FİİLİ İFRAZ- DAVALININ BU YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 1998/6–37
K. 1998/123
T. 18.2.1998

743/m.2,659

ÖZET : Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir.

Davalının bu yeri uzun süreden beri kullanmış olması taksimin varlığını göstermez. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir.

Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemiyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez.

Davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

DAVA VE KARAR: Taraflar arasındaki “önalım ( şufa ) “davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Harmancık Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.6.1997 gün ve 1997/38 – 78 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 6.10.1997 gün ve 1997/7265 – 7504 sayılı ilamı; ( … Dava şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazdaki payın iptali ve tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip herbir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması M.K’.nun 2. maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.2.1951 gün 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alması gerekir. Savunmanın tevsili bu gibi durumlarda söz konusu değildir. Davanın bu bakımdan reddi gerekir.

Olayımızda: Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmazda davacı 1/3 pay sahibidir. Diğer pay sahipleri ise davacının kardeşleri olan Ahmet Özkan ve Adil Özkan’dır. Diğer paydaşlar 1/3 er paylarını davalı Kamil Uçar’a 14.2.1997 tarihinde satmışlar davacı 7.3.1997 tarihinde süresi içinde bu davayı açmıştır.

Davalı, davacı ve kardeşlerine ait bu yerin bir kısmını 13 yıl önce haricen satın aldığını o tarihten beri de yol olarak kullandığını daha sonra 14.2.1997 tarihinde satışın resmi senede bağlandığını bu nedenle davanın reddedilmesi gerekeceğini savunmuştur. Mahkemece daha önce pay sahipleri arasında özel bir taksimin mevcut olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir. DAVALININ BU YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir. Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemeyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez. Buna göre davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki karar direnilmiştir.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.

İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYETTE PAYDAŞLARDAN BİRİ ÖTEKİ PAYDAŞLARIN OLURLARINI ALMADAN VEYA MİRAS ŞİRKETİNE TEMSİLCİ ATANMADAN TEK BAŞINA ORTAK TAŞINMAZDAN YARARLANMASINA ENGEL OLAN PAYDAŞ ALEYHİNE ELATMANIN ÖNLENİLMESİ DAVASI AÇABİLİR

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2000/5834
K. 2000/5717
T. 8.5.2000

DAVA : Davacı- Davalı tarafından, davalı-davacı aleyhine açılan elatmanın önlenmesi davasının yapılan yargılamasında, Mahkemece davanın reddine dair verilen kararın davacı-k. davalı tarafından temyizi üzerine dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava, paydaşın paydaş aleyhine açtığı elatmanın önlenmesi isteğine ilişkindir.

Bilindiği üzere;paylı mülkiyette taşınmazdan yararlanamıyan paydaş, engel olan öteki paydaş veya paydaşlardan payına vaki elatmanın önlenilmesini herzaman istiyebilir. HATTA İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYETTE DAHİ PAYDAŞLARDAN BİRİ ÖTEKİ PAYDAŞLARIN OLURLARINI ALMADAN VEYA MİRAS ŞİRKETİNE TEMSİLCİ ATANMADAN TEK BAŞINA ORTAK TAŞINMAZDAN YARARLANMASINA ENGEL OLAN PAYDAŞ ALEYHİNE ELATMANIN ÖNLENİLMESİ DAVASI AÇABİLİR.

Ancak, o paydaşın, payına karşılık çekişmesiz olarak kullandığı bir kısım yer varsa açacağı elatmanın önlenilmesi davasının dinlenme olanağı yoktur. Yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarına ve aynı doğrultudaki bilimsel görüşlere göre payından az yer kullandığını ileri süren paydaşın sorununu elatmanın önlenilmesi davası ile değil, kesin sonuç getiren taksim veya şuyun satış yoluyla giderilmesi davası açmak suretiyle çözümlemesi gerekmektedir.

Öte yandan, yurdumuzda sosyal ekonomik nedenlerle kırsal kesimlerden kentlere aşırı akım, nüfus çoğalması, büyük mesken ve işyeri ihtiyacı nedeniyle hızlı yapılaşma karşısında görevli mercilerin aciz kalmaları veya çeşitli nedenlerle göz yummaları sonucu, izinsiz, ruhsatsız, resmi kayıtlara bağlanmayan büyük yerleşim alanları oluştuğu, bu arada paylı taşınmazların tapuda resmi ifrazları yapılmadan paydaşlar arasında haricen veya fiilen taksim edilip üzerlerine büyük mahalleler hatta beldeler yapıldığı bir gerçektir. Bilindiği üzere M.K.nun 634, B.K.nun 2l3, T.K.nun 26. maddeleri hilafına tapulu taşınmazlarda harici veya fiili taksim ile payların mülkiyeti ana taşınmazdan ayrılamaz. Nevarki, taşınmazın kullanma biçimi tüm paydaşlar arasında varılan bir anlaşma ile belirlenmiş yada fiili bir kullanma biçimi oluşmuş, uzun süre paydaşlar bu durumu benimsemişlerse kayıtta paylı, eylemsel olarak ( fiilen) bağımsız bu oluşumun tapuda yapılacak resmi taksime veya şuyun satış suretiyle giderilmesine yahut o yerde bir imar uygulaması yapılmasına kadar korunması, ” akte vefa” kuralının yanında M.K.nun 2. maddesinde düzenlenen iyi niyet kuralının da bir gereğidir. Aksi halde, pekçok kimse zarar görecek toplum düzeni ve barışı bozulacaktır.

O halde, paydaşlar arasındaki elatmanın önlenilmesi davalarında öncelikle tüm paydaşları bağlayan harici bir taksim sözleşmesi ve özel bir parselasyon planın olup olmadığı veya fiili kullanma biçiminin oluşup oluşmadığı üzerinde özenle durulmalı, varsa çekişmeli yerin kimin kullanımına terk edildiği saptanılmalı, harici veya fiili taksim yoksa uyuşmazlık yukarıda değinildiği gibi, M.K.nun müşterek mülkiyet hükümlerine göre çözümlenmelidir.

Somut olaya gelince; çekişmeli taşınmazın tarafların müşterek murisi Rıza Dağhan mirasçıları adına kayıtlı olduğu, murisin l943 te öldüğü taşınmazın iştirak halinde olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak, iştirak halinde mülkiyete konu teşkil eden taşınmazlarda bir iştirakçinin diğer iştirakçi aleyhine açtığı davada müşterek mülkiyet hükümlerinin uygulanacağı kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler çerçevesinde araştırma yapılması bütün paydaşlar arasında çekişmeli yerin yol olarak bırakıldığı yönünde bir anlaşmanın yapılıp yapılmadığı veya kullanma biçiminin oluşup oluşmadığının açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, dava şartı yokluğu gerekçesiyle davanın reddi doğru değildir.

SONUÇ: Davacı-karşı davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine 8.5.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FİİLİ TAKSİMİN KOŞULLARI- ŞUFALI PAYIN İPTALİ VE TESCİLİ DAVASI- TAPU İPTALİ VE TESCİL

T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/576
K. 2002/830
T. 11.2.2002

ÖZET: Fiili taksimin varlığını kabul edebilmek için, her bir paydaşın elinde taşınmazın belirli bir kesiminin bulunması ve uzun süreden beri paydaşların çekişmesiz olarak taşınmazdan bu şekilde yararlanmalarını sürdürmeleri gerekir.

DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı şufa davasına dair karar davacı tarafından süresi içinde duruşmalı olarak temyiz edilmiş ancak dava değeri itibariyle duruşmalı işlerden olmadığından duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava şufalı payın iptali ile davacı adına tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, dava dilekçesinde müvekkilinin dava konusu 50 nolu parselde paydaş olup davalının diğer paydaşların hissesini bağış suretiyle devraldığını, yapılan işlemin gerçekte satış olduğunu belirterek şufalı payın iptali ile davacı adına tescilini talep etmiştir.

Davalı vekili, yapılan işlemin bağış olmadığının kanıtlanamadığını, bağış için akrabalık ilişkisinin zorunlu olmadığını kaldı ki bağışlayanlardan Sultan Ç’ın da müvekkilinin eşi olduğunu, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece taşınmazın fiilen taksim edilmiş olması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dava konusu 50 nolu parselin paydaşları Sultan Ç, İbrahim D. ve Emine K. taşınmazdaki toplam 8/352 paylarını 17.10.1996 tarihinde bağış suretiyle davalıya devretmişlerdir. Dava 1.11.1996 tarihinde açılmakla süresindedir. Davalı yapılan işlemin satış olduğuna ilişkin mahkeme kararının gerekçesini temyiz etmediğine göre işlemin satış olduğu hususu kesinleşmiş bulunmaktadır. Bütün sorun taşınmazın paydaşları arasında fiilen taksim edilip edilmediği konusunda toplanmaktadır. Fiili taksimin varlığını kabul etmek için her bir paydaşın elinde taşınmazın belirli bir kesiminin bulunması ve uzun süreden beri paydaşların çekişmesiz olarak bu şekilde yararlanmalarını sürdürmeleri gerekir. Davalının taşınmazın fiilen taksim edildiğine dair belirgin bir savunması bulunmadığı gibi davalı tanıklarının da bu konuda bir beyanları yoktur. Mahkemece yapılan keşifte mahalli bilirkişinin beyanları doğrultusunda fen bilirkişisi davalının taşınmaz içinde 1006.25 m2 yer kullandığını raporunda belirtmiştir. Taşınmazın diğer kısımlarını paydaşlardan sadece bir bölümü kullanmakta olup, davacının taşınmazda müstakilen kullandığı bir yer bulunup bulunmadığı yeterince araştırılmamıştır.

Bu husus üzerinde durulmadan noksan inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması hatalı olmuştur.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle temyiz itirazlarının kabulü ile H.U.M.K. nun 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA ve istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine 11.2.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ÖNALIM HAKKI- ŞUFALI PAYIN İLİŞKİN OLDUĞU TAŞINMAZIN PAYDAŞLARCA ÖZEL OLARAK TAKSİM EDİLİP HER BİR PAYDAŞIN BELİRLİ BİR KISMI KULLANMASI –

T.C.
YARGITAY
6.HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2001/9712
KARAR: 2002/1375
TARİH: 5.3.2002

ÖZET:1 – Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz, paydaşlarca özel olarak taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken, bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satış zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması objektif iyi niyet kuralı ile bağdaşmaz.

2 – Paydaşların, taşınmazın çeşitli yerlerine evlerini inşaa etmeleri, kalan bölümü narenciye bahçesi olarak hisseleri birbirinden belirli bir şekilde ayıran çit ve tel örgü gibi sınır işaretleri olmaksızın, bir bütün olarak birlikte kullanılmaları durumunda taksimin varlığının kabul edilmesi hatalıdır.

DAVA : Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan şufa davasına dair kararın temyiz incelemesi duruşmalı olarak davacı tarafından süresi içinde istenilmekle dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Dava şufalı payın iptal ve tescil istemine ilişkindir. Mahkeme davayı reddetmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip her bir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, satıcı zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması MK.2. maddesinde yer alan objektif iyi niyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.2.1951 gün ve 17/1 sayılı içtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alması gerekir. Savunmanın tevsii bu gibi durumlarda söz konusu değildir. Davanın bu bakımdan reddi gerekir.

Olayımızda: Davacı şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazda paydaş olduğunu, paydaşlardan Aziz’in 1/8 payını 18.9.1998 tarihinde davalıya tapuda 10.000.000.000.-TL bedelle sattığını, bedelde muvazaa yapıldığını, gerçek satış bedelinin 2.500.000.000.-TL olduğunu, şufalı payın iptali ile adına tescilini istemiştir. Davalı şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazın paydaşları arasında taksim edildiğini, bedelde muvazaa yapılmadığını, davanın reddini savunmuştur. Mahkeme fiili taksim savunmasına itibar ederek davan m reddine karar vermiştir.

Dava konusu 68 parsel sayılı taşınmaz 46.900 m2 olup, 7 paydaş arasında paylı bulunmaktadır. Davalının fiili taksim savunması doğrultusunda yapılan keşiflerde düzenlenen bilirkişi raporlarından dinlenen tanık ifadelerinden ve tüm dosya kapsamından paydaşların 46.900 m2’lik taşınmazın muhtelif yerlerine evlerini inşaa ettikleri, kalan bölümün narenciye bahçesi olarak hisseleri birbirinden belirli bir şekilde ayıran çit ve tel örgü gibi sınır işaretleri olmaksızın bir bütün olarak birlikte kullandıkları anlaşılmaktadır. Davalının bayii Aziz’in 1991 yılında satın aldığı 1/8 hisseyi diğer hissedarlardan ayırarak kullanmaya başlaması ve o şekilde davalıya sattığını açıklaması, tanıkların soyut bir şekilde her paydaşın yerinin belli olduğunu belirtmeleri fiili taksimin yapıldığını göstermez, ileri sürülen bu taksimin ne zaman, kimlerin katılımıyla ne şekilde yapıldığı her bir paydaşın belli ve muayyen bir yeri kullandığı hususları ispatlanmamıştır. Bu durumda taşınmazın taksim edildiği kabul edilemez. Mahkemenin taksimin varlığını kabul ile davayı reddetmesi doğru değildir.

