İTİRAZIN İPTALİ KARARI ÜZERİNE ALACAKLI TARAFINDAN İTİRAZA KONU TAKİP DOSYASI ÜZERİNDEN HARCI YATIRILARAK ALACAĞIN TAHSİLİ MÜMKÜN OLDUĞU – AYRI BİR TAKİP BAŞLATILMASI USUL EKONOMİSİNE AYKIRI OLDUĞU

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/22967
K. 2016/3277
T. 25.2.2016

• TAKİBİN İPTALİ İSTEMİ (Alacaklı Tarafından İtirazın İptali Davası Açılması Sonucu Mahkemece İtirazın İptaline Karar Verildiği – İlama Bağlanan Alacaklar İçin İlk Takip Dosyasında İcra Emri Düzenlenerek Takibe Devam Edileceği/Makul ve Kabul Edilebilir Bir Gerekçe Olmaksızın Ayrı Bir Takip Yapılması Usulsüz Olduğu – İstemin Kabulü Gerektiği)

• USUL EKONOMİSİ İLKESİ (Takibin İptali İstemi – İtirazın İptali Kararı Üzerine Alacaklı Tarafından İtiraza Konu Takip Dosyası Üzerinden Harcı Yatırılarak Alacağın Tahsili Mümkün İken Makul ve Kabul Edilebilir Bir Gerekçe Olmaksızın Ayrı Bir Takip Başlatılması Usul Ekonomisine Aykırılık Teşkil Ettiği Gözetilerek Takibin İptaline Karar Verileceği)

• İTİRAZ KONUSU TAKİP DOSYASI ÜZERİNDEN TAKİBE DEVAM ETME (Takibin İptali İstemi – İtirazın İptali Kararı Üzerine Alacaklı Tarafından İtiraza Konu Takip Dosyası Üzerinden Harcı Yatırılarak Alacağın Tahsili Mümkün Olduğu/Makul ve Kabul Edilebilir Bir Gerekçe Olmaksızın Ayrı Bir Takip Başlatılması Doğru Olmadığı – İstemin Kabul Edileceği)

• MAKUL VE KABUL EDİLEBİLİR GEREKÇE OLMADAN AYRI TAKİP BAŞLATILAMAYACAĞI (İtirazın İptali Kararı Üzerine Alacaklı Tarafından İtiraza Konu Takip Dosyası Üzerinden Harcı Yatırılarak Alacağın Tahsili Mümkün Olduğu – Ayrı Bir Takip Başlatılması Usul Ekonomisine Aykırılık Teşkil Ettiği Gözetilerek İstemin Kabul Edileceği/Takibin İptali İstemi)

6100/m.30

ÖZET : Dava; takibin iptali istemine ilişkindir. Somut olayda, alacaklı tarafından başlatılan ilamsız takibe, borçlu tarafından itiraz edilmiş, itirazın iptali istemi üzerine mahkemece itirazın iptaline karar verilmiştir. İcra Müdürlüğü’nce, ilama bağlanan alacaklar için ilk takip dosyasında icra emri düzenlenerek takibe devam olanağı bulunmaktadır. Makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın ayrı bir takip yapılması usulsüzdür. O halde Mahkemece, borçlunun isteminin kabulüyle yapılan takibin iptaline karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Borçlu vekili, takibe konu; … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin … sayılı itirazın iptali ilamının itiraza konu ilk takip dosyasına sunulması gerekirken, … bs İcra Müdürlüğü’nde ayrı bir takip başlatıldığını, bunun usul ve Yasa’ya aykırı olduğunu takibin iptalini talep etmiş, Mahkemece; şikayetin reddine karar verilmesi üzerine, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

6100 Sayılı HMK’nun 30. maddesinde “Hakim yargılamanın makul süre içinde düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür” şeklinde, usul ekonomisi ilkesi hüküm altına alınmıştır.
Dairemizin önceki içtihatlarında; itirazın kaldırılması ya da itirazın iptali ilamında yer verilen vekalet ücreti, yargılama gideri ve tazminat alacakları için ayrı bir ilamlı takip başlatılmasının mümkün olabileceği kabul edilmiş ise de; sonradan oluşan görüş ve kanaat ile tarafları aynı olan ve aynı alacaktan kaynaklanan ilamlar için itiraza konu takip dosyası üzerinden harcı yatırılarak alacağın tahsili mümkün iken, makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın ayrı bir takip başlatılması yukarda Yasa ile düzenleme altına alınan usul ekonomisine aykırılık teşkil etmesi sebebi ile ayrı takip yapılmaması gerektiği benimsenmiş, bu yöndeki uygulama süreklilik kazanmıştır.
Somut olayda, alacaklı tarafından … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyasında başlatılan ilamsız takibe, borçlu tarafından itiraz edilmiş, itirazın iptali istemi üzerine … Asliye Hukuk Mahkemesi’nce itirazın iptaline, takibin devamına, %40 inkar tazminatı olan 15.472,40 TL ile 3.355,00 TL vekalet ücretinin ve 2.325,80 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Anılan bu karar, eda hükmünü içeren inkar tazminatı, yargılama gideri ve avukatlık ücretinin tahsili için … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyası ile ilamlı takibe konu edilmiştir. Yukarıda kabul edilen ilke ve açıklamalar doğrultusunda İcra Müdürlüğü’nce, ilama bağlanan alacaklar için ilk takip dosyasında icra emri düzenlenerek takibe devam olanağı bulunmaktadır. Makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın ayrı bir takip yapılması usulsüzdür.

O halde Mahkemece, borçlunun isteminin kabulüyle … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyasıyla yapılan takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeler ile reddi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazının kabulüyle Mahkeme kararının yukarda yazılı sebeple İİK’nun 366 ve 6100 Sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 25,20 TL peşin harcın temyiz edene iadesine, 25.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

VEKİLLE TAKİP EDİLEN İŞLERDE VEKİLE TEBLİĞ ZORUNLULUĞU- BORÇLU VEKİLİNİN ŞİKAYET NEDENLERİNİ BİLDİRMESİ- USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/15725
KARAR:2018/331 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Şikayet

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar verilmiş olup hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

K A R A R

Borçlu vekili, takip dayanağı ilamda aracın davalıya iadesine ve 16.500,00 TL nin aracın tesliminden itibaren işleyecek yasal faizi ile davacıya verilmesine karar verildiğini, bedele ilişkin olarak … 2. İcra Müdürlüğü’nün 2014/6378 Esas sayılı dosyası ile takip başlattıklarını, alacaklının da aracın teslimine ilişkin şikayete konu … 2. İcra Müdürlüğü’nün 2014/6533 Esas sayılı dosyası ile takip başlattığını, para borcu ödenmeden aracın tesliminin mümkün olmadığını, icra emrinin vekile tebliğ edilmesi gerekirken asile tebliğ edildiğini belirterek takibin iptaline aksi taktirde icra emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, takip dayanağı ilama göre tarafların edimleri arasında öncelik sırasının bulunmadığı gerekçesiyle takibin iptaline yönelik talebin reddine, icra emri asile tebliğ edildiği gerekçesiyle de icra emrinin iptaline karar verilmiş olup hüküm borçlu vekilince temyiz edilmiştir.

HMK’nun 73, 81, 82, 83 Avukatlık Kanunu’nun 41., Tebligat Kanunu’nun 11. maddeleri gereğince vekille takip edilen işlerde vekile tebligat zorunludur.

Ne var ki vekile tebliğ zorunluluğunun bulunması asile tebligat yapılması lüzumunu ortadan kaldırmaz. Şöyle ki; ÎİK’nun 76. maddesinde düzenlenen mal beyanında bulunmamak suçu, 338. maddesinde düzenlenen hakikate muhalif beyanda bulunma suçu gibi icra-iflas suçlarında borçlunun cezalandırılabilmesi için icra emrinin borçlunun vekiline değil, kendisine tebliğ edilmiş olması gerekir. (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, cilt 2, sh: 1280) Cezaların şahsiliği kuralı gereğince borçlu asilin cezai yönden sorumlu tutulabilmesi için icra emrinin borçlu asile tebliği zorunludur.

İcra takibinin dayanağı, … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.11.2014 tarih 2013/408 Esas 2014/455 Karar sayılı ilamında “… Davanın kabulü ile, davaya konu 2004 model Citroen Marka, 17 HY 007 plakalı aracın davalıya iadesine, 16.500,00 TL’nin aracın davalıya tesliminden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine…” şeklinde hüküm kurulmuştur. Anılan ilam bu haliyle edimlerin aynı zamanda ifası (birlikte ifa) yükümlülüğünü vermektedir. İlamın infazı, ayıplı aracın teslimi ile belirlenen tazminat tutarının ödenmesinin birlikte gerçekleştirilmesini gerektirir. Her ne kadar vekille talep edilen işlerde icra emrinin vekile tebliği gerekir ve süreler tebliğ ile başlar ise de borçlu vekili şikayetinde bu usulsüzlüğün yanında diğer şikayet nedenlerini de bildirdiğinden artık icra emrinin vekile tebliğ edilmemesi nedeniyle icra emrinin iptaline karar verilemez. Kaldı ki icra emri daha sonra borçlu vekiline 15.12.2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkemece birlikte ifa kuralı gereğince takibin durdurulmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde sonuca gidilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca kısmen BOZULMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 15.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MAZERET DİLEKÇESİNİN SEHVEN BAŞKA MAHKEMEYE GÖNDERİLMESİ

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/19390
K. 2014/27320
T. 15.12.2014

* (Baro Temsilciliği Tarafından/Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Mahkemece Dosyanın Öncesinde de İşlemden Kaldırıldığı Gerekçesiyle Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilmesinin Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu)

* BARONUN ADLİYEDEKİ BÜROSUNA GÖNDERİLEN MAZERET DİLEKÇESİ (Baro Temsilciliği Tarafından Sehven Başka Mahkemeye İletildiği ve Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Mahkemece Dosya 2. Kez Takipsiz Kaldığından Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği/Vekilin Geçerli Bir Özrü Bulunduğu)

* VEKİLİN GEÇERLİ ÖZRÜ BULUNMASI (Baronun Adliyedeki Bürosuna Gönderdiği Mazeret Dilekçesinin Sehven Başka Mahkemeye İletildiği ve Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Mahkemece Dosya 2. Kez Takipsiz Kaldığından Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği)

* DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI KARARININ USUL VE YASAYA AYKIRILIĞI (Vekilin Baronun Adliyedeki Bürosuna Gönderdiği Mazeret Dilekçesinin Sehven Başka Mahkemeye İletildiği ve Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Vekilin Geçerli Bir Özrü Bulunduğu)

6100/m. 150/6, 320/4

1086/m. 409

ÖZET : Mahkemece, 2. kez takipsiz kaldığından HMK 150/6 maddesi gereği davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Son celsede davacı vekilinin gönderdiği mazeret dilekçesinin Baro Temsilciliği tarafından sehven başka mahkemeye iletildiği ve duruşma saatinin geçmesinden sonra asıl mahkemeye intikal ettiği, mahkemece dava dosyasının daha öncesinde de işlemden kaldırıldığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, anlaşılmakla davacı vekilinin geçerli bir özrü bulunmasına karşın davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

DAVA : Davacı, iş göremezlik oranının yeniden tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

KARAR : Dava; iş kazası neticesinde davalı kurum tarafından tespit edilen iş göremezlik oranının % 14,3’den, % 45’e yükseltilmesine karar verilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, 2. kez takipsiz kaldığından HMK 150/6 maddesi gereği davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Davacı vekili 17/06/2014 tarihli son duruşmadan önce, mahkemeye iletilmek üzere Mersin Barosunun adliyedeki bürosuna mazeret dilekçesi göndermiş, duruşma saatinde Adana 3. Çocuk Mahkemesi’nin 2012/145 Esas sayılı dosyasının duruşmasına katılacağını bu nedenle duruşma saatinin 11.30’a bırakılmasını talep etmiş, mazeret dilekçesi sehven aynı gün duruşmaları olan Mersin 2. İş Mahkemesi çalışanına verilmiş, ancak yanlış geldiğinin anlaşılması üzerine saat 14.05 ‘te tutulan tutanak ile birlikte 4. İş Mahkemesine teslim edilmiştir.

İşlemden kaldırma ve davanın açılmamış sayılması müessesesi HMK 320/4. maddesinde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 409 ve devamı maddelerinde) düzenlenmiştir.

Kural olarak, mahkemece; taraflara usulüne uygun davetiye çıkarılması, bu yolla tarafların duruşmada hazır bulunmalarının ve savunma yapabilmelerinin sağlanması yasal bir zorunluluk ve hukuki dinlenilme hakkının da gereğidir.

Usulüne uygun davet edilen taraf davacı ise, davasını takip etmek istiyorsa, bizzat ya da vekili vasıtasıyla duruşmaya katılmalıdır. Eğer duruşma günü celseye katılma imkanı yoksa, buna ilişkin mazeretini bildirmeli, belgelemeli ve duruşma gününün kendisine bildirmesi için gerekli giderleri de yatırmalıdır. Davalı taraf ise, yargılamaya katılmak istemiyorsa ve savunma yapmayacaksa katılmak zorunda değildir. Bu durumda davayı inkar etmiş sayılır; davayı takip etmek isteyip de buna imkanı yoksa bu durumu dilekçesi ile bildirmeli, belgelemeli ve tebliğ giderlerini de yatırmalıdır.

Davacı yanca mazeret bildirilmiş; mazereti hazır bulunan taraf ve mahkeme kabul etmişse, bu halde yargılamaya devam olunarak belirlenecek yeni duruşma gününün yatırılan davacı giderlerinden karşılanarak gelmeyen tarafa bildirilmesi gerektiğinde de kuşku yoktur.

Davacı mazeret bildirmiş ancak belgelendirmemişse ya da gönderdiği mazeret geçerli değilse, hazır bulunan taraf sorulmasına karşın mazereti kabul etmemişse, mahkeme mazereti değerlendirecek kabul ederse açıklanan şekilde davacı tarafa yeni duruşma gününü bildirecek, kabul etmezse de davanın hazır bulunan tarafça takip edildiğine ilişkin açık bir beyan bulunmadığından dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verecektir.

Somut olayda; 17/06/2014 tarihli son celsede davacı vekilinin gönderdiği mazeret dilekçesinin Baro Temsilciliği tarafından sehven başka mahkemeye iletildiği ve duruşma saatinin geçmesinden sonra asıl mahkemeye intikal ettiği, mahkemece dava dosyasının daha öncesinde de işlemden kaldırıldığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, anlaşılmakla davacı vekilinin geçerli bir özrü bulunmasına karşın davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve yargılamaya kaldığı yerden devam olunmak üzere karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 15.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ARSA SAHİBİNİN YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRİLMEDİĞİ İDDİASI İLE YÜKLENİCİ TARAFINDAN ARSA PAYI KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ NEDENİYLE OLUŞAN ZARARLARIN TAHSİLİ

T.C
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/9795
KARAR:2018/3874

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında Düzenleme şeklinde satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşmeye göre yüklenici olan müvekkilinin inşaat yapabilmek için gerekli hazırlıkları yaparken davalının sözleşmenin iptali için dava açtığını, bu davanın reddedildiğini, davalının edimlerini yerine getirmekten kaçındığını, arsa üzerindeki evi tahliye ederek, müvekkiline teslim etmediğini, daha sona 3. kişiyle sözleşme yaparak arsa üzerine bina yaptırmaya başladığını, davacının arsa üzerine yapacağı binadan elde edeceği kardan yoksun kalmasından dolayı munzam zararları olarak 1.000,00 TL ve yapmış olduğu inşaat hazırlıkları ve proje çizim bedelleri ile … Kurulu aşamalarındaki giderlerinden dolayı 1.000,00 TL olmak üzere fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla şimdilik 2.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının dava konusu inşaatın yapılması hususunda samimi ve ciddi olmadığından bahisle başka bir yüklenici ile sözleşme yaparak inşaatın tamamlandığını öne sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; Davalı arsa sahibi tarafından davacı yüklenicinin kendisine gönderdiği ihtarnameye rağmen sözleşmeye konu inşaatın yapılacağı yerdeki binayı tahliye edip teslim etmediği ve yeni bir yüklenici ile anlaşıp inşaatı bu yükleniciye yaptırmış olması nedeniyle sözleşmenin feshinde kusurlu olduğu, davacı tarafından yapılan mimarı proje, statik proje, mekanik proje ve elektrik proje bedeli toplamı ile sözleşme harç toplamı 5.979,50 TL ile yüklenicinin inşaata başlayamamış olması nedeniyle bilirkişiler tarafından hesaplanan karının %30 tutarının davalı arsa sahibinden talep edebileceği, ancak davacının yaptığı proje giderleri ve harcın davacı tarafından yapılması gereken zorunlu giderler olup kar kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiğinden kar kaybı olarak hesaplanan 9.562,50 TL talep edebileceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava, yüklenici tarafından arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle davalı arsa sahibinin yükümlülüklerini yerine getirmediğinden bahisle zarara uğradığını öne sürerek ikame edilen tazminat davasıdır.

Dosyanın incelenmesinde davalı arsa sahibi tarafından sözleşmenin feshi amacıyla ikame olunan davanın reddolunduğu ve bu kararın 20.01.2009 tarihinde kesinleştiği görülmüştür. Kararın kesinleşmesini müteakiben yüklenici tarafından arsa sahibine 16.04.2009 tarihli ihtarname keşide edilerek taşınmazın tahliyesi talep edilmiştir ve arsa sahibi tarafından 19.09.2011 tarihinde yeni bir yüklenici ile sözleşme yapıldığı anlaşılmıştır. İkinci sözleşme tarihine kadar arada bir işin yapılmadığı gözetilerek yüklenicinin de müspet ve menfi zarar istemekle bu davayı açarak fesih iradesi gösterdiği, arsa sahibinin 19.09.2011 tarihinde yeni bir yüklenici ile sözleşme yaptığı ve fesih iradelerinin birleştiği göz önünde bulundurulduğunda fesihte kimin haklı olduğu uyuşmazlığın çözümünde önem arz etmektedir.

Yüklenici tarafından gönderilen 16.04.2009 tarihli ihtarname ile yeni sözleşme tarihi arasında tahammül sınırını aşacak süre geçtiği için sözleşmenin feshinde kimin haklı olduğu değerlendirilip fesihte yüklenicinin haksız olduğu sonucuna varılırsa arsa sahibi tarafından kullanılabilecek yüklenicinin yapmış olduğu ve davalı tarafından yararlanılabilecek varsa imalat ve işlerin bedellerinin sebepsiz zenginleşme hükümlerine tahsiline karar verilmesi ; arsa sahibinin kusurlu olması durumunda ise yüklenicinin menfi ve müspet zarar talep edebileceği gözetilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harçların istek halinde temyiz edene iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 02.07.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TİCARİ İLİŞKİYE DAİR RIZAEN VERİLEN ÇEK- SUÇ UYDURMA SUÇU- İFTİRA SUÇU- KARŞI OY YAZISI

T.C
YARGITAY
9.CEZA DAİRESİ

ESAS:2013/11657
KARAR:2014/2793

“İçtihat Metni”

Tebliğname No           : 9 – 2012/131913

Mahkemesi : Eskişehir 3. Asliye Ceza Mahkemesi

Tarihi   : 07.03.2012

Numarası        : 2011/286 – 2012/218

Suç      : Suç uydurma

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Aralarındaki ticari ilişkiye istinaden kendi rızasıyla katılana verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir isim vermemekle birlikte tahsil için ibrazı halinde katılan hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılacağını bilerek şikayetçi olan sanığın eyleminin, TCK’nın 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 13.03.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

Sanığın ticari ilişki nedeniyle ciro ederek müşteriye verdiği 8000 TL bedelli çekin aracından çalındığına dair Cumhuriyet Başsavcılığına herhangi bir isim belirtmeden şikayette bulunması şeklinde gerçekleşen olayda; sayın çoğunluk ile aramızdaki hukuki uyuşmazlık, sanığın eyleminin yerel mahkemenin kabul ettiği gibi suç uydurma suçunu mu yoksa iftira suçunu mu oluşturduğuna ilişkindir.

