KISA KARARDAN DÖNME OLANAĞI BULUNMADIĞI KARARIN ASLİ UNSURLARINDAN OLAN GEREKÇELİ KARARIN KISA KARAR DOĞRULTUSUNDA VE YASAL GEREKÇELERİYLE BİRLİKTE YAZILMASININ ZORUNLU OLDUĞU

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/6496
KARAR:2018/9673 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Asıl ve birleşen dava bakımından davacı iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi ……ın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalılardan ……… Tic A.Ş. ile … ve…… Tic. San. Ltd. Şti. vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

Dava, davacı sigortalının iş kazası nedeniyle maluliyetine dayalı maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, asıl ve birleşen davalar birlikte değerlendirilmek suretiyle maddi …… isteminin tam, manevi …… isteminin ise kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Bilindiği üzere tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra Hakimin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 298.maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur.
Bu aşamadan sonra yapılması zorunlu iş, 298/2.maddesi kapsamında gerekçeli kararın kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte yazılmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yer alması gerekir (Yargıtay …… Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E. ve 1992/4 K. sayılı ve 10.4.1992 günlü kararı).

Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanun koyucu HMK’nın 294 ve 298. maddeleriyle varlık kazandırmıştır.

Gerçekten de anılan maddeler kamu düzeni amacıyla konulmuş, emredici hükümlerdendir. Bu maddeler uyarınca kararların alenen tefhim edilmesi gerekir. Yine Anayasamızın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141. maddesinin 3. fıkrasında; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” hükmüne yer verilmiştir.

Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı HMK’nın 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.

Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.

İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK’nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.
HMK’nun 445/1-2.maddelerinde “………(……), adalet hizmetlerinin …… ortamda yürütülmesi amacıyla oluşturulan bilişim sistemidir. Dava ve diğer yargılama işlemlerinin …… ortamda gerçekleştirildiği hâllerde …… kullanılarak veriler kaydedilir ve saklanır. …… ortamda, güvenli …… imza kullanılarak dava açılabilir, harç ve avans ödenebilir, dava dosyaları incelenebilir. Bu Kanun kapsamında fizikî olarak hazırlanması öngörülen tutanak ve belgeler güvenli …… imzayla …… ortamda hazırlanabilir ve gönderilebilir. Güvenli …… imza ile oluşturulan tutanak ve belgeler ayrıca fizikî olarak gönderilmez, belge örneği aranmaz.” düzenlemesi yer almaktadır.

Aynı Doğrultuda 06/08/2015 tarihli …… Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “……………… ve …… Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin” 214. maddesinde “…… ortamda hazırlanan hüküm, hükme katılan başkan ve hâkimler ile …… tarafından güvenli …… imza ile imzalanarak …… veri tabanında saklanır. Ayrıca hükmün çıktısı hükme katılan başkan ve hâkimler ile …… tarafından imzalanıp mahkeme mührüyle……lenerek karar kartonunda muhafaza edilir.” hükmünü içermektedir.

Bu açıklamalar ışığında, …… sisteminde yapılan incelemede aynı dosya ile ilgili 29/01/2016 ve 16/02/2016 tarihlerinde güvenli …… imza ile imzalanmış olan birbirinden farklı iki adet gerekçeli karar bulunduğu, taraflara tebliğ edilen gerekçeli karar hususunda çelişki oluştuğu ve bu yönüyle sonradan imzalanan gerekçeli kararın belge bozucu mahiyette olduğu kanaatine erişilmesi nedeniyle mahkemece yapılan uygulamanın usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşılmaktadır.

Yapılacak iş ,çelişkiyi ortadan kaldıracak şekilde tarafların hak ve yükümlülüklerini açık bir şekilde belirtir mahiyette bir karar vermekten ibarettir.

Mahkemece, yukarda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde birden fazla farklı gerekçeli karar oluşturulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, bu aşamada davalılardan……… San ve Tic. AŞ, … ile ……… Tic Ve San Ltd Şti vekillerinin temyiz itirazları incelenmeksizin hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz eden taraflara ayrı ayrı iadesine 25/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT- TEMYİZ KESİNLİK SINIRI

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/6572
KARAR:2018/9689

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : …… …… Mahkemesi 24. Hukuk Dairesi

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmesi üzerine davalılar vekillerince istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.
…… Mahkemesince, davalılar vekillerinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
…… Mahkemesi kararının davalılardan … vekilince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

1- Manevi tazminatlara yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Miktar veya değeri temyiz kesinlik sınırını geçmeyen davalara ilişkin nihai kararlar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362/1-(a) maddesi uyarınca temyiz edilemez. Kesinlik sınırı kamu düzeni ile ilgilidir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362/2. maddesinde; ”Birinci fıkranın (a) bendindeki kararlarda alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, …… Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü …… Türk Lirasını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Ancak, karşı taraf temyiz yoluna başvurduğu takdirde, diğer taraf da düzenleyeceği cevap dilekçesiyle kararı temyiz edebilir.” denilmektedir.
…… Mahkemesince verilen kararlar için kesinlik sınırı, karar tarihi 20.07.2016-01.12.2016 tarihleri arasındaki ilamlar için 25000 TL, 02.12.2016-31.12.2016 tarihleri arasında 40000 TL, 01.01.2017-31.12.2017 tarihleri arasında 41530 TL ve 01.01.2018 tarihinden sonra verilen kararlar için 47530 TL’ dir.
Dava ve ıslah dilekçesi değerlendirildiğinde; Mahkemece 55483,73 TL maddi tazminat ile 7500 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 08.02.2008 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsil edilerek davacıya verilmesine, fazlaya dair istemin ise reddine hükmedildiği, davalılar vekillerinin istinaf başvurusu üzerine …… …… Mahkemesi 24. Hukuk Dairesince verilen 19.10.2017 tarihli karar ile davalılar vekillerinin istinaf kanun yoluna başvurularının esastan reddine karar verildiği, bu kararın davalı … vekilince temyize getirildiği dikkate alındığında, hükmedilen manevi tazminat miktarının karar tarihi itibariyle 41530 TL’lik temyiz sınırının altında kaldığı açıktır.
O halde …… Mahkemesi kararının temyiz kabiliyeti olmayıp, davalı vekilinin temyiz itirazlarının 6100 sayılı HMK’nın 362/1-a ve 2, 366 ve 352. maddeleri uyarınca REDDİNE,
2- Maddi tazminata yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Dosyadaki temyiz kapsam ve nedenleri ile yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesi üzerine …… Mahkemesi kararında bir isabetsizlik bulunmadığından, davalı vekilinin yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, dosyanın ilk derece Mahkemesine gönderilmesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz eden davalılardan …’na yükletilmesine 25.12.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI SONUCU GERÇEKLEŞEN SÜREKLİ İŞ GÖREMEZLİK ORANININ TESPİTİ İLE İŞGÖREMEZLİK GELİRİ BAĞLANMASI

T.C
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/3065
KARAR:2018/11301

“İçtihat Metni”
….
Dava, iş kazası sonucu gerçekleşen sürekli iş göremezlik oranının tespiti ile işgöremezlik geliri bağlanması istemine ilişkindir.

Mahkemece, bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 19 ve devamı maddeleri olup, anılan Yasanın 19. maddesinin 1. fıkrasında “Geçici iş göremezlik hali sonunda Kuruma ait veya Kurumun sevk edeceği sağlık tesisleri sağlık kurulları tarafından verilecek raporlarda belirtilen arızalarına göre, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az % 10 azalmış bulunduğu Kurumca tesbit edilen sigortalı, sürekli iş göremezlik gelirine hak kazanır.” hükmüne, 26. maddenin 1. fıkrasında da “İş kazası ve meslek hastalığı, işverenin kastı veya işçilerin sağlığını koruma ve işgüvenliği ile ilgili mevzuat hükümlerine aykırı hareketi veyahut suç sayılabilir bir hareketi sonucu olmuşsa, Kurumca sigortalıya veya haksahibi kimselerine yapılan veya ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarları ile gelir bağlanırsa bu gelirlerinin 22’nci maddede belirtilen tarifeye göre hesaplanacak sermaye değerleri toplamı (…)(2) Kurumca işverene ödettirilir.” hükmüne yer verilmiştir. Davaya konu somut olayda, dava dışı işveren yanında 3.8.2006 tarihinde gerçekleşen iş kazası sonucu, davacının %7,2 oranında sürekli işgöremez hale geldiği belirlenerek gelir talebinin reddi üzerine eldeki davada davacının sürekli işgöremezlik oranının daha yüksek olduğunu iddia etmesi nedeni ile, ….. 30.04.2014 tarihli raporu ile davacının sürekli işgöremezlik oranının %10,2 olarak belirlendiği ve mahkemece bu rapora dayalı olarak hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır. Anılan yasal düzenlemeler çerçevesinde belirlenen sürekli iş göremezlik oranının davacıya bağlanan gelirde belirleyici olması, bağlanan gelirin peşin sermaye tutarından işverenin sorumlu tutulması ve eldeki davada verilen kararın işverenin hak alanını da ilgilendirmesi ihtimalinden, işverenin de davada taraf olmasında yasal zorunluluk vardır.

Hal böyle olunca, dava dışı işverenin, usulüne uygun şekilde davada taraf olması sağlanarak, varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma sonucu, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması isabetsizdir.

O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve sair hususlar incelenmeksizin hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 27.12.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KAMBİYO SENEDİNİN TİCARİ DEFTERLERE KAYDI ZORUNLU DEĞİLDİR; DAVACI SENET NEDENİYLE BORÇLU OLMADIĞINI YASAL DELİLLERLE İSPAT ETMELİDİR.

T.C.
YARGITAY
19. HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/2577
KARAR:2016/9913
TARİH:2.6.2016

MAHKEMESİ : … Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 06/11/2014
NUMARASI : 2012/727-2014/491

Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün davalı vekilince duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine olmakla ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde davacı vekili Av. … gelmiş, diğer taraftan kimse gelmemiş olduğundan onun yokluğunda duruşmaya başlanarak hazır bulunan avukatın sözlü açıklamaları dinlenildikten ve temyiz dilekçesinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

-KARAR-

Davacı vekili, icra takibine konu iki adet senet sebebiyle müvekkilinin davalı-takip alacaklısına borçlu olmadığını, iş bu senetlerdeki borçlunun müvekkili şirketin eski ortağı ve yetkilisi olan ve davalının da babası olan dava dışı … tarafından imzalandığını, bonolar ticari defterlere kayıtlı olmadığı gibi bonoların protesto dahi edilmemesi ve alacaklı ile borçlunun baba-oğul olduğu gözetildiğinde alacağın muvazaalı olduğunu gösterdiğini, TTK’nın 393. ve 395. maddelerine göre şirketin altsoy ve üstsoya borçlanamayacağını ileri sürerek, müvekkilinin davalıya borçlu olmadığının tespitine, %20 kötü niyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, dava dışı …’ın davacı şirkete ortaklığı devam ederken şirkette yaşanan nakit sıkıntısı sebebiyle müvekkilinin şahsi kredi kartından davacı şirket hesabına para aktardığını ileri sürerek, davanın reddi ile %20 tazminata karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece yapılan yargılama, toplanan delillere ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; dava dışı …’ın davacı şirketin yetkilisi sıfatıyla dava konusu iki adet senedi imzaladığı, davalı alacaklının senet borçlusu …’ın oğlu olduğu, davacı şirketin kayıtlarında şirketin borçlu olduğunu kanıtlayan herhangi bir senet kaydı bulunmadığı, daha önce imza yetkisi olan …’ın eski tarihli bonoları düzenleyerek şirketi borçlandırıp oğlu davalı …’ı alacaklı duruma getirmeye çalıştığı, şirketin senede dayalı borcu bulunmadığı, bu nedenle bonoların sonradan tanzim edilerek alacak yaratıldığı gerekçesiyle davanın kabulü ile icra takibine konu iki adet senet sebebiyle davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine, %20 kötü niyet tazminatının davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Dava, icra takiplerine konu davalının lehtarı davacının borçlusu olduğu iki adet senedin bedelsiz olduğu ve muvazaalı olarak düzenlendiği iddiasıyla İİK’nın 72. maddesi uyarınca borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkindir. Dava konusu senetlerin düzenlendiği tarihte dava dışı …’ın davacı şirketin yetkilisi olduğu ticari kayıtlarla sabittir. O halde senetler davacı şirketin yetkilisi tarafından düzenlenmiştir. TTK’da düzenlenen kambiyo senetlerine ilişkin hükümlere uygun düzenlendiği, davalının senetlerde lehtar olduğu görülmektedir. Öte yandan, kambiyo senedinin davacının ticari defterine kaydedilmemiş olması onu hükümden düşürmez. Bu durumda mahkemece davacının senede karşı iddialarını HMK’nın 201. maddesi uyarınca yazılı delille kanıtlaması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 02/06/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEBLİĞ MAZBATASINDAKİ İMZANIN SAHTELİĞİ- ESKİ HALE GETİRME – USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
21. CEZA DAİRESİ
ESAS :2015/4510
KARAR:2015/5417
TARİHİ:24.11.2015

Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin tahkikat neticelerine uygun olarak tecelli eden kanaat ve takdirine, tetkik olunan dosya içeriğine göre sanık müdafiinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Hüküm sanığın yokluğunda tefhim edilmiş, sanık adına düzenlenmiş olan ve gerekçeli kararı içeren tebligatın her ne kadar 20/10/2011 tarihinde bizzat sanığa tebliğ edildiği Tebliğ Mazbatasında yazılı ise de; sanık müdafiinin 01/12/2011 tarihli dilekçesi ile; Tebliğ Mazbatasındaki imzanın sanığa ait olmadığını belirterek Eski Hale Getirme ve temyiz isteğinde bulunması üzerine; mahkemece yapılan araştırma sonucu Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesi’nce düzenlenmiş olan 16/04/2012 tarih 2012/14884/2090 sayılı raporda,Tebliğ Mazbatasındaki imzanın sanığa ait olmadığının belirtilmiş olması nedeniyle sanık müdafiinin eski hale getirme isteğinin kabulü ile sanık müdafiinin temyiz isteğinin öğrenme üzerine ve yasal temyiz süresinde yapılmış olduğunun kabulü ile yapılan incelemede gereği görüşüldü,

