucusuna başvurulduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası prim ödeme gün sayısı olması ve 60 günden fazla prim ve prime ilişkin her türlü borcunun bulunmaması gerekir. (g) bendi kapsamında olanlar ise 5510 SK 60/1-c, 1 nolu alt bendi gereği gelir testi uygulaması ile primli veya primsiz olarak sağlık yardımlarından yararlanma imkânı getirilmiştir.
Üzerinde durulması gereken bir başka husus 5510 sayılı Kanununun Geçici 45. Maddesidir. Yersiz yapılan sağlık giderlerinin terkini başlığı altında 10.1.2013 tarihli 6385 sayılı Kanunun 12. maddesi ile getirilen Geçici 45. madde, “Bu Kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31/1/2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmetlerine ilişkin Kurumca tahakkuk ettirilmiş veya ettirilecek borçlar, varsa ilgililerin bu nedenle açtıkları davadan vazgeçmeleri halinde tahsil edilmez. Bu borçlara ilişkin açılmış olan dava ve icra takiplerinden Kurumca vazgeçilir.”
Kanunun gerekçesi, “ Geçici 45 inci madde ile; 5510 sayılı Kanuna göre ülkemizde yaşayan vatandaşların genel sağlık sigortası kapsamına alınmasına ilişkin işlemler 2012 yılı Ocak ayı itibariyle tamamlandığından, bu tarihe kadar yaşanan geçiş sürecinde, tabi olduğu genel sağlık sigortası statüsünün aradığı şartlarla sağlık yardımı alması gerekirken, Kanunun diğer statülerine göre ya da bakmakla yükümlü olunan kişi statüsünde hak etmediği halde sağlık yardımı yapılanlara ilişkin sağlık giderlerinden tahsil edilmemesi ve bu suretle oluşacak mağduriyetlerin önlenmesi amaçlanmıştır.”
Geçici 45. maddenin yorumu şu şekildedir; 01.01.2012 tarihi itibariyle tüm vatandaşlar genel sağlık sigortası kapsamına alınmıştır. 31.01.2012 tarihi öncesinde ise sağlık yardımı yapılmasını sağlayan sigortalılık statüsünün geçersiz sayılması halinde bakılır; başka bir geçerli sigortalılık statüsü varsa veya bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına giriyorsa yine yersiz sağlık gideri tahsil edilmez. Bu iki hal de yoksa geçersiz sigortalılık statüsüne dayalı yapılan sağlık gideri yersizdir ve Kurumca tahsili gerekir. Örnek olarak, 4/1-a kapsamında sigortalılığı geçersiz sayılan kişi, aynı dönemde 4/1-b kapsamında sigortalı olabilir veya bir başka sigortalının bakmakla yükümlü olunan kişisi olabilir. Bu hallerde sağlık yardımı alabileceği geçerli bir statü bulunduğundan alınan sağlık yardımı yersiz sayılmaz. Bu madde, sosyal güvenlik kurumlarının birleşmesi ve çifte sigortalılığın geçersiz sayılması nedeniyle karşılaşılan durumlar için çıkarılmış bir maddedir.
Geçici 45. madde, çoğunluğun yorumladığı gibi, 31.01.2012 tarihi öncesindeki tüm yersiz sağlık giderlerini affeden, tahsilini durduran, geçmişi sıfırlayan bir madde değildir. Aksi halde sahtecilik yoluyla sahte sigortalılık ve buna dayalı olarak haksız sağlık yardımı alan kişileri de Geçici 45. madde ile affetmiş oluruz. Geçici madde 45 ile geçmişe yönelik olarak herkesin affedildiği şeklindeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum. En başta madde gerekçesi buna engeldir.
Kurum tarafından talep edilen yersiz sağlık giderlerinin yukarıda belirtildiği şekilde irdelenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
Davacı Kurum, 01.10.2008 – 21.06.2013 arası dönemde yersiz olarak ödenen aylıklar ile yapılan tedavi giderlerinin 5510 sayılı Yasa’nın 56. maddesi kapsamında davalıdan tahsilin karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkeme, aylıklar yönünden ve tedavi giderleri yönünden davanın kabulüne karar vermiştir.
Davalının, istirdada konu dönemde 5510 sayılı Yasa’nın 56. maddesinin son fıkrası kapsamında boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının sabit bulunması, diğer taraftan 10.01.2013 tarih 6385 sayılı Yasa’nın 12. maddesi ile 5510 sayılı Yasa’ya eklenen Geçici 45. maddede; bu kanuna göre genel sağlık sigortalısı ya da bakmakla yükümlü olunan kişi kapsamına girmekle birlikte, asli olarak hak etmediği bir kapsamda sağlık hizmeti alanlara 31.01.2012 tarihine kadar verilen sağlık hizmeti giderlerinin tahsil edilmeyeceğinin öngörülmesi, boşandığı kocasıyla birlikte yaşadığı belirgin bulunan davalının, anılan tarih itibariyle 5510 sayılı Yasa’nın 60. maddesinin (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı bulunması, geçici 45. maddede yer alan “… bu kanuna göre…” ibaresinden kastedilen kanunun 01.10.2008 yürürlük tarihli 5510 sayılı Yasa olması karşısında, ödenen tüm aylıkların iadesine dair mahkeme kararını yerinde bulan ve 01.10.2008-31.01.2012 arası dönemdeki tedavi giderlerinden davalının sorumlu olmayacağına dair çoğunluk görüşü isabetli olup bu yönde uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık; 31.01.2012 tarihinden sonra yapılan sağlık giderlerinden davalının sorumlu olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır. Daire çoğunluğu, davalının 5510 sayılı Yasa’nın 60. maddesinin (g) bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı olduğunu kabul etmekle birlikte, anılan yasanın 67. maddesi kapsamında gelir testine tabi tutulmasıyla oluşacak ihtilafa konu dönemdeki prim borçlarını bilemeyeceğini gerekçe göstererek, 31.01.2012 tarihinden sonraki sağlık giderlerinden dahi davalının sorumlu tutulamayacağını ileri sürmektedir.
Oysa; 5510 sayılı Yasa’nın 60. maddesinde genel sağlık sigortası kapsamında sayılanlar sıralandıktan sonra (g) bendinde; açıklanan bentler dışında kalan ve başka bir ülkede sağlık sigortasından yararlanma hakkı bulunmayan vatandaşların genel sağlık sigortalısı sayılacağının belirtilmesi, davalının da bu bent kapsamında genel sağlık sigortalısı olduğu hususunun Daire çoğunluğunun da kabulünde bulunması, sigortalılığın zorunlu oluşu kenar başlığını taşıyan 5510 sayılı Yasa’nın 92. maddesinin “… genel sağlık sigortası kapsamındaki kişilerin genel sağlık sigortalısı olması zorunludur…” hükmünü içermesi, genel sağlık sigortalılığının başlangıcı, bildirimi ve tescili kenar başlığını ihtiva eden 61. maddenin (f) bendinde; (g) bendinde sayılanların, diğer bentlere göre genel sağlık sigortalısı olmadıkları veya diğer bentlere göre genel sağlık sigortasından yararlanma haklarının sona erdiği tarihten itibaren bu bent kapsamında genel sağlık sigortalısı sayılacakları ve Kurumca resen tescil edileceklerinin öngörülmesi, Sağlık hizmetlerinden yararlanma şartları kenar başlığını taşıyan 67. maddede; sağlık hizmetlerinden yararlanabilmek için, sağlık hizmeti sunucusuna başvurulduğu tarihten önceki son bir yıl içinde toplam 30 gün genel sağlık sigortası primi ödenmiş olması şartının düzenlenmesi karşısında, mahkemece, fiilen birlikte yaşama olgusunun gerçekleştiği 01.10.2008 tarihi itibariyle davalının 5510 sayılı Yasa’nın 60/(g) ve (f) bentleri uyarınca genel sağlık sigortalısı olduğu kabul edilmeli, geçici 45. madde kapsamı dışında kalan 31.01.2012 ile 21.06.2013 arası dönemde davalının 67. maddenin (a) bendi kapsamında prim ödemesi bulunup bulunmadığı araştırılarak prim ödemesi varsa veya prim ödemeden muaf ise anılan dönem sağlık gideri borcundan sorumlu olmadığına, aksi halde yersiz sağlık giderlerinin tahsiline karar verilmelidir. Gelir testi yapılmaması, zorunlu olan ve yukarıdaki tarihte gerçekleşmiş bulunan genel sağlık sigortalılığının başlangıcına etkili olmayıp, sadece ödenecek prim tutarını ve prim borçlusunu belirleyen bir süreç olacaktır.
Açıklanan gerekçelerle, istirdada konu sağlık giderlerinin bu kapsamda belirlenip sonucuna göre karar verilmesi gerektiği kanaatini taşıdığımdan sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

VEKİLE GEREKÇELİ KARAR TEBLİĞİNİN MUHATABIN ADRESTE BULUNMAMA SEBEBİNİN YAZILMAMASI SEBEBİYLE USULSÜZ OLDUĞU

T.C

YARGITAY

21. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2017/4413

KARAR NO: 2018/6516

TARİH: 18.09.2018

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ:Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

TÜRK MİLLETİ ADINA

K A R A R: Davalı SGK vekiline gerekçeli karar tebliğinin muhatabın adreste bulunmama sebebinin yazılmaması
sebebiyle usulsüz olduğu anlaşıldığından gerekçeli kararın adı geçen davalı vekiline yöntemince tebliğ
edilerek temyiz süresi geçtikten ve gerektiğinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 432. ve 433.
(HMK 366.) maddesindeki prosedür işletildikten sonra gönderilmek üzere dosyanın mahalline GERİ
ÇEVRİLMESİNE, 18.09.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEBLİGAT KANUNUNUN 35.MD GÖRE MUHATABIN DAHA ÖNCE KENDİSİNE USULÜNE UYGUN ŞEKİLDE EN AZ BİR KEZ TEBLİĞ YAPILMIŞ OLAN ADRESİNİ DEĞİŞTİRMESİ, YENİ ADRESİNİ İLGİLİ MERCİYE BİLDİRMEMİŞ OLMASI VE BUNUN YANINDA GÖREVLİ MEMURUN ADRES KAYIT SİSTEMİNDE KAYITLI ADRESİNİ TESPİT EDEMEMİŞ OLMASI GEREKİR.

T.C

YARGITAY

3. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2016/19915

KARAR NO:2018/6270

“İçtihat Metni” MAHKEMESİ:ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki alacak davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

7201 sayılı Tebligat Kanunun 21. Maddesinde; “Kendisine tebligat yapılacak kimse veya yukarıdaki maddeler mucibince tebligat yapılabilecek kimselerden hiçbiri gösterilen adreste bulunmaz veya tebellüğden imtina ederse, tebliğ memuru tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza mukabilinde teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırmakla beraber, adreste bulunmama halinde tebliğ olunacak şahsa keyfiyetin haber verilmesini de mümkün oldukça en yakın komşularından birine, varsa yönetici veya kapıcıya da bildirilir. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır” düzenlemesi mevcuttur. Tebligat Kanunu’nun 21. maddesi ile Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 30. maddesinin birlikte değerlendirilmesinde; tebliğ memurunun, adreste bulunmama sebebini bilmesi muhtemel komşu, yönetici, kapıcı, muhtar gibi kimselerden araştırarak adreste bulunmama sebebini tebliğ mazbatasına yazması, ardından tebliğ olunacak evrakı o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim ederek muhatabın kapısına 2 no.lu ihbarname yapıştırması, bu ihbarname kapıya yapıştırıldıktan sonra ise komşulardan birine ya da apartman yöneticisi veya kapıcısına haber verilerek, haber verilen bu kişinin isim ve imzasının alınması ve şayet bu kimse isim ve imzadan imtina ederse bu durum da tebligat evrakına şerh düşmesi gerekecektir. Gösterilen bu usul geçerlilik koşuludur. Somut olayda, gerekçeli kararın ve davacı vekilinin temyiz dilekçesinin tebliği için davalı vekili Av. …’a çıkarılan tebligatın “bina görevlisinin muhatabın (avukatın) şehir dışında hastanede tedavi gördüğü ve hangi tarihte adrese döneceğinin belli olmadığı” beyanı üzerine Tebligat Kanunu’nun 21/1. Maddesindeki usuller uygulanmaksızın çıkış merciine iade edildiği ve bunun üzerine muhataba Tebligat Kanunu’nun 35. Maddesine göre gerekçeli kararın tebliği edildiği anlaşılmaktadır. Muhataba Tebligat Kanununun 35.maddesine göre tebligat yapılabilmesi için, muhatabın daha önce kendisine usulüne uygun şekilde en az bir kez tebliğ yapılmış olan adresini değiştirmesi, yeni adresini ilgili merciye bildirmemiş olması ve bunun yanında görevli memurun adres kayıt sisteminde kayıtlı adresini tespit edememiş olması gerekir. Oysa yukarıda açıklandığı üzere, gerekçeli kararın tebliği için muhataba (davalı vekiline) çıkarılan tebligat adresinin muhatabın doğru adresi olduğu, fakat muhatabın hastanede olması sebebiyle adresinde bulunmadığının tespit edilmiş olması karşında artık bu adrese Tebligat Kanunu’nun 21/1. Maddesine göre tebligat yapılması gerekirken, aynı adrese Tebligat Kanunu’nun 35. Maddesinde göre tebligat yapılması hatalı olup, bu haliyle yapılan tebligatın usulsüz olduğu anlaşılmaktadır.

O halde mahkemece, gerekçeli karar ile davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davalı vekili Av. …’a usulüne uygun tebliği sağlanarak, temyiz süresinin beklenilmesi ve ondan sonra temyiz incelemesi yapılmak üzere dairemize gönderilmesi için dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 04.06.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HARCA TABİ BİR DAVADA DİLEKÇENİN HARÇ ALINMADAN YA DA EKSİK ALINARAK KAYDININ YAPILMIŞ OLMASI HALİNDE, USULÜN 178. MADDESİNDE YER ALAN AÇIK HÜKÜM SEBEBİYLE DAVANIN SÜRESİNDE AÇILMIŞ OLDUĞU ZAMANAŞIMI İTİRAZININ REDDİ GEREKTİĞİ

T.C.
Y A R G I T A Y
17.HUKUK DAİRESİ
ESAS KARAR
2008/2977 2009/395

-Y A R G I T A Y İ L A M I –

MAHKEMESİ :Nusaybin Asliye Hukuk Mahkemesi (Ticaret Mahkemesi sıfatıyla)
TARİHİ :11.12.2007
NUMARASI :2007/145-302
DAVACI :C…..Gıda Nak.Oto.İnş.Pet.Ürn.Tic.Ltd.Şti.
VEKİLİ : Av. Selim Hartavi
DAVALI :R. Sigorta A.Ş.

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekilince istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 27.1.2009 Salı günü davacı taraftan gelen olmadı. Davalı R. Sigorta Sigorta A.Ş vekili Av. Y. E. D. geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraf Avukatı dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü.

