BORÇLUNUN BAŞKA BİR İCRA TAKİP DOSYASINDAKİ ALACAĞININ HACZEDİLMESİ

T.C.

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

2014/22047

2014/24398

21.10.2014

HACZİN KALDIRILMASI İSTEMİ ( Borçlunun Başka Bir İcra Takip Dosyasından Haczedilen Alacağı Henüz Dosyaya Gönderilmemiş Olduğundan 10 Yıllık Sürenin Uygulanmayacağı – 2004 Sayılı İİK. 106 ve 110. Maddelerinin Uygulanacağı )

BORÇLUNUN BAŞKA BİR İCRA TAKİP DOSYASINDAKİ ALACAĞININ HACZEDİLMESİ ( Kambiyo Senetlerine Mahsus Yolla Yapılan Haczin Kaldırılması Talebi – Haczedilen Miktar Henüz Dosyaya Gönderilmemiş Olduğundan 10 Yıllık Sürenin Uygulanmayacağı – 2004 Sayılı İİK. 106 ve 110. Maddelerinin Uygulanacağı )

HACZİN DÜŞMESİ ( Borçlunun Başka Bir İcra Takip Dosyasında Haczedilen Ancak Henüz Dosyaya Gönderilmemiş Olduğundan 10 Yıllık Sürenin Uygulanmayacağı – 2004 Sayılı İİK. 106 ve 110. Maddelerinin Uygulanacağı )

2004/m. 362

ÖZET : Dava, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte haczin kaldırılması istemine ilişkindir.

Haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde paranın dosyaya celbinin istenmediğinden haczin düştüğünün tespiti ile anılan süreden sonra paranın istenmesine ilişkin icra müdürlüğü kararının kaldırılmasına karar verilmesi borçlu vekilince talep edilmiştir.

İİK.’nun 362. maddesinde; icra veznesine tevdi yahut dairece tahsil olunan para veya icra muamelesi sebebiyle hıfzedilmekte olan eşya tevdi veya tahsil yahut hıfız tarihinden itibaren on seneye kadar alakadarları tarafından müracaat olunmazsa talep hakkının Hazine lehine düşeceği düzenlenmiştir. Bu hüküm, alacaklıya ödenmek üzere icra dosyasından tahsil olunup icra kasasına giren paralara ilişkin uygulanabilir. Borçlu alacağının haczedilerek henüz icra dosyasına gönderilmediği durumlarda paranın icra dosyasına gönderilmesinin 10 yıllık süreye tabi olduğu kabul edilemez.

İİK.nun 106. ve 110. maddelerinin tatbiki gerekmektedir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammın 27.05.2014 tarih ve 2014/12539-15092 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki borçu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklı tarafından borçlu aleyhine Kayseri 6. İcra Müdürlüğü’nün 2010/5602 E. sayılı takip dosyası ile başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte borçlu vekili müvekkilinin alacaklı olduğu Selim İcra Müdürlüğü’nün 2011/100 E. sayılı takip dosyasındaki alacağına Kayseri 6. İcra Müdürlüğü’nün 2010/5602 E. sayılı dosyasından haciz konulduğunu, haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde paranın dosyaya celbinin istenmediğini belirterek haczin düştüğünün tespitine, anılan süreden sonra paranın istenmesine ilişkin icra müdürlüğünün 14.01.2014 tarihli kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiş olup, mahkemece şikayetin kabulü ile haczin kaldırılmasına karar verilmiştir.

İİK.’nun 362. maddesine göre; icra veznesine tevdi yahut dairece tahsil olunan para veya icra muamelesi sebebiyle hıfzedilmekte olan eşya tevdi veya tahsil yahut hıfız tarihinden itibaren on seneye kadar alakadarları tarafından müracaat olunmazsa talep hakkının Hazine lehine düşeceği düzenlenmiş ise de, bu düzenleme alacaklıya ödenmek üzere icra dosyasından tahsil olunup icra kasasına giren paralara ilişkin uygulanabilecek bir düzenleme olup, borçlunun alacaklısı olduğu dosya alacağının haczedilerek henüz icra dosyasına gönderilmediği durumlarda paranın icra dosyasına gönderilmesinin 10 yıllık süreye tabi olduğu kabul edilemeyecektir.

Bu durumda mahkemenin kabul ettiği üzere İİK.nun 106. ve 110. maddelerinin tatbiki gerekmekte olup, şikayetin kabulüne ilişkin mahkeme kararının onanması gerekirken Dairemizce bozulduğu anlaşılmakla karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ : Borçlunun karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 27.05.2014 tarih ve 2014/12539 E., 2014/15092 K. sayılı bozma ilamının kaldırılmasına mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca ONANMASINA, 21.10.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BANKA HESABINDA BULUNAN PARA ÜZERİNE KONULAN HACZİN DÜŞMESİ

T.C

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

2010/25735

2011/4525

24.3.2011

PARA ÜZERİNE KONAN HACİZ (Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Hacizden İtibaren Paranın İstenmesi İçin Gerekli Azami Süre Olarak Uygulanacağı)

PARA ALACAKLARINDA SATIŞ İSTENMESİ (Paranın Satılarak Paraya Çevrilmesinin Söz Konusu Olamayacağı – Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Uygulanması Gereği)

BİR YILLIK AZAMİ SÜRE (Yasada Para Alacağı Üzerine Konulan Haczin Ne Kadar Süreyle Mevcudiyetini Koruyabileceği Yönünde Açıklık Bulunmadığı – Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Azami Süre Olarak Uygulanması Gereği)

2004/m.106110

ÖZET : Alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekir.

DAVA: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammm 13.07.2010 tarih, 2010/6976-19136 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki taraf vekillerince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR :

1) Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre iflas masası vekilinin karar düzeltme isteminin REDDİNE;

2) Şikayetçi banka vekilinin karar düzeltme isteminin incelenmesinde;

Borçlunun üçüncü kişi Fortis Bank A.Ş. İzmir Ege Ticari Şubesindeki mevduatına 27.07.2006 tarihinde haciz konmuştur. İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konmuştur. Her ne kadar alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekmektedir. Somut olayda alacaklı banka, 04.07.2007 tarihinde icra müdürlüğüne başvurarak, haczedilen paranın dosyaya gönderilmesi için talepte bulunmuş, icra müdürlüğünce de talep doğrultusunda üçüncü kişiye müzekkere yazılmıştır. Bu durumda alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 1 yıllık süre içinde paranın istenmesi keyfiyetinin yerine getirildiği görülmektedir. O halde belirtilen nedenlerle mahkeme kararının onanması gerekirken bozulduğu anlaşılmakla alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 13.07.2010 tarih ve 2010/6976-19136 sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, mahkeme kararının İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 15,60 TL onama harcı alındığından mahsubuna bakiye, 2,80 TL harcın temyiz edenden alınmasına, 24.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YOL YAPISININ BOZUKLUĞU VEYA TRAFİK LEVHALARININ EKSİKLİĞİ NEDENİYLE MEYDANA GELEN KAZADA GÖREVLİ MAHKEME

T.C

DANIŞTAY

15. DAİRE

ESAS NO: 2013/14152 KARAR NO: 2014/181

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce gereği görüşüldü:

Dava; davacılar vekili tarafından, Erzurum İli, Tekman İlçesi, Çeperli – Yıkılgan mevkiinde meydana gelen trafik kazasında müvekkillerinin yakını …’ın vefat etmesi olayında, yolun bakım ve onarımında davalı idarenin kusuru bulunduğundan bahisle oluştuğu ileri sürülen maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nce; 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesi uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Davalı idarece, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Konunun açıklığa kavuşturulabilmesi için öncelikle ilgili mevzuatın ayrıntılı olarak ele alınıp incelenmesi gerekmektedir:

6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’a göre, kamu tüzel kişiliğine sahip özel bütçeli bir kamu kuruluşu olan Karayolları Genel Müdürlüğü, karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmasını sağlamak, karayollarını onarmak, işletmek, işlettirmekle görevli ve yetkili bulunmaktadır. Karayolları Genel Müdürlüğünce karayolu yapım, bakım ve işletilmesi şeklindeki kamu hizmetinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre yürütüleceği; anılan Genel Müdürlüğün idari işlem ve eylemlerinden doğan uyuşmazlıkların da Anayasanın 125. maddesi ve 2577 sayılı Yasanın 2. maddesine göre idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği konusunda duraksama bulunmamaktadır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda 6099 sayılı Yasayla yapılan değişiklik de, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün yol yapım ve bakım hizmetinin yürütülmesiyle ilgili hukuki sorumluluğu hususunda yeni bir düzenleme içermemekte; yargı yolunu değiştirmemektedir.

2918 sayılı Yasanın 11.1.2011 tarihli ve 6099 sayılı Yasanın 14. maddesi ile değişik “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlıklı 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.” kuralı yer almaktadır.

Anılan yasa hükmünde, “bu kanundan doğan sorumluluk davaları” ifadesiyle 2918 sayılı Yasada yer alan hukuki sorumluluğa ilişkin kuralların uygulanacağı davalarla sınırlı biçimde görevli yargı yerinin belirlendiği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, görevli yargı yeri belirlenirken, söz konusu Yasa’da motorlu taşıt araçlarının verdiği zararlarla sınırlı biçimde düzenlenen sorumluluk kurallarının, dava konusu uyuşmazlığa uygulanıp uygulanmayacağının saptanması gerekir.

Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik güvenliğini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm önlemleri belirlemek amacını taşıyan 2918 sayılı Yasa, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yanında Karayolları Genel Müdürlüğünün de trafik güvenliği yönünden görev ve yetkilerini sayma yoluyla belirlemiştir. Ancak Yasada, diğer kamu idarelerinin ve bu arada Karayolları Genel Müdürlüğünün, trafik düzeni ve trafik güvenliği ile ilgili olarak üstlendikleri kamu hizmetlerinden dolayı hukuki sorumlulukları düzenlenmiş değildir.

2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluk ve sigorta başlıklı sekizinci kısmında; araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu; bir başka deyişle motorlu araçların karıştığı trafik kazaları sonucu ortaya çıkan zarar nedeniyle araç sahiplerinin ve işletenlerin hukuki sorumluluğu düzenlenmiştir.

2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluğa ilişkin sekizinci kısmında yer alan hükümler birlikte değerlendirildiğinde; Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların karıştığı kazalar nedeniyle araç işleticisi sıfatıyla kamu idareleri ve kuruluşlarına karşı açılacaklar da dahil bütün araç sahibi ve işleticilerine karşı açılan davaların görüm ve çözümü adli yargının görev alanına girmektedir. Fakat kamu idareleri ve kuruluşlarının, trafik güvenliği ve düzenini sağlamak amacıyla gerek kendi kuruluş yasaları, gerekse 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre yürüttükleri hizmetlerin, kamu hizmeti niteliğini taşımaları ve 2918 sayılı Yasada da görevlendirilen kamu idare ve kuruluşlarının sorumluluklarının ayrıca düzenlenmemiş olması karşısında; trafik düzeni ve güvenliği hizmetlerinden kaynaklandığı öne sürülen zararların tazmini istemiyle, ilgili idarelere karşı açılan davaların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir.

Sonuç olarak Karayolları Genel Müdürlüğünün kuruluş yasasında belirlenen, 2918 sayılı Yasa’da tekrarlanan görevlerinden, yani; yol yapım, bakım, işletme, trafik güvenliğini sağlama şeklinde yürüttüğü kamu hizmetinden kaynaklanan hukuki sorumluluğunun idare hukuku ilke ve kurallarına göre belirlenmesi; bu sebeple açılacak tam yargı davalarının da idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idarenin bakım ve sorumluluğunda olan karayolunda yeterli tedbir alınmadığından bahisle meydana geldiği ileri sürülen olaydan kaynaklanan zararın ödenmesi istemiyle temyizen incelenmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu haliyle bakılan uyuşmazlık, özel hukuktaki araç işletenin hukuki sorumluluğundan değil, 6001 sayılı Yasada karayollarının emniyetle kullanılmalarını sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarmak, onarımını yaptırtmak, işletmek, işlettirmek, temizliğini yapmak, yaptırmak ve trafik güvenliğini sağlamak şeklinde öngörülen görevlerin tam ve eksiksiz yerine getirilmediği, dolayısıyla yürütülen hizmetlerin kusurlu işletildiği, meydana gelen zararda hizmet kusuru bulunduğu iddiasından kaynaklanmakta olup, buna göre davanın görüm ve çözümü idare mahkemelerine aittir.

Bu durumda, idare mahkemesince uyuşmazlığın esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, görev yönünden davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesine uygun bulunan temyiz isteminin kabulüne, Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nin 13/09/2013 tarih ve E:2013/801; K:2013/786 sayılı kararının BOZULMASINA, dava dosyasının yeniden karar verilmek üzere adı geçen İdare Mahkemesine gönderilmesine, 28/01/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

PAFTADAKİ TERSİMAT HATASININ DÜZELTİLMESİ-KADASTROSU KESİNLEŞMİŞ TAŞINMAZDAKİ FENNİ HATALAR

T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/8213
K. 2001/8572
T. 7.12.2001

3402/m.41,12

ÖZET : Mahkemece, ancak tapu iptali ve tescil davası ile çözümlenebilecek uyuşmazlığın Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılan tersimat hatasının düzeltilmesi davası şeklinde incelenerek sonuçlandırılması doğru görülmemiştir.

Kadastroları kesinleşmiş taşınmaz mallarda mülkiyet ve vasıf değişikliğine yol açmayacak nitelikteki ölçü tersimat ve hesaplamalardan doğan fenni hatalar, ilgililerin başvurusu üzerine veya Kadastro Müdürlüğünce resen düzeltilir.

DAVA : Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 7.3.1996 gününde verilen dilekçe ile tersimat hatasının düzeltilmesi, Ali …… vekili tarafından da 22.5.1996 tarihinde verilen dilekçe ile yüzölçümü düzeltilmesi istenmesi üzerine davaların birleştirilmesinden sonra yapılan duruşma sonunda; tersimat hatasının düzeltilmesi isteğinin kabulüne, yüzölçümü düzeltilmesi isteğinin reddine, dair verilen 19.6.2001 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı Ali …..ve davalı vekilleri tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı Yalçın ……; 1633 parsel sayılı taşınmazın 124.375 metrekare olarak tespit ve tescil edildiğini, bu miktarın tapunun dayanağını oluşturan 1953 tarihli ve 5 sayılı tapu kaydındaki miktarla uyumlu olmasına rağmen pafta ile uyumlu olmadığını ileri sürerek, paftadaki tersimat hatasının düzeltilmesini istemiştir.

Bu dava ile birleştirilen dava da ise, davacı Ali ……., 1632 parsel sayılı taşınmazının tapu kaydında 40395 metrekare miktarında gösterildiğini, ancak; paftadaki ölçü değerlerine göre 102.221 metrekare olduğunu belirterek, tapu kaydındaki yüzölçümü miktarının paftaya göre düzeltilmesini istemiştir.

Her iki davada da davalı olan Tapu Sicil Müdürlüğü, davaların reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacı Yalçın …..un açtığı davanın kabulü ile bilirkişi raporunda 1632.2 olarak işaretli kısmın 1633 parsel sayılı taşınmaza eklenmesine, birleştirilen davanın ise reddine karar verilmiştir.

Hükmü, birleştirilen davanın davacısı Ali …….temyiz etmiştir.

Davalar, tersimat hatasının düzeltilmesi ve tapu kaydındaki yüzölçümü miktarının paftaya uyumlu hale getirilmesi isteğine ilişkindir. Nitelikleri gereği her iki davanın ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.

İlk dava ile tersimat hatasının düzeltilmesi istenmektedir. 3402 sayılı Yasanın 41. maddesi kadastroları kesinleşmiş taşınmaz mallarda mülkiyet ve vasıf değişikliğine yol açmayacak nitelikteki ölçü tersimat ve hesaplamalardan doğan fenni hataların, ilgililerin başvurusu üzerine veya Kadastro Müdürlüğünce resen düzeltilebileceği hükmünü getirmiştir. 766 sayılı yasanın 94. maddesinde de aynı düzenleme mevcuttur. Anılan düzenlemelere göre kadastro tespiti sırasında yapılmış bir tersimat hatasının bulunması ve bunun düzeltilmesi halinde de mülkiyet nakline yol açılmaması gerekir.

Somut olayda da, davacı, tersimat hatasının varlığından söz ederek 41. madde uyarınca bu hatanın düzeltilmesini dava yoluyla istemiştir. İddiası tapulama sırasında uygulanan tapu kaydının sınırları itibarıyla uygulanmadığı yolunda olup, isteği, dayanak tapuya göre paftanın düzeltilmesidir.

Davacı istemi doğrultusunda inceleme ve uygulama yapıldığında muhtemeldir ki; taşınmazın fiilen kullanımına uygun düşecek olan dayanılan tapu kaydı, kadastro yolu ile oluşan çapla örtüşmeyecektir. Çapıda aşan bir genişleme iddiası ortaya çıktığında artık tersimat hatasının varlığından değil de, ancak tapu iptali ve tescil yolu ile düzeltilebilecek uygulama bozukluğundan söz edilebilecektir. Nitekim somut olayda da, bilirkişi raporunda 1632,2 metrekare olarak işaretlenen taşınmaz bölümünün, birleşen davanın davacısı Ali …….ya ait 1632 parsel sınırları içinde kalmasına rağmen, davacı Yalçın ……. zilyetliğinde ve onun dayandığı tapu kayıtları kapsamında kaldığı saptanmıştır. Mülkiyet uyuşmazlığı niteliğinde geliştiği açık olan bu iddianın, bir anlık husumette bir eksikliğin olmadığı kabul edilse bile, 1632 parsele ait tutanağın kesinleşme tarihinden itibaren 10 yılı aşkın sürenin geçmiş olması nedeniyle dinlenme olanağı da bulunmayacaktır ( 3402 S.Y. 12/3 md. ).

Mahkemece, yukarıda da açıklandığı gibi ancak tapu iptali ve tescil davası ile çözümlenebilecek uyuşmazlığın Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılan tersimat hatasının düzeltilmesi davası şeklinde incelenerek sonuçlandırılması doğru görülmemiştir.

Birleştirilen dava ise, Tapu Sicil Tüzüğünün 85. maddesi uyarınca açılan, belgelere aykırı tescil ve yazımdan kaynaklanan düzeltme davasıdır.

Anılan madde kütük üzerine belgelere aykırı tescil veya yazımın düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması veya yevmiye defterine kaydedilmesi gerekir.

Belgeye aykırı yazımın ve tescilin düzeltilmesine ilgililerden birinin yazılı oluru olmazsa, Defterdarlık veya Malmüdürlüğünde düzeltme için dava açılmasını talep eder şeklindedir. Madde içeriğinden sadece ilgili Müdürlüğün dava açma olanağı varmış gibi bir sonuç çıkarılmakta ise de; kayıt malikleri de Tapu Sicil Müdürlüğünü hasım göstererek düzeltme isteği ile dava açabilirler.

Eldeki dava ile de; davacıya ait 1632 parselin paftadaki ölçü değerlerine göre hesaplanan yüzölçümü miktarı ile kayıttaki miktarının uyumsuzluğu ileri sürülmüştür. Bu uyumsuzluk kaydın belgeye aykırı oluşturulmasından kaynaklanmaktadır. Burada 3402 sayılı yasanın 41.maddesinde sözü edilen hesaplama hatası da mevcuttur. Davacı bu istemini Kadastro Müdürlüğüne yönelterek hesap hatasını düzeltme olanağına da sahiptir. Ancak, bu yolu tercih etmemiş, paftadaki ölçü değerlerinin yanlış hesaplanarak oluşturulan tapu kaydındaki hesap hatasının düzeltilmesini istemiştir. Taşınmaz başında yapılan keşifte de kesinleşen paftaya göre taşınmaz miktarının eksik hesaplandığı saptanmıştır.

Birleştirilen dava hakkındaki iddia kanıtlanmış olup, mahkemece dava konusu taşınmazdaki yüzölçümü hesap hatasının düzeltilmesine karar vermek gerekirken, bu taşınmaz aleyhine açılan bir tapu iptali ve tescil davası varmış gibi değerlendirme yapılarak, paftadaki miktar fazlasının, ilk davaya konu taşınmaza eklenmesi biçiminde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, 7.12.2001 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

KADASTRO TESBİTİNDE SINIRLARIN YANLIŞ ÖLÇÜLMESİ NEDENİYLE OLUŞAN TAPU KAYDINDA HATANIN DÜZELTİLMESİ

T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/6258
K. 2001/7308
T. 30.10.2001
3402/m.41

ÖZET :Tapuya dayanılarak açılmış tapu iptali ve tescil davasında, davanın yanlış nitelendirilmesi ve tersimat hatası gibi olaya uygun düşmeyen bir gerekçeyle davada red kararı verilmesi doğru değildir.

DAVA : Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 2.8.1994 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 13.6.2001 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davacılar, davalılara ait 58 parsel sayılı taşınmaz ile kendilerine ait 199 parsel sayılı taşınmazın müşterek sınırını oluşturan hendeğin kadastro sırasında yanlış ölçülmesi nedeniyle, dayanak tapu kaydı kapsamında kalan yerin davalılara ait taşınmaz kapsamında tespit ve tescil edildiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemişlerdir.

