3194 SAYILI YASANIN 18.MADDESİ UYGULAMASI SONUCU FAZLA KESİLEN DOP NEDENİYLE TAŞINMAZ BEDELİNİN TAHSİLİ

T.C
Hukuk Genel Kurulu

2017/2019 E. , 2018/1589 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinin uygulanması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesince, görevsizlik nedeniyle davanın usulden reddine dair verilen 04.11.2014 tarihli ve 2014/305 E., 2014/409 K. sayılı karar, davacılar vekili tarafından temyiz edilmekle, Yargıtay 5. Hukuk Dairesinin 17.03.2016 tarihli ve 2016/785 E., 2016/5393 K. sayılı kararı ile;
“…Dava, 3194 sayılı Yasanın 18.maddesi uygulaması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Mahkemece, davaya bakmanın idari yargının görevi dahilinde olduğundan bahisle, yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekilince temyiz edilmiştir.
3194 sayılı İmar Kanununun 17/son maddesine göre bedel takdirleri ve bu bedele itiraz şekilleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine tabidir.
Bedele ilişkin değerlendirme 2942 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılacağından 2942 sayılı Kanunun 37. maddesi uyarınca adli yargı görevlidir.
Bu nedenle işin esasına girilerek karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmesi,
Doğru görülmemiştir…”
gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinin uygulanması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.
Davacılar vekili müvekkillerinin muris Kazım Topgaç’ın mirasçıları olduklarını, murisin Kayseri ili Kocasinan ilçesi Kirişhane mevkii 620 ada 18 parsel sayılı taşınmazda 4/240 oranında 171 m2’lik hissesinin bulunduğunu, söz konusu taşınmaza davalı … tarafından imar uygulaması yapıldığını ve 3452 ada 2 parselde 62,23 m2’lik hisse verildiğini, taşınmazda alınabilecek bedelsiz pay oranının azami %40 olmasının gerektiğini, ancak bu hususa uyulmadan çok fazla bir oranda kesinti yapıldığını, taşınmazın şehir merkezine yakın olduğunu ve her türlü belediye hizmetinden yararlandığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000TL tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı …’ndan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarından da anlaşılacağı üzere hukuki el atmanın bulunduğu durumlarda davaya idari yargı yerinde bakılması gerektiğini, kadastro kayıtlarında dava konusu taşınmazda hissenin 4/480 olduğunu ve fazla DOP kesintisi yapılmadığını, kaldı ki taşınmazın 30.000 m2’nin üzerinde büyük bir yeşil alan üzerinde yer alması durumunda sorumluluğun Büyükşehir Belediye Başkanlığına ait olacağını, bu nedenle davanın husumet yokluğu nedeniyle reddinin gerektiğini, yine davacıların taşınmaz için istedikleri bedelin yüksek olduğunu belirterek esas yönünden de davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece idare tarafından kamu gücü kullanılmak suretiyle resen ve tek yanlı biçimde tesis edilen uygulama işlemlerinden kaynaklanan zararların tazmini istemiyle açılan davaların 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin 1. fıkrasının b bendi uyarınca idari yargı yerinde çözümlenmesinin gerektiği, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin bu yönde kararlarının bulunduğu, eldeki davada da ihtilafın 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinin uygulanması sırasında fazla kesilen DOP nedeniyle tazminata yönelik olduğu, bu itibarla davaya idari yargı yerinde bakılması gerektiği gerekçesiyle görevsizlik nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Davacılar vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki karardaki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davcılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinin uygulanması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle tazminat istemiyle açılan eldeki davada adli yargı yerinin mi yoksa idari yargı yerinin mi görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.
Konunun açıklığa kavuşturulması için öncelikle kamulaştırmasız el koyma kavramı ve ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.
Kamulaştırmasız el koyma kavramı, 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 09 Ekim 1956 tarihinden sonraki olgular için söz konusu olup; bu tarihten önceki el koymalar, 05.01.1961 gününde kabul edilen 221 sayılı Amme Hükmi Şahıslar veya Müesseseleri Tarafından Fiilen Amme Hizmetlerine Tahsis Edilmiş Gayrimenkuller Hakkındaki Kanun ile “Kamulaştırılmış” sayılmıştır.
Gerek 6830 sayılı İstimlâk Kanunu’nda gerekse bu Kanunu kaldırarak kamulaştırma konusunda yeni ilkeler getiren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda; kamulaştırma yapılmaksızın taşınmaz malına el konulan kimsenin, uğradığı zarar ve ziyan ile mülkiyet hakkının kullanılmasından doğan malın özüne bağlı hangi davaları açabileceği konusunda bir düzenleme getirilmemişti. Taşınmazına kamulaştırmasız el konulan kimsenin, ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine el atmanın önlenmesi davası açabileceği gibi tazminat verilmesini de isteyebileceği, 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile çözüme bağlanmıştır.
Bu noktada, 04.11.1983 tarihinde kabul edilip 08.11.1983 gününde yürürlüğe giren 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun 38. maddesinde, kamulaştırmasız el koymadan kaynaklanan davalarda süre yönünden yirmi yıllık bir sınırlama getirilmiş ise de; bu hükmün, Anayasa Mahkemesinin 04.11.2003 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan 10.04.2003 gün ve 2002/112 Esas, 2003/33 Karar sayılı kararıyla iptal edilmesi sonucu, idarenin kamulaştırmasız el koyma işlemine karşı hak sahiplerinin dava hakkını yirmi yıl ile sınırlayan hak düşürücü süre ortadan kalkmıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararının yürürlüğe girdiği 04.11.2003 tarihinden sonra ve bu tarihten önceki yirmi yıl içinde taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların, idare aleyhine tazminat ve elatmanın önlenmesi istemiyle süreye bağlı olmaksızın dava açmalarının önünde yasal bir engel bulunmadığı gibi; iptal kararının yürürlüğe girdiği tarihten önceki yirmi yıldan daha önce taşınmazlarına kamulaştırmasız el konulanların hak ve durumları da, 30.06.2010 tarihinde yürürlüğe giren 18.06.2010 gün ve 5999 sayılı “Kamulaştırma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na geçici 6. madde eklenmiş ve malikçe tazmin talebinde bulunulması hâlinde öncelikle uzlaşma yoluna gidilmesi, uzlaşma temin edilemeyen hâllerde dava yoluna gidilebileceği öngörülmüştür. Bu madde ile ilk defa kamulaştırmasız el koyma kavramına kanunlarda yer verilmiş bulunmaktadır.
Bu düzenlemeden sonra 25.02.2011 tarihinde yayımlanan 6111 sayılı “Bazı Alacakların Yeniden Yapılandırılması İle Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve Diğer Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un geçici 2. maddesi ile “ Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren onbeş yıl süreyle geçerli olmak üzere; 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun geçici 6’ncı maddesi hükmü, 04.11.1983 tarihinden sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemlerine de uygulanır. Ancak, bu tarihten sonraki kamulaştırmasız el koyma işlemleri sebebiyle açılan tazminat davalarında verilen ve kesinleşen mahkeme kararlarına istinaden 2942 sayılı Kanunun geçici 6’ncı maddesinin yedinci fıkrası uyarınca ödemelerde kullanılmak üzere, ihtiyaç olması hâlinde, idarelerin yıllık bütçelerinde sermaye giderleri için öngörülen ödeneklerden ayrıca yüzde beş pay ayrılır” hükmü getirilmiştir.
Ne var ki, anılan bu madde, Anayasa Mahkemesinin 01.11.2012 Tarih, 2010/83 Esas, 2012/169 Karar sayılı ilamı ile iptal edilmiş ve iptalin 30.05.2013 tarihinde yürürlüğe gireceği karar altına alınmıştır.
Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine, 30.05.2013 tarihinde kabul edilip 11.06.2013 günlü Resmî Gazete yayımlanarak yürürlüğe giren 6487 sayılı “Bazı Kanunlar ile 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun”un 21. maddesi ile 04.11.1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 6. maddesinde değişiklik yapılmıştır.
Diğer taraftan, kamulaştırmasız el koyma müessesesi, mülkiyet hakkının özüne dokunan bir işlemdir. Kamulaştırmada, yöntem olarak Anayasa ve kanunlara uygun bir kamulaştırma işlemi yapılması söz konusu iken, kamulaştırmasız el koymada usulüne uygun bir kamulaştırma işleminden söz edilmesi olanaklı değildir.
Ancak, kamulaştırmasız el koyma ile kamulaştırmanın konu, amaç ve yetki yönüyle benzer yönleri bulunmaktadır. Her iki müessesenin de oluşması için, kamulaştırma yapmaya yetkili devlet kamu tüzel kişileri veya kamu kurumları tarafından kamulaştırma işleminin yapılması veya kamulaştırmasız el konulmuş olması gereklidir. Kamulaştırmasız el koymada da, kamulaştırmada olduğu gibi, taşınmazın edinilmesinde kamu yararının bulunması zorunludur. Gerek kamulaştırmanın gerekse kamulaştırmasız el koymanın konusu sadece özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallardır.
Yukarıda açıklandığı üzere, kamulaştırmasız el koyma müessesesi mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olmakla birlikte, çağdaş bir yaklaşımla ve sosyal devlet ilkesi gereği olarak uygulamada, taşınmaz malikine, dava yoluyla mülkiyetin bedele çevrilmesi ya da idarenin hakkın özünü zedeleyen el koyma eylemine son verilmesi yolu açılmıştır.
Kamulaştırmasız el atma hâlinde kamu kurumu, Kamulaştırma Kanununa uygun hareket etmeden, ferdin malını elinden almış olması sebebiyle kanunsuz bir harekette bulunmaktadır. Bu bakımdan dava, mülkiyete tecavüzün önlenmesi veya haksız fiil neticesinde meydana gelen zararın tazmini davasıdır (11.02.1959 gün, E:1958/17, K:1959/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı gerekçesinden).
İlgili yasal düzenlemelere bakılacak olursa;
Modern mülkiyet anlayışında mülkiyet hakkı yetki ve ödevlerden oluşmaktadır. Malikin hem yetkileri, hem de yakınlarına ve topluma karşı ödevleri bulunmaktadır. Modern mülkiyet anlayışına göre, hakkın kapsamında yer alan ödevler, mülkiyet hakkına yabancı, ona dıştan ve sonradan yükletilen sınırlamalar olarak kabul edilmemeli, aksine bunları, kamu yararı amacıyla malike yükletilen ve mülkiyet hakkını oluşturan ödevler olarak düşünmelidir.
Görülmektedir ki, mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz. Mülkiyet ancak kanunla ve kamu yararı amacı ile sınırlandırılabilir. Başka bir deyişle, kanun koyucunun malikin yetkilerini sınırlamak yetkisi, 1982 Anayasası’nın 35. maddesinin 2. fıkrasında sınırlandırılmıştır. Bu sınırlandırmanın özü “kamu yararı”, şekli ise “kanun” dur. Kanun koyucunun mülkiyet üzerinde yaptığı sınırlamalar bu hakkın özüne dokunamaz.
1982 Anayasasında modern mülkiyet anlayışı benimsenmiştir ve 1982 Anayasası mülkiyet hakkına saygılı ve bu hakkı koruyan bir rejimi öngörmektedir.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın, “Mülkiyet Hakkı” başlıklı 35. maddesi:
“Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.”
Düzenlemesini getirmiştir. 35. maddede mülkiyet hakkı üç aşamalı bir anlatımla açıklanmıştır:
Birinci fıkrasında “Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir” denilerek bu hakkın varlığı anayasal bir hak olarak saptanmıştır. Böyle bir hak sahibi bu şeylerin mülkiyetini kazanabilir. Ona sahip olabilir. Mülkiyetinde olan şeyi dilediği gibi kullanabilir. Başkalarının o şeye el koyması durumunda onun el koymasının önlenmesini ve bu hakkının korunmasını dava yolu ile isteyebilir.
Mülkiyet hakkının bu görünümü kural olarak sınırsız ve kısıtlamasızdır.
Kutsal, sınırlamasız ve kısıtlamasız görünen bu hak anılan maddenin 2. ve 3. fıkraları ile genel bir sınırlamaya bağlı kılınmıştır.
İkinci fıkra uyarınca: “Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir”. Demek ki kamu yararı olan yerde veya bu amaçla kullanma gereksiniminde mülkiyet hakkı sınırlanabilir. Ancak bu sınırlama da kanunla yapılabilir. Kanunsuz olarak burada kamu yararı vardır, denilerek herhangi bir kamu kurumu veya tüzel kişisi mülkiyet hakkına herhangi bir sınırlama koyamaz. Öyle ise bu fıkranın içeriğine göre ancak kamu yararı bulunduğu durumlarda ve kanuna tutunarak sınırlama yapılabilir, yasal bir dayanak olmadan kamu yararı olsa bile mülkiyet hakkına el uzatılamaz. Kanunun olanak tanıdığı yerde de kamu yararı bulunmalıdır.
Anayasanın 35. maddesinin ikinci fıkrasında kastedilen kamu yararı nedeniyle mülkiyet hakkının sınırlanması, 46. maddede “Kamulaştırma” olarak ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir.
Kamulaştırma Kanunu’nun “Kamulaştırma” başlıklı 46. maddesi; “Devlet ve kamu tüzelkişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.
Kamulaştırma bedeli ile kesin hükme bağlanan artırım bedeli nakden ve peşin olarak ödenir. Ancak, tarım reformunun uygulanması, büyük enerji ve sulama projeleri ile iskân projelerinin gerçekleştirilmesi, yeni ormanların yetiştirilmesi, kıyıların korunması ve turizm amacıyla kamulaştırılan toprakların bedellerinin ödenme şekli kanunla gösterilir. Kanunun taksitle ödemeyi öngörebileceği bu hâllerde, taksitlendirme süresi beş yılı aşamaz; bu takdirde taksitler eşit olarak ödenir.
Kamulaştırılan topraktan, o toprağı doğrudan doğruya işleten küçük çiftçiye ait olanlarının bedeli, her halde peşin ödenir.
İkinci fıkrada öngörülen taksitlendirmelerde ve herhangi bir sebeple ödenmemiş kamulaştırma bedellerinde kamu alacakları için öngörülen en yüksek faiz uygulanır.”
Hükmünü içermektedir.
Ancak, anılan maddede öngörülen koşullar gerçekleştiğinde, mülkiyet hakkına sınırlama getirilmekte ve karşılığı ödenmek suretiyle malı elinden zorla alınmaktadır.
1982 Anayasasının 35. maddenin 3. fıkrası, mülkiyet hakkına bir sınırlama daha koymuştur. Bu fıkrada, “Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz” ifadeleriyle, mülkiyet hakkı sahibine kendi kendini sınırlaması koşulunun ne olduğunu göstermiştir.
Dikkat edilecek olursa; 1982 Anayasasında mal sahibinin kullanma hakkı, 35. maddenin 2. fıkrasında “kamu yararı”, 3. fıkrasında “toplum yararı” ile sınırlanmış ise de; her iki durumda da, taşınmazın mülkiyetine el uzatılamamakta, sadece kullanma hakkının hangi sınırlarla bağlı olduğu ifade edilmektedir.
Yine Anayasanın “mülkiyet hakkının kullanılmasının toplum yararına aykırı olamayacağını” içeren 35. maddesi ile Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi (mülga 743 sayılı TKM m. 618) hükümlerinin birlikte incelenmesinden varılacak sonuç, Türk Hukukunda mülkiyet hakkının sosyal (modern) mülkiyet anlayışıyla düzenlenmiş olduğudur.
743 sayılı Türk Kanunu Medenisi ve bu Kanunu ilga eden 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun Dördüncü Kitabında ilkin, mülkiyet hakkı düzenlenmiş; ne var ki 683. madde (743 sayılı TKM m. 618) ile bir tanım verilmemiş, sağladığı yetkilerin belirtilmesiyle yetinilmiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Mülkiyet Hakkının İçeriği” başlıklı 683. maddesine göre;
“Bir şeye malik olan kimse, hukuk düzeninin sınırları içinde, o şey üzerinde dilediği gibi kullanma, yararlanma ve tasarrufta bulunma yetkisine sahiptir.
Malik, malını haksız olarak elinde bulunduran kimseye karşı istihkak davası açabileceği gibi, her türlü haksız elatmanın önlenmesini de dava edebilir.”
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesi (mülga 743 sayılı TKM m. 618) uyarınca, malik, eşya üzerinde ancak hukuk düzeninin sınırları içinde tasarruf edebilecektir. Dolayısıyla mülkiyet, kişilere, eşya üzerinde en geniş yetkiler sağlamakla birlikte, ödevler de yükleyen bir hak olarak kabul edilmektedir. Bu hak, malikin gerek yetkilerini ve gerekse komşularla topluma karşı olan ödevlerini kapsamakta, böylece mülkiyetin özü, yetki ve ödevlerden oluşmaktadır.
Mülkiyet hakkının olumlu içeriğine göre malik, eşyayı eylemli olarak dilediğince kullanma, ondan ve semerelerinden yararlanma, eşyayı zilyedinde bulundurma, satış, bağışlama, nesnel haklar kurma, kişisel haklarla sınırlama gibi, eşya üzerinde dilediğince tasarrufta bulunma yetkileriyle donatılmıştır.
Malikin eşya üzerindeki egemenliği hukuk düzeninin sınırları içinde üçüncü kişilere karşı korunmuş bulunmaktadır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 683. maddesine (mülga 743 sayılı TKM m. 618) göre malik, eşyayı hukuka aykırı olarak elinde bulunduran ya da eşyaya el koyan kişilerden onun geri verilmesini isteyebileceği gibi, yine hukuka aykırı olarak zilyetliğine yapılan el atmaların önlenmesini, taşkınlıkların giderilmesini de isteme hakkına sahiptir.
Bu suretle, mülkiyet hakkının sağladığı yetkilerin müeyyidesi olan dava hakları malike tanınarak mülkiyet korunmuştur. Kanunun deyimiyle, “istihkak ve elatmanın önlenmesi” istemleri mülkiyet hakkından doğup, varlıklarını mülkiyet hakkına ayrılmaz bir biçimde bağlı olarak sürdürürler.
Mülkiyet hakkının içeriğine giren ödevler ise; yapmama, katlanma ve yapma ödevleridir. Komşuluk hukukuna ilişkin ödevler yapmama ödevine, kar, yağmur ve tutulamayan kaynak sularını kabule zorunluluk katlanma ödevine, taşınmaz mallar için vergi, resim ve harç ödeme yükümlülüğü de yapma ödevine örnek olarak gösterilebilir.
Bütün bu anlatılanların ortaya koyduğu sonuç şudur; mülkiyet, toplum yararı ile sınırlı, sahibine gerek yetki ve gerekse ödevler yükleyen kamu ve özel hukuk karakterli kendine özgü bir haktır.
O hâlde, malik mülkiyet hakkına dayanarak, mülkiyete ilişkin yetkilerin kullanılmasında, hukuksal bir nedene dayanılmadan üçüncü kişilerin engellemesi ile karşılaştığı takdirde, el koymanın önlenmesi davası açabilecektir. Açıktır ki, bu gibi davranışlarla ihlal edilen, Anayasal ve yasal bağlamda teminat altına alınmış bulunan mülkiyet hakkıdır.
Burada, davranışların haksız olması ve bir hakka dayanmaması yeterli olup, kusurun bulunması gerekli değildir. Malikin, mülkiyet hakkını engellemenin varlığını ve nedensellik bağının bulunduğunu ispatlaması gerekli ve yeterlidir (Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 gün ve E:2010/5-662, K:2010/651 sayılı ilamı).
Bununla birlikte, imar planlarının hukuk kuralları arasındaki yeri, imar planlarına hakim olan İlkeler ve doğurduğu hukuki sonuçlara da kısaca değinmekte yerinde olacaktır.
Bir idari fonksiyon olarak planlama, “içeriği ne olursa olsun, önceden saptanmış hedef ya da hedeflere, yine önceden saptanmış sürede ulaşmak için izlenecek yön ve yöntemleri belirleme eylemi” olarak tanımlanmaktadır (Ö. Bozkurt, T. Ergun, S. Sezen, Kamu Yönetimi Sözlüğü, 1. Basım, Ankara 1998, s.206).
Niteliklerine göre planlar, emredici, özendirici ve yol gösterici olmak üzere üçe ayrılırlar. Emredici planlarda; idare, plan ile amaçladığı hedeflere ulaşılmasını şart koşar ve tüm kesimler buna uymak zorundadır.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Planların Hazırlanması Ve Yürürlüğe Konulması” başlıklı 8. maddesi;
“Planların hazırlanmasında ve yürürlüğe konulmasında aşağıda belirtilen esaslara uyulur.
b) İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye meclisince onaylanarak yürürlüğe girer. Bu planlar onay tarihinden itibaren belediye başkanlığınca tespit edilen ilan yerlerinde bir ay süre ile ilan edilir. Bir aylık ilan süresi içinde planlara itiraz edilebilir. Belediye başkanlığınca belediye meclisine gönderilen itirazlar ve planları belediye meclisi onbeş gün içinde inceleyerek kesin karara bağlar.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
3194 sayılı İmar Kanunu’nun 8. maddesi gereğince, belediye ve mücavir alan sınırları içerisinde belediyeler, dışında ise valiliklerce (İl Özel İdarelerince) yapılması zorunlu kılınan imar planları (nazım ve uygulama imar planları) emredici planlardandır (H. Kalabalık, İmar Hukuku, Ankara 2005, s.63).
İmar planlamasının amacı, belediye ve mücavir alanlar ile bu alanların dışında, kamu ve toplum yararını gerçekleştirecek hukuki çerçevenin oluşturulmasıdır.
Bu amacın gerçekleştirilmesinde hukuki boyut, başta Anayasa olmak üzere, İmar Kanunu, diğer ilgili kanunlar ve imar yönetmelikleri olup; planlama mevzuatının amacı, Anayasanın belirlediği ilke ve hedefler doğrultusunda kamu yararını sağlamak olmalı, planlar da aynı ilke ve hedefler doğrultusunda uygulanmalıdır.
İmar planları, hemen hemen tüm hukuk sistemlerinde yerel planların yapılması ve uygulanması sırasında uyulması gerekli görülen ilkeleri taşıması gerekli olup; “açıklık”, “genellik”, “üst dereceye bağlılık”, “kamu yararı”, “esneklik”, “geniş kapsamlılık”, “uzun süreli olma”, “bilimsellik” ve “katılım” ilkelerinin yanı sıra, “hukuk devleti” ve “zorunluluk” ilkeleri ayrıca önem arz etmektedir.
Hukuk devleti ilkesi gereğince, imar planları ve bunların uygulanması amacıyla idarece yapılan düzenlemeler keyfi ve indi olmamalı; makul bir şekilde, meşru ve kamusal amaçların gerçekleştirilmesiyle ilgili, Anayasanın ikinci kısmında yer alan temel hak ve hürriyetlerle uyumlu, özellikle 35. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkına saygılı olmalıdır. Ayrıca, idare imar planları ve bunları uygulamak amacıyla idari işlemler yaparken, hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, Anayasa ve kanunlarca belirlenen usullerin takip edilmesi gerekir (H. Kalabalık, age, s.101).
Zorunluluk ilkesi gereğince de, onaylanmış imar planlarının dışına çıkılması olanaklı değildir. Bu planlar, herkes için uyulması zorunlu belgelerdendir. Diğer bir ifadeyle, kesinleşen yerel planlar, idare ve vatandaşlar açısından bağlayıcı hukuki sonuç doğurur. Kent ya da kasabaların mevcut durumunda bir takım değişiklikler meydana getirmek amacında olan yerel planların bu amaca ulaşılabilmeleri için, planlarca getirilen yükümlülüklerin ilgili idareler, vatandaşlar ve devlet tarafından mutlaka yerine getirilmeleri zorunludur. Yerel planların kabul edilmesinden sonra ilgili idare için bunları uygulamak zorunluluğu doğar (H. Kalabalık, age, s.118-119).
Denilebilir ki, imar planları onaylanarak bağlayıcılık kazandıktan sonra, idare ve bireyler açısından bir takım hukuki sonuçlar doğurmaktadır. Bir başka ifadeyle imar planları, idare ve halk açısından kimi yükümlülükler meydana getirmekte ve haklarına sınırlamalar koymaktadır. İdare açısından en belirgin yükümlülük, imar planına aykırı davranışta bulunulamamasının yanı sıra, planların uygulanması için gerekli olan imar programlarını ve yönetmelikleri, Kanunda öngörülen süre içerisinde hazırlamaktır (İK m. 10). Belediyelerin, imar programı yapma yükümlülüğünü hiç yerine getirmemeleri hâlinde bunun müeyyidesi, İmar Kanununda öngörülmemiştir.
Aynı Kanunun “İmar Programları, Kamulaştırma Ve Kısıtlılık Hali” başlıklı 10. maddesine göre;
“Belediyeler; imar planlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde, bu planı tatbik etmek üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlarlar. Beş yıllık imar programlarının görüşülmesi sırasında ilgili yatırımcı kamu kuruluşlarının temsilcileri görüşleri esas alınmak üzere Meclis toplantısına katılır. Bu programlar, belediye meclisinde kabul edildikten sonra kesinleşir. Bu program içinde bulunan kamu kuruluşlarına tahsis edilen alanlar, ilgili kamu kuruluşlarına bildirilir. Beş yıllık imar programları sınırları içinde kalan alanlardaki kamu hizmet tesislerine tahsis edilmiş olan yerleri ilgili kamu kuruluşları, bu program süresi içinde kamulaştırırlar. Bu amaçla gerekli ödenek, kamu kuruluşlarının yıllık bütçelerine konulur.
İmar programlarında, umumi hizmetlere ayrılan yerler ile özel kanunları gereğince kısıtlama konulan gayrimenkuller kamulaştırılıncaya veya umumi hizmetlerle ilgili projeler gerçekleştirilinceye kadar bu yerlerle ilgili olarak diğer kanunlarla verilen haklar devam eder.”
Özel hukuk gerçek ve tüzel kişileri açısından ise, imar planlarının onaylanmasından sonra, imar sınırları içinde girecekleri her türlü imar ve yapı faaliyetlerinde imar plan ve imar programlarına uygun davranmak, her türlü yapı için ilgili idareden izin almak ve izin ilkelerine uygun olarak yapı inşa etmek yükümlülüğü doğmaktadır.
İmar Kanunu’nun “İmar Planlarında Umumi Hizmetlere Ayrılan Yerler” başlıklı 13. maddesi “Resmî yapılara, tesislere ve okul, cami, yol, meydan, otopark, yeşil saha, çocuk bahçesi, pazar yeri, hal, mezbaha ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlarda inşaata ve mevcut bina varsa esaslı değişiklik ve ilaveler yapılmasına izin verilmez. Ancak imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şekli devam eder (İptal fıkra: Anayasa Mahkemesinin 29/12/1999 tarih ve E. 99/33, K. 99/51 sayılı kararı ile. R.G.: 29/06/2000 – 24094).
İmar programına alınan alanlarda kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödenmesi durdurulur. Kamulaştırmanın yapılması hâlinde durdurma tarihi ile kamulaştırma tarihi arasında tahakkuk edecek olan emlak vergisi, kamulaştırmayı yapan idare tarafından ödenir. Birinci fıkrada yazılı yerlerin kamulaştırma yapılmadan önce plan değişikliği ile kamulaştırmayı gerektirmeyen bir maksada ayrılması hâinde ise durdurma tarihinden itibaren geçen sürenin emlak vergisini mal sahibi öder.
Ancak, parsel sahibi imar planlarının tasdik tarihinden itibaren beş yıl sonra müracaat ettiğinde imar planlarında meydana gelen değişikliklerden ve civarın özelliklerinden dolayı okul, cami ve otopark sahası ve benzeri umumî hizmetlere ayrılan alanlardan ilgili kamu kuruluşunca yapımından vazgeçildiğine dair görüş alındığı takdirde, tüm belirli çevredeki nüfus, yoğunluk ve donatım dengesini yeniden irdeleyerek hazırlanacak yeni imar plânına göre inşaat yapılır. Bu Kanunun yayımı tarihinden önce yapılan imar planlarında, bahsedilen beş yıllık süre bu Kanunun yürürlük tarihinden itibaren geçerlidir (İptal fıkra: Anayasa Mahkemesinin 29/12/1999 tarih ve E. 99/33, K. 99/51 sayılı kararı ile. R.G.: 29/06/2000 – 24094).
Onaylanmış imar planlarında, birinci fıkrada yazılı yerlerdeki arsa ve arazilerin, bu Kanunda öngörülen düzenleme ortaklık payı oranı üzerindeki miktarlarının mal sahiplerince ilgili idarelere bedelsiz olarak terk edilmesi hâlinde bu terk işlemlerinden ayrıca emlak alım ve satım vergisi alınmaz.”
Düzenlemesini içermekte iken,
Kanununun 13. maddesinin birinci fıkrası ile üçüncü fıkrası, Anayasa Mahkemesi’nin 29.12.1999 gün ve 1999/33 Esas 1999/51 Karar sayılı kararı ile iptal edilmiştir.
Gerekçesi özellikle Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine dayandırılan iptal kararında;
“Anayasa’nın 35. maddesinde mülkiyet hakkı düzenlenmiştir. Kişinin bir şey üzerindeki hakimiyetini ifade eden mülkiyet hakkı, malike dilediği gibi tasarruf olanağı verdiği ve ona özgü olduğundan mutlak haklar arasındadır.
Anayasa’nın 35. maddesinde, ‘Herkes, mülkiyet ve miras haklarına sahiptir. Bu haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz’ kuralına yer verilmiş, temel hak ve özgürlüklerin sınırını gösteren 13. maddesinde ise, temel hak ve hürriyetlerin, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, millî egemenliğin, Cumhuriyetin, millî güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlâkın ve genel sağlığın korunması amacı ile ve ayrıca Anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen özel sebeplerle, Anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak kanunla sınırlanabileceği, temel hak ve hürriyetlerle ilgili genel ve özel sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gereklerine aykırı olamayacağı ve öngörüldükleri amaç dışında kullanılamayacağı, bu maddede yer alan genel sınırlama sebeplerinin temel hak ve hürriyetlerin tümü için geçerli olduğu belirtilmiştir.
Çağdaş demokrasiler, temel hak ve özgürlüklerin en geniş ölçüde sağlanıp güvence altına alındığı rejimlerdir. Temel hak ve özgürlüklerin özüne dokunup onları büyük ölçüde kısıtlayan veya tümüyle kullanılamaz hâle getiren sınırlamaların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaştığı kabul edilemez. Demokratik hukuk devletinin amacı kişilerin hak ve özgürlüklerden en geniş biçimde yararlanmalarını sağlamak olduğundan yasal düzenlemelerde insanı öne çıkaran bir yaklaşımın esas alınması gerekir. Bu nedenle getirilen sınırlamaların yalnız ölçüsü değil, koşulları, nedeni, yöntemi, kısıtlamaya karşı öngörülen kanun yolları hep demokratik toplum düzeni kavramı içinde değerlendirilmelidir. Özgürlükler, ancak ayrık durumlarda ve demokratik toplum düzeninin sürekliliği için zorunlu olduğu ölçüde sınırlandırılabilmelidir.
Demokratik bir toplumda temel hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamanın, bu sınırlamayla güdülen amacın gerektirdiğinden fazla olması düşünülemez.
Demokratik hukuk devletinde güdülen amaç ne olursa olsun, kısıtlamaların, bu rejimlere özgü olmayan yöntemlerle yapılmaması ve belli bir özgürlüğün kullanılmasını önemli ölçüde zorlaştıracak ya da ortadan kaldıracak düzeye vardırılmaması gerekir.
3194 sayılı Kanun’un 13. maddesinin itiraz konusu birinci fıkrasında imar plânlarında, resmî yapı, okul, cami, yol, meydan gibi umumi hizmetlere ayrılan yerlerin, imar programına alınıncaya kadar mevcut kullanma şeklinin devam edeceği öngörülmüştür. Yasa’nın 10. maddesinde de belediyelerin, imar plânlarının yürürlüğe girmesinden en geç 3 ay içinde bu planı uygulamak üzere 5 yıllık imar programlarını hazırlayacakları belirtilmiş, ancak Yasa’da bu plânların tümünün hangi süre içinde programa alınarak uygulanacağına ilişkin bir kurala yer verilmemiştir.
13. maddenin birinci fıkrası uyarınca imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan yerlerin mevcut kullanma şekillerinin ne kadar devam edeceği konusundaki bu belirsizliğin, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde süresi belli olmayan bir sınırlamaya neden olduğu açıktır.
İmar planlarının uygulamaya geçirilmesindeki kamusal yarar karşısında mülkiyet hakkının sınırlanmasının demokratik toplum düzeninin gerekleriyle çelişen bir yönü bulunmamakta ise de, itiraz konusu kuralın neden olduğu belirsizliğin kişisel yarar ile kamu yararı arasındaki dengeyi bozarak mülkiyet hakkını kullanılamaz hâle getirmesi, sınırlamayı aşan hakkın özüne dokunan bir nitelik taşımaktadır.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi de 23.09.1981 günlü Sporrong ve Lonnroth kararında, kamulaştırma izni ile inşaat yasağının uzun bir süre için öngörülmüş olmasının, toplumsal yarar ile bireysel menfaat arasındaki dengeyi bozduğu sonucuna varmıştır.” İfadeleri ile iptali istenen maddelerin Anayasa’nın 13. ve 35. maddelerine aykırı olduğu sonucuna varılmıştır. Söz konusu bu kararda; kamulaştırma yapılacağı gerekçesiyle yapı yasağı getirilen Sporrong’a ait taşınmazın yirmi beş yıl, Lönnroth’a ait taşınmazın ise on iki yıl boyunca inşaat yasaklarına konu olduğu, bu izin ve yasaklar sonucunda taşınmazı satma, kiralama, kullanma, yararlı değişiklikler yapma gibi mülkiyet hakkının sahibine verdiği yetkileri kullanma konusunda sıkıntı çektikleri ileri sürülerek yapılan başvuruda, “olayda mülkiyet hakkına doğrudan el konulmadığı ama verilen izin ve getirilen yasakların el konulma sonucunu doğurduğu, bunun da hakkın özüne dokunduğu” sonucuna ulaşmıştır.
Ne var ki; Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararında, kişilerin mülkiyet hakları üzerinde “süresi belli olmayan bir sınırlama” olarak nitelendirilen imar plan ve programlarının hangi sürede tamamlanacağına ilişkin mevcut yasal belirsizlik devam etmekte olup; 3194 sayılı Kanunun 13. maddesinin iptal edilen fıkralarında yer alan kısıtlamaların, eylemli olarak uygulandığı açıktır.
Esasen, imar planlarında umumi hizmetlere ayrılan alanlarda bulunan parsel maliklerinin mağduriyetlerine neden olunduğu düşüncesiyle, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 13. maddesinin hâlen yürürlükte bulunan ikinci fıkrasında, kamulaştırma yapılıncaya kadar emlak vergisi ödemeleri durdurulmuştur. Bu uygulamanın, mal sahibinin tasarruf hakkının, dolayısıyla mülkiyetinin sınırlandırılması sonucu oluşan mağduriyetin giderilmesine yönelik olduğu kuşkusuzdur.
Aynı Kanunun “Kamulaştırmadan arta kalan kısımlar” başlıklı 17. maddesine göre;
“Belediye veya valilik, kendi malı olan veya imar planlarının tatbiki sonucu kamulaştırmadan artan parçalarla, istikameti değiştirilen veya kapanan yol ve meydanlarda hasıl olan sahalardan müstakil inşaata elverişli olmayan parçaları, bitişiğindeki arsa veya bina sahibine bedel takdiri suretiyle satmak, gayrimenkul sahiplerinin yola giden yerlerden dolayı tahakkuk eden istihkaklarını bedel takdiri suretiyle değiştirmek ve komşu gayrimenkul sahibi takdir edilen bedelle satın almaktan imtina ederse, şüyulandırıp satmak suretiyle imar planına uygunluğunu temin eder.
Bunlardan müstakil inşaata elverişli olanları, kamu yararı için, belediye veya valilikçe yeri alınan şahısların muvafakatları hâlinde istihkaklarına karşılık olarak bedel takdiri ve icabında denklik temini suretiyle değiştirmeye belediye ve valilik yetkilidir.
Ayrıca belediye veya valilikler ile şüyulu olan müstakil inşaat yapmaya müsait bulunan imar parsellerinde, belediye veya valilikler, hisselerini parselin diğer hissedarlarına bedel takdiri suretiyle satmaya, ilgililer satın almaktan imtina ederse, şüyuun izalesi suretiyle sattırmaya yetkilidir.
Bu maddeye göre bedel takdirleri ve bu bedellere itiraz şekilleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre yapılır.”
Yine İmar Kanunu’nun “Düzenleme Ortaklık Payı”nı düzenleyen 18. maddesinin 2. fıkrası ise;
“Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında “düzenleme ortaklık payı” olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.” hükmünü içermekte olup, düzenleme ortaklık payı, kadastral nitelikteki parsellerin yapılaşmaya uygun parseller haline getirilmesi ve imar uygulaması yapılmasından dolayı taşınmazlarda meydana gelen değer artışının kamu idaresince geri alınması yönünde bir işlemdir. Kamu idaresince düzenlemeye giren arazi ve arsaların % 40’ına kadar düzenleme ortaklık payı kesilebileceği İmar Kanunu’nun imar uygulama işlemlerinin ilkelerindedir.
İmar uygulaması sonucu düzenlemeye tabi tutulan yerlerin ihtiyacı olan yol, meydan, park, genel otopark, yeşil saha gibi umumi hizmetlere ayrılan ve tescile tabi olmayan alanlar ile cami, karakol yerleri ile ilgili tesisler için kullanılmak üzere, düzenleme dolayısıyla 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinde 03.12.2003 tarih ve 5006 sayılı Kanun’la yapılan değişiklik uyarınca meydana gelen değer artışları karşılığında düzenlemeye tabi tutulan taşınmazların % 40’ına kadar düzenleme ortaklık payı kesilebilir. Düzenleme ortaklık payı kesintisi yapılabilmesi için imar planlarının yapılmış olması yeterli olmayıp, yine 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi kapsamında ve 2981 sayılı Kanun kapsamında imar uygulamaları yapılması zorunludur.
Taşınmazların genel hizmetler için ayrılması gereken yerlerin toplamı düzenleme ortaklık payı oranından fazla çıkması durumunda 02.11.1985 günlü Resmî Gazetede yayınlanan İmar Kanununun 18 İnci Maddesi Uyarınca Yapılacak Arazi Ve Arsa Düzenlenmesi İle İlgili Esaslar Hakkında Yönetmelik hükümleri gereği olarak % 40’ı aşan kısımlar yönünden öncelikle varsa belediye arsaları bu işe ayrılacaktır. Belediye arsalarının yetmediği durumlarda uygulama bölgesinde bulunan hazine ve il özel idaresi mülkiyetinde bulunan meydan, yol, park, yeşil alan, otopark, toplu taşıma istasyonları ve terminal gibi genel hizmetlere rastlayan parseller belediyeye devredilerek uygulamaya dâhil edilmesi gerekecektir. Kamu alanlarının daha fazla olması durumunda fazla kısım 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununu değiştiren 4650 sayılı Kanun gereğince kamulaştırma yoluna gidilmesi gerekecektir.
Düzenleme ortaklık payı olarak alınan kısımların düzenlemeye tabi tutulan taşınmazlar bakımından düzenleme alanı olarak kullanılacağı, bu kesilen kısımların başkaca bir amaç için kullanılamayacağı İmar Kanunu’nun 18. maddesinin 3. fıkrasında açıkça dile getirilmektedir.
Bunun yanında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları incelenecek olursa: Türkiye’nin 18 Mayıs 1954 tarihinde onaylamış olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başlangıçta mülkiyete ilişkin bir kural içermemekle birlikte, Sözleşmenin yürürlüğe girmesinden önce mülkiyet hakkının da yer almasına yönelik bir protokol oluşturulmuş ve İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme’ye Ek Protokol imzalanmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Eki Birinci Protokolün “Mülkiyetin Korunması” başlıklı 1. maddesi:
“Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.
Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.”
şeklinde bir düzenlemeye yer verilmiştir.
Buna göre Protokolün birinci maddesi mülkiyetin korunmasını düzenlemekte olup; bu madde üç kuraldan oluşmaktadır. Bu kuralların ilki mülkiyet hakkına saygı duyulması biçiminde genel ilkedir. İkincisi mülkiyet hakkından kamu yararı nedeniyle hukuka uygun olarak yoksun bırakılmasının meşruluğu ilkesidir ve nihayet üçüncüsü, mülkiyet hakkının kamu yararına uygun olarak kullanılmasının düzenlemesinin yine meşru bir müdahale sayılacağı ilkesidir.
Bu bağlamda kamulaştırmasız el koyma iddiaları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde ileri sürüldüğü zaman, Mahkeme meşru müdahalelerin olup olmadığını incelemekte, meşru bir müdahale yoksa mülkiyet hakkına saygı duyulmadığına ve hakkın ihlal edildiğine karar vermektedir.
Diğer yandan, 16.5.1956 gün ve 1/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da;
“Usulü dairesinde istimlak muamelesine tevessül edilmeksizin gayrimenkulü yola kalbedilen şahsın, esas itibariyle, gayrimenkulünü yola kalbeden amme hükmi şahsiyeti aleyhine meni müdahale davası açmağa hakkı olduğuna, ancak dilerse bu fiili duruma razı olarak, mülkiyet hakkının amme hükmi şahsiyetine devrine karşılık gayrimenkulünün bedelinin tahsilini de dava edebileceğine ve isteyebileceği bedelin de mülkiyet hakkının devrine razı olduğu tarih olan dava tarihindeki bedel olduğuna 16.05.1956 tarihinde ilk toplantıda ittifakla karar verildi.”
şeklinde bir değerlendirme yapıldığı görülmektedir.
Son olarak İdari Yargılama Usulü Kanunu’na değinilecek olursa,
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları”nın idari yargıda görüleceği hükme bağlanmıştır. Buna göre, özel kanunlarda adli yargının görevli olduğu belirtilmedikçe, idari işlem ve eylemlerden kaynaklanan tazminat davalarının görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir.
Bununla birlikte Türk Hukukunda, Fransız uygulamasının etkisiyle idarenin, hiçbir hukuki temeli bulunmayan bazı eylemlerinden doğan zararların tazmininin idari yargıda değil, adli yargıda görülmesi gerektiği kabul edilmektedir. Bu eylemler, şeklen idareden sadır olmalarına rağmen eylemlerdeki ağır hukuksuzluk, bunların fonksiyonel açıdan idari eylem olma niteliğini ortadan kaldırmakta ve fiili yola dönüştürmektedir. Bu derece ağır hukuksuzluklar içeren fiiller, öteden beri idari eylem olarak değil haksız fiil olarak yorumlanmakta ve uygulanmaktadır.
Yukarıda yapılan açıklamalardan sonra somut olaya gelindiğinde;
Dava konusu 620 ada 18 parsel sayılı taşınmazda 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca … tarafından yapılan imar uygulaması sırasında %40 Düzenleme Ortaklık Payı (DOP)’ından daha fazla oranda Düzenleme Ortaklık Payı Kesintisi yapıldığı anlaşılmaktadır.
İdarenin bu işlemi sonucu davacıların dava konusu hisse üzerindeki mülkiyeti sona ermiş olacaktır. İdarenin söz konusu eyleminden kaynaklanan tazminat davalarında adli yargı görevli olduğundan eldeki davaya da adli yargı mercilerince bakılması gerekir.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında imar uygulaması neticesinde taşınmazın arazi vasfını yitirerek arsa vasfına dönüştüğü, eldeki davada fiili el koymanın bulunmadığı ancak hukuki el koymanın söz konusu olduğu, 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi hükmü uyarınca Kocasinan Belediye Başkanlığınca tesis edilen dava konusu işlemin kamu gücüne dayalı, re’sen ve tek yanlı idari bir işlem niteliğinde bulunduğu, dolayısıyla davanın idari yargıda görülmesi gerektiği, bu yön dikkate alındığında yerel mahkeme direnme kararının yerinde olduğu ve onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca yerel mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, kararın tebliği tarihinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.11.2018 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, davacıların murisinin paydaş olduğu taşınmazda 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesi uygulanması sırasında fazla kesilen DOP nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece idari yargının görevli olduğundan bahisle davanın usulden reddine karar verilmiş, 5. Hukuk Dairesince bedel takdirinin 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine göre yapılacağından, adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle karar bozulmuş, mahkemece direnme kararı verilmiştir.
Dava, 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesi uyarınca davacıların murisinin hissedar olduğu taşınmaza azami %40 DOP alınması gerekirken daha fazla kesildiği iddiasıyla tazminat davasıdır. Taşınmazda yapılan uygulamada, davalı idare tarafından 3194 sayılı İmar Kanununa göre DOP alındığı tartışmasız olup, davacı yasal sınır üzerinde düzenleme ortaklık payı alındığını ve zarar gördüğünü iddia etmiştir. Anayasa’nın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açık olduğu belirtilmiş, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-b maddesinde idari eylem ve işlemlerden dolayı zarar görenlerin tam yargı davası açabileceği düzenlenmiştir. İdarenin işlemine karşı iptal davası da açılabilir. Davacı tazminat talep etmiştir. Davalı idare, 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesi uyarınca işlem yapmış olup, kamu gücü kullanılarak, re’sen ve tek yanlı biçimde tesis edilen uygulama işlemlerinden kaynaklanan zararın tazminine ilişkin davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-b maddesinde yer alan tam yargı davası olduğundan, idari yargı görevlidir. Özel Dairece, Kamulaştırma Kanununa göre bedele ilişkin değerlendirme yapılacağından adli yargının görevli olduğuna dair gerekçeyle karar bozulmuş olup, eğer uygulanacaksa bedel değerlendirmesinin bu yasaya göre yapılacak olması, davanın tam yargı davası olmasını etkilemeyecektir. Uyuşmazlık Mahkemesinin 19.12.2011 tarih 2011/115 Esas, 2011/265 Karar sayılı kararı da aynı iddiayla açılan tazminat isteminin tam yargı davası olduğu ve idari yargının görevine girdiğine ilişkindir.
KARŞI OY

Yerel mahkeme ile Yargıtay özel dairesi arasındaki uyuşmazlık; 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesinin uygulanması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle açılan davada adli yargı yerinin mi yoksa idari yargı yerinin mi görevli olduğu noktasında toplanmıştır.
Dava, davacıların paydaşı olduğu taşınmazdan davalı … tarafından yapılan imar uygulamasında yasal sınırın üzerinde DOP alınması nedeniyle açılan maddi tazminat istemine ilişkindir.
T.C. Anayasası’nın 125/1-son maddesinde; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu ve idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-b maddesinde; idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Uygulama ve öğretide, kamu idarelerinin, kamu hizmetlerinin yürütülmesi sırasında kamu gücünü kullanarak tek yanlı irade açıklamalarıyla yapmış oldukları işlemlerin, idari işlem, herhangi bir işlem ya da karara dayanmaksızın gerçekleştirdikleri maddi faaliyetleriyle, görevleriyle ilgili hareketsizliklerinin de idari eylem olarak tanımlandığı bilinmektedir.
3194 sayılı İmar Kanununun 8/b. maddesinde: İmar Planları; Nazım İmar Planı ve Uygulama İmar Planından meydana gelir. Mevcut ise bölge planı ve çevre düzeni plan kararlarına uygunluğu sağlanarak, belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planları ilgili belediyelerce yapılır veya yaptırılır. Belediye Meclisince onaylanarak yürürlüğe girer.
Aynı kanunun 18. maddesinde; “İmar hududu içinde bulunan binalı veya binasız arsa ve arazileri malikleri veya diğer hak sahiplerinin muvafakatı aranmaksızın, birbirleri ile, yol fazlaları ile, kamu kurumlarına veya belediyelere ait bulunan yerlerle birleştirmeye, bunları yeniden imar planına uygun ada veya parsellere ayırmaya, müstakil, hisseli veya kat mülkiyeti esaslarına göre hak sahiplerine dağıtmaya ve re’sen tescil işlemlerini yaptırmaya belediyeler yetkilidir. Sözü edilen yerler belediye ve mücavir alan dışında ise yukarıda belirtilen yetkiler valilikçe kullanılır.
Belediyeler veya valiliklerce düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların dağıtımı sırasında bunların yüzölçümlerinden yeteri kadar saha, düzenleme dolayısıyla meydana gelen değer artışları karşılığında “düzenleme ortaklık payı” olarak düşülebilir. Ancak, bu maddeye göre alınacak düzenleme ortaklık payları, düzenlemeye tabi tutulan arazi ve arsaların düzenlemeden önceki yüzölçümlerinin yüzde kırkını geçemez.” hükümleri öngörülmüştür.
Bu maddi ve hukuki olguların açıklanmasından sonra somut olaya dönüldüğünde; davacıların paydaşı olduğu Kayseri ili Kocasinan ilçesi 620 ada 18 parsel sayılı taşınmazda 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesine göre imar uygulaması yapılmıştır. Davacılar 18. maddede belirtilen yasal sınırın üzerinde DOP alındığını ileri sürerek bu davayı açmışlar, davalı … ise, uyuşmazlık mahkemesi kararlarına göre, davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiğini ve fazla DOP kesintisi yapılmadığını ileri sürmüştür.
Yerel mahkemece; uyuşmazlığın 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesinin uygulanması sırasında fazla kesilen DOP nedeniyle tazminata yönelik olduğu, idarece kamu gücü kullanılarak re’sen ve tek yanlı biçimde tesis edilen uygulama işlemlerinden kaynaklanan zararın tazminine ilişkin davanın idari yargı yerinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Gerçekten, davalı … 3194 sayılı İmar Kanununun 8. Maddesine göre; belediye sınırları içinde kalan yerlerin nazım ve uygulama imar planlarını yapmaya veya yaptırmaya yetkilidir. Davalı bu yetkisine dayanarak aynı kanunun 18. maddesindeki usullere göre imar uygulamasını gerçekleştirmiş ve imara tabi tutulan taşınmazlardan DOP kesintisi yapmıştır. Davacıların talep ettikleri zarar da yapılan bu idari işleme dayandırılmış ve işlemi gerçekleştiren idareye husumet yöneltilmiştir.
Bu durumda, idarece kamu gücü kullanılarak, re’sen ve tek yanlı biçimde tesis edilen uygulama işleminden kaynaklanan zararın tazminine ilişkin bulunan davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-b maddesinde yer alan “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları” kapsamında imar mevzuatı hükümleri çerçevesinde idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlık Mahkemesinin benzer olayda, idari yargının görevli olduğuna dair 9.12.2011 tarih ve 2011/115-265 sayılı kararı aynı mahiyettedir. Uyuşmazlık Mahkemesinin bu yoldaki kararları giderek kararlılık kazanmıştır. Ezcümle 7.10.2013 tarih ve 2013/1263-1464 sayılı kararında da aynı neden ve gerekçelerle idari yargının görevli olduğuna karar verilmiştir.
İş bu noktaya geldiğinde Uyuşmazlık Mahkemesi kararları ve bu kararların bağlayıcılığı üzerinde durulmasında yarar vardır.
Uyuşmazlık Mahkemesi adli ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözümlemeye yetkilidir (Anayasa m.158).
Uyuşmazlık Mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş, adli ve idari yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir. (Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun m.1).
Görev uyuşmazlığı çıkarma; adli ve idari bir yargı merciinde açılmış olan davada ileri sürülen görev itirazının reddi üzerine ilgili Başsavcı veya Başkanunsözcüsü tarafından görev konusunun incelenmesinin Uyuşmazlık Mahkemesinden istenmesidir (md.10/1). Görev itirazının yargı merciinde yerinde görülerek görevsizlik kararı verilmesi halinde, görev konusunun Uyuşmazlık Mahkemesince incelenebilmesi, temyizen bu kararın bozulmuş ve yargı merciince de bozmaya uyularak görevli olduğuna karar verilmiş bulunmasına bağlıdır (md.10/3).
Görev itirazında bulunan kişi veya makam, itirazın reddine ilişkin kararın verildiği tarihten, şayet bu kararın tebliği gerekiyorsa bu tarihten, itiraz yolu açık bulunan ceza davalarında ise ret kararının kesinleştiği tarihten başlayarak on beş gün içinde, uyuşmazlık çıkarılmasını istemeye yetkili makama sunulmak üzere iki nüsha dilekçeyi itirazı reddeden yargı merciine verir (md.12/1).
Yargı mercii, itiraz dilekçesi üzerine verdiği itirazı ret kararını kaldırarak görevsizlik kararı vermediği takdirde; yetkili makama sunulmak üzere kendisine verilen dilekçeyi, alınan cevabı ve görevsizlik itirazının reddine ilişkin kararını, dava dosyası muhtevasının örnekleyip birlikte uyuşmazlık çıkarma isteminde bulunmaya yetkili makama gönderir (md.12/3).
Uyuşmazlık Mahkemesine başvurulduğu resmi yazı ile kendisine bildirilen yargı mercii, görev konusunda Uyuşmazlık Mahkemesince bir karar verilinceye kadar davanın görülmesi geri bırakır (md.18/1).
Daha önce Uyuşmazlık Mahkemesince yargı mercii belirtilmemiş olan bir davada temyiz incelemesi yapan yüksek mahkeme, davanın, davaya bakan mahkemenin görevi dışında olduğu kanısına varırsa, incelediği kararı bozacak yerde, incelemeyi erteleyerek yargı merciinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmaya karar verebilir (md.20).
Uyuşmazlık Mahkemesi, vereceği bütün kararların sonuçlarını ilgili Başsavcı ve Başkanunsözcüsüne, görev uyuşmazlığının çözümü için kendisine başvuran yargı merciine, kararı beklemesi için yazı yazılmış bulunan yargı merciine veya merciilerine uyuşmazlığın çözülmesi için başvurmuş olan kişilere veya makamlara hemen tebliğ eder.
İlgili yargı merciileri ile bütün makam, kuruluş ve kişiler; mahkeme kararlarına uyarak, geciktirmeksizin onları uygulamakla ödevlidirler (md.28/1-2).
Uyuşmazlık Mahkemesinin kararları kesindir. Başkanın uygun göreceği kararlar Resmi Gazete’de yayınlanır (md.29).
Görüldüğü gibi Uyuşmazlık Mahkemesi kararları kesin olup, ilgili yargı merciileri ile bütün makam, kuruluş ve kişiler mahkeme kararlarına uyarak, geciktirmeksizin onları uygulamakla ödevlidir.
Somut olayda, 3194 sayılı İmar Kanununun 18. maddesinin uygulanması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle maddi tazminat istenmiştir. DOP kesintisi İmar Kanununun 18. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak davalı … tarafından tek taraflı bir idari işlemi ile gerçekleşmiştir. İdarece kamu gücü kullanılarak re’sen ve tek taraflı biçimde tesis edilen uygulama işlemlerinden kaynaklanan zararın tazminine yönelik davanın, tam yargı davası olarak idari yargı yerinde görülmesi gerektiği her türlü izahtan vareste bulunmaktadır.
Esasen bu durum, Uyuşmazlık Mahkemesinin az yukarıya alınan istikrarlı kararları ile kesinlik kazanmıştır. Anılan mahkeme kararlarının somut olay bazında kesin olması da sonuca etkili bulunmamaktadır.
Zira; sayın çoğunluğun vardığı sonuç görev uyuşmazlığını nihai olarak çözmemektedir. HGK kararının bu şekilde kesinleşmesi halinde, davalı idare az yukarıda açıklanan 10. ve 12. maddelerdeki prosedürü işleterek olumlu görev uyuşmazlığının çıkarılmasını sağlayacak, dosya Uyuşmazlık Mahkemesi önüne gelecektir. Uyuşmazlık Mahkemesi herkesce bilinen istikrarlı kararını verecek ve adli yargının görevlilik kararı kesin bir biçimde kaldırılacaktır. Dava bundan sonra idari yargıya taşınacak ve orada görülüp sonuçlandırılacaktır.
Oysa, hâkim Türk kanunlarını re’sen uygular. Mahkemelerin görevi ancak kanunla belirlenir. Kıyas ya da içtihadî yolla görev hususu belirlenemez. Görev kamu düzenini ilgilendiren kurallardan olup, yargılamanın her aşamasında istek üzerine ya da re’sen gözetilmesi gerekir.
Bu nedenlerle; yerel mahkemenin somut olayın çözümünde görevli yargı yerinin idari yargı olması nedeniyle verdiği usulden ret kararı usul ve yasaya ve Uyuşmazlık Mahkemesinin istikrarlı kararlarına uygun düştüğünden ONANMASINA karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle bozulmasına dair sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.

KARŞI OY

Dava, İmar Kanunu 18.madde uygulamasıyla fazla DOP kesintisi yapıldığı iddiasıyla açılmış tazminat davasıdır.
Yerel Mahkemece 2577 sayılı Yasanın 2/1-b.maddesi gereğince uyuşmazlığın çözümünde görevli yargı yerinin idari yargı yeri olduğu gerekçesiyle görev yönünden davanın reddine karar verilmiş, Yargıtay 5. Hukuk Dairesince, “3194 sayılı İmar Kanunu’nun 17/son maddesine göre bedel takdirleri ve bu bedele itiraz şekilleri 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu hükümlerine tabidir. Bedele ilişkin değerlendirme de bu Kanun hükümlerine göre yapılacağından Aynı Yasanın 37.maddesi uyarınca adli yargı yeri görevlidir.” gerekçesiyle bozulması üzerine yerel Mahkemece önceki kararda ısrar edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, söz konusu davanın çözümünde görevli yargı yerinin neresi olacağıdır.
Uyuşmazlığın İmar Kanunu’nun 18.maddesi uygulamasından kaynaklandığı açıktır. Söz konusu imar uygulamasının yasaya aykırı olduğu iddiasıyla imar işleminin iptali isteğiyle dava açılsaydı bu davanın idari yargı yerinde çözümleneceği hususunda duraksama yoktur. Aynı uygulamanın (idari işlemin) sonucu, iptal değilde tazminat istenmesi nedeniyle somut tartışma çıkmıştır. Halbuki 2577 sayılı idari Yargılama Usulü Kanunu’nun 2/1-b maddesi çok açık bir şekilde “İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılacak tam yargı davaları,” demek suretiyle bu tür uyuşmazlıkları idari dava türlerinden saymıştır.
Kamulaştırma Yasasının idari yargı yerince uygulanmasına engel bir düzenleme de bulunmamaktadır. Bu nedenle Özel Dairenin bu yöne ilişkin görüşüne de katılmak mümkün değildir.
Eğer somut uyuşmazlık, idarenin 18. madde uygulaması sonucu kamuya ayrılan alanlardan olsa ve buraya fiili el atma olmasaydı hiç şüphesiz adli yargı yeri görevli olacaktı, bu halde dahi fiili el atma bulunmaması (hukuki el atma olması) halinde idari yargı görevlidir.
Somut olay ile bire bir örtüşen Uyuşmazlık Mahkemesinin 2011/115Esas, 2011/265 Karar sayılı 19.11. 2011 tarihli kararında da bu tür uyuşmazlıklarda idari yargı yerinin görevli olduğu belirtilmiştir.