-K A R A R-

Davacı vekili dava dilekçesinde, davalı şirkete kasko sigortalı aracın tek taraflı trafik kazasında hasarlandığını, davalı tarafça olayın teminat dışında kaldığı gerekçesiyle tazminat ödenmediğini açıklayarak, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 34.950,00.YTL. sigorta tazminatının, olay tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, yetki ve iş bölümü itirazında bulunmuş ve davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, toplanan delillere göre, davanın kısmen kabulü ile 7.000,00.YTL. araç hasarı tazminatının ekspertiz raporunun düzenlenme tarihi olan 09.05.2005 tarihinden itibaren hesap edilecek ticari reeskont faizi ile davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, yoksun kalınan kar niteliğindeki 1.000,00.YTL. maddi tazminat talebinin kasko sigortası teminatı dışında kaldığından reddine, araç hasarı niteliğindeki 26.950,00.YTL. maddi tazminat talebinin ise zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Mahkemece yazılı şekilde hüküm kurulmuş ise de, 10.04.2007 tarihli dava dilekçesinin sonuç kısmında dava değeri olan 34.950,00.YTL. açıkça gösterilmiştir. Diğer yandan, 06.02.1984 gün ve 1983/7 Esas -1884/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında harca tabi olmayan davalarda hakimin dava dilekçesini havale tarihinde; harca tabi davalarda ise harcın ödendiği tarihte davanın açılmış sayılacağı öngörülmüştür. Davanın ne zaman açılmış sayılacağına dair yukarıda sözü edilen İçtihadı Birleştirme Kararı ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun “Dava İkamesi” baslıklı 178. maddesinde, “Arzuhallerin mahkeme kalemine kaydı tarihinde dava ikame edilmiş addolunur.” şeklinde ifadesini bulan yasa hükmüne göre, harca tabi bir davada dilekçenin harç alınmadan ya da eksik alınarak kaydının yapılmış olması halinde, usulün 178. maddesinde yer alan açık hüküm sebebiyle davanın süresinde açılmış olduğu yönünde kuşkuya düşmemek gerekir. Somut olayda, davacı vekili zamanaşımı süresi dolmadan dava dilekçesini hakime havale ettirip dava dilekçesinin sonuç kısmında açıkça belirtilen dava değerine rağmen eksik hesap edilen harcı yatırmış, bilahare bakiye 26.950,00.YTL.lık dava değeri üzerinden hesap edilen nispi harcı da 29.05.2007 tarihli ara kararı ile kendilerine verilen süre içerisinde 10.07.2007 tarihinde ilgili saymanlığa yatırmıştır. Bu hususun mahkemenin de kabulünde olduğu tartışmasızdır.O halde, dava dilekçesinin esas defterine kaydedilmeden önce harcın eksik alınmış olmasında davacı tarafın herhangi bir kusuru bulunmamaktadır. Kaldı ki, eksik harç ta Harçlar Kanununun 30.maddesi uyarınca davacı tarafça tamamlanmıştır. Bu durumda, söz konusu 26.950.00.YTL’lık dava değeri yönünden de işin esasına girilip, varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

2-Kabule göre de; Davacı aracında meydana gelen gerçek zarar miktarının belirlenmesi yönünden, HUMK.nun 275.maddesi uyarınca seçilecek makine mühendisi uzman bilirkişiden rapor alınmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru olmamıştır.

SONUÇ;Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı taraf yararına BOZULMASINA, duruşmada vekille temsil olunmayan davacı yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, 60.00.TL temyiz başvuru harcının davacıdan alınmasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 05.02.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye

CEVAP DİLEKÇESİNDE ZAMANAŞIMI İLERİ SÜRÜLMEMESİ

T.C
YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2013/19416 E. ,
KARAR NO: 2014/1120 K.

Mahkemesi : Adana 4. İş Mahkemesi
Tarihi : 18/04/2013
Numarası : 2011/93-2013/226

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle davalı tanığı olan M.. A..’nın davacının en son ücretinin 750,00 TL olduğunu beyan ettiğinin anlaşılmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,

2-Davacı vekili, müvekkilinin 1998-2010 arası davalı şirkette çalıştığını, 1998-1999 yılları arasında yardımcı motor teknisyenliği, 2001-2003 yılları arasında motor teknisyenliği, 2003-2007 yılları arasında son kontrol teknisyenliği, 2007-2010 yılları arasında acil yardım teknisyenliği-servis danışmanlığı yaptığını, 2009 yılı Aralık ayında ustaların emrine çırak gibi verilerek çalıştırıldığını, işe alınırken senet imzalatıldığını, baskı nedeniyle kendisi istifa ediyormuş gibi gösterilerek 2010 yılı Ocak ayında işine son verildiğini, acil Yardım teknisyenliği yaptığı dönemde 7/24 saat hizmet verdiğini, milli bayramlarda çalıştığını ve işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatı ile bazı işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının 01.06.1998 tarihinde çıraklık sözleşmesine istinaden stajyer olarak işe başladığını, 30.06.2003 tarihinde askere gideceğinden bahisle istifa ederek ayrıldığını, 05.03.2002 tarihinde yeniden teknisyen yardımcısı olarak işe başladığını, 05.01.2010 tarihinde kendi isteğiyle işten ayrıldığını, işe başlatılırken senet imzalatılması gibi bir durumun olmadığını, fazla çalışmasının bulunmadığını ve yıllık izinlerinin kullandırıldığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Taraflar arasında fazla mesai, ulusal bayram ve genel tatil alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi (6098 Sayılı TBK 147) uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.

Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin ileri sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.

Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.

1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.

Somut olayda davacı taraf 21.03.2013 tarihinde dava konusu alacakları için ıslah talebinde bulunmuş, ıslah dilekçesi davalıya 21.03.2013 tarihli duruşmada tebliğ edilmiş, davalı vekili 04.04.2013 havale tarihli dilekçesinde de zamanaşımı savunmasında bulunmuştur.

Mahkemece davalının ıslah dilekçesine karşı süresinde yaptığı zamanaşımı savunması dikkate alınmaksızın eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

3-Taraflar arasında davacının ulusal bayram ve genel tatil alacağının bulunup bulunmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Somut olayda davacı, dava dilekçesinde milli bayram çalışmasına ilişkin alacak talebinde bulunmuştur.

Hükme esas alınan bilirkişi raporunda ise davacının milli bayramlar ile dini bayramlarda 1 gün çalıştığının kabulü ile ulusal bayram ve genel tatil alacağı hesaplanmıştır.

Mahkemece davacının talebi ile bağlı kalınarak sadece milli bayram çalışmasına ilişkin hesaplama yaptırılarak davaya konu alacağın hüküm altına alınması gerekirken talep aşılmak suretiyle hesaplama yapan bilirkişi raporuna itibar edilerek karar verilmesi hatalıdır.

O halde davalı vekilinin bu yönü amaçlayan temyiz itirazı kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 27.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MUHATABIN ADRESTE BULUNMAMA NEDENİ VE NE ZAMAN GELECEĞİ HUSUSU BELİRTİLMEDEN DAİMİ ÇALIŞANA YAPILAN TEBLİGAT USULSÜZDÜR

T.C
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2015/6343 E.
KARAR NO: 2018/3230 K.
TARİH : 21.05.2018

KARAR- Gerekçeli karar ve davacı vekilinin temyiz dilekçesi davalılar vekiline tebliğe çıkarılmış olmakla birlikte tebligat, muhatabın adreste bulunmama nedeni ve ne zaman geleceği hususu belirtilmeden, temyiz dilekçesi daimi çalışan….. gerekçeli karar ise daimi çalışan …..” imzasına yapılmış olup, tebliğ belgesinde muhatabın tevziat saatinde işyerinde bulunmamama sebebinin belirtilmediği, aynı gün dönüleceğine ilişkin bir tespite ise yer verilmediği görülmüştür.

Tebligat Kanunu’nun tevziat saatinde o yerde bulunmayıp, aynı gün tevziat saatinden sonra dönmeyeceği belirlenen muhataplar için düzenleme içeren 20. ve Yönetmeliği’nin 29. maddesinde aranan, anılan belirlemeye ilişkin bir açıklama da Tebliğ belgesinde bulunmamaktadır. Bu tebligat, Tebligat Kanunu’nun 17 ve 20; tebliğ tarihinde yürürlükte olan Yönetmeliğin 26 ve 29. madde hükümlerine uygun yapılmış değildir. Bu durumda, gerekçeli kararın ve davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davalılar vekiline usulüne uygun şekilde tebliğ edilip, temyiz süresinin beklenmesi, temyiz dilekçesi sunulması halinde bu dilekçenin dosyaya eklenmesi, İçin dosyanın yerel mahkemesine geri çevrilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan eksiklikler giderildikten sonra temyiz incelemesi için Dairemize gönderilmek üzere, dosyanın yerel mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 21.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

EMNİYET ŞERİDİNDE PARK -ASLİ KUSUR

T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu

Esas No:2014/804
Karar No:2015/70
K. Tarihi:

Taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma suçundan sanık H.. Ç..’ın beraatine ilişkin, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.10.2011 gün ve 88-564 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 21.11.2013 gün ve 3956-26392 sayı ile;

“18.01.2011 günü saat 16.30 sıralarında, sanığın kullandığı kargo şirketine ait kamyonetin Ankara-Çubuk karayolunda, havalimanı yönünde üç şeritli yolun sağ şeridinde, yolun karşısında bulunan işyerine kargo bırakmak için yardımcı elemanın karşıya geçtiği ve sanığın aracın içindeyken dörtlülerini yakıp duraklamakta olduğu esnada; aynı yönden gelen ve ölen M.. D..’nin kullandığı otomobilin kargo kamyonetine arkadan çarpması ve iki kişinin ölümü ile bir kişinin hayat fonksiyonlarına etkisi dördüncü derece kemik kırığı olacak şekilde yaralanması ile sonuçlanan olayda; sanığın duraklamanın yasak olduğu taşıt yolu üzerinde duraklaması nedeni ile kusurlu olduğunun tespitine ilişkin trafik kaza tespit tutanağının oluşa ve dosya içeriğine uygun olduğu ve sanığın mahkumiyeti yerine bilirkişi raporuna itibarla sanığın beraatına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 02.04.2014 gün ve 93-110 sayı ile;
“…Olay günü maktul M.. D..’nin sevk ve idaresindeki 06 …. plakalı araçla Ankara-Çubuk istikametinde seyir halinde iken yol kenarında park etmiş ve uyarı babından dörtlü sinyallerinin yanık olduğu anlaşılan 34 …plaka sayılı araca arkadan çarpmak suretiyle iki kişinin öldüğü ve katılan K.. D..’nin ağır şekilde yaralandığı sabittir.

İlk kararımızda da belirtildiği üzere olay tarihinde güneşin batış saati 18.03 olup kazanın 17.00 sıralarında meydana gelmiş olması nedeni ile havanın aydınlık olduğunda bir tereddüt yoktur.

Trafik kaza tutanağından da görüleceği üzere Ankara-Çubuk yolunun asfalt kaplama, 12.70 metre genişliğinde, 3 şeritli ve yüzeyinin kuru olduğu anlaşılmaktadır. Kazanın meydana geldiği yerde görüşü engelleyecek viraj, tepe üstü şeklinde bir mani de yoktur. Trafik memurlarınca düzenlenen ve Yargıtay bozma ilamına konu 18.01.2011 tarihli raporda; sanığın yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde zorunlu haller dışında park etme, duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama kuralını ihlal ettiği gerekçesi ile kusurlu bulunmuştur.
Trafik Kaza Raporu yolun teknik durumu itibari ile salt taşıt yolunda durmuş olması sebebi ile kazanın meydana gelmesinde kusurlu sayılıp sayılmayacağı konusunda uzman teknik bilirkişiye gidilmiş 18.04.2011 tarihli raporda; açıkca durulan yer ve sebepleri de yazılmak suretiyle sanığa kusur atfedilemeyeceği belirtilmiş, bu rapor mahkememizce yeterli ve yerinde bulunmuştur.

2918 sayılı Yasanın 59 ve 60. maddeleri açıkça duraklamanın yasak olduğu yerleri zikretmiş olup sanığın durakladığı yerin 2918 sayılı Yasanın 60. maddesinde sayılan yerlerden olmadığı açıkça görülmektedir.

Kaldı ki; sanığın duraklaması, park etmesi yasak yerlerden olduğu kabul edilse dahi idari nitelikte kusur sayılacak bu eylemin meydana gelen neticeye sebep olup olmayacağı tartışılmalıdır.

Suçun maddi unsurları teoride tanımlanırken hareket, netice ve aradaki illiyet bağının varlığı aranmaktadır.

Olayda sanık yukarıda değinildiği gibi hatalı park etmiş olsa dahi bu park sebebi ile kazanın oluşup oluşmadığı zikredilmelidir. Zira trafik kaza tutanağı sadece durulması yasak yerlerde durmuş olması nedeni ile sanığa kusur atfetmektedir.

Kaza netice itibari ile facia denecek ağırlıktadır. 2 ölü 1 ağır yaralının mevcudiyeti karşısında duygusal olarak düşünülecek olursa sanığı cezalandırmak gerekebilir, ancak ceza yargılamasında duygusallığa yer vermek adaletsizliğin ta kendisi olacaktır, hak ihlali olacaktır.

Havanın gündüz, yolun 3 şeritli, aracın durması sebebi ile görüşün herhangi bir şekilde engellenmemiş olması ve özellikle aksi de kanıtlanamadığından dörtlü sinyallerin de yanık olması karşısında maktulün rahatlıkla iki ayrı şeritten geçip gitme ihtimali varken dalgınlık, uykusuzluk ve benzeri sebeple yolda duran ve geçişi engellemeyen sanığın aracına gidip arkadan çarpmasında kanunun aradığı manada illiyet bağının olmadığı kanaatına varılmıştır.

Taksirli suçlar Yargıtay uygulamalarından da anlaşılacağı üzere kişilere dikkatli ve özenli davranma konusunda yükümlülük getirmektedir. Bu yükümlüğün ihlali yaptırımla karşılanmaktadır. Ancak gerek kasıtlı gerek taksirli suçlar bakımından da fiil ile netice arasında illiyet bağının varlığı yukarıda tanımlandığı gibi zorunludur.

Sanığın yolda duraklamış olması kusurlu kabul edilse dahi bu trafik cezasını gerektirecek nitelikte bir eylem olup salt bu eylem ile netice arasında illiyet bağı olmadığından sanığa kusur atfedilememiştir” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 08.12.2014 gün ve 163927 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iki kişinin ölümü ve bir kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olayda sanığın kusurunun bulunup bulunmadığı ve buna bağlı olarak taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma suçunun sabit olup olmadığının tespitine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Bir kargo şirketinde şoför olarak çalışan sanığın aynı işyerinde kurye olan tanık Y.. B..’yı yanına alıp Çubuk İlçesi’ne kargo teslim etmek üzere Ford Transit marka kapalı kasa kamyonetle yola çıktığı, saat 16.30-17.00 sıralarında Ankara-Çubuk Karayolu’nun 3,8. km’sinde teslimat yapacakları firmanın karşısına geldiklerinde, üç şeritli yolun en sağ şeridinde duraklayıp aracı stop ettirmeden el frenini çekip dörtlü flaşörlerini de yakarak kuryeden yolun karşısındaki büfeye gidip kargoyu büfeye mi yoksa fabrikaya mı teslim edeceklerini sormasını istediği, kurye büfeye giderken sanığın araçta beklediği sırada sürücü koltuğunda M.. D.., ön sağ koltuğunda A.. D.. ve arka koltukta katılan K.. D..’nin bulunduğu 1997 model Doğan SLX marka aracın, sanığın duraklamakta olan aracına arkadan çarptığı, A.. D..’nin kaza mahallinde, M.. D..’nin üç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra hastanede öldüğü, K.. D..’nin ise, hayati tehlike geçirmeyecek, ancak basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmayan, hayat fonksiyonlarına etkisi dördüncü derece kemik kırığı olacak şekilde yaralandığı, sürücü belgeli sanığın alkolsüz olduğu, ölen şoför M.. D..’nin ise alkol tetkikinin yapılmadığı,

Trafik kazası tespit tutanağında; Ankara ilinden Çubuk ilçesi istikametine seyir halinde olan ölen M.. D.. yönetimindeki aracın Ankara-Çubuk yolunun 3,8. km’sine geldiğinde yolun sağ şeridinde duraklamış olarak bekleyen sanığın aracına arkadan çarpması sonucu kazanın meydana geldiği, bu kazada ölen M.. D..’nin asli kusurlardan “arkadan çarpma” sanığın ise yine asli kusurlardan “yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde zorunlu haller dışında park etme veya duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama” kuralını ihlal ettiği bilgilerine yer verildiği,

