REŞİT OLMAYAN KÜÇÜĞÜN SEBEBİYET VERDİĞİ ÖLÜMLÜ TRAFİK KAZASI

T.C.

YARGITAY

17. HUKUK DAİRESİ

Esas: 2015/19195, Karar: 2018/11539

ÖZET : Dava reşit olmayan küçüğün sebebiyet verdiği ölümlü trafik kazası(haksız fiili) nedeniyle ölenin yakınlarının maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkindir. Reşit olmayan küçüğün haksız eylemi nedeniyle açılan davanın Aile Mahkemesinde görülebilmesi için davanın 4721 Sayılı TMK’nun 369.maddesine dayalı olarak açılması gerekmektedir. Dosyada ise; dava dilekçesinde davalı diğer davalının kanuni temsilcisi sıfatıyla hasım gösterilmiş olup, davanın 4721 Sayılı TMK’nun 369. maddesine dayalı olarak açıldığı açıkça belirtilmemiştir.

Somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık aile hukukundan kaynaklanmadığından, yargılama Aile Mahkemesi’nin görevine girmemektedir. Mahkemece davaya asliye hukuk mahkemesinde bakılmak üzere görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasıyla ilgili hüküm tesisi hatalı olup, kararın bozulması gerekir.

DAVA : Taraflar arasındaki, ölümlü trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, kararda yazılı nedenlerle, davalı aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine, davacılar tarafından açılan maddi tazminat davalarının kabulüne, davacılar tarafından açılan maddi tazminat davalarının reddine, davacılar tarafından açılan manevi tazminat davalarının kısmen kabulüne ilişkin verilen hüküm, tarafından süresi içinde davacılar ve davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmekle dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili dava dilekçesinde 16.05.2010 tarihinde davalının davalı babası adına kayıtlı olan ve kendisinin sevk ve idaresindeki araç ile seyir halindeyken hakimiyetini kaybederek,ehliyetsiz ve tecrübesizliğin neden olduğu korku ve panik sonucunda geçirdiği trafik kazası neticesinde araç içerisinde bulunan…’ün vefat ettiğini, davalı hakkında Çocuk Mahkemesinde ceza davası açıldığını, davalının Borçlar Kanununun 41 vd. maddeleri, diğer davalının ise işleten sıfatıyla sorumluluğunun bulunduğunu, kazada vefat eden

… davacıların çocukları, diğer davalıların ise kardeşleri olduğunu,…’ün ölümüyle desteğinden yoksun kaldıklarını, davacıların oğulları ve kardeşlerinin ölümü nedeniyle zor günler geçirdiklerini, psikolojik tedavi gördüklerini, hayatla bağlarının koptuğunu beyanla;fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davacıların her biri için 1.000,00’er TL maddi,25.000,00’er TL manevi tazminat olmak üzere toplam 104.000,00TL tazminatın olay tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar Metin duruşmadaki beyanlarında açılan davayı kabul etmediğini, … olaydan dolayı pişman olduğunu, hala olayın üzüntüsü içinde olduğunu beyan etmişlerdir.

Davanın açıldığı 2.Asliye Hukuk Mahkemesi haksız fiile sebep olan reşit olmayıp velayet altında olduğundan, davanın velayeti birlikte kullanan anne ve babaya yöneltilmesi, bu düzenlemeler TMK’nun Aile hukukunu düzenleyen 2.kitabında yer aldığından bu davalara bakma görevi aile mahkemesine ait olduğundan görevsizlik kararı vermiş, dosya 2.Aile Mahkemesine tevzi edilmiştir.

2.Aile Mahkemesince; iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre;davalı aleyhine açılan davanın husumet yönünden reddine, davacılar tarafından açılan maddi tazminat davalarının kabulü ile; davacıların her biri için 1.000,00’er TL toplamı 2.000,00TL maddi tazminatın 16.05.2010 tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline, davacılar tarafından açılan maddi tazminat davalarının reddine, davacılar tarafından açılan manevi tazminat davalarının kısmen kabulüyle 20.000,00’er TL den toplam 40.000,00TL manevi tazminatın 16.05.2010 tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline,davacılar tarafından açılan manevi tazminat davalarının kısmen kabulü ile;10.000,00’er TL’ndan topam 20.000,00TL manevi tazminatın 16.05.2010 tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen ve müştereken tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş hüküm,davacılar ve davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Dava reşit olmayan küçüğün sebebiyet verdiği ölümlü trafik kazası(haksız fiili) nedeniyle ölenin yakınlarının maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkindir.

1-)4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Sorumluluk” başlığını taşıyan 369. maddesinde;“Ev başkanı, ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur.” hükmü yer almaktadır.

Konuya ilişkin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2008/4-153 Esas,2008/139 Karar sayılı kararında;”…Ev başkanı, ev halkından akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunanların kendilerini ya da başkalarını tehlikeye veya zarara düşürmemeleri için gerekli önlemleri almakla yükümlüdür. Buna göre ev başkanı ev halkından olan küçüğün, kısıtlının, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı bulunan kişinin verdiği zarardan, alışılmış şekilde durum ve koşulların gerektirdiği dikkatle onu gözetim altında bulundurduğunu veya bu dikkat ve özeni gösterseydi dahi zararın meydana gelmesini engelleyemeyeceğini ispat etmedikçe sorumludur.

Maddenin açık ifadesinden de anlaşıldığı gibi, üçüncü kişilere verdikleri zararla ev başkanını sorumluluk altına sokanlar;küçük, kısıtlı ve akıl hastalığı veya akıl zayıflığı olan kimselerdir. Eş söyleyişle, ev başkanının MK.369/1’den doğan bu sorumluluğu, her şeyden önce şahıs itibariyle sınırlı olup, sadece küçük ve kısıtlıların haksız davranışları ile başkalarına verdikleri zararlardan sorumludur.Ev başkanlığı kurumuyla güdülen asıl amaç, gözetime muhtaç aile üyelerine karşı zarara uğramış olan üçüncü kişileri de korumaktır. Yani ev başkanlığı yalnız yetkiler veren bir kurum olmayıp, aynı zamanda görev ve sorumluluklar da yükleyen bir kurumdur.

Tüm bu açıklamalar göstermektedir ki, ev başkanının sorumluluğu yasal dayanağını Türk Medeni Kanunu’nun Aile Hukukunu düzenleyen ikinci kitabında yer alan 369.maddeden almakta; aynı zamanda hukuksal nitelikçe de aile hukuku hükümleriyle sıkı sıkıya bağlantılı bulunmaktadır.

Aile mahkemelerinin kuruluşu, görevi ve yargılama usulleri; 4787 Sayılı “Aile Mahkemesi’nin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanun” ile düzenlenmiş ve Kanunun 1.maddesinde “Amaç ve Kapsam” başlığı altında;“Bu Kanunun amacı, aile mahkemelerinin kuruluş, görev ve yargılama usullerini düzenlemektir.

Bu Kanun, aile hukukundan doğan dava ve işleri görmek üzere kurulan aile mahkemelerine dair hükümleri kapsar.” hükmüne; yine 4.maddesinde de “Aile Mahkemelerinin Görevleri” başlığı altında; “Aile mahkemeleri, aşağıdaki dava ve işleri görürler:

1.22/11/2001 tarihli ve 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun (Ek ibare: 14/04/2004-5133 S.K. 2.mad.) Üçüncü Kısım hariç olmak üzere İkinci Kitabı ile 03/12/2001 tarihli ve 4722 Sayılı Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna göre aile hukukundan doğan dava ve işler, 2.20/05/1982 tarihli ve 2675 Sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanuna göre aile hukukuna ilişkin yabancı mahkeme kararlarının tanıma ve tenfizi,

3.Kanunlarla verilen diğer görevler.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Maddede hariç tutulan Üçüncü kısım ise Kanunun 396 ilâ 494 maddelerini içermektedir.

Diğer taraftan, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun hükümleri arasında 4721 Sayılı Kanun’un 369.maddesine dayalı davaların Aile Mahkemelerinde görülmesini ve yukarıda açıklanan yasal hükümlerin uygulanmasını engelleyen ayrık bir düzenleme de bulunmamaktadır. Hal böyle olunca; 4721 Sayılı Kanun’un 369.maddesi, Kanunun ikinci kitabının ikinci kısmında yer almakla, bu maddeye dayalı aile hukukundan doğan uyuşmazlıkların çözümü de “Aile Mahkemeleri”nin görev alanına girmektedir…” denilmektedir.

Yukarıda anılan karar uyarınca;reşit olmayan küçüğün haksız eylemi nedeniyle açılan davanın Aile Mahkemesinde görülebilmesi için davanın 4721 Sayılı TMK’nun 369.maddesine dayalı olarak açılması gerekmektedir.

Eldeki dosyada ise; dava dilekçesinde davalı diğer davalının kanuni temsilcisi sıfatıyla hasım gösterilmiş olup, davanın 4721 Sayılı TMK’nun 369. maddesine dayalı olarak açıldığı dilekçede açıkça belirtilmemiştir. Dairemizin 16.10.2017 tarih ve 2015/3364 Esas, 2017/9080 Karar sayılı ilamında da davalı küçüğe velayeten anne babasına husumet yöneltildiğinin belirtilmiş olması karşısında, davada asliye hukuk mahkemesinin mahkemenin görevli olduğu hükme bağlanmıştır.

Görev konusu kamu düzeni ile doğrudan bağlantılı olup, taraflar.3.1995 gün ve 1994/14 – 855 E, 1995/242 K. sayılı ilamı; Prof. Dr. …, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001 Baskı, Cilt 5, sayfa 4786-4791 vd.) Verilen bilgiler ışığında; somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık aile hukukundan kaynaklanmadığından, yargılama Aile Mahkemesi’nin görevine girmemektedir.Mahkemece davaya asliye hukuk mahkemesinde bakılmak üzere görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasıyla ilgili yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

2-)Bozma nedenine göre, davacılar ve davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA,(2) bentte açıklanan nedenle davacılar ve davalılar vekillerinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının davacılar ve davalılara geri verilmesine, 29.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

5607 SAYILI KAÇAKÇILIKLA MÜCADELE KANUNUNA MUHALEFET

T.C
YARGITAY

7. Ceza Dairesi

2019/7255 E. , 2020/2505 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : 5607 sayılı Kanuna muhalefet
HÜKÜM : Beraat

Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;

1. Kolluk tarafından yapılan yol kontrolünde sanığın muavin olarak görev yaptığı yolcu otobüsünün bagajından yedi adet koli içerisinde 350 karton kaçak sigara ele geçirildiği olayda; dava konusu sigaraların içerisinde taşındığı koliler üzerinde gönderici ve alıcı isimleri yazılı olmaması, sanığın aşamalarda suça konu paketleri ücret karşılığında bizzat aldığını söylemesi dikkate alınarak, sanığın gönderen kişiyi tanımadığı, kolilerin içerisinde kaçak sigara bulunduğunu bilmediği yönündeki savunmasının suçtan kurtulmaya yönelik olduğu gözetilmek suretiyle, sübuta eren atılı suçtan mahkumiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,

2. İddianamede müsaderesi talep edildiği halde dava konusu kaçak eşya ile ilgili olumlu ya da olumsuz hüküm kurulmaması,

Yasaya aykırı, katılan … İdaresi vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 18.02.2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

KREDİ SÖZLEŞMESİ UYARINCA ÖDENEN MASRAF, VERGİ VE SAİR KESİNTİLERİN TAHSİLİ

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi

2018/1725 E. , 2019/2260 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
(ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ SIFATIYLA)

TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada Ergani 1. Asliye Hukuk Mahkemesince bozmaya uyularak verilen 13/10/2017 tarih ve 2017/57-2017/737 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davalı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, davacı müvekkil tarafından çekilen krediler nedeniyle müvekkil ile herhangi bir anlaşma ve görüşme yapılmadan ve müvekkilinin muvafakati alınmadan kredi tahsis ve değerlendirme ücreti ile BSMV’sinin alındığını, davacı müvekkil tarafından son 10 yılda çekilen kredilerin tamamından bu şekilde haksız ve hukuka aykırı kredi tahsis ve değerlendirme ücreti ile BSMV’sinin alındığını, çekilen her kredi ile ilgili kredi tahsis ve değerlendirme ücretinin alınmasının usul ve yasaya aykırı olduğunu ve tamamen kötüniyetli olduğunu haksız bir şekilde müvekkilinden tahsil edilen 5.770 TL’nin yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalıya usulüne uygun olarak dava dilekçesi ve duruşma günü tebliğ edilmiş, davalı duruşmaya gelmemiş, davaya karşı da herhangi bir cevap vermemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan deliller, tüm dosya kapsamı ve uyulan bozma ilamı gereğince; Y… K. Bankası kayıtlarında bireysel müşteri olarak değil, gerçek kişilerin ticari işletmesi olarak kayıtlı olduğu ve davacının 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ve ilgili mevzuat kapsamında “tacir” olduğu, davacının 01/01/2010-29/01/2016 tarihleri arasında hesabından, 22/03/2011 tarihinde kullandırılan 18.000 TL tutarındaki tüketici kredisi nedeniyle davacıdan aynı tarihte 220,00 TL komisyon, 11,00 TL BSMV, 119,30 TL hayat sigortası primi, 79,00 TL Meşe Temel Bankacılık Paketi Ücreti tahsil edildiği, 22/08/2013 tarihinde kullandırılan 60.000 TL tutarındaki tüketici/konut kredisi nedeniyle davacıdan aynı tarihte 100 TL konut kredisi-kredi açılış ücreti, 650 TL ekspertiz ücreti, 250 TL ipotek tesis ücreti, 89 TL Çınar Mortgage Paket Ücreti, BSMV ve 109,74 TL sigorta pirimi tahsil edildiği, bu iki kredi dışında davacıya tüketici kredisi adı altında kullandırılan herhangi bir kredi bulunmadığı, davalı banka tarafından davacıya kullandırılan ticari krediler nedeniyle davacıdan 6.253,25 TL kredi tahsis ve değerlendirme ücreti, BSMV, 367,50 TL ipotek tesis ücreti, 231,76 TL dask poliçe primi, 42,00 TL çek karnesi komisyonu, ve 892,50 TL ekspertiz komisyonu tahsil edildiği , bankanın kredi tahsisi sebebiyle herhangi bir masrafa katlanmadığı halde, herhangi bir yasal dayanağı olmayan söz konusu ücretleri davacının kredi hesabından kesmiş olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava kredi sözleşmesi uyarınca ödenen masraf, vergi ve sair kesintilerin tahsili istemine ilişkindir. Taraflar arasında değişik tarihlerde birden çok kredi sözleşmesi yapılmıştır. Öncelikle sözleşmelerin hangi tarihlerde yapıldığının tek tek tespiti ile 6098 sayılı Borçlar Kanunu öncesi düzenlenen kredi sözleşmeleri belirlenerek, bunlardan alınan masraf, BSMV vs. kesintilerle oranlarının sözleşmede belirlenip belirlenmediğinin saptaması, belirlenmiş ise bu oranlar, belirlenmemişse benzer nitelikteki kredi sözleşmelerine diğer bankalar tarafından uygulanan oranlar üzerinden davalının alabileceği bir ücretin bulunup bulunmadığı tespit edilmelidir.