KAYIT SAHİBİNİN TAPULAMA SIRASINDA KADASTRO TEKNİSYENİ HUZURUNDA TAŞINMAZLARI SATTIĞI BEYANI İLE ZİLYEDİ ADINA TESPİT VE TESCİLİNE MUVAFAKATİNİ BİLDİRMESİ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2016/9449 E. , 2019/5662 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 05.11.2019 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat … ve davalı … vekili Avukat … ile temyiz edilen davacılar vekili Avukat … geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan …’ün maliki olduğu …, …, … ve … parsel sayılı taşınmazlarını kadastro çalışmaları sırasında mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla muvazaalı bir şekilde oğlu … ile torunu … adına tespit ve tescil ettirdiğini ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, iddiaların yersiz olduğunu, devir tarihi itibariyle taşınmazların değerinin çok düşük olduğunu, taşınmaz satın alabilecek durumlarının bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1908 doğumlu mirasbırakan …’ün 30.01.1989 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacı kızı … ile kızı …’den olma torunu …, oğlu …’den olma torunları davalılar …, …, … ve oğlu …’den olma torunu … ile …’den olma torunu dava dışı …’in kaldıkları, 17.10.1985 tarihinde yapılan kadastro çalışmaları sırasında, mirasbırakanın dava konusu tapulu taşınmazlarını 1978 yılında haricen davalıların mirasbırakanları … ve …’ye sattığını açıklamak ve tespite muvafakat ettiğini belirtmek suretiyle taşınmazların davalıların mirasbırakanları … ve … adına tespit ve tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Davacılar, kök mirasbırakanın yaptığı bu tasarrufun bedelsiz, muvazaalı ve kız evlatlarından mal kaçırma amacına yönelik olduğunu ileri sürerek, tapu iptal tescil isteğinde bulunmuşlardır.
Öncelikle, muvazaa kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır. İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde düzenlenmiştir. Borçlar Kanunu’nun 18. maddesinde “bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır” ifadeleri mevcut olup, daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır.(Benzer hükmede 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 19. maddesinde yer verilmiştir.)
Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa şeklinde iki gruba ayrılmaktadır. “Muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibarıyla nispi muvazaa türüdür.
01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İBK’da değinildiği gibi, bir kimsenin; mirasçısını miras hakkından yoksun etmek amacıyla, gerçekte bağışlamak istediği tapu sicilinde kayıtlı taşınmaz malı hakkında tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olduğunun gerçekleşmiş bulunması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılarının, görünürdeki satış sözleşmesinin Türk Borçlar Kanunu’nun 19. (BK 18.) maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri kabul edilmektedir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 10.06.2015 tarih 2014/1-52 Esas, 2015/1524Karar ilamında da belirtildiği üzere, tapulu taşınmaz mallarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması Medeni Kanu’nun 706, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 237 (BK 213) ve Tapu Kanunu’nun 26.maddesi hükümleri gereğidir.
Ancak, gerek 766 sayılı Tapulama Yasası’nın 32/B maddesinde gerekse 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 13/B maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle Medeni Kanunun 706. ve Türk Borçlar Kanunun 237. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikte hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir.
Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazları sattığı beyanı ile zilyedi adına tespit ve tesciline muvafakatini bildirmesi mülkiyetin zilyet adına geçirilip onun üzerine tapulama tespiti yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir.
Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adı; tespite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.
Yine ifade edilmelidir ki, tescil isteği niteliğinde bulunan malikin, kadastro sırasında, kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazının başka bir şahıs adına tesciline muvafakat beyanı ile mülkiyet lehine tesciline muvafakat bildirilen kişiye hemen geçmez. Bu yerde mülkiyetin geçirilmesi ancak tespit tutanağının kesinleşmesi ile mümkün olabilir.
Kural olarak Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları konuları ile sınırlı, gerekçeleri ile aydınlatıcı ve sonuçları ile bağlayıcıdır. Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda, iradesini satış doğrultusunda açıklaması icap eder.
Somut olayda; dava konusu taşınmazların mülkiyetinin davalıların mirasbıranlarına devrini sağlayacak bir sözleşme mevcut olmayıp tescil isteği niteliğinde bulunan ve tapulama teknisyeni huzurunda yapılan tek taraflı bir tescile muvafakat beyanı mevcuttur. Yorum yolu ile de yukarıda açıklanan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulama alanı genişletilemez.
Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların davalıların mirasbırakanları adına tapu kayıtlarının oluşmasının dayanağının kök mirasbırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında bu yerlerin davalıların mirasbırakanları adına tespitine muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olup, taşınmazların davalıların mirasbırakanlarına devrini sağlayan bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının eldeki davada uygulanamayacağı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.
Davalıların bu yöne değinen temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 2.037.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MİRASBIRAKANIN TAPULAMA TEKNİSYENİ HUZURUNDA VERDİĞİ VE İMZASI TAHTINDA TAŞINMAZLARIN DAVALI ADINA TESPİTİNE MUVAFAKATİNİ İÇEREN TEK TARAFLI BEYANI- MURİS MUVAZAASI

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2020/1374 E. , 2020/5334 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAZMİNAT

Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, mirasbırakan anneleri ….’ın 495 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 payını kadastro öncesi davalı oğluna muvazaalı temlik ettiğini, bu taşınmazın ifrazı sonucu oluşan 1639 parselin tamamının davalı adına tescil edildiğini, başka taşınmazlarla ilgili açılan davalar nedeniyle bu taşınmazın davalı tarafından üçüncü kişiye devredildiğini ileri sürerek, satıştan elde edilen gelirin miras paylarına düşen bölümünün tazminine karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Kadastro Kanunu’nun 12/3.maddesi gereğince hak düşürücü süre yönünden davanın reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece “…Somut olaya gelince, davacılar, dava dışı kişiye satılan 1639 parsel sayılı taşınmazın geldisinin miras bırakanları…’ye ait iken mirasçıdan mal kaçırmak amacı ile davalı oğluna muvazaalı olarak temlik edildiğinden bahisle tazminat isteğinde bulundukları, tazminata konu taşınmazın geldisinin kadastro tespitinin 30.11.1982 tarihinde kesinleştiği, mirasbırakanın ise 29.11.1998 tarihinde öldüğü görülmüştür. Bu durumda miras bırakanın kadastro tespitinden sonra öldüğü, davacıların dava açma haklarının da kadastro tespitinden sonra doğduğu gözetilerek davacıların kadastro öncesi bir nedene dayanmadıkları bu sebeple de olayda Kadastro Kanunun 12/3 maddesinin uygulama yerinin olmadığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca, işin esasına girilerek inceleme ve araştırma yapılması, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve olayda uygulama yeri olmayan gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir…” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, Dairece “…Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazların davalı adına tapu kayıtlarının oluşmasının dayanağının mirasbırakanın tapulama sırasında tapulama teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahtında bu yerlerin davalı adına tespitine muvafakatini içeren tek taraflı beyanı olup, taşınmazların davalıya devrini sağlayan bir sözleşme ilişkisi bulunmadığından muris muvazaasına ilişkin 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının eldeki davada uygulanamayacağı gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir…” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacılar vekilince süresinde temyiz edilmiş olmakla Tetkik Hâkimi …’nün raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

-KARAR-

Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Davacıların yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, harç peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 22.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KARARIN SÜRESİ İÇERİSİNDE TEMYİZ EDİLMEMESİ -GEREKÇELİ KARARIN SEHVEN İKİNCİ KEZ TEBLİĞE ÇIKARILMASI USULİ KAZANILMIŞ HAK İLKESİ GEREĞİ KARŞI TARAFA TEMYİZ HAKKI VERMEZ.

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

2017/2155 E. , 2021/874 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “evlat edinme” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; … 2. Aile Mahkemesince verilen davanın kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; evlat edinilmek istenilen 12.03.2003 doğumlu küçük …’nın annesi … ve biyolojik babası …’nın … 1. Aile Mahkemesinin 21.06.2007 tarihli ve 2007/174 E., 2007/547 K. sayılı kararı ile boşandıklarını, boşanma kararı ile evlat edinilmek istenilen …’nın velayetinin anne …’e verildiğini, anne …’ün 27.06.2009 tarihinde evlat edinmek isteyen müvekkili ile evlendiğini, küçük …’nın doğumundan bu yana biyolojik babası … ile kişisel ilişkisinin, maddi ve manevi bağının olmadığını, uzun yıllar ayrı yaşadıklarını, anne …’ün müvekkili ile evliliğinden sonra da aile olarak birlikte yaşamaya başladıklarını, evlat edinmek isteyen müvekkilinin küçük …’in maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılayarak kendi öz kızı olarak gördüğünü, baba sevgisi gösterdiğini, küçük …’in annesi …’ün de evlat edinilmesine muvafakat ettiğini, …’nın uzun süreden bu yana nerede olduğunun bilinmediğini, boşanma davasında da ilanen tebligat yapılmak zorunda kalındığı, küçük …’e karşı özen yükümlülüğünü yerine getirmediğini, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 311. maddesinde yer alan rıza aranmamasının istisnai durumlarının davada oluştuğunu ileri sürerek 12.03.2003 doğumlu küçük …’nın müvekkili tarafından evlat edinilmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı … duruşmadaki beyanında; davacı ile evlendiği tarihten bu yana kızı … ile birlikte yaşadıklarını, kızı …’in davacı tarafından evlat edinilmesine rızasının bulunduğunu beyan etmiştir.
6. Davalı … vekili cevap dilekçesinde; müvekkilinin evlat edinmeye rızasının bulunmadığını, mahkemece taraf teşkili sağlanmadan esasa geçildiğini, müvekkilinin çocuğu ile defalarca kişisel ilişki kurduğunu ancak bunun karşı tarafça sürekli engellenmeye çalışıldığını, müvekkilinin 3 yıldır iş için Afrika’da bulunduğunu belirterek davanın müvekkilinin adresindeki mahkemede açılması gerektiğinden davanın reddini, bu talep kabul edilmediği takdirde müvekkilinin rızası bulunmadığı nedeniyle davanın reddini ve taraf teşkili sağlanmadan yapılan tüm işlemlerin iptalini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
7. … 2. Aile Mahkemesinin 04.12.2012 tarihli ve 2012/190 E., 2012/866 K. sayılı kararı ile; davacı … ile davalı …’ün 27.06.2009 tarihinde evlendikleri, küçük …’nın annesi ve davacı … ile birlikte yaşadığı, küçüğün evlat edinmeyi kabul ettiği, küçüğün annesi …’ün de evlat edinmeye muvafakatinin bulunduğu, dava tarihi itibariyle davacının iki yıldan fazla bir süre ile davalı … ile evli olduğu, davacının dava tarihi itibariyle 30 yaşını ikmal ettiği, bu nedenle TMK’nın 306/3. maddesindeki koşulların oluştuğu, her ne kadar baba … tarafından küçük …’in davacı tarafından evlat edinilmesine muvafakat etmediği beyan edilmiş ise de; davalının 3 yıldan fazla bir süre ile müşterek çocuk ile kişisel ilişki kurmadığı, davalı babanın çocuğa karşı özen yükümlülüğünü yerine getirmediği kanaatine varıldığından TMK’nın 311/2. maddesi gereğince küçük …’in evlat edinilmesinde baba …’nın rızasının aranmayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne ile 01.03.2003 doğum tarihli …’nın davacı tarafından evlat edinilmesine, TMK’nın 311. maddesi gereğince baba …’nın evlat edinmede rızasının aranmamasına karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
8. Özel Dairenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
9. Yargıtay (Kapatılan) 18. Hukuk Dairesince 10.09.2013 tarihli ve 2013/8275 E., 2013/11237 K. sayılı kararı ile “…Türk Medeni Kanunu’nun 309/1. maddesine göre evlat edinme, küçüğün ana ve babasının rızasını gerektirir. Aynı yasanın 311.maddesinde ise rızanın aranmaması gereken haller düzenlenmiştir. Dosyadaki bilgi ve belgelerden; son üç yıla kadar çocuk ile baba arasında özen yükümlülüğünü ihlal eden herhangi bir olayın ileri sürülmediği, son üç yılda çocukla babanın görüşmediği sabit ise de, bu durumun babanın yurt dışında bulunmasından kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Babanın iş nedeniyle yurt dışında bulunması ve çocukla görüşememesi, özen yükümlülüğü noktasında kusur olarak kabul edilemeyeceği gibi, bu konuda somut deliller de ortaya konulmamıştır. Davalı babanın rızasının bulunmamasına ve Türk Medeni Kanunu’nun 311. maddesinin koşullarının da gerçekleşmemesine göre isteğin reddi gerekirken yazılı şekilde kabulü doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
10. … 2. Aile Mahkemesinin 04.03.2014 tarihli ve 2013/817 E., 2014/127 K. sayılı kararı ile önceki gerekçelere ek olarak; küçüğün mahkemedeki beyanında baba …’yı en son ne zaman gördüğünü hatırlamadığını beyan ettiği, davalının 2008 ve 2011 tarihleri arasındaki yurt dışına giriş ve çıkış kayıtlarını ibraz ettiği, davalı babanın ekonomik gücü yerinde olmasına ve işi nedeni ile Türkiye’ye giriş çıkış yapmasına rağmen müşterek çocuk ile ilgilenmediğinin, şahsi ilişkiyi kurmadığının ve çocuğun maddi ve manevi ihtiyaçları ile ilgilenmediğinin mahkemece sabit kabul edildiği, bu durumun TMK’nın 311/2. maddesinde belirtilen özen yükümlülüğüne aykırı bir hareket olarak kabul edileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
11. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Mahkemenin Ek Kararı:
12. … 2. Aile Mahkemesinin 11.06.2014 tarihli ve 2013/817 E., 2014/127 K. sayılı ek kararı ile; gerekçeli kararın davalı vekiline 09.04.2014 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, 15 günlük süre içerisinde davalı vekilinin temyiz talebinde bulunmadığı, gerekçeli kararın sehven ikinci kez davalı vekiline tebliğe çıkartıldığı, ikinci tebligatın 07.05.2014 tarihinde yapıldığı, kararın ikinci kez tebliğe çıkartılmasının davalı tarafa kararı temyiz hakkı vermeyeceği gerekçesiyle davalı vekilinin temyiz talebinin süre yönünden reddine karar verilmiştir.
Ek Kararın Temyizi:
13. Ek karar süresi içerisinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
14. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, küçüğün evlat edinilmesine rızası bulunmayan davalı baba yönünden TMK’nın 311. maddesinde yer alan rızanın aranmaması koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği, buradan varılacak sonuca göre davanın kabulüne karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN
15. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle; davalı vekiline direnme kararının tebliğine ilişkin yapılan tebligatın usulüne uygun olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre direnme kararının temyizine ilişkin istemin süreden reddine dair verilen ek kararın kaldırılmasının gerekip gerekmediği hususu ön sorun olarak tartışılmış ve değerlendirilmiştir.

IV. GEREKÇE
16. Bilindiği üzere mahkemelerin her türlü tebliğ işlemleri, 7201 sayılı Tebligat Kanunu (TK) ve Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik (Yönetmelik) hükümlerine göre yapılır.
17. 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Belli bir yerde veya evde meslek ve sanat icrası” başlıklı 17. maddesi; “Belli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenler, o yerde bulunmadıkları takdirde tebliğ aynı yerdeki daimi memur veya müstahdemlerinden birine, meslek veya sanatını evinde icra edenlerin memur ve müstahdemlerinden biri bulunmadığı takdirde aynı konutta oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” düzenlemesini içermektedir.
18. Aynı Kanun’un “Muhatabın muvakkaten başka yere gitmesi” başlıklı 20. maddesi ise; “13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı şahıslar, kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka yere gittiğini belirtirlerse; keyfiyet ve beyanda bulunanın adı ve soyadı tebliğ mazbatasına yazılarak altı beyan yapan tarafından imzalanır ve tebliğ memuru tebliğ evrakını bu kişilere verir. Bu kişiler tebliğ evrakını kabule mecburdurlar. Kendisine tebliğ yapılacak kimsenin muvakkaten başka bir yere gittiğini belirten kimse, beyanını imzadan imtina ederse, tebliğ eden bu beyanı şerh ve imza eder. Bu durumda ve tebliğ evrakının kabulden çekinme hâlinde tebligat, 21 inci maddeye göre yapılır. (Değişik son cümle: 19/3/2003-4829/4 md.) Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 13, 14, 16, 17 ve 18 inci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır” şeklinde düzenlenmiştir.
19. Öte yandan Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in “Meslek ve sanat erbabına tebligat” başlıklı 26. maddesi; “(1) Belirli bir yerde devamlı olarak meslek veya sanatını icra edenlere, o yerde de tebligat yapılabilir.
(2) Muhatabın işyerinde bulunmaması halinde tebliğ, aynı yerde sürekli olarak çalışan memur veya müstahdemlerinden birine yapılır.
(3) Muhatap, meslek veya sanatını konutunda icra ediyorsa, kendisi bulunmadığı takdirde memur veya müstahdemlerinden birine yapılır. Bunlardan hiç birinin bulunmaması durumunda tebliğ, aynı konutta sürekli olarak oturan kişilere veya hizmetçilerinden birine yapılır” şeklindedir.
20. Aynı Yönetmelik’in ‘Muhatabın geçici olarak başka yere gitmesi’ başlıklı 29. maddesinde ise; “(1) 21, 22, 23, 25, 26 ve 27 nci maddelerde yazılı kişiler, tebliğ yapılacak olanın geçici olarak başka yere gittiğini belirtirlerse, tebliğ memuru, muhatabın hangi sebeple adresten geçici olarak ayrıldığını, beyanda bulunanın adı ve soyadı ile sıfatını tebliğ tutanağına yazar. Tebliğ tutanağını beyanda bulunana imzalattırır ve tebliğ edilecek evrakı beyanda bulunana verir. Bu kişiler, tebliğ evrakını kabule mecburdurlar.
(2) Bu kişilerin beyanlarını imzadan kaçınmaları ve tebliğ evrakını kabul etmemeleri durumunda, tebliğ memuru bu hususu tutanağa yazar, imzalar ve tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti üyesinden birine ya da kolluk amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve teslim ettiği kişinin adresini içeren ihbarnameyi gösterilen adresin kapısına yapıştırır.
(3) Bu maddeye göre yapılacak tebligatlarda tebliğ, tebliğ evrakının 21, 22, 23, 25, 26 ve 27 nci maddelerde yazılı kişilere verildiği tarihte veya ihbarname kapıya yapıştırılmışsa bu tarihten itibaren onbeş gün sonra yapılmış sayılır” düzenlemesi bulunmaktadır.
21. Tebligat Kanunu’nun 17. maddesinin uygulanabilmesi için tebligat yapılacak adresin işyeri olarak kullanılması gerekir. Belirli bir yerde devamlı olarak meslek icra edenlere o yerde tebligat yapılabilir. Muhattabın işyerinde bulunmaması hâlinde tebliğ, o işyerinde daimî olarak çalışan memur veya işçilerinden birine yapılır.
22. Muhattabın daimî işçisi şeklinde yapılan tebligatın geçerli olabilmesi için, muhattap adına tebligat yapılan kişinin tebligatın yapıldığı tarihte muhatabın daimî işçisi olması gerekir. Aksi hâlde yapılan tebligat usulsüz olur. İşverenin işçiyi Sosyal Sigortalar Kurumuna bildirmiş olup olmaması iş ve sosyal güvenlik hukukunu ilgilendiren bir durum olup, sigortasız olarak çalışması tebligat yapılmasına engel değildir.
23. Hemen belirtilmelidir ki tebligat, bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği de bulunan önemli bir usul işlemidir. Tebligat ile ilgili yasal düzenlemeler tamamen şeklî olduğundan gerek tebligat işlemi gerekse tebligat tarihi ancak kanun ve yönetmelikte emredilen şekillerle tevsik ve dolayısıyla ispat olunabilir.
24. Tebligat Kanunu ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’in bu konuda etkili önlemler almış olmasının amacı, tebligatın bir an evvel muhatabına ulaşmasını ve onun tarafından kabul edilmesini sağlamaktır. Bu nedenle, kanun ve yönetmelik hükümleri en küçük ayrıntısına kadar uygulanmalıdır. Tebligatın doğru kişiye ve kanunda gösterilen yönteme uygun olarak yapılması zorunludur. Aksi takdirde kanun ve yönetmeliğin gösterdiği şekilde yapılmamış ve belgelendirilmemiş olan tebligat geçerli sayılmaz.
25. Bu ilke ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; yerel mahkemenin 21.03.2014 tarihli direnme kararı “… Mah. … Sok. … Pasajı K:2 D: 47 …/…” adresinde davalı vekiline tebliğe çıkarılmış, “Adreste muhattabın iş takibine gittiğini beyan eden ehil yetkili daimi çalışanı … imzasına tebliğ edildi” açıklaması ile dağıtıcı ve … tarafından imzalanarak 09.04.2014 tarihinde tebliğ olunmuş, mahkemece aynı gerekçeli karar 2. kez aynı adreste davalı vekiline tebliğe çıkarılmış, “Adreste muhattabın iş takibine gittiğini beyan eden ehil yetkili daimi çalışanı … imzasına tebliğ edildi” açıklaması ile dağıtıcı ve … tarafından imzalanarak 07.05.2014 tarihinde tebliğ olunmuştur. Davalı vekili tarafından 13.05.2014 havale tarihli temyiz dilekçesi ile temyiz isteminde bulunulmuş, mahkemece ek karar ile temyiz talebinin süre yönünden reddine karar verilmiştir.
26. Davalı vekili tarafından mahkemece verilen ek karara ilişkin sunulan temyiz dilekçesinde, tebligat yapılan adresin işyeri adresi olmadığı yönünde bir itirazı bulunmayıp, daimî çalışanı olmadığı hâlde daimî çalışan sıfatıyla …’e yapılan tebligatın usulsüz olduğunu vurgulayarak ek kararın kaldırılarak temyiz istemlerinin incelenmesini istemiştir.
27. Dosya kapsamından, davalı vekiline yapılan diğer tebligatlar incelendiğinde; 10.09.2013 tarihli Yargıtay kararının da aynı şekilde davalı vekiline tebliğe çıkarıldığı, “Adreste muhattabın iş takibine gittiğini beyan eden ehil yetkili daimi çalışanı … imzasına tebliğ edildi” açıklaması ile dağıtıcı ve … tarafından imzalanarak 22.10.2013 tarihinde tebliğ olunduğu, bu konuda davalı vekilinin bir itirazının bulunmadığı anlaşılmıştır.
28. O hâlde, daha önce de tebligat evrakını aynı şekilde daimî çalışan sıfatıyla kabul eden … imzasına yapılan tebliğ işleminin usulsüzlüğünü ve bu nedenle de geçersizliğini ortaya koyacak bir yön bulunmamaktadır.
29. Direnme kararının temyizine ilişkin istemin süreden reddine dair verilen ek kararın kaldırılmasının gerekip gerekmediği hususunun değerlendirilmesine gelince; hemen burada, davalı vekiline direnme kararın tebliğine ilişkin ilk tebligattan sonra aynı kararın ikinci kez tebliğinin geçerli olup olmadığının da değerlendirilmesi gerekmektedir.
30. Somut olayda, davalı vekiline direnme kararının tebliğine ilişkin tebligat daimî çalışanı … imzasına 09.04.2014 tarihinde tebliğ edilmiş, daha sonra aynı gerekçeli karar tekrar tebliğe çıkarılarak aynı adreste yine davalı vekiline daimî çalışanı … imzasına 07.05.2014 tarihinde ikinci kez tebliğ edilmiş olup, karar davalı vekili tarafından 13.05.2014 tarihinde verilen dilekçe ile temyiz edilmiştir.
31. Davalı vekiline 09.04.2014 tarihinde yapılan ilk tebligatın usulüne uygun olarak yapılmış olması nedeniyle geçerli olduğundan, temyiz süresinin bu tarihten başlayacağında kuşku bulunmamaktadır. İkinci kez yapılan tebligat üzerine temyiz süresinin yeniden başlayacağının ve davalının yeni bir temyiz hakkı doğacağının kabulü olanaklı değildir. Aksi hâlde kararın süresi içerisinde temyiz edilmemesi suretiyle karşı yan lehine oluşan usulî kazanılmış hakkın ihlal edilmesi durumu söz konusu olacaktır.
32. Nitekim aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 14.04.2018 tarihli ve 2016/4-1641 E., 2018/461 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.
33. Bu durumda davalı vekili, 09.04.2014 tarihinde tebliğ edilen kararı 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu (HUMK)’nun 432/1. madde hükmünde yazılı 15 günlük yasal temyiz süresi geçtikten sonra 13.05.2014 tarihinde temyiz etmiş olmakla, temyiz istemi süresinde değildir.
34. Açıklanan nedenlerle, davalı vekiline direnme kararının tebliğine ilişkin yapılan tebligatın usulüne uygun olduğu, yasal temyiz süresinden sonra yapılan temyiz isteminin reddine ilişkin ek kararın da yerinde olduğu, bu nedenle ön sorun bulunmadığı oy birliğiyle kabul edilmiştir.
35. Hâl böyle olunca, yasal süre içerisinde temyiz isteğinde bulunmayan davalı vekilinin temyiz isteminin reddi gerektiği anlaşılmakla, Mahkemece verilen 11.06.2014 tarihli ve 2013/817 E., 2014/127 K. sayılı ek karar isabetli olduğundan onanmasına karar verilmiştir.

V. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin direnme kararına yönelik temyiz isteminin süreden reddine dair verilen mahkemece verilen 11.06.2014 tarihli ve 2013/817 E., 2014/127 K. sayılı EK KARARIN ONANMASINA,
Harç peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 29.06.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

DAVALININ KENDİ ALEYHİNE OLABİLECEK ŞEKİLDE BİZZAT YER GÖSTERMESİ ÜZERİNE YAPILAN KUSUR TESPİTİNE İTİBAR EDİLMEMESİ

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1193
KARAR NO : 2021/335

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 23/01/2019
NUMARASI : 2016/160 Esas- 2019/31 Karar
DAVACILAR : 1 -CUMA K.- .ve diğerleri
DAVALI : 1 -HALİL D.
DAVALI : 2 -MEHMET B.
DAVALI : 3 -A…. SİGORTA A.Ş
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan )
KARAR TARİHİ : 10/03/2021
GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 10/03/2021

Şanlıurfa 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (Ticaret Mahkemesi sıfatıyla) 23/01/2019 tarih ve 2016/160 esas ve 2019/31 karar sayılı kararı aleyhine davacılar vekili, Davalı HALİL D. ile davalı sigorta şirketi vekili istinaf başvurusunda bulunduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacıların murisleri müteveffa Müslüm K.’nın 34 JV 310 plaka sayılı motosikletle trafikte seyir halinde iken A….. Sigorta A.Ş tarafından 21/01/2017 tarihine kadar geçerliliği olan ZMMS ile sigortalı 43 ZA 616 plaka sayılı aracın kendisine çarpmasıyla 20/07/2016 tarihinde hayatını kaybettiğini, müvekkillerden İslim’in müteveffanın eşi olup tamamen eşinin desteği ile geçimini sağladığını, oğulları Muhammed Furkan’ın babasının desteğiyle yaşadığını, diğer davacılar Cuma ile Hatice’nin, anne-babası, Halime, Kadir ve Eyyüp’ün ise müteveffanın kardeşleri olup tüm geçimlerini müteveffa üzerinde yaptıklarını, vefatının ardından ise ekonomik olarak büyük zarara uğradıklarını ve maddi destekten yoksun kaldıklarını, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile davacılar İslim ve Muhammed Furkan için şimdilik 5.000-TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle tüm davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili, İslim K. için 50.000-TL, Muhammed Furkan için 30.000-TL, Cuma K. için 20.000-TL, Hatice K. için 20.000-TL diğer davacı kardeşlerin her biri için 10.000’er TL manevi tazminatın davalılar Halil ve Mehmet’ten müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı A… Sigorta vekili dilekçesinde özetle; davanın öncelikle dava şartı yokluğundan usulden reddine, ayrıca haksız ve mesnetsiz açılan davanın esastan reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulü ile; davacı eş İslim için 53.783,87 TL, davacı çocuk Muhammed için 11.222,72 TL olmak üzere toplam 65.006,59 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılara verilmesine, hükmedilen destekten yoksun kalma tazminatında davalı Halil D. ve Mehmet B. yönünden olay tarihi olan 20.07.2016 tarihinden itibaren, diğer davalı sigorta şirketi yönünden dava açım tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine, davalı sigorta şirketinin sigorta poliçesi limit ve şartları dahilinde sorumlu tutulmasına fazlaya ilişkin talebin reddine, davacı eş İslim için 9.000 ve davacı Muhammed Furkan için 7.000 TL,davacı Cuma ve Hatice’nin 5.000’er TL diğer davacı kardeşler Halime, Kadir ve Eyyüp için 3.000’er TL manevi tazminatın (toplam 35.000TL) davalı Halil D. ve Mehmet B. ‘dan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine, fazlaya ilişkin taleplerin reddine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı Halil D. istinaf dilekçesinde özetle; dava konusu olayda kendisinin kusurunun bulunmasına rağmen mahkemece kusurlu bulunarak tazminata hükmedilmesini kabul etmediklerini beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı sigorta şirketi vekili dilekçesinde özetle; davacının dava konusu taleplere ilişkin müvekkili sigorta şirketine dava açıldıktan yaklaşık bir yıl sonra yapılmış başvurusu bulunduğunu, başvuru neticesinde hasar dosyası oluşturulduğunu, fakat davacı tarafın başvuru sırasında sunulması gereken evrakları sunmadığından usulüne uygun bir başvurunun söz konusu olmadığını, bu nedenle davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmesi gerektiğini, zira başvuru şartının yerine getirilmemesi durumunun sonradan giderilebilir bir dava şartı olmadığını, kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi hususunda beyanlarının dikkate alınmadığını, bu nedenle öncelikle müvekkili şirkete sigortalı bulunan 43 ZA 616 plakalı araç sürücünün kusurunun bulunmadığını, müteveffanın ölümüne gerek tanı, gerekse tedavi uygulaması düzeyinde etken olabilecek bir tıbbi uygulama hatası olup olmadığı, varsa ölümle neden-sonuç ilişkisi, erken ameliyata alınması halinde yaşama olasılığı vb. hususlarda Adli Tıp Kurumu ilgili İhtisas Kurulu’ndan bilirkişi görüşü alınması gerekli iken eksik inceleme sonucunda hüküm kurulduğunu, mahkemece yeterli araştırmanın yapılmadığını, davacı vekili tarafından yerel mahkemeye sunulan 19/11/2018 tarihli ıslah dilekçesinde mahkemeye sunulan 05/05/2018 tarihli bilirkişi raporunda hesaplanan tazminat tutarınının tamamen hatalı olarak müvekkili şirkete sigortalı araç sürücüsünün %90 kusurlu olduğu kabul edilerek ıslah dilekçesinde maddi tazminat açısından dava değerinin 120.000 TL’ye yükseltildiğini ayrıca ıslah harcını yükselttiği miktar üzerinden değil itiraz ettiği rakam üzerinden yatırarak hatalı bir dilekçenin yerel mahkemeye sunulduğunu müteveffanın travma bölgesi ve ölüm sebebi dikkate alındığında kask takıp takmamasının yaratacağı farkın gözden kaçırılmaması gerektiğini, müteveffanın olay esnasında kask taktığına dair somut delil bulunmadığına göre kask takmadığı, kendi can güvenliği korumak için gerekli güvenlik tedbirleri almadığı ve zararın meydana gelmesinde müterafik kusurunun olduğunun kabulü gerektiğini belirterek kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davacılar vekili dilekçesinde özetle; alınan bilirkişi raporların arasında çelişkiler bulunduğunu, dolayısıyla da maddi tazminat hesaplanırken eksik hesaplama yapıldığını, çelişkiler giderilmeden hüküm kurulduğunu beyanla kararın bu yönden kaldırılmasını istemiştir.

Dava; trafik kazası nedeni ile destekten yoksun kalma tazminatına ve manevi tazminata ilişkindir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 355. maddesi gereğince, istinaf sebepleri ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

1-Davacı vekilince kusur raporları arasında ciddi farklar bulunmakla birlikte hesap raporunun en aleyhlerine olan rapor esas aldırılarak tanzim edildiğini söz konusu hususun usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunmuştur.

Evrakın incelenmesinde, kaza ile ilgili düzenlenen kaza tespit tutanağında kazadan sonra sürücüler kaza mahallinden ayrıldıkları için kusur durumunun değerlendirilemediğinin belirtildiği, Soruşturma aşamasında Cumhuriyet Başsavcılığınca trafik bilirkişisinden aldırılan16/08/2016 tarihli raporda: Kazanın Trafik ışıklarının olmadığı dört yönlü kavşakta meydana geldiği, her iki aracın kavşağa kontrolsüzce giriş yaptığı ve her iki yolunda aynı statüye sahip olduğu tespit edildiğinden her iki aracın kavşağa girerken hızlarını azaltmadığı belirtilerek eşit kusurlu olduğunun belirtildiği anlaşılmıştır.

Mahkemece mahallinde davalının katılımı ile keşif yapılmış ve davalı keşif esnasında “okulun önünden geldiğini, motosikletin ise sanırsa okulun diğer tarafından geldiğini, göstermiş olduğu yerde kaza olduğunu belirttiği ve trafik bilirkişisi sürücülerin soruşturma aşamasındaki ortak ve davalının keşif zaptındaki beyanına göre terditli olarak rapor düzenlediği, rapor içeriğine göre,1.İhtimalle: soruşturma aşamasında her iki sürücünün ortak beyanları dikkate alındığında davacıların murislerinin asli % 75 oranında kusurlu olduğu davalının % 25 oranında kusurlu olduğu, 2.İhtimalle (davalının keşifteki beyanına göre) davalının % 70, davacıların murisinin % 30 kusurlu olduğunun belirtildiği anlaşılmıştır.

Mahkemece kusur raporları arasındaki çelişkinin giderilmesi için dosya Adli Tıp kurumana gönderilmiş ve ATK da terditli olarak 1. İhtimalde (soruşturma aşamasındaki beyanlara göre; davacı murisinin % 75 Davalı sürücünün % 25 kusurlu olduğu, 2. İhtimalde; davalının keşifteki beyanına göre; davalının % 90 kusurlu olduğu belirtilmiştir. Mahkemece her iki tarafın olayın meydana gelmesinden sonra sıcağı sıcağına alınan ilk ifadelerine göre kusur durumu dikkate alınarak davalının % 25 kusuruna göre karar verilmiş ise de, mahkemenin gerekçesi yeterli görülmemiştir. Zira davalı Halil D. bizzat keşfe katılarak davalının yer göstermesi ile keşif icra edilmiştir. Davalı kendi aleyhine olabilecek bir şekilde kazanın ne şekilde nerede olduğunu bizzat yer göstererek mahkeme heyetine göstermiş ve bilirkişi tarafından davalının beyanı nazara alınarak rapor tanzim edilmiştir. Mahkemece her ne kadar olay sonrasında soruşturma aşamasında alınan beyanlara olayın hemen akabinde sıcağı sıcağına olan beyanlar olması nedeni ile itibar edilmiş ise de, davalının kendi aleyhine olabilecek şekilde bizzat yer göstermesi üzerine yapılan kusur tespitine itibar edilmemesi yerinde görülmemiştir. Adli tıp kurumunca aldırılan rapor ile raporlar arasında çelişki giderilmiştir.

Anayasa Mahkemesinin 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanan 17/07/2020 tarihli 2019/40 Esas 2019/40 sayılı iptal kararı ile 2918 sayılı KTK’nın 90. Maddesinin 1. Cümlesinde yer alan “… ve bu kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda…” ibaresi ile ikinci cümlede yer alan “… ve genel şartlarda…” ibaresinin anayasaya aykırı olduğundan bahisle iptaline karar verilmiş, bu iptal kararı 09/10/2020 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.

Anayasanın 153. maddesinde “iptal kararları geriye yürümez” hükmü, iptal kararlarının kesinleşen işlemlere etki etmeyeceği anlamında olup, elde bulunan uyuşmazlığın devam ettiği davalarda “geriye yürümeme kuralı” uygulanamaz. Diğer bir anlatımla bir davada uygulanması gereken kanun maddesi başka bir dava vesilesi ile iptal edilmiş ise bu madde artık eldeki davada da uygulanamaz.

Bu itibarla mahkemece Anayasa Mahkemesinin iptal kararıda gözetilerek, aktüer bilirkisinden davalının keşif zaptındaki beyanı nazara alınarak tespit edilen kusur durumuna göre Yargıtay denetimine açık şekilde açıklamalı ve ayrıntılı, uygulanan yöntemin ve sebeplerinin açık bir şekilde belirtir ek rapor aldırılması gerektiği kanaatine varılmıştır.

2-Davalı sigorta şirketi vekilince davacı tarafça dava açıldıktan bir yıl sonra başvuruda bulunduğu, başvuru sırasında sunulması gerekli evrakların sunulmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur.

Evrakın incelenmesinde, davacı tarafça dava açıldıktan sonra başvuru yapıldığına ilişkin gönderi evrakının sunulduğu, öncesinde de mail yolu ile başvurduklarının belirtildiği ancak gönderilen dilekçe suretinin dosya içerisine sunulmadığı bu itibarla tüm davacılar tarafından başvuru yapılıp yapılmadığı ve başvurunun usulüne uygun olup olmadığı anlaşılamadığından, mahkemece davacı tarafa başvuruya ilişkin belgelerini ibraz için süre verilerek başvuruya ilişkin evrakların dosya içerisine ibrazının sağlanmadan yargılamaya devam olunması yerinde görülmemiştir.

3-Davalı sigorta şirketince davacıların murisinin kazadan yaklaşık 10 gün kadar sonra vefat ettiğini, murisin babası davacı Cuma K.’nın otopsi tutanağında oğlunun önce Balıklıgöl Devlet Hastanesine sonrasında Harran Üniversitesi hastanesine sevk edildiğini, hastaneye gittikten bir gün sonra beyin kanaması ve 4 gün sonra ise iç kanama geçirdiğini, hastanede gerekli tetkikler yapılmadığından Balıklıgöl devlet hastanesinde ihmali olanlardan şikayetçi olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunduğundan evrak kapsamına göre dava dışı sürücü hakkında davaya konu kaza ile ilgili olarak soruşturma başlatılarak dava açıldığı anlaşıldığından, dava dışı davalı sigorta şirketine sigortalı araç sürücüsü hakkında açılan ceza dosyası akibeti araştırılarak sürücü hakkında taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan dava açılıp açılmadığı ve hüküm verilip verilmediği hususu araştırılarak sonucuna göre hüküm tesisi gerektiği kanaatine varılmıştır.

4-Davalı tarafın cevap dilekçesinde murisin kask takıp takmadığı ve koruyucu ekipman kullanıp kullanmadığı hususunda müterafik kusura ilişkin iddiası olmasına rağmen, mahkemece murisin müterafik kusurunun bulunup bulunmadığı, kask ve koruyucu ekipman kullanıp kullanmadığı ve zararın artmasında müterafik kusurunun etkisi olup olmadığı hususunda gerekçede olumlu ya da olumsuz herhangi bir değerlendirme yapılmaması yerinde görülmemiştir.

Bu itibarla bu aşamada sair istinaf itirazları incelenmeksizin HMK’nın 353/1-a,6 maddesi uyarınca davacı vekili ve davalı vekillerinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına dair aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davacılar vekili, Davalı HALİL D. ile davalı sigorta şirketi vekillerinin istinaf başvurusunun ESASTAN KABULÜ İLE;
Şanlıurfa 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (Ticaret Mahkemesi sıfatıyla) 23/01/2019 tarih 2016/160 esas ve 2019/31 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
Dosyanın davanın yeniden görülmesi için MAHALLİNE İADESİNE,
2-İstinaf başvurusunda bulunan taraflardan ayrı ayrı tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
3-İstinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama neticesinde verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine,
4-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi 10/03/2021

Başkan Üye Üye Katip
41133 42602 120723 122041

G.D.

ÖRGÜT İÇİNDEKİ HİYERARŞİK YAPIYA DAHİL OLMAMAKLA BİRLİKTE ÖRGÜTE BİLEREK VE İSTEYEREK YARDIM ETMEK, RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK

T.C
YARGITAY
16. Ceza Dairesi

2019/12013 E. , 2021/3773 K.

“İçtihat Metni”

Mahkemesi :Ceza Dairesi

Suç : Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek, Resmi belgede sahtecilik
Hüküm : TCK’nın 204/1, 314/3, 220/7. maddeleri delaletiyle 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5/1, 35/2, 62, 53. maddeleri uyarınca hükmedilen hapis cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm sanık müdafiince 24.10.2019 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7188 sayılı Kanunun 29. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 286. maddesine eklenen üçüncü fıkradaki düzenleme gereğince temyiz yolunun açılması üzerine anılan Kanuna eklenen 5. maddenin 1/f bendinde belirtilen sürede temyiz edilmekle;
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebeplerine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;
04.10.2016 tarihli duruşma zaptında zabıt katibinin elektronik imzasının bulunmaması mahallinde ikmali mümkün noksanlık olarak görülmüştür.

1-Resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükme dair temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Sanık hakkında resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin hüküm, suçun 7188 sayılı Kanunun 29. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 286. maddesine eklenen üçüncü fıkrada tahdidi olarak sayılan suçlardan olmaması, cezanın tür ve miktarına göre CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca kesin nitelikte olup temyizi kabil bulunmadığından, sanık müdafiinin temyiz isteminin CMK’nın 298. maddesi gereğince REDDİNE,
2-Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz incelemesinde;
Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
a-Mahallinde ikame olunup usulünce tartışılan delillere, tevilli ikrar içeren savunmaya ve dosya kapsamına uygun olarak sübutu kabul edilen, örgütün hiyerarşik yapısına organik bağla dahil olduğu yönünde yeterli kanıt bulunmayan sanığın, örgütten aldığı talimat doğrultusunda PKK/KCK’nın Suriye uzantısı PYD/YPG içerisinde faaliyet gösteren DEMHAT AD/KOD örgüt mensubunun Türkiye’ye rahatça giriş çıkış yapabilmesini teminen adına düzenlettirdiği sahte T.C. kimlik kartı ile yakalandığı olayda, eyleminin TCK’nın 314/3 ve 220/6. maddesi delaletiyle TCK’nın 314/2 maddesinde düzenlenen örgüt adına suç işleme suçunu oluşturacağı düşünülmeden, suç vasfında hataya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,
b-Kabul ve uygulamaya göre de;
Kanunun 5237 sayılı TCK’nın 220/7. maddesinde değişiklik öngören 6352 sayılı Kanunun 85. maddesinin, amacı, gerekçesi, yardım teşkil ettiği kabul edilen eylemin niteliği, meydana gelen zarar tehlikesinin ağırlığı nazara alınarak dosya kapsamına ve hakkaniyete uygun, makul bir indirim yapılması gerektiği gözetilmeden yeterli olmayan gerekçeyle indirim uygulanmaksızın yazılı şekilde fazla ceza tayini,
Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı CMK’nın 302/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine ve mevcut delil durumuna nazaran sanığın tutukluluk halinin devamına, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304. maddesi uyarınca dosyanın İstanbul 22. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 2. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 01.06.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BASKETBOL POTA DİREĞİNİN KIRILIP DEVRİLMESİ SONUCU TAKSİRLE YARALAMA

T.C

YARGITAY

Ceza Genel Kurulu

2017/695 E. , 2021/278 K.

“İçtihat Metni”