Ancak; tapuda pay 10.000.000.000.-TL bedelle satıldığı halde davacı payın 2.500.000.000.-TL’den devredildiğinden bahisle bedelde muvazaa iddiası ile dava açtığından bu iddiasının aktin tarafı olmadığından her türlü delil ile ispatlanması gerekir. Davacının dinlettiği tanıklar satış bedelinin ne kadar olacağı yönünde tahmini beyanlarda bulundukları gibi yapılan keşiflere belirlenen bedeller dahi davacının iddiasını kanıtlar durumda değildir. Bu durumda şufa bedeli olarak tapudaki satış bedeli dan 10.000.000.000.-TL harç ve masraflar tutarının esas alınması gerekir. Davacıdan bu bedel üzerinden şufa hakkını kullanmak isteyip istemediği sorularak kabul ettiği takdirde bu bedelin depo edilmesi için davacıya münasip süre verilmesi ve sonucuna göre karar verilmesi icap ettiğinden hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç : Yukarıda açıklanan nedenle hükmün ( BOZULMASINA ), davacı yararına takdir edilen 60.000.000.-TL duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 5.3.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İPOTEĞİN KALDIRILMASI- AİLE KONUTU ŞERHİ KONULMASI

TC
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS: 2017/6349
KARAR:2018/12283

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İpoteğin Kaldırılması-Aile Konutu Şerhi Konulması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından ipoteğin kaldırılması davasına yönelik olarak temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı malik olmayan eş, aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, malik olan davalı eş tarafından “açık rızası alınmadan” davalı kooperatif lehine ipotek ettirildiğini ileri sürerek, aile konutu üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.
Mahkemece ipotekten davacının haberi olduğu, açık rızanın bulunduğunun kabulü gerektiği ve koopeteratif’in kötü niyetinin ispatlanamadığı gerekçesiyle ipoteğin kaldırılması davasının reddine karar verilmiştir.

Türk Medeni Kanunu’nun 193. maddesi hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte Türk Medeni Kanunu’nun 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü “aile birliğinin korunması” amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin “açık rızası bulunmadıkça” aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.

Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunu devredemez. Bu işlem ” ancak diğer eşin açık rızası alınarak” yapılabilir.
Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak da verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “açık” olması gerekir.

Bu açıklamalar ışığından somut olayda dosya kapsamından, davacı ile davalı eş … dava konusu taşınmazı aile konutu olarak kullandıkları, davalı …’ın davacı eşin “açık” razısı olmadan işbu taşınmaza diğer davalı lehine ipotek tesis ettirdiği anlaşılmaktadır. Hukuk Genel Kurulu’nun 15.04.2015 tarih ve 2013/2-2056 esas, 2015/1201 karar sayılı kararında açıkça ifade edildiği ve Dairemizce de aynen benimsendiği üzere eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır.

Eş söyleyişle eşin “açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Gerçekleşen bu durum karşısında yukarıda açıklanan yasal düzenleme ile ilkelere uygun değerlendirme yapılarak ipoteğin kaldırılmasına yönelik davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 01.11.2018(Prş.)

AİLE KONUTUNA KONULAN İPOTEĞİN KALDIRILMASI -MÜŞTEREK ÇOCUKLARIN KULLANDIĞI KREDİYE TEMİNAT OLARAK AİLE KONUTUNA İPOTEK KONULMASI-AİLE KONUTUNA İPOTEK KONULURKEN EŞİN AÇIK RIZASININ ARANMASI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS NO. 2013/2-2056
KARAR NO. 2015/1201
KARAR TARİHİ. 15.4.2015

4721/m. 193, 194/1

Eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Aile konutu şerhi konulmuş olmasa da eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir. Eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörülmemiştir. Sözkonusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir.

Somut olayda, davalı eş dava konusu aile konutu üzerinde diğer davalı banka lehine ipotek tesis etmiş, bu işlem sırasında davalı banka tarafından davacı eşin açık rızası alınmamıştır. İpotek işleminin, davacı ve davalı eş ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediye teminat teşkil etmek üzere kurulmuş bulunmasının da önemi bulunmamaktadır. Yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; ipotek işleminin kurulmasına neden olan, davacı ve davalı eş ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediden ve dolayısıyla da ipotek işleminden davacı eşin haberdar olmadığını kabul etmenin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. İpoteğin kaldırılması isteminin kabulüne karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki “ipoteğin kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Küçükçekmece 2. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 27.07.2011 gün ve 2011/29 E. 2011/964 K. sayılı kararın incelenmesi davalılardan T.V. Bankası T.A.O. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 15.10.2012 gün ve 2011/23336 E. 2012/24471 K. sayılı ilamı ile;

“… Davacının eşi olan davalılardan M.’in adına tapuda kayıtlı olan ve aile konutu olarak kullanılan taşınmaz üzerine 30.11.2007 tarihinde dava dışı A. Makine ve Boya Sanayi Limitet Şirketinin kullandığı kredinin teminatını teşkil etmek üzere ipotek tesis edildiğinde çekişme bulunmamaktadır. Dava dışı şirketin ortakları arasında davacı ve davalı eş M.’in müşterek çocukları olan M. ve S. da bulunmaktadır. M. ve S., dava konusu taşınmazda davacı ve davalı M. ile birlikte oturmaktadır. İpotek işlemi, davacı ve davalı eş ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediye teminat teşkil etmek üzere kurulmuş bulunmasına göre, M. ve S.’ın annesi olan davacının ipotek işlemini bilmemesi hayatın olağan akışına aykırı düşer. Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanımını hukuk düzeni korumaz (TMK.md.2). Davacının, Türk Medeni Kanununun 194. maddesindeki korumadan faydalanmasına imkan bulunmamaktadır. Davanın reddi gerekirken, yazılı gerekçe ile kabulü doğru görülmemiştir…”

Gerekçesiyle oyçokluğu ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı vekili, müvekkili ile davalının 15.06.1982 tarihinden bu yana evli olduklarını, davalı eş adına tapuda kayıtlı olup 1997 yılından itibaren müşterek çocukları M.P. ve S.P. ile birlikte yaşadıkları ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 194. maddesi anlamında aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, davalı eş tarafından müvekkilinin bilgisi ve muvafakati dışında, dava dışı A. Makine Boya San. Tic. Ltd. Şti. ile diğer davalı T.V. Bankası T.A.O. arasında imzalanan kredi sözleşmesinin teminatı olarak davalı banka lehine ipotek ettirildiğini, kredi borcunun ödenmemesi üzerine davalı bankaca başlatılan icra takibi üzerine bu durumdan haberdar olunduğunu, davalıların kötüniyetli olduklarını, müvekkilinin ipotek işlemine açıkça muvafakatinin bulunmadığını ileri sürerek, aile konutu üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasını ve icra takibinde taşınmazın satışının teminatsız olarak durdurulmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı T.V. Bankası T.A.O. vekili, dava konusu taşınmazın tapu kaydında aile konutu olduğuna dair bir şerhin bulunmadığını, müvekkili bankanın iyiniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Davalı M.P., yapılan usuli tebligata rağmen yargılamalara katılmamıştır. Mahkemece, TMK’nın 194/1. maddesinde eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlamanın aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı, üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının herhangi bir öneminin bulunmadığı, eldeki davada davacı eşin rızası alınmaksızın aile konutunun ipotek olarak davalı eş tarafından gösterilmesinin TMK’nın 194/1 maddesine aykırılık teşkil ettiğinden bahisle davanın kabulü ile dava konusu aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına dair verilen karar, davalı T.V. Bankası T.A.O. vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle oyçokluğu ile bozulmuştur.

Mahkemece, önceki gerekçelerle ipoteğin kaldırılmasına dair ilk kararda direnilmiştir. Direnme kararı, davalı T.V. Bankası T.A.O. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ipotek işleminin davacı ve ipotek veren davalı ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediye teminat teşkil etmek üzere kurulmuş bulunmasına göre, bu hususun davacının ipotek işleminden haberdar olup bu işleme muvafakat ettiği anlamına gelip gelmediği noktasında toplanmaktadır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.”

Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi konulmuş olmasa da eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğu için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.

TMK’nın 193. maddesi ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte TMK’nın 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü, “aile birliğinin” korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.

Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun ipotek edilmesi gibi tek başına bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir.

TMK’nın 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle sözkonusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “açık” olması gerekir (GÜMÜŞ, Mustafa Alper, Türk Medeni Kanununun Getirdiği Yeni Şerhler; Vedat Kitapçılık, İstanbul 2007, Birinci Basıdan İkinci Tıpkı Bası, 41-42 sh.).

Her ne kadar ipotek doğrudan doğruya aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyorsa da, hak sahibi eşin kötüniyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi nedeniyle ipotek işlemine diğer eşin açık rızası şarttır.

Somut olayda, davalı eş dava konusu aile konutu üzerinde diğer davalı banka lehine ipotek tesis etmiş, bu işlem sırasında davalı banka tarafından davacı eşin açık rızası alınmamıştır. Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde ipotek işleminin, davacı ve davalı eş ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediye teminat teşkil etmek üzere kurulmuş bulunmasının da önemi bulunmamaktadır. Bu durumda, TMK’nın 194/1 maddesi eşin açık rızasını aradığından, yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında bir kısım üyelerce; ipotek işleminin kurulmasına neden olan, davacı ve davalı eş ile aynı çatı altında oturan müşterek çocukların kullandığı krediden ve dolayısıyla da ipotek işleminden davacı eşin haberdar olmadığını kabul etmenin hayatın olağan akışına aykırı olduğu ileri sürülmüş ise de yukarıda açıklanan nedenlerle bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir. Hal böyle olunca, mahkemece, yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın kabulüne karar verilmesi ve bu kararda direnilmesi usul ve yasaya uygun olup; direnme kararının onanması gerekir.

SONUÇ : Davalı T.V. Bankası T.A.O. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerden ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (13.637,70 TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 15.04.2015 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

AİLE KONUTUNUN EŞİN RIZASI ALINMADAN ÜÇÜNCÜ KİŞİYE SATILMASI- ÜÇÜNCÜ KİŞİNİN İYİ NİYETLİ OLUP OLMADIĞININ HER HANGİ BİR ÖNEMİNİN BULUNMADIĞI

T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2016/20910
KARAR NO. 2016/14532
KARAR TARİHİ. 8.11.2016

4721/m. 194

ÖZET : Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyi niyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır. Bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.

Eş söyleyişle eşin “açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Hal böyle olunca, mahkemece davanın kabulüne karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı ve davalılardan biri tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacı kadın, aile konutu olduğu ileri sürülen taşınmazın, davalı eş tarafından diğer davalıya satıldığını, davalı adına olan tapu kaydının iptali ile satış işlemi öncesinde olduğu gibi taşınmazın davalı eş adına tescilini ve taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulmasını talep etmiş, mahkemece “tapu kayıt maliki ile devralanın kardeş olması ve davacının da bu durumdan haberdar olmamasının hayatın olağan akışına ters olduğu, asli müdahilin davalıdan kambiyo senedine dayalı alacağının olduğu ve taşınmazın aile konutu olduğunun ispatlanamadığı” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” Türk Medeni Kanunu madde 194 hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır (HGK. nun 15.04.2015 tarih E.2013/2-2056-K.2015/1201 Sayılı kararı). Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “emredici” niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.

Somut olayda, davaya konu taşınmazın aile konutu olmadığına ya da davacı kadının satış işlemine açık rızasının bulunduğuna yönelik bir savunma bulunmamaktadır. Davalı eş davaya konu aile konutunu diğer davalı İ.. A…’e satmış, bu işlem sırasında davalı tarafından davacı eşin açık rızası alınmamıştır.

Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde eşin “açık rızası” alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin “açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Hal böyle olunca, mahkemece yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkelere uygun değerlendirme yapılarak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istenmesi halinde yatırana iadesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.11.2016 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

RÜCUEN TAZMİNAT DAVALARINDA ON YILLIK ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN UYGULANMASI GEREKİR.

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU,
Esas: 2013/4-1814,
Karar: 2013/715

İçtihat

“Taraflar arasındaki “rücuen tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 8. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 09.03.2010 gün, 2009/272 E. – 2010/54 K. sayılı kararın incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesi’nin 24.10.2011 gün, 2010/8901 E– 2011/10988 K. sayılı bozma ilamı ile;

(… Davacı, dava dışı üçüncü kişinin mevzuat gereği kendisine indirimli tarife uygulanması gerekirken Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın talimatı üzerine indirimli tarife uygulamasından vazgeçilmesi nedeniyle ödemiş olduğu fazla elektrik bedelinin geri alınması için açtığı dava sonucunda mahkemece verilen ve kesinleşen karar gereğince üçüncü kişiye ödemiş olduğu tazminatın rücuen davalıdan ödetilmesini istemiştir.

Davalı ise, yasal süre içinde zamanaşımı savunmasında bulunmuş ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davalının zamanaşımı itirazı reddedilmiş, davanın kabulüne karar verilmiştir. Karar, davacı ve davalı tarafından temyiz olunmuştur.

Rücu hakkı başkasına ait borcu yerine getiren kişinin mal varlığında meydana gelen kaybı gidermeye yönelen tazminat niteliğinde bir talep hakkıdır. Davacının mal varlığındaki eksilme ödeme tarihlerinde gerçekleşmiştir. Davacı, ödeme tarihi itibariyle fiil ve faili bildiği gibi zarar da tam anlamıyla gerçekleşmiştir. Davanın niteliğine göre zamanaşımının başlangıç tarihi zarara neden olan haksız fiil tarihi olmayıp, sonucunda doğan zararın zarar görene ödendiği tarihtir. Çünkü ortaya çıkan zararı ödeyen kişi ancak bu ödeme tarihinden sonra talep edebilme hakkına kavuşur ve bu süre bir yıldır.

