FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İRTİBATI BULUNAN ŞİRKET HAKKINDA İŞÇİLİK ALACAKLARININ TAHSİLİ AMACIYLA İDARİ YARGIDA DAVA AÇILMADAN ÖNCE YETKİLİ İDAREYE BAŞVURULMASI VE İDARECE BAŞVURUNUN KISMEN VEYA TAMAMEN REDDİNE İLİŞKİN BİR KARAR VERİLMESİNDEN SONRA DAVA AÇILMASI KURALINA UYULMASI GEREKTİĞİ

T.C.
D A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2019/428
Karar No : 2019/1770

KANUN YARARINA TEMYİZ İSTEMİNDE BULUNAN: Danıştay Başsavcılığı
DAVACI : İbrahim A.
VEKİLİ : Av. Selim Hartavi
Şairnabi Mah. Cumhuriyet Cad. 3. Alankaya Apt. Kat:1 No:1 Haliliye / ŞANLIURFA
Davalı : Maliye Bakanlığı / ANKARA
Vekili : Av. Bahar Bora Kısa -aynı yerde-

İstemin Özeti : Şanlıurfa 2.İdare Mahkemesinin 30.3.2018 tarih ve 2018/109,K:2018/344 sayılı tek hakim tarafından verilen kararının iptale ilişkin kısmının, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmektedir.

Danıştay Tetkik Hâkimi : Evrim Karamanlıoğlu

Düşüncesi : Anayasanın 2. maddesinde, Cumhuriyetimizin nitelikleri arasında “hukuk devleti” niteliğine yer verilmiş; “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir…”; “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesinde; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir….” kurallarına yer vermiştir.

Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, kanun düzenlemelerinin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu tedbirler içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuki güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya hangi hukuki müeyyidenin veya neticenin bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. (Anayasa Mahkemesi 26.12.2013 gün ve E.2013/67, K2013/164) Hukuk devletinin unsurları, doktorinde de belirlenmiş olup, bunlardan konuyla ilgili iki tanesi “hukuki güvenlik” ve “belirlilik” ilkeleridir. Bireyin devlete güven duyması, ancak hukuki güveliğin sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde mümkün olabilecektir. Anayasada öngörülen temel ve hürriyetlerin kullanılması ve insan haklarının insan hayatına egemen kılması için Devlet, bireylerin hukuka olan inançlarını ve güvenlerini korumakla yükümlüdür.

Diğer yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun gerek “idari makamların sükutu” başlıklı 10. maddesinde;” 1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.

2.Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır….” kuralına; “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesinde, “1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır…” kuralına yer verilmiştir.

İdari davaların yargılama usulü bakımından; ilgililerin idarelere yaptıkları başvuruların dava açma süresi olan 60 gün içerisinde yanıtlanmaması durumu, ilke olarak başvurunun reddi sonucunu doğurmaktadır. Aksinin, ancak yasalarla açık bir “istisna” kuralı getirildiği durumlarda kabulü olanaklıdır.

675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsaminda Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “dava ve takip usulü” başlıklı 16. maddesi ile “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine veya Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalar veya takipler bakımından özel bir dava ve takip usulü getirilmiş; bu kapsamda sahipleri yada Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda, icra ve iflas takiplerinde maddede belirtilen durumlara göre mahkemelerce husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi yada düşme kararı verileceği kurala bağlandıktan sonra maddenin 4. fıkrasında, “Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz” kuralına; maddenin göndermede bulunduğu 670 sayılı K.H.K.’nin 5. maddesinin 4. fıkrasında ise; “Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.” kuralına yer verilmiştir.

Anılan K.H.K. kuralları ile olağanüstü hal kapsamında çıkarılan K.H.K.’ler ile kapatılan kurumların borçları ve alacakları ile ilgili olarak açılmış hukuk davalarının veya başlatılmış takiplerin esasının incelenmeksizin sona erdirilmesi öngörülmüş; bu kapsamda açılmış davalar yönünden verilmiş kararlar üzerine veya doğrudan açılacak idari davalar öncesinde yetkili merci olan kurumlara başvuru koşulu getirilerek, ancak bu başvuruların reddi üzerine yargı yolu olarak idare mahkemeleri gösterilmiş, ancak İdarenin bu başvurulara karşı ne kadar süre içinde cevap vereceği, başvurunun sonuçlarını ne zaman doğruracağı yolunda bir düzenleme yapılmayarak başvurucular bakımından belirsiz bir süreç yaratılmıştır.

Bu durumda; ilgililerin anılan K.H.K. kapsamında getirilen hak düşürücü süreler içinde yetkili mercie yaptığı başvuruların; dava açma süresi içinde yanıtlanmaması durumunda, başvurunun yanıt verilmeyerek reddedildiğinin, bu kapsamda idari yargı yerleri için etkili, kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte bir olumsuz işlemin tesis edildiğinin kabulünün Anayasada güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması, mahkemeye erişim hakkının korunması ve hukuki güvenlik ilkesi gereğince İdari yargılama Usulü Kanununun 10. maddesi kapsamında bir başvuru olarak kabulü gerektiğinden kanun yararına temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Başsavcısı : Abdülkadir Atalık

Düşüncesi : Dava; 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesiyle kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketinde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğinden bahisle, ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 3. İş Mahkemesine açılan davanın, 675 sayılı KHK uyarınca reddedilmesi sonrasında yine aynı KHK uyarınca kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai, yıllık izin ücreti, resmi tatil, dini bayram ve genel hafta tatili ücretleri, asgari geçim indirimi ücretleri, son 1 aylık maaş ücreti ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin ödenmesi talebiyle davalı idareye yapılan 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.- TL işçilik alacakları ve yargılama gideri ile vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılan davada: “Dava konusu işlemin, işçilik alacaklarına yönelik kısmı yönünden iptali, yargılama gideri ve vekalet ücreti alacaklarına yönelik kısmı yönünden görev yönünden reddi, işçi alacaklarının ödenmesi istemine ilişkin olarak ise; işçilik alacakları kısmı yönünden reddi, yargılama gideri ve vekalet ücreti alacakları kısmı yönünden ise görev yönünden reddi” yolunda Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğince verilen 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararın kanun yararına incelenerek bozulması istemiyle Başsavcılığımızı bilgilendiren dilekçe üzerine konu incelendi:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesinde; idare ve vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemelerinin kesin olarak verdiği kararlar ile istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği; temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı; bu bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan merci kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı hükme bağlanmıştır.

Kanun yararına temyiz istemine konu uyuşmazlığın çözümü, ilgililer tarafından, 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi kapsamında tespite konu edilebilecek hakların verilmesi yolunda Maliye Bakanlığı veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne yapılan başvurular üzerine takip edilmesi gereken dava yolunun ne olduğu; başka bir anlatımla, uyuşmazlığın çözümünde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesinde öngörülen usulün mü, yoksa 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinde öngörülen dava ve takip usulünün mü işletilmesi gerektiğinin belirlenmesine bağlıdır.
2577 sayılı Kanunun “İdari Makamların Sükutu” başlıklı 10. maddesinde; İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevabın kesin değilse ilgilinin bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabileceği kurala bağlanmıştır.

Uyuşmazlığın dayanağını oluşturan Kanun Hükmünde Kararnamelere bakıldığında:

6749 sayılı Kanun ile değiştirilerek kabul edilen, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinin 1. fıkrasında, “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;

a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşlarının kapatıldığı belirtilmiş, KHK eki 1 sayılı listenin 34. sırasında da Şanlıurfa Özel Uzmanlar Tıp Merkezine yer verilmiştir.
7091 sayılı Kanun ile kabul edilen, 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Devir işlemlerine ilişkin tedbirler’ başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında, “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.”; 4. fıkrasında, “Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.” hükümleri yer almıştır.
7082 sayılı Kanun ile kabul edilen 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Dava ve takip usulü’ başlıklı 16. maddesinde ise, “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.

(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükümleri yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, Şanlıurfa Uzmanlar Tıp, Sağlık Hizmetleri Ticaret Limited Şirketi’nde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle 20/2/2016 tarihinde Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 2016/120 Esas sayılı dosya numarası ile işçilik alacaklarının tahsili için dava açtığı, davalı Şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nın yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 16/12/2016 tarih ve 2016/498 sayılı kararı ile 675 sayılı KHK’nın 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine, vekalet ücretine hükmedilmemesine ve davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın 24/1/2017 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, 30 günlük yasal süre içerisinde Şanlıurfa Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü’ne 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvuru dilekçesi ile başvuruda bulunularak, işçilik alacakları ile avukatlık ücreti ve yargılama giderlerinin ödenmesinin istenildiği, bu başvuruya davalı idare tarafından cevap verilmemesi üzerine davacı tarafından, zımnen ret işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.-TL işçilik alacakları, yargılama gideri ve vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğince verilen 30/3/2018 günlü ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararda özet olarak; 675 sayılı KHK kapsamındaki işçi alacaklarına ilişkin davanın çözümünün idari yargı yeri olduğu, 2577 sayılı Kanunun 10. maddesi uyarınca idareye başvuru üzerine 60 gün içinde cevap verilmeyerek zımni ret işlemi oluştuğu ve ikinci altmış gün içinde dava açıldığı; idarenin davacının işçi alacakları ile ilgili olarak esasta hakkının var olup olmadığını, var ise ne kadar olduğu konusunda değerlendirme yapıp sonucunda işlem tesis ederek cevap vermesi gerekirken herhangi bir cevap verilmeyerek tesis edilen zımnı ret işleminin iptaline karar verildiği; zımni ret işleminin iş mahkemesinde görülen davaya ilişkin yargılama gideri ve avukatlık ücretinin ödenmesi bakımından ise bunun özel hukuk hükümleri kapsamında idareye yöneltilmiş bir alacak talebi olduğu, özel hukuktan kaynaklandığı için adli yargıda görülmesi gerektiği ileri sürülerek bu kısım bakımından da görev yönünden red kararı verildiği ve kararın kesin olduğu hususunun belirtildiği görülmektedir.

Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirlerin alınması hakkında kanun hükmünde kararnameler uyarınca kapatılan ve/veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, şirket ve diğerlerinin taşınır taşınmaz her türlü mal varlıklarının aktif ve pasifi tespit edilip varsa aktiflerinin nakde çevrilmesinden sonra aktifinde bir değer bulunmasına bağlı olarak, talep sahibinin Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığının tespit edilmesi ve gerçek mal ve hizmet ilişkisine dayandığının görülmesi halinde bir takvim ve sıra dahilinde ödeme yapılabileceği kurala bağlanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla KHK’lar ile bu konuda kendilerine görev verilen idari birimlerin bu süreci tamamlamadan hak iddiasında bulunanların taleplerini karşılamasına imkan bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle Kanun Koyucunun dava sürecinin başlatılabilmesi için bu işlere mahsus olmak üzere idari merci tarafından verilecek kararın beklenilmesini bir ön koşul olarak getirdiği görülmektedir.

Bu bağlamda, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinin 1. fıkrası kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanların, öncelikle, anılan maddenin 4. fıkrası ile 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinin 4. fıkrası uyarınca ilgili idareye başvuruda bulunmaları ve başvuru üzerine ilgili idari merci tarafından bir karar verildikten sonra, verilen karar aleyhine idari yargıda dava açmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Burada idarenin kararını açıklamış olması, yargı yoluna gidebilmenin ön koşulu niteliğinde bulunmaktadır.

Bir başka anlatımla, Olağanüstü Hal KHK’larında 2577 sayılı Kanundan ayrık düzenlemeye gidilerek zımni ret müessesesine yer verilmemiştir. Bu bağlamda yukarıda yer verilen hükümlerle düzenlenmiş bir konuda, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörülmüş olan usulün işletilmesi sonucunda oluşacak zımni ret üzerine dava açılmasına olanak bulunmamaktadır.

Bakılan uyuşmazlıkta, Maliye Bakanlığı Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğüne yapılan başvurunun 60 günlük süre içerisinde cevap verilmemek suretiyle talebin zımnen reddedildiği gerekçesiyle, idarece başvuru hakkında bir karar verilmesi beklenilmeksizin davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 675 sayılı KHK’nın 16. maddesi uyarınca, idari yargıda dava açılmadan önce yetkili idareye başvurulması ve idarece başvurunun kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verilmesinden sonra dava açılması gerektiği kuralına uyulduğundan bu olayda bahsedilmesine olanak bulunmamaktadır.

Bu durumda, 675 sayılı KHK’nın 16/4 maddesi gereğince, idari yargıda dava açılabilmesi için, idareye yapılan başvurunun yetkili idari merci tarafından kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verildikten sonra dava açılması kuralına uyulmadığı için davanın esasının incelenmesine olanak bulunmadığından, 2577 sayılı Kanun’un 14/3-d ve 15/1-b maddeleri uyarınca davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, davayı esastan sonuçlandıran mahkeme kararında isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararı, 2577 sayılı Kanunun 51’inci maddesi uyarınca yürürlükteki hukuka aykırı sonucu ifade ettiğinden, kanun yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince gereği görüşüldü:

Dava; 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesiyle kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketinde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğinden bahisle, ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 3. İş Mahkemesinde açılan davanın, 675 sayılı KHK uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi sonrasında davacı tarafından aynı KHK uyarınca kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai, yıllık izin ücreti, resmi tatil, dini bayram ve genel hafta tatili ücretleri, asgari geçim indirimi ücretleri, son 1 aylık maaş ücreti ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin ödenmesi istemiyle 675 sayılı KHK’nın 16/4. maddesi uyarınca davalı idareye yapılan 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.- TL işçilik alacakları ve yargılama gideri ile vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle bu kez idare mahkemesinde açılmıştır.

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararıyla; Uyuşmazlığa konu işçilik alacaklarının ödenmesi isteminin zımnen reddine ilişkin işlem yönünden; 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen ‘idarenin kararı’ idare tarafından açık bir ret veya kabul cevabı ile tesis edilebileceği gibi herhangi bir cevap verilmeksizin zımnen ret cevabı ile de tesis edilebileceği, ilgililerin başvurusu karşısında idare tarafından, gerek açık bir cevap verilmek suretiyle gerekse de 60 gün içerisinde bir cevap verilmemek suretiyle (isteğin zımnen reddedilmesi şeklinde) bir işlem tesis edilmesi durumunda, tesis edilen bu işlemler aleyhine, 2577 sayılı Kanunun öngördüğü 60 günlük dava açma süresi içerisinde dava açılmasına olanak bulunduğu, dolayısıyla davacı tarafından işçilik alacaklarının ödenmesi istemine ilişkin olarak, ilgili Kanun Hükmünde Kararnameler uyarınca usulüne uygun olarak yapılan başvurunun; söz konusu Kanun Hükmünde Kararnamede, alacakların ödenmesi hususunda herhangi bir süre öngörülmemiş ise de, yukarıda yer verilen 2577 sayılı Kanunun 10. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, yapılan başvuruya 60 gün içerisinde bir cevap verilmemesi halinde başvuru reddedilmiş sayılacağından ve davacının ilgili KHK’lar uyarınca süresinde yaptığı başvurusuna davalı idarece, davacının dava konusu konu ettiği işçilik alacaklarına ilişkin olarak davacının esasta hakkının olup olmadığı, hakkı var ise hak ettiği tutarın ne kadar olduğu ve bu miktar alacağa hak kazanıp kazanmadığı hususunda mevzuatı uyarınca gerekli değerlendirmeler yapılıp sonucunda bir işlem tesis edilerek cevap verilmesi gerekirken herhangi bir cevap verilmemek suretiyle tesis edilen dava konusu zımnen ret işleminin, işçilik alacakları kısmı yönünden iptaline, uyuşmazlığa konu zımnen ret işleminin, daha önce İş Mahkemesinde açılan davaya ilişkin yargılama gideri ve avukatlık ücreti ödenmesi isteminin reddi yönünden; yargılama gideri ve avukatlık ücreti ödenmesi istemi özel hukuktan kaynaklanan bir istem olduğundan ve özel hukuktan kaynaklanan bu istemin davalı idarece zımnen reddedilmesi işleminin de idarenin özel hukuk kapsamında tesis ettiği işlemlerden olduğundan ve bu husustan doğacak uyuşmazlıklara ilişkin davalar adli yargı makamları önünde dava konusu yapılabileceğinden ve söz konusu bu istemin davalı idarece reddedilmesinden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü adli yargı makamlarının görevine girdiğinden dolayı dava konusu zımnen ret işleminin, yargılama gideri ve vekalet ücreti kısmı yönünden görev nedeniyle reddine, dava dilekçesinde yer verdiği işçilik alacaklarının ödenmesine karar verilmesi istemine yönelik olarak ise; söz konusu alacaklara ilişkin olarak davacının, 670 sayılı KHK’nın, “Devir işlemlerine ilişkin tedbirler” başlıklı 5. maddesinde yer verilen şartları sağlayıp sağlamadığı henüz belirli olmadığından ve davacının talep ettiği işçilik alacaklarına ilişkin ödemeye ancak bu madde de yer verilen şartları sağlaması durumunda hak kazanacağı bu şartları sağlamadığı durumda ise bu ödemelere hak kazanamayacağı anlaşıldığından ve idare tarafından da bu hususa ilişkin olarak davacının esasta hakkının olup olmadığı, hakkı var ise hakettiği tutarın ne kadar olduğuna ilişkin bir kararın söz konusu olmadığı ve bu hususların da idare tarafından yapılacak inceleme ile ortaya konulacak olmasından aynı zamanda idare tarafından da halen incelemelerin devam ettiğinin belirtilmesinden dolayı bu aşamada söz konusu şartları sağlayıp sağlamadığı belirli olmayan davacının, işçilik alacaklarının faiziyle birlikte ödenmesi isteminin reddine kesin olarak karar verilmiştir.

Danıştay Başsavcılığı tarafından, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı tek hakim tarafından kesin olarak verilen kararının 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Dava ve takip usulü’ başlıklı 16. maddesin 4.maddesindeki açık hükme rağmen, başvurunun İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesi kapsamında görülerek karar verilmesinin 2577 sayılı Kanunun 51’inci maddesi uyarınca yürürlükteki hukuka aykırı sonucu ifade ettiği ileri sürülerek, işlemin iptaline ilişkin hüküm fıkrasının kanun yararına bozulması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Kanun Yararına Bozma” başlıklı 51. maddesinde, Bölge İdare Mahkemesi kararları ile İdare ve Vergi Mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili Bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı, bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı, bozma kararının bir örneğinin ilgili Bakanlığa gönderileceği ve Resmi Gazete’de yayımlanacağı hükme bağlanmıştır.
2577 sayılı Kanunun “İdari Makamların Sükutu” başlıklı 10. maddesinde; İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevabın kesin değilse ilgilinin bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabileceği kurala bağlanmıştır.

6749 sayılı Kanun ile değiştirilerek kabul edilen, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinin 1. fıkrasında, “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;

a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşlarının kapatıldığı belirtilmiş, KHK eki 1 sayılı listenin 34. sırasında da Şanlıurfa Özel Uzmanlar Tıp Merkezine yer verilmiştir.
7091 sayılı Kanun ile kabul edilen, 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Devir işlemlerine ilişkin tedbirler’ başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında, “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.”; 4. fıkrasında, “Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.” hükümleri yer almıştır.
7082 sayılı Kanun ile kabul edilen 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Dava ve takip usulü’ başlıklı 16. maddesinde ise, “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükümleri yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, Şanlıurfa Uzmanlar Tıp, Sağlık Hizmetleri Ticaret Limited Şirketi’nde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle 20/2/2016 tarihinde Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 2016/120 Esas sayılı dosya numarası ile işçilik alacaklarının tahsili için anılan şirket aleyhine dava açtığı, davalı şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nın yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 16/12/2016 tarih ve 2016/498 sayılı kararı ile 675 sayılı KHK’nın 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine, vekalet ücretine hükmedilmemesine ve davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın 24/1/2017 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, 30 günlük yasal süre içerisinde Şanlıurfa Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü’ne 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvuru dilekçesi ile işçilik alacakları ile avukatlık ücreti ve yargılama giderlerinin ödenmesinin istenildiği, bu başvuruya davalı idare tarafından cevap verilmemesi üzerine davacı tarafından, zımnen ret işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.-TL işçilik alacakları, yargılama gideri ve vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle incelenen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin tek hakim kararına yönelik kanun yararına temyiz isteminin gerekçesini, 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 16/4. maddesinin açık hükmü karşısında, ilgililerin başvuru üzerine İdarece verilecek olumsuz kesin cevap üzerine dava açabileceği, İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesinde yer verilen başvurudan sonra geçen 60 günlük zımni ret müessesinin düzenlendiği İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesinin bu uyuşmazlıklarda uygulanamayacağı oluşturmaktadır.

Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirlerin alınması hakkında kanun hükmünde kararnameler uyarınca kapatılan ve/veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, şirket ve diğerlerinin taşınır taşınmaz her türlü mal varlıklarının aktif ve pasifi tespit edilip varsa aktiflerinin nakde çevrilmesinden sonra aktifinde bir değer bulunmasına bağlı olarak, talep sahibinin Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığının tespit edilmesi ve gerçek mal ve hizmet ilişkisine dayandığının görülmesi halinde, bir takvim ve sıra dahilinde ödeme yapılabileceği kurala bağlanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla KHK’lar ile bu konuda kendilerine görev verilen idari birimlerin bu süreci tamamlamadan hak iddiasında bulunanların taleplerini karşılamasına imkan bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle bu tür hak iddialarına ilişkin dava sürecinin başlatılabilmesi için Kanun koyucu bu işlere mahsus olmak üzere yetkili idari merciler tarafından verilecek cevabın beklenilmesini bir ön koşul olarak getirdiği görülmektedir.
Bu bağlamda, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinin 1. fıkrası kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanların, öncelikle, anılan maddenin 4. fıkrası ile 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinin 4. fıkrası uyarınca ilgili idareye başvuruda bulunmaları ve başvuru üzerine ilgili idari merci tarafından bir karar verildikten sonra, verilen karar aleyhine idari yargıda dava açmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Burada idarenin kararını açıklamış olması, yargı yoluna gidebilmenin ön koşulu niteliğinde bulunmaktadır.

Bir başka anlatımla, Olağanüstü Hal KHK’larında idareye yazılı başvurularda 2577 sayılı Kanundan ayrık düzenlemeye gidilerek zımni ret müessesesine yer verilmemiştir. Bu bağlamda yukarıda yer verilen özel hükümlerle açıkça düzenlenmiş bir konuda, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörülmüş olan usulün işletilmesi sonucunda oluşacak zımni ret üzerine dava açılmasına olanak bulunmamaktadır.