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza

Taksirle bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan sanıklar … ve …’ın TCK’nın 89/1, 89/3-b, 62/1 ve 51/1. maddeleri uyarınca 6 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve ertelemeye ilişkin Bursa (Kapatılan) 4. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 04.04.2014 tarihli ve 1180-423 sayılı hükümlerin, sanık … müdafisi ve sanık … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 17.12.2015 tarih ve 1928-19341 sayı ile;
“21.05.2012 tarihinde Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına ait Süleyman Çelebi Parkında katılan …’ın elinde bulunan basket topuyla potaya smaç atmasıyla birlikte basketbol pota direğinin zeminde tutturulduğu demir kaidelerden kırılıp katılanın üzerine devrilmesi ile katılanın hayati tehlike, 6. derece kemik kırığına ve işlev kaybına neden olacak şekilde yaralandığı olayla ilgili olarak Park ve Bahçeler Müdürü sanık … ve teknik birimler sorumlusu … (teknisyen) hakkında açılan davada, sanıkların sorumluluk sahaları içerisinde bulunan kent mobilyalarının bakımlarını sağlama, tehlike yaratan eşyaların tehlike yaratmalarını önlemek amaçlı olarak gerekli önlemleri almakta yetersiz kaldıkları, sadece önleme faaliyetlerini gelen şikâyetler ile dar kapsamda bıraktıkları anlaşılmakla, olayın meydana gelmesinde asli kusurlu oldukları, her ne kadar bilirkişi raporlarında parkın yapımını ihale ile alan müteahhit Mustafa A…’a asli kusur atfedilmişse de, 1986 yılında yapılan; tanık beyanları ve sanıkların tevilli ikrarından anlaşıldığı üzere, uzun süreden beri potanın bakımı da yapılmadığı, müteahhide kusur yüklenemeyeceği, bu durumda asli kusurlu olan sanıklar hakkında katılanda meydana gelen yaralanma da dikkate alınmak suretiyle adalet ve hakkaniyet kuralları uyarınca alt sınırdan daha fazla uzaklaşmak suretiyle ceza tayini gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.” eleştirisiyle “Haklarında hükmedilen hapis cezasının ertelenmesine karar verilen sanıklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 51/8. maddesi uyarınca denetim süresini iyi halli olarak geçirdikleri taktirde cezanın infaz edilmiş sayılacağının kararda belirtilmemesi,
Kanuna aykırı olup, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince hâlen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca bozulmasına, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, aynı Kanun’un 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden hükümde A ve B olarak belirtilen bölümlerin 4. bentlerinin devamına ‘TCK’nın 51/8. maddesi gereğince sanık denetim süresini iyi halli olarak geçirdiği taktirde cezanın infaz edilmiş sayılmasına’ ibaresinin eklenmesi suretiyle, eleştiri dışında sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün düzeltilerek onanmasına” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.10.2016 tarih ve 276696 sayı ile;
“A- Basketbol Potalarının Nitelikleriyle İlgili Kuramsal Açıklama
‘Basketbol potası, basketbolda top ile basket atılan çember dairedir. Basketbol potası çemberinin çapı 45 cm ve çemberin saha içine girintisi 1,20 metredir. Yerden yüksekliği 10 feet yani yaklaşık 3,05 metredir, NBA de de bu yükseklik aynıdır. Top’un çarptığı levhaya panya adı verilir.
Panyaların ölçüleri 105 cm x 180 cm olup, fiber panya, akrilik cam panya, temperli cam panya olarak 3’e ayrılır. Antrenman modellerinde ise fiber malzemeden üretilmiş 100 cm x 135 cm USA panya veya 90 cm x 120 fiber ya da akrilik cam panya kullanılır.
Akrilik cam panya kalınlıkları 10 mm, 12 mm, 15 mm olarak 3’e ayrılır. Yalnızca temperli cam panyalar 5+5 mm den oluşur. FIBA standartlarına göre kolay kırılmayı engellemek için iki kat cam olmalı ve çizgiler ipek baskı olmalı ve bu baskılar iki cam arasında kalmalıdır.
File bağlantısı için özel file tutucu kanca kullanılır. Smaç vurulduğunda yani çembere yük bindiğinde çember içinde bulunan iki özel yay sayesinde esnemelidir. Basketbol çemberleri sabit, esnek olmak üzere ikiye ayrılır.
Basketbol çemberi turuncu renkte olmalı ve fiba standartlarına göre üretilmelidir. Standartlara göre yapılıp yapılmadığını TSE kontrol etmekte olup, TSE’nin kullanmış olduğu standart FIBA’nın kullanmış olduğu EN-1270 standardı ile birebir aynısıdır.
Hidrolik katlanır NBA tip basketbol potası şase önünden çember mesafe aralığı 245 ve 325 cm olarak üretilir. Bir adet potanın yaklaşık ağırlığı 800 kg’dır. Bu ürün genellikle kapalı spor salonlarında kullanılır.
Tek direkli basketbol potası 114/3 mm yani 4 inç borudan imal edilir malzemenin daha kalın olması daha dayanıklı olacağı anlamı taşımaz çünkü depremde nasıl binaların esnemesi gerekiyorsa basketbol potasının esnemesi gerekir.
Tek direkli basketbol potaları ankarajlı veya flanşlı olarak üretilir flanşlı sistemde en az 30 cm kalınlığında C30 beton olması gerekir çünkü zemine 4 adet kimyasal dübel ile bağlantısı yapılır.
Diğer bağlantı sistemi ise en güvenilir yöntem olan ankaraj sistemidir. Ankaraj nedir? Ankaraj 50 cm boyunda 114 lük borudan yapılmış bir sokettir. Bu soket basketbol potası montajı yapılmadan önce potanın takılacağı yere beton atılarak sabitlenir. Betonun kurumasını müteakip basketbol potası daha önceden beton atılan soket içine takılarak dibinden kaynak yapılır.
Basketbol potası panya çerçevesi fiber panya ise 20×40 mm kutu profilden akrilik cam panyalı ise 30×50 mm kutu profilden imal edilmelidir.
Basketbol Potası Çeşitleri
Tek direkli modeller
Tek direkli antrenman modeller
Villa Model
Yükseklik ayarlı modeller
Dört direkli seyyar veya sabit modeller
Profesyönel Hidrolik basketbol potası
Tavana katlanır, elektrik motorlu veya uzaktan kumandalı modeller,
Duvara monte sabit, yana, yukarı katlanır modeller,
Basketbol Panyası Çeşitleri
90 x 120 cm Fiber Panya
100 x 135 cm USA Fiber Panya
105 x 180 cm Fiber Panya
105 x 180 cm 10 mm Akrilik Cam Panya
105 x 180 cm 12 mm Akrilik Cam Panya
105 x 180 cm 15 mm Akrilik Cam Panya
105 x 180 cm 12 mm Temperli Cam Panya Akrilik Cam Panya
Basketbol Panyası Teknik Özellikleri
Tamperli Cam Basketbol Panyası
Potanın çarpma levhası (Panyası) Son Fiba kurallarına göre 12 mm kalınlıkta tamperli cam panya kırılmalarının önlenmesi amacıyla fiba’nın almış olduğu son uygulama gereği çemberin takıldığı yerde cam olmayıp bağlantı direk metal aksama yapılacaktır. Profesyonel kurallar gereği yine fiba maç potalarında kullanılacak panyaların tamperli cam olmasını topun çarptığında geri dönüşü açısından zorunlu kılmıştır. Panya üzerindeki oyun çizgileri iki cam arasına baskı yöntemi ile çizileceği gibi panya 6+6 = 12mm kalığınlıkta baskılarda ipek baskı olmasına karar vermiştir.
Fiber Basketbol Panyası
Fiba standartlarına uygun fiber malzemeden yapılmış olması gerekiyor kalınlığında 2,5 cm ebatları ise 105cm x 180cm olması gerekiyor.’
https://tr.wikipedia.org/wiki/Basketbol_potası
B- …’ın Süleyman Çelebi Türk Hava Kurumu Gençlik Parkında Yaralanması
Bursa İli Çekirge Mahallesi Selvili Caddesi No: 16 sayılı yerde bulunan Süleyman Çelebi Türk Hava Kurumu Gençlik Parkı içinde bulunan basketbol sahasında 21.05.2012 günü basketbol oynayan mağdur … basket topunu çembere attıktan sonra, smaç yaparak potaya asılmış, asılmasının etkisiyle basketbol potasının sabitlendiği ayaklar kaynak noktalarından kırılmış, devrilen potanın ağırlığı altında kalan … ciddi bir travmaya maruz kalmıştır.
Bursa Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nün 16.10.2012 tarih 2012/11871 sayılı raporunda katılan mağdur …’ın travmanın etkisiyle: ‘… Mevcut lezyonlara neden olan yaralanmanın;
a) Şahsın yaşamını tehlikeye soktuğu,
b) Basit bir tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte olduğu,
c) Vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisi Hafif (1), Orta (2-3), Ağır (4-5-6) olarak sınıflandırıldığında ve birden fazla kırık olması sebebiyle skorlama yapılarak; kişide tariflenen edilen listezis ve kırıkların müştereken hayat fonksiyonlarını ağır (6) derecede etkileyecek nitelikte olduğu’ görüşü bildirilmiştir.
Katılana ait Bursa Adli Tıp Şube Müdürlüğü’nün 06.12.2013 tarih 2013/15184 sayılı raporunda ise ‘…Duyularından veya organlarının işlevinin yitirilmesine neden olduğu’ görüşü bildirilmiştir. … olayın etkisiyle çalışma gücünü %100 nispette kaybetmiştir.
C- Kollukça Düzenlenmiş Tutanaklar
21.05.2012 tarihli Olay Yeri İnceleme Raporunda: parkta konuşlu potaların direklerinin paslanmış olduğu; aynı tarihli Görgü ve Tespit Tutanağı başlıklı tutanak içeriğinde de: yerden 30 cm yükseklikte bulunan pota demir ayaklarının kaynak yerinden koparak, potanın yerde yan şekilde durduğu bilgisine yer verilmiştir.
D- Görev Tanımı
Park ve Bahçeler Müdürünün Görev Tanımı başlıklı belgede: ‘Temel Faaliyetleri’ başlığı altında, 2.2 maddesinde ‘Mevcut yeşil alanların, kent mobilyalarının bakımının yapılmasını sağlar.’ ‘Görev ve Sorumluluklar’ başlığı altında 3.5. Maddesinde: ‘Parklarla ilgili proje ve uygulama işleri yaptırır.’ bilgileri bulunmaktadır.
E- Bursa 4. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 05.02.2013 tarih, 2012/1180 Esas sayılı müzekkeresi
Bursa 4. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından 05.02.2013 tarih, 2012/1180 Esas sayılı müzekkereyle olayın meydana geldiği Bursa İli Çekirge Mahallesi Selvili Caddesi No: 16 sayılı yerde bulunan Süleyman Çelebi Türk Hava Kurumu Gençlik Parkı içinde bulunan basketbol sahasıyla ilgili olarak olay öncesi Bursa Belediye Başkanlığına herhangi bir şikâyetin olup olmadığının bildirilmesi istenmiş; Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığının 26.02.2013 tarih, 32983 sayılı cevabında: birim arşivinde herhangi bir başvuruya rastlanmadığı bildirilmiştir.
F- Basketbol Potası Standartı
‘Basketbol çemberi turuncu renkte olmalı ve fiba standartlarına göre üretilmelidir. Standartlara göre yapılıp yapılmadığını TSE kontrol etmekte olup, TSE’nin kullanmış olduğu standart FIBA’nın kullanmış olduğu EN-1270 standardı ile birebir aynısıdır.’
Kazaya neden olan potanın 1985 yılında imal edilerek parkta konuşlandırıldığı, olay anına kadar 27 yıl süreyle parkta konuşlu tutulduğu anlaşılmaktadır. Parkta konuşlu kazaya neden olan pota: ‘TSE’nin kullanmış olduğu standart FIBA’nın kullanmış olduğu EN-1270 standardı ile birebir aynısı’ değildir.
G- Bilirkişi Görüşleri
Potanın standart dışılığı durumu İş Güvenliği Uzmanı Furkan Yıldız tarafından düzenlenmiş 20.07.2013 tarihli rapor içeriğinde şu şekilde belirtilmiştir: ‘Yüklenici firma tekniğe uygun bir şekilde potayı imal ederek, güvenli bir şekilde tespitini yapmamış, eksiz, kaynaksız taşıyıcı üzerine potayı tespit etmemiştir.’
Bilirkişi Furkan Yıldız, …’ın yaralanmasıyla sonuçlanan olayda yüklenici firma sahibi Mustafa A’ın asli kusurlu olduğunu, 25 yıllık metal yorgunluğuna vurgu yapan bilirkişi Furkan Yıldız … ve …’a olayda atfı kabil kusur olmadığını belirtmiştir.
Bilirkişiler Yüksel Yaşar, Ömer Faruk Uslu, H. Taner Sarıkaya tarafından düzenlenmiş 12.11.2013 tarihli raporda ise: ‘…] ihaleyle aldığı işi tekniğe uygun yapmayan, potaların kaynaklarını eksik ve hatalı yapan, güvenli olmayan şekilde kaynak yapan, potaların taşıyıcı noktalarının zayıf kalmasına neden olan yüklenici firma sahibi Mustafa A. olayın meydana gelmesinde Asli Kusurlu; süreçte gerekli önlemleri almakta yetersiz kalan, konuya ulaşan şikayetler kapsamında dar kapsamlı bakan … ve …’ı ise olayın meydana gelmesinde tali kusurlu oldukları belirtilmiştir.
Bilirkişiler İsmail Barış Aktaş, Abbas Deniz, Özgür Aközel tarafından düzenlenmiş 02/02/2014 tarihli raporda ise:
Basketbol potasını parktaki yerine tekniğe uygun, sağlam bir şekilde kurmayan, pota direklerinin zemine ve kaidesine bağlantı noktalarını hatalı yapan, sabitleme ve kaynak uygulamasını eksik ve hatalı yapan yüklenici Mustafa A birincil düzeyde kusurlu bulunmuştur. Bu raporda da … ve …’ı ise olayın meydana gelmesinde tali kusurlu oldukları belirtilmiştir.
H- Taksirle İlgili Kuramsal Açıklama
Taksir TCK’nın 22/2 maddesine göre: ‘(2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanuni tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.’ Taksir, failin, öngörülebilir bir sonucu öngörmemesidir.
Taksirin en önemli unsuru olan öngörülebilmeye verilecek anlam önem taşımaktadır. Suç genel teorisinde, bir eylem tipik ve hukuka aykırı olsa bile bu eylem failine isnat edilemiyorsa failin sorumluluğundan söz edilemez. Çağdaş ceza hukuku, kusursuz sorumluluk anlayışını terk etmiştir. Çağdaş ceza hukukuna anlam veren ve onu hukukun diğer alanlarından ayıran unsur kusurluluktur. Öğretide egemen olan görüş öngörebilme teorisidir. Toplum ya her insanı ya da belirli meslek ve sanatları icra edenleri ortak deneyime dayanarak daha özenli davranmaya davet etmekte ve bu nedenle de taksirli davranışları da cezalandırmaktadır. Taksirli suç kişiyi daha basiretli olmaya ve başkasının haklarını daha fazla korumaya sevk eden zorlayıcı kuralların ihlalinden ibarettir. Başka bir ifadeyle taksir, daima istenmeyen zararlı sonuçları önlemeye yönelik ve uyulması zorunlu bir davranış kuralına uymama ve kişiden buna uymasının istenebilirliğinin mümkün olması durumunda gündeme gelir.
Failin taksirinden söz edebilmek için hareketin iradi olması gerekir yani bilinerek ve istenerek yapılmış bir hareketin mevcudiyeti şarttır. Failin hareketini bilerek ve isteyerek yapmadığı hallerde taksirli olduğundan söz edilmez.
Taksirli suçlarda fail öngörülebilir bir sonuca neden olması dolayısıyla cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan eğer sonuç öngörülebilir değil ise taksirli suçtan sorumluluk söz konusu olmayacaktır. Başka bir ifade ile taksirin varlığı için davranış kuralının ihlâl edilmiş olması yeterli değildir, ayrıca; ihlâl edilen bu davranış kuralı sonucunda ortaya çıkan zararlı sonucun faile isnat edilebilir olması zorunludur. Failin gerçekleştirdiği eylemden kınanabilir olmadığı takdirde kusurlu sayılması ve sorumluluğu cihetine gidilmesi de mümkün değildir. [39] Hafızoğulları,-Özen, s.298
Dikkatsiz ve özensizlikten kaynaklanan genel taksir durumunda sonucun öngörülebilirliği ve önlenebilirliği temel kriter kabul edilmelidir. Meydana gelen zararlı sonuç fail tarafından öngörülemez ve önlenemez ise failin kınanabilirliği mümkün olmadığından taksirli sorumluluğundan da bahsetmek mümkün değildir. Genel taksir denilen dikkatsizlik ve özensizlikten kaynaklanan taksirde sonucun öngörülebilir ve önlenebilir olup olmadığı hususu failin faaliyette bulunduğu tüm koşullar dikkate alınarak somut biçimde saptanacaktır. Yani; bu konuda ne fail esas alınacak ne deneyimli insan dikkate alınacak ne de ortalama insan dikkate alınacaktır.[40] Burada, sonucun öngörülebilir ve önlenebilir olup olmadığından değişik ‘model-ajan’ kriterine başvurulacaktır. Bu kriterde modern iş bölümü, uzmanlaşma, bilgi standardı farklılıkları yanında eğitim derecesi, yaş, fiziki eksiklik gibi ölçütlerin değerlendirildiği gruplar esas alınarak sorumluluk tespit edilecektir.
[40] Tezcan-Erden-Önok 188-189; Hafızoğulları-Özen, s.298; Özgenç,305 vd.
Yargıtay da taksirli suçlarda failin kusurlu olup olmadığını aynı esaslara göre tayin etmektedir. Yargıtay birçok kararında sonucun öngörülebilir olup olmadığını günlük yaşam deneyimlerine göre tespit etmiş görünmektedir.
Türk Ceza Kanunu’nda Taksir, Cengiz Topel Çiftcioğlu
http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2013-3/2013-3-11.pdf
Hukuksal açıdan nedensellik ilişkisinin anlamı neden ile sonucun ve bunlar arasında bağ ya da münasebetin bulunup bulunmadığının tespitidir. Bu tespit yapılırken neden ve sonucunun içeriklerinin incelenmesi gerekebilir, bu hâlde neden ve sonucun içeriğinin de inceleme sınırları içine alınacağı kuşkusuzdur, ancak bu inceleme nedenin ‘ne için’ bu sonucu doğurduğunun açıklamaya değil, aradaki bağı ortaya çıkartmaya yönelik olacaktır.
Bursa ili metropol kent statüsünde olan bir kenttir. Kentte bir çok parkın bulunduğu bir vakıadır.
…’ın nitelikli bir biçimde yaralanmasına etki eden Süleyman Çelebi Parkı içinde konuşlu, yüklenicisi Mustafa A. tarafından imalatı veya temini yapılmış potanın Türk Standartları Enstitüsünce benimsenmiş, FIBA’nın kullanmış olduğu EN-1270 standardı ile birebir örtüşmediği anlaşılmaktadır.
– Pota direğinin tekniğine uygun sağlam bir şekilde kurulmamış olması;
– Pota direğinin zemine ve kaidesine bağlantı noktalarının hatalı yapılması;
-Direk ayaklarının demir kaidelere bağlandığı kesimdeki kaynak uygulamasının eksik ve hatalı yapılması;
– Direklerin zaman içinde oyuncular tarafından maruz bırakılacağı tekrarlı zorlamalara karşı mukavemetli bir biçimde tesis edilmemiş olması;
– Direklerin TSE’ce kabul gören standarda uygun malzemeden yapılmamış olması;
– Metalin esnek nitelikten yoksun olması, mağdur …’ın yaralanmasıyla sonuçlanan olayın etkenleridir.
I- Somut Olayın Değerlendirilmesi
…’ın nitelikli bir biçimde yaralanmasıyla sonuçlanan olayın nedensel sürecinde hatalı, standart basketbol potasını yapan veya tedarik eden, niteliksiz malzemeden üretilmiş bu basketbol potasını oyuncuların can güvenliklerini riske edebileceğini öngördüğü halde, Süleyman Çelebi parkana yine hatalı bir yöntemle sabitleyip, konuşlandıran; edimin ifasına fesad karıştıran Mustafa A. ve bu ihalenin geçici ve kesin kabullerini yapan komisyon üyeleri sorumludurlar. Mustafa Atar yönünden suç tarihi imalatın yapıldığı 1985 yılı olmayıp; olayın meydana geldiği 21.05.2014’tür.
Hükümlüler … ve …’ın öngörülmesi mümkün bir neticeyi öngörmediklerinden, bu bağlamda taksirli hareket ettiklerinden söz etmek mümkün değildir. Hükümlüler … ve …’ın olayda kusurları bulunmamaktadır. Hükümlüler … ve …’ın Süleyman Çelebi Türk Hava Kurumu Gençlik Parkı’nda konuşlu basketbol potalarının standart dışı malzemeden, bilimsel yöntemlere bağlı kalınmaksızın imal edildiği, ayıplı mal niteliğinde olan bu potaların yine zemine hatalı bir şekilde montajının yapıldığı; kaynakların hatalı yapıldığı; malzemede metal yorgunluğunun oluştuğu, bu durumun oyuncular için risk oluşturduğu konularında bilgili, eğitimli, donanımlı oldukları; bütün bunlara rağmen eylemsizlik içinde kaldıkları, müteyakkız hareket etmedikleri süreçte toplanmış kanıtlar çerçevesinde sabit değildir.
Bir kişinin nitelikli bir biçimde yaralanmasıyla sonuçlanan olayın nedensel sürecinde taksirli, kusurlu hareketleriyle etkili olduklarının sabit olmadığı,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 11.04.2017 tarih ve 11167-2997 sayı ile itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; taksirle bir kişinin yaralanması ile neticelenen olayda sanıkların kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
28.12.1993 doğumlu ve lise öğrencisi olan katılan …’ın, Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına ait Süleyman Çelebi Parkı içerisindeki basketbol sahasında arkadaşları tanıklar … ve … ile birlikte basketbol oynadığı, elindeki basket topuyla potaya smaç attığı sırada basketbol pota direğinin zeminde tutturulduğu demir kaidelerden kırılarak üzerine devrilmesi neticesinde, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek, hayati tehlike geçirecek, vücuttaki kemik kırıklarının hayati fonksiyonlarını ağır (6) derecede etkiyecek ve organ işlevinin yitirilmesine neden olacak şekilde yaralandığı,
Bursa Büyükşehir Belediyesinde Park ve Bahçeler Şube Müdürü olan sanık … ve aynı Müdürlükte Teknik Birimler Sorumlusu olarak görev yapan sanık … hakkında Bursa Valiliği İl İdare Kurulu tarafından 13.08.2012 tarih ve 102 sayı ile söz konusu olayla ilgili olarak soruşturma izni verildiği, soruşturma iznine sanıklar tarafından yapılan itirazın Bursa Bölge İdare Mahkemesince reddedildiği,
21.05.2012 tarihli görgü ve tespit tutanağına göre; bahse konu yerin belediyeye ait çevresi altı metre yüksekliğinde demir kafes ile çevrili 20×40 metre ebatında beton zemin olduğu ve her iki ucunda basket potasının bulunduğu, sahanın giriş kapısının yanında bulunan potanın tahminen 30 cm yerden yükseklikte bulunan pota demir ayaklarının kaynak yerinden koparak beton zemin üzerinde yan şekilde durduğu,
Aynı tarihli olay yeri inceleme raporuna göre; basketbol sahasının girişine göre sol tarafta bulunan basket potasının 11 cm çapında olan her iki direğinin zeminden 35 cm mesafeden kırılmış ve yerde olduğu, kırılan basket potasının zeminde sabit olan basket potasının sağındaki direğin kırılan kısmının tamamen paslanmış, soldaki direğin kırılan kısmının yarısının paslanmış diğer yarısının ise kırılmış olduğu, aynı bulguların kırılarak yere düşen pota direğinin kırılan kısmında da görüldüğü,
Adli Tıp Kurumu Bursa Grup Başkanlığı Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 16.10.2012 tarihli rapora göre; katılanın mevcut lezyonlara neden olan yaralanmasının, yaşamını tehlikeye soktuğu, basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek nitelikte, vücuttaki kemik kırıklarının hayat fonksiyonlarına etkisinin birden fazla kırık olması sebebiyle skorlama yapılarak kişide tarifler edilen listezis ve kırıkların hayat fonksiyonlarını ağır (6) etkileyecek nitelikte olduğu, duyularından veya organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflamasına ya da yitirilmesine neden olup olmadığı hakkında mütalaa verilebilmesi için olay tarihinden en az 18 ay sonra Şube Müdürlüğüne gönderilmesi gerektiği,
Adli Tıp Kurumu Bursa Grup Başkanlığı Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen 16.12.2013 tarihli rapora göre; yaralanmanın, duyularının veya organlarının işlevinin yitirilmesine neden olacak nitelikte olduğu,
Dosyadaki mevcut belgelere göre; Bursa Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Şube Müdürü’nün, Belediye sınırları içerisinde kalan mevcut yeşil alanların ve kent mobilyalarının bakımının yapılması; Teknik İşler Sorumlusunun ise, Parklar ve Bahçeler Şube Müdürlüğü sorumluluğundaki parklar, dinlenme alanları, yeşil alanlan ve kent mobilyaları ile ilgili her türlü imalat, bakım ve onarım işinin yapılması konularında görev ve sorumlulukları olduğunun görev tanımı kapsamında sayıldığı,
İnşaat mühendisi olan iş güvenliği uzmanı tarafından düzenlenen 20.07.2013 tarihli bilirkişi raporuna göre; Süleyman Çelebi Parkı içerisinde yer alan ve 1985 yılında inşa edildiği anlaşılan basketbol sahasının geçen süreçte ancak şikâyete bağlı ve teknik elemanların gözlemlediği olumsuzluklar sonrası gerekli görülen bakım ve onarım çalışmalarının yapıldığı, ancak geçen süreçte kullanılan basket potalarında taşıyıcı ayaklarında muhtemel mental yorgunluğu, çevresel etkilerden kaynaklı olumsuzlukların giderilmesi manasında gerekli bakım çalışmalarının yapılmadığı, hatalı yapılmış olan basketbol potası taşıyıcı ayaklarının bağlantı kaynaklarının paslanmaya bağlı olarak zayıflaması ve parkı kullanan kişilerin bilinçsizce potalara asılmaları sonucu yorulmanın ve profillerin akma dayanımını hızlandırarak taşıyıcı ayakların en zayıf noktasından yani kaynak yerinden koparak katılanın üzerine düşerek yaralanmasına sebebiyet verdiği, olayla ilgili olarak belediyenin ihaleyle vermiş olduğu işi yüklenen firma sahibinin tekniğe uygun bir şekilde potayı imal ederek güvenli bir şekilde tespitini yapmamış olması, eksik ve kaynaksız taşıyıcı üzerine potayı tesis etmediği anlaşıldığından, olayın meydana gelmesinde tali kusurlu olduğu, potaya asılarak smaç atmaya çalışan ve kırılma olayını öngörmesi mümkün olmayan katılan ile oyun alanlarında kullanılan basketbol potalarının araç ve gereçleri taraflarına şikâyet ulaşmasına mütaakip kontrol edilmesini sağlayan sanıkların kusurlarının bulunmadığı,
Elektrik ve makine mühendisi ile hukukçu olan iş güvenliği uzmanları tarafından düzenlenen 12.11.2013 tarihli üç kişilik bilirkişi raporuna göre; Selvili Park olarak isimlendirilen ve kaza olayının meydana geldiği basketbol sahasının 1985 yılında Büyükşehir Belediyesi olmadan önce Bursa Belediyesi Fen İşleri Müdürlüğü tarafından ihale edilerek yaptırıldığı, basketbol potasının iki adet 35 cm uzunluğunda boru üzerine ve yer tarafındaki boruların üzerine boru ağızları konikleştirilerek üst ve alt borular uç uca getirilip kaynakla eklenmek suretiyle yapıldığı, yapılan kaynağın borunun etrafını çevirmediği gibi borunun bir kısmının kaynağının da yapılmadığı, üst ve alt boruların çapları farklı olduğundan alt borunun kesilip konikleştirilerek çapının düşürüldüğü ve uç uca getirilerek kaynatıldığının anlaşıldığı, bu tip eklentilere dikkatli bakıldığında mutlak suretle kaynak arızaları çatlak ve kopmaların gözle seçilebileceği, en azından kırık olan ek noktaların boyanması sırasında bu hususun anlaşılabileceği, ayrıca belediyenin demir atölyesinden bakımla görevli teknisyen kişilerin bu tip kaynak hatalarını ve yıpranmaları tespit edebilecekleri, söz konusu parka metal işleriyle ilgili olarak çeşitli kereler gidildiğinin dosya kapsamındaki belgelerden anlaşıldığı, meydana gelen olayda Bursa Belediyesinden ihale aldığı işi tekniğe uygun olarak yapmayan, potaların kaynaklarını eksik, hatalı ve güvenli olmayan bir şekilde kaynak yapan, potaların taşıyıcı noktaların zayıf kalmasına sebep olan yüklenici firma sahibi Mustafa A.’ın asli kusurlu; sorumluluk sahaları içerisinde bulunan kent mobilyalarının bakımlarını sağlama, tehlike yaratan eşyaların tehlike yaratmalarını önlemek amaçlı olarak gerekli önlemleri almakta yetersiz kalan sadece önleme faaliyetlerini gelen şikâyetler ile dar kapsamda bırakan Bursa Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Şube Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak görev yapan sanık … ile aynı birimde Teknik İşler Sorumlusu olan sanık …’in ayrı ayrı tali kusurlu oldukları; oyun oynadığı sahada 27 yıllık bir basketbol potasının mental yorgunluğu, kaynak eksiklikleri konusunda bir değerlendirme yapması beklenmeyecek olan ve spor için özel olarak üretilmiş eşyalarla bu amaç için düzenlenmiş sahada basketbol oynayan katılanın herhangi bir kusurunun bulunmadığı,
İnşaat ve makine mühendisi ile hukukçu olan iş güvenliği uzmanları tarafından düzenlenen 02.02.2014 tarihli üç kişilik bilirkişi raporuna göre; kaza olayının meydana geldiği parkta bulunan basketbol sahasındaki basket potalarının bakımı, onarımı ve güçlendirilmesinin yapıldığına dair somut bir bilginin bulunmadığı, kazanın başlıca nedenlerinin, söz konusu basketbol pota direğinin tekniğe uygun ve sağlam şekilde kurulmaması, bu kapsamda pota direğinin zemine ve kaidesine bağlantı noktaları ile direk ayaklarının demir kaidelere bağlandığı kesimdeki kaynak uygulamasının eksik ve hatalı yapılması, direklerin zaman içinde oyuncular tarafından mağruz bırakılacağı tekrarlı zorlamalara karşı mukavemetli bir biçimde tesis edilmemesi, park içinde kamunun kullanımına sunulmuş olan basketbol pota direklerinin ilgili sorumlu kamu hizmeti yürütücüleri tarafından gerekli bakım ve onarımlarının yaptırılmaması, zaman içinde zorlamalarla ve doğal sebeplerle spor ekipmanında (kent mobilyasında) oluşacak ve direklerin dayanımını azaltarak tehlikeye yol açabilecek aşınma, yıpranma, korozyon, paslanma, çürüme ve benzeri bozucu faktörlerin periyodik ve detaylı şekilde izlenip kontrol edilerek eksiklerin giderilmemesi olduğu,
İhale yoluyla park yapımı kapsamında kazaya konu basketbol potasını tesis ettiği belirtilen dava dışı Mustafa A.’ın yapımını üstlendiği pota direğinin tekniğe uygun ve sağlam bir şekilde kurulmaması, bu çerçevede pota direklerinin zemine ve kaidesine bağlantı noktalarının hatalı yapılması, direk ayaklarının demir kaidelere bağlantı kesimindeki sabitleme ve kaynak uygulamasının eksik ve hatalı oluşu nedenleriyle olayın meydana gelmesinde asli kusurlu; Bursa Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Şube Müdürü sanık … ile aynı birimde Teknik İşleri Sorumlusu olarak görev yapan sanık …’in konuyla ilgili birimde görevli kamu hizmeti yürütücüleri olarak sorumlulukları sahasında yer alan ve söz konusu kaza olayının meydana geldiği Süleyman Çelebi Parkı içindeki basketbol sahasında kamunun kullanımına sunulmuş olan basketbol pota direklerinin gerekli bakım ve onarımlarını yaptırmamaları, zaman içinde zorlamalarla ve doğal sebeplerle spor ekipmanında (kent mobilyasında) oluşacak ve direklerin dayanımını azaltarak tehlikeye yol açabilecek aşınma, yıpranma, korozyon, paslanma, çürüme ve benzeri bozucu faktörleri periyodik ve detaylı şekilde izleyip kontrol ederek eksiklikleri gidermemeleri, basketbol sahasında kullanım kurallarını, kaçınılması gereken tehlikeli davranışları ve olası tehlikeleri belirtir uyarı yazısı bulundurmamaları nedeniyle ayrı ayrı tali düzeyde kusurlu oldukları; katılana atfı kabil bir kusur bulunmadığı,
Anlaşılmaktadır.
Katılan …; lise öğrenicisi olduğunu, olay günü saat 17.30 sıralarında Belediyeye ait açık basketbol sahasında arkadaşlarıyla birlikte basketbol oynadığını, elinde bulunan basket topunu potaya attığını ve sıçrayarak potadan asıldığı sırada potanın üzerine yıkıldığını, kaza neticesinde sırt bölgesinden, kafasından ve vücudunun çeşitli yerlerinden yaralandığını,
Tanık … kollukta; söz konusu basket sahasına oturmak için geldiğinde mahalleden tanıdığı katılanı sahada basket oynarken gördüğünü, sahanın dışından seyrettiği katılanın basketbol topunu potaya attığını ve potaya tutunarak asıldığını, o sırada pota direğinin çift taraflı demirlerinden koparak üzerine düştüğünü gördüğünü,
Mahkemede ise farklı olarak; parka voleybol oynamak için gittiğini, katılanın arkadaşlarıyla birlikte basket oynadığını, bir ara katılanın potaya smaç bastığını gördüğünü, bu hareketiyle birlikte potanın ayaklarından kırılarak katılanın boynuna düştüğünü ve yaralandığını, potada tehlike yaratabilecek bir durum görmediğini, kollukta da katılanın smaç ile potaya basket attığını ifade etmeye çalıştığını, smaç atarken potayla bir temas olduğunu, önceki ifadesinin katılanın potanın çemberini tutarak çekmiş gibi anlaşıldığını ancak smaç attığını ifade etmek istemediğini, katılanın pota çemberini çekmediğini,
Tanık …; olay yerinde katılan ve tanık Mehmet Emin ile birlikte basketbol oynadıklarını, maç yapmadan aralarında top çevirip potaya top attıklarını, katılanın basketbol potasına smaç attığını ve smaç atmasıyla birlikte potanın üzerine düşerek yaralandığını, katılanın smaç atarken potaya asılmadığını, topu çembere bırakıp yere düştüğünü, potaya kaynak yapıldığını ve yapılan kaynak yerlerinin tekrar boyandığını olaydan sonra fark ettiklerini, on altı yıldır aynı semtte oturduğunu, ancak sadece bir kez potaların boyandığını ve saha içine çizgi çekildiğini gördüğünü,
Tanık …; olay yerinde katılan ve tanık Emir ile birlikte basketbol oynadıklarını, aralarında top çevirip potaya top attıklarını, katılanın basketbol potasına smaç attığını ve o anda potanın katılanın üzerine düştüğünü, katılanın potaya asılmadığını, çemberi tutup topu bırakarak smaç attığını, çembere asılı kalmadığını, potanın kaynak yerlerinin çürümüş olduğunu olaydan sonra anladıklarını, kaynak yapılan yerlerin boyanması nedeniyle potada kaynak olup olmadığının belli olmadığını, on üç yıldır aynı semtte oturduğunu, bu süreç içerisinde basket sahasının bulunduğu yerde iki kez çevre düzenlemesi yapıldığını, potada herhangi bir değişiklik, bakım ya da tadilat yapıldığını görmediğini,
Tanık …; polis memuru olduğunu, sanık …’in kolluktaki ifadesinin başka bir polis memuru arkadaşı tarafından yazıldığını, olayı da bu sebeple öğrendiğini, ayrıca 2006 yılından beri olayın gerçekleştiği parkın yakınında oturduğunu, bu süreç içerisinde basket sahasıyla ilgili herhangi bir bakım ya da onarım yapıldığına şahit olmadığını, olay yerine gittiğinde basketbol potasının kaynak yerinden kırıldığını ve kırılan yerde paslanma olduğunu gördüğünü,
Beyan etmişlerdir.
Sanık … kollukta; 1986 yılından beri Bursa Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Şube Müdürlüğünde çalıştığını, 1997 yılından itibaren de aynı yerde Şube Müdürü olarak görev yaptığını, olay yeri olan basketbol sahası mülkiyetinin Bursa Büyükşehir Belediyesine ait olduğunu, bu yerde bulunan basketbol potaları ve çitlerin de Belediye bünyesinde yaptırıldığını tespit ettiğini, görevli bulunduğu Şube Müdürlüğü kayıtlarında park içindeki basket potaları ve direkleri ile aksesuarları hakkında bakım, onarım veya herhangi bir müdahale yapılmadığını tespit ettiğini, ancak söz konusu basket potaları ile direkleri ve aksesuarlarının bakım ve onarımının Belediyeye bağlı gerek fen işleri gerekse diğer birimlerce yapılıp yapılmadığı hakkında bilgisinin olmadığını, olayla ilgili sorumluluklarının doğduğunu ve kusurlu olduklarını kabul ettiğini,
07.06.2012 tarihinde Bursa Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazdığı dilekçede; kollukta “Kusurlu olduğumuzu kabul ediyoruz.” şeklindeki ifadesinin yanlış yazıldığını, olayla ilgili olarak kusurlu olmadıklarını,
Mahkemede ise; atılı suçlamayı kabul etmediğini, kazanın meydana gelmesinde kusurunun bulunmadığını,
Sanık …; olay tarihinde Bursa Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Şube Müdürlüğüne bağlı Teknik Birimler Sorumlusu olarak görev yaptığını, 26 yıldır devlet memuru olduğunu, görev yaptığı süre içerisinde park ve bahçelerdeki ekipmanlarla ilgili olarak herhangi bir kazanın yaşanmadığını, kontrollerin rutin yapıldığını, herhangi bir şikâyet olmasa bile yerinde kontrol yapılarak görsel bir olumsuzluk görüldüğünde bu duruma müdahele edildiğini, ekipler tarafından iş formu düzenlendiğini ve iş formunun içeriğine göre işlem yapıldığını, kazanın meydana geldiği parka ilişkin olarak kendilerine herhangi bir şikâyetin ulaşmadığını, yine yapılan rutin kontrollerde de herhangi bir olumsuzluğun tespit edilmediğini ve dolayısıyla buna ilişkin bir iş formunun da düzenlenmediğini, bu nedenle kontrollere ilişkin olarak sunulabilecek bir belgenin bulunmadığını, kusurunun olmadığını,
Savunmuşlardır.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “Kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için birtakım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlâl edilmesi sonucu belirmekte, fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere taksirli suçlarda ayrıca aranması gereken unsurlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmâli hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi hâlinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması hâlinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. TCK’da kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hâl ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
TCK’nın 22. maddesinin gerekçesinde; “…Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.
Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder…” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.
Buna göre; yargılamayı gerçekleştiren hâkimin, bilirkişilerin tespit ettikleri kusurun varlığı ya da yokluğu ve kusur oranları ile bağlı olmayıp, bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun bulunup bulunmadığının, varsa kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının, her olayın özelliklerine göre ve kanuni gerekçelerle bizzat belirlemesi gerekmektedir. Bu kapsamda olayın gerçekleşme şeklini belirleme görevi de hâkime ait olup bilirkişi ancak bu hususta ortaya koyacağı teknik veriler ile hâkime yardımcı olabilecek ve tarafların taksirli davranışlarının ve kusur durumlarının nelerden ibaret olduğunu gösterecektir. Nitekim CGK’nın 26.11.2013 tarihli ve 422-519 ve 25.03.2014 tarihli ve 9-138 sayılı kararları da aynı doğrultudadır.
Bu aşamada, önce genel anlamda, sonrasında ise taksirli suçlar açısından nedensellik bağı üzerinde durulmasında fayda vardır.
“Neden” Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğü’nde; “bir olayı ya da durumu gerektiren, doğuran başka olay veya durum, sebep” biçiminde, “neden olmak” ise; “bir şeyin olmasına ya da ortaya çıkmasına yol açmak, sebep olmak” şeklinde tanımlanmaktadır. Buradan hareketle “nedensellik” kavramı; “neden-sonuç ilişkisi ya da sonuç ile bu sonuca neden olan olgu veya durum arasındaki bağlantı” olarak açıklanabilir.
Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde nedensellik bağı, “kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngörülen suçtan failin sorumlu tutulabilmesi için gerekli olan “maddi, manevi ve hukuka aykırılık” unsurlarından “maddi unsur” içerisinde yer almaktadır.
Neticeli bütün suçlar bakımından araştırılması gerekli olan “nedensellik bağı” ceza hukukunda bu kavramın mahiyeti gereği, suçun yasal tanımında neticeye yer verilmiş olması hâlinde failin fiili ile netice arasında sebep-sonuç ilişkisini kuran bağ anlamına gelmektedir. Failin yapmak veya yapmamak şeklinde gerçekleştirdiği eylemi neticesinde dış dünyada zarar ya da tehlikenin meydana gelmiş olması hâlinde nedensellik söz konusu olacaktır. Doğaldır ki, yapılan her hareket, dış dünyada bir veya birden fazla neticeye sebebiyet verebilir; ancak dış dünyada vuku bulan her sonuç değil, suçun kanuni tanımında belirtilmiş olan netice nazara alınacaktır. TCK’da nedensellik bağı ile ilgili olarak genel bir düzenlemeye yer verilmemiş olup konu öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır. Öğretide nedensellik bağı çeşitli teorilerle açıklanmaktadır. Şartların eşitliği ya da doğal nedensellik teorisinde; netice birçok şartın bir bütün oluşturarak meydana gelmesiyle oluştuğundan ve bunlardan birinin olmaması neticenin gerçekleşmesini engelleyeceğinden, bu şartlardan birini gerçekleştiren failin eylemi ile gerçekleşen netice arasında nedensellik bağı vardır. Uygun sebep ya da kuralcı nedensellik teorisinde; hareket ile netice arasında nedensellik bağı bulunduğunun kabul edilebilmesi için, hareketin o neticeyi meydana getirmeye uygun olması gerekir. Objektif isnadiyet teorisinde ise; şart teorisi anlamında hareketinin verdiği netice, ancak hareketin suçun konusu üzerinde hukuken tasvip edilmeyen bir tehlike veya risk yaratması ve kendini tipik neticeye yansıtması hâlinde objektif olarak faile yükletilebilir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 123-131; Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Baskı, s. 256-268; M. Emin Artuk-Ahmet Gökçen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 279-286.; Berrin Akbulut, Tıp Ceza Hukukunda Nedensellik Bağı, Tıp Ceza Hukukunun Güncel Sorunları Türk-Alman Tıp Hukuku Sempozyumu, Türkiye Barolar Birliği Yayınları, 2008, s. 222-234.) Bununla birlikte öğretide, objektif isnadiyet teorisinin nedensellik teorisi olmayıp, bir değerlendirme teorisi olduğu da ileri sürülmektedir (Veli Özer Özbek, Türk Ceza Kanunu İzmir Şerhi, Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2006, 3. Baskı, s. 321).
Uyuşmazlığa konu somut olayın özellikleri itibarıyla objektif isnadiyet kavramına ayrıca yer verilmesi gerekmektedir. Günümüz modern ceza hukuku anlayışında nedensellik bağının belirlenmiş olması tek başına failin cezalandırılması için yeterli bulunmayıp, ayrıca gerçekleşen neticenin failin eseri olup olmadığının, diğer bir ifadeyle ortaya çıkan neticenin belli bir kişiye objektif olarak isnadının mümkün olup olmadığının tespit edilmesi de gerekir. Olayda öncelikle şart teorisine göre nedensellik bağı ortaya konulmalı, ardından gerçekleşen neticenin faile isnat edilip edilemeyeceği araştırılmalıdır. Eğer meydana gelen netice, üçüncü kişinin veya bir rastlantının eseri ise faile isnat edilemeyecektir. Bu nedenle netice, insanın hükmedebileceği alanın dışında kalıyorsa hukuken önemli olan bir tehlike ya da risk bulunmamaktadır. Hükmedilebilirlik, neticenin önemli derecede idare edilebilirliği anlamına gelmekte olup gerçekleştirilen fiil, hukuken önemli bir tehlike ya da risk oluştursa bile, olayın tamamen hayatın olağan akışının ve genel hayat tecrübelerinin dışarısında kalması nedeniyle beklenebilir değilse, netice faile yüklenemeyecektir. Kişinin nedensellik bağının üzerinde hâkimiyetinin bulunmaması objektif isnadiyetin yokluğu anlamına gelir. Objektif isnadiyetin varlığı için tipik neticenin fail tarafından oluşturulan risk nedeniyle meydana gelmesi gerekir. Neticenin, failin meydana getirdiği riskin dışında başka bir risk nedeniyle gerçekleşmesi hâlinde bu netice objektif olarak faile isnat edilemez. Ancak fiilin, suçun konusuna yönelik hukuken izin verilen riski aşan bir tehlike oluşturması ve neticenin bu fiil sonucunda meydana gelmesi durumunda objektif isnat edilebilirlik söz konusu olacak diğer bir deyişle fail tipe uygun neticeye sebebiyet veren hukuken önemli bir tehlike ya da risk oluşturmuş ise netice faile yüklenebilecektir. Gerçekleşen netice, failin hareketi ile tesadüfen birleşen başka sebeplerden meydana gelmişse, bu durumda neticenin faile isnat edilmesi söz konusu olmayacaktır. Bunun gibi sonradan işlenen fiilin daha önceden gerçekleştirilmiş fiilin neticeye ulaşmasını engellemesi hâlinde de önceki fiili gerçekleştiren faile neticenin isnat edilmesi mümkün bulunmayacaktır (Veli Özer Özbek-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Akademik ve Mesleki Yayınlar, Ankara 2017, 8. Baskı, s.225; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 128-131.; M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 286-287; Berrin Akbulut, Türk Ceza Kanunu İle Kabahatler Kanununun Genel Hükümlerinin Yaptırım Hükümleri Dışında Karşılaştırmalı Olarak İncelenmesi, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, s. 237; Nebahat Kayaer, Ceza Hukukunda Hekimin Tıbbi Müdahalesi Çerçevesinde İşlenen Taksirle Öldürme Suçu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Kamu Hukuku Anabilim Dalı, İzmir 2012, s. 111-112).
Nedensellik bağı, öğretideki görüşlere göre hukuki bir kavram değil mantıksal ya da doğal bir olgudur (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, İstanbul 2014, 8. Baskı, s. 255; İzzet Özgenç, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2014, 10. Baskı, s. 171-173). Bu anlamda, dış dünyada gerçekleşen netice ile bu neticeyi doğuran sebep arasındaki nedensellik bağı, doğa bilimleri bağlamında değerlendirilmeli ve hayat tecrübeleriyle mantığa göre belirlenmelidir. İlliyet bağının doğal olarak belirlenmesi yalnızca icrai suçlar bakımından geçerlidir, zira ihmâli suçlarda farklılık söz konusudur.
Nedensellik bağının tespiti, tabiatıyla genellikle neticeli suçlar şeklinde düzenlenmiş bulunan taksirli suçlar bakımından da gereklidir. Taksirle işlenen suçtan kaynaklanan netice failin hareketi olmasaydı gerçekleşmeyecek denilebiliyorsa bu durumda nedensellik bağının varlığı kabul edilir. Örneğin ölüm neticesi failin taksirli hareketine bağlı olarak gerçekleşmiş ise, diğer bir deyişle failin taksirli hareketi olmasaydı ölümün gerçekleşmeyeceği sonucuna varılıyorsa, başka bir ifadeyle ölüm failin eseriyse bu takdirde failin eylemi ile netice arasında bir nedensellik bağının var olduğu kabul edilecektir. Taksirli suçlarda aranacak olan objektif isnat edilebilirlik, dikkat ve özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesi sonucunda neticeye sebebiyet verilmesidir. “Fail gerekli dikkat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmiş olsaydı netice gerçekleşmeyecekti” denebilir ise, bu takdirde netice faile isnat edilebilecektir.
Öte yandan nedensellik bağı hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel bilgi ve tecrübe ile çözümlenebiliyorsa bu bağlantı hâkim tarafından ortaya konulmalı, uzmanlık veya teknik ve özel bilgi gerektiren bir hususta ise söz konusu bağ, bilirkişilerden görüş alınarak tespit edilmelidir.
TCK’nın 22. maddesinin dördüncü ve beşinci fıkraları;
“4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Madde gerekçesinde de; “Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlu tutulur. Taksirli suçun kanuni tanımında belirlenen netice birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda gerçekleşmiş olabilir. Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir. Aynı şekilde birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz. Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmelidir. Bu tespitte diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Zararlı neticenin, failin hareketlerinin mağdurun ya da üçüncü bir kişinin hareketi ile birleşmesi sonucu meydana geldiği durumlarda, failin taksirli sorumluluk şartlarının bulunup bulunmadığının belirlenmesi açısından, neticeye kimin sebebiyet verdiği, failin iradi hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının kesilip kesilmediğinin tespit edilmesi gerekmektedir. Mağdur ya da üçüncü kişinin hareketinin ya da bir başka nedenin neticenin tek sebebi olduğu veya zararlı neticenin yalnızca bu kişilerin kusurlu hareketlerinden kaynaklandığı durumlarda, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağının ortadan kalktığı kabul edilmelidir.
Buna karşılık failin kusurlu hareketine mağdur ya da üçüncü bir kişinin kusurlu hareketinin eklendiği ve neticenin çeşitli kusurlu hareketlerin birleşmesinden meydana geldiği hallerde, nedensellik bağı kesilmeyip; TCK’nın 40. maddesine göre taksirli suçlarda iştirak ilişkisi de mümkün olmadığından, anılan Kanun’un 22. maddesinin dört ve beşinci fıkralarına göre herkes kendi kusurundan dolayı ve kusuruna göre sorumlu olacaktır.
Öğretide; “Üçüncü bir kişinin veya mağdurun hareketinin failin taksirli hareketine eklenmesi durumunda nedensellik ilişkisinin ortadan kalkıp kalkmadığı araştırılmalıdır. Eklenen hareketler kusurlu değilse, neticenin failin taksirli hareketinden kaynaklandığı kabul edilir. Diğer hareketler kusurlu ise bunların taksirin varlığını tamamen veya kısmen kaldırıp kaldırmadığına bakılmalıdır.” (Nur Centel-Hamide Zafer-Özlem Çakmut, Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınevi, 8. Baskı, İstanbul, 2014, s. 366); “Birden fazla kişinin birleşen fiilleri ile bir neticeye neden oldukları hâllerde, bu faillerin hareketi ile netice arasındaki nedensellik ilişkisi özel önem taşır. Belirtelim ki bu hâllerde her bir kişinin hareketi ile netice arasında nedensellik ilişkisinin bulunması ön koşuldur. Ekip hâlinde faaliyet gösterenlerden birisine diğerlerini denetleme ve kişiler arasında koordinasyonu sağlama yükümlülüğü yüklenmiş ise kişi bu yükümlülüğe uygun davranmadığı için neticeye sebebiyet vermiş olabilir. Bu hâlde bu kişi neticeden sorumlu olur.” (Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, 4. Baskı, İstanbul, 2015, s. 254); “Failin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareketiyle mağdurun kusurlu hareketinin birleşmesi söz konusu olabilir. Bu durumda, failin sorumluluğunun ortadan kalkabilmesi için, failin netice üzerindeki hâkimiyetinin devam etmemesi gerekir. Diğer bir deyişle, neticenin meydana gelmesinde mağdurun kusurlu hareketi, neticenin faile yüklenmesini engelleyecek derecede illi seri üzerinde hakimiyet kurmamış olmalıdır. Aksi takdirde failin sorumluluğu devam edecektir. Nitekim taksirli hareketler arasında takas da mümkün değildir.” (M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 374); “Birden çok kişinin davranışı birlikte neticeye sebebiyet vermiş ve tüm katılanlar özen yükümlülüğüne aykırı hareket etmişse netice objektif olarak isnad edilebilir, herkes kendi taksirli fiilinden dolayı kusuruna göre sorumlu olur. Bu gibi hâllerde önceki taksirli hareket ile netice arasında illiyet bağı bulunmamasından veya kesilmesinden söz edilmesi doğru değildir.” (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 7. Baskı, Ankara, 2014, s. 214); “Fail zaten taksirli hareket ediyor ve bir başkasının taksirli hareketi buna ekleniyorsa, failin hareketi ile netice arasındaki nedensellik bağı mevcut olmaya devam eder. Bu durumda mesele artık nedensellik bağı meselesi değil, failin ve üçüncü kişinin kusurunun tespiti meselesidir. Bir inşaatın yıkımı sırasında yoldan gelip geçenlere zarar verilmemesi hususunda gerekli tertibatı almayan, örneğin yıkım alanını tahta perde ile çevirmeyen müteahhit, iki işçisinin binadan sökülen kalası dikkatsizce sokağa atmaları sonucu meydana gelen neticeden her iki işçisiyle beraber taksirinden dolayı sorumludur.” (Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 17. Baskı, Ankara, 2014, s. 249) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
28.12.1993 doğumlu ve lise öğrencisi olan katılan …’ın, Bursa Büyükşehir Belediyesi Başkanlığına ait Süleyman Çelebi Parkı içerisindeki basketbol sahasında arkadaşları tanıklar … ve … ile birlikte basketbol oynadığı, elindeki basket topuyla potaya smaç attığı sırada basketbol pota direğinin zemine tutturulduğu demir kaidelerden kırılarak üzerine devrilmesi neticesinde basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek, hayati tehlike geçirecek, vücuttaki kemik kırıklarının hayati fonksiyonlarını ağır (6) derecede etkiyecek ve organ işlevinin yitirilmesine neden olacak şekilde yaralandığı,
Bursa Büyükşehir Belediyesi Park ve Bahçeler Şube Müdürü olan sanık …’in, Belediye sınırları içerisinde kalan mevcut yeşil alanların ve kent mobilyalarının bakımının yapılması; aynı birimde Teknik İşler Sorumlusu olarak görev yapan sanık …’in ise, Parklar ve Bahçeler Şube Müdürlüğü sorumluluğundaki parklar, dinlenme alanları, yeşil alanlan ve kent mobilyaları ile ilgili her türlü imalat, bakım ve onarım işinin yapılması hususlarında görev ve sorumluluğunun bulunması, söz konusu olayın basketbol pota direğinin tekniğe uygun, sağlam şekilde kurulmaması, pota direğinin zemine ve kaidesine bağlantı noktalarının hatalı yapılması ve direk ayaklarının demir kaidelere bağlandığı kesimdeki kaynak uygulamasının eksik ve hatalı yapılmasının yanında park içinde kamunun kullanımına sunulmuş olan basketbol pota direklerinin ilgili ve sorumlu kamu hizmeti yürütücüleri tarafından gerekli bakım ve onarımlarının yaptırılmaması, zaman içinde zorlamalarla ve doğal sebeplerle spor ekipmanında (kent mobilyasında) oluşacak ve direklerin dayanımını azaltarak tehlikeye yol açabilecek aşınma, yıpranma, korozyon, paslanma, çürüme ve benzeri bozucu faktörlerin periyodik ve detaylı şekilde izlenip kontrol edilerek eksiklerin giderilmemesi nedeniyle de meydana geldiğinin kesin olarak tespit edilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde; sanıkların sorumluluklarında bulunan kent mobilyalarının bakımını sağlamak ve bu eşyanın tehlike yaratmasını önlemek amacıyla gerekli önlemleri almakta yetersiz kalmaları ve sadece önleme faaliyetlerini gelen şikâyetler ile dar kapsamda bırakmaları nedenleriyle olayın meydana gelmesinde kusurlu oldukları kabul edilmelidir.
Bu itibarla haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Ceza Genel Kurulu Üyesi; itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.06.2021 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

‘KESİK BAŞ’ CİNAYETİ – NİTELİKLİ KASTEN ÖLDÜRME SUÇU

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU

2019/597 E. , 2021/344 K.

“İçtihat Metni”

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 52-24

Sanık … hakkında nitelikli kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonunda Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesince 25.03.2015 tarih ve 60-29 sayı ile; sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK’nın 81/1, 53, 63 ve 54/1. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye hükmedilmiştir. Karar tarihi itibarıyla resen temyize tabi olan hükmün sanık müdafisi, Cumhuriyet savcısı ve katılanlar vekili tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 18.09.2017 tarih ve 2516-2790 sayı ile;
“Mahkemenin 25.03.2015 tarihli kararının hüküm kısmının 8. bendinde ‘Suçun işleniş şekli ile mahkememizce alınan bir kısım tanık beyanları dikkate alındığında eylemin tek kişi tarafından işlenmediği düşünüldüğünden sanığın suç ortaklarının tespiti ve gereği için Yalvaç Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına’ denmesi karşısında;
Suç duyurusuna ve eksik soruşturmaya ilişkin evrak akıbetinin araştırılması, soruşturmanın devamı durumunda, sanık …’in hukuki durumunun da değişebileceği ihtimali karşısında makul bir süre beklenilerek, delil durumuna göre ilgili kişi ya da kişiler hakkında iddianame tanzimi yapılması hâlinde bu dava ile birleştirilerek, delillerin birlikte takdir ve tayin edilmesinde hukuki zorunluluk bulunması karşısında yazılı şekilde sanık hakkında hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş;
Daire Üyesi …; “…Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararın onanması gerektiği,” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Bozmaya uyan Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesince, Yargıtay ilamında belirtilen araştırma yapıldıktan sonra 21.03.2018 tarih ve 52-24 sayı ile; sanığın kasten öldürme suçundan TCK’nın 81/1, 53, 63 ve 54/1. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye karar verilmiş, ceza miktarı yönünden resen temyize tabi olan hükmün sanık müdafileri tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 21.05.2019 tarih ve 324-2876 sayı ile onanmasına karar verilmiş,
Daire Üyesi…; “…Dosya kapsamında olay gün ve saatine ilişkin sanığın savunması dışında tek bir delil bulunmamaktadır. Sanığın savunmasının aksine, maktul ile sanık arasında, Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesinin kabul ettiği, sayın çoğunluk görüşünün de benimsediği şekli ile taraflar arasında rızai ilişkinin varlığı hâlinde, sanığın olay günü maktulü eşinin evde olmadığından bahisle çağırıp, henüz eve dahi girmeden, kayınpederine ait tüfek ile onu vurması, süreç içerisinde 7 kez ateş etmeye devam etmesi, sonra bıçaklaması, hatta ve hatta bıçak ile maktulün başını vücudundan ayırıp, bıçağı onun göğsüne saplar şekilde bırakması (ki, maktulün vücudundan elde edilen bu bıçak üzerinde sanığın da dahil hiçbir parmak izine rastlanılmaması da düşündürücü olmakla birlikte) ne şekilde açıklanabilecektir. Bu husus hayatın olağan akışına, insanın tabiatına da aykırı bir durumdur.
Sanığın maktul ile ilişkisinin rızai, ya da zora dayalı olduğuna ilişkin tam bir tespit yapmak dosya kapsamına göre mümkün değil iken, yerel mahkeme sanığın yaşadığı çevrenin sosyal ve psikolojik konum ve durumlarını hiç değerlendirilmeden, ortada gözüken şekle göre bir karar verilmiştir.
Ancak, ilişkinin rızai olmadığına ilişkin lehe de bir şüphe bulunmaktadır. Bu da, TCK’nın ‘şüpheden, sanık yararlanır’ genel prensibi çerçevesinde sanık lehine değerlendirilmeli ve 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 29. maddesi asgari dahi olsa, sanık lehine uygulanmalı düşüncesiyle kararın bozulması gerektiği düşüncesinde olduğumdan yerel mahkeme hükmünün onanmasına ilişkin, sayın çoğunluk görüşüne muhalifim.” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 12.07.2019 tarih ve 41573 sayı ile;
“…Sanık lehine asgari oranda tahrik indirimi uygulanması gerektiği,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 22.10.2019 tarih, 3288-4506 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve müzakere sırasında Ceza Genel Kurul Başkanınca yeniden belirlendiği şekliyle Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanık hakkında TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığının,
2- Sanık hakkında TCK’nın 62. maddesi hükmünün uygulanmamasının isabetli olup olmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay yeri inceleme tutanağında; 28.08.2012 tarihinde saat 22.45 sıralarında, … ili, Yalvaç ilçesi, Koruyaka köyünde bir kişinin öldürüldüğünün bildirilmesi üzerine olay yerine gidildiği, yapılan incelemede, maktulün cesedinin köy camisinin karşısındaki iki evin arasında bulunduğu, sanık …’ın ikamet ettiği evin arka kısmında maktul …’e ait cesedin sırtüstü yatar hâlde olduğu, cesedin başının boyundan omuz hizasına kadar düz bir şekilde kesilmiş olduğu, boyun kemiğinin düz ve dağılmamış olduğu, toprak zeminde yoğun kan birikintisinin bulunduğu, cesedin karın bölgesine bir bıçağın saplanmış olduğu, cesedin yakınında maktule ait cep telefonu ile maktule ait olduğu düşünülen 7,65 mm çapında fişek kullanan tabancanın bulunduğu, olay yerinde 9 adet boş av tüfeği kartuşu olduğu, bir ucu balkona bağlı 685 cm uzunluğunda urganın diğer ucunun serbest hâlde olduğu, maktulün başının köy meydanına sanık tarafından savrulduğu yerde bulunduğunun söylenmesi üzerine köy meydanına gelindiği, kesilmiş olan başın yanında kanlı av tüfeği kartuş tapasının bulunduğu, bu kartuşun yakın atış sonucu maktulün yüzüne saplandığı, kesilmiş baş yere atılınca da baştan ayrıldığının değerlendirildiği ifade edilerek, kesilmiş başın 8-10 metre kuzeydoğusunda üzerinde iki adet çalışır durumda kamera bulunan aydınlatma direğinin olduğu, bu direkteki kameralardan birinin köy meydanından geçen yolu, diğerinin de sanık …’in evine giden yolu kapsayacak şekilde kayıt yaptığı, kaydedilen görüntüler incelendiğinde, sanık…’ın saat 22.07’de maktul …’in başını sağ eline alıp, av tüfeğini de sol omzuna asarak köy kahvesinin önüne geldiği, maktulün başını kahvede bulunanlara doğru fırlatıp geldiği yoldan geri döndüğünün görüldüğü tespitlerine yer verildiği,
… Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğince düzenlenen 09.10.2012 tarihli raporda; olay yerinde bulunan 9 adet 12 kalibre av fişeği kartuşunun sanık …’in olayda kullandığını iddia edilen Üzümlü Efsane 4124-A marka av tüfeğinden atıldığının belirtildiği,
… Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce düzenlenen ekspertiz raporunda; sanık … ve maktul …’e ait svap örneklerinde atış artıklarına rastlandığının tespit edildiği, maktul …’e ve sanık … (Yıldırım) Yıldız’a ait cep telefonlarında bulunan fotoğrafların sayısal olarak işlenerek tab edildiği, fotoğraflarda sanığın kendi yatak odasında uyurken, yanında maktul olduğu hâlde maktul tarafından çekilmiş görüntülerin bulunduğu,
… Jandarma Kriminal Laboratuvarı Başkanlığınca düzenlenen 22.11.2012 tarihli uzmanlık raporunda; maktulün başının kesilmesinde kullanıldığı iddia edilen 11,5 cm uzunluğunda namluya, 13,7 cm uzunluğunda kabzaya sahip, namlusu açık durumda iken toplam uzunluğu 25,2 cm olan, namlusunun sırt kısmı küt ve meyilli, tek ağızlı, sivri uçlu çakı bıçağında mukayeseye elverişli vücut izi bulunamadığı, 27.11.2012 tarihli raporda ise suça konu bıçağın 6136 sayılı Kanun’a göre yasak olarak mütalaa edilemeyeceğinin bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu … Grup Başkanlığınca düzenlenen 13.11.2012 tarihli otopsi raporunda; “Başı vücudundan ayrı hâlde olan, mevcut hâliyle 150 cm boyunda, yaklaşık 80-85 kg ağırlığında, 30-35 yaşlarında, kumral saçlı, sakallı, sünnetli erkek cesedinde, ölü katılığının devam ettiği, ölü lekelerinin vücudun arka kısımlarında bası görmeyen yerlerde açık renkte ve hafif şekilde oluştuğu görüldü. Baş uzunluğu 25 cm ölçüldü.
1- Sağ yanakta 10×6 cm’lik yıldızvari şekilli, av tüfeği saçma taneleri yarası,
2- Sağ uyluk 1/3 üst iç kısımda 8,5×8,5 cm’lik av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası ve etrafında birkaç adet satellit giriş deliği,
3- 2 nolu yaranın hemen altında 5×5 cm’lik av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası
4- Sol kasıkta 6,5×4 cm’lik av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası,
5- 4 nolu yaranın 1 cm altında 5×4 cm’lik av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası ve dış yan kısmında bir adet satellit giriş deliği,
6- Sırtta göğüs ortadan glutea alt kısımlara kadar olan bölgede ve sol bacak yaygın, av tüfeği saçma tanesi yaraları,
7- 6 noda tarif edilen bölge içerisinde 3 adet av tüfeği iri saçma tanesi giriş deliği, sağ kol iç ve dış yüzde birer adet av tüfeği iri saçma tanesi giriş ve çıkış deliği, sağ orta koltuk altı çizgisinde memenin 4 cm altında av tüfeği iri saçma tanesi giriş deliği,
8- Sağ lomber bölgede dışta 2 adet av tüfeği iri saçma tanesi sıyrığı,
9- Anüste av tüfeği saçma tanesi çıkış yaraları nedeniyle harabiyet ve etrafında çok sayıda av tüfeği saçma tanesi çıkış yarası olduğu görüldü.
A- Sternum üzerinde 0,8 cm’lik etrafı ekimozsuz bir açısı dar, diğer açısı geniş, kesici delici alet yarası,
B- Göbeğin 10 cm üzerinde 2 cm’lik etrafı ekimozsuz bir açısı dar, diğer açısı geniş, kesici delici alet yarası olduğu tespit edildi.
Kafatası boyun bölgesinden C6 omur seviyesinden dekapite haldeydi. Yara kenarlarında ekimoz, yara kenarlarında, boyun doku ve damarlarında doku çekilmeleri veya herhangi bir canlılık bulgusu olmadığı görüldü.
Cesette başkaca travmatik değişim görülmedi. Otopsi öncesinde cesedin çekilen grafilerinde göğüs, batın ve pelvis bölgesinde çok sayıda saçma tanesi ve birkaç tane iri saçma tanesine ait metalik cisim imajı olduğu görüldü.

28.08.2012 tarihinde başı kesilmiş hâlde bulunduğu bildirilen … oğlu 1977 doğumlu …’in cesedine 29.08.2012 günü Adli Tıp Kurumu … Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi Otopsi salonunda yapılan otopsiden, tetkiklerden ve adli tahkikat evrakından elde edilerek yukarıya kaydedilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında;
1- Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; kişinin kanında 91mg/dl (0,91 promil) etil alkol tespit edildiği, metanol tespit edilmediği, kanda yapılan uyutucu uyuşturucu analizinde aranan maddelerin bulunmadığı, safrada sistematiğimizdeki maddelerin tespit edilmediği,
2- Biyoloji İhtisas Dairesinin raporuna göre; …’e ait DNA incelemesinin tamamlandığı ve sonucun muhafaza altına alındığı,
3- Kişinin vücudunda sağ yanakta bir adet, kasıklarda birer adet ve vücut arka tarafında iki adet olmak üzere toplam beş atışla husulü mümkün av tüfeği saçma taneleri yaralanması mevcut olup, oluşturdukları yaralanmaların müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte olduğu,
4- Vücudun arka tarafında tarif edilen iki atışla husulü mümkün av tüfeği saçma giriş yaralarının cilt ve cilt altı bulguları göz önüne alındığında, bu atışların 6 metre üzeri mesafeden yapılmış olduğu, her iki kasık bölgesinde tarif edilen av tüfeği saçma giriş yaralarının cilt ve cilt altı bulguları dikkate alındığında, bu atışların 1 metre mesafe içerisinden yapılmış olduğu, ancak bu yaraların giysili bölgede olması nedeniyle kesin atış mesafesi tayini için şahsın üzerinde bulunan kıyafetlerin atış mesafesi tayini açısından incelenmesinin uygun olacağı, sağ yanakta tarif edilen av tüfeği saçma giriş yarasının cilt ve cilt altı bulguları dikkate alındığında, bu atışın 1-2 metre mesafe içerisinden yapılmış olduğu,
5- Cesetten bir adet iri saçma tanesi (şevrotin), dokuz adet 3-4 mm ebadında saçma tanesi elde edildiği, ayrıca otopsi öncesinde ceset torbası içerisinden bir adet plastik tapa elde edildiği ve ilgili Cumhuriyet Savcısına teslim edildiği,
6- Cesetteki morfolojik değişiklikler, bulunduğu ortam, mevsim koşulları ve beden yapısı gibi muhtelif faktörlere göre değişiklik göstermekle birlikte, ölü muayenesinde tarif edilen ve otopsisinde tespit edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde kişinin ölümünün kesin olmamakla birlikte ölü muayene tarihi olan 29.08.2012 günü saat 04:30’dan önceki 6-8 saatlik zaman dilimi içerisinde meydana gelmiş olabileceği,
7- Cesette dekapitasyona ait boyun bölgesindeki yara özellikleri dikkate alındığında kişinin başının ölüm sonrası kesildiği, göğüs ve batın bölgesinde A ve B olarak tarif edilen kesici delici alet yaralarının özellikleri göz önüne alındığında bu yaraların da ölüm sonrası meydana gelmiş olduğu,
8- Kişinin ölümünün av tüfeği saçma ve iri saçma taneleri yaralanmasına bağlı kafatası, yüz, çene ve pelvis kırıkları ile müterafık beyin kanaması, beyin doku harabiyeti, iç organ yaralanması, büyük damar yaralanması ve dış kanama sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatini bildirir rapordur.” tespitlerine yer verildiği,
Adli Tıp Kurumu … Grup Başkanlığınca düzenlenen 31.12.2012 tarihli raporda, maktul …’in %99,99 ihtimalle sanık …’ın 17.11.2012 tarihinde dünyaya getirdiği bebeğin biyolojik babası olabileceğinin bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesince düzenlenen 25.02.2013 tarihli raporda; maktulün giysilerinden elde edilen biyolojik bulgularda, maktul dışında başka bir kişiye ait biyolojik örneğe rastlanılmadığının ifade edildiği,
23.05.2013 tarihinde Yalvaç Cumhuriyet Başsavcılığınca olay yerinde keşif işlemi yapıldığı,
… Adli Tıp Kurumunca sanık… hakkında düzenlenen 17.11.2014 tarihli raporda; sanığın yapılan muayenesinde elde edilen bilgi ve bulguların yorumlanması sonucunda, cezai sorumluluğunu müessir ve kişide şuur ve hareket serbestisini ortadan kaldıracak veya azaltacak mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı ve zeka geriliği saptanmadığı, adli dosya tetkikinde sanığın mezkur suçu işlediği sırada fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak boyutta bir akli arızanın içinde olduğuna delalet edecek herhangi bir tıbbi bulguya rastlanmadığı, bu duruma göre sanık …’ın 28.08.2012 tarihinde sanığı bulunduğu suça karşı cezai sorumluluğunun tam olduğunun oy birliğiyle bildirildiği,
Sanık …’ın kendisine maktulün verdiğini belirttiği …, … ve … numaralı telefon hatları ile sanık ve maktul arasında 2010 yılında toplam 3 saat 46 dakika 31 saniye, 2011 yılında toplam 42 saat 3 dakika 10 saniye, 2012 yılında ise toplam 114 saat 47 dakika 33 saniye konuşma gerçekleştiği,
Maktul … ve sanık …’ın, …’in kullandığı ve kendi adına kayıtlı olan …no’lu telefon hattından, …’in kullandığı …’in eşi … adına kayıtlı olan … no’lu telefon hattıyla 26.08.2012 tarihinde saat 21.25’te 50 saniye, saat 21.32’de 1.414 saniye, saat 21.57’de 2.611 saniye, saat 23.06’de 25 saniye, saat 23.10’da 313 saniye, saat 23.26’da 1.591 saniye, 27.08.2012 tarihinde saat 10.11’de 117 saniye, saat 10.13’te 2.375 saniye, saat 10.53’te 567 saniye, saat 11.05’te 150 saniye, saat 11.24’te 22 saniye, saat 11.25’te 104 saniye, saat 11.27’de 124 saniye, saat 11.30’da 1.084 saniye, saat, saat 22.16’da 479 saniye, saat 22.26’da 22 saniye, saat 22.27’de 324 saniye, saat 22.34’te 2.246 saniye, 28.08.2012 tarihinde saat 21.38’de 906 saniye süren görüşmeler yapıldığı,
Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılamanın 10.01.2014 tarihli 3 ve 4. celselerindeki duruşma tutanağında;
“….Sanık gülümseyerek araya girerek tanığın beyanına göre demekki tek ben gülmüyormuşum. Herkes gülüşüp içiyordu dedi.
…Katılan vekili beyanda bulunurken sanığın katılan vekiline yönelik çıkıştığı, bir şeyler söylediği, ancak mahkeme heyetimizce ne söylediği tam olarak anlaşılmadığından, zapta geçilemedi.
….
Tanık dinlenirken ara ara tanığın beyanları üzerine sanık gülümsediği gözlemlendi.