Mahkemece, çekişmeli taşınmazda 3402 Sayılı Yasanın 41. maddesi gereğince tersimat hatası bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacılar vekili tarafından temyize getirilmiştir.

3402 Sayılı Yasanın 41 nci maddesi gereğince, kadastrosu kesinleşmiş taşınmaz mallarda vasıf ve mülkiyet değişikliği dışında kalan ölçü, tersimat ve hesaplamadan doğan fenni hataların düzeltilebileceği öngörülmüştür. Somut olayda, 3402 Sayılı Yasanın 41. maddesi gereğince açılmış bir dava sözkonusu değildir. Dava, tapuya dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil davasıdır. Bu çerçevede taraflardan delilleri sorulmalı, taraflara ait taşınmazların dayanak tapu kayıtları ile komşu parsellere ait dayanak tapu kayıtlarının ilk tesis tarihinden itibaren tüm geldileri ile birlikte getirtildikten sonra dava konusu taşınmaz başında uygulamalı keşif yapılarak öncelikle nizalı kısmın değeri belirlenerek görev konusu halledildikten sonra kayıt ve belgeler yerel bilirkişiye uygulattırılmalı, bildirilen tanıklar taşınmaz başında dinlenmeli, fen bilirkişisine denetime elverişli rapor düzenlettirilmeli ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir iken dava yanlış nitelendirilerek olaya uygun düşmeyen gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 30.10.2001 gününde oybirliği ile karar verildi.

BİLİRKİŞİ RAPORU ALINDIKTAN SONRA İŞÇİLİK ALACAKLARI BAKIMINDAN İHTİYATİ HACİZ

T.C.
ŞANLIURFA
1. İŞ MAHKEMESİ                                                                                                                                                ARA KARAR

ESAS NO : 2019/23 Esas

DAVACI : FEVZİ D.
VEKİLLERİ : Av. GÖKÇEN KONCA ÇİTKİN – Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : D. SANAYİ VE TİCARET ANONİM ŞİRKETİ
TALEP : İHTİYATİ HACİZ
TALEP TARİHİ : 26/09/2019
ARA KARAR TARİHİ : 02/10/2019

Mahkememizin 02/10/2019 tarihli ara kararı uyarınca davacı vekilinin ihtiyati haciz talep dilekçesi ve davalı vekilinin ihtiyati haciz talebine ilişkin beyan ve itiraz dilekçesi ile ekleri incelendi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili, talep dilekçesinde özetle, yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda müvekkilinin 62.304,10 TL alacağının bulunduğunun saptandığını, söz konusu meblağ bakımından davanın ıslah edildiğini, karşı tarafa açılan pek çok dava ve icra takipleri bulunduğunu, söz konusu şirketin bir kısım işçi alacaklarının ve diğer alacakların tahsilini imkansız hale getirmeye yönelik iş ve işlemlerde bulunduğunu, Şanlıurfa 3. İcra Dairesi’nin 2017/14368 esas sayılı takip dosyasında davalı şirketin birçok menkul ve gayrimenkul malının haczedildiğini, yine Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü’nün 2019/9833 esas, 2018/2494 esas ve 2018/16413 esas sayılı icra takip dosyaları nedeniyle de davalı şirketin adresinde haciz ve muhafaza işlemleri yapıldığını, bu esnada borçlu şirketin üçüncü kişilerle danışıklı işlemlere girmek suretiyle 400.000,00 TL muvazaalı bono düzenlemek suretiyle Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2019/1131 esas sayılı takip dosyasıyla aleyhine icra takibi yapılmasını sağladığının, borçlu şirketin elinde bulunan ve halen borçlu şirket tarafından faal halde kullanılan bir kısım makine ve teçhizatların da Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2019/1131 esas sayılı icra takip dosyasıyla haczedilerek icra yoluyla satış işlemlerinin yapıldığının tespit edildiğini, bu danışıklı işlemlere karşı borçlu şirket ve borçlu şirketle danışıklı işlemlere girişen İbrahim Halil Ş. aleyhine Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2019/639 esas sayılı dava dosyasıyla muvazaalı icra takibinin iptalini talep ettiklerini, satış işlemlerinin durdurulması bakımından ihtiyati tedbir kararı verildiğini, İİK’nın 257/1 maddesinde rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcu nedeniyle ihtiyati haciz istenebileceğinin, 2. bentte ise vadesi gelmemiş borçtan dolayı hangi hallerde ihtiyati haciz istenebileceğinin açıklandığını, dava sonucunda hüküm altına alınacak işçilik alacaklarının tahsiline halel gelmemesi bakımından tedbirde ölçülülük ilkesi gözetilerek davalı şirket adına kayıtlı menkul ve gayrimenkul mallar üzerine müvekkilinin alacaklarını karşılayacak miktarda ihtiyati haciz konulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, beyan ve itiraz dilekçesinde özetle, müvekkili şirket hakkında takibe geçilmiş ise de alacaklı banka ile uzlaşma sağlandığını, ekte sundukları kıymet takdirinden de anlaşılacağı üzere müvekkili şirketin malvarlığının tüm borçlarını karşılayacak miktarda olduğunu, davacı tarafın muvazaaya yönelik itirazlarının da haklı olmadığını, Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin tedbir kararının geçici bir yöntem olduğunu, bir karar olmadığını, davacının tüm iddialarının asılsız olduğunu, ihtiyati haciz kararının telafisi imkansız zararlar doğuracağını, müvekkili daha fazla hak kaybına uğratılmadan talebin reddedilmesi gerektiğini, kaldı ki müvekkili şirket aleyhine açılan davalar (mahkememizin 2017/186 esas, 2018/686 karar sayılı dosyası ile Şanlıurfa 2. İş Mahkemesi’nin 2016/641 esas sayılı dosyası) sonucunda çıkan işçilik alacaklarının ödendiğini ve bu durumun protokol ile belirlendiğini, davacının talebinin haksız olduğunu belirterek davacının ihtiyati haciz talebinin reddine karar verilmesini, aksi kanaat halinde teminat bedeli alınmaksızın tedbir kararı verilmemesini talep etmiştir.

Bilindiği üzere, ihtiyati haciz, alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almak için mahkeme kararı ile borçlunun mallarına geçici olarak elkonulması olarak tanımlanmaktadır. İhtiyati haciz kararı talep edebilmek için, İİK’nın 257/1. maddesine göre alacağın para alacağı olması, vadesi gelmiş ve rehinle temin edilmemiş olması ya da İİK’nın 257/2. maddesindeki şartların gerçekleşmiş bulunması gerekir.

İİK’nın 258/1. maddesinin ikinci cümlesinde “Alacaklı alacağı ve icabında haciz sebebi hakkında mahkemeye kanaat getirecek deliller göstermeye mecburdur.” şeklinde yapılan düzenleme ile alacaklının ihtiyati haciz talep edebilmesi ve ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için alacağın varlığının ve istenebilir olduğunun tam ve kesin olarak ispat edilmesi gerekliliği aranmamış, bu konuda mahkemeye kanaat getirecek delillerin sunulması (yaklaşık ispat) yeterli kabul edilmiştir. Maddi hukuka göre kimin haklı veya haksız olduğu ise tam olarak yargılama sonucunda değerlendirilecektir.

Talep dilekçesi ve ekleri ile itiraz dilekçesi ve ekleri, tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, İİK’nın 257/1 maddesi kapsamında incelenmiş; yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde, davacı tarafından davalı şirket aleyhine kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ile yıllık izin alacaklarının tahsili talebiyle dava ikame edildiği, davalı tarafın davanın reddini talep ettiği, tanıklar dinlenildikten sonra bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, bilirkişi raporunda davacının 31.218,26 TL kıdem tazminatı, 3.318,00 TL ihbar tazminatı, 18.012,00 TL yıllık izin, 23.091,64 TL fazla mesai ücreti, 1.433,93 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti talep etmekte haklı olduğu kanaatine varıldığının belirtildiği, davacı vekilince yıllık izin ücreti olarak 2.926,20 TL talep edildiği, diğer alacak kalemlerinin ise bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah edildiği, mahkememizce ek rapor alınmasına karar verildiği ve yargılamanın derdest olduğu, ihtiyati haciz şartları ve yaklaşık ispat kuralları çerçevesinde değerlendirme yapılması gerektiği, somut dava ile ilgisi bulunmayan mahkeme veya icra takip dosyalarının dikkate alınamayacağı, bu kapsamda taraflar arasında iş akdi bulunduğu ve bu akdin sona erdiği hususlarında ihtilaf bulunmadığı, dolayısıyla feshe bağlı olarak istenebilecek olanlar dahil tüm işçilik alacaklarının muaccel olduğu, alacağın bir miktar para alacağına ilişkin olduğu, rehinle temin edildiğine dair bir bilgi veya belge sunulmadığı, tanık beyanları ve bilirkişi raporu ile yaklaşık ispat koşulunun da gerçekleşmiş olduğu, bu nedenlerle İİK’nın 257/1. maddesindeki şartlar gerçeklemiş olduğundan ayrıca İİK’nın 257/2. maddesindeki şartların gerçekleşmesine gerek bulunmadığı, durum ve koşullar, davanın geldiği aşama ve davacı işçinin pozisyonu itibariyle teminat alınmaması gerektiği anlaşıldığından talebin kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:
1-)Davacı vekilinin ihtiyati haciz talebinin KABULÜ ile davalı şirket adına kayıtlı taşınır ve taşınmaz malların, toplam 61.988,03 TL’yi karşılayacak miktardaki kısmının teminatsız olarak İHTİYATEN HACZİNE,
2-)İşbu karar 10 gün içinde infaz edilmediği takdirde ihtiyati haczin kendiliğinden kalkmış sayılmasına,
3-)İşbu ara kararın taraf vekillerine tebliğ edilmesine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda 7 gün içerisinde mahkememize itiraz yolu açık olmak üzere karar verildi.02/10/2019 Katip 205990
¸e-imzalı

Hakim 137269
¸e-imzalı

ALACAKLI, BORÇLUDAN ALDIĞI SENETTEKİ İMZAYI KONTROL ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜR

T.C
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014 / 27352
KARAR NO: 2015 / 2017
KARAR TARİHİ: 27.01.2015

ALACAKLI, BORÇLUDAN ALDIĞI SENETTEKİ İMZANIN BORÇLUNUN ELİ ÜRÜNÜ OLUP OLMADIĞINI KONTROL ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜR, BUNU KONTROL ETMEDEN İCRA TAKİBİ YAPAR VE İMZAYA İTİRAZ HALİNDE, ALACAKLI %20 TAZMİNAT VE %10 PARA CEZASINDAN SORUMLU TUTULUR.

ÖZET: Senetteki imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığını kontrol etmeden ya da imzanın huzurunda atılmasını sağlamadan bonoyu alan alacaklı, imzaya itirazı kabul edilen keşideci borçluya karşı başlattığı takipte ağır kusurlu kabul edilmelidir. O halde, mahkemece, alacaklının takip konusu asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminatla ve %10’u oranında para cezası ile sorumlu tutulması gerekir.(2004 S. K. m. 170)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki taraflarca istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Nihal Tozlu tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: 1) Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre alacaklının temyiz itirazlarının REDDİNE;

2) Borçlunun temyiz itirazlarına gelince:

Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte borçlu, keşideci imzasına itiraz etmiş olup mahkemece aldırılan raporlar doğrultusunda itirazın kabulü ile takibin borçlu yönünden durdurulmasına karar verilmiştir.

İİK’nun 170/3.maddesi uyarınca icra mahkemesi, yapacağı inceleme sonucunda inkar edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse, itirazın kabulüne karar verir. Aynı maddenin 4.fıkrasında ise icra mahkemesince itirazın kabulüne karar verilmesi halinde senedi takibe koymada kötüniyeti veya ağır kusuru bulunduğu takdirde, alacaklının takip konusu alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminata ve alacağın %10’u oranında para cezasına mahkum edileceği düzenlenmiştir.

Somut olayda, takip dayanağı bonoda lehtar sıfatını taşıyan takip alacaklısı tarafından keşideci hakkında icra takibi yapıldığı, mahkemece, borçlunun imzaya itirazının kabul edildiği görülmektedir. Bu durumda lehtar, ilgili bonodaki imzanın keşideci borçluya ait olup olmadığını bilebilecek durumdadır. Senetteki imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığını kontrol etmeden ya da imzanın huzurunda atılmasını sağlamadan bonoyu alan alacaklı, imzaya itirazı kabul edilen keşideci borçluya karşı başlattığı takipte ağır kusurlu kabul edilmelidir.

O halde, mahkemece, İİK’nun 170/son maddesi uyarınca alacaklının takip konusu asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminatla ve %10’u oranında para cezası ile sorumlu tutulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda (2) nolu bentte yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.01.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.

KOOPERATİF ORTAĞINA TAHSİS EDİLEN KONUT-KOOPERATİF YÖNETİCİLERİNE KARŞI TAZMİNAT DAVASI AÇILABİLMESİ

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/4549
K. 2002/8927
T. 14.10.2002

1163/m.98,336
6762/m.336

ÖZET : Kooperatif Yönetim Kurulu üyelerinin, gerek kanunun, gerekse ana sözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri kasten veya ihmal sonucu yapmadıkları iddia edilmediğinden, şirket adına yapmış oldukları sözleşme ve işlemlerden ötürü şahsen sorumlu değildirler. Diğer yandan, kooperatif yöneticilerine karşı tazminat davası açılabilmesi için, davacı ortağın öncelikle kooperatiften daire veya tazminat alma olanağının kalmadığının sabit hale gelmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada ( Kayseri Asliye Ticaret Mahkemesi )’nce verilen 13.2.2002 tarih ve 1999/532-2002/43 sayılı Kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı Sadık vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkiline tahsis edilen konutun, dava dışı kooperatif ortağı Celal’in açtığı dava sonunda elinden alındığını, kooperatif dışındaki davalıların müvekkilini kooperatife ortak olarak kabul eden yönetim kurulu üyesi oldukları gibi halen de tasfiye kurulu üyesi olduklarını, usulsüz işlemler nedeniyle müvekkilinin elindeki konutu kaybetmek suretiyle zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydıyla, konut bedeli olan 7.000.000.000.-TL.nın davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalı Sadık vekili, davacının ortaklığa kabulü sırasında müvekkilinin yönetici olmadığını, üyelikten 2 ay sonra yönetici seçildiğini ve 16.4.1995 tarihinde istifa ettiğini, istenen tazminatın da abartıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Diğer davalılar, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, davacının ödemelerinin diğer ortaklardan fazla olduğu, davacının konutsuz kalması nedeniyle isteyebileceği tazminatın 6.750.000.000.-TL olup, daha önce konutta belli bir süre oturmuş olması nedeniyle tazminattan kira bedelinin indirilmesi gerektiğine ilişkin itirazın davacının iyiniyetli zilyet olması nedeniyle yerinde görülmediği gerekçesiyle 6.750.000.000.-TL.na dava tarihinden itibaren reeskont oranı üzerinden temerrüt faizi işletilmek üzere davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı Sadık vekili temyiz etmiştir.
Dava, kooperatifin ortağı olan davacıya konut verilememesi nedeniyle uğranılan zarara karşılık konut bedelinin tazmini istemine ilişkindir. Husumet kooperatifin yönetim ve tasfiye kurulu üyelerine yöneltilmiştir.

1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 98. maddesinin yollaması gereğince uygulanması gereken TTK. nun 336. maddesine göre genel olarak yönetim kurulu üyeleri şirket adına yapmış oldukları sözleşme ve işlemlerden ötürü şahsen sorumlu değillerdir. Aynı maddede 5 bent halinde açıklanan durumlar, bu genel ilkenin istisnaları olarak gösterilmiştir. Anılan istisnalardan olan 5. bent gereğince gerek kanunun, gerekse ana sözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri kasten veya ihmal sonucu olarak yapmayan yönetim kurulu üyeleri aleyhine zarar gören ortak doğrudan dava açabilir. Ancak, dava dilekçesinde davalıların anılan Yasanın 336. maddelerinin 5. bendinde açıklanan kasıt ve ihmali iddiasında bulunulmamıştır.

Diğer yandan, kooperatif yöneticilerine karşı tazminat davası açılabilmesi için davacı ortağın öncelikle kooperatiften daire veya tazminat alma olanağının kalmadığının sabit hale gelmesi gerekmektedir. Kooperatife karşı böyle bir talep hakkı bulunduğu sürece yöneticilere karşı henüz dava açma hakkı doğmayacağında davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kısmen kabul kararı verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Sadık vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın ( BOZULMASINA ), ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 14.10.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TAPU KAYDININ HUKUKİ DEĞERİNİ YİTİRMESİ-KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI ZİLYETLİĞİ

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/337
K. 2002/478
T. 21.1.2002

743/m.639
4721/m.713
3402/m.14

ÖZET : Aile nüfus kayıt örneğine göre; kayıt maliklerinden K. 09.08.1959 M’da, 25.10.1970 tarihinde vefat etmiştir. Yerel bilirkişi ve tanıklar, davacının dava tarihinden geriye doğru 20 yıldan fazla süre ile tasarrufta bulunduğunu bildirmişlerdir. Dava konusu paylar dava tarihine kadar intikal de görmemiştir. Davacının dava konusu taşınmazı dava tarihinden geriye doğru 20 yıldan fazla süre ile koşullarına uygun olarak tasarrufta bulunduğu belirlenmiş olduğuna ve kayıt maliklerinin ölüm tarihinden dava tarihine kadarda intikal görmemiş bulunduğuna göre, dava konusu paylara ait kayıtlar TMK.nun 713/2. maddesi hükmü uyarınca hukuki değerini yitirmiş olmaktadır.

DAVA : Davacı 291 ada 58 parseldeki davalı gerçek kişilerin miras bırakanları M. ve K.’nın paylarına ait tapu kayıtlarının iptali ile adına tapuya tesciline karar verilmesini istemiştir.

Yargılamaya gelen davalılar davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.

Mahkemece davanın reddine karar verilmesi üzerine hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

KARAR : Davacı, uyuşmazlık konusu parselin paydaşlarından K’nın 1970 yılından önce, M’ninde 25.10.1970 tarihinde vefat ettiğini, uyuşmazlık konusu payların intikal görmediğini, 20 yıldan fazla süre ile taşınmaza zilyet olduğunu,adı geçen kişilerin paylarına ait tapu kaydının MK.nun 639/2 maddesi hükmü uyarınca hukuki değerini yitirdiğini ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır. Mahkemece kayıt maliklerinin davalı gerçek kişileri mirasçı olarak bıraktıklarını, kendilerine davetiye çıkarılmak suretiyle davada yer aldıklarını, kazanma koşullarının davacı yararına oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan Türk Kanuni Medenisinin 639/2 ve daha sonra yürürlüğe giren Türk Medeni Kanununun 13/2.maddesinde; Tapu Sicilinde maliki kim olduğu anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş yada gaipliğine hükmedilmiş bir kimse adına kayıtlı taşınmazın aynı maddenin 1. fıkrasında belirtilen koşullar altında tasarruf edilmiş olması halinde kaydın hukuki değerini yitireceği belirtilmiştir.İncelenmekte olan olayda; davacılar ölüm sebebine dayanmışlardır. Aile nüfus kayıt örneğine göre; kayıt maliklerinden K. 09.08.1959 M.’de, 25.10.1970 tarihinde vefat etmiştir. Yerel bilirkişi ve tanıklar, davacının 02.12.1998 dava tarihinden geriye doğru 20 yıldan fazla süre ile tasarrufta bulunduğunu bildirmişlerdir. Dava konusu paylar dava tarihine kadar intikal de görmemiştir.

Davacının dava konusu taşınmazı dava tarihinden geriye doğru 20 yıldan fazla süre ile koşullarına uygun olarak tasarrufta bulunduğu belirlenmiş olduğuna ve kayıt maliklerinin ölüm tarihinden dava tarihine kadarda intikal görmemiş bulunduğuna göre, dava konusu paylara ait kayıtlar TMK.nun 713/2. maddesi hükmü uyarınca hukuki değerini yitirmiş olmaktadır. Bu açıklamalar karşısında mahkemenin ret gerekçesi dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken reddi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve 1.370.000 .- lira peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 21.01.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HASTANENİN GEREKLİ DİKKAT VE ÖZEN GÖSTERMEMESİ NEDENİYLE BEBEĞİN ÖMÜR BOYU ÖZÜRLÜ KALMASINDAN KAYNAKLANAN TAZMİNAT

T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2017/8960
KARAR: 2019/6411
TARİH: 22.5.2019

6098/m. 49, 56

ÖZET : Dava, gerekli dikkat ve özen gösterilmemesi nedeniyle bebeğin ömür boyu özürlü kalmasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Solunum sıkıntısı yaşadığı ve hatta birden fazla kasılmalar geçirdiği tespit edilen bebeğin tedavisinin yoğun bakımı olmayan davalı hastanede yapılmaya devam edilmesinde, yaklaşık 2 gün sonra yoğun bakımı olan bir merkeze sevkinde, davalı hastanenin kusurunun, ihmalinin veya özensizliğinin olup olmadığının, davalı hastanede yapılmaya çalışılan tedavinin yeterli olup olmadığının, bebeğin durumunun daha da kötüye gitmemesi için uygulanabilecek tüm tedavinin somut olayda da uygulanıp uygulanmadığının, net olarak ortaya konulmadığı, değerlendirilmiştir.