6098 sayılı Borçlar Kanunu sonrası imzalanan kredi sözleşmelerinde Türk Borçlar Kanunu 20. maddeleri uyarınca genel işlem koşulları bakımından değerlendirme yapılması ayrıca 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 144. maddesi kapsamında, Bakanlar Kurulu’nun 16.10.2006 tarih ve 2006/11188 sayılı kararına istinaden Merkez Bankası’nın 2006/1 sayılı Tebliği’nin göz önüne alınarak davacının isteyeceği masraflar, vergi ve sair kesintilerin saptanması ve gerekirse bilirkişiden rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 25/03/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BANKALAR TARAFINDAN KREDİ KARTINA YATIRILAN PAKET ÜCRETİ- DAVANIN KONUSUZ KALMASI – VEKALET ÜCRETİ VE YARGILAMA GİDERLERİ

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi

2021/1089 E. , 2021/2312 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :TÜKETİCİ MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki davanın Antalya 2. Tüketici Mahkemesi tarafından verilen yukarıda sayısı ve tarihi belirtilen kararın HMK 363. maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istenilmesi üzerine, dava dosyası ve içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve diğer tüm dosya kapsamı delil ve belgeler incelendi. Gereği müzakere edilip düşünüldü:
Asıl davada davacı vekili, davalı bankaca müvekkilinin kredi kartından toplam 529,20 TL full paket ücreti adı altında kesintiler yapıldığını, bu ücretin iadesinin gerektiğini, Kepez Hakem Heyeti Başkanlığı’nın 24/10/2018 tarihli kararı ile taleplerinin reddedildiğini, hakem heyeti kararının hatalı olduğunu ileri sürerek, Kepez Hakem Heyeti Başkanlığı’nın 24/10/2018 tarihli kararının anılan talep yönünden kısmen iptalini talep ve dava etmiştir.
Birleşen davada davacı banka vekili, Kepez İlçe Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığının 24/10/2018 tarihli kararının tamamı ile iptalini, Antalya 11. İcra Müdürlüğü’nün 2018/12716 esas sayılı dosyasına ödenmek zorunda kalınan 529,20 TL full paket masrafının istirdadına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, asıl davaya konu 529,20 TL full paket üyelik ücretinin 21/11/2018 tarihinde tüketici hesabına iade edildiği, tüketicinin davasında haksız olduğu, hakem heyeti kararının gerekçesi farklı olmakla birlikte yerinde olduğu; birleşen davada tüketicinin ve bankanın taleplerinin yerinde olmadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine, Antalya Kepez Hakem Heyeti Başkanlığının 24/10/2018 tarihli kararının onanmasına, birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Asıl davada davacı … vekilinin dilekçesi, Adalet Bakanlığı’nın talebi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, hakem heyetince reddine karar verilen full (tam dolu) paket ücreti bedeli olan 529.00.- TL ‘nin davalı banka tarafından dava devam ederken 21.11.2018 tarihinde ödenmiş olduğu, asıl davanın konusuz kaldığı, her ne kadar 6100 sayılı HMK’nın 331’inci maddesi uyarınca yargılama giderleri ve vekalet ücreti yönünden davanın açıldığı andaki haklılık durumuna göre karar verilmesi isabetli bulunsa da dava konusuz kaldığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesinin yasaya uygun bulunmadığı gerekçesiyle asıl davada verilen hükmün 6100 sayılı HMK m. 363/1 uyarınca kanun yararına bozulması istenmiştir.
Asıl davada davacı vekili, davalı bankaca müvekkilinin kredi kartından haksız surette tahsil edilen full paket ücreti 529,20 TL’nin iadesi için yaptığı başvurunun Kepez İlçe Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığınca reddedildiğini ileri sürerek Kepez Hakem Heyeti Başkanlığı’nın kararının kısmen iptalini talep ve dava etmiştir. Asıl dava 12.11.2018 tarihinde açılmıştır. Asıl davanın konusu 529,20 TL yargılama sırasında 21.11.2018 tarihinde davalı banka tarafından ödenmiş ve davanın konusuz kaldığı anlaşılmıştır.
6100 sayılı HMK’nın 331/1. fıkrası, davanın konusuz kalması sebebiyle davanın esası hakkında bir karar verilmesine gerek bulunmayan hâllerde, hâkimin davanın açıldığı tarihteki tarafların haklılık durumuna göre yargılama giderlerine hükmedeceği hükmünü düzenlemiştir.
Buna göre mahkemece davalı banka dava tarihinden sonra ödeme yaptığından davacının dava tarihi itibariyle asıl dava konusu 529,20 TL’yi talep etmekte haklı bulunduğu kabul edilerek dava konusuz kaldığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve HMK’nın 331/1. fıkrası gereği yargılama gideri ile vekalet ücretine hükmetmek gerekirken yazılı şekilde asıl davanın reddine karar verilmesi, yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden anılan hükmün gözetilmemesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 6100 sayılı HMK’nın 363. maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere kanun yararına BOZULMASINA, kararın bir örneğinin Resmi Gazete’de yayınlanmak üzere Adalet Bakanlığına gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verilmesine, 11/03/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MİRASÇIDAN MAL KAÇIRMA OLAĞANÜSTÜ BAKIM VE GÖZETİM İHTİYACI OLMAYAN MURİSİN SATIŞ SURETİYLE TEMLİK ETTİĞİ TAŞINMAZLAR MUVAZAALI OLUP İPTALE TABİ OLDUĞU

T.C
YARGITAY

1. Hukuk Dairesi

2021/387 E. , 2021/6220 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : ANTALYA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, Yerel Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, davalı vekilinin istinaf etmesi üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, muvazaanın ispat edilemediği gerekçesiyle, 6100 sayılı …nın 353/1-b-2. maddesi uyarınca mahkeme kararının kaldırılmasına ve davanın reddine ilişkin olarak yeniden verilen karar, davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi … Hakkır’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan Ayşe’nin 881 ve 986 parsel sayılı taşınmazlarını oğlu davalıya mal kaçırma kastıyla muvazaalı olarak satış suretiyle devrettiğini, davalının alım gücünün ve mirasbırakanın satmaya ihtiyacının olmadığını ileri sürerek, dava konusu taşınmazların tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adlarına tescilini istemişlerdir.

Davalı, mirasbırakan annesine hastalığı süresince kendisinin baktığını ve mirasbırakan annelerinin talebiyle taşınmazları satın aldığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesince, muris muvazaası olgusunun ispatlandığı gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiş, davalı vekilinin istinaf etmesi üzerine Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, tanık beyanlarından dava konusu taşınmazların hastalığı sürece mirasbırakan annesi ile ilgilenen davalı tarafından satın alındığı, muvazaanın ispat edilemediği gerekçesiyle, 6100 sayılı …nın 353/1-b-2. maddesi uyarınca davalının istinaf talebi kabul edilerek, İlk Derece Mahkemesi kararı kaldırılıp davanın reddine ilişkin yeniden karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan …’in 02/10/2015 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak çocukları olan davacı …, Arife, davalı … ve dava dışı …’yi bıraktığı, mirasbırakan Ayşe’nin çekişme konusu 881 ve 986 parsel sayılı taşınmazlarda bulunan 5/20 hissesini 19.12.2012 tarihinde aynı akitle davalı …’a satış yoluyla temlik ettiği anlaşılmıştır.

Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 1.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olaya gelince; yukarıda açıklanan ilkeler ve özetlenen dosya kapsamından çekişme konusu taşınmazların mirasbırakanın tüm malvarlığını teşkil ettiği, tanık …’in beyanı incelendiğinde yapılan satış işleminden menfaat elde ettiğinin anlaşıldığı, dolayısıyla mirasçı tanık …’in beyanına itibar edilemeyeceği, her ne kadar davalının annesine baktığından bahsedilmiş ise de; davalı eşinin 29.01.2015 tarihinden itibaren bakım ücreti almaya başladığı, olağanüstü bir bakım ve gözetime ihtiyacı olmayan mirasbırakana bakılmasının ahlaki görev kapsamında bulunduğu, mirasbırakanın çekişmeli taşınmazlardaki paylarını mal kaçırma kastıyla muvazaalı olarak devrettiği sonucuna varılmaktadır. .

Hâl böyle olunca, yapılan temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.

Davacılar vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nın 371/1-a maddesi gereğince Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK’nın 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edenlere iadesine, 01/11/2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

DOĞALGAZ ABONELİĞİ İÇİN SÖZLEŞME KURULURKEN TAHSİL EDİLEN DEPOZİTONUN (GÜVENCE BEDELİ) FAİZİYLE BİRLİKTE İADESİ GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY

3. Hukuk Dairesi

2019/1804 E. , 2019/6325 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :TÜKETİCİ MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki Satıcının Hakem Kurulu Kararına itirazı davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükme karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulmakla, dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı vekili dilekçesinde; davalının 1995 yılında müvekkil şirkete abone olduğu dairesini kiraya verdiğini, kiracısının doğalgaz kullanabilmek için yeniden abone olmasının zorunlu tutulması üzerine davalının, 1995 yılında abone olurken kendisinden istenilen güvence bedeli ve proje onay ücretinin iadesi için …Kaymakamlığı Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığına yapılan başvuru sonucunda, talebin güvence bedeli yönünden kabulü ile 900 TL’nin iadesine dair verilen 29.08.2016 tarih ve 2016/14577 sayılı kararın iptalini, talep etmiştir.
Mahkemece itirazın kısmen kabulü ile; “Tüketici talebinin, güvence bedeli yönünden 479 TL’nin tüketiciye iadesine …” şeklinde hüküm kısmının düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 12.03.2019 tarih ve 2019/16324 sayılı yazıları ile; davalı adına 1995 yılında abonelik tesis edilirken alınan 900.000,00 TL güvence bedelinin iadesinin, EPDK.nın 28.11.2011 tarihli ve 3603 sayılı kararının 6. maddesinde yer alan düzenlemenin, 05.03.2003 tarihinden sonra alınan güvence bedellerine ilişkin olması nedeniyle, anılan düzenleme kapsamı dışında kaldığı, olayda sebepsiz zenginleşmeye dayalı ödenen bedelin iadesi talebinin söz konusu olduğu, mahkemece güncelleme kriteri olarak doğalgaz firmasının iade talebi anındaki yeni abonelerden tahsil ettiği güvence bedeli baz alınarak karar verilmiş ise de; 20 yılı aşkın süre geçmiş olduğu ve bu nedenle alınan güvence bedelinin denkleştirici adalet ilkesine göre dava tarihi itibariyle (çeşitli ekonomik etkenlerin ÜFE-TÜFE artış oranları altın ve döviz kurlarındaki artışlar memur maaş ve işçi ücretlerindeki artışlar ve benzeri ekonomik göstergelerin ortalamaları alınmak sureti ile ) ulaşacağı alım gücü tespit edilerek, bu bedele hükmedilmesi gerektiği belirtilerek, hükmün HMK’nın 363/1. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir.

Somut olayda taraflar arasında imzalanan 18/09/1995 tarihli Doğalgaz Abonman Sözleşmesi üzerince davalıdan 900.000,00 TL güvence bedelinin alındığı, ancak davalının sadece sözleşmenin ilk sayfasında imzasının bulunduğu, sözleşmenin eki olduğu belirtilen ve sözleşme şartlarını içeren diğer sayfalarda imzasının olmadığı, bu nedenle bu bedelin faizsiz iadesine ilişkin sözleşme hükmünün uygulanamayacağı, EPDK’nın 28.01.2011 tarihli ve 3603 sayılı kararının güvence bedelinin güncellenerek iadesine ilişkin 6. Maddesinin ise 05.03.2003 tarihinden sonra alınan güvence bedellerine ilişkin olması nedeniyle bu düzenleme kapsamında da kalmadığı anlaşılmıştır.
Bu durum karşısında, sözleşme başlangıcında davalı aboneden alınan bedelin amacı ve fonksiyonun davalı doğalgaz dağıtım şirketinin alacaklarına karşı güvence teşkil etmesi olduğu, bunun dışında bir sermaye veya kredi işlevi görme amacı olmadığı, güvence bedelinden herhangi bir şekilde ekonomik fayda sağlamasının sözleşmenin amacını aşacağı, davacının bu bedelin değerini artırma yükümlülüğü olmasa da kendisine teminat olarak bırakıldığından, enflasyon karşısında değerini kaybetmemesi için MK 2. maddesinde iyi niyet kuralları çerçevesinde gerekli önlemleri alması gerektiği, gözönünde bulundurulmalıdır.
Paranın değerinin en azından sabit kalması için uygulamada döviz veya altın alma ya da parayı bir banka hesabına yatırma yoluna gidilmekte ise de, kurların tespitinin ayrı bir işlem gerektirmesi ve kaydi işlemlerinin yapılamamasından dolayı alınabilecek önlemler içerisinde en kolay yol ortalama faiz getirecek bir banka hesabına yatırılmasıdır. Güvence bedelinden elde edilecek faiz geliri bu bedele dahil olacaktır. Bununla teminatın değeri artacağından, her iki tarafın da menfaati korunmuş olacaktır.
Bu durumda mahkemece, davalının sözleşmenin başında vermiş olduğu güvence bedelinin ortalama faiz getiren bir banka hesabına yatırılması gereken tarihten itibaren hesaplanacak faizi ile bulunacak miktarın hüküm altına alınması gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesis edilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının Hukuk Muhakemeleri Kanununu 363. Maddesine dayalı kanun yararına bozma isteminin kabulü ile, hükmün sonuca etkili olmamak üzere BOZULMASINA ve gereği yapılmak üzere kararın bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine, 08.07.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

