DAVACININ SİGORTAYA BAŞVURU ZORUNLULUĞUNUN KAZA TARİHİNE GÖRE DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKTİĞİ HAKKINDA

T.C.
ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
22. HUKUK DAİRESİ
E. 2017/700
K. 2017/734
T. 31.5.2017

• MADDİ TAZMİNAT DAVASI (Kaza Tarihi İtibarı İle Davacının Sigortaya Başvuru Zorunluluğu Bulunmamasına Rağmen Davacı Tarafından Zararın Tazmini İçin Sigortaya Başvuru Yapıldığı Hususu da Dikkate Alınarak Mahkemece İşin Esasına Girilerek Tarafların Delillerinin Toplanıp Sonucuna Göre Karar Verilmesi Gerektiği)

• TRAFİK KAZASI (Olay Tarihinden Sonra Yapılan Değişiklik İle Zarar Görenlere Dava Açmadan Önce Sigorta Şirketine Başvuru Yapılmasının Zorunlu Hale Getirildiği – Kaza Tarihinde Başvuru Zorunluluğu Olmamasına Rağmen Davacı Tarafından Zararın Tazmini İçin Sigortaya Başvuru Yapıldığı da Dikkate Alınarak İşin Esasına Girilmesi Gerektiği)

• SİGORTA ŞİRKETİNE BAŞVURU ZORUNLULUĞU (Maddi Tazminat Davası – Davaya Konu Olayda Kazanın Meydana Geldiği Tarihte Yürürlükte Olan Kanunun Uygulanması Gerektiğinden Kaza Tarihi İtibarı İle Sigortaya Başvuru Zorunluluğu Bulunmadığı)

• DAVA ŞARTI (Maddi Tazminat Davası – Davacı Zarar Gören Tarafından Her Ne Kadar Kanun Değişikliğinin Yürürlüğe Girmesinden Sonra Dava Açılmış İse de Kaza Tarihi İtibarı İle Sigortaya Başvuru Zorunluluğu Bulunmadığı/Dava Şartı Yokluğu Sebebiyle Davanın Reddine Karar Verilmesinin Doğru Olmadığı)
2918/m.97

ÖZET : Dava; trafik kazasında sonucu davacının aracında meydana gelen hasar ve değer kaybı zararının ZMMS poliçesi kapsamında davalı sigorta şirketinden tazmini istemine ilişkindir. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. maddesinde; “Zarar gören, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı talepte bulunabileceği gibi dava da açabilir” hükmü mevcut olup, zarar görene seçimlik bir hak tanınmış, dava açmadan önce sigorta şirketine başvurunun zorunlu olduğu belirtilmemiş, olay tarihinden sonra yürürlüğe giren 6704 Sayılı kanunun 5. maddesiyle yapılan değişiklik ile zarar görenlere dava açmadan önce sigorta şirketine başvuru yapılması zorunlu hale getirilmiştir. Davacı zarar gören tarafından her ne kadar kanun değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra dava açılmış ise de, davaya konu olayda kazanın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan kanunun uygulanması gerektiğinden, kaza tarihi itibarı ile sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır. Açıklanan düzenlemeler gereğince kaza tarihi itibarı ile davacının sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamasına rağmen, davacı tarafından zararın tazmini için sigortaya başvuru yapıldığı hususu da dikkate alınarak mahkemece işin esasına girilerek tarafların delillerinin toplanıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken dava şartı yokluğu sebebiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

DAVA : Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/257 E, 2016/714 K 18/10/2016 tarihli kararı aleyhine, davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuş olmakla, istinaf talebinin süresi içinde yapıldığı, istinaf başvurusuna tabi bir karar olduğu, başvuru şartlarının yerine getirildiği dosya üzerinde yapılan ön inceleme ile anlaşılmakla dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

KARAR : İDDİANIN ÖZETİ :

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 05/08/2015 tarihinde 06 … plakalı aracı ile seyir halinde iken, işleteni G… şirketi, sürücüsü A. K. olan 42 … plakalı araç ile çarpışması sonucu iki taraflı maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, 42 … plakalı araç sürücüsünün %100 kusurlu olduğunu, bu aracın kaza tarihinde davalı sigorta şirketine KTK Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesi ile sigortalı olduğunu, davacının hasarlanan aracını tamir ettirmek için 10.821,00 TL parça ve işçilik masrafı ödediğini, aracın kazalı hale gelmesi sonucu araçta değer kaybının oluştuğunu, bu sebeplerle fazlaya dair haklarını saklı tutarak 1.000,00 TL hasara yönelik maddi tazminat ve araçtaki değer kaybı için 1.000,00TL olmak üzere toplam 2.000,00 TL’nin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan hükmen tahsiline yönelik belirsiz alacak davası açılmıştır.