Tanık beyanda bulunurken sanığın gülümsediği gözlemlendi.”
Şeklinde ibarelerin tutağa geçirildiği,
Özel Dairece eksik araştırmayla hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulan 25.03.2015 tarihli kararda Yerel Mahkemece sanık hakkında TCK’nın 62. maddesinde düzenlenen takdirimi indirim hükmünün uygulanmamasına ilişkin olarak; “Somut olayda sanık duruşma tutanaklarına da yansıtıldığı üzere, özellikle 3. Celsede …ve …’in, 4. Celsede tanık … …’ın tanık olarak beyanları alınırken sanığın taşkın tavırlar sergileyerek tanıklar, katılan … ve katılanlar vekiline yönelik çıkışarak bir şeyler söylemiş ve ifadelerin alındığı sırada birçok kez Mahkeme heyetine karşı gülerek gayrı ciddi bir tutum sergilemiş, yargılamalar boyunca olumsuz hal ve tutum içinde bulunmuştur. Ayrıca sanık, maktulü av tüfeği ile öldürdükten sonra maktulün kafasını bıçakla keserek yaklaşık 200 metre mesafedeki köy meydanına götürüp atmıştır. Bu durum da sanığın fiilden sonraki olumsuz tutum ve davranışları olarak kabul edilmiştir.
Ayrıca tüm yargılama aşamasında sanık…’ın tüm dosya kapsamı itibarıyla, suçun işleniş şekli ile mahkememizce alınan bir kısım tanık beyanları dikkate alındığında eylemin tek kişi tarafından işlenmediği düşünülmüş, sanığın suç ortaklarının tespiti ve gereği için Yalvaç Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiş olup, yargılamanın hiçbir aşamasında sanık…’ın Mahkeme heyetine yardımcı olmadığı anlaşılmıştır.
Açıklanan bu nedenlerle, bu şekilde sanığın fiilden sonraki ve duruşmalardaki olumsuz tutum ve davranışları dikkate alınarak 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinde yer alan takdiri indirim nedenleri uygulanmamıştır.”,
21.03.2018 tarihli kararda Yerel Mahkemece sanık hakkında TCK’nın 62. maddesinde düzenlenen takdirimi indirim hükmünün uygulanmamasına ilişkin olarak ise; “Somut olayda dinlenen tanık beyanları, sanık …’in bu husustaki beyanları, dosya içerisinde yer alan CD içerikleri, maktule ait otopsi raporu ve dosyadaki tüm bilgi ve belgelerden, sanık …’in maktulü av tüfeği ile öldürdükten sonra maktulün kafasını bıçakla keserek yaklaşık 200 metre boyunca elinde taşıyarak köy meydanına götürüp attığı sabit olup, bu durum sanığın fiilden sonraki olumsuz tutum ve davranışları olarak mahkememizce kabul edilmiş ve sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinde yer alan takdiri indirim nedenlerinin uygulanmasına yer olmadığı vicdani kanaatine varılmıştır.” şeklinde gerekçe gösterildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan … 31.08.2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında; “… benim öz oğlum olur. Biz gelinim, …, oğlum ve torunlarımla Koruyaka köyünde ikamet ederiz. Benim eşim 22 yaşında iken vefat etti. Ben üç çocuğumu kendim yetiştirdim. … çiftçilik yapardı. Yaklaşık üç yıl önce …, Polatlı pancar tarlasında oğlum … ile … birbirlerine yakınlık duymuşlar, birlikte olmuşlar. Gelinim de bundan haberdar olmuş. Bu nedenle tartışmışlar. Geldikten sonra bana bunu gelinim söyledi ama ben yapmayacaklarını düşündüğümden üzerine gitmedim. Yaklaşık 1 yıl önce gelinim … bana … ile …’in ilişkisinin olduğunu söyledi. Ben de bunun üzerine …’e olayı sordum. … olduğunu söyledi, bana … ile birbirlerini sevdiklerini söyledi. Ben de bunun üzerine …’in üzerine çıktım, üzerindeki elbiseyi parçaladım, ona vurdum. ‘Bu bize yakışmaz, ondan vazgeçeceksin’ dedim, o da ‘Vazgeçmem’ dedi. Biz … ile epeyce bu konuda tartıştık. …’i evden kovdum ancak … vazgeçmedi. 2012 yılının ocak ayında gelinim … bana …’in fotoğraflarını …’in telefonunda bulunduğunu söyledi. Yine aynı şekilde …’e vurdum. Üzerini başını parçaladım. …’e yine ‘Vazgeç bundan’ dedim, ancak … ‘Vazgeçmem’ dedi. Yaklaşık üç ay önce de gelinim … bana …’in cebinde …’in fotoğrafları olduğunu söyleyerek bu fotoğrafları bana gösterdi. Ben yine …’e kızdım, üçümüz bir araya geldik. ‘Bunu niye yaptın?’ dedim, … de bana ‘Beni kendisi çağırıyor, ben çağrı atınca kapıyı açıyor,’ dedi. Ben unutmasını söyledim, … bana ‘Unutmam, onda benim çocuğum var. Ben ettiğim şeyin ardında dururum. Beni vazgeçirmeye çalışmayın’ dedi. …, ne olacak dediğimizde ‘Onu da getireceğim, ona da bakacaksınız’ dedi. Ben ‘…’ın kardeşinin gelini, hazmedilmez, olmaz’ dedim. Ancak … getireceğini söyledi. Biz sürekli … ile bu ilişki konusunda tartıştık. … ve … çocuğun doğmasını istiyorlardı. Biz sonradan … ile …’in doktora gittiklerini öğrendik. … bana …’in karnındaki çocuğun eşi kendisinden olduğunu zannettiğini söyledi. Biz …’e ‘Ne olursa olsun …’i eve katmayız dedik’ … de bize ‘Ne olursa olsun ben onu getireceğim, gerekirse …’a …’ya alır giderim’ dedi. Ben de ‘Gidersen git yeter ki eve onu getirme’ dedim. … gelinim … ile her şeyi konuşurdu, ona …’in ilişkilerini annesi …’ya söylediğini, …’nın da bunu diğer aile büyüklerine söylediğini söylemiş. Ramazan ayında … babası …’ın evine gitmiş, … …’e ‘Babamla konuş, babamın gönlünü yap’ demiş, … de …’ın yanına gitmiş, durumu anlatmış, ‘Cezası neyse verin’ demiş. … de ‘Bunun sonu ölüm olur’ demiş. ‘Şu anda araştırıyorum’ demiş. … Kadir gecesi günü tekrar kayınpederinin evine gelmiş, bunu orada dövmüşler. … …’i telefonla arayarak, ‘Beni dövdüler, beni kaçıracaksan kaçır, seninle geleceğim’ demiş. O da …’e ‘Sen kararını verdiysen bana iki üç gün süre ver. Ben seni götüreceğim’ demiş. Bana bunları gelinim … söyledi. Ramazan Bayramının ikinci günü … …’e bakmaya gitmiş, caminin orada beklemiş, … de aşağı inmiş, yüzünün berelendiğini görmüş, bize bunu çok dövmüşler, onu götürmem lazım diye … bizzat kendisi söyledi. Olayın olduğu gün olan 28.08.2012 günü biz gelinim ve … ile birlikte ormana gittik, … ve … da silahla arkamızdan gelmiş, biz farklı bir yoldan gidince bizi görememişler. Aynı gün saat 11.00 sıralarında eve geldik saat 17.00 sıralarında da oğlum evden gitti, kendisinden bir daha haber alamadım. Oğlumun kayınpederi …, …’in babası …, …, … …, … tarafından öldürüldüğünü düşünüyorum çünkü bir yıl önceden ve bir hafta önceden ‘Biz …’in kafasını gövdesinden ayıracağız’ demişler. Bunu …’e … demiş. Benim bildiğim kadarıyla oğlum …’in silahı yoktu, bana göstermiş olduğunuz 7,65 çapındaki silahı ben iki haftadır görüyorum, ondan önce silahı yoktu, bu olaylardan sonra oğlum … tedirgindi. Başına bir iş geleceğinden korkuyordu. Hatta bana göstermiş olduğunuz, gelinimin vermiş olduğu fotoğrafları … gelinime verdi, ‘Bak başıma bir iş gelirse, bunları savcıya sen vereceksin’ demiş, bana bunları gelinim söyledi. Ben oğlumu öldüren bu kişilerden şikâyetçiyim.”,
Mahkemede; “2010 yılında ben bu olayı bakkalda köyde ve başka birkaç yerde duydum, oğlum …’e söyledim, …’e iki üç değnek vurdum, …’a … ablasının yanına gitti. Orada 8-10 gün durdu sonra pamuğa gittiler. 2010 yılında kimden duyduğumu isimlerini hatırlamıyorum, 1-2 yerde konuşulurken duydum. ben pamuğa gitmedim çocuklarla kaldım, pamuktan dönüşte gelinim … …’in vazgeçmediğini söyledi, ben de …’le tartıştım, … vazgeçtiğini bittiğini söyledi, aradan uzun zaman geçti … tekrar bana …’in …’le görüştüğünü söyledi, ben …’le konuştum, … …’in kendisini çağırdığını söyledi, ben de ‘O çağırıyorsa sen gitmeyeceksin’ dedim, … de ‘Bana sizden iyi davranıyor’ dedi. 3-4 günde bir gece 2’de 3’te gelirdi ben uyumaz onu beklerdim. Çok sordum çok dövüştüm, bana şuradaydım buradaydım derdi, arkadaşların yanındaydım diyordu. Ölüm olayından 3-4 ay önce hamileliği öğrendim, … kendisi söyledi, ben de …’e vurdum, evden kovdum. … başlarda …’i eve getireceğini söylemiyordu sonra illa eve getireceğim diyordu. … …’i eve getirseydi neler yaşanacağını bilemiyorum. …’i evden kovdum, o da ‘Sen beni düşünüyorsun …’i düşünmüyorsun’ dedi. Ben de ‘… çocuklarına sahip olsun, sen de çocuklarına sahip ol, sizin yaptığınız ayıp bir iş’ dedim, bunu ben kabul edemem, o da ‘Ben onu götürmedikten sonra gitmem, ben bu şerefsizliği …’e yapamam’ dedi, ben de …’e ‘Bizden uzak dur …’i nereye götürürsen götür’ dedim. Köylüye …’in öldürüleceği yayılmıştı, ben de …’e ‘Öldürülecekmişsin buradan git’ dedim, o da …’i götürmeden gitmeyeceğini söyledi, 2-3 gün geçtikten sonra ‘Samanları alıp gideceğim gayrı yoksa beni öldürecekler, garantiye koyacaklar bugün yarın öldürecekler’ dedi. Ben de …’e bunu arkadaşlarından ve herkesten duyduğunu neden gitmediğini söyledim, bunu … da kendisine söylemiş, başka arkadaşları da söylemiş. Bu olaydan önce … 3 tane dana sattı, 10 milyar civarıydı 1.000 TL’sini eve harcadı 9.000 TL’sini olay günü alacaktı. Onu da almaya koymadılar. Olay günü köyde düğün vardı. …’in düğünüydü, ben gündüzden …’e ‘Gece gitme, seni öldüreceklermiş’ dedim, o da ‘Siz ahırı görünceye kadar ben gelirim’ dedi. Olay günü silah sesi duymadık çünkü bizim evimiz uzaktadır, yürüyerek köy içiyle bizim ev 15-20 dakika sürer, …’in evi köy içindedir. Torunuma ambulans geçince sordum, torunum da babasını görmemiş, oğlum gelmeyince kalbime şüphe geldi ben de köy içinde torunumla yürüdüm, oraya kadar gelince beni gören kaçtı, beni köy meydanına sokmadılar, beni komşular geri getirdi. Bunu … yapmadı, adalet yerini bulsun, kesenler meydana çıksın, katiller meydana çıksın istiyorum, katiller elini kolunu sallaya sallaya geziyor, … …’i öldürmedi, ben …’in …’i öldürdüğüne inanmıyorum, sanığın kendi ailesi ve eşinin ailesinden şüpheniyorum.”,
Katılan … 31.08.2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında; “… benim eşim olur. Ben eşimle yaklaşık 16 yıldır evliyiz. Bu evliliğimizden 2001 ve 1997 doğumlu bir kız, bir erkek çocuğumuz vardır. Biz eşimin annesi, ben ve çocuklarım ile birlikte Koruyaka köyünde ikamet ederiz. Çiftçilikle uğraşırız. …’ı tanırım, … benim öz kardeşim …’ın gelini olur. …, … ile evlidir. Yaklaşık 7 yıl önce evlendiler. …, …’in teyzesinin kızı olur. Bunların 6 yaşında bir kızı, 3 yaşında da bir oğlu vardır. …lerle biz akraba olduğumuzdan dolayı birbirimize gider gelir konuşurduk. Benim eşim …, köy halkını toplar, çapaya götürürdü. 1,5-2 ay çalışırdık sonra tekrar köyümüze dönerdik. Genelde Polatlı, … ve …’ya sezonluk işçi olarak giderdik. Gittiğimizde evin altındaki garajlarda kalırdık, genelde topluca yatardık. Yaklaşık 3 yıl önce yine eşim köy halkından 13-15 kişiyi toplayıp Polatlı’nın Karailyas köyüne pancar çapasına götürdü. Götürdükleri arasında …, …’in kaynı … da vardı. Biz akraba olduğumuz için bir odada kaldık. Aynı odada yatıp kalktık. … ile … burada yakınlaşmışlar. Ben bunu bizzat görmedim ancak bana bunu diğer çalışanlar söylediler, ben her ikisine de güvendiğimden böyle bir şey olacağına ihtimal vermedim. Bana ‘Senin kocan yanlış yapıyor, bu ikisi birbirlerinin elini tutuyor, öpüşüyorlar, sen bunları takip et’ dediler. Ben takip ettim ancak şüpheli bir durum görmedim. Durumu kocama ve …’e sordum, her ikisi de yalanladılar, dedikodu inanma dediler. Ben de itimat ettim. Bundan dört ay sonra pamuk sezonunda yine aynı kişilerle eşim bizi …, Yanköy’e götürdü. Burada tüm çalışanlar aynı odada kaldık. Burada …’in eşi de vardı. Ben bir gün eşim … ile …’i banyonun önünde eşimi yarı çıplak hâlde gördüm Ben ilk etapta banyo havlusu sarılı olduğu için …’i görmemiştim. Eşime ‘Ne yapıyorsun burada, hadi çayı demledim’ dedim. Bu sırada …’in bütün vücudunu gördüm. … ile eşim öpüşüyorlardı. Bunun üzerine ben yerden iki taş alıp yanlarına vardım, ‘Sizin yediğiniz halt ne’ dedim, taşı tam vuracakken bayılmışım. Eşim beni tokatlayarak ayılttı, …’e de ‘Sen git, gözükme, ben bunu sustururum’ dedi. Ben o gün olayın etkisiyle işe gidemedim, herkese de hastayım, dedim, zaten eşim de beni çalışanlar arasında bulunan abim, aynı zamanda …’in kayınpederi olan …’a söylememden korktuğundan çalışmaya göndermedi. Biz o dönem eşimle uzun süre tartıştık. Akşamleyin eşim hiçbir şey yokmuş gibi yemek yaptırıp ameleye dağıttırdı. Ben hiç kimseye söylemedim, çalışmaya devam ettik. Eşim bir gün sonra pazara gitti, ben de tarlada …’i tenha bir yere götürüp …’e ‘Bak …, sen yabancı değilsin, kardeşimin gelinisin, beni de yakarsın, kendini de yakarsın’ dedim, kendisine yapmaması için yalvardım, ‘Ne olur 16 yaşında oğlum var, 11 yaşında kızım var, yapma, yuvamı yıkma, benim yuvamı da kendi yuvanı da yıkma, ben bunu sineye çekerim’ dedim. … de bana ‘Tamam söz hala, bir daha sana yanlış yapmayacağım’ dedi. Ben akşam aynısını eşime de söyledim, eşim bana söz verdi, ben de olanları sineye çektim, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım. Aradan 3-4 gün geçti, bunlar yine bu şekilde birbirlerine yakınlık göstermeye başladılar, birbirlerinin elinden tutup, tenha yerlere asılıp gidiyorlardı. Ben artık bunu böyle kabullendim, eşime niye yapıyorsun bunu dediğimde bana ‘Elimden gelmiyor, çok seviyorum’ dedi. Ben de bunun üzerine eşime ‘Beni istemiyorsan ben boşanırım, sana istediğin kızı bulmak için yardımcı olurum ancak bu kardeşimin gelini, bununla olmaz, bundan uzak dur, iki tane onun da senin de çocuğun var’ dedim. Eşim de bitirmeye çalışacağım dedi, bana söz verdi, ben bittiğini düşünmüştüm, bir daha peşlerine de düşmedim. 2-3 ay orada çalıştıktan sonra tekrar köye geldik. Köyde yine bu tarz dedikodular duymaya başladım, bana köy halkımız eşim … ile …’in birlikte olduklarını söylediler ancak ben her ikisine de güvenmek istedim ve bunların ilişkisinin olmadığını kendimi inandırmaya çalıştım, pek fazla araştırmamaya çalıştım, zaten bundan sonra bir daha pancara ya da pamuğa birlikte gitmedik. Bunların ilişkisi hiç kesintisiz devam etmiş, 2012 yılının ocak ayında ben eşimin telefonunu kurcaladım, telefonunu açtığımda telefonda Mavilim adında birçok arayan ve aranan olduğunu gördüm. Şüphelendim, kızım …’ten fotoğraflar kısmını açmasını istedim. … fotoğraflar kısımını açtı, size sunmuş olduğum resimlere benzer birçok resminin olduğunu gördüm. Ben daha sonra size sunmuş olduğum resimleri yaklaşık 3 ay önce eşimin arka cebinde kağıdı basılmış hâlde gördüm, şüphelendim, fotoğrafları çektim, çekince fotoğraflar yere döküldü. Yere dökülen fotoğrafları eşim hızlı bir şekilde yerden aldı, bana şimdi dışarıdayız, bunları sana sonra gösteririm, dedi ve eve girdi. Ben de eşimi takip ettim. Eşim fotoğrafları muşambanın altına sakladı. Ben hiç görmemiş gibi oturdum, eşimin gitmesini bekledim. Eşim gitti, ben fotoğrafları çıkardım ve size sunmuş olduğum fotoğrafları gördüm. Ben bizim arabanın içinde ve yanında …’in gözlüklerle gülerken, otururken fotoğrafları olduğunu da gördüm ancak o fotoğrafları eşim yırtmış. Eşim gelince ben eşime ‘Gerçekleri anlat’ dedim, o da bana ‘Sen ne biliyorsun?’ dedi, ben de ‘Ben fotoğrafları gördüm’ dedim. O da bunun üzerine ‘Benim üç yıldır, bununla ilişkim devam ediyor, kocası olmadığı zaman beni arar, biz onunla birlikte oluruz, ben onu seviyorum, ondan ayrılamıyorum ayrıca benim ondan çocuğum var’ dedi. Eşim bana bunları yaklaşık 3 ay önce anlattı. Bunun üzerine ben ‘Bunu nasıl yaparsın’ diye tepki gösterdim, durumu kaynanam …’e anlattım. Kaynanam fotoğraflara baktı, ‘Bunu nasıl yaparsın?’ dedi, kocam da ‘Biz birbirimizden vazgeçemiyoruz, artık ondan çocuğum var, ayrılamıyorum’ dedi. ‘Peki ne olacak?’ diye sorduğumda ‘Onu buraya getireceğim’ dedi. Ben ve kayınvalidem bunu kabul etmedik. Eşim …, bize ‘Kabul etseniz de etmeseniz de onu buraya getireceğim’ dedi. Biz ısrarla olmayacağını söyledik. Biz ona ‘Ya bizim ölümüzü çiğnersin, ya da o buraya gelmeyecek’ dedik, bu tartışmalar sürekli oldu. Biz kimseye belli etmemeye çalıştık. …’in eşi …’da çalışmada olduğu için bunlar sık sık görüşüyorlardı. Bizim yanımızda konuşmuyordu ancak … çağrı atıyordu. … de bizim yanımızdan uzaklaşıp …’i arıyordu. … bana kendisinin … ile görüşmek üzere telefon alıp …’e verdiğini, o numaradan konuştuklarını söyledi. Bana … …’in kendisinden hamile olduğunu, o çocuğun kendisinden olduğunu, ‘Eğer … ve ailesi bu çocuğu istemezlerse bu çocuğa sen bak, sen sahip çık, annelik yap, çocuklarından ayırma’ dedi, ben de ‘Ben bakamam’ dedim. … ve … bu çocuğun doğmasını istiyorlardı. Bana … …’in ve kendisinin bu çocuğun doğmasını istediklerini ancak …, eşi çalışmaya gittikten bir ay sonra hamile kaldığı için kuşkulanılacağını, bu nedenle aldırmalarının daha uygun olacağını düşündüğünü, bu nedenle o sıralarda hastaneye gittiklerini ve hastanede kendilerine çocuğun kalp atışları başlamış, bunu alamayız dediklerini söyledi. … eşinin ve eşinin akrabalarına sanki karnındaki çocuğa eşi … …’ya gitmeden önce (bir ay öncesi) hamile kaldığını söylüyormuş. Bana ve kayınvalideme … …’i çok sevdiğini, …’in de kendisini çok sevdiğini, birbirleri olmadan yapamayacaklarını söylüyordu. … bana …’in olanları annesi …’a anlattığını, …’nın … ile …’in ilişkisini ve çocuğun …’den olduğunu bildiğini söyledi. … da bunları diğer aile bireylerine söylemiş. …’in babası …’ın yanına … Ramazan Bayramından önce gidip … ile ilişkisinin olduğunu, çocuğun kendisinden olduğunu, … ile birbirlerini sevdiklerini söylemiş ve …’ye ‘Benim suçum ne, suçum ne ise cezasını ver, istiyorsan sana şu küreği vereyim istediğin kadar döv’ demiş. … de ‘Senin cezan sonra verilecek, araştırıyorum’ demiş. Bunları bana … söyledi. Bunun üzerine …’i aynı köyde bulunan babası …’ın evine bırakmışlar. … bir ay kadar burada kalmış. Ramazan Bayramında tekrar kendi evine getirmişler. Ramazan ayında da eşi … bu ilişkiden dolayı …’i dövmüş, bana bunları eşim … söyledi. … …’e ‘Annenin babanın evinde kal, kayınpederlerinin evine gitme, bunlar bu çocuğu öğrendi, sen de tehlikedesin, ben de tehlikedeyim’ demiş, … de …’e ‘Annem de babam da benim gitmemi istiyor, bana kimse sahip çıkmıyor’ demiş, bana bunu … söyledi. Ramazan Bayramında … bana …’in artık telefonlara çıkmadığını söyledi. Ramazan Bayramında kocası izne gelmiş. Ramazan Bayramında …’in dövmüşler. Eşim …’e …’in bayramın ikinci günü telefonla kendisini aşırı dövdüklerini söyledi. … de ona ‘Annengile sığın’ demiş. … de …’e ‘Benim dayak yememi onlar istedi, oraya gitmem, götürürsen senin evine geleyim’ demiş. … de ben …’in kayınpederinin kardeşi olduğum ve getirmesini istemediğim için getirmedi. Ben eşim …’e ‘Buraya sakın getirme, benim iki çocuğum var, ben çocuklarıma bakarım ancak nereye götürürsen götür, ben senden ekmek de istemiyorum’ dedim. … de onu … veya …’ya götürmek ya da Yalvaç’tan ev tutup oraya görmek istedi, ben de ona Yalvaç’ta … güvenliğinin olmadığını söyledim. Ramazan Bayramının ikinci günü … tekrar aradı, …’e ‘Beni dövdüler, gel halime bak, artık beni götür, dayanacak gücüm kalmadı’ demiş. … o gece gitmedi, bana sabahleyin ‘Merak ettim, gidip bakacağım’ dedi. Normalde … kaynanasına ‘kaltak’ kayınbabasına ‘o’ eşine de ‘boynuzlu’ dermiş. Ancak o gün bunlara kaynanam, kayınbabam ve eşim diye bahsetmiş. Bundan eşim … şüphelendi. …’e ‘Sen normalde onlara böyle demezdin, niye böyle dedin’ demiş, o da ‘Sen bu dayağı yemiş olsan, ne diyeceğini bilemezdin’ demiş. Eşim …’e ‘Madem gitmeye karar vermişsin gitmeden bir iki gün önce bana söyle ben de hazırlık yapayım’ demiş. Olayın olduğu 28.08.2012 günü ben, eşim ve kayınvalidem birlikte ormana gittik. Kesim alanında bekledik, bir şeyler yiyip içtik. Saat 11.00 sıralarında evimize geldik. Biz ormana gittiğimizde … ile … silahla bizim arkamızdan gelmişler ancak bizi görememişler. Bana bunu … söyledi. Bana …’in olay günü köyde olduğunu net bir şekilde gördüğünü söyledi. Eve geldik, evde yemeğimizi yedik, biraz istirahat ettik, sohbet ettik, … saat 17.00 sıralarında ben kahveye gideceğim dedi, biraz dolanıp geleceğim dedi, ben gitmesini istemedim ancak … gitti, 18.30-19.00 sıralarında ben ahıra girdim. Bu sırada oğlum Bekircan geldi, bana ‘Anne babamı merak etmeyecekmişsin, … ile gittiler’ dedi. Yaklaşık 20 dakika sonra oğlum kahvehaneye gitti, Bekircan babasını … ile birlikte bakkalın önünde görmüş. Daha sonra geri döndüğünde yoklarmış. Daha sonra ben eşimden bir daha haber alamadım. Eşim bana … ile arasında olan her şeyi anlatırdı. … ile … birbirlerini seviyorlardı. Kesinlikle …’in …’e tecavüz etmesi söz konusu olamaz. … …’i öldürebilecek bir durumu yoktu, bunun için ona …’i öldürmesi için kayınpederi …, annesi …, eşi …, dedesi …, …’in babası …, … ve …’nin bacanağı olan … ve …’nin kardeşi … planlayarak …’e öldürtmüşlerdir. Çünkü … bana kayınvalideme ‘Bunlar beni öldüreceklermiş, öyle konuşuyorlarmış, benim başımı gövdemden ayıracaklarmış, diye her tarafta söylemişler’ dedi. Hatta … …’e ‘Dikkat et, bunlar seni öldürecek’ demiş. … de bu nedenle bana göstermiş olduğunuz 7,65 mm çapındaki silahı yaklaşık 2 hafta önce almış, ben silahı iki haftadır görüyordum. … tedirgindi, bayramdan sonra fazla dışarıya çıkmazdı, özellikle son zamanlarda geceleri dışarı çıkmazdı. Bunların ilişkisi olduğunu herkes bilirdi. … size vermiş olduğum …’in fotoğraflarını ‘Bana bir şey olursa bunu savcılığa ver, ben bunlardan çekiniyorum’ diyerek verdi. … …’den şüphelenmiyordu, çünkü kendisini sevdiğini düşünüyordu ancak …’in ailesinden kendisine zarar vermelerinden çekiniyordu. Kesinlikle eşim bunu herkese duyurmadı, eşim bana …’i de beni de sevdiğini söylüyordu. Ben eşimi çok seviyordum, ondan dolayı bu yaptıklarına katlandım. Eşimi kıskanıyordum, … ile konuşup görüşmesini istemiyordum, ancak eşim beni dövüyordu ve … ile ilişkisini devam ettirdi, ben çaresizlikten katlanıyordum, çünkü bir tarafta eşim, bir tarafta da yeğenim ve kardeşim vardı. Ben mecburen bunlara katlanıyordum. Kesinlikle … ile …’in aralarındaki ilişki rızaya dayalıydı, …’in …’e tecavüz etmesi imkânsız. Ben tüm bu ismini saydığım kişilerden şikâyetçiyim.”,
Mahkemede; ” Şikâyetçiyim, davaya katılmak istiyorum, … bizim gelinimiz olurdu, kardeşimin gelinidir, benim de gelinim sayılır, yani onun kayınpederi benim kardeşim olur. …’i de …’i de çok severdim, daha önce de gitmiştik pancara, 2010 yılında da pancara gittik, pancara …’in ailesi yani kaynı, … ve ailesi, … ve ailesi, … ve ailesi Polatlı’ya pancar tarlasına gittik. 2 aya yakın süre orada kaldık. 20-25 gün sonra ben eşimle tartıştım, ağlamaya başladım, aile içi meseleydi, arkadaşlardan …yanıma gelerek ‘Sen daha çok ağlarsın seninkilerin yaptıklarını bir bilsen’ dedi, seninkiler derken … ile …’i kastetti, ben de ‘Ne yapıyorlar, bana da anlat’ dedim, o da takip etmemi söyledi, ben de takip ettim, ona ‘Ağzını topla o bizim gelinimiz’ dedim ben ilk başta inanmadım, …’e sordum, o da saçmalama, ‘O benim gelinim. Nasıl böyle düşünebiliyorsun, sen beni kaç yıldır tanıyorsun’ dedi, takip ettim, gülüşmelerini gördüm, …’e dedim ki siz sohbet mi ediyorsunuz, o da kabul etmedi, takip ettim ama herhangi bir yanlışını orada görmedim, aradan bir iki hafta geçti biz köye dönmek üzereydik, hâlâ Polatlı’dayken … ‘Birilerinin alnını karışlaman var’ dedi, ben de ‘Ağzını topla, düzgün konuş’ dedim, … …’i kastediyordu, diğer çalışanlar …, …, … …, … bunlar ilişkiyi biliyorlarmış, aralarında konuşup samimi olduklarını biliyorlarmış, gülüşüp öpücük atıyorlarmış, bana bunları öldükten sonra bu şahıslar söyledi, o gün … ile … kavga ettiler, … ettiklerini söyleyeceğim dedi, sonra ben …’ya sordum söylemedi, pancardan döndük Yalvaç’a döndük aradan 1-2 aylık zaman geçti. …’in cep telefonu ‘Mavilim’ adında çalmaya başladı, … telefonunu herkesin görebileceği yerlerde bırakırdı, ev telefonumuz yoktu, ben …’e Mavilim diye kayıtlı kişiyi sordum söylemedi. Aradan biraz zaman geçti nohutlar olgunlaşmıştı, ben gündelik çalışmaya gitmiştim, orada amelelerden bazıları bunun kocası ile …’in ilişkisi varmış dediler. bunları söyleyenlerin isimlerini hatırlamıyorum, ben eve gelince … ile konuştuk tartıştık, … bana ‘Sen ona mı inanıyorsun bana mı?’ dedi, ben …’e inandım. Pamuğa gitmemize 10 gün kala …’i cep telefonundan ev telefonu numarasını aradığını gördüm, hangi numaranın aradığını dikkat etmedim, …’in kayınpederi…’a yüklü bir cep telefonu faturası gelmiş, miktarını hatırlamıyorum. O günlerde …’le kaynanası … yufka yapmaya bize geldiler, …’a yüklü fatura geldiğini o gün öğrendik, ben de ‘Dokümanını çıkartın’ dedim, … de dedi ki ‘Benim aramayacağım kesin, benim arayacağım şahıslar bellidir’, ertesi gün … geldiğinde ‘Yarın … yufka yapmaya gelecek ben gelemeyeceğim’ dedi, kaynanam … bana …’in gelmesini istemediğini söyledi, sonra 10-15 gün sonra Kadir gecesi günü kaynanam köy içinden duyduğu kadarıyla …’le …’in ilişkisi olduğunu bana kaynanam söyledi. …’e böyle bir ilişki olursa evi terk edeceğimi gideceğimi söyledi, … kabul etmedi, o gün … eve gelmedi, …’a gitmiş, bundan benim haberim olmadı, …’in evi terk ettiğini düşündüm, … evi terk etmemi istemedi. …’dan 10 gün içinde döndü, sonra pamuğa …, …, …’in kayınbiraderi, kocası, kayınpederi ile beraber …’le … Yanköy’e pamuk toplamaya gittik. Pamuğa gitmeden…’ın evinin telefonundan …’in …’i aradığını duydum, …’e neden aradığını sordum, … de iş bulmak için aradığını söyledi, ben de inandım, pamuğa giderken …’e bu durumu sordum, iş bulsun diye aradığını söyledi. Gittikten 20-25 gün sonra bir birbirine bakmadılar. Büyük bir odada hepimiz kalıyorduk. Bir gün sabah ezanından sonra amelelerin kalkma saatinde … kalktı, duş almaya gitti, …’in üzerinde bir atlet ile uzun paçalı don vardı, havluyla sarılıydı, ben de 10 dakika sonra çayı koydum, kadınları uyandırdım. Kadınlar tuvalete gidip geliyorlardı, tuvalet ile duş alınan yerin yolları farklıdır, ben de eşimi çağırmak için yanına gittim, yanına yaklaştığımda duvara tuvaletini yapıyor sandım, ne yapıyorsun dedim, hızla döndüğünde …’in de …’in arkasında olduğunu gördüm, ikisinin de üzerlerinde havlu sarılıydı, … banyodan çıkmıştı havlu ikisine de sarılıydı, … duvarın dibindeydi, … de …’in önündeydi ben bakınca sadece …’i görüyordum havlu da ikisinin üzerine sarılıydı, …’in üzerinde elbisesi vardı, eşimin üzerinde de atletle uzun paçalı don vardı, her ikisini de öpüşürken gördüm. ‘Ne yapıyorsunuz siz, yediğiniz halt ne, duyduklarım doğruymuş’ dedim. Yerden taş aldım vuracağım sırada bayıldım. Ayıldığımda … beni uyandırmaya çalışıyordu … atıp su dökmüştü, bu olanları kardeşime söyleyeceğimi ifade ettim. … hâlâ başımda duruyordu, bir yere gitmemişti, benden başka bu olayı gören olmadı, … bana hadi sen git bunun bir çaresine bakarız dedi. Beni o gün işe götürmedi, … de işe gitmedi, … işe gitti, akşama kadar …’le tartışıp kavga etttik, sonra … bana bu olayı unutmamı kendisinin de …’i unutacağını söyledi. Söylersen …’e zarar vereceklerini öldüreceklerini söyledi, …’i öleceğine ihtimal bile vermemiştim, olayı kimseye söylemedim, … bana yemek hazırlattırdı amelelere dağıttırdı, bana yemin etti bir daha böyle bir şey yaşanmayacak dedi. Ben de eşimle …’i ayrı tutmaya çalıştım, aradan 2-3 gün geçti tekrar sırıttıklarını gördüm. Pamukta yine 10 gün geçmeden eşim çarşıya gideceğini söyledi, tarla uzundu, ben tarlanın öteki başına gideceğimi söyledim, …’e tarlanın öbür ucuna gitmek istedim, …’e her şeyi anlatacaktım, … tarlanın öbür tarafına gelmedi, … geldi, …’le konuştuk, …’e doğru yolda olmadığını, ‘Yuvamı yıkma, aranıza ölüm girer’ dedim. … bana bir daha asla böyle bir şey yaşanmayacağını söyledi. ‘Bir daha olmayacak’ dedi. … akşam geldiğinde aynısını ona da söyledim, … bana …’in de aynı şeyi kendisine söylediğini söyledi. Beni istemiyorsan boşanabileceğimi, kendisine bekâr bir kız alacağımı, çocuklarımla bırak beni dedim. … bu işi bitirdiğini söyledi. Bu arada … ve …’in birbirlerini sırıttıklarını ve şakalaştıklarını, birbirlerine karı kocanın yapacağı el şakalarını yapıyorlardı. Pamuktan döndükten sonra eşimle çalışmaya gitmeyeceğimi söyledim, mal varlığımızı birleştirerek devletten destek alarak hayvan satın aldık. … hayvanlara baktı, ben bir sezon daha başkalarının tarlasında çapaya gittim. …’in telefonları çalıyordu …’in olduğuna ihtimal vermiyordum, ta ki ölmeden önceki kışa kadar. 2012 yılının kış aylarında telefonlar sürekli çalmaya başladı, …’in bir kadınla konuştuğunu duyuyordum, sesin kime olduğunu anlamıyordum telefona baktığımda … yazıyordu, iki tane … telefonda kayıtlıydı, bana …’la konuştuğunu söylüyordu. …’in arka cebinde fotoğraflar vardı, bizim fotoğraflar zannettim, hızlıca almaya çalışınca yırtılıp yere düştü, kimin demeye kalmadan … fotoğrafları topladı, gizlice …’i takip ettim, … fotoğrafları sakladı sonra ben … evden çıkınca fotoğrafları aldım baktım, fotoğraflarda Toyota arabada …’in gözlüklü gülerken çekilmiş iki adet fotoğrafları ayrıca kendimizin de fotoğrafları vardı. fotoğrafları kaynanama gösterdim akşam … geldiğinde tartıştık, kaynanam …’i dövdü, … ‘Seviyorum, ok yaydan çıktı’ dedi. … bir çocuğu olacağını, söyledi. Ben de iki çocuğum olduğunu söyledim, ‘Senden değil …’den’ dedi. Ben …’i ve çocuğu istemediğimi söyledim, … de ‘… eninde sonunda burayı bulacak ikimiz de birbirimizi seviyoruz’ dedi. 2012 yılının haziran ayının vişne zamanında, …’in işleri yoğundu boş değildi. 25 tane büyükbaş ve küçükbaş hayvana bakıyordu, hayvanlar için dağlardan ot topluyorduk, beraber …’le topluyorduk. 2012 yılının Ağustos aylarında Ramazanın içinde …’i babasının evine sürdüklerini yani döverek gönderdiklerini söyledi. …’in söylediğine göre mandıranın önünde …’in kaynanası … ile babası …’nın tartıştıklarını, …’in …’ya ‘Al şu orospu kızını götür’ dediğini … bana söyledi. Ben de ‘Yapmasaydınız ikiniz de çekin. Ben üç yıldır çekiyorum siz de çekin’ dedim. Aradan 5-6 gün geçti, … …’in telefonunun kırıldığını ulaşamadığını söyledi, bizim evde eski bir telefon vardı, ben kullanıyordum onu alıp …’e götürmüş, … babasının evindeyken, …’le tekrar görüşmeye haber almaya başlamışlar. … bayrama 3-5 gün kala babasının evinden tekrar kocasının evine götürüldüğünü duydum. …’in söylediğine göre … …’in kendi babasıyla görüşmesini istediğini söylemiş. … kendi babasının evindeyken …’e bunu söylemiş. … mandıraya gitti. … mandırada işçiydi, … ve … orada görüşmüşler ve her şeyi anlatmış, … ‘Suçum neyse çekerim biz bu hatayı işledik, al git götür dediğin an alıp götürürüm. Dövüp sövmek istersen de al orada kürek var bana vurabilirsin’ demiş. … da ‘Biz bunu araştırıyoruz suçun varsa icabına bakarız, cezan idam’ demiş. Bayramın 2 ya da 3. günü telefon geldi, …’i cep telefonunu … aradı, ne konuşulduğunu duymadım. 25 ya da 26 Ağustos tarihinde eşimle hayvanları takibe gittiğimizde hayvanların yanına geldiğimizde gece saat 23.00 sıralarında …’e mesaj geldi, kimden olduğunu sorduğumda Vodafone’dan mesaj geldiğini söyledi, ‘Sen git ben ağaçların arasına bakacağım’ dedi, ben eve dönüp uyudum, yarım saat geçtikten sonra uyudum. 2 el silah sesi köy içinden duydum. … o sırada evde yoktu, … sürekli arkadaşlarının kendisine kendisinin öldürüleceğini söylediğini söyledi. … öldürüleceğini biliyordu. Kaynanama …’in evde olmadığını iki el silah sesi duyduğumu söyledim. …’i aradık, bulamadık, evin kenarına oturduk, dışarda oturduk. Tarlaların ordan eve doğru ışık sızdı, kaynanam …’in geldiğini gördü, biz …’in …’i getirdiğini zannetik biz onu sakladığını sanıyorduk. Kaynanam …’i eline sopa alıp dövdü, ‘Bu saatte kiminle konuşuyorsun senin yediğin halt ne?’ dedi, o da ‘Bilmediğiniz yerde iş var, … iki elin kanda da olsa gel beni götür’ diyor, …’in aşırı dövüldüğünü söyledi kendisinin inanmadığını, kayınpederinin hasta kaynanasının uyur olduğunu eşinin de evde olmadığını söyleyerek, kendisini götürmesini istemiş. … …’e ‘Sen bana tuzak kuruyorsun, sen kaynanana kaltak kocana da boynuzlu derdin neden şimdi böyle söylüyorsun sen de bir iş var’ demiş. O da inanmazsan fotoğrafımı çekip göndereyim demiş. … aradığında … benim yanımdaydı, … telefonu açmadı, sonra … …’i aradı, niye fotoğraf göndermediğini sordu o da bellek dolu olduğu için gönderemediğini söyledi. Yarın caminin oraya gelip sen de in bir bakayım dedi. … ertesi gün sabah 09.00’da traktörüyle caminin oraya gitti. O iki el silah sesinin düğün nedeniyle atıldığını köy halkından duyduk. … ve …’le alakası olmadığını sonradan öğrendik. Olaydan 1-2 gün önce … caminin yanına gitmiş, …’i anlattığına göre …’in gözü göz hâlinden çıkmıştı, gözünden ağır yaralandığını söyledi, o da iyileşmiş hâliymiş, …, …’e ‘Ben çocukları istemiyorum senle geleceğim’ demiş ilk başlarda kızını yanına alacağını kızını getireceğini söylüyordu, oğlunu bırakacağını söylüyordu, …le … …’a veya …’ya gidiceklerdi … güvenlikleri olmadıkları için Yalvaç’a gitmeyeceklerdi. 27.08.2012 tarihinde gece saat 23.30 civarında işten döndüğümüzde, hepimiz evin içinde oturuyorduk, inekler böğürmeye başladı, kaynanama ‘Gidip bakalım’ dedim o kabul etmedi …’e sordum o da ‘… güvenliğim yok, ev yanıp kül olsa gene gitmem’ dedi. … korktuğunu söyledi, ben yalnız hayvanlara bakmaya gittim, hayvanların hepsi ayaktaydı çok korkmuşlardı, ben eve girdiğimde dış kapıyı kapattım iç kapıyı kapatmadan horoz sesi duydum, sabah kalktığımda demir kapıya horozun kellesi az bir ilerdede horozun gövdesi duruyordu, savcılık aşamasında horozdan bahsetmedim, çünkü hiç ihtimal vermemiştim. …’e horozdan bahsettim, … de olabilir, bir hayvan yapmıştır dedi. Horozun boynu dümdüz kesilmiş şekildeydi, hayvan parçalaması gibi değildi, üç tane köpeğimiz vardır yabancı bir hayvan giremez. Horoz köpeklerin görmeyeceği taraftaydı. Olay günü ormana çubuk toplamaya gittik, eşim ve kaynanam da vardı, kesim yerini bulamadığmıız için gündüz 11.00 civarı geri döndük, kaynanam annesilere gitti. Yolda …’in dedesi ile kızkardeşi …’yi gördük, … işaret parmağıyla boynunu göstererek bana el işareti yaptı, …’in dedesi de …’e kafayı aşağı yukarı salladı. …’le beraber eve geldik yemek yedik. Saat 14.00-15.00 civarı … gidip annesini getirdi saat 17.00’ye kadar evde uyudu, … uyurken mesaj geldi uyanıp mesaja baktı ve tahminimce köy içine traktörle gitti. Ben ‘Gitme… seni vuracakmış. Ölmeni istemiyorum şuradan git’ dedim, o da ‘Tek beni mi düşünürsün … … değil mi? Ben asla öyle bir şerefsizlik yapmam’ dedi. …’in o gidişinden sonra bir daha görmedim. Oğlum … köy içindeydi, ana yolda tarla arasında bir yol vardır … …’ı oraya bırakmış, kendisine merak etmememizi söylemiş, … kayınbederinin evine dönünce bir daha …’le görüşmeyeceklerini düşündüm. … üç tane dana satmıştı, kesime vermişti, parasını da öldüğü gün alacaktı değerleri de yaklaşık 10.000 TL’ye yakındı. … …’le anlaştıklarını çocukları doğduğunda Kuzey Güney filminden esinlenerek kız olursa Cemre erkek olursa Kuzey koyacaklarını söylüyordu, …’in bunu kabul ettiğini söylüyordu, … de güzel isim bulduğunu söylemiş. Olay günü köyde düğün olduğu doğrudur, bizim evimiz uzak olduğu için silah sesi duymadım. …’e 2010 yıllarında ve daha sonrasında silahı yoktu, sadece olaydan 2 hafta önce …’de silah gördüm. 7,65 mm çapındaydı, …’in eve gece saat 02.00-03.00 civarı geldiği olurdu, şimdi düşündüğüm zaman mesaj geldiğinde gittiğini hatırlıyorum. Gece saat 02.00-03.00’te geldiği günler pek belli olmazdı. köyde internet kafe olduğu için bize orada olduğunu söylerdi. Ben şüphelendim ama yakıştıramadım. … hayatta …’den başkasıyla birlikte olmadı. …’in … adlı hayat kadınıyla birlikte olduğuna dair bilgiye sahip değilim. …’i her zaman takip etmediğim için nereye gittiğimi bilmem ama insanlara yardıma koşardı. … benim her şeyi bildiğimi söylerken pamuk toplamaya gittiğimiz zaman ikisini birlikte gördüğüm olayı kastediyor, … tecavüz edecek kapasiteye sahip değildir. Bu süreç zarfında bizim de evlilik birlikteliğimiz devam ediyordu. …’in …’i tek başına öldürdüğüne inanmıyorum, …, … öldükten sonra ateş etmiş olabilir, bunun sebebi de ellerinde barut izi çıksın diye, başkaları yardım etmiştir, hepsinin planlayarak bu işin içinde olduğunu düşünüyorum hepsi derken her iki tarafın ailesini kastediyorum, ben kendim … ile konuşmadım, …’in …’e anlattıklarına göre …’den dolayı …’nın öğrendiğini duydum. 2012 yılının Ramazan ayında kahvede köylüler tarafından …’in …’den hamile kaldığı babasının evine sürüldüğü konuşuluyordu. Zamansız bir hamilelik nedeniyle bu olay ortaya çıktı, ben …’in tecavüze uğradığını düşünmüyorum gönül ilişkisi olduğunu düşünüyorum. …’in başının … tarafından kesildiğini düşünmüyorum. 3 yıldır koynunda taşıdığı bir insanı … kesemez.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “…benim eşim olur. … ile biz 2007 yılında görücü usulüyle evlendik. …’i ben uzaktan görmüştüm, beğendim, ben aileme … ile evleneceğimi söyledim, benim ailem …’i ailesinden istedi ve ailesi de verdi. Bizim … ile evliliğimizden biri 6 biri 3 yaşında iki çocuğumuz oldu. Ben eşim …’i çok seviyorum. …’in de beni sevdiğini düşünüyorum. … ile bizim evliliğimiz boyunca büyük çapta bir kavga ya da tartışmamız olmadı, aile içinde ufak tefek kırgınlıklar oldu. …’i tanırım, … benim öz halamın eşidir. … yapı olarak içki içen karıya kıza giden onun bunun karısına göz diken birisidir, hatta Ramazan ayında bile sürekli içki içermiş. … bu yapıda biri olduğu için ben çok fazla hoşlanmazdım, onun için onunla da konuşmazdım, ancak akraba olduğumuz için zaman zaman bayramlarda gelirdi. Biz akraba olduğumuzdan dolayı eşim …’i pancarda çalışması için yaklaşık 2 yıl önce … ile birlikte kardeşim … ile birlikte gönderdik. Ben bu sırada sezonluk olarak …’da otelde çalışıyordum. … pancardan geldikten sonra bir araya geldik ancak … bana herhangi bir şey söylemedi. Biz eşim … ve …, babam, kardeşim ile birlikte 2010 yılında yine pamuk toplamaya …’ya gittik. Ben herhangi bir şüpheli durum görmedim, … de bana hiçbir şey söylemedi. Ben 2012 yılı ocak ayında …’nın Demre ilçesine bağlı Çarman köyünde bulunan … Bar adlı mermer ocağına günlük yevmiyeci olarak çalışmaya gittim. Ben burada yevmiye usulüyle çalışıyordum. Ben günlük 50 TL alıyordum. Biz şantiyede yatıp kalkıyorduk ve yeme içmemiz de firmaya aitti. Ben buraya 2012 ocak ayında gittim, nisan ayında izine geldim, 4-5 gün kalıp geri gittim. temmuz ayında Ramazan ayının başlarında geldim, 6-7 gün kaldım. Tekrar gittim. En son bayram iznine geldim, 18 Ağustos 2012’de geldim, 26 Ağustos 2012 günü geri … Demre’ye gittim. Demre’den hiç ayrılmadım, sürekli orada çalışıyordum. Bana olayın ertesi günü yani 29.08.2012 günü saat 12.00 sıralarında çalıştığım esnada arkadaşım geldi bana müdürün çağırdığını söyledi, ben de müdürümüzün yanına gittim. Ne oldu diye sordum, Bana müdürümüz eşimin … diye birini öldürdüğünü internetten okuduğunu söyledi ve beni iş yerinde birlikte çalıştığımız …, … ile köyüme gönderdi. Bana ailemden kimse arayıp durumu söylemedi. Bizim bulunduğumuz yer, dağın başı, her yerde telefon çekmez, bu nedenle bana ulaşamamışlar ve durumu bana bildirememişler. Ancak olayın olduğu gece babam ustam …’yı aramış, durumu bildirmiş. Ancak … beni durumdan haberdar etmedi. Bana müdürümüz söyledi, onu da internetten okuduğunu söyledi. Bana …söylemedi. Yusuf, Ahmet Ali ve ben üçümüz ticari taksiye benzer bir arabayla saat 12.00 sıralarında Demre’den yola çıktık, saat 17.00 sıralarında Yalvaç’a geldik. Geldikten sonra bir daha geri dönmedim. …abi aynı arabayla aynı gün geri gönderdik, çünkü … genç olduğu için zarar verebilir diye korktuk …’nın telefon numarası …’dir. Yalvaç’a geldiğimde … gözaltındaydı, onunla ayaküstü bir iki dakika görüştük. Ben …’e ‘Niye bana söylemedin, keşke bana söyleseydin’ dedim, o da ‘Sana kıyamadım, sana zarar gelmesini istemedim’ dedi. Ben de ‘Keşke söyleseydin’ dedim. Ben çalışmaya gittiğimde …, annem babamla dip dibe olan aynı merdivenden çıkılan evin çapraz üst katında çocuklarımla birlikte kalır, birlikte yer içerlerdi. Ben olayın nasıl olduğunu bilmiyorum. Duyduğuma göre, olay günü babam … kahveye gitmiş, evde eşim …, çocuklarım … ve… ile annem … kalmışlar. Çocuklardan 3 yaşındaki oğlum …’in yanındaymış. 6 yaşındaki kızım … da babaannesi …’in yanındaymış ve televizyon izliyormuş. Annem rahatsızlandığı için yatıp uyumuş. Uyurken … elleri kan içinde eve gelmiş, annemi uyandırmış, annem onu elinin kanlar içinde olduğunu görünce bayılmış. Sonra ayılmış ve … ile konuşmuşlar, … anneme ‘O şerefsizin kellesini kestim’ demiş. Annem ‘Niye kestin?’ falan deyince, … de ‘Namusumu temizledim’ demiş, daha sonra annem rahatsızlanmış, teyzem … ile komşularımız Şarkikaraağaç’a hastaneye götürmüşler. Hastanede anneme sakinleştirici vermişler, sabaha kadar yatırmışlar. Daha sonra jandarma gelmiş, …’i evden götürmüş. Benim kardeşim … da Saklıkent’te bir yerde 5-6 aydır çalışır. …’in telefon numarası … ve …0’tır. Bildiğim kadarıyla … köyde yoktu. Olayın olduğu gün benden önce gelmiş ben eve geldiğimde … evdeydi. Ancak nasıl geldiğini bilmiyorum. Ben daha önce de söylediğim gibi kesinlikle …’in …’den hamile kaldığını bilmiyordum. …’in …’e tecavüz ettiğini de bilmiyordum, ailem ve yakınlarımdan hiç kimse de bilmiyordu, … bize hiçbir şey söylemedi. Ben …’in karnındaki çocuğun benden olduğunu biliyordum. 2012 yılı Temmuz ayında ben …’da çalışırken buraya izne gelmeden önce bana benim kullanmış olduğum … no’lu telefonuma … no’lu telefondan mesajlar geldi, … no’lu telefondan ’04 Temmuz 2012 saat 23.34.48’da ‘Zaten gitcem ama ben sana babana hemen söyle mi dedim sana takımın cebine hattı bırakıyom gelince ceketinin iç cebinde adi’ içerikli mesaj gelmiş olduğu görüldü. +… no’lu telefondan ’04 Temmuz 2012 saat 17.22.56 da ‘Sen nası allıyorsan öyle beni artık gelen de s…yor giden de biliyorsun hayranım çok akşam benim istediklerimi babangile söylemezsen sana söyledim benden sana yar olmaz sen daha iyisini bulursun gelme konusuna gelince yaparsan dediğimi sana o zaman söylerim gelip gelmeceni yapmazsan hiç zahmet etme geldiğin gün her şey biter zaten biliyorsun sevmiyorum fazla şansını zorlama telefon çekmiyor … kocası dövdü diye kaçtı gitti bir ben olman ayrılacak beni gelen de s..ti giden de ben sana demedim mi çocuk senden değil deye sen benim dedin sen korunmuyor muydun zaten bana yazacaklarını yaz akşam bakarım kararını söyle beni bu şekil kabul ediyorsan babangile resmen ev istemediğimi altınları ettirip buradan gideriz yalnız sana anca bu kadar karı olurum s…ldim ezildim yaktı dedemgil beni öte tarafta alırım hakkımı’ içerikli mesaj gelmiş olduğu görüldü. … no’lu telefondan ’04 Temmuz 2012 saat 16.55.57 da ‘Hayır ne zaman altınları ettirisen beni bu kahbe anandan şerefsiz babandan kurtardın o zaman sana karılık yaparın deyilse benden sana karı olmaz bu sene evin ustasına kalfa durdum oda beni istediği gibi kullandı harç kar, şunu ver bunu getir yanından hiç ayırmadı sen adam olsaydın bunlar olmazdı bide para çekip gönderdin evin tapusunu bana yaptır madem sana karı olayım yarın bize y…ğını verirler, ben sana anca bunları yapar benden bir şey istersin eve telefon edip bunları söylemeni istiyorum hemen akşam konuştuğumuzu da söylemezsin bu telefonu da atacan kartı da bi da arama çocuk tam beş aylık oldu sen gideli kaç ay oldu hesapla ona bakıtcaktım yalvaca bile göndermediler ocakta gittin demi senin değil oda benim hadi sen bundan sonra ananla konuşursun akşam görücen deye bilecek misin’ içerikli mesaj gelmiş olduğu görüldü. Bu mesaj bana … no’lu telefondan geldi. Ben bu mesaj gelince doğrudan mesaj çeken bu numarayı defalarca aradım, açmadı. Bunun üzerine telefoncuya gidip sordum bana bunun ismini söyleyemeyeceklerini ancak ‘N.Y’ adına kayıtlı olduğunu söylediler. Ben de bunun… olduğunu düşündüm. …’i ev numarasından aradım ona ne demek istediğini, bu numaranın kime ait olduğunu sordum. Bana … numaranın kendisine ait olduğunu telefonu kendisinin satın aldığını söyledi. Ben de ‘Niye öyle bir mesaj yazdın?’ dediğimde ‘Sinirlendim de yazdım’ dedi. Ben ‘Bir daha böyle şeyler yazma’ dedim. … de bana ‘Tamam’ dedi. … bana telefonda ‘Gelen de s…yor, giden de s…yor’ şeklindeki mesajını ‘Gelen giden iş yaptırıyor’ şeklinde algıladım. Ben … ile …’in arasında nasıl bir ilişki olduğunu bilmiyorum. Mesajdan sonra Ramazan öncesi köye geldim, … ile konuştuk. … yine bana o mesajları kızgınlık anında yazdığını söyledi. O, ‘Sen yazılanlara bakma, benim konuştuğuma bak, bu çocuk senin, beni affet’ dedi. Ben de hiç kavga falan etmeden ‘Ben bunları hak etmiyorum, sen biraz annenin evine git, kafanı dağıt’ dedim ve annesinin evine gönderdim, ben de işe gittim. … 10-15 gün annesinin evinde kaldı, tekrar bizim eve geldi, bayram tatili için ben de geldim. Bayramda tartışmadık ancak …’in morali bozuktu fakat bana bir şey söylemedi. Ben …’in başka biriyle ilişkisi olduğunu ölüm olayından sonra öğrendim. Benim tecavüz olayıyla alakalı bilgim yoktur. Bana … çocuğa ocak ayında hamile kaldığını söylüyordu. Ben de ocak ayında ve nisan ayında … ile birlikte olduğumdan öyle zannediyordum. … bana hiç çaktırmadı, hiçbir şey ima da etmedi bu nedenle ben hiç de şüphelenmedim. Ben köydeki dedikoduları hiç duymadım, bana göstermiş olduğunuz eşim …’in gözlüklü fotoğrafını daha önce hiç görmedim. Ancak …’in fotoğraftaki yanında bulunduğu araba, bildiğim kadarıyla …’e ait Toyota marka arabadır. …’in yüzündeki yara bildiğim kadarıyla Ramazan ayının başında ben köyde bulunduğum sırada … danalara bakarken dana vurmuş bana bunu … söyledi.”,

