SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA- TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMA- ETKİN PİŞMANLIK

T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ

ESAS NO :2018/1418
KARAR NO :2018/1455
TARİHİ :09/05/2018

Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma, Terör örgütü
propagandası yapma
Hüküm : 1-3713 sayılı Kanunun 7/1. maddesi delaleti ile
TCK’nın 314/2, 53 ve 3713 sayılı Kanunun 5. maddesi
uyarınca mahkumiyet,
2-3713 sayılı Kanunun 7/2-b ile TCK’nın 53 ve 63.
maddeleri uyarınca mahkumiyet

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
I-Terör örgütü propagandası yapma suçundan hükmedilen mahkumiyet kararına yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;
Sanığın üzerine atılı terör örgütü propagandası yapma suçunu zincirleme şekilde işlediğinin anlaşılması karşısında, TCK’nın 43. maddesi ile uygulama yapılmaması aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamış; Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararının, TCK’nın 53. maddesinin uygulanması yönünden infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, oybirliğiyle;
II-Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hükmedilen mahkumiyet kararına yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;
1-Sanığın 29.09.2016 havale tarihli dilekçesi ve 07.11.2016 tarihinde CİMER’e gönderdiği elektronik posta ile örgüte katıldığını ve etkin pişmanlıktan faydalanmak istediğini beyan etmesi karşısında; sanığın yeniden ifadesinin alınması, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde örgütteki konum ve faaliyetine uygun nitelikte faydalı bilgi verip vermediğinin ilgili kurumlardan sorulmasından sonra TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin sanık hakkında uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
2-Kabul ve uygulamaya göre de;
a-Silahlı terör örgütü üyesi olduğu kabul edilen sanık hakkında TCK’nın 58/9. maddesi ile uygulama yapılması gerektiğinin ve hüküm tesis edilirken delalet maddesi olarak 3713 sayılı Kanunun 7/1. maddesinin gösterilmeyeceğinin düşünülmemesi,
b-Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 09.05.2018 tarihinde Üye …’ın verilen kararın 2 nolu bozma nedenleri itibariyle düzeltilerek onanması gerektiğine dair karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde “etkin pişmanlık başlığı altında suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olmak ya da üye olmamakla beraber örgüt adına suç işlemek veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçları ile ilgili olarak etkin pişmanlık hali düzenlenmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.04.2008 gün ve 2008/9-18-78 E.K. sayılı kararının gerekçesinde de vurgulandığı üzere, terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulabilmesi, alınabilecek diğer tedbirlerle birlikte bu örgütlerin etkisizleştirilip ortadan kaldırılmaları, geçmişte meydana gelen terör eylemlerinin aydınlatılabilmesi, gelecekte işleyebilecekleri suçların engellenmesi ve terör örgütüne üye olanların tekrar topluma kazandırılabilmeleri bakımından 05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanunun iki yıllık yürürlük süresinin bitmesi üzerine aynı amaçlara yönelik olarak 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun çıkarılmış, Kanunun 1. maddesi süreli, diğer maddeleri ise süresiz olarak yürürlüğe girmiştir. Anılan 1. maddenin sona eren yürürlük süresi zaman içinde 3618, 3853, 4085, 4450 ve 4537 sayılı Yasalarla uzatılmış ve beklenen amaca ulaşılamaması nedeniyle bu kez 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Son olarak da 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde etkin pişmanlık hükümleri düzenlenmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.04.1991 gün ve 9/41-105 E.K. sayılı içtihadında da belirtildiği üzere; Topluma kazandırma Kanunlarının çıkarılmasında kanun koyucunun amacı örgütlerin çökertilmesini ve dağılmalarını sağlamak, suç işlemeyi önlemek, mensup olduğu yasa dışı örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olanları ve işlediği suçtan pişmanlık duyanları cezalandırmayarak yeniden topluma kazandırmaktır.
5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlıkta gönüllü ayrılma, teslim olma, yakalanma ve kurucular ve yöneticiler için örgütü dağıtma ya da dağılmasının sağlama hali olarak ayrı ayrı düzenleme getirmiştir. Yapılan düzenlemede her durum ayrı ayrı koşullara bağlanmıştır.
Buna göre;
a-TCK’nın 221. maddesinin 1. fıkrasının uygulanabilmesi için, fail örgütün kurucusu ya da yöneticisi olmalı, örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmamış ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olmalı ve fail örgütü dağıtmalı veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlamalıdır.