Olay yeri inceleme raporunda; asfalt yol yüzeyinin kuru, genişliğinin 12,70 metre olduğu, kaza mahallinde herhangi bir fren izinin bulunmadığı, kaza mahallinde duraklama yapıldığına dair bir uyarı işaret levhasının da olmadığının belirtildiği,

Kovuşturma aşamasında emekli trafik uzmanı bilirkişi tarafından düzenlenen raporda ise; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun tanımlar maddesinde duraklamanın; trafik zorunlulukları dışında araçların insan indirmek ve bindirmek, eşya yüklemek boşaltmak veya beklemek amacıyla kısa süre için durdurulması olarak tarif edildiği, aynı kanunun 59. maddesinde yerleşim birimleri dışındaki karayolunda zorunlu haller dışında taşıt yolu üzerinde duraklamak veya park etmenin yasak olduğunun belirtildiği, 60. maddesinde ise, duraklamanın yasak olduğu yerlerin açıklandığı, bu durumda sanığın kullandığı kamyonetin durakladığı yerde belirtilen yasakların hiçbirinin bulunmadığı, sanığa olayın meydana geldiği yerde duraklamasından dolayı kusur izafe edilemeyeceği, arka istikametten gelerek arkadan çarpan müteveffa sürücünün otomobilinden korunma ya da olayı önleme imkanının bulunmadığı, müteveffa sürücünün ise seyrettiği yolun refüjle bölünmüş tek istikametli ve 12,70 metre genişlikte olduğunu düşünerek, yolda seyreden diğer araçları da dikkate alarak süratini tehlikeli bir durumun oluşması halinde en kısa mesafede aracını durdurabileceği asgari hıza düşürmesi, yolu kontrol edip dikkatini yola vermesi, önünde ve sağında duraklamış olarak bekleyen sanığın aracını gördüğünde yolun boş olan sol tarafına girmesi gerekirken bu tedbirlere dikkat etmeden sanığın aracına çarpmasıyla 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 84. maddesinin d bendinde belirlenen trafik kuralını ihlal edip aşırı derecede dikkatsizlik ve tedbirsizlikte bulunduğu ve olayda tamamen kusurlu olduğu, dosyadaki trafik kazası tespit tutanağını düzenleyen bilirkişilerin kanaatine iştirak edilmediği, zira raporun Karayolları Trafik Kanunu’nun 60. madde hükümleri dikkate alınmadan sadece 59. maddesi esas alınmak suretiyle düzenlendiği kanaatinin açıklandığı,

Anlaşılmaktadır

Ölenlerin bulunduğu aracın arka koltuğunda oturan ve kazada yaralanan müdahil K.. D..; Çubuk’a geldiklerinde Ankara Bulvarı’nda bir araca çarptıklarını, kaza anını hatırlamadığını beyan etmiş

Tanık Y.. B..; Ankara-Çubuk yolunda ilerlerken sanığın yolun sağında durduğunu, kendisinin yolun karşısında bulunan büfeye kargoyu nereye bırakacaklarını sormaya gittiğini, dönerken tam orta refüjde bulunduğu sırada büyük bir gürültü duyunca dönüp baktığında kazayı gördüğünü, kaza esnasında karşıdan karşıya geçtiği için yolun diğer tarafına baktığını, bu nedenle çarpma anını göremediğini, ancak herhangi bir fren veya korna sesi duymadığını, kaza esnasında sanığın aracının yol kenarında dörtlü sinyal lambaları yanık, motorunun çalışır vaziyette olduğunu, havanın henüz kararmadığını, yolun düz olduğunu, görüşü engelleyen bir hal bulunmadığını belirtmiş,

Sanık ise; Ankara Bulvarı üzerinde kullandığı aracı yolun en sağına gelecek şekilde durdurduğunu, el frenini çekip dörtlüleri yaktığını, yol kenarında bekleme yaptığı esnada büyük bir gürültüyle aracın sallandığını, kafasını sert şekilde direksiyona çarptığını, aracından inip çarpan araca doğru giderken bayıldığını, aracını park etmediğini, motor çalışır vaziyetteyken kısa süreli bekleme yaptığını, aracını kurallara uygun olarak durdurduğunu, olayda kusurunun olmadığını savunmuştur.

5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç kural olarak; ancak kastla işlenebilecekken, kanunda açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.02.2014 gün ve 10-80, 25.03.2008 gün ve 43-62; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında vurgulandığı ve öğretide benimsendiği üzere taksirin unsurları;
1- Taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5-Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.

Taksirli suçlarda da, gerek icrai gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.

Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.

5237 sayılı TCK’nun 22. maddesinin gerekçesinde; “…Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.

Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder…” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.

Buna göre; yargılamayı gerçekleştiren hâkimin, bilirkişilerin tespit ettikleri kusurun varlığı ya da yokluğu ve kusur oranları ile bağlı olmayıp, bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun bulunup bulunmadığının, varsa kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının, her olayın özelliklerine göre ve kanuni gerekçelerle bizzat belirlemesi gerekmektedir. Bu kapsamda olayın gerçekleşme şeklini belirleme görevi de hâkime ait olup bilirkişi ancak bu hususta ortaya koyacağı teknik veriler ile hâkime yardımcı olabilecek ve tarafların taksirli davranışlarının ve kusur durumlarının nelerden ibaret olduğunu gösterecektir. Nitekim CGK’ nun 26.11.2013 gün ve 422-519 ve 25.03.2014 gün ve 9-138 sayılı kararları da aynı doğrultudadır.

Diğer taraftan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun “tanımlar” başlıklı 3. maddesinde duraklama; “trafik zorunlulukları dışında araçların, insan indirmek ve bindirmek, eşya yüklemek, boşaltmak veya beklemek amacı ile kısa bir süre için durdurulması” şeklinde tanımlanmış, “duraklama ve park etme” başlıklı 59. maddesinde; “yerleşim birimleri dışındaki kara yolunda zorunlu haller dışında taşıt yolu üzerinde duraklamak veya park etmenin yasak olduğu” açıklanmış, “duraklamanın yasak olduğu yerler” başlıklı 60. maddesinde;

“ Taşıt yolu üzerinde;
a) Duraklamanın yasaklandığının bir trafik işareti ile belirtilmiş olduğu yerlerde,
b) Sol şeritte,(raylı sistemin bulunduğu yollar hariç),
c) Yaya ve okul geçitleri ile diğer geçitlerde,
d) Kavşaklar, tüneller, rampalar, köprüler ve bağlantı yollarında ve buralara, yerleşim birimleri içinde beş metre ve yerleşim birimleri dışında yüz metre mesafede,
e) Görüşün yeterli olmadığı tepelere yakın yerlerde ve dönemeçlerde,
f) Otobüs, tramvay ve taksi duraklarında,
g) Duraklayan veya park edilen araçların yanında,
h) İşaret levhalarına, yaklaşım yönünde ve park izni verilen yerler dışında; yerleşim birimi içinde onbeş metre ve yerleşim birimi dışında yüz metre mesafede,
Duraklama yasaktır” hükmü yer almış ve “trafik kazalarında sürücü kusurlarının tespiti ve asli kusur sayılan haller” başlıklı 84. maddesinin k bendinde ise;
“Araç sürücüleri trafik kazalarında;

k) Yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde, zorunlu haller dışında park etme veya duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama, …
Hallerinde asli kusurlu sayılırlar…” hükümlerine yer verilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Olay tarihinde saat 16.30-17.00 sıralarında sanığın sevk ve idaresindeki kamyonetle Ankara-Çubuk karayolunda seyir halindeyken Ankara Bulvarı’na geldiğinde, araçta bulunan kurye Y.. B..’nın kargoyu bırakacakları yeri sormak üzere yolun karşısındaki büfeye gittiği sırada gidiş ve geliş yönünün refüj ile ayrıldığı, zemini kuru olan üç şeritli asfalt yolun en sağ şeridinde kamyonetinin motoru çalışır vaziyette iken el frenini çekip dörtlü flaşörlerini de yakarak duraklama yaptıktan kısa bir süre sonra, arkadan gelen M.. D..’nin sevk ve idaresindeki otomobilin sanığın aracına arkadan çarptığı, otomobilde bulunan M.. D.. ve A.. D..’nin öldüğü, aynı araçta bulunan K.. D..’nin yaralandığı olayda, ölen M.. D..’nin Karayolları Trafik Kanununun 84. maddesinin (d) bendinde belirtilen “arkadan çarpma” kuralını ihlal etmesi, aracının hızını trafik akışına uydurmamak suretiyle dikkatsiz ve tedbirsiz davranması nedeniyle asli kusurlu olduğu, sanığın da; kısa süreliğine adres sorulup yola devam edilmesinin trafikte zorunlu hal olarak nitelendirilemeyeceği gözetildiğinde, aynı kanunun 59. maddesine göre; yerleşim birimleri dışındaki karayolunda yasak olan yerde duraklaması, trafiğin aktığı asfalt kaplama yolun dışındaki toprak kısımda duraklama imkanı varken üç şeritli karayolunun bir şeridini işgal etmesi, duraklanan yerin yerleşim birimleri dışında bulunması nedeniyle anılan kanunun 60. maddesinin somut olayda uygulama imkânının olmadığı, dolayısıyla kazanın ve bunun sonucunda ölüm ile yaralanmanın meydana gelmesinde ölenle birlikte kusurlu olduğu ve kaza tespit tutanağının oluşa uygun bulunduğu gözetilmeden, mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.

Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün somut olayda kusuru bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1-Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 02.04.2014 gün ve 93-110 sayılı direnme hükmünün somut olayda kusuru bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.03.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.

TANIKLARIN HANGİ VAKIA HAKKINDA DİNLENECEĞİ SOMUTLAŞTIRILMAZSA DELİL OLARAK DİKKATE ALINMAZ

              YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU KARARI

2018/584 E. , 2018/1332 K.

“İçtihat Metni” MAHKEMESİ:İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bakırköy 14. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 17.01.2014 gün ve 2012/35 E., 2014/13 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 08.10.2015 gün ve 2014/14121 E., 2015/27893 K. sayılı kararı ile: “…

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı, davalı işyerinde 08.01.2007-12.09.2011 tarihleri arasında usta oto boyacısı olarak 1.500,00 TL net ücret ile çalıştığını, ücretlerin bordrolara düşük yansıtıldığını, haftanın 5 günü 08:30-19:00, Cumartesi günleri ise 08:30-17:00 saatleri arasında çalıştığını, fazla çalışma ücretinin ödenmediğini, yıllık izinlerinin tam olarak kullandırılmadığını, son 7 aya ait asgari geçim indiriminin ödenmediğini, dini bayramlar dışındaki genel tatil günlerinde çalışmasına karşılık ödeme yapılmadığını, 2011 Temmuz, Ağustos ve Eylül ücretlerinin ödenmediğini, talep ve hak arama girişimlerinin tepki ile karşılandığını, işverence işyerini terk etmesi istenerek fiilen iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık ücretli izin, fazla çalışma, genel tatil, asgari geçim indirimi ve ücret alacaklarını istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davacının 22.03.2007 tarihinde Silivrikapı Şubesi’nde işe başladığını, 2008 yılı Şubat ayında Seyrantepe Şubesi’nde çalıştığını, bu şubenin 2009 yılında kapatılması üzerine işten çıkarıldığını ancak 01.02.2009 tarihinde yeniden işe alındığını, asgari ücret ile çalıştığını, davacının işten çıkarılmadığını, iş sözleşmesini 12.09.2011 tarihinde kendisinin feshettiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini feshetmekte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz: Kararı yasal süresi içinde davalı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe: Mahkemece davalı vekili tarafından cevap dilekçesinde adresleri ile birlikte gösterilen iki tanığın dinlenmesi için davetiye çıkarıldığı, tanıkların belirtilen adreslerden ayrıldıkları gerekçesiyle davetiyelerin iade edildiği, davalı vekilinin 10/05/2013 tarihli oturumda ve sonraki oturumlarda tanıklarının dinlenmesini talep ettiği halde, HMK’nın 240/3 maddesi uyarınca davalı tarafa tanıkların tebligata yarar açık adreslerini bildirmesi için işin niteliğine uygun kesin bir süre verilmeden, dosyanın bilirkişiye tevdii ile rapor alındığı şeklinde yerinde olmayan gerekçe ile tanık dinletme talebinin reddine karar verilerek hüküm kurulması hukuki dinlenilme hakkının ihlali olup, hükmün açıklanan nedenle bozulması gerekmiştir….” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü: Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı işçi vekili, müvekkilinin davalı işyerinde usta oto boyacısı olarak aylık 1.500TL net ücretle çalıştığını, iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları, asgari geçim indirimi, ücret, yıllık izin, genel tatil ve fazla çalışma ücret alacaklarının davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı işveren vekili, davacı işçinin özel hayatına ilişkin olan ve işyerinde gerçekleşen davranışları nedeniyle uyarılması üzerine işe gelmediğini, akabinde noter aracılığı ile iş sözleşmesinin feshedildiğine dair ihtarname keşide edilmiş ise de işe gelmeyen ve devamsızlık yapanın bizzat davacı işçi olduğunu, diğer taleplerinin de yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davacının iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğini davalı işverenin ispat edemediği, davacının talep konusu işçilik alacaklarının bulunduğu gerekçesiyle bilirkişi raporu dikkate alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hükmün davalı vekilince temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile bozulmuştur. Mahkemece, davalı vekilinin 08/02/2012 tarihli cevap dilekçesi ile bildirdiği tanıkları adına 23/01/2013 tarihli duruşma için çıkarılan meşruhatlı davetiyelerin muhatapların işten ayrılmış olmaları gerekçe gösterilerek iade edildiği, davalı vekilinin 23/01/2013 tarihli duruşmaya katılmadığı, herhangi bir mazeret dilekçesi sunmadığı, bu duruşmada davacı tanıklarının dinlendiği, dosyada toplanacak başka delil bulunmadığından dosyanın bilirkişiye verilerek rapor alındığı, 10/05/2013 tarihli duruşmaya kadar davalı vekilinin tanıklarının dinlenmesi konusunda herhangi bir talepte bulunmadığı, tanıkların doğru adresini bildirmediği, 10/05/2013 tarihli duruşmada bilirkişi raporu davalı vekiline tebliğ edildikten sonra tanıklarının dinlenmesini talep ettiği, her ne kadar dosya Yargıtay’dan döndükten sonra yapılan kontrolde dosya içinde davalı vekilince sunulmuş 23/01/2013 tarihli bir mazeret dilekçesi bulunmuş ise de, dilekçede herhangi bir havale bulunmadığı ve dilekçenin UYAP’ta taranmamış olduğu, 23/01/2013 tarihli duruşma tutanağında davalı vekilinin mazeretinden bahsedilmediği, bu hâliyle söz konusu dilekçenin sonradan dosya içine bir şekilde eklenmiş olduğu, yasa maddesinde taraflarca bildirilen tanıkların adresinde bulunamaması hâlinde, duruşmada hazır bulunan taraf veya vekili kastedilerek tanığın doğru adresini bildirmek üzere işin niteliğine uygun kesin süre verileceğinin hüküm altına alındığı, duruşmada hazır bulunmayan veya mazeret bildirmeyen taraf vekiline tanıklarının doğru adreslerini bildirmek üzere kesin süre verilebilmesi için ihtarlı davetiye çıkarmak gerektiği, oysa davalı vekilinin herhangi bir mazeret dilekçesi sunmadığı dikkate alındığında davayı takip etmediği sonucu ortaya çıkmakta olup, davayı takip etmeyen tarafa böyle bir sürenin verilmesi zorunluluğundan bahsedilemeyeceği, kaldı ki dosya bilirkişiye tevdi edilerek rapor tebliğ edilinceye kadar tanıklarını dinletme ve adreslerini bildirme yönünde herhangi bir talepte bulunmayan davalı vekiline ihtarlı davetiye çıkarılarak tanıklarının doğru adresini bildirmek üzere süre verilmesinin yasanın amacı dışında bir hak tanınması olduğu ve davayı uzatmaya yönelik hareket eden tarafı korumaktan öte hukuki dinlenilme hakkının ihlalinin söz konusu olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davalının gösterdiği tanıklar için çıkarılan tebligatın tanıkların işten ayrıldığı gerekçesiyle iade edildiği, takip eden 23.01.2013 tarihli duruşmaya davalı vekilinin katılmadığı, mahkemece davalı vekilinin mazeret bildirmeksizin duruşmaya katılmadığı ve tanıkların doğru adreslerini bildirerek dinlenmeleri yönünde talepte bulunmadığı gerekçesiyle tanık dinletme talebinin reddine karar verilen eldeki davada, davalı tarafa tanıklarının tebligata yarar açık adreslerinin tespiti için Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 240’ıncı maddesinin 3’üncü fıkrası uyarınca kesin süre verilmesi gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre davalı tanıklarının dinlenmemiş olmasının davalının hukuki dinlenilme hakkını ihlal edip etmediği noktalarında toplanmaktadır.