Somut olayda, davacı şirket tarafından üçüncü şahsa yapılan ödeme tarihleri 24.08.2006 ve 29.08.2006 olup, bu davanın açılma tarihi ise 14.07.2009’dur. Şu durumda yerel mahkemece, rücuen tazminat davalarında zamanaşımı süresinin bir yıl olduğu, zamanaşımı süresinin ödeme tarihinden başlayacağı ve davanın açıldığı tarih itibariyle 1 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu gözetilmeksizin davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden ve davalının temyiz dilekçesinde zamanaşımı süresinin geçmiş olduğunu açıkça ileri sürmüş olduğundan kararın bozulması gerekmiştir…),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; kesinleşen mahkeme kararı gereğince üçüncü kişiye ödenmiş olan tazminatın rücuen tazmini isteğine ilişkindir.

Davacı vekili; dava dışı şirket tarafından mevzuat gereği kendisine indirimli tarife uygulanması gerekirken Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı’nın talimatı üzerine indirimli tarife uygulamasından vazgeçilmesi nedeniyle, ödemiş olduğu fazla elektrik bedelinin geri alınması isteğiyle açtığı dava sonucu, mahkemece verilen ve kesinleşen karar gereğince ödemiş olduğu indirimli tarife bedelinin rücuen davalıdan tazminini istemiştir.

Davalı ise, yasal süre içinde zamanaşımı savunmasında bulunmuş ve davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davalının zamanaşımı itirazı reddedilmiş, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine Özel Dairece, yukarıda belirtilen nedenlerle karar bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiş, direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; dava konusu olayda, rücuen alacak isteği yönünden, zamanaşımı süresinin bir yıl olarak mı, yoksa on yıl olacağı noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle, rücu ve halefiyet kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:

Rücu hakkı; başkasına ait bir borcu yerine getiren kişinin malvarlığında meydana gelen kaybı gidermeye yönelen, tazminat niteliğinde bir talep hakkıdır. Alacaklıyı tatmin eden kişi, alacaklının hakkından bağımsız kendi şahsında doğan bir hak elde etmektedir. Bunun sonucu olarak da rücu hakkı bu hakka sahip olan kişinin şahsında doğduğu anda muaccel olur. Bu nedenle, rücu hakkı için hakkın doğduğu andan itibaren zamanaşımı süresi işlemeye başlamaktadır.

Halefiyette ise; halef olan kişi alacaklıyı tatmin ettiği anda, yeni bir hak elde etmemekte, alacaklıya ait olan hakkı kanundan dolayı olduğu gibi devralmaktadır. Bu nedenle, böyle bir alacak için de daha önce zamanaşımı işlemeye başlamış ise, alacak halef olan kişiye intikal etmesine rağmen işlemeye devam eder. Zira, daha önceden muaccel olmuş alacağın yeniden muaccel olması ve yeni bir zamanaşımının işlemeye başlaması mümkün değildir. Salt halefiyet halleri ile yasanın rücu hakkı verdiği haller arasındaki en önemli fark, birincisinde alacaklıya ait bir hakkın intikal etmesi, ikinci halde ise, rücu hakkı sahibinin şahsında yeni bir hakkın doğmasıdır. Halefiyetin temelde bir rücu hakkına dayanmadığı hallerde, alacak hakkı daha önce işlemeye başlayan zamanaşımı ile birlikte intikal eder. İkinci halde ise, rücu hakkı sahibi lehine, alacaklının hakkından bağımsız yeni bir hak meydana geldiğinden, bu andan itibaren yeni bir zamanaşımı işlemeye başlayacaktır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; bir kısım üyelerce, Özel Dairenin bozma ilamında belirtildiği üzere, olayda haksız ödemenin söz konusu olduğu, rücu davasına konu ödemenin yapıldığı tarihten itibaren 818 sayılı Borlar Kanunun 60/1 maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiği, rücuda bir ve on yıllık zamanaşımı sürelerinin “tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği” tarihten itibaren işlemeye başlayacağından, somut olayda ödeme tarihinden itibaren davanın açıldığı tarihe kadar bir yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu ileri sürülmüş ise de bu düşünce kurul çoğunluğunca aşağıda belirtilen nedenlerle benimsenmemiştir.

Hukuk Genel Kurulunun çoğunluğunca; somut olayda uygulanma imkânı bulunmasa da, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğü giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun 73/1. maddesinde “Rücu istemi, tazminatın tamamının ödendiği ve birlikte sorumlu kişinin öğrenildiği tarihten başlayarak iki yılın ve her hâlde tazminatın tamamının ödendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar” hükmü getirilmiştir.

Ancak, somut olayda uygulanması gereken, 818 sayılı Borçlar Kanununda (BK), ayrıca özel olarak bir zamanaşımı öngörülmediğinden, rücuen tazminat davalarında aynı Kanunun 125.maddesi gereğince on yıllık zaman aşımı süresinin uygulanması gerektiği, dava konusu olayda ödeme tarihinden, davanın açıldığı tarihe kadar on yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı; yerel mahkemece, zamanaşımı süresinin on yıl olduğuna ilişkin direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmiş ve bu nedenle direnme kararının onanması gerekmiştir.

Ne var ki, bozma nedenine göre işin esası Özel Daire’ce incelenmediğinden, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir.

KARAR : Yukarıda açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin direnmesi yerinde görüldüğünden, davalı vekilinin esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4.HUKUK DAİRESİ’NE GÖNDERİLMESİNE, 6217 sayılı Kanunun 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3″ atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.05.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.”

ÖNALIM HAKKI TAPUDA GÖSTERİLEN DEĞER İLE HARÇ VE MASRAFLAR ÜZERİNDEN KULLANILIR

T.C.

YARGITAY
6.Hukuk Dairesi
Esas: 2007/192
Karar: 2007/2265
Karar Tarihi: 06.03.2007

Dava: Mahalli mahkemesinden verilmiş bulunan önalım davasına dair karar davalı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Uyuşmazlık önalım hakkının kullanılması nedeniyle tapu iptali ve tescili istemine ilişkindir.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, karar davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosya kapsamına, toplanan delillere, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verilmiş olmasına göre davalının aşağıdaki bendin dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davalının önalım bedeline ilişkin temyiz itirazlarına gelince; davacı vekili, dava dilekçesinde, davaya konu … ili, … ilçesinde bulunan 5 ada 22 parselde hissedar olduğunu, hissedarlardan Ö.’nün 3/9 hissesinin davalıya gerçekte 1.000.000.000.TL’ye satılmasına rağmen şufa hakkım ortadan kaldırmak amacıyla satış bedelinin tapuda 8.000.000.000.- TL olarak gösterdiğini belirterek taşınmazın gerçek satış bedeli olan 1.000.000.000.- TL üzerinden belirlenecek önalım bedeli ile davalı adına kayıtlı payın iptali ile adına tescilini istemiştir. Davalı, bedelde muvazaa bunmadığını, taşınmazın gerçek satış bedelinin 8.000.000.000.-TL olduğunu savunmuştur. Mahkemece keşifte belirlenen değer üzerinden önalım hakkının tanınmasına karar verilmiştir.

Önalım hakkı, paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda payın üçüncü kişiye satılması halinde, diğer paydaşlara o payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve payın üçüncü kişiye satılması ile kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasıyla bu hakkı kullanan paydaş ile alıcı arasında kapsam ve şartları satıcı ile davalı arasında yapılan sözleşmenin aynı olan bir satım ilişkisi kurulmuş olur. Önalım bedeli tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından ödenen harç ve masrafların toplamından ibarettir. Ancak davacı, tapuda yapılan satış sözleşmesinin tarafı olmadığından bedelde muvazaa iddiasında bulunabilir ve bu iddiasını her türlü delille kanıtlayabilir.

Olayımıza gelince; davacı, taşınmazın gerçekte 1.000.000.000.-TL bedelle satıldığını, önalım hakkını engellemek amacıyla davalının satış bedelini muvazaalı olarak yüksek gösterdiğini iddia etmiştir. Davacı bedelde muvazaa iddiasında bulunduğuna göre bu iddiasını kanıtlaması gerekir. Davacı satış sözleşmesinin tarafı olmadığından bu iddiasını tanık dahil her türlü delil ile kanıtlaması mümkündür.

Ancak dinlenilen davacı tanıkları bedelde muvazaa iddiası konusunda görgüye dayalı bir beyanda bulunmamışlardır. Yerinde yapılan keşif sonrasında düzenlenen bilirkişi raporunda dava konusu edilen payın satış tarihi itibariyle değerinin 1.676.020.000.- TL olduğu bildirilmiş ise de, muvazaa iddiasının kanıtlanması için keşif tek başına yeterli delil değildir. Sadece davacının diğer delillerini doğrulamak bakımından önem arz eder. Davacı muvazaa iddiasını kanıtlayamamıştır. Bu durumda mahkemece davacıdan tapuda gösterilen satış bedeli ile davalı tarafından yapılan harç ve masraflar toplamı üzerinden önalım hakkını kullanıp kullanmayacağı sorularak, kabul etmesi halinde önalım bedelini depo etmesi için uygun bir süre tanınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmadığından hükmün bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda 2 nolu bentte yazılı nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 06.03.2007 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İMAR UYGULAMASINDA BEDELE DÖNÜŞTÜRME- BEDELİN ALINMASINDAN ÖNCE İTİRAZ EDİLİP DAVA AÇILMIŞ OLMASI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2001/5-552
K. 2001/549
T. 27.6.2001

ÖZET : İmar uygulaması sırasında bedele dönüştürülen, dava konusu taşınmaz bedeline karşı, bedelin alınmasından önce itiraz edilip dava açılmış olması karşısında; davacının bedelin ödenmesini talep eden dilekçesinin, 2942 sayılı Kanunun 8. maddesi anlamında açık bir anlaşma niteliğinde kabul edilmeyip talebin incelenmesi gerektiğine dair direnme kararı usul ve kanuna uygundur.

DAVA : Taraflar arasındaki “bedel arttırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Gebze Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 12/10/2000 gün ve 2000/308-648 sayılı kararın incelenmesi davalı Belediye vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 16/1/2001 gün ve 2000/21065-2001/278 sayılı ilamı;

( …Mahkemece bozma kararına uyulmuşsa da kararın gereği yerine getirilmemiştir.

Şöyle ki;

Dava konusu taşınmaz, imar uygulaması sırasında bedele dönüştürülmüştür. Davacı 3.3.1999 tarihli imzasını taşıyan belgede bedele dönüştürülen payına karşılık 221.000.000. TL. nin kendisine ödenmesini talep etmiş ve bu bedele karşı bir itirazda bulunmamıştır.

Taraflar arasında dava konusu taşınmazın aynına ilişkin bir çekişmede mevcut değildir. Davalı idare tarafından 4.6.1999 tarihinde yani davacının talebinden itibaren makul süre içinde taşınmazın bedeli ödenmiştir. Açıklanan nedenle belirtilen belge davacıyı bağlayıcı niteliktedir. Dava dilekçesinde davacının iradesini fesada uğratan bir olgudan söz edilmemiş ve iddiada da bulunulmamıştır.

Davanın reddi yerine kabulüne karar verilmesi, doğru görülmemiştir… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararında süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, imar uygulaması sırasında bedele dönüştürülen taşınmaza takdir edilen karşılığın artırılması istemine ilişkin olup, Yerel Mahkemenin birbirini doğrulayan bilirkişi heyet raporları doğrultusunda davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak kurduğu hüküm, Özel Dairesince yukarıda belirtilen gerekçe ile bozulmuştur.

Yerel mahkemece, davacı tarafından davalı Belediye Başkanlığı’na verilen 3/3/1999 Tarihli dilekçenin, Kamulaştırma Yasası’nın 8. maddesi anlamında açık bir anlaşma niteliğinde bulunmaması ve davanın bedeli aldığı 4/6/1999 tarihinden önce, ( 16/3/1999 tarihinde ) açmış olduğu davanın, “bedele itiraz” anlamı taşıdığı gerekçesine dayalı olarak verilen direnme kararı yerindedir.

Ne varki, Özel Dairece arttırılmasına karar verilen bedele ilişkin temyiz itirazları hakkında bir değerlendirme yapılmadığından, esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Dairesine gönderilmelidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı direnme kararı yerinde olup, artırılmasına karar verilen bedele yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın ( 5. HUKUK DAİRESİ’NE ), gönderilmesine, oyçokluğu ile karar verildi.

KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN ARTIRILMASI- ANLAŞARAK KAMULAŞTIRMA-FERAĞIN BİÇİLEN DEĞER ÜZERİNDEN VERİLMESİ

T.C.
YARGITAY
5. HUKUK DAİRESİ
E. 1990/11770
K. 1990/29140
T. 30.10.1990

ÖZET : Anlaşarak kamulaştırmanın varlığından sözedilebilmesi için, kamulaştırma kararının alınmasından sonra idare, kendi ihale komisyonu yoksa bu amaçla kuracağı komisyon vasıtasıyla bedeli tespit ettirmesi ve mal sahibi ile bu bedelde açıkça anlaşması gerekir. Davacının açıkça bedele itiraz davası açmayacağına ilişkin bir beyanı olmadığı gibi aksine ferağdan bir gün önce bedel artırma davasını saklı tuttuğuna dair tapu sicil müdürlüğüne dilekçe de vermiştir. Biçilen değer üzerinden tapuda ferağ vermek sözü geçen Yasanın 8. maddesine göre anlaşarak kamulaştırma niteliğinde de değildir.

DAVA: Taraflar arasındaki kamulaştırma bedelinin artırılması davasının reddine dair verilen hükmün duruşmalı olarak Yargıtay’ca incelenmesi taraf vekillerince verilen dilekçelerle istenilmiş, davacı vekilince de temyiz dilekçesinde duruşma isteminde bulunulmuş olmakla; dosyadaki kâğıtlar okunup iş anlaşıldıktan sonra, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR: 1- Dava, imar planında park ve yeşil saha ile yola ayrılan dava konusu taşınmazların idarece 22.9.1988 günlü encümen kararı ile kamulaştırılmaları sonucu metrekareye biçilen 40.000 lira değerin metrekareye 700.000 liraya çıkartılarak davacı payına düşen farkın yasal faizi ile tahsili istemine ilişkindir.