Dairemizin ilamının yazım şeklinden anlaşıldığı gibi, sayın çoğunluğun görüşü bir ticari ilişki nedeniyle kendi rızasıyla katılana verilen çekin ya da senedin çalıntı olduğunu iddia ederek yetkili makamlara yapılan ihbar ve şikayet üzerine, bu ihbar ve şikayette belli bir isim belirtilmemiş olsa bile, yani mağdura karşı herhangi bir isnatta bulunulmamış olsa bile iftira suçunun oluşacağı yönündedir. Sayın çoğunluğa göre çek ve senet bankaya ibraz edildiğinde, ibraz eden çek ve senet hamilinin bir soruşturma geçirmesi sözkonusu olabilmekte ve ibraz halinde çeki veya senedi çaldığı iddia edilen kişi belirlenebilir hale gelmekte, dolayısıyla çeki senedi ibraz eden kişi hakkında isnatta bulunulmuş olmaktadır. Yani şikayetçi, çeki ibraz eden kişinin soruşturma geçireceğini bilmekte, öngörmekte dolayısıyla bunun sonucuna katlanması gerekmektedir. Çeki çalınmadığı halde çekinin çalındığını iddia eden kişinin isnadının belirlenebillir olduğundan hareketle bu sonuca varılmaktadır. Kanaatim ise bu şekilde gerçekleşen olaylarda hukuki meselenin çözümünün isnadın belirlenebilir olmasına göre değil failin kastına göre çözümlenmesi gerektiğidir. Eğer fail çeki çalınmadığı halde çekin çalındığı iddiasıyla yetkili makamlara başvurarak çekin hamili hakkında ya da belli bir isim belirterek şikayetçi olursa iftira suçu; herhangi bir kimse hakkında şikayetçi olmadan sadece çekinin çalındığı iddasıyla yetkili makamlara ihbar ve şikayette bulunursa suç uydurma suçu oluşacaktır. Şayet yetkili makamlara ihbar ve şikayette bulunmadan, çekin çalındığı veya kaybolduğu iddiasıyla hukuk mahkemelerinde dava açarsa o zaman da bu kişinin eylemi Anayasamızın 36. maddesiyle güvence altına alınan hak arama hürriyeti kapsamında kaldığından herhangi bir suç teşkil etmeyecektir.

Problemin çözümü, iftira suçu ile suç uydurmanın arasındaki farkların iyi belirlenmesine, her iki suçun ayrımının net bir şekilde yapılmasına bağlıdır. İftira suçu belli bir kimseye soruşturma ve kovuşturma geçirmesini sağlamak maksadıyla yetkili makamlara ihbar ve şikayette bulunarak ya da basın yoluyla hukuka aykırı bir fiil isnat edilerek işlenebilirken, suç uydurma ise yetkili makamlara işlenmediğini bildiği bir suçu işlenmiş gibi ihbar ederek ya da bir suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılabilecek biçimde uydurarak işlenmektedir. Yani iftira ile suç uydurma arasındaki en önemli fark iftira suçunda belli bir kimseye isnatta bulunulmasıdır. Belli bir kimseye isnatta bulunulmuş ise iftira, bulunulmamış ise suç uydurma sözkonusudur. Belli kişiye isnatta bulunma halinde sanığın kastı da önem taşımaktadır. İftira suçu özel kasıtla işlenebilirken suç uydurmada genel kasıt yeterli olmaktadır.

Suçun manevi unsuru olan kast açısından meseleyi biraz daha açmak gerekirse, iftira suçu madde metninde ve gerekçede açıkça belirtildiği gibi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamak maksadıyla bir kimse hakkında hukuka aykırı fiil isnat edilerek işlenebilmektedir. O nedenle iftira suçu ancak doğrudan kasıtla işlenebilir, olası kasıtla işlenemez. Failde kastın ötesinde belirtilen amacın, yani soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamanın, kısacası özel kastın varlığı gereklidir. Failde özel kasıt yoksa ya da olası kasıtla hareket edilmişse, soruşturma geçirirse geçirsin şeklinde bir düşünce mevcutsa, iftira suçunun oluştuğundan söz edilemeyecektir. O nedenle sayın çoğunluğun bir anlamda olası kasıtla iftira suçunun işlenebileceğini kabul eden görüşlerine katılmak mümkün değildir. Ayrıca doğrudan kast bilmenin yanında istemeyi de gerektirir. Somut olayda; failde özel kastın bulunmadığına, Eskişehir Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından 2009/250 sayılı dosyası ile çek üzerinde tedbir kararı konulması bir delildir. Failin asıl amacı katılanın soruşturma geçirmesini sağlamak değil çekin ödenmemesini sağlamaktır. Somut olayda da sanığın ticari ilişki nedeni ile çeki verdiği katılan değil 3. bir kişi çeki bankaya ibraz etmiştir. Bu durumda hukuka aykırı fiil isnat edilen kişi belirlenebilir olmaktan çıktığından, ayrıca çeki ibraz eden 3. kişiyi sanık tanımadığından ve bu kişi hakkında soruşturma geçirmesini sağlama amacı var denemeyeceğinden iftira suçunun manevi unsuru oluşmamıştır.

Gerçekte ticari ilişki nedeniyle verilen çek veya senedin çalındığına dair isim belirtmeden yapılan şikayetlerde, hukuka aykırı fiil isnat edilen mağdurun belirlenebilir olduğunun kabulünde şu problemler ortaya çıkabilmektedir. Bilindiği gibi çek ve senetler ticari hayatta tedavüldeki para gibi kabul edildiklerinden, ciro edilerek başka kişilere verilip el değiştirebilmektedir. Diyelim ki, bir çek ve senet on kişi tarafında ciro edildiğinde, çek ve senedin son hamili belgeyi tahsil için bankaya ibraz ettiğinde, isim belirtmeden şikayette bulunan borçlu belki de hiç tanımadığı hamil ve aradaki cirantalar hakkında iftira suçunu işlemiş mi olacaktır? Bunun yanısıra bu on kişi hakkında iftira suçu işlediği kabul edilirse mağdur sayısınca iftira suçu mu oluşacak ya da birden fazla kişi hakkında tek bir dilekçe ile iftirada bulunduğu için hakkında verilecek ceza zincirleme suç hükümlerine göre arttırılarak mı uygulanacaktır? Bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değildir. Çünkü kişi ancak tanıdığı kimselere iftira eder. Tanımadığı kişilere karşı iftira suçunun işlenebileceğinin kabulü bizi objektif sorumluluğa götürür. Hukuka aykırı fiil isnat edilen mağdurun belirlenebilir olması ancak failde iftira özel kastının varlığı halinde söz konusu olabilir. Failde mağdurun soruşturma ve kovuşturma geçirmesi amacı olmadan, belge üzerinde imzası bulunan kişiler hakkında isnatta bulunulduğunun kabulü olası kasıtla iftira suçunun işlenebileceği kabul etmek anlamına gelir ki bu fikre katılmak mümkün değildir.

Bunun yanısıra bir de Dairemizin uygulamasına değinmek gerekmektedir ki; o da, genellikle karşımıza gelen trafikte üzerine kayıtlı aracı haricen sattıktan sonra aracın devrinin üzerine alınmaması nedeniyle vergi borçlarından sorumluluk doğduğu için karakola gerçekte çalınmadığı halde aracı çalınmış gibi isim belirtmeden şikayette bulunanlar hakkında suç uydurmadan verilen mahkumiyet kararlarının Dairemiz tarafından onanmasıdır. Bu tip olaylarda da fail isim belirtmeden şikayetçi olmakta, aracı en son kullanan kişi yada failin aracı haricen sattığı kişi araç yakalanınca belirlenebilmektedir. Fail aracı kullanırken yakalanan kişi hakkında hırsızlık suçundan soruşturma yapılacağını bilmektedir. Failin amacı ise aracın trafikte devrinin yapılması, noterden satışının yapılmasıdır; aracı haricen satın alan, aracı son kullanan hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılması değildir. O nedenle benzer olaylarda farklı sonuçlara varmamak çelişir duruma düşmemek için, somut olayda da iftira yerine suç uydurma suçunun oluştuğunun kabulü daha uygun olacaktır.

Sonuç itibariyle, iftira suçu doğrudan kasıtla işlenebilen, olası kasıtla işlenemeyen, belli bir kimseye hukuka aykırı fiil isnat edilmesini gerektiren, suçun failinde hukuka aykırı fiil isnat edilen mağdur hakkında soruşturma geçirmesi amacı bulunması gereken, kısacası özel kasıtla işlenebilen bir suçtur. Sanığın mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılacağını bilmesi yeterli olmayıp soruşturma ve kovuşturma yapılması maksadıyla şikayette bulunması gerekir. Şikayet dilekçesinde isim belirtmeden, başka deyişle belli mağdur hakkında isnatta bulunulmadan yapılan şikayetlerde failde özel kastın bulunduğundan söz edilemez. Mağdurun belirlenebilir olması da ancak özel kastın varlığı halinde söz konusu olabilir. Hukuka aykırı fiil isnat edilen mağdurun failin iradesi dışında örneğin soruşturmayı yapacak olan Cumhuriyet savcısının iradesi ve yorumu ile belirlenmesi ya da failin tanımadığı dilekçesinde bahsetmediği kişiler hakkında da isnatta bulunulduğu sonucuna varılması durumunda, iftira özel kastının bulunmadığından ve mağdurun belirlenebilir olmadığından dolayı iftira suçunun oluşmadığı sonucuna varılmalıdır.

Bu bilgilere göre somut olay değerlendirildiğinde; sanığın ticari ilişki nedeniyle verdiği çekin çalındığı iddiasıyla şikayetçi olmasında dilekçesinde isim belirtmediğinden belli bir kimseye karşı isnatta bulunduğu kabul edilemeyeceğinden ve iftira özel kastı bulunmadığından iftira suçunun oluşmayacağı, ancak gerçekte çekin çalınmamış olması nedeniyle çalındı diye ihbar ve şikayette bulunduğu için suç uydurma suçunun oluşacağı, yerel mahkemenin kararının doğru olduğu, onanması gerektiği düşüncesiyle, sayın çoğunluğun iftira suçunun oluştuğuna, suç vasfının yanlış belirlendiğine ilişkin görüşlerine katılmıyorum. 13.03.2014

KAT MALİKLERİNİN TALEBİ-PROJEYE AYKIRILIK TESCİL EDİP PROJEYE GÖRE DÜZELTİLMESİNE KARAR VERİLEN YERLERİN PROJEYE UYGUN HALE GETİRİLMESİ

T.C
YARGITAY
20. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2017/964
KARAR:2018/4725

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, tarafların davaya konu taşınmazın kat malikleri olduklarını, davalılardan…’un taşınmazın büyük hissedarı ve yöneticisi ve binada bir çok mağazanın çalıştırıcısı olduğunu ve binadaki bu işyerlerinden büyük kazanç sağladığını ve bunu arttırabilmek için işyerlerini ve binayı süper lüks bir duruma sokmak istediğini ve bunun için durmadan projeye ve Kat Mülkiyeti Kanununa aykırı, eski bir yapı olan binanın deprem ve yangın riskini arttıran inşaat ve ameliyeler yaptığını bildirerek, davalılar tarafından projeye uygun eski hale getirilmesini istediği hususların;

…) Davalı… apartmanın girişine göre sağ duvara 3 nolu dükkan tarafına yaptığı betopen kaplamanın projeye uygun hale getirilmesine,
2) Davalı…’un giriş holündan yukarı çıkan merdivenlerin yerinin değiştirilip projeden farklı hale getirildiğinden tavan yüksekliğinin değiştirildiğinden bahisle projede eski halinde demir ferforjeli giriş kapısı yerine aliminyum kapı takıldığından projeye uygun hale getirilmesi,
3) Davalı…’un ahşap küpeşteli ferforjeli trabzanları sökerek yerine aliminyum korkuluk ve merdiven yaptığından projedeki yerine yapılmasına karar verilmesi,
…) Davalı…’un kullandığı 6 ve 7 nolu bağımsız bölümlerin ön ve yan cephelerine pencerelerine aliminyum paneller yazılar, saçaklar aydınlatma ve kamera tesisat üniteleri koyduğundan kaldırılmasını.
5) Davalı…’un binanın cephesine 6 nolu daire ile 5 nolu dükkan arasına koyduğu kameranın kaldırılmasına.
6) Davalı…’un malik olduğu … nolu dükkanın arka duvarını yıkarak apartmanın ortak holüne tecavüz edip işgal ettiğinden müdahalesinin önlenmesine.
7) Davalı…’un malik olduğu … nolu dükkanın apartmanın ortak alanı olan koridor olarak gösterilen bölümdeki (L) şeklindeki duvarı yıkıp tecavüz ettiğinden ve 5 nolu dükkan arasındaki duvar arasındaki kapıyı duvarla örerek iptal ettiğinden apartman girişindeki 35 cm kalındığındaki duvarı yıkarak koridoru işgal edip elektrik ve su tesisatı giderleri yaptığından tesisatların kaldırılmasına.
8) Davalı…’un binanın arkasındaki komşu bina bahçesine koyduğu jeneratörün elektrik kablolarının kaldırılmasına,
9) A- Davalı…’un 5 nolu bağımsız bölümdeki … caddesine bakan giriş kapısının ve etrafının kaldırılarak yeniden yapıldığından saçak ve metal yazılar ve armatürler ilave edildiğinden kaldırılmasına,
B- Aynı cephede … ve 2. katlarda bulunan pencereleri kapatarak önlerine aliminyum plakalar ve anten koyduğundan … adet pencerelerin ölçülerini değiştirdiğinden eski hale getirilmesine
10) Davalı…’un 5 nolu mağazanın zemin katında … nci katına çıkan …kollu merdivenlerin …’ ini yıkarak ortadan kaldırıp mahale ilave ettiğinden eski hale getirilmesine,
11) Davalı…’un 5 nolu mağazanın … ve 2. katlarındaki depo odalarının ortak merdiven sahanlığının etrafındaki duvarları ve kapıları yıkarak ortadan kaldırdığından aykırı bölmeler lavobalar, tezgahlar yaptığından eski hale getirilmesine,
12) Davalı…’un binanın ön bahçesindeki toprak ve yeşilliği kaldırıp taş döşeyip otopark haline getirdiğinden müdahalesinin önlenmesine;
13) Davalı…’un 7 nolu dairenin bina arka cephesinde bulunan balkonunun arka duvarını kaldırıp bina içine doğru 120 cm geri aldığından balkonun dıştaki uzantısını kısalttığından balkonun önünü alimunyum panjurla kapattığından projeye uygun hale getirilmesine,
14) Davalı … …’in 9 nolu dairenin balkonunu 7 nolu dairenin balkonu gibi projeyi aykırı hale getirdiğinden taşıyıcı ve yan duvarların projeye uygun hale getirilmesine
15) A- Davalı … …’in 3 nolu dükkanın bina ortak alanı ile arasındaki girişe göre sol yan duvarındaki …pencereyi örerek ortadan kaldırdığından projeye uygun hale getirilmesine,
B- 3 nolu dükkanın apartman girişiyle arasındaki taşıyıcı duvarın yıkılarak dükkanın genişletildiğinden eski hale getirilmesine,
16) Davalı … …’in 3 nolu dükkanın maliki davalı …’un kiracısı olduğu davalı…’un … nolu dükkanın maliki olduğu 3 ve … nolu dükkan arasındaki yıkılan duvarın yeniden yapılmasına tüm projeye aykırı yapılan imalatların eski hale getirilmesine ilişkin olduğunu beyan ederek, projeye aykırı yapılan imalatların eski hale getirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Eldeki dava dosyası ile birleştirilen … …. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/528 E. – 2014/153 K. sayılı dosyasında davacı vekili ….06.2006 dava dilekçesinde tarafların, … ili, … ilçesi, .., … caddesi 40 sayıdaki binanın kat malikleri olduğunu, davalı tarafından anagayrimenkulün ortak yerlerine binanın giriş holüne, elektrik ve telefon kabloları çektirerek, masa, sandalye, ısıtıcı koyarak büro haline getirdiğini, apartmanın önünde bulunan bahçeyi işgal ederek otoparka dönüştürdüğünü, yöneticinin ön bahçeyi kullanmasına korumaları eliyle engel olduğunu, bunları delil tespiti dosyası ile tespit ettirdiğini, davalının ortak yerlere elatmasının önlenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece; asıl dava üzerinden devam eden dosyadan, bozma kararı uyarınca hazırlatılan bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle; mahkemece;
Davacı …’nun mahkemenin 2013/592 Esas sayılı dosyasındaki:
… nolu talebinin kabulüne, anayapı girişi önüne kapıdan girilen yere girişin sağ duvarına, 3 nolu dükkan tarafına duvara konulan betopenin ve yapılan alüminyum giriş bölümünün mimari röleve projesinde mevcut olmadığı, projeye aykırı olarak yapıldığı anlaşıldığından … nolu iddia yönünden davacının davasının kabulüne, davalılar tarafından projeye aykırılığın projeye uygun hale getirilmesine, bu konuda davalılara takdiren …gün süre verilmesine,
…nolu talebinin kabulüne, anayapı giriş holünden yukarı katlara çıkılan merdivenin yerinin değiştirildiği, … iken farklı olarak yapıldığı, hol tavanının tavan yüksekliğinin değiştirildiği, elektrik su doğalgaz saatlerinin bulunduğu hole plastik döşeme, duvarlara yanıcı suntalam, lambri dolaplar konulduğundan bunların tümünün kaldırılmasına merdivenlerin projedeki yerine tekrar yapılmasına, duvarların giriş kapısının eski hale getirilmesine,
Bu işlemin binanın yaşı dikkate alındığında tehlike arz etme ihtimali bulunduğundan statik hesaplama yapılıp statik proje çizdirildikten sonra yerine getirilmesine, bu iş için 3 ay süre verilmesine,
3 nolu talebinin: “anayapı girişinden üst katlara çıkan merdivenlerin yanındaki küpeşteli ferforje yerine alüminyum korkuluk konulduğundan bunların kaldırılması, eski hale getirilmesi, ahşap … … … projedeki yerine yapılması talebinin tastikle röleve projesinde küpeştenin nasıl yapılacağı belirlenemediğinden, ferforje merdiven küpeştesi apartmana değer katıcı estetik açıdan artı bir durum olduğu anlaşıldığından” reddine,
… nolu talebinin; kabulüne, 6 ve 7 nolu dairelerin yasaya aykırı olarak güzellik salonu olarak kullanıldığı, bu dairelerin ön ve yan cephelerine pencerelerine alüminyum paneller, yazılar aydınlatma ve kameralar konulduğundan tüm bunların kaldırılmasına, bu iş için davalılara …gün süre verilmesine,
5 nolu talebinin; “davalı …’in 6 nolu daire ile 5 nolu daire arasına duvar üzerine kamera koyduğu, kanuna aykırı olarak davacı ve ailesi mensuplarının görüntülerini kaydettiği, kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla kameranın kaldırılmasının talep edildiği, kamera görüntü kirliliği yaratmadığından davalının kendi dairesi hudutları içinde güvenlik açısından yararlı olduğu,
6 nolu talebinin, davalı …’in maliki olduğu … nolu dükkanın arka duvarını yıkarak apartmanın ortak giriş holüne el attığı ve bu durumun projeye aykırı olduğu,
… 2. İcra Müdürlüğünün kararı ile bu durum eski hale getirildiği,
7 nolu talebinin; “keşif esnasında iddia edildiği gibi elektrik ve su tesisat giderlerine rastlanmadığından duvarda bulunan elektrik ve su tesisatı dolabı projeye aykırı olmayıp ana yapıya zarar verilmeyecek değişiklikler mahiyetinde olduğu,
8 nolu talebinin; “davalı …’in arka bahçeye bitişik komşu parsel bahçesine koyduğu iddia edilen jeneratör kablolarının keşif esnasında iddia edildiği gibi ortada bulunmadığı,
9 nolu talebinin; davalı …’in 3/… payının maliki ve …/… payının kiracısı olduğu 5 nolu dairede açılan pencerelerin projeye aykırı olduğu,
10 nolu talebinin; “anayapıdaki 5 nolu dükkanın zemin katından birinci katına kolunun tastikli röleve projesinde tek kollu olduğu ve halende böyle kullanıldığı,
11 nolu talebinin; “5 nolu dükkanın … ve 2. katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı etrafındaki duvar ve kapıların yıkılıp kaldırıldığı, kira sözleşmesine ve projeye aykırı bölmeler yapıldığı, içerisine lavabo, tezgah, pis su ve elektrik tesisatları yapıldığından projeye uygun hale getirilmesi talebinin 5 nolu dükkanın birinci ve ikinci katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı ve bölme duvarlarının yıkılması hususunda davacı davalı ile imzaladığı kira sözleşmesinde buna izin verdiği,
12 nolu talebinin; “davalı …’in binanın ön bahçesini projeye aykırı olarak doldurarak toprak ve yeşilliği kaldırıp taş döşeyip otopark haline getirdiği iddiasının mevcut röleve projesinde bahçe olarak görülmediğinden bahçenin hangi malzeme ile kaplı olduğu zeminin toprak döşeme olup olmadığı belirtilmediğinden dükkanlara gelen kişilerin araçlarını bu bölümlere bıraktıkları bağımsız bölümlerde oturanların maliklerinin de araçlarını park edecekleri otopark sorunu çözümüne katkı sağladığı,
13 nolu talebinin; “davalı …’in maliki olduğu 7 ve 9 nolu dairelerinin yine arka cephesindeki balkonlarının projeye uygun olduğu,
7 nolu dairenin balkonundan soğutma ünitelerinin görünmesinin projeye aykırı olmadığı,
14 nolu talebinin; “9 nolu dairenin yine arka cephesindeki balkonun projeye uygun olduğu,
15 nolu talebinin; “davalı H. …’in 3 nolu dükkanın maliki ve davalı Sonay’ın kiracısı olduğu davalı …’in 3 nolu dükkan ile bina ortak alanı arasındaki girişe göre sol yan duvar arasındaki iki pencereyi örerek kapattığı, 3 nolu dükkanın apartman girişi ile aradaki taşıyıcı duvarı yıkarak duvar ördüğü ve dükkanı genişlettiği, binayı deprem riski altına soktuğu ve projeye uygun hale getirilmesi isteminin … 2. İcra Mahkemesinin 2003/1878 Esas sayılı dava dosyasında red edildiğinden ve apartmanın giriş boşluğu tastikli röleve projesine uygun olduğu,
16 nolu talebinin; 3 ve … nolu dükkanlar arasındaki 35 cm kalınlığındaki duvarın yıkılarak 8-10 cm duvar yapıldığı bu durumun projeye aykırı olduğu, binanın statiğine zarar verdiği anlaşılmakla projeye aykırılığın giderilmesi talebinin kabulüne, bu hususta davalılara 30 gün süre verilmesine,
Davacının kabul edilen talepleri gereği projeye aykırılık tescil edip projeye göre düzeltilmesine karar verilen yerlerin projeye uygun hale getirilmesi verilen süre içinde davalı tarafça yapılmadığı taktirde İcra İnfaz Kanunu hükümlerine göre yapılması, masrafın davalı taraftan alınmasına,
Ruhsata aykırılığın giderilmesi için verilen süre içinde gereken yapılmadığı taktirde İcra İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmasına, masrafın davalı taraftan alınmasına,
B) Davacı …’nun mahkemenin 2012/528 E. – 2014/153 K. sayılı birleştirilen dosyasındaki:
A) Davalı…’un: davaya konu taşınmazın giriş holüne elektrik ve telefon kabloları çektirildiği, masa sandalye ısıtıcı konduğu, büro haline getirilip işçilerin kullanımına sunulduğu iddiaları ispat edilemediğinden bu husustaki talebin reddine,
B) Davalı…’un davaya konu taşınmazın önünde bulunan bahçenin davalı tarafından işgal edilip kullanıldığı ve kullandırıldığı iddiaları ispat edilemediğinden bu yöndeki talebinin reddine karar verilmiş; hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlar ile yasal gerektirici nedenlere göre dava projeye aykırı olarak ortak alanlara yapılan müdahalenin önlenmesi ve eski hale getirilme istemine ilişkindir.
Mahkemece yüze karşı verilen kısa kararda,
5 nolu talebinin; “davalı …’in 6 nolu daire ile 5 nolu daire arasına duvar üzerine kamera koyduğu, kanuna aykırı olarak davacı ve ailesi mensuplarının görüntülerini kaydettiği, kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla kameranın kaldırılmasının talep edildiği, kamera görüntü kirliliği yaratmadığından davalının kendi dairesi hudutları içinde güvenlik açısından yararlı olduğundan davacı iddiaları yerinde olmadığından” reddine,
6 nolu talebinin; davalı …’in maliki olduğu … nolu dükkanın arka duvarını yıkarak apartmanın ortak giriş holüne el attığı ve bu durumun projeye aykırı olduğunun tespitine,
… 2. İcra Müdürlüğünün kararı ile bu durum eski hale getirildiğinden bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
7 nolu talebinin; “keşif esnasında iddia edildiği gibi elektrik ve su tesisat giderlerine rastlanmadığından duvarda bulunan elektrik ve su tesisatı dolabı projeye aykırı olmayıp ana yapıya zarar verilmeyecek değişiklikler mahiyetinde olduğundan” reddine,
8 nolu talebinin; “davalı …’in arka bahçeye bitişik komşu parsel bahçesine koyduğu iddia edilen jeneratör kablolarının keşif esnasında iddia edildiği gibi ortada bulunmadığından” reddine,
9 nolu talebinin; davalı …’in 3/… payının maliki ve …/… payının kiracısı olduğu 5 nolu dairede açılan pencerelerin projeye aykırı olduğundan eski hale getirilmesi talebinin kabulüne,
Projeye aykırı bu durumun projeye uygun hale getirilmesi için davalılara …gün süre verilmesine,
10 nolu talebinin; “anayapıdaki 5 nolu dükkanın zemin katından birinci katına kolunun tastikli röleve projesinde tek kollu olduğu ve halende böyle kullanıldığı anlaşıldığından” reddine,
11 nolu talebinin; “5 nolu dükkanın … ve 2. Katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı etrafındaki duvar ve kapıların yıkılıp kaldırıldığı, kira sözleşmesine ve projeye aykırı bölmeler yapıldığı, içerisine lavabo, tezgah, pis su ve elektrik tesisatları yapıldığından projeye uygun hale getirilmesi talebinin 5 nolu dükkanın birinci ve ikinci katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı ve bölme duvarlarının yıkılması hususunda davacı davalı ile imzaladığı kira sözleşmesinde buna izin verdiğinden talebinin” reddine,
12 nolu talebinin; “davalı …’in binanın ön bahçesini projeye aykırı olarak doldurarak toprak ve yeşilliği kaldırıp taş döşeyip otopark haline getirdiği iddiasının mevcut röleve projesinde bahçe olarak görülmediğinden bahçenin hangi malzeme ile kaplı olduğu zeminin toprak döşeme olup olmadığı belirtilmediğinden dükkanlara gelen kişilerin araçlarını bu bölümlere bıraktıkları bağımsız bölümlerde oturanların maliklerinin de araçlarını park edecekleri otopark sorunu çözümüne katkı sağladığı, ayrıca …/01/2013 günlük kat malikleri kurulu kararında buranın otopark olarak kullanılmasına karar verildiğinden” reddine,
13 nolu talebinin; “davalı …’in maliki olduğu 7 ve 9 nolu dairelerinin yine arka cephesindeki balkonlarının projeye uygun olduğundan bunlarla ilgili taleplerin” reddine,
7 nolu dairenin balkonundan soğutma ünitelerinin görünmesinin projeye aykırı olmadığına, bu husustaki talebin reddine,
14 nolu talebinin; “9 nolu dairenin yine arka cephesindeki balkonun projeye uygun olması sebebiyle” reddine,
15 nolu talebinin; “davalı H. …’in 3 nolu dükkanın maliki ve davalı Sonay’ın kiracısı olduğu davalı …’in 3 nolu dükkan ile bina ortak alanı arasındaki girişe göre sol yan duvar arasındaki iki pencereyi örerek kapattığı, 3 nolu dükkanın apartman girişi ile aradaki taşıyıcı duvarı yıkarak duvar ördüğü ve dükkanı genişlettiği, binayı deprem riski altına soktuğu ve projeye uygun hale getirilmesi isteminin … 2. İcra Mahkemesinin 2003/1878 Esas sayılı dava dosyasında ret edildiğinden ve apartmanın giriş boşluğu tastikli röleve projesine uygun olduğundan” reddine, şeklinde; kısa kararın 5 ilâ 15. bentleri arasında yer alan hüküm fıkralarında, davacıların talepleri yönünden ayrı ayrı “davanın reddi”, “eski hale getirilme talebinin kabulü” yönünde tek tek infaza yönelik ret hükmü kurulduğu, 6. bendinin 2. fıkrasında ise “karar verilmesine yer olmadığına” ilişkin hüküm kurulduğu, ancak, gerekçeli kararın hüküm fıkrasında, sayılan bu bentlerde infaza yönelik bir hüküm kurulmadığı anlaşılmakla, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yaratılmıştır.