SAVUNMANIN ÖZETİ :

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının taleplerinin haksız ve mesnetsiz olduğunu, davalının ikametgahının Beykoz(İstanbul) olduğunu, davacının usuli yükümlülüğü olan başvuru şartını yerine getirmeden dava açtığından dolayı davanın usulden reddinin gerektiğini, davacı tarafından müvekkili şirkete bir başvuru yapılmadığını, Trafik Sigortası Genel Şartları gereğince davacının dava açma hakkının bulunmadığını, hak sahibinin kendi kusuruna denk gelen tazminatları teminat dışında kaldığından talebinin reddi gerektiğini, davalı şirketin söz konusu zarardan poliçe teminat limitleri dahilinde sorumlu olduğunu, davanın usulden ve esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :

Mahkemece 26/04/2016 tarih 29695 Sayılı Resmi Gazete de yayımlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren 14/04/2016 tarih 6704 Sayılı kanunun 5.maddesiyle; değiştirilen 2918 Sayılı Kanun’un 97. maddesinin Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerektiği şeklinde değiştirildiğini, değişen hüküm gereğince, 04/05/2016 tarihinde davalı sigorta şirketine başvuru yapmadan açılan davanın, 26/04/2016 tarihinde yayımlanan ve aynı tarihte yürürlüğe giren ilgili kanun gereğince HMK 115/1.maddesi gereğince dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :

Davacı vekili istinaf başvurusunda bulunarak dilekçesinde özetle; davanın 2918 Sayılı Kanun’un 97.maddesindeki değişiklik uyarınca sigortaya başvuru yapılmadığı gerekçesi ile red edildiğini, halbuki 07/01/2017 tarihinde davalı sigortaya başvuru yapıldığı halde davalı sigorta tarafından ödeme yapılmadığını, dava şartı yerine geldiğinden davanın esasına girilerek karar verilmesi gerektiği hususu istinaf sebebi olarak ileri sürülmüştür.

UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR :

Uyuşmazlık; 26/04/2016 tarihinde yayımlanan ve aynı tarihte yürürlüğe giren 6704 Sayılı Kanun’un 5.maddesiyle 2918 Sayılı Kanun’un 97.maddesini değiştiren ve dava açılmadan önce sigortaya başvuru zorunluluğu getiren hüküm uyarınca police ,kaza tarihi ve dava tarihi dikkate alındığında sigortaya başvuru zorunluluğu bulunup bulunmadığı, varsa başvuru şartının yerine getirilip getirilmediği hususlarından kaynaklanmaktadır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :

Dava ; trafik kazasında sonuçu davacının aracında meydana gelen hasar ve değer kaybı zararının ZMMS poliçesi kapsamında davalı sigorta şirketinden tazmini istemine ilişkindir.
Davacı vekilinin istinaf sebepleri doğrultusunda, dosya içerisindeki bilgi ve belgeler, mahkeme kararının gerekçesi, dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesi ile yapılan inceleme sonunda;

26/04/2016 tarih 29695 Sayılı Resmi Gazete de yayımlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren 14/04/2016 tarih 6704 Sayılı Kanun’un 5.maddesiyle; 2918 Sayılı Kanun’un 97.maddesi değiştirilmiş, ”Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekir. Sigorta kuruluşunun başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaması veya verilen cevabın talebi karşılamadığına dair uyuşmazlık olması hâlinde, zarar gören dava açabilir veya 5684 Sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabilir…” hükmü getirilmiştir.