Bakılan uyuşmazlıkta, davacı tarafından Maliye Bakanlığı Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğüne yapılan başvurunun 60 günlük süre içerisinde cevap verilmemek suretiyle talebin zımnen reddedildiği gerekçesiyle, idarece başvuru hakkında bir karar verilmesi beklenilmeksizin davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 675 sayılı KHK’nın 16. maddesi uyarınca, idari yargıda dava açılmadan önce yetkili idareye başvurulması ve idarece başvurunun kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verilmesinden sonra dava açılması gerektiği kuralına uyulmamıştır.
Bu durumda, 675 sayılı KHK’nın 16/4 maddesi gereğince, idari yargıda dava açılabilmesi için, idareye yapılan başvuru hakkında yetkili idari merci tarafından kısmen veya tamamen ret yönünde bir karar verildikten sonra dava açılması kuralına uyulmadığı için, davanın esasının incelenmesine olanak bulunmadığından, 2577 sayılı Kanun’un 14/3-d ve 15/1-b maddeleri uyarınca davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, davayı esastan sonuçlandıran mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulüne, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı tek hakim kararının iptale ilişkin kısmının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın birer örneğinin İlgili Bakanlık olan Maliye Bakanlığı ile Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesine ve kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasına, 07/03/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BELİRSİZ ALACAK DAVASI- HUKUKİ YARAR YOKLUĞU NEDENİYLE USULDEN RED ZAMANAŞIMINI KESEN BİR NEDEN OLARAK KABUL EDİLEMEZ- ZAMANAŞIMI SÜRESİ DOLDUKTAN SONRA AÇILAN EK DAVANIN REDDİ GEREKİR

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/15434
KARAR:2018/25756

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : … 6. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ   : SENDİKA KANUNLARINDAN KAYNAKLANAN
MAHKEMESİ : … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, kapanan … Belediye Başkanlığı’nın aidat borçları nedeniyle … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/15 esas sırasında ve kapanan … Belediye Başkanlığı’nın borçları nedeniyle de … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/16 esas sırasında kayıtlı belirsiz alacak davalarını açtıklarını ancak mahkemenin hukuki yarar yokluğundan davayı reddettiğini, bu arada … ve … Belediye Başkanlıklarının 6360 sayılı kanun hükümleri çerçevesinde kapandığını, tüm hak ve borçların davalı kuruma geçtiğini, kapanan belediyelerin aylık toplamlar halinde çizelgelerinin ilgili dosyalarda yer aldığını, davalı kurumun faiz de dahil olmak üzere, takip tarihi itibariyle toplam borcunun 51.278,75 TL olduğunu, davalı tarafın borcu olmadığına dair itirazının hiçbir haklı gerekçesi olmadığını ileri sürerek … İcra Müdürlüğü’ nün 2015/16 sayılı icra takibine yapılan itirazın iptali ile %20 den aşağı olmamak üzere icra- inkar tazminatı ve yargılama giderlerinin davalı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

İstinaf Başvurusu: İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı davalı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti : Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Temyiz:Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı davalı vekili temyiz kanun yoluna başvurmuştur.

Gerekçe:Dava, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 18. maddesi ile mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 61. maddesi kapsamında, sendika üyelik ve dayanışma aidat alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

6356 sayılı Kanun’un 18. maddesinin ikinci fıkrasına göre “Üyelik ve dayanışma aidatları, yetkili işçi sendikasının işverene yazılı başvurusu üzerine, işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili sendikaya ödenir.” Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre de “Yukarıdaki hükümlere göre ödenmesi gereken aidatı kesmeyen veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili işçi sendikasına ödemeyen işveren, bildirim şartı aranmaksızın aidat miktarını bankalarca İşletme kredilerine uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödemekle yükümlüdür.”

Mülga 2821 sayılı Kanun’un 61. maddesinin birinci fıkrasına göre ise “İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu gereğince sendikaya ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur.” Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ise “Yukarıdaki fıkra gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır.”

Belirtilen kanuni düzenlemelere göre, bir işyerinde veya işletmede toplu iş sözleşmesi yapmak için yetki belgesi alan işçi sendikasının, yetki belgesine konu işyeri veya işletmede çalışan üyesi işçilerin listesini ve sendika tüzüğüne göre üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını işverene bildirmesi ve bu listeye göre üyelik aidatının kesilmesini ve sendikaya ödenmesini istemesi gerekir.

Bu genel açıklamalar ışığında temyiz itirazlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Zamanaşımı, alacak hakkının belirli bir süre kullanılmaması sebebiyle dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve alacağın dava edilebilme özelliğini ortadan kaldırır.

Diğer taraftan sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları dönemsel özellik gösteren borçlardandır. Kanunda belirtilen şartların yerine getirilmiş olması şartıyla toplu iş sözleşmesinde aidat borcunun ödenme zamanına ilişkin hüküm mevcut ise bu hüküm uyarınca üyelik ve dayanışma aidatı borçlarının ödenme zamanı ve temerrüt tarihi belirlenmektedir. Bu itibarla, sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları yönünden zamanaşımı süresi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126. maddesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 147. maddesinin birinci bendi gereğince beş yıldır.

Somut uyuşmazlıkta, davacı sendika tarafından kapanan her iki belediye aleyhine belirsiz alacak davası niteliğinde açılan davalar mahkemece hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmiş ve daha sonra davacı sendika tarafından temyiz konusu işbu dava açılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava dilekçesinin davalıya tebliği sonrasında kanuni süresinde davaya karşı zamanaşımı defi ileri sürülmesine karşın mahkemece bu hususun dikkate alınmaması doğru olmamıştır.
Bu noktada Bölge Adliye Mahkemesi kararında yer alan, somut olayda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 158. maddesinin uygulanması gerektiği hususu değerlendirilmelidir. TBK’nun 158. maddesine göre “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.”

Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinde, eldeki davanın daha önce belirsiz alacak davası olarak açılması ve usulden reddedilmesi nedeniyle, bu durumun TBK’nun 158. maddesinde yer alan “davanın düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması nedeniyle reddedilmesi” ifadesi kapsamında değerlendirilecek bir husus olduğu belirtilmiştir.

Davacı sendika tarafından belirsiz alacak davası niteliğinde açılan ilk davalar, hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilmiştir. Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 E.K. sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir. Bu itibarla, davacı sendika tarafından daha önce açılan ve hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilen davalar, zamanaşımını kesen bir nitelik arz etmez ve ayrıca TBK’nun 158. maddesinin uygulanmasına da cevaz vermez.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında, ilk derece mahkemesi tarafından, davalının süresinde verdiği cevap dilekçesi ile zamanaşımı defini ileri sürdüğü gözetilerek, takip tarihi olan 06.04.2015 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süreye göre alacakların ve işlemiş faizin belirlenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.

Anılan hususlar gözetilmeksizin, eksik inceleme sonucunda ilk derece mahkemesince yazılı şekilde hüküm tesisi ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddi kararı hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç:Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılarak İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 29.11.2018 tarihinde oybirliğiyle olarak karar verildi.

İCRA TAKİBİNDEN ÖNCE ALACAKLIYA YAPILAN ÖDEME- İCRA EMRİNİN İPTALİ-HESAPTAN PARA ÇEKİLMEMİŞ İSE İCRA TAKİBİ YAPMAKTA HAKLI OLDUĞU VE BU DURUMDA DA ASIL ALACAĞA FAİZ VEKALET ÜCRETİ VE İCRA MASRAFI YÜRÜTÜLEBİLECEĞİ

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
Esas: 2014/15142
Karar: 2015/18936
Tarih: 22.10.2015

ÖZET : Borçlu, itiraz dilekçesinde takip açılmadan önce alacaklının hesabına yapılan ödemelerin dikkate alınmamış olması sebebi ile yapılan ödemelerin yeniden hesaplanarak yeni bir icra emri düzenlenmesine karar verilmesini istemiş olup alacaklı ise yapılan ödemelerin bir kısmında açıkça takip konusu borca ilişkin olduğuna yönelik açıklamanın bulunmadığını, kısım kısım ödemeler şeklinde şirket hesabına aktarıldığına ilişkin bilgilerin taraflarınca bilinmesinin mümkün olmadığını bildirip yapılan ödemelerin şirket hesabından yetkili kişilerce çekilip çekilmediğinin araştırılmasını talep etmiştir. Bu durumda alacaklı vekilinin beyanında belirttiği üzere şirket hesabı ile ilgili banka hesap hareketlerine ilişkin ekstrelerin istenerek, dekontlara uyan ödemelerin hesaptan çekilip çekilmediği hususu araştırılarak takipten önce hesaptan para çekildiğinin anlaşılması durumunda icra takibi yapılmasının haklı olmadığı, hesaptan para çekilmemiş ise icra takibi yapmakta haklı olduğu ve bu durumda da asıl alacağa faiz, vekalet ücreti ve icra masrafı yürütülebileceği düşünülerek gerektiğinde bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir. Mahkemece; icra dosyasına mahsuben şerhi taşımayan belgelerle yapılan ödemelerin inkar edildiği kabul edilerek sonuca gidilmesi doğru değildir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Borçlu vekili İcra Mahkemesi’ne başvurusunda, müvekkili aleyhine başlatılan takipte icra emrinin 02.05.2012 tarihinde tebliğ edildiğini, 10.06.2011 tarihinde 5.000,00 TL, 01.07.2011 tarihinde 5.000,00 TL ve 21.03.2012 tarihinde ise 7.050,00 TL’nin alacaklının hesabına havale edilmesine rağmen ödemeler dikkate alınmadan icra emrinin tanzim edildiğini belirterek icra emrinin iptali ile yapılan ödemeler hesaplanarak yeni bir icra emri düzenlenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece; dosyaya sunulan banka dekontlarından sadece 21.03.2012 tarihli “E. K. İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi 2011/81” açıklama şerhli 7.050,00 TL ödemenin takibe konu borçla ilgili olduğu, 7.050,00 TL’nin mahsubu ile 8.262,33 TL bakiye tazminat alacağının bulunduğu ve İzmir 11. İcra Müdürlüğü’nün 2012/5055 Esas sayılı dosyasında çıkartılan icra emrinin dayanak İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2009/153 Esas, 2011/81 Karar Sayılı ilamına uygun olarak düzenlenmediği gerekçeleriyle itirazın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İİK’nun 33/1. maddesinde; icra emrinin tebliği üzerine borçlu yedi gün içinde dilekçe ile icra mahkemesine başvurarak borcun zamanaşımına uğradığı veya imhal veya itfa edildiği itirazında bulunabilir. İtfa veya imhal iddiası yetkili mercilerce re’sen yapılmış veya usulüne göre tasdik edilmiş yahut icra dairesinde veya icra mahkemesinde veya mahkeme önünde ikrar olunmuş senetle tevsik edildiği takdirde icranın geri bırakılmasına karar verileceği hükmü düzenlenmiştir.

Somut olayda; icra takibinin dayanağı İzmir 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 24.11.2011 gün ve 2009/153 Esas, 2011/181 Karar sayılı tazminat ilamında 10.000 TL tazminat ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin tahsiline karar verilmiştir. Borçlu icra emrinin tebliği üzerine icra mahkemesine başvurusunda bu ilama yönelik 10.06.2011 tarihinde 5.000,00 TL, 01.07.2011 tarihinde 5.000,00 TL ve 21.03.2012 tarihinde ise 7.050,00 TL ödeme yaptığını, bu nedenle borcu bulunmadığından icra emrinin iptalini talep etmiştir.

Alacaklı vekili cevap dilekçesinde, yapılan ödemelerin bir kısmında açıkça takip konusu borca ilişkin olduğuna yönelik açıklamanın bulunmadığını, kısım kısım ödemeler şeklinde şirket hesabına aktarıldığına ilişkin bilgilerin taraflarınca bilinmesinin mümkün olmadığını bildirip yapılan ödemelerin şirket hesabından yetkili kişilerce çekilip çekilmediğinin araştırılmasını talep etmiştir.

Bu durumda alacaklı vekilinin beyanında belirttiği üzere şirket hesabı ile ilgili banka hesap hareketlerine ilişkin ekstrelerin istenerek, dekontlara uyan ödemelerin hesaptan çekilip çekilmediği hususu araştırılarak takipten önce hesaptan para çekildiğinin anlaşılması durumunda icra takibi yapılmasının haklı olmadığı, hesaptan para çekilmemiş ise icra takibi yapmakta haklı olduğu ve bu durumda da asıl alacağa faiz, vekalet ücreti ve icra masrafı yürütülebileceği düşünülerek (6098 sayılı T.B.K’nun 100. maddesi de göz önünde bulundurularak) gerektiğinde bilirkişiden ek rapor alınmak suretiyle oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir.

Mahkemece; icra dosyasına mahsuben şerhi taşımayan belgelerle yapılan ödemelerin inkar edildiği kabul edilerek yazılı şekilde sonuca gidilmesi doğru değildir.

SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m. 297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 25,20 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 22.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İMZAYA İTİRAZ -FOTOKOPİ ÜZERİNDEN İNCELEME- ÖDEME YASAĞI KONULAN ÇEK-

T.C.
ADANA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
10. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2018/1859
KARAR NO : 2019/813

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : DÖRTYOL İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/02/2018
NUMARASI : 2016/228 Esas 2018/24 Karar

DAVACI : E. YAPI SİSTEMLERİ PLASTİK DEMİR DOĞRAMA İMALAT SANAYİ VE TİCARET LTD.ŞTİ.
DAVALI : ABDULLAH .P. Haliliye/ ŞANLIURFA
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
İLİŞKİLİ KİŞİ : R. E.
DAVANIN KONUSU : İmzaya İtiraz
KARAR TARİHİ : 16/05/2019
KARAR YAZIM TARİHİ : 16/05/2019

Dörtyol İcra Hukuk Mahkemesi’nin 21/02/2018 tarih, 2016/228 Esas ve 2018/24 Karar sayılı mahkeme kararının süresi içinde istinaf yolu ile tetkiki davalı vekili tarafından istenmesi üzerine dosya dairemize gönderilmekle dava dosyası için düzenlenen inceleme raporu dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Dörtyol İcra Müdürlüğü’nün 2016/9766 Esas sayılı dosyası ile başlatılan icra takibinde; takip dayanağı çekin müvekkili tarafından kaybedilmesi üzerine Dörtyol 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2016/378 Esas sayılı dosyası ile çek iptali davası açıldığını, bu dosyada %15 teminat karşılığında tedbir kararı alındığını, çek üzerindeki imzanın müvekkiline ait olmadığını, borçlu olmadığı halde müvekkili aleyhine başlatılan takipte davalının kötü niyetli olduğunu, bu nedenlerle davanın kabulü ile takibin durdurulmasına yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine, %20’den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatı ile davalı aleyhine %10 para cezasına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davaya cevap dilekçesinde özetle; Dava konusu çekin dava dışı Ergün Yapı…..A.Ş. Tarafından müvekkili Abdullah P.a ciro edilerek verildiğini, dava konusu çekin 01/01/2016 tarihinde TÜRKİYE FİNANS KATILIM BANKASI A.Ş Karaköprü şubesine ibraz edildiğini, ancak 3 Asliye Hukuk Mahkemesi 2016/378 Esas sayılı dosyasından ÖDEME YASAĞI konulduğundan dolayı çek bedelinin ödenmediğini, davacı şirketin dava konusu bu çekten dolayı ödeme yapması üzerine, davacı borçlu hakkında 02/09/2016 tarihinde icra takibine geçildiğini, itirazının süre yönünden reddinin değerlendirilmesi gerektiğini, çekin ön yüzünde şirket ünvanının bulunduğu alandaki imza ile keşide tarihi üzerinde yer alan imzaların aynı kişiye ait olduğunun anlaşılacağını, davacı şirket ile dava dışı G…. A.Ş nin işyerlerinin aynı olduğunu, bu nedenle bu şirketlerin aynı şahsa ait olma ihtimalinin yüksek olduğunu, adı geçen şirketlerin ortak çalıştığı veya ortaklarının kötü niyetli olarak şirkete ait çekleri müşterek olarak farklı kişilere imzalatarak alacaklıları mağdur ettiğini, davacı şirket yetkililerinin incelemeye elverişli imzalarının alınarak inceleme yapılması gerektiğini, davalının iyineyiteli olduğunu belirterek davacı borçlunun imzaya itirazını reddi ile davacı aleyhine %10 para cezasına ve %20 den az olmamak üzere tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece; açılan davanın KABULÜ ile Dörtyol İcra Müdürlüğü’nün 2016/9666 esas sayılı takip dosyasında davacı borçlu ERGÜN Ltd. Şti. yönünden yürütülen icra takibinin DURDURULMASINA, asıl alacak olan 15.600,00-TL’nin %20’si oranında icra tazminatının davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE, asıl alacağın %10’u olan 1.560,00-TL para cezasının davalıdan alınarak HAZİNEYE İRAT KAYDINA, karar verilmiştir.

İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Yerel mahkeme tarafından iyi niyetli müvekkili aleyhine takip konusu alacağın %20’si oranında kötü niyet tazminatı ile %10 oranında para cezasına hükmedilmesinin yasaya aykırı olduğunu, Adli Tıp Kurumu raporunun eksik incelemeye dayalı olduğunu, yerel mahkeme tarafından talep edilen imza örnekleri yeterince toplanmadan Adli Tıp Kurumu’na tevdii edildiğini, davacı şirketçe ödemesi yapılan yakın tarihli çek örneklerinin dosya arasına alınmadan dosyanın Adli Tıp Kurumu’na gönderilerek imza incelemesi yapıldığını, 28/11/2017 tarihli raporda 08/03/2016 tarihli imza sirküleri fotokopisi olduğu açıkça belirtildiği ve fotokopi üzerinden imza incelemesi yapılmasının mümkün olmadığını, bu nedenlerle söz konusu belge asıllarının bankalardan,noterliklerden ve seçim kurullarından temin edilerek Üniversitelerin Grafoloji Araştırma ve Uygulama dalından seçilecek uzman bilirkişi aracılığıyla imza incelemesi yapılması yönünde bilirkişi raporuna itiraz etmiş olmalarına rağmen bu taleplerininde reddedildiğini, dava konusu çekin 05/05/2016 tarihinde Sürat Kargo aracılığıyla müvekkiline gönderildiğini ve 05/05/2016 tarihinde Ergün Yapı…. Şti’nin yetkili müdürü Rüstem Ergünbaş isimli şahıs olduğundan imza incelemesinin bu şahsın imza örneklerinin alınarak yapılması gerekirken yerel mahkemece Vedat E. isimli şahsın imza örnekleriyle yetinilerek inceleme yapıldığını beyan ederek yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; alacaklı olduğunu iddia eden davalının dava konusu çekte ilk ciranta, müvekkili şirketin ise lehtar olduğunu, davalının çeki alırken imzanın müvekkili şirket tarafından atılıp atılmadığını bilebilecek durumda olduğunu İİK 170/4 maddesine göre tazminata hükmedilmesinin usul ve yasaya uygun olduğunu, davalının çekin kargo ile gönderildiğine yönelik iddiasını kabul etmemekle birlikte, davalının iddia ettiği gibi 05/05/2016 tarihinde de şirket yetkilisinin Rüstem E. olmadığını, bu nedenle davalının aksi yöndeki iddialarının hukuka uygun olmadığını, yerel mahkemenin gerekçeli kararında yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfetinin, takip başlatan ve imzanın borçluya ait olduğun iddia eden alacalıya ait olduğunu, bilirkişi raporunun yeterli miktarda mukayeseye yarar evrak üzerinden yapıldığını, davalı tarafından kesin süre verilmesine rağmen bildirmediği evrakları, süresinden sonra bildirdiğini, bu nedenle iddia ettiği dava dışı çeklerin dosya arasına alınmadığını, bu nedenlerle davacı tarafın istinaf talebinin reddi ile yerel mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

GEREKÇE: Uyuşmazlık kambiyo senetlerine mahsus takipte imzaya itiraz niteliğindedir.
Dörtyol İcra Müdürlüğü’nün 2016/9766 Esas sayılı dosyası ile başlatılan icra takibinde; davacı vekilinin çek üzerindeki imzanın müvekkiline ait olmadığını, müvekkili aleyhine borçlu olmadığı halde başlatılan takipte davalının kötü niyetli olduğunu, bu nedenlerle davanın kabulü ile takibin durdurulmasına yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine, %20’den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatı ile davalı aleyhine %10 para cezasına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiş; ilk derece mahkemesince, çekin keşide tarihinde şirket yetkilisinin Vedat E. olduğu, imza örneklerinin getirtildiği, Adli Tıp Kurumu’nun çekte bulunan imzanın Vedat Ergünbaş’a ait olup olmadığı konusunda tespit yapamadığı bu nedenle ispat külfeti kendisine düşen alacaklının imzanın davacıya ait olduğunu ispat edemediği gerekçesiyle davanın kabulü ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmiş; davalı vekilince; kötü niyet olmadığından tazminata hükmedilemeyeceği, imza incelemesine esas ATK raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığı, fotokopi üzerinden imza incelemesi yapılamayacağı, bilirkişi incelemesine itirazlarının dikkate alınmadığı gerekçeleriyle istinaf yoluna başvurdukları anlaşılmıştır.
12.HD’nin 26/05/2016 gün, 2016/1258 Esas, 2016/14890 sayılı kararında da belirtildiği üzere, imzanın borçlu eli ürünü olup olmadığı hususunda net bir görüş bildirmeyen rapor hükme esas alınarak itirazın kabulüne karar verilemez. Somut olayda Adli Tıp Kurumundan alınan raporda, inceleme konusu çekin 1. ciro imzası ile Vedat E.’ın mukayese imzaları arasında biçimsel farklılıklar görülmekle birlikte; söz konusu imzanın basit tersimli, taklidi kolay imza olması nedeniyle Vedat Ergünbaş eli ürünü olup olmadığının tespit edilemediğinin belirtildiği; davalı vekilinin bilirkişi raporuna itirazında, üniversitelerin grafoloji araştırma ve uygulama biriminden seçilecek uzman bilirkişi aracılığıyla imza incelemesi yapılması talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan, Kırıkhan Ticaret Sicil Müdürlüğünün 08/12/2016 tarihli müzekkere cevabına göre 18/05/21010 tarihinden yazışma tarihine kadar şirket müdürünün Rüstem E. olduğu; 26/01/2017 günlü müzekkere cevabında ise 04/03/2016 tarihinden yazışma tarihine kadar şirket müdürünün Vedat E. olduğu belirtildiğinden, müzekkere cevaplarındaki çelişkiler gözetilerek, çekin keşide edildiği tarihte borçlu şirket adına çek düzenlemeye yetkili temsilcinin kim yada kimler olduğu hususu kesin bir biçimde belirlendikten sonra imza incelemesi yaptırılması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesis edilmesinin isabetsiz olduğu, bu durumda yargılama işlemlerinin eksik bırakıldığı anlaşıldığından davalı alacaklı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK m. 353/1-a-6 bendi gereğince kaldırılması yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda deliller toplandıktan sonra oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nun 353-(1)-a-6 maddesi uyarınca KABULÜ ile Dörtyol İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2016/228 Esas 2018/24 sayılı kararının KALDIRILMASINA,
2-Davanın esası hakkında yeniden karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-Peşin alınan istinaf karar harcının talebi halinde yatıran tarafa İADESİNE,
4-İstinaf kanun yolu giderlerinin İlk Derece Mahkemesince yeniden kurulacak esasa ilişkin hükümde GÖZETİLMESİNE,
5-Kararın yerel mahkemesince taraflara TEBLİĞİNE,
Dair dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda KESİN olmak üzere 16/05/2019 tarihinde karar verildi.