VASİYETNAMENİN TENFİZİ- VASİYET YAPAN SEBEP GÖSTERMEKSİZİN DİLEDİĞİ ZAMAN VASİYETİNDEN DÖNEBİLİR

T.C
YARGITAY

3. Hukuk Dairesi

2019/6170 E. , 2020/1057 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki vasiyetnamenin tenfizi davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine dair verilen hükmün, süresi içinde davacı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacılar; … ili, … ilçesi, … Köyü, … ( … ) mevkinde kain 132 ada 37 parsel’de tapuya kayıtlı 3 adet 2’şer katlı kagir ev ve bahçesi vasıflı taşınmazın tarafların kök murisi olan … adına kayıtlı olduğunu, murisin sağlığında … Noterliği’nde düzenlediği 21/06/1991 tarihli vasiyetnamesi ile dava konusu taşınmaz üzerindeki “2 katlı ahşap ev ile arkasındaki bahçeyi ” davacıların murisi olan …’na vasiyet ve temlik ettiğini; bu vasiyetin, … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2001/5 esas sayılı dosyasında açıldığını; davalılardan … tarafından vasiyetin iptali için … Asliye Hukuk Mahkemesi’nde açılan davanın reddedildiğini ve söz konusu vasiyetnamenin kesinleştiğini ileri sürerek; … Noterliği’nin 21/06/1991 tarihli vasiyetnamesinin tenfizine ve … ili, … ilçesi, … köyü, … ( … ) mevkinde kain 132 ada, 37 parsel sayılı taşınmazın muris … adına olan tapu kaydının kısmen iptali ile vasiyete konu “2 katlı ahşap ev ile arkasındaki bahçenin ” … mirasçıları adına miras hisseleri oranında tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar; cevap dilekçesini sunmamışlar,duruşmaya gelen bir kısım davalılardan …, … ve … davayı kabul etmediklerini, davanın reddine karar verilmesini istediklerini; davalılardan … ise açılan davaya bir diyeceği olmadığını belirtmiştir.
Mahkemece;davacılar murisinin … … Noterliği’nin 21/06/1991 tarihli ve 1517 yevmiye numaralı vasiyetnamesini düzenledikten sonra aynı yer ile ilgili olarak yine … … Noterliği’nden 18.01.2000 tarih 0893 yevmiye no’lu vasiyetnamesini düzenlediği; bu şekilde, ilk düzenlemiş olduğu vasiyetnameden eylemli olarak döndüğü, ikinci vasiyetnamenin iptali için bir dava açılmadığı, bu şekilde ilk açılan ve okunan vasiyetnamenin geçersiz hale geldiği gerekçesi ile, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılardan … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava,vasiyetnamenin tenfizi istemine ilişkindir.
Vasiyetten dönme TMK’nun 542 ile 544. maddeleri arasında düzenlenmiştir.
Vasiyetçi dilediği zaman vasiyetinden dönebilir.Vasiyetçi vasiyetten dönebilmesi için sebep göstermek zorunda değildir.Vasiyet tek taraflı bir hukuki işlem olduğundan vasiyetten dönme kimsenin muvafakatına bağlı da değildir.Vasiyetten dönüş açık ya da örtülü olarak gerçekleşebileceği gibi eylemli biçimde de yapılabilir.Vasiyetten dönme üç şekilde gerçekleşebilir:
1-Yeni vasiyetname ile,
2-Yok etme ile,
3-Sonraki tasarruf ile.
Yeni vasiyetname ile vasiyetten dönme TMK’nun 542. maddesinde düzenlenmiştir.Mirasbırakan,ölümüne kadar her zaman vasiyetnameden dönebilir.Bilindiği üzere vasiyet,resmi şekilde veya mirasbırakanın el yazısı ile ya da sözlü olarak yapılabilir.Vasiyetten dönme için yasada öngörülen bu şekillerden birine uymak suretiyle yeni bir vasiyetname yapılmalıdır.Vasiyetnameden mutlaka yapıldığı şekil ile dönme zorunluluğu yoktur.Yine vasiyetnamenin tamamından dönülebileceği gibi bir bölümünden de dönülebilir.Vasiyetnamenin dönülmeyen bölümleri geçerliliğini korur.(Miras Hukuku,Ankara 2008 basım,Yargıtay 2.H.D.Başkanı Ömer Uğur Gençcan,sf.242-244)
Somut olayda;tarafların murisi …’nun dosya kapsamında yer alan 21.06.1991 tarihli düzenleme şeklindeki vasiyetnamesi incelendiğinde”sahibi bulunduğu … ili,… ilçesi,… Köyü,… altı mevkiinde tapuda:parsel 11072,pafta:14’te kayıtlı 2100 m2’lik tarlamı eşim … ile …’dan olma 1330 doğumlu …’na(yaklaşık değeri 5.000.000 TL) (beş milyon TL);yine … ili,… ilçesi,… köyü,…(…)mevkiinde tapuda kütük sayfa no:40’da adıma kayıtlı olan 2156 m2’lik gayrımenkul üzerindeki iki katlı kargir ev ile arkasındaki duvar içindeki bahçeyi(yaklaşık değeri 5.000.000 TL) (beş milyon TL) oğlum 1940 doğumlu …’na,yine aynı tapulu gayrımenkul üzerinde bulunan iki katlı ev ile arkasındaki duvar içindeki bahçeyi tahmini değeri 5.000.000 TL (beş milyon TL) olan gayrımenkulümü 1944 doğumlu oğlum …’na ve yine tahmini değeri 2.000.000 TL(iki milyon TL) olan aynı arsa üzerindeki üçüncü bina olan iki katlı ahşap evimi (diğer oğullarım … ile …’nun hisseleri kadar olmak üzere) ve arkasındaki bahçeyi 1937 doğumlu …’na ayrıca kızım …’ın oturmakta olduğu iki katlı ev ile arsasını,bunların haricinde kalan yerler ise üç oğlum …,… ile …’na eşit ve müsavi olmak üzere paylaştırılmak şartıyla temlik ve vasiyet ediyorum”şeklinde olduğu;murise ait İstanbul 22.Noterliği’nce düzenlenen 18.01.2000 tarihli düzenleme şeklindeki vasiyetnamesi incelendiğinde ise”… ili,… ilçesi,… mahalle/köyü,…(…) sokak/mevkii,40 kütük sayfa,13 pafta,40 parsel sayılardaki 2156 m2 yüzölçümlü iki katlı kargir ev ve bahçe cinsindeki taşınmaz benim mülkümdür.Taşınmaz üzerinde iki adet bina bulunmaktadır.Ekli krokide gösterildiği üzere köşedeki mevcut binanın bitişiğinde 8×7,5 m.(sekiz x yedi buçuk metre) boyutlarındaki bu parçayı … oğlu …’a,onun yanındaki 8×7,5 metre(sekiz x yedi buçuk metre) ebatındaki ikinci parçayı … kızı …’a bırakıyorum.Her birine bırakılan alan 60(altmış metrekare) m2 olup,iki kişinin toplam alanı 120 m2(yüz yirmi metre kare)’dir.Bu bırakılan parçalar üzerinde diğer mirasçılarımın mahfuz hisse dahil olmak üzere hiçbir hakları bulunmayacak,belirtilen parçalar olduğu gibi adı geçen kişilere kalacaktır.” düzenlemesine yer verdiği görülmektedir.
Mahkemece, her ne kadar hatalı değerlendirme ile;murisin 18.01.2000 tarihli vasiyetnamesi ile önceki vasiyetnamesi olan 21.06.1991 tarihli vasiyetnamesinden eylemli olarak döndüğü gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; yukarıda ayrıntılı şekilde ifade edilen her iki vasiyetname de dikkatlice incelendiğinde görüleceği üzere,murisin 2000 tarihli vasiyetnamesinde 1991 tarihli vasiyetnamesine de konu ettiği 2156 m2’lik taşınmaza ilişkin olarak 2000 tarihli vasiyetnamede ayrıntılı şekilde belirttiği sadece 120 m2’lik alan yönünden tasarrufta bulunduğu açıktır. Bu durumda, murisin 18.01.2000 tarihli vasiyetname ile 21.06.1991 tarihli vasiyetnamesinden tam olarak döndüğünden bahsedilemez.
Bu itibarla, mahkemece; murise ait tenfizi istenen taşınmaz yönünden mahallinde uzman bilirkişi heyeti ile keşif icra edilerek , murise ait olan 21.06.1991 tarihli vasiyetname ile 18.01.2000 tarihli vasiyetnamenin ilgili taşınmaza tatbik edilmesi,bu şekilde 18.01.2000 tarihli vasiyet ile lehlerine vasiyet yapılan … oğlu … ile … kızı …’a bırakılan kısımların net olarak belirlenmesi,her iki vasiyette çakışan kısımlar olup olmadığının tespit edilmesi,çakışan kısımlar var ise murisin 2000 tarihli vasiyetnamesi ile sadece o kısımlar yönünden vasiyetinden döndüğü ve kalan kısımlar yönünden 1991 tarihli vasiyetnamenin geçerliliğini koruyacağı dikkate alınarak ve taleple bağlılık ilkesi de gözetilmek suretiyle sonucuna uygun hüküm tesisi yoluna gidilmesi gerekirken; eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş,bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacılardan … yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.02.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

MİRASÇININ AKTİFİ PASİFİNDEN FAZLA OLAN MİRASI REDDETMESİ ALACAKLILARA ZARAR VERME KASTIYLA HAREKET ETTİĞİNİ GÖSTERİR

T.C
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi

2018/3851 E. , 2021/4083 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 19.04.2016 tarihinde verilen dilekçeyle mirasın reddinin iptali talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda davanın reddine dair verilen 08.06.2017 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davacı vekili tarafından talep edilmiştir. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince istinaf talebinin kısmen kabulüne, kısmen reddine dair verilen kararın davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
K A R A R
Dava, mirasçı alacaklısının mirasın reddinin iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davacının davalının oğlu olduğunu, müvekkilinin davalıdan Alanya 3. İcra Dairesinin 2010/8682 Esas sayılı takip dosyasına konu borcu nedeni ile alacaklı olduğunu, davalının 12.02.2016 tarihinde ölen mirasbırakan babası Yusuf Zeybek’in mirasını Alanya 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2016/235 Esas sayılı dosyasında reddettiğini, davalının mirası kötüniyetle ve müvekkilinin alacağını tahsiline engel olma amacıyla reddettiğini belirterek mirası reddin iptalini istemiştir.
Davalı, usulüne uygun tebligata rağmen davaya cevap vermemiş ve yargılamaya katılmamıştır.
İlk derece mahkemesince, davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine; Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince; “istinaf başvurusunun kısmen kabul, kısmen reddi ile, ilk derece mahkeme hükmünün kaldırılarak davanın hukuki yarar yokluğundan reddine,” karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.
Malvarlığı borcuna yetmeyen mirasçı, alacaklılarına zarar vermek amacıyla mirası reddederse, alacaklıları veya iflas idaresi, kendilerine yeterli bir güvence verilmediği takdirde ret tarihinden başlayarak altı ay içinde reddin iptali hakkında dava açabilirler. (4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 617/1. maddesi) Şu halde, kötüniyetle redden söz edilebilmesi için, reddeden mirasçının malvarlığının borcunu karşılamaya yetmediğinin sabit olması gerekir. (4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 617. maddesi) Onun için her şeyden önce davalı durumunda bulunan mirasçının malvarlığının borcunu karşılamaya yeterli olup olmadığı hususunun etraflı şekilde araştırılıp tespit edilmesi zorunludur. İcra takibinin uzun süre devam etmesi, tek başına acze delalet etmez. Zira aczin ne suretle gerçekleşeceği İcra İflas Kanununda gösterilmiştir. (İcra İflas Kanununun 105 ve 143. maddeleri) Davacı tarafından borçlu mirasçı hakkında “aciz vesikası” alınmamış olduğuna göre, mahkemece, davalının şahsi malvarlığının ret tarihindeki değeri tespit edilip, bu malvarlığının borcunu karşılamaya yeterli olup olmadığının usulünce araştırılıp saptanması; yeterli olması halinde veya yeterli olmamasına karşın davalının yeterli güvence göstermesi halinde talebin reddine karar verilmesi gerekir.
Öte yandan, mirasçının, mirası reddetmesinin nedeni, alacaklılarına zarar verme amacıyla mirası reddedip etmediğini tespit edebilmek için terekenin aktif ve pasifinin mirasbırakanın ölüm tarihi itibari ile belirlenmesi de gerekmektedir. Ölüm tarihi itibariyle, mirasbırakanın tüm malvarlığı terekenin aktifini, tüm borçları ise terekenin pasifini oluşturur. Terekenin pasifinin aktifinden fazla olması terekenin ödemeden aczini ve dolayısıyla da terekenin borca batık olduğunu gösterir. Mirasbırakanın malvarlığı bulunup bulunmadığının usulüne uygun olarak bankalar, trafik tescil müdürlüğü, vergi daireleri, belediyeler ve tapu müdürlüğü v.b. kurum ve kuruluşlardan sorulması, murisin alacak ve borçları zabıta marifetiyle de araştırılarak aktif malvarlığı ile mirasbırakanın varsa borçları ve miktarı göz önünde tutularak aktif ve pasifinin tereddüde neden olmayacak şekilde belirlenmesi gerekmektedir.
Somut olayda; mirasın reddinin iptalini isteyen davacı …, muris Yusuf’un mirasçısı olan davalı …’ın alacaklısıdır. Mirasın reddinin kötü niyetli yapıldığının tespiti halinde mirasın reddinin iptaline karar verilecek olup davacı (alacaklı) taraf, borçlunun murisinden gelen mal varlığından alacağını tahsil etme imkanına kavuşacaktır. Bu nedenle davacının mirasın reddinin iptalini istemede hukuki yararı vardır. Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.
Yukarıda belirtilen hususlar üzerinde durulmadan eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde karar verilmesi hükmün bozulmasını gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile HMK 371. maddesi gereğince temyiz olunan Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin kararının BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, HMK’nin 373. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca dosyanın Antalya Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 16.06.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

DEVLET YADA DİĞER KAMU KURUMLARINA AİT ARAÇLARIN TRAFİK KAZASINA KARIŞMASI HALİNDE ADLİ YARGININ GÖREVLİ OLDUĞU HAKKINDA

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2021/2185
KARAR NO : 2021/2066

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/06/2021
NUMARASI : 2021/623 Esas- 2021/651 Karar
DAVACILAR : 1-H.. A
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ- [16958-59361-38738] UETS
DAVALI : 1-M. T.
DAVALI : 2 -H……BELEDİYE BAŞKANLIĞI [35668-28665-83767] UETS
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Manevi Tazminat)
KARAR TARİHİ : 23/12/2021
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 23/12/2021

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12/06/2021 tarih, 2021/623 Esas ve 2021/651 Karar sayılı kararı aleyhine davacı vekili istinaf başvurusunda bulunduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
Davacı vekili dava dilekçesinde; 21/12/2014 tarihinde sürücü Mustafa T. sevk ve idaresinde bulunan 61 K 13353 plaka sayılı H.. Belediye Başkanlığı’na ait çöp toplama aracı ile mevlana caddesi üzerinde seyir halinde iken Ali. A.’nın sevk ve idaresinde bulunan araç ile çarpışma sonucunda Hava A., Ali A., Mustafa A., Medine A., Gazal A., Yusuf A. ve Mehmet A.’nın ağır ve hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanmasına sebebiyet verdiğini, müteveffa Ali A. bu kaza nedeniyle 20/11/2017 tarihinde vefat ettiğini, kolluk tarafından düzenlenen trafik kaza tespit tutanağında, her iki aracın kavşağa kontrollü girmediğini, çarpışmanın şiddetli olduğunu, sürücü Mustafa T.’ın 2918 Sayılı KTK’nın 52/1-a kuralını ihlal ettiğini, bu itibarla tali kusurlu olduğu yönünde değerlendirme yapıldığını, trafik kaza tespit tutanağında çarpışma öncesi fren iznin olmadığını, ilk izin çarpmaya bağlı lastik izi olduğunı, her iki aracında kavşağa kontrollü girmediğini, çarpışmanın şiddetli olduğu hususunun tutanağa dercedildiğini, meydana gelen kaza nedeniyle vefat eden Ali A.’nın geride kalan eşi Hava A. için 50.000 TL, İbrahim Halil A. için 30.000 TL, Medine A. için 30.000 TL, Gazal A. için 30.000 TL, İsmail A için 30.000 TL, Yusuf A. için 30.000 TL, Mustafa A. için 30.000 TL, Mehmet A. için 30.000 TL, Resul A. için 30.000 TL olmak üzere toplam 290.000 TL maddi tazminatın, müvekkili Gazal A. lehine 15.000 TL ve Hava A. lehine 15.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.
İlk derece mahkemesince, HMK’nun 114/1-b ve 115/2 maddeleri gereğince davanın yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle usulden reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili tarafından süresi içerisinde sunulan istinaf dilekçesinde; 27.03.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 2013/68esas-2013/165 sayı ve 26.12.2013 tarihli kararı gereğince 2918 sayılı yasanın 110.maddesinin iptali talebinin reddedildiğini ve davaya adli yargıda bakılması gerektiğini belirterek idari yargıda bakılmasına ilişkin verilen görevsizlik kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
HMK 355 maddesi gereğince istinaf sebepleri ile sınırlı olarak yapılan inceleme neticesinde;
2918 sayılı yasanın 110.maddesi:” İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.
Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.” şeklindedir. Zira 2918 sayılı yasanın 110. maddesi halen yürürlüktedir. Yasanın iptali için her ne kadar Anayasa Mahkemesine dava açılmış ise de bu talep 27.03.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 2013/68 Esas-2013/165 sayı ve 26.12.2013 tarihli kararı ile reddedilmiştir.
Kaza tespit tutanağından da anlaşılacağı üzere kaza yapan araç H….. Belediyesine ait bir araçtır. 2918 sayılı yasanın 110. maddesi gereğince kaza nedeniyle açılacak tazminat davasına adli yargı yerindeki hukuk mahkemelerinde bakılacağı için kazaya bakmaya görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemeleri olduğu anlaşılmakla davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne ve görevli ve yetkili Mahkemenin Şanlıurfa 4 .Asliye Hukuk Mahkemesi olduğunun tespitine karar vermek gerekmiştir. (Uyuşmazlık Mahkemesinin 2020/440-504 sayı ve 28.09.2020 tarihli kararı ) (Aynı nitelikteki Yargıtay 4.Hukuk Dairesi Başkanlığının 2021/576 esas-20121/3236 Karar sayı ve 16.06.2021 tarihli kararı)
Bu itibarla davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne ve HMK’nun 353/1-a,3 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.
HÜKÜM :Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Davacı vekilinin istinaf talebinin KABULÜNE,
2-Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-3 maddesi gereğince Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12/06/2021 tarih, 2021/623 Esas- 2021/651 Karar sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-Davacı tarafından peşin yatırılan istinaf karar harcının talep halinde iadesine,
4-Davacı tarafından karşılanan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda değerlendirilmesine,
5-Kararın kesin olması nedeniyle tebligatların ve harç tahsil/iade işlemlerinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, HMK 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 23/12/2021

Başkan Üye Üye Katip
41133 33276 165939 128481

ANAYASA MAHKEMESİNİN MÜLKİYET HAKKI İHLALİNE İLİŞKİN KARAR

Anayasa Mahkemesi Birinci Bölümü, 17/11/2021 tarihli ve 2019/1594 başvuru numaralı ODS Medikal başvurusunda, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verdi.

TÜRKİYE CUMHURİYETİ
ANAYASA MAHKEMESİ
 
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 
ODS MEDİKAL TİCARET VE SANAYİ LTD. ŞTİ. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2019/1594)
 
Karar Tarihi: 17/11/2021
 
BİRİNCİ BÖLÜM
 
KARAR
 

Başkan : Hasan Tahsin GÖKCAN
Üyeler : Hicabi DURSUN
    Muammer TOPAL
    Recai AKYEL
    Selahaddin MENTEŞ
Raportör : M. Emin ŞAHİNER
Başvurucu : ODS Medikal Ticaret ve Sanayi Ltd. Şti.
Vekili : Av. Fatih Selim YURDAKUL

 

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru, bir kamu kurumu aleyhine başlatılan icra takibinde alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 14/1/2019 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:

8. Başvurucu Şirket, medikal sıhhi araç ve gereç satım işiyle iştigal etmektedir.

9. Başvurucu Şirket, farklı tarihlerde Hacettepe Üniversitesine (Üniversite) 103.381,29 TL tutarında tıbbi araç ve gereç satmıştır.