Sanığın savunmasında; şoförlük yaptığı minibüsün yol güzergah belgesini kendisinin sahte olarak düzenlemediğini, hat sahibinin babası ….., minibüsü satın aldıkları kişinin de …. …. olduğunu ve sahteciliği kimin yaptığını bilmediğini beyan etmesi karşısında, gerçeğin kuşkuya yer bırakmaksızın tespiti amacıyla; …….plakalı aracın suç tarihindeki trafik kaydının getirtilerek incelenmesi ve sanığın savunmasında isimlerini bildirmiş olduğu ….. ve ……ın tanık sıfatıyla bilgi ve görgüleri tespit edilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 24.11.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

YALAN TANIKLIK- MAHKUMİYET

T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ

Esas No:2015/1336
Karar No:2015/3686
K. Tarihi:21.10.2015

Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Yalan tanıklık, Tehdit
Hüküm : a- Sanık … hakkında;
TCK’nın 28, CMK’nın 223/3-b. maddeleri gereğince ceza verilmesine yer olmadığına dair
b- Sanık … hakkında;
1- TCK’nın 106/1-1, 62, 53. maddeleri gereğince mahkumiyet
2- TCK’nın 272/2, 62, 53. maddeleri gereğince mahkumiyet
Temyiz edenler : Sanık … müdafii, O yer Cumhuriyet savcısı

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Kusurluluğu ortadan kaldıran bir hal olarak 5237 sayılı TCK’nın 28. maddesinde düzenlenen tehdit ve korkutmadan bahsedebilmek için; tehditte bulunanın emirlerine boyun eğmeden zarardan kurtulma imkanının bulunmaması, tehdidin sonuç almaya elverişlilik açısından belli oranda ağır ve muhakkak olması ve ihlal edilen hakla korunmak istenen yarar arasında orantılılık bulunması gerekmektedir. TCK’nın 28. maddesinde düzenlenen tehdit bir yönüyle kaynağı insan davranışları olan zorunluluk halidir.

Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2009/920 sayılı soruşturma kapsamında tanık sıfatıyla ifadesine başvurulan sanık …’un “Sanık …’in elindeki ekmek bıçağıyla kovaladığı …’yı seni öldüreceğim derini yüzeceğim diye tehdit ettiğini” beyan ettikten sonra aynı olayla ilgili açılan ve …nin 2009/324 sayılı esasına kayden görülen kamu davasının duruşma gününde adliye dışında bekleyen …’un yanına gelen sanık …’nin diğer tanıkları kastederek “….onların hepsi yalan söylüyor onlar zaten dayağı yiyecekler aralarında sende yanma ifadeni değiştir kurtul…” şeklinde sözlerinden sonra duruşmaya katılan …’un bu kez soruşturma ifadesinin aksine “…’in …’yı tehdit etmediğini” ifade etmesi şeklindeki gelişen olayda; tehdit ve korkutma unsurları yönünden, TCK’nın 28. maddesinin uygulama koşullarının oluşmadığı,

Bu itibarla;

A- Sanık …’in eyleminin suç tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 38. maddesi delaletiyle 272/3 ve hüküm tarihinden sonra 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6532 sayılı Kanunun 90. maddesiyle değiştirilen 277/1-2 maddesinde düzenlenen suça temas etmesi nedeniyle TCK’nın 7/2 maddesi gereğince sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması

B- Sanık …’un ise sübut bulan yalan tanıklık suçundan mahkumiyetine karar vermek gerekirken yasal olmayan gerekçeyle yazılı biçimde karar verilmesi,

Kanuna aykırı, sanık … müdafii ile Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 21.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

VEKİLLE TAKİP EDİLEN İŞLERDE İCRA EMRİNİN ASİLE TEBLİĞ ÇIKARILMASI USULSÜZ OLMAYIP İCRA EMRİNİN VEKİLE DE TEBLİĞİ SURETİYLE EKSİKLİĞİN İKMALİ YÖNÜNDEN HÜKÜM KURULMASI GEREKİR

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2016
KARAR: 2018/6338 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu vekili; takibe konu dayanak ilamda vekil edeninin vekil marifeti ile temsil edildiğini, icra emrinin ise vekile değil, asile tebliğ edildiğini ileri sürerek usulsüz tebligatın iptali istemiyle icra mahkemesine başvurmuş, mahkemece, şikayetin kabulü ile icra emrinin iptaline karar verilmiştir.

Tebligat Kanunu’nun 11 ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 18. maddeleri uyarınca vekille takip edilen işlerde vekile tebligat zorunludur. Anılan bu düzenlemeler gereğince tebligatın vekile yapılması ile yasal süreler işlemeye başlar ve yine bu tarihe göre takip kesinleştirilerek takibe devam işlemleri yapılır.

Ne var ki, vekile tebliğ zorunluluğunun bulunması asile tebligat yapılması lüzumunu ortadan kaldırmaz. Şöyle ki, 2004 sayılı İcra-İflas Kanunu’nun 76. maddesinde mal beyanında bulunmamak suçu, 338. maddesinde düzenlenen hakikate muhalif beyanda bulunma suçu gibi icra-iflas suçlarında borçlunun cezalandırılabilmesi için icra emrinin borçlunun vekiline değil, kendisine tebliğ edilmiş olması gerekir (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, cilt 2, sh: 1280). Cezaların şahsiliği kuralı gereğince, borçlu asilin cezai yönden sorumlu tutulabilmesi için icra emrinin borçlu asile tebliği zorunludur.

Bu durumda icra emrinin asile tebliğ işlemi usulsüz olmayıp, vekile de tebliğ edilmemesi noktasında tebliğ işlemi eksikliği söz konusudur.

O halde mahkemece, icra emrinin vekile de tebliği suretiyle eksikliğin ikmali yönünde hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçeyle şikayetin kabulü ile borçlu asile tebliğ edilen icra emrinin iptaline karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İCRA EMRİNİN ASİLE TEBLİĞ ÇIKARILMASI USULSÜZ OLMAYIP VEKİLE TEBLİĞ EDİLMEMESİ ANCAK TEBLİĞ İŞLEMİ EKSİKLİĞİ SONUCUNU DOĞURUR

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/3121
KARAR: 2018/6631 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;
Borçlu hakkında başlatılan ilamlı takipte, takip dayanağı ilamda borçlunun vekili olmasına rağmen icra emrinin borçlu vekiline tebliğ edilmediği, borçlu asile tebliğ edildiği, borçlu vekilinin icra emrinin iptali ve hacizlerin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece şikayetin kabulü ile asile çıkartılan icra emrinin iptaline, malları üzerine konulan hacizlerin kaldırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.
HMK’nun 73, 81, 82, 83., Avukatlık Kanunu’nun 41., Tebligat Kanunu’nun 11. maddeleri gereğince vekille takip edilen işlerde vekile tebligat zorunludur. Anılan bu düzenlemeler gereğince tebligatın vekile yapılması ile yasal süreler işlemeye başlar, yine bu tarihe göre takip kesinleştirilerek takibe devam işlemleri yapılır.
Ne var ki, vekile tebliğ zorunluluğunun bulunması asile tebligat yapılması lüzumunu ortadan kaldırmaz. Şöyle ki, 2004 sayılı İcra-İflas Kanunu’nun 76. maddesinde mal beyanında bulunmamak suçu, 338. maddesinde düzenlenen hakikate muhalif beyanda bulunma suçu gibi icra-iflas suçlarında borçlunun cezalandırılabilmesi için icra emrinin borçlunun vekiline değil, kendisine tebliğ edilmiş olması gerekir (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, cilt 2, sh: 1280). Cezaların şahsiliği kuralı gereğince borçlu asilin cezai yönden sorumlu tutulabilmesi için icra emrinin borçlu asile tebliği zorunludur.
Bu durumda icra emrinin asile tebliğ işlemi usulsüz olmayıp, vekile de tebliğ edilmemesi noktasında tebliğ işlemi eksikliği söz konusudur. Takibin kesinleştirilmesi için takip talebine ve ilama uygun icra emrinin borçlunun ilamda yazılı olan vekiline tebliği gereklidir. O halde, mahkemece, icra emrinin vekile tebliği suretiyle eksikliğin ikmali yönünde hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçeyle şikayetin kabulü ile icra emrinin iptaline karar verilmesi doğru değildir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÖDEME EMRİNİN ASİLE TEBLİĞİ- VEKİLE TEBLİĞ ZORUNLULUĞUNUN BULUNMASI ASİLE TEBLİGAT YAPILMASI LÜZUMUNU ORTADAN KALDIRMAZ

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/4779
KARAR:2018/10984 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :
Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

Alacaklı tarafından borçlu aleyhine, itirazın iptali konulu ilama dayalı olarak başlatılan ilamlı takipte, borçlunun; takip dayanağı ilamda vekilinin olmasına rağmen, icra emrinin vekiline tebliğ edilmediği, sadece borçlular adına tebliğ edildiği şikayetiyle, anılan takibin iptali istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; şikayetin kabulü ile; davacı borçlu hakkında başlatılan takipte icra emrinin vekile tebliği suretiyle takibe devam edilmesine ve dosyada davacı borçlu yönünden yapılan işlemlerin iptaline hükmolunduğu görülmektedir.

HMK’nin 73, 81, 82, 83., Avukatlık Kanunu’nun 41., Tebligat Kanunu’nun 11. maddeleri gereğince vekille takip edilen işlerde vekile tebligat zorunludur. Anılan bu düzenlemeler gereğince tebligatın vekile yapılması ile yasal süreler işlemeye başlar, yine bu tarihe göre takip kesinleştirilerek takibe devam işlemleri yapılır.

Ne var ki, vekile tebliğ zorunluluğunun bulunması asile tebligat yapılması lüzumunu ortadan kaldırmaz. Şöyle ki, 2004 sayılı İcra-İflas Kanunu’nun 76. maddesinde mal beyanında bulunmamak suçu, 338. maddesinde düzenlenen hakikate muhalif beyanda bulunma suçu gibi icra-iflas suçlarında borçlunun cezalandırılabilmesi için icra emrinin borçlunun vekiline değil, kendisine tebliğ edilmiş olması gerekir (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, cilt 2, sh: 1280). Cezaların şahsiliği kuralı gereğince borçlu asilin cezai yönden sorumlu tutulabilmesi için icra emrinin borçlu asile tebliği zorunludur.

Bu durumda icra emrinin asile tebliğ işlemi usulsüz olmayıp, vekile de tebliğ edilmemesi noktasında tebliğ işlemi eksikliği söz konusudur. Takibin kesinleştirilmesi için takip talebine ve ilama uygun icra emrinin borçlunun ilamda yazılı olan vekiline tebliği gereklidir. O halde, mahkemece, şikayetin kısmen kabulü ile; sadece icra emrinin vekile tebliği suretiyle eksikliğin ikmali yönünde hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçeyle; şikayetin kabulü ile icra emrinin vekile tebliği suretiyle takibe devam edilmesine ve dosyada davacı borçlu yönünden yapılan işlemlerin iptaline karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ: Alacaklının temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nin 366. ve HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07/11/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

TAŞINMAZ HARİCİ SATIM SÖZLEŞMESİ GEÇERSİZ OLDUĞUNDAN ÖDENMİŞ BULUNAN PEY AKÇESİNİN (KAPORANIN) GERİ VERİLMESİ, SEBEPSİZ ZENGİNLEŞME HÜKÜMLERİ GEREĞİNCE İSTENEBİLİR

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/1137
KARAR: 2018/11653 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı, davalı ile aralarında yaptıkları harici taşınmaz satış sözleşmesine istinaden kapora bedeli olarak davalıya 20.000,00 TL ödediğini; ancak, taşınmaz satışının gerçekleşmediğini ve davalının aldığı bedeli iade etmediğini, davalı aleyhine icra takibi başlattığını, davalının itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürerek; itirazın iptali ile takibin devamına ve alacağın % 20’si oranında kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davacıdan 20.000 TL kapora aldığını, satıştan vazgeçen kişinin 20.000 TL kapora bedelini cayma parası olarak öder şeklinde davacı ile tutanak düzenlediklerini, davacının taşınmazı almaktan vazgeçmesi üzerine sözleşme gereği aldığı kaporayı ödemediğini; ancak, 10.000 TL’sini ödemeye hazır olduğunu beyan ederek; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taşınmaz satış sözleşmesinin devri M.K.’nun 705, BK.’nın 213. (TBK nın 237.), Tapu Kanununun 26., Noterlik Kanununun 60.maddesi ve HGK.nın 15.11.2000 tarih, 2000/13-1612 Esas, 2000/1704 Karar sayılı kararı gereğince resmi şekilde yapılmadıkça geçerli olmadığından taraflarına hak ve borç doğurmaz. Ancak, taraflar verdiklerini sebepsiz zenginleşme kuralları gereğince geri isteyebilirler. Haklı bir sebep olmaksızın mal edinen kimse onu iade ile yükümlüdür. Akdi yapanlardan birisi tarafından, önceden diğerine ödenen pey akçesi (kapora) veya cayma akçesi de ceza şartı gibi borcu kuvvetlendirmeye yarayan fer’i bir şarttır; bu bakımdan esas akit geçerli olmadığından fer’i şart da geçersizdir. Geçerli olmayan bir akit dolayısıyla ödenmiş bulunan pey akçesinin (kaporanın) geri verilmesi, sebepsiz zenginleşme hükümleri gereğince istenebilir.