Bu koşulların birlikte gerçekleşmesi halinde cezaya hükmolunmayacaktır. Failin etkin pişmanlıktan yararlanabilmesi için ön koşul örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olmasıdır. Soruşturmaya başlanmış ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde amaç suça yönelik suç işlenmişse birinci fıkranın uygulanması mümkün değildir.
b-TCK’nın 221/2. maddenin uygulanabilmesi için,fail örgüt üyesi olmalı, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olmalı, örgütten gönüllü olarak ayrılmış olmalı, örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmelidir.
Failin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olması “ön koşul ise de, “herhangi bir suç örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenebilen her türlü suç olarak algılanamaz. Herhangi bir suç kavramından TCK’nın 302 ya da 309 maddelerdeki amaç suçları anlamak gerekir. Bu fıkra uygulamasında failin bilgi vermesi aranmaz sadece örgütten gönüllü olarak çekildiğini yetkili makamlara bildirme yeter sayılır.
Kanunda veya kanun gerekçesinde ilgili makamın hangi makam olduğu belirtilmemiş, örnekseme de yapılmamıştır. Bu nedenle ilgili makamlar ibaresini geniş yorumlamak gerekmektedir. Soruşturma ve kovuşturma yetkisi bulunan makamlar ile suçun önlenmesine ilişkin görev yapan tüm birimler ile bu birimlerle bu makamlara ayrılma iradesini iletebilecek tüm devlet organları bu kapsam içerisinde kabul edilmelidirler. Madde başlığı etkin pişmanlık olduğu için etkin pişmanlığın sergilenip sergilenmediğinin takdiri için kişinin şahsen başvurusunun olması gerektiğini kabul etmek gerekir.
c-TCK 221/3. maddenin uygulanabilmesi için; Fail örgüt üyesi olmalı, Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olmalı, Yakalanmış olmalı, Pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermelidir. Bu dört şartın da birlikte gerçekleşmesi halinde cezaya hükmolunmayacaktır. Yine herhangi bir suç kavramından sadece TCK’nın 302 ya da 309 maddelerdeki niteliğindeki amaç suçları anlamak gerekir.
Yakalanan failin etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanabilmesi için pişmanlık duyarak örgütün dağılmasına veya mensuplarının yakalanmasına elverişli bilgi de vermesi gerekir. Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere verilen bilginin örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli olup olmadığının taktiri mahkemeye aittir. Mahkeme bunu dosya, sanığın örgüt içerisindeki konumu ve verdiği bilgilerin sonuçlarına göre değerlendirecektir.
d-TCK 221. maddesinin 4. fıkranın birinci cümlesinde teslim olan faillerin, ikinci cümlesinde ise yakalanan faillerin durumu düzenlenmiştir. Kanun koyucu tarafından maddenin dördüncü fıkra gerekçesi; Kişi, suç işlemek için kurulmuş olan örgütün kurucusu, yöneticisi veya üyesi olmakla birlikte, örgütün ulaştığı yapılanma itibarıyla dağılmasını sağlama imkanından yoksun olabilir. Bu durumda bile, söz konusu sıfatları taşıyan kişilerin belli şartlarda etkin pişmanlıktan yararlanması sağlanabilmelidir. Bu düşüncelerle maddenin dördüncü fıkrası düzenlenmiştir” şeklinde ifade edilmiştir. Bu nedenle de örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş ve yakalanmış olan fail pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi verememiş ancak örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermiş ise 4. fıkra uyarınca cezasından indirim yapılacaktır.
aa-TCK 221/4. maddesinin 1. cümlesinin uygulanabilmesi için; fail örgütün kurucusu, yöneticisi, örgüt üyesi, ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden olmalı, gönüllü olarak teslim olmalı, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermelidir.
Bu üç şartın gerçekleşmesi halinde kişi hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz.
221. maddenin ikinci fıkrasında örgütten ayrılan faillerin durumu düzenlenmiş iken dördüncü fıkrada teslim olan örgüt üyelerinin durumu düzenlenmiştir.
Failin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olması ön koşulu bu fıkrada düzenlenmemiştir. Belirtilen koşulların oluşması halinde fail hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve örgüte bilerek isteyerek yardım etme suçlarından dolayı cezaya hükmolunmayacaktır.
bb-TCK 221/4. maddesinin 2. cümlesinin uygulanabilmesi için; failin örgütün kurucusu, yöneticisi, örgüt üyesi ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden olmalı; yakalanmış olmalı, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermelidir.
Bu koşulların birlikte gerçekleşmesi halinde kişi hakkında örgüt kurmak, yönetmek örgüte üye olmak suçundan dolayı ya da örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçlarından tayin edilecek cezalardan indirim öngörülmüştür. Burada amaçlanan madde gerekçesinden anlaşıldığı üzere kişinin örgütün ulaştığı yapılanma itibarıyla dağılmasını sağlama imkanından yoksun olması durumunda söz konusu sıfatları taşıyan bu kişilerin belli şartlarda etkin pişmanlıktan yararlanmasını sağlayabilmektir.