10. Başvurucu Şirketin satış işlemlerine konu hak ediş alacaklarının tahsili için Üniversite/idare nezdinde yaptığı başvurular sonuçsuz kalmıştır.

11. Başvurucu Şirket, faturalara dayalı olup ödenmeyen hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla bu defa Üniversite aleyhine Ankara 17. İcra Müdürlüğünün (İcra Müdürlüğü) E.2010/2238 sayılı dosyasında ilamsız icra takibi başlatmıştır. Üniversitenin 22/2/2010 tarihinde takibin 2.829,59 TL’lik kısmına itiraz edip geri kalan tutarı kabul etmesi üzerine 100.521,27 TL dosya asıl alacağı kesinleşmiştir.

12. Borçlu Üniversite tarafından dosyada tahakkuk etmiş anapara borcuna mahsuben 30/4/2010 tarihinde 3.000 TL, 26/4/2011 tarihinde 9.700 TL ve 30/7/2011 tarihinde 26.300 TL, 19/10/2011 tarihinde 3.000 TL, 18/11/2011 tarihinde 3.000 TL, 13/5/2012 tarihinde 3.000 TL, 24/6/2012 tarihinde 3.000 TL, 12/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 22/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 29/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 6/9/2012 tarihinde 3.000 TL, 23/9/2012 tarihinde 1.000 TL, 25/9/2012 tarihinde 3.000 TL, 10/10/2012 tarihinde 3.000 TL, 19/10/2012 tarihinde 1.000 TL, 27/12/2012 tarihinde 25.556,23 TL ve 8/2/2013 tarihinde 985,47 TL olmak üzere toplam 100.521,27 TL tutarında bir ödeme yapılmıştır.

13. Müteakiben İcra Müdürlüğünce Üniversiteye gecikme faizi, icra gideri ve avukatlık ücretinden müteşekkil 67.158,85 TL’lik bakiye borcun ödenmesi için 9/10/2014 tarihinde ödeme muhtırası gönderilmiş ve borcun yedi gün içinde ödenmemesi durumunda icra işlemlerine devam edileceği bildirilmiştir. Bu gelişme üzerine de idarece kesinleşmiş olan alacağın ödenmesini teminen herhangi bir girişimde bulunulmamıştır. Akabinde başvurucu, sırasıyla 1/11/2017, 12/4/2018, 29/8/2018 ve 12/9/2018 tarihlerinde Üniversiteye bakiye borç muhtıraları göndertmiştir. Son tarihli muhtırada bakiye borç miktarı 118.267,94 TL olarak hesaplanmıştır. Nitekim başvurucu, İcra Müdürlüğünün 28/9/2018 tarihli hesabına göre de 118.267,94 TL alacaklıdır. Diğer yandan başvurucu Şirketçe sırasıyla 10/5/2017, 15/6/2017 ve 14/9/2017 ve 1/11/2017 tarihlerinde mezkûr alacak kalemlerinin de tahsili amacıyla icra takibi yenilenmiştir.

14. Üniversite; son iki muhtıraya ilişkin cevabi yazılarda kamu mallarının haczedilemeyeceğini, nakit durumuna göre belirlenecek ödeme planı çerçevesinde ödeme yapılacağını ve4/11/1981 tarihli ve 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun 75. maddesinin ilk fıkrası gereğince işlem yapılacağını bildirmiştir.

15. Başvurucu Şirket 14/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

16. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden ulaşılan bilgi ve belgelere göre geçen süre zarfında Üniversite tarafından başvurucu Şirketin takibe konu kalan alacağına ilişkin herhangi bir ödeme yapılmadığı anlaşılmıştır.

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

17. Anayasa Mahkemesinin 17/11/2021 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Başvurucunun İddiaları

18. Başvurucu Şirket, Üniversite nezdindeki hak ediş alacaklarının tahsili amacıyla Üniversite aleyhine yürüttüğü ilamsız icra takibine kısmi itiraz edilip itiraz edilmeyen kısım yönünden takibin kesinleşmesine rağmen gecikme faizi, icra gideri ve avukatlık ücretinden müteşekkil 118.267,94 TL’lik kesinleşmiş bakiye alacağını bireysel başvuru tarihi itibarıyla dokuz yılı aşkın süredir tahsil edemediğinden yakınmaktadır. Başvurucu Şirket sonuç olarak bir kamu kurumu niteliğindeki Üniversiteden olan alacağına kavuşamadığını belirterek mülkiyet hakkının ihlal edildiğini ileri sürmektedir.

B. Değerlendirme

19. Anayasa’nın “Mülkiyet hakkı” kenar başlıklı 35. maddesi şöyledir:

“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.

Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir.

Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”

1. Kabul Edilebilirlik Yönünden

20. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Esas Yönünden

21. Anayasa’nın 35. maddesinin birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir.” denilmek suretiyle mülkiyet hakkı güvenceye bağlanmıştır. Anayasa’nın anılan maddesiyle güvenceye bağlanan mülkiyet hakkı, ekonomik değer ifade eden ve parayla değerlendirilebilen her türlü mal varlığı hakkını kapsamaktadır (AYM, E.2015/39, K.2015/62, 1/7/2015, § 20). Bu bağlamda mülk olarak değerlendirilmesi gerektiğinde kuşku bulunmayan menkul ve gayrimenkul mallar ile bunların üzerinde tesis edilen sınırlı ayni haklar ve fikrî hakların yanı sıra icrası kabil olan her türlü alacak da mülkiyet hakkının kapsamına dâhildir (Mahmut Duran ve diğerleri, B. No: 2014/11441, 1/2/2017, § 60). Somut başvuru yönünden başvurucu Şirketin alacağının varlığı idare tarafından kabul edildiğine göre icra edilebilir nitelikteki söz konusu alacığın mülk teşkil ettiğinde kuşku bulunmamaktadır.

22. Bir alacağın mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilmesi için mahkeme hükmüne dayanması şart olmayıp belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olması gerekli ve yeterlidir. Somut olayda da başvurucu Şirket, farklı tarihlerde idareye 103.381,29 TL tutarında tıbbi araç ve gereç satmış ve satış işlemlerine ilişkin olarak 2009 yılında farklı tarihlere ait on beş fatura düzenlemiştir. Başvurucu Şirketçe satış işlemlerine konu hak ediş alacaklarının tahsili için Üniversite nezdinde yapılan başvurular sonuçsuz kalmış olmasına karşın alacağın varlığı reddedilmemiştir. Nitekim başvurucu Şirket tarafından söz konusu faturalara dayalı olarak ilamsız icra takibi başlatılmış olup borçlu Üniversitenin 22/2/2010 tarihinde takibin 2.829,59 TL’lik kısmına itiraz edip geri kalan tutarı kabul etmesi üzerine 100.521,27 TL dosya asıl alacağı kesinleşmiştir. Diğer yandan borçlu Üniversite, icra dosyasına 30/4/2010 tarihinde 3.000 TL, 26/4/2011 tarihinde 9.700 TL ve 30/7/2011 tarihinde 26.300 TL, 19/10/2011 tarihinde 3.000 TL, 18/11/2011 tarihinde 3.000 TL, 13/5/2012 tarihinde 3.000 TL, 24/6/2012 tarihinde 3.000 TL, 12/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 22/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 29/8/2012 tarihinde 3.000 TL, 6/9/2012 tarihinde 3.000 TL, 23/9/2012 tarihinde 1.000 TL, 25/9/2012 tarihinde 3.000 TL, 10/10/2012 tarihinde 3.000 TL, 19/10/2012 tarihinde 1.000 TL, 27/12/2012 tarihinde 25.556,23 TL ve 8/2/2013 tarihinde 985,47 TL olmak üzere toplam 100.521,27 TL ödeme de yapmıştır.

23. Ayrıca dosya kapsamında borcun olmadığına dair idare tarafından açılan bir davanın varlığına ilişkin bilgi de bulunmamaktadır. Bu durumda borcun varlığı ile ilgili olarak taraflar arasında bir uyuşmazlığın bulunmadığı anlaşılmaktadır. İcraMüdürlüğünce yapılan dosya hesabında 118.267,94 TL tutarında bakiye borcun bulunduğu görülmektedir. Dolayısıyla alacağın belirli, kesin ve icra edilebilir mahiyette olduğu dikkate alındığında başvurucu Şirketin mülkiyet hakkının varlığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak İcra Müdürlüğü aracılığıyla yapılan takip işlemi sonucunda itiraz edilmeyen kısım yönünden alacağın kesinleşmiş olmasına rağmen başvurucu Şirketin gecikme faizi, icra gideri ve avukatlık ücretinden müteşekkil bakiye alacağı hâlen ödenmemiş durumdadır.

24. Anayasa Mahkemesinin daha önceki kararlarında icra edilebilir bir alacağın da mülkiyet hakkı kapsamında korunan ekonomik bir değer ifade ettiği kabul edilmiştir. Ayrıca kamu kurum ve kuruluşlarınca böyle bir alacağın ödenmemesi ya da ödenmesinin uzun sürmesinin mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına müdahale teşkil ettiği ve bu müdahale nedeniyle oluşan belirsizliğin ise mülkiyet hakkının ihlaline neden olduğu sonucuna varılmıştır (Kenan Yıldırım ve Turan Yıldırım, B. No: 2013/711, 3/4/2014, §§ 55-75; Şenal Haylaz, B. No: 2013/3457, 25/2/2015, §§ 60-79).

25. Somut olayda bu ilkelerden ayrılmayı gerektiren bir durum söz konusu olmayıp başvurucu Şirketin icra edilebilir nitelikteki kesinleşmiş alacağının gecikme faizi, icra gideri ve avukatlık ücretinden müteşekkil kısmının idare tarafından borcun varlığının da kabul edilmesine rağmen kesinleşme tarihinden itibaren on bir yılı aşkın bir süreyi geçtiği hâlde ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmak gerekir.

26. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

3. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

27. 30/3/2011 tarihli ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 50. maddesinin ilgili kısmı şöyledir:

“(1) Esas inceleme sonunda, başvurucunun hakkının ihlal edildiğine ya da edilmediğine karar verilir. İhlal kararı verilmesi hâlinde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırılması için yapılması gerekenlere hükmedilir…

 (2) Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir. Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”

28. Başvurucu Şirket ihlalin tespiti ile 10.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.

29. Anayasa Mahkemesinin Mehmet Doğan ([GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018) kararında ihlal sonucuna varıldığında ihlalin nasıl ortadan kaldırılacağı hususunda genel ilkeler belirlenmiştir. Anayasa Mahkemesi diğer bir kararında ise bu ilkelerle birlikte ihlal kararının yerine getirilmemesinin sonuçlarına da değinmiş ve bu durumun ihlalin devamı anlamına geleceği gibi ilgili hakkın ikinci kez ihlal edilmesiyle sonuçlanacağına işaret etmiştir (Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019).

30. Bireysel başvuru kapsamında bir temel hakkın ihlal edildiğine karar verildiği takdirde ihlalin ve sonuçlarının ortadan kaldırıldığından söz edilebilmesi için temel kural, mümkün olduğunca eski hâle getirmenin yani ihlalden önceki duruma dönülmesinin sağlanmasıdır. Bunun için ise öncelikle ihlalin kaynağı belirlenerek devam eden ihlalin durdurulması, ihlale neden olan karar veya işlemin ve bunların yol açtığı sonuçların ortadan kaldırılması, varsa ihlalin sebep olduğu maddi ve manevi zararların giderilmesi, ayrıca bu bağlamda uygun görülen diğer tedbirlerin alınması gerekmektedir (Mehmet Doğan, §§ 55, 57).

31. Anayasa Mahkemesi, Üniversite aleyhine başlatılan icra takibinde kesinleşen alacağın ödenmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği sonucuna varmıştır. Dolayısıyla somut başvuruda ihlalin idari işlemden kaynaklandığı anlaşılmaktadır.

32. İhlalin sonuçlarının giderilmesi için icra takibi sonucunda kesinleşmiş alacağının başvurucu Şirkete ödenmesi gerekmektedir. İhlal kararının yerine getirilmesi sorumluluğu Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne düşmektedir. Bu sebeple kararın bir örneğinin ihlalin sonuçlarının giderilmesi için Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne gönderilmesine karar verilmesi gerekir.

33. Diğer yandan yalnızca ihlal tespitiyle ve kararın Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne gönderilmesi suretiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında -yargı kararının infaz edilmediği süre gözetilerek- başvurucu Şirkete net 10.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.

34. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. Anayasa’nın 35. maddesinde güvence altına alınan mülkiyet hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Mülkiyet hakkının ihlalinin sonuçlarının giderilmesi için kararın bir örneğinin Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğüne GÖNDERİLMESİNE,

D. Başvurucuya net 10.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE,

E. 294,70 TL harç ve 3.600 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 3.894,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

F. Ödemelerin, kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 17/11/2021 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

ESKİ KİRACININ BORCUNDAN DOLAYI ABONE ALAMAMA- ESKİ ABONELİĞİN İPTALİ İLE YENİ ABONELİK TESİSİ- MUARIZANIN GİDERİLMESİ

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

E. 2015/2409, K. 2016/3583

Karar Tarihi: 10.03.2016

Taraflar arasındaki menfi tespit davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacı (İ…) dilekçesinde; 06.06.2012 tarihinde petrol ofisi bitişiğindeki tesisi kiraladığını, tesiste şu anda M… adına abonelik bulunduğunu, eski abonenin tesisi boşalttığını, fabrikayı kendisinin işleteceğini, eski aboneliğin iptali ve yeni aboneliğin adına tesisi için davalı kuruma başvurduğunu, ancak önceki abonenin borcunun ödenmesi halinde adına abonelik verileceğinin bildirildiğini, önceki borçtan sorumlu tutulmasının mevzuata aykırı olduğunu, kendisinin yeni müşteri olduğunu, davalının sözleşme yapmak zorunda olduğunu, aboneliğin tarafına verilmesini veya elektriğin açılması, davalıya borçlu olmadığının tespitini, muarazanın giderilmesini istemiştir.

Davalı vekili cevabında; davacının, müvekkili kurumdan daha önce vergi levhası olan ve borçlu bulunan abonenin üzerine bu işyerini kiralamış gibi göstererek yeni abone olmak üzere açtığı davanın yersiz olduğunu, davacının kendi nam ve hesabına bu işyerinde çalıştığını ve abonenin mülk sahibi olmasından faydalanıp buradaki borcu ödemediğini, kaldı ki davacının bizzat kendisi bu yerde faaliyet gösterdiğini yeni bir abonelik talep edemeyeceğini, M… adına olan işyerini birlikte çalıştırıldığını düşündüklerini, sadece abonenin diğer ortağı olması eski borçtan kurtulma olanağı vermediğini belirterek, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece; davacının 06.06.2012 tarihinde bu işyerini kiraladığı, bu tarihten beri elektrik sarfiyatı olan adreste kiracı olarak bulunduğunun anlaşıldığı, bu yönüyle önceki abonenin borcundan sorumlu tutulmayacağı gerekçe gösterilerek, davanın kabulü ile, 132810 abone no’lu saatten dolayı davacının borçlu olmadığının tespitine, davacı adına yeni abonelik verilmesine karar verilmiş, hükmü davalı vekili temyiz etmektedir.

Uyuşmazlık; elektrik aboneliği tesisinde oluşan muarazanın giderilmesine ilişkindir.

Kural olarak; abone sözleşmesi kimin adına düzenlenmiş ise tüketim bedelinden o kişi, eş söyleyişle sözleşmenin tarafı olan abone sorumludur. Doyalısı ile elektrik dağıtım şirketleri, önceki abonenin borcunu yeni aboneden talep edemeyeceği gibi yeni aboneliğin tesisi için de bu borcun ödenmesini isteyemez.

Ancak, davalı dağıtım şirketi vekili cevap dilekçesinde; davacının, kendi namına bu işyerinde çalıştığını, M… adına olan işyerini(davacı ile aynı soyadını taşıyan) birlikte çalıştırıldığını, aynı işyerinde kendi nam ve hesabına vergi levhasının olduğu ve bu taşınmazı yeni kiralamış gibi gösterip bunu borçtan kurtulmak için yaptığını, muvazaa bulunduğunu ileri sürmüştür. Davacı yargılamada, taşınmazı kardeşi olan M…’den kiraladığını, kendisinden önce kardeşinin burayı işlettiğini, borcun M…’ya ait olduğunu, aynı zamanda kendisinin buraya 2 yıl önce vergi levhası aldığını beyan etmiştir.