Somut olayda; taraflar arasında adi yazılı gayrimenkul alım satım sözleşmesinin yapıldığı, sözleşme gereği 20.000,00 TL nin banka aracılığı ile kapora olarak davalıya ödendiği anlaşılmaktadır.

Buna göre, davaya konu sözleşme, taşınmaz satışına ilişkin olup, geçerlilik şartı olan resmi şekilde düzenlenmediği için geçersizdir. Sözleşme geçersiz olduğu için bu sözleşmede yer alan kaporaya ilişkin hükümler de aynı şekilde geçersizdir.

O halde; taraflar arasında yapılan geçersiz taşınmaz satış sözleşmesi nedeniyle davacı tarafından davalıya 20.000,00 TL ödendiği anlaşıldığından; geçersiz sözleşmelerde, herkesin, aldığını iade etmekle yükümlü olduğu nazara alındığında, davalı tarafından icra takibine yapılan itirazın iptaline karar verilmesi gerekirken; aksi düşüncelerle davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.11.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

HARİCİ GAYRİMENKUL SATIŞ SÖZLEŞMESİ KARŞILIĞI VERİLEN TEMİNAT SENEDİ- BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA SUÇU UYUŞMAZLIĞIN HUKUKİ İHTİLAF BOYUTUNDA KALMASI

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS:2017/27915
KARAR:2018/9180 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi
SUÇ : Bedelsiz senedi kullanma
HÜKÜM : CMK’nın 223/2-b maddesi gereğince beraatine

Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanık ile katılanın harici olarak gayrimenkul satış sözleşmesi yaptıkları ve katılanın teminat olarak sanığa 55.000 TL. bedelli senet verdiği, ancak binanın tamamlanmaması üzerine bu kez katılanın önceden vermiş olduğu senet geri alınmak koşuluyla 59.500 TL. bedelli senedi yine teminat olarak sanığa verdiği, ancak sanığın önceden almış olduğu ve katılana iade etmesi gerektiği senedi iade etmeyerek İ… İcra Müdürlüğünün 2013/2581 esas sayılı dosyası ile takibe koyduğu, olay nedeniyle tarafların uzlaşmayı kabul etmedikleri, böylece sanığın üzerine atılı bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediği iddia olunan somut olayda;

Katılan beyanı, sanık savunması ve tüm dosya kapsamından, taraflar arasındaki uyuşmazlığın hukuki ihtilaf boyutunda kalması, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması gerekçesiyle verilen beraat hükmünde herhangi bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; katılan vekilinin suçun sübuta erdiği, delil takdirinde hata sonucu beraat kararı verildiği hususuna ilişkin ve sair temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 06.12.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

KONUT SİGORTA SÖZLEŞMESİNE DAYALI RÜCUEN ALACAK İSTEMİ- SİGORTACININ SORUMLU KİŞİ ALEYHİNE AÇACAĞI HALEFİYET DAVASININ TİCARİ DAVALARDAN OLMADIĞI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2743
KARAR:2019/849

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; davacı şirket nezdinde KREDİ KONUT SİGORTA POLİÇESİ ile sigortalı olduğu bodrum katta bulunan dairede, 03.05.2013 tarihinde sokakta yer alan Tiinin tıkanması ve dairenin mutfak, wc ve banyo giderlerinden geri tepme meydana geldiğini, meydana gelen hasar nedeniyle davacı şirketçe tarihinde 3.449,00 TL tazminat ödendiğini, kullanılmış suların toplanması, aklaştırılması ve zararsız biçimde uzaklaştırılması amacıyla kanalizasyon sisteminin yeterli seviyede yapılmamasından meydana gelen bu zarardan davalının sorumlu olduğunu, … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı dosyasıyla yapılan ilamsız icra yapılan takibe, borca ve ferilerine davalının itiraz ettiğini, davalının itirazının haksız olduğunu belirterek 5.449,00-TL asıl alacağa, ödeme tarihinden takip tarihine kadar işlemiş ferilerine yapılan itirazın iptali ile takibin devamına, asıl alacağa faiz işletilmesine, davalının % 20 icra inkar tazminatına mahkumiyetine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; huzurdaki davanın süre yönünden reddi gerektiğini beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre;davanın kabulü ile 3.449,00 TL asıl alacak 142.02 işlemiş faiz yönünden kabulü ile … İcra Müdürlüğü … Esas sayılı dosyasından takibin kaldığı yerden devamına,Asıl alacak üzerinden %20 inkar tazminatının kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, konut sigorta sözleşmesine dayalı rücuen alacak istemine dair yapılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 22.3.1944 tarih 37 Esas 9 Karar R.G.3.7.1944 sayılı kararında bu husus “SİGORTACININ SORUMLU KİŞİ ALEYHİNE AÇACAĞI DAVA sigorta poliçesinden doğan bir dava değildir. Bu nedenle, halefiyet davası bir ticari dava sayılamaz. Bu dava, aynen sigortalı kimsenin sorumlu kişiye karşı açmış olduğu bir dava gibidir. Sigortalının muhtelif mahkemelerde dava açma hakkı varsa aynı hak sigortacının halefiyet hakkına dayanan rücu davası için de söz konusudur” şeklinde vurgulanmaktadır.

Bu durumda, davacının sigortalısının tacir olmadığı ve davanın sigorta sözleşmesinden değil, davalının kusuru ile gerçekleşmesine sebebiyet verdiği iddia edilen haksız fiilden kaynaklandığı anlaşılmakla, uyuşmazlığın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.
2-Bozma neden ve şekline göre,davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TASARRUFUN İPTALİ- BORÇLUYA ELDEN TEBLİGAT YAPMA- BORÇLUNUN TAKİBE İTİRAZ SÜRESİNDEN FERAGAT EDİLEREK İCRA DOSYASININ KESİNLEŞTİRİLMESİ-

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4520
KARAR:2019/857 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; müvekkilleri tarafından davalı borçlu … aleyhine … İcra Müdürlüğü’nün 2010/10808 E. sayılı dosyasından icra takibine başlandığını, davalı …’ın 24.03.2009 tarihinde, 15.08.2008 keşide, 01.03.2009 vade, 53.000,00 TL bedelli, üzerinde “malen” kaydı bulunan senede dayalı olarak davalı … aleyhine iptali istenen … İcra Müdürlüğü’nün 2009/201 E. dosyasından icra takibi başlattığını, davalı …’nın talebi üzerine yine aynı gün (24.03.2009 tarihinde) dairede borçluya elden tebligat yapıldığını, aynı gün takibe itiraz ve haciz sürelerinden de feragat ettiğini, icra dosyasını zaman kaybetmeden kesinleştirdiğini, hemen akabinde alacaklı vekilinin talebi ile … İcra Müd. (izale-i Şüyu Satış Memurluğu)’nun 2008/2 Değ. İş nolu dosyasındaki dayalı … tarafından yatırılan satış bedeline 27.03.2009 tarihinde haciz konulduğunu beyan ederek, … İcra Müdürlüğü … E. Nolu dosyasında davalılar tarafından muvazaalı olarak yapılan icra takibinin ve ış bu dosyadan …İcra Müd. [İzale-i Şüyu Satış Memurluğu)’nün … Deg. Iş nolu dosyasında bulunan ihale bedeli üzerine konulmuş olan hacze ilişkin tasarrufun iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı … vekili; davacının elinde diğer davalı borçlunun borç ödemeden aciz olduğuna dair aciz vesikası olmadan iş bu davayı açmak hakkı bulunmadığından,taraflarınca diğer davalı borçlu aleyhine yürütülen icra takibinin ve yapılan hacizlerin muvazaalı olduğu yönündeki davacının iddialarının tamamen asılsız ve mesnetsiz olduğunu, müvekkilinin diğer davalı borçludan alacağının da kimyon satımından kaynaklandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre; … İcra Müdürlüğü’nün 2008/2 Değişik İş dosyasında bulunan davalı …’nın ihale alıcısı olarak yatırdığı satış bedeli üzerine … İcra Dairesi’nin 2009/201 esas sayılı dosyası ile konan haczin, …İcra Dairesi’nin 2010/10808 esas sayılı dosyasındaki takip konusu alacak ve fer’ileriyle sınırlı olmak üzere iptaline, davacı alacaklıya bu ihale satış bedeli üzerinden haciz isteme yetkisi verilmesine,karar verilmiş; hüküm, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalılar vekillerinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 471,61 TL kalan onama harcının temyiz eden davalılardan alınmasına 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TASARRUFUN İPTALİ- ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMA KASTIYLA TAŞINMAZ SATIŞI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/7927
KARAR:2019/870 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine, dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; … tarafından keşide edilen 04/08/2012 tarihli ve 30.000,00 TL bedelli ve 08/09/2012 tarihli 23.000,00 TL bedelli çeklerin tahsili için … İcra Müdürlüğünün … sayılı dosyası ile müvekkili tarafından icra takibi başlatıldığını, icra dosyasından … icrasına yazılan talimat sonrasında hacze kabil mal veya gayrimenkule rastlanmadığının anlaşıldığını, yapılan araştırmada borçlu adına kayıtlı bulunan … 468 ve 1392 parsellerde kayıtlı gayrimenkulleri kardeşi …’a devrettiğinin tespit edildiğini, bu devrin alacaklılardan mal kaçırma kastı ile kötü niyetli olarak yapıldığını bildirerek tasarrufun iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı …; davacıyı hiç tanımadığını, takibe konu çeklerin de davacı tarafa 5-6 cirodan sonra geçtiğini, hiç bir ticari ilişkisinin olmadığını, çekleri … ‘a verdiğini, kesinlikle mal kaçırma amacı olmadığını davanın reddini talep etmiştir.

Davalı …; Satışın muvazaalı olmadığını, kardeşinin işlerinin bildiği kadarıyla 2013 yılında kötüye gitmeye başladığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, satışın borcun doğumundan çok önce yapıldığını bu nedenle alacaklılardan mal kaçırmak amacı ile yapıldığının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine, dair karar verilmiş; hüküm davacı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiştir.

Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına, karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 15,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TASARRUFUN İPTALİ – DAİRE BEDELİNİN KISMİ OLARAK ELDEN ÖDENMESİ- ALICI VE SATICI ARASINDA HERHANGİ BİR AKRABALIK İLİŞKİSİNİN BULUNMAMASI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/7976
KARAR: 2019/872 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine, dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili; müvekkilinin davalı borçlu … ’dan çeke dayalı alacakları bulunduğunu, … İcra Müdürlüğünün 2012/12907 sayılı dosyası ile kambiyo takibi yaptıklarını, takibin kesinleştiğini, borçlu davalının alacaklılardan mal kaçırmak için, … parseldeki 4 nolu bağımsız bölümün borç doğumundan sonra 28/09/2011 tarihinde davalı …’e satıldığını öğrendiklerini, her iki davalının birlikte muvazaalı hareket ettiklerini, İİK 277 ve devamı maddelerine göre yapılan tasarrufun iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili; müvekkillerinin dava konusu ev üzerinde satılık levhası gördüklerini, aynı apartmandaki komşular aracılığı ile mal sahibi olan davalı … ile görüşüp pazarlık yapmak sonucu 90.000,00 TL bedel karşılığında satın aldıklarını, bu paranın 30.000,00 TL’sinin elden 45.000,00 TL’sinin tapuda satış işlemleri yapıldığı sırada banka havalesi ile ve yine aynı gün hesaplarından çektikleri 15.000,00 TL ile elden ödediklerini, müvekkili ile davalı … arasında herhangi bir tanışıklık ya da akrabalık bağı bulunmadığını, satışın muvazaalı olmadığını, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, sübuta ermeyen davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına, karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 16,70 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI ZAMANAŞIMI- SÖZLEŞMEDEN DOĞAN ALACAKLARDA, ZAMANAŞIMI ALACAĞIN MUACCEL OLDUĞU TARİHTEN BAŞLAR

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/28161
KARAR:2019/113 .

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : … 1. İŞ (SOSYAL GÜVENLİK) MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı/karşı davalı vekili, davacının davalı şirkete ait işyerinde 02/06/2006-15/06/2007 ve 16/06/2008-12/09/2012 tarihleri arasında iki dönem halinde usta makineci olarak çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğini iddia ederek, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti ve ulusal bayram genel tatil ücreti alacaklarının tahsilini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı/karşı davacılar vekili, davacının son işvereninin … olduğunu, şirket yönünden husumet itirazında bulunduklarını, davacının devamsızlık nedeniyle ihtarname gönderilmek suretiyle işten çıkarıldığını, talebe konu tazminatların hak edilmediğini, ödenmemiş işçilik alacağı bulunmadığını, alacakların zamanaşımına uğradığını savunarak davanın reddi ile davacının ihbar öneline uymaksızın işten ayrılması sebebiyle 1.000 TL ihbar tazminatının davacıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne, karşı davanın ise kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı, yasal süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Hüküm taraflarca temyiz edilmiş ise de davacı/karşı davalı vekilinin temyiz talebinden 16.09.2015 tarihinde feragat ettiği ve vekaletnamesinde temyizden feragat etme yetkisi bulunduğu görülmekle davacı/karşı davalının temyiz talebinin REDDİNE,
2-Davalı/karşı davacılar temyizi açısından;
a-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı/karşı davacıların aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
b-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.
Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.
4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.
Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanununun 117 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131).
Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir(818 sayılı BK. Mad.132).
6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.
Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.
Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. Mad.134)
Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).
Somut uyuşmazlıkta, davalı/karşı davacılar vekilinin davaya karşı süresi içinde zamanaşımı def’inde bulunmasına rağmen, zamanaşımı def’i değerlendirilmeden karar verilmesi hatalıdır.
c-Hükmedilen miktarların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüde yol açacağının düşünülmemesi de hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 07/01/2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

ASİLE YAPILAN TEBLİGAT İTİRAZ SÜRESİ İÇİNDE VEKİLE ULAŞMIŞ İSE ÖDEME EMRİNİN İPTALİNE KARAR VERİLEMEZ.