Öncelikle hukuki dinlenilme hakkına sonrasında ise tanık deliline değinmekte yarar bulunmaktadır. I-Hukuki Dinlenilme Hakkı: 1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.” Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir. Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse AİHS düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.

HMK’nın 27’nci maddesi uyarınca; “(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler. (2) Bu hak; a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, b) Açıklama ve ispat hakkını, c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”. Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla “iddia ve savunma hakkı” olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır. Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır. Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır. Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum “silahların eşitliği ilkesi” olarak da ifade edilmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine AİHS’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir. Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir. Hukuki dinlenilme hakkı kapsamında üzerinde durulması gereken bir diğer husus ise davanın taraf ya da taraflarının, mahkemece yapılan işlemler neticesinde kabul edilebilir meşru (makul) bir beklenti içerisinde olup olamayacakları noktasıdır. Bu hususla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi bir kararında “…Bir mahkemeye başvuru hakkının yasal birtakım şartlara tabi tutulması kabul edilebilir olsa da mahkemeler usul kurallarını uygularken bir yandan adil yargılanma hakkını ihlal edebilecek aşırı şekilcilikten, diğer yandan da yasalar tarafından düzenlenen usul kurallarının ortadan kaldırılması sonucunu doğurabilecek aşırı esneklikten kaçınmalıdır (Walchli/Fransa, B. No: 35787/03, 26/7/2007, § 29)…iflas hukukuyla ilgili bir davaya bakan Asliye Ticaret Mahkemesinin kısa kararında kanun yolu süresini belirtmediği gibi gerekçeli kararında da süreyi yanlış gösterdiği, asliye ticaret mahkemesi kararlarına karşı genel olarak on beş günlük bir temyiz süresinin öngörüldüğü, somut olayda olduğu gibi temyiz süresinin on gün olduğuna ilişkin ayrıksı bir durumun söz konusu olduğu davada, sürenin taraflara doğru bir şekilde belirtilmesinin daha da önem arz ettiği, bu açıdan başvurucunun gerekçeli kararda belirtilen süreye güvenerek hareket etmesinin makul görülebileceği, Mahkemenin kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü dikkate alındığında temyiz süresinin on gün olduğunu kabul ederek dilekçenin reddine karar veren Yargıtay Dairesinin değerlendirmesinin mevzuat hükümleri çerçevesinde ve öngörülebilirlik sınırları içinde olduğunun kabul edilemeyeceği, yapılan yorumun başvurucunun temyiz hakkını kullanmayı imkânsız kılacak ölçüde ve aşırı şekilci bir yaklaşımla elde edildiği, bu açıdan kararın başvurucunun mahkemeye erişim hakkını zedelediği sonucuna ulaşılmıştır.”(Anayasa Mahkemesinin 09.06.2016 tarih ve B.no:2014/819 sayılı kararı, para.51, R.G. Tarih ve Sayısı:29.06.2016-29757).

II. Tanık Delili: İşçilik alacakları davalarında ispat açısından yoğun olarak başvurulan bir delil olan tanık delili üzerinde de durmak gerekmektedir. Tanık, kavram olarak uyuşmazlık hakkında bilgi ve görgüsü bulunan üçüncü kişidir. Davada üçüncü kişi olması şartıyla, yaşına, hukuki durumuna, taraflarla akrabalık derecesine bakılmaksızın, kural olarak, davada herkes tanık olarak dinlenebilir. Buna karşın davanın tarafları tanık olarak dinlenemez. Tanık gösteren taraf, dinleteceği tanıkların ad soyadı ile (tebligat) adreslerini içeren listeyi (bu listeyi içeren dilekçesini) mahkemeye verir ve her bir tanığı hangi vakıa hakkında dinleneceğini de dilekçesinde bildirir (HMK m. 240/2). Bu hüküm HMK’nın 194’ncü maddesinde düzenlenen somutlaştırma yükümlülüğünün de bir gereğidir. Ayrıca maddede belirtildiği üzere ikinci bir tanık listesi verilmesi de mümkün değildir. Tanık gösteren taraf, tanık listesinde gösterdiği tanıkların bazılarının ya da tamamının dinlenmesinden vazgeçebilir. Bu vazgeçme karşı tarafın onayına bağlı değildir. Bir tarafın, gösterdiği tanığı dinletmekten vazgeçmesi açık olabileceği gibi, zımnî de olabilir. Meselâ, davacı gösterdiği tanıklardan bazısının ifadesini yeterli görerek diğer tanıkların dinlenmesi için hiçbir girişimde bulunmadan, davasını ispat ettiğini bildirip, talebi gibi karar verilmesini isterse, dinlenmemiş olan tanıkların dinlenmesinden zımnen vazgeçmiş sayılmalıdır. Fakat, tanıklarını gösterip gerekli giderleri yatırdıktan sonra duruşmaya gelmeyen taraf bununla tanıklarının dinlenmesinden (zımnen) vazgeçmiş sayılmaz (Kuru, B.:Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt:III, 2001, s.2595-2596). Bir tarafın gösterdiği tanığın dinlenmesinden vazgeçilmiş sayılacağı bir diğer hâl ise uyuşmazlık konusu olan HMK’nın 240/3’üncü fıkrasında düzenlenmiştir.

Buna göre; “Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa, tarafa adres göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu süre içinde adres gösterilmez veya gösterilen yeni adres de doğru değilse, bu tanığın dinlenmesinden vazgeçilmiş sayılır.” Madde gerekçesinde, “Tanığın mahkemece dinlenebilmesi için hâkim huzurunda bulunması gerekmektedir. Tanığa çıkarılacak davetiyenin, bildirilen adrese tebliği zorunludur. Bu amaçla, tanığın adresinin tanık listesinde gösterilmesi gerekir. Tanık listesinde adres gösterilmemiş veya gösterilen adreste tanık bulunamamışsa tarafa adres göstermesi için, işin niteliğine uygun kesin süre verilir. Bu uygun süreyi hâkim kendisi tespit edecektir. Verilen süre içinde adres gösterilmez veya bildirilen yeni adres doğru olmazsa tanığın dinlenilmesinden vazgeçilmiş sayılacağı düzenlemesine de yer verilmiştir. Böylece tanığın adresinin gösterilmemesi veya yanlış gösterilmesinden doğan gecikmelerin önlenmesi amaçlanmıştır.” şeklinde ifade edilmiştir. HMK’nın 240/3’üncü fıkrasında yer alan “kesin süre” ve fıkranın ikinci cümlesinin Anayasa’nın 2’nci ve 36’ncı maddelerine aykırılığı gerekçesiyle açılan iptal davasında Anayasa Mahkemesi, “ …Öte yandan, ‘Adil yargılanma hakkı’nın unsurları arasında önemli bir yer tutan ‘silahların eşitliği’ ilkesi, davanın tarafları arasında yargılama sırasında usul hükümleri yönünden eşit konumda bulunma, taraflardan birine dezavantaj, diğerine avantaj sağlayacak kurallara yer vermeme esasını içermekte, diğer bir deyişle davanın tarafları arasında hakkaniyete uygun bir dengenin varlığını gerekli kılmaktadır. Tanık adreslerinin taraflarca mahkemeye sunulması esasını, davanın her iki tarafı için de kabul eden itiraz konusu kural, adil yargılanma unsurları içinde yer alan ‘makul süre içinde yargılanma’ ve ‘silahların eşitliği’ ilkelerine, bu bağlamda Anayasa’nın 2. ve 36. maddelerine aykırı değildir.” gerekçesiyle itirazın reddine karar vermiştir (Anayasa Mahkemesinin 11.10.2012 gün ve 2012/69 E., 2012/149 K. sayılı kararı, R.G. Tarih-Sayı:13.02.2013-28558). Bu ilkeler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; mahkemece 23.01.2013 tarihli duruşmada dinlenilmek amacıyla hazır bulunmaları için davalı tanıkları adına davalı vekilince bildirilen işyeri adreslerine davetiye çıkarılmış ancak her iki tanığın da işten ayrıldığı gerekçesiyle tebligatların iade edildiği görülmüştür. 23.01.2013 tarihli duruşmaya davacı vekili katılmış, davacı tanıkları dinlenerek anılan vekilin istemi üzerine dosya bilirkişiye tevdii edilerek duruşma ertelenmiştir. Bilirkişi raporunun taraf vekillerine tebliğ edilmesi üzerine takip eden 10.05.2013 tarihli duruşmaya davalı vekili katılmış ve “tanıklarımız dinlenmeden rapor alınmıştır, tanıklarımızın dinlenmesini talep ederiz” şeklinde beyanda bulunmuştur. Bunun üzerine mahkemece 3 nolu ara karar ile “davalı vekilinin tanık listesi sunduğu ancak 23.01.2013 tarihli duruşmaya katılmadığı, mazeret sunmadığı, davalı tanıkları adına çıkan davetiyelerin işten ayrılmış olmaları sebebiyle iade edildiği anlaşılmakla, davalı tarafın tanık dinletme hususundaki talebinin davacı vekilinin bu konudaki beyanı alındıktan sonra değerlendirilmesine” karar verilerek duruşma yeniden ertelenmiştir. 02.10.2013 tarihli duruşmaya taraf vekilleri katılmış olup davacı vekili ıslah dilekçesini tekrar ettiği belirtilerek davanın kabulüne karar verilmesini talep etmiş, davalı vekili ise tanık dinletme talebini yinelemiştir. Mahkemece 1 nolu ara karar ile, “Davalı vekiline 27/06/2012 tarihli duruşmanın 4 nolu ara kararı ile tanıklar adına davetiye çıkarılması için gerekli gideri yatırmak üzere iki haftalık kesin süre verildiği, davalı vekilince tanık giderlerinin yatırıldığı, tanıklar adına davetiyelerin çıkarıldığı, ancak tanıkların işten ayrılmış olmaları sebebiyle davetiyelerin iade edildiği, davalı vekilinin 23/01/2013 tarihli duruşmaya katılmadığı, herhangi bir mazeret bildirmediği, bu güne kadar tanıkların doğru adreslerini bildirerek duruşmaya celbi hususunda herhangi bir talepte bulunmadığı, dosyada bilirkişiden rapor alınmış olduğu dikkate alınarak davalı vekilinin tanık dinletme talebinin REDDİNE” karar verilmiş ve bilirkişiden ek rapor alınması yönünde ara karar oluşturularak duruşma başka bir güne ertelenmiştir. Takip eden 20.12.2013 tarihli duruşmada ise taraflara tebliğ edilen ek rapora karşı beyanda bulunmak için taraf vekillerinin süre istemeleri üzerine duruşma ertelenmiş, 17.01.2014 tarihli duruşmada davalı vekili tanıklarının dinlenilmesini, aksi hâlde davanın reddine karar verilmesini talep etmiş, mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Görüldüğü üzere davalı vekili 23.01.2013 tarihli duruşmaya katılmamış ise de, davalı vekilinin tanıklarının dinlenmesinden açıkça vazgeçmediği anlaşılmıştır. Ayrıca mahkemece bu duruşmadan sonra yapılan 10.05.2013 tarihli duruşmada davalı vekilinin tanık dinletme talebi reddedilmemiş, bu yönde karar bir sonraki duruşmaya bırakılmıştır. Bununla birlikte eldeki davada basit yargılama usulü uygulanmaktadır. Bu nedenle usul ekonomisi dikkate alınarak “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı HMK’nın 320/3’üncü fıkrası uyarınca basit yargılama usulü uygulanan davalarda ön inceleme duruşması hariç yargılamanın iki celsede bitirilmesi öngörülmüştür. Buna rağmen mahkemece davalı vekilinin katılmadığı 23.01.2013 tarihinden karar tarihine kadar 1 yıla yakın bir süre geçtiği gibi, bu süre içerisinde çeşitli nedenlerle duruşmaların birden çok kez ertelendiği de anlaşılmıştır. Bu durumda davalı vekilinin tanıkların dinlenilmesi talebinin yargılamayı uzatmaya yönelik olmadığı, başka bir deyişle bu isteminde kötü niyetinin bulunmadığı kabul edilmelidir. Ayrıca safahati yukarıda ayrıntılı belirtilen mahkemece yapılan işlemler neticesinde tanıkların dinleneceği hususunda davalı vekilinin meşru (makul) bir beklentisinin bulunduğu değerlendirilmelidir. Öte yandan somut olayda davalı vekilinin 23.01.2013 tarihli duruşmaya katılmaması nedeniyle tanıklarının dinlenilmesi isteminin reddine karar verilmesi de isabetli değildir. Mahkemece duruşmaya gelmeyen davalı vekiline masrafı gider avansından karşılanmak suretiyle tanıklarının adreslerini bildirmesi için işin niteliğine uygun kesin süre verilmeli ve HMK’nın 240/3’ncü fıkrasında yer alan kesin süreye rağmen adres gösterilmemesi ya da gösterilen adresin doğru olmaması hâline bağlanan tanığın dinlenmesinden vazgeçilmiş sayılacağı ihtar edilmelidir. O hâlde; hukuki dinlenilme hakkının (HMK m. 27) bir gereği olarak mahkemece, HMK’nın 240/3’üncü fıkrası uyarınca davalı tarafa uygun bir kesin süre vererek sonucuna göre tanıkların dinlenip dinlenmeyeceği belirlenmelidir. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davalı vekilinin tanıkları hangi vakıa için dinleteceğini somutlaştırmadığı, tanıkların işyeri şahsi dosyalarında ikâmetgah adreslerinin bulunduğu hâlde davalı vekilince bu adreslerin mahkemeye bildirilmediği, tanık adreslerinin bildirilmesi için davalı vekiline süre verilmesinin taraflarca hazırlama (teksif) ilkesi ve usul ekonomisine aykırı olduğu, bu yükümlülüklerini yerine getirmeyen tarafın, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden söz edilemeyeceği gerekçeleriyle direnme kararının onanması gerektiğini görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Açıklanan nedenlerle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 19.09.2018 gününde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