Başkan
33364

Üye
42161

Üye
107591

Katip
142501
¸

İŞ KAZASININ GERÇEKLEŞMESİNDE YÜZDE YÜZ KAÇINILMAZLIĞIN ETKİLİ OLMASI NEDENİYLE NİMET VE KÜLFET DENGESİNİN SAĞLANMASI AÇISINDAN KAÇINILMAZLIĞIN YÜZDE ALTMIŞININ İŞVERENE YÜKLENMESİ

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/115
K. 2017/2948
T. 10.4.2017

ÖZET : Dava, iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahibi yakınları olan eş, anne ve babasının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir. Somut olayda iş kazasının gerçekleşmesinde % 100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu tesbit edildiğine göre yasal ilkeler göz önünde bulundurularak, özellikle nimet ve külfet dengesinin sağlanması açısından kaçınılmazlığın % 60’ı davalı işverene yüklenmek suretiyle davalı işverenin sorumluluğunun belirlenmesi gerekirken, davalının kaçınılmazlığın %50’si oranında sorumluluğunu doğuracak şekilde ve olayda uygulanma ihtimali bulunmayan hakkaniyet indirimine yönelik hukuki düzenlemeye atıfla, davalı işverenin sorumluluğu hafifletilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 55. maddesinde yer alan “kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemelerin zarar veya tazminattan indirilemeyeceği” düzenlemesi dikkate alındığında iş kazasının gerçekleşmesinde %100 oranında kaçınılmazlık faktörünün etkili olması sebebiyle davacı eş ve anneye bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin rücuya kabil olmaması sebebiyle tazminat alacağından indirilmesinin mümkün olmadığı gözetilmeden, bağlanan gelirin tazminat alacağından indirilmek suretiyle karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur. Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de; hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir. Davacı eş için takdir edilen manevi tazminat ile davacı anne ve babanın her biri için takdir edilen manevi tazminatın az olduğu açıktır. Öte yandan “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer” şeklindeki düzenlenme karşısında iş kazası sebebiyle takdir edilen tazminat alacakları için davalı şirketin daha önce temerrüde düşürüldüğünün ispat edilememiş olması sebebiyle sigorta şirketinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması gerekirken; kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması sonucunu doğuracak şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davacı ve davalılardan … Sigorta A.Ş. vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

KARAR : 1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici nedenlere göre, Davacıların ve Davalı A.Ş.’nin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,

2-) Dava, iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahibi yakınları olan eş, anne ve babasının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece davacı eş lehine 18.870,33 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminatın, davacı anne ve baba lehine ise 7.500 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 16.01.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ve sigorta şirketi yönünden poliçe limitleri ile sınırlı olmak üzere müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılara verilmesine, davacı anne ve babanın maddi tazminat talebinin ise reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacıların desteği sigortalı …’ın davalı … Ür. San İhr. A.Ş.’de kamyon şoförü olarak çalışırken, 16.01.2007 tarihinde …’dan yüklediği kumaşları …’a götürdüğü esnada bölünmüş karayolunda hareket halinde iken, sol ön lastiğin patlaması neticesinde meydana gelen tek taraflı trafik kazası neticesinde vefat ettiği, olayın Kurum tarafından iş kazası olarak kabul edildiği, itibar olunan kusur raporuna göre olayın gerçekleşmesinde %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu, mahkemece %100 kusur üzerinden ve davacı eş ve anne için bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri davacıların maddi tazminat istemlerinden tenzil edilmek suretiyle yapılan hesabın hükme esas alındığı ve gerekçede işaret olunduğu şekilde tazminat alacaklarından %50 oranında hakkaniyet indirimi yapılarak maddi tazminatlar hakkında karar verildiği anlaşılmaktadır.

Kaçınılmazlık, hukuksal ve teknik anlamda, fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder.

Bir olayın tamamen kaçınılmazlık sonucu meydana geldiğinin saptanması halinde hakim, işverenin sorumluluğunu, Borçlar Kanunu’nun 43. maddesini gözönünde tutarak hakkaniyet ölçüsünde saptamalıdır. Her iki taraf yönünden % 50’şer sorumluluğun paylaştırılması ilk bakışta uygun görünebilirse de, işçi-işveren arasındaki bu tür davalarda tarafların ekonomik ve sosyal durumlarının göz önünde bulundurulması halinde; işverene biraz daha fazla sorumluluk verilmesi; sosyal hukuk devleti ilkesi gereği düşünülebilir. Yargıtay’ın yerleşik uygulaması da bu yöndedir. Somut olayda iş kazasının gerçekleşmesinde % 100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu tesbit edildiğine göre yukarda söz edilen ilkeler göz önünde bulundurularak, özellikle nimet ve külfet dengesinin sağlanması açısından kaçınılmazlığın % 60’ı davalı işverene yüklenmek suretiyle davalı işverenin sorumluluğu belirlenmesi gerekirken, davalının kaçınılmazlığın %50’si oranında sorumluluğunu doğuracak şekilde ve olayda uygulanma ihtimali bulunmayan hakkaniyet indirimine yönelik hukuki düzenlemeye atıfla, davalı işverenin sorumluluğu hafifletilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6101 Sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 2. maddesine göre “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlaka dair kuralları, gerçekleştirildikleri tarihe bakılmaksızın bütün fiil ve işlemlere uygulanır” Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri, Kurumca bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin ve geçici işgöremezlik ödeneklerinin hesaplanan zarardan indirilmesi, Kurumun rücu hakkının korunması ve mükerrer ödemeyi önleme ilkesine dayandığından, kamu düzenine dair olarak kabul edilmiştir. Kaldı ki, 6098 Sayılı Kanun’un 55. maddesi de emredici bir hükme yer verdiğinden gerçekleştiği tarihe bakılmaksızın tüm fiil ve işlemlere uygulanmalıdır.

Bu açıklamalara göre 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 55.maddesinde yer alan “kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemelerin zarar veya tazminattan indirilemeyeceği” düzenlemesi dikkate alındığında iş kazasının gerçekleşmesinde %100 oranında kaçınılmazlık faktörünün etkili olması sebebiyle davacı eş ve anneye bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin rücuya kabil olmaması sebebiyle tazminat alacağından indirilmesinin mümkün olmadığı gözetilmeden, bağlanan gelirin tazminat alacağından indirilmek suretiyle karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

3-) Manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde, Gerek mülga B.K’nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 Sayılı T.B.K’nun 56. maddesi hükmüne göre Hakim, ölenin yakınlarına manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebilir. Hakimin manevi zarar adı ile ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna dair zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin Duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 tarihli ve 7/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de; hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir.

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23.6.2004, 13/291-370)

Bu ilkeler gözetildiğinde, davacı eş için takdir edilen 10.000 TL manevi tazminat ile davacı anne ve babanın her biri için takdir edilen 7.500 TL manevi tazminatın az olduğu açıktır.

4-)Gerek olay tarihinde yürürlükte bulunan Mülga 818 Sayılı BK’nun 101.maddesinde gerekse karar tarihinde yürürlükte bulunan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 117.maddesindeki düzenlemeye göre ”Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer” şeklindeki düzenlenme karşısında iş kazası sebebiyle takdir edilen tazminat alacakları için davalı … şirketinin daha önce temerrüde düşürüldüğünün ispat edilememiş olması sebebiyle sigorta şirketinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması gerekirken; kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması sonucunu doğuracak şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, Davacıların ve Davalı A.Ş’nin bu yöne dair temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde temyiz eden davacı ve davalı A.Ş’ne iadesine, 10.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KADASTRO ESNASINDA HARİCEN SATIŞA VERİLEN MUVAFAKAT BEYANI- MURİS MUVAZAASI TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C
YARGITAY
1.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2014/8196
KARAR NO: 2014/12765

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ: DİYARBAKIR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 28/11/2013

NUMARASI : 2011/112-2013/929

Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, duruşma isteği değerden reddedilip, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, isteğine ilişkindir.

Mahkemece, dava konusu taşınmazların davalı taraf adına kadastro tespiti ile tescil edildiği, davacılar murislerinin kadastro esnasında tespite muvafakat ettikleri gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazların Eylül 1288 tarihli tapu kayıtlarıyla kök muris Halil oğlu Fettah adına tapuda kayıtlı iken, 30.7.1970 tarihinde tapulama çalışmaları esnasında, miras bırakan Halil oğlu Fettah’ın ölümü ile mirasçıları olarak eşi Emine, çocukları Fatma. Mustafa ve Ahmet’in kaldığı; Emine ve Fatma’nın intikalen gelen miras paylarını 1961 yılında haricen Ahmet ve Mustafa’ya sattıkları, yaptıkları satışada muvafakat ettikleri açıklanarak davalılar Mustafa ve Ahmet adına tespit gördüğü ve tapulama tutanaklarının kesinleşmesiyle davalılar adına tescilin yapıldığı; Emine ve Fatma mirasçıları olan davacıların, mirasbırakanları tarafından yapılan temliki işlemin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi, gerek 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı, gerekse 16.03.1990 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere “muris muvazaası, miras bırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz mal hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin B.K’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”

Çekişmeli taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydı, tapulama esnasında murisler Fatma ve Emine’nin muvafakat beyanıyla oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olması sebebi ile geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Hemen belirtilmelidir ki, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi şekilde yapılması Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanununun (TBK) 237. ve Tapu Kanununun 26.maddesi hükmü gereğidir. Ne var ki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddesi, gerekse 09 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-a maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle T.M.K’nun 706 ve TBK’nun 237.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatini bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanına eşdeğer olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.

Öte yandan, H.G.K.’nun 29.11.2006 günlü 2006/1-734 Esas, 2006/761 Karar sayılı yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (Y.H.G.K’nun) 16.06.2010 günlü 2010//1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı içtihatlarında “Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir.

Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir.”denilmektedir.

Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu içtihadı birleştirme kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması yada yukarıda tarih ve sayısı yazılı Y.H.G.K. Kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğuran Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.

Somut olayda, ortak miras bırakan Emine ve davacılar murisi Fatma davaya konu taşınmazların öncesini teşkil eden taşınmazlardaki miras paylarını haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbite muvafakat ettiklerini beyan etmişlerdir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne, Y.H.G.K.nun yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre, kadastro tutanağına karşı yapılan işlemlerin 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalmadığı söylenemez.

Hal böyle olunca, davacıların mirasbırakanları Emine ve Fatma’nın, tapulama tespitinde taşınmazları haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbitine muvafakat ettiklerini beyan etmek suretiyle yaptıkları işlemin, 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.07.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KADASTRO ESNASINDA VERİLEN MUVAFAKAT BEYANI- MURİS MUVAZAASI- MAL KAÇIRMA-TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI,

T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS:1992/2897
KARAR:1994/6380
TARİH:14.05.1994

İlgili Kanunlar:

BORÇLAR KANUNU md.18,
TAPU KANUNU md.26,
3402 SY. KADASTRO KANUNU md.13

TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI,
MURİS MUVAZAASI,
MUVAZAA,
MAL KAÇIRMA

Yanlar arasında görülen Tapu iptali ve Tescil davası sonunda yerel mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar yasal süre içerisinde davalı vekili tarafından duruşma isteğiyle temyiz edilmekle, duruşma isteği değer yönünden reddedilerek dosya incelendigereği görüşülüp düşünüldü:

Dava,B.K’nun 18. maddesinden kaynaklanan muvazaa hukuksal nedenine dayalı Tapu iptal ve Tescil isteğine ilişkindir.

Çekişmeli taşınmazlara ait davalı adına olan tapular asıl kayıt sahibi müşterek miras bırakanın Tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahdında tapulama tutanağına alınan bu yerlerin davalı adına tesbitine muvafakat beyanı nedeniyle oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olup kendilerinden mal kaçırmak amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalı üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olduğu cihetle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek iptal istemişlerdir.

Gerçekten tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması M.K’nun 634.B.K’nun 2l3 ve Tapu kanununun 26.maddesi hükümleri gereğidir. Nevarki,gerek dava konusu taşınmazların tapulama tesbitlerinin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 766 sayılı tapulama yasasının 32/B maddesinde, gerekse 9.Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Yasasının 13/B. maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle M.K’nun 634 ve M.K’nun 213. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında Kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının zilyedi adına tesbit ve tesciline, muvafakatının bildirilmesi, mülkiyetin zilyed adına geçirilip, onun üzerine tesbitin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla, kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyed adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi yada başka bir nedene dayanılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir. Öte yandan, çekişmeli taşınmazlardan 37 ve 111 parsellerin öncesi tapusuzdur.

Tapusuz taşınmazlar üzerindeki zilyedlikten ibaret hakkın devrine ilişkin sözleşmeler ise, hiç bir şekil şartına bağlı olmadığından geçerlidir. Teslim ile mülkiyet alıcısına geçer. Hal böyle olunca, Mahkemece çekişmeli taşınmazlara ait davalı üzerine oluşan sicillerin dayanağı bağış akdinin gerekli biçim koşulunu da taşıdığı cihetle geçerli bulunduğu bu yerlerdeki mülkiyetin davalıya geçtiği gözetilerek davanın reddi gerekirken muvazaanın varlığından söz edilerek, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru olmadığı gibi, kabule göre de davalı üzerinde kayıtlı olmayan 63 parsele ilişkin iptal kararı verilmesi de isabetsizdir.

SONUÇ: Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü H.U.M.K’nun 428ci maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 14.5.1994 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI SONUCU ÖLÜM- DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI- DESTEK SÜRE VE PAYLARI- CENAZE DEFİN GİDERLERİ

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/4246
KARAR NO : 2018/12791

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 02/07/2015
NUMARASI : 2013/73-2015/525
DAVACILAR : 1-Cuma Ö.
2-Leyla Ö.
3-Mülkiye Ö.
4-Yusuf Ö.
5-Yakup Ö.
VEKİLLERİ : Av. Selim Hartavi
DAVALILAR : 1-A. A.m Türk Sigorta A.Ş.
2-Ahmet D.

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili ve davalı A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili dava dilekçesinde, 30.11.2011 tarihinde sürücü Ahmet D. sevk ve idaresindeki 63 ZH 904 plakalı aracın davacıların murisi yaya Sakine Ö.’e çarparak ölümüne neden olduğunu, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılınca yapılan soruşturmada aldırılan bilirkişi raporunda sürücü Ahmet D.’e atfı kabil kusur bulunmadığının belirtilmiş olmasına rağmen Savcılık tarafından kamu davası açıldığını, davacılar murisin anne ve babası Leyla ve Cuma Ö.’in destekten yoksun kaldığını beyanla, belirsiz alacak davası kapsamında davacılar anne ve baba için 500,00’er TL destekten yoksun kalma tazminatı ile 200,00TL defin masrafı olmak üzere toplam 1.200,00 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen ayrıca, davacıların tamamı yönünden yargılamanın son aşamasında belirlenecek manevi tazminatın davalı araç işleteni ve sürücüsünden kaza/dava tarihlerinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Sigorta vekili cevap dilekçesinde, davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı Ahmet D. davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre davanın kabulü ile 3.287,94 TL destekten yoksun kalma tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tashili ile davacı Leyla Ö.’e verilmesine, 12.567,20 TL destekten yoksun kalma tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacı Cuma Ö.’e verilmesine, 1.500,00 TL defin masrafının davalıdan alınarak dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacılara verilmesine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili ve davalı A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin (4) nolu, davalı A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekilinin ise (2), (3), (4) ve (5) nolu bentlerin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, trafik kazası sonucunda ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

1982 T.C. Anayasası’nın 26. ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27.maddesi uyarınca, taraflar dinlenmeden iddia ve savunmalarını beyan etmeleri için davet edilmeden hüküm verilemez.

Yine HMK’nın 280. maddesi hükmüne göre; “Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir.” Bilirkişi rapor örneğinin taraflarca okunup değerlendirilebilmesi, varsa itirazlarını dile getirebilmeleri ya da belirsizlik gösteren hususlar hakkında açıklama yapılmasını temin amacıyla veya yeni bilirkişi incelemesini talep edebilmeleri için taraflara tebliğ edilmesi zorunluluğu öngörülmüştür. Aynı yasanın 281. maddesinde bilirkişi raporunun taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içinde beyanda bulunmaları gerektiği düzenlenmiştir.

Somut olayda mahkemece hükme esas alınan 17/12/2014 tarihli kusur raporu mahkemece davalılar Ahmet D. ve A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekiline tebliğ edilmemiş olup, Anayasa ve HMK ile koruma altına alınan hukuki dinlenilme ve savunma hakkı kısıtlanarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

3-1086 sayılı HUMK’nın 388. ve 389. maddeleri ile 6100 sayılı HMK’nın karşılık 297/1-2. maddeleri uyarınca, mahkeme kararında; hüküm sonucunun, taraflara yükletilen hak ve sorumlulukların şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde ayrı ayrı ve açıkça gösterilmesi gerekir.

Bu hükümler yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği ve kamu düzeni ile ilgili olup yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur.

Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimi yapabilmesi için de ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş bir hüküm bulunması gerektiği açıktır. Mahkemece hükmün gerekçesinde davacı Cumali Ö.’in 2.464,29 TL destekten yoksun kalma tazminatı talep hakkının bulunduğu ifade edilmiş olmasına rağmen; kararın hüküm fıkrasında bu davacı yönünden 12.567,20TL destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmiş olması çelişkili olup taraflar yönünden şüphe ve tereddüt uyandıracak nitelikte olduğundan, bu yön yukarıda açıklanan yasa maddelerine açık bir aykırılık oluşturduğundan (10.04.1992 gün, 1991/7 Esas-1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında da belirtildiği üzere) hükmün bozulması gerekmiştir.

4-Dairemizin yerleşik içtihalarına göre; trafik kazası sonucu ölen destek kaza tarihinde 18 yaş altında ise kaza nedeniyle ölmeseydi, 18 yaşına gelmesi ile birlikte gelir elde edeceği, ana ve babasına destek olacağı ancak ileriki yaşlarda desteğin büyüyerek evleneceği ve en az iki çocuğunun olacağı gelirinin bir kısmını ana ve babasına da ayıracağı varsayılır. Bu şartlarda çocuğun gelir elde etmesi ile birlikte evleninceye kadar gelirinin yarısını kendisine ayıracağı yarısını da ana ve babası ile paylaşacağı, ileriki yıllarda evleneceği, evlenmesi ile birlikte pay esasına göre 2 pay desteğe 2 pay eşe, birer pay ana ve babaya verileceği; bir süre sonra ilk çocuğu ve yine bir süre sonra ikinci çocuğu olacağı, çocukların olacağı süreler içinde desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocuklara birer pay ayrılacağı ve ana ve babaya da birer pay ayrılacağı kabul edilir.

Somut olayda; davacıların desteği kızları Sakine kaza tarihinde 6 yaşındadır. Mahkemenin hükme esas aldığı raporda bilirkişi tarafından, desteğin 22 yaşından itibaren ailesine destek olacağının kabulü ile, davacı anne ve babaya evlilik öncesi dönemde %25’er, muris evlendikten sonra %7.5’er ve babanın destekten çıkmasından sonra davacı anneye % 10 pay ayıracağı kabul edilerek hesaplama yapıldığı ve hesaplanan tazminatlar yönünden %10 oranında yetiştirme gideri indirimi uygulandığı görülmektedir.

Trafik kazası sonucu ölen çocuk ölmeseydi ana ve babaya bakması muhtemeldir. Uygulamada çocuğun 18 yaşına gelmesi ile birlikte gelir elde edeceği ana ve babasına destek olacağı varsayılmaktadır. Ancak ileriki yaşlarda çocuğun büyüyerek evleneceği ve en az iki çocuğunun olacağı, gelirinin bir kısmını ana ve babasına da ayıracağı varsayılır. Bu şartlarda çocuğun gelir elde etmesi ile birlikte, evleninceye kadar gelirinin yarısını kendisine ayıracağı yarısını da ana ve babası ile paylaşacağının varsayılması hayatın olağan akışına uygun düşecektir. Ancak çocuk yaşasa idi ileriki yıllarda evlenecektir. Evlenmesi ile birlikte pay esasına göre 2 pay desteğe ayrılacak, 2 pay eşine, birer pay ana ve babaya verilecektir. Destek, ileriki yıllarda evlenmesi ile birlikte bir süre sonra ilk çocuğu ve yine bir süre sonra ikinci çocuğu olacağı varsayılır. Bu nedenle çocukların olacağı süreler içinde desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocuklara birer pay ayrılacak ve ana ve babaya da birer pay verilecektir. Bu durumda ana ve babanın payları 1/8 olacaktır.

Bu halde; desteğin ileride evleneceği kabul edilerek evlenmesinden önceki dönem ile evleneceği kabul edilen yaştan sonraki dönem için belirlenen destek pay oranları yukarıda açıklandığı üzere Dairemiz içtihatlarına uygun olmadığı, yine Daire ilkelerine göre; anne ve baba çalışıyorsa anne ve babadan ayrı ayrı %5’er, anne çalışmıyorsa (dosyada, annenin çalıştığına ilişkin herhangi bir belgeye rastlanılmamıştır) sadece babadan %5 yetiştirme gideri düşülmesi gerekmektedir. Eldeki davada, hükme esas alınan bilirkişi raporu yukarıda bahsi geçen ilkelere aykırı düzenlenmiş olup denetime ve hüküm kurmaya elverişli değildir.

5-Yargıtay’ın yerleşik uygulamaları gereği davalı taraf, meydana gelen trafik kazası sonucu davacıların oluşan gerçek defin gideri zararlarını tazmin ile sorumlu olup, davacı tarafın kendi değerlerine, yerel örf ve adetlerine göre yaptığı özel giderlerden sorumlu değildir. Dosya kapsamında bulunan, belediyenin cevabi yazısında, cenaze ve defin giderlerinin 390,00 TL olduğun bildirilmiştir. Bu bağlamda bilirkişi raporunda yemek giderleri, mevlit gideri v.s. gibi giderler zorunlu olmayan cenaze ve defin gideri de dahil edilerek yapılan hesaplama esas alınarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin (4) nolu, davalı Anadolu Anonim Türk Sigorta A.Ş. vekilinin (2), (3), (4) ve (5) nolu bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının REDDİNE,(4) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin, (2), (3), (4) ve (5) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davalı A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz davacılar ve davalı Anadolu Anonim Türk Sigorta A.Ş’ye geri verilmesine 25/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
A.Ş.Sertkaya B.Demirel B.Aydın K.Özerdoğan M.Erol

Karşılaştırıldı.
S.İ. S.A.