Yapılan bu düzenleme ile zarar görenlerin dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı olarak başvurmasının gerekli olduğu belirtilmiştir. Başvurudan itibaren sigorta kuruluşu en geç 15 gün içinde yazılı olarak cevap vermez yada verilen cevap zarar görenin talebinin karşılamaz ise zarar gören dava açabileceği gibi sigorta tahkim komisyonuna da başvuru yapabilir.

6100 Sayılı HMK’nın dava şartlarının düzenlendiği 114 maddesinde Dava şartları açıklanmış 114/2.maddesinde “Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına dair hükümler saklıdır.”denilmiştir.

Dava şartlarının incelenmesi başlıklı 115. maddesinde ise;

“(1)Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2)Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.

(3)Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.”şeklinde düzenleme yapılmıştır.
2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. maddesinde yapılan değişiklik ile dava açılmadan önce sigorta şirketine başvurunun zorunlu olduğunun belirtilmesi, zarar görene seçimlik bir hak tanınmamış olması sebebiyle bu hususun HMK’nın 114/2.maddesinde belirtilen diğer kanunlarda düzenlenen dava şartları kapsamında değerlendirilmesi ve dava şartı niteliğinde olduğunun kabulü gerekir.

Ancak trafik kazaları bir tür haksız fiil olup dayanağını 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 49 vd. maddeleri ve Karayolları Trafik Kanunundan alır.

2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 91/1. maddesinde, “İşletenlerin, bu kanunun 85/1 maddesine göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur”; 85/1 maddesinde, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.”; 85/ son maddesinde ise, “işleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.” hükümlerine yer verilmiş, zarar verenlerin birden fazla olması halinde 88.maddede motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunların müteselsilen sorumlu tutulacakları belirtilmiştir.

Karayolları Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarının A-1.maddesinde de; “Sigortacı bu poliçede tanımlanan motorlu aracın işletilmesi sırasında bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına sebebiyet vermesinden dolayı 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre işletene düşen hukuki sorumluluğu, zorunlu sigorta limitlerine kadar temin eder” şeklinde ifade edilmiştir. Bu hale göre zarara neden olan aracın işletenin sorumluluğunun üzerine alan zorunlu mali sorumluluk sigorta şirketi de üçüncü şahısların zararından işleten ve sürücü ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Haksız fiiller meydana geldikleri anda hukuki sonuç doğurur ve zarara neden olanların zararı tazmin borcu haksız fiil tarihinde ortaya çıkar. Haksız fiilin unsuru olan zarar, zarar görenin malvarlığında rızası dışında meydana gelen azalma ile zarar verici fiil olmasa idi bulunacağı durum arasındaki farktır ve zarar haksız fiilin meydana gelmesi ile gerçekleşmiş sayılır. Zarar verenin ve diğer sorumluların zararı tazmin yükümlülüğü herhangi bir ihbara ve ihtara gerek kalmaksızın olay tarihinde doğar. Haksız fiile bağlanan hukuki sonuçlar haksız fiil tarihi esas alınarak belirlenir ve bu sebeple haksız fiillerde olay tarihinde yürürlükte bulunan hukuk kuralları uygulanır.

Dava konusu somut olaya gelince olay, 05/.08/.2015 tarihinde meydana gelmiş, dava ise 04.05.2016 tarihinde açılmış, dava açmadan önce davacının zararı tazmin istemi ile davalı sigortaya 26/01/2016 tarihinde başvuru yaptığı görülmüştür

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. maddesinde;“Zarar gören, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı talepte bulunabileceği gibi dava da açabilir” hükmü mevcut olup, zarar görene seçimlik bir hak tanınmış, dava açmadan önce sigorta şirketine başvurunun zorunlu olduğu belirtilmemiş, olay tarihinden sonra 26/04/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6704 Sayılı kanunun 5. maddesiyle yapılan değişiklik ile zarar görenlere dava açmadan önce sigorta şirketine başvuru yapılması zorunlu hale getirilmiştir. Davacı zarar gören tarafından her ne kadar kanun değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra 04/05/2016 tarihinde dava açılmış ise de, davaya konu olayda kazanın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan kanunun uygulanması gerektiğinden, kaza tarihi itibarı ile sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır.