5237 sayılı TCK’nın 314. maddesinin 3. fıkrasında “suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler bu suç açısından da aynen uygulanır hükmü mevcut olup; örgüt kurma suçu kapsamında bulunan 5237 sayılı TCK’nın etkin pişmanlığa ilişkin 221. maddesinde 765 sayılı TCK’nın 170. maddesinin uygulanabilmesi için aranan silahlı örgüt tarafından amaç suçun işlenmemiş ya da amaç suçun işlenilmesine kalkışılmamış olması gerektiğine ilişkin bir koşul öngörülmemiştir. Bu nedenle başka örgüt mensupları tarafından amaç suçun işlenmesine kalkışılmış olsa bile fail bu eylem ya da eylemlere iştirak etmedikçe koşulları bulunduğu takdirde TCK’nın 221. maddesinin hükümlerinden yararlanabilecektir.
Failin pişmanlığının gerekip gerekmediği fıkra metninde açıklanmamıştır. TCK’nın 221. madde başlığı etkin pişmanlıktır. Kanun metni başlıkla birlikte değerlendirildiğinde samimi bir irade ile pişmanlığını belirtip sergilemesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Kanunun gerekçesinde de vurgulandığı üzere failin etkin pişmanlığını samimi olarak sergileyip sergilemediğini hakim taktir edecektir. Bu kapsamda örgüt ilişkisi içinde olup kendiliğinden örgütten ayrılarak teslim olan falin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak edip etmediği ve yaptığı açıklamaların konum ve faaliyetlerine uygun olup olmadığı ve eldeki mevcut bilgilerle örtüşüp örtüşmediği Emniyet Genel Müdürlüğünden sorulup araştırıldıktan sonra hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekir.
Yargıtay’ın 765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde çıkartılan Topluma Kazandırma Kanunlarından itibaren süregelen yerleşik uygulamalarına göre; 5237 sayılı TCK’nın etkin pişmanlığa ilişkin 221. maddesinin amaç, kapsam ve madde gerekçesi birlikte nazara alındığında, 5237 sayılı TCK’nın 302 ve 309 maddelerinde yazılı amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli bir suç işleyen; silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşıldığı halde, kovuşturma aşamasında önceki ifadelerini ve suçlamayı reddedip, örgüt üyesi olmadığını beyan eden; atılı suçlamayı reddeden; kolluk ifadelerini daha sonra değiştirip geri alan; güvenlik güçlerince yakalanarak ele geçirilen ve örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili kanunun aradığı anlamda yeterli bilgi vermeyen; açıklamaları ile terör örgütünün dağılmasına, meydana çıkarılmasına yardım etmeyen yahut terör örgütünün amaçladığı suçun işlenmesine de engel olmayan; pişmanlık duyarak örgütün dağılmasına veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermeyen; güvenlik güçlerince yakalanan ve kanunun aradığı anlamda pişmanlık duyarak yeterli bilgi vermeyen failler hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması mümkün değildir.
Somut olayda sanık terör amaçlı kayıp şahıs olarak aranırken yapılan istihbari çalışma ile …’ın evinde yakalanmış olup, kolluk, C. savcılığı, sorgu ve duruşma ifade ve savunmalarında suçlamayı kabul etmemiş, mahkumiyet hükmünden sonra CİMER verdiği 07.11.2016 tarihli ve Osmaniye 2. Ağır Ceza Mahkemesine verdiği 28.09.2016 tarihli dilekçede 2014 yılı ramazan ayında PKK örgütünün kır kadrosuna katılıp 2015 yılı Kurban bayramından önce örgütten kaçtığını ancak teslim olmayıp bir süre akrabalarının evlerinde kaldıklarını ve ağabeyinin evinde iken yakalandığını beyan etmiş bunun dışında örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ve örgütün kır kadrosunda kaldığı dönem içerisinde tanıdığı örgüt mensuplarına ilişkin tek bir bilgi vermediği gibi dilekçesinde bilgiyi ileride vereceği yolunda da bir beyanda bulunmamıştır. Dosya içerisinde bulunan … Kod …’in beyanlarından sanığın örgütün kır kadrosundan sağlık sorunları nedeniyle ayrıldığı anlaşılmaktadır. Örgüt üyelerinin etkin pişmanlık kurumunu kullanarak yargılamayı uzatma amacına dönük girişimlerinin önlenmesi bakımından örgüt üyeliği suçundan mahkumiyet hükmü kurulduktan sonra kanun yolu aşamasında etkin pişmanlıkta bulunan sanığın bu talebinin en azından dilekçesinde örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin bilgi vermesi gerekir ki mahkumiyet hükmü bu nedenle bozulabilsin somut olayda hiç bir bilgi verilmediği gibi ileriye dönük olarak bilgi vereceği yönünde de beyanı yoktur. Mevcut durumda TCK’nın 221/4-2. cümlesi de dahil olmak üzere TCK’nın 221 maddesinin uygulanma koşulları gerçekleşmediği anlaşılmakla sayın çoğunluğun bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İRTİBATI BULUNAN ŞİRKET HAKKINDA İŞÇİLİK ALACAKLARININ TAHSİLİ AMACIYLA İDARİ YARGIDA DAVA AÇILMADAN ÖNCE YETKİLİ İDAREYE BAŞVURULMASI VE İDARECE BAŞVURUNUN KISMEN VEYA TAMAMEN REDDİNE İLİŞKİN BİR KARAR VERİLMESİNDEN SONRA DAVA AÇILMASI KURALINA UYULMASI GEREKTİĞİ