Mahkemece, anılan hususlardaki eksikliğin giderilmesi için, rapor düzenlemeye ehil ve donanımlı bir Üniversiteden, konusunda uzman içerisinde Çocuk Nöroloji Uzmanı, Çocuk Yoğun Bakım Uzmanı veya en az 5 yıl yoğun bakım tecrübesi olan Pediatri Uzmanının da bulunduğu, akademik kariyere sahip 3 kişilik bilirkişi kurulundan, dava konusu olayda davalı hastaneye atfı kabil bir kusur olup olmadığı hususunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, Mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, davalı hastanenin kusurlu olup olmadığının açık olarak belirlenmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bu yön göz ardı edilerek, eksik incelemeye dayanılarak hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırıdır. Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacılar avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine ilgililere çağrı kağıdı gönderilmişti. Belli günde duruşmalı temyiz eden davacılar vekili avukat … ile davalılar vekili avukat … ‘in gelmeleriyle duruşmaya başlanılmış ve hazır bulunan avukatların sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra karar için başka güne bırakılmıştı. Bu kez temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacılar, davalı hastane ve doktorun gözetiminde …’in dünyaya geldiğini, doğumu sırasında ve doğum sonrasında davalıların kusurlu davaranışları sonucunda bebeğin havale geçirdiğini, kalıcı “Mental Reterdasyon” tanısı konduğunu, gerekli dikkat ve özen gösterilmediği için çocuğun ömür boyu özürlü olarak yaşayacağını ileri sürerek, fazlaya dair hakları saklı tutularak, 10.000,00TL maddi, anne ve baba için 10.000,00TL’şer çocuk için 20.000,00TL manevi tazminatın faizi ile ödetilmesine karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar, kusurları ve ihmalleri bulunmadığını savunarak, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın reddine, karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan doktorların bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir.

Dosya kapsamı incelendiğinde, mahkemece, Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu raporuna, … Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Perinatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan üç kişilik bilirkişi heyeti raporuna, Çocuk Sağlığı ve Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Nöroloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan üç kişilik bilirkişi heyeti raporuna, Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan iki kişilik bilirkişi heyeti raporuna dayanılarak, davanın reddine karar verildiği görülmektedir.

Adli Tıp Kurumu 3. Adli Tıp İhtisas Kurulu’nun 18 Mart 2011 tarihli raporunda;

“1988 doğumlu …’in 30.3.2007 tarihinde Özel … Hastanesine miadında ağrılı gebe olarak başvurduğu, ilk olarak normal vajinal doğum kararı alındığı, saat 17.10’da fetal Distress endikasyonu ile sezeryan ameliyatına alındığı ve Apgarı 5/8 olan canlı bir bebek doğurtulduğu, bebeğin doğum sonrasında spontan solunumu hemen başlamadığı, küveze alındığı, konvulsiyon (havale) geçirmesi üzerine tedavisi yapıldığı ve bir ust merkeze sevkedildiği, sevkedilen merkezde perinatal asfiksi ve konvülsiyon tanısı ile takip edildiği, mevcut tıbbi belgelere göre normal doğum kararının doğru olduğu, bebek kalp sesinin bozulması (fetal distress) nedeni ile sezeryana alınmasının doğru bir eylem olduğu, çekilen … ve … takibi’de gözününe alındığında gebenin travayda (doğum eylemi) yakından takip edildiğinin anlaşıldığı cihetle doğumu takip eden Dr….’in hastanenin ve doğumdan sonra perinatal asfiksi ile doğan bebeğe her iki hastanede çocuk uzmanları tarafından uygulanan tedavinin tıp kurallarına uygun olduğu oybirliği ile mütalaa olunur.” denilmiştir.

… Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Perinatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan 09.02.2016 tarihli üç kişilik bilirkişi heyeti raporunda;

“1-Bn. …’e ait gebe izlem sürecinde hatalı tıbbi uygulama yoktur.

2-)30.03.2007 günü amniyos sıvısı miktarının azalmış olması ve anne adayının tansiyonun sınırda olması nedenleri ile suni sancı uygulamasına geçilmesi doğrudur. Bu aşamada suni sancı uygulamadan sezaryen yapılmasını gerektirecek bir durum yoktur.

3-)Bn. …’e ait travay izleminde; 12:30 ile doğum saati olan 17:10 arasında 30 ar dakika aralarla fetus kalp sesi izlemlerinin yapıldığı, dört izlemde fetus kalp atım hızının 160/dk nın üzerinde olduğunun saptandığı, bu durumun tek başına sezaryen nedeni olmadığı, 14:00 da kollum 2 cm iken amniyos sıvısının temiz bulunmasının olumlu olduğu, bebeğine ait 30.03.2007 tarihli saat 13:00 ile 13:40 arasındaki ve 14:25 ile 15:10 arasındaki fetal kalp atım hızı traselerinin normal olduğu, bu aşamada fetal distres (bebeğin oksijensiz kalması) e ait bulgu olmadığı anlaşılmaktadır. Bu aşamaya kadar sezaryen yapılmasını gerektirecek bir durum yoktur.

4-)16:14 sonrası traselerin bir bölümü silik ve değerlendirilmesi zorsa da, fetal kalp atım hızı traselerinde 80/dk nın altına inmeyen ve zaman zaman 180/dk ya ulaşan trase değişikliklerinin saptanması üzerine aynı gün saat 17:10 da oligohidramniyos + hipertansiyon + fetal distres endikasyonları ile sezaryen kararı verilmesi doğru tıbbi uygulamadır.

5-)Doğum sonrası döneme ait nörolojik bulguların ve MRI incelemelerindeki bulguların olası perinatal asfiksi ile ilgili olup olmadığı konusunun çocuk nörolojisi uzmanları tarafından değerlendirilmesi gerekmektedir.” denilmiştir.

… Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Sağlığı ve Çocuk Hastalıkları Anabilim Dalı Nöroloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan 29.06.2016 tarihli üç kişilik bilirkişi heyeti raporunda;

“Mahkemeden gelen dosyadaki bilgiler ve Çocuk Nöroloji dosyası incelenmiştir. 9.2.2016 tarihli … Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum … öğretim üyelerinin bilirkişi raporunda gebeyle ilgili olarak gebe izlem sürecinde hatalı tıbbi uygulamanın olmadığının belirtildiği, doğru tıbbi uygulamanın yapıldığı kaydı görülmüştür. Gebeyle ve doğum ile ilgili olan süreç Çocuk Nörolojisi bilim dalının bilimsel yetkileri dışındadır. Hastanın bigisayarlı beyin tomografilerinin ve beyin manyetik rezonans görüntülemelerinin yorumunun Nöroradyoloji Bilim Dalı tarafından yapılması gerekmektedir. Bu konu da Çocuk Nörolojisinin yetkisi dışındadır. Çocuk Nörolojisi polikliniği dosyasında global gelişme geriliği ve hareket bozukluğu olan çocuğun izleminin uygun şekilde yapıldığı görülmüş ve bu raporda belirtilmiştir. Çocuğun gelişimsel geriliğinin nedenini kesin olarak şu anki verilere göre belirlemek mümkün değildir. Birçok benzer hastada da günümüzdeki tıbbi bilgiler ve teknoloji ile mümkün olmamaktadır.” denilmiştir.

… Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan 08.02.2017 tarihli iki kişilik bilirkişi heyeti raporunda;

“…Hastamızdaki tutulum (etkilenme) bölgeleri, beynin yenidoğanda metabolik olarak en aktif bölgelerine uyan alanlardır ve yukarıda tanımlanan akut-ciddi hasar tipine radyolojik olarak uymaktadır. Dosya incelendiğinde, uzmanların görüşlerine göre doğum öncesi ve sırasında bu tür bir hasara zemin hazırlayacak aşikar bir durum olmadığı ve temelde beyne giden kanın azalmasına bağlı oluşan bir etkilenme bulunmakla beraber tam olarak sebebin aydınlatılmasının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.Doğumdan sonra solunum sıkıntısı belirtilen bebeğin bu sebeple oluşan kalp-akciğer etkilenmesi ile beyin kanlanması bozulmuş olabilir. Doğumun gerçekleştiği hastanedeki ekibin ilk tetkik ve müdahalelerden sonra kendi imkanları dışına çıkabilecek bir yoğun bakım ihtiyacına yönelik olarak hastayı sevk ettikleri bildirilmiştir. Beyin ve özellikle de yenidoğan beyni, metabolik ihtiyacı yüksek bir organ olup kanlanmanın azalmasına son derece hassastır. Bu hassasiyet, yukarıda da tanımlandığı gibi anneye veya bebeğe ait kolaylaştırıcı sebeplerle, ani ve kısa süre olan bir etkilenmede bile ciddi bir hasarla sonuçlanabilir. Literatür ve tecrübemize göre beynin kan dolaşımının etkin tıbbi bakım ve doğru uygulamalar altında da azalabilmesi mümkün olabilmektedir. Sonuç olarak; filmlerdeki bulgular hipoksik iskemik ensefalopati (beynin yeterli kan alamamasına bağlı oluşan bir hasar tipi) ile uyumludur. Ancak bu hasarın rahim içi hayatın son dönemini, doğum sırasını ve hemen sonrasını içeren süreç içinde herhangi bir zamanda oluşabileceğini ve tam olarak hangi noktada oluştuğunu tam olarak saptamanın mümkün olmadığını belirtmemiz gereklidir. Konu ile ilgili karar yüce mahkemenize aittir.” denilmiştir.

Dosyaya kazandırılan, anılan tüm raporlar incelendiğinde, bebeğin doğuma kadar ki anne karnındaki takibinde, annenin doğum için hastaneye yatırılması ile doğuma kadar olan süreçte, davalılara atfı kabil bir kusur olmadığının açıklandığı anlaşılmıştır. Ancak anılan raporlarda, bebeğin doğumundan yoğun bakımı olan hastaneye sevkine kadar olan süreçte bir ihmalin olup olmadığı hususunun netleştirilmediği gözlemlenmektedir. Dosya içersindeki kayıtlardan, bebeğin, 30.03.2007 tarihinde saat 17.10 da sezeryanla doğurtulduğu, hemen akabinde TTN (Yenidoğan taşipnesi, yani bebeğin spontan solunumunun hemen başlamaması) tanısı ile yenidoğan servisinde kuvöze alındığı, doğumdan yaklaşık 8 saat sonra bebekte konvulsiyonların (havale, kasılmalar) gözlemlendiği, 31.03.2007 tarihinde kasılmaların tekrarladığı, 01.04.2007 tarihinde de kasılmaların gözlemlenmesi ile saat 13.00 sularında, bebeğin naklinin üst düzey yoğun bakım ünitesi olan bir merkeze yapıldığı anlaşılmıştır. Yukarıda anılan, … Üniversitesi Tıp Fakültesi Radyoloji Anabilim Dalı Nöroradyoloji Bilim Dalı Öğretim Üyelerinden alınan 08.02.2017 tarihli iki kişilik bilirkişi heyeti raporunda; doğumdan sonra solunum sıkıntısı belirtilen bebeğin bu sebeple oluşan kalp-akciğer etkilenmesi ile beyin kanlanmasının bozulmuş olabileceği, beynin ve özellikle de yenidoğan beyninin, metabolik ihtiyacı yüksek bir organ olup kanlanmanın azalmasına son derece hassas olduğu, bu hassasiyetin, anneye veya bebeğe ait kolaylaştırıcı sebeplerle, ani ve kısa süre olan bir etkilenmede bile ciddi bir hasarla sonuçlanabileği, beynin kan dolaşımının etkin tıbbi bakım ve doğru uygulamalar altında azalabilmesinin mümkün olduğu, belirtilmiştir. Bu anlamda, solunum sıkıntısı yaşadığı ve hatta birden fazla kasılmalar geçirdiği tespit edilen bebeğin tedavisinin yoğun bakımı olmayan davalı hastanede yapılmaya devam edilmesinde, yaklaşık 2 gün sonra yoğun bakımı olan bir merkeze sevkinde, davalı hastanenin kusurunun, ihmalinin veya özensizliğinin olup olmadığının, davalı hastanede yapılmaya çalışılan tedavinin yeterli olup olmadığının, bebeğin durumunun daha da kötüye gitmemesi için uygulanabilecek tüm tedavinin somut olayda da uygulanıp uygulanmadığının, net olarak ortaya konulmadığı, değerlendirilmiştir. O halde, mahkemece, anılan hususlardaki eksikliğin giderilmesi için, rapor düzenlemeye ehil ve donanımlı bir Üniversiteden, konusunda uzman içerisinde Çocuk Nöroloji Uzmanı, Çocuk Yoğun Bakım Uzmanı veya en az 5 yıl yoğun bakım tecrübesi olan Pediatri Uzmanının da bulunduğu, akademik kariyere sahip 3 kişilik bilirkişi kurulundan, dava konusu olayda davalı hastaneye atfı kabil bir kusur olup olmadığı hususunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, Mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, davalı hastanenin kusurlu olup olmadığının açık olarak belirlenmesi, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bu yön göz ardı edilerek, eksik incelemeye dayanılarak, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle hükmün davacılar yararına BOZULMASINA, 2.037,00 TL duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacılara ödenmesine, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.05.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK İŞARET LEVHALARININ YETERSİZ OLMASI VE YOLDAKİ ÇUKUR NEDENİYLE MEYDANA GELEN KAZADA İDARENİN HİZMET KUSURU BULUNDUĞU İDARİ YARGININ GÖREVLİ OLDUĞU

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4721
KARAR:2016/7256

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkili şirket tarafından kasko sigortalı olan ….plaka sayılı aracın 28/10/2011 tarihinde davalı Belediyenin sorumluluğunda bulunan yolda gerekli işaretlemenin, levhanın bulunmaması, trafik önlem işaretlerinin alınmamış olması nedeniyle çukura düşmesi sonucu pert olduğunu, trafik kaza tespit tutanağına göre davalı belediyenin 2/8 oranında hizmet kusuru bulunduğunu, kusur oranına göre 3.249,00 TL tazminatın ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, görev itirazında bulunmuş, müvekkili belediyenin gerekli uyarı levhasını yol yapım çalışmasının bulunduğu mahalde bulundurduğunu, davacı tarafın belediyenin uyarı levhası bulunmadığı iddiasını kabul etmediklerini, kazanın meydana geldiği yolun yapım çalışmasının müvekkili belediye tarafından ….’ne ihale ile verildiğini, yol yapım çalışmasından kaynaklanan bir kusur var ise davanın …’ne yöneltilmesi gerektiğini ve davanın bu şirkete ihbarını, haksız ve yasal dayanaktan yoksun davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, davanın reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan rücuen tazminat istemine ilişkindir.

Davaya konu olayda, yoldaki çukur nedeniyle kazanın meydana geldiği ve hizmet kusuru bulunduğu iddiası ile davalı aleyhine husumet yöneltilmiştir.

Görev konusu, kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden (re’sen) dikkate alınması zorunludur.

Belediyelerin de içerisinde bulunduğu kamu tüzel kişileri, kamu hizmeti görmekle yükümlü bulunmaları nedeniyle kamu hizmetleri sırasında verdikleri iddia olunan zararlardan dolayı oluşan sorumlulukları özel hukuk hükümlerine tabi değildir. Kamu tüzel kişilerinin yasalar tarafından kendilerine verilen görev ve yetkileri kullanması sırasında oluşan zararlar niteliği itibariyle hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar olup, bu zararların tazmini amacıyla anılan idarelere karşı hizmet kusurlarına dayalı olarak İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’un 2. maddesi hükmü uyarınca idari yargı yerinde tam yargı davası ikame edilmesi gerekmektedir.

O halde mahkemece, hizmet kusuruna dayanılarak … aleyhine açılan bu davada adli yargının yargı yolu bakımından görevsiz bulunması nedeniyle dava dilekçesinin yargı yolu nedeniyle usulden reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı olduğu biçimde karar verilmesi yerinde görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma sebebine ve şekline göre davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 13/06/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

MADDİ TAZMİNAT DAVASI – DESTEK TAZMİNATI İSTEYENLERİN DESTEĞİN KİŞİNİN SAHİP OLDUĞU HAKTAN FAZLASINA SAHİP OLAMAYACAĞI – KUSUR ORANLARI – HAKKANİYET İNDİRİMİ – DAVALI VEKİLİNİN DAVAYA CEVAP VERMEKLE AVUKATLIK ÜCRETİNE HAK KAZANDIĞININ GÖZETİLMESİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
17.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2008/1758
KARAR: 2008/4199

ÖZET: İşleten aynı zamanda araç sürücüsüdür. Destek tazminatı isteyenlerin destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olabilmeleri hukuken mümkün değildir. Bu durumda, ölenin de kusuru olduğu düşünülerek kusur oranına göre tazminatın belirlenmesi gerekir. Ayrıca davalı vekilinin davaya cevap vermekle avukatlık ücretine hak kazandığının gözetilmesi gerekir.

(818 S. K. m. 44) (2918 S. K. m. 109)

Dava: Taraflar arasındaki maddi tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde taraf vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Karar: Davacılar vekili, davalı tarafa zorunlu mali mesuliyet sigortası ile sigortalı olan araç ile davacıların desteği olan sürücüsünün kusurlu hareketi sonucu meydana gelen kazada destek olanın öldüğünü açıklayıp, fazlaya dair haklarını saklı tutarak davacı eş Nalan için 3.000. YTL, davacı çocuklar için ise ayrı ayrı 2.000. YTL destekten yoksun kalma tazminatın davalıdan kaza tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı sigorta şirketi vekili, davanın zamanaşımına uğradığını, kazada davacıların desteği olan sürücünün tam kusurlu olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre, davacıların murisi Ümit’in tam kusurlu olarak 22.01.2005 günü tek taraflı kaza yaparak öldüğünü, davanın ise 09.10.2007 tarihinde açıldığını belirtilip, davanın zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili ve davalı vakili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Mahkemece, davanın Karayolları Trafik Kanun’unun 109/1. maddesinde düzenlenen 2 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra açıldığı ve talebin zamanaşımına uğradığı düşüncesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Aynı kanunun 109/2. maddesinde dava cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı öngörür ise bu süre maddi tazminat talepleri içinde geçerlidir biçiminde düzenleme yapılmıştır. Kazada sürücü ölmüş, davacı Nalan da hayati tehlike geçirecek derecede yaralanmıştır. Bu halde uygulanması gereken zamanaşımı süresinin ceza kanunlarının belirlediği zamanaşımı hükümleri olması gerekir. Mahkemece bu konu üzerinde durulmalıdır.

Ayrıca, trafik sigortası (Zorunlu Mali Mesuliyet Sigortası) bir motorlu aracın kara yolunda işletilmesi sırasında bir kimsenin zarara uğramasına neden olması halinde aracı işletenin zarara uğrayan kişilere karşı sorumluluğunu belli limitler dahilinde karşılamayı amaçlayan ve de yapılması zorunlu sigorta türüdür.

Destek zararı, ölenin mirasçılarının (yakınlarının) zarara neden olanlardan talep ettikleri bir tazminattır. İşletenin (sürücünün) yakınlarının uğradıkları destek zararının trafik sigortacısının sorumluluğu kapsamı dışında kaldığı konusunda açık bir yasal düzenleme bulunmadığı gibi poliçe genel şartlarında da böyle bir kısıtlamanın olmadığı anlaşılmaktadır. O halde; işletenin ölümü nedeni ile onun desteğinden mahrum kalanların trafik sigortacısından destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilecekleri ilke olarak kabul edilmelidir. Ancak; dikkat edilmesi gereken bir husus da işletenin (sürücünün) kendi kusurundan yararlanmaması gereğidir. Somut olayda işleten aynı zamanda araç sürücüsüdür. Destek tazminatı isteyenlerin destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olabilmeleri hukuken mümkün değildir. Bu durumda, ölenin de kusuru olduğu düşünülerek BK’nun 44/1. maddesi de göz önünde bulundurulmak suretiyle kusur oranına göre tazminatın belirlenmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir. Mahkemece bu konu üzerinde de durularak sonuca gidilmelidir.

2- Davalı vekili, davaya cevap vermekle avukatlık ücretine hak kazanmış olur. Bu husus göz önünde bulundurulmadan yazılı şekilde avukatlık ücretine hükmedilmesi isabetli değildir.

Sonuç: Yukarıda 1 numaralı bentte yazılı nedenlerle davacı vekilinin, 2 numaralı bentte yazılı nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davcılara ve davalıya geri verilmesine 22.09.08 günü oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

GÜVENCE HESABININ SORUMLULUĞU- TİCARİ DAVA- ASLİYE TİCARET MAHKEMESİNİN GÖREVLİ OLDUĞU

T.C
YARGITAY
20. Hukuk Dairesi
ESAS: 2017/10924
KARAR:2018/399

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki davada … Asliye Hukuk ile …Asliye Ticaret Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgeler incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı davalının sürücüsü olduğu aracın karıştığı trafik kazası sonucu yaralanan dava dışı …, Mert Başdüzen’in tedavisi için yaptıkları ödemenin rücuan tahsili için başlattıkları icra takibine davalının itiraz ettiğini belirterek itirazın iptali, takibin devamı ve icra inkar tazminatı istemleriyle asliye hukuk mahkemesinde dava açmıştır.