İlk derece mahkemesi ile Yüksek Özel Daire arasındaki temel uyuşmazlık “davalının gösterdiği tanıklar için çıkarılan tebligatın tanıkların işten ayrıldığı gerekçesiyle iade edildiği, takip eden 23.01.2013 tarihli duruşmaya davalı vekilinin katılmadığı, mahkemece davalı vekilinin mazeret bildirmeksizin duruşmaya katılmadığı ve tanıkların doğru adreslerini bildirerek dinlenmeleri yönünde talepte bulunmadığı gerekçesiyle tanık dinletme talebinin reddine karar verilen eldeki davada davalı tarafa tanıklarının tebligata yarar açık adreslerinin tespiti için Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 240’ıncı maddesinin 3’üncü fıkrası uyarınca kesin süre verilmesi gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre davalı tanıklarının dinlenmemiş olmasının davalının hukuki dinlenilme hakkını ihlal edip etmediği” noktalarında toplanmaktadır. Çoğunluk görüşü ile Yüksek Özel Dairenin görüşü benimsenerek, taraf tanıkların çağrıldığı oturuma mazeret bildirmeden gelmese dahi, iş adresleri bildirilen ve işten ayrılmaları nedeni ile tebliğleri iade edilen tanıklar için tarafa tanıklarının tebligata yarar açık adreslerini tespiti ve bildirmeleri için 6100 sayılı HMK.’un 240/3 maddesi uyarınca kesin süre verilmesi gerektiği, aksi durumun hukuki dinlenilme hakkının ihlali olduğu kabul edilmiştir. Temel olarak, 6100 sayılı HMK.’un 240/3 maddesi hukuki dinlenilme hakkı kapsamında olup, madde de gösterilen adreste tanığın bulunmaması halinde yapılan işlemler açıkça belirtilmiştir. Bu madde uyarınca işlem yapılmaması, hukuki dinlenilme hakkının ihlali olacaktır. Ancak bunun sınırını da belirlemek gerekir. Zira 6100 sayılı HMK usule ilişkin temel ilkeleri düzenlerken, hukuki dinlenilme hakkı (Mad. 27) yanında, usul ekonomisi (Mad.30), doğruyu söyleme ve dürüst davranma (Mad. 29) ve taraflarca getirilme (Mad. 25) ilkelerine yer vermiştir. Taraflarca getirilme (teksif) ilkesi uyarınca da tarafa somutlaştırma yükü (Mad. 194) getirilmiş, usul ekonomisi uyarınca da basit yargılama usulünde kural olarak duruşmaların iki celsede bitirilmesi(Mad. 320/3) öngörülmüştür. O halde hukuki dinlenilme ilkesi ile usul ekonomisinin çatıştığı durumlarda, diğer ilkelerde nazara alınarak, hukuki dinlenilme hakkına bir sınır getirilmesi zorunludur. Zira bu durumlarda tarafın da buna sebebiyet verdiği kabul edilmelidir. Somut uyuşmazlık, 4857 sayılı İş Kanunu’ndan kaynaklanan ve iş ilişkisi nedeni ile işçilik alacaklarının tahsiline ilişkin olup, 6100 sayılı HMK.’un 317 ve devamı maddeleri uyarınca basit yargılama usulüne tabidir. Tanıkları tebligat yapılamayarak dinlenilmeyen taraf davalı işverendir. Davalı işveren vekili, cevap dilekçesinde iki tanığı bildirirken, tanıkların hangi vakıa konusunda dinleteceğini açıklamadığı gibi işyeri şahsi sicil dosyalarında bulunan ve işverenin bildiği ikametgah adresleri yerine işverenin işyeri adresini bildirmiştir. Öncelikle cevap dilekçesinde tanıkların hangi vakıa konusunda dinletileceği belirtilmediğinden, somutlaştırma yükümlülüğü yerine getirilmemiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.06.2015 gün ve 2014/2-10 Esas, 2015/1523 Karar sayılı içtihadı uyarınca, bu durumda tanıkların dinlenilmesinden vazgeçilebilir. Diğer taraftan tanıkları işyerinde çalıştıkları için davalı tarafın elinde tanıkların ikametgah adresleri mevcuttur. Zira iş mevzuatına göre işveren işçiler ile ilgili bu kayıtları tutmak zorundadır (4857 sayılı İş Kanunu Mad. 75). Davalı işveren ikametgah adresleri bulunmasına rağmen işyeri adresini bildirmiş, bununla da kalmamış, tanıkların dinleneceği duruşmaya mazeretsiz katılmadığı gibi sonraki celselerde elinde ikametgah adresleri olduğu halde tebliğ yapılamayan tanıkların adreslerini bildirme yerine, sadece dinlenmelerini talep etmiştir. Oysa 6100 sayılı HMK.’nın 240/3 maddesi hakime süre verme konusunda bir düzenleme yaparken, tarafa da aynı zamanda teksif ilkesi uyarınca tebligat yapılamayan tanıkların adreslerini bildirme yükümlülüğü getirmiştir. Somutlaştırma yükünü yerine getirmeyen, ikametgah adresleri elinde olmasına rağmen bildirmeyen tarafa, mazeretsiz gelmediği celseden sonra kaldı ki böyle bir istemi de bulunmamaktadır- tanık adreslerini bildirmesi için süre verilmesi, teksif ve usul ekonomisi ilkelerine aykırıdır. Bu yükümlülükleri yerine getirmeyen tarafın, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden sözedilemez. Yerel mahkeme direnme kararının bu gerekçe ile onanması gerekir. Bu nedenle çoğunluk görüşüne katılınmamıştır

MADDİ MANEVİ TAZMİNAT DAVALARINDA VEKALET ÜCRETİ

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2014/15710
KARAR NO : 2015/13429

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Nevşehir 1.Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 27/05/2014
NUMARASI : 2012/307-2014/283
DAVACI : Ö. E.
DAVALI : Ş. K. vekili Avukat Selim Hartavi

Davacı Ö. E.tarafından, davalı Ş. K. aleyhine 07/09/2012 gününde verilen dilekçe ile maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 27/05/2014 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.
2-Diğer temyizine gelince,
Dava, haksız eylem nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “manevi tazminat davalarında ücret” başlıklı 10. maddesi “(1)Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. (2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez. (3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur. (4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından avukatlık ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir” biçiminde düzenlenmiştir. Anılan tarifenin “Tarifelerin üçüncü kısmına göre ücret” başlıklı 12. maddesi ise “(1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin İkinci Kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (yedinci maddenin ikinci fıkrası, dokuzuncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile onuncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla,) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. (2) Ancak hükmedilen ücret kabul veya reddedilen miktarı geçemez” biçimindedir.
Anılan Tarife hükümleri göz önüne alınarak maddi ve manevi tazminat davasının birlikte açıldığı halde maddi tazminat açısından hükmedilen vekâlet ücretinin maktu ücretin altında kalsa da Tarife’nin üçüncü kısmına göre belirleneceği hususu gözetilmeden maktu vekâlet ücretine hükmedilmesi doğru değil ise de, bu yanılgının giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden kararın HUMK’nun 438/son maddesi uyarınca düzeltilerek onanması uygun görülmüştür.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle hüküm fıkrasında davalı vekili yararına vekâlet ücretine yönelik ikinci bentte yer alan “1.500,00” sayısının çıkarılarak yerine “120,00” sayısının yazılmasına, diğer temyiz itirazlarının ilk bentte açıklanan nedenlerle reddine ve kararın düzeltilmiş bu biçiminin ONANMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 23/11/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan V. Üye Üye Üye Üye
S.Demircioğlu S.Bellek M.Çakmak S.Arslan H.Akdere

Karşılaştırıldı. EE

ELEKTRİK ÇARPMASI NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

T.C.
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
BAŞKANLIĞI

ESAS NO : 2016/18767
KARAR NO : 2018/7462

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 15/10/2015
NUMARASI : 2012/665-2015/1188
DAVACI : R. DAĞ

VEK.AV. SELİM HARTAVİ
DAVALI : DEDAŞ İL MÜDÜRLÜĞÜ

Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda; davanın reddine yönelik olarak verilen hüküm, davacı vekili tarafından duruşma istemli olarak temyiz edilmekle; duruşma günü olarak belirlenen 03.07.2018 tarihinde davacı vekili Av. Selim Hartavi geldi. Başka gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunan vekilin sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; 07.09.2010 tarihinde G. Pamuk Limited Şirketine ait fabrikada meydana gelen elektrik arızasını gidermek için direğe çıktığı sırada elektrik akımına kapılarak ağır şekilde yaralandığını, 15 günü yoğun bakımda olmak üzere 45 gün hastanede ve yaklaşık 6 ay civarında da evde yatmak suretiyle iş ve güçten yoksun kaldığını, vücudunun çeşitli bölgelerinde elektrik çarpması nedeniyle kalıcı yanık izleri ve uzuv kaybı meydana geldiğini, elektrik direğine herkesin kolaylıkla çıkışını engelleyecek şekilde gerekli güvenlik önlemlerini almayan davalı şirketin uğradığı zarardan sorumlu olduğunu ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere, iş göremezlik, tedavi ve estetik ameliyat giderleri için şimdilik 1.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı; elektrik direğine tırmanılarak oluşabilecek kazaların önlenmesi için her türlü tedbirin alındığını, olayın davacının ihmali sonucunda meydana geldiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, aldırılan kusur raporu ve tüm dosya kapsamından; elektrik arızasını gidermek için direğe çıkan davacının, dikkatsiz ve tedbirsiz davranması nedeniyle elektrik akımına kapılarak yaralandığı, kazanın meydana gelmesinde elektrik direğine korkuluk demir yaptıran davalıya izafe edilecek herhangi bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dava, elektrik çarpması nedeni ile uğranılan maddi zararın tazmini istemine ilişkindir.
HMK’nun 266. maddesi hükmüne göre, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde, bilirkişinin oy ve görüşünün alınması zorunludur. Buna göre, seçilecek bilirkişinin mesleği itibarıyla konunun uzmanı olması gerektiği kuşkusuzdur.
Somut olayda ise; raporu hükme esas alınan makine mühendisi bilirkişi, konunun uzmanı değildir.
Bundan ayrı, davada elektrik direğinin bakımı ve işletilmesinde eksiklik bulunduğu ileri sürülmesine rağmen, konu ile ilgili Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği ve diğer ilgili mevzuat hükümleri bilirkişi tarafından değerlendirilmemiştir. Buna göre; bilirkişi raporu, hüküm vermeye de yeterli değildir.
Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan maddî ve hukukî olgular gözetilerek, tamamı elektrik veya elektrik – elektronik mühendislerinden oluşturulacak üç kişilik uzman bilirkişi kurulundan, ilgili mevzuat hükümlerini de irdeleyen, somut verilere dayalı, gerekçeli ve denetime elverişli bilirkişi raporu alınması, daha sonra toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle ulaşılacak sonuç uyarınca bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
2- Bozma nedenine göre, davacı tarafın diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bendde açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, ikinci bendde açıklanan nedenle davacı tarafın diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 1.630 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.07.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
M. DUMAN
Üye
F. PINARCI
Üye
G.KAHRAMAN
Üye
M. ÖZER
Üye
H. KANIK

Y.Ö./P.M.
Karşılaştırıldı:

ŞİDDETLİ GEÇİMSİZLİK I BOŞANMA I ORTAK HAYATIN TEMELİNDEN SARSILMASI

T.C.
Y A R G I T A Y
2.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: KARAR NO:
2012/14535 2012/21713

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN :

MAHKEMESİ :Şanlıurfa Aile Mahkemesi
TARİHİ :21.12.2010
NUMARASI :Esas no:2009/595 Karar no:2010/1149
DAVACI :M. Çelik

VEKİLİ: Av. Selim Hartavi
DAVALI :E. Çelik
DAVA TÜRÜ :Boşanma
TEMYİZ EDEN :Davacı

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden davacının delil listesinde bulunan Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/11537 soruşturma sayılı dosyasında dinlenilen müşterek çocuk S. Ç.’in beyanından davalı kocanın davalı kadın ve müşterek çocuklarına “bana para lazım, bana para bulun, siz bayansınız, gidin kendinizi pazarlayın, bana getirin, hepinizi öldürürüm, bana para getirin” şeklinde sözler sarfetmek suretiyle davalı ve çocuklarını tehdit ettiği anlaşılmaktadır. Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir. Olayların akışı karşısında davacı dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, boşanmaya (TMK.md. 166/1)karar verilecek yerde, yetersiz gerekçe ile davanın reddi doğru bulunmamıştır.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 19.09.2012 (Çrş.)

Başkan Üye Üye Üye Üye
Necdet Gürbüztürk Nail Özkılıç A.İnci Özden İnci Aytaç Mustafa Ateş

2-ÖB/HA/EG
Karşılaştırıldı
Y.İşl.Müd.S.Karakoca

MANEVİ TAZMİNAT DAVASI REESKONT – AVANS FAİZİ

T.C

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU
Esas No : 2002/4-174
Karar No : 2002/259
Tarih : 03.04.2002