T.C.
D A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2019/428
Karar No : 2019/1770

KANUN YARARINA TEMYİZ İSTEMİNDE BULUNAN: Danıştay Başsavcılığı
DAVACI : İbrahim A.
VEKİLİ : Av. Selim Hartavi
Şairnabi Mah. Cumhuriyet Cad. 3. Alankaya Apt. Kat:1 No:1 Haliliye / ŞANLIURFA
Davalı : Maliye Bakanlığı / ANKARA
Vekili : Av. Bahar Bora Kısa -aynı yerde-

İstemin Özeti : Şanlıurfa 2.İdare Mahkemesinin 30.3.2018 tarih ve 2018/109,K:2018/344 sayılı tek hakim tarafından verilen kararının iptale ilişkin kısmının, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmektedir.

Danıştay Tetkik Hâkimi : Evrim Karamanlıoğlu

Düşüncesi : Anayasanın 2. maddesinde, Cumhuriyetimizin nitelikleri arasında “hukuk devleti” niteliğine yer verilmiş; “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir…”; “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesinde; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir….” kurallarına yer vermiştir.

Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, kanun düzenlemelerinin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu tedbirler içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuki güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya hangi hukuki müeyyidenin veya neticenin bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. (Anayasa Mahkemesi 26.12.2013 gün ve E.2013/67, K2013/164) Hukuk devletinin unsurları, doktorinde de belirlenmiş olup, bunlardan konuyla ilgili iki tanesi “hukuki güvenlik” ve “belirlilik” ilkeleridir. Bireyin devlete güven duyması, ancak hukuki güveliğin sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde mümkün olabilecektir. Anayasada öngörülen temel ve hürriyetlerin kullanılması ve insan haklarının insan hayatına egemen kılması için Devlet, bireylerin hukuka olan inançlarını ve güvenlerini korumakla yükümlüdür.

Diğer yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun gerek “idari makamların sükutu” başlıklı 10. maddesinde;” 1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.

2.Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır….” kuralına; “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesinde, “1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır…” kuralına yer verilmiştir.

İdari davaların yargılama usulü bakımından; ilgililerin idarelere yaptıkları başvuruların dava açma süresi olan 60 gün içerisinde yanıtlanmaması durumu, ilke olarak başvurunun reddi sonucunu doğurmaktadır. Aksinin, ancak yasalarla açık bir “istisna” kuralı getirildiği durumlarda kabulü olanaklıdır.

675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsaminda Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “dava ve takip usulü” başlıklı 16. maddesi ile “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine veya Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalar veya takipler bakımından özel bir dava ve takip usulü getirilmiş; bu kapsamda sahipleri yada Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda, icra ve iflas takiplerinde maddede belirtilen durumlara göre mahkemelerce husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi yada düşme kararı verileceği kurala bağlandıktan sonra maddenin 4. fıkrasında, “Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz” kuralına; maddenin göndermede bulunduğu 670 sayılı K.H.K.’nin 5. maddesinin 4. fıkrasında ise; “Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.” kuralına yer verilmiştir.

Anılan K.H.K. kuralları ile olağanüstü hal kapsamında çıkarılan K.H.K.’ler ile kapatılan kurumların borçları ve alacakları ile ilgili olarak açılmış hukuk davalarının veya başlatılmış takiplerin esasının incelenmeksizin sona erdirilmesi öngörülmüş; bu kapsamda açılmış davalar yönünden verilmiş kararlar üzerine veya doğrudan açılacak idari davalar öncesinde yetkili merci olan kurumlara başvuru koşulu getirilerek, ancak bu başvuruların reddi üzerine yargı yolu olarak idare mahkemeleri gösterilmiş, ancak İdarenin bu başvurulara karşı ne kadar süre içinde cevap vereceği, başvurunun sonuçlarını ne zaman doğruracağı yolunda bir düzenleme yapılmayarak başvurucular bakımından belirsiz bir süreç yaratılmıştır.