Kamulaştırma belgelerinden, Kamulaştırma Kanununun 8. maddesine uygun bir anlaşma yapılmadığı anlaşılmaktadır. Dosyada bulunan tapu kayıtlarına göre, dava konusu taşınmazlardaki davacı paylarına kıymet takdir komisyonunca biçilen bedel davacı tarafından alınarak,14.2.1989 gününde ferağ verilmiştir. Bu ferağdan itibaren de sözü geçen Kanunun 14. maddesinde belirtilen süre içinde de bedele itiraz davası açılmıştır. 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 8. maddesine göre, kamulaştırmanın varlığından söz edebilmek için kamulaştırma kararının alınmasından sonra idare kendi ihale komisyonu yoksa bu amaçla kuracağı komisyon vasıtasıyla bedeli tespit ettirmesi ve mal sahibi ile bu bedelde açıkca anlaşılması gerekir. Akit tablosunun incelenmesinde de davacının açıkça bedele itiraz davası açmayacağına ilişkin bir beyanı olmadığı gibi aksine ferağdan bir gün önce bedel artırma davasını saklı tuttuğuna dair tapu sicil müdürlüğüne dilekçe de vermiştir. Biçilen değer üzerinden tapuda ferağ vermek sözü geçen Yasanın 8. maddesine göre anlaşarak kamulaştırma niteliğinde de değildir. Bu yönler göz önünde tutulmadan, davacı tapudan ferağ verirken istimlâk bedeline muvafakat ettiği kabul olunarak bu durumun sözü geçen Kanunun 8. maddesine uyduğundan söz edilerek davanın reddine karar verilmesi,

2- Davalı idare,2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 38. maddesine göre taşınmaz malı iktisap ettiğini ileri sürdüğünden delillerin istenerek buna göre inceleme yapılması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken bu hususta inceleme yapılmadan karar verilmesi,

Doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Taraf vekillerinin temyiz itirazları bu bakımlardan yerinde bulunduğundan hükmün açıklanan nedenlerle HUMK. nun 428. maddesi gereğince ( BOZULMASINA ) ve peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde ödeyene geri verilmesine,30.10.1990 gününde oybirliğiyle karar verildi.

FAZLAYA İLİŞKİN HAKLARIN SAKLI TUTULARAK DAVA AÇILMASI DERDESTLİKTEN SÖZ EDİLEMEYECEĞİ

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2018/527
KARAR NO : 2019/421

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

BAŞKAN : NECDET ÖZTÜRK (42666)
ÜYE : FİLİZ YENİPINAR (33276)
ÜYE : ERDAL GÜRCÜ (107504)
KATİP : DEMET GÜNEŞ ORUÇTUTAN (122041)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : BOZOVA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 10/10/2017
NUMARASI : 2016/716 Esas- 2017/460 Karar
DAVACI : 1 -BAYRAM P. –
: 2 -FİRDEVS P.-
: 3 -İSLİM P. –
: 4 -PERİHAN P.-
: 5 -YUNUS P.-
Büyükhan Mah. Yukarı Demircik Sk. No:28 Bozova/ ŞANLIURFA
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : …..SİGORTA A.Ş (….. SİGORTA A.Ş) –
Esentepe Mah. Ali Kaya Sokak. Polat Plaza B Blok Kat 5 Şişli/ İSTANBUL
VEKİLİ : Av. A. K. Ö.
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan )

GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 28/02/2019

Bozova Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10/10/2017 tarih ve 2016/716 esas ve 2017/460 karar sayılı kararı aleyhine davacılar vekili istinaf başvurusunda bulunduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;
Davacılar vekili dava dilekçesinde özetle; 28/09/2012 tarihinde Mehmet Aslan yönetimindeki 63 VT 199 plaka sayılı minibüs Bozova İlçesi Aşağı Demirci mezrasından Büyükhan köyü istikametine doğru seyir ettiği esnada yolun 4. Km’sinde karşı yönden gelen davacıların murisi Ahmet P.’ın sevk ve idaresindeki 27 PA378 plaka sayılı motosiklet ile çarpışması sonucu davacıların desteği olan Ahmet P.ın yaşamını yitirdiğini, Ahmet A. adına ruhsatlı kayıtlı bulunan 63 VT 199 plaka sayılı araç …… SİĞORTA A.Ş 22/08/2012 başlangıç tarihli 22/08/2013 bitiş tarihli 3721122 zorunlu mali sorumluluk siğorta poliçesi ile sigortalanmış olunduğunu, desteğin ölümü ile ilgili olarak Bozova Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/446 Esas sayılı dosyası ile destekten yoksun kalma tazminatı talepli dava açılmış olunduğunu, yargılama aşamasında alınan 29/07/2015 tarihli hesap bilirkişi raporuna göre 26.719,47 TL destekten yoksun kalma zararının saptanmış olunduğunu, Bozova Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/446 Esas sayılı dava dosyasında söz konusu dosyada müdeabbihin arttırılması yoluna başvurulmadığından iş bu dava dosyasındaki talep olan 3.000,00 TL hüküm altına alınmış ve söz konusu meblağ icra yolu ile tahsil edilmiş olunduğunu, davalı siğorta şirketi tarafından 29/07/2015 tarihli hesap bilirkişi raporuna göre bakiye kalan destekten yoksun kalma tazminatı miktarları için her bir davacı için ayrı ayrı hüküm altına alınması zarureti hasıl olduğu, trafik kazasında ölen Ahmet Polat’ı desteğinden yoksun kalan davacılar için İslim P. için 11.524,16 TL, Bayram P. için 1.118,68 TL, Perihan P. için 3.396,64 TL, Yunus P. için 2.940,78 TL, Firdevs P. için 4.739,21 TL olmak üzere toplam 23.719,47 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalı sigorta şirketinden 19/10/2012 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte tahsiline yargılama giderleri ve ücreti vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle: öncelikle derdestlik itirazlarının olduğunu, Bozova Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/446 E. Sayılı dosyasında görülen davanın 13/01/2016 tarihinde karara çıkmış olduğunu, kararın taraflarca temyiz edildiğini, kesinleşen bir mahkeme kararı olmaması nedeni ile davanın halen derdest olduğunu, dava şartlarını tesis eden Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. Maddesinin ” I”bendi uyarınca, daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmaması ” hükmü gereğince Sayın Mahkemeye derdestlik itirazlarında bulunduklarını, öncelikle derdestlik yönünden davanın reddine karar verilmesini, talep konusunun miktarı açıkça belli olan tazminat talepleri derdest olan davada talep edilebilecek olup yeni bir dava açılmasında hukuki bir yararın bulunmadığını, davanın dava şartı olan hukuki yarar yokluğundan usulden reddini talep ettiklerini, davaya konu kazaya ilişkin kusur oranlarının tespiti Adli Tıp Kurumu vasıtasıyla yapılması gerektiğini, yapılacak olan yargılamada davalı şirket aleyhine hüküm kurulması halinde, zarar görenin kusuru oranında tazminattan indirim yapılması gerektiğini, zarar görenin tam kusurlu olması halinde ise davacının tazminat talep hakkı bulunmadığını, Yargıtay kararlarına göre bilirkişi raporları, çözümü özel ve teknik bilgiye dayanan konularda ve uzman bilirkişilerce yapılmalı ve bu doğrultuda kusur oranına ilişkin raporların Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesinden alınması gerektiğini, davacıların müterafik kusuru sabit olup tazminattan indirim yapılması gerektiğini, sosyal güvenlik kurumu tarafından davacıya ödenmiş veya ödenen rücuya tabi tazminat miktarı tespit edilerek müvekkil kurum tarafından ödenecek tazminattan mahsup edilmesi gerektiği, yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle davanın derdestlik nedeniyle usulden reddine, davanın açılmasında hukuki yarar bulunmadığından davanın usulden reddine, haksız ve mesnetsiz açılan davanın reddine, yargılama giderleri ve avukatlık ücretinin davacı yan üzerine bırakılmasına karar verilmesini beyan etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.
İstinaf kanun yoluna başvuran davacılar vekili dilekçesinde özetle; Bozova Asliye Hukuk Mahkemesi 2013/446 Esas sayılı dava dosyasındaki esas dava dilekçesinde açıkça “fazlaya ilişkin tüm hakları saklı kalmak kaydıyla” denildikten sonra alacağın 3.000 TL lik kısmının tahsilinin talep edildiğinin sabit olup mahkeme hükmünün 5. fıkrasında da açıkça “davacıların fazlaya ilişkin taleplerinin bu aşamada saklı tutulmasına” şeklinde karar verilmiş olduğu gözetilerek derdestlik itirazının reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı hukuki niteleme yapmak suretiyle davanın reddine karar verilmesi isabetli olmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

Dava, ölümlü trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.

HMK’ nın 355. maddesi uyarınca istinaf sebepleriyle ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonucunda:

Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden somut olaya ilişkin olarak davacı tarafça daha önce Bozova Asliye Hukuk Mahkemesi’nde 2013/446 Esas sayı ile fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak toplam 3.000 TL maddi tazminat davası açıldığı ve davanın halen derdest olduğu, davacı tarafın eldeki davasını saklı tuttuğu hakkına yönelik olarak açtığı, mahkemece davanın dava şartı niteliğinde olan derdestlik nedeniyle usulden reddine karar verildiği görülmüştür.
Hmk.114 md.sinde düzenlenen ve olumsuz dava şartı olan derdestlikten söz edilebilmesi için tarafları, konusu ve dava sebepleri aynı olan iki davanın bulunması gerekir.

Ne var ki, dairemizin incelemesine konu olan bu dava da davacı yanın fazlaya ilişkin hakkı için dava açılıp talepte bulunulduğu gözetildiğinde derdestlikten söz edilemeyeceği açıktır.

Bu durumda mahkemece söz konusu Bozova Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2013/446 E.sayılı dava dosyasında verilecek kararın, görülmekte olan işbu dava dosyasını doğrudan etkileyeceği değerlendirilerek bahsedilen dava sonucunun beklenmesine karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Bu itibarla davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri gereğince kaldırılmasına karar verilmiştir.

KARAR: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1-Davacılar vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile;
Bozova Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10/10/2017 tarih ve 2016/716 E. ve 2017/460 K sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri gereğince KALDIRILMASINA,
2-Davanın yeniden görülmesi için dosyanın MAHALLİNE İADESİNE,
3-Davacılardan tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
4-İstinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yeniden verilecek kararda değerlendirilmesine,
5-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi. 28/02/2019

Başkan
42666

Üye
33276

Üye
107504

Katip
122041

E.G.

İSTİAP HADDİ ÜZERİNDE YOLCU ALINMASI- TEK TARAFLI TRAFİK KAZASI- YOLA KÖPEK ÇIKMASININ OLAYIN GELİŞMESİNDE ETKİLİ OLDUĞU

Birleşen Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk
Mahkemesi’nin 2009/496 esas,
2009/421 karar sayılı dosyası.

T.C.
ŞANLIURFA
2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR
ESAS NO : 2008/613 Esas
KARAR NO : 2010/397

HAKİM : ÖNDER KANYILMAZ 37397
KATİP : HABEŞİ BİLAL KUTLU 81505

DAVACI : AXA OYAK SİGORTA A.Ş –
VEKİLLERİ : Av. …………….. Şehitkamil/ GAZİANTEP
DAVALI : ÖZLEM Ç…………- Yibo Lojmanları Hilvan/ ŞANLIURFA
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ –  Merkez/ŞANLIURFA

BİRLEŞEN DAVA DOSYASINDA
DAVACI : AXA OYAK SİGORTA A.Ş –
VEKİLLERİ : Av. …………….. Şehitkamil/ GAZİANTEP
DAVALI : ÖZLEM Ç…………- Yibo Lojmanları Hilvan/ ŞANLIURFA
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ – Merkez/ ŞANLIURFA
DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 27/06/2008-Birleşen dava dosyasında dava tarihi 11/03/2009
KARAR TARİHİ : 27/07/2010
Mahkememizde görülmekte bulunan Tazminat davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
DAVA : Davacı vekili 23/06/2008 havale tarihli dilekçesinde özetle; müvekkili sigorta şirketine 12941694 numaralı zorunlu mali sorumluluk poliçesi ile sigortalı bulunan 63 RB 389 plakalı aracın 22/04/2007 tarihinde sürücüsü Şehmus D. tarafından tamamen istiab haddinin aşılarak kullanılması sonucu meydana gelen trafik kazasında Abdullatif D.’ın ölümüne ve Nuri S.’ın ise yaralanmasına sebebiyet verdiğini, meydana gelen kazada davalı sürücünün %100 kusurlu bulunduğunu, ölüm ve yaralanma ile sonuçlanan kaza sonrasında kazaya sebebiyet veren 63 RB 389 plaka sayılı aracın müvekkili şirket tarafından zorunlu mali sorumluluk poliçesi ile sigortalandığı için vefat eden Abdullatif D. yakınlarına müvekkili sigorta şirketi tarafından 19/06/2007 tarihinde 9.676,00 TL yaralanan Nuri S.’a ise 60.000,00 TL olmak üzere toplam 69.676,00 TL tazminat ödendiğini, trafik tespit tutanağından anlaşıldığı üzere aracın istiab haddi 4 kişi olmasına rağmen kaza esnasında araçta 6 kişinin bulunduğunu, kazanın meydana gelmesinde araçta istiab haddinin aşılmasının sebebiyet verdiğini, sigorta genel şartnamesinin 4/e maddesi gereğince rücu haklarının olduğunu, bu nedenle 69.676,00 TL rücuen tazminat alacaklarının ödeme tarihlerinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, duruşmada dava dilekçesini aynen tekrar etmiştir.