Açıklanan düzenlemeler gereğince kaza tarihi itibarı ile davacının sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamasına rağmen, davacı tarafından 26/01/2016 tarihinde zararın tazmini için sigortaya başvuru yapıldığı hususu da dikkate alınarak mahkemece işin esasına girilerek tarafların delillerinin toplanıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken dava şartı yokluğu sebebiyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüyle kararın kaldırılmasına, davanın esası ile ilgili delillerin toplanılarak ve değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi için dosyanın yeniden görülmek üzere mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan delil ve nedenlerle;

1-)Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/257 Esas, 2016/714 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA ,

2-) HMK’nın 353/1.a.6 maddesi gereğince tarafların davanın esası ile ilgili olarak sundukları delillerin toplanarak yeniden görülmek üzere üzere dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

3-)İstinaf başvurma harcı dışında, alınan 31,40TL istinaf karar ilam harcının istenmesi halinde davacıya iadesine,

4-)İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından istinaf kanun yoluna başvuran vekiline vekil ücreti takdirine yer olmadığına ,

5-)Davacı tarafca yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,

Dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda HMK’nun 362/1-a maddesi gereğince miktar itibariyle kesin olmak üzere, 31.05.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

BELİRSİZ ALACAK DAVASI- HUKUKİ YARAR YOKLUĞU NEDENİYLE USULDEN RED ZAMANAŞIMINI KESEN BİR NEDEN OLARAK KABUL EDİLEMEZ- ZAMANAŞIMI SÜRESİ DOLDUKTAN SONRA AÇILAN EK DAVANIN REDDİ GEREKİR

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/15434
KARAR:2018/25756

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : … 6. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ   : SENDİKA KANUNLARINDAN KAYNAKLANAN
MAHKEMESİ : … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, kapanan … Belediye Başkanlığı’nın aidat borçları nedeniyle … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/15 esas sırasında ve kapanan … Belediye Başkanlığı’nın borçları nedeniyle de … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/16 esas sırasında kayıtlı belirsiz alacak davalarını açtıklarını ancak mahkemenin hukuki yarar yokluğundan davayı reddettiğini, bu arada … ve … Belediye Başkanlıklarının 6360 sayılı kanun hükümleri çerçevesinde kapandığını, tüm hak ve borçların davalı kuruma geçtiğini, kapanan belediyelerin aylık toplamlar halinde çizelgelerinin ilgili dosyalarda yer aldığını, davalı kurumun faiz de dahil olmak üzere, takip tarihi itibariyle toplam borcunun 51.278,75 TL olduğunu, davalı tarafın borcu olmadığına dair itirazının hiçbir haklı gerekçesi olmadığını ileri sürerek … İcra Müdürlüğü’ nün 2015/16 sayılı icra takibine yapılan itirazın iptali ile %20 den aşağı olmamak üzere icra- inkar tazminatı ve yargılama giderlerinin davalı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

İstinaf Başvurusu: İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı davalı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti : Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Temyiz:Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı davalı vekili temyiz kanun yoluna başvurmuştur.

Gerekçe:Dava, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 18. maddesi ile mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 61. maddesi kapsamında, sendika üyelik ve dayanışma aidat alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

6356 sayılı Kanun’un 18. maddesinin ikinci fıkrasına göre “Üyelik ve dayanışma aidatları, yetkili işçi sendikasının işverene yazılı başvurusu üzerine, işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili sendikaya ödenir.” Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre de “Yukarıdaki hükümlere göre ödenmesi gereken aidatı kesmeyen veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili işçi sendikasına ödemeyen işveren, bildirim şartı aranmaksızın aidat miktarını bankalarca İşletme kredilerine uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödemekle yükümlüdür.”

Mülga 2821 sayılı Kanun’un 61. maddesinin birinci fıkrasına göre ise “İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu gereğince sendikaya ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur.” Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ise “Yukarıdaki fıkra gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır.”

Belirtilen kanuni düzenlemelere göre, bir işyerinde veya işletmede toplu iş sözleşmesi yapmak için yetki belgesi alan işçi sendikasının, yetki belgesine konu işyeri veya işletmede çalışan üyesi işçilerin listesini ve sendika tüzüğüne göre üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını işverene bildirmesi ve bu listeye göre üyelik aidatının kesilmesini ve sendikaya ödenmesini istemesi gerekir.