T.C. Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı; yargılama açık olarak yapılacak ve yargılamanın sonunda verilen karar da açıkça belirtilecektir. HMK’nın 298/2. maddesi gereğince, sonradan yazılacak gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararına da güven sarsılmış olacaktır. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 10.04.1992 tarih, 7/… sayılı kararında, kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki bulunmasının bozma nedeni olacağı içtihat edilmiş bulunmasına göre, mahkemece yapılacak iş; bozmadan sonra kısa karar ile bağlı olmaksızın çelişkiyi gidermek kaydıyla vicdani kanaatine göre yeni bir karar vermekten ibarettir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer yönlerin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde iadesine …/06/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ZİYNET ALACAĞI İÇİN BOŞANMA KARARININ KESİNLEŞMESİNİN GEREKMEDİĞİ

T.C.
Yargıtay
8. Hukuk Dairesi

Esas No:2014/17449
Karar No:2015/19390
K. Tarihi:28.10.2015

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

K A R A R

Borçlu vekilinin, ilamın kesinleşmeden icra edilemeyeceği şikayeti üzerine Mahkemece, aile ve şahsın hukukuna ilişkin ilamların kesinleşmeden icraya konulamayacak kısımlarının boşanma ve şahsi sicillere ilişkin kısımlar olduğu, bu kararlar ile birlikte verilen tazminat ve nafakaya ilişkin kısımlar için ilamın kesinleşmesinin aranmayacağı gerekçesi ile şikayetin reddine karar verilmiş, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

HMK’nun 367/2. maddesi gereğince aile ve şahsın hukuku ile ilgili hükümler kesinleşmedikçe takibe konu edilemezler. Ayrıca, boşanma kararının eklentisi olan tazminat, vekalet ücreti ve yargılama giderine yönelik kısımları da aynı kurala tabidir. Boşanma ilamı kesinleştiği takdirde ekinde hükmedilen, tazminat, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin takibe konulabilmesi için nitelikleri gözetilerek kesinleşmeleri gerekli değildir. (HGK. 28.2.2001 tarih 2001/12-206 E. 2001/217 K., 22.10.2008 tarih 2008/12-656 E., 2008/638 K.)

Her dava açıldığı tarihteki koşullara göre değerlendirilmelidir. (28.11.1956 tarih 15/15 sayılı İ.B.K)

Somut olayda UYAP üzerinden yapılan incelemede; dayanak ilamın davacı tarafından, tazminat ve nafaka miktarları ile vekalet ücreti yönünden; davalı tarafından ise hükmün tamamına yönelik olarak temyiz edildiği ve Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2014/17179 Esas ve 16/02/2015 Karar sayılı ilamı ile hükmün vekalet ücreti yönünden bozulduğu, boşanma ve diğer alacak kalemleri yönünden ise onandığı anlaşılmaktadır. Boşanma ilamı ekinde hükmedilen maddi ve manevi tazminat, yargılama gideri ile vekalet ücreti alacaklarının tahsili amacıyla, boşanma ilamı kesinleşmeden 22/03/2012’de ilamlı takip başlatılmıştır.

O halde Mahkeme’ce takip tarihi itibariyle kesinleşmemiş boşanma ilamı ekindeki feri alacakların tahsilinin mümkün olamayacağı nazara alınarak, şikayetin kabulü ile ziynet eşyası alacağı dışında kalan alacak kalemleri yönünden takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm kurulması isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 25,20 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 28.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KADASTRO ESNASINDA VERİLEN TESCİL BEYANI- MAL KAÇIRMA OLGUSU- MUVAZAA- TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C

YARGITAY

1.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2014/8196

KARAR NO: 2014/12765

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ: DİYARBAKIR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 28/11/2013

NUMARASI : 2011/112-2013/929

Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, duruşma isteği değerden reddedilip, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, isteğine ilişkindir.

Mahkemece, dava konusu taşınmazların davalı taraf adına kadastro tespiti ile tescil edildiği, davacılar murislerinin kadastro esnasında tespite muvafakat ettikleri gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazların Eylül 1288 tarihli tapu kayıtlarıyla kök muris Halil oğlu Fettah adına tapuda kayıtlı iken, 30.7.1970 tarihinde tapulama çalışmaları esnasında, miras bırakan Halil oğlu Fettah’ın ölümü ile mirasçıları olarak eşi Emine, çocukları Fatma. Mustafa ve Ahmet’in kaldığı; Emine ve Fatma’nın intikalen gelen miras paylarını 1961 yılında haricen Ahmet ve Mustafa’ya sattıkları, yaptıkları satışada muvafakat ettikleri açıklanarak davalılar Mustafa ve Ahmet adına tespit gördüğü ve tapulama tutanaklarının kesinleşmesiyle davalılar adına tescilin yapıldığı; Emine ve Fatma mirasçıları olan davacıların, mirasbırakanları tarafından yapılan temliki işlemin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi, gerek 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı, gerekse 16.03.1990 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere “muris muvazaası, miras bırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz mal hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin B.K’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”

Çekişmeli taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydı, tapulama esnasında murisler Fatma ve Emine’nin muvafakat beyanıyla oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olması sebebi ile geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Hemen belirtilmelidir ki, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi şekilde yapılması Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanununun (TBK) 237. ve Tapu Kanununun 26.maddesi hükmü gereğidir. Ne var ki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddesi, gerekse 09 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-a maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle T.M.K’nun 706 ve TBK’nun 237.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatıni bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanına eşdeğer olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.

Öte yandan, H.G.K.’nun 29.11.2006 günlü 2006/1-734 Esas, 2006/761 Karar sayılı yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (Y.H.G.K’nun) 16.06.2010 günlü 2010//1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı içtihatlarında “Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir.

Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir.”denilmektedir.

Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu içtihadı birleştirme kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması yada yukarıda tarih ve sayısı yazılı Y.H.G.K. Kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğuran Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.

Somut olayda, ortak miras bırakan Emine ve davacılar murisi Fatma davaya konu taşınmazların öncesini teşkil eden taşınmazlardaki miras paylarını haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbite muvafakat ettiklerini beyan etmişlerdir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne, Y.H.G.K.nun yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre, kadastro tutanağına karşı yapılan işlemlerin 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalmadığı söylenemez.

Hal böyle olunca, davacıların mirasbırakanları Emine ve Fatma’nın, tapulama tespitinde taşınmazları haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbitine muvafakat ettiklerini beyan etmek suretiyle yaptıkları işlemin, 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.07.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

TAZMİNAT DAVASI – MİMAR İNŞAAT VE ELEKTRİK MÜHENDİSLERİNDEN OLUŞAN YENİ BİLİRKİŞİ KURULUNDAN RAPOR ALINMASI – DAVACI TARAFINDAN SÖZLEŞME KAPSAMINDA BİZZAT VEYA DAVA DIŞI ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE ÇİZDİRİLME SURETİYLE YAPILAN İŞLER VE PROJELER

T.C.

YARGITAY

15.Hukuk Dairesi
Esas: 2011/3837
Karar: 2012/3597
Karar Tarihi: 17.05.2012

ÖZET: Dava konusu inşaata ait imar işlem dosyasını Belediye’den getirterek işin uzmanı olan mimar, inşaat ve elektrik mühendislerinden oluşturulacak yeni bir bilirkişi kurulundan rapor almak, davacı tarafından sözleşme kapsamında bizzat veya dava dışı üçüncü kişilere çizdirilmek suretiyle yapılan tüm işlerin ve projelerin dava konusu iş merkezi inşaatına ait olup olmadığını, aitse teknik şartlar ile fen ve sanat kurallarına uygun olup olmadığını denetledikten sonra bedelini yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda teklif belgesindeki fiyatları geçmemek üzere işin yapıldığı … yılı mahalli rayiçleriyle hesaplatmak, kanıtlanan ödemeler düşüldükten sonra kalan bedelin dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar vermekten ibarettir. Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.

(818 S. K. m. 355, 356, 366)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Davacı, davalılara ait iş merkezinin mimari, statik-çelik, elektrik, sıhhi tesisat, ısı yalıtım, kalorifer, yangın-hidrant vs. tüm projelerini götürü 46.000,00 TL bedelle yapıp dava dışı Doğan Yapı Denetim Ltd. Şti.’ye teslim ettiğini, denetim firmasınca yapı bilgi formu düzenlenip onaylanmak üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü’ne gönderildiğini, Genel Müdürlük onayını takiben de yapı ruhsatı alınmak üzere projelerin Belediye’ye teslim edildiğini, bu aşamada davalılarca sözleşmeden dönülerek işin başka bir yükleniciye verildiğini iddia ederek 46.000,00 TL götürü bedelden 6.550,00 TL ödeme düşüldükten sonra kalan 39.450,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren taşınmazdaki payları oranında davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir.

Davalılar cevabında, yanlar arasında yazılı olarak akdedilmiş bir sözleşme bulunmadığını, davacı tarafından yapılan projelerin kabul görmediğini, inşaatın başka bir mimara hazırlatılan projelere göre tamamlandığını, yaptığı proje hazırlık çalışmalarına karşılık davacıya 2004 yılında 6.500,00 TL ödeme yapılmış olup bakiye borç bulunmadığını savunarak davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, mimari proje bedeline ilişkin istemin kabulüne, KDV hariç 16.000,00 TL mimari proje bedelinden %20 oranında 3.200,00 TL gelir vergisi ve 6.550,00 TL kanıtlanan ödeme düşüldükten sonra kalan 6.250,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte davalılardan ayrı ayrı ve eşit olarak tahsiline, diğer projelere ilişkin istemin reddine dair verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.

2-Davacı, davalılara gönderdiği tarihsiz teklif mektubu ile davalıların maliki olduğu Pasaj 2000 adlı iş merkezinin Mimari, BA Çelik, ST + M + Kalorifer, Elektrik projeleri ile Tadilat projelerinin KDV dahil 46.000,00 TL bedelle yapımını teklif etmiştir. Davalılar, akdi ilişkiyi kabul etmekle birlikte, davacının teklifinin kabul edilmediğini savunarak yazılı sözleşmenin varlığını inkar etmişlerdir. Davacı, icap niteliğindeki teklifinin davalılarca kabul edildiğini kanıtlayamadığından sözleşme ilişkisinin sözlü olarak kurulduğunun kabulü gerekir. Yanlar arasındaki sözleşme hukuki nitelikçe Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan eser sözleşmesidir. Davacı yüklenici, davalılar ise iş sahibidir. Eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda kural olarak teslimi ispat yükü yükleniciye, ödemeleri ispat yükü ise iş sahibine aittir. Sözleşmede aksine bir düzenleme yoksa yüklenici eseri bizzat kendisi yapabileceği gibi tamamını veya bir kısmını üçüncü kişilere de yaptırabilir (BK.md.356/2). Taraflar arasında evvelce kararlaştırılmış veya sonradan mutabık kalınmış bir iş bedeli yoksa bedel yapılan şeyin kıymetine ve yüklenicinin masrafına, yani yapıldıkları tarihteki piyasa rayiçlerine göre tayin edilir (BK.md.366). KDV piyasa rayiçlerine dahil olduğundan piyasa rayiçleriyle hesaplanan bedele ayrıca KDV eklenemez. Fatura düzenlenmemiş olması yüklenicinin KDV alacağını talep etmesine engel teşkil etmediğinden piyasa rayiçlerine göre hesaplanan iş bedelinden bu bedelin içinde yer alan KDV tenzil edilemez. İşin niteliğine göre yüklenicinin Vergi Dairesine ödemesi gereken vergileri iş sahibinin kaynaktan kesme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmadığından iş bedelinden gelir vergisi adı altında kesinti de yapılamaz.

Somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık; sözleşme kapsamında davacı tarafından yapılan işlerin neler olduğu, dava dışı Uçar Elektrik Ltd. Şti. (Elk.Müh.Ş.Gürbüz Şahin) tarafından çizilen elektrik tesisat projesi ile Gürsa Mühendislik (Mak.Müh.Musa Gürsoy) tarafından çizilen asansör ve sıhhi tesisat projelerinin davacı tarafından çizdirilip çizdirilmediği, davacının bizzat yaptığı ya da üçüncü kişilere yaptırdığı işlerden dolayı ne miktar bedele hak kazandığı noktalarındadır. Hükme esas alınan raporda dava dışı üçüncü kişilerce çizilen elektrik tesisat, asansör ve sıhhi tesisat projeleri için bir bedel hesaplanmamıştır. Bu projelerin asılları dava dosyasına davacı tarafından ibraz edilmiştir. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü Yapı Denetim Komisyonu tarafından onaylanan 05.05.2004 tarihli bilgi formunda davacı tarafından çizilen mimari proje ile birlikte sözü edilen projelere de yer verilmiştir. Bu tespitler ile dosya kapsamından, söz konusu projelerin adı geçen şirket ve müelliflere davacı tarafından çizdirildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda dosyaya ibraz edilen mimari proje dışındaki diğer projeler için de bir inceleme ve parasal değerlendirme yapılması gerekirken, bu projelerin davacı dışında başka müelliflerce yapıldığından bahisle inceleme ve değerlendirme dışı bırakılarak bedelinin hesaplanmaması doğru olmamıştır. Hükme esas alınan ek raporda mimari proje bedeli işin yapıldığı 2004 yılı mahalli rayiçlerine göre 16.000,00 TL olarak hesaplanmış, bu bedele KDV’nin dahil olmadığı, ayrıca eklenmesi gerektiği, ancak fatura kesilmediğinden KDV ilavesi yapılamayacağı görüşlerine yer verildikten sonra alacaktan %20 oranında gelir vergisi kesintisi yapılmıştır. Fatura kesilmemesi KDV’nin talep edilmesini engellemediği gibi, mahalli rayiçler KDV’yi içerdiğinden mahalli rayiçlerle hesaplanan bedele ayrıca KDV eklenmesi de mükerrerlik oluşturacaktır. Yüklenici tarafından Vergi Dairesi’ne ödenecek olan gelir vergisini, verginin sorumlusu ya da yükümlüsü olmayan iş sahibinin kaynaktan kesmesi mümkün olmadığından iş bedelinden gelir vergisi kesintisi yapılması da yerinde olmamıştır. Açıklanan nedenlerle ek rapor mimari proje bedeli yönünden de hüküm tesisine elverişli bulunmamaktadır.

Mahkemece yapılacak iş; dava konusu inşaata ait imar işlem dosyasını Belediye’den getirterek işin uzmanı olan mimar, inşaat ve elektrik mühendislerinden oluşturulacak yeni bir bilirkişi kurulundan rapor almak, davacı tarafından sözleşme kapsamında bizzat veya dava dışı üçüncü kişilere çizdirilmek suretiyle yapılan tüm işlerin ve projelerin dava konusu iş merkezi inşaatına ait olup olmadığını, aitse teknik şartlar ile fen ve sanat kurallarına uygun olup olmadığını denetledikten sonra bedelini yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda teklif belgesindeki fiyatları geçmemek üzere işin yapıldığı 2004 yılı mahalli rayiçleriyle hesaplatmak, kanıtlanan ödemeler düşüldükten sonra kalan bedelin dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar vermekten ibarettir.

Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda 1. bentte yazılı nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte yazılı nedenlerle kararın davacı Sedat Onaran yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 17.05.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.

PAYDAŞLARDAN BİRİNİN BELİRLİ BİR YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ- ÖNALIM HAKKI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

E. 1998/6–37
K. 1998/123
T. 18.2.1998

• ŞUFA HAKKI ( Fiili ifraz )
• FİİLİ İFRAZ ( Şufa hakkı )
743/m.2,659

ÖZET : Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir.

Davalının bu yeri uzun süreden beri kullanmış olması taksimin varlığını göstermez. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir.

Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemiyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez.

Davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

DAVA VE KARAR: Taraflar arasındaki “önalım ( şufa ) “davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Harmancık Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.6.1997 gün ve 1997/38 – 78 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 6.10.1997 gün ve 1997/7265 – 7504 sayılı ilamı; ( … Dava şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazdaki payın iptali ve tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip herbir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması M.K’.nun 2. maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.2.1951 gün 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alması gerekir. Savunmanın tevsili bu gibi durumlarda söz konusu değildir. Davanın bu bakımdan reddi gerekir.

Olayımızda: Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmazda davacı 1/3 pay sahibidir. Diğer pay sahipleri ise davacının kardeşleri olan Ahmet Özkan ve Adil Özkan’dır. Diğer paydaşlar 1/3 er paylarını davalı Kamil Uçar’a 14.2.1997 tarihinde satmışlar davacı 7.3.1997 tarihinde süresi içinde bu davayı açmıştır.

Davalı, davacı ve kardeşlerine ait bu yerin bir kısmını 13 yıl önce haricen satın aldığını o tarihten beri de yol olarak kullandığını daha sonra 14.2.1997 tarihinde satışın resmi senede bağlandığını bu nedenle davanın reddedilmesi gerekeceğini savunmuştur. Mahkemece daha önce pay sahipleri arasında özel bir taksimin mevcut olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir. DAVALININ BU YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir. Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemeyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez. Buna göre davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki karar direnilmiştir.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.

TRAFİK KAZASI- ALKOLLÜ ARAÇ KULLANMA- ALKOLUN KAZAYA ETKİSİ

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2017/1082
KARAR: 2019/431

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 02.04.2013 tarihli ve 2012/156 E., 2013/275 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 25.11.2013 tarihli ve 2013/15683 E., 2013/16527 K. sayılı kararı ile;

“…Davacı vekili, müvekkiline ait, davalıya kasko sigortalı aracın, meydana gelen tek taraflı kaza sonucu pert olduğunu, başvuruya rağmen davalı … şirketince ödeme yapılmadığını belirterek aracın kasko değeri olan 40.500,00 TL’nın ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, kaza sırasında sigortalı araç sürücüsünün alkollü olduğunu ve salt alkolün etkisiyle kazanın meydana geldiğini, hasarın teminat dışında kaldığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, kazanın alkolün etkisi altında meydana geldiği ve rizikonun sigorta teminatı dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigortası poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı KTK’nun 48. maddesinde; alkollü içki alması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.
Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin, “Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı” başlıklı 97. maddesinde, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra, konu ile ilgili olan “b-2” bendinde, “alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı kenar başlığı altında; alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promil üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Ayrıca, Motorlu Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartları’nın A.5.5. maddesinde; Taşıtın, uyuşturucu maddeler veya Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararların sigorta teminatı dışında olduğu belirtilmiştir.

Bununla birlikte, Kasko Sigortası Genel Şartları’nın A.5.5. maddesinin dayanağını teşkil eden KTK’nun 48. maddesinin yasaklamayı düzenleyen ilk fıkrasında, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli araç sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaklanmış olup, aynı maddenin 2. fıkrasındaki yönetmelik düzenlenmesine olanak tanıyan hükümde, yasaklama yetkisi yönetmeliğe bırakılmış olmadığından, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 97. maddesinde, yukarıda anılan yasa hükmü tekrarlandıktan ve müteakip, uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içkilerin oranlarının ne şekilde saptanacağı belirlendikten sonra, yasada yer alan hükmü dikkate almadan salt 0.50 promilin üstünde alınan alkol miktarına göre araç kullanma yasağı getirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığından geçersiz bulunmaktadır. Geçersiz yönetmelik hükümlerinin yasaya aykırı bir şekilde genel şart olarak kabulü de mümkün değildir.

O halde, hasarın teminat dışı kalabilmesi için kazanın meydana geliş şekli itibariyle sürücünün salt (münhasıran) alkolün etkisi altında kaza yapmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, sürücünün alkollü olması tek başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Üstelik, böyle bir durumda hasarın teminat dışı kaldığının ispat yükü TTK’nun 1281. maddesi hükmü gereğince sigortacıya düşmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkolün oranının doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurlarında olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisiyle meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasar poliçe teminatı dışında kalacağından davanın reddine, aksi halinde kabulüne karar verilmesi gerekeceği ilkesi benimsenmektedir. (YHGK 23.10.2002 gün ve 2002/11-768-840; YHGK 7.4.2004 gün ve 2004/11-257-212; YHGK 2.3.2005 gün ve 2005/11-81-18; YHGK 14.12.2005 gün 2005/11-624-713 sayılı ilamları)

Somut olayda; sürücünün davacı … olduğu ve kaza sırasında 0,62 promil alkollü olduğu tespit edilmiştir. Mahkemece hükme esas alınan raporda olayda tüm kusurun 62 promil alkollü araç kullanan araç sürücüsü davacı …’e ait olduğunu bildirilmiş, kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediği hususunda bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu nedenle mahkemece alınan rapor hüküm kurmaya yeterli değildir.

O halde mahkemece yapılacak iş, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü Fen Heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak bilirkişi kurulundan olayın oluş şekli, yol ve hava durumu ve dosyadaki diğer deliller birlikte değerlendirilip kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin, başka unsurların da etkili olup olmadığının tespiti hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiştir. …”gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili; davacının işleteni, dava dışı …’nın sürücüsü olduğu davalı şirkete Kasko Sigorta Sözleşmesi ile sigortalı olan aracın seyir hâlindeyken başka bir aracın sıkıştırması ile yaşanan tek taraflı trafik kazasında hasarlandığını, aracın sürücüsü olan dava dışı Mustafa’nın kazanın şokuyla bayılan davacının öldüğünü zannederek panikleyerek olay yerinden uzaklaştığını ve davacının eniştesini arayarak yardım istediğini, yaşadığı pişmanlık sonucu da Karakola giderek ifade verdiğini, bu arada olay yerine gelen trafik polislerinin davacıyı yalnız gördüklerinden kazayı davacı yapmış gibi tutanak düzenlediklerini, davacının sürücü olmadığını ve alkol oranının da doğru olmadığı yönündeki itirazlarının ise polis memurlarınca dikkate alınmadığını, davacının aracın ön yolcu kapısı sıkıştığından sürücü kapısından çıkarak kurtulduğunu ve yaralı olduğundan da polis memurları ile polemiğe girmediğini, hastanede yapılan ölçümlerde alkol oranının sıfır çıktığını, araç tamamen zayi olduğundan sigorta sözleşmesine göre aracın vergiler dâhil ödeme günündeki anahtar teslim bedelinin ödenmesi gerektiğini, ancak davalı … şirketinin kaza tutanağını ve alkol oranını gerekçe göstererek hasar bedelini ödemeyi reddettiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 40.500,00TL maddi zararın sigortanın hasar bedelini ödemeyi reddettiği tarih olan 21.11.2011’den itibaren işleyecek ticari faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili; kaza esnasında araç sürücüsünün … olduğunu, alkol aldığının belirlendiğini, kazanın da münhasıran alkolün etkisi altında meydana geldiğini, talebin poliçe teminatı kapsamı dışında olduğunu, davacının Kasko bedelini alabilmek amacıyla mahkemeyi yanılttığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacının 62 promil alkollü araç kullanmak suretiyle kazaya sebebiyet vermesi nedeniyle, kasko poliçe genel şartları uyarınca zararının teminat dışında kaldığı ve davalı … şirketinden talepte bulunamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece; kusur bilirkişisinin raporunda araç sürücüsünün meskun mahalde, görüşün açık olduğu tek yönlü yolda hızlı, dikkatsiz ve kontrolsüz bir şekilde aracını kullanırken direksiyon hakimiyetini kaybederek yolun solundaki orta refüje ve köprü ayaklarına çarparak dava konusu trafik kazasının meydana gelmesine sebebiyet verdiğinin tespit edildiği, davacının alkollü oluşunun kazaya sebep olduğunun açık olduğu, yol durumu ve hava şartları düşünüldüğünde, düz yolda seyir hâlindeki aracın kaza yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, yasada belirlenen alkollü araç kullanımı promil sınırının 0,5 promil (50) olduğu, 50 promil alkollü olan kişide belirgin bir gevşeme, dikkatin azalması, koordinasyon ve muhakeme bozukluğunun başlamasına, 50 promilden sonra ise koordinasyon, algı ve muhakemede belirgin bozulma, tepki zamanının, kendini kontrol etme becerisinin zarar görmesi gibi etkileri olduğunun tıbbi olarak ispatlandığı, davacının her halükarda olması gereken sınırın üzerinde alkol almış olduğu, 62 promil alkolun kazaya sebebiyet verip vermeyeceğinin belirlenme yoluna gidilmesinin yasal promil limitinin üzerinde alkol alarak araç kullanan kişileri cesaretlendireceği, yasal bir sınır konmuş iken bu sınırın üzerinde alkol alarak araç kullanan insanların kaza yapıp yapmayacağının tespitinin yersiz olacağı, yasal sınırın üzerinde olmasa bile, alkol alındığı taktirde araç kullanılmaması gerektiği, kişinin kullandığı alkolün kaç promil olduğunu yahut aldığı alkole tekabül eden promilin kaza yapmasına sebebiyet verip vermeyeceğini bilemeyeceği, bu sebeple davacının alkollü olarak trafiğe çıkarak, kendisinin ve başkalarının hayatını tehlikeye atmaması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; sürücünün sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Trafik Yönetmeliğince belirlenen oranın üzerinde alkollü olması hâlinin talebin kasko poliçesi teminat kapsamında kalması için yeterli neden olarak kabul edilip edilemeyeceği; burada varılacak sonuca göre, kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin ve talebin poliçe teminatı kapsamında kalıp kalmadığının tespiti bakımından, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak bilirkişi heyetinden olayın oluş şekli, yol ve hava durumu, kazaya etken olan başka unsurların bulunup bulunmadığı hususlarını gerekçeleriyle değerlendiren bir bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır .

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun (KTK) kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 48. maddesinde; alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.

Alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olan kişilerin davranışlarında değişme olmakta, fizyolojik ve metabolik reaksiyonlarda bozukluk meydana gelmekte, sinir sistemi üzerindeki etkisiyle psikolojik anormallikler ortaya çıkmaktadır. Yine sarhoş olan kişinin duygu, düşünce, idrak (algılama) yetenekleri değişmekte, koordinasyon ve motor fonksiyonlarında bozukluklar görülmektedir. Alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığının insanın ruh ve beden sağlığı üzerinde yaptığı tahribat tıp biliminin araştırma konusuna girmekle birlikte, alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen kişinin araç kullanması 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 179. maddesinin 3. fıkrasında uyan somut tehlike suçunu oluşturmaktadır. Somut tehlikenin varlığı için, kişinin salt alkollü veya uyuşturucu maddenin etkisinde olması yeterli değildir. Salt alkollü olmak sadece soyut tehlike oluşturan 2918 sayılı KTK’nın 48. maddesine uyan kabahati oluşturacaktır (Parlar, A./ Hatipoğlu, M.: 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, Ankara, 2007, s: 1360 vd).

Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin (kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan) “Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı” başlıklı 97. maddesinde, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra, konu ile ilgili olan “b-2” bendinde “Alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı” kenar başlığı altında; Alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promilin üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Ayrıca poliçenin yürürlükte olduğu tarihte geçerli olan Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartlarının A.5.5.maddesinde “Teminat dışı kalan zararlar” kenar başlığı altında; taşıtın Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararların, kasko poliçe teminatı dışında olduğu açıklanmıştır.

Bununla birlikte; Kasko Sigorta Poliçesi Genel Şartlarının A.5.5. maddesinin dayanağını teşkil eden Karayolları Trafik Kanununun 48. maddesinin yasaklamayı düzenleyen ilk fıkrasında, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli araç sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaklanmış olup, aynı maddenin ikinci fıkrasındaki yönetmelik düzenlemesine olanak tanıyan hükümde, yasaklama yetkisi yönetmeliğe bırakılmış olmadığından, Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 97. maddesinde yukarıda anılan yasa hükmü tekrarlandıktan ve müteakip, uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içkilerin oranlarının ne şekilde saptanacağı belirlendikten sonra, yasada yer alan hükmü dikkate alınmadan salt (mücerret) 0.50 promil üstünde alınan alkol miktarına göre araç kullanma yasağı getirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığından geçersiz bulunmaktadır. Geçersiz yönetmelik hükümlerinin, yasaya aykırı bir şekilde genel şart olarak kabulü de mümkün değildir.

O hâlde, hasarın teminat dışı kalabilmesi için kazanın meydana geliş şekli itibarıyla sürücünün salt (münhasıran) alkolün etkisi altında kaza yapmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, sürücünün alkollü olması, tek başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Üstelik, böyle bir durumda hasarın teminat dışı kaldığının kanıt yükü 6762 sayılı TTK’nın 1281. maddesi hükmü gereğince sigortacıya düşmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkolün oranının doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla, olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurların da olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisi ile meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasarın poliçe teminatı dışında kalacağından davanın reddine, aksi halde kabulüne karar verilmesi gerekeceği ilkesi benimsenmektedir (Bkz. YHGK. 23.10.2002 tarihli ve 2002/11-768- 840, 19.4.2000 tarihli ve 2000/11-806-801, 15.4.1998 tarihli ve 1998/11-258-273, 15.4.1998 tarihli ve 1998/11-258-73, 07.04.2004 tarihli ve 2004/11-217-212, 14.12.2005 tarihli ve 2005/624-713, 16.03.2016 tarihli ve 2014/17-808 E., 2016/313 K. sayılı kararları).

İlkelere yukarıdaki şekilde yer verildikten sonra direnme gerekçesi dikkate alınarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) düzenlenen bilirkişi incelemesi hakkında birtakım açıklamalarda bulunmakta fayda vardır.

6100 sayılı Kanun’un 266/1. maddesinde bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller düzenlenmiştir. Buna göre; “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.”

Aynı Kanun’un 281. maddesinde;

“(1)Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.

(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.

(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir.” hükmüne yer verilmiştir ve 282. madde ile de hâkimin bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği belirtilmiştir.

Yine, 24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları, ” (2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi ve tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.”; 03.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren Bilirkişilik Yönetmeliği’nin 5. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları ise, “(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” şeklinde düzenleme içermektedir.

Kabul edilen ilkelere göre kazanın münhasıran alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti için yol, hava durumu, olayın oluş şekli dosyada yer alan tüm deliller ile birlikte değerlendirilmelidir. Yapılacak olan bu tespit konusu uzmanlığı gerektirdiğinden teknik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak yapılmalıdır. Zira, alınan alkol oranı doğrudan sonuca etkili olmadığı gibi, alkol oranı aynı olsa bile alkolün kişiler üzerinde yarattığı etki değişkenlik göstermektedir. Bazen alkollü olan bir kişi alkol almasa dahi belirtilen etkenler nedeniyle aynı kazayı gerçekleştirebilmektedir.

Somut olayda, mahkemece kazanın münhasıran alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediğinin tespiti amacıyla adli tıp uzmanı ve sigorta bilirkişisinden rapor alınmış, bilirkişiler kazanın alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediği konusunda değerlendirme yapamamış ve bu konudaki takdiri mahkemeye bıraktıklarını belirtmişlerdir. Bilirkişi raporunun değerlendirme içermediği ve hükme esas alınamayacağı açıktır. Kazanın oluş şekli ve kusur durumu ayrı bir bilirkişi raporuyla belirlenmiştir.

O hâlde mahkemece yapılacak iş, yukarıdaki ilkeler ve Bilirkişilik Kanunu’nda yapılan düzenlemeler de dikkate alınarak, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulundan olayın oluş şekli, yol ve hava durumu ve dosyadaki diğer deliller birlikte değerlendirilip kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin, başka unsurların da etkili olup olmadığının tespiti hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre bir karar vermektir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; Kanunda ve Yönetmelikte belirlenen oranın üzerinde alkol alınmış olduğunun anlaşılmasına göre, davacının talebinin poliçe teminatı kapsamı dışında kaldığı, taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin de dikkate alınması gerektiği, bu durumda kazanın salt alkolün etkisi ile meydana gelip gelmediğini araştırmanın gerekmediğinden direnme kararının onanması gerektiği yönünde ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular karşısında eksik inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu davanın reddine dair verilen mahkeme kararı doğru değildir.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.04.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminata ilişkindir.

Yerel Mahkemece, zararın teminat dışında kaldığı gerekçesiyle dava reddedilmiş, Özel Dairece, olayın salt alkolün etkisiyle meydana gelip gelmediğinin tespitinden sonra karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulması üzerine önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, Yerel Mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlık kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere kasko sözleşmeleri ihtiyaridir. Bu nedenle somut uyuşmazlık sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Taraflar arasında bir sözleşme yapılmış ve olay kamu düzenini ilgilendirmiyor ise, uyuşmazlığın çözümünde öncelikle sözleşme hükümleri uygulanacak, eğer bu sözleşmede açık bir düzenleme yoksa genel hükümlere gidilecektir.

Taraflar arasında yapılan kasko sözleşmesinin A.5.5. Maddesinde “ Taşıtın, uyuşturucu maddeler veya Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararlar,” teminat dışında sayılmıştır. Bu açık düzenlemede kazanın salt alkolün etkisiyle meydana gelmesinden bahsedilmemiş, aksine Kanunun belirlediği sınırın üzerinde alkollü araç kullanmaktan bahsedilmiştir. Sürücünün almış olduğu alkolün miktar itibariyle Kanunun belirlediği sınırın üzerinde olduğu tartışma konusu değildir.