Birleşen dava dosyasında davacı vekili dilekçesinde özetle; davalıya ait 63 RB 389 plakalı aracın istiab haddinin aşılması sonucu kullanılması sırasında Abdullatif D.’ın ölümüne ve Müslüm E.’in yaralanmasına neden olduğunu, müvekkili sigorta şirketi tarafından 28.851,00 TL ödendiğini, ödenen bu tazminatın davalıdan alınarak müvekkiline ödenmesini, tazminat alacağının ödeme tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine karar verilmesini talep etmiş, duruşmada dava dilekçesini aynen tekrar etmiştir.

Davalı vekili mahkememize vermiş olduğu cevap dilekçesinde; her iki davanın da reddine karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLER : Trafik tespit tutanağı, özürlüler için Sağlık Kurulu Raporu, Ekspertiz raporu, Hastane tedavi evrakları, Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2007/129 esas sayılı dosyası ve içindeki Adli Tıp Kurumu raporu, Kusur ve tazminat bilirkişi raporları, İbraname.

Dosya Ankara Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilerek meydana gelen trafik kazasında kusur oranın tespiti ve tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişilerden rapor alınmış, bilirkişi Alper Şirinoğlu tarafından verilen 08/10/2009 tarihinde verdiği gerekçeli raporda, “…olay sırasında 5 yetişkin yolcunun bulunduğu, aracın istiab haddinin ise 4 kişi ile sınırlı olduğu dikkate alındığında, olay sırasında aracın istiab haddi üzerinde yüklü bulunduğu anlaşılmakla birlikte olay sırasında yola bir köpeğin çıkmış olmasının trafik güvenliğini tehlikeye düşürücü bir durum yarattığı ve olayın oluşumunu başlatıcı yönde etkilediği anlaşılmakla, dava konusu edilen trafik kazasının salt istiab haddi üzerinde yolcu almak gerekçesine bağlı olarak vuku bulmuş olduğu söylenemez” dedikten sonra kusur oranlarını belirtir raporunu verdiği görülmüştür. Buna göre, kazanın “araca salt istiab haddi (taşıma sınırı) üstünde yolcu almasına bağlı olarak meydana gelmediği, yola köpek çıkmasının olayın oluşmasında %25 oranında etkili olduğu bildirilmiştir.”

GEREKÇE : Toplanan ve değerlendirilen delillerden anlaşıldığı üzere; davalı sigorta şirketine 12941609 numaralı zorunlu mali sorumluluk poliçesi ile sigortalı bulunan 63 RB 389 plaka sayılı aracın 24/09/2007 tarihinde Şehmus D.’nun sevk ve idaresindeki aracın geçirmiş olduğu trafik kazası sonucunda araç içerisinde bulunan Abdullatif D.’ın ölümüne, Nuri S. ile Müslüm E.’in yaralanmasına sebebiyet verdiği, davacı sigorta şirketi tarafından vefat eden Abdullatif D.’ın mirasçılarına 19/06/2007 tarihinde 9.676,00 TL, Nuri S.y’a ise 60.000,00 TL, Müslüm E.’in yaralanmasından dolayı 28.851,00 TL tazminatın ödendiği anlaşılmıştır.

Dava, davacı sigorta şirketinin sigortalısına karşı açtığı rücuen tazminat davasıdır.Rücu hakkı zorunlu mali mesuliyet sigortası poliçesinin genel koşulları 4/e maddesine dayandırılmış ve sigortalı davalının aracında istiab haddinin üzerinde 4 yolcu taşıması gerekirken 5 yetişkin yolcunun bulunduğu iddasına dayanmıştır. Davacı sigorta şirketinin iddasını değerlendirilmesi ve kazanın meydana gelmesinde istiab haddinin üzerinde yolcu taşımasının başlı başına etken olup olmadığı hususunda bilirkişiden rapor alınmış, bilirkişi Alper Şirinoğlu’nun vermiş olduğu gerekçeli raporda meydana gelen kazanın aracın salt istiab haddi (Taşıma sınırı) üstünde yolcu alınmasına bağlı olarak meydana gelmediği, kazanın yola köpek çıkmasının olayın oluşmasında etkin olduğu bildirilmiş olmakla; meydana gelen kazanın oluşmasında sigortalı araçtaki istiab haddinin fazla yolcu alınmasında etkili olmadığı, alınan bilirkişi raporuyla anlaşılmış olmakla, sigorta şirketinin dayandığı poliiçe genel koşullarını 4/e maddesindeki rücu koşullarının oluşmadığı anlaşılmakla, her iki davanın reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

H Ü K Ü M :Yukarıda açıklanan gerekçeye dayanılarak;
Mahkememizin birleşik 2008/613 esas sayılı dosyası yönünden,
1-Davaya konu kazanın salt istiab haddi üzerinde yolcu alınması nedenine dayanmaması sebebiyle davanın REDDİNE,
2- Alınması gereken 17,15 TL harcın peşin alınan 940,70 TL harçtan mahsubu ile fazla yatırılan 923,55 TL harcın davacının isteği halinde davacıya iadesine,
3- Davalı taraf için karar tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesine göre takdir edilen 7.274,08 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalı tarafa ödenmesine,
4-Yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
Birleşen 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/496 esas, 2009/421 karar sayılı dosyası yönnüden,
1-Davaya konu kazanın salt istiab haddi üzerinde yolcu alınması nedenine dayanmaması sebebiyle davanın REDDİNE,
2- Alınması gereken 17,15 TL harcın peşin alınan 389,50 TL harçtan mahsubu ile fazla yatırılan 372,35 TL harcın davacının isteği halinde davacıya iadesine,
3- Davalı taraf için karar tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesine göre takdir edilen 3.373,61 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalı tarafa ödenmesine,
4-Yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,
Dair, davacı vekilinin ve davalı vekilinin yüzüne karşı HUMK 432 maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay’da temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.27/07/2010

Katip 81505

Hakim 37397

İSTİAP HADDİNİN AŞILMASI- RÜCUAN TAZMİNAT ŞARTLARININ OLUŞMADIĞI

T.C.
Y A R G I T A Y
17.HUKUK DAİRESİ

ESAS :2010/8868

KARAR:2011/5360

-Y A R G I T A Y İ L A M I –

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 2 Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 27.07.2010
NUMARASI : 2008/613, 2010/397
DAVACI : Axa Sigorta A.Ş
DAVALI : Özlem Ç.

BİRLEŞTİRİLEN.DAVA
MAHKEMESİ :Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ :2009/496-421
DAVACI :Axa Sigorta A.Ş
DAVALI :Özlem Ç.

Taraflar arasındaki rücuan tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, aslı ve birleştirilen davada müvekkilinin trafik sigortacısı olduğu aracın neden olduğu kaza sonucunda hayatını kaybeden kişi yakınalrında ve yaralanan kişilere tazminat ödediğini, kazanın istiap haddi aşımından meydana geldiğini ileri sürerek, ödenen 69.679,00 TL ve birleştirilen dosyada 28.851,00 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, kazanın istiap haddi aşımından meydana gelmediği, rücu koşulları oluşmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 1,25 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 26.5.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
A.Velioğlu A.Ş.Sertkaya L.E.Köksal E.S.Baydar S.Kul

UYGULANMASI GEREKEN BİR KANUN HÜKMÜNÜN, HÜKÜM KESİNLEŞMEDEN ÖNCE ANAYASA MAHKEMESİNCE İPTALİNE KARAR VERİLİRSE, USULİ KAZANILMIŞ HAKKA GÖRE DEĞİL, ANAYASA MAHKEMESİNİN İPTAL KARARINDAN SONRA OLUŞAN YENİ DURUMA GÖRE KARAR VERİLEBİLECEKTİR

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS: 2018/9372
KARAR: 2018/13083

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
DAVACILAR : BORÇLULAR : …, …

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlular tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Borçlular vekili icra mahkemesine başvurarak, müvekkilleri hakkında bonoya dayalı olarak … 10. İcra Müdürlüğünün 2011/470 (eski dosya no: 2006/9359) ve 2010/10506 (eski dosya no: 2006/9360) Esas sayılı dosyaları ile başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takiplerin kesinleşmesinden sonraki devrede oluşan zamanaşımı nedeniyle icranın geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmiş, mahkemece; şikayetin kabulüne karar verildiği kararın alacaklı vekilince temyiz edilmesi üzerine Dairemizce kararın onandığı bu defa onama kararına karşı alacaklı vekilince karar düzeltme yoluna başvurulması üzerine Dairemizce “… 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2007/402 Esas-2009/216 Karar sayılı kararının yapılan incelemesinde; takip dayanağı bonodan kaynaklı borçları olmadığı iddiası ile 05.10.2007 tarihinde borçlu-keşideciler …ve … tarafından alacaklı-lehtar … hakkında menfi tespit davası açıldığı, davada alacaklı … vekilinin, davaya karşı savunmalarını def’i yoluyla bildirerek davanın reddine karar verilmesini istediği, mahkemece, menfi tespit davasının reddine karar verildiği ve kararın 01.04.2010 günü kesinleştiği görülmüştür. Bu durumda, menfi tespit davasının reddine yönelik bu mahkeme kararının, davaya karşı def’ilerini vekil tayin ederek ileri süren alacaklı … yönünden de bağlayıcı olduğu ve kararın kesinleşme tarihi olan 01.04.2010 tarihine kadar zamanaşımının işlemeyeceği tartışmasızdır. Somut olayda menfi tespit davasının reddine ilişkin kararın kesinleşme tarihi olan 01.04.2010 tarihinden itibaren 3 yıl içerisinde, alacaklı vekilince borçlular hakkında 20.05.2011 ve 18.09.2012 tarihinde haciz, 14.5.2013 tarihlerinde avansı da yatırılmak suretiyle satış talepleri yapılmış olmakla, şikayet tarihi olan 11.06.2015 tarihinde henüz zamanaşımının gerçekleşmediği anlaşılmaktadır…” gerekçesiyle onama kararımız kaldırılarak mahkeme kararının bozulmasına karar verildiği, mahkeme tarafından bozma ilamına uyularak davanın reddine hükmedildiği görülmüştür.

Takip dayanağı belge kambiyo senedi niteliğinde bono olduğundan davaya konu olayda takip dayanağı senedin tanzim ve takip tarihi itibarı ile yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK’nun 661, 662. ve 663. maddelerinin uygulanması gerekir. TTK’nun 661. maddesi uyarınca bonolar için 3 yıllık zamanaşımı öngörülmüştür. Diğer yandan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 133. maddesine nazaran daha özel nitelikte bulunan TTK’nun 662. maddesinde “müruruzaman; dava açılması, takip talebinde bulunulması, davanın ihbar edilmesi veya alacağın iflas masasına bildirilmesi sebepleriyle kesilir” hükmüne yer verilmiştir.

TTK’nun 662. maddesinde dava açılması ile kastedilen, kambiyo senetleri hukukuna ilişkin bir talep dolayısıyla yetkili mahkeme nezdinde, usulüne uygun bir davanın açılmış bulunmasıdır. Örneğin senet borçlusunun açtığı senet iptal davası zamanaşımını kesmez. (TTK 669 vd. md.) Keza ihtiyati haciz, ihtiyati tedbir, önceki davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması vs. davaları da zamanaşımını kesici nitelikte değildir. Zira açılmış bulunan davanın, HUMK’nun 237. maddesindeki kesin hükme konu teşkil edecek biçimde nizalı kazaya konu edilmesi gerekir (12. H.D. 07/04/1983-1439 K.-2701 E.).

Anılan maddede mücerret dava açılmasından söz edilmekte olup, bu davanın kimin tarafından açılacağı hususunda bir açıklık bulunmamaktadır. Ancak borçlu tarafından açılacak davada, alacaklı durumundaki davalının, itirazını def’i yolu ile ileri sürmesi halinde borçlu tarafından alacaklı aleyhine açılan menfi tespit davasının da bu nedenle zamanaşımını kesmesi gerekir. Nitekim, Yargıtay HGK’nun 20.1.1996 tarih 1996/12–654 esas 1996/805 sayılı kararı ile de aynı ilke kabul edilmiştir.

Bununla birlikte ödeme emrinin tebliğ edildiği tarihten bir yıllık sürede haciz talebinde bulunulması halinde icra dosyasının işlemden kaldırılması söz konusu olamayacağından alacaklı tarafça dosyanın yenilenmesi talebinin, belirtilen süre içerisinde hakkında haciz talebinde bulunulan borçlu yönünden icra takip işlemi olarak sayılmayacağının kabulü gerekir.

Somut olayda, … 10. İcra Müdürlüğünün 2010/10506 (yenileme öncesi 2006/9360) Esas sayılı dosyasının incelemesinde; bozma kararımızda yer verilen menfi tespit davasının belirtilen dosyaya dayanak bono yönünden açılmadığı, işbu takip dosyasında ödeme emrinin her iki borçluya 09/10/2006 tarihinde tebliğ edildiği, borçlulardan … yönünden ödeme emrinin tebliğinden itibaren dosyanın yenilendiği 16/09/2010 tarihine kadar herhangi bir icra takip işlemi yapılmadığı (yine yenileme işleminden sonra şikayet tarihine kadar herhangi bir icra takip işlemi yapılmadığı) diğer borçlu … yönünden ise ödeme emrinin tebliğinden sonra 14/02/2007 tarihinde adına kayıtlı gayrimenkullerin haczi için talepte bulunulduğu, ödeme emrinin tebliğ edildiği 09/10/2016 tarihinden itibaren bir yıllık sürede haciz talebinde bulunulduğu görüldüğünden bahsi geçen borçlu yönünden icra dosyasının işlemden kaldırılması söz konusu olamayacağı bu nedenle alacaklı tarafın 16/09/2010 tarihli dosyanın yenilenmesi talebinin icra takip işlemi olarak sayılmayacağı, icra takip dosyasında 14/02/2007 tarihinden tekrar haciz talep tarihi olan 04/04/2011 tarihine kadar … yönünden de icra takip işlemi yapılmadığı dolayısıyla … 10. İcra Müdürlüğünün 2010/10506 (yenileme öncesi 2006/9360) Esas sayılı dosyasında her iki borçlu yönünden 3 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi nedeniyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka, usuli kazanılmış hak denilmektedir.