T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ

Esas: 2003/14925
Karar: 2003/18837
Karar Tarihi: 30.09.2003

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

Karar: HUMK.nun 62, 68. Avukatlık Kanununun 41 ve 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 11. maddelerine göre vekille takip edilen işlerde, tebliğatın vekile yapılması gerekir ise de; asile yapılan tebliğat itiraz süresi içinde vekile ulaşmış, vekilde İİK.nun 33. maddesinde yazılı yedi günlük itiraz süresi içinde mercie müracaat ederek itiraz nedenlerini de bildirmiş olmasına rağmen vekile tebliğat yapılmadığından bahisle icra emrinin iptaline karar verilmesi doğru değildir. O halde mercice borçlu vekilinin esasa ilişkin itirazlarının incelenerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç: Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 30.09.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.

BİLİRKİŞİ RAPORLARI ARASINDAKİ ÇELİŞKİ GİDERİLMEDEN HÜKÜM KURULMASI

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

Esas No:2009/2269
Karar No:2010/369
K. Tarihi:10.2.2006

Davacı Maliye Hazinesi vekili tarafından, davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine 10.02.2006 gününde verilen dilekçe ile rücuen tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.1 1.2007 günlü kararın Yargıtay’ca kanun yararına incelenmesi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Davacı İdare, dava dışı kişilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurarak; davalı tarafından yapılan kamulaştırma işleminden sonra verilen kamulaştırma bedelinin arttırılmasına ilişkin yargı kararının geç yerine getirildiğini, bu dönemde Devlet borçlarına ödenen yasal faiz, ülkede gerçekleşen enflasyon oranının altında kaldığından mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia ettikleri; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce bu başvuru kabul edilerek başvuranlara 87.000 Euro ödenmesine karar verildiğini, bu paranın 149.066 TL. olarak Dışişleri Bakanlığı bütçesinden karşılandığını; davalının, kamulaştırma artırım bedelini geç ödeyerek Hazine zararına yol açtığını belirterek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı gereğince ödenen bedelin davalıdan rücu yolu ile alınmasını istemiştir.

Davalı Belediye ise, bütçesinin sınırlı olduğunu, ödemenin taksitlendi-rilmesinin bütçe gereği olduğunu, ödenen faizin de yasal faiz olduğunu, olayda kusuru bulunmadığını ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.

Yerel mahkemece hakem sıfatıyla yapılan yargılama sonunda;

17.12.2006 günlü bilirkişi raporu benimsenerek istemin bir bölümü kabul edilmiş; tarafların itirazı da reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı; birbiriyle çelişen iki farklı bilirkişi raporu olduğu halde çelişki giderilmeden birinci bilirkişi raporuna göre karar verildiğini, kararda bu rapora neden üstünlük tanındığının belirtilmediğini, ikinci rapordan hiç söz edilmediğini, kararın gerekçeli olmadığını ve bu durumun Anayasa’nın 141. maddesi ile Hukuk Usulu Muhakemeleri Yasası’nın 388. maddesine aykırı olduğunu ileri sürerek hakem kararının yasa yararına bozulmasını istemiştir.

Dairemizce yasa yararına bozma istemi ile sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.

Anayasa’nın 141/3. maddesi gereğince; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” Hukuk Usulu Muhakemeleri Yasası’nın 388/3. maddesi gereğince de yargı kararında; tarafın sav ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları olgular, çekişmeli konular hakkında toplanan kanıtlar ile kanıtların tartışılarak kabul etmeme ve üstün tutulma nedenleri, uyuşmazlık bulunmayan olaylar ile bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki nedenler açık, kuşku ve duraksama uyandırmayacak biçimde gösterilmesi gereklidir.

Yerel mahkemece, dava konusu olaya ilişkin olarak birbiri ile çelişen iki ayrı bilirkişi raporu alınmıştır. Raporlar arasındaki bu çelişki giderilmeden ilk bilirkişi raporuna göre karar verilmiş; ancak, ikinci rapora neden değer verilmediği, ilk rapora neden üstünlük tanındığı belirtilmemiştir.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yasa yararına bozma işlemi yerinde olup kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (2) sayılı bentte göster ilen nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yasa yararına bozma isteminin kabulü ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nın 427. maddesi uyarınca sonuca etkili olmamak koşulu ile kararın BOZULMASINA, gereği yapılmak üzere karann bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 21.01.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KREDİ KARTINDAN DOĞAN ASIL ALACAK VE FER’İLERİ TOPLAMININ ÜST SINIR İPOTEK LİMİTİ İÇERİSİNDE KALMASI KOŞULUYLA İPOTEK TEMİNATI KAPSAMINDA BULUNDUĞU ŞİKAYETİN KABULÜ GEREKTİĞİ

T.C.
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/5836
K. 2014/5652
T. 16.9.2014

DAVA : Taraflar arasındaki sıra cetveline şikayetin yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı şikayetin reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde şikayetçi vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR : Şikayetçi vekili, Adana 4. İcra Müdürlüğü’nün borçlusu şikayet olunan Ü. A. olan 2012/8417 Esas sayılı takip dosyasında düzenlenen 26.6.2013 tarihli sıra cetveline esas taşınmazda müvekkilinin 300.000,00 TL limitli ipoteği olduğunu, kredi borcunun ödenmemesi üzerine borçlu aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlattıklarını, taşınmazın 167.000,00 TL’ye satıldığını, ipotek bedelinin ödenmesinden sonra bakiyenin yine aynı borçlu aleyhine genel haciz yoluyla başlattıkları 2012/12796 Esas sayılı takip dosyasına ödenmesi yolundaki taleplerinin reddiyle bakiye için düzenlenen sıra cetvelinde sadece diğer şikayet olunanlara pay ayrılmasının yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek, sıra cetvelinin iptalini talep ve ŞİKAYET ETMİŞTİR.

Şikayet olunan Ü. A., şikayete CEVAP VERMEMİŞTİR.

Diğer şikayet olunanlar vekilleri, şikayetçinin genel haciz yoluyla yaptığı takipte konulmuş bir haczi olmadığını, ipoteğe konu alacağını aldığını, sıra cetvelindeki paylaştırmanın yasaya uygun olduğunu savunarak, şikayetin REDDİNİ İSTEMİŞLERDİR.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; şikayetçinin genel haciz yoluyla yaptığı icra takibinde bedeli paylaşıma konu taşınmazın kaydına haciz konulmadığı, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla yaptığı takipte ipotek bedelinin ödenmiş olması ve şikayet olunanların taşınmaz üzerindeki hacizlerine göre sıra cetvelinin yasaya uygun olduğu, şikayet eden bankayla kredi borçlusu arasında düzenlenen sözleşme hükmünün tahsil edilen paranın kendisine öncelikli ödenmesini gerektirmeyeceği gerekçesiyle, şikayetin reddine KARAR VERİLMİŞTİR.
Kararı, şikayetçi vekili TEMYİZ ETMİŞTİR.

Şikayet, sıra cetvelinde sıraya ilişkindir

Adana 2. İcra Müdürlüğü’nün 2012/9966 Sayılı dosyasında, alacaklı, Yapı Ve Kredi Bankası A.Ş vekili tarafından ferileriyle birlikte 106.057,19 TL ‘nın tahsili istemiyle borçlu Ü. A. aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatılmış, icra emri 12.10.2012 tarihinde tebliğ edilmiş, ipotekli taşınmaz Erdemli İcra Müdürlüğü’nün 2012/1105 Tal. sayılı dosyasında 167.000,00 TL’ye ihale edilmiş, ipotek alacaklısına 131.455,40 TL ödeme yapılmış, kalan 30.735,00 TL, sıra cetveli yapılmak üzere Adana 4. İcra Müdürlüğünün 2012/8417 Sayılı dosyasına aktarılmış, düzenlenen sıra cetveli şikayete konu edilmiştir.

Şikayetçi Bankanın alacağının dayanağını oluşturan 23.6.2010 tarih ve 9833 yevmiye numaralı ipotek akit tablosunda “taraflar arasındaki anlaşmaya göre Bankalar Kanunu’nun izin verdiği konularda Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.’nin gerek yurt içinde gerekse yurtdışındaki tüm şubeleri tarafından adı geçen lehine açılmış ve açılacak konut finansmanı kredileri, tüketici kredileri ve her türlü krediler sebebiyle adı geçenin alacaklı bankaya doğmuş ve doğacak tüm borçlarından 300.000,00 TL’sına kadar olan kısmı ile bu meblağa ilaveten ve ayrıca bu borçlarla ilgili olarak taahhütnamelerde belirtilen akdi faizlerle temerrüd faizlerini ve bunların gider vergilerini, komisyonlarla kredi sözleşmelerinden doğan her türlü masrafları, icra takip ve yargılama giderlerini, yasal avukatlık ücretini ve bunun gider vergisinin tahsilini teminen aşağıda dökümü bulunan taşınmaz malımızı, müştemilatı, mütemmim cüzüyle halen mevcut ve ileride olabilecek teferruatları da kapsayacak şekilde bankaya teminat olarak 1. derecede (boş ve serbest dereceden istifade kaydıyla) ve fekki bankadan bildirilinceye kadar ipotek etmeyi kabul ediyorum. İpoteğin boş ve serbest kalan dereceye çıkartılması işleminin kabul edilen şart gereğince yazılı beyan ve talebe gerek olmaksızın re’sen yapılmasını kabul ederim “şerhiyle İPOTEK KONULMUŞTUR.

Öncelikle, ipotek kavramı üzerinde durulması ve kesin borç (anapara) ipoteği ile üst limit (maksimal) ipoteği arasındaki ayrımın ortaya KONULMASI GEREKMEKTEDİR.

İpotekle sağlanan amaç alacağa TEMİNAT SAĞLAMAKTIR. İpotek, rehni verenle alacaklı arasında yapılacak resmi senede dayanır. Rehin hakkı, ayni hak olarak bu senede dayanılarak tapu kütüğüne yapılacak tescille doğar. Doğmuş bir alacağı teminat altına almak için kurulan ipotek kesin BORÇ İPOTEĞİDİR. İlerde doğacak ve doğması muhtemel alacaklar için kurulan ipotek ise üst LİMİT İPOTEĞİDİR.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 881/1. maddesi hükmüne göre; “Halen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacak, ipotekle güvence altına alınabilir.” Aynı Kanun’un 851/1. maddesi gereğince, ” Taşınmaz rehni, miktarı Türk parasıyla gösterilen belli bir alacak için kurulabilir. Alacağın miktarının belli olmaması halinde, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sınır taraflarca belirtilir.”

Kesin borç ve üst sınır ipoteği ayrımı, ipotekle alacak arasındaki ilişkinin yoğunluğu esas alınmak SURETİYLE YAPILMIŞTIR. İpotek tesis edilirken alacağın miktarının belirli ve borcun mevcut olması kaydıyla ipotek miktarı dışında faiz ve takip giderlerinin de rehin teminatından yararlanacağının öngörülmüş olması halinde, tarafların anapara ipoteği kurmak istedikleri kabul edilebilir. Rehin sözleşmesinde ipoteğin alacağa bağlı olarak limitli tesis edildiği hallerde üst sınır ipoteği olduğu KABUL EDİLMELİDİR. İpoteğin kesin borç veya üst sınır ipoteği olması yapılacak takibin türü bakımından ÖNEM TAŞIMAKTADIR.

Kesin borç ipoteğinde temel ilişkiden(borç ilişkisinden) doğan bir alacak teminat ALTINA ALINMAKTADIR. Temel borç ilişkisinin geçersiz olması sebebiyle alacak doğmamışsa yapılan tescil görünürde alacaklı lehine bir rehin hakkı doğurmaz. Rehin sözleşmesinde temel borç ilişkisinin gösterilmesi geçerlilik şartı olmamakla beraber hangi alacak için rehin kurulduğunun ispatını kolaylaştırır. Paraya çevirme anında geçerli bir alacağın varlığı rehin hakkının kullanılması İÇİN ZORUNLUDUR. Alacak mevcut değilse, tescil edilmiş ipotek alacaklı için güvence oluşturmaz. Bu halde hakkın kullanılmasında ipoteğin alacağa BAĞLILIĞI MUTLAKTIR.

Üst sınır ipoteği, ileride doğacak veya doğması muhtemel olan bir alacağın teminatı olarak tesis edildiği için bu belirsizliğin ileride getireceği sorunları önlemek amacıyla taşınmazın bu belirsiz borca azami ne miktar için teminat teşkil edeceği ipotek akit tablosunda bir limitle belirlenir. İşte bu nedenledir ki ileride vücut bulacak ana borç ile buna eklenecek faiz, icra takip giderleriyle yanlarca kararlaştırılan diğer ferileri, yani TMK.nun 875. maddesinde belirtilen ve ipotekle teminat altına alınan toplam borç miktarı, bu tür ipotekte tarafların ipotek tesis edilirken rızalarıyla tespit edilen bu limiti aşması MÜMKÜN DEĞİLDİR. Bu özellik üst sınır ipoteğini kesin borç ipoteğinden ayıran önemli bir UNSUR OLMAKTADIR. Zira, kesin borç ipoteğinde ipotek akit tablosunda belirtilen ana alacaktan başka TMK.nun 875. maddesi uyarınca takip giderleriyle faiz ve diğer fer’ileri de teminat KAPSAMINA GİRMEKTEDİR. Üst sınır ipoteğindeki bu ana ilke başlangıçta belirli olmayan bir borca giren ve taşınmazında alacaklı lehine ipotek tesis ettiren borçlu veya borçlu lehine ipotek veren üçüncü kişiler bakımından önem taşıdığı gibi tapu sicilinde kayıtlı ipotek limitine itibar ederek aynı taşınmazda alacakları için ipotek tesis ettirecek üçüncü kişiler yönünden de tapu sicilindeki kayda itibar edilmesi bakımından büyük bir ÖNEM TAŞIMAKTADIR. (YHGK’nın 22.2.2012 tarih ve 12-778 E., 94 K. sayılı ilamı BU YÖNDEDİR.)