İŞYERİNDE KAVGA – EŞİT DAVRANMA İLKESİ- KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ALACAKLARI

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2011/5941
KARAR:2013/11521

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin ücreti ile fazla çalışma ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş sözleşmesinin kavga gerekçesiyle işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatı ile izin ücreti ve fazla çalışma ücreti alacaklarını istemiştir.

B) Davalıların Cevabının Özeti:
Davalılar vekili, davacının işyerinde ve mesai saatinde, işyerinde çalışan diğer üç işçi ile kavga ettiğini, kavgayı başlatanın davacı olduğunu, iş akdinin bu kavga nedeniyle haklı olarak feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı davacı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar arasındaki uyuşmazlık, iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı bir sebeple feshedilip edilmediği, işverenin eşit davranma borcuna aykırı davranıp davranmadığı ve bu bağlamda davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmeyip, eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir.

“Eşitlik İlkesi” en temel anlamda T.C. Anayasasının 10 uncu ve 55 inci maddelerinde ifade edilmiş, 10 uncu maddede “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” kuralına yer verilmiştir. 55 inci maddenin kenar başlığı ise “Ücrette Adalet Sağlanması” şeklindedir.

Bundan başka eşit davranma ilkesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Ekonomik Topluluğu Andlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınmıştır.

İstihdam ve Meslek Konularında Kadın ve Erkeğe Eşit Muamele ve Fırsat Eşitliği İlkesinin Uygulanmasına Dair 5 Temmuz 2006 tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin 2006/54/EC Sayılı Direktifinin “Analık (Doğum) İzninden Dönüş” başlıklı 15 inci maddesinde, “doğum iznindeki bir kadının, doğum izninin bitiminden sonra işine veya eşdeğer bir pozisyona kendisi için daha dezavantajlı olmayan koşul ve şartlarda geri dönmeye ve çalışma koşullarında yokluğu sırasında yararlanmış olacağı her türlü iyileştirmeden yararlanmaya hakkı vardır” şeklinde kurala yer verilerek, doğum iznini kullanan kadın işçi yönünden işverenin eşit davranma borcuna vurgu yapılmıştır.
4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna karşın eşitlik ilkesini düzenleyen 5 inci maddede, her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. Belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiştir. Dairemiz kararlarında “ esaslı nedenler olmadıkça” ve “biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça” bu yükümlülüğün bulunmadığı vurgulanmıştır (Yargıtay 9.HD. 25.7.2008 gün 2008/ 27310 E, 2008/ 22095 K.).
İşverence, işçiler arasında farklı uygulamaya gidilmesi yönünden nesnel nedenlerin varlığı halinde eşit işlem borcuna aykırılıktan söz edilemez( Yargıtay 9.HD. 2.12.2009 gün, 2009/33837 E, 2009/ 32939 K).
4857 sayılı Yasanın 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. Eşit davranma ilkesinin uygulanabilmesi için aynı işyerinin işçileri olma, işyerinde topluluk bulunması, kolektif uygulamanın varlığı, zamanda birlik ve iş sözleşmesiyle çalışmak koşulları gerekmektedir.
Yasanın 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında tam süreli – kısmî süreli işçi ile belirli süreli – belirsiz süreli işçi arasında farklı işlem yapma yasağı öngörülmüş, üçüncü fıkrada ise cinsiyet ve gebelik sebebiyle ayrım yasağı düzenlenmiş ve bu durumda olan işçiler bakımından iş sözleşmesinin sona ermesinde de işverenin eşit davranma borcu vurgulanmıştır. Bununla birlikte, işverenin işin niteliği ile biyolojik nedenlerle faklı davranabileceği bahsi geçen hükümde açıklanmıştır.

Yine değinilen maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında, işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yapamayacağından söz edilmektedir. Burada sözü edilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim v.b. ödemleri de kapsadığı açıktır.

Bundan başka 4857 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sözü edilen sendikal nedenlere dayalı ayrım yasağı da mutlak ayrım yasağı kapsamında değerlendirilmelidir. Yasanın 5 inci maddesiyle 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan haller sınırlayıcı olarak düzenlenmiş değildir. İşçinin işyerinde olumsuzluklara yol açmayan cinsel tercihi sebebiyle ayrım yasağı da buna eklenebilir. Yine siyasî sebepler ve dünya görüşü gibi unsurları esas alan bir ayrımcılık da korunmamalıdır.

İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı değinilen Yasanın 5 inci maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkânı bulunmaktadır. Söz konusu fıkra metni emredici nitelikte olduğundan, anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Geçersizlik nedeniyle ortaya çıkan kural boşluğu eşit davranma ilkesinin gereklerine uygun olarak doldurulmalıdır.

Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte, anılan maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemeye göre işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksi işveren tarafından ispatlanmalıdır.

Somut olayda, davacı işçi ile aynı işyerinde çalışan üç işçinin mesai saatleri içerisinde ve işyerinde kavga ettikleri ve kavgada üç işçinin davacı işçiyi dövdükleri (kasten yaraladıkları) tanık beyanları ve dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır. Yine tanık beyanlarından, davacı işçinin diğer üç işçiden birine küfretmek suretiyle kavgayı başlattığı sabittir.

Bu kavga nedeniyle davacı işçinin iş akdi işveren tarafından feshedilmiştir. Ancak kavgaya karışan diğer üç işçinin iş akitleri feshedilmemiştir.

Mahkeme “Dosyada toplanan delillere göre davacının davalı iş yerinde çalışırken aynı iş yerinde çalışan mesai arkadaşlarına küfür etmek suretiyle kavganın başlamasına sebebiyet verdiği ve bu olay nedeniyle işçilerin birbirlerini darp ettikleri davacının bu nedenle iş yerinden çıkarıldığı ve bu çıkarma işleminin iş kanunu hükümlerine göre işverene haklı nedenle fesih yetkisi verdiği anlaşıldığından…” gerekçesiyle davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar vermiştir.

Öncelikle davacı işçinin, diğer işçilerden birine küfretmesi küfredilen işçi ve arkadaşlarına davacı işçiyi dövme (kasten yaralama) hak ve yetkisi vermez. Davacı işçinin, diğerlerine küfretmesi eylemi suç oluşturmakta ise de diğer işçilerin davacı işçiyi kasten yaralamaları da suç oluşturmaktadır.

Ayrıca yukarıda yazılı ilke karamızda da açıkça belirtildiği üzere eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bu bağlamda, her ne kadar kavgayı başlatan ve kavganın tarafı olan davacı işçinin bu eylemi işverene iş akdini haklı olarak feshetme hak ve yetkisi verse de işveren bu hakkını eşit davranma borcuna aykırı şekilde kullanamayacaktır. Bir başka anlatımla, işveren tarafından sadece davacı işçinin iş akdinin feshedilmesi, diğer üç işçinin iş akitlerinin feshedilmemesi işverenin eşit davranma borcuna aykırı olup işveren tarafından gerçekleştirilen feshi haksız hale getirecektir. Bu nedenle, iş akdi işveren tarafından haksız olarak feshedilen davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin kabulüne karar vermek gerekirken taleplerin reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 10/04/2013 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillere kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanması gerektiğini düşündüğümden sayın çoğunluğun bozma düşüncesine katılmıyorum. 10.04.201

KAVGADA İLK SALDIRAN İŞÇİNİN KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ÖDENMEDEN İŞTEN ÇIKARMA

T.C
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/23468
KARAR:2018/20721

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili; davacının davalı işyerinde 28.01.2008-14.02.2014 tarihleri arasında garson olarak çalıştığını, davacının en son aylık ücretinin net 1.050 TL. olduğunu, iş akdinin davalı tarafından haksız olarak feshedildiğini iddia ederek; kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili; davacının 28.01.2008 tarihinde çalışmaya başladığını, 13.02.2014 tarihinde sosyal tesislerdeki kafeteryada personel ve müşterilerin hazır oldukları sırada diğer garson …’na darp amaçlı saldırdığını, görevlilerin durumu tutanakla tespit ettiklerini, davacının savunmasının alındığını ve davalı kooperatif yönetim kurulunun toplanarak davacının iş akdini İş Kanunu’nun 25/II maddesine göre haklı sebeple sona erdirdiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Dosyadaki bilgi ve belgelerden; olay tarihinde davacının işyeri arkadaşlarından … ile adisyon fişi nedeniyle tartıştığı, tartışmanın devamında barın arkasında bulunan …’na vurmak için barın üzerinden zıplamaya çalıştığı, ancak bunu gerçekleştiremediği, devamında da normal girişinden bara girerek …’na saldırdığı, kavgayı başlatanın ve ilk saldırıp, vuranın davacı olduğu anlaşılmaktadır.

Kavgayı başlatan ile saldırıya maruz kaldığı için kendini savunmaya çalışan işçilere fesih bakımından farklı davranılması, yani kavgayı başlatanın işten çıkartılıp diğerinin çıkartılmaması, durumları aynı olmadığı için eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmez.

Davalı işverenin davacı işçiyi başka bir işçiye saldırması nedeniyle iş akdini feshi 4857 sayılı Yasa’nın 25/2-d maddesi uyarınca haklı olduğundan, davacının kıdem ve ihbar tazminatları taleplerinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulü hatalıdır.

F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 15.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE KAVGA – İŞ SÖZLEŞMESİNİN HAKLI NEDENLE FESHİ- İŞÇİLİK ALACAKLARI

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS:2015/2677
KARAR:2018/1954

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 4. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.02.2013 tarihli ve 2011/618 E., 2013/100 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 15.10.2014 tarihli ve 2014/20066 E., 2014/27916 K. sayılı kararı ile:

“…Davacı vekili, müvekkili işçinin iş sözleşmesinin haklı sebep olmadan işverence feshedildiğini, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedildiğini bu sebeple dava konusu alacaklara hak kazanılmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Taraflar arasında, davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına hak kazanıp kazanmadığı noktasında uyuşmazlık vardır.

Somut olayda, davalı işyerinde montaj ustası olarak çalışan davacının iş sözleşmesi 03.05.2011 de şirket çalışanına fiili ve sözlü saldırıda bulunması sebebiyle uyarıldığı halde yine aynı kişiye karşı eylemlerini tekrar ettiği gerekçesiyle haklı sebeple feshedilmiştir. Davacı savunmasında, davalı işyerinde çalışan…’ın çalıştığı tarafa daldığını bu esnada…’ın kendisine kafa sallayarak ağzını kıpırdattığını gördüğünü kendisinin…’ın yanına giderek küfür edip etmediğini sorduğunu onunda nasıl kabul ediyorsan dediğini birbirlerinin üstüne gittiklerini beyan etmiştir. Davalı işyerinde çalışanlar tarafından düzenlenen tutanak ile davacının, diğer işçinin çalışma bölgesine giderek işçiyi kışkırttığı ve olayın kavgaya dönüştüğü belirtilmiştir. Davacı şahitlerinin görgüye dayalı bilgisi bulunmamaktadır. Dinlenen davalı şahidi Rıdvan Mert, davacının eksik çay verilmesi sebebi ile başka çalışana bağırdığını,…’ın da davacının bağırmamasını istediğini, davacının…’ın çalıştığı bölüme geldiğini ve ona küfür ettiğini daha sonra karşılıklı küfürleşmeler olduğunu bu olaydan bir ay sonra taraflar arasında yine tartışma olduğunu ancak tartışmanın sebebini ve kimin başlattığını bilmediğini bildirmiş, diğer davalı tanığı … ise, davacı ile aralarında birden fazla tartışma olduğunu, ilk olarak izinden döndüğünde davacının kendisinden izin almadan izne gitmesi sebebiyle küfür ettiğini, daha sonra davacının çaycıya kızması sebebi ile araya girdiğini kendisine karışmamasını söylediğini, en son olarak karşılıklı bakışmalar sonucunda davacının kendisinin yanına gelerek “birşey mi söylüyorsun, birşey mi oldu” diye sorduğunda kendisinin “ne anladıysan o” şeklinde cevap verdiğini bunun üzerine sen bana küfür ettiysen diyerek küfür etmeye başladığını beyan etmiştir.

Dosya kapsamına ve özellikle işyeri tutanaklarıyla inandırıcı ve samimi görülen davalı şahit beyanlarına göre, davacının çalışma bölgesini terk edip dava dışı işçinin yanına giderek tartışmayı başlattığı, davacı ile dava dışı işçinin kavga ettiği, davacının ve kavgaya taraf olan dava dışı işçinin yazılı savunmalarında bu durumu kabul ettikleri anlaşılmıştır. Hal böyle olunca davacının işverenin diğer işçisine sataştığı ve feshin haklı sebebe dayandığı kabul edilmelidir. Bu sebeple kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı vekili, müvekkiline işi bırakması için psikolojik baskı uygulandığını, aynı iş yerinde çalışan … ile bakışmış olmasının işten çıkarma sebebi sayıldığını, davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatlarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının 19.08.2011 tarihinde … isimli işçiyi sözlü ve fiili olarak taciz ettiğini, her iki işçinin savunmalarında bu hususu doğruladıklarını, davacı işçinin daha önce de diğer işçilerle kavgaya varan tartışmaları olması sebebiyle müvekkili tarafından sözlü olarak uyarıldığını, benzer davranışlarında ısrar ettiğini, iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesi uyarınca haklı nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece yargılama aşamasında dinlenen davacı tanıklarının tartışma ve kavga konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olmadıkları, davalı tanığı …’in ise davacı ile… isimli çalışanın eksik çay verilmesi ile ilgili olarak tartışıp-küfürleştikleri ancak kavga ve vurma olmadan araya girip tarafları ayırıp barıştırdıkları, yaklaşık 1 ay kadar sonra davacı ile…’ın yeni bir tartışması olduğu, tartışmanın neden kaynaklandığını ve kimin başlattığını bilmediği yönündeki beyanı da dikkate alındığında, dosyaya sunulan tutanağın davalı iş yeri yetkililerince yazılıp olay hakkında görgüye dayalı bilgisi olup olmadığına bakılmaksızın çalışanlara imzalatıldığı, bu tutanağa ve özellikle davacı ile tartışma yaşayan, davalı tanığı sıfatı ile dinlenen …’in beyanlarına itibar edilmediği, sözleşmenin ihbar ve kıdem tazminatları ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona erdirdiğinin ispatının davalı işverene ait olduğu, taraflar arasındaki iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedene olmaksızın feshedildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece tüm dosya kapsamından, ilk hareketin davacıdan gelmediği, Yargıtay kararı ile de kabul edildiği üzere davacının “bir şey mi söylüyorsun, bir şey mi oldu” şeklindeki hakaret ve sataşma içermeyen sözler söylemesi üzerine …’in “ne anladıysan o” şeklinde cevap vermek sureti ile kışkırtıcı şekilde davrandığı, tanık beyanlarından tartışmayı kimin başlattığı hususunun açıklığa kavuşturulamadığı, halen işyerinde çalışan ve olayda taraf olan davalı tanığı …’in beyanı doğrultusunda davacının kusurlu hareketinin sataşma şeklinde değerlendirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğu, kaldı ki, diğer davalı tanığının olayın ne şekilde meydana geldiğine dair görgüye dayalı bilgisinin olmadığı, davacının davalı iş yerinde 4 yıllık çalışmasının bulunduğu ve bu çalışma süresi boyunca davacı hakkında tutulan başkaca bir tutanak veya işveren tarafından davacıya uygulanan bir müeyyide olmadığı, davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğinin ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedenle feshedilip feshedilmediği, burada varılacak sonuca göre davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

İş sözleşmesini sona erdiren en önemli sebeplerden biri fesihtir. Fesih, sürekli (belirli ya da belirsiz süreli) bir iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, tek taraflı ve karşı tarafa ulaşması gerekli bozucu yenilik doğuran bir haktır. Dolayısıyla fesih karşı tarafa ulaştığı andan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuran, karşı tarafın kabulünü gerektirmeyen bir irade açıklamasıdır (Senyen Kaplan, E. Tuncay: Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Haksız Feshinin Hüküm ve Sonuçları, Sicil İş Hukuku Dergisi, Yıl 2016, Sayı 36, s. 23).

İş sözleşmesi işçi ile işveren arasında kurulan ve her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olup, işçi ile işveren arasında karşılıklı güvene dayanan kişisel ve sürekli bir ilişki yaratır. Bu nedenle işçi veya işveren taraflarından birinin davranışı ile bu güveni sarsması hâlinde güveni sarsılan tarafın objektif iyi niyet kurallarına göre artık bu ilişkiyi sürdürmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlarda iş sözleşmesi ile bağlı kalamayacağı gerçeğinden hareket eden kanun koyucu, yaptığı düzenleme ile taraflara iş sözleşmesini haklı nedenle tazminatsız fesih hakkı tanımıştır.

Hukukumuzda “olağanüstü fesih”, “bildirimsiz fesih”, “süresiz fesih”, “önelsiz fesih”, “derhal fesih”, “muhik sebeple fesih” gibi terimlerle ifade edilen haklı nedenle fesih Türk Borçlar K. md. 435, İş K. md. 24 ve 25; Deniz İş K. md. 14, 16; Basın İş K. md. 11’de düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, haklı nedenle fesih kanunla tanınmış bir haktır. Bir tarafın işte bu haklı nedenle fesih hakkına dayanarak, karşı tarafa yöneltilmesi gereken irade beyanıyla iş sözleşmesine geçmişe etkili olmaksızın derhal son vermesi, haklı nedenle fesih olarak tanımlanmaktadır. Bu itibarla İş Kanunu, haklı nedenle fesih hakkını “Haklı nedenle derhal fesih” başlığı altında düzenlemektedir (Mollamahmutoğlu, H./ Astarlı, M. / Baysal, U.: İş Hukuku Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 6. Bası, Ankara 2014, s. 794).

4857 sayılı İş Kanunu’nun 25’inci maddesinin II’nci bendinde, ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan hâller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığında işverenin haklı fesih imkânının olduğu açıklanmıştır. Yine aynı maddenin II. bendinin (d) alt bendinde, işçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşmasının işverene haklı fesih imkânı verdiği ifade edilmiştir.

Görüldüğü üzere Kanundaki hâller sınırlı sayıda olmayıp, genel olarak işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan söz ve davranışları işverene fesih imkânı tanımaktadır. Kanuna göre sataşma, sadakat borcuna aykırılığın özel bir hâli olarak kabul edilmektedir. Sataşma söz veya fiili tecavüz anlamına gelen bir harekettir. Diğer taraftan sataşmanın varlığı için söylenen söz ya da yapılan davranışın suç teşkil etmesine gerek bulunmamakla birlikte söz ve fiilin değerlendirilmesi ceza kanunları kapsamında değil, İş Kanunu ve iş hukukunun kendine özgü kural ve prensipleri çerçevesinde daha geniş bir perspektifte ele alınmalıdır.

Sataşma niteliğindeki söz ve davranışlar neticesinde işverene haklı nedenle fesih imkânı tanıyan kanun koyucunun esasen iş yerindeki çalışma düzeni ve iş disiplinini koruma amacı güttüğü ise kuşkusuzdur.

Diğer taraftan kavgaya sebebiyet veren davranış diğer işçiden kaynaklanmış olsa ve olaya diğer işçinin tahriki neden olmuş olsa dahi yaşanan kavga olayı iş yerinde olumsuzluklara sebep olacaktır. Bu durumda karşılık vererek iş yerinde olumsuzluğa yol açan işçinin de iş sözleşmesinin feshinin haklı değil ise de geçerli nedene dayandığının kabulü gerekecektir. Bununla birlikte etkili eyleme uğrayan işçinin kendini sınırlı olarak yani amaç dışına çıkmadan karşı tarafı etkisizleştirmeye yönelik davranışlarının ise yasal olduğu bu hâllerde işveren için haklı fesih sebebinin gerçekleşmeyeceği açıktır.

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 04.04.2018 tarihli ve 2015/9-3165 E., 2018/676 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Somut olayın özelliği gözetildiğinde işverenin eşit işlem yapma borcuna da değinmek gerekmektedir.

Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup iş hukuku bakımından işverene iş yerinde çalışan işçilere eşit davranma, eşit değerdeki işlerde çalışan işçilere eşit çalışma koşullarını uygulama yükümlülüğünü ifade eden çağdaş iş hukukunun tanıdığı ve genellikle hakkaniyet esasına dayandırılan bir borçtur (Çelik, N.: İş Hukuku Dersleri, İstanbul 2009, 22. Bası, s. 177).

Eşitlik ilkesi Anayasa’nın 10’uncu maddesinde genel olarak düzenlenmiştir. Adı geçen maddenin birinci fıkrasına göre, “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”.

Aynı şekilde 07.05.2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla Anayasa’nın 10’uncu maddesine eklenen ikinci fıkrada da “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmüne yer verilmiştir.

Bu Anayasal ilke iş hukukunda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5’nci maddesinde ifadesini bulmaktadır.

4857 sayılı Kanunun “Eşit davranma ilkesi” başlıklı 5’nci maddesinde; “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.

İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.

İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz.

Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz.

İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz.

İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31’inci maddesi hükümleri saklıdır.

20’nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Eşit işlem yapma borcu, kural olarak iş ilişkisi kurulduktan sonra ortaya çıkan ve işvereni keyfi uygulamalar yapmaktan alıkoyan bir borçtur (Yıldız, Gaye B.: İşverenin Eşit İşlem Yapma Borcu, Ankara 2008, s. 68).

Buna göre işveren kural olarak iş yerinde çalışan işçilere eşit işlem yapmak, eşit çalışma koşullarını uygulamak zorundadır. İşveren, haklı bir neden olmadıkça farklı davranmama, sosyal yardım ve parasal menfaatlerden eşit olarak yararlandırma borcu altında olup kamu düzenine ilişkin eşit işlem borcunun resen gözetilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.

Ancak eşit işlem borcu, işverenin tüm işçilere mutlak bir biçimde eşit davranacağı anlamına gelmez.

Farklı çalışma koşullarına tabi işçiler için eşitlik ilkesinden söz edilemez. Bu durumdaki işçiler arasında ayırım yapılabilir. Ancak bunun yapılan işin niteliğine, objektif ölçülere uygun olması gerekir (Çelik, s. 179).