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde, uygulanması gereken bir kanun hükmünün, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesinin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 gün ve 2010/4-40 E., 2010/54 K. sayılı kararları).

Bu sayılanların dışında, ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü – C. V, 6, b … 2001, s. 4738 vd).

Öte yandan, maddi hata (hukuki yanılma), maddi veya hukuki bir olayın olup olmadığında veya koşul veya niteliklerinde yanılmayı ifade eder ( Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Doruk Yayınları, 1. Baskı, 1976, s. 208).

Burada belirtilen maddi hata kavramından amaç; hukuksal değerlendirme ve denetim dışında, tamamen maddi olgulara yönelik, ilk bakışta hata olduğu açık ve belirgin olup, her nasılsa inceleme sırasında gözden kaçmış ve bu tür bir yanlışlığın sürdürülmesinin kamu düzeni ve vicdanı yönünden savunulmasının mümkün bulunmadığı, yargılamanın sonucunu büyük ölçüde etkileyen ve çoğu kez tersine çeviren ve düzeltilmesinin zorunlu olduğu açık hatalardır.

“Maddi hataya dayanan bozma kararına uyulması da usulü müktesep hak teşkil etmez” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 15.03.1972 gün ve E:1968/1-277, K:176; 01.03.1995 gün ve E:1995/7-641, K:117; 23.01.2002 gün ve E:2001/1-1010, K:2002/1; 12.07.2006 gün ve E:2006/4-519, K:527; 04.11.2009 gün ve E:2009/13-370, K:2009/480 sayılı kararları, Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, … 2001, Cilt 5, sayfa 4771 vd.).

Yukarıda yer verilen genel ilkeler neticesinde; gerekçesi ile birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde Dairemizin 24/04/2017 tarih ve 2017/2292 E. – 2017/ 6232 K. sayılı bozma ilamı, maddi hataya dayalı olup, mahkemece bozmaya uyulması, alacaklı lehine usuli kazanılmış hak oluşturmaz.

O halde mahkemece; borçluların … 10. İcra Müdürlüğünün 2010/10506 (eski 2006/9360) Esas sayılı takip dosyası yönünden istemin kabulü ile İİK.’nun 71. ve 33-a maddeleri uyarınca icranın geri bırakılmasına karar verilmesi gerekirken bu takibi de kapsayacak şekilde davanın tümden (her iki takip yönünden) reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçluların temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nin 366. ve HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10/12/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

TANZİM YERİ GÖSTERİLMEYEN BİR BONONUN, TANZİM EDENİN AD VE SOYADI YANINDA YAZILI OLAN ADRESTE TANZİM EDİLMİŞ SAYILACAĞI

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/1544
KARAR:2018/13865

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından bonoya dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan icra takibinde, borçlunun icra mahkemesine başvurusunda; icra dosyasının işlemsiz bırakıldığı iddiasıyla zamanaaşımı itirazında bulunarak icranın geri bırakılmasını talep ettiği, mahkemece; istemin reddine karar verildiği görülmektedir.

İİK’nun 170/a-2. maddesi gereğince icra mahkemesi, müddetinde yapılan şikayet ve itiraz dolayısıyla, usulü dairesinde kendisine intikal eden işlerde takibin müstenidi olan kambiyo senedinin bu vasfı haiz olmadığı veya alacaklının kambiyo hukuku mucibince takip hakkına sahip bulunmadığı hususlarını resen nazara alarak bu fasla göre yapılan takibi iptal edebilir. Bir diğer anlatımla, borçlunun İİK’nun 168. maddesinde yazılı yasal 5 günlük sürede borca ya da imzaya itiraz etmesi veya zamanaşımı itirazında bulunması durumunda, takip konusu belgenin kambiyo senedi vasfını haiz olmadığının veya alacaklının kambiyo senetlerine özgü yol ile takip hakkının bulunmadığının tespit edilmesi halinde, diğer itiraz nedenleri incelenmeksizin İİK’nun 170/a-2. maddesi uyarınca re’sen takibin iptaline karar verilmesi gerekir.

Takibe konu senedin düzenlenme tarihine göre uygulanması gereken 6762 sayılı T.T.K.’nun 688/6. maddesi gereğince, senette tanzim yerinin yazılı olması gereklidir. Aynı Kanunun 689/son maddesine göre ise, tanzim edildiği yer gösterilmeyen bir bononun, tanzim edenin ad ve soyadı yanında yazılı olan yerde tanzim edilmiş sayılacağı hükme bağlanmıştır.

Somut olayda, takip dayanağı bonoda tanzim yeri gösterilmediği gibi, tanzim edenin adı ve soyadı yanındaki adreste de idari birim yazılı değildir. Bu durumda, tanzim yeri içermeyen dayanak belge, 6762 sayılı T.T.K.’nun 688/6. maddesi gereğince, kambiyo senedi vasfında bulunmamaktadır. Borçlu, icra mahkemesine başvurusunda senette tanzim yeri bulunmadığını ileri sürmemiş ise de, Hukuk Genel Kurulu’nun 02.10.1996 gün ve 1996/12-5 sayılı kararı ile de benimsendiği üzere, İİK’nun 170/a-2. maddesi gereğince, müddetinde yapılan şikayet ve itiraz dolayısıyla bu hususun icra mahkemesince res’en nazara alınması gerekmektedir.

O halde mahkemece İİK’nun 170/a-2. maddesi uyarınca takibin iptaline karar verilmesi gerekirken, bu eksiklik gözardı edilerek istemin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nin 366. ve HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre borçlunun temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/12/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME HÜKÜMLERİ UYARINCA AVAL VERENLER HAKKINDA ZAMANAŞIMINA UĞRAMIŞ BONO NEDENİYLE ALACAK İSTEMİNDE BULUNULAMAZ

T.C
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
ESAS: 2018/2973
KARAR:2018/6785

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili, davalıların davacıdan aldıkları borç para karşılığında davacıya 45.000.- TL tutarında senet verdiklerini, borcun ödenmemesi üzerine … İcra Müdürlüğü’nün 2015/54 E. sayılı dosyası ile başlatılan takibe davalıların itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, davalıların davacıya herhangi bir borcu bulunmadığını, davaya konu senedin düzenleme tarihinin 05/11/2008, ödeme tarihinin ise 20/04/2009 olduğunu, bononun zamanaşımına uğrayıp kambiyo vasfını yitirdiğini belirterek, davanın reddi ile davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesini istemiştir.

Mahkemece, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre, davalının zamanaşımı definde bulunduğu, davaya dayanak yapılan senedin vade tarihinden itibaren 3 yıl geçtiğinden zamanaşımına uğradığı, hamilin sebepsiz zenginleşme hükümleri kapsamında 1 yıllık zamanaşımı süresi içerisinde düzenleyenden talepte bulunabileceği, talep tarihi itibari ile sebepsiz zenginleşmeye ilişkin 1 yıllık zamanaşımı süresi de dolduğundan davanın zamanaşımı nedeni ile reddine, davacının icra inkar tazminatı talebinin reddine, davalının kötüniyet tazminatı talebinin dava zamanaşımı nedeni ile reddedildiğinden, şartlar oluşmadığından reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava zamanaşımına uğramış bonodan kaynaklanan alacağın tahsiline yönelik icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir. Davaya konu bononun incelenmesinde keşidecinin dava dışı …. Ltd. Şti. lehtarın davacı, davalılar … ve …’in ise aval veren oldukları anlaşılmıştır.Davacı ile dava dışı keşideci arasında temel ilişki olup sebepsiz zenginleşme hükümlerinin somut olayda uygulama yeri yoktur. Sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca aval verenler hakkında zamanaşımına uğramış bono nedeniyle alacak isteminde bulunulamaz. Yine aval verenlere karşı temel ilişkiye dayanılarak başvurulması mümkün değildir. Mahkemece bu gerekçe ile davanın reddi gerekirken yanılgılı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına,peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 20/12/2018 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Yerel mahkemenin davayı ret gerekçesi doğru olmayıp, doğru değerlendirme Dairemizin bozma kararında gösterilmiştir.
Ancak yerel mahkeme kararı sonucu itibariyle doğru olduğundan gerekçesi düzeltilerek onanması gerekirken bozma yapılmasını doğru bulmadığımdan saygıdeğer çoğunluğun kararına bu yönden muhalifim. 20.12.2018

SÖZLEŞMEDEKİ İMZANIN DAVACIYA AİT OLMADIĞI- BANKAYA YATACAK OLAN KAMULAŞTIRMA BEDELİNE BLOKE KONULMAMASI AMACIYLA SÖZ KONUSU ÖDEMEDE BULUNDUĞU- BORÇ OLMAYAN ŞEYİN ÖDENMESİ HÂLİNDE, SEBEPSİZ ZENGİNLEŞMEYE DAYANILARAK TALEPTE BULUNMA ŞARTLARI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2017/1308
KARAR: 2018/1932
TARİH: 13.12.2018
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Borçka Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 09.10.2014 tarihli ve 2014/115 E., 2014/389 K. sayılı karar davalı vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 09.12.2015 tarihli ve 2015/6665 E., 2015/16600 K. sayılı kararı ile,
“…Davacı, Ziraat Bankası Borçka şubesi tarafından kendisine 11.10.1999 tarih ve 99-222 numaralı kredi sözleşmesi nedeniyle borçlu olduğunun söylendiğini, ancak kendisinin böyle bir sözleşmeye imza atmadığını ve bu nedenle davalıya borcu olmadığını, arıcılık kredisini kullanmak zorunda olduğundan bankanın belirtilen borcunu kapatması gerektiğinin belirtilmesi nedeniyle söylenen miktarın 5.559,08 TL sini ödediğini, istenen paranın geri kalanının ödenmesi için kendisine 12.09.2013 tarihine kadar süre verildiğini, bu defa da davalı bankaya yatacak olan kamulaştırma bedeli üzerine bloke konulmaması için 13.09.2014 tarihinde belirtilen borcun kalan 5.564 TL sini ödemek zorunda kaldığını, davalı bankaya belirtilen sözleşme nedeniyle borcunun olmadığını ileri sürerek ödemiş olduğu toplam 11.123,03 TL nin ödeme tarihlerinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davalı tarafından davacının borcunun sebebi olarak gösterilen kredi sözleşmesinde davacıya atfen atılmış bulunan imzanın davacının eli ürünü olmadığı, sözleşme dışında davacıdan alacaklı olduğunu gösteren herhangi bir belge de ibraz edilmediği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında olan ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Davacı herhangi bir ihtar ve icra takibine maruz kalmaksızın ödeme yaptığına göre TBK’nun 78/1 maddesi hükmünün olayda uygulama yerinin bulunup bulunmadığının tartışılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir,…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava alacak istemine ilişkindir.
Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankadan kredi kullanmak istediği sırada kendisine 11.10.1999 tarihli ve 222 numaralı kredi sözleşmesi nedeniyle borçlu olduğunun söylendiğini, söz konusu sözleşmeye imza atmadığını ancak kredi kullanmak amacıyla borçlu olduğu belirtilen miktarın 5.559,08TL’sini ödediğini sonrasında davalı bankaya yatacak olan kamulaştırma bedeli üzerine bloke konulmaması için 5.564,00TL daha ödemek zorunda kaldığını, davalı bankaya borcunun olmadığını ileri sürerek ödenen 11.123,03TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; Adli Tıp Kurumu Başkanlığınca düzenlenen raporda, davalı banka tarafından borcun sebebi olarak gösterilen 11.10.1999 tarihli kredi sözleşmesinde davacıya atfen atılmış bulunan imzanın davacının eli ürünü olmadığının anlaşıldığı, davalının sözleşme dışında davacıdan alacaklı olduğunu gösteren herhangi bir belge ibraz edilmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel Mahkemece, davacının kendisini borçlu sanarak ödeme yapmadığı, söz konusu borcu kullanmak istediği krediyi alabilmek için hukuki baskı altında ödediği ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 78/1. maddesinin uyuşmazlığın çözümünde uygulama yerinin bulunmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 78/1. maddesinin uygulama yerinin bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce, Özel Dairece 6098 sayılı TBK’nın 78/1 maddesinin somut olayda uygulama yerinin bulunup bulunmadığı tartışılarak karar verilmesi gerektiğinden bahisle kararın bozulması üzerine yerel mahkemece önceki gerekçeler yanında 6098 sayılı TBK’nın 78/1. maddesi değerlendirilerek anılan Yasa maddesinin somut olayda uygulama yerinin olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiş olması karşısında; direnme adı altında verilen kararın, bozma kararında işaret edilen hususun bozmada belirtildiği şekilde değerlendirilmesi suretiyle verilen yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı, yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak görüşülüp tartışılmış ve belirtilen bu hususun yeni hüküm teşkil etmeyeceği, dolayısıyla ortada yeni bir hükmün ve bu itibarla ön sorunun da bulunmadığı oy birliği ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
6098 sayılı TBK’nın 77 – 82. maddeleri arasında borcun kaynağının bir türü olan sebepsiz zenginleşmeden doğan borç ilişkileri düzenlenmiştir. TBK’nın 77. maddesinde haklı bir neden olmaksızın bir başkasının mal varlığından veya emeğinden zenginleşenin, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlü olduğu, bu yükümlülüğün, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğacağı belirtilmiştir.
6098 sayılı TBK’nın “Borçlanılmamış edimin ifası” başlıklı 78/1. maddesi “Borçlanmadığı edimi kendi isteğiyle yerine getiren kimse, bunu ancak, kendisini borçlu sanarak yerine getirdiğini ispat ederse geri isteyebilir…” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu düzenlemeye göre borç olmayan şeyin ödenmesi hâlinde, sebepsiz zenginleşmeye dayanılarak talepte bulunabilmesi için borcun ifası amacıyla ödeme yapılması, gerçekte ödenmesi gereken bir borcun bulunmaması, ödemeyi yapan kimsenin yanılmak suretiyle kendisini borçlu sanarak ödemede bulunması gerekir. Somut olaya gelince, davacının borçlu olduğu iddia edilen kredi sözleşmesinde yer alan imzanın onun eli ürünü olup olmadığı yönünde Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan 29.08.2014 tarihli raporda sözleşmedeki imzanın davacıya ait olmadığı belirlenmiştir. Bu durumda yanlar arasında davacının davalı bankaya borçlu olduğuna ilişkin bir sözleşme bulunmamaktadır.
Bu durumda davacının kullanmak istediği kredi bedelinden tahsilat yapılmaması ve davalı bankaya yatacak olan kamulaştırma bedeline bloke konulmaması amacıyla söz konusu ödemede bulunduğu, kendisini borçlu sanarak ödeme yapmadığının kabulünün gerekmesi karşısında, somut olayda 6098 sayılı TBK’nın 78/1. maddesinin uygulanma yeri bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle yerel mahkeme kararı usul ve yasaya uygun olup direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (569,86TL) harcın temyiz eden davalıdan alınmasına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 440-III/1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 13.12.2018 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT- DAVANIN KISMEN REDDİ DURUMUNDA, DAVALI YARARINA HÜKMEDİLEN VEKALET ÜCRETİNİN, DAVACI LEHİNE BELİRLENEN ÜCRETİ GEÇEMEZ