Somut olayda, ipotek akit tablosundaki açıklamalardan ipotek işleminin doğmuş ve doğacak tüm borçlar için limit belirtilmek suretiyle üst sınır ipoteği olarak tesis EDİLDİĞİ ANLAŞILMAKTADIR. İpotek akit tablosunda limit miktarı saptandıktan sonra, “bu meblağa ilaveten ve ayrıca” ibareleriyle ipoteğin kapsamını genişleten kayıtların eklenmesinin, üst sınır ipoteği olarak tesis edilen ipoteğin türünü anapara ipoteğine dönüştürmesi MÜMKÜN DEĞİLDİR. Zira, TMK’nın emredici nitelikteki 851, 881, 875 ve 876. maddeleri hükümlerini bertaraf etmeye yönelik bu kayıtların hukuki sonuç doğurmaları kabul edilemez. (YHGK’nın 24.5.1989 tarih ve 111-294 E., 378 K. sayılı ilamı BU YÖNDEDİR.) Bu husus, üst sınır ipoteği yönünden kamu düzenine dair olup, süresiz şikayete tabidir ve icra mahkemesince kendiliğinden NAZARA ALINMALIDIR. “İpotek kesin borç ipoteği ise, itiraz, süresi içinde olmadığından süre yönünden reddi, üst sınır ipoteği ise kamu düzeniyle ilgisi olması sebebiyle itiraz ve şikayetin süreye bağlı olmadan incelenmesi gerekir” 12.HD. 4.5.1992, 11390 E, 6000 K. (Kuru, İcra, C.3, s.2427 dn95d). Diğer anlatımla, bu ve 12. HD. 26.11.1999, 13828/15115; 12.HD. 9.11.1999, 13025/13863; 12. HD. 1.11.1999, 13412/13233; 12.HD. 22.10.1999, 11726/12747; 12.HD. 22.5.1997, 5095/5972 Sayılı ilamlarında, borçlunun 7 gün içinde ödeme emrine itiraz etmemiş olması halinde dahi, icra dairesinin, sıra cetvelini düzenlerken, takibin alacağın tamamı üzerinden kesinleşmiş olmasına rağmen, sıra cetvelinde takip alacaklısının alacağını yalnız, ipotek limiti içinde kalan miktar kadar nazara alınması gerektiğine KARAR VERİLMİŞTİR. “Azami limitli ipoteklerde MK.nın 790. maddesinin hükümleri geniş anlamda uygulanamaz ve ipotek veren 3. şahısların sorumlulukları azami ipotek miktarıyla sınırlı olur. Teminat ipoteği veren üçüncü kişinin takibe itiraz etmemesi halinde dahi, başka alacaklıların menfaatlerinin muhtel olabileceği durumlarda derece kararının tanzimi sırasında azami limit miktarının nazara alınması gerekir”. 12.HD.10.3.1987, 648/3326 (Uyar, Rehnin Paraya Çevrilmesi, s.296). Kuru ise icra memurunun bu tür bir yetkisi olmadığı, buna sıra cetveline karşı itiraz biçiminde varsa diğer alacaklıların itiraz EDEBİLECEĞİ GÖRÜŞÜNDEDİR. (Age. sh. 2431) İİK.m.45 gibi üst sınır ipoteğinin kapsamını icra memuru kendiliğinden NAZARA ALABİLMELİDİR. Bu maddi hukuk bakımından bir araştırmayı da gerektirmemekte, takip talebine eklenen resmi SENETTEN ANLAŞILABİLMEKTEDİR. Nitekim kambiyo senetlerine özgü takipte de icra memuru bu senedin kambiyo senedi olup OLMADIĞINI ARAŞTIRMAKTADIR.(Prof. Dr. H. Pekcanıtez, Bankacılar Dergisi, 33. Sayı, 2000 yılı, sh 50). Diğer yandan, üst sınır ipoteğinde limit fazlası alacak için alacaklı tarafından ayrıca takip yapılarak haciz konulmadığı sürece, üst sınır limitinden fazla pay ayrılamaz. Diğer anlatımla, üst sınırı aşan alacaklar, teminattan faydalanmazlar ve adi alacak olarak kalırlar. (YARGITAY 19. H.D.’nin 29.3.2001 tarih ve 1115 E., 2301 K; 14.2.2002 tarih ve 7426 E., 1131 K. sayılı sayılı ilamları BU YÖNDEDİR. Ayrıca Bkz. Prof. Dr. B. Kuru, İcra ve İflas Hukuku, El Kitabı, 2. Baskı, 2013, sh. 988) Mahkemenin gerekçesi, üst sınır ipoteğinde limit fazlası alacak miktarı için doğru bir gerekçe ise de, YARGITAY 19. H.D.’nin 10.11.2005 tarih ve 5720 E., 11011 K; 27.1.2006 tarih ve 9141 E., 581 K. sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere, üst sınır ipotek limitine kadar olan alacak ve fer’ileri toplamı için ayrı bir takibe ve hacze GEREK BULUNMAMAKTADIR.

Yukarıda özetlenen ipotek akit tablosu uyarınca, şikayetçi bankanın Adana 3. İcra Müdürlüğü’nün 2012/12796 Esas sayılı dosyasına konu kredi kartından doğan asıl alacak ve fer’ileri toplamının üst sınır ipotek limiti içerisinde kalması koşuluyla ipotek teminatı kapsamında bulunduğu anlaşıldığından; Mahkemece, şikayetçi bankanın üst sınır ipotek limiti dahilinde kalan asıl alacakları ve fer’ileri toplamı için ayrı bir icra takibi yapıp haciz koydurmasına gerek kalmaksızın, alacağının ilk sırada ödenmesinin mümkün bulunduğunun kabulüyle borçlunun kredi kartı borcu ve fer’ileri toplamı bilirkişiye hesaplattırılıp, üst sınır ipotek limiti kapsamında kalan asıl alacak ve fer’ileri toplamı yönünden şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle yazılı olduğu şekilde karar verilmesi DOĞRU OLMAMIŞTIR.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, şikayetçi vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün şikayetçi yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.9.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ALACAĞININ ÜST SINIR İPOTEĞİ KAPSAMINDA KALDIĞI İDDİASI- SIRA CETVELİNİN İPTALİ ŞİKAYETİ- İCRA MAHKEMESİNİN GÖREVLİ OLMASI

T.C.
YARGITAY
23.HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2015/2344
KARAR:2015/6488
TARİH:12.10.2015

ÖZET : Şikayet, şikayetçi bankanın kredi kartı ve bireysel krediden kaynaklanan alacağının üst sınır ipoteği kapsamında kaldığı iddiasıyla sıra cetvelinin iptaline ilişkindir. İpoteğin bir üst limit ipoteği olup olmadığını belirlemek İcra Mahkemesi’nin görevine girmektedir. Diğer anlatımla şikayetçinin, kendisine ipotek limitinden daha az pay ayrıldığı iddiasına dayalı bu itirazı üzerine, mahkemece ipoteğin kapsamının incelenmesi gerekeceğinden bu itiraz, alacağın doğumuna ve miktarına değil, sıraya yönelik olup, icra mahkemesi görevlidir. Bu nedenlerle, mahkemece şikayet olunanın görev itirazı hususunda herhangi bir karar verilmemiş ise de, görevli olduğunun kabulü ile uyuşmazlığın esasının incelenmesi doğru olmuştur.

DAVA : Taraflar arasındaki sıra cetveline şikayetin yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı şikayetin kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde şikayet olunan vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Şikayetçi vekili, şikayet dışı borçlu H. D. hakkında İzmir 8. İcra Müdürlüğü’nün 2014/7233 Esas sayılı dosyası üzerinden başlatılan takip nedeniyle borçlu adına kayıtlı ipotekli taşınmazın, alacağa mahsuben 10.12.2014 tarihinde üçüncü şahıs G. G.’e satıldığını, ihalenin kesinleşmesi üzerine satış bedelinden gerekli yasal kesintiler yapıldıktan sonra kalan miktarın dağıtılması için İzmir 8. İcra Müdürlüğü’nce 25.12.2014 tarihinde sıra cetveli düzenlendiğini, bu sıra cetvelinde 1. sıra ipotek alacaklısı olmaları nedeniyle taraflarına takibe konu alacak miktarı kadar pay ayrıldığını, oysaki borçlunun takibe konu konut finansman kredisi dışında ve fakat ipotek limiti dahilinde 56.183,00 TL daha borcu bulunduğunu, icra müdürlüğünce limit ipoteği dahilindeki bu alacak için takip yapılmadığı gerekçesi ile taraflarına pay ayrılmadığını, alacağını ipotek limiti dahilinde olması nedeniyle satış bedelinden pay ayrılması için ayrıca takip yapılmasına gerek olmadığını, taşınmaz üzerinde müvekkil banka lehine 1. derece limit ipoteği bulunduğunu, bu nedenle 25.12.2014 günlü sıra cetvelinin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek, sıra cetvelinin iptali ile yeniden sıra cetveli düzenlenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Şikayet olunan vekili, şikayetçinin, alacaklarının sıra cetvelinde hiç yer almadığı iddiasıyla sıra cetvelinin iptalini talep ettiğini, bu nedenle genel mahkemelerin görevli olduğunu, kredi kartlarından ve bireysel kredilerden doğan bu alacakları için icra takibi yapılmadığından bu alacakların sıra cetvelinde yer almamasının yasalara uygun olduğunu, şikayetin haksız olduğunu savunarak, şikayetin reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; şikayetçi tarafça şikayet dışı borçlu H. D. hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip başlatıldığı, takibin kesinleşmesi üzerine borçlu adına kayıtlı taşınmazın 10.12.2014 tarihinde açık arttırma yoluyla satıldığı, icra müdürlüğünce şatış bedelinin şikayetçi ipotek alacaklısı ile şikayet olunan vergi dairesi arasında paylaştırıldığı, takibe dayanak 08.10.2010 tarih 16724 yevmiye sayılı ipotek akit tablosu incelendiğinde söz konusu ipoteğin 190.000,00 TL bedelli ve üst sınır ipoteği olduğu, takip konusu alacak miktarının 41.465,14 TL olduğu, satış tarihi itibariyle alacak miktarının 53.425,42 TL ‘ye ulaştığı, söz konusu satış bedelinden kalan miktarın ise yani paylaşıma konu miktarın ise 130.746,00 TL olduğu, bu miktarın 53.425,42 TL’sinin şikayetçi ipotek alacaklısına, kalan 77.302,58 TL’sinin ise 2. sırada haczi bulunan şikayet olunana ödenmesine karar verildiği, üst sınır ipoteğinde limit dahilinde şikayetçi bankanın kalan asıl alacakları ve fer’ileri toplamı için ayrı bir icra takibi yapıp haciz koydurmasına gerek kalmaksızın alacağının ilk sırada ödenmesinin mümkün bulunduğu, bu nedenle icra müdürlüğünün 25.12.2014 günlü sıra cetvelindeki gerekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle, şikayetin kabulü ile sıra cetvelinin iptaline karar verilmiştir.

Kararı, şikayet olunan vekili temyiz etmiştir.

Şikayet, şikayetçi bankanın kredi kartı ve bireysel krediden kaynaklanan alacağının üst sınır ipoteği kapsammda kaldığı iddiasıyla sıra cetvelinin iptaline ilişkindir.

Borçluya ait mahcuz satış bedelinin bütün alacaklıların alacağını karşılamaması halinde düzenlenecek sıra cetveline itiraz, alacağın; esas ve miktarına ya da bununla birlikte sıraya yönelikse dava yoluyla genel mahkemede ( İİK’nın m. 142/1 ), itiraz sadece sıraya yönelikse şikayet yoluyla icra mahkemesinde ( İİK’nın m. 142 /son ) ileri sürülmelidir.

Dairemizin 16.09.2014 tarih ve 5836 E., 5652 K; 10.12.2014 tarih ve 10197 E., 8047K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere;

Öncelikle, ipotek kavramı üzerinde durulması ve kesin borç ( anapara ) ipoteği ile üst limit ( maksimal ) ipoteği arasındaki ayrımın ortaya konulması gerekmektedir.

İpotek ile sağlanan amaç alacağa teminat sağlamaktır. İpotek, rehni verenle alacaklı arasında yapılacak resmi senede dayanır. Rehin hakkı, ayni hak olarak bu senede dayanılarak tapu kütüğüne yapılacak tescille doğar. Doğmuş bir alacağı teminat altına almak için kurulan ipotek kesin borç ipoteğidir. İlerde doğacak ve doğması muhtemel alacaklar için kurulan ipotek ise üst limit ipoteğidir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 881/1. maddesi hükmüne göre; “Halen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacak, ipotekle güvence altma alınabilir.” Aynı Kanun’un 851/1. maddesi gereğince, ” Taşınmaz rehni, miktarı Türk parası ile gösterilen belli bir alacak için kurulabilir. Alacağın miktarının belli olmaması ; halinde, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sımr taraflarca belirtilir.”

Kesin borç ve üst sınır ipoteği ayrımı, ipotekle alacak arasındaki ilişkinin yoğunluğu esas alınmak suretiyle yapılmıştır. İpotek tesis edilirken alacağın miktarının belirli ve borcun mevcut olması kaydıyla ipotek miktarı dışındaki faiz ve takip giderlerinin de rehin teminatından yararlanacağının öngörülmüş olması halinde, tarafların anapara ipoteği kurmak istedikleri kabul edilebilir. Rehin sözleşmesinde ipoteğin alacağa bağlı olarak limitli tesis edildiği hallerde üst sınır ipoteği olduğu kabul edilmelidir. İpoteğin kesin borç veya üst sınır ipoteği olması yapılacak takibin türü bakımından önem taşımaktadır.