Buna göre, mahkemece; muvazaa iddiası açısından yan deliller(muhasebe, sigorta kayıtları, vekaletnameler) dosya içerisine alınmalı, dava konusu fabrikanın önceki borçları ile ilgili icra ve dava dosyaları getirtilerek önceki abone, kullanıcı ve borçlu şirket ya da kişiler arasında bir bağ bulunup bulunmadığı ve davalının savunmasında ileri sürdüğü hususlar tam olarak araştırılmalı; bu eksikler giderildikten sonra bir karar verilmelidir.

Mahkemece, yukarıda açıklanan hususlar ve muvazaa iddiası araştırılmadan, eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 10.03.2016 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

MUVAZAALI KİRALAMA SÖZLEŞMESİ – ELEKTRİK ABONESİ VERİLMEMESİ NEDENİYLE MUARIZANIN GİDERİLMESİ

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

E. 2015/2409, K. 2016/3583

Karar Tarihi: 10.03.2016

Taraflar arasındaki menfi tespit davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Davacı (İ…) dilekçesinde; 06.06.2012 tarihinde petrol ofisi bitişiğindeki tesisi kiraladığını, tesiste şu anda M… adına abonelik bulunduğunu, eski abonenin tesisi boşalttığını, fabrikayı kendisinin işleteceğini, eski aboneliğin iptali ve yeni aboneliğin adına tesisi için davalı kuruma başvurduğunu, ancak önceki abonenin borcunun ödenmesi halinde adına abonelik verileceğinin bildirildiğini, önceki borçtan sorumlu tutulmasının mevzuata aykırı olduğunu, kendisinin yeni müşteri olduğunu, davalının sözleşme yapmak zorunda olduğunu, aboneliğin tarafına verilmesini veya elektriğin açılması, davalıya borçlu olmadığının tespitini, muarazanın giderilmesini istemiştir.

Davalı vekili cevabında; davacının, müvekkili kurumdan daha önce vergi levhası olan ve borçlu bulunan abonenin üzerine bu işyerini kiralamış gibi göstererek yeni abone olmak üzere açtığı davanın yersiz olduğunu, davacının kendi nam ve hesabına bu işyerinde çalıştığını ve abonenin mülk sahibi olmasından faydalanıp buradaki borcu ödemediğini, kaldı ki davacının bizzat kendisi bu yerde faaliyet gösterdiğini yeni bir abonelik talep edemeyeceğini, M… adına olan işyerini birlikte çalıştırıldığını düşündüklerini, sadece abonenin diğer ortağı olması eski borçtan kurtulma olanağı vermediğini belirterek, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece; davacının 06.06.2012 tarihinde bu işyerini kiraladığı, bu tarihten beri elektrik sarfiyatı olan adreste kiracı olarak bulunduğunun anlaşıldığı, bu yönüyle önceki abonenin borcundan sorumlu tutulmayacağı gerekçe gösterilerek, davanın kabulü ile, 132810 abone no’lu saatten dolayı davacının borçlu olmadığının tespitine, davacı adına yeni abonelik verilmesine karar verilmiş, hükmü davalı vekili temyiz etmektedir.

Uyuşmazlık; elektrik aboneliği tesisinde oluşan muarazanın giderilmesine ilişkindir.

Kural olarak; abone sözleşmesi kimin adına düzenlenmiş ise tüketim bedelinden o kişi, eş söyleyişle sözleşmenin tarafı olan abone sorumludur. Doyalısı ile elektrik dağıtım şirketleri, önceki abonenin borcunu yeni aboneden talep edemeyeceği gibi yeni aboneliğin tesisi için de bu borcun ödenmesini isteyemez.

Ancak, davalı dağıtım şirketi vekili cevap dilekçesinde; davacının, kendi namına bu işyerinde çalıştığını, M… adına olan işyerini(davacı ile aynı soyadını taşıyan) birlikte çalıştırıldığını, aynı işyerinde kendi nam ve hesabına vergi levhasının olduğu ve bu taşınmazı yeni kiralamış gibi gösterip bunu borçtan kurtulmak için yaptığını, muvazaa bulunduğunu ileri sürmüştür. Davacı yargılamada, taşınmazı kardeşi olan M…’den kiraladığını, kendisinden önce kardeşinin burayı işlettiğini, borcun M…’ya ait olduğunu, aynı zamanda kendisinin buraya 2 yıl önce vergi levhası aldığını beyan etmiştir.

Buna göre, mahkemece; muvazaa iddiası açısından yan deliller(muhasebe, sigorta kayıtları, vekaletnameler) dosya içerisine alınmalı, dava konusu fabrikanın önceki borçları ile ilgili icra ve dava dosyaları getirtilerek önceki abone, kullanıcı ve borçlu şirket ya da kişiler arasında bir bağ bulunup bulunmadığı ve davalının savunmasında ileri sürdüğü hususlar tam olarak araştırılmalı; bu eksikler giderildikten sonra bir karar verilmelidir.

Mahkemece, yukarıda açıklanan hususlar ve muvazaa iddiası araştırılmadan, eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 10.03.2016 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

SAHTE PROFİL OLUŞTURUP PAYLAŞIMLARDA BULUNMAK- HUKUKA AYKIRI DELİL

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi

2016/14742 E., 2017/2577 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :AİLE MAHKEMESİ

Taraflar arasında birleştirilerek görülen nafaka davalarının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, nafakanın kaldırılması istemli asıl davanın kabulüne, birleşen nafakanın arttırılması istemli davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı – birleşen dosyada davacı asil tarafından duruşma istemli temyiz edilmesi üzerine; davanın niteliği gereği duruşma isteğinin reddiyle, temyiz isteğinin incelemesinin evrak üzerinde yapılmasına karar verilerek dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Davacı vekili; müvekkili ile davalının Aile Mahkemesinin 2013/254 E. 2013/946 K. karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, mahkemece davalı lehine aylık 1.000 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiğini, ancak davalının Erkan isimli kişi ile fiilen evliymiş gibi yaşadığını, davalının internet ortamında yayınladığı resim ve videolarla fiili evliliğin tespit edildiğini ileri sürerek, davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı vekili; Nafakanın kaldırılması davasında davanın reddini dilemiş, birleşen 2015/715 Esas sayılı davada ise; yoksulluk nafakasının 1.500TL’ye artırılmasını talep etmiştir.

Mahkemece; CD kayıtları ve dinlenen tanık beyanları ile nafaka alacaklısı olan davalının kısa bir süre de olsa evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraberlik yaşadığının ispatlandığı, TMK’nun 176/3. maddesinde yer alan koşulların oluştuğu gerekçesiyle; asıl davanın kabulü ile davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, birleşen davanın ise reddine karar verilmiş; hüküm, davalı – birleşen dosyada davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1-Asıl davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Nafaka yükümlüsü davacı, nafaka alacaklısı olan davalının evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraber yaşadığını ileri sürerek, nafakanın kaldırılmasını istemiştir.

Türk Medeni Kanunun 176/3. maddesi; “İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.” hükmünü içermektedir.

Öncelikle, mahkeme kararında gerekçe olarak dayanılan; davacı nafaka yükümlüsü tarafından (facebook ve WhatsApp’tan alındığı iddia olunan) görüntü kayıtlarından ibaret olan delilinin hukuken geçerli ve hükme esas alınabilecek bir delil niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

01.10.2011’de yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat hakkı” başlığını taşıyan 189/2. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamız.” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delilerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir.

Böylece Hukuk Yargılamasında da ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması, eş söyleyişle yasak delil niteliğinde olmaması esası getirilmiştir.

Anılan düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re’sen gözönüne alınması ve bu delillerin hukuken meşru yol ve yöntemlerle elde edildiği, delilin her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tesbiti halinde, diğer tarafça bu konuda itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece bu sunulan delillerin caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir.

Diğer taraftan, hukuka aykırı elde edilen delillerin yargılamada değerlendirilmesi konusunda 01.10.2011 tarihine kadar Medeni Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü olmadığı halde, gerek mülga 1412 sayılı CMUK’nda gerekse de 5271 sayılı CMK’nda açık düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412 sayılı CMUK’nun 254/2. maddesinde “Koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz.” denilmiş, 5271 sayılı CMK’nun 206/2-a maddesinde “ortaya konulması istenilen delilin, kanuna aykırı olarak elde edilmesi halinde reddolunacağı” düzenlendiği gibi Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlandığından ve bu Anayasal kural, her ne kadar, ceza yargısına ilişkin gibi görünse de, tüm yargı çeşitleri, bu arada adlî yargı bütünü içinde yer alan hukuk yargısı bakımından da geçerlilik taşıyan bir düzenleme konumunda olduğu, yargısal uygulamalarda kabul edilmiştir.

Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel hayata yapılan haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizliliği diye ifade edilen ve sadece bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale edilemez. Örneğin, kişinin özel hayatı cinsel yaşamı böyledir. Hayatın bu gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu kim, nasıl ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun sözonusu delil ceza mahkemesinde delil olarak kullanılamaz. Zira, hayatın gizli alanı bir delil elde etme yasağı teşkil eder.(Öztürk, B.Yeni Yargıtay Kararları Işığında Delil Yasakları, Ank.1995, s.116 vd.)

6100 sayılı HMK öncesindeki yargısal uygulamalarda somut olayın özelliğine göre farklı yaklaşımlar olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı olarak ele alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde yargılamada kabul edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil konusunda olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu görülmektedir. Ancak, Anayasanın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ilkesi ile Anayasanın 38/6. maddesindeki hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin hiçbir şekilde yargılamada kullanılamayacağı yolundaki düzenleme ve yukarıda açıklanan 6100 Sayılı HMK’ nun 189/2. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir. Dolayısıyla, hukuka aykırı (yaratılmış veya elde edilmiş) delillerin hiçbir şekilde ispat aracı olarak kullanımı artık mümkün değildir.

Bir delilin mahkemece kabul edilmesi için, o delilin usulsüz ve hukuka aykırı olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesi şarttır. Yasak delilin kapsamına hukuka aykırı bir şekilde yaratılan deliller ile hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen deliller girdiğinden artık bu kapsamda kabul edilen deliller hiç bir şekilde hukuka uygun ve meşru bir delil olarak kabulü olanaklı değildir.

Anılan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 15.02.2012 tarihli ve 2011/2-703 E-70 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Somut olayda, toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinden; nafaka alacaklısı olan davalının, tanık olarak dinlenen şarkıcı …’a ait şarkının klip çekimi nedeniyle Erhan K. isimli oyuncu ile birlikte yer aldığı çekim görüntülerinin, (klibin yayınlanmasından vazgeçilmesi üzerine) davacı nafaka yükümlüsü tarafından hukuka aykırı olarak elde edildiği sabittir.

Diğer taraftan, hukuka aykırı olarak elde edilen klip görüntülerinin, paylaşımlarının yapıldığı sosyal medya hesaplarının kendisine ait olduğu hususu da davalı tarafından kabul edilmediği gibi, davacı taraf sosyal medya hesaplarının (Facebook/WhatsApp) ve bu hesaplardaki paylaşımlarında davalı tarafından yapıldığı hususunu da ispatlayamamıştır.

Ayrıca, sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımların, ancak hesabın sahibi veya aynı paylaşım ortamında (facebook/WhatsApp) bulunan kişilerce delil olarak kullanımının mümkün olduğu düşünülebilecektir. Diğer bir anlatımla, sahte profil oluşturup paylaşımlarda bulunmak veya kişi profillerinde hesap sahibinin bilgisi, muvafakatı ve izni olmaksızın yapılan paylaşımların delil olarak sunulması halinde, bunların 6100 Sayılı HMK’nun 189/2. maddesi kapsamında hukuka aykırı delil kabul edilmesi gerekir.

Hal böyle olunca, mahkemece; davacı nafaka yükümlüsü tarafından sunulan delillerin bir bölümünün hukuka aykırı olarak elde edilmiş olduğu, diğer delillerin ise hukuka aykırı bir şekilde yaratılmış olduğu gözetilerek, dosya kapsamındaki diğer delillerle de ispat edilemeyen nafakanın kaldırılması davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

2- Birleşen davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Nafaka alacaklısı davacı, birleşen davada; boşanma davasında hüküm altına alınan yoksulluk nafakasının aradan geçen süreç içerisinde yetersiz hale geldiğini ileri sürerek, nafakanın artırılmasını istemiştir.
Bu durumda, mahkemece; birleşen davada taraflarca bildirilen delillerin usulünce toplanması ve ulaşılacak sonuca göre istem hakkında bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile birleşen davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davalı-davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

ÖDEME ŞARTINI İHLAL- BRÜT ASGARİ ÜCRET TUTARININ ALTINDA KALAN ALACAK MİKTARI BAKIMINDAN KİŞİYE DİSİPLİN HAPSİ VERİLEMEYECEĞİ

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

2021/4067 E. , 2021/4896 K.

“İçtihat Metni”

Borçlunun ödeme şartını ihlâl suçundan sanık …’nın, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair … 9. İcra Ceza Mahkemesinin 18/02/2020 tarihli ve 2019/576 esas, 2020/148 sayılı kararı aleyhine … Bakanlığı’nın 03/03/2021 gün ve 94660652-105-35-14370-2020-Kyb sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23/03/2021 gün ve KYB-2021/32094 sayılı ihbarnamesi ile Dairemize gönderilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre, 31/03/2011 tarih ve 6217 sayılı Kanunun 6. maddesi ile değişik İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesinin 4. fıkrasında; “Nafaka alacaklarına ilişkin takipler hariç, alacak miktarı Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından her yıl belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kalan takiplerde bu Kanunda öngörülen disiplin ve tazyik hapsi uygulanmaz.” hükmü uyarınca, suçun oluşumu için, takip tarihindeki asıl alacak miktarının brüt asgari ücretin üstünde olması gerektiği, … 21. İcra Müdürlüğünün 2019/1339 esas sayılı dosyasındaki 04/02/2019 tarihli takibe konulan asıl alacak miktarının 2.500,00 Türk lirası olduğu, Asgari Ücret Tespit Komisyonu tarafından 2019 yılı için belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının ise 2.558,40 Türk lirası olduğu, takibe konulan asıl alacak miktarının 2019 yılı için belirlenen aylık en yüksek brüt asgari ücret tutarının altında kaldığı anlaşılmakla, sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görüldüğünden … 9. İcra Ceza Mahkemesinin 18/02/2020 tarihli ve 2019/576 esas, 2020/148 sayılı kararının CMK’nın 309/4-d maddesi uyarınca BOZULMASINA, sanık hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsinin kaldırılmasına, tazyik hapsi infaz edilmekte ise salıverilmesine, 18/05/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

GECE ÇALIŞAN İŞÇİNİN UYUMUŞ OLMASI İŞ GÜVENLİĞİNİ TEHLİKEYE DÜŞÜRMEMİŞ VE DAHA ÖNCEDEN BU KONUDA BİR UYARI YAPILMAMIŞSA HAKLI FESİH NEDENİ DEĞİLDİR.