Eşit davranma yükümlülüğü aynı nitelikte işçiler için söz konusudur. İşveren gerek işçinin yaptığı iş, uzmanlığı, öğrenimi, kıdemi gibi objektif nedenlere, gerek çalışkanlık, yetenek, liyakat gibi subjektif nedenlere dayanarak farklı çalışma koşulları yaratabilir

Somut uyuşmazlıkta Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre 05.06.2007 tarihinden itibaren davalı iş yerinde montaj ustası olarak çalışan davacı işçinin iş sözleşmesi, 23.08.2011 tarihli fesih bildirimi ile 03.05.2011 tarihinde … isimli işçiye fiili ve sözlü saldırıda bulunması nedeniyle sözlü olarak uyarıldığı, savunmasında da kabul ettiği üzere aynı davranışı tekrarladığı belirtilerek 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesine istinaden feshedilmiştir.
Dosya içeriğinde mevcut, tarih yer almayan ve davalı tanığı … ile diğer altı çalışanın imzasının bulunduğu tutanakta, davacının, …’in çalışma bölgesine giderek onu kışkırttığı, bunun sonucunda olayın kavgaya dönüştüğü, 03.05.2011 tarihinde de benzer bir olayın yaşandığı, davacının sözlü olarak uyarıldığı, 03.05.2011 tarihinden itibaren davacının diğer çalışanlara yönelik benzer davranışlarda bulunduğu, iş yeri düzenine aykırı davranarak iş yeri disiplinini ihlal ettiği belirtilmiştir.

Davacı işçi 19.08.2011 tarihli savunmasında, kendisine kafa sallayan diğer işçi…’ın yanına giderek…’a “bana küfür mü ediyorsun” dediğini,…’ın da kendisine “ne bakıyon len öyle” dediğini, tekrar “sen bana küfür mü ediyon” şeklinde karşılık verdiğinde…’ın “nasıl kabul ediyorsan öyle” dediğini, kendisinin “bende sana iade ederim” şeklinde cevap verdiğini, daha sonra…’ın üzerine geldiğini, kendisinin de onun üstüne gittiğini ve arkadaşlarının ayırdığını beyan etmiştir.

Yargılamada dinlenilen davacı tanıkları görgüye dayalı bilgi sahibi değildir. Davalı vekili delil olarak iki tanık ismi bildirmiş, davalı tanıklarından …. da olay esnasında uzakta olduğunu, tam olarak tartışmanın neden kaynaklandığını ve kimin başlattığını görmediğini beyan etmiştir. Diğer davalı tanığı ve olayın tarafı olan … ise olay esnasında karşılıklı bakışmaların olduğunu, bu bakışmalar sonrasında davacının yanında gelerek “bir şey mi söylemek istiyorsun, bir şey mi oldu” diyerek sorduğunu, kendisinin de “ne anladınsa o” diye cevap verdiğini, bunun üzerine davacının “sen bana küfür ettiysen” diyerek küfür etmeye başladığını, kavga olayı olmadan etraftakilerin ayırdığını beyan etmiştir.

Davalı işverence başkaca delil ibraz edilmemiştir.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında, davalı işverence feshin haklı olduğunu kanıtlamak için sadece iki tanık ismi bildirildiği, tanıklardan ….’ın tutanak tanığı olsa da tartışmayı kimin başlattığını görmediğini beyan ettiği, olaya dair düzenlenen tutanakta imzası yer alan diğer işçilerin tanık olarak bildirilmediği, ayrıca diğer davalı tanığı…’ın da olayın tarafı olan diğer işçi olduğu hususları gözetildiğinde, davacı işçinin sataşma eyleminin kanıtlanamadığı ve işverence gerçekleştirilen feshin haksız olduğu açıktır.

Diğer taraftan, somut uyuşmazlıkta davacı işçi ile dava dışı … arasında meydana gelen tartışmada, işveren vekili konumunda olan davacının, daha önce izin konusunda tartıştığı …’in vücut hareketleri nedeni ile “bana küfür mü ediyorsun” şeklindeki sorusuna …’in “ne anladıysan o” şeklinde cevap verdiği, bu durumda ilk hareketin iş sözleşmesi feshedilmeyen diğer işçiden geldiği anlaşılmaktadır. Bir an için ilk hareketin kimden geldiğinin belli olmadığı kabul edilse bile, davalı işveren tarafından işveren vekili adına hareket eden davacı işçinin iş sözleşmesinin feshedilmesi, işverenin eşit işlem yapma borcuna aykırılık teşkil etmektedir. İşverenin eşit işlem yapma borcuna aykırı davranması da feshi haksız kılar.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda, davacı işçinin iş yerinde çalışan diğer işçiye karşı sataşma eyleminin sabit olduğu, ilk hareketin davacıdan geldiği, olayın diğer tarafı olan işçinin davacıya karşı haksız bir eyleminin bulunmadığı, dosya içerisinde bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafından davacının şikâyeti doğrultusunda yapılan inceleme sonucunda davacıya yapılan bildirimde, davalı işveren tarafından yapılan feshin yerinde olduğu, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının bulunmadığı hususlarının belirtildiği, bu nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerindedir.

Ne var ki, hüküm altına alınan alacak miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin hüküm altına alınan alacak miktarlarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.12.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Dava konusu uyuşmazlık davalı iş yeri çalışanları olan davacı ile dava dışı… arasındaki tartışma ve hakaret olayı nedeniyle davalı işveren tarafından yapılan feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığına ilişkindir.

Davacı, dava dilekçesinde, davalı işverence davacıya işi bıraktırmak için daha önceden psikolojik baskı uygulandığını, 22.08.2011 günü ortada hiçbir neden olmadığı halde aynı işyerinde çalışan… ile sadece karşılıklı bakışmış olmak işten çıkarma sebebi sayılıp “bir daha işe gelme işten çıkarıldın” denilerek eve gönderildiğini iddia ederek, dava konusu işçilik alacaklarını talep etmiştir.

Mahkemece, sözleşmenin kıdem ve ihbar tazminatı gerektirmeyecek şekilde sona erdiğinin ispatının işveren üzerinde olduğu, dosyaya sunulan tutanağın işyeri yetkililerince yazılıp olay hakkında görgüye dayalı bilgisi olsun olmasın çalışanlara imzalatıldığı, olayın tarafı olan…’ın beyanlarına itibar edilmediği gerekçeleriyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, dosya kapsamına ve özellikle işyeri tutanaklarıyla inandırıcı ve samimi görülen davalı şahit beyanlarına göre davacının çalışma bölgesini terkedip dava dışı işçi…’ın yanına giderek tartışmayı başlattığı, davacıyla dava dışı işçinin kavga ettiği, davacının ve kavgaya taraf olan dava dışı işçinin yazılı savunmalarında bu durumu kabul ettikleri, bu nedenle işveren feshinin haklı nedene dayandığı, davacı tarafın kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olduğu gerekçesiyle Mahkeme kararı bozulmuştur.

Mahkemece önceki gerekçelerle ve gerekçesi de genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Dava konusu olayla ilgili olarak davacı iş yerine verdiği yazılı savunmasında “19.08.2011 tarihinde çalıştığım masada…’ın çalıştığı tarafa dalmışım ve bir baktım… bana kafa sallıyor ağzını da kıpırdatıyordu içime sinmedi gittim…’a dedim ki, bana küfür mü ediyorsun,… dedi ki ne bakıyon lan öyle, ben dalmışım dedim, sen bana küfür mü ediyon dedim, nasıl kabul ediyorsan öyle dedi ben de sana iade ederim dedim. Ondan sonra o benim üstüme geldi, ben onun üstüne gittim ve arkadaş ayırdı….” olaya karışan… da yazılı beyanında davacının kendisinin çalışma bölgesine gelip kendisine sözlü ve fiili kışkırtıcı ve tahrik edici hareketlerde bulunduğunu, aynı olayın ikince kez tekrar ettiğini belirtmiştir.

Davacının el yazılı savunmaları, hem…’ın ifadesini hem tanıkların ifadelerini hem de işverenin savunmalarını doğrulamaktadır. Davacının delil olarak gösterdiği tanıklar olayla ilgili doğrudan görgüye dayalı bilgi sahibi değillerdir, duyuma dayalı beyanlarda bulunmuşlardır. Tanıklardan Abdullah, davacıya yıldırma politikası uygulandığını ifade etmiş ise de diğer davacı tanığı Ali olayla ilgili görgüye dayalı bilgi sahibi olmadığını ancak iş veren veya işyeri yetililerince davacıya yönelik yapılan her hangi bir baskı olmadığını ifade etmiştir.

Gerek olayla ilgili tutulan tutanak içerikleri, gerek tutanak mümzii beyanları ve olayın muhatabı…’ın beyanları ile bizzat davacının yazılı savunmalarından; davacının diğer işyeri çalışanı…’a küfrettiği, olayı bizzat davacının başlattığı,…’ın herhangi bir şekilde olaya sebebiyet vermediği sabittir. Bölge Çalışma Müdürlüğün’ce olayla ilgili yapılan soruşturma sonucunda, iş akdinin işverence feshinin 25/II-d maddesi gereğince yerinde olduğu, davacının ihbar ve kıdem tazminatı hakkının bulunmadığı tespiti yapılmış ve bu tespit davacıya tebliğ edilmiştir. Bölge Çalışma Müdürlüğü raporları aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir. Davacı taraf delilleriyle bu raporun aksini ispat edememiştir.

Dava konusu olayı başlatanın davacı olması, diğer çalışan…’ın hiçbir şekilde sebebiyet vermemesi nedenleri ile davalı işverenin davacının iş akdini 25/II-d gereği haklı nedenle feshi yerinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken Mahkemece kabulü hatalıdır.

Eşit işlem borcuna aykırılık yönünden ise; davacının hakaretine maruz kalan…’ın davacıya yönelik her hangi bir hakaret ve sataşmasının olmaması, olayı başlatanın davacının oluşu ve…’ın davacının hakaret eylemine sebebiyet vermemiş oluşu nedenleri ile…’ın davalı işverence çalıştırılmaya devam edilmesi eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmemektedir.

Tüm bu nedenlere mahkemenin direnme kararı yerinde olmadığından, bozulması gerekirken Mahkeme kararının onanmasına ilişkin saygıdeğer Yüksek Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunun görüşüne katılmamaktayım.

OLAĞANÜSTÜ KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI- TAPU KAYDINDAN MALİKİN KİM OLDUĞU ANLAŞILAMAYAN HUKUKİ NEDENİNE DAYALI OLARAK AÇILAN TAPU İPTALİ VE TESCİL

T.C.
ŞANLIURFA
2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

TÜRK MİLLETİ ADINA

ESAS NO : 2007/544
KARAR NO : 2016/574

DAVACI : MAHİR NECMİ Y.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ –
DAVALI : 1- BELEDİYE BAŞKANLIĞI-Belediye Başkanlığı ŞANLIURFA
DAVALI : 2- MALİYE HAZİNESİ -.Maliye Hazinesi
DAVALI : 3- EYYÜBİYE BELEDİYE BAŞKANLIĞI – Eyyübiye Belediye Başkanlığı, Eyyübiye/ ŞANLIURFA
DAVA : Tapu İptali Ve Tescil (Zilyetliğe Dayalı)
DAVA TARİHİ : 17/05/2007
KARAR TARİHİ : 29/06/2016
GEREKÇELİ KARAR
YAZIM TARİHİ : 30/06/2016
Mahkememizde görülmekte bulunan Tapu İptali Ve Tescil (Zilyetliğe Dayalı) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;Şanlıurfa İli Merkez ilçesi Karakoyunlu Mahallesi Sınırlarında tapuda avlulu kargir ev vasıflı 311 ada ve 25 parsel sayılı Süleyman kızı Fatma adına kayıtlı bulunan taşınmaz 1975 yılında bu yana malik sfıtayla davasız ve fasılasız olarak müvekkilinin zilyetliğinde bulunduğunu, müvekkili dava konusu taşınmazı 32 yıllık gibi uzun bir süreden bu yana zilyetliğini malik sıfatıyla çekişmesiz aralıksız sürdürdüğünü, Anılan taşınmaz üzerinde hazinenin belediyenin ve üçüncü şahısların herhangi bir hakkı olmadığını belirterek Şanlıurfa İli Merkez İlçesi Karakoyunlu Mahallesi sınırları tapuda avlulu kargir ev vasıflı 311 ada ve 25 parsel sayılı taşınmazın müvekkili adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Dava dilekçesi davalılara tebliğ edilmiş, davalı Hazine vekilinin sunmuş olduğu 28/06/2012 havale tarihli dilekçesinde; dava konusu taşınmazın maliki olarak gözüken Süleyman kızı Fatma adına olduğunu, Yapılan tespitte bu kişinin bu güne kadar tanınmadığı ve mirasçılarının bulunmadığı, nerede olduğunun tespit edilemediği, herhangi bir intikalin olmadığı anlaşılmış olduğundan bu kişi adına olan davalı yerin yönetiminin kayyım vasıtasıyla yapılabilmesi için MK 427 ve 3561 sayılı yasa hükümleri uyarınca Şanlıurfa Defterdarının kayyım olarak doğrudan atanmasını talep etmiştir.

Dava, TMK’nun 713/2. maddesinde tapu kaydından malikin kim olduğu anlaşılamayan hukuki nedenine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Şanlıurfa 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/136 esas sayılı dava dosyasının incelenmesinde; davacı Mahir Necmi Y. tarafından davalı Hazine vekiline mirasın Belgesi istemli dava açılmış olduğu, TMK’nın 501 maddesi gereğince hiç mirasçı bırakmadan ölmüş bulunan kişilerin mirasının devlette kalacağını, ölü Süleyman kızı Fatma’nın mirasçılarının tespit edilemediğini bu nedenle davanın reddine karar verilerek yargılamaya devam edilmiş olduğu anlaşılmıştır.

Dava konusu taşınmazın tapu kaydının incelenmesinde; Şanlıurfa İli Merkez Karakoyunlu Mahallesi 311 ada 25 parselde bulunan 205,87 m² yüzölçümlü avlulu kargir ev vasıflı taşınmaz olduğu, tam hissesinin Süleyman kızı Fatma adına kayıtlı olduğu anlaşılmıştır.

Mahkememizce dava konusu taşınmaza ve komşu taşınmazlara ait tapu kaydı, tapulama tutanağı, dayanak belgeleri, birleşik kroki getirtilmiş, Nüfus Müdürlüğü’nden ve Kolluk kuvvetleri aracılığıyla mahallinde gerekli araştırmalar yapılmış, davayla ilgisi bakımından tüm belgeler deliller toplanmış, delillerin yerinde değerlendirilmesi amacıyla mahallinde keşif yapılmış, bilirkişi heyeti tarafından rapor düzenlemiş olup, düzenlenen 30/03/2016 havale tarihli raporda; dava konusu taşınmazın (Kendirci mahallesi Pafta 1009 ada 924 parsel 12 de kayıtlı 259 m² arsa 26/12/2002 tarihinde 11.700,00 TL satıldığı, satış tarihinde birim fiyatı 11.700,00/259=45,17 TL/m²’dir) emsal satış arasında yapılan mukayese ile taşınmazların anları taşınmazın geometrik şekli ve topografik durumu, imar durumu, konumu, yapı özellikleri de göz önüne alınarak, söz konusu emsal satıştan 2 kat daha değerli olduğunun belirtildiği anlaşılmıştır.

Mahkememizce iddia, savunma, tapu kaydı, tapulama tutanağı, bilgi ve belgeler, dayanak kayıtları, yapılan araştırmalar, mahallinde yapılan keşif, keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporu, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Dava TMK’nun 713/2. maddesine dayanan tapu kaydından malikin kim olduğu anlaşılamayan hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Kural olarak tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak kanunun izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda tapulu bir yerin veya tapuda kayıtlı bir payın koşulları oluştuğu taktirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun izin verdiği hallerden biri de TMK’nun 713/2. maddesindeki düzenlemelerdir. Anılan maddede “Aynı koşullar altında maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş, ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyeti de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.

Dava konusu somut olayda davacının, Şanlıurfa İli Merkez ilçesi Karakoyunlu Mahallesi Sınırlarında tapuda avlulu kargir ev vasıflı 311 ada ve 25 parsel sayılı Süleyman kızı Fatma adına kayıtlı bulunan taşınmaz 1975 yılından bu yana yaklaşık 32 yıldan beri malik sıfatıyla davasız ve fasılasız olarak davacının zilyetliğinde olduğunun belirtildiği, bu nedenle TMK/2 de belirtilen koşulların oluştuğu anlaşılmakla, dava konusu Şanlıurfa ili Eyyübiye ilçesi Karakoyunlu Mahallesi 311 Ada 25 Parsel sayılı taşınmazın Süleyman kızı Fatma adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak, açıklanan nedenlerle, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:Yukarıda açıklanan gerekçeye göre;

1-Davanın KABULÜ ile, Şanlıurfa ili Eyyübiye ilçesi Karakoyunlu Mahallesi 311 Ada 25 Parsel sayılı taşınmazın Süleyman kızı Fatma adına olan TAPUSUNUN İPTALİ ile davacı adına TAPUYA KAYIT VE TESCİLİNE,

2-Karar tarihi itibari ile alınması gereken 3.289,61 TL nispi karar ilam harcın, davacı tarafından yatırılan 81,00 TL peşin harç, 741,40 TL tamamlama harcı olmak üzere toplam 822,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 2.467,21 TL ‘nin davanın mahiyeti gereği davacıdan tahsiline,

3-Davanın niteliği gereği davacı tarafından yapılan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,

4-Davanın niteliği gereği kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,

5-Davacı tarafından yatırılan gider avansının sarf edilmeyen kısmının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
İlişkin, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalı tarafın yokluğunda, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay ilgili dairesine gönderilmek üzere mahkememize verilecek veya başka yer mahkemesi aracılığıyla gönderilecek dilekçe ile temyiz yolu açık olmak üzere, verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıldı 29/06/2016

Katip 155769

Hakim 107486

TRAFİK KAZASI- HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI

T.C.
ŞANLIURFA
1.ASLİYE CEZA MAHKEMESİ
H.A.G.B
DOSYA NO : 2013/855 Esas
KARAR NO : 2013/1414
C.SAVCILIĞI ESAS NO : 2007/3790

GEREKÇELİ KARAR

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A

DAVACI : K.H.
MAKTUL : RECEP K.
MÜŞTEKİLER 1. ADİL K.
2. CEMİLE K.
SANIK : MEHMET Ç.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
SUÇ : Taksirle Ölüme Neden Olma
SUÇ YERİ : ŞANLIURFA/MERKEZ
SUÇ TARİHİ / SAATİ : 06/09/2007
KARAR TARİHİ : 12/12/2013
Şanlıurfa C.Başsavcılığının 14/09/2007 tarih 2007/3790 esas 2007/1904 İddianame ile sanık hakkında mahkememize kamu davası açılmış, mahkememizce verilen kararın Yargıtay 12.Ceza Dairesinin 2012/26465 esas 2013/15724 karar sayılı ilamıyla bozularak gönderilmesi üzerine yeniden esasa kaydı yapılan duruşmada uyma kararı verildikten sonra yapılan duruşma sonunda:

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

İddianame özetle ; Suç tarihinde sanık oğlu Ferdi Ç. adına kayıtlı olan 47 LD 752 pkalalı araç ile Ş.Urfa dan G.Antep istikametine giderken suç yerine geldiği sırada yolun gidişe sağ tarafında koyunların olduğu sanık sollama yasağı bulunan yolda kendi şeridinden sol tarafa çıkarak yoldan geçmeye çalıştığı bu sırada sanığın sol tarafında olan banketin orta kısmında duran Recep K. isimli kişiye çarparak onun ölümüne neden olduğu iddia olunarak eylemine uyan TCK nun 85/1,53 maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına talep ve dava olunmuş,
Sanık Savunmasında:”Ben daha önce Şanlıurfa C.Başsavcılığında karakolda ve Şanlıurfa Nöbetçi Mahkemesinde vermiş olduğum ifademi aynen tekrar ederim. Şöyle ki; Ben Dargeçit ilçesinde askerde olan oğlum Ferdi Ç. ın yanına gitme için yola gittim, suç tarihinde oğlum Ferdi Ç. adına kayıtlı olan 47 LD 752 plaka sayılı aracım ile Şanlıurfa ilinden Gaziantep iline seyir halinde iken kendi şeridimde yola devam ediyordum suçyerine geldiğim sırada yolun gidişine göre sağ tarafımda koyunların yolun her iki tarafında geçtiklerini gördüm koyunlara çarpmamak için aracımın hızını yavaşlattım, yavaş yavaş yola devam ettim ben ölen Recep K. ı sol şeritte koyunları çağırırken gördüm şahıs koyunları çağırıyordu ben çobanla koyunların arasına geçmek istedim yolun sol şeridi açıktı ben yanlarına 5-10 metre mesafe yaklaştığım sırada çoban koyunlara doğru koşunca yolun ortasında kendisi de şaşırdı ben şaşırdım ve bu esnada maktül Recep K. aniden karşıma çıktı ve çarptım, çarpma etkisiyle maktül yere düştü onu kaldırmak istedim, ama ölmüştü. Bunu üzerine bölge trafik müdürlüğüne aracım ile giderek olayı anlattım, bunun üzerine hakkımda tutanak tuttular ben ailesini teselli etmek için 10.000 YTL para yardımda bulundum. Ben bu olay nedeni ile çok üzgünüm. Kaza nedeniyle kusurumun olduğunu kabul etmiyorum, Maktulün ailesiyle uzlaşmayı kabul ediyorum, hakkımda beraat kararı verilmesini talep ediyorum, atılı suçlamayı kabul etmiyorum, benim savunmam bundan ibaretti ” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Mahkememizce yapılan yargılama ve delillerin hukuksal yargısında iddia, sanık savunması, müşteki beyanı, keşif zaptı, bilirkişi raporu, kaza tespit tutanağı, ölü muayene zaptı, olay yeri tespit tutanağı, nüfus ve adli sicil kaydı, soruşturma kapsamı,toplanan deliller edinilen vicdani kanaat ve tüm dosya kapsamıyla;Sanığın olay tarihinde kullanmış olduğu 47 LD 752 plakalı aracı ile tedbirsiz ve dikkatsiz davranarak taksirle Recep K. ın ölümüne sebep olduğu ve kazanın meydana gelmesinde sanığın asli kusurlu bulunduğu alınan her iki bilirkişi raporuyla da sabit olduğundan sanığın eylemine uyan 5237 sayılı TCK nun 85/1, 53 maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği gözetilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere :

Sanığın üzerine atılı taksirle adam öldürme suçunu işlediği anlaşılmakla eylemine uyan 5237 sayılı yasanın 85/1 maddesi gereğince suçun işleniş biçimi sanığın şahsi ve sosyal durumu dikkate alınarak takdiren asgari hadden 2 YIL HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,

Sanığın, duruşmada gözlenen iyi hali, samimi ikrarı ve mahkememize karşı olan tutum ve davranışları dikkati alınarak hüküm olunan cezasından 5237 sayılı TCK nun 62. maddesi gereğince takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak 1 YIL 8 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,

Sanığın yargılamada saptanan olumlu kişiliği sanığın yargılamadaki tavır ve davranışları gözetildiğinde yeniden suç işlemeyeceğine dair mahkememizde tam ve vicdani kanaat geldiğinden , ayrıca CMK 231/6. maddesinde yazılı diğer şartlar mevcut olduğundan CMK nun 231/5 maddesi uyarınca HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA,

CMK.nun 231/8. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi sebebiyle sanığın 5 yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tâbi tutulmasına, takdiren sanığa herhangi bir yükümlülük yüklenmesine gerek olmadığına,

CMK.nın 231/10 maddesi uyarınca Denetimli serbestlik süresi içinde işlediği kasıtlı suçtan dolayı hapis cezasına mahkum olmadığı takdirde davanın düşürülmesine, bu halde davanın düşürülmesine,

CMK.nın 231/11. maddesi uyarınca denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin hükümlere aykırı davranması halinde mahkememizce HÜKMÜN AÇIKLANMASINA, bu konuda sanığa ihtarat yapılmasına
CMK.nın 231/13 maddesi uyarınca iş bu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının oluşturulacak mahsus bir sicile kaydına,
Suça konu 47 LD 752 plakalı araç üzerindeki TEDBİRİN KALDIRILMASINA,

Yargıtay öncesi 225,75 TL ile Yargıtay sonrası 6 davetiye gideri olan 27.50 TL ,posta gideri 4.35 TL den oluşan toplam 257.60 TL yargılama giderlerinin sanıktan tahsiline,

Dair, duruşmada hazır olanlar açısından tefhim ve hazır olmayanlar açısından tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Şanlıurfa nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine hitaben mahkememiz zabıt katibine beyanda bulunmak veya mahkememize bizzat verecekleri veya başka bir Asliye Ceza Mahkemelerine verilecek itiraz dilekçesi ile kullanılabilecek itiraz yolu açık olmak üzere verilen karar, süresinde itiraz yoluna başvurulmadığı takdirde hükmün kesinleşeceği ihtaratı ile 5271 sayılı CMK nun 231 maddesi uyarınca hüküm fıkrası açıkça okunup, gerekçeleri ana çizgileri ile anlatıldı.12/12/2013

TİCARİ İLİŞKİ GEREĞİ BORCA TEMİNAT OLARAK DEVREDİLEN TAŞINMAZ- İNANÇLI İŞLEM HUKUKSAL NEDENİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL, OLMADIĞI TAKTİRDE BEDEL İSTEĞİ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/16490
KARAR:2019/390

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil- bedel davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.01.2019 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat … ile temyiz edilen davacı vekili Avukat …geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen dahili davalı … ve dahili davalı … gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel isteğine ilişkindir.