Kesin borç ipoteğinde temel ilişkiden ( borç ilişkisinden ) doğan bir alacak teminat altına alınmaktadır. Temel borç ilişkisinin geçersiz olması nedeniyle alacak doğmamışsa yapılan tescil görünürde alacaklı lehine bir rehin hakkı doğurmaz. Rehin sözleşmesinde temel borç ilişkisinin gösterilmesi geçerlilik şartı olmamakla beraber hangi alacak için rehin kurulduğunun ispatını kolaylaştırır. Paraya çevirme anında geçerli bir alacağın varlığı rehin hakkının kullanılması için zorunludur. Alacak mevcut değilse, tescil edilmiş ipotek alacaklı için güvence oluşturmaz. Bu halde hakkın kullanılmasında ipoteğin alacağa bağlılığı mutlaktır.

Üst sınır ipoteği, ileride doğacak veya doğması muhtemel olan bir alacağın teminatı olarak tesis edildiği için bu belirsizliğin ileride getireceği sorunları önlemek amacıyla taşınmazın bu belirsiz borca azami ne miktar için teminat teşkil edeceği ipotek akit tablosunda bir limitle belirlenir. İşte bu nedenledir ki ileride vücut bulacak ana borç ile buna eklenecek faiz, icra takip giderleri ile yanlarca kararlaştırılan diğer fer’ileri, yani TMK’nın 875. maddesinde belirtilen ve ipotekle teminat altına alınan toplam borç miktarı, bu tür ipotekte tarafların ipotek tesis edilirken rızaları ile tespit edilen bu limiti aşması mümkün değildir. Bu özellik üst sınır ipoteğini kesin borç ipoteğinden ayıran önemli bir unsur olmaktadır. Zira, kesin borç ipoteğinde ipotek akit tablosunda belirtilen ana alacaktan başka TMK’nın 875. maddesi uyarınca takip giderleri ile faiz ve diğer fer’ileri de teminat kapsamına girmektedir. Üst sınır ipoteğindeki bu ana ilke başlangıçta belirli olmayan bir borca giren ve taşınmazında alacaklı lehine ipotek tesis ettiren borçlu veya borçlu lehine ipotek veren üçüncü kişiler bakımından önem taşıdığı gibi tapu sicilinde kayıtlı ipotek limitine itibar ederek aynı taşınmazda alacakları için ipotek tesis ettirecek üçüncü kişiler yönünden de tapu sicilindeki kayda itibar edilmesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. ( YHGK’nm 22.02.2012 tarih ve 12-778 E., 94 K, sayılı ilamı bu yöndedir. )

İpotek akit tablosunda limit miktarı saptandıktan sonra, “bu meblağa ilaveten ve ayrıca” ibareleri ile ipoteğin kapsamını genişleten kayıtların eklenmesinin, üst sınır ipoteği olarak tesis edilen ipoteğin türünü anapara ipoteğine dönüştürmesi mümkün değildir.

Zira, TMK’nın emredici nitelikteki 851, 881, 875 ve 876. maddeleri hükümlerini bertaraf etmeye yönelik bu kayıtların hukuki sonuç doğurmaları kabul edilemez. ( YHGK’nın 24.05.1989 tarih ve 111-294 E., 378 K. sayılı ilamı bu yöndedir. ) Bu husus, üst sınır ipoteği yönünden kamu düzenine ilişkin olup, süresiz şikayete tabidir ve icra mahkemesince kendiliğinden nazara alınmalıdır. “İpotek kesin borç ipoteği ise, itiraz, süresi içinde olmadığından süre yönünden reddi, üst sınır ipoteği ise kamu düzeni ile ilgisi olması nedeni ile itiraz ve şikayetin süreye bağlı olmadan incelenmesi gerekir.” 12.HD. 04.05.1992, 11390 E, 6000 K. ( Kuru, İcra, C.3, s.2427 dn95d ). Diğer anlatımla, bu ve 12. HD. 26.11.1999, 13828/15115; 12.HD. 09.11.1999, 13025/13863; 12. HD. 01.11.1999, 13412/13233; 12.HD. 22.10.1999, 11726/12747; 12.HD, 22.05.1997, 5095/5972 sayılı ilamlarında, borçlunun 7 gün içinde ödeme emrine itiraz etmemiş olması halinde dahi, icra dairesinin, sıra cetvelini düzenlerken, takibin alacağın tamamı üzerinden kesinleşmiş olmasına rağmen, sıra cetvelinde takip alacaklısının alacağını yalnız, ipotek limiti içinde kalan miktar kadar nazara alınması gerektiğine karar verilmiştir. “Azami limitli ipoteklerde MK.nın 790. maddesinin hükümleri geniş anlamda uygulanamaz ve ipotek veren üçüncü şahısların sorumlulukları azami ipotek miktarı ile sınırlı olur. Teminat ipoteği veren üçüncü kişinin takibe itiraz etmemesi halinde dahi, başka alacaklıların menfaatlerinin muhtel olabileceği durumlarda derece kararının tanzimi sırasında azami limit miktarının nazara alınması gerekir”. 12.HD.10.03.1987, 648/3326 ( Uyar, Rehnin Paraya Çevrilmesi, s.296 ). Kuru ise icra memurunun bu tür bir yetkisi olmadığı, buna sıra cetveline karşı itiraz biçiminde varsa diğer alacaklıların itiraz edebileceği görüşündedir. ( Age. sh. 2431 ) İÎK.m.45 gibi üst sınır ipoteğinin kapsamını icra memuru kendiliğinden; nazara alabilmelidir. Bu maddi hukuk bakımından bir araştırmayı da gerektirmemekte, takip talebine eklenen resmi senetten anlaşılabilmektedir. Nitekim kambiyo senetlerine özgü takipte de İcra memuru bu senedin kambiyo senedi olup olmadığım araştırmaktadır. ( Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Bankacılar Dergisi, 33. Sayı, 2000 yılı, sh 50 ).

Öte yandan, üst sınır ipoteğinde limit fazlası alacak için alacaklı tarafından ayrıca takip yapılarak haciz konulmadığı sürece, üst sınır limitinden fazla pay ayrılamaz. Diğer anlatımla, üst sınırı aşan alacaklar, teminattan faydalanmazlar ve adi alacak olarak kalırlar. ( Yargıtay 19. H.D.’nin 29.03.2001 tarih ve 1115 E., 2301 K; 14.02.2002 tarih ve 7426 E., 1131 K. sayılı sayılı ilamları bu yöndedir. Ayrıca; Bkz. Prof. Dr. Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku, El Kitabı, 2. Baskı, 2013, sh. 988 ) Yargıtay 19. H.D.’nin 10.11.2005 tarih ve 5720 E., 11011 K; 27.01.2006 tarih ve 9141 E., 581 K. sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere, üst sımr ipotek limitine kadar olan alacak ve fer’ileri toplamı için ayrı bir takibe ve hacze gerek bulunmamaktadır.

Somut olayda, şikayetçi tarafın üst sınır ipoteği limiti kapsamında kendisine pay ayrılmadığına dair istemi, icra müdürünün paylaştırma yapılırken alacağın hesaplanmasına ilişkin takip hukuku kurallarını yanlış uygulamasına yönelik olup; şikayet olunan alacağının hiç ya da gösterilen miktarda bulunmadığına yönelik olmadığından, itiraz alacağın doğumuna ve esasına yönelik değildir. İpoteğin bir üst limit ipoteği olup olmadığını belirlemek İcra Mahkemesi’nin görevine girmektedir. Diğer anlatımla şikayetçinin, kendisine ipotek limitinden daha az pay ayrıldığı iddiasına dayalı bu itirazı üzerine, mahkemece ipoteğin kapsamının incelenmesi gerekeceğinden bu itiraz, alacağın doğumuna ve miktarına değil, sıraya yönelik olup, icra mahkemesi görevlidir. Bu nedenlerle, mahkemece şikayet olunanın görev itirazı hususunda herhangi bir karar verilmemiş ise de, görevli olduğunun kabulü ile uyuşmazlığın esasının incelenmesi doğru olmuştur.

Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, şikayet olunan vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, şikayet olunan vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan İcra Mahkemesi kararının İİK’nın 366. maddesi uyarınca ONANMASINA, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

24 SAAT ÇALIŞMA 24 SAAT DİNLENME ŞEKLİNDE YAPILAN ÇALIŞMADA FAZLA MESAİ-İŞ VEREN LEHİNE YAPILAN TAKDİRİ İNDİRİM DURUMUNA GÖRE AVUKATLIK ÜCRETİNE HÜKMEDİLEMEYECEĞİ

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/3890
KARAR:2018/3145

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötüniyet tazminatı ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti, fazla mesai ücreti ve asgari geçim indirimi alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait işyerinde 20/01/2010-16/11/2012 tarihleri arasında çalıştığını, iş akdinin davalı tarafından bildirimsiz, haksız ve kötü niyetle feshedildiğini, müvekkilinin hak ettiği tazminat ve bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatları ile fazla çalışma, asgari geçim indirimi, ulusal bayram ve genel tatil ücret alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:Davalı vekili, davacının müvekkili şirkete “çocuğunun sağlık problemleri dolayısıyla işine devam edemeyeceğini, durumun düzelmesinin ardından işyerinde çalışmaya geri döneceğini, bu süre içinde iş akdinin askıya alınmasını ve istifasının kabul edilmesini” şeklinde dilekçe verdiğini ancak müvekkili tarafından davacının bu talebi kabul edilmediği halde davacının bu dilekçeyi verdikten sonra işe gelmediğini, bu nedenle müvekkili tarafından yapılan feshin haklı nedene dayandığını, müvekkiline ait işyerinde 30’dan fazla işçi çalıştığını, bu nedenle davacının iş güvencesi kapsamında olması nedeniyle kötüniyet tazminatı istemeyeceğini, asgari geçim indirimi alacağının bulunmadığını, müvekkili işyerinde haftada 45 saati aşan çalışma yapılmadığını, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışma olsa bile telafi izni verildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak ve davalının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle; kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatları ile fazla mesai alacak talebinin reddine, asgari geçim indirimi alacak talebinin kısmen kabulüne, ulusal bayram ve genel tatil alacak talebinin ise kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Fazla çalışma ücretinin hesabı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 63’üncü maddesinde çalışma süresi haftada en çok 45 saat olarak belirtilmiştir. Ancak tarafların anlaşması ile bu normal çalışma süresinin, haftanın çalışılan günlerine günde onbir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabileceği ilkesi benimsenmiştir. Yasanın 41 inci maddesine göre fazla çalışma, kanunda yazılı koşullar çerçevesinde haftalık 45 saati aşan çalışmalar olup, 63’üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile bazı haftalarda toplam 45 saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Dairemizin yerleşik uygulamasına göre, bir işçinin günde en fazla fiilen 14 saat çalışabileceğinin kabulü gerekir. Bu durumda 24 saat çalışıp 24 saat dinlenme usulüyle yapılan çalışmalarda bir hafta 3 gün diğer hafta ise 4 gün çalışma yapılacağından, yukarıda bahsedilen 63’üncü madde hükmü gereğince, haftalık normal çalışma süresi dolmamış olsa dahi günlük 11 saati aşan çalışmalar fazla çalışma sayılması nedeniyle, bu çalışma sisteminde işçi ilk bir hafta (3×3=) 9 saat takip eden hafta ise (4×3=) 12 saat fazla çalışma yapmış sayılmalıdır.

Çalışma şeklinin 24 saat mesai 48 saat dinlenme şeklinde olduğu durumlarda ise, işçi birinci hafta 3 gün ikinci ve üçüncü haftalar 2 gün dördüncü hafta yine 3 gün çalışacağından, ilk hafta (3×3=) 9 saat, ikinci ve üçüncü haftalarda (2×3=) 6 saat, dördüncü hafta ise yine (3×3=) 9 saat fazla çalışmış sayılacaktır.

1475 sayılı önceki İş Yasasında günlük 11 saati aşan çalışmaların fazla çalışma sayılacağına ilişkin bir hüküm bulunmadığından, söz konusu Yasanın yürürlükte olduğu dönemde gerçekleşen, 24 saat çalışıp 48 saat dinlenme usulüyle yapılan çalışmalarda, haftalık 45 saatlik normal çalışma süresinden fazla çalışma yapılması mümkün olmadığından, işçinin fazla çalışma yaptığının kabulü mümkün değildir. Ancak değinilen Yasa döneminde gerçekleşen 24 saat mesai 24 saat dinlenme usulüyle yapılan çalışmalarda, 4 gün çalışılan haftalarda (4×14=) 56 saat çalışma yapılacağından, sadece bu haftalarda işçinin haftalık (56‑45=) 11 saat fazla çalışma yaptığının kabulü gerekir.