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2016/340 E. , 2016/20711 K.
“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili özetle, davacının 06/11/2008-29/03/2014 tarihleri arasında davalı şirket nezdinde gemi boya işçisi olarak kesintisiz olarak çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından 26/03/2014 tarihinde 4857 sayılı iş yasasının 25/II-e maddesi uyarınca tazminatsız ve önelsiz olarak feshedildiğini, fesih gerekçesi olarak 23/03/2014 tarihinde gece 01:30 sıralarında binanın giriş katına yatak koyarak uyuduğunun tespit edildiğinin belirtildiğini, ancak olayın doğru olmadığını ve feshin haksız olduğunu iddia ederek; işe iadesini talep ve dava etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili özetle, davacının iş akdinin 4857 sayılı iş yasasının 25/II-e maddesi gereğince feshedildiğini, zira davacının işyerinde uyuduğunun ve çalışma yapmadığı halde kendisini fazla mesai yapıyormuş gibi gösterdiğinin tespit edildiğini ve bu nedenle iş akdinin haklı nedenle sona erdirildiğini savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak; davacının işverene verdiği savunmada, gece 12:30 da uyuyup sabah 05:00 sıralarında uyandığını kabul ettiğini bildirmesi, güvenlik şefi ….. ve güvenlik görevilisi …..’nin davacının uyurken yatarken görüldüğünü, bir tutanakla belirlemeleri, davacının davalı şirkette demir boya işçisi olduğu ve fazla mesai saatinde gece saat 12:30 dan sabah 05:00 e kadar işyerinde uyuduğunun ibraz edilen delille de sabit olduğu, bu deliller karşısında iş akdinin feshedilmesinin iş yasasına uygun olduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı, davacı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
İş sözleşmesinin, işçinin doğruluk ve bağlılığa aykırı söz veya davranışları sebebiyle işverence haklı olarak feshedilip feshedilmediği noktasında taraflar arasında uyuşmazlık söz konusudur.
4857 sayılı İş Kanununun 25 inci maddesinin (II) numaralı bendinde, ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan haller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığı halinde, işverenin iş sözleşmesini haklı fesih imkânının olduğu açıklanmıştır. Yine değinilen bendin (e) alt bendinde, işverenin güvenini kötüye kullanmak, hırsızlık yapmak, işverenin meslek sırlarını ortaya atmak gibi doğruluk ve bağlılığa uymayan işçi davranışlarının da işverene haklı fesih imkânı verdiği ifade edilmiştir. Görüldüğü üzere yasadaki haller sınırlı sayıda olmayıp, genel olarak işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan söz ve davranışları işverene fesih imkânı tanımaktadır.
İşçinin eleştiri sınırları içinde kalan söz ve davranışları ise, işverene haklı fesih imkânı vermez (Yargıtay 9. HD. 1.12.2009 gün, 2008/11819 E, 2009/32509 K).
Somut uyuşmazlıkta; dosyadaki bilgi ve belgelere göre, davacının işyerinde mesai saatleri içinde uyuduğu gerekçesiyle iş sözleşmesi 4857 sayılı yasanın 25/II-e maddesi gereği işçinin işverenin güvenini kötüye kullanması gerekçesiyle feshedilmiş ise de, gece çalışan davacının salt uyuması,iş güvenliğini tehlikeye düşürmediği sürece ve daha önceden bu konuda işi aksattığı gerekçesiyle herhangi bir uyarı da yapılmamışsa haklı fesih nedeni olamayacaktır. Bu durumda davacının bu davranışı nedeniyle davacı uyarılmadan ve bu uyuma eyleminin işyerinde ne tür olumsuzluklara yol açtığı kanıtlanmadan, feshin haklı nedene dayandığının kabulü hatalıdır.
Davacının aynı davranışlarını bir daha tekrar edeceği de anlaşılamadığı gibi, olumsuz öngörü ilkesi gereğince fesih, geçerli nedene dayanmamaktadır.
Davacının iş sözleşmesinin feshi, geçerli nedene dayanmadığından, belirtilen sebeplerle, 4857 sayılı Kanun’un 20. maddesinin 3. fıkrası uyarınca, hükmün bozulmak suretiyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda belirtilen sebeplerle;
1-Mahkemenin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2-İşverence yapılan FESHİN GEÇERSİZLİĞİNE, davacının işe İADESİNE,
3-Davacının kanunî sürede işe başvurmasına rağmen, işverenin süresi içinde işe başlatmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının taktiren işçinin 5 aylık ücreti olarak belirlenmesine,
4-Davacının işe iade için işverene süresi içinde başvurması halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar doğmuş bulunan en çok dört aylık ücret ve diğer haklarının davacıya ödenmesi gerektiğine
5-Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
6-Davacı vekille temsil edildiğinden, karar tarihinde yürürlükte olan tarifeye göre 1.800,00 TL. vekâlet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
7-Davacı tarafından yapılan 453.20 TL. yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
8- Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davalıya iadesine,
Kesin olarak, 24.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

EV SAHİBİNİN TEK BAŞINA KİRA ARTIŞ MİKTARI BELİRLEMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR.

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi

2017/7358 E. , 2017/16789 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki kiralananın tahliyesi davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; kira sözleşmesne göre aylık kira bedelinin 350 TL olduğunu, yıllık ÜFE artışı ile 01.11.2014 tarihinden itibaren aylık kira bedelinin 363 TL, 01.11.2015 tarihinden itibaren aylık 405 TL olması gerektiğini, ancak davalının artış yapmadığını, yıllık eksik ödenen farkın ödenmesi için ihtar gönderdiklerini ancak kira farkının ödenmediğini ileri sürerek davalının temerrüt nedeniyle tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, sözleşmede artış maddesi bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Kira akdinin sona erme sebeplerinden biri de kiracının temerrüdü olup kira parasının ödenmemesi veya geç ödenmesi durumunda akdin feshinin biçim ve koşulları 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 315. maddesinde (818 Sayılı BK.nun 260.maddesi) düzenlenmiştir. Buna göre, istenen kira parasının veya yan giderin muaccel (istenebilir) olması ve kira bedeli ile yan giderin verilen sürede ödenmemiş bulunması, ihtarnamede verilen süre içerisinde kira parasının ödenmemesi halinde akdin feshedileceğinin açıkça belirtilmesi gerekir. Kiracıya verilecek süre konut ve çatılı işyeri kiralarında en az otuz gün, ürün kiralarında en az altmış gün, diğer kira ilişkilerinde ise en az on gündür.
Kural olarak kira ilişkisinin varlığını ve aylık kira bedelinin ne kadar olduğunu ispat külfeti davacıya, davalı tarafından kabul edilen kira bedelinin ödendiğinin ispat külfeti ise davalıya düşer.
Taraflar arasında imzalanan 01.11.2013 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli kira sözleşmesinin varlığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmede aylık kira bedeli 350 TL olarak kararlaştırılmış, sonraki yıllar kira bedelinin artırılacağına dair bir düzenleme
yapılmamıştır. Davacı, dava dilekçesinde kira bedellerinin yıllık ÜFE artışına göre ödenmediğinden bahisle temerrüt nedeniyle tahliye talep etmiş ise de, sözleşmede artış maddesi bulunmamakla davaya konu kira tutarının ispatı kiraya verene aittir. Davacının tek yanlı kira oranı ve kira bedeli belirlemesine itibar edilemez. Davacı kiraya veren, kira miktarınının ÜFE ile artırılacağını ispat edemediğine göre, aylık kiranın sözleşmede yazılı olan 350 TL olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, mahkemece, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 30.11.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BORCUN KISMEN VEYA TAMAMEN KABULÜ HALİNDE KAMBİYO VASFINA İLİŞKİN İTİRAZLAR DİKKATE ALINMAZ

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

2008/8416 E. , 2008/10842 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Üsküdar 2. İcra Mahkemesi
TARİHİ : 05/03/2008
NUMARASI : 2007/713-2008/122

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki her iki taraf vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :
1- İtiraz eden borçlu vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Borçlu vekilince temyiz dilekçesi harçlandırılmadığı ve temyiz defterine kaydı da bulunmadığından temyiz dilekçesinin reddine
2- Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Mahkemece senedin şarta bağlı olarak verildiği teminat senedi olduğu kambiyo vafı taşımadığı gerekçesiyle takibin iptaline karar verilmiştir.
İİK.nun 170/a-son maddesi uyarınca borç kısmen veya tamamen kabul edilmiş ise artık belgenin kambiyo vasfından olmadığı ileri sürülemez.
Somut olayda, borçlu itiraz dilekçesinde takip konusu borcu ödediğini beyan ettiğine göre mahkemece borçlunun sair itirazlarının incelenip alacaklı vekilinin kabul beyanları da dikkate alınarak oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken takibin iptaline karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda (2) nolu bentte açıklanan gerekçelerle alacaklı yararına İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 29.05.2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SÖZLEŞMELERİN HER SAYFASINDA İMZA BULUNMASI ZORUNLU DEĞİLDİR.

T.C
YARGITAY
6. Hukuk Dairesi

2015/5279 E. , 2015/7681 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Gaziantep 1. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 12/06/2014
NUMARASI : 2014/56-2014/295

İcra mahkemesince verilmiş bulunan yukarıda tarih ve numarası yazılı itirazın kaldırılması ve tahliye davasına dair karar, davacı tarafından süresi içinde temyiz edilmiş olmakla, dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.
Dava, kira alacağı ve tahliye istekli olarak başlatılan icra takibine yapılan itirazın kaldırılması ve tahliye istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı tarafından, 01/01/2011 başlangıç tarihli yazılı kira sözleşmesine dayanılarak 09/01/2014 tarihinde başlatılan icra takibi ile ödenmediği iddia olunan 30.000 TL kira alacağının davalıdan tahsili talep edilmiştir. Takibe yasal süresi içinde itiraz eden borçlu davalı vekili itirazında, 01/01/2011 tarihli sözleşmede müvekkilin imzası olmadığını, kaynağı belli olmayan başka bir sözleşmenin arka sayfalarına müvekkilimin imzası bulunmayan bir ön sayfa eklenerek hazırlanan bu sözleşmeden müvekkilinin haberi olmadığını, borcu kabul etmediklerini beyan etmiştir. Mahkemece, davalının itirazında kira sözleşmesindeki imzasını inkar ettiğinden alacaklı kiraya verenin icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını ve tahliye isteyemeyeceği, alacaklının borçlu ile arasında kira sözleşmesi bulunduğunu ispat edecek bir belge ibraz edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davalı, davada dayanılan 01/01/2011 başlangıç tarihli kira sözleşmesindeki imzasını inkar etmemektedir. Kira sözleşmesinin, davalının imzası bulunan başka bir belge ile oluşturulduğunu iddia etmektedir. Dayanak kira sözleşmesinin aslı tek parça olup sözleşmenin ön sayfasında davalının imzası bulunmasa da Yargıtay’ın yerleşmiş kararlarına göre metin, içerik, anlam ve devam eden maddelerin bir bütünlük taşıması kaydıyla birden çok sayfadan oluşan yazılı sözleşmelerin tüm sayfalarının taraflarca imza edilmesi zorunluluğu bulunmamaktadır. Bu nedenle Mahkemece, işin esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, uyuşmazlığın yargılamayı gerektirdiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
Karar bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 30/09/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİNİN AMİRİNE KARŞI “KES SESİNİ ÇENE YAPMA” ŞEKLİNDE CEVAP VERMESİ İŞVEREN AÇISINDAN HAKLI FESİH NEDENİDİR

T.C
YARGITAY
7. Hukuk Dairesi

2014/2280 E. , 2014/11507 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi : Antalya 2. İş Mahkemesi
Tarihi : 28/11/2013
Numarası : 2011/367-2013/582

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:
1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2-Davacı, davalıya ait işyerinde, 18/04/2006-05/04/2009 tarihleri arasında çalıştığını, iş akdinin işveren tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğini, 14/12/2010 tarihinde BÇM ne şikayette bulunduğunu, düzenlenen rapor ile kıdem- ihbar tazminatlarının ödenmesi gerektiği konusunda yanıt verildiğini belirterek kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücretinin davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı işveren vekili, davacının 03/04/2009 günü 16:00-24:00 vardiyasında çalıştığı sırada vardiya amiri Mehmet A.’ya sert, kaba ve küfürlü sözler sarf etmesi, 04/04/2009 günü ise bu tavırda ısrarcı olması nedeni ile iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini, kıdem ihbar tazminatı taleplerinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu, iş müfettişi tarafından davacı eyleminin kabahat olarak nitelendirilmesine karşın davacının hareketinin ilk olmadığını, daha önceki tutum ve davranışları göz önüne alındığında bu eyleminin bardağı taşıran son damla olduğunu, fazla mesai yaptığına ilişkin iddialarının gerçeklerle bağdaşmadığını,fazla mesai alacağı yönünden zamanaşımı itirazında bulunduklarını belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, feshe dair 04/04/2009 tarihli disiplin kurulu kararının, feshin normatif dayanakları kapsamında iş akdinin feshinde gerekçe gösterilen davacı eylemlerinin, davalıya 4857 S.K.nun 25. Maddesi (d) fıkrasına göre haklı nedenle derhal fesih hakkı vermesinin ve fesih yaptırımının eylem-ceza arasında nispetsizlik sonucu doğurabileceği, öncelikle uyarı şeklindeki bir takım disiplin cezaları ile yetinilerek, tekrarında iş akdinin feshedileceğinin ihtar edilmesinin yerinde olabileceği, buna göre feshin haklı nedene dayandığının davalı tarafça ispatlanamadığı gerekçesiyle davacı taleplerinin kabulüne karar verilmiştir.
Taraflar arasında davacının iş sözleşmesinin işverence feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığı hususunda ihtilaf bulunmaktadır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II. fıkrasının (d) bendi uyarınca, işçinin işverene veya ailesine karşı şeref ve namusuna dokunacak sözler söylemesi veya davranışlarda bulunması ya da işveren hakkında şeref ve haysiyet kırıcı asılsız ihbar ve isnatlarda bulunması veya işçinin işverene, aile üyelerinden birine veya işverenin diğer bir işçisine sataşması haklı fesih nedeni olarak sayılmıştır. Sataşma niteliğinde olmadığı sürece, diğer işçilerle devamlı ve gereksiz tartışmaya girişmek, iş arkadaşları ile ciddi geçimsizlik göstermek, işyerinde olumsuzluklara yol açması halinde geçerli fesih nedenidir.
Somut olayda davacının garson olarak 18/04/2006-05/04/2009 tarihleri arasında davalıya ait işyerinde çalıştığı, 03/04/2009 günü 16:00-24:00 vardiyasında çalıştığı sırada davacıya vardiya amiri M. A. tarafından mini bar malzemelerinin arkadaşı H. k. ile birlikte çekilmesi için görev verildiği, servis saatinin saat 19:00 da başlaması üzerine saat 19:20 sıralarında dönen davacı ve arkadaşına neden geç kaldıklarının sorulması üzerine davacının amirine “kes sesini, çene yapma” şeklinde cevap verdiği hususunun gerek davacı savunması ve gerekse tanık beyanları ve dosya içeriğinden anlaşılmasına göre davacının amiri konumundaki kişiye saygı ve nezaket sınırlarını aşacak ve pozisyonuyla bağdaşmayacak şekilde davrandığının sabit olduğu anlaşılmıştır. Davacının eylemleri 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II. fıkrasının (d) maddesindeki işverenin bir başka işçisine sataşma mahiyetini taşır. Fesih haklı nedene dayandığından davacının kıdem ve ihbar tazminatı isteğinin reddi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
3-Fazla mesai hesabında 01.09.2008-04.04.2009 tarihleri arası hafta sayısı 31 olduğu halde bilirkişi raporunda 36 hafta olarak kabul edilerek hesaplama yapılması da hatalı olmuştur.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının davalıya iadesine, 28.05.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI – KIŞ LASTİĞİ VEYA ZİNCİR TAKMAMA NEDENİYLE

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi

2019/9401 E. , 2021/722 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : TCK’nın 85/1, 62/1, 50/4. maddesi delaletiyle 50/1-a, 52/2-3-4. maddeleri gereği mahkumiyet

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafinin ceza miktarına ve lehe hükümlerin uygulanması gerektiğine, katılanlar vekilinin ceza miktarına ve lehe hükümlerin uygulanmaması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddine; ancak;

Sanık idaresindeki kamyonetle, gündüz vakti, meskun mahalde, iki yönlü, gidiş yönüne göre iniş eğimli, virajlı, yüzeyi buzlu olan asfalt kaplama caddede, sınıfına göre zorunlu olmasına karşın aracında kış lastiği bulunmadığı ve lastiklerine zincir takılı olmadığı halde seyrederken aracının 4,9 metre kayması sonucu direksiyon hakimiyetini kaybettiği esnada, seyir istikametine göre soldan yoldan çıkarak, aynı istikamette bankette yürümekte olan yayaya çarpmasıyla, mevcut hızını yol şartlarına göre ayarlamayarak, tam kusuruyla bir kişinin ölümüne sebebiyet verdiği olayda; sanığın eylemini bilinçli taksir ile gerçekleştirdiği ve cezasında 5237 sayılı TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca artırım yapılması gerektiği gözetilmemesi,

Kanuna aykırı olup, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 26/01/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ÜST ARAMA YETKİSİ BULUNMAYAN MAHALLE BEKÇİSİNİN ARAMA SONUCU ELDE EDİLEN UYUŞTURUCU MADDE SUÇ DELİLİ OLARAK KABUL EDİLEMEZ

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi

2020/21042 E. , 2021/12572 K.