•MANEVİ TAZMİNAT DAVASI REESKONT – AVANS FAİZİ
Özet:
Haksız fiil; tacir tarafından, ticari işletmesiyle ilgili olarak meydana getirilmiş ise; bu eylemden zarar gönen tacir olmasa bile, Reeskont/Avans oranında temerrüt faizi isteyebilir.
Konu:
Taraflar arasındaki “manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda (Beyoğlu Asliye ikinci Ticaret Mahkemesi)nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 26.10.2000 gün ve 1998/679 E . 2000/390 K . sayılı kararın incelenmesi davalı vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 10.4.2001 gün ve 53-3592 sayılı ilamı ile; (…1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere
özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilebilmelidir.
1- Diğer temyiz itirazlarına gelince; dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, davalıya ait televizyon kanalında aynı gün iki kez”… İtalya hükümetinin bu tutumu Türkiye’nin dört bir yanında protesto edildi. Abdullah Ö… için dar ağaçları kuruluyor, kanlı örgüt ve lideri lanetleniyordu. Tamamen halkın insiyatifiyle İtalyan mallarına ambargo başladı. Türk halkı İtalya’nın PKK’yı destekleyen tutumu karşısında şok olmuştu. Ancak işin bir başka boyutu daha vardı. Başta Finlandiya, İsveç olmak üzere bazı İskandinav ülkeleri de PKK’ya kucak açıyordu. Örneğin İsveç PKK’yı desteklemeyi o kadar ileri boyuta götürmüştü ki Türk Devleti İsveç firmalarının Türkiye’deki ihalelere girmesini yasaklamıştı. İşin ilginç yanı PKK destekçisi İsveç’e uygulanan bu gizli devlet ambargosu kamuoyu tarafından bilinmediği için tam manasıyla başarıya ulaşamadı. Hattla İsveç’e uygulanan gizli ambargo zamanla unutuldu ve bazı siyasetçilerin zaafı yüzünden İsveç firmalarına Türkiye’den trilyonlar kazandırıldı, İsveç’in
E…… firmasıyla T….. ortaklığı bunlardan biriydi. Peki İsveçli bu firmanın Türkiye’den kazandığı paralar nereye gidiyordu. Tabi ki dolaylı yoldan PKK’ya Türk halkı Suriye, Rusya ve İtalya’nın yüzündeki maskeleri birer birer indirmiş, uyguladığı ambargoyla İtalyan Başbakanına bile Apo teröristtir dedirtmişti. Ama İsveç ne yazık ki bu güne kadar dersin dışında kaldı, İtalyan gözlüğüne kravatına yapılan bu boykot İsveç telefonuna yapılmadı… Türk halkının yüreği işte bu yüzden bu akşam cimbom için atıyor işte bu yüzden uyguladığı ambargoyla PKK destekçisi ülkelere nasıl ders veriyorsa…” biçiminde yapılan yayının gerçek dışı olduğunu, kazandığı paraların dolaylı yoldan PKK’ya aktaran, Türkiye’ye ihanet eden kuruluş olarak tanıtıldığını, PKK’ya dolaylı olarak destek verdiğinin ileri sürüldüğünü, halkın kendisine tepki göstermesinin istendiğini yapılan yayının maç yayını ile ilgisi bulunmadığını,
PKK’ya dolaylı yada doğrudan desteği olmadığını, ihalelere katılma yasağı konulmadığını belirterek 500.000.000.000 lira manevi tazminata hükmedilmesi, hükmedilecek tazminata reeskont faizi yürütülmesi ve karar özetinin yayımlanmasına karar verilmesi isteminde bulunmuştur. Davalı ise, yayında İtalya’nın PKK’yı destekleyen tutumunun estirildiğini, daha önce PKK’yı desteklemiş olan ülkelere de eleştiri yöneltilmesinin amaçlandığını, İsveç’in PKK’ya maddi desteğinin herkesçe bilindiğini, İsveç ve İsveç firmalarının ihalelere girmesine devletin örtülü olarak engel olduğunu ve İsveç PKK bağlantısının resmi makamlarca kabul edildiğini, bu nedenle halkın İtalya’ya gösterdiği tepkide İsveç’in dışarıda kaldığının vurgulanmak istendiğini, davacı firmanın Türkiye’den para kazandığını, ambargo uygulanırsa İsveç firmalarının Türkiye’den para kazanamayacağını, yayında bunun anlatılmak istendiğini, bu nedenle dolaylı destekten söz edildiğini, davacının Türkiye’den kazandığı para ile İsveç’e çıkar sağladığını, İsveç’in maddi ve manevi olarak PKK’yı desteklediğini, dolayısıyla Türkiye’den sağlanan maddi çıkarın dolaylı olarak PKK’ya gittiğini, davacının PKK’ya çıkar sağladığı biçiminde yayın yapmadıklarını ileri sürerek davanın reddedilmesi isteminde bulunmuştur. Yerel mahkemece istemin bir bölümü kabul edilerek, 50 milyar lira manevi tazminatın dava tarihinden işletilecek reeskont faizi ile birlikte davalıdan atanmasına, karar özetinin en yüksek tirajlı bir gazetede bir defa ilan edilmesine karar verilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir. Hakim manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların,kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate almalıdır. Miktarın belirlenmesinde her olaya göre değişebilecek özel hal ve şartların bulunacağı da gözetilerek takdir hakkını etkileyecek nedenleri karar yerinde objektif olarak göstermelidir. Çünkü kanunun takdir hakkı verdiği hususlarda hakimin hak ve nısfetle hüküm vereceği Medeni Kanunun 4 maddesinde belirtilmiştir. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. Davaya konu edilen olayda yukarıdaki ilkeler, yayında yer alan sözler ve saldırının niteliği gözetildiğinde hükmedilen manevi tazminat fazladır Daha alt düzeyde manevi tazminat takdir edilmesi için kararın bozulması gerekmiştir.
3- Borçlar Yasasının 49. maddesinde yargıcın tazminatın ödenmesi yerine diğer bir yaptırıma veya ek bir yaptırımı öngören bir karar verebileceği gibi saldırıyı kınayan bir hükümde kurulabileceği öngörülmüştür. Medeni Yasanın 4. maddesinde ise yasanın takdir hakkı tanıdığı durumlarda yargıcın somut olaydaki olguları gözeterek hak ve adalete göre karar vereceği düzenlenmiştir. Açıklanan şu düzenlemeye göre yargıcın davaya konu olan uyuşmazlıkların çözümünde, belirleyici yaptırımın türünü serbestçe takdir edebileceği ancak bu yaptırımın somut olay itibariyle hak ve adalete de uygun olması gerektiği anlaşılmaktadır. Davaya konu edilen olayda, mahkemece istenilen tazminatın bir bölümünün hüküm altına alınması ile davalının hukuka aykırı eyleminin sabit olduğu belirlenmiş, böylece hem hukuka aykırılığın saptanmış olması ve hem de yararına manevi tazminata hükmedilmekle davacının tatmin duygusu sağlanmış bulunmaktadır. Somut olayın özelliğine, haberin verilişinden bu yana uzun bir süre geçmiş bulunmasına ve Borçlar Yasasının 49/2. maddesindeki ölçüler esas alındığında ayrıca yayına da karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun görülmediğinden karar bu nedenle de bozulmalıdır.
4- Dava, niteliği gereği haksız eyleme dayalı kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir. Taraflar arasında ticari bir ilişki bulunmamaktadır. Haksız eyleme dayanan davalarda yürütülecek faiz reeskont olamayıp yasal faizdir. Yerel mahkemece anılan yön gözetilmeden hükmedilen tazminata reeskont faizi yürütülmüş olması da somut olaya uygun düşmemiştir. Bu durum da ayrı bir bozma nedenidir..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden : Davalı Vekili
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü.
1- Dava, yayın yoluyla kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile (50.000.000.000) TL. manevi tazminat, dava tarihinden itibaren yürütülecek Reeskont / Avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, karar kesinleştiğinde hüküm özetinin Türkiye çapında yayınlanan tirajı en yüksek 3 gazeteden birisi ile ilanına karar verilmiştir.
Yerel mahkemenin kurduğu hüküm Özel Dairesince, manevi tazminatın miktarına, hüküm özetinin ilanına ve yürütülecek faiz yönünden bozulmuş, yerel mahkemece bozma kararına kısmen uyulmasına, ancak hükmedilecek faizin Reeskont / Avans faizi olması gerektiğinden bu kısım hakkında eski kararda direnilmesi karar vermiştir.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasındaki uyuşmazlığın, yürütülecek temerrüt faizinin niteliği üzerinde yoğunlaştığı anlaşılmaktadır.
Doğru bir sonuca varılabilmesi için taraflar arasındaki ilişkinin ne olduğu ve buna uygulanacak hükümlerin açığa çıkarılması gerekmektedir.
Bir işin adi veya ticari iş olarak nitelendirilmesi ve bu işe hangi hükümlerin uygulanacağının belirlenmesi büyük öneme sahiptir. Ticari işin belirlenmesinde öncelikle TK.3 ve 21 maddesinin gözönünde bulundurulması gerekmektedir. TK.nun 3. maddesi uyarınca ticari iş, TK.da tanzim olunan hususlarla, bir ticarethane veya fabrika yahut ticari şekilde işletilen diğer bir müesseseyi (bir ticari işletmeyi) ilgilendiren bütün muamele, FUL ve İŞLER ticari iş olarak nitelendirilmiştir. Bu düzenlemeye göre ticari işi iki grupta ele almak mümkündür.
Birinci grupta, TK.da düzenlenen bütün hususlar ticari iştir. Bunun nedeni ise TK.da düzenlenen bütün hususlar esas itibariyle bir ticari işletmeyle ilgili olduğu için kanun gereği ticari iş sayılırlar. Örneğin aslında birer haksız fiil olan Haksız Rekabet (TK.56.vd) ve Çatma (TK.1216 vd) Türk Ticaret Kanununda düzenlendiği için ticari iş sayılırlar.
İkinci grup ise, ticari işletmeyi ilgilendiren bütün muamele, FUL ve İŞLER de ticari iştir. Bu arada TK.21/II maddesinin de açıklanması gerekir. Bu maddeye göre taraflardan yalnız biri için ticari nitelikte olan sözleşmeler, kanunda aksine hüküm olmadıkça diğeri için de ticari iş sayılır. Bu maddenin uygulanabilmesi için taraflar arasındaki ilişkinin bir sözleşmeden kaynaklanmış olması gerekir. Taraflar arasında doğan ilişki haksız fiil ya da sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanıyorsa, TK.nun 21/11 nin uygulanma olasılığı yoktur.
Yukarıda anıldığı gibi uygulama da bazı haksız fiiller nedeniyle ödenecek temerrüt faizinin Reeskont (Avans) oranı üzerinden ödenmesi konusunda kuşkuya düşüldüğü gözlenmektedir.
Bilindiği gibi TK.nun 3. maddesi ticari işletme yönünden düzenleme getirmiştir. Ticari işletmenin her türlü eylemi, başka bir anlatımla muamelesi (sözleşme) veya haksız eylemi ticari işletme yönünden ticaridir. Haksız fiil ticari işletmenin faaliyetinin icrası sırasında ika edilmiş olabilir. Nakliye şirketinin kamyonu, başka bir şirketin kamyonu ile çarpışmıştır. Fabrika Atık Suları veya çıkardığı zehirli dumanlar bir Ltd. Şti. tarafından işletilen sera tarladaki tarım ürünlerine zarar vermiştir. Bu hallerde zarar veren de zarar gören de tacirdir. Bu konuda uygulamada bir duraksama söz konusu değildir. Alman ve İsviçre Hukukunda da haksız fiil dahil her iki taraf için ticari sayılan işlerden dolayı Reeskont faizi yürütüleceği benimsenmiştir (ATK. 352 vd. İsviçre B.K.104/III).
Diğer taraftan uygulamaya göre bu tür haksız fiillerde zarar görenin kişiliği önemli değildir. Zarar veren veya zarardan sorumlu tacir ise Reeskont/Avans faizi yürütülür. Çünkü zarar, zarar verenin veya zarardan sorumlu olanın ticari işletmesiyle ilgili bir ticari işten doğmuştur ve bu eylem kendisi yönünden ticari bir borçtur. TK.nun 3. maddesi ticari işletmenin ika ettiği her türlü fiilden (eylemden) söz etmiştir. Aksine tacir olmayan kişinin bir ticari işletmenin bulunmadığından onun işletmesi ile ilgili bir haksız fiilden söz edilemeyecektir. Ayrıca TK.21/1 maddesine göre kural olarak tacirin borçları ticaridir. Ticari borcun para niteliğinde olması ve geç ödenmesi halinde Reeskont Faizi istenebileceği açıktır. Tacirin borcunun ticari olması için sözleşmeden doğması zorunluluğu getirilmediği gibi, karşı tarafın tacir olması şartı da yasada öngörülmüş değildir. Haksız fiil tacir tarafından ticari işletmesiyle ilgili olarak meydana getirilmiş ise bu eylemden zarar gören tacir olmasa bile, TK.3 madde uyarınca tacirden Reeskont/Avans oranında temerrüt faizi isteyebilecektir (Bkz.Y.H.G.K. 8.3.1995, E: 1995/11-61 K: 1995/141, 23.1.2002 gün E: 2002/4-12 K: 2002/6).
Somut olayda, TK.18 madde uyarınca haksız fiil meydana getiren ve bu fiilden zarar gören de tacirdir. Her iki taraf için de ticari sayılan ve tarafların ticari işletmesiyle ilgili haksız fiilden dolayı TK.3 ve olay tarihinde yürürlükte bulunan 3095 sayılı Yasanın 2/3 ve bu yasayı değiştiren 4489 sayılı Yasa hükümleri dikkate alınarak mahkemece davalının haksız fiilden dolayı Reeskont / Kısa Vadeli Avans faizi üzerinden temerrüt faizi yürütülmesi doğru bulunduğundan usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekmiştir.
2- Yerel mahkemece manevi tazminatın miktarına ilişkin Özel Daire bozma kararına uyulduğuna göre bu konuda işin esasına ilişkin temyiz itirazları Özel Dairesince incelenmediğinden dosyanın dairesine gönderilmesi gerekmiştir.
Sonuç : Yukarıda (1) bentte gösterilen nedenlerden dolayı dava vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının (ONANMASINA),
(2) bentte yazılı sebeplerden dolayı işin esasına ilişkin davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Dördüncü Hukuk Dairesine gönderilmesine, 3.4.2002 gününde oybirliğiyle karar verildi.
İlgili Maddeler:
6762 s. TTK. m. 3, 18, 21)

HAYAT SİGORTASI- SİGORTALININ HASTALIĞININ BİLDİRMEMESİ-SÖZLEŞMEDE İRADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN BULUNMAMASI

T.C.

YARGITAY

17. HUKUK DAİRESİ

E. 2013/7007

K. 2014/6591

T. 29.4.2014

 

6762/m.1321

ÖZET : Dava, hayat sigorta sözleşmesine dayalı tazminat istemine ilişkindir. Genel olarak hayat sigortalarında bir kimsenin hastalığı,nihai olarak sigortacının taşıdığı rizikoyu arttıran bir husustur. Sigortacı bu durumda ya hiç sigorta sözleşmesi yapmamakta ya da daha ağır şartlarla sigorta sözleşmesi yapmaktadır. Davaya konu kredi hayat sigorta sözleşmelerinde asıl amaç sigorta ettirenin bir ihtiyacının karşılanması olmayıp, bankanın kredi verdiği kişinin ölüm nedeniyle krediyi geri ödeyememesi nedeniyle maruz kalacağı riskin teminat altına alınmasıdır. Somut olayda Tüketici kredi sözleşmesinde müteveffanın hayat sigorta yaptıracağının düzenlenmiş olması ve kredi sözleşmesinin yapıldığı banka şubesi tarafından düzenlenen kredi hayat sigortaları başvuru formunun matbu olarak düzenlenerek müteveffanın kimlik bilgileri dışında diğer kısımların doldurulmamış olması da değerlendirildiğinde sigorta ettirenin ihtiyaçlarından ziyade kredi veren kurumun, bankanın ihtiyaçları ve zorlaması ile ortaya çıkan bir sözleşme söz konusu olduğundan sözleşmelerde görülen irade özgürlüğü bulunmadığı, ayrıca eksik beyanda bulunulması halinde sigortalının hangi yaptırımlara maruz kalacağının kendisine bildirilmemesinin bilgilendirme yükümlülüğüne aykırılık teşkil ettiği değerlendirilmeksizin davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili; müvekkillerinin murisi olan A.’ın, vefatından bir süre önce … Bankası A.Ş ile 2 adet tüketici kredisi sözleşmesi imzaladığını, bankadaki görevlinin tüketici kredisi verilirken bu kredilere ilişkin 2 adet hayat sigortasının düzenlediğini, ilk poliçenin 28.05.2008, ikinci poliçenin de 11.06.2008 tarihinde başladığını, A.’ın kronik böbrek yetmezliği hastası olduğunu ancak hastalığını saklaması gibi bir durumun söz konusu olmadığını, hastalığını banka görevlilerinin de bildiğini, A.’ın 27.12.2008 tarihinde organ nakli için operasyon geçirdiğini, ancak ilerleyen günlerde enfeksiyon kaptığını ve 14.01.2009 tarihinde vefat ettiğini, vefatı sonrasında eşi ve mirasçısının kredi bedellerinin ödenmesi için davalı sigorta şirketine başvurduklarını, ancak davalının talebi, müteveffanın böbrek hastalığının sigorta sözleşmesi yapılırken kendilerine bildirilmediğinden beyan yükümlülüğünün yerine getirilmemesi nedeniyle reddettiğini, müteveffadan sağlık taraması ya da sağlık durumuna ilişkin belge istenmesi yönünde bir istekte bulunulmadığını, bu konuda hiçbir soru sorulmadığını, davalının gerekli araştırma ve incelemeleri yapma yetkisinin olduğunu,davalı sigorta şirketinin prim farkını isteyerek ya da o oranda düşme yaparak ödeme yapabilecekken poliçe bedelini geri ödemeden cayma hakkını kullanmasının iyi niyetli bir davranış olmadığını, A.’ın ölüm sebebinin de kronik böbrek yetmezliği olmadığını, geçirdiği operasyon sonrasında kapmış olduğu enfeksiyon nedeniyle vefat ettiğini, gerçekleşen bu rizikonun bildirim yükümlülüğünün ihlali ile bir bağlantısının bulunmadığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 7.500,00 TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte ve ayrıca müvekkillerinin dava sonuçlanana kadar ödeyecekleri kredi miktarlarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; Kredi Hayat Sigorta Başvuru Formunda sigorta ettirenin hastalığını beyan etmediğini, dolayısıyla … … numaralı poliçe kapsamında sigorta ettirenin Hayat Sigortası Genel Şartları’nın C.2.2 maddesi uyarınca beyan yükümlülüğüne aykırı davrandığını, bu durum karşısında müvekkilinin yasal cayma hakkını kullandığını,savunarak davanın reddini istemiştir. Mahkemece iddia, savunma benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacıların murisi A.’ın Kredi Hayat Sigortaları Başvuru Formunun “Sağlık Beyanı” başlıklı maddesinde “Halen tedavi, tetkik, doktor takibi veya ilaç kullanımı gerektiren bir sağlık sorununuz var mı ya da herhangi bir maluliyet, yaralanma veya kronik hastalıktan muzdarip misiniz ( cevabınınz evet ise lütfen açıklayınız, ameliyat, patoloji ve son kontrol raporlarını forma ekleyiniz )” ibarelerini içeren Soru altındaki “evet” ve “hayır” seçeneklerinin işaretlenmediği, poliçenin düzenlendiği 11.06.2008 tarihinde muris A.’da kronik böbrek yetmezliği hastalığı olduğu, sürekli ayaktan periton dializi uygulanan kişinin ölümünün böbrek nakli sonrası gelişen enfeksiyon ve komplikasyonları sonucu olduğu, ölümü ile hastalığı arasında illiyet bağının bulunduğu,, davalının cayma hakkını kullanmasında haklı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, hayat sigorta sözleşmesine dayalı tazminat istemine ilişkindir. Genel olarak hayat sigortalarında bir kimsenin hastalığı,nihai olarak sigortacının taşıdığı rizikoyu arttıran bir husustur. Sigortacı bu durumda ya hiç sigorta sözleşmesi yapmamakta ya da daha ağır şartlarla sigorta sözleşmesi yapmaktadır. Davaya konu kredi hayat sigorta sözleşmelerinde asıl amaç sigorta ettirenin bir ihtiyacının karşılanması olmayıp, bankanın kredi verdiği kişinin ölüm nedeniyle krediyi geri ödeyememesi nedeniyle maruz kalacağı riskin teminat altına alınmasıdır. Somut olayda Tüketici kredi sözleşmesinde müteveffanın hayat sigorta yaptıracağının düzenlenmiş olması ve kredi sözleşmesinin yapıldığı banka şubesi tarafından düzenlenen kredi hayat sigortaları başvuru formunun matbu olarak düzenlenerek müteveffanın kimlik bilgileri dışında diğer kısımların doldurulmamış olması da değerlendirildiğinde sigorta ettirenin ihtiyaçlarından ziyade kredi veren kurumun, bankanın ihtiyaçları ve zorlaması ile ortaya çıkan bir sözleşme söz konusu olduğundan sözleşmelerde görülen irade özgürlüğü bulunmadığı, ayrıca eksik beyanda bulunulması halinde sigortalının hangi yaptırımlara maruz kalacağının kendisine bildirilmemesinin bilgilendirme yükümlülüğüne aykırılık teşkil ettiği değerlendirilmeksizin yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenlerle davacılar yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün davacılar yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine, 29.04.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TARIM İŞÇİLERİNİ TAŞIYAN TRAKTÖRÜN DEVRİLMESİ