Bu genel açıklamalar ışığında temyiz itirazlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Zamanaşımı, alacak hakkının belirli bir süre kullanılmaması sebebiyle dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve alacağın dava edilebilme özelliğini ortadan kaldırır.

Diğer taraftan sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları dönemsel özellik gösteren borçlardandır. Kanunda belirtilen şartların yerine getirilmiş olması şartıyla toplu iş sözleşmesinde aidat borcunun ödenme zamanına ilişkin hüküm mevcut ise bu hüküm uyarınca üyelik ve dayanışma aidatı borçlarının ödenme zamanı ve temerrüt tarihi belirlenmektedir. Bu itibarla, sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları yönünden zamanaşımı süresi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126. maddesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 147. maddesinin birinci bendi gereğince beş yıldır.

Somut uyuşmazlıkta, davacı sendika tarafından kapanan her iki belediye aleyhine belirsiz alacak davası niteliğinde açılan davalar mahkemece hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmiş ve daha sonra davacı sendika tarafından temyiz konusu işbu dava açılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava dilekçesinin davalıya tebliği sonrasında kanuni süresinde davaya karşı zamanaşımı defi ileri sürülmesine karşın mahkemece bu hususun dikkate alınmaması doğru olmamıştır.
Bu noktada Bölge Adliye Mahkemesi kararında yer alan, somut olayda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 158. maddesinin uygulanması gerektiği hususu değerlendirilmelidir. TBK’nun 158. maddesine göre “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.”

Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinde, eldeki davanın daha önce belirsiz alacak davası olarak açılması ve usulden reddedilmesi nedeniyle, bu durumun TBK’nun 158. maddesinde yer alan “davanın düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması nedeniyle reddedilmesi” ifadesi kapsamında değerlendirilecek bir husus olduğu belirtilmiştir.

Davacı sendika tarafından belirsiz alacak davası niteliğinde açılan ilk davalar, hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilmiştir. Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 E.K. sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir. Bu itibarla, davacı sendika tarafından daha önce açılan ve hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilen davalar, zamanaşımını kesen bir nitelik arz etmez ve ayrıca TBK’nun 158. maddesinin uygulanmasına da cevaz vermez.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında, ilk derece mahkemesi tarafından, davalının süresinde verdiği cevap dilekçesi ile zamanaşımı defini ileri sürdüğü gözetilerek, takip tarihi olan 06.04.2015 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süreye göre alacakların ve işlemiş faizin belirlenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.

Anılan hususlar gözetilmeksizin, eksik inceleme sonucunda ilk derece mahkemesince yazılı şekilde hüküm tesisi ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddi kararı hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç:Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılarak İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 29.11.2018 tarihinde oybirliğiyle olarak karar verildi.

DAVA DİLEKÇESİNDE FAZLAYA İLİŞKİN HAKLAR SAKLI TUTULMASI KISMİ DAVA ÖZELLİĞİ GÖSTERDİĞİNDEN HEM DAVA HEM ISLAH HEM DE EK DAVA YAPILDIĞI AÇILDIĞI TARİHTE AYRI AYRI ZAMAN AŞIMINI KESER.

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS: 2017/4902
KARAR: 2018/9494

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : …….. Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi

A)Davacı İstemi;
Davacı taraf iş kazası nedeniyle sigortalının ölümünden dolayı doğan maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir.
B)Davalıların Cevapları;
Davalı taraf davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
C)İlk Derece Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı:
“Dava iş kazası nedeni ile maddi tazminat istemine ilişkindir. iş kazası 08/01/2004 tarihinde gerçekleşmiştir.
…….. 9. İş Mahkemesinin 2006/307 E. – 2007/404 K. Sayılı Kesinleşen ilamı ile aynı taraflar arasında aynı iş kazasına ilişkin olay sebebi ile manevi tazminat istendiği bu dosyada davalı iş verenin DSİ’nin %70 , davacı işçinin %30 oranında kusurlu kabul edildiği ,kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2007/17986 – 20659 İlamı ile onandığı kusur oranının bu suretle taraflar için kesin hüküm ile belirlenmiş olduğu anlaşılmıştır.
…….. tarafından davacının sürekli iş göremezlik oranı % 60 olarak belirlenmiştir. Bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri bildirilmiştir.
Davacı davalı iş verene ait …….. 13. Bölge Müdürlüğünde …….. olarak çalışmakta iken meydana gelen iş kazası sonucu sağ elini kayıp ederek, sürekli iş göremez hale geldiğinden davalı iş veren işçinin zararından sorumludur. İşçiye ait kusur oranı ve geçici + sürekli iş göremezlik ödeneklerinin kurumca rücu edilebilecek kısmının indirilmesinden sonra davacının , karşılanmamış gerçek zararın 206.808,46 TL olarak hesap edildiği anlaşılmaktadır.
Ancak davacı gerçek zararının zaman aşımına uğramayan kısmını talep edebilir.
Dava haksız fiilden kaynaklandığından 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Birleşen dava ve ıslaha karşı süresinde davalı tarafça zamanaşımı itirazında bulunulmuştur. Davacı dava ve birleşen davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı bu sebeple zaman aşımının ilk davanın açıldığı tarihte kesilmiş olduğunu belirtmektedir. Ancak dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak sureti ile maddi tazminat istenilmiş olup , istek bu hali ile kısmi dava özelliği göstermektedir. Dolayısı ile hem dava hem ıslah hem de ek dava yapıldığı / açıldığı tarihte ayrı ayrı zaman aşımını keser. Bu sebeple dava 10 yıllık zaman aşımı süresinde açılmış ise de ; ıslah ve birleşen ek dava bu süreden sonra açıldığından zaman aşımına uğramıştır. ( Yargıtay 21. HD. 20/06/2016 tarih 2015/16005- 2016/10190 sayılı içtihat)
Buna göre iş kazasının tarihine , davacının sosyo ekonomik durumuna, maluliyet oranına nazaran davacının zaman aşımına uğramayan 30.000,00 TL ‘lik maddi tazminat isteğinin kabulüne , Zaman aşımına uğrayan ıslah ile artırılan kısım ile birleşen ek davanın reddine, olay haksız fiilden kaynaklandığından , olay tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına, böylelikle davanın kısmen kabulüne ilişkin dair , aşağıdaki şekli ile karar verilmiştir. ” şeklinde belirtilmiştir.
Hüküm Fıkrasında ise özetle;
“1-30,000,00 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 08/01/2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
2- Fazlaya ilişkin isteğin ve birleşen davanın reddine” karar verilmiştir.
D) …….. Başvurusu
Kararın davacı vekilince 02/12/2016 tarihli …….. dilekçesiyle, davalı vekilince ise 01/12/2016 tarihli süre tutum ve 18/01/2017 tarihli gerekçeli …….. dilekçesiyle, …….. kanun yoluna götürüldüğü anlaşılmaktadır. .
E)…….. Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı ;
“Davalı vekili gerekçeli …….. dilekçesini, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 8 günlük yasal süresinden sonra vermiştir.
Davalı vekilinin gerekçeli …….. dilekçesini gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 8 günlük yasal süresinden sonra verdiği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırı bir husus da saptanmadığı anlaşılmaktadır.
Davacının ……..ı yönünden ise, taraflar arasında davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılmadığı, buna bağlı olarak ıslah ile artırılan ve ek dava ile istenilen miktarların zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konularında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Belirsiz alacak davası 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir. Aynı Kanunun 109. maddesinde ise, kısmi dava düzenlenmiş olup, buna göre de talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir. Dava açıldığı tarihte 6100 sayılı Kanun yürürlükte bulunup, maddi tazminat istemli davanın niteliğine göre belirsiz alacak davası veya kısmi dava olarak açılması mümkündür. Bu gibi durumlarda, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığından söz edebilmek için dava dilekçesinde açıkça buna dayanıldığının belirtilmesi ya da dava dilekçesinin içeriğinden kısmi dava değil, belirsiz alacak davası olarak açıldığının anlaşılması gerekir.
İş kazası sonucu oluşan maddi zararın miktarı yalnızca zarar görenin iradesi ile belirlenmez. Maddi tazminatın miktarı, tarafların kusur oranı, sorumluluk koşulları, zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, işgörebilirlik çağı, işgöremezlik oranı, Kurumca bağlanan gelirin peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmesine bağlıdır. Öte yandan, maddi tazminat davasında kusur oranlarının belirlenmesi için bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği gibi tazminatın hesaplanması için ayrı bir bilirkişi incelemesi de yaptırılması gerekir. O halde, iş kazası sonucu zarar gören davacının, davanın açıldığı tarihte tazminat alacağının miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği anlaşılmakla davacının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği gibi maddi zararının belirlenmesi için 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.