“İçtihat Metni”
Mahkeme : İSTANBUL Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma

Hükümler : 1) Mahkûmiyet; İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesinin 06/03/2020 tarihli, 2019/666 esas ve 2020/140 sayılı kararı

2) İstinaf başvurularının esastan reddi; İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesinin 05/10/2020 tarihli, 2020/1657 esas ve 2020/2262 sayılı kararı
Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebeplerine göre dosya incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

5271 sayılı CMK’nın 288. ve 294. maddelerinde yer alan düzenlemeler ile 289. maddesinde sayılan kesin hukuka aykırılık halleri dikkate alınarak, sanık müdafiinin temyiz dilekçesindeki sebeplerin hükmün hukuki yönüne ilişkin olduğu değerlendirilerek yapılan incelemede,

Dosya kapsamından, suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 772 sayılı Kanun uyarınca arama yetkisi bulunmayan çarşı ve mahalle bekçileri tarafından otogar peronlar bölgesinde şüphe üzerine durdurulan sanığın, önleme araması kararına dayanılarak yapılan üst aramasında, montunun sağ cebinde şeffaf poşete sarılı 51 adet, pantolonunun sol cebinde beyaz peçeteye sarılı 45 adet olmak üzere toplam 96 adet MDMA içeren tabletin ele geçirildiği anlaşılmakla, somut olayda, CMK’nın 116, 117 ve 119. maddeleri ile 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu ve suç tarihinde yürürlükte bulunan 772 sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanununa aykırı şekilde yapılan arama sonucunda ele geçen uyuşturucu maddelerin, “suçun maddi konusu” ve “suç delili” olarak hükme esas alınamayacağı gözetilmeden, sanığın beraati yerine, yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,

Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olup, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesinin 05/10/2020 tarihli, 2020/1657 esas ve 2020/2262 karar sayılı hükmü hukuka aykırı bulunduğundan, 5271 sayılı CMK’nın 302/2. maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, bozma sebebine göre sanığın SALIVERİLMESİNE, başka bir suçtan hükümlü ya da tutuklu bulunmadığı takdirde salıverilmesinin sağlanması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına,

CMK’nın 304/2 (a) maddesi uyarınca dosyanın İstanbul 20. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesine gönderilmesine, 29/11/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA SUÇU- SUÇUN UNSURU OLAN HUSUSLARIN TEMEL CEZANIN BELİRLENMESİNDE ESAS ALINAMAYACAĞI

T.C
YARGITAY
16. Ceza Dairesi

2018/3793 E. , 2018/5126 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma
Hüküm : Sanıklar hakkında ayrı ayrı: TCK’nın 314/2, 62/1, 53, 58. maddeleri ve 3713 sayılı Kanunun 5. maddesi uyarınca mahkumiyete dair istinaf başvurusunun esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;
Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
1-Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan hükmün incelenmesinde;
Yargılama sürecindeki usuli işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, hükme esas alınan tüm delillerin hukuka uygun olarak elde edildiğinin belirlendiği aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde eksiksiz olarak sergilendiği, özleri değiştirmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, yaptırımların kanuni bağlamda şahsileştirilmek suretiyle uygulandığı anlaşılmakla; sanık ve sanık müdafiinin temyiz dilekçelerinde ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden CMK’nın 302/1. maddesi gereğince temyiz davasının esastan reddiyle hükmün ONANMASINA,

2-Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan hükmün incelenmesinde;
Anayasanın 138/1. Maddesi hükmü, TCK’nın 61. Maddesinde düzenlenen cezanın belirlenmesi ve bireyselleştirilmesine ilişkin ölçütlerde 3/1. Maddesinde düzenlenen orantılılık ilkesi çerçevesinde; suçun işleniş biçimi, işlenmesinde kullanılan araçlar, işlendiği zaman ve yer, konusunun önem ve değeri, meydana getirdiği tehlike ile sanığın kasta dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saikin yanında, TCK 61/3 maddesi gereğince suçun unsuru olan hususların temel cezanın belirlenmesinde esas alınamayacağına ilişkin düzenleme de göz önünde bulundurularak; hukuka, vicdana, dosya kapsamına uygun şekilde alt sınırdan ceza tayini gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde fazla ceza tayin edilmesi,

Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre mevcut delil durumu, dikkate alınarak tahliye talebinin REDDİNE,13.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TİCARİ PLAKA SATIŞ SÖZLEŞMESİNİN VE ARACA AİT TRAFİK SİCİL KAYDININ İPTALİ – BEDEL – TENKİS

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2021/6804 E. , 2021/6886 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : ADANA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TİCARİ PLAKA SATIŞ SÖZLEŞMESİNİN VE ARACA AİT TRAFİK SİCİL KAYDININ İPTALİ – BEDEL – TENKİS

Taraflar arasında görülen ticari plaka satış sözleşmesinin ve araca ait trafik sicil kaydının iptali-tescil-bedel-tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinaf başvurusu Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b.1 maddesi uyarınca esastan reddedilmiş, davacının temyizi üzerine, kararın miktar itibariyle kesin olduğundan bahisle temyiz talebinin reddine ilişkin olarak verilen 30.12.2019 tarihli ek karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı ticari plaka satış sözleşmesinin ve araca ait trafik sicil kaydının iptali veya bedel veya tenkis isteğine ilişkindir.
Davacı, mirasbırakan babası …in, …plaka sayılı özel halk otobüsünü ve ticari plakasını mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla davalı oğluna devrettiğini ileri sürerek, ticari plaka satış sözleşmesinin iptali ile trafik sicil kaydının miras payı oranında adına tesciline, olmadığı takdirde bedelin faizi ile birlikte tahsiline, bu da mümkün olmazsa, payı oranında tenkise ayrıca davalının aracı haksız olarak işletmesinden kaynaklı kazanç kaybı nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000 TL ‘nin faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, işlemin gerçek satış olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesince, satış bedelinin mirasbırakana ödendiği, devrin mal kaçırmak amacıyla yapılmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, davacı vekilinin istinafı üzerine, Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesinin 15.10.2019 tarihli kararı ile istinaf başvurusu esastan reddedilmiş, anılan karara yönelik davacı vekilinin temyiz başvurusu kararın miktar itibariyle kesin olduğu gerekçesiyle 30.12.2019 tarihli ek karar ile reddedilmiş, anılan ek karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Bilindiği üzere 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 107. maddesinin 1. fıkrasında “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkansız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.” Aynı maddenin 2. fıkrasında “ Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini arttırabilir.” düzenlemesine yer verildiği açıktır.
Öte yandan, Harçlar Kanunu harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re’sen) gözetilmesi gerektiğini hükme bağlamıştır. 492 sayılı Harçlar Kanununun 32.maddesinde yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılmayacağı vurgulanmıştır. Aynı Yasanın 30. maddesinde ise; “Muhakeme sırasında tespit olunan değerin, dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa, yalnız o celse için muhakemeye devam olunur, takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 150. maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması, noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Somut olayda, davacı taraf, ticari plaka satış sözleşmesinin iptali ile trafik sicil kaydının miras payı oranında adına tescilini, olmadığı takdirde araç ve ticari plaka hat bedelinin tespiti ile miras payına isabet eden bedelin faizi ile birlikte tahsilini ayrıca, dava konusu aracın temlik tarihinden itibaren davalı tarafça işletilmesinden kaynaklı kazanç kaybı nedeniyle fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000,00 TL’nin devir tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte tahsilini talep ederek davayı açmıştır. Dava konusu aracın ve ticari plaka hat bedelinin dava tarihindeki değeri mahkemece yapılacak bilirkişi incelemesine bağlı olabileceğine göre, dava değerinin dava açarken tam ve kesin olarak davacı tarafından belirlenmesi mümkün bulunmadığından, davanın belirsiz alacak davası olduğunda tereddüt bulunmamaktadır. Ne var ki mahkemece bu yönde bir işlem yapılarak dava değeri belirlenmediği gibi harçta ikmal edilmeden sonuca gidilmiştir.
Hâl böyle olunca, dava konusu isteklerle ilgili gerektiğinde bilirkişi incelemesi de yaptırılarak dava değerinin belirlenmesi ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davacının değinilen yön itibariyle yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince verilen temyiz isteğinin reddine ilişkin 30.12.2019 gün ve 2019/975 Esas, 2019/1082 Karar sayılı ek kararın ORTADAN KALDIRILMASINA, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 371/1-a maddesi uyarınca Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren Adana Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.09.2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

MURİS MUVAZAASI NEDENİYLE TİCARİ PLAKANIN İPTALİ İLE TESCİLİ OLMADIĞI TAKTİRDE TENKİSİ

T.C
YARGITAY

1. Hukuk Dairesi

2020/3837 E. , 2021/7084 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TİCARİ PLAKANIN İPTALİ TESCİLİ-TENKİS

Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;

Asıl davada davacılar, mirasbırakan …’nın maliki olduğu 16 M 0060 plaka sayılı ticari minibüsü ve hattını, mirastan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalıların mirasbırakanı olan oğlu …’e 1999 yılında satış göstermek suretiyle devrettiğini, …’in ölümüyle de anılan plakanın davalılara intikal ettiğini, …’in alım gücü bulunmadığını, satış bedelinin terekeden çıkmadığı gibi mirasbırakanın anılan plakayı satması için bir neden de bulunmadığını ileri sürerek dava konusu ticari plakanın davalılar adına olan kaydının miras payları oranında iptali ile adlarına tescilini, olmazsa tenkisini istemişler; birleştirilen davada davacı … de, davalı …’a karşı yönelttiği davasında, aynı iddiaları ileri sürerek dava konusu 16 M 0060 plaka sayılı minibüsün hattıyla birlikte kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescilini istemiştir.
Davalılar, mirasbırakanları …’in 11 yıl süreyle mirasbırakan … yanında şoförlük yaptığını, bu çalışmasının ve alacaklarının dava konusu plakanın yarı bedeliyle ancak karşılandığını, kalan yarısının da bakım karşılığı olmak üzere devredildiğini, mirasbırakan … ile engelli kızına baktıklarını, taşınmaz ve başka aracı da olan mirasbırakanın mal kaçırma iradesiyle hareket etmediğini belirterek asıl ve birleştirilen davanın reddini savunmuşlardır.

İlk derece mahkemesince, temlikin minnet duygusuyla yapılmış olup, mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olmadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine, birleştirilen davanın ise HMK’nin 150/5. maddesi uyarınca açılmamış sayılmasına dair verilen kararın asıl davada davacılar tarafından istinafı üzerine Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, somut olayda muris muvazaasına ilişkin 1.4.1974 tarih ½ sayılı İBK’nın uygulama yeri bulunmadığı, ancak BK 18. (TBK 19.) maddesine göre genel muvazaa kapsamında inceleme yapılması gerektiği, dava konusu ticari plakanın mirasbırakan … tarafından, müteveffa oğlu …’e minnet duygusuyla devredildiğinden söz edilemeyeceği, temlikin muvazaalı olduğu gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak asıl davanın kabulü ile dava konusu ticari plakanın temlikinin muvazaalı olduğunun ve davacıların miras payları oranında hak sahibi olduklarının tespitine; birleştirilen davanın ise açılmamış sayılmasına karar verilmek suretiyle yeniden hüküm kurulmuştur.

Karar, asıl davada davalılar tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 23/11/2021 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat … ile temyiz edilen davacılar vekili Avukat … geldiler. Davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davacı … vekili Avukat gelmedi. Yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; asıl davada davalıların yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 20.11.2021 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz edilen vekili için 3.815.00 TL duruşma vekâlet ücretinin ve aşağıda yazılı 48.581,15 TL bakiye onama harcının temyiz eden asıl davada davalılardan alınmasına, 23/11/2021 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

KADASTRO TEKNİSYENİ HUZURUNDA HARİCEN SATIŞ BEYANI- MUVAZAA NEDENİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C
YARGITAY

1. Hukuk Dairesi

2013/20415 E. , 2014/9846 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : GAZİPAŞA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/05/2013
NUMARASI : 1998/56-2013/269

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, tarafların mirasbırakanı Mehmet Y…’ın 27.5.1993 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı kızları Fatma, Zahide ve Nimet ile davalı oğulları Yusuf ve Hüseyin ve ayrıca dava dışı iki kızını daha bıraktığı, davacıların 20 parça taşınmazı dava konusu ettikleri, bunlardan 315, 1464, 1437, 1432, 3422, 3424, 3421 ve 1517 parsel sayılı taşınmazların senetsizden dava dışı Hazine adına, 1422 parselin senetsizden dava dışı Nurten Y… adına tespit ve tescil edildiği, bu taşınmazların davalılarla ve miras bırakanları ile ilgisinin bulunmadığı, 1449, 1434, 1460, 291, 302 ve 1387 parsel sayılı taşınmazların senetsizden davalılar adına tespit gördüğü anlaşılmaktadır. 1440 ve 1515 parsel sayılı taşınmazların bir kısım payının tapu kayıtlarına dayanarak mirasbırakan adına tespit gördükten sonra ise tespite mirasbırakan, davalılar ve dava dışı kişilerin itiraz ettikleri, komisyonca, daha önce mirasbırakan adına yazılan payın eşit olarak davalı oğulları adına tesciline karar verildiği, 1488 parselin ise asıl hak sahibi ortak mirasbırakan Mehmet Yıldız adına tapuda kayıtlı iken tapulama sırasında tapulama teknisyenleri huzurunda verdiği ve imzası tahtında tapulama tutanağına alınan muvafakat beyanı nedeniyle davalılar adına kaydının oluştuğu, dava konusu 1489 ve 1426 sayılı parsellerle ilgili davanın bu dosyadan tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydedildiği anlaşılmaktadır.

1- Hemen belirtmek gerekir ki; tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlar taşınır mal niteliğindedir ve zilyetlikten ibaret olan hakkın devri suretiyle yapılan elden bağışlama sözleşmeleri hiçbir şekil koşuluna bağlı değildir. Bu nedenle gizlenerek yapılan bağışlama niteliğinde tasarruf da geçerlidir. Mirasbırakan tarafından tapusuz taşınmazların zilyetliğinin devri suretiyle gerçekleştirilen geçerli işlemlere karşı 1.4.1974 gün 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur. Bu nedenle taraflarla ve ortak mirasbırakanları ile ilgisi bulunmayan Hazine ve dava dışı kişi adına kayıtlı taşınmazlarla birlikte davalılar adına senetsizden tespit edilen 1449, 1434, 1460, 291, 302 ve 1387 sayılı parsellerle ilgili davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davacıların bu taşınmazlara yönelik temyiz itirazları yerinde değildir, reddi ile hükmün açıklanan nedenlerle ONANMASINA.

2- Öte yandan, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi şekilde yapılması TMK’nin 706, TBK’nin 237 ve Tapu Kanununun 26. maddesi hükmü gereğidir. Ne var ki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddesi, gerekse 09 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-a maddesinde bu yasaların tasfiye yasaları olmaları nedeniyle TMK’nin 706 ve TBK’nin 213.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre, kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatini bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tespitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla, kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanına eşdeğer olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tespite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.

Bunun gibi, HGK’nin 19.06.1996 gün ve 1996/1-336 Esas, 1996/493 Karar sayılı ilamı; 29.11.2006 gün 2006/1-734 Esas, 2006/761 Karar sayılı ilamı ve 16.06.2010 gün 2010/1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı içtihatlarında “Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir.

Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir. “denilmektedir.

Görüldüğü üzere, butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu tevhidi içtihat kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması ya da yukarıda tarih ve sayısı yazılı HGK’nin kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğuran Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.

Somut olayda, Kadastro teknisyenliğine ibraz edilen ortak miras bırakan Mehmet’in imzası ile tasdik ettiği beyanı ile bu yeri haricen davalılara sattığını ve davalı adına tespitine muvafakat ettiğini bildirmiştir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne ve mülkiyeti aktaran bir niteliği bulunduğuna, HGK’nin yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre, kadastro tutanağı ile yapılan satış işlemlerinin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır.