… Asliye Hukuk Mahkemesi; “…Davanın sigorta hukukundan kaynaklandığından davaya bakma görevinin Asliye Ticaret Mahkemesine ait bulunduğu…” gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

… Asliye Ticaret Mahkemesi ise “…davacı … ise de davalı tacir olmayıp, uyuşmazlık haksız fiilden kaynaklandığından, davanın asliye hukuk mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiği…” gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş, temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.

5684 sayılı Sigortacılık Kanununun 14/1. maddesinde, bu Kanunun 13. maddesi 13/10/1983 tarihli ve 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve 10/7/2003 tarihli ve 4925 sayılı Karayolu Taşıma Kanunu ile ihdas edilen zorunlu sorumluluk sigortaları ile bu Kanunla mülga 21/12/1959 tarihli ve 7397 sayılı Sigorta Murakabe Kanunu çerçevesinde ihdas edilmiş olan zorunlu sigortalara ilişkin olarak belli koşulların oluşması halinde ortaya çıkan zararların bu sigortalarla saptanan geçerli teminat miktarlarına kadar karşılanması amacıyla Türkiye Sigorta, Reasürans ve Emeklilik Şirketleri Birliği nezdinde Güvence Hesabının oluşturulacağı hükmüne yer verilmiş, aynı Kanunun 14/2-a maddesinde ise sigortalının tespit edilememesi durumunda kişiye gelen bedensel zararlar için güvence hesabına başvurulabileceği belirtilmiştir.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 1483/1. maddesinde ise sigortacıların diğer kanunlardaki hükümler saklı kalmak üzere faaliyet gösterdikleri dalların kapsamında bulunan zorunlu sigortaları yapmaktan kaçınamayacakları belirtilmiş, aynı Kanunun 4/1-a. maddesinde de her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işleri ile tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın, bu Kanunda öngörülen hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işlerinin ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılacağı açıkça düzenlenmiştir. Kanunun lafzı ve amacı nazara alındığında zorunlu mali mesuliyet sigortalarından doğan uyuşmazlıklarda Asliye Ticaret Mahkemesinin görevli olduğu anlaşılmaktadır.

Somut uyuşmazlıkta; davacı … zorunlu mali sorumluluk sigortası bulunmayan davalının işleteni ve sürücüsü olduğu aracın neden olduğu kazada yaralanan dava dışı kişiye ödediği tazminatı, haksız fiilden sorumlu olan davalılardan rücuan talep etmektedir. Güvence Hesabının sorumluluğunun TTK’nın 1483/1. maddesinden kaynaklanmasına ve aynı Kanunun 4. maddesine göre TTK’dan kaynaklanan uyuşmazlıkların ticari dava sayılacağının açıkça belirtilmesine göre, uyuşmazlığın asliye ticaret mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 sayılı HMK’nın 21 ve 22. maddeleri gereğince; … Asliye Ticaret Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE 22/01/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

DAVACININ SİGORTAYA BAŞVURU ZORUNLULUĞUNUN KAZA TARİHİNE GÖRE DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKTİĞİ HAKKINDA

T.C.
ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
22. HUKUK DAİRESİ
E. 2017/700
K. 2017/734
T. 31.5.2017

• MADDİ TAZMİNAT DAVASI (Kaza Tarihi İtibarı İle Davacının Sigortaya Başvuru Zorunluluğu Bulunmamasına Rağmen Davacı Tarafından Zararın Tazmini İçin Sigortaya Başvuru Yapıldığı Hususu da Dikkate Alınarak Mahkemece İşin Esasına Girilerek Tarafların Delillerinin Toplanıp Sonucuna Göre Karar Verilmesi Gerektiği)

• TRAFİK KAZASI (Olay Tarihinden Sonra Yapılan Değişiklik İle Zarar Görenlere Dava Açmadan Önce Sigorta Şirketine Başvuru Yapılmasının Zorunlu Hale Getirildiği – Kaza Tarihinde Başvuru Zorunluluğu Olmamasına Rağmen Davacı Tarafından Zararın Tazmini İçin Sigortaya Başvuru Yapıldığı da Dikkate Alınarak İşin Esasına Girilmesi Gerektiği)

• SİGORTA ŞİRKETİNE BAŞVURU ZORUNLULUĞU (Maddi Tazminat Davası – Davaya Konu Olayda Kazanın Meydana Geldiği Tarihte Yürürlükte Olan Kanunun Uygulanması Gerektiğinden Kaza Tarihi İtibarı İle Sigortaya Başvuru Zorunluluğu Bulunmadığı)

• DAVA ŞARTI (Maddi Tazminat Davası – Davacı Zarar Gören Tarafından Her Ne Kadar Kanun Değişikliğinin Yürürlüğe Girmesinden Sonra Dava Açılmış İse de Kaza Tarihi İtibarı İle Sigortaya Başvuru Zorunluluğu Bulunmadığı/Dava Şartı Yokluğu Sebebiyle Davanın Reddine Karar Verilmesinin Doğru Olmadığı)
2918/m.97

ÖZET : Dava; trafik kazasında sonucu davacının aracında meydana gelen hasar ve değer kaybı zararının ZMMS poliçesi kapsamında davalı sigorta şirketinden tazmini istemine ilişkindir. Olay tarihinde yürürlükte bulunan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. maddesinde; “Zarar gören, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı talepte bulunabileceği gibi dava da açabilir” hükmü mevcut olup, zarar görene seçimlik bir hak tanınmış, dava açmadan önce sigorta şirketine başvurunun zorunlu olduğu belirtilmemiş, olay tarihinden sonra yürürlüğe giren 6704 Sayılı kanunun 5. maddesiyle yapılan değişiklik ile zarar görenlere dava açmadan önce sigorta şirketine başvuru yapılması zorunlu hale getirilmiştir. Davacı zarar gören tarafından her ne kadar kanun değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra dava açılmış ise de, davaya konu olayda kazanın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan kanunun uygulanması gerektiğinden, kaza tarihi itibarı ile sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır. Açıklanan düzenlemeler gereğince kaza tarihi itibarı ile davacının sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamasına rağmen, davacı tarafından zararın tazmini için sigortaya başvuru yapıldığı hususu da dikkate alınarak mahkemece işin esasına girilerek tarafların delillerinin toplanıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken dava şartı yokluğu sebebiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

DAVA : Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/257 E, 2016/714 K 18/10/2016 tarihli kararı aleyhine, davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuş olmakla, istinaf talebinin süresi içinde yapıldığı, istinaf başvurusuna tabi bir karar olduğu, başvuru şartlarının yerine getirildiği dosya üzerinde yapılan ön inceleme ile anlaşılmakla dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda; dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

KARAR : İDDİANIN ÖZETİ :

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 05/08/2015 tarihinde 06 … plakalı aracı ile seyir halinde iken, işleteni G… şirketi, sürücüsü A. K. olan 42 … plakalı araç ile çarpışması sonucu iki taraflı maddi hasarlı trafik kazasının meydana geldiğini, 42 … plakalı araç sürücüsünün %100 kusurlu olduğunu, bu aracın kaza tarihinde davalı sigorta şirketine KTK Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesi ile sigortalı olduğunu, davacının hasarlanan aracını tamir ettirmek için 10.821,00 TL parça ve işçilik masrafı ödediğini, aracın kazalı hale gelmesi sonucu araçta değer kaybının oluştuğunu, bu sebeplerle fazlaya dair haklarını saklı tutarak 1.000,00 TL hasara yönelik maddi tazminat ve araçtaki değer kaybı için 1.000,00TL olmak üzere toplam 2.000,00 TL’nin kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan hükmen tahsiline yönelik belirsiz alacak davası açılmıştır.

SAVUNMANIN ÖZETİ :

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacının taleplerinin haksız ve mesnetsiz olduğunu, davalının ikametgahının Beykoz(İstanbul) olduğunu, davacının usuli yükümlülüğü olan başvuru şartını yerine getirmeden dava açtığından dolayı davanın usulden reddinin gerektiğini, davacı tarafından müvekkili şirkete bir başvuru yapılmadığını, Trafik Sigortası Genel Şartları gereğince davacının dava açma hakkının bulunmadığını, hak sahibinin kendi kusuruna denk gelen tazminatları teminat dışında kaldığından talebinin reddi gerektiğini, davalı şirketin söz konusu zarardan poliçe teminat limitleri dahilinde sorumlu olduğunu, davanın usulden ve esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :

Mahkemece 26/04/2016 tarih 29695 Sayılı Resmi Gazete de yayımlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren 14/04/2016 tarih 6704 Sayılı kanunun 5.maddesiyle; değiştirilen 2918 Sayılı Kanun’un 97. maddesinin Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerektiği şeklinde değiştirildiğini, değişen hüküm gereğince, 04/05/2016 tarihinde davalı sigorta şirketine başvuru yapmadan açılan davanın, 26/04/2016 tarihinde yayımlanan ve aynı tarihte yürürlüğe giren ilgili kanun gereğince HMK 115/1.maddesi gereğince dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :

Davacı vekili istinaf başvurusunda bulunarak dilekçesinde özetle; davanın 2918 Sayılı Kanun’un 97.maddesindeki değişiklik uyarınca sigortaya başvuru yapılmadığı gerekçesi ile red edildiğini, halbuki 07/01/2017 tarihinde davalı sigortaya başvuru yapıldığı halde davalı sigorta tarafından ödeme yapılmadığını, dava şartı yerine geldiğinden davanın esasına girilerek karar verilmesi gerektiği hususu istinaf sebebi olarak ileri sürülmüştür.

UYUŞMAZLIK KONUSU OLAN HUSUSLAR :

Uyuşmazlık; 26/04/2016 tarihinde yayımlanan ve aynı tarihte yürürlüğe giren 6704 Sayılı Kanun’un 5.maddesiyle 2918 Sayılı Kanun’un 97.maddesini değiştiren ve dava açılmadan önce sigortaya başvuru zorunluluğu getiren hüküm uyarınca police ,kaza tarihi ve dava tarihi dikkate alındığında sigortaya başvuru zorunluluğu bulunup bulunmadığı, varsa başvuru şartının yerine getirilip getirilmediği hususlarından kaynaklanmaktadır.
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve GEREKÇE :

Dava ; trafik kazasında sonuçu davacının aracında meydana gelen hasar ve değer kaybı zararının ZMMS poliçesi kapsamında davalı sigorta şirketinden tazmini istemine ilişkindir.
Davacı vekilinin istinaf sebepleri doğrultusunda, dosya içerisindeki bilgi ve belgeler, mahkeme kararının gerekçesi, dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesi ile yapılan inceleme sonunda;

26/04/2016 tarih 29695 Sayılı Resmi Gazete de yayımlanan ve yayımı tarihinde yürürlüğe giren 14/04/2016 tarih 6704 Sayılı Kanun’un 5.maddesiyle; 2918 Sayılı Kanun’un 97.maddesi değiştirilmiş, ”Zarar görenin, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı başvuruda bulunması gerekir. Sigorta kuruluşunun başvuru tarihinden itibaren en geç 15 gün içinde başvuruyu yazılı olarak cevaplamaması veya verilen cevabın talebi karşılamadığına dair uyuşmazlık olması hâlinde, zarar gören dava açabilir veya 5684 Sayılı Kanun çerçevesinde tahkime başvurabilir…” hükmü getirilmiştir.

Yapılan bu düzenleme ile zarar görenlerin dava yoluna gitmeden önce ilgili sigorta kuruluşuna yazılı olarak başvurmasının gerekli olduğu belirtilmiştir. Başvurudan itibaren sigorta kuruluşu en geç 15 gün içinde yazılı olarak cevap vermez yada verilen cevap zarar görenin talebinin karşılamaz ise zarar gören dava açabileceği gibi sigorta tahkim komisyonuna da başvuru yapabilir.

6100 Sayılı HMK’nın dava şartlarının düzenlendiği 114 maddesinde Dava şartları açıklanmış 114/2.maddesinde “Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına dair hükümler saklıdır.”denilmiştir.

Dava şartlarının incelenmesi başlıklı 115. maddesinde ise;

“(1)Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.
(2)Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.

(3)Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.”şeklinde düzenleme yapılmıştır.
2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. maddesinde yapılan değişiklik ile dava açılmadan önce sigorta şirketine başvurunun zorunlu olduğunun belirtilmesi, zarar görene seçimlik bir hak tanınmamış olması sebebiyle bu hususun HMK’nın 114/2.maddesinde belirtilen diğer kanunlarda düzenlenen dava şartları kapsamında değerlendirilmesi ve dava şartı niteliğinde olduğunun kabulü gerekir.

Ancak trafik kazaları bir tür haksız fiil olup dayanağını 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 49 vd. maddeleri ve Karayolları Trafik Kanunundan alır.

2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 91/1. maddesinde, “İşletenlerin, bu kanunun 85/1 maddesine göre olan sorumluluklarının karşılanmasını sağlamak üzere mali sorumluluk sigortası yaptırmaları zorunludur”; 85/1 maddesinde, “Bir motorlu aracın işletilmesi bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına yahut bir şeyin zarara uğramasına sebep olursa, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, doğan zarardan müştereken ve müteselsilen sorumlu olurlar.”; 85/ son maddesinde ise, “işleten ve araç işleticisi teşebbüsün sahibi, aracın sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur.” hükümlerine yer verilmiş, zarar verenlerin birden fazla olması halinde 88.maddede motorlu aracın katıldığı bir kazada, bir üçüncü kişinin uğradığı zarardan dolayı, birden fazla kişi tazminatla yükümlü bulunuyorsa, bunların müteselsilen sorumlu tutulacakları belirtilmiştir.

Karayolları Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarının A-1.maddesinde de; “Sigortacı bu poliçede tanımlanan motorlu aracın işletilmesi sırasında bir kimsenin ölümüne veya yaralanmasına veya bir şeyin zarara uğramasına sebebiyet vermesinden dolayı 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunu’na göre işletene düşen hukuki sorumluluğu, zorunlu sigorta limitlerine kadar temin eder” şeklinde ifade edilmiştir. Bu hale göre zarara neden olan aracın işletenin sorumluluğunun üzerine alan zorunlu mali sorumluluk sigorta şirketi de üçüncü şahısların zararından işleten ve sürücü ile birlikte müteselsilen sorumludur.

Haksız fiiller meydana geldikleri anda hukuki sonuç doğurur ve zarara neden olanların zararı tazmin borcu haksız fiil tarihinde ortaya çıkar. Haksız fiilin unsuru olan zarar, zarar görenin malvarlığında rızası dışında meydana gelen azalma ile zarar verici fiil olmasa idi bulunacağı durum arasındaki farktır ve zarar haksız fiilin meydana gelmesi ile gerçekleşmiş sayılır. Zarar verenin ve diğer sorumluların zararı tazmin yükümlülüğü herhangi bir ihbara ve ihtara gerek kalmaksızın olay tarihinde doğar. Haksız fiile bağlanan hukuki sonuçlar haksız fiil tarihi esas alınarak belirlenir ve bu sebeple haksız fiillerde olay tarihinde yürürlükte bulunan hukuk kuralları uygulanır.

Dava konusu somut olaya gelince olay, 05/.08/.2015 tarihinde meydana gelmiş, dava ise 04.05.2016 tarihinde açılmış, dava açmadan önce davacının zararı tazmin istemi ile davalı sigortaya 26/01/2016 tarihinde başvuru yaptığı görülmüştür

Olay tarihinde yürürlükte bulunan 2918 Sayılı Karayolları Trafik Kanunun 97. maddesinde;“Zarar gören, zorunlu mali sorumluluk sigortasında öngörülen sınırlar içinde doğrudan doğruya sigortacıya karşı talepte bulunabileceği gibi dava da açabilir” hükmü mevcut olup, zarar görene seçimlik bir hak tanınmış, dava açmadan önce sigorta şirketine başvurunun zorunlu olduğu belirtilmemiş, olay tarihinden sonra 26/04/2016 tarihinde yürürlüğe giren 6704 Sayılı kanunun 5. maddesiyle yapılan değişiklik ile zarar görenlere dava açmadan önce sigorta şirketine başvuru yapılması zorunlu hale getirilmiştir. Davacı zarar gören tarafından her ne kadar kanun değişikliğinin yürürlüğe girmesinden sonra 04/05/2016 tarihinde dava açılmış ise de, davaya konu olayda kazanın meydana geldiği tarihte yürürlükte olan kanunun uygulanması gerektiğinden, kaza tarihi itibarı ile sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır.

Açıklanan düzenlemeler gereğince kaza tarihi itibarı ile davacının sigortaya başvuru zorunluluğu bulunmamasına rağmen, davacı tarafından 26/01/2016 tarihinde zararın tazmini için sigortaya başvuru yapıldığı hususu da dikkate alınarak mahkemece işin esasına girilerek tarafların delillerinin toplanıp sonucuna göre karar verilmesi gerekirken dava şartı yokluğu sebebiyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmadığından davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüyle kararın kaldırılmasına, davanın esası ile ilgili delillerin toplanılarak ve değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi için dosyanın yeniden görülmek üzere mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan delil ve nedenlerle;

1-)Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ ile Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/257 Esas, 2016/714 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA ,

2-) HMK’nın 353/1.a.6 maddesi gereğince tarafların davanın esası ile ilgili olarak sundukları delillerin toplanarak yeniden görülmek üzere üzere dosyanın kararı veren mahkemeye GÖNDERİLMESİNE,

3-)İstinaf başvurma harcı dışında, alınan 31,40TL istinaf karar ilam harcının istenmesi halinde davacıya iadesine,

4-)İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından istinaf kanun yoluna başvuran vekiline vekil ücreti takdirine yer olmadığına ,

5-)Davacı tarafca yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,

Dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda HMK’nun 362/1-a maddesi gereğince miktar itibariyle kesin olmak üzere, 31.05.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

BELİRSİZ ALACAK DAVASI- HUKUKİ YARAR YOKLUĞU NEDENİYLE USULDEN RED ZAMANAŞIMINI KESEN BİR NEDEN OLARAK KABUL EDİLEMEZ- ZAMANAŞIMI SÜRESİ DOLDUKTAN SONRA AÇILAN EK DAVANIN REDDİ GEREKİR

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/15434
KARAR:2018/25756

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : … 6. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ   : SENDİKA KANUNLARINDAN KAYNAKLANAN
MAHKEMESİ : … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, kapanan … Belediye Başkanlığı’nın aidat borçları nedeniyle … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/15 esas sırasında ve kapanan … Belediye Başkanlığı’nın borçları nedeniyle de … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/16 esas sırasında kayıtlı belirsiz alacak davalarını açtıklarını ancak mahkemenin hukuki yarar yokluğundan davayı reddettiğini, bu arada … ve … Belediye Başkanlıklarının 6360 sayılı kanun hükümleri çerçevesinde kapandığını, tüm hak ve borçların davalı kuruma geçtiğini, kapanan belediyelerin aylık toplamlar halinde çizelgelerinin ilgili dosyalarda yer aldığını, davalı kurumun faiz de dahil olmak üzere, takip tarihi itibariyle toplam borcunun 51.278,75 TL olduğunu, davalı tarafın borcu olmadığına dair itirazının hiçbir haklı gerekçesi olmadığını ileri sürerek … İcra Müdürlüğü’ nün 2015/16 sayılı icra takibine yapılan itirazın iptali ile %20 den aşağı olmamak üzere icra- inkar tazminatı ve yargılama giderlerinin davalı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

İstinaf Başvurusu: İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı davalı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti : Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Temyiz:Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı davalı vekili temyiz kanun yoluna başvurmuştur.

Gerekçe:Dava, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 18. maddesi ile mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 61. maddesi kapsamında, sendika üyelik ve dayanışma aidat alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

6356 sayılı Kanun’un 18. maddesinin ikinci fıkrasına göre “Üyelik ve dayanışma aidatları, yetkili işçi sendikasının işverene yazılı başvurusu üzerine, işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili sendikaya ödenir.” Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre de “Yukarıdaki hükümlere göre ödenmesi gereken aidatı kesmeyen veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili işçi sendikasına ödemeyen işveren, bildirim şartı aranmaksızın aidat miktarını bankalarca İşletme kredilerine uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödemekle yükümlüdür.”

Mülga 2821 sayılı Kanun’un 61. maddesinin birinci fıkrasına göre ise “İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu gereğince sendikaya ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur.” Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ise “Yukarıdaki fıkra gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır.”

Belirtilen kanuni düzenlemelere göre, bir işyerinde veya işletmede toplu iş sözleşmesi yapmak için yetki belgesi alan işçi sendikasının, yetki belgesine konu işyeri veya işletmede çalışan üyesi işçilerin listesini ve sendika tüzüğüne göre üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını işverene bildirmesi ve bu listeye göre üyelik aidatının kesilmesini ve sendikaya ödenmesini istemesi gerekir.