İstinabe olunan Mahkemede; “Benim olaydan ölüm sonrası haberim oldu, ben Çağman’da mermer ocağında çalışıyordum, şef beni çağırıp olayı bildirerek memlekete gitmem gerektiğini söyledi, ben de memleketim Yalvaç’ a gittim, ölümden bir yıl önce maktul tüfekle köye gelerek bizimkileri ‘Sizi köyün yüzüne baktırmayacağım, insan içine çıkartmayacağım’ şeklinde sözlerle tehdit etmiş, buna …, …, …, … şahittir, savcılık ifademde bana gösterilen fotoğraflardan ben normal bir insanın onu yapabileceğini düşünmüyorum, bir şekilde baskı altında kalınmıştır, eşimin maktulle gönüllü olarak bir ilişki yaşadığını düşünmüyorum, çünkü gönüllü bir durum olsa bu olay olmazdı.”,
Tanık … 06.09.2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında; “Şüpheli … benim öz kızım olur. Yaklaşık 7 yıl önce …’ın ailesi gelip bizden …’i istediler, biz de verdik ve bu evlilikten 2 çocukları oldu. …’i tanırım, köylümüz olur, herhangi bir akrabalığım yoktur. Sadece selamlaşır, merhabalaşırız, samimiyetimiz yoktur, düşmanlığımız da yoktur. Ben … ile kızım …’in ilişkisini bilmiyordum, ben …’in …’e tecavüz ettiğini de bilmiyordum, bunları kızım … …’i öldürdükten sonra öğrendim. … Ramazan’dan önce kocası … ile tartışmış. Kocasına küsmüş, çocuklarını bırakıp bizim eve geldi. Ben karı koca arasına girilmez diye fazla üstelemedim. 8-10 gün sonra kayınvalidesi … gelinimi götüreceğim diye geldi, …’i alıp gitti. … geldiğinde yüzünde yara bere, ya da dayak yemiş görüntüsü yoktu. Olayın olduğu gün ben evde eşim ve kızım … ile oturuyorduk. Saat 22.00 sıralarında … ile eşi bize kızım …’in …’in kellesini kesip köy meydanına attığını söyledi. Bunu duyan kızım … rahatsızlandı, ben onunla ilgilendim, eşim … da olay yerine gitti. Gece yarısı da jandarma eşimi eve bıraktı. … ve eşi gayet mutlulardı, son zamanlarındaki tavırlarından da şüphelendiğim bir durum olmadı, evlendirdiğimiz ilk gün nasılsa sonraki bir yıl da aynı şekilde iyiydi. …’in eylem ve hareketlerinde tecavüze uğramış bir hâl yoktu, bize bu konuda hiçbir şey hissettirmedi. Gayet neşeliydi. … hiçbirimize bu konuda bir şey söylemedi. Benim bu konuyla alakalı bildiklerim bunlardır.”,
Mahkemede; “Savcılıkta verdiğim ifadelerimi kabul ediyorum ancak …’in doğurduğu çocuğun 50 bin TL karşılığında satışı konusunda telefon kayıtlarında geçen konuşmalardan dolayı beyanda bulunmak istiyorum. Ben bu görüşmeleri …’in psikolojisini düzeltmek için ona moral vermek amacıyla yaptım. Çocuklar derken … ve …’i kastediyorum, onlar dediler ki banka borçlarımızı kapatmak için bunu yapabileceğimizi söylediler, şaka yollu konuştuk. Olayla ilgili daha önce Savcılığa ifade verdim aynen tekrar ediyorum, … bana kızımın attığı mesaj gelene kadar herhangi bir bilgiye sahip değildim, … bana bu mesajı 2012 yılının bayramından önce tam tarihini hatırlayamadığım bir zamanda attı, … bana kızının adıyla bana bir mesaj geldi dedi ve o mesajın bir bölümünü bana gönderdi, ben okudum, mesajın gönderildiği telefon numarasının kime ait olduğunu bilmiyorum, …’in adına alınmış, … bana senin kızın bana böyle böyle dedi yani böyle böyle derken küfürlü konuştuğu, altın meselesi olaylarını söyledi ben de böyle birşey olamayacağını söyledim, mesajı sana yazan kızım değildir dedim. Bu mesaj bana geldiğinde kızım benim evimde değildi, bu mesajdan sonra …’e aynı gün böyle bir şüphen varsa kız benim kızım gelsin dedim, büyük bir şey yok dedim. konuşuruz dedim. 1-2 saat sonra ben gittim …’i yalnız aldım. Çocuklarını getirmedim. Ben …’e mesajları sordum, bana böyle bir hat olmadığını, kullanmadığını söyledi. Mesajın içeriğini de sordum doğru olmadığını da söyledi. Ben 2010 yılından olayın olduğu tarihe kadar …’e ait harhangi bir değişiklik farketmedim, … eşiyle anlaşmasa durmaz zaten, evlendiğinden bu yana … benim yanıma kaçak gelmedi, araları iyiydi, iyi olmasa 7-8 sene orada olmazdı, zaten birbirimizle akrabayız. … bana kızın bana mesaj çekti beni istemiyormuş dedi. …’ın da mesajdan haberi varmış, Savcılık beyanımda…’ın da bana kızını al götür dediğini kabul ediyorum. Kızım … benim evimde tahminen 8-10 gün kadar kaldı. Ben kızımı dövmedim, tarihini hatırlayamadığım bir zaman …’in kaynanası … gelerek yanlış anlama olduğunu söylerek …’i aldı, … de …’den önce gelip …’le görüştüler, konuşurlarken ben yanlarındaydım, konuştuklarını tam anlayacak kadar yakınlarında değildim, … götürmedi, …’in gelmesinden sonra … 2-3 gün sonra geldi. …’in gözünün neden morardığı konusunda bilgi sahibi değilim, ailesinin dövüp dövmediğini bilmiyorum, … bana olaydan sonra hayvan vurdu bana dedi. …’le …’in ilişkisine dair köyde yayılan dedikoduları duymadım. Dedikodu olduğu için biz en son duyduk, kayınpederinin de duyduğunu bilmiyorum, psikolojim elvermediği için hatırlayamıyorum, olay günü köyün kooperatifinde süt alımı yapıyordum, sabah 2-3 saat kadar çalıştım sonra tarladan mahsullerimi getirmek için gittim, oradan eve geldim, saat 6, 6 buçuk gibi eve geldim, sonra tekrar mandıraya döndüm, saat 22.00 sırlarında tekrar eve döndüm, mandırada benim çalıştığımı gören … vardı, … bu olaylardan önce bana ne tecavüz olayından ne ilişki olayından ne de eşinin ailesi tarafından dövüldüğüne dair birşey söylemedi duymadım, ben iddianameyi okudum, iddianamede yazan tanık ifadelerini kabul etmiyorum. Müşteki …’in ifadesini de okudum kabul etmiyorum, beyanları çelişkilidir, ben önceki ifadeleri okumadım ama ben basında geçen ifadeleri ile iddianameyi karşılaştırdığımda çelişki olduğunu düşünüyorum, gönüllü olan bir kimse çeker gider ne baba duyar ne anne duyar. …’in olaydan önce kızımla ilişkisi olduğuna dair benimle görüşme yaptığı hususunu kabul etmiyorum, Ben bilmiyordum, … ile bu konuyu konuşmadık sadece … kooperatife yem almaya gelirdi ben de yem verirdim. Benim av tüfeğim vardır, kızım benim av tüfeğimle atış yapmıştır, evleneceği vakitler atış yaptığı olmuştur. Bizim düğünlerde silah atılırdı, kızım da atmak istedi ve atış yaptı, kızım düzgün atış neden yapmasın, ben kızıma nişan alarak atış yaptırmıştım.”,
Tanık … 06.09.2012’de Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben …’ın kayınpederi olurum. Yaklaşık 7 yıl önce oğlum … …’i istediği için ikisini evlendirdik, bunlar birbirlerini seviyorlardı. Biz oğlum İsmaillerle birlikte aynı evde kalırız ancak onların evi bizim evin üstümüzdedir, aynı kapıdan girer çıkarız. Aramızda hiçbir sorun yoktur, biz gelinimizi severdik. Oğlum … 2012 yılı ocak ayında … Demre’ye çalışmaya gitti. Biz gelinim ve çocuklarımla birlikte kaldık. Oğlum … Nisan 2012’de izne geldi, 4 gün kaldı gitti. Ramazan ayından önce …, oğlum …’e bir mesaj çekmiş, mesajda çocuğun oğlum …’den olmadığını yazıyormuş. Oğlum bana telefonda bunu söyledi, ben de bunu …’e sordum, … ben yazmadım diye kabul etmedi, bu nedenle … babasıgile gitti. Bunun üzerine oğlum … köyümüze geldi. Bu sırada … babasının evine gitmişti. … …’in evine gitti, … ile görüştü, … gelmedi, … tekrar iş yerine gitti, gittikten bir müddet sonra eşim … gidip …’i getirdi. ‘Ramazan ayında arefe günü oğlum … geldi, bir gün sonra oğlum … de geldi. Oğlum … 8-10 gün kaldı ve 26.08.2012 günü gittim. … de hasta olduğu için evde kaldı. Cinayetin olduğu gün biz gündüz köydeydik. Kahvehaneye gitti, akşamleyin eve geldim. Hep birlikte gelinim …, oğlum …, eşim … ve torunlarımla birlikte yemek yedik. …’dan birine işçi bulmak için yatsıdan sonra kahvehaneye gittim, çay içtim, kahvede tek başıma oturdum. Bu sırada bana işçi bulduğum kişiden telefon geldi, telefonu …’e verdim, …’le bu kişi 5-6 dakika konuştu, köyümüzde o gün düğün vardı, düğün sahibi bana düğüne gitmeyecek misin dedi, ben de tamam geliyorum dedim ve eve gittim, tuvalete girdim. Tuvalet evin girişindeydi. Ben tuvaletteyken bir bağırma sesi duydum. Üst kata, evime çıktığımda hanımın bayıldığını, gelinimin de ellerinin kan olduğunu gördüm. Elinde otomatik Üzümlü marka 8 fişek alan tüfek vardı. Ben gelinime ‘Ne oldu?’ dedim. ‘Köpeğin kellesini attım’ dedi, ‘Kimin?’ diye sorduğumda ‘…’in’ dedi, bunun üzerine ben hemen jandarmayı aradım, jandarmaya gelinimin … diye birini öldürdüğünü söyledim, jandarma da bana ambulans göndereyim mi dedi, ben de gelinime ‘Öldü mü?’ diye sordum. O da bana ‘Kellesi kopan ölmez mi?’ dedi. Bu sırada evde oğlum … de vardı, … uyuyordu. …, … halasına gitti, niye gittiğini bilmiyorum, Ben, … ve eşim jandarmayı beklemeye başladık, bir müddet sonra jandarma geldi bizi aldı götürdü. Ben gelinim … ile …’in ne tür bir ilişkisi olduğunu bilmiyorum. Ben …’le jandarma gelene kadar sohbet ettik, ona niye kestiğini sordum, o da ‘Namusumu temizledim’ dedi. Ancak ayrıntıdan bahsetmedi, ‘Beni sonra anlarsınız’ dedi. …’in …’e tecavüz edip etmediğini bilmiyorum, bunu olayın olduğu gece bana avukat söyledi. Biz …’in karnındaki çocuğun oğlumdan olduğunu biliyorduk, … de bize öyle demişti. Ben daha önce hiç şüphelenmedim ancak olaydan yaklaşık 10-15 gün önce köyümüzden … bana, ‘Sana acı bir şey söyleyeyim, … senin eve girip çıkıyor’ dedi, ben bunu duyunca hiçbir şey diyemedim, bir gün sonra sorduğumda bana herkes biliyor, bunu … ve …’ın da bildiğini söyledi, ben bunun üzerine araştırmaya başladım, bunu gelinime sordum, gelinim bunu kabul etmedi, gelinim bana ‘Böyle bir şey olamaz. Bana inanmıyor musunuz?’ dedi. Ben bunları eşim …’e de söyledim. Ben bir daha bunun üzerine gitmedim. Ben gelinimin tavırlarından şüphelenmedim, bize gelin geldiği gün nasıl davranıyorsa son bir yıldır da aynı şekilde davranıyordu, hareket ve tavırlarında olumsuz bir şey görmedim, gayet mutlu neşeliydi, tecavüze uğramış görüntüsü yoktu, bize de böyle bir şey ima etmeye çalışmadı. Biz hiç şüphelenmedik, benim bu konuyla alakalı bildiklerim bunlardır,”,
Tanık … 28.02.2013’te Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben olayın olduğu gün bir arkadaşım beni …’dan beni işçi bulmam için telefonla aradı, ben de bunun üzerine kahveye gittim. Saatin kaç olduğunu hatırlamıyorum, ancak yatsıdan sonraydı. Kahvede tek başıma oturdum, çay içip sigara içtim. Bir müddet sonra telefon geldi, köyümüzde düğün olduğu için davul vurulmaya başladı. Telefonu ileri geçerek işçibaşına verdim, bunlar telefonda konuştular. Bana telefonu verdiğim … bana telefonu verdikten sonra düğün sahibi bana… düğüne gidelim dedi, ben de tamam dedim. Biraz dikildim ve evime gittim. Biraz rahatsız ettiğim için düğüne gitmek istemedim, doğrudan giriş katta bulunan tuvalete girdim. Tuvaletten çıkarken torunum …’ın ağladığını duydum. Hemen hızlı bir şekilde eve çıktım. Eve vardığımda odanın kapısının dibinde gelinim sırtında silah ve elleri kan içinde … dikiliyordu. Eşim … donmuş kalmıştı. Torunum … ağlıyordu. Oğlum …’ın içeride olup olmadığını hatırlamıyorum. Ancak ben kahveye gitmeden önce oğlum … evde yatıyordu. Ben geldiğimde evde …’in olup olmadığını hatırlamıyorum. Ben hemen jandarmayı aradım. Jandarmaya, ‘Benim gelin birisini vurmuş’ dedim. Bana jandarma ‘Öldü mü?’ dedi, ben de gelinime ‘Öldü mü?’ diye sordum. O da ‘Kellesi kopan ölmez mi?’ dedi, ben de jandarmaya ‘Öldü’ dedim. Bu sırada eve komşularımız ve akrabalarımız geldi torunum …’ı ve eşim …’i götürmüşler. Ben …’e ‘Ceset nerede?’ dedim, ‘Evin arkasında, kafası da kahvenin orada’ dedi. Ben bir müddet sonra jandarmayı karşılamak için aşağı indim, jandarma geldi, bana sordu, ben de jandarmayı …’in yanına götürdüm, …’i arabaya aldılar, … cesedin yerini gösterdi. Ben olay anında silah sesi duymadım, ben cami arasından geldim, yolda gelirken … ile de karşılaşmadım. Tuvalette bir sigara içecek kadar durdum. … farklı bir güzergâhtan gelmiş eve de normal işlediğimiz kapıdan değil arka taraftaki kapıdan girmiş, bu nedenle ben …’in geldiğini görmedim, sesini de duymadım, …’in arka kapıdan girdiğini … görmüş, Ben bunu komşulardan duydum. … da … elinde kelleyle giderken onu takip etmiş. Ben gelinim …’e tecavüz edilip edilmediğini bilmiyorum, gelinim ilk gün nasılsa son bir yıldır da öyleydi, hâl ve hareketlerinden şüphelendiğim bir durum yoktu. Benim köydeki dedikodulardan da haberim yoktu ancak 10-15 gün önce … bana ‘Acı bir şey söyleyeyim, … senin eve girip çıkıyor’ dedi ancak rızası olup olmadığını söylemedi, … …’in arkadaşıdır. Ben bunun üzerine araştırmaya başladım, gelinime sordum, gelinim ‘Yok böyle bir şey’ dedi, ben bunu eşim …’e de sordum, … de bana ‘O hırsıza mı inanıyorsun, o yapmaz’ dedi, ben kesinlikle cinayet olayıyla herhangi bir ilgim yoktur, ben gelinim …’in tecavüze uğradığından dolayı mı yoksa … buna söz verip de …’a götürmek için söz verip de yapmadığından dolayı mı …’i öldürdüğünü bilmiyorum, tecavüz edip etmediğini de bilmiyorum,”,
Mahkemede; “Ben bu konuda daha önce savcılıkta ifade vermiştim içeriğini tekrar ederim, olaydan yaklaşık 2 ay önce oğlum … beni arayarak gelinim …’in kendisine mesaj çektiğini bu mesajında ustalar da beni kullanıyor evi bana vereceksen ver vermeyeceksen verme şeklinde mesaj çektiğini bana söyledi, bunun üzerine ben de bu durumu …’le konuştum, … yemin ederek bu mesajı kendisinin çekmediğini bana söyledi, ben de konuyu araştırdım, Turkcell bayisine gittim mesajın kim tarafından gönderildiğini öğrenmeye çalıştım ancak öğrenemedim, bir müddet sonra oğlum … köye geldi, ayrıca Ramazan ayında … de geldi, ancak o sırada …’i babasının evine göndermiştik, mesajdan dolayı …’i babasının evine göndermiştik, bu arada … eşi ile görüşmeye gitti oradan da çalışmaya gitti, ayrıca ben de çalışmaya gittim, bir süre sonra eve geri döndüm, hasat işlerini tamamlandım, daha sonra … isimli şahıs bana olay yaşanmadan 10-15 gün öncesi gelinim … ile maktul … arasında ilişki yaşandığına ilişkin dedikoduların olduğunu, …’in gelinimin evine girip çıktığını bana söyledi, bunun üzerine ben …’a kızdım, bu ithamın ağır bir itham olduğunu ifade ettim, daha sonra bu durumu gelinim … ile görüştüm gelinim … bana, ‘Baba bana mı inanıyorsun yoksa babamın düşmanına mı inanıyorsun?’ şeklinde sözler sarf ederek olayı inkar etti, …’in babası ile … arasında daha önce tarlaların sınır ihtilafı sebebi ile husumet bulunduğundan ben de anlatılanlara inanmadım. Olay günü daha önce yanında çalıştığım … diye birisi beni aradı işe çağırdı, ancak çocuklarımın işte olması sebebiyle adama işe gidemeyeceğim için adama başka birini ayarlamak üzerne kahveye gittim, orada … isimli biriyle konuştuk daha doğrusu … beni aradı ikisini görüştürdü, … isimli köyde düğünü olan bir şahıs bana düğüne gelip gelmeyeceğimi sordu, ben de geleceğimi söyleyerek eve gittim, bizim evin tuvaleti evin dışında tahtadan yapılmış bir şekildedir, tuvelette bulunduğum sırada bağırma sesi geldi bunun üzerine ben yukarı gittim, gittiğimde …’in elinde tüfek vardı, yine elleri de kanlıydı, ben ‘Ne yaptın?’ diye bağırdığımda bana ‘Bir köpek kestim’ dedi, ben de ‘Kimi kestin?’ diye sorduğumda ‘… köpeğini kestim’ dedi, bunun üzerine ben de jandarmayı aradım jandarma ‘Bilgimiz var’ dedi, olay bundan ibarettir.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “… benim kızımın kızı olur. …’in kayınpederi … da diğer kızımın eşi olur. …lar diğer damadım …’dan …’i istediler, ben önce karşı çıktım ancak ısrar edilince ben de karışmadım, … ile … evlendiler 2 tane de çocukları oldu, bunlar mutlu bir şekilde yaşıyorlardı. Aralarında bir sorun olduğunu görmedim. Ben …’in … ile ne yaşadığını bilmiyorum ancak kahvelerde …’in …’i …’a kaçıracağı dedikodusunu duydum ancak ben bunu …’e ya da damatlarıma sormadım çünkü ben …’e çok güveniyordum, ben tecavüz edip etmediğini de bilmiyorum, ilişkilerini cinayetten sonra öğrendim. Cinayeti de olaydan bir gün sonra bakkalda bir kadından duydum. Ben eşim ile birlikte damatlarımdan ayrı bir yerde yaşıyorum, onun için olayı geç öğrendim, … ahlaklı, namuslu, kimseye zarar vermeyen hatta saçının telini dahi göstermeyen iffetli bir çocuktu, benim kanaatimce … kesinlikle rızasıyla ilişkiye girmemiştir, tecavüze uğramıştır.”,

Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben …’da ikamet ederim. … benim küçük kardeşim olur. … öz halamın oğlu …’ın gelinidir. Ben olay öncesine kadar …’in ismini duyardım ancak kim olduğunu bilmezdim. Biz 3 kardeşiz … haricinde bir de benim … adlı kız kardeşim vardır. Ben ve kız kardeşim …’da ikamet ederiz. … ise annem ve ailesi ile birlikte Koruyaka köyünde ikamet ederler. Biz … ile samimi olarak görüşürüz. … ve ben bir sıkıntımız olduğunda hemen telefonda paylaşırız, dertleşiriz. Yaklaşık 3 yıl önce beni annem … aradı, telefonda ağlıyordu. Bana annem telefonda ‘ağlayarak kızım …, halasının oğlu…’ın gelini … ile görüşüyorlar, sen bir şey söyle beni dinlemiyor, ondan uzak dursun.’ dedi. Bende ‘Tamam anne ben … ile konuşurum’ dedim. Daha sonra ben …’i aradım. …’e durumu sordum. … bana ‘Hayır abla ben konuşmuyorum.’ dedi. Ben de …’e ‘Hemen yarın akşam benim yanıma gel’ dedim. … bana yol parasının olmadığını söyledi. Ben de ‘Yol paranı karşılarım sen yeter ki gel’ dedim. 1 gün sonra … otobüs ile …’a geldi. …’da ben …’e yaptığının yanlış olduğunu söyledim. … de bana ‘Abla şu anda aramızda bir şey yok sadece arkadaşça konuşuyoruz’ dedi. Aynı şekilde eşim de …’i uyardı. Her ikimiz de …’e ‘O bizim akrabamız, yaptığın yanlış’ dedik. … de bize ‘Yanlış olduğunu biliyorum ancak onun bana karşı bir ilgisi var, ben reddettim, ancak size söz veriyorum bir daha olmayacak.’ dedi. Ben zaman zaman anneme ve …’e durumu soruyordum. Her ikisi de bana bittiğini, artık ailesine de iyi davrandığını söylüyorlardı. 2012 yılı Ramazan ayında annem … yine beni aradı. Telefonda ağlıyordu. Bana ‘O işin kapanmadığını …’in kendilerine, …’in kendisinden oğlu olacağını söyledi’ dedi. Ben de bunun üzerine hemen …’i aradım. … ilk etepta telefonu açmadı. Daha sonra ben durumu …’ye anlattım. Eşim de …’i aramış beni aramasını söylemiş. Yarım saat sonra … beni aradı. Ben …’e telefonda ‘Hani bitmişti bana söz vermiştin’ dedim. … de bana ‘Bitmedi, birbirimizi seviyoruz, yapamadık, birbirimizden ayrılamadık, … benden hamile’ dedi. Ben …’e kızdım. … yapacak bir şey yok dedi. …, ‘… benimle gelmek istiyor. …’a gelirsek biraz misafir eder misin?’ dedi. Ben de sinirlendim; ‘Sizi eve katmam, sizin yaptığınız çok yanlış’ dedim. … de bana sinirlendi. ‘Tamam kapat telefonu, ölüme de gelme ölüne de gelmem’ dedi. Aynı gün 17.00-17.30 sıralarında eşim … geldi. Eşim ile bu olayı konuştuk. Eşim bana … ile kendisinin konuştuğunu, ancak … ile …’in birbirlerini sevdiğini, kopamadıklarını söyledi. Eşim bana, ‘Sen bunu eve katmayacağım demişsin ancak senin bir tane erkek kardeşin var, onu orada öldürürler, ara konuş gönlünü al gelsinler’ dedi. Saat 18.00-18.30 sıralarında eşim…, …’i aradı. … eşime ‘Benim sizden başka kimsem yok, … hamile, …’i dövüp annesigilin evine göndermişler, onu bu hâlde bırakamam’ dedi. Ben bunun üzerine telefonu aldım, …’e telefonda ‘Senden hamile olduğunu nereden biliyorsun?’ dedim. O da ‘Ben eminim ocak 27’de kocası işe gitti, şubatın 5’inde de … beni aradı, kocam işe gitti gel dedi, o günlerde … ile birlikte olduklarını’ söyledi. Ben de kardeşime ‘O nasıl bir karıymış, kocası gideli 7 gün olmuş, erkeksizliğe dayanamamış mı?’ dedim. Ben gelip gelmemesi konusunda bir şey söylemedim. Ancak eşim …, …’e … ile birlikte gelmelerini söyledi. …, …’e ‘Madem böyle bir şey yapmışsınız ikiniz de buraya gelin kalın. Ancak eşin ile annenin ve çocuklarının rahatını bozmayın. İkiniz burada ev tutarsınız, buraya yerleşirsiniz, biz de sizlere iş buluruz’ dedi. … de bunu kabul etti. … ile birlikte …’a geleceklerdi. …, …’a ‘Beni öldüreceklerini söylüyorlarmış, işleri yoluna koyup hemen geleceğim.’ demiş. Ben başka bir gün …’i telefonla aradım, … ile epeyce bir konuştuk. … bana 3 yıl önce Polatlı’ya çapaya gittiklerini, Polatlı’da …’in eşinin yanında olmadığını, kendisinin çavuş olduğunu, …’in de işçi olduğunu, kendisinin zaman zaman işçilere su dağıttığını, normalde çalışırken …’in elinde eldiven olduğunu, ancak … su alırken eldiveni çıkarıp, ellerine dokunarak suyu aldığını, sık sık kendisine güldüğünü, kendisine tahrik edici hareketler yaptığını, kendisinin ilk etapta buna karşılık vermediğini söyledi. Daha sonra bunlar Polatlı’dan gelmişler. Polatlı’dan geldikten sonra güz aylarında pamuk toplamaya gitmeye karar vermişler, …, …’in annesi ve …’i de götürmeyelim demesine rağmen, ancak annem … ve eşi …, akrabamız olur, eşi çalışmada, onu ve kaynı …’ı da götürelim demişler. … de tamam o zaman demiş. Birlikte …’ya pamuğa gitmişler. İlişkilerinin böyle başladığını söyledi. O gün telefonda bunun dışında başka bir şey konuşmadık. Başka bir gün yine telefonla … bana ‘…’in bütün olanları annesine söylediğini, çocuğun kendisinden olduğunu, annesinin bildiğini ve annesinden yardım istediğini söylemiş. … annesine biz … ile birbirimizi seviyoruz, o beni burada bırakmayacak götürecek ancak telefonumu aldınız, ona ulaşamıyorum, sen bunu …’e söyle, ben o eve bir daha dönmem demiş. Annesi de ‘Kızım sen biraz sabret seni göndermeyeceğim, senin istediğin olacak’ dediğini söyledi. Ayrıca …, telefon alıp …’e bir şekilde verdiğini, bu telefonla konuştuklarını söyledi. Telefonda …, …’e ‘… ben anneme söyledim. Annem sıcak baktı bize yardımcı olacak ben babamla konuşana kadar seninle sadece telefonla konuşalım’ dediğini söyledi. Başka bir telefon konuşmamızda da … bana ‘…’i kaynanası ve kayınbabasının bakmadığını hatta … hasta yatağında yatarken kendisini telefonla aradığını, hastaneye götürmesini istediğini, kendisinin de arabayı caminin altına koyduğunu, gece …’in evine girip birlikte Şarkikaraağaç Hastanesine gittiklerini, orada …’e serum taktıklarını, gece saat 03.00 gibi eve gelip …’i yatırdığını, sobasını da kendisinin yaktığını giderken yanlarında …’in küçük oğlunun da olduğunu söyledi. Yine bana …, …’in kendisinden hamile olduğunu söylediğini, kendisinin de …’e çocuğun benden olduğunu nereden bileydim diyerek sorduğunu, …’in de kendisine kocasının ocak ayında çalışmaya gittiğini, izne geldiğinde bile … ile ilişkiye girmedim dediğini söyledi. …’in hamile kaldığı dönemde …, …’da çalışmada olduğundan ve … ile ilişkiye girmediğinden şüphelenileneceğini bu nedenle çocuğu aldırmak istediğini söylemiş hatta …’in annesine de ‘Ben 3 çocuğa bakamam bunu aldıracağım’ demiş. Annesinin de aldırma ben torunuma bakarım dediğini söyledi. … ve …’in annesi … ile Yalvaç Doğum Hastanesine geldiğini, …’in de kendisini telefonla aradığını, telefonda kendisine; ‘Biz annemle çocuğu aldırmaya gidiyoruz, sen de yanımda ol’ dediğini, kendisinin de Yalvaç’a geldiğini, …’in bir şekilde annesini atlattığını, doktora … ile birlikte girdiklerini, doktorun çocuğun canlandığını, alınamaz dediğini, bunun üzerine çocuğu aldırmadıklarını söyledi. Ayrıca … eşim …’a 2012 Yılı Ramazan ayı içerisinde …’nin kooperatifte oturduğunu, kendisininde yem almaya gittiğini, bu sırada …’nın kendisine ters ters baktığını, kendisininde ‘Bana ters ters bakma, al şu küreği başıma vur, öldür beni, ben kızını kabul ederim, ortada bırakmam ‘ dediğini, …’nın da ağladığını, kendisinin de buna dayanamadığını söylemiş. Ramazan Bayramı günü biz … ile yine telefonla konuştuk. Ben kendisine ne yaptın diye sorduğumda, olayların yoluna girmesini beklediğini ancak köyde dedikoduların çoğaldığını söyledi. Ben …’in tekrar kocasının evine gittiğini, artık seni istemediğini, onu tercih ettiğini söyledim. … bana ‘Onu zorla götürdüler onunla konuşacağım.’ dedi. Ayrıca bunların …’i döverek gönderdiklerini, …’in kendisine dövüldüğünü gösteren resmini ve kamera görüntüsünü çekip mesajla göndermesini istediğini, …’in de bunu yaptığını ancak telefonun kapasitesi dolduğundan gönderemediğini söylediğini, kendisinin de seni dövdüklerine nasıl inanayım diyerek sorduğunu, o zaman caminin altına sen gel ben de kapıya çıkacağım bana oradan bakarsın dediğini, kendisinin de caminin oraya gittiğini ve …’i yaralı hâlde gördüğünü, …’in kendisine ‘Ben bu hâldeyim artık dayanamıyorum, bana çok eziyet ediyorlar, beni götür’ dediğini, kendisinin de ‘Tamam götüreceğim’ dediğini söyledi. Benim … ile en son konuşmam buydu. Bunun dışında başka konuşmadık. Benim konuyla alakalı bildiklerim bunlardır. Ben ayrıca abim …’in elbiselerin içinden bulmuş olduğum, … ile …’in yan yana olduğu vesikalık fotoğrafı ve köyde …’in annem ile kalmış olduğu evde kullanmış olduğumuz sobanın içerisinde yırtık hâlde bulunan …’e ait fotoğrafı ibraz etmek istiyorum. …’in fotoğraf çekerken yanında bulunan Toyota marka araç abim …’in arabasıdır. Gözlük de abim …’in gözlüğüdür.”
İstinabe olunan Mahkemede; “Maktul … benim küçük erkek kardeşim olur. Sanık… da halamın gelini olur. Olay tarihinden 3 yıl önce annem beni aradı. Telefonda kardeşim …’in … ile görüştüklerini söyledi. Bunun üzerine ben kardeşimi aradım. Kardeşim bana böyle bir şey yok dedi. Kardeşime yanıma …’a gelmesini söyledim. Parasının olmadığını söyledi. Ben de ‘Yol paranı karşılarım sen gel’ dedim. Kardeşim 1 gün sonra …’a geldi. Biz bunun üzerine kardeşimle konuştuk. … ile aralarında ilişkilerinin olduğunu söyledi. Ancak bir daha görüşmeyeceğine dair bana söz verdi. 10 gün sonra memleketimiz olan …’ya geri döndü. Sonra o 3 yıllık dönemde ben … ile …’in ilişkilerinin bittiğini biliyordum. 2012 yılı Ramazan ayında annem beni tekrar aradı. …’in anneme …’in hamile olduğunu ve çocuğun kendisinden olduğunu söylediğini söylüyordu. Bunun üzerine ben …’i aradım. … telefonunu açmadı. Ben eşim …’yü aradım, durumu anlattım ve …’i arayarak beni aramasını söyledim. Yarım saat sonra kardeşim … beni aradı. ‘Bize söz vermiştin ne oldu?’ dedim. Kardeşim … ‘Biz birbirimizi seviyoruz, birbirimizden kopamadık olan oldu’ dedi. Ben bunun üzerine kızdım ve tartıştık. Kardeşim …’in annesinin her şeyden haberdar olduğunu çocuğun benden olduğunu, …’in annesinin bu işi halledeceğini söyledi. …’in kayınpederi ve kayınvalidesi de bu durumu öğrenmiş, sonra …’i kayınpederinin dövdüğünü öğrendim. Kardeşim bana ayrıca …’i bırakamayacağını ve …’in de kendisini bırakmayacağını söyledi. Ben …’in kardeşimi öldürdüğüne inanmıyorum. Asıl failin başkası olduğunu …’in kardeşimle olan gönül ilişkisini …’in de eşi ve ailesi de bildiği için …’in eşi ve ailesi tarafından bu cinayetinin işlendiğini düşünüyorum. … işlememiştir çünkü kardeşim öldürüldüğünde zaten … ile birlikteydi ve … kardeşimi çok seviyordu. Asıl suçluların bulunarak cezalandırılmasını istiyorum.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben Koruyaka köyünde çiftçilik yaparım. … benim çok samimi arkadaşım olur. … ise benim bacanağımın kızı ve diğer bacanağımın da gelini olur. Ben her iki tarafla da konuşur görüşürüm. Hiçbir husumetim yoktur. … ile biz çok samimi olarak konuşurduk. Bazen birlikte alkol alırdık. Ölümünden yaklaşık 1 yıl önce … bana eşinden başka birisini sevdiğini, onun da kendisini sevdiğini ve zaman zaman birlikte olduklarını, bana kadının kocasının olmadığı zamanlar kadının evine damdan çıkarak girdiğini ve zaman zaman arka kapıdan girdiğini, onunla birlikte olduğunu söyledi. Bana … ilk zamanlar kim olduğunu söylemedi. Yaklaşık bundan 1-1,5 ay sonra benim arabada birlikte bira içerken … bana kendisinin birlikte olduğu kişinin … olduğunu söyledi. Ben de kendisine ‘Oğlum o senin akraban olur, yaptığın hiç hoş değil, … ile konuş bu işi bitirin’ dedim. … bana ‘Tamam bitiririz’ dedi. Ben …’e ilişkinin ne zaman başladığını sordum. O da bana ‘İlk 2010 yılında pancarda başladığını, orada birbirlerini sevdiklerini söylediklerini, ilk orada öpüştüklerini, pancardan geldikten sonra …’in evine arkadaki kapıdan girdiğini, orada … ile cinsel ilişkiye girdiklerini’ söyledi. … bana ‘…’in eşi … çalışmaya gittiğinde …’in kendisini telefonla çağırdığını, kendisinin de …’in evine gidip sık sık birlikte olduklarını’ söyledi. Sonra bunlar pamuk toplamaya gitmişlerdi. … bana ‘Pamuk tarlasında … ile öpüşürken banyoda eşim … yakaladı, bizi görünce … bayıldı, ben de …’i yolladım, …’ı ikna ettim.’ dedi. … bana ‘Köye geldikten sonra da kopamadığını birbirlerini çok sevdiklerini bunun için ayrılamadıklarını, kocası … yazın …’ya çalışmaya gittiğini, … yokken kendisini …’in aradığını, önce evin arkasındaki kapıdan içeriye girdiğini, daha sonra bu kapının bulunduğu yere buğday konulduğunu, bunun üzerine kendisinin de evin arka kısmındaki damdan çıktığını, … ile burada birlikte olduklarını’ söyledi. Ben … ile …’i telefonla konuşurken duydum. Benim yanımda … ile … telefonla görüşürlerdi. Zaman zaman …, zaman zaman da … arardı. Aradıklarında ‘Canım cicim’ tarzında sevgili gibi konuşurlardı. Benim olaydan haberim olduğu tarihten beri yaklaşık 1,5 yıl bu şekilde … ve … ilişkilerini devam ettirdiler. …’in bu ilişkisini bir ben biliyordum. Daha sonra bunu …’in eşinin ve annesinin öğrendiğini öğrendim. 2012 yılının Ramazan Bayramının arefe günü …, …’ın ev telefonunu çaldırıp kapatmış. Ev telefonunda …’in telefonu görünmüş. Bunu … görmüş ve …’i aramış. … …’e ‘Ne arıyorsun, orospu mu var burada?’ demiş. … de…’a ‘Miras olan tarlayı ekme, kahvenin önünde görüşürüz lan’ diyerek telefonu kapatmış. …’in ev telefonunu aramadaki amacı …’le görüşmekmiş. … daha önceki aramalarında telefon numarasını gizleyerek arıyormuş. Bu sefer gizlemeyi unutmuş. … daha sonra kızmış ve evden tüfeğini alarak kahveye doğru gitmiş. Tüfeği kahveye giderken yolda elinden almışlar ve sakinleştirip eve götürmüşler. Bana bunları … anlattı. 2012 yılının Temmuz ya da Ağustos aylarında …’i annesinin evine kocası …’in gönderdiğini duydum. Ben bunu duyunca …’in babası …’a ‘… niye size geldi?’ diye sordum. … bana ‘… evde bunalmış, …’e mesaj atmış, … de mesaja kızmış, kızı iyice bunaltmışlar, o da bize geldi.’ dedi. Bana …’in …’e çekmiş olduğu mesajın bir kısmını gösterdi. Ben …’nın cep telefonundaki mesajı okudum. Mesajda …’in altınları istediği kısmı yazılıydı. Ben mesajın sadece o kısmını gördüm. Öbür kısımlarını okutmadı. Telefonu da kendi elinde tutuyordu. Bana da … ‘Kızın altınını almışlar vermemişler, kızım da bunalmış, altını isterim diye …’e mesaj atmış’ dedi. Ben bunu …’e sorduğumda … bana …’in …’e mesaj attığını, mesajda …’in kocası …’e şerefsiz dediğini, …’in de buna kızarak evine gönderdiğini söyledi. Ayrıca bana ‘Ben …’i kaçıracağım, bunu …’a götüreceğim’ dedi. …’i aradı ancak ulaşamadı. … …’in kullanmış olduğu telefonu ve telefon hatlarını kendisi alıp …’e veriyordu. … annesinin evine gittikten sonra …’e ulaşamadı. Yaklaşık 10-15 gün sonra … eşi …lerin evine geri geldi. …, … geri geldikten sonra …’e bir şekilde ulaşmış. Olay günü, …, … ve ben birlikte Yalvaç’taydık. Köyde benim evimde telefon çok çekmezdi. Yalvaç’ta iken …’in beni aradığını gördüm. Telefon ile …’i aradım. …’e beni niye aradığını sordum. … bana ‘ Canım sıkkın 2-3 şişe bira içelim’ dedi. Bende …’e Yalvaç’ta olduğumu söyledim. Gelince görüşürüz dedim. … ikişer bira aldı. Benim arabaya bindik. Koruyaka köyüne doğru yola çıktık. Köye yaklaşık 2-3 km kala durduk. Bir tarlada biraları içmeye başladık. Bu sırada … yanında … ile birlikte Göksöğüt kasabasına cambaz arabasına doğru gidiyorlardı. Bizim arabayı görünce durdular. … bize ‘Bize yok mu ‘ dedi. Ben de ‘Birer tane bize yetimlik var’ dedim. Daha sonra bunlar araba ile gittiler. Bizim biralar bitti. Köye geldik. Ben arabayı kahvenin önünce çektim. Bu sırada … geldi. Bana ‘Hadi gidelim.’ dedi. Ben de ‘Tamam gazı ben çekiyim, biraları da sen al, gidelim’ dedim. Daha sonra … 6 bira aldı. Benim arabaya bindik. Şarkikaraağaç yolunda bir yerde içtik. İçerken … bana ‘Dana parasını alıp, taksi kiralayıp, …’i …’a götüreceğini’ söyledi. Parayı … ölmeseydi 1 gün sonra kestirdiği yerden alacaktı. …’in danasını ben kestirmiştim. …’in danadan 9.000 TL alacağı vardı. Bu parayı alıp taksi kiralayıp …’i yanına alıp …’a gidecekti. Bana … buna … ile birlikte karar verdiklerini söyledi. Ben …’e ‘Çoluğun çocuğun ne olacak’ dediğimde bana ‘Ok yaydan çıktı’ dedi. Biz … ile burada içkilerimizi bitirdikten sonra benim arabaya binerek köye geldik. …’i evine bırakacaktım. Ancak … traktörünün aşağıda olduğunu, gidip onu alacağını söyledi ve arabadan inmedi. Biz de buradan …’in bakkalının önüne gittik. Çünkü traktör oradaydı. Arabadan indik. Bakkala girdik. Sigara aldık. Birbirimize çikolata ısmarladık. Çikolataları yedik. Daha sonra biz … ile dışarıya çıktık. Dışarıda mezarlığa doğru ayakladık. Bu sırada … bir yerleri aradı. Ben üşüdüğüm için arabama döndüm. … de yürüyerek arkamdan geldi. Ben arabada ceketimi giyindim. Arabada oturuyordum. … arabanın yan kapısını açtı. Torpidoya arabaya binerken koymuş olduğu tabancasını aldı. Bana ‘Eve mi gidiyorsun’ dedi. Ben de ‘Üşüdüm eve gideceğim’ dedim. Ben arabam ile eve gittim. … orada kalmıştı. Biz ayrılırken … gayet neşeliydi. Herhangi bir kimse ile tartışma yapmamıştı. Yapmış olsaydı zaten bana söylerdi. Herhangi bir endişeli hâli yoktu. Mutlu bir hâli vardı. … silahı yanında taşımasının sebebi …gil bir şeyler yapar diyerekten 5-6 aydır yanında taşıyor, tedbirli bulunuyordu. Ayrıca ben …’de hiç kurusıkı tabanca görmedim. …’in yanında o gün sadece bir tane tabancası vardı. O da kurusıkı değildi. Evime gittim yemek yedim. Sarhoş olduğum için yattım. 30-40 dakika sonra düğünde bulunan kızım ve eşim geldi. Bana ‘…’in kellesini kesmişler, kahvenin önüne atmışlar’ dedi. Ben buna inanamadım. Ben cinayetin nasıl işlendiğini bilmiyorum. Ancak daha önceden ben …’i uyarmıştım. …’e ‘Gittiğin yer çok ıssız, karanlık bir yer, oraya gitme, seni orada öldürürler ‘ dedim. Ancak … bana ‘Kimse öldüremez ‘diyordu. Ben herhangi bir …’e karşı tehdit olayı duymadım. ‘… de bana …’ın akrabalarının kendisini tehdit ettiğine dair bir şey söylemedi. Ben olayın olduğu gün …’in …’in evine gideceğini bilmiyordum. Ben … ile …’in … dana parasını aldıktan sonra …’a kaçıp gideceklerini biliyordum. … tüm planlarını bu şekilde yapmıştı. Bana göstermiş olduğunuz A1 numaralı fotoğraftaki kişi …’dır….’ın gözlüğü de …’in gözlüğüdür. Ben bu gözlüğü … arabasında gördüm. Arabada …’in arabasıdır. …’ın takmış olduğu gözlükteki yansımadaki kişi de …’dir. Ben bu fotoğrafı nerede çekildiklerini bilmiyorum. … de bu fotoğrafı nerede çekildiklerini bana söylemedi. … …’i çok seviyordu. …’in de kendisini sevdiğini söylüyordu. Bunu da çok gizli tutuyordu. Benim dışımda bildiğim kadarıyla bunların ilişkisini karısı biliyordu. Çünkü … …’in adının çıkmasını istemiyordu. Onu seviyordu. Ona zarar gelsin istemezdi. … bana …’in de kendisini sevdiğini söylüyordu. …’in …’e tecavüz etmesi imkânsız. Çünkü yanımda birbirleri ile sevgili gibi konuşuyorlardı. …’in …’i niye öldürdüğünü anlayabilmiş değilim. …, …’in kullanmış olduğu telefonu kendi telefonuna ‘… ‘olarak kaydetmişti. … aradığında benim ismim gözüküyordu. Bunu kimse şüphelenmesin diye yazmıştı. Ben bunu ölmeden 5-6 ay kadar önce bizzat gördüm. … bu numara ile … ile görüşüyordu. Bazen … onu bazen de o …’i arıyordu.”,
Mahkemede; “Her iki taraf da benim bacanaklarım tarafından akrabadır benim … ile bir samimiyetim vardı, canciğer arkadaşımdı, benim tarafların ilişkisine ilişkin bilgim vardır zira … bu olayları bana anlatırdı, bana çalışmaya gittiklerinde … ile yakanladığını yakalayan kişinin ise eşi olduğunu, eşinin kendilerini bir arada görmesi üzerine bayıldığını, eşini ayıltmak için uğraştığını anlattı, ayrıca zaman zaman …’in evine gittiğini anlatırdı, ayrıca evine girerken arka kapıdan girdiğini, yine evin yanında bulunan direkten faydalanmak suretiyle çıktığını da anlatıyordu. Ben … ile …’in babasının evine gitme meselesini konuştum, bana altın yüzünden …’e mesaj atmış bunun üzerine tartışma başlamış ve babasının evine gittiğini duydum, ben … öldürülmeden 10-15 gün önce köyde dedikoduların yayılması üzerine …’e kadının evine gitme, seni öldürürler diye ikazda bulundum ancak kesinlikle kimsenin öldüreceğine ilişkin bir şey duyduğumdan değil sadece arkadaşım olduğu için ikaz etmek istediğimden böyle bir şey söyledim. Ben, …, …, … birlikte içiyorduk, bu olay az önce söylediğim olaydan yani …’i ikaz ettiğim olaydan 10-15 gün önce yaşandı, … bana köyde birçok dedikodunun olduğunu, bu dedikodular sebebiyle bir haftaya kalmaz …’i belki öldüreceklerini söyledi, bunun üzerine ben de …’a karşı çıktım, dedikodu yüzünden kimse öldürülmez dedim.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben … ve …’ı tanırım. Benim babaannem …’ın eşinin teyzesi olur. …’in de halası olur. Her iki tarafla da konuşurum. Her iki tarafla da samimiyetim vardır. Herhangi bir düşmanlığımız da yoktur. Ben Koruyaka köyünde yaşarım. Çiftçiyim. Zaman zaman başka illere pancar ve pamuğa gideriz. Yaklaşık 3 yıl önce de benim ailem, …’ın ailesi ve … …, …’in kayını …, …’in ailesi ile birlikte … Polatlı’ya pancar çapasına gittik. Çapada yaklaşık 2-2,5 ay kaldık. … ve kaynı …, … ve eşi … ile birlikte aynı odada kaldılar. Bizler ise farklı odalarda kaldık. Biz gündüz çalışıyorduk. Akşamları da bu odalarda kalıyorduk. Kaldığımız yer boş kullanılmayan bir evdi. Biz burada yiyip içiyorduk. Bizi çavuş olarak … götürmüştü. Tarlayı o kiralıyordu. Tarla sahibi ile anlaşıyordu. Biz de çalışıyorduk. Daha sonra kazanmış olduğumuz parayı paylaşıyorduk. … tarlada çalışmazdı. Gezerdi. Herkesi kontrol ederdi. Bizim kıyafetlerimiz işçi kıyafeti olduğu hâlde o ütülü elbise giyerdi. İşin düzgün yapılıp yapılmadığını kontrol ederdi. Biz ilk zamanlar hiçbir şeyden şüphelenmedik. Şüpheli bir durum yoktu zaten. Ancak son bir ay bunlar birbirlerine çok yakınlık göstermeye başladılar. Sürekli şakalaşıp, gülüşüyorlardı. Birbirlerine çok samimi davranıyorlardı. Biz otururken … hemen kalkar …’e çay verirdi ve verirken birbirlerinin ellerine dokunurlardı. … uyurken … eşi ile birlikte sanki eşiymiş gibi başında bekler onu kaldırmaya çalışırdı. Hani bir erkekle kadının samimi olmayacağı derece fazla samimiydiler. Ben …’e bunu söyledim. Ben …’e ‘Bu kadar samimi olmanız uygun düşmez, yakışmıyor’ dedim. …’de bana yemin etti. ‘Aramızda bir şey yok. O benim akrabam, ondan dolayı bu kadar samimiyiz’ dedi. Hatta başka bir zaman ben …’in kaynı … ile konuşurken … bana ‘Bunu nasıl iş anlamıyorum, yengem babama bile böyle hizmet etmez, niye …’e böyle davranıyor ‘ dedi. Biz son zamanlarda çalışan kişiler … ile …’in yakınlıklarından çok rahatsız olduk. Bunu kendilerine söyledik. Ancak bunlar bizi dikkate almadılar. Bu nedenle köye gelmeden bir gün önce biz … ile tartıştık. Ben tarlada çalışırken ben biraz geride kaldım. … bana ‘Çapanız olmuyor’ dedi. Aslında … de düzgün yapmıyordu. Ancak … …’i sürekli koruyup, kolluyordu. Biz bu tartışmadan bir gün sonra köye geldik. Köye geldikten sonra ben … ile yaklaşık 1,5 yıl konuşmadım. Ölmeden yaklaşık bir yıl önce konuşmaya başladım. …lere de hiç gidip gelmedim. Çünkü tarladaki … ile …’in birbirlerine karşı davranışları beni çok rahatsız etti. Bu yüzden bunlarla konuşmadım. Bunlara da gidip gelmedim. Ben bunlarla konuşmuyordum. Ancak sağdan soldan duyduğuma göre bunların ilişkisi pancar tarlasından beri devam etmiş. Bunlar sürekli birbirleri ile konuşup görüşmüşler. Köyde pancar tarlasından beridir yaklaşık 3 yıldır … ile …’in ilişkisi olduğu konuşulurdu. Bunu bütün köy halkı bilir. Ancak hiç kimse …’in …’e tecavüz ettiğini düşünmüyor. 2010 yılının Eylül ayında yine … köyümüzden bir grup insanı pamuk toplamaya …’ya götürdü. Gidenler arasında; …, kocası …, kaynı … ve … da vardı. Ben burada aralarında ne yaşadıklarını bilmiyorum. Ancak daha sonra ben bunların pamuk tarlasında ilişkisi olduğunu duydum. Ben …’in sağda solda benim … ile ilişkim var dediğini duymadım. Aksine yemin ederek ilişkisinin olamadığını söylüyordu. Ben bunun köyde birilerine … ile ilişkisinin olduğunu söyleyip söylemediğini bilmiyorum. …’in öldürüldüğü gün benim amcamın kızı evleniyordu. Köy halkının çoğu düğün evindeydi. Düğün olduğu için sürekli havai fişek atılıyordu. Av tüfeği ile havaya ateş edenler de vardı. Ancak kim olduklarını bilmiyorum. Düğünde davul da vardı. herkes eğleniyordu. Birden düğünde bulunan herkes evlerine doğru koşmaya başladı. Ben ne oldu diye merak ettim ve kahveci …’ı aradım. … bana ‘Davulu kapatın, evinize gidin’ dedi. Ben ne oldu diye sorduğumda hiçbir şey söylemedi, evinize gidin dedi. Ben daha sonra kahveye gittim. Kahveye vardığımda …’in kellesi kahvenin önündeydi. Ben daha önce de söylediğim gibi … ile …’in pancar tarlasındaki samimi davranışlarından şüphelendim. Birbirlerine karşı çok ilgi alaka gösteriyorlardı. Birbirlerinin su verirken ellerine dokunuyorlardı. … sanki …’in eşiymiş gibi …’e ilgi alaka gösteriyordu. Ben ve orada çalışan diğer kişiler bundan çok rahatsız olduk. …’i uyardık. Ancak … ilişkilerinin olmadığını söylüyordu. Ben tarlada …’in … tarafından rahatsız edildiğine dair bir izlenim edinmedim. Çünkü …, …’e karşı çok ilgiliydi. … çapa yaparken arkada kalırdı. … de arkada olduğundan dolayı ikisi bir arada bulunurlardı. İkisi bizden bazen 10 bazen 50 metre geride kalırlardı. Ne konuştuklarını biz duymazdık. Ancak … bundan rahatsızlık duymazdı. Bana göstermiş olduğunuz …’ın gözlüklü fotoğrafındaki araba …’in Toyota marka arabasıdır. …’in gözündeki gözlük de …’in gözlüğüdür. Ben bu gözlüğü …’in arabasında asılıyken gördüm. Arabasına binmiştim orada gördüm. Gözlüğün camına yansıyan görüntüdeki kişi de …’in vücut yapısına benziyor.”,
Mahkemede; “Benim dava konusu olayla doğrudan bir bağlantım yoktur sadece bundan yaklaşık 3 yıl önce biz …’ya pancar çapalamaya gittik, bir süre çalıştıktan sonra ehliyet sınavım olduğu için o gün … dayım tarafından kiralanna arabayla Şarkikaraağaç’a geldim, sınava gridim daha sonra…, …, …, … bir arada yemek yemeye başladılar, bu durum bizim hoşumuza gitmedi daha önceden birbirlerine çok zıt olmalarına rağmen birbirlerine yakınlaştıklarını hissettik, bu durum bizim hoşumuza gitmedi. ben …’e bu yakınlaşmadan dolayı herkesin şüphelendiğini, bu durumun kimsenin hoşuna gitmediğini söyledim ancak kendisi bunu inkâr etti böyle bir durumun olmadığını söyledi, ancak orada çalışan ameleler dahi bu durumdan şüphelenmişti, benim bilgi ve görgüm bundan ibarettir, ben tarafların bizzat ilişki yaşadığına ilişkin bir şey görmedim. … bana ‘Bu ne biçim iş, bana bile babası ve annesine bile böyle hürmet etmez’ şeklinde yakınmaları oldu, ancak ben kendisine boşver dedim, ben ‘Babanın numarasını ver arayayım, gelsin sizi götürsün’ dedim o da para ihtiyacı olduğunu söyleyerek kabul etmedi. Bu olay sebebiyle ben … ile yaklaşık 1,5 – 2 yıl küs kaldım, zira ben kendisini bu hareketlerinden dolayı kınadığımı bizzat kendisine söyledim. Kurban Bayramında babannemin onunla birlikte kurban kesmesi ve araya bayram girmesi sebebiyle barıştık, daha önce samimi olmamıza rağmen sonraları sadece merhabalaşırdık çok fazla samimi değildik.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben…’ı ve …’i aynı köylü olduğumuzdan dolayı tanırım. … ile sadece soyadımız benzerdir. Benim her iki tarafla da akrabalığım ya da husumetim yoktur. … ile konuşur görüşürdüm. Ben Yalvaç ilçesinde Rampalı Çarşı’da internet kafe işletirim. Ancak Koruyaka köyüne de sık sık gider gelirim. 2012 yılı şubat ayına kadar da Koruyaka köyünde ikamet ediyordum. Ben …’i tanırım. Köyden arkadaşım olur. Bazen biz … ile içmeye giderdik. Yanımızda … da olurdu. … … ile ilişkisi olduğunu bana söylemedi. Çünkü … de kendisi de evliydi. Bunu saklardı. Ancak biz 3 yıldır bunların ilişkisi olduğunu duyuyorduk. Duyduğuma göre … 3 yıldır … ile …’in kocası evde yokken evin arka kapısından girip … ile ilişkiye girip çıkarmış. Bunu köy halkından herkes biliyordu. Hatta…’ın kayınpederi …’ın yeğeni, aynı zamanda bu kişi …’in de akrabası olan …, … eve girdiğinde kapıda gelip giden olup olmadığını …’e bildirmek için gözetmenlik yapıyordu. Bunu bana bizzat… kendisi söyledi. Hatta … bana … ile …’in birbirlerini sevdiklerini, sürekli telefonla konuştuklarını söyledi. … bana yaklaşık 2 yıl önce bunu söyledi. Kendisinin kapıda gözcülük yaptığını ve … ile …’in de …’in evinde buluştuklarını söyledi. Bana …’in söylediğine göre … ile … pamuğa gitmişler, ilişkileri orada başlamış ve bunu sürdürmüşler. Köye geldikten sonra da …’in evinde buluşuyorlarmış. Buluştuklarında da … zaman zaman kapıda gözcülük yapıyormuş. Bana bunu bizzat … kendisi söyledi. Bunu köy halkından …’in arkadaşları biliyordu. …’in samimi olduğu kişiler …, … ve Bakkalcı …’dir. Biz köyde …’in evine evinin tamiri için gelen ustalardan birinin kalfası ile ilişkisi olduğuna dair …’da duran …’i arayıp telefonda ‘Beni gelen de etti giden de etti, çocuk senden değil, beni götürmeyince her önünde gelen beni s…i’ dediğini bunun üzerine …’in babalığı …’ı aradığını, …’ya ‘Kızınızı götürün, ben geldiğimde kızınız evde olursa, onu öldürürüm’ dediğini, …’in annesinin de …’in babası …’ya ‘Al şu orospu kızını’ diyerek götürdüğü, götürmeden önce de …’i dövdükleri ve …’in birçok yerinde yara olduğunu, … babasının evine gittikten 20-25 gün sonra tekrar kayınpederi…’ın evine geri getirildiğini, …’ın evine …’in babası …’nın ”Bu benim evimde orospu olmadı, siz sahip çıkamadınız ondan dolayı orospu oldu’ dediğini bunun üzerine …’in geri gittiğini duydum. Tüm köy halkı bunları konuşuyordu. … ölmeden bir gün önce Yalvaç’ta karşılaştım …’e köyümüzden evli birisi ilişkisi olduğu evli bir bayanı kaçırmıştı, bunu konuşuyorduk. Konuşurken … kendisinin de kaçıracağını ancak kendi durumunun o kişiye benzemediğini, …’i kaçırmasına eşinin rıza gösterdiğini, ancak zamanın uygun olmadığını yakında kaçıracağını söyledi. Hatta ben …’in sakallı olduğunu görünce kendisine sakalları niye koydun hacımı oldun diyerekten sordum, o da bana …’i kavuşunca kestireceğim dedi. … bunları söylüyordu ancak tedirgindi. Tam anlamıyla her şeyi anlatamıyordu. Fakat tüm köy halkı … ile …’in rızaları ile birlikte olduğunu düşünüyordu. Hatta köyde … evin arkasında bulunan kapıdan eve girip çıkarken görenler olduğu söyleniyordu. Biz köy halkı olarak hiçbirimiz tecavüz olduğuna inanmıyoruz. Bana göstermiş olduğunuz…’ın bir arabanın yanında olduğu gözlüklü fotoğraftaki araba …’in Toyota marka kırmızı renkli pikap tarzı arabasıdır. Ben bu arabayı kasasındaki brandadan tanıdım. …’in gözündeki gözlük de …’in gözlüğüne benziyor. …’in böyle bir gözlüğü vardır. Gözlüğün camından yansıyan fotoğrafı çeken kişi de …’dir.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “… benim babamın amcasının oğlu olur…. da halamın gelini olur. ‘Biz 2010 yılı yaz aylarında Polatlı’ya pancar çapalamaya gitmiştik. Ben annem ile birlikte gitmiştim. … abla da kaynı … ile birlikte gitmişlerdi. Bizimle birlikte … ve ailesi, … ve ailesi, … ve ailesi vardı. … abla kaynı … ile birlikte … ve eşi ile aynı odada kalıyorlardı. Bizler de farklı odalarda kalıyorduk. Gündüz tarlada çalışıyorduk. Gece bu eve gelip herkes kendi odalarına giriyordu. … ile …’in kaldığı oda salondu. Biz kendi odamıza bunların kaldığı salondan geçerek gidiyorduk. Gece tuvalete gitmek gerektiğinde bunların kaldığı yerden geçerek gidiyorduk. Bunlar gördüğüm kadarıyla en kıyıda … ve eşinin yatağı, onun yanında …’in yatağı, en kıyıda da …’in yatağı vardı. Biz tarlada çalışmaya başladıktan 1 ay kadar sonra … abla ile … amcam çok samimi olmaya başladılar. … abla sanki … amcamın eşiymiş gibi ilgi alaka gösteriyordu. Ona çay veriyordu. Yatağını yapıyordu. Elbiselerini yıkıyordu. Bir keresinde tarlada çalışırken diğer çalışanlar gitmişti. … abla, … amcam ve ben tarlada kalmıştık. Bu sırada … amcamın telefonu çaldı. …’in babası aramış. … amcam … ablaya ‘Baban seni arıyor’ diye telefonu uzattı. Uzatırken de … amcam … ablaya öpücük attı. … abla da gülerek aynı şekilde karşılık verdi. … abla telefonla konuştu. Daha sonra telefonu verdi. Bunlar beni çocuk diye benim yanımda rahat hareket ediyorlardı. … amcam sürekli …’e yardımcı oluyordu. … ablam geride kalıyordu. İkisi sessiz sessiz konuşuyorlardı ve gülüşüyorlardı. Ben de geride kaldığımda onların bu konuşmalarını görüyordum. Ben tam olarak ne konuştuklarını duyamadım. Ancak … amcam ne söylerse … abla gülüyordu. Hatta bir keresinde … amcam eşi …’ı dövdü. Niye dövdüğünü hatırlamıyorum. Daha sonra … abla geldi ve … amcamın kolundan tutup götürdü. Ben ikisinin bu yakınlaşmasını anneme anlattım. Annem de bana olur mu öyle şey diye kızdı. Hatta ben anneme ‘Galiba …, … amcamı seviyor ‘ dedim. O da bana ‘git başımdan, milleti başımıza toplama’ dedi. Başka bir gün ben … abla ile konuşurken ona ‘Niye başka bir erkeğin yatağını yapıyorsun’ dedim. O da bana ‘Ne olacak dayım değil mi, akraba değil miyiz, bunu başka yerde sakın konuşma ‘ dedi. Daha sonra … abla bunu … amcama söyleymiş. … amcam da gelip bana ‘… ablana böyle mi dedin?’ dedi. Ben de ‘Evet söyledim’ dedim. Bunun üzerine … amcam beni dövdü. … ablam ile … amcamın bu yakınlaşmasında herkes rahatsızdı. Birlikte çalıştığımız … da bunu biliyordu. Bu nedenle … amcam ile aralarında tartıştılar. … amcam da herkese ‘Burada olanlar burada kalsın, herkes yemin etsin, köye gidince kimse bir şey söylemesin ‘ dedi. … da ‘Ben burada durmam iş falan tutmayın, ben yarın gideceğim’ dedi.”,
Mahkemede; “Soruşturma aşamasında Savcılıkta verdiğim beyanlarımı aynen tekrar ederim. Biz pancar tarlasında çalışırken … amca ile … abla çok samimi olmaya başladılar. … abla sanki … amcanın eşi imiş gibi davranıyorlardı. … abla bir insanın eşine göstereceği ilgiden daha fazlasını gösteriyordu. … abla kaynının ve …’in ailesinin elbiselerini yıkıyordu. … amcam normalde tarlaya geldiği gibi gelmiyordu. Ben amcamı uzun yıllardır tanırım. O zaman her zamankinden bir farkı vardı. Daha temiz düzgün giyiniyordu. Parfüm sıkıyordu. …’in eşi … aynı yerde olmasına rağmen … … amcama çay veriyordu. Yatağını yapıyordu. Elbisesini yıkıyordu. Ben aradaki yakınlaşmayı hissettim. Daha önceki ifadesinde de belirttiğim üzere tarlada çalışırken diğer işçiler gitmişti. Onlar tarlanın diğer tarafına gitmişti. Tarla büyük olduğu için biz diğer tarafta kalmıştık. Bu sırada … amcamın telefonu çaldı. …’in babasının aradığını söyleyerek, … amcam telefonu … ablaya ‘Baban seni arıyor’ diyerek telefonu uzattı. Uzatırken de … amcam … Abla’ya öpücük attı. … abla da gülerek aynı şekilde karşılık verdi. … abla telefonla konuştu. Daha sonra telefonu verdi. Bunlardan çocuk olduğum için benim yanımda rahat hareket ediyorlardı. … amcam … ablaya öpücük atarken … abla hiçbir şekilde rahatsız olmadı. Aynı şekilde o da öpücük attı. … amca bizim çavuşumuzdu. Normalde işçilere pek yardım etmez, ancak biz çalıştığımız zaman her zaman … ablaya yardım ederdi. Biz tarlada çalışırken … abla ve … amcam sürekli gülüşüyorlardı. Bir ara biz tarlada iken … amcam eşi … yengeyi dövdü. Niye dövdüğünü hatırlamıyorum. … amca tarlada bizim önümüzde dövdü. Döverken orada bulunan …, … ve oradaki işçilerde vardı. … amca hiç kimseyi dinlemedi. Sürekli dövmeye çalışıyordu. İşçilerin tutmasına rağmen … amcam vazgeçmedi. Ama … Abla gelip … amcamın kolundan tutunca gitti. Dövmeyi bıraktı. Ben her ikisinin yakınlaşmasını anneme anlattım. Annem bana kızdı, bir şey söyleme dedi. Ben anneme ‘Galiba bunlar birbirlerini seviyor’ dedim. Annem de bana kızdı ‘Kimseye söyleme’ dedi. Ben …’e orada iken ‘Niye başka bir erkeğin yatağını yapıyorsun. Bir kadın başka bir erkeğin yatağını yapar mı?’ dedim. O bana ‘Millet yanlış anlar, niye böyle bir şey diyorsun?’ dedi. Daha sonra … …’e söylemiş, … amcam beni bahane ederek dövdü. Niye düzgün yapmıyorsun. Genelde çavuşlar işçilerini güzel çapalamıyorsun diye dövmez, o güne kadar da amcamın tokatını daha yememiştim. Ben amcamın …’e söylediğim şeylerden dolayı …’in amcama anlattığını, amcamın beni bu nedenle dövdüğünü düşünüyorum. Biz tarlada çalışırken son güne doğru bizimle birlikte çalışan … da bu durumu fark etmiş rahatsız olmuş, … ile amcamın tartıştıklarını duydum. Daha sonra son gün amcam … bütün işçilere burada olanlar burada kalsın diyerek bizim … ile … arasındaki samimiyetten duyduğumuz rahatsızlığı, ilişkileri olduğuna dair şüphelerimizi kastederek, ‘Burada olanlar burada kalsın’ diyerek bizi uyardı. … da ‘Burada durmam iş falan tutmam’ dedi. Ben bunun dışında sonrasında aralarında ilişki olduğunu görmedim. Daha sonra pamuğa gittikten sonra da köyde dedikodular çıktı. Daha sonra dedikodular devam etti. Köydeki dedikodu … Abla ile … amcamın ilişkileri olduğuna yönelikti, amcamın …’i rahatsız ettiğine dair hiçbir söylenti yoktu. Ben çalıştığımız süre içerisinde …’in … amcamdan rahatsız olduğuna dair hiç bir şey görmedim.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben … ve …’i aynı köylü olduğumuzdan dolayı tanırım. Benim her ikisiyle de akrabalığım yoktur. Ancak her iki tarafla da konuşur görüşürüm….’ın kayınpederi … ile samimiyimdir. Ben … ile …’in ilişkisini tam olarak bilmiyorum. Ben, … ölmeden yaklaşık 1 ay önce falan …’in babasının evine gönderildiğini duydum. Ben…’a bunu sorduğumda bana ‘Altın davası’ dedi. Kendisi evi yaparken …’in altınlarını aldığını, geri veremediğini, …’in de …’den altınları istediğini, bu nedenle tartıştıklarını, …’in …’e mesaj çektiğini …’in de bunun üzerine …’in babası … ile tartıştıklarını bunun üzerine …’in de evden kaçıp, babası …’nın evine gittiğini söyledi. Ben de ‘Çocuklar rezil olur gelini getir’ dedim. … da bana ‘… gelip kendi halletsin, ben karışmayacağım’ dedi. Aradan 10-15 gün geçtikten sonra … geldi. … da gidip …’nın evden …’i aldı geldi. Ben ölüm olayı gerçekleşmeden 15-20 gün önce kahvede duydum. Kahvede …, …’a ‘Gelin … ile düşüp kalkıyor’ demiş. Bunu kahvehanede konuşulurken 1 gün sonra duydum. … ile …’in ilişkisini o zaman öğrendim. Benim kahvede duyduklarım … ile …’in ilişkisi olduğu, bunların pancar tarlasında bu ilişkiye başladıkları, …’in …’in evine girip çıktığını, ya arka taraftaki kapıdan girdiğini ya da ip atarak girdiğini, ipin yukarıdan … tarafından atıldığını duyuyordum. Ancak ben bizzat görmedim. Benim duyduklarım dedikoduydu. Köyde konuşulanlar. Bunları bizzat gören olup olmadığını bilmiyorum. Ancak ben köyde bu dedikoduların …’in çıkardığını duymadım. Zaten … bana bu konular hakkında bir şey söylemezdi. Ben … ile …’in ilişkisinin tam olarak nasıl olduğunu bilmiyorum. Ancak köydeki dedikodulardan, bunların rızası ile ilişkilerinin olduğunu, hatta …’in başka birisiyle de ilişkisinin olduğunu, çocuğun da … ya da …’den değil de 3. kişiden olduğu konuşuluyor. Ancak ben bizzat bu konu ile alakalı bir şey görmedim.”,
Mahkemede; “Benim tarafların ilişkisine ilişkin uzun zamanlı bir bilgim yoktur yani daha önceden tarafların ilişkisini hiç duymadım ancak bir ara … babasının evine gitmişti ben de… ile hasat zamanı …’i çocukları olduğunu, bu sebeple gidip getirmemiz gerektiğini söyledim bunun üzerine… bana sen karışma dedi, çocuk gelsin, yani …’in eşi İsmali kastederek gelsin kendisi halletsin dedi, ayrıca …’in babasının evine gitme sebebini de sordum bana altın meselesi olduğunu söyledi, olaydan bir süre önce … ile… kahvehanede taraflar arasındaki ilişkiyi konuştuklarını, bu kişilerin konuşmasından birkaç gün sonra başkalarından duydum. Ben taraflar arasındaki ilişkiden dolayı …’in ip ile …’in yanına çıktığını veya arka kapıdan girip bir araya geldiklerini yine çocuğun bir başkasından olduğunu duydum ancak kimden duyduğumu hatırlamıyorum, köyde kahve önünde herkes grup hâlinde konuşuyorlar, konuşanları ister istemez duyduğumdan kim tarafından söylendiğini hatırlamıyorum”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben … ve …’ı aynı köylü olduğumuzdan dolayı tanırım. …’le fazlaca bir muhabbetimiz yoktur. Ben olay tarihinden yaklaşık 1 yıl kadar önce … ile … arasında bir ilişki olduğunu duydum. Köyde …’in …’in evine girip çıktığını ve birlikte olduklarını, birbirlerini sevdikleri konuşuluyordu. Ben bizzat bunların ilişkisi görmedim. Bu dedikodunun nasıl ortaya çıktığını bilmiyorum. Ancak … böyle bir dedikodu çıkarmadı. Ben hiçbir zaman …’den ben … ile ilişki yaşıyorum şeklinde bir şey duymadım. Kimse de bana … bu şekilde dedikodu yayıyor demedi. Ben hiçbir zaman …’in sağda solda …’in bende fotoğrafları var dediğini de duymadım. Ben ölüm olayı olmadan yaklaşık 1,5 ay önce kahvehanede otururken samimi arkadaşım olan…’a ‘… bak ben … ile …’in ilişkisi olduğunu duydum, eğer bu doğruysa …’i evden çıkar gitsin ‘ dedim. … bana hiçbir şey demedi. Bana tepki de göstermedi. Sadece sustu. Ben bu konuşmamızdan sonra…’ı hiç görmedim. Olay günü ben evdeydim. Köyümüzde düğün vardı. Saat 21.30 sıralarında … geldi bana ‘…’i kesmişler ‘ dedi. Olaydan da bu şekilde haberim oldu. Benim cinayeti nasıl işlendiğine dair bir bilgim yoktur.”,
Mahkemede; “Ben Savcılıkta ifade verdim aynısını tekrar ederim, yaşanan olaydan 1 yıl önce çeşitli dedikodular duydum, yani … ile …’in ilişkisini duydum, olaydan da yaklaşık 2 ay önce bu durumu…’la konuştum, ben…’a köyde bu ilişkinin duyulduğunu söyledim… herhangi bir tepki göstermedi.”
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben …’i tanırım. Dayımın oğlu olur. Samimi olarak konuşur, görüşürdük. … da benim teyzemin torunu olur. Onunla da aramızda herhangi bir problem yoktur. … ile biz sık sık bir araya gelir konuşurduk. Bir arada bulunduğumuz sırada bazen …’e telefon gelirdi. … telefon gelince hemen yanımızdan giderdi. Uzakta telefonla konuşmaya başlardı. Uzunca bir süre yaklaşık 1-2 saat sürekli telefonla konuşurdu. Biz kiminle konuştun diye sorduğumuzda bize cambaz bir arkadaş ya da bir arkadaşım derdi. Kiminle konuştuğunu söylemek istemezdi. Ancak ben köyde … ile …’in ilişkisi olduğunu duyduğumdan …’in … ile konuştuğunu düşünürdüm. … bana … ile olan ilişkisi hakkında bir şey söylemedi. Ben sorduğum hâlde ilişkisi olduğunu söylemedi. Bana ‘Köyün dedikodusu bunlara inanma’ dedi. Ancak bana bir kadın ile ilişkisi olduğunu birbirlerini sevdiklerini söylüyordu. Ben … ile …’in nasıl bir ilişkisi olduğunu bilmiyordum ancak köyde konuşulanlara göre … ile …’in ilişkisi pancar tarlasında başlamış 3 yıldır devam ediyormuş, … zaman zaman …’in evine giriyormuş. Ben bunu bizzat görmedim ancak bütün köy halkı bu şekilde konuşuyordu. Ben köyden hiç kimseden …’in …’e tecavüz ettiğini duymadım. İlişkilerinin rızaya dayalı bir ilişki olduğunu duyuyordum. Hatta bunların pamuk tarlasında görenler olmuş.”,
Mahkemede; ” Ben Savcılıkta ifade vermiştim. O ifademi aynen tekrar ederim. … benim dayımın oğlu olur. Hem de arkadaşız. Biz … ile birlikte iken …’e telefonlar geliyordu. Sık sık telefonlar geliyordu. Bazen bu telefonlara bizim yanımızda cevap vermiyordu. Meşgule alıyordu. Bazen de açtığında, yanımızdan uzaklaştığında bir iki saat konuşurdu. Kim olduğunu sorduğumda da geçiştirip pancardan, pamuktan vs gibi sözlerle geçiştiriyordu. Ben de bu yüzden bir bayan ile ilişkisi olduğundan şüpheleniyordum. Ancak kiminle olduğunu bilmiyordum. Ben kendisine çok sordum. Bir bayanla ilişkin var mı diye ancak beni savuşturuyordu. Bir şey söylemiyordu. Kendisine ‘… ile aranda bir şey var mı?’ diye sorduğumda köyün dedikodusu inanma diyordu. … benim dayımın oğlu olur. Sanık … de teyzemin torunu olduğu için … her iki taraftan da akraba olduğundan duyulur endişesi ile bana söylemediğini düşünüyorum. Yanımda hiç konuşmadığı için konuşmalarının içeriğini bilmiyorum. Tanık …’ın soruşturma aşamasında …’in …’in evine gittiği zaman …’ın gözcülük yaptığına ilişkin beyanı üzerine; kesinlikle ben gözcülük yapmadım. Görmedim. Ben …’in …’in evine girip çıktığını görmedim. Gözcülük de yapmadım. Kesinlikle kabul etmiyorum. Benim olaya ilişkin başka bir bilgim yoktur. Öldürme olayının nasıl gerçekleştiğini bilmiyorum. Ben Yalvaç’ta idim. Meydanda maktulün kafasını gördüm”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben ölen …’in öz amcasıyım, …’ın da kayınpederi…’ın öz dayısıyım, Benim her iki tarafla da husumetim yoktur. Her iki tarafla da konuşur, görüşürüm. Benim … ile …’in aralarındaki ilişkiye ilişkin, görgüye dayalı bir bilgim yoktur. Ben bunların arasında ilişki olduğunu … öldükten sonra öğrendim. Ben … öldükten sonra edindiğim bilgiye göre bunlar birbirlerini seviyorlarmış. …’in rızası dahilinde … …’in evine gidip … ile birlikte oluyorlarmış, bu ilişkilerden birinde de … hamile kalmış. Yaklaşık bir yıl önce … …’ın evini aramış ancak konuşmamış. Bunun üzerine yeni dijital telefon alan… telefonda arayan numarayı geri aramış. Telefona … çıkmış. …’e ‘Niye benim evi arıyorsun?’ demiş. … de ‘Benim tarlayı ekme’ demiş. O da buna sinirlenmiş, ana avrat küfretmiş. Bunun üzerine … sinirlenmiş köy meydanına gitmiş, köy meydanında telefonla…’ı aramış, ona ‘Gel ben buradayım, kozlarımızı paylaşalım’ demiş. …’ı eşi salmamış. Bu nedenle… gelmemiş. Böyle olduğunu bana komşumuzun birisi beni telefonla arayarak söyledi. Ben de bunun üzerine…’ın evine gittim. …’a ‘Derdiniz ne, benim tarla için niye birbirinize giriyorsunuz’ dedim. O da bana ‘mevzu tarla değil, senin bilmediğin şeyler var’ dedi. … benim eve telefon açıyor. Ben açtığımda cevap vermiyor, dedi. Ben de ‘Gelinin açsın sen dinle’ dedim. Verdiğimde de konuşmuyor, dedi. Ben ‘… olduğundan emin misin?’ dedim, o da ‘Kesinlikle eminim … o, dijital telefon aldım, onun numarası gözüküyor’ dedi. Ben de bunun üzerine ‘… senin evine niye açsın, senin gelinine mi karına mı açsın?’ dedim, o da ‘Yok öyle bir şey’ dedi. O da ‘Bilmiyorum açıyor işte’ dedi. Ben daha sonra …’in yanına gittim. …’e ‘…’ın evini niye arıyorsun?’ dedim. O da bana ‘Amca ben tarlayı ekme diye aradım’ dedi, o da bana küfretti dedi. Ben de ‘İnsan tarla için küfreder mi?’ dedim, ben de bunun üzerine kahveye gittim, kahvede telefon açtım, herkesin içinde gel kozumuzu paylaşalım, dedim, o da gelmedi dedi. Ben de ‘Tarla benim tarlam, bunun için kavga etmeyin’ dedim. Ancak benim anladığıma göre bunların her ikisi de … ile …’in ilişkisini saklamak için bahane ettiler, çünkü tarla benim tarlam, her ikisi de … ile …’in ilişkisi ortaya çıkmasın diye sakladılar. Zaten tüm köylü aralarındaki husumeti tarladan kaynaklandığını zannediyordu. Ben tekrar…’ın yanına vardım. …’a ‘Bak … seni tarla için aramış, sen niye küfrettin, dedim. O da ‘Dayı, bu benim evimi arayıp duruyor, sen olsan ne yaparsın?’ dedi. Ben de ‘O değildir’ dedim, o da ‘Keşke o olmasa’ dedi ve bana ‘Eğer böyle bir şey yaptıysa, ben …’in kellesini kesip köy meydanına atacağım, bunu sen de duyacaksın’ dedi, bunu … de söyledi. Bu sırada benim yanımda eşim …, kızım … ve oğlum … de bunu duydular. Bunun üzerine ben de…’a ‘Karşında bizi bulursunuz, ele küfrettirme’ dedim. O da bana ‘Tamam dayı senin hatırına bırakıyorum, ancak tekrar ederse, ben …’ı gözden çıkartım, …’i …’a öldürtürüm, suçu da …’e atarım, …’e tecavüz etti derim, ben cezaevine girsem şimdi çocuk perişan olur,’ dedi. Benim oğlum … da, ‘Dayı ben de seni arıyorum, ben de mi sapığım?’ dedi. O da ‘Olur mu yeğen ben seni görüyorum, seninki farklı’ dedi. Hatta ‘Bize iş bul, … ile …’i götür’ dedi, ben de ‘Tamam araştırayım’ dedim.”,
İstinabe olunan Mahkemede; “… ve… ilk tartıştıklarında bana söylediklerine göre benim olan tarlayı…’ın ekmesi nedeniyle aralarında bir tartışma olduğunu biliyorum. Ben… ile konuştuğunda …’in eve telefon açtığını, fakat ses vermediğini, bu durumdan rahatsız olduklarını söyledi. Bu durumu …’e de…’ın hanımına da sordum. Yani telefonların sebebini sordum. … böyle açılan bir telefon olmadığını söyledi. …’ın eşi de sessiz telefonları doğruladı. Cinayete dair herhangi bir görgüm yoktur. Ben …’dayken telefon geldi, …’i …’in öldürdüğünü söylediler. Yalnız öncesinde… ve eşi ile görüşmelerimde …’i öldüreceklerini, keseceklerini, bunu da …’e yükleyeceklerini söylemişlerdi. …’in anlatımlardan da anladığım üzere, … ile bir gönül ilişkisi olmuş fakat cinayet kesinlikle bir namus cinayeti değildir. Ben böyle olduğunu düşünüyorum.”,
Şeklinde ifade vermişlerdir.
Sanık … 29.08.2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında; “Koruyaka köyünde ikamet ederim, benim 4 ve 5 yaşında iki çocuğum vardır. Ev hanımıyım, eşim 18 ocakta … iline mermer ocağında çalışmak üzere gitti. Kayınpederim ve kaynanamın evleri bizim eşimle kaldığımız eve bitişiktir, aynı terastan girip çıkarız. Ben eşimle bize ait olan bu evde kalırım, çocuklarım da zaman zaman bende zaman zaman da kayınpederim …’ın yanında kalırlar. … eşimin halasının kocası olur. … evlidir, …’in de iki çocuğu vardır, çocuklarından erkek olan liseye gider, kız da ortaokula gider. … ile biz ailecek konuşurduk. Birbirimize gider gelirdik. Ben …’i eşim … ile evlendikten sonra tanıdım. Öncesinden hiç tanışıklığım ve görüşmüşlüğüm yoktur. Yaklaşık iki yıl önce Polatlı’ya pancar çapasına köyümüzden bir grup insanla gittik, benim yanımda, eşimin kardeşi o zamanlar 15-16 yaşında olan … vardı. Bizi topluca amele olarak … götürmüştü, … bizim dayıbaşımızdı. Biz pancar tarlasında 1,5 ay kaldık. Polatlı’da eski bir binada kaldık. Binada iki hane bir odada kalacak şekilde ayrılmıştık. Biz de akraba olduğumuz için kayınbiraderim …, … ve …’in eşi ile birlikte aynı odada kaldık birlikte aynı odada yatıyorduk. İki kadın evin duvar kısmında olacak şekilde yatıyorduk. … ben yatarken zaman zaman bana dokunmaya, tahrik etmeye çalıştı ancak ben ‘Bağırırım yapma’ dedim. Bu nedenle … bir şey yapamadı. Ancak tarlada çapa yaparken ben diğer çalışanlardan ayrı olduğum zamanlarda … yanıma gelip bana ‘Sen benim olacaksın, bağırsan da çağırsan da benim olacaksın, şimdi dokunmuyorum ancak seni mahvedeceğim, köye vardığımızda herkese senin benimle ilişkin var diyeceğim’ diye beni tehdit ediyordu. … bu şekilde bana 5-6 kez tehditte bulundu. Ancak bana dokunmadı, herhangi bir ilişkimiz de olmadı. Biz köye geldikten sonra bu sefer … eşinin evde olmadığı zamanlarda beni kayınpederim adına kayıtlı … no’lu ev telefonundan arardı. ‘Köye geldin diye benden kurtulduğunu sanma, seni elbet yakalayacağım, ailene söyleyeceğim, seni internetlere vereceğim, köyde dedikodu yayacağım, nasıl olsa bir kişiye söylersem, bu yayılır herkes de bana inanır’ diyordu. Ben onu sabit telefondan iki yıl boyunca 5-6 kez aradım. Çünkü … bana ‘Sen beni aramazsan, eşini takip eder, benimle ilişkisi var derim’ diye tehdit ediyordu, ben de mecburen onu arıyordum. Aradığımda ya da o beni aradığında bana ‘Niye aramıyorsun beni?’ diyordu, ben de fırsat bulamıyorum diyordum. O da ‘Ben seni takip ediyorum, bana yalan söylüyorsun’ diyordu. Bana sürekli ‘Seni seviyorum, sen çok güzelsin’ diyordu. Ben ona ‘Beni arama, beni dile düşürme, benim yuvamı yıkma, benden uzak dur’ diyordum. Biz ev telefonu numarasını yaklaşık bir ay önce kapattık. … beni önceleri …no’lu numaradan arıyordu. Ben sonunun 9332 olduğundan eminim ancak ortadaki numaralardan emin değilim. … benimle telefonla görüşmediği zamanlarda beni tek başıma sokakta gördüğünde bana ‘Niye bana karşı geliyorsun, sen benim olacaksın, niye benimle olmuyorsun, bak seni ben mahvedeceğim, seni köylünün diline düşüreceğim, eşine babana tüm yakınlarına söyleyeceğim, sana iftira atacağım, seni köyde rezil edeceğim’ diyordu. Ben de ‘Benim çoluk çocuğum var, hayatımı mahvetme, benden uzak dur’ diyordum. Eşim … 18 Ocak 2012 tarihinde … iline mermer ocağına çalışmaya gitti, bunu fırsat bilen … beni daha çok rahatsız etmeye başladı. Bizim ev telefonumuzu gizli numaradan daha fazla aramaya başladı, telefonda fazla konuşmuyordu, telefonu çaldırıp kapatıyordu. Amacı beni kayınpederimin yanında zor durumda bırakmaktı. Eşim gittikten 2-3 gün sonra ben evde çocuklarım ile yatarken saat gece yarısı 01.00-02.00 arası birden kapı açıldı, içeriye … girdi, elinde küçük bir silah vardı. Bu sırada çocuklarım uyuyordu, ben sese birden kalktım. … evimizin dam kısmından arkadan çıkmış. Ben kapıyı kilitlememiştim, çünkü bazen çocuklara geceleri süt katıp içiriyordum, yorgunluktan unutmuşum. …’i görünce ben ‘Git evimden ne işin var’ dedim. Bana elindeki silahla ‘Sus bağırma, çocukların kafasına sıkarım’ dedi sonra üzerime saldırdı, sarhoştu, ben direnmeye çalıştım ancak direnemedim, ben bağırmadım, çünkü … sarhoştu ve elinde silah vardı, silahla çocuklarımı öldüreceğinden korktum. … ‘Bağırırsan çocuğa sıkarım’ diyordu. Sonra benim zorla alt kısmımda bulunan pijama ve külotumu çıkardı. Kendisi de cinsel organını çıkardı, ben direnmeme rağmen cinsel organını benim cinsel organımın içine soktu ve benim içime boşaldı. Ben ağladım, … de oturdu, bana ‘Sus ağlayıp durma, kayınpederlerine duyuracaksın, bak ağlarsan çocuklarına sıkıveririm’ dedi. Daha sonra bırakıp gitti. Ben korktuğumdan ve utandığımdan bunu hiç kimseye söylemedim. 3-5 gün sonra … gece vakti herkes uyuyunca özellikle bizim yorgun olduğumuz, inşaatta çalıştığımız zamanlarda önceki girmiş olduğu dam kısmından eve giriyordu. Ben kapıyı kilitliyordum, ancak … bana ‘Aç kapıyı bak aşağıdakilerin kafasına sıkarım, onlar şimdi uyumuştur, bağırsan da bizi duymazlar, duysalar da korkmuyorum, gider kafalarına sıkarım’ diyordu. Ben de mecburen kapıyı açıyordum. Her gelişinde … silahla geliyordu. Bu geldiğinde de benim üzerimi silah zoruyla çıkardı, kendisi de üzerini tamamen çıkardı. Yine cinsel organını benim cinsel organımın içine soktu, yine içime boşaldı. Bir müddet oturdu, üzerini giyindi, gitti. … 20 Ocak 2012 tarihinden günümüze kadar eşim olmadığı zamanlarda 5-6 günde bir bu şekilde evime gelip zorla benimle birlikte oldu. 4 yaşındaki çocuğum sürekli yanımda olurdu, 5 yaşındaki çocuğum da bazen yanımda bulunurdu. Ben … çocuklarıma eşime zarar verebileceği ve dedikodu çıkarabileceği korkusuyla artık ona karşı koyamaz oldum. Bir keresinde ben karşı koymaya çalıştım ancak beni darbetti, … her gelişinde aşırı derecede alkollü olurdu. … her birlikte oluşumuzda benim içime boşaldı. Sanki beni hamile bırakıp köye rezil etmek gibi bir amacı vardı. Eşim … 18 Ocak 2012 tarihinden sonra ilk defa temmuz ayının ortalarında köye geldi. Ben bu geldiğinde zaten 4-5 aylık hamileydim. Ben eşime anlamasın, çocuğun kendinden olduğunu zannetsin diye 6-7 aylık hamileyim dedim, oysa ben şubat ayının sonlarında …’den hamile kalmıştım. eşimse 18 ocakta gitmişti. Kasımın sonlarında da doğum yapacaktım, eşim benim eylül-ekim aylarında doğum yapacağımı biliyor. Ben eşim geldiğinde …’in yaptıklarından bahsedecektim ancak eşim çok tehlikeli bir işte çalıştığı için dalar, kendisine zarar verir düşüncesiyle onunla bir şey paylaşamadım. Eşim bayramda bir kez daha geldiğinde eşimle yine …’in yaptıklarından bahsetmek istedim ancak çekindim, paylaşamadım, her iki geldiğinde de eşimle birlikte oldum. Ben …’in bu yaptıklarından dolayı eşimin yüzüne bakacak hâlde değildim ancak kendisini yanlış düşünceye kapılmasın diye yapmacık da olsa birlikte oldum, onu mutlu etmeye çalıştım. Eşim bayramda 10 gün kaldı önceki geldiğinde de 4-5 gün kalmıştı. Eşim 26.08.2012 günü … iline gitti, eşim gittikten sonra … bana vermiş olduğu telefona mesaj çekti, mesajda ‘Niye aramıyorsun?’ yazılıydı. Ben bunu 27.08.2012 günü fark ettim. Aynı gün gece telefon titreşimdeydi, çaldı, ben uyuyordum, telefonun titreşimine uyandım. Telefonu açtım, bana ‘Uyuyor musun, yanına gelecektim’ dedi. Ben ‘Uyuyorum, çok yorgunum gelme’ dedim. O da bana ‘Yorgunsan gelmeyeyim ancak ben seni …’a götürmek istiyordum’ dedi. Ben ‘Gelme yorgunum’ dedim o da ‘Tamam’ dedi. 28.08.2012 günü akşam yemeğini yedikten sonra yatsıdan sonra beni telefonla aradı, bana ‘Ben gelip seni götüreceğim’ dedi, ben de ‘Gel götür’ dedim. Amacı yine bana sahip olup gitmekti. Ben onun yine bana sahip olmasından çok korkuyordum, artık iğreniyordum. Bu nedenle ona teslim olmak, onunla birlikte olmak beni çok korkutuyordu, beni tiksindiriyordu, onunla birlikte olmamak için ne yapabileceğimi düşündüm. Önce eve girdiğinde bana saldırırsa kendimi bıçakla savunayım dedim. Sonra onun güçlü olduğundan kendimi savunamayacağımı düşündüm. Bu sırada … evin arka kısmına kimsenin göremeyeceği harabe bir alana gelmişti. Saat 22.00 sıralarıydı. Ortam çok karanlıktı. Bana telefonla ‘İp salla buradan çıkayım’ dedi. Ben de buğday çuvallarını çıkarmakta kullandığımız ipi attım, daha önce … eve kendisi çıkıyordu. O gün ipi beni aşağı indirmek için istemiş olabilir çünkü o gün telefonda bana seni …’a götüreceğim demişti. Ben …’a götürmeyi düşündüğünü tahmin ediyorum. O ipten tırmanmaya başladı, ben bu içeri girdiğinde yine bana zorla sahip olur düşüncesiyle bana göstermiş olduğunuz kayınpederim …’a ait olan 8 adet fişek alan otomatik tüfeği alıp arkadan dolandım. Ben evin arkasına vardığımda … dama çıkmıştı. Tam ayağını dama attığında ben nişan alıp …’e iki el ateş ettim. Ateş edince … bana ‘Amına koyduğum, bana ateş ettin’ diyerek yere düştü. Yere düşmeden önce bana göstermiş olduğunuz 7,65 çapındaki sürekli benim evime gelip beni tehdit ettiği silahı belinden çıkarmaya çalışıyordu. Çıkarırken silah yere düştü. Ardından kendisi yere düştü. Yere düşünce küfrederek aşağı doğru kaçmaya çalıştı. Ben yukarıdan bir kez daha ateş ettim. Ateş edince yukarıdan düştüğü yerin 6-7 metre aşağısında yüzüstü düştü, sonra ben yanına vardım. ben yanına varınca sırtının üstüne doğru döndü, yüzü bana dönüktü, bana ha bire sinkaflı şekilde küfrediyordu, ben cinsel organının bulunduğu bölgesine ateş ettim ancak kaç el ateş ettiğimi hatırlamıyorum. Ben ateş edince küfretmeyi bıraktı, ben öldüğünü anladım. Bana göstermiş olduğunuz sarı saplı bıçağı yanımdan çıkardım, boğazını kestim, koparıp saçından tuttum, silahı da omzuma taktım, yaklaşık iki yüz metre ileride bulunan köy kahvesinin önüne doğru gittim. Düğün olduğu için kahvehanenin önü çok kalabalıktı, ben kafatasını meydana doğru fırlattım, fırlatırken de ‘İşte namusumla oynayanın kellesi, benim arkamdan konuşmayın’ tarzı laflar ettim ve dönüp evime geldim. Ben … ile hiçbir zaman rızam dâhilinde birlikte olmadım, … bana adetliyken bile zorla sahip oldu. Beni sürekli hakkımda dedikodu çıkarmakla yapmadığım hâlde kendisiyle birlikte olduğumu millete söylemekle ve eşime, çocuklarıma zarar verebileceğini, onları öldürebileceğini söyleyerek ayrıca beni, bana göstermiş olduğunuz silahla tehdit ederek birlikte oldu. … bana elinde benim çıplak resimlerim olduğunu, eğer onunla birlikte olmaya devam etmezsem bunu internetten herkese yayacağını, gazetelere vereceğini, insan içine çıkartmayacağını, beni mahvedeceğini söylüyordu. Ben o resimleri görmedim, bana … bunu evde ben uyurken gizlice çektiğini söyledi. Maktul …’in cep telefonunda bulunan fotoğrafların gösterilip sorulması üzerine; bana göstermiş olduğunuz fotoğraflar benim evimde çekilmiş fotoğraflardır. O fotoğraflardaki uyuyan kadın benim, yanımdaki erkek de …’dir. … bu resmi ben uyurken çekmiş, benim bu resimden haberim yok, ne zaman çektiğini de bilmiyorum ancak … bana ölmeden bir önce telefonda bana ‘Ben bebeğin fotoğrafını çektim, sen görmedin uyuyordun, şimdi onu izliyorum’ dedi. Ben köyde adımın çıkmasından eşimin, çocuklarımın, ailemin mahcup olmasından yuvamın bozulmasından çekindiğimden … ile birlikte olmak zorunda kaldım. Ben bunları kimseye söyleyemedim, çünkü adımın çıkmasından ve lekelenmesinden korktum. Hiç kimseye bunlardan bahsetmedim. Ben karakola ya da savcılığa da gelmedim çünkü gelmiş olsaydım, kendi adımı kendim kirletmiş olacaktım, oysa şimdi namusumu kendim temizledim. Şu anda benim karnımda …’in çocuğu bulunmaktadır. Tahminime göre 6-7 aylıktır. Ben ilk zamanlarda hamile olduğumu bilmiyordum. Çünkü … benimle adetliyken de birlikte oluyordu, bu nedenle ilk zamanlarda hamile olup olmadığımı anlayamadım, hamile olduğumu anladığımda Yalvaç Kadın Doğumevine gittim, bana burada çocuğun iki aylık olduğunu, alamayacaklarını söylediler. Sağ solda, gelip gidenler, hatta çocuklar bile, beni …’in kullandığını, ondan hamile kaldığımı konuşmaya başladılar, hatta ramazan bayramında bize misafirliğe gelenler bile bana köyde bunların konuşulduğunu doğru olup olmadığını sordular. ‘… her yerde bunları konuşuyor, senin onda çıplak fotoğrafın varmış, …’in oğlu fotoğrafları internete verecekmiş’ dediler. Küçük çocuklar bile bunu söyledi. Ben uzun süre kendimi öldürmek istedim ancak çocuklarımı düşündüm. Bu nedenle öldüremedim. Ben …’i namusumu temizlemek için yaptım ancak yine de pişmanım. … beni sürekli silah zoruyla kullanıyordu artık ben iğrenir hâle gelmiştim. Bana tekrar zorla sahip olmasına engel olmak için onu öldürdüm.”,
Cumhuriyet Başsavcılığında 25.02.2013 tarihinde; “Ben daha önce bu konu ile alakalı Cumhuriyet Başsavcılığınıza ifade vermiştim. Önceki ifademi kabul ediyorum. Aynen tekrar ederim. Ben önceki ifademde de belirttiğim gibi … ile herhangi bir rızaya dayalı ilişkim olmadı. … bana zorla sahip oldu. Ben … ile birlikte hiçbir yere gitmedim. Sadece onunla pancar ve pamuğa gittim. Pancar ve pamuk tarlasında da … ile hiç fotoğraf çekinmedim. Ona fotoğraf da çektirtmedim. Ona evimde ya da dışarıda rızam dâhilinde fotoğraf çektirip çektirmediğimi hatırlamıyorum. Ben … ile onun arabasıyla hiçbir yere gitmedim. Bir yere gitmediğimiz için arabasında da fotoğraf çekinmedim. Biz pancar tarlasında ya da pamuk tarlasında kesinlikle … ile sevgili gibi davranmadık. Aksine ben …’i kendimden sürekli kendim uzaklaştırmaya çalıştım. Tavırlarından rahatsızdım. Çünkü … pancar tarlasında bana 5-6 kez tacizde bulundu. Ben bu nedenle …’in bu tavırlarından rahatsızdım. Ancak kimseye …’in bana yaptıklarını söylemedim. Ben hiçbir zaman telefon hattı almadım. … üzerime kayıtlı gözüken telefon hatlarını benim adıma benim imzamı taklit ederek almış. Benim kimliğimi de benim rızam dışında ele geçirmiş ancak nasıl benim kimliğimi ele geçirdiğini bilmiyorum. Ben …’in benim kimliğim ile hat aldığından haberim yok. Ben …’in benim adıma kaç tane hat aldığını bilmiyorum. Ama bana 1’den fazla telefon verdi. Ancak kaç tane verdiğini hatırlamıyorum. Benim adıma kayıtlı olan …numaralı 27.05.2010 tarihinde alınan sözleşmedeki imza bana ait değildir. … numaralı 09.06.2012 tarihinde alınan sözleşmedeki imza da bana ait değildir. Ben bu numaraları kullanıp kullanmadığımı bilmiyorum. Ben 2010 yılında cep telefonu kullandım. Ancak numarasını bilmiyorum. 2010 yılında …’i bu numaradan ya da başka bir numaradan arayıp aramadığımı hatırlamıyorum. O yıllarda ben …’e mesaj çekmedim. Telefon da açmadım. O da beni aramadı. … ile ilk telefonla ne zaman konuştuğumu hatırlamıyorum. Ancak ben …’den çekindiğimden zaman zaman onu aramak zorunda kaldım. Aradığımda ve mesaj çektiğimde korktuğumdan dolayı Ben de ona ‘Seni seviyorum’ gibi sözler söylüyordum çünkü …’in zarar vermesinden korkuyordum. … bana vermiş olduğu telefonun kontörlerini kendisi alırdı. Bana telefon da almıştı. Bana zorla verirdi. Beni bu numaradan arayacaksın derdi. Bana telefon ve hattı 2010 yılında pancardan geldikten sonra verdi. Ancak tam tarihini hatırlamıyorum. Ancak ev telefonumuz kesildikten sonra olma ihtimali yüksektir. Ben … ile bana vermiş olduğu telefon ve hatlardan 2010 yılından beridir konuşuyordum. Genelde o beni arardı. Ben onu aramadığımda bana ‘beni arayacaksın, beni kızdırma’ derdi. Ben de korktuğumdan mecburen zaman zaman onu arardım. Telefonla konuşurduk. Telefonla günün hangi saatlerinde konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Ben aradığımda uzun süre konuşmak zorunda kalıyordum. Çünkü korkuyordum. Ben iddia edildiği gibi geceleyin evde rahatsızlanıp … tarafından hastaneye götürülüp götürülmediğimi hatırlamıyorum. Hastanede bana serum takılıp tekrar … tarafından evime getirilip gece evime bırakıldığımı ve evimdeki sobamın … tarafından yakılıp yakılmadığını hatırlamıyorum. Ben hiç kurban kesmedim. Ancak daha önce birçok kez silah atmıştım. Bu nedenle silah atmasını bilirim. Ancak kurban kesemem. …’in kafasını bana yapmış olduğu eylemler nedeniyle sinirimden kestim. Ben … ile …’in dedesi …’nün evine 2012 yılının ilkbahar ayında gece ya da gündüz gitmedik. Ancak ben, halam …’ün evine davet olduğu için gitmiştim. Gündüz saat 17.00 gibi evimize geri geldim. Benim …’de benim evimde benim haberim varken çektiği fotoğrafım yoktur. Ben uyurken fotoğrafımı çekmiş. Bu fotoğrafı ben hamileyken çekmiş. …’in beni uyanıkken ve gülerken çektiği fotoğraf bildiğim kadarıyla yoktur. Pamuk toplarken çekindiğim fotoğrafı amcamın kızı … çekmişti. Bu fotoğraf …’in eline nasıl geçti bilmiyorum. Ben bilerek …’e hiç fotoğraf çektirmedim. Yalvaç Hastanesine geldiğimizde … annemgil yanımda olmadığı bir vakitte yanıma geldi. Hastanenin yakınında bir yerde arabasının yanına beni götürdü. Bana gözlüğünü zorla taktırdı ve benim fotoğrafımı çekti. Ben çekinmek istememiştim. Bu olay ben kürtaj yaptırmak amacıyla Yalvaç Devlet Hastanesine geldiğim sırada oldu. Fotoğrafı çektiği yer hastanenin çok yakın bir yerindeydi. Ben …’den hamile kaldığımı bilmiyordum. Çünkü dişim için antibiyotik kullanıyordum. Antibiyotik kullandığım için adetim olmuyordu. Ben bu nedenle farkına varamadım. Ben hastaneye annem ile hamile kaldıktan 2 ay sonra gittim. Hastanede hamile olduğumu öğrendim. Doktora aldırmak istediğimi söyledim. Ancak doktor eşinizin rızası gerekir dedi. Ben de bu nedenle aldıramadım. Bu sırada … beni takip etmiş. Annem çocuk ile ilgilenirken … doktorun yanına girmiş. Doktora ‘niye geldi ‘diye sormuş. Sonra benim hamile olduğumu doktor söylemiş. Bana bunu sonradan … söyledi. Pancar tarlasından döndükten sonra ben 2 kez …’i kayınpederim üzerine kayıtlı ev telefonundan aradım. Aramamın nedeni; …, beni ‘birlikte pamuğa gidelim, aileni ikna et ‘diye baskı yapıyordu. Ben bu nedenle …’i aradım. …’e ‘tamam ben ailemi ikna edeceğim, pamuğa birlikte gideceğiz ‘diye söyledim. Ben eşim …’e evi yakmasını o evde kötü günler geçirdiğimden dolayı söyledim. … de bunun için bana tamam yakacağım dedi. Ancak yakmadı. Her ne kadar ev bizim bu konuşmamızdan birkaç gün sonra yanmış ise de bu tamamen tesadüftür. Ben uyurken … benim parmağımdaki yüzüğü çıkarmış yanına almış götürmüş. Ben uyuduğumdan dolayı bunun farkında değilim. Daha sonra … bana senin yüzüğünü aldım. Bunu kocana göndereceğim … bana verdi diyeceğim dedi. Ben de bunu yapma, geri getir dedim. … epey bir süre bunu vermedi. Daha sonra yüzüğü getirdi. Ben bana okumuş olduğunuz 4 Temmuz 2012 tarihinde saat 17.22 de … numaralı telefondan çekilen ‘Sen nasıl anlıyorsan öyle…’şeklinde başlayan mesajı ve aynı telefondan aynı tarihte 16.55 de çekilen ‘Hayır ne zaman altınları ettirirsen beni bu kahpe anandan, şerefsiz babandan kurtardın…’ şeklinde mesajı ben eşim …’e çekmedim. Bunu … benim adıma almış olduğu hattan … ile aramızı açmak için o çekmiş. Ben bu hattı o tarihlerde kullanıp kullanmadığımı hatırlamıyorum ancak mesajları ben çekmedim. Bu mesajı …’in nereden çektiğini bilmiyorum. …’in bu bilgileri sağdan soldan duymuştur. Eşim bu mesajlardan sonra babası…’ı aradı…. ‘… benim yanımda böyle bir şey yapmadı.’ dedi. Biz o gün sabahtan akşama kadar kayınpederim… ile birlikte evi badana yapıyorduk. … hattın benim adıma olduğunu öğrenmiş. Mesajı babama göndermiş. Babam da ‘Benim kızım böyle bir şey yapmaz. Seninle birileri oynuyor’ demiş. Babam bizim eve geldi. ‘Ben kızıma inanıyorum. Kızım böyle bir şey yapmaz’ dedi ve beni kendi evine götürdü. Evinde kimse hastaneye gidip çocuk kaç aylık baktıralım demedi. Bana inandılar. Ben eşimin anne ve babasına ‘Bu mesajı sinirlendim attım’ dedim. Ben babamgilde iken 1 hafta kadar sonra … geldi. Bana bu mesajları sordu. Ben de … attı diyemediğimden ‘Tamam ben attım, sinirlendim, sana kızdığım için attım, şaka yaptım ‘ dedim. Daha sonra …’in izni bitti. Ben hâlen annemlerin evinde kalıyordum. Bana … telefon açarak, ‘Ben sana inanıyorum. Eve git’ dedi. Ben bunu kabul etmedim. Çünkü … beni o evde rahat bırakmıyordu. Beni … burada rahatsız etmiyordu. Ben 20-25 gün annemlerde kaldıktan sonra çocuklarım perişan olmasın diye geri kocamın evine döndüm. Ben anne babamın evinde iken … bizim eve girmiş. Evde benim fotoğrafımı almış. Arkasına yazı yazmış. Bunu yırtmış. Kayınpederimin evine girip çıktığı tarafa atmış. Ben ne yazdıklarını bilmiyorum. … bunu beni eşimden soğutmak için yaptı. Fotoğraf benim oğlum ile birlikte çekindiğim bir fotoğraftı. Bana … Kuzey-Güney dizisini çok sevdiğinden karnımdaki çocuk kız olursa Cemre, erkek olursa Kuzey koyacağım dedi. Ben de geçiştirmek için tamam dedim. Daha önce de söylediğim gibi ben … ile kesinlikle rızam dahilinde ilişkiye girmedim. … bana zorla tecavüz etti. Ben de bu nedenle …’i öldürdüm. Ben daha önce …’in beni rahatsız ettiğinden dolayı savcılığa ya da karakola gelmememin nedeni …’in aileme zarar vermesinden korktum. Ayrıca … sürekli beni takip ediyordu. … bana eşim …’i de sürekli takip ettiğini söyledi. Ben çekindiğimden kimseye de bu olaydan bahsetmedim. Bu nedenle tek başıma savcılığa ya da karakola gelemezdim. Telefon açmak da aklıma gelmedi.”,
Tutuklanması talebiyle sevk edildiği Sulh Ceza Mahkemesinde; “Maktulün cep telefonunda bulunan fotoğraflarda uyurken yarı çıplak olarak çekilmiş hamile kadın benim, yine fotoğraflardan bir tanesi de …’in kendi fotoğrafı ben bu fotoğrafları Savcı gösterdiğinde ilk defa gördüm ama çıplak fotoğraflarım olduğunu söylüyordu. Ben kendi isteğimle …’le birlikte olmadım onunla kaçmayı planlamadım. Onu öldürmeyi de önceden planlamadım, her şey son anda yine bana sahip olacak korkusu ile oldu, başını da o anki kendimi kaybetmemin etkisi ile kestim. Böyle bir şey yapmayı da planlamamıştım. Tüm yaşananlardan pişmanım, ben kendim dile düşerim diyerek polise, savcıya gitmekten çekindim ve olaylar buraya geldi.”,
Mahkemede; “Suçlamaları kabul etmiyorum, …’i eşimle evlendikten sonra tanıdım, …’i halamın kocası olarak tanırdım, iddianamedeki iddiaları kabul etmiyorum, yaşanan şeylerin hiçbirini gönüllü olarak yaşamadım, olay günü bana yeniden sahip olmasından korktum, geldiğinde beni götürmek istediğini söyledi, ben gitmek istemediğimi söyledim, ‘Ben seni buradan indireceğim’ dedi, ben de inmek istemedim, duvardan yukarı tırmandı, ip sarkıttım, ben daha sonra eve içeriye girdim, tüfeği aldım, av tüfeği sürekli bizim evde dururdu, yüksek bir yere duvara asılıydı, eşim ava gittiği için bizim evde dururdu, ben evlenmeden önce babamın tüfeği vardı daha önceden atış yapmıştım, evin küçük salonundan arkaya dolandım arka kapıdan çıktım, arkaya dolandım arkada yol vardı, … damda dinleniyordu, …’in saat kaçta geldiğini tam olarak hatırlamıyorum ama akşam 22.00 civarıydı köyde o gün düğün vardı ama kimin olduğunu bilmiyorum, bizim aileden kimse düğüne gitmemişti sadece kayınpederim kahvedeydi, kayınpederimi düğüne çağırmışlardı, kayınpederim kahveye gideceğim oradan düğüne gideceğim demişti, çocuklarım kaynanamın yanındaydı, kaynanam da kendi evindeydi, akşam ezanıyla hep beraber kayınvalidem kayınpederim çocuklarım ve kaynımla beraber yemek yedik, sonra bulaşıkları yıkadım, sonra cocuklar kaynanamla uyuyorlardı, ben yukarıya çıkmıştım, kaynım …’in tam olarak nerde olduğunu hatırlamıyorum, karanlıkta isabet gözetmeden önce bir el ateş ettim, o da bana bağırıp küfretti, sonra bana ateş etmek istedi herhâlde çünkü silahını çıkardı, ancak silahını eline alıp alamadığını görmedim silah kendisiyle beraber yere düştü, sonra ben içeriye girdim damdan ateş ettim, kasıklarına ateş ettim ama kaç el ateş ettiğimi hatırlamıyorum, bana küfrederek yerde sürünüyordu, … sürünerek kaçmaya çalıştı, sonra gittim baktım yanına hareket etmiyordu, yanına vardığımda yine ateş ettim ama tam olarak yüzüne denk gelip gelmediğini hatırlamıyorum, … beni köye kendisi anlattığı eşim anlattı diye de yalan söylediği için karanlıkta rastgele ateş ettim, yüzünü hedef almadım, kasıklarına bilerek ateş ettim, sonrasını hatırlamıyorum. köy meydanına silah omzumda bir vaziyette gittiğimi hatırlamıyorum. olaydan sonra eve gelmişim, kızım ağlıyordu ‘Anne ellerin kan olmuş’ dedi. Ben de ellerime baktım, ben de şoktaydım, ellerimde kan ve av tüfeği vardı, evde kimin olup olmadığını hatırlamıyorum, sonra Jandarmalar geldi. Evin ahşap olduğu doğrudur, yüksek sesle konuşulduğu zaman gürültü olduğu zaman aşağıdan duyulur. İlk olarak eşim 2012 yılının ocak ayında …’ya çalışmaya gittiğinde, meydana geldi. Ama olayı anlatmak istemiyorum, olayla ilgili Mahkemenize anlatmak istediğimi başkaca bir husus yoktur, pişmanım, insan namusu şerefi için …, yine olsa yaparım ama pişmanım. ‘Ferhat gibi dağları aşsam Şirin gibi yare kavuşsam’ şeklinde ‘Seni çok seviyorum, bugün çok yaramaz’ içerikli 28.06.2012 tarihinde …’in telefonuna gönderilen mesajı çekmedim, çektiğimi kabul etmiyorum, …’e beni ara diye çağrı bıraktığım doğrudur ancak çağrı bırakmadığıma kızdığı için çağrı bırakıyordum, … ilk eve geldiğinde çocuklar uyuyordu, uyanmadılar, …’le ilk tecavüz olayını hatırlamıyorum. …’e ‘Kocam gitti gel’ diye mesajlar atmadım, kapıyı kilitsiz bıraktığım iddiaları doğru değildir, ‘Eşin seni dövdü bana söylemiyorsun yüzündeki yara izini telefonuna çek bana gönder’ dedi, ben de çektim ama göndermedim, isteyerek göndermedim, …’in daha sonra caminin oraya gelip beni dövdüğü doğru değil, …’e niye dövdü diye sorduğunda ‘Ben seni söylediğin gibi eşim …’e seni sevmiyorum dedim o da bunun için dövdü’ dedim, hiç kimse dövmedi beni, hayvan biz tarladan gelene kadar ipini koparmıştı biz kaynanamla bağladık, hayvan boynuzunu gözümün altına vurduğu için yaralandım, olaydan bir gün önce telefona ‘Uyudun mu bebeğim kahveye gittim diyecektim ama neyse uyudunsa önemli değil’ içerikli mesajı okumadım, olayın olduğu gün saat 15.55’te ‘Bugün aramadın ne oldu nerelerdesin ara’ şeklinde mesajı okumadım, telefonum bendeydi, telefon sürekli bende durmuyordu, telefonu bana … vermişti, 3 gün bende duruyorsa 10 gün onda duruyordu. Yüzüne ateş etmekte amacım …’in bana söylediği yalanlar ve küfretmesinden, kasıklarına tecavüz yüzünden dolayı ateş ettim, yanına vardığımda hiç ses çıkarmıyordu hareket etmiyordu, boğazını kesmem ne kadar sürdü hatırlamıyorum, bir anlık öfkeyle oldu, önceden planlamadım, olaydan önce telefonla …’i evime çağırdığımı kabul etmiyorum. … bazen telefonu ve hattı değiştirerek bana sürekli telefon veriyordu, kaç tane verdiğini hatırlamıyorum, neden telefonu ve hattı değiştirdiğini bilmiyorum, …’in bana ilk ne zaman telefon verdiğini hatırlamıyorum, evden konuşamadığımız içine bana telefon verdi, telefonu ilk ne zaman verdiğini hatırlamıyorum. …’e ‘Seni seviyorum’ gibi sözler söylediğimi kabul ediyorum ama korktuğum için söyledim, …’den korktuğum için yalan söyledim, … sürekli tabancasıyla geliyordu, …’in tabancası küçüktü cebinde taşıyordu. Tabancayı 2012 yılının Şubat ayından sonra gördüm, her zaman tabancayla gelirdi yanıma, her ne kadar …’in telefon ve hattı 2010 yılında pancardan geldikten sonra zorla verdiğimi söylemiş isem de şimdi bu beyanımı kabul etmiyorum, ev telefonu kesildikten sonra bu telefonu … bana vermiş olabilir, kontörleri … alıyordu, bu telefonlarla 2010 yılından beri …’le konuştuğumu kabul etmiyorum, … bir sefer ev telefonundan aradı, … sürekli evden arayıp çaldırıp konuşmadan kapatıyordu, o arada kayınpederim geldi, dijital telefon yani aranan numarayı gösteren telefon taktırmıştı, kayınpederim sık sık konuşmadan aranan telefonlardan rahatsılık duydu ve telefonu değiştirdi, sonra …’in numarasını gördü, …’in numarası telefona kayıtlı olduğu için … olduğunu anladı, geri aradı neden arıyorsun dedi, o da tarlayı ekmemesi için aradığını söyledi, ancak bana göre öyle değildi, aslında benle görüşmek için arıyordu, hangi saatlerde ve hangi günlerde aradığını hatırlamıyorum. Yalvaç Devlet Hastanesine kürtaj olmak için annem … ile birlikte gittim ancak tarihini hatırlamıyorum, doktor eşimin imzası gerektiğini söyledi, ben de alamam dedim, 1 ayı geçtiğini 2. aya döndüğünü kürtaj yapamayacağını söyledi, eşinin imzası gerektiğini …’ya gitmem gerektiğini söyledi, sonra ben çıktım. … biz hastanedeyken yanımıza geldi, çocuğu aldırmamamı istedi, sonra benimle geleceksin dedi, … arabasıyla gelmişti, arabasının hangi renk hangi model olduğunu hatırlamıyorum, arabaya binip binmediğimi, …’in gözlüğünün takarak fotoğraf çektirip çektirmediğimi hatırlamıyorum, annem kimden hamile kaldığımı bilmiyordu, …’in bana tecavüz ettiğini bilmiyordu. Gözlük takılı fotoğraflardaki kişi benim, bu gözlük …’in gözlüğüdür, … gülmemi istediği için ben de güldüm, beni annemle ve çocuklarımla tehdit ettiği için ben de güldüm, bu fotoğrafların aynı gün çekildiğini düşünüyorum, fotoğrafın nerede çekildiğini hatırlamıyorum, hastane derken Yalvaç Doğum Hastanesini kastediyorum, araba hastanenin biraz aşağısında gibiydi, … bana arabanın hastanenin civarında olduğunu söylemişti, arabaya binip biraz gittik, yol ne kadar sürdüğünü bilmiyorum, … bana hastanenin arkasına gidiyoruz dedi, …’in amacı fotoğraf çektirmekmiş, beni …’in niye oraya götürdüğünü bilmiyorum, … sonra beni hastanenin oraya geri getirdi, biz …’le arabayla gittik, annem bizi görmedi, bu sırada annem ve çocuklarım nerede ne yaptıklarını bilmiyorum, sonra ben annemi telefonla aradım, Yalvaç merkezinde parkta oğlumla olduklarını söyledi, … beni tekrar hastaneye bıraktı, ben de yürüyerek parka gittim, Yalvaç merkezde apartmanın arasında bir parkta oturuyordu, annem nereye gittiğimi sordu, ben de sıra vardı beklediğimi söyledim, anneme …’le gittiğimi söylemedim, anneme günlerimin geçtiğini söyledim baktıracağımı söyledim, anneme hiç …’den bahsetmedim, anneme …’in tehditlerinden ve tecavüzünden de bahsetmedim, …’i hiçbir zaman ne savcıya ne polise ne de başkalarına söylemedim, şikâyet etmedim, yalnız kaldığım zamanlarda bile şikâyetçi olmadım, … beni takip ediyordu, benim yaptıklarımı benden fazla biliyordu, şikâyet etmek için hiç fırsat bulamadım, korktum. Bayramda misafirler gelmişti, çocuklar ‘A bu kadın böyle yapmış …’den hamile kalmış, oğlu … internete resimlerini koyacakmış,’ dediklerini ben de duydum, ilk kez 2012 yılında hangi ayda olduğunu hatırlamıyorum bayramda duydum, ben namusum için, adım çıkmasın diye şikâyetçi olmadığımı söylemiştim, dedikoduları sonradan duydum. Eşim 2012 yılının ocak ayında çalışmaya gitti. Eşim bayramdan önce 5-6 günlüğüne geldi, bir de bayramda geldi. Ben çok yalnız kalırdım eşim uzun süre …’da çalışırdı. Eşime çektiğim iddia edilen mesajların ben çekmedim, ben …’e kızdığım için mesajları attığımı söyledim ancak ben atmadım, telefon benim adıma kayıtlı ancak ben o hattı kendim almadım, bu mesajları …’in attığını düşünüyorum, eşimle beni ayırmak istediğini düşünüyorum. … mesajları babama göndermiş, kendi ailesine de bahsetmiş, eşim o zaman gelmedi. Bu mesajlardan sonra babamın evine gittim, 5-6 gün kaldıktan sonra eşim beni aradı, hattın bana ait olduğunu söyledi, ben de hat almadığımı söyledim, niye mesajları attığımı sordu, bende ispat edemeyince kızgınlıkla attığımı söyledim sonra şaka yaptım dedim, babam da benim attığıma inanmadı, kendi ailem beni dövmedi, kayınpederimle kayınvalidem de beni dövmedi, bu mesajlar yüzünden kayınpederim ve kayınvalidem beni kovmadılar, çocukları bırakıp babamın evine gittim, gerçekleri gösteremeyince çocukları yanıma almadım yalnız gittim, ben zaten çalışmaya gittiğimde de çocukları kayınvalidemde bırakırdım. Ben babamın evine eşimin kızgınlığı geçinceye kadar durmak için gittim. Ailemin bana sahip çıkmadığı iddiaları doğru değildir. Bu dedikodular çıktığında ve ilişkimiz olduğu iddia edildiğinde ben ilişkimiz olduğunu korktuğum için söyleyemedim. Bu olaylar nedeniyle …’in eşi … benimle hiç konuşmadı, … her şeyi başından beri biliyordu. …’ın bildiğini bizi gördüğü için biliyorum. Bizi pamuktayken gördü, biz sabah kalktık … banyoya gidecekmiş, … da suya gidecekmiş ben lavaboya gidiyordum sonra … üzerime doğru yürüdü, bana doğru ellerini kaldırdı, beni tutmak istedi, … beni tutacaktı, ben iterken geriye … geldi, benim onu ittiğimi … gördü, bizi uygunsuz hâlde görmedi. …’ın bayılıp bayılmadığını bilmiyorum işe gitmediği doğrudur, …’in çektiği fotoğrafların hiçbirisinden haberim yok, …’in hamile kaldıktan sonra göbeğimi çekip sonra mesaj atarak bebeğimizi çektim diyerek mesaj attığını kabul etmiyorum. Ben uyurken çekilirken fotoğrafları kabul etmiyorum, bana göstermiş olduğunuz fotoğraftaki mor kazak ve eşarp takılı bayan benim, yanımdaki siyah gömlekli ise …’dir. Bu fotoğrafın çekme olduğunu kabul etmiyorum bu zamanında ben bekârdım, …’in fotoğrafı ise en son hâli olabilir, fotoğraftaki benim yaşım bekârlık hâlim, o fotoğraftaki yaşımı tam olarak hatırlamıyorum ama vesikalık olarak babam çektirmişti, bu fotoğrafın emniyetin eline nasıl geçtiğini bilmiyorum. Ben bu suçu namusum için işledim, ortada kalma düşüncesi, kimsenin sahip çıkmasa ya da kullanıldığım hissiyle işlemedim, hamileliğimin herkes eşimden olduğunu biliyordu, ben kimseye söylemedim, aileme ve çocuklarıma bir şey yapılır düşüncesiyle korktuğum için Devlete başvurmadım ve kimseye bir şey söylemedim, Eşimin çalıştığı yerde …’in adamı varmış, beni tehdit etti, eşime zarar vermekle beni tehdit etti, ben de eşime zarar verilmesini istemedim, ben kendimi düşünmedim, eşimi ve çocuklarımı düşündüm. Tanık beyanlarını kabul etmiyorum, beyanların hepsi yalan,”
Şeklinde savunmada bulunmuştur.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
1- Sanık hakkında TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığı,
İnsanın dış dünyaya yansıyan davranışlarını esas alan ceza hukuku, onun davranışlarında iç dünyasının, o anki ruh hâlinin ve genel psikolojik özelliklerinin önemi bulunduğunu kabul ederek bu psikolojik durumlara belli bir hukuki değer vermektedir. Bu itibarla modern ceza hukuku sadece işlenen suçu değil, suçun işlenmesinde etkili olan nedenleri göz önünde bulundurarak cezalandırma yoluna gitmektedir (Devrim …, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Haksız Tahrik, AÜHFD, 2004, C. 54, s.225.).
Haksız hareketin kişi üzerinde ve onun psikolojik aleminde bir tepki doğuracağını kabul eden modern ceza hukuku, failin bu durumunu değerlendirmekte, cezai sorumluluğunu azaltan bir sebep olarak görmektedir. Failin bu subjektif durumuna önem veren çeşitli ülkelerin ceza kanunlarında, failin cezasında belli oranlarda indirim yapılması esası kabul edilmiştir (M. Muhtar Çağlayan, Yargıtay İçtihatları Işığında Haksız Tahrik üzerine Bir İzah Denemesi, Adalet Dergisi, Ocak –Şubat, 1982, S.1, s.14.).
Bu düşünceden hareketle 5237 sayılı TCK’nın 29. maddesinde de haksız tahrik;
“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir” şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak kabul edilmiştir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış kararları ile öğretide de kabul gören görüşler doğrultusunda haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,
b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
c) Failin işlediği suç bu ruhsal durumunun tepkisi olmalı,
d) Haksız tahrik teşkil eden eylem mağdurdan sadır olmalıdır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, 765 sayılı Kanun’da yer alan “ağır – hafif tahrik” ayırımına son verilerek; tahriki oluşturan eylem, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilip, sanığın iradesine etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle, maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda cezasından indirim yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlememesi önemlidir. Mağdur ya da ölenden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir.
Yerleşmiş yargısal kararlarda kabul edildiği üzere, gerek fail, gerekse mağdurun karşılıklı haksız davranışlarda bulunması hâlinde, tahrik uygulamasında kural olarak, haksız bir eylem ile mağduru tahrik eden fail, karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kaldığını ileri süremez. Ancak maruz kaldığı tepki, kendi gerçekleştirdiği eylemle karşılaştırıldığında aşırı bir hâl almışsa, başka bir deyişle tepkide açık bir oransızlık varsa, bu tepkinin artık başlı başına haksız bir nitelik alması nedeniyle fail bakımından haksız tahrik oluşturduğu kabul edilmelidir.
Karşılıklı tahrik oluşturan eylemlerin varlığı hâlinde, fail ve mağdurun biri diğeri yönünden tahrik oluşturan bu haksız davranışları birbirlerine oranla değerlendirilmeli, öncelik-sonralık durumları ile birbirlerine etki-tepki biçiminde gelişip gelişmediği göz önünde tutulmalı, ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı, buna göre; etki-tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, failin başlangıçtaki haksız davranışına gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması hâlinde, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir.
Evrensel bir ceza hukuku temel ilkesi olan “kuşkudan sanık yararlanır” prensibi uyarınca bir olayda ilk haksız hareketin sanıktan mı, yoksa maktul ya da mağdurdan mı kaynaklandığının her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanamaması hâlinde, oluşan kuşku sanık lehine yorumlanarak sanığın TCK’nın 29. maddesindeki haksız tahrik hükmünden yararlandırılması gerektiği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmadığı açık ise de bu kabulün dosya kapsamından anlaşılan olayın gerçekleşme biçimine, somut olayın özelliklerine ve hayatın olağan akışına uygun düşmesi zorunluluğu karşısında her olayın kendine özgü koşulları değerlendirilerek bir sonuca varılmalıdır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Maktul …’in 1977 yılında … ilinin Yalvaç ilçesine bağlı Koruyaka köyünde doğduğu, 1996 yılında katılan … ile evlendiği, bu evlilikten iki çocuğunun bulunduğu, annesi katılan … ve ailesiyle birlikte ikamet ettiği, çiftçilik yaparak geçimini temin ettiği, bahar ve yaz aylarında da çeşitli illerde çalıştırılmak üzere köy halkından tarım işçileri temin ettiği, tarlada çalışan işçilere çavuşluk yaptığı, sanık …’ın ise 1986 yılında Yalvaç ilçesine bağlı Koruyaka köyünde doğduğu, 2006 yılında görücü usulüyle teyzesinin oğlu … ile evlendiği, bu evlilikten 5 ve 3 yaşında iki çocuğunun bulunduğu, maktul …’in sanığın kocası …’in halasının eşi olduğu, sanık …’in Koruyaka köyünde kayınvalidesi ve kayınpederinin alt katında ikamet ettikleri yığma taş ve ahşaptan yapılı evin üstünde küçük bir odada eşi ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı, sanığın eşi …’ın yaz aylarında … ilinde otellerde ve mermer ocaklarında çalışmaya gittiği, maktul …’in 2010 yılının bahar aylarında … ilinin Polatlı ilçesine bağlı bir köyde, pancar ekili tarlanın çapasında çalışmak üzere kendi eşi …’in yanı sıra Koruyaka köyünden kimi komşuları ile sanık …ve …’in kayınbiraderi …’ı Yalvaç’tan Polatlı’ya götürdüğü, gündüzleri tarlada çalışıp akşamları boş bir evde kaldıkları, maktul …, …’in eşi …, sanık … ve …’in kayınbiraderi …’in aynı odada yatıp kalktıkları, birlikte yemek yedikleri, diğer işçilerin ise farklı odada kaldıkları, Polatlı’ya çalışmaya gittikten bir süre sonra maktul … ile sanık …’in yakınlaşmaya başladıkları, sanık …’in maktulün …’in çayını ve yemeğini hazırladığı, elbiselerini yıkadığı, yatağını yaptığı, sık sık gülüşüp şakalaştıkları, maktulün sanığa öpücük gönderdiği, sanığın da maktule aynı şekilde karşılık verdiği, tanık …’nün bu durumu gördüğü ve durumu annesi …’ye de anlattığı, sanık ve maktulün köylüsü ve komşuları olan diğer işçilerin her ikisi de evli ve çocuklu olan maktul ve sanığın bu yakın ilişkisinden rahatsızlık duydukları, durumu maktulün eşi …’e “Senin kocan yanlış yapıyor, bu ikisi birbirinin elini tutuyor, bunlar öpüşüyorlar.” dedikleri, …’ın da bunu sanık ve maktule sorduğu ancak her ikisinin de bu durumu inkâr ettikleri, maktulün sanıkla olan ilişkisini gizlemeye yönelik tedbirler aldığı, bu maksatla Polatlı’ya çalışmaya götürdüğü işçileri Yalvaç’a dönmeden hemen önce yaşananları Yalvaç’ta kimseye anlatmamaları hususunda tembihlediği, Polatlı’daki tarla çapalama işini bitirerek memleketlerine döndükten sonra da sanıkla maktul arasındaki yakınlaşmanın sürdüğü, maktul …’in, olaydan yaklaşık bir buçuk ay önce yakın arkadaşı tanık … ile içki içtiği sırada …’a, “… ile pancar tarlasında bulundukları sırada öpüştüklerini, pancardan geldikten sonra da …’in eşi …’in evde bulunmadığı bir gün kendisini evine çağırdığını, kendisinin de evin arka kısmında bulunan kapıdan içeri girdiğini, … ile ilk kez o gün cinsel ilişkiye girdiklerini, …’in eşi … evde bulunmadığı zamanlarda kendisini çağırdığını ve cinsel ilişkiye girdiklerini” söylediği, 2010 yılının güzünde maktul …’in pamuk toplamada çalıştırılmak üzere sanık …, …’in eşi …, kayınpederi…, kayınbiraderi … yanı sıra kendi eşi …’ın da içlerinde bulunduğu bir grup işçiyi …’ya götürdüğü, işçilerin gündüz tarlada çalıştıkları, akşamları da bir evin alt katında hep birlikte kaldıkları, bir sabah maktul …’in eşi …’ın işçilerin banyo yapmak için kullandıkları bölüme …’i çağırmaya gittiğinde maktul …’i yarı çıplak bir hâlde sanık … ile öpüşürken gördüğü, bu olaydan bir gün sonra katılan …’ın …’e “Bak …, sen yabancı değilsin, kardeşimin gelinisin, beni de yakarsın, kendini de yakarsın, ne olur 16 yaşında oğlum var, 11 yaşında kızım var, yapma, benim yuvamı da kendi yuvanı da yıkma, ben bunu sineye çekerim.” dediği, sanık …’in de, “Tamam hala söz bir daha yanlış yapmayacağım.” dediği, …’ın aynı şekilde maktul …’i de uyardığı, ancak aradan 3-4 gün geçtikten sonra katılan …’ın, sanık … ve maktul …’in birbirlerinin elinden tutarak ıssız yerlere gittiklerini gördüğü ve eşi maktul …’e “Niye böyle yapıyorsunuz?” dediği, maktulün de “Elimden gelmiyor, çok seviyorum.” diye cevap verdiği, katılan …’ın maktule “Beni istemiyorsan, boşanırım, sana istediğin kızı bulman için yardımcı olurum, ancak bu kardeşimin gelini bununla olmaz bundan uzak dur, ikinizin de çocukları var,” dediği, maktulün de “Bitirmeye çalışacağım.” diye karşılık verdiği, pamuk tarlasındaki birkaç aylık çalışmanın ardından tüm işçilerin Koruyaka köyüne döndükleri, köye geldikten sonra da sanık … ile maktul …’in sanık … ile önceleri …’in kayınpederi … üzerine kayıtlı sabit telefonundan ardından ise maktulün alıp sanık …’e verdiği cep telefonu ile görüşmeyi sürdürdükleri, bu görüşmelerde maktul ile sanığın birbirlerine “Canım, cicim, seni seviyorum” şeklinde sözler sarf ettikleri, kimi görüşmeleri tanık …’ın da işittiği, katılan …’ın 2012 yılının ocak ayında maktul …’in cep telefonunu alarak incelediği sırada, telefonda “Mavilim” ismiyle kayıtlı bir kişi ile maktulün sık sık görüştüğünü, telefonda sanığın çok sayıda fotoğrafının kayıtlı olduğunu gördüğü, sanığın eşi …’in 2012 yılı ocak ayında … ilinin Demre ilçesinde bulunan bir mermer ocağında çalışmak üzere Koruyaka köyünden ayrıldığı, sanığın ise çocukları ile birlikte kayınpederi …’ın evinin üst katında kaldığı, maktulün 5-6 günde bir sanık … ile haberleşerek …’in evine geldiği ve … ile cinsel ilişkiye girdiği, sanık …’in, maktul … ile cinsel ilişkiye girdiği şubat ayında hamile kaldığı, ancak sanık …’in eşine ve ailesine ocak ayında eşi …’den hamile kaldığını söylediği, maktul öldürülmeden yaklaşık üç ay önce eşi katılan …’ın, …’in cebinde sanık …’in, …’in gözlüğünü takarak …’e ait Toyota marka aracın içinde ve yanında gülerken çekilmiş fotoğraflarını gördüğü, durumu maktule sorduğunda maktulün katılana “Benim üç yıldır … ile ilişkim devam ediyor, … kocası olmadığı zamanlarda beni arar, onunla birlikte oluruz, ben onu seviyorum, ondan ayrılamıyorum, ayrıca benim ondan çocuğum olacak, kendisi çağırıyor, ben çağrı atınca kapıyı açıyor, …’i unutamam onda benim çocuğum var, ben yaptığım şeyin arkasında dururum, beni vazgeçirmeye çalışmayın, onu getireceğim, ona da bakacaksınız, gerekirse …’a veya …’ya alır giderim, ya da Yalvaç’tan ev tutarım.” şeklinde sözler sarf ettiği, 4 Temmuz 2012 tarihinde saat 16.55’te sanık …’ın adına kayıtlı … numaralı telefon hattından sanığın eşi …’ın kullandığı … numaralı telefon hattına “Hayır ne zaman altınları ettirirsen, beni bu kahpe anandan, şerefsiz babandan kurtardın o zaman sana karılık yaparım, değilse benden sana karı olmaz, bu sene evin ustasına kalfa durdum, o da beni istediği gibi kullandı, harç kar şunu ver, bunu getir yanından hiç ayırmadı, sen adam olsaydın bunlar olmazdı bir de para çekip gönderdin, evin tapusunu bana yaptır, madem sana karı olayım yarın bize y…ğını verirler ben sana anca bunları yapar benden bir şey istersin eve telefon edip bunları söylemeni istiyorum, hemen akşam konuştuğumuzu da söylemezsin bu telefonu da atacan kartı da birde arama; çocuk tam beş aylık oldu sen gideli kaç ay oldu hesapla ona bakıtcaktım Yalvaça bile göndermediler ocakta gittin değilmi senin değil o da benim, hadi sen bundan sonra ananla konuşursun akşam görücen deye bilcek misin”; saat 17.22’de “Sen nası anlıyorsan öyle, beni artık gelen de s..yor giden de, biliyorsun hayranım çok akşam benim istediklerimi babangile söylemezsen sana söyledim benden sana yar olmaz, sen daha iyisini bulursun, gelme konusuna gelince yaparsan dediğimi, sana o zaman söylerim gelip gelmeyeceğini, yapmazsan hiç zahmet etme, geldiğin gün her şey biter zaten biliyorsun sevmiyorum, fazla şansını zorlama, telefon çekmiyor, … Kocası dövdü diye kaçtı gitti, bir ben olmam ayrılacak, beni gelen de s..ti giden de, ben sana demedim mi çocuk senden değil diye, sen benim dedin, sen korunmuyor muydun, zaten bana yazacaklarını yaz akşam bakarım kararını söyle beni bu şekil kabul ediyorsan babangile resmen ev istemediğimi, altınları ettirip buradan gideriz yalnız sana anca bu kadar karı olurum s…dim, ezildim yaktı dedemgil beni öte tarafta alırım hakkımı” içerikli mesajlar çekildiği, …’ın neden kendisine bu şekilde mesajlar gönderdiğini sorduğu sanığın da “Sinirlendim yazdım” şeklinde cevap verdiği, bu nedenle … ile eşi sanık …’in telefonda tartıştıkları, sanık …’in babası …’ın evine gittiği, yaklaşık iki hafta sonra sanık …’in kayınvalidesi …’in, …’nın evine giderek …’i evine geri getirdiği, …ı’nın ikinci günü maktul …’in eşi … ve ablası …’ya, …’in kendisine “Beni dövdüler gel hâlime bak, beni götür artık dayanacak gücüm kalmadı, bana çok eziyet ediyorlar, beni götür.” dediğini aktardığı, olay akşamı tanık … ile içki içen maktul …’in …’a yetiştirip sattığı danalardan alacağı olan yaklaşık 9.000.00 TL ile taksi kiralayacağını ve sanık …’i …’a götüreceğini, buna … ile birlikte karar verdiklerini söylediği, …’ın da maktul …’e “Çoluğun, çocuğun ne olacak?” dediği, maktul …’in ise “Ok yaydan çıktı.” diye cevap verdiği, maktul …’in telefonla sanık …’i saat 21.38’de aradığı ve sanıkla 906 saniye süren bir görüşme yaptıkları, maktulün son birkaç aydır yanında taşıdığı tabancayı yanına alarak saat 22.00 sıralarında sanık …’in evinin kuzey kısmında yer alan açıklık alana geldiği ve sanığın evinin dam kısmında bulunan ipe sarılarak eve tırmanmaya başladığı, sanık …’in evde bulunan bıçak ile ruhsatlı av tüfeğini alarak evin dam kısmına çıkan maktule yaklaşık 6 metre mesafeden nişan alarak iki el ateş ettiği, saçmaların maktulün …’in beline ve kalçasına isabet ettiği, sırtüstü yere düşen sanığın sürünerek kaçmaya çalıştığı, maktulün yanına giden sanığın av tüfeğini maktulün kasıklarına dayayarak iki el, bir el de maktulün başına ateş ettiği, maktulün yaşamını kaybetmesinden sonra bıçağını çıkararak maktul …’in başını gövdesinden ayırdığı, elindeki bıçağı maktulün göğsüne sapladığı, maktulün başını eline alıp, av tüfeğini omzuna astıktan sonra köy meydanında bulunan kahvenin önüne gittiği, maktulün başını köy meydanına atarak “İşte namusumla oynayanın kellesi, benim arkamdan konuşmayın” diyerek eve döndüğü anlaşılan olayda;
Maktulün annesi katılan …, maktulün eşi …’in beyanları ile maktulün samimi arkadaşları … ve …’in ifadeleri ve yine sanık ve maktulle birlikte tarım işçiliği yapan tanıklar …, … ve …’ın anlatımları, sanığın maktul tarafından çekilmiş maktulün güneş gözlüğünü takıp gülerken çekilmiş fotoğrafı, sanıkla maktul arasında 3 yıla yayılan telefon görüşmeleri, 2012 yılında gerçekleşen 114 saat 47 dakika 33 saniyelik toplam konuşma süresi, sanık ve maktul arasındaki görüşme ve mesajlaşmalarda “Seni seviyorum, canım” gibi sevgi içeren samimi sözlerin kullanıldığına ilişkin iletişim kayıtları ve buna ilişkin katılan … ile tanık …’ın beyanları, sanık …’in de bu tür sözleri sanıktan korktuğu için söylediğine ilişkin tevilli ikrarı bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde, sanık …’in maktul …’in birkaç yıl boyu süren sistematik tecavüzüne uğradığı için maktulü öldürdüğü yönündeki cezadan kurtulmaya yönelik soyut iddiadan ibaret savunmasına itibar edilemeyeceği, maktulden kaynaklanarak sanığa yönelen haksız bir fiil bulunmayan olayda, sanığın rızaya dayalı maktulle yaşadığı cinsel birlikteliğin sanık lehine haksız tahrik hükmünün uygulanmasına yol açmayacağının da anlaşılması karşısında sanık hakkında TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, bu uyuşmazlık konusu yönünden haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Maktul …’in iş çavuşluğu yaptığı, maktulun iş çavuşu olarak uzaktan akrabası ve kendisinden yaşça küçük olan sanık …’ı başka illerde tarlada çalışmak üzere işe aldığı, maktulun işçi çavuşu olması nedeniyle işçisi olan sanık üzerinde otorite sahibi olduğu, bu anlamda maktulun, sanığın çalışacağı tarlayı, yapacağı işi, kalacağı yeri belirleme yetkisi olduğu, maktulun evli olup ailesinden ayrı olan sanık …’in üzerindeki nüfuzunu kötüye kullanarak çalışma ortamında sanık …’in kabul etmemesine rağmen ona duygusal/cinsel anlamda yakınlaştığı, bu durumun dosyada tanık olarak diğer işçiler tarafından da doğrulandığı, maktulun ısrarlı davranışları sonucu, yakınlaşmaya rızası bulunmayan sanık ile maktulun arasında maktulun nüfuzunu kullanmasından kaynaklı cinsel birliktelik başladığı, maktul ile sanık arasındaki bu birlikteliğin ikamet ettikleri köyde yaklaşık üç yıl boyunca devam ettiği, maktulun zaman zaman sanığın eşinin çalışma amacıyla köy dışına gittiği sıralarda sanığın evine giderek orada sanıkla birlikte oldukları, sanığın ısrarla maktule kendisini köyden alıp …’a götürmesini orada birlikte yaşamalarını söylemesine, maktulun de bunu kabul etmekle beraber maktulun sürekli olarak sanığı oyalayıp …’a gitme durumunu ertelediği, bu arada sanığın maktulden hamile kaldığı, sanığın hamileliğinin ilerlediği ve dışarıdan bakıldığında anlaşılabildiği, maktulun köy içerisinde ulu orta sanıkla ilişkisi olduğu yönünde konuşmalar yaptığı, sanık ile maktul arasındaki gayri meşru bu ilişkinin maktulun konuşmaları sonucu köyde olan herkes tarafından öğrenilmesi üzerine dedikodu mahiyetinde konuşmalar başladığı, bu konuşmaları sanık, sanığın eşi ve ailelerinin de duyup öğrendiği, hatta sanığın eşinin sıklıkla il dışında olduğu için sanığın hamileliğinin maktulden olduğunun dahi konuşulduğu,
Sanık ve maktulun ikamet edip yaşadıkları küçük köy hayatının kapalı ve tutucu ortamında sanık ve maktulun her ikisinin de evli ve çocuklu olmaları nedeniyle bu ilişkinin toplum tarafından kabul görmemesi, bu anlamda sanığın köyde kimsenin yüzüne bakamayacak duruma gelmesi, ilişkinin, sanığın işçi çavuşluğu ve yaşça büyük olması şeklindeki nüfuzunu uzaktan akrabası olan sanık aleyhine kötüye kullanarak başlamış olması, maktulun sanığı …’a götüreceğini söylemesine rağmen sanığı oyalayarak götürmemesi, maktulun sanıkla ilişkisi olduğunu köy içerisinde gizli tutmayıp konuşup yayması, sanığın hamile olduğunu öğrendiğinde çocuğu hamileliğin ilerlemiş olması nedeniyle aldıramaması,
Hususlarının, yoğunluklu olarak maktul tarafından sanığa yönelik bir haksızlık içerdiği ve sanığın maktulden kaynaklanan kendisine yönelik haksızlık içeren bu davranışların etkisi ile içinde bulunduğu açmazdan kurtulamadığı ve maktulu dosyaya yansıyan şekilde öldürdükten sonra köy meydanına gidip, maktulun kafasını köylülerin önüne atarken söylediği “işte namusumla oynayanın kellesi, benim arkamdan konuşmayın” şeklindeki sözlerin sanığın maktulden kaynaklanan kendisine yönelik haksızlık içeren davranışlarının sonucundaki tahrik altındaki ruh halini gösterdiği dolayısıyla sanığın maktulu öldürme eyleminde sanık lehine tahrik hükümlerinin uygulanması gerekirken, olayda tahrik hükümlerinin uygulanmamasına dair sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.”,
Aynı uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanması gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanık hakkında TCK’nın 62. maddesi hükmünün uygulanmamasının isabetli olup olmadığı,
5237 sayılı TCK’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasında;
“Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” hükmü getirilmiş, bu düzenleme ile işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması, böylelikle suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak yaptırımın haklı ve ölçülü olması gerektiği de göz önünde bulundurulacağı hüküm altına alınmıştır.
Suçların gerçekleştirilme şekilleri birbirinden farklı olduğu gibi, faillerin kişisel özellikleri, sosyal ve psikolojik hâlleri de birbirinin aynı değildir. Bu nedenle, fiil ile karşılığı olan yaptırım arasında bir denge kurulabilmesi ve cezanın bu suretle belirlenebilmesi bakımından hâkime bazı hususları göz önünde bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. Buna göre hâkim, 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesine göre; işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırları arasında temel cezayı takdir ederken, “suçun işleniş biçimini, suçun işlenmesinde kullanılan araçları, suçun işlendiği zaman ve yeri, suç konusunun önem ve değerini, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, failin güttüğü amaç ve saiki” göz önünde bulunduracaktır. Ancak, fiil ve faillerdeki farklılıklar karşısında, cezanın bu yöntemle takdir edilmesi hâlinde dahi, yaptırımın tam olarak belirlendiğinden ve bireyselleştirildiğinden söz edilemez. Bu itibarla, cezanın gerek toplum gerekse fail açısından etkili ve tatminkâr olabilmesi, yasal nedenler dışında da hâkime takdir hakkının verilmesiyle mümkün olabilir.
Nitekim 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Takdiri indirim nedenleri” başlıklı 62. maddesinde;
“Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir. Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir”,
Şeklindeki düzenleme mülga 765 sayılı TCK’nın 59. maddesindeki;
“Kanuni tahfif sebeplerinden ayrı olarak mahkemece her ne zaman fail lehine cezayı hafifletecek takdiri sebepler kabul edilirse ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası yerine müebbet ağır hapis ve müebbet ağır hapis yerine 30 sene ağır hapis cezası hükmolunur, diğer cezalar altıda birden fazla olmamak üzere indirilir”,
Biçimindeki düzenleme ile temelde aynı olmakla birlikte, ikinci fıkra yönünden kısmen farklıdır.
5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinin ikinci fıkrasında takdiri indirim nedenleri sayıldıktan sonra “gibi” denilmek suretiyle takdiri indirim nedenlerinin kanunda sayılanlarla sınırlı olmadığı, aksine bunların örnek olarak sayıldığı açıkça vurgulanmıştır. Burada sayılan “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri” gibi nedenler, uygulamada hâkimi sınırlayıcı değil, yol gösterici nitelikteki gerekçelerdir. Bunun sonucu olarak da 5237 sayılı TCK’nın, tıpkı mülga 765 sayılı TCK’da olduğu gibi takdiri indirim nedenleri yönünden sınırlayıcı sistemi değil, serbest değerlendirme sistemini benimsediği kabul edilmektedir.
Serbest takdir sisteminin bir gereği olarak da olayda sanık yararına takdiri indirimin uygulanmasını gerektiren nedenlerin varlığını veya yokluğunu belirleme yetkisi yargılamayı yapan hâkime ait olacaktır. Zira yargılama süreci boyunca maddi gerçeğe ulaşma ve adaleti sağlama yolunda çaba harcayan hâkim, sanığı birebir gözlemleyen ve bu bağlamda takdiri indirim nedenlerinin varlığı ya da yokluğunu en iyi tespit edebilecek konumdaki kişidir. Hâkim; “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri”nin yanında, her somut olaya göre değişebilecek ve önceden öngörülemeyecek nedenleri de birlikte değerlendirerek, bu hususta hak, adalet ve nasafet kurallarına uygun biçimde uygulama yapacaktır.
07.06.1976 tarihli ve 3-4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile bu doğrultudaki birçok Ceza Genel Kurulu kararında açıkça vurgulandığı üzere; kanun koyucu, hâkime takdiri indirim hükmünün uygulanması konusunda geniş bir takdir yetkisi tanıyarak, uygulamada çıkabilecek olan ve önceden öngörülme imkânı bulunmayan çeşitli hâlleri kapsayacak bir kalıp bulmanın zorluğu karşısında, hâkimin bu yetkisini sınırlamaktan özenle kaçınmış, bu tavrını 5237 sayılı TCK’da da devam ettirmiştir.
Ancak, hâkimin bu konudaki takdir yetkisi sınırsız değildir. Bütün kararlarda olduğu gibi takdiri indirimin uygulanmasına veya uygulanmamasına ilişkin kararlar da gerekçeli olmalıdır. Bununla birlikte gösterilen gerekçelerin hak, adalet ve nasafet kuralları ile dosya içeriğine uygunluğunun Yargıtay denetimine tâbi olacağında da şüphe bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 141. ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının gerekçeli yazılması zorunludur. Gerekçe, verilen hükmün dayanaklarının akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun olarak izah edilmesidir. Yasal ve yeterli olmayan, dosya içeriğine uymayan bir gerekçeyle karar verilmesi hem kanun koyucunun amacına uygun düşmeyecek, hem de tarafları tatmin etmeyerek keyfiliğe yol açacaktır.
Bu açıklamalar ışığında ikinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Maktul ile üç yıl boyunca karşılıklı rıza doğrultusunda birliktelik yaşayan ve olay gecesi av tüfeği ile 5 isabetle öldürdüğü maktulün başını kesip gövdesinden ayırdıktan sonra, suçta kullandığı bıçağı maktulün göğsüne saplayıp, maktulün kesik başını 200 metre uzaktaki köy meydanına götürerek kahvehane önüne savurduktan sonra evine geri dönen sanık …’la ilgili olarak, yargılamanın yürütüldüğü Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesinin “Tanık olarak beyanları alınırken sanığın taşkın tavırlar sergileyerek tanıklar, katılan … ve katılanlar vekiline yönelik çıkışarak bir şeyler söylemiş ve ifadelerin alındığı sırada birçok kez Mahkeme heyetine karşı gülerek gayriciddi bir tutum sergilemiş, yargılamalar boyunca olumsuz hâl ve tutum içinde bulunmuştur” şeklindeki tespitleri de dikkate alındığında; işlediği fiiller ile Kanunda yazılı karşılığı olan yaptırım arasında bir denge kurulabilmesi ve cezanın bu suretle belirlenebilmesi ve yine cezanın gerek toplum gerekse fail açısından etkili ve tatminkâr olabilmesi maksadıyla 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinde hâkime tanınan takdir hakkının somut olayın özellikleri ve sanığın eyleminin ağırlığı gözetildiğinde lehe uygulanma yeri bulunmadığı, 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinin de bir atıfet maddesi olmadığı hususu birlikte değerlendirildiğinde “…sanığın fiilden sonraki olumsuz tutum ve davranışları olarak mahkememizce kabul edilmiş ve sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinde yer alan takdiri indirim nedenlerinin uygulanmasına yer olmadığı vicdani kanaatine varılmıştır.” şeklindeki gerekçeyle sanık hakkında takdiri indirim hükmünün uygulanmamasına karar veren Yerel Mahkeme kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanık hakkında TCK’nın 62. maddesinde düzenlenen takdiri indirim hükmünün uygulanması gerektiği düşüncesiyle;
Her iki uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri; …, … ve … “Haksız tahrik kişinin haksız bir / birkaç fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi halinde ceza sorumluluğunu azaltan ‘ceza indirim’ nedenidir. Haksız tahrikin şartları TCK’nın 29. maddesinde belirlenmediğinden uygulamada Yargıtay kararlarıyla belirlenmiştir. Bunlar:
1- Haksız tahrik oluşturan bir fiil bulunmalıdır. Bu fiil, Mağdurdan sanığa yönelmeli ve somut bir fiil niteliğinde olmalıdır.
2- Haksız tahrik oluşturan fiil ‘haksız bir fiil’ olmalıdır. Mağdurdan sanığa yönelen fiil haklı bir nedene dayanmamalıdır. Bunun tespiti de her somut olay için ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
3- Haksız hareket sanığa yönelmeli ya da sanıkta öfke veya elem yaratacak nitelikte olmak kaydıyla yakınlarına yönelmiş olmalıdır.
4- Fail haksız hareketin öfke ve şiddetli eleminin etkisi altında kalmalıdır. Sanığın kendi şartları değerlendirilerek ondan öfke veya şiddetli elem meydana gelip gelmediği somut olaya göre belirlenmelidir.
5- İşlenen suç, sanıkta oluşan öfke veya şiddetli elemin oluşturduğu ruhi durumun sonucu olmalıdır.
Yerleşik yargısal kararlarda kabul edildiği üzere mağdur ve failin karşılıklı haksız davranışlarında etki tepki oranına bakılmalı ve haksızlıkların sürekliliği önem kazanmaktadır.
Somut olayın değerlendirilmesinde 20 yaşlarında 2 çocuk sahibi köy yerinde genç bir gelin olan sanığın eşi de çalışmak için başka şehirlerde iken kayınbiraderi ile tarla işlerinde çalışmak üzere gönderildiği ve yatılı kaldıkları yerde akrabası olan ve kendisinden 10-15 yaş büyük evli ve çocuklu maktulün kendisine gösterdiği yakınlığın etkisinde kalarak gönül ilişkisine girdiği ve ileri boyutta köye döndükten sonra da ilişkiyi devam ettirdiği sabittir. Ancak bir süre sonra maktulden hamile kalan sanığın durumunun etraftan duyulması üzerine sanık açısından sıkıntılı bir dönemin başladığı, maktulün kendisini başka bir ile/ ilçeye götürüp ayrı bir hayat kuracağına dair süre gelen sözlerine inandığı, ancak hamileliğin ilerlemesiyle hakkındaki konuşmaların yaygınlaştığı, maktulün ise sanıktan cinsel yönden istifadeye devam ettiği, ilişkilerini etrafta konuştuğu ve son gün yine geceleyin bu sebeple sanığın evine girmeye çalışırken sanık tarafından av tüfeğiyle vurulup öldürüldüğü, akabinde genç ve hamile bir kadın olan sanığın maktule yönelen öfkesini ve yaşadığı şiddetli elemini gösterir şekilde başını keserek köy meydanına omzunda tüfekle getirip, ‘namusum hakkında konuşanların sonu budur’ diyerek attığı; olaydan haksız tahrikin etkisi altına kaldığının kabulü ile cezasından TCK’ nın 29. maddesi uyarınca olaya uyan makul bir tespitle indirime gidilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan;
Serbest takdir sisteminin gereği olarak olayda, sanık yararına takdiri indirimin uygulanmasına dair nedenlerin varlığını takdir yetkisi yargılamayı yapan hakime ait olmakla birlikte, Anayasanın 141. ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının denetime imkan verecek ve dosya içeriğiyle uyumlu olacak şekilde gerekçelendirilmesi zorunlu olduğundan, susma hakkı olduğu kadar kendisi aleyhine olacak hususlarda açıklama yapmama hakkına da sahip olan sanığın olayı tek başına yapmadığına dair şüphe ile yeterli gerekçe göstermeden ceza takdirinde TCK’nın 62. maddesinin uygulanmamasını haklı ve yerinde görmediğimizden;
Sanık hakkından verilen cezanın onanması yönündeki özel Daire kararına yönelen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulü gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Bu itibarla her iki uyuşmazlık yönünden de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının her iki uyuşmazlık konusu yönünden REDDİNE,
2- Sanık hakkında verilen ceza miktarı ile sanığın tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alınarak sanık müdafisinin tahliye talebinin REDDİNE,
3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 22.06.2021 tarihinde yapılan müzakerede (1) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğuyla, (2) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 06.07.2021 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