T.C. Sağlık Bakanlığı nezdinde Türkiye’deki hastanelerde statü hukuku dışında hemşire, ebe, doktor, eczacı, anestezi uzmanı vs. olarak çalışanlar, haftalık normal mesailerinde fazla çalışma yapmadıklarından, sadece tuttukları nöbetlerle sınırlı olarak fazla çalışma yapmış olmaktadırlar. Nöbet çizelgeleri ile belirlenen bu tür çalışmalar hafta içi ve hafta sonu olarak gerçekleşmektedir. Hafta içi nöbetler 17:00-08:00 saatleri arasında 15 saat olarak yapılmaktadır. İşçinin yaptığı işin niteliğine göre zorunlu ihtiyaçlar nedeniyle 3 saat ara dinlenmesi indirilerek hafta içi nöbette 12 saat fazla çalışma yaptığı kabul edilmektedir. Hafta sonu nöbetler 24 saat sürmekte, işin niteliğine göre zorunlu ihtiyaçlar nedeniyle 4 saat ara dinlenme indirildiğinde 20 saat fazla çalışma yapılmış olmaktadır. Ancak, bu durumlarda fazla çalışmalar, tutulan hafta içi ve sonu nöbet sayısına göre denetlemeye elverişli bilirkişi raporu ile belirlenmelidir. Nöbet tutan çalışanın çoğunlukla ertesi gün nöbet izni kullanarak çalışma yapmaması nedeniyle, normal mesai devam çizelgeleri de mutlaka getirtilmelidir. İşçi, nöbetin ertesi günü nöbet izni kullandığında, ertesi gün (8 saat normal mesai süresi kadar) çalışmadığından hafta içi nöbette (12-8=) 4 saat fazla çalışma yapmış sayılmalıdır. Hafta sonu nöbette ise, Cumartesi ve Pazar günü normal tatil olduğundan Cuma ve Cumartesi gecesi tutulan nöbetlerden, ertesi gün çalışılmadığı gerekçesi ile indirim yapılma olanağı yoktur. Öte yandan genel tatile denk gelen nöbet günlerinde de ayrıca genel tatil ücreti verildiğinden yukarıda anlatılan şekilde indirim yapılmalıdır. Dairemizin kökleşmiş uygulaması da bu doğrultudadır (Yargıtay 9. H.D. 2007/40834 E, 2009/7566 K sayılı ilamı).

4857 sayılı İş Kanunu’nun 41’inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, fazla çalışma saat ücreti, normal çalışma saat ücretinin yüzde elli fazlasıdır. İşçiye fazla çalışma yaptığı saatler için normal çalışma ücreti ödenmişse, sadece kalan yüzde elli kısmı ödenir.

Kanunda öngörülen yüzde elli fazlasıyla ödeme kuralı nispi emredici niteliktedir. Tarafların sözleşmeyle bunun altında bir oran belirlemeleri mümkün değilse de, daha yüksek bir oran tespiti olanaklıdır.

Fazla çalışma ücretinin son ücrete göre hesaplanması doğru olmayıp, ait olduğu dönem ücretiyle hesaplanması gerekir. Yargıtay kararları da bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 16.2.2006 gün 2006/20318 E, 2006/3820 K.). Bu durumda fazla çalışma ücretlerinin hesabı için işçinin son ücretinin bilinmesi yeterli olmaz. İstek konusu dönemler açısından da ücret miktarlarının tespit edilmesi gerekir. İşçinin geçmiş dönemlere ait ücretinin belirlenememesi halinde, bilinen ücretin asgari ücrete oranı yapılarak buna göre tespiti gerekir. Ancak işçinin işyerinde çalıştığı süre içinde terfi ederek çeşitli unvanlar alması veya son dönemlerde toplu iş sözleşmesinden yararlanılması gibi durumlarda, meslek kuruluşundan bilinmeyen dönemler için ücret araştırması yapılmalı ve dosyadaki diğer delillerle birlikte değerlendirmeye tabi tutularak bir karar verilmelidir.

İşçinin normal çalışma süresinin sözleşmelerle haftalık kırkbeş saatin altında belirlenmesi halinde, işçinin bu süreden fazla, ancak kırkbeş saate kadar olan çalışmaları “fazla sürelerle çalışma” olarak adlandırılır (İş Kanunu, Md. 41/3). Bu şekilde fazla saatlerde çalışma halinde ücret, normal çalışma saat ücretinin yüzde yirmibeş fazlasıdır.

4857 sayılı Yasanın 41 inci maddesinin dördüncü fıkrası, işçiye isterse ücreti yerine serbest zaman kullanma hakkı tanımıştır. Bu süre, fazla çalışma için her saat karşılığı bir saat otuz dakika, fazla süreli çalışmada ise bir saat onbeş dakika olarak belirlenmiştir. Bu sürelerin de sözleşmelerle attırılması mümkündür.

Parça başına veya yapılan iş tutarına göre ücret ödenen işlerde, fazla çalışma süresince işçinin ürettiği parça veya iş tutarının hesaplanmasında zorluk çekilmeyen hallerde, her bir fazla saat içinde yapılan parçayı veya iş tutarını karşılayan ücret esas alınarak fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma ücreti hesaplanır. Bu usulün uygulanmasında zorluk çekilen durumlarda, parça başına veya yapılan iş tutarına ait ödeme döneminde meydana getirilen parça veya iş tutarları, o dönem içinde çalışılmış olan normal ve fazla çalışma saatleri sayısına bölünerek bir saate düşen parça veya iş tutarı bulunur. Bu şekilde bulunan bir saatlik parça veya iş tutarına düşecek bir saatlik normal ücretin yüzde elli fazlası fazla çalışma ücreti, yüzde yirmibeş fazlası ise fazla sürelerle çalışma ücretidir. İşçinin parça başı ücreti içinde zamsız kısmı ödenmiş olmakla, fazla çalışma ücreti sadece yüzde elli zam miktarına göre belirlenmelidir.

Otel, lokanta, eğlence yerleri gibi işyerlerinde müşterilerin hesap pusulalarına belirli bir yüzde olarak eklenen paraların, işverence toplanarak işçilerin katkılarına göre belli bir oranda dağıtımı şeklinde uygulanan ücret sistemine “yüzde usulü ücret” denilmektedir. Yüzde usulünün uygulandığı işyerlerinde fazla çalışma ücreti, 4857 sayılı Kanunun 51 inci maddesinde öngörülen yönetmelik hükümlerine göre ödenir. İşveren, yüzde usulü toplanan paraları işyerinde çalışan işçiler arasında, Yüzdelerden Toplanan Paraların İşçilere Dağıtılması Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre eksiksiz olarak dağıtmak zorundadır. Fazla çalışma yapan işçilerin fazla çalışma saatlerine ait puanları normal çalışma puanlarına eklenir (Yönetmelik Md. 4/1.). Yüzdelerden ödenen fazla saatlerde, çalışmanın zamsız karşılığı ile zamlı olarak ödenmesi gereken ücret arasındaki fark ödenir. Zira yüzde usulü ödenen ücret içinde fazla çalışmaların zamsız tutarı ödenmiş olmaktadır. Yapılan bu açıklamalara göre; yüzde usulü ya da parça başı ücret ödemesinin öngörüldüğü çalışma biçiminde fazla çalışmalar, saat ücretinin %150 zamlı miktarına göre değil, sadece %50 zam nispetine göre hesaplanmalıdır.

Hasılata bağlı günlük yevmiyeli olarak çalışan işçilerin yevmiyelerinin miktarı günlük çalışma süresine bağlı olup, ne kadar çok çalışırsa yevmiye artacağından çalışılan tüm saatlerin normal ücreti yevmiye içerisinde alındığından fazla çalışma ücretinin zamsız tutarının yevmiyenin içinde ödendiği kabul edilerek fazla çalışma ücretinin sadece %50 zamlı kısmı hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır.

Fazla çalışmaların aylık ücret içinde ödendiğinin öngörülmesi ve buna uygun ödeme yapılması halinde, yıllık 270 saatlik fazla çalışma süresinin ispatlanan fazla çalışmalardan indirilmesi gerekir.

Fazla çalışmaların uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay’ca son yıllarda taktiri indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır (Yargıtay 9.HD. 11.2.2010 gün 2008/17722 E, 2010/3192 K; Yargıtay, 9.HD. 18.7.2008 gün 2007/25857 E, 2008/20636 K.). Ancak fazla çalışmanın tanık anlatımları yerine yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir. Yapılacak indirim, işçinin çalışma şekline ve işin düzenlenmesine ve hesaplanan fazla çalışma miktarına göre takdir edilmelidir. Hakkın özünü ortadan kaldıracak oranda bir indirime gidilmemelidir. (Yargıtay 9.HD. 21.03.2012 gün, 2009/48913 E, 2012/9400 K).

Dairemizin önceki kararlarında; fazla çalışma ücretlerinden yapılan indirim, kabul edilen fazla çalışma süresinden indirim olmakla, davalı tarafın kendisini avukatla temsil ettirmesi durumunda reddedilen kısım için davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiği kabul edilmekteydi (Yargıtay 9.HD. 11.02.2010 gün 2008/17722 E, 2010/3192 K.). Ancak, işçinin davasını açtığı veya ıslah yoluyla dava konusunu arttırdığı aşamada, mahkemece ne miktarda indirim yapılacağı işçi tarafından bilenemeyeceğinden, Dairemizce maktu ve nispi vekâlet ücretlerinin yüksek oluşu da dikkate alınarak konunun yeniden ve etraflıca değerlendirilmesine gidilmiş, bu tür indirimden kaynaklanan ret sebebiyle davalı yararına avukatlık ücretine karar verilmesinin adaletsizliğe yol açtığı sonucuna varılmıştır. Özellikle seri davalarda indirim sebebiyle kısmen reddine karar verilen az bir miktar için dahi her bir dosyada zaman zaman işçinin alacak miktarını da aşan maktu avukatlık ücretleri ödetilmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Yine daha önceki kararlarımızda, yukarıda değinildiği üzere fazla çalışma alacağından yapılan indirim sebebiyle ret vekâlet ücretine hükmedilmekle birlikte, Borçlar Kanunu’nun 161/son, 325/son, 43 ve 44’üncü maddelerine göre, yine 5953 sayılı Yasada öngörülen yüzde beş fazla ödemelerden yapılan indirim sebebiyle reddine karar verilen miktar için avukatlık ücretine hükmedilmemekteydi. Bu durum uygulamada hakkaniyete aykırı sonuçlara neden olduğundan ve konuyla ilgili olarak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde de herhangi bir kurala yer verilmediğinden, Dairemizce eski görüşümüzden dönülmüş ve fazla çalışma alacağından yapılan indirim nedeniyle reddine karar verilen miktar bakımından, kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilemeyeceği kabul edilmiştir.

Somut uyuşmazlıkta, dinlenen tüm taraf tanık beyanlarına göre, davacının 24 saat çalışıp 48 saat dinlendiği anlaşılmaktadır. Bu çalışma şeklinde, Dairemizin yukarıda belirtilen ilke kararında belirtildiği gibi, davacı birinci hafta 3 gün, ikinci ve üçüncü haftalar 2 gün, dördüncü hafta yine 3 gün çalışacağından, ilk hafta (3×3=) 9 saat, ikinci ve üçüncü haftalarda (2×3=) 6 saat, dördüncü hafta ise yine (3×3=) 9 saat fazla çalışma yapmış olmaktadır. Ancak hükme esas alınan bilirkişi raporunda bu çalışma şeklinde günlük 14 saat ve haftada en çok 3 gün çalışıldığından, haftada en fazla 42 saat çalışıldığı ve dolaysıyla haftalık 45 saati aşan çalışma bulunmadığı belirtilmiş, mahkemece de bilirkişinin bu hatalı değerlendirmesine itibarla fazla çalışma alacak talebi reddedilmiştir. O halde mahkemece yapılacak iş, 24 saat çalışıp 48 saat dinlenerek çalıştığı anlaşılan davacının fazla çalışma alacak talebinin, Dairemizin yukarıda belirtilen ilke kararı doğrultusunda hesaplanıp hüküm altına alınmasından ibarettir. Hatalı bilirkişi raporuna değer verilerek hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

F) SONUÇ:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 19/02/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FRANCHİSE SÖZLEŞMESİNİN İHLALİNE DAYALI OLUMLU ZARARIN TAZMİNİ

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/1605
KARAR:2018/7615

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada … 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 10/02/2017 tarih ve 2015/506-2017/53 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin asıl ve birleşen davalarda davacı ve davalı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Asıl ve birleşen davalarda davacı vekili asıl davada, davalı … Şirketi ile müvekkili arasındaki sözleşmeyle müvekkilinin … isim hakkını … için aldığını, davalı … Şirketinin sözleşmeyi ihlal ederek müvekkilinden izin almadan … Kanalboyu bölgesinde diğer davalıya ait yeni bir işletmeye isim hakkını verdiğini ileri sürerek davalılar arasındaki yeni şube anlaşmasının iptaline karar verilmesini istemiştir. Birleşen 2002/279 esas sayılı davada, davalı tarafın sözleşmeyi ihlal ettiğini, bu nedenle müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek 5.000 TL manevi, 20.000 TL maddi tazminatın tahsiline, davalıya verilen 2120849 seri nolu açık teminat çekinin davacıya iadesine, mümkün olmadığı takdirde iptaline karar verilmesini istemiştir. Birleşen 2009/759 Esas sayılı davada, 2002/279 esas sayılı dava ile kısmi dava açıldığını, müvekkilinin zararının 158.553 TL olarak hesaplandığını, işbu dava ile bakiye kalan 138.553 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Asıl ve birleşen davalarda davalı … Şirketi vekili, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Asıl davada diğer davalı vekili davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, uyulan bozma ilamı ve tüm dosya kapsamına göre, davacının olumsuz zararının 225.000,00 TL olduğu, toplam beklenen ve beyan edilen kârının 150.000,00 TL olması halinde yatırımın geri ödenmesinden sonra bakiye zararın 75.000,00 TL olduğu, davacının olumlu zararının (kâr mahrumiyetinin) olmadığı ve sabit yatırım tutarı ile birlikte talep edilebilecek tutarın 75.000,00 -TL olduğu gerekçesi ile asıl dava bakımından verilen kararın onanması nedeniyle yeniden karar verilmesine yer olmadığına, birleşen 2002/279 esas sayılı davada menfi tespit talebine bağlı verilen karar kesinleşmiş olduğundan yeniden karar verilmesine yer olmadığına, kar mahrumiyeti ve manevi tazminat taleplerinin reddine, yatırımdan dolayı uğramış olduğu 75.000,00 TL zararın dava tarihinden geçerli yasal faizi ile birlikte davalı … Gıda Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinden tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, asıl ve birleşen davalarda davacı ve davalı vekilleri temyiz etmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Birleşen davalar, franchise sözleşmesinin ihlaline dayalı olumlu zararın tazmini istemine ilişkin olup, mahkemece yazılı gerekçeyle birleşen davaların kısmen kabulüne karar verilmiştir. Dairemizin 13.10.2011 tarih ve 2009/12597 esas, 2011/12996 karar sayılı ve 19.03.2015 tarih 2014/17087 esas 2015/3876 karar sayılı ilamlarında belirttiği üzere, davacının aynı mahiyette bir işi ne kadar sürede bulabileceği (makul süre) belirlendikten ve bu iş için makul sürede yapacağı masraflar düşüldükten sonra davacının olumlu (kâr mahrumiyeti) zararının tespiti ile sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, mahkemece, davacının aynı mahiyette bir işyeri açması durumunda yapacağı masrafa hükmedilmesi doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle davalı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair temyiz itirazının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı bakiye 76,30 TL temyiz ilam harcının temyiz eden asıl ve birleşen davalarda davacıdan alınmasına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden asıl ve birleşen davalarda davalıya iadesine, 04/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FRANCHİSE SÖZLEŞMESİ- MAKİNELERİN SÖZLEŞME KARŞILIĞINDA DEVRİ