Bu durumda, taraflar arasında yapılan sözleşme ile teminat dışında kalan hususlar belirlendiğine, alkol miktarı bu sınırın üzerinde olduğuna göre kazanın salt alkolün etkisiyle meydana gelip gelmediğinin araştırılmasına gerek bulunmadığı, hasarın teminat dışında kaldığı, bu nedenle Yerel Mahkeme kararının doğru olduğu kanaatiyle sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.

BANKADA BULUNAN MAHCUZ PARA ALACAĞI İÇİN SATIŞ İSTENEMEYECEĞİNDEN PARANIN DOSYAYA CELBİ TALEBİ SATIŞ GİBİ DEĞERLENDİRİLİR

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2015/2981
KARAR NO:2015/13263
TARİH:11.5.2015

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ahu Başgöz tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından, kesin rehin açığı belgesine dayanılarak, yapılan genel haciz yoluyla takibin kesinleşmesi üzerine takip borçlusunun T.C. Ziraat Bankası’nda bulunan para alacaklarına 12.02.2014 tarihinde haciz şerhi konulduğu, borçlunun 21.08.2014 tarihinde İİK’nun 106. ve 110. maddeleri gereğince haczin kaldırılması talebinin icra müdürlüğünce reddedildiği, bu kararın şikayet konusu yapıldığı, mahkemece takip tarihi dikkate alınarak haciz konulmasının üzerinden menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin geçmediğinden bahisle şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir.

İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. 02/07/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerin; anılan Kanun’un 106. maddesine göre Kanunun yayım tarihi olan 05/07/2012 tarihinden itibaren 6 ay sonra yürürlüğe gireceği düzenlenmiştir. 12.02.2014 günlü haciz tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 6352 Sayılı Yasa ile değişik İİK’nun 106. maddesine göre; “Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir. Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı taşınır hükmündedir. Aynı Kanun’un 110. maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda; haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konulmuş olup İİK’nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de mahçuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, paranın icra dosyasına celbi talebi satış talebi gibi değerlendirilmelidir.

Bu durumda alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde bu paraların istenerek icra dairesine gönderilmesi isteminde bulunulmadığı ve borçlunun haczin kaldırılmasını talep ettiği 21.08.2014 tarihinde 6 aylık sürenin geçmiş olması nedeni ile haciz İİK’nun 110. maddesi uyarınca kalkmıştır.

O halde; mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ :Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/05/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BANKA HESABINDA BULUNAN PARA ÜZERİNE KONULAN HACZİN DÜŞMESİ

T.C

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

2010/25735

2011/4525

24.3.2011

PARA ÜZERİNE KONAN HACİZ (Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Hacizden İtibaren Paranın İstenmesi İçin Gerekli Azami Süre Olarak Uygulanacağı)

PARA ALACAKLARINDA SATIŞ İSTENMESİ (Paranın Satılarak Paraya Çevrilmesinin Söz Konusu Olamayacağı – Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Uygulanması Gereği)

BİR YILLIK AZAMİ SÜRE (Yasada Para Alacağı Üzerine Konulan Haczin Ne Kadar Süreyle Mevcudiyetini Koruyabileceği Yönünde Açıklık Bulunmadığı – Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Azami Süre Olarak Uygulanması Gereği)

2004/m.106110

ÖZET : Alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekir.

DAVA: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammm 13.07.2010 tarih, 2010/6976-19136 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki taraf vekillerince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR :

1) Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre iflas masası vekilinin karar düzeltme isteminin REDDİNE;

2) Şikayetçi banka vekilinin karar düzeltme isteminin incelenmesinde;

Borçlunun üçüncü kişi Fortis Bank A.Ş. İzmir Ege Ticari Şubesindeki mevduatına 27.07.2006 tarihinde haciz konmuştur. İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konmuştur. Her ne kadar alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekmektedir. Somut olayda alacaklı banka, 04.07.2007 tarihinde icra müdürlüğüne başvurarak, haczedilen paranın dosyaya gönderilmesi için talepte bulunmuş, icra müdürlüğünce de talep doğrultusunda üçüncü kişiye müzekkere yazılmıştır. Bu durumda alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 1 yıllık süre içinde paranın istenmesi keyfiyetinin yerine getirildiği görülmektedir. O halde belirtilen nedenlerle mahkeme kararının onanması gerekirken bozulduğu anlaşılmakla alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 13.07.2010 tarih ve 2010/6976-19136 sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, mahkeme kararının İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 15,60 TL onama harcı alındığından mahsubuna bakiye, 2,80 TL harcın temyiz edenden alınmasına, 24.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YOL YAPISININ BOZUKLUĞU VEYA TRAFİK LEVHALARININ EKSİKLİĞİ NEDENİYLE MEYDANA GELEN KAZADA GÖREVLİ MAHKEME

T.C

DANIŞTAY

15. DAİRE

ESAS NO: 2013/14152 KARAR NO: 2014/181

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce gereği görüşüldü:

Dava; davacılar vekili tarafından, Erzurum İli, Tekman İlçesi, Çeperli – Yıkılgan mevkiinde meydana gelen trafik kazasında müvekkillerinin yakını …’ın vefat etmesi olayında, yolun bakım ve onarımında davalı idarenin kusuru bulunduğundan bahisle oluştuğu ileri sürülen maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nce; 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesi uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Davalı idarece, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Konunun açıklığa kavuşturulabilmesi için öncelikle ilgili mevzuatın ayrıntılı olarak ele alınıp incelenmesi gerekmektedir:

6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’a göre, kamu tüzel kişiliğine sahip özel bütçeli bir kamu kuruluşu olan Karayolları Genel Müdürlüğü, karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmasını sağlamak, karayollarını onarmak, işletmek, işlettirmekle görevli ve yetkili bulunmaktadır. Karayolları Genel Müdürlüğünce karayolu yapım, bakım ve işletilmesi şeklindeki kamu hizmetinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre yürütüleceği; anılan Genel Müdürlüğün idari işlem ve eylemlerinden doğan uyuşmazlıkların da Anayasanın 125. maddesi ve 2577 sayılı Yasanın 2. maddesine göre idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği konusunda duraksama bulunmamaktadır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda 6099 sayılı Yasayla yapılan değişiklik de, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün yol yapım ve bakım hizmetinin yürütülmesiyle ilgili hukuki sorumluluğu hususunda yeni bir düzenleme içermemekte; yargı yolunu değiştirmemektedir.

2918 sayılı Yasanın 11.1.2011 tarihli ve 6099 sayılı Yasanın 14. maddesi ile değişik “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlıklı 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.” kuralı yer almaktadır.

Anılan yasa hükmünde, “bu kanundan doğan sorumluluk davaları” ifadesiyle 2918 sayılı Yasada yer alan hukuki sorumluluğa ilişkin kuralların uygulanacağı davalarla sınırlı biçimde görevli yargı yerinin belirlendiği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, görevli yargı yeri belirlenirken, söz konusu Yasa’da motorlu taşıt araçlarının verdiği zararlarla sınırlı biçimde düzenlenen sorumluluk kurallarının, dava konusu uyuşmazlığa uygulanıp uygulanmayacağının saptanması gerekir.

Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik güvenliğini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm önlemleri belirlemek amacını taşıyan 2918 sayılı Yasa, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yanında Karayolları Genel Müdürlüğünün de trafik güvenliği yönünden görev ve yetkilerini sayma yoluyla belirlemiştir. Ancak Yasada, diğer kamu idarelerinin ve bu arada Karayolları Genel Müdürlüğünün, trafik düzeni ve trafik güvenliği ile ilgili olarak üstlendikleri kamu hizmetlerinden dolayı hukuki sorumlulukları düzenlenmiş değildir.

2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluk ve sigorta başlıklı sekizinci kısmında; araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu; bir başka deyişle motorlu araçların karıştığı trafik kazaları sonucu ortaya çıkan zarar nedeniyle araç sahiplerinin ve işletenlerin hukuki sorumluluğu düzenlenmiştir.

2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluğa ilişkin sekizinci kısmında yer alan hükümler birlikte değerlendirildiğinde; Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların karıştığı kazalar nedeniyle araç işleticisi sıfatıyla kamu idareleri ve kuruluşlarına karşı açılacaklar da dahil bütün araç sahibi ve işleticilerine karşı açılan davaların görüm ve çözümü adli yargının görev alanına girmektedir. Fakat kamu idareleri ve kuruluşlarının, trafik güvenliği ve düzenini sağlamak amacıyla gerek kendi kuruluş yasaları, gerekse 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre yürüttükleri hizmetlerin, kamu hizmeti niteliğini taşımaları ve 2918 sayılı Yasada da görevlendirilen kamu idare ve kuruluşlarının sorumluluklarının ayrıca düzenlenmemiş olması karşısında; trafik düzeni ve güvenliği hizmetlerinden kaynaklandığı öne sürülen zararların tazmini istemiyle, ilgili idarelere karşı açılan davaların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir.

Sonuç olarak Karayolları Genel Müdürlüğünün kuruluş yasasında belirlenen, 2918 sayılı Yasa’da tekrarlanan görevlerinden, yani; yol yapım, bakım, işletme, trafik güvenliğini sağlama şeklinde yürüttüğü kamu hizmetinden kaynaklanan hukuki sorumluluğunun idare hukuku ilke ve kurallarına göre belirlenmesi; bu sebeple açılacak tam yargı davalarının da idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idarenin bakım ve sorumluluğunda olan karayolunda yeterli tedbir alınmadığından bahisle meydana geldiği ileri sürülen olaydan kaynaklanan zararın ödenmesi istemiyle temyizen incelenmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu haliyle bakılan uyuşmazlık, özel hukuktaki araç işletenin hukuki sorumluluğundan değil, 6001 sayılı Yasada karayollarının emniyetle kullanılmalarını sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarmak, onarımını yaptırtmak, işletmek, işlettirmek, temizliğini yapmak, yaptırmak ve trafik güvenliğini sağlamak şeklinde öngörülen görevlerin tam ve eksiksiz yerine getirilmediği, dolayısıyla yürütülen hizmetlerin kusurlu işletildiği, meydana gelen zararda hizmet kusuru bulunduğu iddiasından kaynaklanmakta olup, buna göre davanın görüm ve çözümü idare mahkemelerine aittir.

Bu durumda, idare mahkemesince uyuşmazlığın esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, görev yönünden davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesine uygun bulunan temyiz isteminin kabulüne, Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nin 13/09/2013 tarih ve E:2013/801; K:2013/786 sayılı kararının BOZULMASINA, dava dosyasının yeniden karar verilmek üzere adı geçen İdare Mahkemesine gönderilmesine, 28/01/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

PAFTADAKİ TERSİMAT HATASININ DÜZELTİLMESİ-KADASTROSU KESİNLEŞMİŞ TAŞINMAZDAKİ FENNİ HATALAR

T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/8213
K. 2001/8572
T. 7.12.2001

3402/m.41,12

ÖZET : Mahkemece, ancak tapu iptali ve tescil davası ile çözümlenebilecek uyuşmazlığın Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılan tersimat hatasının düzeltilmesi davası şeklinde incelenerek sonuçlandırılması doğru görülmemiştir.

Kadastroları kesinleşmiş taşınmaz mallarda mülkiyet ve vasıf değişikliğine yol açmayacak nitelikteki ölçü tersimat ve hesaplamalardan doğan fenni hatalar, ilgililerin başvurusu üzerine veya Kadastro Müdürlüğünce resen düzeltilir.

DAVA : Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 7.3.1996 gününde verilen dilekçe ile tersimat hatasının düzeltilmesi, Ali …… vekili tarafından da 22.5.1996 tarihinde verilen dilekçe ile yüzölçümü düzeltilmesi istenmesi üzerine davaların birleştirilmesinden sonra yapılan duruşma sonunda; tersimat hatasının düzeltilmesi isteğinin kabulüne, yüzölçümü düzeltilmesi isteğinin reddine, dair verilen 19.6.2001 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı Ali …..ve davalı vekilleri tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı Yalçın ……; 1633 parsel sayılı taşınmazın 124.375 metrekare olarak tespit ve tescil edildiğini, bu miktarın tapunun dayanağını oluşturan 1953 tarihli ve 5 sayılı tapu kaydındaki miktarla uyumlu olmasına rağmen pafta ile uyumlu olmadığını ileri sürerek, paftadaki tersimat hatasının düzeltilmesini istemiştir.

Bu dava ile birleştirilen dava da ise, davacı Ali ……., 1632 parsel sayılı taşınmazının tapu kaydında 40395 metrekare miktarında gösterildiğini, ancak; paftadaki ölçü değerlerine göre 102.221 metrekare olduğunu belirterek, tapu kaydındaki yüzölçümü miktarının paftaya göre düzeltilmesini istemiştir.

Her iki davada da davalı olan Tapu Sicil Müdürlüğü, davaların reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacı Yalçın …..un açtığı davanın kabulü ile bilirkişi raporunda 1632.2 olarak işaretli kısmın 1633 parsel sayılı taşınmaza eklenmesine, birleştirilen davanın ise reddine karar verilmiştir.

Hükmü, birleştirilen davanın davacısı Ali …….temyiz etmiştir.

Davalar, tersimat hatasının düzeltilmesi ve tapu kaydındaki yüzölçümü miktarının paftaya uyumlu hale getirilmesi isteğine ilişkindir. Nitelikleri gereği her iki davanın ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.

İlk dava ile tersimat hatasının düzeltilmesi istenmektedir. 3402 sayılı Yasanın 41. maddesi kadastroları kesinleşmiş taşınmaz mallarda mülkiyet ve vasıf değişikliğine yol açmayacak nitelikteki ölçü tersimat ve hesaplamalardan doğan fenni hataların, ilgililerin başvurusu üzerine veya Kadastro Müdürlüğünce resen düzeltilebileceği hükmünü getirmiştir. 766 sayılı yasanın 94. maddesinde de aynı düzenleme mevcuttur. Anılan düzenlemelere göre kadastro tespiti sırasında yapılmış bir tersimat hatasının bulunması ve bunun düzeltilmesi halinde de mülkiyet nakline yol açılmaması gerekir.

Somut olayda da, davacı, tersimat hatasının varlığından söz ederek 41. madde uyarınca bu hatanın düzeltilmesini dava yoluyla istemiştir. İddiası tapulama sırasında uygulanan tapu kaydının sınırları itibarıyla uygulanmadığı yolunda olup, isteği, dayanak tapuya göre paftanın düzeltilmesidir.

Davacı istemi doğrultusunda inceleme ve uygulama yapıldığında muhtemeldir ki; taşınmazın fiilen kullanımına uygun düşecek olan dayanılan tapu kaydı, kadastro yolu ile oluşan çapla örtüşmeyecektir. Çapıda aşan bir genişleme iddiası ortaya çıktığında artık tersimat hatasının varlığından değil de, ancak tapu iptali ve tescil yolu ile düzeltilebilecek uygulama bozukluğundan söz edilebilecektir. Nitekim somut olayda da, bilirkişi raporunda 1632,2 metrekare olarak işaretlenen taşınmaz bölümünün, birleşen davanın davacısı Ali …….ya ait 1632 parsel sınırları içinde kalmasına rağmen, davacı Yalçın ……. zilyetliğinde ve onun dayandığı tapu kayıtları kapsamında kaldığı saptanmıştır. Mülkiyet uyuşmazlığı niteliğinde geliştiği açık olan bu iddianın, bir anlık husumette bir eksikliğin olmadığı kabul edilse bile, 1632 parsele ait tutanağın kesinleşme tarihinden itibaren 10 yılı aşkın sürenin geçmiş olması nedeniyle dinlenme olanağı da bulunmayacaktır ( 3402 S.Y. 12/3 md. ).

Mahkemece, yukarıda da açıklandığı gibi ancak tapu iptali ve tescil davası ile çözümlenebilecek uyuşmazlığın Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılan tersimat hatasının düzeltilmesi davası şeklinde incelenerek sonuçlandırılması doğru görülmemiştir.

Birleştirilen dava ise, Tapu Sicil Tüzüğünün 85. maddesi uyarınca açılan, belgelere aykırı tescil ve yazımdan kaynaklanan düzeltme davasıdır.

Anılan madde kütük üzerine belgelere aykırı tescil veya yazımın düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması veya yevmiye defterine kaydedilmesi gerekir.

Belgeye aykırı yazımın ve tescilin düzeltilmesine ilgililerden birinin yazılı oluru olmazsa, Defterdarlık veya Malmüdürlüğünde düzeltme için dava açılmasını talep eder şeklindedir. Madde içeriğinden sadece ilgili Müdürlüğün dava açma olanağı varmış gibi bir sonuç çıkarılmakta ise de; kayıt malikleri de Tapu Sicil Müdürlüğünü hasım göstererek düzeltme isteği ile dava açabilirler.

Eldeki dava ile de; davacıya ait 1632 parselin paftadaki ölçü değerlerine göre hesaplanan yüzölçümü miktarı ile kayıttaki miktarının uyumsuzluğu ileri sürülmüştür. Bu uyumsuzluk kaydın belgeye aykırı oluşturulmasından kaynaklanmaktadır. Burada 3402 sayılı yasanın 41.maddesinde sözü edilen hesaplama hatası da mevcuttur. Davacı bu istemini Kadastro Müdürlüğüne yönelterek hesap hatasını düzeltme olanağına da sahiptir. Ancak, bu yolu tercih etmemiş, paftadaki ölçü değerlerinin yanlış hesaplanarak oluşturulan tapu kaydındaki hesap hatasının düzeltilmesini istemiştir. Taşınmaz başında yapılan keşifte de kesinleşen paftaya göre taşınmaz miktarının eksik hesaplandığı saptanmıştır.

Birleştirilen dava hakkındaki iddia kanıtlanmış olup, mahkemece dava konusu taşınmazdaki yüzölçümü hesap hatasının düzeltilmesine karar vermek gerekirken, bu taşınmaz aleyhine açılan bir tapu iptali ve tescil davası varmış gibi değerlendirme yapılarak, paftadaki miktar fazlasının, ilk davaya konu taşınmaza eklenmesi biçiminde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, 7.12.2001 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

KADASTRO TESBİTİNDE SINIRLARIN YANLIŞ ÖLÇÜLMESİ NEDENİYLE OLUŞAN TAPU KAYDINDA HATANIN DÜZELTİLMESİ

T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/6258
K. 2001/7308
T. 30.10.2001
3402/m.41

ÖZET :Tapuya dayanılarak açılmış tapu iptali ve tescil davasında, davanın yanlış nitelendirilmesi ve tersimat hatası gibi olaya uygun düşmeyen bir gerekçeyle davada red kararı verilmesi doğru değildir.

DAVA : Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 2.8.1994 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 13.6.2001 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davacılar, davalılara ait 58 parsel sayılı taşınmaz ile kendilerine ait 199 parsel sayılı taşınmazın müşterek sınırını oluşturan hendeğin kadastro sırasında yanlış ölçülmesi nedeniyle, dayanak tapu kaydı kapsamında kalan yerin davalılara ait taşınmaz kapsamında tespit ve tescil edildiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemişlerdir.

Mahkemece, çekişmeli taşınmazda 3402 Sayılı Yasanın 41. maddesi gereğince tersimat hatası bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacılar vekili tarafından temyize getirilmiştir.

3402 Sayılı Yasanın 41 nci maddesi gereğince, kadastrosu kesinleşmiş taşınmaz mallarda vasıf ve mülkiyet değişikliği dışında kalan ölçü, tersimat ve hesaplamadan doğan fenni hataların düzeltilebileceği öngörülmüştür. Somut olayda, 3402 Sayılı Yasanın 41. maddesi gereğince açılmış bir dava sözkonusu değildir. Dava, tapuya dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil davasıdır. Bu çerçevede taraflardan delilleri sorulmalı, taraflara ait taşınmazların dayanak tapu kayıtları ile komşu parsellere ait dayanak tapu kayıtlarının ilk tesis tarihinden itibaren tüm geldileri ile birlikte getirtildikten sonra dava konusu taşınmaz başında uygulamalı keşif yapılarak öncelikle nizalı kısmın değeri belirlenerek görev konusu halledildikten sonra kayıt ve belgeler yerel bilirkişiye uygulattırılmalı, bildirilen tanıklar taşınmaz başında dinlenmeli, fen bilirkişisine denetime elverişli rapor düzenlettirilmeli ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir iken dava yanlış nitelendirilerek olaya uygun düşmeyen gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 30.10.2001 gününde oybirliği ile karar verildi.