Belirsiz alacak davası ise, mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır. Maddenin gerekçesine göre ise, alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu konuda rastgele bir miktarı talep etmesi doğru olmaz. Örneğin, işveren ve…….. Kurumu kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir işçi, çalışma süresini 12 yıl ve ücretini net 2.000,00.-TL olarak açıklamak suretiyle kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre belirlenebilen miktar talep edilmelidir. Başka bir anlatımla, tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00.-TL) gösterilmesi halinde, davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru olmaz.
Tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında, işverenin vereceği cevap, ön inceleme aşamasında bu yönde uzlaşı veya tahkikat aşamasında belirsizlik ortadan kalktığında, 6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesine göre davacı miktarı arttırabilir ve alacağın tümünün tahsilini talep edebilir. Bu aşamada iddianın genişletilmesi yasağı devreye girmez.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesine göre, alacak belirli hale geldiğinde artırım, sadece bir kez yapılabilir. İkinci kez artırım yapılmak istenirse, iddianın genişletilmesi yasağı ile karşı karşıya kalınır.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 157. maddesi uyarınca, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Bu nedenle yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, davacının talep artırım dilekçesi üzerine ileri sürülen zamanaşımı definin de sonuca bir etkisi olmaz.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir. Belirtmek gerekir ki, belirsiz alacak davasının alacaklıya sağladığı bütün imkanlar bir tek tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında ortaya çıkar.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği 6100 sayılı Kanun’un 107/3. maddesinde kabul edilmiş olmakla, davanın miktar belirtmeden açılması da imkan dahilindedir. Bu halde hukuki yarar yokluğu ile ilgili tartışmalara mahal vermemek için, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin son cümlesinde, belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın bulunduğu ifade edilmiştir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesinde açıklanmıştır.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine 6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde uygulama alanı bulabilir. Ancak, belirsiz alacak tespit davasında yapılan yargılama ile alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın tahsili talep edilebilir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır. Belirsiz alacak davası ile kesilmiş olan zamanaşımı yargılama sırasındaki işlemler ve hakimin her kararı ile kesileceğinden ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı defi sonuca etkili değildir.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesine göre, belirsiz alacak davasının, kısmen eda davasıyla birlikte külli tespit davası olarak da açılabilmesi imkan dahilindedir. O halde, belirsiz alacak davasında bir miktarın tahsili yanında, kalan tutarın tespiti istenebilecek ve yargılama sırasında belirlendiğinde kalan miktar da talep edilebilecektir.
Bunun tam eda davasından farkı, belirlenebilen miktarın talebi yerine, kısmi bir miktarın istenebilmesidir. Örneğin belirsiz bir alacak için alacaklı tarafından belirsiz alacak davası açıldığında ve 100,00.-TL için tahsil, kalan miktarı için ise alacağın tespiti istendiğinde kısmi eda külli tespit davasından sözedilir. Zira, alacaklı işveren veya resmi kurum kayıtlarında geçen belirleyebildiği miktarı davaya konu etmek yerine, farazi bir miktar için talepte bulunmuştur. Sözü edilen davanın kısmi davadan farkı ise, alacaklının kısmi dava açtığını belirtmeksizin belirsiz alacak davasından söz ederek taleplerde bulunmasına dayanır. Yukarıda açıklandığı üzere belirsiz bir alacak için alacaklının açıkça kısmi dava açtığını belirterek talepte bulunması veya belirsiz alacaktan söz edilmeksizin kısmi taleplerde bulunulması halinde davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilir.
Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle, yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmının sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.
Somut olayda, davacı vekili 15.07.2013 havale tarihli dava dilekçesinde, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını açıkça belirtmiştir. Ayrıca, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna göre alacak miktarının artırılması talepli dilekçesinde de, “belirsiz alacak davasındaki” taleplerini artırdığını belirterek, davasının belirsiz alacak davası olduğunu açıkça beyan etmiştir. Dava dilekçesinin içeriğine göre, bu davanın kısmi eda külli tespit davası olduğu açıktır. Kısmi eda külli tespit davası açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesileceğinden, Mahkemenin yargılama sırasındaki işleminden veya hakimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağı için yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Hal böyle olunca Mahkemece, ıslah edilen miktar ile birleşen ek davanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” şeklindedir.
Hüküm Fıkrasında ise özetle;
“6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-2. maddesi gereğince;
1-Davalının ileri sürdüğü …….. sebepleri yerinde görülmediğinden ESASTAN REDDİNE,