Davacı, maliki olduğu 3884 parsel sayılı taşınmazı ticari ilişkileri gereği borcuna teminat olmak üzere alacaklı …’a satış suretiyle devrettiğini, taşınmazda hayvancılık faaliyetine devam edip borçlarını kapatmaya çalışırken dava dışı …’un borcu üstlenip taşınmazın güvence olarak ara malik …’e devrini istemesi üzerine taşınmazın bu kez adı geçene satış suretiyle devredildiğini, bilahare …’e baskı yapılması sonucu dava konusu taşınmazın son kayıt maliki davalı …’a satış yolu ile temlik edildiğini, işlemlerin muvazaalı olup gerçek amacın borcun teminat altına alınması olduğunu ileri sürerek dava konusu 3884 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini, olmadığı taktirde bedelin faiziyle birlikte ödenmesini istemiş; 18.12.2013 tarihli dilekçe ile … ve …’ü davaya dahil etmiştir.

Davalı …, dava konusu taşınmazı tapu kaydına güvenerek ve iyiniyetle önceki kayıt maliki …’den satın aldığını bildirip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 3884 parsel sayılı taşınmazın davacı … adına kayıtlı iken 22.08.2008 tarihli satış işlemiyle dahili davalı …’a temlik edildiği, …’ın da taşınmazı 10.02.2009 tarihinde dahili davalı …’e satış yolu ile temlik ettiği, …’in de taşınmazı 29.09.2010 tarihinde davalı …’a satış yolu ile temlik ettiği, davacı tarafça sunulan 16.01.2008 tarihli “Gayrımenkul Satış ve Geri Alma Anlaşması” başlıklı, davacının dava dışı eşi … ile dava dışı … arasında düzenlenen ve davacının da borçlu olarak yer aldığı belge içeriğinde, eldeki davanın konusu olmayan ve davacının eşi …’a ait olan 3878 parsel sayılı taşınmazın, davacının borcuna teminat olmak üzere …’a satışının yapılacağının ve davacının borcunun tamamen ödenmiş olacağının, borç bedelinin 150.000 YTL olup borcun iki yıl içinde alacaklı …’a ödenmesi halinde taşınmazın tekrar …’a devredileceğinin düzenlendiği, dava dışı 3878 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydına göre, dava dışı … adına kayıtlı iken 16.01.2008 tarihinde satış suretiyle dava dışı …’a temlik edildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.

Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK’nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu, taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Öte yandan, karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde ifa sırasını düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 97. maddesinde, “karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekmektedir.” düzenlemesine yer verildiği kuşkusuzdur.

Somut olaya gelince, ilk el … ile ikinci el …’ün davada yer aldıkları, ilk el …’nın, taşınmazın kendisine teminat amaçlı devredildiği hususunu, ikinci el …’in de taşınmazı bedelsiz olarak aldığını kabul ettikleri, son kayıt maliki davalı …’e gelince; davacının eşi …’a ait dava dışı 3878 parsel sayılı taşınmazın, davacının borcu nedeniyle dava dışı …’a teminat olarak verildiği, bu hususta 16.01.2008 tarihli kayıt maliki ve …’un imzasını taşıyan belge düzenlendiği, eldeki davanın davalısının da o belgede imzası bulunan …’un oğlu olduğu, bu ilişkiler nedeniyle durumu bilmesi gereken kişi konumunda olup TMK 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır.

Hal böyle olunca, davacının borçlu olup olmadığının, borçlu ise ne kadar borcunun olduğunun açıklığa kavuşturulması, halen borcu var ise TBK 97. maddesi gözetilerek borcun mahkeme veznesine depo ettirilmesi, depo edilmesi halinde davanın kabul edilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

SONUÇ:Davacının yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 2.037.00-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.01.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ORTAKLAŞA ALINAN TAŞINMAZIN MİRASBIRAKAN ADINA TESCİLİ- İNANÇLI İŞLEM- İSPAT ŞEKLİ- YAZILI DELİLLE İSPAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/3297
KARAR:2019/423

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali-tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi … nun raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı, 1990 yılında 1401 parseli davalı ile birlikte satın aldıklarını ancak taşınmazın mirasbırakanları … adına tescil edildiğini, davalı kardeşinin mirasbırakanın hastalığından istifade ederek ve mirasbırakanı kandırarak taşınmazı satış suretiyle edindiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile 1/2 payının adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, taşınmazı satış bedelini ödeyerek temlik aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, temlikin muvazaalı olduğu gerekçesi ile davacının miras payı oranında davanın kabulüne, kalan pay yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Bilindiği üzere, maddi vakıayı bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapıp ona en uygun kanun maddesini uygulamak hakime aittir.

Somut olayda her ne kadar mahkemece hukuki dayanak muris muvazaası olarak değerlendirilerek davanın davacının miras payı oranında kabulüne karar verilmişse de; iddianın içeriğinden ve ileriye sürülüş biçiminden (davacı taşınmazın kendi parası ile alındığını ancak mirasbırakan adına tescil edildiğini ileri sürmüştür) davada muris muvazaasına değil inançlı işlem hukuksal nedenine dayanıldığı açık olup 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu türlü iddiaların yazılı belge ile kanıtlanması zorunludur. İddiasını yazılı belge ile kanıtlayamayan kimsenin 6100 sayılı HMK.’nun 202.maddesi gereğince delil başlangıcı sayılabilecek nitelikte banka kaydı, ihtar vs. gibi bir delilin varlığı halinde iddiasını her türlü delil ile kanıtlamasının mümkün olacağı tartışmasızdır.

Ne var ki; yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde bakıldığında davacının yazılı bir belgesi bulunmadığı gibi delil başlangıcı sayılacak bir bulgunun da var olmadığı sabittir.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.01.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ESER SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN MENFİ TESPİT DAVASI

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2902
KARAR:2019/454

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı bozmaya uyularak verilen hükmün temyizen tetkiki davacı vekili ile davalılar …, … ve … vekilince istenmiş ve temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan menfi tespit talebinden ibarettir. Davacı iş sahibi, davalılardan … yüklenici, diğer davalılar ise yüklenicinin alacaklılarıdır.

Davacı iş sahibi vekili, davalı … ile aralarında inşaat sözleşmesi yapılmışsa da bu sözleşmenin aslında inançlı bir işlem olduğunu, gerçekte sözleşme ile yüklenici sıfatını alan …’ın inşaatı yaptırmadığını, inşaattaki tüm malzeme ve işçilik ücretlerinin müvekkili tarafından karşılandığını, …’ın inşaatı yüklenmiş gibi kendi yaptırdığını söyleyip, mahkemeden delil tespiti yaptırarak aldığı bilirkişi raporunu müvekkilleri aleyhine 3. İcra Müdürlüğü’nün 2009/18091 Esas sayılı dosyasında takibe koyduğunu ve takibin kesinleştiğini, bunu yapmasının nedeninin ise davacı … …. oğlu….’ın … aleyhine iki adet çekten ötürü icra takibi yapıp, şikayetçi olması ve … aleyhine ceza mahkemesinde dava açılmasından kaynaklandığını, ancak tarafların daha sonra bir araya gelip anlaştıklarını, …’ın gerçekte alacaklı olmaması nedeniyle takipten feragat ettiğini…’ın da 8. Asliye Ceza Mahkemesi dosyasındaki davadan vazgeçtiğini bildirdiğini, …’tan alacaklı olan diğer davalıların yaptıkları 7. İcra Müdürlüğü’nün 2009/19075 ve 11. İcra Müdürlüğü’nün 2009/3385 Esas sayılı dosyalarından aldıkları yetki ile feragat ile kapanmış dosyayı yenilediklerini ve alacaklı olarak gözüken …’ın yerine geçerek müvekkilinin taşınmazlarına haciz koydurduklarını, 3. İcra Müdürlüğü’nün yenilenmekle 2013/7114 Esas sayısını alan dosyada ve 7. İcra Müdürlüğü’nün 2009/19075 Esas sayılı 11. İcra Müdürlüğü’nün 2009/3385 Esas sayılı dosyasında davalılara borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.

Davalı yüklenici … vekili; sulh ile kapanmış bir dosyada aleyhlerine dava açılmasının doğru olmadığını savunmuş, diğer davalılar …, … ve … vekilleri; açılan davanın müvekkillerinin …’tan olan alacağını almasını engellemek amaçlı muvazaalı bir dava olduğunu zira …’ın icra dosyasına “alacağımı haricen aldım, takipten feragat ediyorum” demeden önce 3. İcra Müdürlüğündeki dosya alacaklısının alacaklısı olarak söz konusu dosyanın borçlusu …’ın taşınmazlarına haciz koydurduklarını buna rağmen icra müdürlüğünce feragat nedeniyle dosya kapatılınca icra Hukuk mahkemesinden karar almak zorunda kaldıklarını ve dosyanın tekrar yenilenmesi aşamasına kadar dört yıl uğraştıklarını, davalı …’ın davacılarla işbirliği içinde kendilerinin alacağını almalarına engel olduğunu davanın bu sebeple reddini savunmuşlardır.

Mahkemece yapılan yargılama sonucu davanın kısmen kabulüne karar verilmiş verilen kararın davacı ve davalı vekilince temyizi üzerine Dairemizin 13.04.2016 tarih, 2015/6200 Esas, 2016/2273 karar sayılı ilamı ile bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu yeniden davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiş, verilen karar taraf vekillerince temyizi üzerine Dairemizin 06.07.2017 tarih, 2017/355 Esas, 2017/2789 karar sayılı ilamı ile bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucu yeniden davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiş, verilen karar davacı ile davalılar …, … ve … vekillerince yasal süresi içerisinde temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince inceleme yapılarak hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve bozmanın şümulü dışında kalarak kesinleşen cihetlere ait temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün olmamasına göre davacı ile davalılar …, … ve …’ın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Davacı … ile davalı … arasında 13.07.2004 tarih, … yevmiye nolu İnşaat Yapım Sözleşmesi başlıklı sözleşmenin imzalandığı konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Taraflarca arasında imzalanan sözleşme o tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi niteliğinde bedel karşılığı inşaat sözleşmesidir. Uyuşmazlığın, eser sözleşmesi hükümlerine göre değerlendirilip çözülmesi gerekli ve zorunludur. Taraflar arasında eser sözleşmesi ilişkisi kurulduğu konusunda uyuşmazlık bulunmamakta ise de, işin bedeli konusunda bir anlaşma bulunmamaktadır. Bir başka deyişle taraflar arasındaki uyuşmazlık; iş bedeli konusundadır. Sözleşmenin Özel Şartları m.2’ye göre “İnşaatın başından sonuna kadar alınacak tüm inşaat malzemesi, kazı, hafriyat giderleri ve tüm masrafların; m.3’e göre de; işçilerin masrafları, mesai ücretleri, yevmiyeleri, SSK’ya yatacak primleri, barınma, yiyecek giderlerinin iş sahibince üstlenildiği anlaşılmaktadır. İş bedeli konusunda uyuşmazlık bulunduğuna göre iş bedelinin sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 366. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 481.) maddesine göre işin yapıldığı yıl serbest piyasa fiyatlarıyla hesaplanmalıdır. Bu fiyatlara müteahhitlik kârı ve KDV ilave edilmemesine de dikkat edilerek yüklenici alacağı hesaplanmalı ve hüküm altına alınmalıdır.

Hüküm tesis edilir iken ayrıca, dava ile ilgili daha önce iki kez bozma yapıldığı hususu nazara alınarak usuli kazanılmış haklara dikkat edilerek hüküm kurulmalıdır.

Öte yandan; davalılardan … temyiz dilekçesine eklediği … 16. Noterliği’nin 13.09.2013 tarih, 24258 yevmiye nolu temliknamesini ibraz etmiş bulunmaktadır.

6100 sayılı HMK’nın 124. maddesinde “Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. (2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. (3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. (4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.” hükmü bulunmaktadır. Bu hükme göre davalının temliği nazara alınarak buna göre taraf teşkili de sağlanarak hüküm kurulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle tarafların sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca hükmün taraflar yararına BOZULMASINA, ödedikleri temyiz peşin harçlarının istek halinde temyiz eden davacı ile davalılar …, … ve …’a geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 06.02.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

NİŞANLIYA “ISINAMADIĞI” İÇİN NİŞANIN BOZULMASI

T.C
YARGITAY
3.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2016/11421
KARAR NO:2018/1662
KARAR TARİHİ:26.02.2018
MAHKEMESİ :AİLE MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki nişan bozulması nedeni ile tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR

Davacı, davalı ile 24/05/2015 tarihinde nişanlandıklarını, nişan nedeniyle; 1 adet altın söz yüzüğü, 1 adet altın nişan yüzüğü, 1 çift altın küpe, 2 çift ayakkabı, 1 çift tellik, ve 3 takım nişan elbisesi aldıklarını, ayrıca düğün salonu için 2.000TL masraf yaptığını, ancak ortada hiç bir neden yokken davalının nişanı bozduğunu, nişan ve düğün hazırlıkları nedeniyle hem kendisinin hem de ailesinin yıprandığını, maddi ve manevi zarara uğradıklarını, davalı aleyhine 10.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini, yapılan yargılama giderlerinin davalı üzerine bırakılmasını talep etmiştir.

Davalı, davacı ile görücü usulü ile tanıştığını, davacıya ısınamadığını, bir ay sözlü kaldıktan sonra nişan yapıldığını, davacının nişan için verdiği şeylerin tamamını davacıya iade ettiklerini, talep edilen tazminatı ödeyecek maddi imkanının olmadığını belirterek davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile, davacının nişan nedeniyle yaptığı 2.500,00 TL düğün salonukiralama gideri ve 900 TL nişanlık elbisesi gideri olmak üzere 3.400,00 TL maddi tazminat ile 1.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm süresi içinde davalı tarafça temyiz edilmiştir.

Dava nişanın bozulması nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir.

1-TMK’nın 122.maddesine göre, nişanlılık evlenme dışında bir nedenden dolayı sona ererse, nişanlıların birbirlerine vermiş oldukları, alışılmışın dışındaki hediyeler geri istenebilir. Nişanın bozulması nedeniyle mutad dışı hediyelerin geri alınmasına ilişkin davalarda kusur aranmaz.

Nişanın bozulması halinde alışılmışın dışındaki hediyeler aynen, mevcut değilse mislen geri verilir veya karşılığı sebepsiz zenginleşme kurallarına göre, geri istenir. Hediyelerin verildiği ve iade edilmediği hususu her türlü delil ile ispat edilebilir.
Alışılmış (mutad) hediyelerden kasıt; giymekle, kullanmakla eskiyen ve tüketilen eşyalardır. Kural olarak giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketilen (elbise, ayakkabı vs. gibi) eşyaların iadesine karar verilemez.
Somut olayda nişan kıyafetinin kullanılmakla giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketilen eşya olduğu gözetilmeksizin bu masraf ve eşya yönünden maddi tazminat talebinin kabulü doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

2- 6100 sayılı HMK’nın 26. maddesinin 1. fıkrası “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” hükmünü ihtiva etmektedir.
Yasanın bu açık hükmünden de anlaşılacağı üzere hâkim, iki tarafın iddia ve savunmaları ile bağlı olup talepten fazlasına veya başkasına hükmedemez.

Somut olay incelendiğinde, davacı dava dilekçesinde düğün salonu kira bedelini 2.000,00 TL olarak belirtmesi karşısında mahkemece taleple bağlılık kuralına aykırı biçimde, 2.500,00 TL düğün salonu kira bedelinin iadesine şeklinde talep aşılarak hüküm tesisi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.

3- Kişilik değerlerinde oluşan manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Objektif eksilmeden ise, sadece o kişi için değil; toplumdaki diğer bireylerin de aynı zarara(duruma) düşmeleri anlaşılmaktadır. 4721 sayılı Yasanın 23. ve devamı maddelerinde kişilik haklarının korunmasına yönelik hükümler düzenlenmiş olup ilgili yasal hükümlerle manevi tazminat verilebilecek olgular sınırlandırmıştır.

4721 sayılı TMK. nun 121.maddesine göre, nişanın bozulması yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.

Bilindiği üzere; manevi tazminat, haksız bir eylemin yarattığı üzüntünün, duyulan elem ve acıların giderilmesini amaçlayan bir ödencedir. Manevi zarar, mal varlığına dokunmayan, yaşam, sağlık, namus, sır, aile mahremiyeti gibi mal varlığı harici varlıklarda meydana gelen azalma olup, bu zarar manevi tazminatla giderilmeye, azaltılmaya çalışılmıştır.
Kişilik haklarının korunmasına ilişkin hükümlerin getiriliş amacı kişilik haklarına yönelik saldırıların bertaraf edilmesidir. Bu hali ile tek başına nişanın bozulması olgusu, manevi tazminata yol açan haksız fiilin eylemi kabul edilmeyecektir.

Ayrıca, nişanın bozulması ile oluşan doğal üzüntü ve menfaat ihlalinin tazminat bakımından yeterli görülmesi halinde tazminat yaptırımı tarafları evlenme akdi yapmaya yönelteceğinden, bu durum kişilerin evlenme sözleşmesine ilişkin irade serbestisini ortadan kaldırma sonucunu doğuracaktır. Bu bakımından manevi tamzinat giderimi yerine kişinin evlenme akdine yönelik irade özgürlüğüne değer atfetmek muhakkak ki daha doğru olacaktır.

Temyize konu uyuşmazlık konusunda; davalının sebep göstermeden nişanı bozduğu anlaşılmaktadır. Bu hali ile davalının, davacının kişilik haklarına saldırarak doğal üzüntüyü aşan şekilde manevi zarara(objektif zarar) yol açtığından söz edilemez. Bu itibarla manevi tazminat koşullarının somut olayda bulunmadığı gözetilerek bu istem bakımından red kararı verilmesi gerekirken kabulü doğru olmamış, bu husus da bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davalı yararınaBOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 26.02.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI- FAZLA MESAİ- İŞE GİRİŞ ÇIKIŞ SAATLERİNİN DÜZENLİ TUTULMAMASI-TANIK BEYANLARIYLA SONUCA GİDİLMESİ

T.C.
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi

TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I

ESAS NO : 2017/20968
KARAR NO : 2019/4800

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi
TARİHİ : 08/12/2015
NUMARASI : 2013/313-2015/635
DAVACI : MEHMET HAMDİ B.ADINA VEKİLİ
AVUKAT SELİM HARTAVİ
DAVALI : ŞANLIURFA U. TIP SAĞLIK HİZ. LTD. ŞTİ.
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi B. Çavdar Çakır tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirket nezdindeki işyerinde belirsiz süreli iş akdi ile çalışırken sözleşmesinin haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla mesai, ulusal bayram genel tatil, hafta tatili, yıllık izin ve yol ücreti alacaklarının davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, tüm dosya kapsamı ve bilirkişi raporu doğrultusunda hafta tatili ve yol ücreti taleplerinin reddi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz:

Karar taraf vekillerince süresinde temyiz edilmiştir.

Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacı işçinin fazla çalışma hesabına esas alınan çalışma saatleri hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda iş yeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, iş yeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle ispatlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları şahit beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada gözönüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille ispatlaması gerekir. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların imzasız olması halinde ise, varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları celp edilmeli ve ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir.

Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.