Bu genel açıklamalar ışığında temyiz itirazlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Zamanaşımı, alacak hakkının belirli bir süre kullanılmaması sebebiyle dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve alacağın dava edilebilme özelliğini ortadan kaldırır.

Diğer taraftan sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları dönemsel özellik gösteren borçlardandır. Kanunda belirtilen şartların yerine getirilmiş olması şartıyla toplu iş sözleşmesinde aidat borcunun ödenme zamanına ilişkin hüküm mevcut ise bu hüküm uyarınca üyelik ve dayanışma aidatı borçlarının ödenme zamanı ve temerrüt tarihi belirlenmektedir. Bu itibarla, sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları yönünden zamanaşımı süresi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126. maddesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 147. maddesinin birinci bendi gereğince beş yıldır.

Somut uyuşmazlıkta, davacı sendika tarafından kapanan her iki belediye aleyhine belirsiz alacak davası niteliğinde açılan davalar mahkemece hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmiş ve daha sonra davacı sendika tarafından temyiz konusu işbu dava açılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava dilekçesinin davalıya tebliği sonrasında kanuni süresinde davaya karşı zamanaşımı defi ileri sürülmesine karşın mahkemece bu hususun dikkate alınmaması doğru olmamıştır.
Bu noktada Bölge Adliye Mahkemesi kararında yer alan, somut olayda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 158. maddesinin uygulanması gerektiği hususu değerlendirilmelidir. TBK’nun 158. maddesine göre “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.”

Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinde, eldeki davanın daha önce belirsiz alacak davası olarak açılması ve usulden reddedilmesi nedeniyle, bu durumun TBK’nun 158. maddesinde yer alan “davanın düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması nedeniyle reddedilmesi” ifadesi kapsamında değerlendirilecek bir husus olduğu belirtilmiştir.

Davacı sendika tarafından belirsiz alacak davası niteliğinde açılan ilk davalar, hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilmiştir. Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 E.K. sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir. Bu itibarla, davacı sendika tarafından daha önce açılan ve hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilen davalar, zamanaşımını kesen bir nitelik arz etmez ve ayrıca TBK’nun 158. maddesinin uygulanmasına da cevaz vermez.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında, ilk derece mahkemesi tarafından, davalının süresinde verdiği cevap dilekçesi ile zamanaşımı defini ileri sürdüğü gözetilerek, takip tarihi olan 06.04.2015 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süreye göre alacakların ve işlemiş faizin belirlenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.

Anılan hususlar gözetilmeksizin, eksik inceleme sonucunda ilk derece mahkemesince yazılı şekilde hüküm tesisi ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddi kararı hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç:Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılarak İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 29.11.2018 tarihinde oybirliğiyle olarak karar verildi.

İMZAYA İTİRAZ -FOTOKOPİ ÜZERİNDEN İNCELEME- ÖDEME YASAĞI KONULAN ÇEK-

T.C.
ADANA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
10. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2018/1859
KARAR NO : 2019/813

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : DÖRTYOL İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/02/2018
NUMARASI : 2016/228 Esas 2018/24 Karar

DAVACI : E. YAPI SİSTEMLERİ PLASTİK DEMİR DOĞRAMA İMALAT SANAYİ VE TİCARET LTD.ŞTİ.
DAVALI : ABDULLAH .P. Haliliye/ ŞANLIURFA
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
İLİŞKİLİ KİŞİ : R. E.
DAVANIN KONUSU : İmzaya İtiraz
KARAR TARİHİ : 16/05/2019
KARAR YAZIM TARİHİ : 16/05/2019

Dörtyol İcra Hukuk Mahkemesi’nin 21/02/2018 tarih, 2016/228 Esas ve 2018/24 Karar sayılı mahkeme kararının süresi içinde istinaf yolu ile tetkiki davalı vekili tarafından istenmesi üzerine dosya dairemize gönderilmekle dava dosyası için düzenlenen inceleme raporu dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

DAVA: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Dörtyol İcra Müdürlüğü’nün 2016/9766 Esas sayılı dosyası ile başlatılan icra takibinde; takip dayanağı çekin müvekkili tarafından kaybedilmesi üzerine Dörtyol 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2016/378 Esas sayılı dosyası ile çek iptali davası açıldığını, bu dosyada %15 teminat karşılığında tedbir kararı alındığını, çek üzerindeki imzanın müvekkiline ait olmadığını, borçlu olmadığı halde müvekkili aleyhine başlatılan takipte davalının kötü niyetli olduğunu, bu nedenlerle davanın kabulü ile takibin durdurulmasına yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine, %20’den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatı ile davalı aleyhine %10 para cezasına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili davaya cevap dilekçesinde özetle; Dava konusu çekin dava dışı Ergün Yapı…..A.Ş. Tarafından müvekkili Abdullah P.a ciro edilerek verildiğini, dava konusu çekin 01/01/2016 tarihinde TÜRKİYE FİNANS KATILIM BANKASI A.Ş Karaköprü şubesine ibraz edildiğini, ancak 3 Asliye Hukuk Mahkemesi 2016/378 Esas sayılı dosyasından ÖDEME YASAĞI konulduğundan dolayı çek bedelinin ödenmediğini, davacı şirketin dava konusu bu çekten dolayı ödeme yapması üzerine, davacı borçlu hakkında 02/09/2016 tarihinde icra takibine geçildiğini, itirazının süre yönünden reddinin değerlendirilmesi gerektiğini, çekin ön yüzünde şirket ünvanının bulunduğu alandaki imza ile keşide tarihi üzerinde yer alan imzaların aynı kişiye ait olduğunun anlaşılacağını, davacı şirket ile dava dışı G…. A.Ş nin işyerlerinin aynı olduğunu, bu nedenle bu şirketlerin aynı şahsa ait olma ihtimalinin yüksek olduğunu, adı geçen şirketlerin ortak çalıştığı veya ortaklarının kötü niyetli olarak şirkete ait çekleri müşterek olarak farklı kişilere imzalatarak alacaklıları mağdur ettiğini, davacı şirket yetkililerinin incelemeye elverişli imzalarının alınarak inceleme yapılması gerektiğini, davalının iyineyiteli olduğunu belirterek davacı borçlunun imzaya itirazını reddi ile davacı aleyhine %10 para cezasına ve %20 den az olmamak üzere tazminata hükmedilmesini talep etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI: Mahkemece; açılan davanın KABULÜ ile Dörtyol İcra Müdürlüğü’nün 2016/9666 esas sayılı takip dosyasında davacı borçlu ERGÜN Ltd. Şti. yönünden yürütülen icra takibinin DURDURULMASINA, asıl alacak olan 15.600,00-TL’nin %20’si oranında icra tazminatının davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE, asıl alacağın %10’u olan 1.560,00-TL para cezasının davalıdan alınarak HAZİNEYE İRAT KAYDINA, karar verilmiştir.

İSTİNAF SEBEPLERİ: Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Yerel mahkeme tarafından iyi niyetli müvekkili aleyhine takip konusu alacağın %20’si oranında kötü niyet tazminatı ile %10 oranında para cezasına hükmedilmesinin yasaya aykırı olduğunu, Adli Tıp Kurumu raporunun eksik incelemeye dayalı olduğunu, yerel mahkeme tarafından talep edilen imza örnekleri yeterince toplanmadan Adli Tıp Kurumu’na tevdii edildiğini, davacı şirketçe ödemesi yapılan yakın tarihli çek örneklerinin dosya arasına alınmadan dosyanın Adli Tıp Kurumu’na gönderilerek imza incelemesi yapıldığını, 28/11/2017 tarihli raporda 08/03/2016 tarihli imza sirküleri fotokopisi olduğu açıkça belirtildiği ve fotokopi üzerinden imza incelemesi yapılmasının mümkün olmadığını, bu nedenlerle söz konusu belge asıllarının bankalardan,noterliklerden ve seçim kurullarından temin edilerek Üniversitelerin Grafoloji Araştırma ve Uygulama dalından seçilecek uzman bilirkişi aracılığıyla imza incelemesi yapılması yönünde bilirkişi raporuna itiraz etmiş olmalarına rağmen bu taleplerininde reddedildiğini, dava konusu çekin 05/05/2016 tarihinde Sürat Kargo aracılığıyla müvekkiline gönderildiğini ve 05/05/2016 tarihinde Ergün Yapı…. Şti’nin yetkili müdürü Rüstem Ergünbaş isimli şahıs olduğundan imza incelemesinin bu şahsın imza örneklerinin alınarak yapılması gerekirken yerel mahkemece Vedat E. isimli şahsın imza örnekleriyle yetinilerek inceleme yapıldığını beyan ederek yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili istinafa cevap dilekçesinde özetle; alacaklı olduğunu iddia eden davalının dava konusu çekte ilk ciranta, müvekkili şirketin ise lehtar olduğunu, davalının çeki alırken imzanın müvekkili şirket tarafından atılıp atılmadığını bilebilecek durumda olduğunu İİK 170/4 maddesine göre tazminata hükmedilmesinin usul ve yasaya uygun olduğunu, davalının çekin kargo ile gönderildiğine yönelik iddiasını kabul etmemekle birlikte, davalının iddia ettiği gibi 05/05/2016 tarihinde de şirket yetkilisinin Rüstem E. olmadığını, bu nedenle davalının aksi yöndeki iddialarının hukuka uygun olmadığını, yerel mahkemenin gerekçeli kararında yer alan imzanın borçluya ait olduğunu ispat külfetinin, takip başlatan ve imzanın borçluya ait olduğun iddia eden alacalıya ait olduğunu, bilirkişi raporunun yeterli miktarda mukayeseye yarar evrak üzerinden yapıldığını, davalı tarafından kesin süre verilmesine rağmen bildirmediği evrakları, süresinden sonra bildirdiğini, bu nedenle iddia ettiği dava dışı çeklerin dosya arasına alınmadığını, bu nedenlerle davacı tarafın istinaf talebinin reddi ile yerel mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğunun tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

GEREKÇE: Uyuşmazlık kambiyo senetlerine mahsus takipte imzaya itiraz niteliğindedir.
Dörtyol İcra Müdürlüğü’nün 2016/9766 Esas sayılı dosyası ile başlatılan icra takibinde; davacı vekilinin çek üzerindeki imzanın müvekkiline ait olmadığını, müvekkili aleyhine borçlu olmadığı halde başlatılan takipte davalının kötü niyetli olduğunu, bu nedenlerle davanın kabulü ile takibin durdurulmasına yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalı tarafa yükletilmesine, %20’den aşağı olmamak üzere kötü niyet tazminatı ile davalı aleyhine %10 para cezasına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiş; ilk derece mahkemesince, çekin keşide tarihinde şirket yetkilisinin Vedat E. olduğu, imza örneklerinin getirtildiği, Adli Tıp Kurumu’nun çekte bulunan imzanın Vedat Ergünbaş’a ait olup olmadığı konusunda tespit yapamadığı bu nedenle ispat külfeti kendisine düşen alacaklının imzanın davacıya ait olduğunu ispat edemediği gerekçesiyle davanın kabulü ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmiş; davalı vekilince; kötü niyet olmadığından tazminata hükmedilemeyeceği, imza incelemesine esas ATK raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığı, fotokopi üzerinden imza incelemesi yapılamayacağı, bilirkişi incelemesine itirazlarının dikkate alınmadığı gerekçeleriyle istinaf yoluna başvurdukları anlaşılmıştır.
12.HD’nin 26/05/2016 gün, 2016/1258 Esas, 2016/14890 sayılı kararında da belirtildiği üzere, imzanın borçlu eli ürünü olup olmadığı hususunda net bir görüş bildirmeyen rapor hükme esas alınarak itirazın kabulüne karar verilemez. Somut olayda Adli Tıp Kurumundan alınan raporda, inceleme konusu çekin 1. ciro imzası ile Vedat E.’ın mukayese imzaları arasında biçimsel farklılıklar görülmekle birlikte; söz konusu imzanın basit tersimli, taklidi kolay imza olması nedeniyle Vedat Ergünbaş eli ürünü olup olmadığının tespit edilemediğinin belirtildiği; davalı vekilinin bilirkişi raporuna itirazında, üniversitelerin grafoloji araştırma ve uygulama biriminden seçilecek uzman bilirkişi aracılığıyla imza incelemesi yapılması talebinde bulunduğu anlaşılmaktadır.
Öte yandan, Kırıkhan Ticaret Sicil Müdürlüğünün 08/12/2016 tarihli müzekkere cevabına göre 18/05/21010 tarihinden yazışma tarihine kadar şirket müdürünün Rüstem E. olduğu; 26/01/2017 günlü müzekkere cevabında ise 04/03/2016 tarihinden yazışma tarihine kadar şirket müdürünün Vedat E. olduğu belirtildiğinden, müzekkere cevaplarındaki çelişkiler gözetilerek, çekin keşide edildiği tarihte borçlu şirket adına çek düzenlemeye yetkili temsilcinin kim yada kimler olduğu hususu kesin bir biçimde belirlendikten sonra imza incelemesi yaptırılması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesis edilmesinin isabetsiz olduğu, bu durumda yargılama işlemlerinin eksik bırakıldığı anlaşıldığından davalı alacaklı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının HMK m. 353/1-a-6 bendi gereğince kaldırılması yukarıda belirtilen ilkeler doğrultusunda deliller toplandıktan sonra oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nun 353-(1)-a-6 maddesi uyarınca KABULÜ ile Dörtyol İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2016/228 Esas 2018/24 sayılı kararının KALDIRILMASINA,
2-Davanın esası hakkında yeniden karar verilmek üzere dosyanın mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-Peşin alınan istinaf karar harcının talebi halinde yatıran tarafa İADESİNE,
4-İstinaf kanun yolu giderlerinin İlk Derece Mahkemesince yeniden kurulacak esasa ilişkin hükümde GÖZETİLMESİNE,
5-Kararın yerel mahkemesince taraflara TEBLİĞİNE,
Dair dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda KESİN olmak üzere 16/05/2019 tarihinde karar verildi.

Başkan
33364

Üye
42161

Üye
107591

Katip
142501
¸

İŞ KAZASININ GERÇEKLEŞMESİNDE YÜZDE YÜZ KAÇINILMAZLIĞIN ETKİLİ OLMASI NEDENİYLE NİMET VE KÜLFET DENGESİNİN SAĞLANMASI AÇISINDAN KAÇINILMAZLIĞIN YÜZDE ALTMIŞININ İŞVERENE YÜKLENMESİ

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/115
K. 2017/2948
T. 10.4.2017

ÖZET : Dava, iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahibi yakınları olan eş, anne ve babasının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir. Somut olayda iş kazasının gerçekleşmesinde % 100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu tesbit edildiğine göre yasal ilkeler göz önünde bulundurularak, özellikle nimet ve külfet dengesinin sağlanması açısından kaçınılmazlığın % 60’ı davalı işverene yüklenmek suretiyle davalı işverenin sorumluluğunun belirlenmesi gerekirken, davalının kaçınılmazlığın %50’si oranında sorumluluğunu doğuracak şekilde ve olayda uygulanma ihtimali bulunmayan hakkaniyet indirimine yönelik hukuki düzenlemeye atıfla, davalı işverenin sorumluluğu hafifletilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 55. maddesinde yer alan “kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemelerin zarar veya tazminattan indirilemeyeceği” düzenlemesi dikkate alındığında iş kazasının gerçekleşmesinde %100 oranında kaçınılmazlık faktörünün etkili olması sebebiyle davacı eş ve anneye bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin rücuya kabil olmaması sebebiyle tazminat alacağından indirilmesinin mümkün olmadığı gözetilmeden, bağlanan gelirin tazminat alacağından indirilmek suretiyle karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur. Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de; hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir. Davacı eş için takdir edilen manevi tazminat ile davacı anne ve babanın her biri için takdir edilen manevi tazminatın az olduğu açıktır. Öte yandan “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer” şeklindeki düzenlenme karşısında iş kazası sebebiyle takdir edilen tazminat alacakları için davalı şirketin daha önce temerrüde düşürüldüğünün ispat edilememiş olması sebebiyle sigorta şirketinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması gerekirken; kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması sonucunu doğuracak şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davacı ve davalılardan … Sigorta A.Ş. vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

KARAR : 1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici nedenlere göre, Davacıların ve Davalı A.Ş.’nin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,

2-) Dava, iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahibi yakınları olan eş, anne ve babasının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece davacı eş lehine 18.870,33 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminatın, davacı anne ve baba lehine ise 7.500 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 16.01.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ve sigorta şirketi yönünden poliçe limitleri ile sınırlı olmak üzere müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılara verilmesine, davacı anne ve babanın maddi tazminat talebinin ise reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacıların desteği sigortalı …’ın davalı … Ür. San İhr. A.Ş.’de kamyon şoförü olarak çalışırken, 16.01.2007 tarihinde …’dan yüklediği kumaşları …’a götürdüğü esnada bölünmüş karayolunda hareket halinde iken, sol ön lastiğin patlaması neticesinde meydana gelen tek taraflı trafik kazası neticesinde vefat ettiği, olayın Kurum tarafından iş kazası olarak kabul edildiği, itibar olunan kusur raporuna göre olayın gerçekleşmesinde %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu, mahkemece %100 kusur üzerinden ve davacı eş ve anne için bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri davacıların maddi tazminat istemlerinden tenzil edilmek suretiyle yapılan hesabın hükme esas alındığı ve gerekçede işaret olunduğu şekilde tazminat alacaklarından %50 oranında hakkaniyet indirimi yapılarak maddi tazminatlar hakkında karar verildiği anlaşılmaktadır.

Kaçınılmazlık, hukuksal ve teknik anlamda, fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder.

Bir olayın tamamen kaçınılmazlık sonucu meydana geldiğinin saptanması halinde hakim, işverenin sorumluluğunu, Borçlar Kanunu’nun 43. maddesini gözönünde tutarak hakkaniyet ölçüsünde saptamalıdır. Her iki taraf yönünden % 50’şer sorumluluğun paylaştırılması ilk bakışta uygun görünebilirse de, işçi-işveren arasındaki bu tür davalarda tarafların ekonomik ve sosyal durumlarının göz önünde bulundurulması halinde; işverene biraz daha fazla sorumluluk verilmesi; sosyal hukuk devleti ilkesi gereği düşünülebilir. Yargıtay’ın yerleşik uygulaması da bu yöndedir. Somut olayda iş kazasının gerçekleşmesinde % 100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu tesbit edildiğine göre yukarda söz edilen ilkeler göz önünde bulundurularak, özellikle nimet ve külfet dengesinin sağlanması açısından kaçınılmazlığın % 60’ı davalı işverene yüklenmek suretiyle davalı işverenin sorumluluğu belirlenmesi gerekirken, davalının kaçınılmazlığın %50’si oranında sorumluluğunu doğuracak şekilde ve olayda uygulanma ihtimali bulunmayan hakkaniyet indirimine yönelik hukuki düzenlemeye atıfla, davalı işverenin sorumluluğu hafifletilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6101 Sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 2. maddesine göre “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlaka dair kuralları, gerçekleştirildikleri tarihe bakılmaksızın bütün fiil ve işlemlere uygulanır” Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri, Kurumca bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin ve geçici işgöremezlik ödeneklerinin hesaplanan zarardan indirilmesi, Kurumun rücu hakkının korunması ve mükerrer ödemeyi önleme ilkesine dayandığından, kamu düzenine dair olarak kabul edilmiştir. Kaldı ki, 6098 Sayılı Kanun’un 55. maddesi de emredici bir hükme yer verdiğinden gerçekleştiği tarihe bakılmaksızın tüm fiil ve işlemlere uygulanmalıdır.

Bu açıklamalara göre 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 55.maddesinde yer alan “kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemelerin zarar veya tazminattan indirilemeyeceği” düzenlemesi dikkate alındığında iş kazasının gerçekleşmesinde %100 oranında kaçınılmazlık faktörünün etkili olması sebebiyle davacı eş ve anneye bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin rücuya kabil olmaması sebebiyle tazminat alacağından indirilmesinin mümkün olmadığı gözetilmeden, bağlanan gelirin tazminat alacağından indirilmek suretiyle karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

3-) Manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde, Gerek mülga B.K’nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 Sayılı T.B.K’nun 56. maddesi hükmüne göre Hakim, ölenin yakınlarına manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebilir. Hakimin manevi zarar adı ile ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna dair zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin Duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 tarihli ve 7/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de; hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir.

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23.6.2004, 13/291-370)

Bu ilkeler gözetildiğinde, davacı eş için takdir edilen 10.000 TL manevi tazminat ile davacı anne ve babanın her biri için takdir edilen 7.500 TL manevi tazminatın az olduğu açıktır.

4-)Gerek olay tarihinde yürürlükte bulunan Mülga 818 Sayılı BK’nun 101.maddesinde gerekse karar tarihinde yürürlükte bulunan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 117.maddesindeki düzenlemeye göre ”Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer” şeklindeki düzenlenme karşısında iş kazası sebebiyle takdir edilen tazminat alacakları için davalı … şirketinin daha önce temerrüde düşürüldüğünün ispat edilememiş olması sebebiyle sigorta şirketinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması gerekirken; kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması sonucunu doğuracak şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, Davacıların ve Davalı A.Ş’nin bu yöne dair temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde temyiz eden davacı ve davalı A.Ş’ne iadesine, 10.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KADASTRO ESNASINDA HARİCEN SATIŞA VERİLEN MUVAFAKAT BEYANI- MURİS MUVAZAASI TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C
YARGITAY
1.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2014/8196
KARAR NO: 2014/12765

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ: DİYARBAKIR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 28/11/2013

NUMARASI : 2011/112-2013/929

Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, duruşma isteği değerden reddedilip, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, isteğine ilişkindir.