BİLİRKİŞİ RAPORU ALINDIKTAN SONRA İŞÇİLİK ALACAKLARI BAKIMINDAN İHTİYATİ HACİZ

T.C.
ŞANLIURFA
1. İŞ MAHKEMESİ                                                                                                                                                ARA KARAR

ESAS NO : 2019/23 Esas

DAVACI : FEVZİ D.
VEKİLLERİ : Av. GÖKÇEN KONCA ÇİTKİN – Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : D. SANAYİ VE TİCARET ANONİM ŞİRKETİ
TALEP : İHTİYATİ HACİZ
TALEP TARİHİ : 26/09/2019
ARA KARAR TARİHİ : 02/10/2019

Mahkememizin 02/10/2019 tarihli ara kararı uyarınca davacı vekilinin ihtiyati haciz talep dilekçesi ve davalı vekilinin ihtiyati haciz talebine ilişkin beyan ve itiraz dilekçesi ile ekleri incelendi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili, talep dilekçesinde özetle, yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda müvekkilinin 62.304,10 TL alacağının bulunduğunun saptandığını, söz konusu meblağ bakımından davanın ıslah edildiğini, karşı tarafa açılan pek çok dava ve icra takipleri bulunduğunu, söz konusu şirketin bir kısım işçi alacaklarının ve diğer alacakların tahsilini imkansız hale getirmeye yönelik iş ve işlemlerde bulunduğunu, Şanlıurfa 3. İcra Dairesi’nin 2017/14368 esas sayılı takip dosyasında davalı şirketin birçok menkul ve gayrimenkul malının haczedildiğini, yine Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü’nün 2019/9833 esas, 2018/2494 esas ve 2018/16413 esas sayılı icra takip dosyaları nedeniyle de davalı şirketin adresinde haciz ve muhafaza işlemleri yapıldığını, bu esnada borçlu şirketin üçüncü kişilerle danışıklı işlemlere girmek suretiyle 400.000,00 TL muvazaalı bono düzenlemek suretiyle Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2019/1131 esas sayılı takip dosyasıyla aleyhine icra takibi yapılmasını sağladığının, borçlu şirketin elinde bulunan ve halen borçlu şirket tarafından faal halde kullanılan bir kısım makine ve teçhizatların da Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2019/1131 esas sayılı icra takip dosyasıyla haczedilerek icra yoluyla satış işlemlerinin yapıldığının tespit edildiğini, bu danışıklı işlemlere karşı borçlu şirket ve borçlu şirketle danışıklı işlemlere girişen İbrahim Halil Ş. aleyhine Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2019/639 esas sayılı dava dosyasıyla muvazaalı icra takibinin iptalini talep ettiklerini, satış işlemlerinin durdurulması bakımından ihtiyati tedbir kararı verildiğini, İİK’nın 257/1 maddesinde rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcu nedeniyle ihtiyati haciz istenebileceğinin, 2. bentte ise vadesi gelmemiş borçtan dolayı hangi hallerde ihtiyati haciz istenebileceğinin açıklandığını, dava sonucunda hüküm altına alınacak işçilik alacaklarının tahsiline halel gelmemesi bakımından tedbirde ölçülülük ilkesi gözetilerek davalı şirket adına kayıtlı menkul ve gayrimenkul mallar üzerine müvekkilinin alacaklarını karşılayacak miktarda ihtiyati haciz konulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, beyan ve itiraz dilekçesinde özetle, müvekkili şirket hakkında takibe geçilmiş ise de alacaklı banka ile uzlaşma sağlandığını, ekte sundukları kıymet takdirinden de anlaşılacağı üzere müvekkili şirketin malvarlığının tüm borçlarını karşılayacak miktarda olduğunu, davacı tarafın muvazaaya yönelik itirazlarının da haklı olmadığını, Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin tedbir kararının geçici bir yöntem olduğunu, bir karar olmadığını, davacının tüm iddialarının asılsız olduğunu, ihtiyati haciz kararının telafisi imkansız zararlar doğuracağını, müvekkili daha fazla hak kaybına uğratılmadan talebin reddedilmesi gerektiğini, kaldı ki müvekkili şirket aleyhine açılan davalar (mahkememizin 2017/186 esas, 2018/686 karar sayılı dosyası ile Şanlıurfa 2. İş Mahkemesi’nin 2016/641 esas sayılı dosyası) sonucunda çıkan işçilik alacaklarının ödendiğini ve bu durumun protokol ile belirlendiğini, davacının talebinin haksız olduğunu belirterek davacının ihtiyati haciz talebinin reddine karar verilmesini, aksi kanaat halinde teminat bedeli alınmaksızın tedbir kararı verilmemesini talep etmiştir.

Bilindiği üzere, ihtiyati haciz, alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almak için mahkeme kararı ile borçlunun mallarına geçici olarak elkonulması olarak tanımlanmaktadır. İhtiyati haciz kararı talep edebilmek için, İİK’nın 257/1. maddesine göre alacağın para alacağı olması, vadesi gelmiş ve rehinle temin edilmemiş olması ya da İİK’nın 257/2. maddesindeki şartların gerçekleşmiş bulunması gerekir.

İİK’nın 258/1. maddesinin ikinci cümlesinde “Alacaklı alacağı ve icabında haciz sebebi hakkında mahkemeye kanaat getirecek deliller göstermeye mecburdur.” şeklinde yapılan düzenleme ile alacaklının ihtiyati haciz talep edebilmesi ve ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için alacağın varlığının ve istenebilir olduğunun tam ve kesin olarak ispat edilmesi gerekliliği aranmamış, bu konuda mahkemeye kanaat getirecek delillerin sunulması (yaklaşık ispat) yeterli kabul edilmiştir. Maddi hukuka göre kimin haklı veya haksız olduğu ise tam olarak yargılama sonucunda değerlendirilecektir.

Talep dilekçesi ve ekleri ile itiraz dilekçesi ve ekleri, tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, İİK’nın 257/1 maddesi kapsamında incelenmiş; yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde, davacı tarafından davalı şirket aleyhine kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ile yıllık izin alacaklarının tahsili talebiyle dava ikame edildiği, davalı tarafın davanın reddini talep ettiği, tanıklar dinlenildikten sonra bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, bilirkişi raporunda davacının 31.218,26 TL kıdem tazminatı, 3.318,00 TL ihbar tazminatı, 18.012,00 TL yıllık izin, 23.091,64 TL fazla mesai ücreti, 1.433,93 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti talep etmekte haklı olduğu kanaatine varıldığının belirtildiği, davacı vekilince yıllık izin ücreti olarak 2.926,20 TL talep edildiği, diğer alacak kalemlerinin ise bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah edildiği, mahkememizce ek rapor alınmasına karar verildiği ve yargılamanın derdest olduğu, ihtiyati haciz şartları ve yaklaşık ispat kuralları çerçevesinde değerlendirme yapılması gerektiği, somut dava ile ilgisi bulunmayan mahkeme veya icra takip dosyalarının dikkate alınamayacağı, bu kapsamda taraflar arasında iş akdi bulunduğu ve bu akdin sona erdiği hususlarında ihtilaf bulunmadığı, dolayısıyla feshe bağlı olarak istenebilecek olanlar dahil tüm işçilik alacaklarının muaccel olduğu, alacağın bir miktar para alacağına ilişkin olduğu, rehinle temin edildiğine dair bir bilgi veya belge sunulmadığı, tanık beyanları ve bilirkişi raporu ile yaklaşık ispat koşulunun da gerçekleşmiş olduğu, bu nedenlerle İİK’nın 257/1. maddesindeki şartlar gerçeklemiş olduğundan ayrıca İİK’nın 257/2. maddesindeki şartların gerçekleşmesine gerek bulunmadığı, durum ve koşullar, davanın geldiği aşama ve davacı işçinin pozisyonu itibariyle teminat alınmaması gerektiği anlaşıldığından talebin kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:
1-)Davacı vekilinin ihtiyati haciz talebinin KABULÜ ile davalı şirket adına kayıtlı taşınır ve taşınmaz malların, toplam 61.988,03 TL’yi karşılayacak miktardaki kısmının teminatsız olarak İHTİYATEN HACZİNE,
2-)İşbu karar 10 gün içinde infaz edilmediği takdirde ihtiyati haczin kendiliğinden kalkmış sayılmasına,
3-)İşbu ara kararın taraf vekillerine tebliğ edilmesine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda 7 gün içerisinde mahkememize itiraz yolu açık olmak üzere karar verildi.02/10/2019 Katip 205990
¸e-imzalı

Hakim 137269
¸e-imzalı

ALACAKLI, BORÇLUDAN ALDIĞI SENETTEKİ İMZAYI KONTROL ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜR

T.C
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014 / 27352
KARAR NO: 2015 / 2017
KARAR TARİHİ: 27.01.2015

ALACAKLI, BORÇLUDAN ALDIĞI SENETTEKİ İMZANIN BORÇLUNUN ELİ ÜRÜNÜ OLUP OLMADIĞINI KONTROL ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜR, BUNU KONTROL ETMEDEN İCRA TAKİBİ YAPAR VE İMZAYA İTİRAZ HALİNDE, ALACAKLI %20 TAZMİNAT VE %10 PARA CEZASINDAN SORUMLU TUTULUR.

ÖZET: Senetteki imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığını kontrol etmeden ya da imzanın huzurunda atılmasını sağlamadan bonoyu alan alacaklı, imzaya itirazı kabul edilen keşideci borçluya karşı başlattığı takipte ağır kusurlu kabul edilmelidir. O halde, mahkemece, alacaklının takip konusu asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminatla ve %10’u oranında para cezası ile sorumlu tutulması gerekir.(2004 S. K. m. 170)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki taraflarca istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Nihal Tozlu tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: 1) Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre alacaklının temyiz itirazlarının REDDİNE;

2) Borçlunun temyiz itirazlarına gelince:

Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte borçlu, keşideci imzasına itiraz etmiş olup mahkemece aldırılan raporlar doğrultusunda itirazın kabulü ile takibin borçlu yönünden durdurulmasına karar verilmiştir.

İİK’nun 170/3.maddesi uyarınca icra mahkemesi, yapacağı inceleme sonucunda inkar edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse, itirazın kabulüne karar verir. Aynı maddenin 4.fıkrasında ise icra mahkemesince itirazın kabulüne karar verilmesi halinde senedi takibe koymada kötüniyeti veya ağır kusuru bulunduğu takdirde, alacaklının takip konusu alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminata ve alacağın %10’u oranında para cezasına mahkum edileceği düzenlenmiştir.

Somut olayda, takip dayanağı bonoda lehtar sıfatını taşıyan takip alacaklısı tarafından keşideci hakkında icra takibi yapıldığı, mahkemece, borçlunun imzaya itirazının kabul edildiği görülmektedir. Bu durumda lehtar, ilgili bonodaki imzanın keşideci borçluya ait olup olmadığını bilebilecek durumdadır. Senetteki imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığını kontrol etmeden ya da imzanın huzurunda atılmasını sağlamadan bonoyu alan alacaklı, imzaya itirazı kabul edilen keşideci borçluya karşı başlattığı takipte ağır kusurlu kabul edilmelidir.

O halde, mahkemece, İİK’nun 170/son maddesi uyarınca alacaklının takip konusu asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminatla ve %10’u oranında para cezası ile sorumlu tutulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda (2) nolu bentte yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.01.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.

TAPU KAYDININ HUKUKİ DEĞERİNİ YİTİRMESİ-KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI ZİLYETLİĞİ

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/337
K. 2002/478
T. 21.1.2002

743/m.639
4721/m.713
3402/m.14

ÖZET : Aile nüfus kayıt örneğine göre; kayıt maliklerinden K. 09.08.1959 M’da, 25.10.1970 tarihinde vefat etmiştir. Yerel bilirkişi ve tanıklar, davacının dava tarihinden geriye doğru 20 yıldan fazla süre ile tasarrufta bulunduğunu bildirmişlerdir. Dava konusu paylar dava tarihine kadar intikal de görmemiştir. Davacının dava konusu taşınmazı dava tarihinden geriye doğru 20 yıldan fazla süre ile koşullarına uygun olarak tasarrufta bulunduğu belirlenmiş olduğuna ve kayıt maliklerinin ölüm tarihinden dava tarihine kadarda intikal görmemiş bulunduğuna göre, dava konusu paylara ait kayıtlar TMK.nun 713/2. maddesi hükmü uyarınca hukuki değerini yitirmiş olmaktadır.

DAVA : Davacı 291 ada 58 parseldeki davalı gerçek kişilerin miras bırakanları M. ve K.’nın paylarına ait tapu kayıtlarının iptali ile adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.

Yargılamaya gelen davalılar davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.

Mahkemece davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

KARAR : Davacı, uyuşmazlık konusu parselin paydaşlarından K’nın 1970 yılından önce, M’ninde 25.10.1970 tarihinde vefat ettiğini, uyuşmazlık konusu payların intikal görmediğini, 20 yıldan fazla süre ile taşınmaza zilyet olduğunu,adı geçen kişilerin paylarına ait tapu kaydının MK.nun 639/2 maddesi hükmü uyarınca hukuki değerini yitirdiğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır. Mahkemece kayıt maliklerinin davalı gerçek kişileri mirasçı olarak bıraktıklarını, kendilerine davetiye çıkarılmak suretiyle davada yer aldıklarını, kazanma koşullarının davacı yararına oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan Türk Kanuni Medenisinin 639/2 ve daha sonra yürürlüğe giren Türk Medeni Kanununun 13/2.maddesinde; Tapu Sicilinde maliki kim olduğu anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş yada gaipliğine hükmedilmiş bir kimse adına kayıtlı taşınmazın aynı maddenin 1. fıkrasında belirtilen koşullar altında tasarruf edilmiş olması halinde kaydın hukuki değerini yitireceği belirtilmiştir.İncelenmekte olan olayda; davacılar ölüm sebebine dayanmışlardır. Aile nüfus kayıt örneğine göre; kayıt maliklerinden K. 09.08.1959 M.’de, 25.10.1970 tarihinde vefat etmiştir. Yerel bilirkişi ve tanıklar, davacının 02.12.1998 dava tarihinden geriye doğru 20 yıldan fazla süre ile tasarrufta bulunduğunu bildirmişlerdir. Dava konusu paylar dava tarihine kadar intikal de görmemiştir.

Davacının dava konusu taşınmazı dava tarihinden geriye doğru 20 yıldan fazla süre ile koşullarına uygun olarak tasarrufta bulunduğu belirlenmiş olduğuna ve kayıt maliklerinin ölüm tarihinden dava tarihine kadarda intikal görmemiş bulunduğuna göre, dava konusu paylara ait kayıtlar TMK.nun 713/2. maddesi hükmü uyarınca hukuki değerini yitirmiş olmaktadır. Bu açıklamalar karşısında mahkemenin ret gerekçesi dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve 1.370.000 .- lira peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 21.01.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HASTANENİN GEREKLİ DİKKAT VE ÖZEN GÖSTERMEMESİ NEDENİYLE BEBEĞİN ÖMÜR BOYU ÖZÜRLÜ KALMASINDAN KAYNAKLANAN TAZMİNAT

T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2017/8960
KARAR: 2019/6411
TARİH: 22.5.2019

6098/m. 49, 56

ÖZET : Dava, gerekli dikkat ve özen gösterilmemesi nedeniyle bebeğin ömür boyu özürlü kalmasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Solunum sıkıntısı yaşadığı ve hatta birden fazla kasılmalar geçirdiği tespit edilen bebeğin tedavisinin yoğun bakımı olmayan davalı hastanede yapılmaya devam edilmesinde, yaklaşık 2 gün sonra yoğun bakımı olan bir merkeze sevkinde, davalı hastanenin kusurunun, ihmalinin veya özensizliğinin olup olmadığının, davalı hastanede yapılmaya çalışılan tedavinin yeterli olup olmadığının, bebeğin durumunun daha da kötüye gitmemesi için uygulanabilecek tüm tedavinin somut olayda da uygulanıp uygulanmadığının, net olarak ortaya konulmadığı, değerlendirilmiştir.

Mahkemece, anılan hususlardaki eksikliğin giderilmesi için, rapor düzenlemeye ehil ve donanımlı bir Üniversiteden, konusunda uzman içerisinde Çocuk Nöroloji Uzmanı, Çocuk Yoğun Bakım Uzmanı veya en az 5 yıl yoğun bakım tecrübesi olan Pediatri Uzmanının da bulunduğu, akademik kariyere sahip 3 kişilik bilirkişi kurulundan, dava konusu olayda davalı hastaneye atfı kabil bir kusur olup olmadığı hususunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, Mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, davalı hastanenin kusurlu olup olmadığının açık olarak belirlenmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bu yön göz ardı edilerek, eksik incelemeye dayanılarak hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır. Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacılar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde duruşmalı temyiz eden davacılar vekili avukat … ile davalılar vekili avukat … ‘in gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacılar, davalı hastane ve doktorun gözetiminde …’in dünyaya geldiğini, doğumu sırasında ve doğum sonrasında davalıların kusurlu davaranışları sonucunda bebeğin havale geçirdiğini, kalıcı “Mental Reterdasyon” tanısı konduğunu, gerekli dikkat ve özen gösterilmediği için çocuğun ömür boyu özürlü olarak yaşayacağını ileri sürerek, fazlaya dair hakları saklı tutularak, 10.000,00TL maddi, anne ve baba için 10.000,00TL’şer çocuk için 20.000,00TL manevi tazminatın faizi ile ödetilmesine karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar, kusurları ve ihmalleri bulunmadığını savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın reddine, karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir.

Dosya kapsamı incelendiğinde, mahkemece, Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu raporuna, … Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Perinatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan üç kişilik bilirkişi heyeti raporuna, Çocuk Sağlığı ve Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Nöroloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan üç kişilik bilirkişi heyeti raporuna, Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan iki kişilik bilirkişi heyeti raporuna dayanılarak, davanın reddine karar verildiği görülmektedir.

Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 18 Mart 2011 tarihli raporunda;

“1988 doğumlu …’in 30.3.2007 tarihinde Özel … Hastanesine miadında ağrılı gebe olarak başvurduğu, ilk olarak normal vajinal doğum kararı alındığı, saat 17.10’da fetal Distress endikasyonu ile sezeryan ameliyatına alındığı ve Apgarı 5/8 olan canlı bir bebek doğurtulduğu, bebeğin doğum sonrasında spontan solunumu hemen başlamadığı, küveze alındığı, konvulsiyon (havale) geçirmesi üzerine tedavisi yapıldığı ve bir ust merkeze sevkedildiği, sevkedilen merkezde perinatal asfiksi ve konvülsiyon tanısı ile takip edildiği, mevcut tıbbi belgelere göre normal doğum kararının doğru olduğu, bebek kalp sesinin bozulması (fetal distress) nedeni ile sezeryana alınmasının doğru bir eylem olduğu, çekilen … ve … takibi’de gözününe alındığında gebenin travayda (doğum eylemi) yakından takip edildiğinin anlaşıldığı cihetle doğumu takip eden Dr….’in hastanenin ve doğumdan sonra perinatal asfiksi ile doğan bebeğe her iki hastanede çocuk uzmanları tarafından uygulanan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu oybirliği ile mütalaa olunur.” denilmiştir.

… Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Perinatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan 09.02.2016 tarihli üç kişilik bilirkişi heyeti raporunda;

“1-Bn. …’e ait gebe izlem sürecinde hatalı tıbbi uygulama yoktur.

2-)30.03.2007 günü amniyos sıvısı miktarının azalmış olması ve anne adayının tansiyonun sınırda olması nedenleri ile suni sancı uygulamasına geçilmesi doğrudur. Bu aşamada suni sancı uygulamadan sezaryen yapılmasını gerektirecek bir durum yoktur.

3-)Bn. …’e ait travay izleminde; 12:30 ile doğum saati olan 17:10 arasında 30 ar dakika aralarla fetus kalp sesi izlemlerinin yapıldığı, dört izlemde fetus kalp atım hızının 160/dk nın üzerinde olduğunun saptandığı, bu durumun tek başına sezaryen nedeni olmadığı, 14:00 da kollum 2 cm iken amniyos sıvısının temiz bulunmasının olumlu olduğu, bebeğine ait 30.03.2007 tarihli saat 13:00 ile 13:40 arasındaki ve 14:25 ile 15:10 arasındaki fetal kalp atım hızı traselerinin normal olduğu, bu aşamada fetal distres (bebeğin oksijensiz kalması) e ait bulgu olmadığı anlaşılmaktadır. Bu aşamaya kadar sezaryen yapılmasını gerektirecek bir durum yoktur.