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/6674
KARAR:2018/9722

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Davacılar murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davacılar ile davalılardan …, … ve …….. Ltd. Şti. vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere, temyiz kapsamına ve sebeplerine göre, temyiz talebinde bulunan davalı …….. Şti, … ve … vekillerinin tüm, davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.

Dava,…….. iş kazasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir.

Mahkemece, davacı anne için maddi tazminat talebinin reddine, 12.500,00TL manevi tazminat talebinin kabulüne; davacı …….. için de aynı şekilde maddi tazminat talebinin reddine 12.500,00TL manevi tazminatın kabulüne ve bu tazminatların sigorta şirketi dışındaki tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.

Dosya kapsamına göre, 24/01/2011 tarihli olayın …….. Başkanlığı tarafından iş kazası olarak kabul edildiği; alınan kusur raporuna göre davalı şoför …’ın %100 kusurlu bulunduğu anlaşılmaktadır.

Bu kapsamda;

1-Borçlar Kanunu’nun 47. maddesi hükmüne göre hakimin, özel halleri göz önünde tutarak takdir edeceği tazminat tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek, tazminata benzer fonksiyonu olan …….. bir nitelik taşır. Bir …….. olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 22.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim, bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Hakimin, bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları, tarafların sosyal ve ekonomik durumları, paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu, olayın ağırlığı, olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin işçi sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince almamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminatı takdir etmesi gerekir. ( HGK 23/06/2004, 13/291-370 )

Bu ilkeler gözetildiğinde, davacılar yararına hükmedilen manevi tazminat miktarlarının az olduğu ortadadır.

2-Mahkemece taleple bağlı olarak karar verilmesi gerektiği 6100 sayılı HMK’nın 26. (mülga 1086 s. HUMK m. 74) maddesinin emredici kuralıdır.

Öte yandan, karar tarihinde yürürlükte bulunan 2015 yılı ……..’nin 10. maddesinde, manevi tazminat davalarında avukatlık ücretinin, hüküm altına alınan miktar üzerinden nispi olarak hesaplanacağı, davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına nispi vekalet ücretinin, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemeyeceği, manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda ise; manevi tazminat açısından vekalet ücretinin ayrı bir kalem olarak hükmedilmesi gerektiği düzenlenmiştir.

Somut olayda, manevi tazminat talebi yönünden aleyhine husumet yöneltilmeyen davalı … şirketi lehine vekalet ücreti verilmesi hatalı olmuştur.

3-Mahkeme kararında, manevi tazminatın kısmen reddi ile birlikte, davacılar lehine verilen vekalet ücretinden daha fazlası için davalı … ve Tel-Net Ltd. Şti. lehine vekalet ücretine hükmedilmiştir.

Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 10/2 maddesine göre, davanın kısmen reddi durumunda, davalı yararına hükmedilen vekalet ücretinin, davacı lehine belirlenen ücreti geçemez.

Bu yönüyle karar, usule ve yasaya aykırıdır.

Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuksal olgular dikkate alınmadan, yazılı şekilde hüküm kurulması usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacılar vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmelidir ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA,temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz eden davalılara yükletilmesine 25/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KISA KARARDAN DÖNME OLANAĞI BULUNMADIĞI KARARIN ASLİ UNSURLARINDAN OLAN GEREKÇELİ KARARIN KISA KARAR DOĞRULTUSUNDA VE YASAL GEREKÇELERİYLE BİRLİKTE YAZILMASININ ZORUNLU OLDUĞU

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/6496
KARAR:2018/9673 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Asıl ve birleşen dava bakımından davacı iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi ……ın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalılardan ……… Tic A.Ş. ile … ve…… Tic. San. Ltd. Şti. vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

Dava, davacı sigortalının iş kazası nedeniyle maluliyetine dayalı maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, asıl ve birleşen davalar birlikte değerlendirilmek suretiyle maddi …… isteminin tam, manevi …… isteminin ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bilindiği üzere tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra Hakimin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 298.maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.
Bu aşamadan sonra yapılması zorunlu iş, 298/2.maddesi kapsamında gerekçeli kararın kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte yazılmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yer alması gerekir (Yargıtay …… Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E. ve 1992/4 K. sayılı ve 10.4.1992 günlü kararı).

Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanun koyucu HMK’nın 294 ve 298. maddeleriyle varlık kazandırmıştır.

Gerçekten de anılan maddeler kamu düzeni amacıyla konulmuş, emredici hükümlerdendir. Bu maddeler uyarınca kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Yine Anayasamızın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141. maddesinin 3. fıkrasında; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı HMK’nın 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.

Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.

İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK’nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
HMK’nun 445/1-2.maddelerinde “………(……), adalet hizmetlerinin …… ortamda yürütülmesi amacıyla oluşturulan bilişim sistemidir. Dava ve diğer yargılama işlemlerinin …… ortamda gerçekleştirildiği hâllerde …… kullanılarak veriler kaydedilir ve saklanır. …… ortamda, güvenli …… imza kullanılarak dava açılabilir, harç ve avans ödenebilir, dava dosyaları incelenebilir. Bu Kanun kapsamında fizikî olarak hazırlanması öngörülen tutanak ve belgeler güvenli …… imzayla …… ortamda hazırlanabilir ve gönderilebilir. Güvenli …… imza ile oluşturulan tutanak ve belgeler ayrıca fizikî olarak gönderilmez, belge örneği aranmaz.” düzenlemesi yer almaktadır.

Aynı Doğrultuda 06/08/2015 tarihli …… Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “……………… ve …… Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin” 214. maddesinde “…… ortamda hazırlanan hüküm, hükme katılan başkan ve hâkimler ile …… tarafından güvenli …… imza ile imzalanarak …… veri tabanında saklanır. Ayrıca hükmün çıktısı hükme katılan başkan ve hâkimler ile …… tarafından imzalanıp mahkeme mührüyle……lenerek karar kartonunda muhafaza edilir.” hükmünü içermektedir.

Bu açıklamalar ışığında, …… sisteminde yapılan incelemede aynı dosya ile ilgili 29/01/2016 ve 16/02/2016 tarihlerinde güvenli …… imza ile imzalanmış olan birbirinden farklı iki adet gerekçeli karar bulunduğu, taraflara tebliğ edilen gerekçeli karar hususunda çelişki oluştuğu ve bu yönüyle sonradan imzalanan gerekçeli kararın belge bozucu mahiyette olduğu kanaatine erişilmesi nedeniyle mahkemece yapılan uygulamanın usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşılmaktadır.

Yapılacak iş ,çelişkiyi ortadan kaldıracak şekilde tarafların hak ve yükümlülüklerini açık bir şekilde belirtir mahiyette bir karar vermekten ibarettir.

Mahkemece, yukarda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde birden fazla farklı gerekçeli karar oluşturulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, bu aşamada davalılardan……… San ve Tic. AŞ, … ile ……… Tic Ve San Ltd Şti vekillerinin temyiz itirazları incelenmeksizin hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz eden taraflara ayrı ayrı iadesine 25/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT- TEMYİZ KESİNLİK SINIRI

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/6572
KARAR:2018/9689

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : …… …… Mahkemesi 24. Hukuk Dairesi

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmesi üzerine davalılar vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
…… Mahkemesince, davalılar vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
…… Mahkemesi kararının davalılardan … vekilince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

1- Manevi tazminatlara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Miktar veya değeri temyiz kesinlik sınırını geçmeyen davalara ilişkin nihai kararlar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362/1-(a) maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362/2. maddesinde; ”Birinci fıkranın (a) bendindeki kararlarda alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, …… Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü …… Türk Lirasını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Ancak, karşı taraf temyiz yoluna başvurduğu takdirde, diğer taraf da düzenleyeceği cevap dilekçesiyle kararı temyiz edebilir.” denilmektedir.
…… Mahkemesince verilen kararlar için kesinlik sınırı, karar tarihi 20.07.2016-01.12.2016 tarihleri arasındaki ilamlar için 25000 TL, 02.12.2016-31.12.2016 tarihleri arasında 40000 TL, 01.01.2017-31.12.2017 tarihleri arasında 41530 TL ve 01.01.2018 tarihinden sonra verilen kararlar için 47530 TL’ dir.
Dava ve ıslah dilekçesi değerlendirildiğinde; Mahkemece 55483,73 TL maddi tazminat ile 7500 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 08.02.2008 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsil edilerek davacıya verilmesine, fazlaya dair istemin ise reddine hükmedildiği, davalılar vekillerinin istinaf başvurusu üzerine …… …… Mahkemesi 24. Hukuk Dairesince verilen 19.10.2017 tarihli karar ile davalılar vekillerinin istinaf kanun yoluna başvurularının esastan reddine karar verildiği, bu kararın davalı … vekilince temyize getirildiği dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminat miktarının karar tarihi itibariyle 41530 TL’lik temyiz sınırının altında kaldığı açıktır.
O halde …… Mahkemesi kararının temyiz kabiliyeti olmayıp, davalı vekilinin temyiz itirazlarının 6100 sayılı HMK’nın 362/1-a ve 2, 366 ve 352. maddeleri uyarınca REDDİNE,
2- Maddi tazminata yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dosyadaki temyiz kapsam ve nedenleri ile yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesi üzerine …… Mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığından, davalı vekilinin yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, dosyanın ilk derece Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz eden davalılardan …’na yükletilmesine 25.12.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI – MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT- VEKALET ÜCRETİ

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/5430
KARAR:2018/9684

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

TÜRK MİLLETİ ADINA

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davacı ile davalılardan …….Tic.Ltd.Şti., … ve … vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

1-Dosyadaki temyiz kapsam ve sebeplerine göre; taraf vekillerinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.

2-Dava, 22.02.2013 tarihli iş kazası nedeni ile sigortalının maddi ve manevi tazminat istemlerine ilişkindir.

Mahkemece; Davalı … aleyhine açılan davanın olayda kusurunun olmaması nedeniyle reddine, toplam 278.197,10 TL’lik maddi tazminatın davalı … tarafından fer’ileri ile beraber ödenen 137.000,00 TL’lik kısmının mahsubu ile kalan 141.197,10 TL’lik maddi tazminatın, davalı … yönünden poliçe limiti ile sorumlu ve tahsilde tekerrür olmamak üzere davalı … yönünden dava tarihi, (esas davada 04/09/2013, birleşen davada ise 03/07/2017) davalılar …… Şirketi ve …’dan olay tarihi olan 22.02.2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte üç davalıdan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine ve manevi tazminat isteminin tamamı davalı … tarafından ödendiğinden manevi tazminat talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Somut olayda; toplam 278.197,10 TL’lik maddi tazminatın davalı … tarafından fer’ileri ile beraber ödenen 137.000,00 TL’lik kısmının mahsubu ile kalan 141.197,10 TL’lik maddi tazminatın davalılar …… A.Ş., ……. Ve Tic. Ltd. Şti. ve …’dan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine karar verildiğinin anlaşılmasına göre; davacı lehine talebi doğrultusunda 141197,10 TL üzerinden vekalet ücretine hükmedilmemesi ve ayrıca hakkında açılan maddi ve manevi tazminat davaları reddedilen davalı … lehine nispi nitelikte ve ayrı ayrı vekalet ücreti verilmesi hatalı olmuştur.