Bu durumda; ilgililerin anılan K.H.K. kapsamında getirilen hak düşürücü süreler içinde yetkili mercie yaptığı başvuruların; dava açma süresi içinde yanıtlanmaması durumunda, başvurunun yanıt verilmeyerek reddedildiğinin, bu kapsamda idari yargı yerleri için etkili, kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte bir olumsuz işlemin tesis edildiğinin kabulünün Anayasada güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması, mahkemeye erişim hakkının korunması ve hukuki güvenlik ilkesi gereğince İdari yargılama Usulü Kanununun 10. maddesi kapsamında bir başvuru olarak kabulü gerektiğinden kanun yararına temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Başsavcısı : Abdülkadir Atalık

Düşüncesi : Dava; 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesiyle kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketinde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğinden bahisle, ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 3. İş Mahkemesine açılan davanın, 675 sayılı KHK uyarınca reddedilmesi sonrasında yine aynı KHK uyarınca kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai, yıllık izin ücreti, resmi tatil, dini bayram ve genel hafta tatili ücretleri, asgari geçim indirimi ücretleri, son 1 aylık maaş ücreti ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin ödenmesi talebiyle davalı idareye yapılan 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.- TL işçilik alacakları ve yargılama gideri ile vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılan davada: “Dava konusu işlemin, işçilik alacaklarına yönelik kısmı yönünden iptali, yargılama gideri ve vekalet ücreti alacaklarına yönelik kısmı yönünden görev yönünden reddi, işçi alacaklarının ödenmesi istemine ilişkin olarak ise; işçilik alacakları kısmı yönünden reddi, yargılama gideri ve vekalet ücreti alacakları kısmı yönünden ise görev yönünden reddi” yolunda Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğince verilen 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararın kanun yararına incelenerek bozulması istemiyle Başsavcılığımızı bilgilendiren dilekçe üzerine konu incelendi:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesinde; idare ve vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemelerinin kesin olarak verdiği kararlar ile istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği; temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı; bu bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan merci kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı hükme bağlanmıştır.

Kanun yararına temyiz istemine konu uyuşmazlığın çözümü, ilgililer tarafından, 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi kapsamında tespite konu edilebilecek hakların verilmesi yolunda Maliye Bakanlığı veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne yapılan başvurular üzerine takip edilmesi gereken dava yolunun ne olduğu; başka bir anlatımla, uyuşmazlığın çözümünde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesinde öngörülen usulün mü, yoksa 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinde öngörülen dava ve takip usulünün mü işletilmesi gerektiğinin belirlenmesine bağlıdır.
2577 sayılı Kanunun “İdari Makamların Sükutu” başlıklı 10. maddesinde; İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevabın kesin değilse ilgilinin bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabileceği kurala bağlanmıştır.

Uyuşmazlığın dayanağını oluşturan Kanun Hükmünde Kararnamelere bakıldığında:

6749 sayılı Kanun ile değiştirilerek kabul edilen, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinin 1. fıkrasında, “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;

a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşlarının kapatıldığı belirtilmiş, KHK eki 1 sayılı listenin 34. sırasında da Şanlıurfa Özel Uzmanlar Tıp Merkezine yer verilmiştir.
7091 sayılı Kanun ile kabul edilen, 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Devir işlemlerine ilişkin tedbirler’ başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında, “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.”; 4. fıkrasında, “Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.” hükümleri yer almıştır.
7082 sayılı Kanun ile kabul edilen 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Dava ve takip usulü’ başlıklı 16. maddesinde ise, “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.

(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükümleri yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, Şanlıurfa Uzmanlar Tıp, Sağlık Hizmetleri Ticaret Limited Şirketi’nde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle 20/2/2016 tarihinde Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 2016/120 Esas sayılı dosya numarası ile işçilik alacaklarının tahsili için dava açtığı, davalı Şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nın yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 16/12/2016 tarih ve 2016/498 sayılı kararı ile 675 sayılı KHK’nın 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine, vekalet ücretine hükmedilmemesine ve davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın 24/1/2017 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, 30 günlük yasal süre içerisinde Şanlıurfa Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü’ne 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvuru dilekçesi ile başvuruda bulunularak, işçilik alacakları ile avukatlık ücreti ve yargılama giderlerinin ödenmesinin istenildiği, bu başvuruya davalı idare tarafından cevap verilmemesi üzerine davacı tarafından, zımnen ret işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.-TL işçilik alacakları, yargılama gideri ve vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğince verilen 30/3/2018 günlü ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararda özet olarak; 675 sayılı KHK kapsamındaki işçi alacaklarına ilişkin davanın çözümünün idari yargı yeri olduğu, 2577 sayılı Kanunun 10. maddesi uyarınca idareye başvuru üzerine 60 gün içinde cevap verilmeyerek zımni ret işlemi oluştuğu ve ikinci altmış gün içinde dava açıldığı; idarenin davacının işçi alacakları ile ilgili olarak esasta hakkının var olup olmadığını, var ise ne kadar olduğu konusunda değerlendirme yapıp sonucunda işlem tesis ederek cevap vermesi gerekirken herhangi bir cevap verilmeyerek tesis edilen zımnı ret işleminin iptaline karar verildiği; zımni ret işleminin iş mahkemesinde görülen davaya ilişkin yargılama gideri ve avukatlık ücretinin ödenmesi bakımından ise bunun özel hukuk hükümleri kapsamında idareye yöneltilmiş bir alacak talebi olduğu, özel hukuktan kaynaklandığı için adli yargıda görülmesi gerektiği ileri sürülerek bu kısım bakımından da görev yönünden red kararı verildiği ve kararın kesin olduğu hususunun belirtildiği görülmektedir.

Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirlerin alınması hakkında kanun hükmünde kararnameler uyarınca kapatılan ve/veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, şirket ve diğerlerinin taşınır taşınmaz her türlü mal varlıklarının aktif ve pasifi tespit edilip varsa aktiflerinin nakde çevrilmesinden sonra aktifinde bir değer bulunmasına bağlı olarak, talep sahibinin Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığının tespit edilmesi ve gerçek mal ve hizmet ilişkisine dayandığının görülmesi halinde bir takvim ve sıra dahilinde ödeme yapılabileceği kurala bağlanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla KHK’lar ile bu konuda kendilerine görev verilen idari birimlerin bu süreci tamamlamadan hak iddiasında bulunanların taleplerini karşılamasına imkan bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle Kanun Koyucunun dava sürecinin başlatılabilmesi için bu işlere mahsus olmak üzere idari merci tarafından verilecek kararın beklenilmesini bir ön koşul olarak getirdiği görülmektedir.

Bu bağlamda, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinin 1. fıkrası kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanların, öncelikle, anılan maddenin 4. fıkrası ile 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinin 4. fıkrası uyarınca ilgili idareye başvuruda bulunmaları ve başvuru üzerine ilgili idari merci tarafından bir karar verildikten sonra, verilen karar aleyhine idari yargıda dava açmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Burada idarenin kararını açıklamış olması, yargı yoluna gidebilmenin ön koşulu niteliğinde bulunmaktadır.

Bir başka anlatımla, Olağanüstü Hal KHK’larında 2577 sayılı Kanundan ayrık düzenlemeye gidilerek zımni ret müessesesine yer verilmemiştir. Bu bağlamda yukarıda yer verilen hükümlerle düzenlenmiş bir konuda, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörülmüş olan usulün işletilmesi sonucunda oluşacak zımni ret üzerine dava açılmasına olanak bulunmamaktadır.

Bakılan uyuşmazlıkta, Maliye Bakanlığı Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğüne yapılan başvurunun 60 günlük süre içerisinde cevap verilmemek suretiyle talebin zımnen reddedildiği gerekçesiyle, idarece başvuru hakkında bir karar verilmesi beklenilmeksizin davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 675 sayılı KHK’nın 16. maddesi uyarınca, idari yargıda dava açılmadan önce yetkili idareye başvurulması ve idarece başvurunun kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verilmesinden sonra dava açılması gerektiği kuralına uyulduğundan bu olayda bahsedilmesine olanak bulunmamaktadır.

Bu durumda, 675 sayılı KHK’nın 16/4 maddesi gereğince, idari yargıda dava açılabilmesi için, idareye yapılan başvurunun yetkili idari merci tarafından kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verildikten sonra dava açılması kuralına uyulmadığı için davanın esasının incelenmesine olanak bulunmadığından, 2577 sayılı Kanun’un 14/3-d ve 15/1-b maddeleri uyarınca davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, davayı esastan sonuçlandıran mahkeme kararında isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararı, 2577 sayılı Kanunun 51’inci maddesi uyarınca yürürlükteki hukuka aykırı sonucu ifade ettiğinden, kanun yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince gereği görüşüldü:

Dava; 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesiyle kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketinde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğinden bahisle, ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 3. İş Mahkemesinde açılan davanın, 675 sayılı KHK uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi sonrasında davacı tarafından aynı KHK uyarınca kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai, yıllık izin ücreti, resmi tatil, dini bayram ve genel hafta tatili ücretleri, asgari geçim indirimi ücretleri, son 1 aylık maaş ücreti ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin ödenmesi istemiyle 675 sayılı KHK’nın 16/4. maddesi uyarınca davalı idareye yapılan 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.- TL işçilik alacakları ve yargılama gideri ile vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle bu kez idare mahkemesinde açılmıştır.