Somut olayda; davacı davalı şirkete ait özel hastanede 14.09.2007 – 18.02.2013 tarihleri arasında 5 yılı aşkın süre ile yardımcı sağlık elemanı olarak çalışmış olup fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini iddia etmiştir. Dosya içerisinde yer alan işe giriş çıkış saatlerini gösterir kayıtlar incelendiğinde günlerin çoğunda devamsız şeklinde kaydın olduğu, bazı günler işe giriş saati yazdığı halde çıkış saatinin yazılı olmadığı veya çıkış saati belli olduğu halde giriş saatinin bulunmadığı görüldüğünden kayıtların hesaplama yapmaya elverişli olmadığı görülmüştür. Bu itibarla tanık beyanları doğrultusunda sonuca gitmek gerekmektedir. Yargılama esnasında dinlenen davacı tanıklarından Mehmet Salih T, işin sabah 08.00 de başlayıp akşam 18.00 de bittiğini, cumartesi aynı şekilde çalışıldığını, pazar günleri ise çağrıldıklarında çalıştıklarını, Vedat O., sabah 08.00 de işin başlayıp akşam 18.00 de bittiğini, cumartesi çalıştıklarını, pazar günleri davacının full çalıştığını, kendisinin çalışmadığını, Mehmet Y. ise 08.00-18.00 saatleri arasında çalışmanın olduğunu, cumartesi günleri aynı şekilde çalıştıklarını duruma göre bazen pazar günü de çalıştıkları olduğunu, haftada 2 veya 3 gün akşam saat 20.00 ye kadar çalıştıkları olduğunu ve kendisinin de davalı şirket ile arasında bir dava bulunduğunu beyan etmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davalı hastanenin cumartesi günleri 15.00 den sonra acil servis dışında hasta kabulü yapmadığının herkesçe bilinen husus olduğu belirtilerek davacının haftada 5 gün 08.00-18.00 saatleri arası, cumartesi günü de 08.00- 15.00 saatleri arası çalışarak haftada 6 saat fazla mesai yaptığı tespit edilmiştir. Ancak her ne kadar davacı tanığı Mehmet Yavuz’un işverenle husumetli olduğu görüldüğünden beyanlarına itibar edilmemesi gerekiyor ise de dinlenen diğer iki davacı tanığının beyanı ve tüm dosya kapsamına göre hafta tatili ücreti talebinin reddi isabetli olmakla birlikte davacının haftanın 6 günü 08.00-18.00 saatleri arasında çalıştığı anlaşılmakla bu saat aralığı dikkate alınarak fazla mesai ücreti hesaplanmalı iken hatalı tespitle hesaplama yapan bilirkişi raporuna itibarla hüküm kurulması bozma sebebidir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 04.03.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE FATURA DÜZENLEMEK, ÖZEL BELGEDE SAHTECİLİK, TEFECİLİK VE GERÇEĞE AYKIRI OLARAK HARCAMA BELGESİ DÜZENLEMEK

T.C
YARGITAY
11. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/4708
KARAR:2018/10483

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Sahte fatura düzenlemek, özel belgede sahtecilik, tefecilik ve gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenlemek
HÜKÜM : Beraat

A) Sanık hakkında “2008 takvim yılında sahte fatura düzenleme”, “özel belgede sahtecilik” ve “tefecilik” suçlarından verilen beraat hükümlerine yönelik şikayetçi Vakıfbank A.Ş. vekilinin temyiz talebinin incelenmesi:
Sanığa yüklenen “2008 takvim yılında sahte fatura düzenleme”, “özel belgede sahtecilik” ve “tefecilik” suçlarından dolayı doğrudan doğruya zarar görmeyen şikayetçi Vakıfbank A.Ş.’nin hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığından, şikayetçi Vakıfbank A.Ş. vekilinin temyiz talebinin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 317. maddesi uyarınca REDDİNE, oy birliğiyle,
B) Sanık hakkında “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan verilen beraat hükmüne yönelik katılan Hazine vekilinin temyiz talebinin incelenmesi:
Sanığa yüklenen ve 5464 sayılı Kanun’un 36. maddesinde tanımlanan “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan dolayı doğrudan doğruya zarar görmeyen Hazinenin hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığından, Hazine vekilinin temyiz talebinin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 317. maddesi uyarınca REDDİNE, oybirliğiyle,
C) Sanık hakkında “tefecilik” suçundan verilen beraat hükmüne yönelik hazine vekilinin temyiz talebi ile “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan verilen beraat hükmüne yönelik şikayetçi Vakıfbank A.Ş. vekilinin temyiz talebinin incelenmesi:
5464 sayılı Kanun’un 36. maddesinde tanımlanan “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş olan ve kovuşturma aşamasında usulüne uygun olarak duruşmadan haberdar edilmediği için davaya katılma talebinde bulunamayan şikayetçi Vakıfbank A.Ş.’ye, 5271 sayılı CMK’nin 260/1. madde ve fıkrası uyarınca yasa yollarına başvurma hakkı bulunduğu belirlenerek inceleme yapılmıştır.
1- Sanığın, POS cihazlarını kullanım amaçları ve sözleşme koşulları dışında, kredi kartı sahiplerinin nakit ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kullanmaktan ibaret fiillerinin, hem TCK’nin 241. maddesinde düzenlenen “tefecilik” suçunu hem de 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun 36. maddesinde düzenlenen “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçunu oluşturması; TCK’nin 241. maddesinin genel ve 5464 sayılı Kanun’un 36. maddesinin özel norm niteliğinde olması karşısında; “özel normun önceliği” kuralı gereğince, sanık hakkında zincirleme olarak 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunun’un 36. maddesinde düzenlenen “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, aynı fiillerin nitelik yönünden ikiye ayrılarak, “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” ve “tefecilik” suçlarından ayrı ayrı hüküm kurularak hükmün karıştırılması,
2- Sanığa yüklenen “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan zarar gören ve kovuşturmanın her aşamasında kamu davasına katılma hakkı bulunan şikayetçi Vakıfbank A.Ş.’nin davadan ve duruşmadan haberdar edilerek kamu davasına katılma ve delillerini sunma olanağı sağlanmadan, duruşmaya devamla yazılı şekilde hükümler kurulması suretiyle, 5271 sayılı CMK’nin 234. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine aykırı davranılması,
Yasaya aykırı, katılan hazine vekili ile şikayetçi Vakıfbank A.Ş. vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan, hükümlerin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMK’nin 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, Başkan Vekili …’nın değişik gerekçesi ve oy birliğiyle,
D) Sanık hakkında “2008 takvim yılında sahte fatura düzenleme” ve “özel belgede sahtecilik” suçlarından verilen beraat hükümlerine yönelik katılan Hazine vekilinin temyiz taleplerinin incelenmesi:
Sanığın, iş yerinde herhangi bir alışveriş yapılmadığı halde, alışveriş yapılmış gibi kendisine para ihtiyacı nedeniyle değişik tarihlerde başvuran birden fazla kişiye ait kredi kartları ile pos cihazları aracılığıyla işlem yapıp, gerçek olmayan bu alış veriş tutarından belli bir komisyon kesintisi yaparak geriye kalan kısmı nakit olarak müşterilerine ödediği, tefecilik eylemini gizlemek amacıyla da gerçekte var olmayan alışverişlere ilişkin sahte fatura düzenlediği iddia edilerek “sahte fatura düzenlemek” ve “özel belgede sahtecilik” suçlarından cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında; sanığın suçlamayı kabul etmeyerek faturalara konu ürünlerin gerçekten satıldığını, sahte belge düzenlemediğini savunması, adlarına suça konu fatura düzenlenen ve vergi raporunda belirtilen kişilerin tanık sıfatıyla dinlenmemiş olması karşısında;
1- Gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından,
a) Sanığın, kredi kartlarını kullandığı kişilerin tespiti ile kanaat oluşturacak sayıda kişinin CMK’nin 48. maddesi uyarınca çekinme hakları hatırlatılarak tanık sıfatıyla dinlenmesi; kendilerinden, sanıktan gerçekten faturalardaki yazılı emvali alıp almadıklarının sorulması,
b) Faturaların, gerçek kontör satımına ilişkin olup olmadığının belirlenmesi yönünden, sanığın satımını yaptığını söylediği kontörlerle ilgili kayıtları getirtilerek, yeterli kontör girişi olup olmadığı, alım ve satım miktarlarının uygunluğu yönünden bilirkişi incelemesi yaptırılması,
Sonucuna göre tüm deliller birlikte tartışılarak sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hükümler kurulması,
2- Kabule göre; sanığın gerçekte var olmayan alışverişlere ilişkin sahte faturalar düzenleme fiilinin sübutu halinde; 213 sayılı VUK’nin 359/b-1 maddesinde tanımlanan “sahte fatura düzenleme” suçunu oluşturacağı gözetilmeden, fiilin nitelik yönünden ikiye bölünerek her iki suçtan ayrı ayrı beraat hükümleri kurulması,
Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, oy birliğiyle,
17.12.2018 tarihinde karar verildi.

DEĞİŞİK GEREKÇE

(tefecilik ve gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme suçlarından verilen beraat hükümlerine ilişkin)
A) Tartışmanın konusu:
Sanığın, iş yerinde herhangi bir satış yapmadığı halde, paraya ihtiyacı olduğunu söyleyerek kendisine başvuran değişik kişilerin kredi kartlarını, mal satışı yapmış gibi POS cihazından geçirerek, her işlemle ilgili miktar üzerinden belli bir komisyon kesintisi yaptıktan sonra kalan miktarı kâr sahibine nakit olarak ödemekten ibaret fiilinin sübutu halinde; hem TCK’nin 241. maddesinde tanımlanan “tefecilik” suçunu hem de 5464 sayılı Banka ve Kredi Kartları Kanunu’nun 36. maddesinde tanımlanan “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçunu oluşturur mu?
B) Konunun değerlendirilmesi:
“Tefecilik suçu” TCK’nin 241. maddesinde “Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verme” olarak tanımlanmıştır.
Ödünç para verme ise, bir kişiye belli bir süre sonra iade edilmek üzere para verilmesidir. Tefecilik suçunda fail, belirli bir miktar parayı başkasına verir ve belirlenen süre sonunda fazlasıyla kendisine ödenmesini ister. Böylece kazanç elde eder.
“Gerçeğe aykırı harcama belgesi düzenleme suçu” ise 5464 sayılı Kanun’un 36. maddesinde “Gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi, nakit ödeme belgesi ya da alacak belgesi düzenlemek veya bu belgelerde ne surette olursa olsun tahrifat yapmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlama” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu suç için, verilen paranın, belli bir süre sonra fazlasıyla ödenmesi söz konusu değildir.
Her iki suç için öngörülen hapis ve adli para cezası miktarı aynıdır.
Belirtildiği üzere, bu suçların unsurları birbirinden farklıdır.
TCK’nin 2. maddesinin 3. fıkrasına göre, kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılmaz; suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.
Sanığın fiili sabit olduğu takdirde tefecilik değil, gerçeğe aykırı harcama belgesi düzenleme suçunu oluşturur. Bu suçlar arasında özel-genel norm ilişkisi söz konusu değildir .
C) Sonuç:
Sanığın fiilinin sabit olması halinde, tefecilik değil “gerçeğe aykırı harcama belgesi düzenleme” suçunu oluşturacağı gözetilmeden ve tek olan fiil nitelik yönünden ikiye ayrılarak, hem tefecilik hem de gerçeğe aykırı harcama belgesi düzenleme suçlarından ayrı ayrı beraat hükmü kurularak hükmün karıştırılması yasaya aykırıdır.
Bu suçlarla ilgili (1) numaralı bozma nedeninin, belirttiğim değişik gerekçeye dayanması gerektiği düşüncesindeyim. 17.12.2018

TEFECİLİK- SANIKLARIN, FAİZ ALMADIKLARI, ÇEK VE SENETLERİN TAŞINMAZ SATIŞI KARŞILIĞINDA TİCARİ İLİŞKİYE DAYANDIĞI-SANIKLARIN TEFECİLİK YAPIP YAPMADIKLARINA İLİŞKİN AYRINTILI KOLLUK ARAŞTIRMASI YAPTIRILMASI

T.C
YARGITAY
5. Ceza Dairesi
ESAS: 2015/5337
KARAR:2018/9690

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tefecilik
HÜKÜM : Mahkumiyet

Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
Sanıkların, faiz almadıkları, çek ve senetlerin taşınmaz satışı karşılığında ticari ilişkiye dayandığı şeklindeki savunmaları karşısında, maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından, mağdur …’nin beyanlarında ismi geçen…’in dinlenmesi, teminat olarak verildiği söylenen tapu kayıtlarının getirtilerek incelenmesi, dava konusu … 1. İcra Müdürlüğünün 2008/4178 ve … 3. İcra Müdürlüğünün 2008/3948 sayılı icra dosyalarının getirtilip incelenmesi, asıllarının veya onaylı örneklerinin dosya arasına alınması ile sanıkların tefecilik yapıp yapmadıklarına ilişkin ayrıntılı kolluk araştırması yaptırılması ve alacaklısı oldukları icra dosyalarının araştırılarak varsa incelenip borçlularının tanık sıfatıyla dinlenilmeleri ve gerektiğinde vergi denetim raporu düzenlettirilmesi sonrasında hasıl olacak sonuca göre hukuki durumlarının takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yetersiz gerekçelerle yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması,
Kabule göre de;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/06/2007 tarih ve 2007/10-108 Esas, 2007/152 Karar sayılı ilamında belirtildiği gibi, yasa koyucunun ayrıca adli para cezası öngördüğü suçlarda, hapis cezasının alt sınırdan tayini halinde mutlak surette adli para cezasının da alt sınırdan tayini gerektiği yönünde bir zorunluluk bulunmamakta ise de, yeterli ve yasal gerekçe gösterilmeksizin adli para cezasının alt sınırın üzerinde 1000 gün olarak tayin edilmesi,
Sabıkasız olup, duruşma tutanaklarına yansımış olumsuz halleri bulunmadığı anlaşılan sanıklar hakkında yeterli olmayan gerekçelerle TCK’nın 62 ve 51. maddeleri ile CMK’nın 231/5. maddesinin uygulanmaması,
Sanıklar hakkında TCK’nın 53/3. maddesi gereğince sadece kendi altsoyları üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmelerine kadar 53/1-c maddesi gereğince hak yoksunluğuna hükmedilebileceği gözetilmeden yazılı şekilde uygulama yapılması,
Anayasa Mahkemesinin TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı iptal Kararının değerlendirilmesi lüzumu,
Kanuna aykırı, sanıklar müdafin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321 ve 326/son maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 17/12/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

TEFECİLİK- AYRINTILI KOLLUK ARAŞTIRMASI YAPILMASI- BERAAT

T.C
YARGITAY
5. Ceza Dairesi
ESAS:2015/3494
KARAR:2019/16

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tefecilik
HÜKÜM : Beraat

Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
Sanıkların senetlerin araba satışı karşılığında alındığını savunmaları ile müşteki ve tanık …’nin soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarının birbiri ile çelişmesi hususları nazara alınarak, maddi gerçeğin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından, sanıklardan savunmalarında bahsi geçen araç satışına dair belgeleri ibraz etmeleri istenerek, sunmaları halinde birer suretinin dosya arasına alınmasından, ifadesinde belirttiği şekilde müşteki Fikret’in kaza yapıp yapmadığının araştırılmasından, sanıkların tefecilik yapıp yapmadıklarına ilişkin ayrıntılı kolluk araştırması yaptırılmasından, davaya konu senetlerle ilgili takip dosyalarının getirtilmesinden, ayrıca alacaklısı oldukları başkaca icra dosyası olup olmadığının tetkik edilerek varsa incelenmesinden ve borçlularının sanıklardan faiz karşılığında ödünç para alıp almadıkları hususunda tanık sıfatıyla dinlenilmesinden, gerektiğinde vergi dairesine yazı yazılarak yargılama konusu olayla ilgili olarak vergi inceleme raporu düzenlettirilmesinden, ayrıca sanıklar hakkında Antalya 17. Asliye Ceza Mahkemesinin 14/12/2015 tarihli ve 2013/742 Esas, 2015/771 Karar sayılı ilamı ile tefecilik suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği UYAP sorgulaması neticesinde tespit edilen dosyanın getirtilip incelenmesinden sonra tüm kanıtların hep birlikte değerlendirilerek sonucuna göre hukuki durumlarının takdir ve tayini gerektiği nazara alınmadan eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hükümler kurulması,
Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 07/01/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

“SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA ÖRGÜT KURMA/YÖNETME VE ÜYE OLMA”, “SİLAH TİCARETİ”, “NİTELİKLİ YAĞMA”, “2863 SAYILI KANUNA MUHALEFET”, “TEHLİKELİ MADDELERİ İZİNSİZ OLARAK BULUNDURMA VEYA EL DEĞİŞTİRME”, “6136 SAYILI KANUNA MUHALEFET”, “KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA”, “TEHDİT”, “ŞANTAJ”, “SUÇTAN KAYNAKLANAN MALVARLIĞINI AKLAMA”

T.C
YARGITAY
6. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/2577
KARAR:2019/194

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Yağma, Silah ticareti
HÜKÜM : İstinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine

… 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2017 gün, 2015/303 Esas ve 2017/174 sayılı kararı ile; sanıklar …, ve … hakkında, “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma/yönetme ve üye olma”, “Silah ticareti”, “Nitelikli yağma”, “2863 sayılı Kanuna muhalefet”, “Tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme”, “6136 sayılı Kanuna muhalefet”, “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma”, “Tehdit”, “Şantaj”, “Suçtan kaynaklanan malvarlığını aklama” suçlarından verilen mahkumiyet hükümleri ile sanık … Karakurt hakkında, “Tefecilik” suçundan kurulan beraat hükmüne karşı, katılan … vekili ile sanıklar savunmanları ve bir kısım sanıklar tarafından CMK 272 ve müteakip maddeleri uyarınca istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine; … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi’nce dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu verilen 23.01.2018 gün, 2017/2629 Esas ve 2018/86 sayılı karar ile;
1-) Sanık … Duran hakkında kurulan örgüte üye olma, sanık … hakkında silahlı örgüt adına suç işleme, sanık … hakkında örgüt faaliyeti çerçevesinde silah ticareti suçundan, sanıklar … ve … hakkında örgüt faaliyeti dışında iki veya daha çok kişinin silah ticareti suçundan, sanıklar …, ve … hakkında mağdur … ‘e karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’ye yönelik yağmaya teşebbüs suçundan, sanıklar …, …, …, … ve … hakkında mağdur …’ye yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e yönelik şantaj suçundan, sanıklar …, …,… ve … hakkında mağdur …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e karşı hukuki alacağını tahsil amacıyla tehdit suçundan, sanıklar… ve … hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet Etme suçundan, sanıklar… ve … hakkında tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçundan, sanıklar …,… ve … hakkında suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan kurulan mahkumiyet kararları ile ilgili delillerin duruşma açılarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılıp, istinaf başvurularının kabulü ile CMK’nin 280/1-e maddesi uyarınca “Davanın yeniden görülmesine ve duruşma hazırlığı işlemlerine başlanılmasına, dosyanın tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydının yapılmasına”,
2-) Sanık …’in silahlı suç örgütü kurma ve yönetme eylemi ile sanıklar …, ve …’nun ise kurulan örgüte üye olma suçundan, sanıklar … ve … hakkında silah ticareti suçundan, sanıklar … ve … hakkında 6136 sayılı Yasaya aykırı bıçak bulundurma suçundan, sanıklar …, hakkında mağdur … ‘e yönelik yağma suçundan, sanıklar …, …, … hakkında mağdur …’ye yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’ye yönelik tehdit suçundan, sanıklar …, … ve… hakkında mağdur …’e yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e yönelik şantaj suçundan, sanıklar …, … ve … hakkında mağdur … ‘a yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur … ‘a yönelik tehdit suçundan, sanıklar … ve …hakkında mağdur … …’e yönelik yağma suçundan, sanıklar .. hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet suçundan, sanıklar …, . ve … hakkında tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümleri yönünden; “Sanıklar …, ve … hakkında silahlı örgüt kurma, örgüt faaliyeti çerçevesinde yağma, silah ticareti, 2863 sayılı Yasaya muhalefet, tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma suçlarından mahkumiyetlerine dair karar verilmiş olup, atılı suçları örgüt faaliyeti çerçevesinde işleyen sanıklar hakkında TCK’nin 58/9. maddesi gereğince cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve cezalarının infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmemiş ise de; örgüt mensubu sanıklar hakkında mahkûmiyetlerinin kanuni sonucu olarak bu durumun infaz aşamasında dikkate alınmasının mümkün olduğu” kabul edilip eleştirmek suretiyle CMK 280/1-a maddesi uyarınca “İstinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine”,
3-) Sanık … hakkında tefecilik suçundan verilen beraat kararı yönünden de, katılan … vekilinin “istinaf başvurusunun esastan reddine”,
Sanık … hakkında örgüt faaliyeti çerçevesinde silah ticareti, sanıklar … ve … hakkında örgüt faaliyeti dışında iki veya daha çok kişinin birlikte silah ticareti, sanıklar … ve … hakkında mağdur …’e karşı nitelikli yağma suçlarından verilen kararlar yönünden TEMYİZ yolu açık olmak üzere; diğer suçlardan verilen kararlar yönünden KESİN olmak üzere karar verildiği,
06.04.2015 tarihli eylem nedeniyle, örgüt faaliyeti çerçevesinde silah ticareti, örgüt faaliyeti dışında iki veya daha çok kişinin birlikte silah ticareti suçu ile, mağdur …’e karşı nitelikli yağma suçu yönünden verilen karar, sanık … savunmanı tarafından duruşmalı, sanıklar …, … ve … savunmanları tarafından duruşmasız olarak temyiz edilmekle;
Soruşturmanın sonuçlarını içeren tutanaklar, belgeler ve sanıklar …, … ve … savunmanlarının temyiz dilekçelerinde, sanık … savunmanı Av. … tarafından temyiz dilekçesinde ve duruşmada hukuka aykırı olduğu ileri sürülen hususlar ile re’sen incelenmesi gereken konular CMK’nin 288 ve 289. maddeleri kapsamında incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü;
I-) Sanıklar … ve … hakkında, mağdur …’e karşı yağma suçundan kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının, sanık … yönünden duruşmalı, sanık … hakkında duruşmasız olarak yapılan incelemesinde;
Toplanan deliller karar yerinde incelenip, suçların sübut, kabul, oluş, soruşturma sonuçlarına uygun şekilde tayin, takdire ilişkin cezayı azaltıcı nitelikte takdir kılınmış, savunma inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, sanıkların hukuken geçerli delillere göre hükümlülüklerine dair karar yerinde olup, istinaf isteminin esastan reddine dair kararda hukuka aykırılık bulunmadığından, sanıklar … savunmanının temyiz dilekçesinde, sanık … savunmanının temyiz dilekçesinde ve duruşmada ileri sürdüğü tüm itiraz ve savunmalarının REDDİNE, usule, yasaya ve hukuka uygun bulunan … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin 23.01.2018 gün, 2017/2629 Esas ve 2018/86 Karar sayılı esastan red kararına yönelik, sanıklar savunmanlarının açtıkları temyiz davasının CMK’nin 302/1. maddesi uyarınca esastan reddi ile, sanık … yönünden de duruşmalı incelemesi yapılan hükmün ONANMASINA,
II-) Sanıklar …, … ve … hakkında silah ticareti suçundan kurulan hükümlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Oluşa ve dosya içeriğine göre; … 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2017 gün, 2017/303 Esas ve 2017/174 sayılı kararının gerekçe kısmında, dosya kapsamı ile uyumlu olmayan şekilde “OLAY 2” başlığı altında; “Sanık …’in suç örgütü yöneticisi olması ve işlenen suçtan sorumlu olması nedeniyle zincirleme şekilde silah ticareti suçundan cezalandırılmasına” sözcüklerine yer verilip, tefhimle infaza esas kısa kararın ve gerekçeli kararın hüküm kısmının 9 numaralı bendinde, TCK’nin 43. maddesi ile ilgili bir uygulamaya yer verilmediği dikkate alındığında;
İlk derece Mahkemesinin, gerekçe kısmında “Sanık …’in suç örgütü yöneticisi olması ve işlenen suçtan sorumlu olması nedeniyle zincirleme şekilde silah ticareti suçundan cezalandırılmasına” şeklindeki yazım, maddi hata olup, yerinde düzeltilmesi olanaklı görüldüğünden, anılan husus bozma nedeni yapılmamış,
Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
28.06.2014 tarih ve 29044 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 6545 sayılı Yasanın 81. maddesiyle 5275 sayılı Yasanın 106. maddesinde yapılan değişiklik uyarınca, sanıklar hakkında hükmedilen adli para cezasının ödememesi halinde bu cezanın hapse çevrilemeyeceğinin gözetilmesi zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş, sanıklar …, … ve … savunmanlarının temyiz itirazları ve tebliğnamedeki düşünce bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu verilen 23.01.2018 gün ve 2017/2629 Esas, 2018/86 Karar sayılı hükmün, açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5271 sayılı CMK’nin 303/1-h maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, … 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2017 gün, 2017/303 Esas ve 2017/174 sayılı kararının hüküm fıkrasından sanık hakkında “Ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğine” ilişkin bölümün çıkartılması suretiyle, eleştiri dışında diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA ilişkin oy birliğiyle alınan karar, 23/01/2019 gününde Yargıtay Cumhuriyet Savcısı …’ın katıldığı oturumda, sanık … savunmanı Av. …’in yokluğunda açıkça ve yöntemince okunup anlatıldı.