SAĞLIK İÇİN TEHLİKELİ MADDE TEMİN ETME – TAKSİRLE YARALAMA- TEVİLLİ İKRAR

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
2020/22540 E. , 2021/9399 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suçlar : 1- Sağlık için tehlikeli madde temin etme 2- Taksirle yaralama
Hüküm : 1- Mahkûmiyet (Sanık … hakkında sağlık için tehlikeli
madde temin etme suçundan)

Dosya incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

A) Sanık … hakkında taksirle yaralama suçundan verilen beraat hükmünün temyiz incelenmesinde:

Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin yargılama sonuçlarına uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre, katılan vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükümlerin ONANMASINA,

B) Sanık … hakkında taksirle yaralama suçundan verilen beraat hükmünün temyiz incelenmesinde:

Çocuk olan mağdur …’ın tüm aşamalarda değişmeyen anlatımlarında, kendisine torpil diye tabir edilen patlayıcı maddeyi satan kişinin sanık … olduğunu beyan ettiği, tanık …’ın da aşamalardaki beyanlarında torpili mağdur çocuk ile birlikte sanık …’den aldıklarını belirttiği, sanık …’nin bizzat …’a değil ancak yanındaki çocuğa sattığı şeklinde tevilli ikrarda bulunduğu, sanık …’nin de satış yapılan dükkanı kendisinin işlettiği ancak olay günü dükkana babası …’nin baktığını ve dükkana bir defaya mahsus satmak üzere torpil aldığını beyan ettiği, dosya içeriğine, mağdurun ve tanığın anlatımına, olayın oluşumuna uygun olmayan gerekçe ile sanığın mahkûmiyeti yerine yazılı şekilde beraatlerine karar verilmesi,
Yasaya aykırı, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün BOZULMASINA,

C) Sanık … hakkında sağlık için tehlikeli madde temin etme suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün incelenmesinde:

Sağlık için tehlikeli madde temin etme suçunun 5237 sayılı TCK’nın ikinci kitabının “topluma karşı suçlar” başlıklı üçüncü kısmının “kamunun sağlığına karşı suçlar” başlığını taşıyan üçüncü bölümünde düzenlenmiş olması; belirtilen özelliği gereğince, şikayetçinin CMK’nın 237. maddesi uyarınca mağdur veya suçtan zarar gören sıfatıyla bu suçlarla ilgili davalara katılma ve hükmü temyiz etme hakkının olmadığı anlaşıldığından, şikâyetçi vekilinin temyiz inceleme isteğinin reddi ile sanığın temyiz istemine hasren yapılan incelemede;

5237 sayılı TCK’nın 194. maddesinde düzenlenen sağlık için tehlikeli madde temin etme suçunun konusunu “alkollü içki ve tütün mamülleri gibi, insanda bağımlılık yaratacak ve sağlık için tehlikeli olan maddeler” oluşturduğundan, sanık hakkında sağlık için tehlikeli madde temin etme suçundan mahkûmiyet hükmü verilmişse de atılı suçun unsurları oluşmadığından sanığın beraatine karar verilmesi gerekirken mahkûmiyet kararı verilmesi,
Yasaya aykırı, sanığın temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, hükmün BOZULMASINA, 29.09.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

TEHDİT- KAÇMASAYDIN SENİ KESECEKTİM

T.C
YARGITAY
4. Ceza Dairesi

2019/4879 E. , 2021/23447 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tehdit
HÜKÜM : Beraat

KARAR

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

Mağdurun aşamalardaki tutarlı anlatımları, olay tutanağında sanığın kolluk görevlilerinin yanında mağdura hitaben “elimden çabuk kurtuldun, kaçmasaydın seni kesecektim ama bu iş burada bitmedi şart olsun seni keseceğim öldüreceğim” dediğinin belirtilmesi ve sanığın tevilli ikrarı karşısında; sanık hakkında silahla tehdit suçundan mahkumiyeti yerine, yerinde görülmeyen gerekçeyle beraatine karar verilmesi,

Kanuna aykırı ve O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz nedenleri yerinde görülmekle, tebliğnameye uygun olarak, HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 05/10/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

GASP- UYUŞTURUCU KULLANMA- SANIK SAVUNMASINDA UYUŞTURUCU HAP KULLANMASI NEDENİYLE İRADESİNE HAKİM OLAMADIĞINI BİLDİRDİĞİNDEN SUÇLANABİLİRLİK YETENEĞİNİN OLUP OLMADIĞININ TESPİTİNİN GEREKMESİ

T.C.
YARGITAY
6. CEZA DAİRESİ
E. 2003/4977
K. 2003/6673
T. 9.10.2003

• GASP ( Sanığın Savumasında Sürekli Uyuşturucu Hap Kullandığı Bu Nedenle İradesine Hakim Olamadığını Bildirmesi Nedeniyle Akıl Sağlığının Tespitinin Gerekmesi )

• SUÇLANABİLİRLİK YETENEĞİ ( Sanığın Savumasında Sürekli Uyuşturucu Hap Kullandığı Bu Nedenle İradesine Hakim Olamadığını Bildirmesi Nedeniyle Akıl Sağlığının Tespitinin Gerekmesi )

• AKIL SAĞLIĞININ TESPİTİ ( SANIK SAVUNMASINDA UYUŞTURUCU HAP KULLANMASI NEDENİYLE İRADESİNE HAKİM OLAMADIĞINI BİLDİRDİĞİNDEN SUÇLANABİLİRLİK YETENEĞİNİN OLUP OLMADIĞININ TESPİTİNİN GEREKMESİ)
765/m.46,47,495

ÖZET : Sanığın sürekli uyuşturucu hap kullandığı sonra kendinden geçtiğini belirtmesine göre sanığın suç tarihi itibariyle akıl sağlığının tespiti gerekir.

DAVA : Gasptan sanık ve tutuklu Murat hakkında yapılan duruşma sonunda: Mahkumiyetine dair BURSA 2. Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 11.3.2003 tarihli hükmün temyizen tetkiki sanık tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığından onama isteyen 14.5.2003 tarihli tebliğname ile 3.6.2003 tarihinde daireye gönderilmekle okunarak gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir,

Ancak;

Sanığın aşamalarda değişmeyen savunmasında sürekli uyuşturucu hap kullandığını, hap kullandıktan sonra kendinden geçtiğini, çeşitli suçlara ister istemez karıştığını, iradesine hakim olamadığını bildirmesi karşısında, suç tarihinde TCY’nın 46 ve 47. maddelerinde öngörülen suçlanabilirlik yeteneğinin bulunup bulunmadığı araştırılmadan yazılı şekilde hüküm kurulması,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanık Murat’ın temyiz itirazı bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 9.10.2003 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KURUM İŞLEMİNİN İPTALİ- ALACAK DAVASI – ZOMETA VE FLAKON KANSER İLAÇLARININ BEDELLERİNİN SAHTE FATURAYLA KURUMA BİLDİRİLMESİ

T.C
YARGITAY

13. Hukuk Dairesi

2015/31958 E. , 2018/5764 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki asıl davada kurum işleminin iptali, birleşen davada alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı asıl davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

K A R A R

Davacı, Merkez Eczanesi sahibi ve mesul müdürü olduğunu, 2004 yılı için Bağ kur … il Müdürlüğü ile yapılan sözleşme gereği Bağkur sigortalılarının tedavilerine yönelik ilaçların temin ederek kuruma fatura ettiğini, bu meyanda bağkur sigortalısı … ın 26/01/2004 tarihinde düzenlenen sağlık karnesi ve rapora göre reçetesinde yazılı 10 adet Zometa 4 mg IV Flakon isimli kanser ilacını temin ederek sigortalıya verdiğini, 7.773,280 TL bedelini kuruma fatura ettiğini, davalı kurum tarafından yapılan inceleme sonunda ilacın eczaneye giriş faturası olmadığından gerçek ilaç satışı olmadığı gerekçesi ile hakkında … Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2004/19500 Soruşturma Numaralı dosyası ile şikayette bulunulduğunu, yapılan soruşturma sonunda da kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiğini, tüm bunlara rağmen kurum tarafından 20/07/2005 tarih ve 79084 sayılı yazı ile eczanenin sözleşmesinin 7 yıl süre ile feshine, işleme konu fatura bedeli faizi, protokolün 22. Maddesine göre 5 katı para cezası olan 38.666,400 TL ile birlikte toplam 50.659,171 TL’nin ödenmesine karar verildiğini, sözleşmenin feshi ile çalışamaz hale geldiğini, kurum tarafından yapılan incelemede söz konusu kanser ilacı ile ilgili eczaneye giriş faturası olmamasına rağmen bu ilacın kuruma fatura edildiği, gerçek bir satış olmaksızın kurumun zarara uğratıldığı gerekçesiyle cezanın düzenlendiğini, oysa ki davalı kurum sigortalısı adına sağlık raporu gereğince sağlık karnesine yazılan ilacı takas yolu ile temin ederek verdiğini, ilaçların sahibi … ile ilacı alan eşi İdris Toktaş’ın ilaçları tam olarak aldıklarına dair beyanlarının bulunduğunu beyan ederek sözleşmenin feshine dair işlemin usul ve esas yönünden yasaya aykırı olması sebebiyle haksız olduğunun tespitine, bu husustaki taraflar arasında muarazanın men’ine, dava konusu sözleşmenin feshi ile birlikte fatura bedelinin faiz ve cezasıyla birlikte ödenmesi talebinin de haksız olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiş, birleşen davasında, davalı eczacı …’ya ödenmemesi gereken 50.659,18 TL’nin ödendiğini beyan ederek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere öncelikle davalının T.C. Emekli Sandığı ve SSK’dan olan alacakları üzerine ihtiyati tedbir kararı konulmasına ve 50.659,18 TL kurum alacağının ödeme tarihinden itibaren faizi ile birlikte davalıdan geri alınmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, asıl davada davacı yanın davasının kabulü ile; davalı kurum tarafından 20/07/2005 tarih ve 79084 sayılı yazı ile davacı eczanenin 2004 yılına ilişkin sözleşmesinin 7 yıl süre ile feshine, işleme konu fatura bedeli 7.773,28 TL, faizi olarak hesaplanan 4.259,49 TL, protokolün 22. maddesine göre 5 katı para cezası olan 38.666.400.707 TL ile birlikte toplam 50.659.17 TL’nin davacıdan tahsiline ilişkin işlemin iptali ile muarazanın bu şekilde giderilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1-Asıl dava, yapılan işlemin hukuka aykırı olduğu iddiasına dayalı olarak açılan cezai işleminin haksız olduğunun tespiti ile bu husustaki taraflar arasındaki muarazanın men’ine ilişkindir. Birleşen dava ise taraflar arasındaki sözleşme uyarınca davacının davalıya ödediği bedelin geri alınmasına yönelik alacak davasıdır. Davacı hakkında Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Zararına Dolandırıcılık suçlamasıyla iddianame düzenlenmiş, açılan … 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2006/186 Esas 2012/98 Karar sayılı dosyasında zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmiş ve karar Yargıtay’ca onanarak kesinleşmiştir. Her ne kadar ceza mahkemesinde düşme kararı verilmişse de dosyada bulunan karar örneğinin incelenmesinde Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’nca yapılan kriminal inceleme sonucu düzenlenen raporda kuruma fatura edilen ilaç küpürlerinin sahte olup orjinal olmadıklarının anlaşıldığından bahsedildiği görülmüştür. Bu dosyada yapılmış tespitler eldeki dava dosyası açısından önem arz etmektedir. O halde, mahkemece, … 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2006/186 Esas 2012/98 Karar sayılı dosyasının tüm evrakları ile getirtilip dosya arasına alınması ve ceza dosyasındaki tespitler de dikkate alınmak suretiyle bilirkişi kurulu oluşturularak, objektif, Yargıtay ve taraf denetimine uygun bir rapor alınarak karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

2-… tarafından … aleyhine açılan ve eldeki dosya ile birleştirilmesine karar verilen … 5. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2006/174 Esas 2006/381 Karar sayılı dosyası ile ilgili olumlu veya olumsuz bir hüküm kurulmamış olması da usul ve yasaya aykırı olup, ayrıca bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda 1. ve 2. bentte açıklanan nedenlerle kararın davalı yararına BOZULMASINA, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

GEBELİKTE YANLIŞ TANI SONUCU METOTREKSAT KANSER İLACI KULLANDIRAN HEKİMİN SORUMLULUĞU- LAPOROSKOPİK YÖNTEMLE DIŞ GEBELİK AMELİYATI

T.C
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi

2016/20094 E. , 2019/10401 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacılar, dört yıllık evli olduklarını, çocuk sahibi olmak istediklerini, hamilelik şüphesi duyunca davalı Özel …Hastanesine başvurduklarını, diğer davalı doktor tarafından da davacı annenin muayene edildiğini, doktorun sürekli rutin kontrole gittikleri ve güvendikleri doktor olduğunu, yaptığı muayene sonucunda dış gebelik teşhisi koyduğunu ve acil ameliyat önerdiğini, doktora güvendiklerinden başka bir doktora gitmediklerini, laporoskopik yöntemle dış gebelik ameliyatın yapıldığı, bu davranışın çok erken, alelacele ve yanlış tanıya dayandığını, ameliyat sonrası yapılan kontrolde beta hcg değerlerinin yükselmesi üzerine kanser ilacı olan metotreksat ilacı kullanması gerektiğinin söylendiğini, oysa ki bu sırada gebeliğinin devam ettiğini, doktorun bu ihtimali değerlendirmesi gerekirken ilacı kullandırdığını, bu ilaç sonrası yeniden yapılan kontrolde yine beta hcg değerlerinin yüksek çıkması üzerine doktorun daha yüksek görüntüleme cihazı olan başka bir görüntüleme merkezine yönlendirdiğini,burda yapılan ultrasonda halen gebe olduğunun açık bir şekilde anlaşıldığını ancak kanser ilacı kullanıldığı için gebeliğin sonlandırılmak zorunda kaldığı, hekimin ve onu çalıştıran hastanenin doğru teşhis ve tedavi yapılmamasında kusurlu olduğunu ileri sürerek duydukları elem ve ızdırabın bir karşılığı olarak davacı anne Dilek K. için 300.000,00 TL, davacı baba … için ise 100.000,00 TL olmak üzere toplam 400.000,00 TL’nin olay tarihinden işleyecek yasal faizi ile tahsilini istemişlerdir.
Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davacı anne Dilek K. için 5.000,00 TL, davalı baba … için ise 1.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi olan 13/4/2012 tarihinden işleyecek yasal faizi ile davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine, karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.
1-Davacılar, davalı hekimin işini gerektiği gibi dikkat ve özenle yapmaması sonucu uğradıkları zarardan hekim ve onu istihdam eden hastanenin sorumlu olduğu iddiası ile eldeki davayı açmışlardır. Hükme esas alınan ceza dava dosyasındaki Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Dairesi ve itiraz üzerine alınan Adli Tıp Kurumu Yüksek … Şurası raporlarında, davalı doktorun gebelik kesesi mevcut olduğu halde bunu görmeyerek ve yeterince izlem yapmayarak olası bir gebeliğin varlığı düşünülmeksizin metotraksat isimli ilacın reçete edilmesinin tıp kurallarına aykırı olduğu, hekimin kusurlu olduğu mütala edilmiştir. Davalılar davaya cevap dilekçesindeki ve aşamalardaki beyanlarına ceza dava dosyasındaki rapora itibar edilemeyeceğini ve ceza dava dosyasının sonucunun beklenmesi gerektiğini savunmuşlardır. Mahkemece ceza dava dosyasındaki birbiri ile uyumlu iki adet rapor bulunduğu gerekçesi ile itirazlar red edilip rapora itibar ile hekim kusurlu bulunarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır.(BK 386-390)(TBK 502.506)
Vekil, vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı iş ve işlemlerin, davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur.Mesleki iş gören Vekil özenle davranma zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur (BK 321/1 md)(TBK 400). O nedenle doktor ve hastanenin meslek alanı içinde olan bütün kusurları hafifte olsa sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir.
Vekil, hastanın zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumunun gerektirdiği önlemleri eksiksiz bir şekilde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddütü ortadan kaldıracak araştırmaları yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutulmak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmak ve en emin yol seçilmek gerekir. Gerçekten de müvekkil (hasta) mesleki bir iş gören vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat beklemek hakkına sahiptir. Gereken özen görevini göstermeyen vekil, BK 394/1(TBK 510) maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.
Bu genel açıklamalardan sonra somut olaya bakılacak olursa; mahkemece ceza dava dosyasındaki raporlar esas alınarak hüküm verilmiş ise de,hukuk mahkemesi ceza dava dosyasındaki raporla bağlı değildir. Kaldı ki davalılardan hastane ceza dava dosyasının tarafı olmadığından rapora karşı beyanda bulunamamış ve bu rapora itibar ile karar verilmesi ile savunma hakkı engellenmiştir. Bilindiği gibi savunma hakkı anayasa ile güvence altına alınmış en temel haklardandır.O halde mahkemece, tarafların itirazlarını karşılar ve ceza dava dosyasındaki raporlarıda değerlendirir şekilde, üniversitelerin tıp fakültelerinde görevli konusunda uzman öğretim görevlilerinden oluşturulacak 3 kişilik bilirkişi heyetinden taraf ve yargı denetimine açık rapor aldırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
2-Kabule göre de; Hakim manevi tazminat miktarını belirlerken Medeni Kanun’un 4.maddesi gereğince hak ve nesafet ilkeleriyle bağlı kalmalı, tarafların sosyal ve ekonomik durumlarını, kusurlu eylemin mağdurda uyandırdığı elem ve ızdırabın derecesini, istek sahibinin toplumdaki yerini, kişiliğini, hassasiyet derecesini gözetmelidir. Takdir edilecek manevi tazminat, zarara uğrayanda manevi huzuru gerçekleştirecek tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalı, ne var ki mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanması amaç edinilmediğinden zenginleşme aracı da olmamalıdır. Somut olay değerlendirildiğinde yeniden alınacak rapor sonucu hekimin kusurlu bulunması halinde, dava konusu olayın gelişimi, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ve özellikle dört yıllık evli olan ve çocuk sahibi olmak isteyen çiftin ilk bebeklerini kaybetmesi karşısında, mahkemece takdir edilip hükmedilen manevi tazminat oranı duydukları elem ve ızdıraba göre çok azdır. Bu husus da usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davalılar yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davacılar yararına BOZULMASINA, peşin alınan 102,65 TL harcın davacılara, 102,65 TL harcın davalı-…’e, 103,20 TL harcın davalı-…ne iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23/10/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK, RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK, BOZULMUŞ VEYA DEĞİŞTİRİLMİŞ GIDA VEYA İLAÇ TİCARETİ, SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA ÖRGÜT KURMA, KURULAN ÖRGÜTE ÜYE OLMA, YARDIM ETME, GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
2019/6068 E. , 2019/14327 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
KATILANLAR : MTA Genel Müdürlüğü, SGK

SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, yardım etme, görevi kötüye kullanma

HÜKÜM : 1-Sanıklar …, …, …, …, … ve … hakkında; bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti, suç işleme kastıyla kurulan örgüte üye olma, nitelikli dolandırıcılık suçlarından beraat
2-Sanıklar … ve … hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma;
sanıklar …, …, …, …, …, … ve … hakkında;
suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, yardım etme suçlarından beraat
3-Sanıklar …, … ve … hakkında; bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti suçundan beraat
4-Sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan beraat
5-Sanıklar … ve … hakkında;
TCK’nın 257/1, 43, 53. maddeleri uyarınca mahkumiyet,
hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
6-Sanıklar … ve … hakkında;
TCK’nın 38, 257/1, 43, 53. Maddeleri uyarınca mahkumiyet, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
7-Sanıklar …, … ve … hakkında;
TCK’nın 38, 257/1, 43, 53. maddeleri uyarınca mahkumiyet, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına
8-Sanıklar … ve … hakkında; resmi belgede sahtecilik suçundan dolayı açılan kamu davasının görevi kötüye kullanma suçu içerisinde kaldığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına
O yer Cumhuriyet savcısı, sanık … müdafii

Sanıklar … ile … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen beraat, görevi kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması, sanık … hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte yardım etme suçundan verilen beraat hükümleri katılan MTA vekili; Sanıklar …, …, …, …, …, … hakkında, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen beraat, sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, … hakkında, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma, yardım etme suçlarından verilen beraat, sanıklar …, …, … hakkında, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti suçundan verilen beraat, sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen beraat, sanıklar …, …, …, …, …, … ve … hakkında, görevi kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması, sanıklar … ve … hakkında, resmi belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasının görevi kötüye kullanma suçu içerisinde kaldığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına ilişkin hükümler katılan SGK vekili; Sanıklar … ve … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen beraat, resmi belgede sahtecilik suçundan açılan kamu davasının görevi kötüye kullanma suçu içerisinde kaldığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına ve görevi kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması, sanıklar …, …, …, … ve … hakkında, görevi kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümler O yer Cumhuriyet savcısı; Sanık … hakkında, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti, suç işleme kastıyla kurulan örgüte üye olma ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen beraat hükümleri sanık müdafii tarafından (vekalet ücreti talebiyle sınırlı olarak) temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;
Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği görevlilerince yapılan istihbarı çalışmalarda; Adana, Gaziantep, Mersin, Batman, Bitlis, İstanbul, Samsun, Konya, İzmir, Kırıkkale, Malatya ve Ankara İlinde gayrimeşru yollarla elde edilen tıbbi malzeme ve ilaçların Ankara İli genelinde faaliyet gösteren tanıdık ilaç depoları ve eczanelerle takas edildiği veya satış yoluyla gönderildiği, bu ilaçların Ankara’daki çeşitli eczaneler vasıtasıyla Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğünün kurum doktorlarıyla birlikte hareket ederek kurumdan elde ettikleri personel bilgilerini kullanarak, adı geçen doktorlara usulsüz reçete yazdırdıkları, bu işlemleri yaklaşık 2-3 yıldır yaptıkları, bu işler karşılığında doktorlara belirli bir yüzde meblağ ödedikleri, hasta olmadıkları halde kendi adlarına reçete yazılan kurum personelinin büyük çoğunluğunun bu konudan haberlerinin olmadığı, haberi olanların da eczanelerden belirli oranda yüzde aldıkları, belirtilen eczanelerin bu reçeteleri kurumlarından tahsil ederek haksız kazanç elde ederek devleti zarara uğrattıkları, genelde raporlu ve meblağı yüksek ilaç kullanan şahıslar üzerine reçeteler düzenlendiği, eczanelerde bulunan kalfalar ile iş birliği yaptıkları, ellerinde bulunan sahte ilaç küpürlerini eczacı kalfaları ile birlikte değerlendirdikleri bilgilerinin alındığı, yapılan çalışmalar neticesinde; örgütün faaliyeti çerçevesinde;
Müşteki beyanı, kurumlardan alınan yazılardan, ele geçirilen maddeler ve bununla ilgili alınan analiz raporlarından, alınan ifadelerden ve yapılan harici çalışmalar neticesinde sanıkların haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla örgütsel bir yapı içerisinde hareket ederek; bazı hastaların bilgileri dışında kimlik bilgileri kullanılmak suretiyle bağlantılı oldukları doktorlara sahte ilaç kullanım raporları veya sahte reçeteler düzenlettirdikleri, bazı hastaların ilaç kullanım raporlarına istinaden bir kereye mahsus ilaç aldığı, ancak örgüt tarafından ilaç kullanım raporlarının süresi takip edilerek hastanın bilgisi dışında sürekli reçete düzenlendiği, hasta ilaç kullanım raporu çıkarttırırken fazladan teşhis (Etken Maddesi) konulmak suretiyle bu raporlar üzerinden ilave ilaçlar reçete ettirildiği ve Sosyal Güvenlik Kurumundan parasının tahsil edildiği, kendilerini veya yakınlarını hastaymış gibi gösterek, anlaşmalı oldukları doktorlara sahte ilaç kullanım raporları düzenlenlettikleri ve bu raporlara istinaden düzenlettikleri reçeteleri devlete fatura ettikleri, hasta olan vatandaşa son kullanma tarihi geçmiş ilaçlar kullandırarak sağlığını tehlikeye attıkları, anlaşmalı doktorların, sahte ilaç raporu veya reçete düzenlemeleri karşılığında eczane kalfalarından ve eczane sahiplerinden menfaat temin ettikleri, usulsüz veya sahte olarak düzenlenen ilaç kullanım raporlarına istinaden reçete ettirilen ilaçların paralarını Sosyal Güvenlik Kurumundan tahsil ettikleri ve bu şekilde Sosyal Güvenlik Kurumunu dolandırarak devleti yüklü miktarlarda zarara uğrattıkları;

Örgüt Kapsamında Tespit Edilen;