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararıyla; Uyuşmazlığa konu işçilik alacaklarının ödenmesi isteminin zımnen reddine ilişkin işlem yönünden; 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen ‘idarenin kararı’ idare tarafından açık bir ret veya kabul cevabı ile tesis edilebileceği gibi herhangi bir cevap verilmeksizin zımnen ret cevabı ile de tesis edilebileceği, ilgililerin başvurusu karşısında idare tarafından, gerek açık bir cevap verilmek suretiyle gerekse de 60 gün içerisinde bir cevap verilmemek suretiyle (isteğin zımnen reddedilmesi şeklinde) bir işlem tesis edilmesi durumunda, tesis edilen bu işlemler aleyhine, 2577 sayılı Kanunun öngördüğü 60 günlük dava açma süresi içerisinde dava açılmasına olanak bulunduğu, dolayısıyla davacı tarafından işçilik alacaklarının ödenmesi istemine ilişkin olarak, ilgili Kanun Hükmünde Kararnameler uyarınca usulüne uygun olarak yapılan başvurunun; söz konusu Kanun Hükmünde Kararnamede, alacakların ödenmesi hususunda herhangi bir süre öngörülmemiş ise de, yukarıda yer verilen 2577 sayılı Kanunun 10. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, yapılan başvuruya 60 gün içerisinde bir cevap verilmemesi halinde başvuru reddedilmiş sayılacağından ve davacının ilgili KHK’lar uyarınca süresinde yaptığı başvurusuna davalı idarece, davacının dava konusu konu ettiği işçilik alacaklarına ilişkin olarak davacının esasta hakkının olup olmadığı, hakkı var ise hak ettiği tutarın ne kadar olduğu ve bu miktar alacağa hak kazanıp kazanmadığı hususunda mevzuatı uyarınca gerekli değerlendirmeler yapılıp sonucunda bir işlem tesis edilerek cevap verilmesi gerekirken herhangi bir cevap verilmemek suretiyle tesis edilen dava konusu zımnen ret işleminin, işçilik alacakları kısmı yönünden iptaline, uyuşmazlığa konu zımnen ret işleminin, daha önce İş Mahkemesinde açılan davaya ilişkin yargılama gideri ve avukatlık ücreti ödenmesi isteminin reddi yönünden; yargılama gideri ve avukatlık ücreti ödenmesi istemi özel hukuktan kaynaklanan bir istem olduğundan ve özel hukuktan kaynaklanan bu istemin davalı idarece zımnen reddedilmesi işleminin de idarenin özel hukuk kapsamında tesis ettiği işlemlerden olduğundan ve bu husustan doğacak uyuşmazlıklara ilişkin davalar adli yargı makamları önünde dava konusu yapılabileceğinden ve söz konusu bu istemin davalı idarece reddedilmesinden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü adli yargı makamlarının görevine girdiğinden dolayı dava konusu zımnen ret işleminin, yargılama gideri ve vekalet ücreti kısmı yönünden görev nedeniyle reddine, dava dilekçesinde yer verdiği işçilik alacaklarının ödenmesine karar verilmesi istemine yönelik olarak ise; söz konusu alacaklara ilişkin olarak davacının, 670 sayılı KHK’nın, “Devir işlemlerine ilişkin tedbirler” başlıklı 5. maddesinde yer verilen şartları sağlayıp sağlamadığı henüz belirli olmadığından ve davacının talep ettiği işçilik alacaklarına ilişkin ödemeye ancak bu madde de yer verilen şartları sağlaması durumunda hak kazanacağı bu şartları sağlamadığı durumda ise bu ödemelere hak kazanamayacağı anlaşıldığından ve idare tarafından da bu hususa ilişkin olarak davacının esasta hakkının olup olmadığı, hakkı var ise hakettiği tutarın ne kadar olduğuna ilişkin bir kararın söz konusu olmadığı ve bu hususların da idare tarafından yapılacak inceleme ile ortaya konulacak olmasından aynı zamanda idare tarafından da halen incelemelerin devam ettiğinin belirtilmesinden dolayı bu aşamada söz konusu şartları sağlayıp sağlamadığı belirli olmayan davacının, işçilik alacaklarının faiziyle birlikte ödenmesi isteminin reddine kesin olarak karar verilmiştir.

Danıştay Başsavcılığı tarafından, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı tek hakim tarafından kesin olarak verilen kararının 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Dava ve takip usulü’ başlıklı 16. maddesin 4.maddesindeki açık hükme rağmen, başvurunun İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesi kapsamında görülerek karar verilmesinin 2577 sayılı Kanunun 51’inci maddesi uyarınca yürürlükteki hukuka aykırı sonucu ifade ettiği ileri sürülerek, işlemin iptaline ilişkin hüküm fıkrasının kanun yararına bozulması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Kanun Yararına Bozma” başlıklı 51. maddesinde, Bölge İdare Mahkemesi kararları ile İdare ve Vergi Mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili Bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı, bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı, bozma kararının bir örneğinin ilgili Bakanlığa gönderileceği ve Resmi Gazete’de yayımlanacağı hükme bağlanmıştır.
2577 sayılı Kanunun “İdari Makamların Sükutu” başlıklı 10. maddesinde; İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevabın kesin değilse ilgilinin bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabileceği kurala bağlanmıştır.