TİCARETİ TERK SUÇUNUN UNSURLARI-ARAŞTIRILACAK HUSUSLAR

T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu

Esas No:2013/702
Karar No:2014/491
K. Tarihi:1.1.1901

Ticareti terk suçundan sanık E. E.’nin İİK’nun 337/a maddesi uyarınca 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İstanbul 9. İcra Ceza Mahkemesince verilen 15.02.2011 gün ve 35-22 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 09.05.2012 gün ve 2275 – 4201 sayı ile;

“1- Borçlunun ticaret sicili memurluğunda kayıtlı bulunan adresinin, bilinen en son adresi olduğu, takibin açılmasından ve ödeme emirlerinin gönderilmesinden önce borçlu tarafından ticaret sicil memurluğuna, tebliğ merciine ya da alacaklıya adres değişikliğine dair bir bildirim de yapılmadığı anlaşılmakla, Tebligat Kanununun 35. maddesi uyarınca borçlunun ticaret sicili memurluğunda kayıtlı adresinde yapılan tebliğ işlemi usulüne uygun ise de, sanığın üzerine atılı ticareti terk suçunun özelliği dikkate alındığında, duruşma davetiyesinin usulüne uygun olarak tebliğ edildiğini kabul etmek doğru olmayacaktır. Ticareti terk ettiği ileri sürülen adrese Tebligat Kanununun 35. maddesine göre de olsa duruşma davetiyesinin tebliği geçersizdir. Zira, sanık zaten o adreste değildir.

Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun benzer bir olay nedeniyle verdiği 18.03.2008 tarih ve 2008/7-56 sayılı kararındaki ‘Anayasa’nın 36. maddesine göre; ‘herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile ‘adil yargılanma hakkı’na sahiptir. ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin,’ adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin (b) ve (c) bentlerinde ise; ‘Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir: a)……… b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek…’ şeklindeki düzenlemelerden çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama hürriyetinin bir gereği olduğudur. Bu durum tebligat hukuku ile değil, münhasıran vazgeçilemez ve göz ardı edilemez nitelikteki savunma hakkı ve daha geniş manada da adil yargılanma hakkı ile ilgilidir. Bu nedenle çözümün tebligata ilişkin hükümler yerine, savunma hakkına ilişkin düzenlemelerde aranması yerinde olacaktır” şeklindeki değerlendirme de göz önünde bulundurularak somut olaya dönüldüğünde; ticareti terk etmek suçundan dolayı yapılan yargılamada duruşma davetiyesinin sanığın terk ettiği bildirilen adresine Tebligat Kanununun 35. maddesine göre yapılan tebligatın usulüne uygun olduğundan da söz edilemez. Zira terk edilen adrese bu şekilde yapılan tebligatın zaten sanığın eline geçmeyeceği şikayetçi ve hatta mahkeme tarafından da öngörülmektedir. Anayasanın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkı göz önünde bulundurularak, ticareti terk suçlarında duruşma davetiyesinin ya da mahkeme kararının, terk ettiği ileri sürülen adresine Tebligat Kanununun 35. maddesine göre tebliği geçersiz olup, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur. Hal böyle olunca, Tebligat Kanununda 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı Kanunla yapılan değişiklikler de dikkate alınmak suretiyle yeniden usulüne uygun olarak sanığa duruşma davetiyesinin tebliğini (Tebligat Kanununun 35. maddesi dışında) müteakip, yargılamaya devam edilmesi gerekirken, savunma hakkı kısıtlanmak suretiyle sanığın mahkumiyetine karar verilmesi,

2- Kabule göre de; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 tarih ve 2011/505, 509, 513, 21.02.2012 tarih ve 2011/506, 510, 511 ve 621 esas sayılı dosyalarında, ticaret şirketlerinin müdür ve yetkililerinin ticareti terk suçunu işlemelerinin mümkün olduğu yönünde oyçokluğuyla verilen karar doğrultusunda uygulama yapılması Dairemizce de uygun bulunmuş olmakla; ticaret şirket yetkilisi olan sanığa isnat edilen suçun oluşabilmesi için tacirin fiili olarak ticareti terk etmesi ve bu durumu onbeş günlük süre içerisinde kayıtlı olduğu ticaret siciline bildirmemesi ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini içeren bir mal beyannamesi vermemesinin gerekmesi nedeniyle, somut olayda borçlu ticaret şirketinin kayıtlı olduğu vergi dairesi müdürlüğünden mükellefiyetinin sürdürülüp sürdürülmediği sorularak varsa buna ilişkin ilgili beyannameler de getirtilerek, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir edilmesi gerekirken, eksik inceleme ile karar verilmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 12.02.2013 gün ve 172-23 sayı ile;

“…Alacaklı vekili tarafından 27.10.2009 tarihinde borçlu şirket adresine haciz tatbik amacıyla hacze gidildiği borçlu şirketin gösterilen adresi terk ettiği İzmir Ticaret sicil Memurluğunun 18.02.2010 tarih ve B-19/5694 sayılı yazısı ile borçlu şirketin halen faal olarak bildirildiği şirket yetkilisi E. E.’nin olduğu ticareti terk ettiğini İzmir Konak İlçe Emniyet Müdürlüğünün 05.07.2010 tarihli B.05.1.EGM.4.35.4553-1769/2010 sayılı müzekkere cevabında sanık tüzel kişiliğin adresinde araştırma yapıldığı ve adreste tüzel kişiliğin adresi terk ettiğini, tanıyan bilen olmadığı bildirmemekle İİK’nun 337/a maddesinde bulunan suça vücut verdiği ve yukarıdaki bilgilerin dosya içerisinde olması sebebiyle,

Ticareti terk etmek suçunun oluştuğu zira bu suç ile korunmak istenen hukuki yararın kamu güveni olduğu, kamu güveninin de bu şekilde ticareti terk ederek zedelendiği gözetilerek, unsurları oluşan suçtan dolayı suçun işleniş şekli ve niteliği dikkate alınarak sanığın takdiren asgari hadlen cezalandırılması gerektiği…” gerekçesi ile ilk hükümde direnilmesine karar vermiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 22.10.2013 gün ve 191455 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Yerel mahkemece sanığa usulüne uygun şekilde davetiye tebliğ edilmek suretiyle (1) numaralı bozma nedeninin konusunu oluşturan aykırılık giderilmiş olup, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

İstanbul 13. İcra Müdürlüğünün 2009/350 Esas sayılı dosyasında; alacaklı B. Tekstil İç ve Dış Tic. Ltd. Şti. vekilinin talebi üzerine borçlular D. Tekstil San. ve Tic Ltd. Şti, E. E. ve Mustafa Koçhan aleyhine üç adet bonoya dayanılarak 12.950 Lira asıl alacak ve ferileri için kambiyo senetlerine mahsus takibe başlandığı, 07.01.2009 tarihli ödeme emrinin adı geçen şirketin daimi çalışanı H. T.’a şirketin Ticaret Sicil Müdürlüğündeki adresi olan “Şair Eref Bulvarı No: 33 Kat: 1 Montrö-İzmir” adresinde 15.01.2009 tarihinde tebliğ edildiği, takibin kesinleşmesinden sonra şirketin ödeme emrinin tebliğ edildiği adresine haciz işlemi yapılmak üzere 27.10.2009 tarihinde gidildiğinde, şirket ve yetkililerinin adreste bulunmadığının belirlendiği,

İzmir Ticaret Sicil Memurluğunun 18.02.2010 gün ve 5694 sayılı yazısında; kayıtlara göre halen faal durumda bulunan D. Tekstil San. ve Tic Ltd. Şti’nin yetkilisinin E. E. olduğu ve Aksoy Mah. 1731 sok No: 8’de oturduğunun bildirildiği,

İzmir Konak İlçe Emniyet Müdürlüğünün 05.07.2010 gün ve 1769 sayılı yazısında; borçlu şirketin adresinde Eli. Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti’nin bulunduğu, yapılan araştırmada 2005 yıllarında faaliyet gösteren ve yetkilisi E. E. olan borçlu şirketin adreste bulunmadığı, 667/1. Sok. No: 45 Şirinyer -Buca adresinde faaliyet gösterdiği,

Şirinyer Polis Merkez Amirliğinin 09.08.2010 günlü yazısına göre; belirtilen adreste bir demirci dükkanı olduğu ve borçlu şirketin işyerinin bilinmediği,

Karşıyaka Aksoy Mahallesi Muhtarlığınca düzenlenen ikametgah senedine göre sanık E. E.’nin Aksoy Mah. 1731 Sok. No: 8’de oturduğu,

Yargılama sırasında sanık adına ve fakat şirket adresine çıkarılan meşruhatlı davetiyenin muhatabın adres bırakmadan T.ındığı ve yeni adresi bilinemediğinden bahisle iade edilmesi üzerine, aynı adrese Tebligat Kanununun 35. maddesine göre tebligat yapıldığı,

Özel Dairece yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesinden sonra sanığa usulüne uygun şekilde tebligat yapıldığı, sanık E.’un kimlik bilgileri ve açık adresi ile borçlu şirketin tüm kayıtlarının 14.08.2012 tarihli müzekkere ile ticaret sicil müdürlüğünden istendiği, İzmir Konak Vergi Dairesi Müdürlüğüne borçlu şirketin mükellefiyetinin sürdürülüp sürdürülmediğinin tespiti ve ilgili beyannamelerinin temini için yazı yazıldığı, sözü edilen müzekkerenin Konak’ta birden fazla vergi dairesi bulunması ve hangi vergi dairesinden bilgi istendiğinin belirtilmemesi nedeniyle iade edildiği ve Ticaret Sicil Müdürlüğüne yazılan yazı cevabının gelmediği, anlaşılmaktadır.

İİK’nun “Ticareti Terk Edenler” başlıklı 44. maddesi;

“Ticareti terk eden bir tacir onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır.

Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir.

Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez.

Üçüncü şahısların zilyetlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz.

Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir.

Bozulmaya maruz veya muhafazası külfetli olan veya tayin edilen kanuni müddet içinde değerinin düşmesi kuvvetle muhtemel bulunan mallar hakkında, tacirin talebi üzerine, mahkemece icra memuru marifetiyle ve bu kanun hükümleri dairesinde bu malların satılmasına ve bedelinin 9’uncu maddede yazılı bir bankaya depo edilmesine karar verilebilir” şeklinde olup, belirtilen yükümlülüklere aykırı davranmak, aynı kanunun 337/a maddesinde “Ticareti terk edenlerin cezası” başlığı altında;

“44’üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.

Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır” biçiminde yaptırıma bağlanmıştır.

İİK’nun 44. maddesinde ticareti terk eden tacir açısından muhatapların kanuni haklarını korumaya yönelik bir takım yükümlülükler getirilmiş, yükümlülüklere aykırı hareket etmenin yaptırımı da aynı kanunun 337/a maddesinde gösterilmiştir.

06.06.1965 tarihinde yürürlüğe giren 538 sayılı Kanunun 22. maddesiyle değiştirilen İİK’nun 44. maddesinin gerekçesinde de; “Ticareti terk etmek suretiyle alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek, kaçınılması imkânsız bir zaruret halini almıştır. Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ettikleri ve ellerindeki malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir. Ticareti terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle tesirli bir şekilde mücadeleyi temin için İcra ve İflas Kanunu sistemi içinde madde tadil edilmiş ve ayrıca bu maddeye muhalefet 337/a maddesiyle cezalandırılmıştır” denilmektedir.

Takibi şikâyete bağlı olan seçimlik hareketli bu suçun oluşabilmesi için;

1- İİK’nun 44. maddesine göre mal beyanında bulunulmaması,

2- Mal beyanında mevcudun eksik gösterilmiş olması,

3- Aktifte yer alan mal veya onun yerine kaim olan değerin, haciz veya iflas sırasında gösterilmemesi,

4- Mal beyanından sonra, beyan edilen bu mallar üzerinde tasarruf edilmesi,

Gereklidir.

Kanun maddesinde gösterilen bu seçimlik hareketlerin herhangi birisinin işlenmesiyle, diğer şartların da gerçekleşmesi halinde ticareti terk suçu oluşacaktır.

İİK’nun 44. maddesine uygun bir biçimde mal beyanında bulunulduğundan söz edebilmek için, borçlunun ticareti bıraktıktan sonra onbeş gün içinde durumu ticaret siciline bildirmesi, bütün aktif ve pasifleri ile alacaklıların isim ve adreslerini içerecek şekilde mal beyanında bulunması gerekir. Ayrıca suçun oluşabilmesi için borçlunun fiilinden dolayı alacaklının zarar görmesi de gerekmektedir. Aynı kanunun 337/a maddesinin ikinci fıkrasındaki; “birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez” hükmü uyarınca, alacaklının zarar görmediğini ispat etme zorunluluğu borçluya aittir.

Bunun yanında ticareti terk eden borçlunun ayrıca tacir sıfatı T.ıması gerekmektedir. Türk Ticaret Kanununun 14. maddesinde gerçek kişi tacir; “bir ticari işletmeyi, kısmen dahi olsa kendi adına işleten kimse” olarak tanımlandıktan sonra, aynı kanunun 18. maddesinde; “ticaret şirketleriyle, gayesine varmak için ticari bir işletme işleten dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince hususi hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi amme hükmi şahısları tarafından kurulan teşekkül ve müesseseler dahi tacir sayılırlar” denilmiş, 136. maddesinde ticaret şirketleri; “kolektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketleri” olarak sayılmıştır.

Bu aşamada ticareti terk kavramı üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır. Öğreti ve uygulamada; “ticari işletmeyi kendi adına işletmekten vazgeçmek veya ticari işletmeyi kapatmak ya da dağıtmak” olarak tanımlanan ticareti terk fiilinin, mevzuatta belirlenen hukuki yönteme uygun olarak ticari faaliyetin sonlandırılması şeklinde ortaya çıkması mümkün olduğu gibi, ticari işletme hukuki olarak varlığını devam ettirmekle birlikte, fiili olarak sona erdirilmesi şeklinde gerçekleşmesi de imkân dâhilindedir.

Sanığın, temsile yetkili olduğu şirketin limited şirket olması nedeniyle, anılan ticari şirkete ilişkin kanuni hükümlerin de incelenmesi gerekmektedir. TTK’nun 503. maddesinde; “iki veya daha fazla hakiki veya hükmi şahıs tarafından bir ticaret unvanı altında kurulup, ortaklarının mesuliyeti koymayı taahhüt ettikleri sermaye ile mahdut ve esas sermayesi muayyen olan şirkete limited şirket denir” tanımına yer verilmiş, aynı kanunun 540. maddesinde ortakların birlikte müdür sıfatıyla şirketi idare ve temsile yetkili olabilecekleri gibi, şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortaklarından biri veya birkaçının da müdür olarak belirlenebileceği, 541. maddesinde ise, şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortak olmayan kişilerin de müdür olarak seçilebileceği hüküm altına alınmıştır.

TTK’nun 549 ve 550. maddelerinde limited şirketlerin tüzel kişiliğinin sona ermesine ilişkin “infisah” düzenlemesine yer verilmiştir. 552. maddesindeki yollama nedeniyle de anonim şirketin tasfiyesine ilişkin kurallar limited şirketler hakkında da uygulanacaktır.

İcra İflas Kanununda düzenlenen suçların tüzel kişilerin faaliyetleri sırasında işlenmesi halinde kimlerin sorumlu olacağı, “Hükmi şahısların muamelelerinde kimlerin ceza göreceği” başlıklı 345. maddesinde; “Bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur” şeklinde hüküm altına alınmış olup, limited şirket müdürlerinin ve yetkili temsilcilerinin de bu kapsamda olduğu açıktır.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 gün ve 513-29 sayılı kararı da bu doğrultudadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Ticareti terk etme suçunun oluşabilmesi için, gerçek kişi tacir ya da ticaret şirketi müdür veya yetkili temsilcilerinin fiili olarak ticareti terk etmesi ve bu durumu bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanı ile onbeş gün içerisinde kayıtlı bulundukları ticaret sicili memurluğuna bildirmemesinin gerekmesi karşısında; sanığın yetkilisi olduğu ticari şirketin ticareti gerçekten terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yaptırılması ve kayıtlı bulunduğu vergi dairesinden vergi mükellefliğinin devam edip etmediğinin belirlenmesinden sonra, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken, eksik araştırmaya dayalı olarak mahkûmiyet hükmü kurulması isabetli değildir.

Bu itibarla, usul ve kanuna aykırı bir biçimde, eksik araştırmaya dayalı olarak verilen direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- İstanbul 9. İcra Ceza Mahkemesinin 12.02.2013 gün ve 172-23 sayılı direnme hükmünün, eksik araştırmaya dayalı olarak sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.11.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI–TARAF TEŞKİLİ–DEVLET HASTANELERİ İLE İLGİLİ AÇILACAK DAVALARDA HUSUMETİN SAĞLIK BAKANLIĞI’NA YÖNELTİLMESİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2015/6179
KARAR NO. 2016/5814
KARAR TARİHİ. 9.3.20166100/m.114

ÖZET : Devlet hastanelerinin bağımsız tüzel kişilikleri yoktur. Devlet hastaneleri ile ilgili açılacak davalarda husumetin Sağlık Bakanlığına yönetilmesi gerekirken, Devlet Hastanesi Başhekimliğine tebligat yapılarak taraf teşkili sağlanmadan hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

DAVA : Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı Sağlık Bakanlığı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

KARAR : Davacı, davalı hastanede temizlik işçisi olarak çalıştığını, iş akdinin davalı tarafından haksız olarak sonlandırıldığını ancak işçilik alacaklarının ödenmediğinden bahisle kıdem ve ihbar tazminatı ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti ve yıllık izin ücret alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiş, husumeti B… Devlet Hastanesi Başhekimliğine yöneltmiştir.

Davalı B… Devlet Hastanesi Başhekimliği, cevap dilekçesi vermemiş ve duruşmalara katılmamıştır.

Mahkemece, davalı B… Devlet Hastanesi Başhekimliği nezdinde dava görülerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Somut olayda, davalı B… Devlet Hastanesi Başhekimliği taraf gösterilerek açılan davada dava dilekçesinin ve diğer tüm tebligatların hastaneye tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Bir davada tarafların, taraf ehliyetine sahip olmaları dava şartlarındandır. Bu nedenle mahkemece re’sen göz önünde tutulmalıdır.

Devlet hastanelerinin bağımsız tüzel kişilikleri yoktur. Devlet hastaneleri ile ilgili açılacak davalarda husumetin Sağlık Bakanlığına yönetilmesi gerekirken, B… Devlet Hastanesi Başhekimliğine tebligat yapılarak taraf teşkili sağlanmadan hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

O halde davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 09.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

USULSÜZ TEBLİĞ- MUHATABIN ADRESTE BULUNMAMA NEDENİ VE NE ZAMAN GELECEĞİ HUSUSU BELİRTİLMEDEN YAPILAN TEBLİĞ İŞLEMİ USULSÜZDÜR

T.C
YARGITAY
23. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/6343
KARAR:2018/3230

“İçtihat Metni”
……
-KARAR

Gerekçeli karar ve davacı vekilinin temyiz dilekçesi davalılar vekiline tebliğe çıkarılmış olmakla birlikte tebligat, muhatabın adreste bulunmama nedeni ve ne zaman geleceği hususu belirtilmeden, temyiz dilekçesi daimi çalışan….. gerekçeli karar ise daimi çalışan …..” imzasına yapılmış olup, tebliğ belgesinde muhatabın tevziat saatinde işyerinde bulunmamama sebebinin belirtilmediği, aynı gün döneceğine ilişkin bir tespite ise yer verilmediği görülmüştür.

Tebligat Kanunu’nun tevziat saatinde o yerde bulunmayıp, aynı gün tevziat saatinden sonra dönmeyeceği belirlenen muhataplar için düzenleme içeren 20. ve Yönetmeliği’nin 29. maddesinde aranan, anılan belirlemeye ilişkin bir açıklama da Tebliğ belgesinde bulunmamaktadır. Bu tebligat, Tebligat Kanunu’nun 17 ve 20; tebliğ tarihinde yürürlükte olan Yönetmeliğin 26 ve 29. madde hükümlerine uygun yapılmış değildir.

Bu durumda, gerekçeli kararın ve davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davalılar vekiline usulüne uygun şekilde tebliğ edilip, temyiz süresinin beklenmesi, temyiz dilekçesi sunulması halinde bu dilekçenin dosyaya eklenmesi,

İçin dosyanın yerel mahkemesine geri çevrilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan eksiklikler giderildikten sonra temyiz incelemesi için Dairemize gönderilmek üzere, dosyanın yerel mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 21.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version