TC
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS: 2007/415
KARAR: 2008/8036

Taraflar arasında görülen davada …1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 02.06.2006 tarih ve 2003/880-2006/218 sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi duruşmalı olarak davacılar vekili ile davalılardan … vekilleri tarafından istenmiş olmakla, duruşma için belirlenen 17.06.2008 gününde … geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer davalı vekili ve asiller duruşmaya gelmediler, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacılar vekili, dava ve ıslah dilekçelerinde, müvekkillerinin eşi ve babası olan R…’ in 26.09.2002 günü, işverenler …a ait tarlaların pamuk toplama işinde çalışmakta iken, işçilerin bu işverenlerin hizmetinde çalışan S…’ ın sevk ve idaresi altındaki ve işveren tarafından sağlanan … 7064 plakalı taraktör ile toplu olarak, gerekli güvenlik önlemleri alınmaksazın taşınmaları sırasında, traktörün devrilmesi sonucunda yaşamını yitirdiğini, müvekkillerinin uğradığı zararlardan sürücü S… ve işverenlerin hizmetinde şoför olarak çalışan N…’ un kusurları oranında, tarla malikleri işverenlerin ise kusursuz sorumluluk nedeniyle, ayrıca bu davalılardan …’ in işveren olmanın yanında ayrıca işleten olarak kusursuz sorumluluk hükümleri uyarınca sorumlu olduklarını, olayda işletme halinde bulunan traktörün zorunlu mali mesuliyet sigortası bulunmadığından husumetin Garanti Fonu Hesabı’na da yöneltildiğini ileri sürerek, davacı M… için (52.000) YTL, Y… için (17.000) YTL maddi, her bir davacı için ayrı ayrı (20.000)’ er YTL manevi, (1.000) YTL cenaze defin ve hastane giderinin olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılardan … vekili, davanın zamanaşımına uğradığını, müvekkili N…’ un araç veya tarla sahibi, işleteni, haksız fiil faili olmadığını ve kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, olay günü davalı S…’in izinsiz ve yetkisiz olarak, kendi başına mesai saati bitiminden çok önce traktörü alıp, tamamen kendi kusuru ile kaza yaptığını, S…’ in eyleminden sorumlu tutulamayacağını, tarlanın müvekkilleri …’ ya ait olduğunu, diğer davalıların tapuda taksim yapılmadığı için isimlerinin gözüktüğünü, gerçekte arazi ile bir ilişkilerinin bulunmadığını, müteveffanın davalı S…’ in kullandığı araca binmekle kusurlu olduğunu belirterek, davanın reddini istemiştir.

Davalı T.Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği Karayolu Trafik Garanti Sigortası Hesabı vekili, Garanti Sigortası Hesabının manevi tazminat taleplerini karşılamadığını, kaza tarihi itibarıyla faiz isteminin dava açılmadan önce müvekkiline yapılmış bir başvuru bulunmadığından kabul edilemeyeceğini belirterek, davanın reddini istemiştir.

Davalılar … duruşmadaki beyanlarında murislerinden kendilerine düşen taşınmazların kendi aralarında taksim edilip, kazaya uğrayan kişilerin çalıştığı taşınmazın davalılar …’ a düşen taşınmaz olduğunu belirterek, davanın reddini istemişlerdir.

Diğer davalı, davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna nazaran, murisin davalılardan …’a ait tarlada çalıştığı, taksim nedeniyle diğer davalılara anılan tarlada pay düşmediği, davalı N…’ ın traktörü gerçekten kullanması gereken kişi olup, kazanın ise traktörün S…’in kullanımında iken gerçekleştiği ve kaza ile N… arasında illiyet bağı bulunmadığı, davalılardan …’ ın adam çalıştıran diğer davalı S…’in ise haksız fiil faili olarak sorumlu olacakları, kazanın oluşumunda davalı S…’ in 6/8, muris R…’ in 2/8 oranında kusurlu bulundukları, davalı Fon’un ihtarla temerrüde düşürüldüğü tarihin 20.12.2003 olduğu gerekçeleriyle, davalılar … yönünden açılan davanın husumet nedeniyle reddine, davacı M… için (52.000) YTL, davacı Y… için (17.000) YTL maddi tazminatın, (davalı Fon’un poliçe teminatıyla sınırlı sorumlu ve onun açısından faiz başlangıç tarihi 20.12.2003 olmak kaydıyla, davalılardan …’ dan olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte) adı geçen davalılardan tahsiline, davacı M… için (12.000) YTL, Y… için (8.000) YTL.manevi tazminatın sigorta şirketi dışındaki davalılardan faiziyle birlikte tahsiline karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekili ile davalılardan … vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dava,davacılar murisinin bir kısım davalılara ait tarlalarda tarım işçisi olarak çalıştığı esnada işveren tarafından sağlanan ve davalılardan S…’ın sevk ve idaresi altındaki traktörün karıştığı trafik kazası sonucunda vefat ettiği iddiasına dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Görev konusu kamu düzeni ile ilgili olup taraflarca ileri sürülmese bile mahkeme tarafından yargılamanın her aşamasında re’sen ele alınması gereken bir husustur.İş Mahkemeleri, 5521 Sayılı Kanun’la kurulmuş olan istisnai nitelikli özel mahkemelerdir.

5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’ nun 1. maddesinde iş mahkemelerinin, İş Kanunu’ na göre işçi sayılan kimselerle işveren veya işveren vekilleri arasında iş akdinden veya İş Kanunu’na dayanan her türlü hak iddialarından doğan hukuk uyuşmazlıklarının çözülmesi ile görevli olduğu belirtilmiştir.

4857 sayılı İş Kanunu’ nun 4/b maddesi uyarınca 50’den az işçi çalıştırılan (50 dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde veya işletmelerinde iş kanununun uygulanmayacağı belirtildiğinden,müteveffanın çalıştığı işyerinin niteliğine göre İş Kanunu kapsamında işçi olup,olmadığının belirlenerek,olayın iş kazası çerçevesinde meydana gelmiş olması karşısında davaya bakma görevinin İş Mahkemesi’ ne ait olup,olmadığının değerlendirilmesi ve İş Mahkemesi’ nin görevli olduğunun belirlenmesi halinde görevsizlik kararı verilmesi gerekirken,bu hususta hiçbir inceleme yapılmaksızın işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm tesisi hatalı olmuştur.

2-Bozma sebep ve şekline göre,davacılar vekili ile davalılardan Göksel,Hasan, Esma Albayrak vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.

SONUÇ…:Yukarıda (1)numaralı bentte açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA,(2)numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar ve davalılardan … vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, takdir edilen 550 YTL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalılar …’ a verilmesine, ödedikleri temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edenlere iadesine, 17.06.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MAZERETİN KABULÜ- DURUŞMA GÜNÜ TEBLİĞE ÇIKARILMADAN SONRAKİ CELSEDE DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASINA KARAR VERİLMESİ

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2014/5845
KARAR NO : 2015/14806

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Viranşehir Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 11/10/2013
NUMARASI : 2012/561-2013/624

DAVACILAR :

VEKİLİ: Av. SELİM HARTAVİ

DAVALI : E. Sigorta A.Ş

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın açılmamış sayılmasına dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; davacılar murisi M. Ö.nın 08.11.2009 tarihinde 63 .. 048 plakalı araçla tek taraflı trafik kazası yaparak vefat ettiğini, aracın davalı şirkete zorunlu trafik sigorta poliçesi ile sigortalı olduğunu, vefat edenin anne ve babası olan davacılar için şimdilik ayrı ayrı 3.000’er TL’den toplam 6.000 TL destekten yoksunluk tazminatı ile 300,00 TL cenaze ve defin giderinin tahsilini talep etmiştir.

Davalı Eureka Sigorta A.Ş. vekili; işletenin tam kusurlu olduğu kazada mirasçılarının talep hakkı olmadığını, müvekkilinin destekten yoksun kalma tazminatından sorumlu olmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava trafik kazası nedeniyle destekten yoksunluk zararına ilişkin tazminat davasıdır.

Davacılar vekilince 28.05.2013 tarihli celse için mazeret dilekçesi gönderilmiş ve mahkemece de mazeret kabul edilerek duruşma 09.07.2013 tarihine bırakılmış ancak duruşma gün ve saatinin davacı vekiline tebliğ edilmemiş olduğu görülmüştür.Davanın işlemden kaldırılma kararının verilmiş olduğu 09.07.2013 tarihli celsenin gün ve saatinin davacılar vekiline tebliğ edilmediği anlaşıldığından dosyanın işlemden kaldırılmasına ve devamla davanın açılmamış sayılmasına dair yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 22/12/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ELBİRLİĞİ MÜLKİYET- BANKADA BULUNAN PARA

T.C.
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/3124
KARAR NO : 2016/4228

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Doğubayazıt Sulh Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 30/10/2014
NUMARASI : 2014/147-2014/439

DAVACI : B. M. K

VEKİLİ : Av. Selim Hartavi

DAVALILAR : A. K v.d.

Davacı vekili tarafından, davalılar aleyhine 09.05.2014 gününde verilen dilekçe ile elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete dönüştürülmesi istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 30.10.2014 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R 

Dava, elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesi ilişkindir.

Davacı vekili, murise ait bankada bulunan paranın elbirliği halindeki mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesini talep etmiştir.
Davalılar, bankadaki paranın taksimini talep etmişlerdir.
Mahkemece, Türk Medeni Kanununun 699. maddesine göre paylaşmanın, malın aynen bölüşülmesi veya pazarlık ya da artarmayla satılarak bedelinin bölüşülmesi biçiminde gerçekleştirileceği, kural olarak ya malın belli bir kesiminin paydaşlara aynen verilmesi ya da satılarak satış sonunda elde edilecek paranın dağıtımı şeklinde yapılacağı, ortak muristen kalan ve terekeye dahil olduğu iddia edilen para veya alacakta ayni hakkın söz konusu olmadığı ve para misli eşyadan sayıldığından taksimin mümkün olamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Bir davada olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme hakime aittir (HMK m. 33). Dava dilekçesindeki anlatıma ve dosya kapsamına göre somut olayda uyuşmazlık “murise ait para üzerindeki elbirliği halindeki mülkiyetin paylı mülkiyete çevrilmesi” isteğine ilişkindir.
Bu itibarla mahkemece uyuşmazlık bu şekilde nitelendirilerek tarafların gösterdiği deliler toplanıp değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 07.04.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
A.Sezgin H.N.Yılmazcan S.Ateşel Y.Tosun H.Onat

Okundu:
M.Yaşar H.İ.Sak

GÖREV UYUŞMAZLIĞI-HEKİM HATASI- YARGI YERİNİN BELİRLENMESİ- HASTANENİN SORUMLULUĞU

T.C.
YARGITAY
20. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2016/10333
KARAR NO : 2016/10545
Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Şanlıurfa Tüketici Mahkemesi
TARİHİ : 08/06/2016
NUMARASI : 2016/579-2016/742
DAVACILAR : N.B-H. B.-M. S. B
VEKİLİ : Av. Selim Hartavi
DAVALILAR : M.A.- Ö.Ş… Hastanesi
İHBAR OLUNAN : A.. Sigorta Şirketi

Taraflar arasındaki davada Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk ve Şanlıurfa Tüketici Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgeler incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, davalıların kusur ve ihmali ile vücut tamlığının kaybedilmesi sebebiyle maddi ve manevi zararın tahsili istemine ilişkindir.
Şanlıurfa 4.Asliye Hukuk Mahkemesince, taraflar arasında vekâlet ilişkisinin bulunduğu uyuşmazlığın tüketici işleminden kaynaklandığı ve davalının tüketici olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.
Şanlıurfa Tüketici Mahkemesi tarafından ise, 6502 sayılı Kanunun geçici 1. maddesindeki hüküm dikkate alındığında ve bu kanunun 28/05/2014 tarihinde yürürlüğe girdiği ve davanın ise daha önceden 15/10/2012 tarihinde asliye hukuk mahkemesinde açıldığı gözetildiğinde söz konusu uyuşmazlığın asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle görevsizlik yönünde hüküm kurulmuştur.
6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 3. maddesine göre tüketici; ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, tüketici işlemi; mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder.
6502 sayılı Kanunun 73. maddesi bu kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür.
Somut uyuşmazlıkta, 6502 sayılı Kanunun 3/K-L maddeleri dikkate alındığında doktor hasta hizmetinde, teşhis, tedavi, hekim kusuru, vekalet ilişkisi kapsamında ise de, hastanenin sorumluluğu ise Borçlar Kanunu kapsamında adam çalıştıranın hukuksal sorumluluğu çerçevesinde değerlendirileceğinden davaya bakmakla asliye hukuk mahkemesi görevli olduğu gibi, 6502 sayılı Kanunun geçici 1. maddesindeki hüküm dikkate alındığında ve bu kanunun 28/05/2014 tarihinde yürürlüğe girdiği ve davanın ise daha önceden 15/10/2012 tarihinde açıldığı, uyuşmazlığın dava tarihinde yürürlükte bulunan 4822 sayılı Kanunla değişik 4077 sayılı Kanun kapsamında da bulunmadığı dikkate alındığında davaya bakmakla görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğu anlaşılmaktadır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 21 ve 22. maddeleri gereğince Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE 11/11/2016 gününde oy birliğiyle karar verildi.
Başkan
R. SARITAŞ
Üye
N. KOYUNCU
Üye
U. YÜKSEL
Üye
M. ERDOĞAN
Üye
Ü. GÖRMEZ

Okundu.EGT

İŞ KAZASI- DAVALILARDAN BİRİ İÇİN FERAGATI- DİĞER DAVALININ KUSURU ORANINDA SORUMLU TUTULMASI GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
E. 1994/903
K. 1994/6557
T. 28.4.1994

1475/m.73,82
818/m.147

ÖZET : İş kazası nedeniyle açtığı maddi ve manevi tazminat davasında işçi davalılardan biri aleyhine olan davasından feragat ederse; diğer davalının kusuru oranında sorumlu tutulması gerekirken, bu davanın da feragat nedeniyle reddine karar verilemez.