4-)16:14 sonrası traselerin bir bölümü silik ve değerlendirilmesi zorsa da, fetal kalp atım hızı traselerinde 80/dk nın altına inmeyen ve zaman zaman 180/dk ya ulaşan trase değişikliklerinin saptanması üzerine aynı gün saat 17:10 da oligohidramniyos + hipertansiyon + fetal distres endikasyonları ile sezaryen kararı verilmesi doğru tıbbi uygulamadır.

5-)Doğum sonrası döneme ait nörolojik bulguların ve MRI incelemelerindeki bulguların olası perinatal asfiksi ile ilgili olup olmadığı konusunun çocuk nörolojisi uzmanları tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.” denilmiştir.

… Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Nöroloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan 29.06.2016 tarihli üç kişilik bilirkişi heyeti raporunda;

“Mahkemeden gelen dosyadaki bilgiler ve Çocuk Nöroloji dosyası incelenmiştir. 9.2.2016 tarihli … Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum … öğretim üyelerinin bilirkişi raporunda gebeyle ilgili olarak gebe izlem sürecinde hatalı tıbbi uygulamanın olmadığının belirtildiği, doğru tıbbi uygulamanın yapıldığı kaydı görülmüştür. Gebeyle ve doğum ile ilgili olan süreç Çocuk Nörolojisi bilim dalının bilimsel yetkileri dışındadır. Hastanın bigisayarlı beyin tomografilerinin ve beyin manyetik rezonans görüntülemelerinin yorumunun Nöroradyoloji Bilim Dalı tarafından yapılması gerekmektedir. Bu konu da Çocuk Nörolojisinin yetkisi dışındadır. Çocuk Nörolojisi polikliniği dosyasında global gelişme geriliği ve hareket bozukluğu olan çocuğun izleminin uygun şekilde yapıldığı görülmüş ve bu raporda belirtilmiştir. Çocuğun gelişimsel geriliğinin nedenini kesin olarak şu anki verilere göre belirlemek mümkün değildir. Birçok benzer hastada da günümüzdeki tıbbi bilgiler ve teknoloji ile mümkün olmamaktadır.” denilmiştir.

… Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan 08.02.2017 tarihli iki kişilik bilirkişi heyeti raporunda;

“…Hastamızdaki tutulum (etkilenme) bölgeleri, beynin yenidoğanda metabolik olarak en aktif bölgelerine uyan alanlardır ve yukarıda tanımlanan akut-ciddi hasar tipine radyolojik olarak uymaktadır. Dosya incelendiğinde, uzmanların görüşlerine göre doğum öncesi ve sırasında bu tür bir hasara zemin hazırlayacak aşikar bir durum olmadığı ve temelde beyne giden kanın azalmasına bağlı oluşan bir etkilenme bulunmakla beraber tam olarak sebebin aydınlatılmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.Doğumdan sonra solunum sıkıntısı belirtilen bebeğin bu sebeple oluşan kalp-akciğer etkilenmesi ile beyin kanlanması bozulmuş olabilir. Doğumun gerçekleştiği hastanedeki ekibin ilk tetkik ve müdahalelerden sonra kendi imkanları dışına çıkabilecek bir yoğun bakım ihtiyacına yönelik olarak hastayı sevk ettikleri bildirilmiştir. Beyin ve özellikle de yenidoğan beyni, metabolik ihtiyacı yüksek bir organ olup kanlanmanın azalmasına son derece hassastır. Bu hassasiyet, yukarıda da tanımlandığı gibi anneye veya bebeğe ait kolaylaştırıcı sebeplerle, ani ve kısa süre olan bir etkilenmede bile ciddi bir hasarla sonuçlanabilir. Literatür ve tecrübemize göre beynin kan dolaşımının etkin tıbbi bakım ve doğru uygulamalar altında da azalabilmesi mümkün olabilmektedir. Sonuç olarak; filmlerdeki bulgular hipoksik iskemik ensefalopati (beynin yeterli kan alamamasına bağlı oluşan bir hasar tipi) ile uyumludur. Ancak bu hasarın rahim içi hayatın son dönemini, doğum sırasını ve hemen sonrasını içeren süreç içinde herhangi bir zamanda oluşabileceğini ve tam olarak hangi noktada oluştuğunu tam olarak saptamanın mümkün olmadığını belirtmemiz gereklidir. Konu ile ilgili karar yüce mahkemenize aittir.” denilmiştir.

Dosyaya kazandırılan, anılan tüm raporlar incelendiğinde, bebeğin doğuma kadar ki anne karnındaki takibinde, annenin doğum için hastaneye yatırılması ile doğuma kadar olan süreçte, davalılara atfı kabil bir kusur olmadığının açıklandığı anlaşılmıştır. Ancak anılan raporlarda, bebeğin doğumundan yoğun bakımı olan hastaneye sevkine kadar olan süreçte bir ihmalin olup olmadığı hususunun netleştirilmediği gözlemlenmektedir. Dosya içersindeki kayıtlardan, bebeğin, 30.03.2007 tarihinde saat 17.10 da sezeryanla doğurtulduğu, hemen akabinde TTN (Yenidoğan taşipnesi, yani bebeğin spontan solunumunun hemen başlamaması) tanısı ile yenidoğan servisinde kuvöze alındığı, doğumdan yaklaşık 8 saat sonra bebekte konvulsiyonların (havale, kasılmalar) gözlemlendiği, 31.03.2007 tarihinde kasılmaların tekrarladığı, 01.04.2007 tarihinde de kasılmaların gözlemlenmesi ile saat 13.00 sularında, bebeğin naklinin üst düzey yoğun bakım ünitesi olan bir merkeze yapıldığı anlaşılmıştır. Yukarıda anılan, … Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan 08.02.2017 tarihli iki kişilik bilirkişi heyeti raporunda; doğumdan sonra solunum sıkıntısı belirtilen bebeğin bu sebeple oluşan kalp-akciğer etkilenmesi ile beyin kanlanmasının bozulmuş olabileceği, beynin ve özellikle de yenidoğan beyninin, metabolik ihtiyacı yüksek bir organ olup kanlanmanın azalmasına son derece hassas olduğu, bu hassasiyetin, anneye veya bebeğe ait kolaylaştırıcı sebeplerle, ani ve kısa süre olan bir etkilenmede bile ciddi bir hasarla sonuçlanabileği, beynin kan dolaşımının etkin tıbbi bakım ve doğru uygulamalar altında azalabilmesinin mümkün olduğu, belirtilmiştir. Bu anlamda, solunum sıkıntısı yaşadığı ve hatta birden fazla kasılmalar geçirdiği tespit edilen bebeğin tedavisinin yoğun bakımı olmayan davalı hastanede yapılmaya devam edilmesinde, yaklaşık 2 gün sonra yoğun bakımı olan bir merkeze sevkinde, davalı hastanenin kusurunun, ihmalinin veya özensizliğinin olup olmadığının, davalı hastanede yapılmaya çalışılan tedavinin yeterli olup olmadığının, bebeğin durumunun daha da kötüye gitmemesi için uygulanabilecek tüm tedavinin somut olayda da uygulanıp uygulanmadığının, net olarak ortaya konulmadığı, değerlendirilmiştir. O halde, mahkemece, anılan hususlardaki eksikliğin giderilmesi için, rapor düzenlemeye ehil ve donanımlı bir Üniversiteden, konusunda uzman içerisinde Çocuk Nöroloji Uzmanı, Çocuk Yoğun Bakım Uzmanı veya en az 5 yıl yoğun bakım tecrübesi olan Pediatri Uzmanının da bulunduğu, akademik kariyere sahip 3 kişilik bilirkişi kurulundan, dava konusu olayda davalı hastaneye atfı kabil bir kusur olup olmadığı hususunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, Mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, davalı hastanenin kusurlu olup olmadığının açık olarak belirlenmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bu yön göz ardı edilerek, eksik incelemeye dayanılarak, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle hükmün davacılar yararına BOZULMASINA, 2.037,00 TL duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacılara ödenmesine, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.05.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK İŞARET LEVHALARININ YETERSİZ OLMASI VE YOLDAKİ ÇUKUR NEDENİYLE MEYDANA GELEN KAZADA İDARENİN HİZMET KUSURU BULUNDUĞU İDARİ YARGININ GÖREVLİ OLDUĞU

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4721
KARAR:2016/7256

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkili şirket tarafından kasko sigortalı olan ….plaka sayılı aracın 28/10/2011 tarihinde davalı Belediyenin sorumluluğunda bulunan yolda gerekli işaretlemenin, levhanın bulunmaması, trafik önlem işaretlerinin alınmamış olması nedeniyle çukura düşmesi sonucu pert olduğunu, trafik kaza tespit tutanağına göre davalı belediyenin 2/8 oranında hizmet kusuru bulunduğunu, kusur oranına göre 3.249,00 TL tazminatın ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, görev itirazında bulunmuş, müvekkili belediyenin gerekli uyarı levhasını yol yapım çalışmasının bulunduğu mahalde bulundurduğunu, davacı tarafın belediyenin uyarı levhası bulunmadığı iddiasını kabul etmediklerini, kazanın meydana geldiği yolun yapım çalışmasının müvekkili belediye tarafından ….’ne ihale ile verildiğini, yol yapım çalışmasından kaynaklanan bir kusur var ise davanın …’ne yöneltilmesi gerektiğini ve davanın bu şirkete ihbarını, haksız ve yasal dayanaktan yoksun davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, davanın reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir.

Davaya konu olayda, yoldaki çukur nedeniyle kazanın meydana geldiği ve hizmet kusuru bulunduğu iddiası ile davalı aleyhine husumet yöneltilmiştir.

Görev konusu, kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden (re’sen) dikkate alınması zorunludur.

Belediyelerin de içerisinde bulunduğu kamu tüzel kişileri, kamu hizmeti görmekle yükümlü bulunmaları nedeniyle kamu hizmetleri sırasında verdikleri iddia olunan zararlardan dolayı oluşan sorumlulukları özel hukuk hükümlerine tabi değildir. Kamu tüzel kişilerinin yasalar tarafından kendilerine verilen görev ve yetkileri kullanması sırasında oluşan zararlar niteliği itibariyle hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar olup, bu zararların tazmini amacıyla anılan idarelere karşı hizmet kusurlarına dayalı olarak İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’un 2. maddesi hükmü uyarınca idari yargı yerinde tam yargı davası ikame edilmesi gerekmektedir.

O halde mahkemece, hizmet kusuruna dayanılarak … aleyhine açılan bu davada adli yargının yargı yolu bakımından görevsiz bulunması nedeniyle dava dilekçesinin yargı yolu nedeniyle usulden reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde karar verilmesi yerinde görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma sebebine ve şekline göre davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 13/06/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

MADDİ TAZMİNAT DAVASI – DESTEK TAZMİNATI İSTEYENLERİN DESTEĞİN KİŞİNİN SAHİP OLDUĞU HAKTAN FAZLASINA SAHİP OLAMAYACAĞI – KUSUR ORANLARI – HAKKANİYET İNDİRİMİ – DAVALI VEKİLİNİN DAVAYA CEVAP VERMEKLE AVUKATLIK ÜCRETİNE HAK KAZANDIĞININ GÖZETİLMESİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
17.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2008/1758
KARAR: 2008/4199

ÖZET: İşleten aynı zamanda araç sürücüsüdür. Destek tazminatı isteyenlerin destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olabilmeleri hukuken mümkün değildir. Bu durumda, ölenin de kusuru olduğu düşünülerek kusur oranına göre tazminatın belirlenmesi gerekir. Ayrıca davalı vekilinin davaya cevap vermekle avukatlık ücretine hak kazandığının gözetilmesi gerekir.

(818 S. K. m. 44) (2918 S. K. m. 109)

Dava: Taraflar arasındaki maddi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Karar: Davacılar vekili, davalı tarafa zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı olan araç ile davacıların desteği olan sürücüsünün kusurlu hareketi sonucu meydana gelen kazada destek olanın öldüğünü açıklayıp, fazlaya dair haklarını saklı tutarak davacı eş Nalan için 3.000. YTL, davacı çocuklar için ise ayrı ayrı 2.000. YTL destekten yoksun kalma tazminatın davalıdan kaza tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı sigorta şirketi vekili, davanın zamanaşımına uğradığını, kazada davacıların desteği olan sürücünün tam kusurlu olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre, davacıların murisi Ümit’in tam kusurlu olarak 22.01.2005 günü tek taraflı kaza yaparak öldüğünü, davanın ise 09.10.2007 tarihinde açıldığını belirtilip, davanın zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili ve davalı vakili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Mahkemece, davanın Karayolları Trafik Kanun’unun 109/1. maddesinde düzenlenen 2 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra açıldığı ve talebin zamanaşımına uğradığı düşüncesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Aynı kanunun 109/2. maddesinde dava cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı öngörür ise bu süre maddi tazminat talepleri içinde geçerlidir biçiminde düzenleme yapılmıştır. Kazada sürücü ölmüş, davacı Nalan da hayati tehlike geçirecek derecede yaralanmıştır. Bu halde uygulanması gereken zamanaşımı süresinin ceza kanunlarının belirlediği zamanaşımı hükümleri olması gerekir. Mahkemece bu konu üzerinde durulmalıdır.

Ayrıca, trafik sigortası (Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası) bir motorlu aracın kara yolunda işletilmesi sırasında bir kimsenin zarara uğramasına neden olması halinde aracı işletenin zarara uğrayan kişilere karşı sorumluluğunu belli limitler dahilinde karşılamayı amaçlayan ve de yapılması zorunlu sigorta türüdür.

Destek zararı, ölenin mirasçılarının (yakınlarının) zarara neden olanlardan talep ettikleri bir tazminattır. İşletenin (sürücünün) yakınlarının uğradıkları destek zararının trafik sigortacısının sorumluluğu kapsamı dışında kaldığı konusunda açık bir yasal düzenleme bulunmadığı gibi poliçe genel şartlarında da böyle bir kısıtlamanın olmadığı anlaşılmaktadır. O halde; işletenin ölümü nedeni ile onun desteğinden mahrum kalanların trafik sigortacısından destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilecekleri ilke olarak kabul edilmelidir. Ancak; dikkat edilmesi gereken bir husus da işletenin (sürücünün) kendi kusurundan yararlanmaması gereğidir. Somut olayda işleten aynı zamanda araç sürücüsüdür. Destek tazminatı isteyenlerin destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olabilmeleri hukuken mümkün değildir. Bu durumda, ölenin de kusuru olduğu düşünülerek BK’nun 44/1. maddesi de göz önünde bulundurulmak suretiyle kusur oranına göre tazminatın belirlenmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir. Mahkemece bu konu üzerinde de durularak sonuca gidilmelidir.

2- Davalı vekili, davaya cevap vermekle avukatlık ücretine hak kazanmış olur. Bu husus göz önünde bulundurulmadan yazılı şekilde avukatlık ücretine hükmedilmesi isabetli değildir.

Sonuç: Yukarıda 1 numaralı bentte yazılı nedenlerle davacı vekilinin, 2 numaralı bentte yazılı nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davcılara ve davalıya geri verilmesine 22.09.08 günü oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

VEKİLE TEBLİĞ ZORUNLULUĞUNUN BULUNMASI ASİLE TEBLİGAT YAPILMASI LÜZUMUNU ORTADAN KALDIRMAZ VE YAPILAN TEBLİĞİ USULSUZ KILMAZ- USULSÜZ TEBLİĞ TALEBİNDE BORÇLUNUN HUKUKİ YARARI

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
ŞANLIURFA
2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2019/257 Esas
KARAR NO : 2019/201

DAVACI : S.S. ….ESNAF VE SANATKARLAR KREDİ VE KEFALET KOOPERATİFİ
DAVALI : MEHMET K….
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ –
DAVA : Şikayet (İcra Memur Muamelesi)
DAVA TARİHİ : 19/02/2019
KARAR TARİHİ : 28/06/2019
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 28/06/2019

Mahkememizde görülmekte bulunan Şikayet (İcra Memur Muamelesi) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekilinin vermiş olduğu dava dilekçesinde; ”Takip alacaklısı taraından müvekkil kurum alyihne Şanlıurfa 2. İcra müdürlüğünce 2019/1115 esas numarası ile ilamlı icra takibi başlatılmıştır.
Söz konusu ilamı veren Şanlıurfa 1. İcra hukuk mahkemesi 2018/1243 esas 2019/34 karar sayılı dosyasında ilam da ismi yazılı vekil olarak bulunmama rağmen bu ilamın yerine getirilmesine ilişkin yapılan 2019/1115 esas nolu ilamlı icra takibinde, takip talebi ve icra emrinde vekil olarak ismim geçmemiş ve yine tebliğ işlemi, vekil olmamıza rağmen müvekkil kuruma yapılmıştır.

Yukarıda anlattığımız üzere bu ilamlı icra takibine ilişkin tebligat müvekkil kurum olan kooperatife yapılmıştır. Oysa HMK nın 73.81,82,83 Avukatlık kanunun 41. Maddesi ve 7201 sayılı tebligat kanunun 11. Maddesi gereğince vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması zorunludur. Asile yapılan tebliğ işlemi yasa hükümlerine aykırı olup süresiz şikayet konusu sebebidir. Bu nedenle yapılan icra emri tebliği işleminin iptali gerekmektedir.
Yine Yargıtay 12. HD 2010/15248 Esas 2010/28616 karar sayılı kararında takip dosyasında icra emrinin vekil yerine asile tebliğ olunmasını açıkça kanuna aykırı kabul edilip çıkartılan icra emri tebliğ işleminin iptaline karar verilmiştir.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, yasalara aykırı olarak tebliğ işleminin vekil yerine asile çıkartılmasından dolayı yapılan icra emri tebliğ işleminin iptaline, ödemeye ilişkin süreler geçerli bir tebligatla başlayacağından yapılan icra takibin durdurulmasına, vekalet ücreti ve yargılama giderinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini müvekkil kurum adına bilvekale arz ve talep ederiz.” şeklinde talep ve dava etmiştir.

Davalı taraf cevap dilekçesinde:” Davacı borçlu tarafından Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü 2019/1115 Esas sayılı takip dosyasında icra müdürlüğü tarafından gönderilen ödeme emrinin iptali ve bu suretle icra takibinin durdurulması talebiyle şikayet yoluna başvurulmuştur.

İcra emrinin asile tebliğ işlemi usulsüz olmayıp, vekile de tebliğ edilmemesi ancak tebliğ işlemi eksikliğini oluşturacağından icra emrinin iptaline karar verilemez.
Borçlu vekili tarafından icra emrinin usulsüz tebliğ edildiği gerekçesiyle ileri sürülen iddia sübuta ermediğinden ve borçluya yapılan icra emrinin tebliği işlemi geçerli bulunduğundan salt vekile tebliğ çıkarılmaması yönünde icra memurunun işleminde eksiklik bulunduğu gerekçe gösterilerek icra emrinin iptali yönünde hüküm kurulamaz. Tebligat Kanunu’nun 11 ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 18. maddeleri uyarınca vekille takip edilen işlerde vekile tebligat zorunludur.

Vekile tebliğ zorunluluğunun bulunması asile tebligat yapılması lüzumunu ortadan kaldırmaz ve yapılan tebliği usulsuz kılmamaktadır. Şöyle ki, 2004 sayılı İcra-İflas Kanunu’nun 76. maddesinde mal beyanında bulunmamak suçu, 338. maddesinde düzenlenen hakikate muhalif beyanda bulunma suçu gibi icra-iflas suçlarında borçlunun cezalandırılabilmesi için icra emrinin borçlunun vekiline değil, kendisine tebliğ edilmiş olması gerekir (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, cilt 2, sh: 1280). Cezaların şahsiliği kuralı gereğince, borçlu asilin cezai yönden sorumlu tutulabilmesi için icra emrinin borçlu asile tebliği zorunludur.

Bu durumda icra emrinin asile tebliğ işlemi usulsüz olmayıp, vekile de tebliğ edilmemesi noktasında tebliğ işlemi eksikliği söz konusudur. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin son içtihatları bu yöndedir. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2018/3121 E., 2018/6631 K., 25/06/2018 T.”O halde, mahkemece, icra emrinin vekile tebliği suretiyle eksikliğin ikmali yönünde hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçeyle şikayetin kabulü ile icra emrinin iptaline karar verilmesi doğru değildir.”

icra emrinin iptali talebinde borçlunun hukuki yararı bulunmamaktadır.