Mahkemece, dava konusu taşınmazların davalı taraf adına kadastro tespiti ile tescil edildiği, davacılar murislerinin kadastro esnasında tespite muvafakat ettikleri gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazların Eylül 1288 tarihli tapu kayıtlarıyla kök muris Halil oğlu Fettah adına tapuda kayıtlı iken, 30.7.1970 tarihinde tapulama çalışmaları esnasında, miras bırakan Halil oğlu Fettah’ın ölümü ile mirasçıları olarak eşi Emine, çocukları Fatma. Mustafa ve Ahmet’in kaldığı; Emine ve Fatma’nın intikalen gelen miras paylarını 1961 yılında haricen Ahmet ve Mustafa’ya sattıkları, yaptıkları satışada muvafakat ettikleri açıklanarak davalılar Mustafa ve Ahmet adına tespit gördüğü ve tapulama tutanaklarının kesinleşmesiyle davalılar adına tescilin yapıldığı; Emine ve Fatma mirasçıları olan davacıların, mirasbırakanları tarafından yapılan temliki işlemin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi, gerek 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı, gerekse 16.03.1990 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere “muris muvazaası, miras bırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz mal hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin B.K’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”

Çekişmeli taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydı, tapulama esnasında murisler Fatma ve Emine’nin muvafakat beyanıyla oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olması sebebi ile geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Hemen belirtilmelidir ki, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi şekilde yapılması Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanununun (TBK) 237. ve Tapu Kanununun 26.maddesi hükmü gereğidir. Ne var ki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddesi, gerekse 09 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-a maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle T.M.K’nun 706 ve TBK’nun 237.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatini bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanına eşdeğer olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.

Öte yandan, H.G.K.’nun 29.11.2006 günlü 2006/1-734 Esas, 2006/761 Karar sayılı yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (Y.H.G.K’nun) 16.06.2010 günlü 2010//1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı içtihatlarında “Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir.

Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir.”denilmektedir.

Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu içtihadı birleştirme kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması yada yukarıda tarih ve sayısı yazılı Y.H.G.K. Kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğuran Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.

Somut olayda, ortak miras bırakan Emine ve davacılar murisi Fatma davaya konu taşınmazların öncesini teşkil eden taşınmazlardaki miras paylarını haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbite muvafakat ettiklerini beyan etmişlerdir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne, Y.H.G.K.nun yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre, kadastro tutanağına karşı yapılan işlemlerin 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalmadığı söylenemez.

Hal böyle olunca, davacıların mirasbırakanları Emine ve Fatma’nın, tapulama tespitinde taşınmazları haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbitine muvafakat ettiklerini beyan etmek suretiyle yaptıkları işlemin, 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.07.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KADASTRO ESNASINDA VERİLEN MUVAFAKAT BEYANI- MURİS MUVAZAASI- MAL KAÇIRMA-TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI,

T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS:1992/2897
KARAR:1994/6380
TARİH:14.05.1994

İlgili Kanunlar:

BORÇLAR KANUNU md.18,
TAPU KANUNU md.26,
3402 SY. KADASTRO KANUNU md.13

TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI,
MURİS MUVAZAASI,
MUVAZAA,
MAL KAÇIRMA

Yanlar arasında görülen Tapu iptali ve Tescil davası sonunda yerel mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar yasal süre içerisinde davalı vekili tarafından duruşma isteğiyle temyiz edilmekle, duruşma isteği değer yönünden reddedilerek dosya incelendigereği görüşülüp düşünüldü:

Dava,B.K’nun 18. maddesinden kaynaklanan muvazaa hukuksal nedenine dayalı Tapu iptal ve Tescil isteğine ilişkindir.

Çekişmeli taşınmazlara ait davalı adına olan tapular asıl kayıt sahibi müşterek miras bırakanın Tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahdında tapulama tutanağına alınan bu yerlerin davalı adına tesbitine muvafakat beyanı nedeniyle oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olup kendilerinden mal kaçırmak amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalı üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olduğu cihetle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek iptal istemişlerdir.

Gerçekten tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması M.K’nun 634.B.K’nun 2l3 ve Tapu kanununun 26.maddesi hükümleri gereğidir. Nevarki,gerek dava konusu taşınmazların tapulama tesbitlerinin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 766 sayılı tapulama yasasının 32/B maddesinde, gerekse 9.Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Yasasının 13/B. maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle M.K’nun 634 ve M.K’nun 213. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında Kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının zilyedi adına tesbit ve tesciline, muvafakatının bildirilmesi, mülkiyetin zilyed adına geçirilip, onun üzerine tesbitin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla, kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyed adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi yada başka bir nedene dayanılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir. Öte yandan, çekişmeli taşınmazlardan 37 ve 111 parsellerin öncesi tapusuzdur.

Tapusuz taşınmazlar üzerindeki zilyedlikten ibaret hakkın devrine ilişkin sözleşmeler ise, hiç bir şekil şartına bağlı olmadığından geçerlidir. Teslim ile mülkiyet alıcısına geçer. Hal böyle olunca, Mahkemece çekişmeli taşınmazlara ait davalı üzerine oluşan sicillerin dayanağı bağış akdinin gerekli biçim koşulunu da taşıdığı cihetle geçerli bulunduğu bu yerlerdeki mülkiyetin davalıya geçtiği gözetilerek davanın reddi gerekirken muvazaanın varlığından söz edilerek, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru olmadığı gibi, kabule göre de davalı üzerinde kayıtlı olmayan 63 parsele ilişkin iptal kararı verilmesi de isabetsizdir.

SONUÇ: Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü H.U.M.K’nun 428ci maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 14.5.1994 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI SONUCU ÖLÜM- DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI- DESTEK SÜRE VE PAYLARI- CENAZE DEFİN GİDERLERİ

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/4246
KARAR NO : 2018/12791

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 02/07/2015
NUMARASI : 2013/73-2015/525
DAVACILAR : 1-Cuma Ö.
2-Leyla Ö.
3-Mülkiye Ö.
4-Yusuf Ö.
5-Yakup Ö.
VEKİLLERİ : Av. Selim Hartavi
DAVALILAR : 1-A. A.m Türk Sigorta A.Ş.
2-Ahmet D.

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili ve davalı A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili dava dilekçesinde, 30.11.2011 tarihinde sürücü Ahmet D. sevk ve idaresindeki 63 ZH 904 plakalı aracın davacıların murisi yaya Sakine Ö.’e çarparak ölümüne neden olduğunu, Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılınca yapılan soruşturmada aldırılan bilirkişi raporunda sürücü Ahmet D.’e atfı kabil kusur bulunmadığının belirtilmiş olmasına rağmen Savcılık tarafından kamu davası açıldığını, davacılar murisin anne ve babası Leyla ve Cuma Ö.’in destekten yoksun kaldığını beyanla, belirsiz alacak davası kapsamında davacılar anne ve baba için 500,00’er TL destekten yoksun kalma tazminatı ile 200,00TL defin masrafı olmak üzere toplam 1.200,00 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen ayrıca, davacıların tamamı yönünden yargılamanın son aşamasında belirlenecek manevi tazminatın davalı araç işleteni ve sürücüsünden kaza/dava tarihlerinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Sigorta vekili cevap dilekçesinde, davanın reddine karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı Ahmet D. davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre davanın kabulü ile 3.287,94 TL destekten yoksun kalma tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tashili ile davacı Leyla Ö.’e verilmesine, 12.567,20 TL destekten yoksun kalma tazminatının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacı Cuma Ö.’e verilmesine, 1.500,00 TL defin masrafının davalıdan alınarak dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davacılara verilmesine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili ve davalı A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin (4) nolu, davalı A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekilinin ise (2), (3), (4) ve (5) nolu bentlerin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, trafik kazası sonucunda ölüm nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

1982 T.C. Anayasası’nın 26. ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27.maddesi uyarınca, taraflar dinlenmeden iddia ve savunmalarını beyan etmeleri için davet edilmeden hüküm verilemez.

Yine HMK’nın 280. maddesi hükmüne göre; “Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir.” Bilirkişi rapor örneğinin taraflarca okunup değerlendirilebilmesi, varsa itirazlarını dile getirebilmeleri ya da belirsizlik gösteren hususlar hakkında açıklama yapılmasını temin amacıyla veya yeni bilirkişi incelemesini talep edebilmeleri için taraflara tebliğ edilmesi zorunluluğu öngörülmüştür. Aynı yasanın 281. maddesinde bilirkişi raporunun taraflara tebliğinden itibaren iki hafta içinde beyanda bulunmaları gerektiği düzenlenmiştir.

Somut olayda mahkemece hükme esas alınan 17/12/2014 tarihli kusur raporu mahkemece davalılar Ahmet D. ve A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekiline tebliğ edilmemiş olup, Anayasa ve HMK ile koruma altına alınan hukuki dinlenilme ve savunma hakkı kısıtlanarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

3-1086 sayılı HUMK’nın 388. ve 389. maddeleri ile 6100 sayılı HMK’nın karşılık 297/1-2. maddeleri uyarınca, mahkeme kararında; hüküm sonucunun, taraflara yükletilen hak ve sorumlulukların şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde ayrı ayrı ve açıkça gösterilmesi gerekir.

Bu hükümler yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği ve kamu düzeni ile ilgili olup yasanın aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur.

Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimi yapabilmesi için de ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş bir hüküm bulunması gerektiği açıktır. Mahkemece hükmün gerekçesinde davacı Cumali Ö.’in 2.464,29 TL destekten yoksun kalma tazminatı talep hakkının bulunduğu ifade edilmiş olmasına rağmen; kararın hüküm fıkrasında bu davacı yönünden 12.567,20TL destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmiş olması çelişkili olup taraflar yönünden şüphe ve tereddüt uyandıracak nitelikte olduğundan, bu yön yukarıda açıklanan yasa maddelerine açık bir aykırılık oluşturduğundan (10.04.1992 gün, 1991/7 Esas-1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu kararında da belirtildiği üzere) hükmün bozulması gerekmiştir.

4-Dairemizin yerleşik içtihalarına göre; trafik kazası sonucu ölen destek kaza tarihinde 18 yaş altında ise kaza nedeniyle ölmeseydi, 18 yaşına gelmesi ile birlikte gelir elde edeceği, ana ve babasına destek olacağı ancak ileriki yaşlarda desteğin büyüyerek evleneceği ve en az iki çocuğunun olacağı gelirinin bir kısmını ana ve babasına da ayıracağı varsayılır. Bu şartlarda çocuğun gelir elde etmesi ile birlikte evleninceye kadar gelirinin yarısını kendisine ayıracağı yarısını da ana ve babası ile paylaşacağı, ileriki yıllarda evleneceği, evlenmesi ile birlikte pay esasına göre 2 pay desteğe 2 pay eşe, birer pay ana ve babaya verileceği; bir süre sonra ilk çocuğu ve yine bir süre sonra ikinci çocuğu olacağı, çocukların olacağı süreler içinde desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocuklara birer pay ayrılacağı ve ana ve babaya da birer pay ayrılacağı kabul edilir.

Somut olayda; davacıların desteği kızları Sakine kaza tarihinde 6 yaşındadır. Mahkemenin hükme esas aldığı raporda bilirkişi tarafından, desteğin 22 yaşından itibaren ailesine destek olacağının kabulü ile, davacı anne ve babaya evlilik öncesi dönemde %25’er, muris evlendikten sonra %7.5’er ve babanın destekten çıkmasından sonra davacı anneye % 10 pay ayıracağı kabul edilerek hesaplama yapıldığı ve hesaplanan tazminatlar yönünden %10 oranında yetiştirme gideri indirimi uygulandığı görülmektedir.

Trafik kazası sonucu ölen çocuk ölmeseydi ana ve babaya bakması muhtemeldir. Uygulamada çocuğun 18 yaşına gelmesi ile birlikte gelir elde edeceği ana ve babasına destek olacağı varsayılmaktadır. Ancak ileriki yaşlarda çocuğun büyüyerek evleneceği ve en az iki çocuğunun olacağı, gelirinin bir kısmını ana ve babasına da ayıracağı varsayılır. Bu şartlarda çocuğun gelir elde etmesi ile birlikte, evleninceye kadar gelirinin yarısını kendisine ayıracağı yarısını da ana ve babası ile paylaşacağının varsayılması hayatın olağan akışına uygun düşecektir. Ancak çocuk yaşasa idi ileriki yıllarda evlenecektir. Evlenmesi ile birlikte pay esasına göre 2 pay desteğe ayrılacak, 2 pay eşine, birer pay ana ve babaya verilecektir. Destek, ileriki yıllarda evlenmesi ile birlikte bir süre sonra ilk çocuğu ve yine bir süre sonra ikinci çocuğu olacağı varsayılır. Bu nedenle çocukların olacağı süreler içinde desteğe 2 pay, eşe 2 pay, çocuklara birer pay ayrılacak ve ana ve babaya da birer pay verilecektir. Bu durumda ana ve babanın payları 1/8 olacaktır.

Bu halde; desteğin ileride evleneceği kabul edilerek evlenmesinden önceki dönem ile evleneceği kabul edilen yaştan sonraki dönem için belirlenen destek pay oranları yukarıda açıklandığı üzere Dairemiz içtihatlarına uygun olmadığı, yine Daire ilkelerine göre; anne ve baba çalışıyorsa anne ve babadan ayrı ayrı %5’er, anne çalışmıyorsa (dosyada, annenin çalıştığına ilişkin herhangi bir belgeye rastlanılmamıştır) sadece babadan %5 yetiştirme gideri düşülmesi gerekmektedir. Eldeki davada, hükme esas alınan bilirkişi raporu yukarıda bahsi geçen ilkelere aykırı düzenlenmiş olup denetime ve hüküm kurmaya elverişli değildir.

5-Yargıtay’ın yerleşik uygulamaları gereği davalı taraf, meydana gelen trafik kazası sonucu davacıların oluşan gerçek defin gideri zararlarını tazmin ile sorumlu olup, davacı tarafın kendi değerlerine, yerel örf ve adetlerine göre yaptığı özel giderlerden sorumlu değildir. Dosya kapsamında bulunan, belediyenin cevabi yazısında, cenaze ve defin giderlerinin 390,00 TL olduğun bildirilmiştir. Bu bağlamda bilirkişi raporunda yemek giderleri, mevlit gideri v.s. gibi giderler zorunlu olmayan cenaze ve defin gideri de dahil edilerek yapılan hesaplama esas alınarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin (4) nolu, davalı Anadolu Anonim Türk Sigorta A.Ş. vekilinin (2), (3), (4) ve (5) nolu bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının REDDİNE,(4) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin, (2), (3), (4) ve (5) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davalı A. A. Türk Sigorta A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz davacılar ve davalı Anadolu Anonim Türk Sigorta A.Ş’ye geri verilmesine 25/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
A.Ş.Sertkaya B.Demirel B.Aydın K.Özerdoğan M.Erol

Karşılaştırıldı.
S.İ. S.A.

İŞYERİNDE KAVGA – EŞİT DAVRANMA İLKESİ- KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ALACAKLARI

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2011/5941
KARAR:2013/11521

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin ücreti ile fazla çalışma ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş sözleşmesinin kavga gerekçesiyle işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatı ile izin ücreti ve fazla çalışma ücreti alacaklarını istemiştir.

B) Davalıların Cevabının Özeti:
Davalılar vekili, davacının işyerinde ve mesai saatinde, işyerinde çalışan diğer üç işçi ile kavga ettiğini, kavgayı başlatanın davacı olduğunu, iş akdinin bu kavga nedeniyle haklı olarak feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı davacı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar arasındaki uyuşmazlık, iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı bir sebeple feshedilip edilmediği, işverenin eşit davranma borcuna aykırı davranıp davranmadığı ve bu bağlamda davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmeyip, eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir.

“Eşitlik İlkesi” en temel anlamda T.C. Anayasasının 10 uncu ve 55 inci maddelerinde ifade edilmiş, 10 uncu maddede “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” kuralına yer verilmiştir. 55 inci maddenin kenar başlığı ise “Ücrette Adalet Sağlanması” şeklindedir.

Bundan başka eşit davranma ilkesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Ekonomik Topluluğu Andlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınmıştır.

İstihdam ve Meslek Konularında Kadın ve Erkeğe Eşit Muamele ve Fırsat Eşitliği İlkesinin Uygulanmasına Dair 5 Temmuz 2006 tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin 2006/54/EC Sayılı Direktifinin “Analık (Doğum) İzninden Dönüş” başlıklı 15 inci maddesinde, “doğum iznindeki bir kadının, doğum izninin bitiminden sonra işine veya eşdeğer bir pozisyona kendisi için daha dezavantajlı olmayan koşul ve şartlarda geri dönmeye ve çalışma koşullarında yokluğu sırasında yararlanmış olacağı her türlü iyileştirmeden yararlanmaya hakkı vardır” şeklinde kurala yer verilerek, doğum iznini kullanan kadın işçi yönünden işverenin eşit davranma borcuna vurgu yapılmıştır.
4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna karşın eşitlik ilkesini düzenleyen 5 inci maddede, her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. Belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiştir. Dairemiz kararlarında “ esaslı nedenler olmadıkça” ve “biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça” bu yükümlülüğün bulunmadığı vurgulanmıştır (Yargıtay 9.HD. 25.7.2008 gün 2008/ 27310 E, 2008/ 22095 K.).
İşverence, işçiler arasında farklı uygulamaya gidilmesi yönünden nesnel nedenlerin varlığı halinde eşit işlem borcuna aykırılıktan söz edilemez( Yargıtay 9.HD. 2.12.2009 gün, 2009/33837 E, 2009/ 32939 K).
4857 sayılı Yasanın 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. Eşit davranma ilkesinin uygulanabilmesi için aynı işyerinin işçileri olma, işyerinde topluluk bulunması, kolektif uygulamanın varlığı, zamanda birlik ve iş sözleşmesiyle çalışmak koşulları gerekmektedir.
Yasanın 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında tam süreli – kısmî süreli işçi ile belirli süreli – belirsiz süreli işçi arasında farklı işlem yapma yasağı öngörülmüş, üçüncü fıkrada ise cinsiyet ve gebelik sebebiyle ayrım yasağı düzenlenmiş ve bu durumda olan işçiler bakımından iş sözleşmesinin sona ermesinde de işverenin eşit davranma borcu vurgulanmıştır. Bununla birlikte, işverenin işin niteliği ile biyolojik nedenlerle faklı davranabileceği bahsi geçen hükümde açıklanmıştır.

Yine değinilen maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında, işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yapamayacağından söz edilmektedir. Burada sözü edilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim v.b. ödemleri de kapsadığı açıktır.

Bundan başka 4857 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sözü edilen sendikal nedenlere dayalı ayrım yasağı da mutlak ayrım yasağı kapsamında değerlendirilmelidir. Yasanın 5 inci maddesiyle 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan haller sınırlayıcı olarak düzenlenmiş değildir. İşçinin işyerinde olumsuzluklara yol açmayan cinsel tercihi sebebiyle ayrım yasağı da buna eklenebilir. Yine siyasî sebepler ve dünya görüşü gibi unsurları esas alan bir ayrımcılık da korunmamalıdır.

İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı değinilen Yasanın 5 inci maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkânı bulunmaktadır. Söz konusu fıkra metni emredici nitelikte olduğundan, anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Geçersizlik nedeniyle ortaya çıkan kural boşluğu eşit davranma ilkesinin gereklerine uygun olarak doldurulmalıdır.

Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte, anılan maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemeye göre işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksi işveren tarafından ispatlanmalıdır.

Somut olayda, davacı işçi ile aynı işyerinde çalışan üç işçinin mesai saatleri içerisinde ve işyerinde kavga ettikleri ve kavgada üç işçinin davacı işçiyi dövdükleri (kasten yaraladıkları) tanık beyanları ve dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır. Yine tanık beyanlarından, davacı işçinin diğer üç işçiden birine küfretmek suretiyle kavgayı başlattığı sabittir.

Bu kavga nedeniyle davacı işçinin iş akdi işveren tarafından feshedilmiştir. Ancak kavgaya karışan diğer üç işçinin iş akitleri feshedilmemiştir.

Mahkeme “Dosyada toplanan delillere göre davacının davalı iş yerinde çalışırken aynı iş yerinde çalışan mesai arkadaşlarına küfür etmek suretiyle kavganın başlamasına sebebiyet verdiği ve bu olay nedeniyle işçilerin birbirlerini darp ettikleri davacının bu nedenle iş yerinden çıkarıldığı ve bu çıkarma işleminin iş kanunu hükümlerine göre işverene haklı nedenle fesih yetkisi verdiği anlaşıldığından…” gerekçesiyle davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar vermiştir.