DAVA : Davacı, iş kazasından doğan maddi ve manevi zararın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, davayı reddetmiştir.

Hüküm, süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı, meydana gelen iş kazası sonucu uğradığı maddi zararın giderilmesi için olaya neden olan işçi ile işverene karşı açtığı bu davada, işçi aleyhine açtığı davasından feragat etmiş ve mahkemece feragat nedeniyle her iki davalı hakkındaki davanın reddine karar verilmiştir.

BK`nun 147. maddesine göre rücu hakkından yararlanan müteselsil borçlulardan herbiri ödediği miktar oranında alacaklının haklarına halef olur. Alacaklı, diğerleri zararına müteselsil borçlulardan birinin durumunu iyileştirdiği takdirde, bu fiilin neticelerine şahsen katlanmak zorundadır. Bu durumda, davacının, davalı F.Ç.`in hakkındaki feragatından diğer davalının yararlanması gerekir. Ancak bu yararlanma davalı F.Ç.`in kusur oranına göre hissesine isabet edecek miktarla sınırlıdır. Böyle olunca, diğer davalının kendi kusuruna isabet edecek mikarla sorumlu tutulması gerekirken, onun hakkındaki davanında feragat nedeniyle redine karar verilmiş olması doğru değildir.

Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen sebepten BOZULMASINA, 28.4.1994 gününde oybirliğiyle karar verildi.

 

MÜTESELSİL BORÇLUYA KARŞI AÇILAN DAVADAN FERAGATİN BORÇLUYA ETKİSİ

T.C.
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/8892
K. 2006/8740
T. 19.7.2006
818/m.147/2

ÖZET : Alacaklı, diğerlerinin zararına olarak müteselsil borçlulardan birisinin durumunu iyileştirdiği takdirde bu eyleminin sonuçlarına kişisel olarak katlanır. Buna göre müteselsil sorumlulardan biri hakkındaki davadan feragat edilmesi diğer müteselsil sorumlu yönünden de teselsülen feragat anlamına gelir ve böylece müteselsil sorumlu olan diğer davalı da sorumluluktan kurtulmuş olur.

DAVA : Davacı Ömer vekili tarafından, davalı Mehmet ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine 18.6.2003 gününde verilen dilekçe ile trafik kazasında ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 8.7.2004 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, trafik kazasında ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece davalı M hakkında açılan davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı hakkında açılan davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, davalı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kaza ya karışan aracın işleteni ile olaya tam kusuru ile sebebiyet veren sürücüye karşı açılmıştır.

Davacılar vekili, yargılama aşamasında olaya tam kusuru ile sebebiyet veren davalı sürücü hakkındaki davadan feragat etmiştir. Mahkemece yargılamaya devam olunarak araç işleteni olan diğer davalı hakkındaki istemin kabulüne karar verilmiştir.

Borçlar Yasası’nın 147/2. maddesi gereğince alacaklı, diğerlerinin zararına olarak müteselsil borçlulardan birinin vaziyetini iyileştirdiği takdirde bu fiilin sonuçlarına şahsen katlanır. Davacılar, müteselsil sorumlulardan sürücü hakkındaki davadan feragat ederek diğer sorumlu idarenin, hakkındaki davadan feragat edilen sürücüye kusuru oranında rücu hakkını ortadan kaldırmışlardır. Müteselsil sorumlulardan biri hakkındaki davadan feragat edilmesi diğer müteselsil sorumlu yönünden de teselsülden feragat niteliğini taşır ve böylece müteselsil sorumlu olan diğer dayalı da sorumluluktan kurtulmuş olur. O halde müteselsil sorumlu idare hakkındaki davanın da reddedilmesi gerektiğinin gözetilmemiş olması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA; bozma nedenine göre diğer yönlerin şimdilik incelenmesine yer olmadığına 19.7.2006 gününde oy birliğiyle karar verildi.

HAKSIZ FİİLE DAYALI TAZMİNATIN MÜTESELSİL OLARAK TALEP EDİLMEMESİ DURUMUNDA BU HAKTAN “ZIMNEN FERAGAT” EDİLMİŞ SAYILDIĞI

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/7912
K. 2008/11155
T. 14.10.2008

ÖZET : Dava, haksız eyleme dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Hükmedilen tazminatın müteselsil olarak talep edilmemesi durumunda bu haktan zımnen feragat edilmiş sayılır.

Bu itibarla mahkemece davalı sürücülerin meydana gelen kazada 4/8’er oranda kusurlu oldukları dikkate alınarak, dava dilekçesinde istenen miktar yönünden davalıların kusurları oranında tazminattan sorumlu tutulmaları gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada Ayvalık Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 21.11.2006 tarih ve 2000/372-2006/517 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili ile davalılardan Mehmet, A. Sigorta AŞ ve M. Sigorta AŞ vekilleri tarafından ayrı ayrı istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı kendi adına asaleten, çocukları adına vekaleten, davalılardan Ömer’in kullandığı araçta eşi Sevinç ve çocuklarının yolcu olarak bulunduğu sırada diğer davalı Ali’nin kullandığı araç ile çarpışması sonucu eşinin vefat ettiğini, bu nedenle kedisinin ve çocuklarının ölenin desteğinden yoksun kaldıklarını, aynı kazada çocuklarından Merve’nin bacağının kırıldığını, diğer kızının ise %45 oranında işgüçten yoksun kalacak şekilde yaralandığını, bu nedenle maddi ve manevi zararlarının bulunduğunu, davalıların sürücü, malik ve zorunlu mali sorumluluk sigortacısı olarak meydana gelen zarardan sorumlu oldukları ileri sürerek, ıslah ile artırılmış olarak 202.186,97 YTL maddi ve 50.000 YTL manevi tazminatın temerrüt faizi ile birlikte davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı A. Sigorta AŞ vekili, poliçe limiti miktarınca müvekkilince davacılara ödeme yapıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Diğer davalı Sigorta vekili, poliçe limiti olan 400 YTL’nin davacılara ödendiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Davalılardan Akay ve Mehmet vekilleri ile davalı Ali de, davanın reddini istemiştir.

Diğer davalı, davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, meydana gelen trafik kazası sonucu davacıların murisi Sevinç’in ölümü nedeniyle davacıların destekten yoksun kaldıkları, davacı Burcu’nun sürekli protez kullanacak şekilde %45 oranında malül kaldığı, davacı Merve’nin ise ayağının kırıldığı, bu nedenle davacıların maddi ve manevi zararlarının bulunduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, toplam 156.866,97 YTL maddi, 36.000 YTL manevi tazminatın temerrüt faizi ile birlikte davalılardan tahsiline ( sigorta şirketlerinin limit ile sorumlu tutulmalarına ) karar verilmiştir.

Kararı, davacılar vekili ile davalılardan Mehmet, A. Sigorta AŞ ve M. Sigorta AŞ vekilleri ayrı ayrı temyiz etmişlerdir.

1-Davacı dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalılardan Mehmet vekili ile Sigorta şirketleri vekillerinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Dava, haksız eyleme dayalı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Somut olayda, davacı taraf, iki aracın çarpışması sonucu murislerinin öldüğünü ve br kısım davacıların yaralandığını iddia ederek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuş, ancak, dava dilekçesinde, hükmedilecek tazminatın davalılardan kusurları oranında tahsil edilmesini talep etmiş, müteselsil tahsil talebinde bulunmamıştır. Dolayısıyla hükmedilecek tazminatın davalılardan müteselsil olarak tahsilinden zımnen feragat edilmiştir. Bunun da ıslah ile geri gelmesi mümkün değildir.

Bu itibarla mahkemece, davalı sürücülerin meydana gelen kazada 4/8’er oranda kusurlu oldukları nazara alınarak, dava dilekçesinde talep edilen miktar yönünden davalıların kusurları oranında tazminattan sorumlu tutulmaları gerekirken, bu husus gözardı edilerek hükmedilen tazminatın tamamından tüm davalıların müteselsil sorumlu olacak şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle davalı Mehmet yararına bozulması gerekmiştir.

3-TTK’nın 1299/1. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 1292/1, 2918 sayılı KTK’nın 98/1 ve 99/1. maddeleri ile Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta poliçesi Genel Şartları’nın 12. maddesi uyarınca rizikonun, bilgi ve belgeleri ile birlikte sigortacıya ihbar edildiği tarihten itibaren 8 iş günü içinde sigortanın tazminatı ödeme yükümlülüğü bulunmakta, bu sürenin sonunda ödememe halinde temerrüt gerçekleşmektedir.

Somut olayda, davalı A. Sigorta AŞ davalılardan Mehmet zorunlu mali sorumluluk sigortacısı olup, davadan önce temerrüde düşürüldüğü iddia ve ispat edilmemiş olduğu halde, mahkemece, bu davalı yönüyle, dava tarihinden itibaren temerrüt faizine hükmedilmek gerekirken, bu tür davalarda ancak, sürücü ve malik olan davalılar bakımından uygulama yeri olan olay tarihinden temerrüt faizinin başlatılması doğru görülmemiştir, kararın bu nedenle davalı A. Sigorta AŞ yararına bozulması gerekmiştir.

4-Diğer yandan, ZMSS Genel Şartlarının 12.4. maddesi uyarınca, hükmolunan maddi tazminat sigorta bedelini geçerse, sigortacı yargılama giderleri ile avukatlık ücretini sigorta bedelinin tazminata oranı dahilinde ödemekle yükümlü olup, mahkemece, manevi tazminat için yapılan giderler de dahil olacak şekilde yargılama giderlerinin tamamından diğer davalılar ile birlikte davalı sigorta şirketlerinin sorumlu tutulmaları doğru olmamış, kararın bu nedenle davalı Sigorta şirketleri yararına bozulması gerekmiştir.

5-Davacılar vekilinin temyiz istemine gelince; mahkemenin gerekçeli kararı davacılar vekiline 13.03.2007 tarihinde tebliğ edilmiş ve hüküm HUMK’un 432. maddesinde yazılı süreç geçirildikten sonra 30.03.2007 tarihinde aynı vekil tarafından temyiz edilmiştir. Aynı Yasanın 432/4. maddesine göre süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01.06.1990 gün ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay da bu konuda karar verebileceğinden, davacı vekilinin temyiz isteminin süreç yönünden reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı Mehmet vekili ile A. Sigorta AŞ ve M. Sigorta AŞ vekillerinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı Mehmet vekilinin 3 ve 4 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı A. Sigorta AŞ vekilinin, 4 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı M. Sigorta AŞ vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün adı geçen mümeyyiz davalılar yararına BOZULMASINA, 5 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz isteminin REDDİNE, adli müzaharetli olduğundan temyiz eden davacılardan harç alınmasına yer olmadığına, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz eden davalılara iadesine, 14.10.2008 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

GAYRİMENKUL SATIŞ SÖZLEŞMESİ- ADİ YAZILI SATIŞ SÖZLEŞMESİ – KAPORA İADESİ- SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/2288
K. 2017/12263
T. 20.9.2017

İTİRAZIN İPTALİ İSTEMİ( Adi Yazılı Gayrimenkul Satış Sözleşmesi Gereğince Ödenen Kaporanın Sebepsiz Zenginleşme Hükümlerine Göre İadesini İçeren İcra Takibine İtirazın İptali İstemi – Uyuşmazlığın Harici Gayrimenkul Sözleşmesi Gereğince Satıcıya Ödenen Kaporanın Tapu Devrinin Gerçekleşmemesi Halinde Geri İstenip İstenemeyeceği Noktasında Toplandığı – Taraflar Arasında Akdedilen Taşınmaz Satışına İlişkin Sözleşmenin Resmi Şekilde Düzenlenmediği İçin Geçersiz Olduğu )

GEÇERSİZ SÖZLEŞME ( Taraflar Arasında Akdedilen Sözleşmenin Taşınmaz Satışına Dair Olup Geçerlilik Şartı Olan Resmi Şekilde Düzenlenmediği İçin Geçersiz Kabul Edilmesi Gerektiği – Geçersiz Sözleşme Sebebiyle Bedel İadesine Yönelik İtirazın İptaline Hükmedilmesi Gerekirken Yanılgılı Değerlendirme İle Geçerli Şekilde Kurulmuş Sözleşme Gibi Değerlendirilerek Karar Verilmesinin İsabetsiz Olduğu )

2004/m.67

ÖZET : Dava, adi yazılı gayrimenkul satış sözleşmesi gereğince ödenen kaporanın sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesini içeren icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.

Temyize konu uyuşmazlık; harici gayrimenkul sözleşmesi gereğince satıcıya ödenen kaporanın tapu devrinin gerçekleşmemesi halinde geri istenip istenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Taraflar arasında akdedilen sözleşme, taşınmaz satışına dair olup, geçerlilik şartı olan resmi şekilde düzenlenmediği için geçersizdir. Geçersiz sözleşme sebebiyle herkes verdiğini geri ister. Mahkemece bu gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken geçersiz sözleşmeyi geçerlilik tanımak suretiyle yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir.

Mahkemece; geçersiz sözleşme sebebiyle bedel iadesine yönelik itirazın iptaline hükmedilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile geçerli şekilde kurulmuş sözleşme gibi değerlendirilerek karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün gerekçesinin değiştirilerek onanması gerekmiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde taraflarca temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı; davalı ile emlak komisyoncusu aracılığıyla taşınmaz alımı konusunda sözleşme yaptığını, 1.500,00 TL kaparo verdiğini, kalan 8.500,00 TL kaparo bedelini de emlakçıya havale ettiğini, davalının da teslim aldığını, sözleşmede kredi olumsuzluğu halinde kaporanın iade edileceğinin belirlendiğini, banka tarafından kendisine kredi kullandırılmayacağının iletildiğini, ihtara rağmen davalının ödenen bedeli iade etmediğini, icra takibine itiraz ettiğini belirterek; itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı; yetkisiz mahkemede dava açıldığını, davacının haksız yere sözleşmeden dönmek istediğini, banka tarafından davacıya kredi verileceğini, kendisinin bu sebeple zarara uğradığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; taraflar arasındaki sözleşme gereği kredi alamayan davacının ödediği kaparoyu davalıdan isteme hakkı bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde taraflarca temyiz edilmiştir.

1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2-) Davacı tarafın hükmün gerekçesine yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Dava, adi yazılı gayrimenkul satış sözleşmesi gereğince ödenen kaporanın sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesini içeren icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.

Temyize konu uyuşmazlık; harici gayrimenkul sözleşmesi gereğince satıcıya ödenen kaporanın tapu devrinin gerçekleşmemesi halinde geri istenip istenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Buna göre, taraflar arasında akdedilen 08/01/2015 tarihli sözleşme, taşınmaz satışına dair olup, geçerlilik şartı olan resmi şekilde düzenlenmediği için geçersizdir. Geçersiz sözleşme sebebiyle herkes verdiğini geri ister. Mahkemece bu gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken geçersiz sözleşmeyi geçerlilik tanımak suretiyle yazılı şekilde hüküm tesisi doğru değildir.

Ne var ki; mahkeme, kararını bu gerekçe ile oluşturması gerekirken yazılı gerekçe ile hüküm kurulmuş olması yerinde görülmemiştir. Hal böyle olunca mahkeme gerekçesi kaldırılarak yukarda yazılan gerekçe ile sonucu itibari ile doğru olan kararın onanmasına karar vermek gerekmiştir.

O halde; mahkemece; geçersiz sözleşme sebebiyle bedel iadesine yönelik itirazın iptaline hükmedilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile geçerli şekilde kurulmuş sözleşme gibi değerlendirilerek karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün gerekçesinin değiştirilerek onanması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan sebeplerle davalının tüm temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan sebeplerle davacının temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün gerekçesinin değiştirilerek ONANMASINA, 512.10.TL bakiye temyiz harcının temyiz eden davalıya, 3.70.TL Bakiye temyiz harcının temyiz eden davacıya yükletilmesine, 6100 Sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 Sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 20.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version