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/2222
KARAR:2018/7827

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada … … 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 01/12/2015 tarih ve 2014/2133-2015/1165 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davacı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin spor antrenörü olarak çalıştığı dava dışı ….tarafından işletilen spor salonu davalının franchise sistemi içerisinde olduğunu, müvekkili tarafından franchise alan dava dışı ….’in işletmeyi devredeceğini öğrendiğinde davalıya başvurarak işletmeyi devralmak istediğini bildirdiğini, davalının aracılığı ile işletmenin ….tarafından müvekkiline devredildiğini, işletmede yer alan makinelerin de fatura karşılığı aynı şekilde devredildiğini, davalı ile sözleşme imzalayacağı inancı ile davalıya 5.000 TL ödeme yaptığını, ….’e 25.000 TL ödeme yaptığını, davalı şirket tarafından işletmedeki tüm makinelerin haksız bir şekilde alındığını ileri sürerek makinelerin bedeli olan 17.291,93 TL’nin ve davalıya keşide edilen ihtar için yapılan 124.93 TL’nin tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, dava dışı ….ile yapılan franchise sözleşmesine ve sonrasında işletmenin devrine ilişkin yapılan ….e göre makinelerin müvekkili mülkiyetinde olduğunu, ayrıca franchise sözleşmesi uyarınca franchise sisteminde bulunan işletmenin devrine müvekkilince onay verilmesi gerektiğini, müvekkili tarafından onay verilmediğini, bu nedenle davacı tarafın makineler üzerinde herhangi bir hakkının bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre, taraflar arasında herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmadığı, makinelerin mülkiyetinin davalı şirket ile dava dışı ….arasında yapılan franchise sözleşmesi ve …. hükümlerine göre davalı şirkete ait bulunduğu, mülkiyetin davalıya ait olduğunun davacı tarafından da Cumhuriyet Savcılığına verilen şikayet dilekçesinde beyan ve kabul edildiği, ….’in tasarruf etme yetkisi bulunmadığı, bu nedenle davalı tarafın mülkiyeti kendisine ait malları bir tutanak düzenleyerek davacıdan almasında bir kusur ve sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve dava dışı franchise alan …. ile franchise veren davalı arasında imzalanan franchise sözleşmesinin 4.4 maddesinde, franchise alanın işi gerçekleştirebilmesi için gerekli her türlü malzeme ve teçhizatı franchise verenin teslim edeceğinin kararlaştırılmış bulunmasına, ayrıca “….” başlıklı 04/06/2013 tarihli dava dışı franchise alan …. ile franchise veren davalı arasında imzalanan sözleşmenin 7. maddesinde malzeme ve teçhizatın mülkiyetinin davalı tarafta olduğunun kabul edilmiş bulunmasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.

SONUÇ: Yukarıdaki bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA, istek halinde aşağıda yazılı 259,41 TL harcın temyiz eden davacıya iadesine, 11/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FRANCHİSİNG SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLI ALACAĞIN TAHSİLİ- İCRA TAKİBİ- İNKAR TAZMİNATI

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/246
KARAR:2018/7932

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : … (KAPATILAN) 3. FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada … (Kapatılan) 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 22/03/2016 tarih ve 2012/176-2016/68 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davalılar vekili tarafından istenmiş olduğu anlaşılmakla, duruşma için belirlenen 11/12/2018 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davalı-karşı davacı vekili Av….dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin tatlı sektöründe “tatlıcı tombak” markası ile faaliyet gösterdiğini, faaliyetini kendi açtığı şubeler vasıtası ile üçüncü şahıslara franchise vermek sureti ile devam ettiğini, davalı … ve … ile müvekkili arasında 31/07/2007 tarihinde franchise sözleşmesi imzalandığını, diğer davalı …’nun ise bu sözleşmenin müşterek müteselsil kefili olduğunu, buna göre … ili … ilçesi, … Belediyesi, …Mevkii 265-… Ada ve parsel E blok zemin katta bulunan 9 nolu dükkanın …gıda tarafından işletileceğini, bu dükkanın kira sözleşmesinin … Nakliyat Medikal …Dersane İth.İhr.San.Tur.ve Tic.Ltd.Şti ile müvekkili arasında akdedildiğini, davalıların mecuru alt kiracı olarak kullandıklarını, davalıların kira bedelinin yanı sıra, genel giderler olarak bilinen su, elektrik, doğalgaz, reklam katılım payı gibi giderlerden de sorumlu olduklarını, davalıların 2008 yılı Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos ve devam eden aylarına ilişkin kira bedellerini ve elektrik, su, doğalgaz gibi ortak katılım paylarını ödemediklerini, davalıların bu borçlarını ödemedikleri için müvekkilinin asıl kiraya verenin icra takibine muhatap olduğunu, bunun üzerine davalıların aleyhinde … 8. İcra Müdürlüğünün 2009/20977 Esas sayılı dosyasından icra takibi başlatıldığını, ancak davalıların itirazı üzerine takibin durduğunu idida ederek, itirazın iptalini, takibin devamını ve %40’dan az olmamak üzere davalıların kötü niyet tazminatına mahkumiyetlerini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, müvekillerinden …’ın huzurdaki davada pasif husumet ehliyeti bulunduğunu, davacı yanın haksız ve hukuka aykırı iddialarının dayanağı olan franchise sözleşmesinin, davacı ile müvekillerinden şirket arasında akdedildiğini, müvekkili … tarafından kendi adına akdedilmiş bir franchise sözleşmesi olmadığını, … Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/296 D.İş sayılı dosyası ile 30/05/2008 tarihinde alışveriş merkezinin durumu hakkında tespit yapıldığını, rapora göre inşaatın halen devam etmekte olduğunu, inşaat bitmeden de müşterinin gelmesinin mümkün olmadığının anlaşıldığını, tespit ortada iken icra takibinin kötü niyetli olarak, müvekillerini zarara uğratma amacı ile yapıldığını iddia ederek, asıl davanın reddini, davacı-k.davalının %40’dan az olmamak üzere tazminata mahkum edilmesini, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 16.100,00 TL tutarındaki depozito alacağı ve şimdilik 1.000,00 TL franchise bedeli olmak üzere toplam 17.100,00 TL tutarındaki alacığın, franchise sözleşmesinin konusuz kaldığı tahliye tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davacı-k.davalıdan tahsilini talep va karşı dava etmiştir.
Mahkemece, Franchise sözleşmesine konu yerde davalı yanın kiracı olarak bulunduğu beş aylık dönemde aylık 4.567 USD + KDV olmak üzere her ay faturalanacak kira bedelinin üçüncü bilirkişi heyetinin düzenlediği raporda tablo halinde belirtildiği ve Mart 2008 ile Temmuz 2008 tarihleri arasında toplam kira tutarının 33.934,36 TL olduğu, bu miktardan, her ne kadar karşı davada talep konusu edilmiş ise de, kira için verilen depozitonun kira ilişkisinin sonlanması sebebiyle alacak bedelinden düşülmesi gerektiğinden, 16.100,00 TL depozito bedeli ile 2.624,23 TL tahsilat düşüldüğünde, bakiye kira bedelinin 15.210,13 TL olduğu, bu miktara beş aylık dönem için genel gider toplamı olarak bildirilen ve dosyada belgeleri mevcut olan 3.819,53 TL ilave edildiğinde, takipte istenebilir asıl alacak miktarının davalılar …Gıda Şirketi ve … yönünden 19.029,66 TL olduğu ve davacı tarafından … 2. Noterliğince düzenlenen ihtarnamenin davalı yana tebliğ tarihi olan 05/09/2008 tarihinden yani temerrüt tarihinden takip tarihine kadar işlemiş faiz miktarının da 3.622,56 TL olduğu, toplam alacağın ise 22.692,22 TL olduğu anlaşıldığından, itirazın tespit edilen bu miktar üzerinden iptaline, fazlaya ilişkin itirazın iptali talebinin reddine, ödenecek miktar belli olduğu halde davalı yanın icra takibine kötü niyetli olarak itiraz ettiği anlaşılmakla, İİK 67/2 maddesi gereğince 7.611,86 TL icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline, karşı dava yönünden ise, yukarıda belirtildiği üzere depozito miktarı asıl davaya konu kira alacağından mahsup edildiğinden, bu davada taleple ilgili yeniden karar verilmesine gerek olmadığından ve icra takibine başlanıldığı sırada ya da dava açıldığı sırada franchise sözleşmesinin feshine ilişkin herhangi bir talep ve durum mevcut olmadığından, karşı davada bu yönde bir talep de bulunmadığından, ödenen bedelin iadesi ile ilgili talebin ise bu aşamada reddine karar verilmiştir.
Kararı davalılar vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmaması ile davalılar vekilinin 24/11/2016 tarihli dilekçesine hasren yapılan temyiz incelemesine göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalılar vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 1.587,97 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 13/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

GÖRÜNTÜ VEYA SESLERİN İFŞA EDİLMESİ SURETİYLE ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi
ESAS:2017/3888
KARAR:2018/3191

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal
Hüküm : TCK’nın 134/2-1, 31/3, 62/1, 51/1-3. maddeleri gereğince mahkumiyet

Görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan suça sürüklenen çocuğun mahkumiyetine ilişkin hüküm, suça sürüklenen çocuk müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, suça sürüklenen çocuk müdafiinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Dosya kapsamına göre; suç tarihi itibariyle 17 yaşını tamamlamış olan suça sürüklenen çocuk …’nin, erkek arkadaşının eski sevgilisi olan 15 yaşındaki mağdur …’un yarı çıplak resmini, ortak arkadaşlarından oluşan whatsapp grubunda paylaştığı olayda;
Mağdurun fiziksel mahremiyetine ilişkin sütyenli yarı çıplak resmini, onun bilgisi ve rızası dışında ifşa eden suça sürüklenen çocuğun eyleminde TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasında tanımlanan görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun yasal unsurlarının oluştuğu; ayrıca, 15 yaşındaki mağdurun, cinsel arzuları tahrik ve istismar eden, toplumun sahip olduğu ortak edep duyguları ile yerleşik edep kurallarını incitici nitelikteki müstehcen fotoğrafını, kendisi gibi çocuk olanların yer aldığı whatsapp grubunda paylaşarak onların bu görüntüyü görmelerini sağlayan suça sürüklenen çocuğun TCK’nın 226/5. madde ve fıkrasında tanımlanan müstehcenlik suçunu da işlediği, bir fiili ile birden fazla farklı suçun oluşmasına neden olan suça sürüklenen çocuğun, TCK’nın 44/1. madde ve fıkrası gereğince daha ağır cezayı gerektiren müstehcenlik suçundan cezalandırılması, görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan ise hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, suça sürüklenen çocuk hakkında yazılı şekilde TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasındaki görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,
2- Kabul ve uygulamaya göre de:
a) Özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun TCK’nın 139/1 ve CMK’nın 253/1-a madde ve fıkraları gereğince uzlaşmaya tabi suçlardan olduğu gözetilmeksizin, soruşturma evresinde CMK’nın 253. maddesi uyarınca uzlaştırma işlemleri yerine getirilmeden dava açılması, yargılama aşamasında da aynı Kanun’un 254. maddesi gereğince bu eksikliğinin giderilmemesi,
b) TCK’nın 61/1. madde ve fıkrasında yer alan ölçütler nazara alınarak, dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlar birlikte ve isabetle değerlendirilip, denetime olanak verecek ve somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle aynı Kanun’un 3/1. madde ve fıkrası uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, temel cezanın asgari hadden tayin edilmesi,
c) Cezası ertelenen suça sürüklenen çocuk hakkında, TCK’nın 51/3. madde ve fıkrası gereğince mahkum olunan ceza süresinden az denetim süresi belirlenemeyeceği gözetilmeden, hükmolunan 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ertelenen suça sürüklenen çocuğun 1 yıl süre ile denetim altında bulundurulmasına karar verilmiş olması,
d) Suça sürüklenen çocuğun fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olması nedeniyle TCK’nın 53/4. madde ve fıkrası gözetilerek aynı maddenin 1. fıkrasının uygulanmadığına dair hüküm kurulması yerine, suça sürüklenen çocuğa hükmedilen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının TCK’nın 49/2. madde ve fıkrası gereğince uzun süreli olduğu da gözetilmeksizin, “Suça sürüklenen çocuk hakkında verilen kısa süreli hapis cezasının ertelenmiş olması nedeniyle…” biçimindeki isabetsiz gerekçelerle TCK’nın 53/1. madde ve fıkrasındaki hak yoksunluklarına karar verilmediğinin açıklanması,
Kanuna aykırı olup, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, aynı Kanun’un 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden suça sürüklenen çocuğun kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 21.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version