Mahkemece, yukarıda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, taraf vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Ne var ki bu yanlışlığın giderilmesinin yeniden yargılamayı gerektirmediği anlaşıldığından hüküm bozulmamalı, yürürlükteki 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi ve HUMK’un 438/7. maddesi uyarınca karar düzeltilerek onanmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle; “6-Kabul edilen maddi tazminat üzerinden davacı kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan …… uyarınca hesaplanan 22.941,83 TL vekalet ücretinin davalılar ……… , …… Şirketi ve …’dan müştereken ve müteselsilen ( sigorta şirketin poliçe limiti ile sorumlu olmak üzere ) alınarak davacıya verilmesine” “7-Olayda kusuru bulunmayan davalı … yönünden reddedilen maddi tazminat üzerinden kendisini vekille temsil ettirdiğinden yürürlükte bulunan …… gereğince 4.086,09 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı …’na verilmesine” “10-Olayda kusuru bulunmayan davalı … Avşaroğlu yönünden reddedilen manevi tazminat miktarı üzerinden davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan …… uyarınca hesaplanan 1.980,00 TL ücretinin davacıdan alınarak davalı … Avşaroğlu’na verilmesine,” fıkraları (6,7,10) tamamen silinerek yerlerine;
“6-Kabul edilen maddi tazminat (141197,10 TL) üzerinden davacı kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan …… uyarınca hesaplanan 14045,77 TL vekalet ücretinin davalılar ………, …… Şirketi ve …’dan müştereken ve müteselsilen (sigorta şirketin poliçe limiti ile sorumlu olmak üzere) alınarak davacıya verilmesine”
“7-Davalı … kendisini vekille temsil ettirdiğinden yürürlükte bulunan …… gereğince 1980,00 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalı …’na verilmesine” miktar ve sözcüklerinin yazılmasına ve hükmün bu düzeltilmiş şekli ile ONANMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz eden taraflara iadesine, 25.12.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

SİGORTALI İŞÇİNİN BELİNE BAĞLI OLAN HALATIN KOPMASI NEDENİYLE ÖLÜM OLAYINA DAYALI İŞ KAZASI- BİLİRKİŞİ RAPORLARI ARASINDA ÇELİŞKİ

T.C
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/13297
KARAR:2018/11163

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, rücuan alacak istemine ilişkindir.

Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, davacı Kurum ve davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

İnceleme konusu davada; 04.01.2013 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahiplerine ödenen gelirin ve cenaze yardımının tahsilinin talep edildiği, dosyada alınan kusur raporunda sigortalı %20, … ve belediye temizlik işleri müdürlüğü vekili … müştereken %10, Antakya Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü %30, … İnş. Tem. Taah. Taş. Mal. Bilg. Güv. Hiz. Tic. Ltd. Şti. %40 oranında kusurlu bulunduğu, mahkemece kusur raporu esas alınarak davanın kabulü yönünde hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.

5510 sayılı Yasa’nın 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 21. maddesi 1. fıkrası ile “iş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya sigortalıların sağlığını koruma ve iş güvenliği mevzuatına aykırı bir hareketi sonucu meydana gelmişse, Kurumca sigortalıya veya hak sahiplerine bu Kanun gereğince yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değeri toplamı, sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebilecekleri tutarlarla sınırlı olmak üzere, Kurumca işverene ödettirilir.” düzenlemesi getirilmiş olup, 21. maddenin 4. fıkrası ise 3. kişilerin sorumluluğu” İş kazası, meslek hastalığı ve hastalık, üçüncü bir kişinin kusuru nedeniyle meydana gelmişse, sigortalıya ve hak sahiplerine yapılan veya ileride yapılması gereken ödemeler ile bağlanan gelirin başladığı tarihteki ilk peşin sermaye değerinin yarısı, zarara sebep olan üçüncü kişilere ve şayet kusuru varsa bunları çalıştıranlara rücû edilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

1) Somut davada; Asi nehrinin temizliği işinin de içinde bulunduğu Antakya Belediyesi Şehir Temizliği, Çöp Toplama ve Nakli Hizmetine ait ihalenin eski Antakya Belediye Başkanlığı (yeni … Büyükşehir Belediyesi) tarafından yapıldığı ve 31.12.2012 tarihinde 01.01.2013-30.06.2014 tarihleri arasını kapsar şekilde, 18 aylık süreli olarak davalı … İnş. Tem. Taah. Taş. Mal. Bilg. Güv. Hiz. Tic. Ltd. Şti.’ye verildiği, 06.12.2012 tarihli resmi gazetede yayımlanan 6360 sayılı On Üç İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmialtı İlçe Kurulmasına dair kanun gereğince 30 Mart 2014 tarihinde yapılan yerel seçimler ile Antakya İlçe Belediyesinin ve … Büyükşehir Belediyesinin kurulduğu, temizlik ve katı atık toplama işinin ilçe belediyelerin görevi içinde olduğu, halen Antakya İlçe Belediye Başkanlığı tarafından yapıldığı anlaşılmaktadır.

Davalı temizlik şirketi ile sözleşmenin 6360 sayılı Yasa’nın yürürlük tarihinden önce tek belediye olan Antakya Belediye Başkanlığınca imzalanması ve sözleşmenin süresinin ilgili yasadan sonra da devam ettiği,Antakya Belediye Başkanlığının tüm görev alanının Büyükşehir Belediyesine devredildiği ve Antakya Belediyesinin merkez ilçe statüsüne kavuştuğu gözetildiğinde; temizlik şirketi ile yapılan sözleşmede Antakya Belediye Başkanlığı’nın mı yoksa … Büyükşehir Belediyesinin mi taraf olarak sorumlu olacağı saptanarak işverenlik sıfatının hangi belediyeye ait olduğu belirlenmelidir.

2) Mahkemece dava Antakya Belediye Başkanlığı’na ihbar edilmesine rağmen 12.05.2016 tarihli ek karar ile ilgili belediye başkanlığının taraf sıfatının davalı olarak düzeltilmesine karar verilmesi yerinde değildir.

3) Somut kaza ile ilgili açılan ceza davasında; müteveffa sigortalının kaza anında birlikte çalıştığı iş arkadaşı… kaza tarihinde her ikisinin de Asi Nehri kenarında temizlik yaptığını, önce kendisinin beline halat bağlayarak aşağıya inip çalıştığını daha sonra kazalı sigortalının kendi halatını beline bağlayarak aşağıya indiğini, çalışacağı yere kadar inince belindeki halatı çıkardığını gördüğünü zira halatla çalışmanın zor olduğu yönünde beyanda bulunduğu, ceza dosyasında alınan kusur raporunda da sigortalının beline bağlı kemeri çıkarttığı ve yanına yeterli kişisel koruyucu malzeme almadığı tespitiyle asli kusurlu, temizlik şirketi müdürü …’ın ve belediyenin temizlik işleri ile ilgili müdür vekili …’ın tali kusurlu bulunduğu,dosyamızda alınan kusur raporunda ise sigortalının beline bağlı olan ipin kopması sonucu nehire düştüğü tespit edilerek, sigortalıya % 20, … ile …’a % 10, Antakya Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü’ne % 30, temizlik şirketine ise % 40 oranında kusur verildiği görülmektedir.

Dosyada işverenlik sıfatları belirlendikten sonra ceza dosyasında belirlenen maddi olgu (sigortalının ipi çözerek nehire düşmesi) ile dosyamızda belirlenen maddi olgu (sigortalının ipin kopmasıyla düşmesi) arasında ve kusur raporları arasında çelişki oluştuğundan kaza olayının meydana geliş şekli araştırılarak maddi olgu belirlenmeli ve çelişkiyi gideren, denetimi elverişli, konusunda uzman bilirkişi heyetinden yeniden kusur raporu alınarak sonucuna göre değerlendirme yapılmalıdır.

Mahkemece yukarıda belirtilen maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davacı Kurum vekili ile davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davalılardan …, … Büyükşehir Belediyesi ve Antakya Belediye Başkanlığı iadesine, 26.12.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI SONUCU GERÇEKLEŞEN SÜREKLİ İŞ GÖREMEZLİK ORANININ TESPİTİ İLE İŞGÖREMEZLİK GELİRİ BAĞLANMASI

T.C
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/3065
KARAR:2018/11301

“İçtihat Metni”
….
Dava, iş kazası sonucu gerçekleşen sürekli iş göremezlik oranının tespiti ile işgöremezlik geliri bağlanması istemine ilişkindir.

Mahkemece, bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 19 ve devamı maddeleri olup, anılan Yasanın 19. maddesinin 1. fıkrasında “Geçici iş göremezlik hali sonunda Kuruma ait veya Kurumun sevk edeceği sağlık tesisleri sağlık kurulları tarafından verilecek raporlarda belirtilen arızalarına göre, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az % 10 azalmış bulunduğu Kurumca tesbit edilen sigortalı, sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanır.” hükmüne, 26. maddenin 1. fıkrasında da “İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve işgüvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya haksahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22’nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı (…)(2) Kurumca işverene ödettirilir.” hükmüne yer verilmiştir. Davaya konu somut olayda, dava dışı işveren yanında 3.8.2006 tarihinde gerçekleşen iş kazası sonucu, davacının %7,2 oranında sürekli işgöremez hale geldiği belirlenerek gelir talebinin reddi üzerine eldeki davada davacının sürekli işgöremezlik oranının daha yüksek olduğunu iddia etmesi nedeni ile, ….. 30.04.2014 tarihli raporu ile davacının sürekli işgöremezlik oranının %10,2 olarak belirlendiği ve mahkemece bu rapora dayalı olarak hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır. Anılan yasal düzenlemeler çerçevesinde belirlenen sürekli iş göremezlik oranının davacıya bağlanan gelirde belirleyici olması, bağlanan gelirin peşin sermaye tutarından işverenin sorumlu tutulması ve eldeki davada verilen kararın işverenin hak alanını da ilgilendirmesi ihtimalinden, işverenin de davada taraf olmasında yasal zorunluluk vardır.

Hal böyle olunca, dava dışı işverenin, usulüne uygun şekilde davada taraf olması sağlanarak, varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması isabetsizdir.

O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve sair hususlar incelenmeksizin hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 27.12.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI – TRANSMİKSER OPERATÖRÜNÜN PASİF DEVRE ZARARI

T.C.
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2015/12468
KARAR NO : 2015/21417

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi
TARİHİ : 16/04/2015
NUMARASI : 2012/973-2015/127

Davacılar murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle 395.897.72 TL maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacılara verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmesi ve davalı vekilince de duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek, işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 01/12/2015 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmiştir. Duruşma günü davalı vekili Avukat …… ile karşı taraf vekili Avukat ……….geldiler. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün tetkik Hakimi Bülent Mustafa Şimşek tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıda karar tespit edildi

K A R A R

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davacıların tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,

2- Dava 25.09.2012 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece davacıların maddi tazminat istemlerinin kabulüne, manevi tazminat istemlerinin ise kısmen kabulüne karar verilmiş ve bu karar süresinde davacı ve davalı taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Mahkemenin manevi tazminatın takdirine ilişkin kararı isabetlidir. Maddi tazminatın belirlenmesi sırasında ise hata yapıldığı görülmektedir.

Zararlandırıcı sigorta olayı sonucu ölen işçinin hak sahiplerinin maddi zararlarının hesaplanmasında gerçek ücretin esas alınması koşuldur. Gerçek ücretin ise; işçinin kıdemi ve yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücret olduğu, işyeri veya sigorta kayıtlarına geçmiş ücret olmadığı Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir. Transmikser operatörü olarak çalışan kazalının asgari ücretin üzerinde bir ücret aldığının, giderek şoför odasınca bildirildiği ve tanık beyanları ile de doğrulandığı gibi olay tarihinde 1.200,00-TL net ücret aldığının kabulü yerindedir. Ne var ki bildirilen bu ücret işçinin eline geçeni ifade ettiği diğer bir deyişle aksine bilgi ve belge olmadığı sürece, asgari geçim indiriminin bu ücretin içinde olduğunun kabulü ile asgari ücrete oranlamasının yapılması gerekirken, bildirilen ücretin asgari geçim indirimsiz ücret olduğu kabul edilip, olay tarihi itibarıyla 1.200,00-TL’nı aşar bir ücretle tazminatın hesaplanması isabetsizdir.

Pasif devre zararına gelince: Mahkemece hak sahiplerinin pasif devre zararının oluştuğunun kabulü yerindedir. Ancak pasif devre zararı hesaplanırken, hesap tarihindeki asgari geçim indirimsiz asgari ücretin, bakiye ömrüne kadar her yıl için %10 artırılıp %10 iskonto uygulanmak suretiyle bulunacak ücretlerin, pasif devre zararının belirlenmesinde esas alınması gerekirken, aktif devre ücretlerinin esas alınmak suretiyle pasif devre zararının hesaplanması hatalı olmuştur. Pasif dönemde herhangi bir işte çalışılmasa bile, salt yaşamsal faaliyetlerinin sürdürülmesinin de ekonomik bir değer taşıdığı dikkate alındığında, sigortalının ölümü ile bundan yoksun kalan hak sahipleri bakımından asgari ücret düzeyinde bir zarar oluşacağı açıktır. Bu nedenlerle pasif devre zararının asgari ücret esas alınarak hesaplanması gerekir. Öte yandan yukarıda açıklandığı üzere pasif devre zararının hesaplanması sırasında esas alınan asgari ücret, bir çalışmanın karşılığı değil ekonomik bir değer taşıyan yaşamsal faaliyetlerin sürdürülmesinin karşılığı olduğundan, ücretle fiilen çalışanlara uygulanmak için getirilen asgari geçim indiriminin, ücretli bir çalışmanın söz konusu olmadığı pasif devre zararının hesaplanması sırasında dikkate alınamayacağı da açık ve seçiktir. Hal böyle olunca pasif devre zararının, asgari geçim indirimsiz asgari ücret yerine, aktif devre ücretleri ile hesaplandığı hesap bilirkişi raporunun hükme esas alınmasının isabetsiz olduğu ortadadır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgulara aykırı biçimde yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir

O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, davalı yararına takdir edilen 1.100.00 TL duruşma Avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde temyiz edenlerden davalıya iadesine 01.12.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version