6749 sayılı Kanun ile değiştirilerek kabul edilen, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinin 1. fıkrasında, “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;

a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşlarının kapatıldığı belirtilmiş, KHK eki 1 sayılı listenin 34. sırasında da Şanlıurfa Özel Uzmanlar Tıp Merkezine yer verilmiştir.
7091 sayılı Kanun ile kabul edilen, 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Devir işlemlerine ilişkin tedbirler’ başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında, “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.”; 4. fıkrasında, “Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.” hükümleri yer almıştır.
7082 sayılı Kanun ile kabul edilen 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Dava ve takip usulü’ başlıklı 16. maddesinde ise, “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükümleri yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, Şanlıurfa Uzmanlar Tıp, Sağlık Hizmetleri Ticaret Limited Şirketi’nde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle 20/2/2016 tarihinde Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 2016/120 Esas sayılı dosya numarası ile işçilik alacaklarının tahsili için anılan şirket aleyhine dava açtığı, davalı şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nın yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 16/12/2016 tarih ve 2016/498 sayılı kararı ile 675 sayılı KHK’nın 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine, vekalet ücretine hükmedilmemesine ve davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın 24/1/2017 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, 30 günlük yasal süre içerisinde Şanlıurfa Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü’ne 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvuru dilekçesi ile işçilik alacakları ile avukatlık ücreti ve yargılama giderlerinin ödenmesinin istenildiği, bu başvuruya davalı idare tarafından cevap verilmemesi üzerine davacı tarafından, zımnen ret işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.-TL işçilik alacakları, yargılama gideri ve vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle incelenen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin tek hakim kararına yönelik kanun yararına temyiz isteminin gerekçesini, 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 16/4. maddesinin açık hükmü karşısında, ilgililerin başvuru üzerine İdarece verilecek olumsuz kesin cevap üzerine dava açabileceği, İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesinde yer verilen başvurudan sonra geçen 60 günlük zımni ret müessesinin düzenlendiği İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesinin bu uyuşmazlıklarda uygulanamayacağı oluşturmaktadır.

Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirlerin alınması hakkında kanun hükmünde kararnameler uyarınca kapatılan ve/veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, şirket ve diğerlerinin taşınır taşınmaz her türlü mal varlıklarının aktif ve pasifi tespit edilip varsa aktiflerinin nakde çevrilmesinden sonra aktifinde bir değer bulunmasına bağlı olarak, talep sahibinin Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığının tespit edilmesi ve gerçek mal ve hizmet ilişkisine dayandığının görülmesi halinde, bir takvim ve sıra dahilinde ödeme yapılabileceği kurala bağlanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla KHK’lar ile bu konuda kendilerine görev verilen idari birimlerin bu süreci tamamlamadan hak iddiasında bulunanların taleplerini karşılamasına imkan bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle bu tür hak iddialarına ilişkin dava sürecinin başlatılabilmesi için Kanun koyucu bu işlere mahsus olmak üzere yetkili idari merciler tarafından verilecek cevabın beklenilmesini bir ön koşul olarak getirdiği görülmektedir.
Bu bağlamda, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinin 1. fıkrası kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanların, öncelikle, anılan maddenin 4. fıkrası ile 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinin 4. fıkrası uyarınca ilgili idareye başvuruda bulunmaları ve başvuru üzerine ilgili idari merci tarafından bir karar verildikten sonra, verilen karar aleyhine idari yargıda dava açmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Burada idarenin kararını açıklamış olması, yargı yoluna gidebilmenin ön koşulu niteliğinde bulunmaktadır.

Bir başka anlatımla, Olağanüstü Hal KHK’larında idareye yazılı başvurularda 2577 sayılı Kanundan ayrık düzenlemeye gidilerek zımni ret müessesesine yer verilmemiştir. Bu bağlamda yukarıda yer verilen özel hükümlerle açıkça düzenlenmiş bir konuda, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörülmüş olan usulün işletilmesi sonucunda oluşacak zımni ret üzerine dava açılmasına olanak bulunmamaktadır.

Bakılan uyuşmazlıkta, davacı tarafından Maliye Bakanlığı Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğüne yapılan başvurunun 60 günlük süre içerisinde cevap verilmemek suretiyle talebin zımnen reddedildiği gerekçesiyle, idarece başvuru hakkında bir karar verilmesi beklenilmeksizin davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 675 sayılı KHK’nın 16. maddesi uyarınca, idari yargıda dava açılmadan önce yetkili idareye başvurulması ve idarece başvurunun kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verilmesinden sonra dava açılması gerektiği kuralına uyulmamıştır.
Bu durumda, 675 sayılı KHK’nın 16/4 maddesi gereğince, idari yargıda dava açılabilmesi için, idareye yapılan başvuru hakkında yetkili idari merci tarafından kısmen veya tamamen ret yönünde bir karar verildikten sonra dava açılması kuralına uyulmadığı için, davanın esasının incelenmesine olanak bulunmadığından, 2577 sayılı Kanun’un 14/3-d ve 15/1-b maddeleri uyarınca davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, davayı esastan sonuçlandıran mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulüne, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı tek hakim kararının iptale ilişkin kısmının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın birer örneğinin İlgili Bakanlık olan Maliye Bakanlığı ile Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesine ve kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasına, 07/03/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version