Öncelikle davacı işçinin, diğer işçilerden birine küfretmesi küfredilen işçi ve arkadaşlarına davacı işçiyi dövme (kasten yaralama) hak ve yetkisi vermez. Davacı işçinin, diğerlerine küfretmesi eylemi suç oluşturmakta ise de diğer işçilerin davacı işçiyi kasten yaralamaları da suç oluşturmaktadır.

Ayrıca yukarıda yazılı ilke karamızda da açıkça belirtildiği üzere eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bu bağlamda, her ne kadar kavgayı başlatan ve kavganın tarafı olan davacı işçinin bu eylemi işverene iş akdini haklı olarak feshetme hak ve yetkisi verse de işveren bu hakkını eşit davranma borcuna aykırı şekilde kullanamayacaktır. Bir başka anlatımla, işveren tarafından sadece davacı işçinin iş akdinin feshedilmesi, diğer üç işçinin iş akitlerinin feshedilmemesi işverenin eşit davranma borcuna aykırı olup işveren tarafından gerçekleştirilen feshi haksız hale getirecektir. Bu nedenle, iş akdi işveren tarafından haksız olarak feshedilen davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin kabulüne karar vermek gerekirken taleplerin reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 10/04/2013 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillere kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanması gerektiğini düşündüğümden sayın çoğunluğun bozma düşüncesine katılmıyorum. 10.04.201

KAVGADA İLK SALDIRAN İŞÇİNİN KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ÖDENMEDEN İŞTEN ÇIKARMA

T.C
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/23468
KARAR:2018/20721

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili; davacının davalı işyerinde 28.01.2008-14.02.2014 tarihleri arasında garson olarak çalıştığını, davacının en son aylık ücretinin net 1.050 TL. olduğunu, iş akdinin davalı tarafından haksız olarak feshedildiğini iddia ederek; kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili; davacının 28.01.2008 tarihinde çalışmaya başladığını, 13.02.2014 tarihinde sosyal tesislerdeki kafeteryada personel ve müşterilerin hazır oldukları sırada diğer garson …’na darp amaçlı saldırdığını, görevlilerin durumu tutanakla tespit ettiklerini, davacının savunmasının alındığını ve davalı kooperatif yönetim kurulunun toplanarak davacının iş akdini İş Kanunu’nun 25/II maddesine göre haklı sebeple sona erdirdiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Dosyadaki bilgi ve belgelerden; olay tarihinde davacının işyeri arkadaşlarından … ile adisyon fişi nedeniyle tartıştığı, tartışmanın devamında barın arkasında bulunan …’na vurmak için barın üzerinden zıplamaya çalıştığı, ancak bunu gerçekleştiremediği, devamında da normal girişinden bara girerek …’na saldırdığı, kavgayı başlatanın ve ilk saldırıp, vuranın davacı olduğu anlaşılmaktadır.

Kavgayı başlatan ile saldırıya maruz kaldığı için kendini savunmaya çalışan işçilere fesih bakımından farklı davranılması, yani kavgayı başlatanın işten çıkartılıp diğerinin çıkartılmaması, durumları aynı olmadığı için eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmez.

Davalı işverenin davacı işçiyi başka bir işçiye saldırması nedeniyle iş akdini feshi 4857 sayılı Yasa’nın 25/2-d maddesi uyarınca haklı olduğundan, davacının kıdem ve ihbar tazminatları taleplerinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulü hatalıdır.

F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 15.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE KAVGA – İŞ SÖZLEŞMESİNİN HAKLI NEDENLE FESHİ- İŞÇİLİK ALACAKLARI

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS:2015/2677
KARAR:2018/1954

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 4. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.02.2013 tarihli ve 2011/618 E., 2013/100 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 15.10.2014 tarihli ve 2014/20066 E., 2014/27916 K. sayılı kararı ile:

“…Davacı vekili, müvekkili işçinin iş sözleşmesinin haklı sebep olmadan işverence feshedildiğini, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedildiğini bu sebeple dava konusu alacaklara hak kazanılmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Taraflar arasında, davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına hak kazanıp kazanmadığı noktasında uyuşmazlık vardır.

Somut olayda, davalı işyerinde montaj ustası olarak çalışan davacının iş sözleşmesi 03.05.2011 de şirket çalışanına fiili ve sözlü saldırıda bulunması sebebiyle uyarıldığı halde yine aynı kişiye karşı eylemlerini tekrar ettiği gerekçesiyle haklı sebeple feshedilmiştir. Davacı savunmasında, davalı işyerinde çalışan…’ın çalıştığı tarafa daldığını bu esnada…’ın kendisine kafa sallayarak ağzını kıpırdattığını gördüğünü kendisinin…’ın yanına giderek küfür edip etmediğini sorduğunu onunda nasıl kabul ediyorsan dediğini birbirlerinin üstüne gittiklerini beyan etmiştir. Davalı işyerinde çalışanlar tarafından düzenlenen tutanak ile davacının, diğer işçinin çalışma bölgesine giderek işçiyi kışkırttığı ve olayın kavgaya dönüştüğü belirtilmiştir. Davacı şahitlerinin görgüye dayalı bilgisi bulunmamaktadır. Dinlenen davalı şahidi Rıdvan Mert, davacının eksik çay verilmesi sebebi ile başka çalışana bağırdığını,…’ın da davacının bağırmamasını istediğini, davacının…’ın çalıştığı bölüme geldiğini ve ona küfür ettiğini daha sonra karşılıklı küfürleşmeler olduğunu bu olaydan bir ay sonra taraflar arasında yine tartışma olduğunu ancak tartışmanın sebebini ve kimin başlattığını bilmediğini bildirmiş, diğer davalı tanığı … ise, davacı ile aralarında birden fazla tartışma olduğunu, ilk olarak izinden döndüğünde davacının kendisinden izin almadan izne gitmesi sebebiyle küfür ettiğini, daha sonra davacının çaycıya kızması sebebi ile araya girdiğini kendisine karışmamasını söylediğini, en son olarak karşılıklı bakışmalar sonucunda davacının kendisinin yanına gelerek “birşey mi söylüyorsun, birşey mi oldu” diye sorduğunda kendisinin “ne anladıysan o” şeklinde cevap verdiğini bunun üzerine sen bana küfür ettiysen diyerek küfür etmeye başladığını beyan etmiştir.

Dosya kapsamına ve özellikle işyeri tutanaklarıyla inandırıcı ve samimi görülen davalı şahit beyanlarına göre, davacının çalışma bölgesini terk edip dava dışı işçinin yanına giderek tartışmayı başlattığı, davacı ile dava dışı işçinin kavga ettiği, davacının ve kavgaya taraf olan dava dışı işçinin yazılı savunmalarında bu durumu kabul ettikleri anlaşılmıştır. Hal böyle olunca davacının işverenin diğer işçisine sataştığı ve feshin haklı sebebe dayandığı kabul edilmelidir. Bu sebeple kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı vekili, müvekkiline işi bırakması için psikolojik baskı uygulandığını, aynı iş yerinde çalışan … ile bakışmış olmasının işten çıkarma sebebi sayıldığını, davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatlarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının 19.08.2011 tarihinde … isimli işçiyi sözlü ve fiili olarak taciz ettiğini, her iki işçinin savunmalarında bu hususu doğruladıklarını, davacı işçinin daha önce de diğer işçilerle kavgaya varan tartışmaları olması sebebiyle müvekkili tarafından sözlü olarak uyarıldığını, benzer davranışlarında ısrar ettiğini, iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesi uyarınca haklı nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece yargılama aşamasında dinlenen davacı tanıklarının tartışma ve kavga konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olmadıkları, davalı tanığı …’in ise davacı ile… isimli çalışanın eksik çay verilmesi ile ilgili olarak tartışıp-küfürleştikleri ancak kavga ve vurma olmadan araya girip tarafları ayırıp barıştırdıkları, yaklaşık 1 ay kadar sonra davacı ile…’ın yeni bir tartışması olduğu, tartışmanın neden kaynaklandığını ve kimin başlattığını bilmediği yönündeki beyanı da dikkate alındığında, dosyaya sunulan tutanağın davalı iş yeri yetkililerince yazılıp olay hakkında görgüye dayalı bilgisi olup olmadığına bakılmaksızın çalışanlara imzalatıldığı, bu tutanağa ve özellikle davacı ile tartışma yaşayan, davalı tanığı sıfatı ile dinlenen …’in beyanlarına itibar edilmediği, sözleşmenin ihbar ve kıdem tazminatları ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona erdirdiğinin ispatının davalı işverene ait olduğu, taraflar arasındaki iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedene olmaksızın feshedildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece tüm dosya kapsamından, ilk hareketin davacıdan gelmediği, Yargıtay kararı ile de kabul edildiği üzere davacının “bir şey mi söylüyorsun, bir şey mi oldu” şeklindeki hakaret ve sataşma içermeyen sözler söylemesi üzerine …’in “ne anladıysan o” şeklinde cevap vermek sureti ile kışkırtıcı şekilde davrandığı, tanık beyanlarından tartışmayı kimin başlattığı hususunun açıklığa kavuşturulamadığı, halen işyerinde çalışan ve olayda taraf olan davalı tanığı …’in beyanı doğrultusunda davacının kusurlu hareketinin sataşma şeklinde değerlendirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğu, kaldı ki, diğer davalı tanığının olayın ne şekilde meydana geldiğine dair görgüye dayalı bilgisinin olmadığı, davacının davalı iş yerinde 4 yıllık çalışmasının bulunduğu ve bu çalışma süresi boyunca davacı hakkında tutulan başkaca bir tutanak veya işveren tarafından davacıya uygulanan bir müeyyide olmadığı, davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğinin ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedenle feshedilip feshedilmediği, burada varılacak sonuca göre davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

İş sözleşmesini sona erdiren en önemli sebeplerden biri fesihtir. Fesih, sürekli (belirli ya da belirsiz süreli) bir iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, tek taraflı ve karşı tarafa ulaşması gerekli bozucu yenilik doğuran bir haktır. Dolayısıyla fesih karşı tarafa ulaştığı andan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuran, karşı tarafın kabulünü gerektirmeyen bir irade açıklamasıdır (Senyen Kaplan, E. Tuncay: Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Haksız Feshinin Hüküm ve Sonuçları, Sicil İş Hukuku Dergisi, Yıl 2016, Sayı 36, s. 23).

İş sözleşmesi işçi ile işveren arasında kurulan ve her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olup, işçi ile işveren arasında karşılıklı güvene dayanan kişisel ve sürekli bir ilişki yaratır. Bu nedenle işçi veya işveren taraflarından birinin davranışı ile bu güveni sarsması hâlinde güveni sarsılan tarafın objektif iyi niyet kurallarına göre artık bu ilişkiyi sürdürmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlarda iş sözleşmesi ile bağlı kalamayacağı gerçeğinden hareket eden kanun koyucu, yaptığı düzenleme ile taraflara iş sözleşmesini haklı nedenle tazminatsız fesih hakkı tanımıştır.

Hukukumuzda “olağanüstü fesih”, “bildirimsiz fesih”, “süresiz fesih”, “önelsiz fesih”, “derhal fesih”, “muhik sebeple fesih” gibi terimlerle ifade edilen haklı nedenle fesih Türk Borçlar K. md. 435, İş K. md. 24 ve 25; Deniz İş K. md. 14, 16; Basın İş K. md. 11’de düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, haklı nedenle fesih kanunla tanınmış bir haktır. Bir tarafın işte bu haklı nedenle fesih hakkına dayanarak, karşı tarafa yöneltilmesi gereken irade beyanıyla iş sözleşmesine geçmişe etkili olmaksızın derhal son vermesi, haklı nedenle fesih olarak tanımlanmaktadır. Bu itibarla İş Kanunu, haklı nedenle fesih hakkını “Haklı nedenle derhal fesih” başlığı altında düzenlemektedir (Mollamahmutoğlu, H./ Astarlı, M. / Baysal, U.: İş Hukuku Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 6. Bası, Ankara 2014, s. 794).

4857 sayılı İş Kanunu’nun 25’inci maddesinin II’nci bendinde, ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan hâller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığında işverenin haklı fesih imkânının olduğu açıklanmıştır. Yine aynı maddenin II. bendinin (d) alt bendinde, işçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşmasının işverene haklı fesih imkânı verdiği ifade edilmiştir.

Görüldüğü üzere Kanundaki hâller sınırlı sayıda olmayıp, genel olarak işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan söz ve davranışları işverene fesih imkânı tanımaktadır. Kanuna göre sataşma, sadakat borcuna aykırılığın özel bir hâli olarak kabul edilmektedir. Sataşma söz veya fiili tecavüz anlamına gelen bir harekettir. Diğer taraftan sataşmanın varlığı için söylenen söz ya da yapılan davranışın suç teşkil etmesine gerek bulunmamakla birlikte söz ve fiilin değerlendirilmesi ceza kanunları kapsamında değil, İş Kanunu ve iş hukukunun kendine özgü kural ve prensipleri çerçevesinde daha geniş bir perspektifte ele alınmalıdır.

Sataşma niteliğindeki söz ve davranışlar neticesinde işverene haklı nedenle fesih imkânı tanıyan kanun koyucunun esasen iş yerindeki çalışma düzeni ve iş disiplinini koruma amacı güttüğü ise kuşkusuzdur.

Diğer taraftan kavgaya sebebiyet veren davranış diğer işçiden kaynaklanmış olsa ve olaya diğer işçinin tahriki neden olmuş olsa dahi yaşanan kavga olayı iş yerinde olumsuzluklara sebep olacaktır. Bu durumda karşılık vererek iş yerinde olumsuzluğa yol açan işçinin de iş sözleşmesinin feshinin haklı değil ise de geçerli nedene dayandığının kabulü gerekecektir. Bununla birlikte etkili eyleme uğrayan işçinin kendini sınırlı olarak yani amaç dışına çıkmadan karşı tarafı etkisizleştirmeye yönelik davranışlarının ise yasal olduğu bu hâllerde işveren için haklı fesih sebebinin gerçekleşmeyeceği açıktır.

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 04.04.2018 tarihli ve 2015/9-3165 E., 2018/676 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Somut olayın özelliği gözetildiğinde işverenin eşit işlem yapma borcuna da değinmek gerekmektedir.

Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup iş hukuku bakımından işverene iş yerinde çalışan işçilere eşit davranma, eşit değerdeki işlerde çalışan işçilere eşit çalışma koşullarını uygulama yükümlülüğünü ifade eden çağdaş iş hukukunun tanıdığı ve genellikle hakkaniyet esasına dayandırılan bir borçtur (Çelik, N.: İş Hukuku Dersleri, İstanbul 2009, 22. Bası, s. 177).

Eşitlik ilkesi Anayasa’nın 10’uncu maddesinde genel olarak düzenlenmiştir. Adı geçen maddenin birinci fıkrasına göre, “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”.

Aynı şekilde 07.05.2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla Anayasa’nın 10’uncu maddesine eklenen ikinci fıkrada da “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmüne yer verilmiştir.

Bu Anayasal ilke iş hukukunda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5’nci maddesinde ifadesini bulmaktadır.

4857 sayılı Kanunun “Eşit davranma ilkesi” başlıklı 5’nci maddesinde; “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.

İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.

İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz.

Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz.

İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz.

İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31’inci maddesi hükümleri saklıdır.

20’nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Eşit işlem yapma borcu, kural olarak iş ilişkisi kurulduktan sonra ortaya çıkan ve işvereni keyfi uygulamalar yapmaktan alıkoyan bir borçtur (Yıldız, Gaye B.: İşverenin Eşit İşlem Yapma Borcu, Ankara 2008, s. 68).

Buna göre işveren kural olarak iş yerinde çalışan işçilere eşit işlem yapmak, eşit çalışma koşullarını uygulamak zorundadır. İşveren, haklı bir neden olmadıkça farklı davranmama, sosyal yardım ve parasal menfaatlerden eşit olarak yararlandırma borcu altında olup kamu düzenine ilişkin eşit işlem borcunun resen gözetilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.

Ancak eşit işlem borcu, işverenin tüm işçilere mutlak bir biçimde eşit davranacağı anlamına gelmez.

Farklı çalışma koşullarına tabi işçiler için eşitlik ilkesinden söz edilemez. Bu durumdaki işçiler arasında ayırım yapılabilir. Ancak bunun yapılan işin niteliğine, objektif ölçülere uygun olması gerekir (Çelik, s. 179).

Eşit davranma yükümlülüğü aynı nitelikte işçiler için söz konusudur. İşveren gerek işçinin yaptığı iş, uzmanlığı, öğrenimi, kıdemi gibi objektif nedenlere, gerek çalışkanlık, yetenek, liyakat gibi subjektif nedenlere dayanarak farklı çalışma koşulları yaratabilir

Somut uyuşmazlıkta Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre 05.06.2007 tarihinden itibaren davalı iş yerinde montaj ustası olarak çalışan davacı işçinin iş sözleşmesi, 23.08.2011 tarihli fesih bildirimi ile 03.05.2011 tarihinde … isimli işçiye fiili ve sözlü saldırıda bulunması nedeniyle sözlü olarak uyarıldığı, savunmasında da kabul ettiği üzere aynı davranışı tekrarladığı belirtilerek 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesine istinaden feshedilmiştir.
Dosya içeriğinde mevcut, tarih yer almayan ve davalı tanığı … ile diğer altı çalışanın imzasının bulunduğu tutanakta, davacının, …’in çalışma bölgesine giderek onu kışkırttığı, bunun sonucunda olayın kavgaya dönüştüğü, 03.05.2011 tarihinde de benzer bir olayın yaşandığı, davacının sözlü olarak uyarıldığı, 03.05.2011 tarihinden itibaren davacının diğer çalışanlara yönelik benzer davranışlarda bulunduğu, iş yeri düzenine aykırı davranarak iş yeri disiplinini ihlal ettiği belirtilmiştir.

Davacı işçi 19.08.2011 tarihli savunmasında, kendisine kafa sallayan diğer işçi…’ın yanına giderek…’a “bana küfür mü ediyorsun” dediğini,…’ın da kendisine “ne bakıyon len öyle” dediğini, tekrar “sen bana küfür mü ediyon” şeklinde karşılık verdiğinde…’ın “nasıl kabul ediyorsan öyle” dediğini, kendisinin “bende sana iade ederim” şeklinde cevap verdiğini, daha sonra…’ın üzerine geldiğini, kendisinin de onun üstüne gittiğini ve arkadaşlarının ayırdığını beyan etmiştir.

Yargılamada dinlenilen davacı tanıkları görgüye dayalı bilgi sahibi değildir. Davalı vekili delil olarak iki tanık ismi bildirmiş, davalı tanıklarından …. da olay esnasında uzakta olduğunu, tam olarak tartışmanın neden kaynaklandığını ve kimin başlattığını görmediğini beyan etmiştir. Diğer davalı tanığı ve olayın tarafı olan … ise olay esnasında karşılıklı bakışmaların olduğunu, bu bakışmalar sonrasında davacının yanında gelerek “bir şey mi söylemek istiyorsun, bir şey mi oldu” diyerek sorduğunu, kendisinin de “ne anladınsa o” diye cevap verdiğini, bunun üzerine davacının “sen bana küfür ettiysen” diyerek küfür etmeye başladığını, kavga olayı olmadan etraftakilerin ayırdığını beyan etmiştir.

Davalı işverence başkaca delil ibraz edilmemiştir.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında, davalı işverence feshin haklı olduğunu kanıtlamak için sadece iki tanık ismi bildirildiği, tanıklardan ….’ın tutanak tanığı olsa da tartışmayı kimin başlattığını görmediğini beyan ettiği, olaya dair düzenlenen tutanakta imzası yer alan diğer işçilerin tanık olarak bildirilmediği, ayrıca diğer davalı tanığı…’ın da olayın tarafı olan diğer işçi olduğu hususları gözetildiğinde, davacı işçinin sataşma eyleminin kanıtlanamadığı ve işverence gerçekleştirilen feshin haksız olduğu açıktır.

Diğer taraftan, somut uyuşmazlıkta davacı işçi ile dava dışı … arasında meydana gelen tartışmada, işveren vekili konumunda olan davacının, daha önce izin konusunda tartıştığı …’in vücut hareketleri nedeni ile “bana küfür mü ediyorsun” şeklindeki sorusuna …’in “ne anladıysan o” şeklinde cevap verdiği, bu durumda ilk hareketin iş sözleşmesi feshedilmeyen diğer işçiden geldiği anlaşılmaktadır. Bir an için ilk hareketin kimden geldiğinin belli olmadığı kabul edilse bile, davalı işveren tarafından işveren vekili adına hareket eden davacı işçinin iş sözleşmesinin feshedilmesi, işverenin eşit işlem yapma borcuna aykırılık teşkil etmektedir. İşverenin eşit işlem yapma borcuna aykırı davranması da feshi haksız kılar.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda, davacı işçinin iş yerinde çalışan diğer işçiye karşı sataşma eyleminin sabit olduğu, ilk hareketin davacıdan geldiği, olayın diğer tarafı olan işçinin davacıya karşı haksız bir eyleminin bulunmadığı, dosya içerisinde bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafından davacının şikâyeti doğrultusunda yapılan inceleme sonucunda davacıya yapılan bildirimde, davalı işveren tarafından yapılan feshin yerinde olduğu, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının bulunmadığı hususlarının belirtildiği, bu nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerindedir.