Ödeme emri asıl borçluya 18/02/2019 tarihinde tebliğ edilmiş olup borçlu vekili tarafından itiraz süresi içerisinde en geç dava açılış tarihi olan 19.02.2019 tarihinde tebliğe muttali olmuş borçlu vekili tarafından yasal süresinde icra mahkemenize başvurulmuş ise de, dilekçede sadece tebligatın usulsüzlüğünün ileri sürüldüğü, başkaca esasla ilgili herhangi bir itiraz nedenine yer verilmediği dava dilekçesinden açıkça anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü 2019/1115 Esas sayılı dosyada borçlu yönünden herhangi bir haciz işlemi bulunmayıp, borçlu vekilinin kendisine icra emri tebliğ edilmesinden sonra yeniden itiraz hakkı oluşacağı da aşikardır.
İcra Müdürlüğünün sehven borçlu asile tebliğ çıkarılması işlemi sonrası 25/02/2019 tarihinde borçlu vekiline icra emrinin tebliğe çıkarılması için tarafımızca talepte bulunulmuş aynı gün İcra müdürlüğü tarafından borçlu vekiline de icra emri tebliğe çıkarılmıştır.

Borçlu vekili tebligatın usulsüzlüğünden yakındığına ve icra emrinin bu sebeple iptali talep edildiğine göre, Adı geçenin yasal süresinde mahkemeye başvurması halinde ve esasla ilgili itiraz nedenlerini de dilekçesinde göstermesi durumunda artık icra emrinin iptalinde borçlunun hukuki yararının bulunmadığı sabittir. Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü 2019/1115 Esas sayılı takip dosyasında bulunan takip talebinde açıkça borçlu vekili Av. H. B. ismi yer aldığı halde borçlu vekili tarafından “takip talebinde ve icra emrinde ismim geçmemiş” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Takip dosyası incelendiğinden takip talebinde ve ödeme emri’nde açıkça borçlu vekilinin adının yazılı olduğu görüleceğinden borçlu vekilinin bu beyanı doğru olmadığı gibi tarafımıza kusur atfetmeye ve mahkemeyi yanıltmaya yönelik olduğundan söz konusu beyanın hukuki bir değeri bulunmamaktadır.

Belirtilen tüm bu nedenlerle şikayetin reddine karar verilmesini isteme zarureti hasıl olmuştur. Arz ve izah edilen sair sübut nedenlerle;Evveliyetle icra emrinin asile tebliğ edilmesi usulsüz olmayıp, vekile tebliğ çıkarılması yönünde eksiklik olduğu ve bu eksikliğinde icra takip dosyasında giderildiği gözetilerek tebligatın usulsüzlüğüne ve icra emrinin iptaline karar verilemeyeceğinden şikayetin reddine, Takip talebi ve ödeme emrinde tarafımızca borçlu vekili “Av. H. B” olarak gösterilmiş olduğu halde icra müdürlüğü tarafından sehven asile çıkarılan icra emri tebligatına ilişkin şikayetin icra memurunun işlemine yönelik olduğu ve iş bu davanın açılmasına sebebiyet verecek herhangi bir kusurumuz bulunmadığından yargılama gideri ile ücreti vekaletin davacı borçlu üzerinde bırakılmasına karar verilmesini saygılarımızla vekaleten talep ederiz.” şeklinde cevap dilekçesi sunmuştur.

DELİLLER VE GEREKÇE:

Tüm dosya ve deliller birlikte incelendiğinde, Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü 2019/1115 Esas sayılı takip dosyasında her ne kadar ödeme emrinin borçlu vekili yerine borçlu asile çıkarılmış olduğu görülse de bu durumun icra müdürlüğünce yapılan hatadan kaynaklandığı oysa ki davacı tarafça yapılan takip talebinde borçlu vekilinin ismi açıkca yazılı olduğu ve icra dosyasında 25/02/2019 tarihli dilekçesiyle alacaklı vekili takip talebinde belirttiği gibi ödeme emrinin borçlu vekiline çıkarılmasına talep ettiği görülmekle hukuki yarar yokluğundan açılan şikayetin hükümde açıklandığı şekliyle reddine karar vermekle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Ayrıntısı Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Şikayetin REDDİNE,
2-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
3-Karar kesinleştiğinde bakiye gider avansının davacıya iadesine,
Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda tarafların yokluğunda İİK’ nun 363 maddesi gereğince kararın tarafların tebliğinden itibaren 10 gün içinde Bölge Adliye Mahkemelerinde istinaf yolu açık olmak üzere karar verildi. 28/06/2019

Katip 156933
¸e-imzalıdır

Hakim 174614
¸e-imzalıdır

GÜVENCE HESABININ SORUMLULUĞU- TİCARİ DAVA- ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN GÖREVLİ OLDUĞU

T.C
YARGITAY
20. Hukuk Dairesi
ESAS: 2017/10924
KARAR:2018/399

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki davada … Asliye Hukuk ile …Asliye Ticaret Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgeler incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı davalının sürücüsü olduğu aracın karıştığı trafik kazası sonucu yaralanan dava dışı …, Mert Başdüzen’in tedavisi için yaptıkları ödemenin rücuan tahsili için başlattıkları icra takibine davalının itiraz ettiğini belirterek itirazın iptali, takibin devamı ve icra inkar tazminatı istemleriyle asliye hukuk mahkemesinde dava açmıştır.

… Asliye Hukuk Mahkemesi; “…Davanın sigorta hukukundan kaynaklandığından davaya bakma görevinin Asliye Ticaret Mahkemesine ait bulunduğu…” gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

… Asliye Ticaret Mahkemesi ise “…davacı … ise de davalı tacir olmayıp, uyuşmazlık haksız fiilden kaynaklandığından, davanın asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiği…” gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

5684 sayılı Sigortacılık Kanununun 14/1. maddesinde, bu Kanunun 13. maddesi 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve 10/7/2003 tarihli ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu ile ihdas edilen zorunlu sorumluluk sigortaları ile bu Kanunla mülga 21/12/1959 tarihli ve 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanunu çerçevesinde ihdas edilmiş olan zorunlu sigortalara ilişkin olarak belli koşulların oluşması halinde ortaya çıkan zararların bu sigortalarla saptanan geçerli teminat miktarlarına kadar karşılanması amacıyla Türkiye Sigorta, Reasürans ve Emeklilik Şirketleri Birliği nezdinde Güvence Hesabının oluşturulacağı hükmüne yer verilmiş, aynı Kanunun 14/2-a maddesinde ise sigortalının tespit edilememesi durumunda kişiye gelen bedensel zararlar için güvence hesabına başvurulabileceği belirtilmiştir.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 1483/1. maddesinde ise sigortacıların diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak üzere faaliyet gösterdikleri dalların kapsamında bulunan zorunlu sigortaları yapmaktan kaçınamayacakları belirtilmiş, aynı Kanunun 4/1-a. maddesinde de her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın, bu Kanunda öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işlerinin ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılacağı açıkça düzenlenmiştir. Kanunun lafzı ve amacı nazara alındığında zorunlu mali mesuliyet sigortalarından doğan uyuşmazlıklarda Asliye Ticaret Mahkemesinin görevli olduğu anlaşılmaktadır.

Somut uyuşmazlıkta; davacı … zorunlu mali sorumluluk sigortası bulunmayan davalının işleteni ve sürücüsü olduğu aracın neden olduğu kazada yaralanan dava dışı kişiye ödediği tazminatı, haksız fiilden sorumlu olan davalılardan rücuan talep etmektedir. Güvence Hesabının sorumluluğunun TTK’nın 1483/1. maddesinden kaynaklanmasına ve aynı Kanunun 4. maddesine göre TTK’dan kaynaklanan uyuşmazlıkların ticari dava sayılacağının açıkça belirtilmesine göre, uyuşmazlığın asliye ticaret mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 21 ve 22. maddeleri gereğince; … Asliye Ticaret Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE 22/01/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

DAVACININ SİGORTAYA BAŞVURU ZORUNLULUĞUNUN KAZA TARİHİNE GÖRE DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKTİĞİ HAKKINDA

T.C.
ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
22. HUKUK DAİRESİ
E. 2017/700
K. 2017/734
T. 31.5.2017

• MADDİ TAZMİNAT DAVASI (Kaza Tarihi İtibarı İle Davacının Sigortaya Başvuru Zorunluluğu Bulunmamasına Rağmen Davacı Tarafından Zararın Tazmini İçin Sigortaya Başvuru Yapıldığı Hususu da Dikkate Alınarak Mahkemece İşin Esasına Girilerek Tarafların Delillerinin Toplanıp Sonucuna Göre Karar Verilmesi Gerektiği)

• TRAFİK KAZASI (Olay Tarihinden Sonra Yapılan Değişiklik İle Zarar Görenlere Dava Açmadan Önce Sigorta Şirketine Başvuru Yapılmasının Zorunlu Hale Getirildiği – Kaza Tarihinde Başvuru Zorunluluğu Olmamasına Rağmen Davacı Tarafından Zararın Tazmini İçin Sigortaya Başvuru Yapıldığı da Dikkate Alınarak İşin Esasına Girilmesi Gerektiği)

• SİGORTA ŞİRKETİNE BAŞVURU ZORUNLULUĞU (Maddi Tazminat Davası – Davaya Konu Olayda Kazanın Meydana Geldiği Tarihte Yürürlükte Olan Kanunun Uygulanması Gerektiğinden Kaza Tarihi İtibarı İle Sigortaya Başvuru Zorunluluğu Bulunmadığı)

• DAVA ŞARTI (Maddi Tazminat Davası – Davacı Zarar Gören Tarafından Her Ne Kadar Kanun Değişikliğinin Yürürlüğe Girmesinden Sonra Dava Açılmış İse de Kaza Tarihi İtibarı İle Sigortaya Başvuru Zorunluluğu Bulunmadığı/Dava Şartı Yokluğu Sebebiyle Davanın Reddine Karar Verilmesinin Doğru Olmadığı)
2918/m.97

ÖZET : Dava; trafik kazasında sonucu davacının aracında meydana gelen hasar ve değer kaybı zararının ZMMS poliçesi kapsamında davalı sigorta şirketinden tazmini istemine ilişkindir. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. maddesinde; “Zarar gören, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı talepte bulunabileceği gibi dava da açabilir” hükmü mevcut olup, zarar görene seçimlik bir hak tanınmış, dava açmadan önce sigorta şirketine başvurunun zorunlu olduğu belirtilmemiş, olay tarihinden sonra yürürlüğe giren 6704 Sayılı kanunun 5. maddesiyle yapılan değişiklik ile zarar görenlere dava açmadan önce sigorta şirketine başvuru yapılması zorunlu hale getirilmiştir. Davacı zarar gören tarafından her ne kadar kanun değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra dava açılmış ise de, davaya konu olayda kazanın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan kanunun uygulanması gerektiğinden, kaza tarihi itibarı ile sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır. Açıklanan düzenlemeler gereğince kaza tarihi itibarı ile davacının sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamasına rağmen, davacı tarafından zararın tazmini için sigortaya başvuru yapıldığı hususu da dikkate alınarak mahkemece işin esasına girilerek tarafların delillerinin toplanıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken dava şartı yokluğu sebebiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

DAVA : Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/257 E, 2016/714 K 18/10/2016 tarihli kararı aleyhine, davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuş olmakla, istinaf talebinin süresi içinde yapıldığı, istinaf başvurusuna tabi bir karar olduğu, başvuru şartlarının yerine getirildiği dosya üzerinde yapılan ön inceleme ile anlaşılmakla dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

KARAR : İDDİANIN ÖZETİ :

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 05/08/2015 tarihinde 06 … plakalı aracı ile seyir halinde iken, işleteni G… şirketi, sürücüsü A. K. olan 42 … plakalı araç ile çarpışması sonucu iki taraflı maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, 42 … plakalı araç sürücüsünün %100 kusurlu olduğunu, bu aracın kaza tarihinde davalı sigorta şirketine KTK Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesi ile sigortalı olduğunu, davacının hasarlanan aracını tamir ettirmek için 10.821,00 TL parça ve işçilik masrafı ödediğini, aracın kazalı hale gelmesi sonucu araçta değer kaybının oluştuğunu, bu sebeplerle fazlaya dair haklarını saklı tutarak 1.000,00 TL hasara yönelik maddi tazminat ve araçtaki değer kaybı için 1.000,00TL olmak üzere toplam 2.000,00 TL’nin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan hükmen tahsiline yönelik belirsiz alacak davası açılmıştır.

SAVUNMANIN ÖZETİ :

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının taleplerinin haksız ve mesnetsiz olduğunu, davalının ikametgahının Beykoz(İstanbul) olduğunu, davacının usuli yükümlülüğü olan başvuru şartını yerine getirmeden dava açtığından dolayı davanın usulden reddinin gerektiğini, davacı tarafından müvekkili şirkete bir başvuru yapılmadığını, Trafik Sigortası Genel Şartları gereğince davacının dava açma hakkının bulunmadığını, hak sahibinin kendi kusuruna denk gelen tazminatları teminat dışında kaldığından talebinin reddi gerektiğini, davalı şirketin söz konusu zarardan poliçe teminat limitleri dahilinde sorumlu olduğunu, davanın usulden ve esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :

Mahkemece 26/04/2016 tarih 29695 Sayılı Resmi Gazete de yayımlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren 14/04/2016 tarih 6704 Sayılı kanunun 5.maddesiyle; değiştirilen 2918 Sayılı Kanun’un 97. maddesinin Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerektiği şeklinde değiştirildiğini, değişen hüküm gereğince, 04/05/2016 tarihinde davalı sigorta şirketine başvuru yapmadan açılan davanın, 26/04/2016 tarihinde yayımlanan ve aynı tarihte yürürlüğe giren ilgili kanun gereğince HMK 115/1.maddesi gereğince dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :

Davacı vekili istinaf başvurusunda bulunarak dilekçesinde özetle; davanın 2918 Sayılı Kanun’un 97.maddesindeki değişiklik uyarınca sigortaya başvuru yapılmadığı gerekçesi ile red edildiğini, halbuki 07/01/2017 tarihinde davalı sigortaya başvuru yapıldığı halde davalı sigorta tarafından ödeme yapılmadığını, dava şartı yerine geldiğinden davanın esasına girilerek karar verilmesi gerektiği hususu istinaf sebebi olarak ileri sürülmüştür.

UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR :

Uyuşmazlık; 26/04/2016 tarihinde yayımlanan ve aynı tarihte yürürlüğe giren 6704 Sayılı Kanun’un 5.maddesiyle 2918 Sayılı Kanun’un 97.maddesini değiştiren ve dava açılmadan önce sigortaya başvuru zorunluluğu getiren hüküm uyarınca police ,kaza tarihi ve dava tarihi dikkate alındığında sigortaya başvuru zorunluluğu bulunup bulunmadığı, varsa başvuru şartının yerine getirilip getirilmediği hususlarından kaynaklanmaktadır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :

Dava ; trafik kazasında sonuçu davacının aracında meydana gelen hasar ve değer kaybı zararının ZMMS poliçesi kapsamında davalı sigorta şirketinden tazmini istemine ilişkindir.
Davacı vekilinin istinaf sebepleri doğrultusunda, dosya içerisindeki bilgi ve belgeler, mahkeme kararının gerekçesi, dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesi ile yapılan inceleme sonunda;

26/04/2016 tarih 29695 Sayılı Resmi Gazete de yayımlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren 14/04/2016 tarih 6704 Sayılı Kanun’un 5.maddesiyle; 2918 Sayılı Kanun’un 97.maddesi değiştirilmiş, ”Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekir. Sigorta kuruluşunun başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaması veya verilen cevabın talebi karşılamadığına dair uyuşmazlık olması hâlinde, zarar gören dava açabilir veya 5684 Sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabilir…” hükmü getirilmiştir.

Yapılan bu düzenleme ile zarar görenlerin dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı olarak başvurmasının gerekli olduğu belirtilmiştir. Başvurudan itibaren sigorta kuruluşu en geç 15 gün içinde yazılı olarak cevap vermez yada verilen cevap zarar görenin talebinin karşılamaz ise zarar gören dava açabileceği gibi sigorta tahkim komisyonuna da başvuru yapabilir.

6100 Sayılı HMK’nın dava şartlarının düzenlendiği 114 maddesinde Dava şartları açıklanmış 114/2.maddesinde “Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına dair hükümler saklıdır.”denilmiştir.

Dava şartlarının incelenmesi başlıklı 115. maddesinde ise;

“(1)Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2)Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.

(3)Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.”şeklinde düzenleme yapılmıştır.
2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. maddesinde yapılan değişiklik ile dava açılmadan önce sigorta şirketine başvurunun zorunlu olduğunun belirtilmesi, zarar görene seçimlik bir hak tanınmamış olması sebebiyle bu hususun HMK’nın 114/2.maddesinde belirtilen diğer kanunlarda düzenlenen dava şartları kapsamında değerlendirilmesi ve dava şartı niteliğinde olduğunun kabulü gerekir.

Ancak trafik kazaları bir tür haksız fiil olup dayanağını 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 49 vd. maddeleri ve Karayolları Trafik Kanunundan alır.

2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 91/1. maddesinde, “İşletenlerin, bu kanunun 85/1 maddesine göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur”; 85/1 maddesinde, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.”; 85/ son maddesinde ise, “işleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.” hükümlerine yer verilmiş, zarar verenlerin birden fazla olması halinde 88.maddede motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunların müteselsilen sorumlu tutulacakları belirtilmiştir.

Karayolları Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarının A-1.maddesinde de; “Sigortacı bu poliçede tanımlanan motorlu aracın işletilmesi sırasında bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına sebebiyet vermesinden dolayı 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre işletene düşen hukuki sorumluluğu, zorunlu sigorta limitlerine kadar temin eder” şeklinde ifade edilmiştir. Bu hale göre zarara neden olan aracın işletenin sorumluluğunun üzerine alan zorunlu mali sorumluluk sigorta şirketi de üçüncü şahısların zararından işleten ve sürücü ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Haksız fiiller meydana geldikleri anda hukuki sonuç doğurur ve zarara neden olanların zararı tazmin borcu haksız fiil tarihinde ortaya çıkar. Haksız fiilin unsuru olan zarar, zarar görenin malvarlığında rızası dışında meydana gelen azalma ile zarar verici fiil olmasa idi bulunacağı durum arasındaki farktır ve zarar haksız fiilin meydana gelmesi ile gerçekleşmiş sayılır. Zarar verenin ve diğer sorumluların zararı tazmin yükümlülüğü herhangi bir ihbara ve ihtara gerek kalmaksızın olay tarihinde doğar. Haksız fiile bağlanan hukuki sonuçlar haksız fiil tarihi esas alınarak belirlenir ve bu sebeple haksız fiillerde olay tarihinde yürürlükte bulunan hukuk kuralları uygulanır.

Dava konusu somut olaya gelince olay, 05/.08/.2015 tarihinde meydana gelmiş, dava ise 04.05.2016 tarihinde açılmış, dava açmadan önce davacının zararı tazmin istemi ile davalı sigortaya 26/01/2016 tarihinde başvuru yaptığı görülmüştür

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. maddesinde;“Zarar gören, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı talepte bulunabileceği gibi dava da açabilir” hükmü mevcut olup, zarar görene seçimlik bir hak tanınmış, dava açmadan önce sigorta şirketine başvurunun zorunlu olduğu belirtilmemiş, olay tarihinden sonra 26/04/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6704 Sayılı kanunun 5. maddesiyle yapılan değişiklik ile zarar görenlere dava açmadan önce sigorta şirketine başvuru yapılması zorunlu hale getirilmiştir. Davacı zarar gören tarafından her ne kadar kanun değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra 04/05/2016 tarihinde dava açılmış ise de, davaya konu olayda kazanın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan kanunun uygulanması gerektiğinden, kaza tarihi itibarı ile sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır.

Açıklanan düzenlemeler gereğince kaza tarihi itibarı ile davacının sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamasına rağmen, davacı tarafından 26/01/2016 tarihinde zararın tazmini için sigortaya başvuru yapıldığı hususu da dikkate alınarak mahkemece işin esasına girilerek tarafların delillerinin toplanıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken dava şartı yokluğu sebebiyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüyle kararın kaldırılmasına, davanın esası ile ilgili delillerin toplanılarak ve değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi için dosyanın yeniden görülmek üzere mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan delil ve nedenlerle;

1-)Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/257 Esas, 2016/714 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA ,

2-) HMK’nın 353/1.a.6 maddesi gereğince tarafların davanın esası ile ilgili olarak sundukları delillerin toplanarak yeniden görülmek üzere üzere dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

3-)İstinaf başvurma harcı dışında, alınan 31,40TL istinaf karar ilam harcının istenmesi halinde davacıya iadesine,

4-)İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından istinaf kanun yoluna başvuran vekiline vekil ücreti takdirine yer olmadığına ,

5-)Davacı tarafca yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,

Dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda HMK’nun 362/1-a maddesi gereğince miktar itibariyle kesin olmak üzere, 31.05.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Exit mobile version