2-Davacının …….. başvurusunun kabulü ile ilk derece Mahkemesi kararının KALDIRILMASINA,
3-a)DAVANIN KABULÜNE, 165.000,00.-TL maddi tazminatın olay tarihi olan 08/01/2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
b)BİRLEŞEN DAVANIN KABULÜNE,
41.808,46.-TL maddi tazminatın olay tarihi olan 08/01/2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,” karar verilmiştir.
F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe;
Dava, sigortalının iş kazasından maluliyete uğraması nedeniyle maddi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Somut olayda öncelikle çözüme kavuşturulması gereken konu uygulanması gereken …….. süresi ile davalı vekilinin gerekçeli …….. dilekçesini süresinde sunup sunmadığı noktasıdır.
Bilindiği üzere yerel mahkemenin karar tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 8/2.maddesine “…….. yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür”. Aynı Kanunun 15. maddesine göre ise bu Kanunda açıklık bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Kanunun hükümleri uygulanıcağına işaret edilmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre ise kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).
Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal“ olarak anlaşılması zorunludur.
Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veye gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
O halde, somut olayda her ne kadar kısa karar 25/11/2016 tarihli celsede tefhim edilmiş ise de; kararın tüm unsurları ile beraber tefhim edilmediği ve …….. kanun yolu süresinin kararın tebliğinden itibaren işleyeceği açıktır.
6100 sayılı HMK’nun 343/1.maddesine göre “…….. dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebilir. …….. dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse, o mahkemece …….. mahkemesi başvuru defterine kaydolunur ve başvurana ücretsiz bir alındı belgesi verilir.” aynı maddenin 3. fıkrasının yollamasıyla uygulanan 118. madde hükmü gereğince …….. dilekçesinin kaydedildiği tarih itibariyle …….. başvurusunun yapılmış sayılacağı açıktır.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
Nitekim davacı ve davalı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sundukları …….. yoluna başvurularına dair süre tutum dilekçeleri ile kararı …….. ettiklerini beyan ettikleri anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K sayılı ilamında da belirtildiği üzere;
1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu………… Sözleşmesinin (……..) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse …….. düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
HMK’nın 27’nci maddesi uyarınca;
“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”.
Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla “iddia ve savunma hakkı” olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.
Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum “silahların eşitliği ilkesi” olarak da ifade edilmektedir…………. Sözleşmesi’nin (……..) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine ……..’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, …….. Mahkemesinin …….. başvurusunu incelediği 03/05/2017 tarihi itibariyle dosya kapsamına girmiş ve kararın tebliği tarihinden itibaren de makul bir süre içerisinde sunulmuş olan davalı …….. isteminin gerekçelerini içeren 18/01/2017 tarihli dilekçesi incelenmek suretiyle, davalının …….. talebi yönünden de işin esasına geçilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde davalı …….. başvurusunun gerekçelerinin 8 günlük sürede ibraz edilmemesi ve kamu düzenine bir aykırılık da olmadığına işaretle davalı …….. isteminin esastan reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.
…….. Mahkemesince yapılacak iş, davalı vekilinin gerekçeli …….. sebeplerinin makul süre içerisinde sunulduğu değerlendirmek suretiyle gerekçeli …….. başvurusu hakkında bir karar vermekten ibarettir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve davalı vekilinin bu aşamada temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin …….. Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz olunan …….. Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın davalı vekilinin gerekçeli …….. dilekçesi incelenmek üzere …….. Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 20/12/2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Exit mobile version