Ne var ki, hüküm altına alınan alacak miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin hüküm altına alınan alacak miktarlarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.12.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Dava konusu uyuşmazlık davalı iş yeri çalışanları olan davacı ile dava dışı… arasındaki tartışma ve hakaret olayı nedeniyle davalı işveren tarafından yapılan feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığına ilişkindir.

Davacı, dava dilekçesinde, davalı işverence davacıya işi bıraktırmak için daha önceden psikolojik baskı uygulandığını, 22.08.2011 günü ortada hiçbir neden olmadığı halde aynı işyerinde çalışan… ile sadece karşılıklı bakışmış olmak işten çıkarma sebebi sayılıp “bir daha işe gelme işten çıkarıldın” denilerek eve gönderildiğini iddia ederek, dava konusu işçilik alacaklarını talep etmiştir.

Mahkemece, sözleşmenin kıdem ve ihbar tazminatı gerektirmeyecek şekilde sona erdiğinin ispatının işveren üzerinde olduğu, dosyaya sunulan tutanağın işyeri yetkililerince yazılıp olay hakkında görgüye dayalı bilgisi olsun olmasın çalışanlara imzalatıldığı, olayın tarafı olan…’ın beyanlarına itibar edilmediği gerekçeleriyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, dosya kapsamına ve özellikle işyeri tutanaklarıyla inandırıcı ve samimi görülen davalı şahit beyanlarına göre davacının çalışma bölgesini terkedip dava dışı işçi…’ın yanına giderek tartışmayı başlattığı, davacıyla dava dışı işçinin kavga ettiği, davacının ve kavgaya taraf olan dava dışı işçinin yazılı savunmalarında bu durumu kabul ettikleri, bu nedenle işveren feshinin haklı nedene dayandığı, davacı tarafın kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olduğu gerekçesiyle Mahkeme kararı bozulmuştur.

Mahkemece önceki gerekçelerle ve gerekçesi de genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Dava konusu olayla ilgili olarak davacı iş yerine verdiği yazılı savunmasında “19.08.2011 tarihinde çalıştığım masada…’ın çalıştığı tarafa dalmışım ve bir baktım… bana kafa sallıyor ağzını da kıpırdatıyordu içime sinmedi gittim…’a dedim ki, bana küfür mü ediyorsun,… dedi ki ne bakıyon lan öyle, ben dalmışım dedim, sen bana küfür mü ediyon dedim, nasıl kabul ediyorsan öyle dedi ben de sana iade ederim dedim. Ondan sonra o benim üstüme geldi, ben onun üstüne gittim ve arkadaş ayırdı….” olaya karışan… da yazılı beyanında davacının kendisinin çalışma bölgesine gelip kendisine sözlü ve fiili kışkırtıcı ve tahrik edici hareketlerde bulunduğunu, aynı olayın ikince kez tekrar ettiğini belirtmiştir.

Davacının el yazılı savunmaları, hem…’ın ifadesini hem tanıkların ifadelerini hem de işverenin savunmalarını doğrulamaktadır. Davacının delil olarak gösterdiği tanıklar olayla ilgili doğrudan görgüye dayalı bilgi sahibi değillerdir, duyuma dayalı beyanlarda bulunmuşlardır. Tanıklardan Abdullah, davacıya yıldırma politikası uygulandığını ifade etmiş ise de diğer davacı tanığı Ali olayla ilgili görgüye dayalı bilgi sahibi olmadığını ancak iş veren veya işyeri yetililerince davacıya yönelik yapılan her hangi bir baskı olmadığını ifade etmiştir.

Gerek olayla ilgili tutulan tutanak içerikleri, gerek tutanak mümzii beyanları ve olayın muhatabı…’ın beyanları ile bizzat davacının yazılı savunmalarından; davacının diğer işyeri çalışanı…’a küfrettiği, olayı bizzat davacının başlattığı,…’ın herhangi bir şekilde olaya sebebiyet vermediği sabittir. Bölge Çalışma Müdürlüğün’ce olayla ilgili yapılan soruşturma sonucunda, iş akdinin işverence feshinin 25/II-d maddesi gereğince yerinde olduğu, davacının ihbar ve kıdem tazminatı hakkının bulunmadığı tespiti yapılmış ve bu tespit davacıya tebliğ edilmiştir. Bölge Çalışma Müdürlüğü raporları aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir. Davacı taraf delilleriyle bu raporun aksini ispat edememiştir.

Dava konusu olayı başlatanın davacı olması, diğer çalışan…’ın hiçbir şekilde sebebiyet vermemesi nedenleri ile davalı işverenin davacının iş akdini 25/II-d gereği haklı nedenle feshi yerinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken Mahkemece kabulü hatalıdır.

Eşit işlem borcuna aykırılık yönünden ise; davacının hakaretine maruz kalan…’ın davacıya yönelik her hangi bir hakaret ve sataşmasının olmaması, olayı başlatanın davacının oluşu ve…’ın davacının hakaret eylemine sebebiyet vermemiş oluşu nedenleri ile…’ın davalı işverence çalıştırılmaya devam edilmesi eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmemektedir.

Tüm bu nedenlere mahkemenin direnme kararı yerinde olmadığından, bozulması gerekirken Mahkeme kararının onanmasına ilişkin saygıdeğer Yüksek Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunun görüşüne katılmamaktayım.

OLAĞANÜSTÜ KAZANDIRICI ZAMANAŞIMI- TAPU KAYDINDAN MALİKİN KİM OLDUĞU ANLAŞILAMAYAN HUKUKİ NEDENİNE DAYALI OLARAK AÇILAN TAPU İPTALİ VE TESCİL

T.C.
ŞANLIURFA
2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

TÜRK MİLLETİ ADINA

ESAS NO : 2007/544
KARAR NO : 2016/574

DAVACI : MAHİR NECMİ Y.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ –
DAVALI : 1- BELEDİYE BAŞKANLIĞI-Belediye Başkanlığı ŞANLIURFA
DAVALI : 2- MALİYE HAZİNESİ -.Maliye Hazinesi
DAVALI : 3- EYYÜBİYE BELEDİYE BAŞKANLIĞI – Eyyübiye Belediye Başkanlığı, Eyyübiye/ ŞANLIURFA
DAVA : Tapu İptali Ve Tescil (Zilyetliğe Dayalı)
DAVA TARİHİ : 17/05/2007
KARAR TARİHİ : 29/06/2016
GEREKÇELİ KARAR
YAZIM TARİHİ : 30/06/2016
Mahkememizde görülmekte bulunan Tapu İptali Ve Tescil (Zilyetliğe Dayalı) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:Davacı vekili dava dilekçesinde özetle;Şanlıurfa İli Merkez ilçesi Karakoyunlu Mahallesi Sınırlarında tapuda avlulu kargir ev vasıflı 311 ada ve 25 parsel sayılı Süleyman kızı Fatma adına kayıtlı bulunan taşınmaz 1975 yılında bu yana malik sfıtayla davasız ve fasılasız olarak müvekkilinin zilyetliğinde bulunduğunu, müvekkili dava konusu taşınmazı 32 yıllık gibi uzun bir süreden bu yana zilyetliğini malik sıfatıyla çekişmesiz aralıksız sürdürdüğünü, Anılan taşınmaz üzerinde hazinenin belediyenin ve üçüncü şahısların herhangi bir hakkı olmadığını belirterek Şanlıurfa İli Merkez İlçesi Karakoyunlu Mahallesi sınırları tapuda avlulu kargir ev vasıflı 311 ada ve 25 parsel sayılı taşınmazın müvekkili adına tapuya tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Dava dilekçesi davalılara tebliğ edilmiş, davalı Hazine vekilinin sunmuş olduğu 28/06/2012 havale tarihli dilekçesinde; dava konusu taşınmazın maliki olarak gözüken Süleyman kızı Fatma adına olduğunu, Yapılan tespitte bu kişinin bu güne kadar tanınmadığı ve mirasçılarının bulunmadığı, nerede olduğunun tespit edilemediği, herhangi bir intikalin olmadığı anlaşılmış olduğundan bu kişi adına olan davalı yerin yönetiminin kayyım vasıtasıyla yapılabilmesi için MK 427 ve 3561 sayılı yasa hükümleri uyarınca Şanlıurfa Defterdarının kayyım olarak doğrudan atanmasını talep etmiştir.

Dava, TMK’nun 713/2. maddesinde tapu kaydından malikin kim olduğu anlaşılamayan hukuki nedenine dayalı olarak açılan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Şanlıurfa 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/136 esas sayılı dava dosyasının incelenmesinde; davacı Mahir Necmi Y. tarafından davalı Hazine vekiline mirasın Belgesi istemli dava açılmış olduğu, TMK’nın 501 maddesi gereğince hiç mirasçı bırakmadan ölmüş bulunan kişilerin mirasının devlette kalacağını, ölü Süleyman kızı Fatma’nın mirasçılarının tespit edilemediğini bu nedenle davanın reddine karar verilerek yargılamaya devam edilmiş olduğu anlaşılmıştır.

Dava konusu taşınmazın tapu kaydının incelenmesinde; Şanlıurfa İli Merkez Karakoyunlu Mahallesi 311 ada 25 parselde bulunan 205,87 m² yüzölçümlü avlulu kargir ev vasıflı taşınmaz olduğu, tam hissesinin Süleyman kızı Fatma adına kayıtlı olduğu anlaşılmıştır.

Mahkememizce dava konusu taşınmaza ve komşu taşınmazlara ait tapu kaydı, tapulama tutanağı, dayanak belgeleri, birleşik kroki getirtilmiş, Nüfus Müdürlüğü’nden ve Kolluk kuvvetleri aracılığıyla mahallinde gerekli araştırmalar yapılmış, davayla ilgisi bakımından tüm belgeler deliller toplanmış, delillerin yerinde değerlendirilmesi amacıyla mahallinde keşif yapılmış, bilirkişi heyeti tarafından rapor düzenlemiş olup, düzenlenen 30/03/2016 havale tarihli raporda; dava konusu taşınmazın (Kendirci mahallesi Pafta 1009 ada 924 parsel 12 de kayıtlı 259 m² arsa 26/12/2002 tarihinde 11.700,00 TL satıldığı, satış tarihinde birim fiyatı 11.700,00/259=45,17 TL/m²’dir) emsal satış arasında yapılan mukayese ile taşınmazların anları taşınmazın geometrik şekli ve topografik durumu, imar durumu, konumu, yapı özellikleri de göz önüne alınarak, söz konusu emsal satıştan 2 kat daha değerli olduğunun belirtildiği anlaşılmıştır.

Mahkememizce iddia, savunma, tapu kaydı, tapulama tutanağı, bilgi ve belgeler, dayanak kayıtları, yapılan araştırmalar, mahallinde yapılan keşif, keşif sonucu düzenlenen bilirkişi raporu, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Dava TMK’nun 713/2. maddesine dayanan tapu kaydından malikin kim olduğu anlaşılamayan hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Kural olarak tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak kanunun izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda tapulu bir yerin veya tapuda kayıtlı bir payın koşulları oluştuğu taktirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun izin verdiği hallerden biri de TMK’nun 713/2. maddesindeki düzenlemelerdir. Anılan maddede “Aynı koşullar altında maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş, ya da hakkında gaiplik kararı verilmiş bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyeti de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir.” denilmiştir.

Dava konusu somut olayda davacının, Şanlıurfa İli Merkez ilçesi Karakoyunlu Mahallesi Sınırlarında tapuda avlulu kargir ev vasıflı 311 ada ve 25 parsel sayılı Süleyman kızı Fatma adına kayıtlı bulunan taşınmaz 1975 yılından bu yana yaklaşık 32 yıldan beri malik sıfatıyla davasız ve fasılasız olarak davacının zilyetliğinde olduğunun belirtildiği, bu nedenle TMK/2 de belirtilen koşulların oluştuğu anlaşılmakla, dava konusu Şanlıurfa ili Eyyübiye ilçesi Karakoyunlu Mahallesi 311 Ada 25 Parsel sayılı taşınmazın Süleyman kızı Fatma adına olan tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi gerektiği kanaatine varılarak, açıklanan nedenlerle, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:Yukarıda açıklanan gerekçeye göre;

1-Davanın KABULÜ ile, Şanlıurfa ili Eyyübiye ilçesi Karakoyunlu Mahallesi 311 Ada 25 Parsel sayılı taşınmazın Süleyman kızı Fatma adına olan TAPUSUNUN İPTALİ ile davacı adına TAPUYA KAYIT VE TESCİLİNE,

2-Karar tarihi itibari ile alınması gereken 3.289,61 TL nispi karar ilam harcın, davacı tarafından yatırılan 81,00 TL peşin harç, 741,40 TL tamamlama harcı olmak üzere toplam 822,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 2.467,21 TL ‘nin davanın mahiyeti gereği davacıdan tahsiline,

3-Davanın niteliği gereği davacı tarafından yapılan yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,

4-Davanın niteliği gereği kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,

5-Davacı tarafından yatırılan gider avansının sarf edilmeyen kısmının karar kesinleştiğinde ve talep halinde davacıya iadesine,
İlişkin, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalı tarafın yokluğunda, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay ilgili dairesine gönderilmek üzere mahkememize verilecek veya başka yer mahkemesi aracılığıyla gönderilecek dilekçe ile temyiz yolu açık olmak üzere, verilen karar açıkça okunup, usulen anlatıldı 29/06/2016

Katip 155769

Hakim 107486

TRAFİK KAZASI- HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASI

T.C.
ŞANLIURFA
1.ASLİYE CEZA MAHKEMESİ
H.A.G.B
DOSYA NO : 2013/855 Esas
KARAR NO : 2013/1414
C.SAVCILIĞI ESAS NO : 2007/3790

GEREKÇELİ KARAR

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A

DAVACI : K.H.
MAKTUL : RECEP K.
MÜŞTEKİLER 1. ADİL K.
2. CEMİLE K.
SANIK : MEHMET Ç.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
SUÇ : Taksirle Ölüme Neden Olma
SUÇ YERİ : ŞANLIURFA/MERKEZ
SUÇ TARİHİ / SAATİ : 06/09/2007
KARAR TARİHİ : 12/12/2013
Şanlıurfa C.Başsavcılığının 14/09/2007 tarih 2007/3790 esas 2007/1904 İddianame ile sanık hakkında mahkememize kamu davası açılmış, mahkememizce verilen kararın Yargıtay 12.Ceza Dairesinin 2012/26465 esas 2013/15724 karar sayılı ilamıyla bozularak gönderilmesi üzerine yeniden esasa kaydı yapılan duruşmada uyma kararı verildikten sonra yapılan duruşma sonunda:

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

İddianame özetle ; Suç tarihinde sanık oğlu Ferdi Ç. adına kayıtlı olan 47 LD 752 pkalalı araç ile Ş.Urfa dan G.Antep istikametine giderken suç yerine geldiği sırada yolun gidişe sağ tarafında koyunların olduğu sanık sollama yasağı bulunan yolda kendi şeridinden sol tarafa çıkarak yoldan geçmeye çalıştığı bu sırada sanığın sol tarafında olan banketin orta kısmında duran Recep K. isimli kişiye çarparak onun ölümüne neden olduğu iddia olunarak eylemine uyan TCK nun 85/1,53 maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi kamu adına talep ve dava olunmuş,
Sanık Savunmasında:”Ben daha önce Şanlıurfa C.Başsavcılığında karakolda ve Şanlıurfa Nöbetçi Mahkemesinde vermiş olduğum ifademi aynen tekrar ederim. Şöyle ki; Ben Dargeçit ilçesinde askerde olan oğlum Ferdi Ç. ın yanına gitme için yola gittim, suç tarihinde oğlum Ferdi Ç. adına kayıtlı olan 47 LD 752 plaka sayılı aracım ile Şanlıurfa ilinden Gaziantep iline seyir halinde iken kendi şeridimde yola devam ediyordum suçyerine geldiğim sırada yolun gidişine göre sağ tarafımda koyunların yolun her iki tarafında geçtiklerini gördüm koyunlara çarpmamak için aracımın hızını yavaşlattım, yavaş yavaş yola devam ettim ben ölen Recep K. ı sol şeritte koyunları çağırırken gördüm şahıs koyunları çağırıyordu ben çobanla koyunların arasına geçmek istedim yolun sol şeridi açıktı ben yanlarına 5-10 metre mesafe yaklaştığım sırada çoban koyunlara doğru koşunca yolun ortasında kendisi de şaşırdı ben şaşırdım ve bu esnada maktül Recep K. aniden karşıma çıktı ve çarptım, çarpma etkisiyle maktül yere düştü onu kaldırmak istedim, ama ölmüştü. Bunu üzerine bölge trafik müdürlüğüne aracım ile giderek olayı anlattım, bunun üzerine hakkımda tutanak tuttular ben ailesini teselli etmek için 10.000 YTL para yardımda bulundum. Ben bu olay nedeni ile çok üzgünüm. Kaza nedeniyle kusurumun olduğunu kabul etmiyorum, Maktulün ailesiyle uzlaşmayı kabul ediyorum, hakkımda beraat kararı verilmesini talep ediyorum, atılı suçlamayı kabul etmiyorum, benim savunmam bundan ibaretti ” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Mahkememizce yapılan yargılama ve delillerin hukuksal yargısında iddia, sanık savunması, müşteki beyanı, keşif zaptı, bilirkişi raporu, kaza tespit tutanağı, ölü muayene zaptı, olay yeri tespit tutanağı, nüfus ve adli sicil kaydı, soruşturma kapsamı,toplanan deliller edinilen vicdani kanaat ve tüm dosya kapsamıyla;Sanığın olay tarihinde kullanmış olduğu 47 LD 752 plakalı aracı ile tedbirsiz ve dikkatsiz davranarak taksirle Recep K. ın ölümüne sebep olduğu ve kazanın meydana gelmesinde sanığın asli kusurlu bulunduğu alınan her iki bilirkişi raporuyla da sabit olduğundan sanığın eylemine uyan 5237 sayılı TCK nun 85/1, 53 maddeleri gereğince cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği gözetilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

H Ü K Ü M : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere :

Sanığın üzerine atılı taksirle adam öldürme suçunu işlediği anlaşılmakla eylemine uyan 5237 sayılı yasanın 85/1 maddesi gereğince suçun işleniş biçimi sanığın şahsi ve sosyal durumu dikkate alınarak takdiren asgari hadden 2 YIL HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,

Sanığın, duruşmada gözlenen iyi hali, samimi ikrarı ve mahkememize karşı olan tutum ve davranışları dikkati alınarak hüküm olunan cezasından 5237 sayılı TCK nun 62. maddesi gereğince takdiren 1/6 oranında indirim yapılarak 1 YIL 8 AY HAPİS CEZASI İLE CEZALANDIRILMASINA,

Sanığın yargılamada saptanan olumlu kişiliği sanığın yargılamadaki tavır ve davranışları gözetildiğinde yeniden suç işlemeyeceğine dair mahkememizde tam ve vicdani kanaat geldiğinden , ayrıca CMK 231/6. maddesinde yazılı diğer şartlar mevcut olduğundan CMK nun 231/5 maddesi uyarınca HÜKMÜN AÇIKLANMASININ GERİ BIRAKILMASINA,

CMK.nun 231/8. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi sebebiyle sanığın 5 yıl süreyle denetimli serbestlik tedbirine tâbi tutulmasına, takdiren sanığa herhangi bir yükümlülük yüklenmesine gerek olmadığına,

CMK.nın 231/10 maddesi uyarınca Denetimli serbestlik süresi içinde işlediği kasıtlı suçtan dolayı hapis cezasına mahkum olmadığı takdirde davanın düşürülmesine, bu halde davanın düşürülmesine,

CMK.nın 231/11. maddesi uyarınca denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin hükümlere aykırı davranması halinde mahkememizce HÜKMÜN AÇIKLANMASINA, bu konuda sanığa ihtarat yapılmasına
CMK.nın 231/13 maddesi uyarınca iş bu hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının oluşturulacak mahsus bir sicile kaydına,
Suça konu 47 LD 752 plakalı araç üzerindeki TEDBİRİN KALDIRILMASINA,

Yargıtay öncesi 225,75 TL ile Yargıtay sonrası 6 davetiye gideri olan 27.50 TL ,posta gideri 4.35 TL den oluşan toplam 257.60 TL yargılama giderlerinin sanıktan tahsiline,

Dair, duruşmada hazır olanlar açısından tefhim ve hazır olmayanlar açısından tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içerisinde Şanlıurfa nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine hitaben mahkememiz zabıt katibine beyanda bulunmak veya mahkememize bizzat verecekleri veya başka bir Asliye Ceza Mahkemelerine verilecek itiraz dilekçesi ile kullanılabilecek itiraz yolu açık olmak üzere verilen karar, süresinde itiraz yoluna başvurulmadığı takdirde hükmün kesinleşeceği ihtaratı ile 5271 sayılı CMK nun 231 maddesi uyarınca hüküm fıkrası açıkça okunup, gerekçeleri ana çizgileri ile anlatıldı.12/12/2013

Exit mobile version