Hal böyle olunca, çekişme konusu 1440, 1488 ve 1515 sayılı parseller yönünden yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda yapılan incelemede muris Mehmet’in diğer bir çok parselle birlikte bu parselleri de 1980 yılında oğulları davalılar Yusuf ve Hüseyin’e haricen sattığı, bu parseller ile ilgili açılan bir dava sırasında 24.5.1990 tarihinde verdiği bir noter beyanname ile de bu hususu ifade ettiği, murisin bu beyanının evveliyatı tapulu olan bu taşınmazların kadasatro tespiti sırasında davalılar adına tespit ve tescil edilmesine dayanak teşkil ettiği, yukarıda açıklanan nedenlerle bu durumda 1.4.1974 tarih ve 1/4 sayılı YİBK’nın uygulama yeri bulacağı, murisin kız çocuklarından mal kaçırmak için tüm malvarlığını erkek çocuklarına temlik ettiği, murisin dava konusu edilen 20 parça taşınmazı satma ihtiyacı olmadığı, varlıklı bir kişi olduğu ve satışlardan sonra da yaşantısında bir değişiklik olmadığı gibi, ölünceye kadar da kendisinin kullandığı belirlendiğinden bu temliklerin de mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak yapıldığı anlaşılmakla davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.05.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

-KARŞI OY-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı pay oranında iptal tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

Toplanan delillerden ve tüm dosya içeriğinden bozma kapsamına alınan 1488 sayılı parselin tapu kaydı uygulanarak ve miras bırakanın kadastro tutanağına alınan mavafakat beyanı nedeniyle davalılar adına kadastroca tespit ve tescil edildiği, 1440 ve 1515 sayılı parsellerin ise tapu kayıtları uygulanarak yine miras bırakan adına kadastroca tespit edildiği, tespite itiraz edilmesi üzerine kadastro komisyonunca, murisin haricen sattığı gerekçe gösterilerek davalılar adına tescile karar verildiği ve tespitlerin kesinleşmesi üzerine de davalılar adına tescil edildiği anlaşılmaktadır.

Gerçekten tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması TMK’nun 706. B.K.’nun 213 ve Tapu Kanunu’nun 26. maddesi hükümleri gereğidir.

Ancak, gerek 766 sayılı Tapulama Yasası’nın 32/B maddesinde gerekse 9 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle TMK’nun 706 ve B.K.’nun 213. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir.

Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının zilyedi adına tespit ve tescline muvafakatını bildirmesi mülkiyetin zilyed adına geçirilip onun üzerine tapulama tesbiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.

Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.

Yine ifade edilmelidir ki, malikin, Kadastro sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazının başka bir şahıs adına tesciline muvafakat beyani ile mülkiyet lehine tesciline muvafakat bildirilen kişiye hemen geçmez. Burada kadastro teknisyenin yaptığı iş bir devir temlik işlemi olmayıp tespit niteliğinde olup, nitekim bu yerde mülkiyetin geçirilmesi ancak tespit tutanağının kesinleşmesi ile mümkün olabilmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki; kural olarak Yargıtay İnançları Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı’nda “bir kimsenin, mirasçısını miras hakkında yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklık (muvazaalı) olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri ve bu dava hakkının, geçerli sözleşmeler için söz konusu olan TMK’nun 565 ve 558. maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağı” hükme bağlanmıştır.

Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkân tanıyan bu tevhidi içtihat kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icap eder.

Oysa olayda, dava konusu taşınmazların mülkiyetinin davalılara devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tescil isteği niteliğinde bulunan ve kadastro teknisyeni huzurunda yapılan tek taraflı bir tescile muvafakat beyanı mevcuttur. Yorum yolu ile de yukarıda açıklanan Yargıtay İnançları Kararının uygulama alanı genişletilemez.

Bu durumda olayda, 01.04.1974 gün 1/2 sayılı Y.İ.B.K.’nın uygulama yeri bulunmamaktadır.
Hâl böyle olunca 1440-1488 ve 1515 sayılı parseller hakkındaki davanın reddedilmesinin doğru olduğu, hükmün tümden onanması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun bozma gerekçesine katılamıyoruz.

 

 

T.C
YARGITAY

1. Hukuk Dairesi 2013/1536 E. , 2013/5320 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : ÇATALCA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/10/2012
NUMARASI : 2012/93-2012/276

Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve miras payları oranında adlarına tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 72, 73 ,74 ve 75 parsel sayılı taşınmazların 22.09.1965 tarih 196 sıra numarası ile tapuda miras bırakan H.K. adına kayıtlı iken, 13.10.1978 tarihinde yapılan tapulama çalışmaları esnasında, H.tarafından haricen oğulları İ. H. ve A.e satıldığı açıklanmak ve miras bırakanın muvafakat beyanıda alınmak suretiyle davalılar adına tesbit ve tescilleri yapılmıştır.
Bilindiği gibi, gerek 01.04.1974 gün 1/2, gerekse 16.03.1990 tarih 1/2 sayılı içtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere “muris muvazaası, miras bırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memiru önünde idaresine satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun yada olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasıların görünürdeki satış sözleşmesinin BK’nun 18. Maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”
Çekişmeli 72, 73, 74 ve 75 parsel sayılı taşınmazların davalılar adına olan tapu kayıtları, asıl kayıt sahibi olan ortak miras bırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyenleri huzurunda verdiği ve imzası ile tapulama tutanağına bu yerlerin haricen davalılara sattığını ve davalılar adına tesbitine muvafakat ettiğini beyan etmesi üzerine oluşmuştur.
Davacılar, muresin yaptığı bu tararrufun bedelsiz olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşınmadığı için biçim koşulundan yoksun olması sebebiyle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır. Gerçekten, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması TMK,nun 706, BK’nun 213 ve Tapu Kanununun 26.maddesı hükmü gereğidir. Ne varki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddelerinde, gerekse 9 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun l3/B-a maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle TMK’nun 706 ve BK’nun 213.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmişlir Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatını bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tespitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Öte yandan HGK’nun 29.11.2006 gün 2006/1-734 esas, 2006/761 karar sayılı yine HGK’nun 16.06.2010 gün 2010/1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı ihtarlarında “Bir konunun içtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldininin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin hizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir, “denilmekledir.
Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu tevhidi içtihat kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması yada yukarıda tarih ve sayısı yazılı HGK Kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğurann Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.
Somut olayda, ortak miras bırakan tapulama sırasında tapulama teknisyenleri huzurunda verdiği ve imzası ile tapulama tutanağına bu yerleri haricen davalılara sattığını ve davalılar adına tesbitine muvafakat etliğini beyan etmiştir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre Kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne, HGK.nun yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre mahkeme gerekçesinde açıklandığı gibi kadastro tutanağına şerh verilmesi suretiyle yapılan işlemlerin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalmadığını söylemek doğru değildir.
Hal böyle olunca; tarafların delilleri toplanmak suretiyle işin esası bakımından karar verilmesi gerekirken mahkemece farklı düşünce ve yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması isabetsiz, davacıların temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görüldüğünden kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile)1086 sayılı HUMK.’nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.04.2013 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi -KARŞI OY-
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Toplanan delillerden ve tüm dosya içeriğinden, miras bırakan H.in 10.7.1985 tarihinde öldüğü, çocuklarından davacıların annesi olan S.nin 2008 tarihinde yine çocuklarından bir kısım davalıların murisi H.in 2011 tarihinde, İ.in 2010 tarihinde öldükleri davalı A.’in de murisin oğlu olduğu çekişme konusu 72-73-74-75 sayılı parsellerin tapu kaydı esas alınarak ve harici satıştan söz edilerek murisin tapularına tutanakların, alınan imzalı muvafakat beyanı ile davalılar adına tespit ve tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, gerek 1.4.1974 gün 1/2 gerekse 16.3.1990 gün 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere muris muvazaası “bir kimsenin mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin 818 sayılı BY’nın 18 (6098 sayılı TBY’nın 19. maddesi dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.
Öte yandan, TMK’nın 706. BY’nın 213 ve Tapu Kanunu’nun 26. maddesinde düzenlendiği üzere tapulu taşınmazlarda mülkiyeti saklıdır akitlerin resmi şekilde yapılması zorunludur.
Buna rağmen, yurdumuzda bu kurala uyulmadan yaygın bir şekilde harici satışlar (tapu dışı satışlar) yapılmaktadır. Bu tür satışların yaygınlığı karşısında kanun koyucu fiili durumu hukuki duruma uydurmak amacı ile M.766 sayılı Tapulama Kanunu’nun 32/C ve 34. maddelerinde olduğu gibi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B-b ve 15/1 maddeleri ile geçersiz ve resmi şekilden yoksun harici satışları tasfiyeye yönelik hükümlür getirmiştir. Buna göre, kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatini bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip onun üzerine tespitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.
Kadastro teknisyeninin Devletin ajanı, bir başka ifade ile resmi memuru olduğunda tereddüt yoktur. Ancak, İçtihadı Birleştirme Kararında tapu sicil memuru önünde yapılan temlikten sözedilmekte olup İçtihadı Birleştirme kararları konuları ile sınırlı, sonuçları ile bağlayıcı özelliği sahip olup yorum yolu ile kapsamları genişletilemez.Tapulama teknisyeni hususunda verilen muvafakat beyanının, resmi memur önünde yapılan satış gibi değerlendirilemeyeceği, çünkü resmi memur önündeki satışta alıcı ve satıcının iradelerinin birleştiği, muvafakat beyanının ise tek taraflı olduğu, tüm bu nedenlerle tapulama teknisyeni huzurunda verilen muvafakat beyanı sonucu oluşan kayıtlar bakımından muvazaa iddiasının dinlenemeyeceği, bir başka ifade ile bu tür işlemlerin İçtihadı Birleştirme kapsamında değerlendirilemeyeceği, davanın reddedilmesinin de doğru olduğu ve hükmün onanması gerektiği düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

 

 

 

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
2011/13599 E. , 2012/2423 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ: PERŞEMBE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 14/06/2011
NUMARASI : 2007/89-2011/216

Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, miras bırakan babaları B.. B..’ın maliki bulunduğu .. ve .. parsel sayılı taşınmazlarını gerçekte bağışlamak istediği halde satış göstererek muvazaalı bir şekilde davalı oğulları A.., B.. ve K..’a temlik ettiğini, K..’ın da.. parseldeki kendi payını diğer davalılar E.. ve V..’a devrettiğini, daha önce aynı işlemlere karşı açılan davanın kabulüne karar verilerek kesinleştiğini ileri sürüp, temliklerin iptalini ve miras payları oranında adlarına tescilini istemişlerdir.
Davalılar K.., A.. ve E.., miras bırakanın sağlığında taşınmazlarını yasal mirasçıları arasında taksim ettiğini bildirip, davanın reddini savunmuşlar, diğer davalılar yanıt vermemişlerdir.
Mahkemece, işlemlerin danışıklı olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve miras payları oranında adlarına tescili isteğine ilişkindir.
Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu taşınmazlardan 2791 parselin dayanağını teşkil eden tapunun miras bırakan B.. adına kayıtlı iken 22.9.1987 tarihli akitle oğulları K.., A.. ve B..’e eşit paylarla satıldığı, adlarına 22.9.1987 tarih .. nolu tapu kaydının oluştuğu ve tapunun 1989 yılında yapılan kadastro tespitinde .. parsellere revizyon gördüğü, K..’ın taşınmazdaki payını 28.9.2000 tarihinde kendi oğulları V.. ve E..’a temlik ettiği; çekişmeli diğer taşınmazın da, 19.4.1952 tarih 123 sıra no’lu tapu ile yine miras bırakan adına tapuda kayıtlı ise de 1989 yılındaki kadastro tespitinde harici satış ve zilyetlik devri suretiyle miras bırakanın oğulları K.., A.. ve B.. adına .. parsel numarasıyla tespit ve tescil edildiği görülmektedir.
Öyle ise; miras bırakanın 2791 sayılı parselin dayanağını teşkil eden tapu üzerinden gerçekleştirdiği temlikin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı bulunduğu anlaşıldığından, anılan parsel hakkındaki davanın kabul edilmesi doğrudur. Davalıların bu yöne değinen temyiz itirazı yerinde değildir.Reddine.
Ne var ki, gerek 01.04.1974 gün 1/2, gerekse 16.03.1990 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere miras bırakan danışığı “bir kimsenin mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin B.K’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”
Somut olayda, çekişmeli .. parsel sayılı taşınmaz, asıl kayıt sahibi ortak miras bırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyenleri huzurunda verdiği ve imzası tahtında tapulama tutanağına alınan bu yerin davalılar adına tesbitine muvafakat beyanı nedeniyle oluşmuştur. Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olup, kendilerinden mal kaçırmak amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun bulunduğu cihetle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek, iptal istemişlerdir.
Gerçekten, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması M.K.’nun 634, B.K’nun 213 ve Tapu Kanununun 26.maddesi hükmü gereğidir. Ne varki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddelerinde, gerekse 9 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B. maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle M.K’nun 634 ve B.K’nun 213.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatını bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Hemen belirtmek gerekir ki; kural olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. 1974 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında “bir kimsenin, mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak amacıyla gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmesi halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın, miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin danışıklık (muvazaalı) olduğu ve gizli bağış sözleşmesinin de biçim koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilecekleri ve bu dava hakkının, geçerli sözleşmeler için söz konusu olan M.K’nun 507 ve 603.maddelerinin sağladığı haklara etkili olmayacağı” hükme bağlanmıştır.
Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu tevhidi içtihat kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icab eder.
Oysa olayda, dava konusu taşınmazların mülkiyetinin davalılara devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tescil isteği niteliğinde bulunan ve tapu teknisyeni huzurunda yapılan tek taraflı bir tescile muvafakat beyanı mevcuttur. Yorum yolu ile de yukarıda açıklanan Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama alanı genişletilemez.
Bu durumda ..parsel bakımından 1.4.1974 gün, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı, koşulları oluştuğu takdirde tenkis hükümlerinin söz konusu olabileceği gözetilmeksizin anılan parsel hakkında da iptal tescile karar verilmesi isabetsizdir.
Davalıların değinilen hususa yönelik temyiz itirazı yerindedir.Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.03.2012 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
-KARŞI OY-
Dava, muris muvazaası hukuksal sebebine dayanan tapu iptali ve tescil davasıdır.
Mahkemece, kanıtlanan davanın kabulüne karar verilmiş, davalıların temyizi üzerine Dairece, 2791 parsel yönünden davalılar temyiz itirazlarının reddine, .. parsel yönünden ise bozma ilamında açıklanan gerekçelerle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Sayın çoğunluğun .. parsel yönünden temyiz itirazlarının reddine ilişkin kararına aynen katılıyorum. Ancak, .. parsel yönünden bozma kararı verilmesine ve sayın çoğunluğun gerekçelerine katılmıyorum, şöyle ki, 01.04.1974 gün 1/2 sayılı kararında gerçekten de murisin tapulu taşınmazları bakımından tapu sicil memuru önünde yapacağı satış işlemleri bakımından muris muvazaasının ileri sürülebileceği hükme bağlanmıştır. Uyuşmazlık konusu .. parsel öncesinde 19.4.1952 tarih 1230 sıra numaralı tapu kaydı ile muris B.. adına kayıtlı iken 1989 yılında yapılan kadastro tespiti esnasında, anılan kayıt kapsamında kaldığı, kayıt maliki tarafından 15-20 yıl önce haricen oğulları A.., K.. ve B..’a satılarak zilyetliği devredildiği açıklanmak ve murisin imzası da alınmak suretiyle davalılar adına tespit görmüş ve tutanağın kesinleşmesi üzerine davalılar adına tapu kaydı oluşmuştur.
Muris B..’nin kadastro teknisyeni huzurunda yapmış olduğu beyan mülkiyeti aktaran bir işlemdir. Tasfiye Kurumu niteliğinde olan Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre bu işleme tapu sicil memuru önünde yapılan tescil beyanı gibi değer verildiği, başka bir anlatımla her iki işlemi eşit kabul ettiği açıktır. Bu husus, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 19.6.1996 gün 1996/1-336 esas ve 1996/493 Karar sayılı, Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 23.5.1995 gün 1995/8665 Esas ve 1995/7520 karar sayılı ilamlarında da açıkça benimsenmiştir. Hal böyle olunca, yasanın açıkça tapu sicil memuru önünde yapılan işlem olarak kabul ettiği, kadastro teknisyeni önündeki beyanın, içtihadı birleştirme kararı kapsamında kalmayacağı yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyorum. Muris B..’nin ..parseli de bağışladığı, ancak kadastro beyannamesine satış olarak beyanını geçirdiği bu şekilde mirasçılarından mal kaçırmayı amaçladığı tüm dosya kapsamı ve toplanan delillerden anlaşıldığına göre, bu parsel bakımından da mahkemenin kabul kararı doğrudur, bu nedenle Onanması gerektiğini dünüşüyorum, saygılarımla

 

EDİTÖRÜN NOTU: Yargıtay pek çok kararında mirasbırakan tarafından kadastro esnasında verilen tek taraflı muvafakat beyanının 1.4.1974 tarihli İçtihadi Birleştirme Kararı kapsamında değerlendirilemeyeceği görüşünü savunmuştur. Yargıtay 1. Hukuk Dairesine ait bu içtihatlar diğer içtihatlarıyla çelişkilidir.

Exit mobile version