OLAY–1

08/04/2010 tarihinde KOM Şube Müdürlüğü hattına, Aras Kargo Nalçacı Şubesi’ne Ankara ilinden … adına kargo gönderildiği ve … tarafından alınacağı, koli içinde sahte ilaç küpürü, sahte ilaç, küpürsüz ilaç, sahte küpürlü ilaç, sahte faturalı yada çalıntı ilaçların gönderileceği ihbarının yapıldığı, Konya 3. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 08/04/2010 tarihli 2010/265 Değişik iş nolu arama kararına istinaden yapılan çalışmalar neticesinde, aynı gün saat 14:00 sıralarında sanık …’in Aras Kargodan teslim aldığı koli ile yakalandığı, karton koli içerisinden; 50 adet Seretide Diskus 500 meg., 30 adet Forte Turbuhaler 320/9ug/doz, 50 adet Spiriva 18 ug ibareli, 2 adet Levemir Flekpen 100U/ml., 2 adet Novomix 30Flexpen 100uml olmak üzere 134 adet ilaç kutusunun ele geçirilerek el konulduğu,
İlgili ilaç firmalarının Konya Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğü Sağlık Sosyal Güvenlik Merkezi Müdürlüğü’ne göndermiş olduğu cevabi yazılarda: … İlaçları San. ve Tic. A.Ş.’nin 18.06.2010 tarihli yazısında “Seretide 500 mcg Diskus’a ait fiyat küpürlü kutu örnekleri seri no baskı karekteri, yazı karakteri, karton cinsi fiyat baskısı, renk ve güvenlik boyası açısından orijinal değildir, söz konusu fiyat kupürlü kutu örnekleri firmamıza ait değildir”; Astra Zeneca İlaçları San. ve Tic. Ltd. Şti.’nin 31.08.2010 tarihli yazısında “31 adet üzerinde Symbicort Forte Turbuhaler ismi yazılı ilaç kutusu üzerinde yapılan incelemede, orijinal kutularda kalın karakter ile yazılmış “imalatçı” ifadesi, şüpheli kutularda ince karakter ile yazılmış olduğu, orijinal kutuda, 9 ug ifadesinde “9” ile “ug” arasında bir karakter boşluk bırakılmış iken, şüpheli kutularda birleşik yazılmış olduğu, orijinal kutular ile şüpheli kutular arasında “30 C”nin ifadesinde farklılık olduğu, bu sebeplerden dolayı kutuların sahte olduğu”; Novo Nordisk Sağlık Ürünleri Tic. Ltd. Şti.’nin 14.06.2010 tarihli yazısında “2 adet NovoMix 30 FlexPen ve 2 adet Levemir FlexPen kutusunda yapılan incelemede, Novo Nordisk ürünlerine ait açık ve katlanmamış kutuların fiyatlı veya fiyatsız olarak hiçbir şekilde 3. şahısların elinde sirkülâsyonda olmasının söz konusu olmadığı, kutuların baskı rengi, kalitesi, mürekkep dağılımı ve karton özellikleri bakımından da ürünlerinin orijinal kutularından farklılık gösterdiği, bu nedenlerle gönderilen kutuların sahte olduğu”; Novo Nordisk Sağlık Ürünleri Tic. Ltd. Şti.’nin 14.07.2010 tarihli yazısında “Spiriva 18 meg İnhalasyon için toz içeren Kapsül adlı ürünlerine ait olan 50 adet kutunun incelenmesinde, Kutuların firmalarına ait olmadığı” şeklinde cevap verildiği,

OLAY–2

23/06/2010 tarihinde Emniyet Müdürlüğü’nü arayan ve ismini vermek istemeyen erkek şahsın, … isimli kişinin çevresindeki insanların yeşil kartını toplayarak anlaşmış olduğu doktorlara karne sahiplerinin bilgileri dışında hasta olmadıkları halde usulsüz reçete yazdırdığı, yazdırmış olduğu reçeteleri para karşılığında Gölbaşı ilçesinde bulunan eczacı …’ın eczanesi olan … eczanesine verdiği, daha sonra bu reçetelerin Sağlık Bakanlığı’na fatura edildiği ve bu şekilde Devletin dolandırıldığı, 23/06/2010 günü de …’nun temin etmiş olduğu 20-30 civarında sağlık karnesi ile Eczacı …’ın işyerine karneleri yazdırmak için gideceğini belirterek telefonu kapattığı, konu ile ilgili sanıklar … ve …’nun üzerlerinde, eşyalarında, kullandıkları araçlarda ve … Eczanesinde, Gölbaşı Sulh Ceza Mahkemesi’nin 23/06/2010 tarihli 2010/576 Değişik iş nolu kararına istinaden başlatılan çalışmalarda;
Sanık …’ya ait 06 UB 455 plakalı araçta yapılan aramada ruhsatsız tabanca, tabancaya ait şörjör, 8 adet 9 mm çapında fişek, tutanakta isim ve miktarları belirtilen 12 kalemden oluşan kupürü kesilmiş ilaçlar, 6 adet değişik şahıslara ait reçete fotokopilerinin,
… Eczanesinde yapılan aramada tutanakta isim ve miktarları belirtilen 45 kalemden oluşan kupürü kesilmiş ilaçlar, 14 adet değişik şahıslara ait reçete fotokopileri, 1’den 20’e (20 dahil) kadar numaralandırılıp A4 kağıdı üzerine yapıştırılmış, çeşitli cins ve miktardaki ilaçlara ait çok sayıda ilaç küpürlerinin,
Eczane çalışanları tarafından kullanılan sanık …’ya ait 06 DUB 69 plakalı araçta yapılan aramada, tutanakta isim ve miktarları belirtilen 50 kalemden oluşan son kullanma tarihleri geçmiş ilaçlar, tutanakta isimleri yazılı kişiler adına düzenlenmiş 5 adet ilaç kullanım raporu, 100 adet … Eczanesi sahibi sanık … tarafından kâğıdın sağ alt köşesi kaşelenmiş ve imzalanmış boş A4 kâğıdı, Ecz….’ın imzası olduğu değerlendirilen, sayfanın sağ alt köşesine atılmış imzaları içerir 13 safya boş A4 kâğıdı, 1’den 48’e kadar (48 dahil) numaralandırılmış, A4 kağıdı üzerine yapıştırılmış, çeşitli cins ve miktardaki ilaçlara ait çok sayıda ilaç küpürlerinin ele geçirildiği,

OLAY–3

16/09/2010 tarihinde saat 09:20 sularında KOM hizmetinde kullanılan hatta, ismini vermek istemeyen erkek kişinin, 34 UL 8893 plakalı araçta küpürleri kesilmiş, sahte ve çok pahalı ilaçların Engin isimli ilaç sektöründe çalışan kişi (Akay Cad. No: 15/7 sayılı adrese) tarafından getirileceği, usulsüz bir şekilde sonradan Devlete fatura edileceği, bozuk olan ilaçlar nedeniyle hasta sağlığıyla oynandığı ihbarının yapıldığı, yakalamaya yönelik olarak yapılan çalışmalarda, aynı gün Akay Caddesi No:15/7 Çankaya adresine saat 10:50 sıralarında 34 UL 8893 plaka aracın gelmesi üzerine, araç içerisinde bulunan sanık … ile İskender Atay ve Ercüment Doğan’ın yakalandıkları, araçta bir çok kolinin bulunduğu, Çankaya ilçesi Akay Caddesi No: 15/7 Kızılay ve arama yapılması ele geçirilecek suç unsurlarına el konulması talimatının alınması üzerine;

34 UL 8893 plaka sayılı araçta yapılan aramada; 15 adet üzerinde Mabthera Rituximab 500Mg/50Ml yazan küpürlü ilaç, 2 adet üzerinde Altuzan Bevacizumab 400Mg/16Ml yazan küpürlü ilaç, 5 adet ilaçları soğuk tutmaya yarayan buz kabı, 10 adet üzerinde Elynza 10Mg tablet yazan küpürlü ilaç, 14 adet üzerinde Volpan Parasetamol 500 Mg yazan küpürlü ilaç, 1 adet üzerinde Volpan Parasetamol 500 Mg yazan küpürlü kutu içerisinde kırık içi boş ilaç şişesi,1 adet üzerinde Cefozin Sefazolin Sodyum yazan küpürlü ilacın ele geçirildiği,
Ankara İl Sağlık Müdürlüğü Eczacılık Şube Müdürlüğünde görevli Eczacı …’ın ele geçirilen ilaçlar üzerinde yaptığı inceleme neticesinde; Üzerinde Mabthera Rituximab 500Mg/50Ml ve Altuzan Bevacizumab 400Mg/16Ml yazan ilaçları, Türkiye’de sadece Roche firmasının ithal ettiği, ilaç kutusu içerisinde prospektüsünün olmadığı, bu sebeple kaçak olabileceği, bu tür ilaçların direk satışlarının ecza depolarından sadece eczanelere çıkışının yapılabileceği, sürekli soğuk ortamda tutulması gerektiği, ilacın kanser hastaları için kullanılan ilaçlardan olduğu, süresi geçmiş veya bozuk olup olmadığını ilgili firma tarafından tespit edilebileceği, kutu üzerindeki karekod numaralarının olmadığı, kutu üzerindeki son kullanma tarihlerinin yazıldığı bölümün rengini çıplak gözle bakıldığından kutunun renginden farklı olduğu bu sebeple son kullanma tarihinin sonradan basılmış olabileceği, üzerinde Cefozin Sefazolin Sodyum yazan ilacın antibiyotik olduğu, 08/10/2010 tarihi itibariyle son kullanma tarihinin geçmiş olduğu, üzerinde Volpan Parasetamol 500 Mg yazan ilaçların ağrı kesici olduğu, kutuları incelendiğinde, ihale malıdır satılamaz ibaresi olduğu, bu ihale malı ilaçların satışının yapılmasının söz konusu olmadığı, sadece ilgili kurumlarda bulunması gerektiği, üzerinde Elynza 10Mg tablet yazan ilaçların antideprasan, ilaçların kutuları üzerinde inceleme yapıldığında 04/2009 tarihi itibariyle son kullanım tarihlerinin geçtiği ve bu ilaçların imha edilmesi gerektiğinin bildirildiği,
Roche Firmasının Kalite Yönetim Şefi olarak görev yapan katılan …’ın alınan ifadesinde özetle; sanık …’dan ele geçirilen 2 kutu altuzan ve 15 kutu mabthera isimli ilaçların üzerinde yapmış olduğu ilk incelemede, ilaç kutuları üzerine yapıştırılan etiketlerin, yazı karakterlerinin, üretim tarihlerinin, fiyat etiketlerinin, kutu içerisindeki Türkçe prospektüslerinin ellerinde bulunan şahit numuneden farklı olduğunun çıplak gözle bakıldığında dahi fark edildiği, söz konusu ilaçların içeriklerinin ise üretim tesislerinde incelendiğinde sahte olup olmadığının tespit edilebileceğini beyan ettiği,
Ele geçirilen ilaçların Roche Firmasına teslim edildiği ve ilaçlarla ilgili Beyoğlu 41. Noterliği’nin 14/12/2010 tarihli 41419 yevmiye numarası ile alınan cevabi yazının tercümesinde, analiz sonuçlarına dayanarak Roche firmasının şikayet numunesinin sahte olduğunun bildirildiği,

OLAY–4

21/10/2010 tarihinde saat 23:30 sularında KOM Şube Müdürlüğü’nü arayıp, açık kimlik bilgilerini vermek istemeyen erkek şahsın, Adana ilinden 23:00 sularında kalkacak Kontur firmasına ait otobüse çok sayıda sahte ilaç yada ilaç küpürleri verileceği, Konya otogarında Yılmaz Koyuncu isimli kişinin teslim alacağını söylediği, Konya Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü görevlilerince, 22/10/2010 günü saat 05:30 sıralarında otobüs terminaline giriş yapan Kontur Turizm Firmasına ait şoförün, üzerinde Yılmaz Koyuncu yazılı zarfı terminal içerisinde Metro Turizm Firmasına ait yazıhaneye bıraktığının görüldüğü ve bunun üzerine bahse konu zarfın muhafaza altına alındığı, yapılan tespitte ise zarf içerisinde Novartis firmasına ait 3 adet Glivec 400 mg marka ilaç olduğunun tespit edildiği ve Konya 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 22/10/2010 tarihli 2010/840 Değişik iş nolu kararı ile el konulduğu,

OLAY–5

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 30/12/2010 tarihli 2009/163862 sayılı talimat yazıları ile Sayıştay Başkanlığı’ndan 01/01/2010 tarihinden 21/06/2010 tarihine kadar …, …, …, …, … ve … Eczanelerinin Sosyal Güvenlik Kurumuna fatura etmiş oldukları yeşil kart hastalarına ait reçete asılları ve Maden Tetkik Arama Kurumunda çalışan personel üzerinden fatura etmiş oldukları reçete asıllarının bağlı bulunduğu ödeme emrinin yevmiye tarih ve sayısı ile ödeme miktarının ilgili saymanlıktan temin edilerek bildirilmesinin istendiği,
Sayıştay Başkanlığından temin edilen yüksek meblağlı reçeteler ile ilgili sondajlama usulü yapılan çalışmalar neticesinde; … adına 14/01/2010 tarihli 7.857.04 TL, … adına 15/02/2010 tarihli 2.842,20 TL, Gülçin Atsız adına 11/03/2010 tarihli 6.383.38 TL, … adına 29/01/2010 tarihli 91.66 TL, … adına 15/12/2009 tarihli 7.857.04 TL, … adına 14/12/2009 tarihli 7.857.04 TL meblağlı reçeteler düzenlendiğinin tespit edildiği,
10/11/2009 tarihinde Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezinde Sağlık Raporu çıkartılan ve bu rapora istinaden 14/12/2009 tarihli 7.857.04 TL meblağlı reçete düzenlenen …’in, 18/02/2011 tarihinde müşteki olarak alınan ifadesinde özetle; kendisine sorulan adına düzenlenmiş 14/12/2009 tarihli 543216 protokol numaralı reçeteyi ve Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesinden 10/11/2009 tarihli 00543216 bilgi işlem numaralı Sağlık Kurulu Raporunu almadığını, sağlık raporu üzerinde isimleri yazılı doktorları tanımadığını, adına düzenlenmiş olan reçeteyi ilk kez gördüğünü, böyle bir reçete almadığını, reçete üzerinde ismi ve kaşesi bulunan … isimli doktoru tanımadığını, muayene olmadığını, reçete arkasında bulunan isim ve imzanın kendisine ait olmadığını, adına sağlık kurulu raporu çıkartan, reçete düzenleyerek 7.857.04 TL tutarında ilaç alan devleti zarara uğratan şahıslardan, reçete üzerinde ismi, imzası bulunan Doktor …, … Eczanesi yetkilisi ve çalışanlarından şikayetçi olduğunu beyan ettiği,
10/11/2009 tarihinde Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezinde İlaç Kullanım Raporu çıkartılan ve bu rapora istinaden 15/12/2009 tarihli 7.857.04 TL meblağlı reçete düzenlenen …’ın, 03/03/2011 tarihinde müşteki olarak alınan ifadesinde özetle; kendisinin 21 yıldır böbrek hastası olduğunu, 2000 yılı 7. ayında böbrek nakli olduğunu, tedavisini Ankara Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde yaptırdığını, yeşil kartı ile hastanede tedavi olduğunu, kendisine gösterilen 15/12/2009 tarihli reçeteyi, 00615974 bilgi işlem numaralı ilaç kullanım raporunu, 615974 dosya numarası yazılı olan İlaç Güvenlik izlem formu ve Remicade isimli ilaç küpürlerini ilk kez gördüğünü, reçete, ilaç kullanım raporu, ilaç güvenlik izlem formu üzerinde isimleri yazılı doktorları tanımadığını, bu doktorlara muayene olmadığını, … Eczanesine hiç gitmediğini, Gazi Üniversitesi hastanesinde cildiye bölümüne hiç gitmediğini cildiye doktorlarına hiç muayene olmadığını, reçete ve ilaç kullanım raporlarının bilgisi dışında alınmış olduğunu, kimin ne şekilde aldığını bilmediğini, reçete arkasındaki yazı ve imzanın kendisine ait olmadığını, adına reçete düzenleyerek 7.857.04 TL tutarında ilaç alan ve Devleti zarara uğratan şahıs ve şahıslardan, reçete üzerinde ismi ve imzası bulunan doktorlardan, … Eczane yetkilisi ve çalışanlarından şikayetçi olduğunu beyan ettiği,
11/03/2010 tarihinde Ankara Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Sağlık Raporu çıkartılan ve bu rapora istinaden 11/03/2010 tarihli 6.383,38 TL meblağlı reçete ile Önder Atsız adına 29/01/2010 tarihli 91.66 TL meblağlı reçete düzenlenmesi ile ilgili …’ın, 11/02/2011 tarihinde müşteki olarak alınan ifadesinde özetle; kendisine sorulan 29/01/2010 tarihli 1819 protokol numaralı Önder Atsız adına kesilen reçetede yazılı bulunan ilacı oğlunun hiç bir zaman kullanmadığını, reçetenin arkasında kendi ismi olduğunu, imza-yazı ve telefon numarasının kendisine ait olmadığını, eczaneden bu ilaçları almadığını, kendisine gösterilen 11/03/2010 tarihli 406692 protokol numaralı reçetedeki ilaçları annesi Gülçin Atsız’ın kanser hastası olduğundan kullandığını, ancak reçete arkasında bulunan yazının kendisine ait olmadığını, annesinin okuma yazma bilmediğini reçete düzenleyen şahıslardan şikayetçi olduğunu beyan ettiği,
11/12/2009 tarihinde Dr.Sami Ulus Kadın Doğum Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Sağlık Raporu çıkartılan ve bu rapora istinaden 15/02/2009 tarihli 2.842,20 TL meblağlı adına reçete düzenlenen …’ın, 09/02/2011 tarihinde müşteki olarak alınan ifadesinde özetle; 3 yıldır böbrek yetmezliği nedeni ile tedavi gördüğünü ve ilaç kullandığını, periton diyaliz solüsyonu isimli ilacı her üç ayda bir aldığını, gösterilen reçete üzerindeki imzanın kendisine ait olmadığını, Gölbaşı’nda bulunan … Eczanesinden kesinlikle bu ilaçları almadığını, reçetede bulunan ilaçların imzası taklit edilerek alındığını kendisinin almadığını, bilgisi dışında kimlik bilgilerini kullanarak ilaç alan şahıslardan davacı olduğunu beyan ettiği,
15/07/2009 tarihinde Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde Sağlık Raporu çıkartılan ve bu rapora istinaden 14/01/2010 tarihli 7.857,04 TL meblağlı ve 27/04/2010 tarihli 11.726.04 TL meblağlı adına reçete düzenlenen…’ün, 16/02/2011 tarihinde müşteki olarak alınan ifadesinde özetle; tarihten 9–10 ay kadar önce bir tanıdığının vasıtası ile Gazi Hastanesine gittiğini, sağlık güvencesi olmadığı için hastaneye giriş yaptırmadan cildiye polikliniğinde erkek bir doktorun kendisine ufak bir not kâğıdına ilaç ismini yazarak verdiğini, çalışmakta olduğu gazinoya sık sık gelen eczacılık yaptığını bildiği Mustafa isimli şahsa durumu izah ettiğini şahsın kendisine “yeşil kartını ve not kağıdını ver ben ilaçları yazdırır alır gelirim” demesi üzerine verdiğini, ertesi gün aynı şahsın gelerek not kağıdını ve yeşil kartını kendisine vererek ilaçların eczanesinde olmadığını söylediğini, iki gün sonra Gölbaşı ilçesinden köyüne gitmekte olduğu sırada oğlunu doktorun beyaz not kağıdına yazdığı ilaçları alması için ismini hatırlamadığı bir eczaneye gönderdiğini, eczaneden ilacı satın alarak kullandığını, kendisine gösterilen 15/07/2009 tarihli 00571126 bilgi işlem numaralı Gazi Üniversitesi Fakültesinden verilme Sağlık Raporunu ilk defa gördüğünü, kendisinin böyle bir rapor almadığını, raporda ismi geçen doktorlara muayene olmadığını, bu rapora istinaden düzenlenen 14/01/2010–27/04/2010 tarihli 571126 protokol numaralı yeşil kart reçetelerini almadığını, ilaçları kullanmadığını, reçetelerde ismi ve imzası bulunan … isimli doktora muayene olmadığını, adına düzenlenen reçeteleri ve sağlık raporunu kimin ne şekilde hazırladığını bilmediğini, reçetelerin arkasındaki imza ve yazının kendisine ait olmadığını, bilgisi dışında kimlik bilgilerini kullanarak adına sağlık raporu çıkartan ve ilaç yazan şahıslardan şikayetçi olduğunu beyan ettiği,
Doktor …’un, 28/03/2011 tarihinde müşteki olarak alınan ifadesinde özetle; kendisine gösterilen reçete ve ilaç kullanım raporlarındaki imza, kaşe ve yazının kendisine ait olmadığını, imzasını, kaşe ve yazısını taklit ederek reçete düzenleyen devleti zarara uğratan, kendisini zan altında bırakan şahıslardan şikâyetçi olduğunu beyan ettiği,
Gazi Üniversitesi Hastanesi ile yapılan yazışma neticesinde, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Deri ve Zührevi Hastalıklar Anabilim Dalı Başkanlığı’nın 22/04/2011 tarihli 2011/58 sayılı cevabi yazılarında, yazı ekinde gönderilen reçeteler, ilaç güvenlik izlem formları ve Sağlık Rapororlarının taraflarından düzenlenmediği, kayıtlarında Anabilim Dallarına ait bu isimli hastaların olmadığı, Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. …’in raporlardaki imzanın kendisine ait olduğunu bildirdiği, raporların üst kısmının bilgisayar teknolojisi ile değiştirildiğinin tahmin edildiğinin bildirildiği,
Müşteki… adına düzenlenen 15/07/2009 tarihli 87306 protokol numaralı ve bu rapora ekli 27/04/2010 tarihli 571126 protokol numaralı reçetenin doğruluğunun Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Sağlık Araştırma ve Uygulama Merkezinden sorulduğu, 16/12/2010 tarihli 733 sayılı alınan cevabi yazıda; … adına düzenlenen raporun Hastanelerinde düzenlenmediği, ayrıca isim, TC. kimlik ve dosya numarasının kayıtları ile uyumlu olmadığı belirtilerek raporda adı geçen Prof. Dr. … ve reçetede adı geçen Dr….’un konu ile ilgili Hastane Başhekimliğine rapor ve reçetede bulunan kaşe ve imzaların kendilerine ait olmadığına dair vermiş oldukları dilekçeleri de yazıları ekinde gönderildiği,
Müştekiler ve bilgi sahipleri adına düzenlenmiş olan reçete ve ilaç kullanım raporları ile ilgili Bilirkişi Dr. Yasin Ataç’ın İnceleme Raporunda;
a)Tetkike konu Doktor … tarafından düzenlenmiş 4 numaralı zarf içerisindeki reçetelerin arka yüzündeki yazılar ve… adına atılı bulunan imzalar ile…’ün mukayese yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu yazı ve imzaların, … eli ürünü olmadığı,
b)Tetkike konu Doktor … tarafından düzenlenmiş 4 numaralı zarf içerisindeki reçeteler üzerindeki yazılar ve basılı bulunan “T.C. Gazi Unıversıtesı Gazı Hastanesi Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’un mukayese yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu yazı ve imzaların, mevcut mukayese yazı ve imzalarına kıyasen, … eli ürünü olmadığı,
c)Tetkike konu Doktor … tarafından düzenlenmiş 4 numaralı zarf içerisindeki reçeteler üzerindeki yazılar ve basılı bulunan “T.C. Gazi Üniversitesi Gazi Hastanesi Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’in mukayese yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu yazı ve imzaların, … eli ürünü olmadığı,
d)Tetkike konu Doktor … tarafından düzenlenmiş 8 numaralı zarf içerisindeki reçetenin arka yüzündeki yazılar ve … adına atılı bulunan imza ile …’ın mukayese yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; benzerlikler tespit edildiği,
e)Tetkike konu Doktor Turgut Ürey tarafından düzenlenmiş 6 numaralı zarf içerisindeki reçetelerin arka yüzündeki yazılar ve M. Hanifi Atsız adına atılı bulunan imzalar ile M. Hanifi Atsız’ın mukayese yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; reçetenin arka yüzündeki yazılar ve … adına atılı bulunan imzanın, mevcut mukayese yazı ve imzalarına kıyasen … eli ürünü olmadığı,
f)Tetkike konu Doktor … tarafından düzenlenmiş 7 numaralı zarf içerisindeki reçetelerin arka yüzündeki yazılar ve … adına atılı bulunan imzalar ile …’in mukayese yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu yazı ve imzaların, … eli ürünü olmadığı,
g)Tetkike konu Doktor … tarafından düzenlenmiş 7 numaralı zarf içerisindeki reçeteler üzerindeki yazılar ve basılı bulunan “T.C. Gazi Üniversitesi Gazi Hastanesi Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’un mukayese yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu yazı ve imzaların, mevcut mukayese yazı ve imzalarına kıyasen, … eli ürünü olmadığı,
h)Tetkike konu Doktor … tarafından düzenlenmiş 9 numaralı zarf içerisindeki reçetelerin arka yüzündeki yazılar ve … adına atılı bulunan imzalar ile …’ın mukayese yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu yazı ve imzaların, … eli ürünü olmadığı,
ı)Tetkike konu Doktor … tarafından düzenlenmiş 9 numaralı zarf içerisindeki reçeteler üzerindeki yazılar ve basılı bulunan “T.C. Gazi Üniversitesi Gazi Hastanesi Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’un mukayese yazı ve imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu yazı ve imzaların, mevcut mukayese yazı ve imzalarına kıyasen, … eli ürünü olmadığının bildirildiği;
Sosyal Güvenlik Kurumunda görevli Başmüfettiş … tarafından düzenlenmiş ön inceleme raporunda; Kurum intra-medula sistemi üzerinden yapılan incelemede; …’ün yeşil kartlı olduğu, 14/01/2010 tarih 571126 protokol numaralı reçetenin yeşil kartlı olarak 7.857,04 TL, 27/04/2010 tarih 571126 protokol numaralı reçetenin yeşil kartlı olarak 11.726,04 TL tutar üzerinden; …’ın yeşil kartlı olduğu, 15/02/2010 tarih 206024 protokol numaralı reçetenin yeşil kartlı olarak 2.842,20 TL tutar üzerinden; Gülçin Atsız’ın yeşil kartlı olduğu, 11/03/2010 tarih 406692 protokol numaralı reçetenin yeşil kartlı olarak 6.383,38 TL tutar üzerinden; …ın yeşil kartlı olduğu, 29/01/2010 tarih 1819 protokol numaralı toplam 91,66 TL tutarlı reçetenin; …’in yeşil kartlı olduğu, 14/12/2009 tarih 543216 protokol numaralı reçetenin yeşil kartlı olarak 7.857,04 TL tutar üzerinden; …’ın yeşil kartlı olduğu, 15/12/2009 tarih 615974 protokol numaralı reçetenin yeşil kartlı olarak 7.857,04 TL tutar üzerinden kurum sistemine girdiğinin tespit edildiği; …,…,… ve … adlı hastaların; 3816 sayılı “Ödeme Gücü Olmayan Vatandaşların Tedavi Giderlerinin Yeşil Kart Verilerek Devlet tarafından Karşılanması Hakkında Kanun” çerçevesinde yeşil kartlı oldukları; bu kişilere ilişkin olarak gerçek olmayan şekilde faturalandırılan ve yapılan ödemelerin Sosyal Güvenlik Kurumu tarafından yapılmaması nedeniyle, bu kişilere ait ödemelerdeki zarar ve yapılan işlemlerin tespiti için konunun Ankara Valiliği İl Sağlık Müdürlüğü’ne intikal ettirilmesi sonuç ve kanatine varıldığının bildirildiği,

OLAY-6

31/12/2010 tarihinde, Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği’ne, açık kimlik bilgilerini vermek istemeyen erkek kişinin, 06 DUG 69 plakalı ford focus marka aracı kullanan Turan isimli şahsın, küpürleri kesik ve tarihleri geçmiş ilaçları … Eczanesinde sakladığını, elinde bulunan çok sayıda ilaç küpürlerini, tanıdığı doktorlar aracılığıyla reçete ettiği, bu küpürleri özellikle MTA içerisinde başhekimlikte reçete ettirdiğini, bu reçeteleri Devlete fatura ederek Devleti zarara uğrattığını bildirerek telefonu kapattığı; Ankara 4. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2010/1546 Değişik iş nolu arama kararına istinaden sanık …’a ait 06 DUG 69 plakalı araçta yapılan aramada;
31/12/2010 tarihli …, …,…,…,…,…,…,…,…,…, … adına Dr. … tarafından reçete edilmiş reçete aslı ve ilaç liste çıktıları; … adına 23/10/2010 tarihli Dr…. tarafından düzenlenmiş reçete aslı ve 4 adet ilaç küpürü; 1 adet … adına 13/12/2010 tarihli Dr…. tarafından düzenlenmiş reçete aslı, 3 adet ilaç kullanım raporu fotokopisi, 15 adet ilaç küpürü; 1 adet … adına 16/12/2010 tarihli Dr…. tarafından düzenlenmiş reçete aslı, karekodlu reçete çıktısı ve 1 adet ilaç küpürü; 1 adet Keziban Karakaya adına 27/10/2010 tarihli Doktor … tarafından düzenlenmiş reçete aslı, 1 adet karekodlu reçete çıktısı ve 4 adet ilaç küpürü; 1 adet … adına 28/12/2010 tarihli Doktor … tarafından düzenlenmiş reçete aslı, 1 adet karekodlu reçete çıktısı ve 2 adet kullanım raporu fotokopisi ile 6 adet ilaç küpürü; 1 adet … adına 30/12/2010 tarihli Doktor … tarafından düzenlenmiş reçete aslı, 1 adet karekodlu reçete çıktısı ve 1 adet kullanım raporu fotokopisi ile 9 adet ilaç küpürü; 1 adet … adına 21/12/2010 tarihli Doktor…tarafından düzenlenmiş reçete aslı, 1 adet karekodlu reçete çıktısı ve 2 adet ilaç küpürü, 1 adet … adına 27/12/2010 tarihli Doktor … tarafından düzenlenmiş reçete aslı ve 2 adet ilaç küpürü, 1 adet Serdar Narkus adına 20/12/2010 tarihli Doktor … tarafından düzenlenmiş reçete aslı ve 2 adet ilaç küpürü, 1 adet Kadir İtiloğlu adına 21/12/2010 tarihli Doktor … tarafından düzenlenmiş reçete aslı ve 2 adet ilaç küpürü, 1 adet … adına 21/12/2010 tarihli Doktor … tarafından düzenlenmiş reçete aslı ve 2 adet ilaç küpürü; 1 adet … adına 31/12/2010 tarihli Doktor … tarafından düzenlenmiş rapor, üzerinde el yazısı ile değişik şahıslara ait isim, soyisim ve rakamların yazılı olduğu 19 adet a 4 kâğıdı ve küpürleri kesilmiş 22 kutu ilacın ele geçirildiği,
…’un 11/02/2011 tarihinde müşteki sıfatı ile alınan ifadesinde özetle; kendisinin 2008 yılında Ziraat Bankasından emekli olduğunu, 4 senedir kalp hastası olduğunu, ilaçlar kullandığını, kendisine gösterilen reçete ile ilgili, reçete tarihi olan 31/12/2010 günü MTA Genel Müdürlüğü içerisinde bulunan hastaneye gitmediğini, ilaç yazdırmadığını, adına reçete düzenleyen şahıslardan davacı olduğunu,
…’ın 11/02/2011 tarihinde müşteki sıfatı ile alınan ifadesinde özetle; kendisinin 13 senedir kalp ritim bozukluğu ile uğraştığını, eşinin emekli sandığı mensubu olduğunu, genellikle Gazi Hastanesi, Karargahtepe Sağlık Ocağında tedavi gördüğünü, gerekli ilaçları bu hastanelerde çalışan doktorlara yazdırdığını, MTA Genel Müdürlüğü içerisinde bulunan hastaneye hiç gitmediğini, reçetede kaşesi bulunan … isimli şahsa muayene olmadığını, ilaçları yazdırmadığını, adına reçete düzenleyen kişilerden ve reçetede kaşesi bulunan Doktor … isimli şahıstan davacı şikayetçi olduğunu,
…’ın 14/02/2011 tarihinde müşteki sıfatı ile alınan ifadesinde özetle; kendisinin 1977 yılında emekli olduğunu, ilaç almak için 3 adet raporunun olduğunu, kendisine gösterilen reçete arkasında bulunan isim ve soyadı olan yazının kendisine ait olmadığını, imzanın kendi imzasına benzetilmeye çalışıldığını, reçetede yazılı bulunan 31/12/2010 tarihinde ilaç almadığını, ilaç aldığı tarihleri belirten listeyi verebileceğini, adına reçete ile ilaç alan şahıs ya da şahıslardan şikayetçi olduğunu,
…’ın 14/02/2011 tarihinde müşteki sıfatı ile alınan ifadesinde özetle; kendisinin 2002 yılında Çankaya Belediyesinden emekli olduğunu, 5 yıldır nörolojik hastalığı olduğunu, kendisine sorulan reçeteyi yazdırmadığını, 31 Aralık 2010 günü MTA Genel Müdürlüğü içerisinde bulunan hastaneye gitmediğini, Doktor … isimli şahsa muayene olmadığını, ismini hatırlamadığı, … Eczanesinde kalfa olarak çalışan Turan isimli şahsın kendisini arayarak “Emniyetten çağırabileceklerini ve reçeteyi kendisinin imzaladığını beyan etmesini istediğini”, isimini kullanarak adına ilaç yazdıran ve yazanlardan şikayetçi olduğunu,
…’nın 14/02/2011 tarihinde müşteki sıfatı ile alınan ifadesinde özetle; 2002 yılında Milli Eğitim Bakanlığından emekli olduğunu, kendisine sorulan reçete ile ilgili, 31/12/2010 tarihinde MTA Genel Müdürlüğü içerisinde bulunan hastaneye muayeneye gitmediğini, … eczanesi kalfasına raporlarını teslim ettiğini, adına ilaç yazdırmış olduğunu, “Eczane kalfasının kendisini arayarak Emniyete gittiğinde ilaçları kendisinin yazdırdığını söylemesini istediğini”, kendisinin Doktor … isimli şahsı tanımadığını muayene olmadığını, adına reçete yazan şahıslardan şikayetçi olduğunu,
…’un 14/02/2011 tarihinde müşteki sıfatı ile alınan ifadesinde özetle; yufkacılık yaparak geçimini sağladığını, gösterilen reçetede yazılı bulunan 31/12/2010 tarihinde MTA Genel Müdürlüğü içerisinde bulunan hastaneye gitmediğini, muayene olmadığını, bilgilerini kullanarak adına reçete hazırlayanlar hakkında şikayetçi olduğunu,
…’ın 14/02/2011 tarihinde alınan ifadesinde özetle; 2008 yılında Türkiye İstatistik Kurumundan emekli olduğunu, kendisine sorulan reçete üzerinde yazan 31/12/2010 tarihinde MTA Genel Müdürlüğü içerisinde bulunan hastaneye gitmediğini, muayene olmadığını beyan ettiği,
Müştekiler ve bilgi sahipleri adına düzenlenmiş olan reçete ve ilaç kullanım raporları ile ilgili Bilirkişi Dr. Yasin Ataç’ın inceleme raporunda;

— Doktor … tarafından … adına düzenlenmiş 2 numaralı zarf içerisindeki reçeteler üzerinde basılı bulunan “M.T.A. Gn. Md. Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’nın mukayese imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu imzaların, … eli ürünü olduğu,
— Doktor … tarafından … adına düzenlenmiş 2 numaralı zarf içerisindeki reçeteler üzerinde basılı bulunan “M.T.A. Gn. Md. Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’nın mukayese imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu imzaların, … eli ürünü olduğu,
—Tetkike konu Doktor İsmail Kasım tarafından … adına düzenlenmiş 13/12/2010 tarih ve 6775 Muayene Kayıt Nolu Reçetenin (5 Nolu Zarf) arka yüzünde … adına atılı bulunan imza ve yazılar ile …’ın mukayese imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu yazı ve imzanın, … eli ürünü olduğu,
— Doktor … tarafından M. Haluk Tan adına düzenlenmiş 2 numaralı zarf içerisindeki reçeteler üzerinde basılı bulunan “M.T.A. Gn. Md. Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’nın mukayese imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu imzaların, … eli ürünü olduğu,
— Doktor … tarafından … adına düzenlenmiş 2 numaralı zarf içerisindeki reçeteler üzerinde basılı bulunan “M.T.A. Gn. Md. Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’nın mukayese imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu imzaların, … eli ürünü olduğu,
— Doktor … tarafından … adına düzenlenmiş 2 numaralı zarf içerisindeki reçeteler üzerinde basılı bulunan “M.T.A. Gn. Md. Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’nın mukayese imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu imzaların, … eli ürünü olduğu kanaatine varıldığı,
Sosyal Güvenlik Kurumunda görevli Başmüfettiş … tarafından düzenlenmiş ön inceleme raporunda; …, …, …, …, …, …, … isimli kişilerin emekli olup, bu kişiler adına MTA Kurum doktoru Dr. … kaşe ve imzasıyla 31.12.2010 tarihli reçeteler düzenlenmiş olup (… adına 13.12.2010 Dr. İsmail Kasım tarafından yazılan reçete), bu reçetelere Emniyet tarafından düzenleme tarihi itibariyle el konulduğu, söz konusu reçetelerle ilgili Kurum sistemi üzerinden de görüleceği üzere bir faturalandırma işleminin ve ödemenin gerçekleştirilemediği bu nedenle de oluşmuş bir Kurum zararının olmadığı ancak; 31/12/2010 tarihli bu reçetelere Ankara Emniyetinin el koymaması durumunda bu reçetelerin işleme sokulacağı ve Kurum zararının oluşacağı, hastalar adına düzenlenen reçetelerin hasta ifadelerinden de tespit edildiği üzere gerçek olmadığı, bunların hastaların kimlikleri kullanılarak hasta adlarına düzenlendiği sonuç ve kanatine varıldığının bildirildiği,

OLAY-7

31/12/2010 tarihinde Ankara Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Şube Müdürlüğü Mali Suçlar Büro Amirliği’ni arayan ve açık kimlik bilgilerini vermek istemeyen erkek kişinin, Çiğdem mahallesinde oturan ve 06 AK 1213 plakalı aracı kullanan Doktor …’nın aracında çok sayıda küpürsüz ilaç ve reçete bulunduğunu, doktorun hastaları görmeden ilaç yazdığını söyleyerek telefonu kapattığı; yakalamaya yönelik olarak konu hakkında yapılan çalışmalarda; aynı gün saat 19:30 sıralarında sanık …’nın kullandığı …plaka sayılı aracın…önünde park halinde olduğunun tespit edilmesi üzerine sanığın temin edilerek bahse konu oto sorulduğunda aracın bir arkadaşına ait olduğunu, ancak kendisinin kullandığını ve oto içerisinde bugün yazdığı 20 reçetenin olduğunu, bu reçetelerin suç teşkil etmediğini beyan ederek rızası dahilinde teslim alınan belgeler incelendiğinde; N…,…,…,…,…,…,…,…,…, adına Dr…. tarafından düzenlenmiş reçete aslı ve reçete şeklinde el yazısı ile yazılmış not kağıdı ve 18 adet reçete şeklinde değişik kişiler adına düzenlenmiş not kağıtlarının ele geçirildiği,
Müştekiler ve bilgi sahipleri adına düzenlenmiş olan reçete ve ilaç kullanım raporları ile ilgili Bilirkişi Dr. Yasin Ataç’ın inceleme raporunda; tetkike konu Doktor … tarafından düzenlenmiş 1, 2 ve 3 numaralı zarflar içerisindeki reçeteler ve rapor üzerinde basılı bulunan “M.T.A. Gn. Md. Dr. …” içerikli kaşe izi üzerinde atılı bulunan imzalar ile …’nın mukayese imzaları arasında yapılan karşılaştırma neticesinde; inceleme konusu imzaların, … eli ürünü olduğunun bildirildiği,

OLAY-8

31/01/2011 tarihinde, Gaziantep ilinden hareket eden … firmasına ait otobüsle, … isimli kişiye sahte olduğu değerlendirilen 1 koli kanser ilacı geleceği bilgisi üzerine, Adana Emniyet Müdürlüğü görevlilerince 02/02/2011 günü saat 14.15 sıralarında … firmasına ait otobüsün Adana Otogarına geldiği, firmanın servis araç şoförünün üzerinde … Deva Holding A.Ş. yazılı koliyi alarak servis aracına koyduğu ve Adana Atilla Altıkat Köprüsü altında bulunan … yazıhanesine bıraktığı, bunun üzerine yazıhane içerisinde …’ın beklenildiği, saat 18.00 sıralarında yazıhaneye gelen sanığın koliyi teslim alması üzerine, yazıhaneden çıktığı sırada durdurularak koli içerisinde ne olduğunun sorulduğu, kanser ilacı olduğunu söylediği, ancak herhangi bir reçete ve nereden aldığı ile ilgili bir belge ibraz edemediği, koliyi rızası ile teslim ettiği,
Adana Emniyet Müdürlüğünde koli açılarak yapılan sayım ve tespitte ise; (6) Adet Xeloda 500 mg film kaplı tablet yazılı kutu (Kutulardan 5 adedinin açık olduğu içerisinde 120 tablet hap bulunduğu, açık olan 1 kutu ilaçın içerisinde ise 100 tablet ilaçın bulunduğu, ayrıca ilaçların geçici karekot nolarının alındığı, muhtemelen 31.12.2010 tarihinde bu ilaçların SGK kurumuna fatura edildiği), (1) Adet Remicade 100 mg kutu (Kutu içerisinde 1 tüp 100 mg toz şeklinde ilacın bulunduğu geçici karekod nolarının alındığı muhtemelen 31.12.2010 tarihinde bu ilaçların SGK kurumuna fatura edildiği), (2) Adet Velcade 3,5 mg kutu (Kutulardaki barkodların yırtık olduğu ve içerisinde Velcade 3,5 mg yazılı tüp içerisinde toz şeklinde ilacın bulunduğu, karekod veya barkodlarının bulunmadığı), (2) Adet Valcyte 450 mg kapalı kutu (bahse konu ilaçların kare kodlarının ilaç üzerinde bulunduğu, satılmış ise hangi eczaneden çıkış yaptığının ve kime verildiğinin tespitinin mümkün olduğu), (1) Adet Neupogen Syringe yazılı içerisinde 5 adet Neupogen 30 MU 0,5 ml. Enjektör şeklinde ilacın bulunduğu (Bahse konu ilacın kare kodlarının ilaç üzerinde bulunduğu, satılmış ise hangi eczaneden çıkış yaptığının ve kime verildiğinin tespitinin mümkün olduğu) tespit edildiği,
…’dan ele geçirilen ilaçların hangi eczaneden çıkışının yapıldığı konusunda SGK İl Müdürlüğünde görevli şahsın Medula sisteminden yapılan sorgusunda 1.2.3 noda kayıtlı ilaçların hangi eczaneden çıkış yaptığının tespitinin yapılamadığı, 4. sırada kayıtlı 2 kutu Valcyte 450 mg kapalı kutu ilacın sorğulamasında ilaçların Gaziantep ilinde Yeni Kozanlı Eczanesinden Leyla Altaş adına reçete edildiği, 5. sırada kayıtlı 1 adet Neupogen Syringe yazılı ilaçın sorgulamasında Gaziantep ilinde Yeni Kozanlı Eczanesinden Abdullah Oğuz adına reçete edildiğinin bildirildiği,

OLAY- 9

Müşteki …’un 28/03/2011 tarihinde kollukta alınan beyanında, Maden Tetkik Genel Müdürlüğünde işçi olarak çalıştığını, kurum içinde başhekimlik bulunduğunu, 02/02/2011 de ilaç almak için … Eczanesine gittiğinde Cengiz Sorgu’dan alacağı ilacın bir hafta önce … Eczanesinden alındığını öğrendiğini, … Eczanesinin kalfası sanık …’a haberi olmadan neden adına ilaç yazıldığını sorunca, sanık …’nın yazdığını, doktoru aradığında nazının geçtiği arkadaşlarının ismine bazen ilaç yazdığını söylediğini, uyardığını, ilacın ismini hatırlamadığını ancak pahalı bir ilaç ve eczane kalfalarının çalışanlara yardımcı olduğunu, reçeteleri alıp ilaçları tamamlayıp getirdiklerini beyan ettiği,
Kurulan suç örgütünün hiyarerşik yapılanması, yöneticileri ve üyelerinin konumları, irtibatları ve faaliyetleri ile ilgili olarak yapılan değerlendirme sonucunda:
Sanık …’ın, Adana ilinde ikamet ettiği, herhangi bir meslek grubunda çalışmadığı, suçtan elde ettiği gelir ile geçimini sağladığı, örgüt yöneticisi …, örgüt üyesi …, … ve … ile irtibatlı olduğu, piyasada fiyatı yüksek bulunan ilaçlara ait sahte ilaç kutusu ve ilaç kupürü temin ettiği, temin etmiş olduğu sahte ilaç kutularını irtibatlı olduğu farklı illerde bulunan şahıslara sattığı, ilaç kutularını satın alan şahısların da son kullanma tarihi geçmiş olan ilaçları sahte ilaç kutularının içine koyarak piyasaya sürdükleri, değişik eczanelerde barkot sistemi ile Sosyal Güvenlik Kurumuna fatura edilmiş ilaçları tekrar piyasa sürerek devleti zarara uğrattıkları, yurtdışından gümrük kaçağı olarak getirilen maddi değeri yüksek ilaçları piyasaya sürerek devleti zarara uğratarak haksız kazanç temin ettiğinin (Olay 1, 3, 4, 8)’den anlaşıldığı, böylece suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti,
Sanık …’ın, … Eczanesinde kalfa olarak çalıştığı, eczanenin gizli ortağı ve kurulan suç örgütünün lideri olduğu, suç örgütünün yöneticisi sanık …, Maden Teknik Arama Enstitüsü Genel Müdürlüğünün kurum doktorları sanık …, sanık … ve ilaç pazarlamacısı sanık … ile irtibatlı olduğu, MTA kurum doktoru sanık … ile birlikte hareket ederek kurumda çalışan hasta olan personelin muayenesi yapılmadan ilaç yazdırdığı, sağlık raporu bulunan kurum personelinin reçetelerini takip ederek ilaçların günü geldiği zaman şahıslara bilgi vererek onlar adına sanıklar Kamil ve Mihriban’a ilaçları yazdırdığı, ayrıca kurumda çalışan personel bilgilerini temin ederek kurum doktorlarına usulsüz reçete yazdırdığı, sanık …’in Turan’ı arayarak eczanede hangi ilaçların olup olmadığını ona göre hastalara ilaç yazacağını söylediği, bu işler karşılığında sanık …’e belirli bir yüzde ödediği, … Eczanesi üzerinden ilaç yazılan reçeteleri Sosyal Güvenlik Kurumuna fatura ederek tahsil ederek devleti zarara uğrattıkları, sanık …’nun ortağı olduğu … Eczanesi’ne reçete götürerek yüzde aldığının (Olay 6, 7, 9)’dan anlaşıldığı, böylece sanığın suç işlemek amacıyla örgüt kurma, resmi belgede sahtecilik, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, görevi kötüye kullanmaya iştirak,
Sanık …’in, Çankaya İlçesi Küçükesat Akay Caddesi 15/7 adresini ikamet ve iş yeri ofisi olarak kullandığı, herhangi bir meslek grubunda çalışmadığı, suçtan elde ettiği gelir ile geçimini sağladığı, sanıklar …, … ve … ile irtibatlı olduğu, Adana ilinde ikamet eden Örgüt Lideri sanık …’tan piyasada fiyatı yüksek bulunan ilaçlara ait sahte ilaç kutusu ve ilaç kupürü temin ettiği, temin etmiş olduğu sahte ilaç kutularını irtibatlı oldukları şahıslara sattıkları bu şahıslarında son kullanma tarihi geçmiş olan ilaçları sahte ilaç kutularının içine koyarak piyasaya sürdükleri ve bu şekilde devleti zarara uğratarak haksız kazanç temin ettiğinin (Olay 1, 3)’den anlaşıldığı, böylece sanığın suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti,
Sanık …’nun, Gölbaşı ilçesinde faaliyet gösterir iken kapatılan … Eczanenin ortağı olduğu, örgüt lideri sanık …, örgüt yöneticisi … ve örgüt üyesi … ile irtibatlı olduğu, MTA kurum doktoru sanık … ile birlikte hareket ederek kurumda çalışan hasta olan personelin muayenesi yapılmadan reçete yazdırdığı MTA kurum doktoru olarak çalışan sanık …’ya yazmış olduğu reçete başına para ödediği, … Eczanesi üzerinden ilaç yazılan reçeteleri Sosyal Güvenlik Kurumuna fatura ederek tahsil ederek devleti zarara uğrattıkları (Olay 2, 5)’den anlaşıldığı, böylece sanığın suç işlemek amacıyla örgüt kurma, resmi belgede sahtecilik, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti,
Sanık …’nın, Gaziantep ilnde ikamet ettiği, ayaküstü oto alım satımı yaptığı, örgüt lideri sanık …, örgüt üyesi sanık … ve sanık … ile irtibatlı olduğu, Gaziantep ilinde bulunan özellikle kanser hastalarının yakınları ile irtibata geçerek hasta şahıslar adına alınan ilaçları Adana ilinde bulunan sanık …’a gönderdiği, sanık Hasa’ın da irtibatları sayesinde piyasaya sürüp Devleti zarara uğrattıkları ve haksız kazanç elde ettiklerinin Olay 8’den anlaşıldığı, böylece sanığın suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti,
Sanık …’nun, Konya’da ikamet ettiği, suç örgütünün lideri sanık …, örgüt üyesi sanık … ile irtibatlı olduğu, sanık …’ın talimatları ile özellikle fiyatları yüksek kanser ilaçlarını, fiyatları yüksek sahte, tarihi geçmiş veya barkot sisteminde okutularak Sosyal Güvenlik Kurumuna fatura edilmiş ilaçları sanık … aracılığıyla kargo veya şehirlerarası otobüs firmaları ile diğer illerde bulunan müşterilerine gönderdikleri, bu müşterileri arasında Konya ilinde bulunan örgüt yöneticisi sanık …’nun da bulunduğu, ilaçları Konya ilinde piyasaya sürerek haksız kazanç temin ettiğinin Olay 4’ten anlaşıldığı, böylece sanığın suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti,
Sanık …’nın, Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü Kurum Tabipliğinde kurum doktoru olarak çalıştığı, suç örgütünün lideri sanık …, örgüt yöneticisi sanık …, örgüt üyesi … ile irtibatlı olduğu, … Eczanesinde kalfa olarak çalışan örgüt lideri sanık … ile Gölbaşı ilçesinde faaliyet gösterir iken kapatılan … Eczanesinin ortağı örgüt yöneticisi sanık … ile ortak hareket ederek, Maden Tetkik Arama Enstitüsü Genel Müdürlüğü kurumunda çalışan personelin ve … Eczanesi ile … Eczanesinin müşterilerinin kimlik bilgilerini temin ederek bu şahıslar adına bilgileri dışında reçete yazdığı, yazdığı reçeteleri … ve … Eczaneleri adına Sosyal Güvenlik Kurumu’na fatura ederek para tahsil ettikleri, sanıklar Kamil, Turan ve Ramazan’ın bu şekilde devleti zarara uğrattıkları ve haksız kazanç elde ettikleri, sanık …’nın menfaat karşılığında … A.Ş.’de ilaç mümessili olarak çalışan örgüt yöneticisi sanık …’un istediği yüksek fiyatlı ilaçlardan yazdığı, bunun karşılığında alınmasını istediği mikrodalga fırının sanık … tarafından alınarak sanık …’ya verildiğinin Olay 6, 7, 9’dan anlaşıldığı; böylece sanığın, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, kamu görevlisinin resmi belgede sahteciliği, görevi kötüye kullanma,
Sanık …’ın İstanbul ili Pendik ilçesinde ikamet ettiği, İstanbul ilinde faaliyet gösterir iken iflas ettiği değerlendirilen …Ecza Deposunun ortaklarından olduğu, geçimini ilaç pazarlama ile sağladığı, örgütün yöneticilerinden sanık … ile irtibatlı olduğu, Ülkemize kaçak yollardan maddi değeri yüksek ilaçlar getirdiği ve bu getirdiği maddi değeri yüksek ilaçları bağlantıları sayesinde piyasaya sürerek haksız kazanç elde ettiğinin Olay 3’ten anlaşıldığı, böylece sanığın, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti,
Sanık …’un; ilaç pazarlamacısı olarak çalıştığı, suç örgütünün lideri sanık … ve örgüt üyesi … ile irtibatlı olduğu, sanık …’ın aracılığında sanık …’un ilaç mümessili olarak çalıştığı … Holding A.Ş. ait fiyatı yüksek ilaçlardan sanık … ile …’nın yazması karşılığında anlaştıkları, sanıklar Mihriban ve Kamil’e fiyatı yüksek ilaçlardan yazması karşılığında sanık … aracılığıyla ısıtıcı ve mikrodalga fırın alarak menfaat temin ettiği, bu şekilde yazılan ilaç reçetelerini de sanık …’ın … Eczanesi üzerinden Sosyal Güvenlik Kurumuna fatura ederek Devleti zarara uğrattığı, böylece sanığın, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, görevi kötüye kullanmaya iştirak,
Sanık …’ın; Ankara Gölbaşı ilçesinde faaliyet gösteren … Eczanesinin sahibi olduğu, eczanesinde kalfa olarak çalışan ancak eczanenin gizli ortağı olan sanık …’nun Maden Tetkik Arama Enstitüsü Genel Müdürlüğü kurum doktoru sanık … ile birlikte hareket ederek kurumda çalışan personele muayenesi yapılmadan ilaç yazdırdığı, bu işler karşılığında Kamil’e belirli bir yüzde ödediği, sahibi olduğu eczanenin Sosyal Güvenlik Kurumuna fatura ettiği reçetelerle ilgili kurum müfettişi tarafından yapılan inceleme neticesinde eczanenin Devleti zarara uğrattığının Olay 2, 5’ten anlaşıldığı, böylece sanığın, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik,
Sanık …’nın; Ankara Balgat’ta faaliyet gösteren … Eczanesinin sahibi olduğu, Eczanesinde kalfa olarak çalışan ancak eczanenin gizli ortağı olan sanık …’ın Maden Tetkik Arama Enstitüsü Genel Müdürlüğü kurum doktoru sanık … ile birlikte hareket ederek kurumda çalışan personele muayenesi yapılmadan ilaç yazdırdığı, ayrıca kurumda çalışan personel bilgilerini temin ederek kurum doktorlarına usulsüz reçete yazdırdığı, bu işler karşılığında Kamil’e belirli bir yüzde ödediği, sahibi olduğu eczanenin Sosyal Güvenlik Kurumuna fatura etttiği reçetelerle ilgili kurum müfetteşi tarafından yapılan inceleme neticesinde eczanenin Devleti zarara uğrattığının Olay 6, 7’den anlaşıldığı, böylece sanığın, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik,
Sanık …’in, kanser tedavisi gören babasına ait kanser ilaçlarını babasının tedavi gördüğü hastahanede veya babasına ait ilaç raporu ile başka sağlık kuruluşlarında yazdırdığı, kanser ilaçlarını yazdırdıktan sonra sanık … ile buluşarak sattığı, sanık …’ın da bu ilaçları piyasa sürülmek üzere sanık …’a teslim ettiği, bu şekilde devleti zarara uğratarak haksız kazanç elde ettiği, örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettiğinin C.Savcılığı’ndaki savunmasından anlaşıldığı, böylece sanığın, suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti,
Sanık …’nın; Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğü Kurum Tabipliğinde kurum doktoru olarak çalıştığı, örgüt lideri sanık … ile irtibatlı olduğu, ecza deposu satış elemanları ile direkt irtibat kurmadığı, irtibatı sanık …’ın sağladığı, menfaat karşılığında … A.Ş.de ilaç mümessili olarak çalışan sanık …’un istediği yüksek fiyatlı ilaçlardan yazdığı, bunun karşılığında alınmasını istediği Ufo marka ısıtıcıların sanık … tarafından alınarak sanık …’a verildiği, örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım ettiğinin anlaşıldığı, böylece sanığın, suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte örgüte bilerek ve isteyerek yardım etme, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, görevi kötüye kullanma,
Sanık …’ın; Adana ilinde ikamet ettiği, örgüt lideri sanık …, örgüt üyesi sanık … ve sanık … ile irtibatlı olduğu, sanık …’la suçta ortak hareket ettiği, sanık …’ın temin etmiş olduğu sahte ilaç küpürlerini ve ilaç kutularını, değişik eczanelerde barkot sistemi ile Sosyal Güvenlik Kurumuna fatura edilmiş ilaçları tekrar piyasa sürerek devleti zarara uğrattıkları, ayrıca maddi değeri yüksek olan ve kanser tedavilerinde kullanılan ilaçları kargo veya otobüs firmalarına vererek Adana ili dışında bulunan eczanelere gönderdiği veya kendisine kargo veya otobüsle gönderilen ilaçları veya ilaç küpürlerini aldırdığının olay 2 ve 5’ten anlaşıldığı, böylece sanığın suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti,
Suçlarını işlediklerinin iddia edildiği olaylarda;
Sanıklar … ve Turan Yıldız hakkında resmi belgede sahtecilik suçundan da cezalandırılmaları istemiyle kamu davası açıldığı halde, eylemin görevi kötüye kullanma suçu içerisinde kaldığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği, 5237 sayılı TCK’nın 212. maddesinde açıklandığı üzere “Sahte resmi veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur” ifadesi gereğince, bu suç yönünden değerlendirme yapılarak davanın açılmış olması karşısında ayrıca bu yönde de bir hüküm kurulması gerektiği gözetilmeksizin eylemin görevi kötüye kullanma suçunun unsuru olarak kabul edilerek yazılı şekilde hüküm kurulduğu yine sanık … hakkında, suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan da cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı halde, hüküm kurulmadığı anlaşılmışsa da; sanıklar … ve … hakkında, sahte reçete düzenleme eylemleri nedeniyle (5237 sayılı TCK’nın 204/2. maddesinde düzenlenen) resmi belgede sahtecilik ve sanık … hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan zamanaşımı süresi içerisinde mahallinde karar verilmesi mümkün görülmüştür.

I-Sanıklar …, …, …, … …, … ve … hakkında görevi kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin kararlara yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde;
5271 sayılı CMK’nın 231/5. maddesi kapsamında verilen kararların temyizi olanaklı bulunmayıp aynı maddenin 12. fıkrası uyarınca itirazı olanaklı kararlardan olduğu ve itirazı incelemeye yetkili ve görevli mahkemece karar verildiği de anlaşılmakla; dosyanın incelenmeden mahkemesine gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na İADESİNE,

II-Katılan MTA vekilinin sanık … hakkında ve katılan SGK vekilinin sanıklar …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … hakkında suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma ve yardım etme suçlarından verilen beraat; katılan SGK vekilinin sanıklar …, …, …, …, …, … ve … hakkında, bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti suçundan verilen beraat hükümlerine yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde;
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 19.02.2013 tarih ve 6-1490/59 sayılı kararında açıklandığı üzere, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kurulan örgüte üye olma ve yardım etme suçları kamunun güvenliğine karşı işlenen suçlardan olup nitelikli dolandırıcılık suçunu işlemek amacıyla kurulan örgütün eylemleri nedeniyle katılan SGK’nın ve MTA’nın; yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 12.06.2018 tarihli ve 2015/9-1190 esas, 2018/274 karar sayılı ilamında belirtildiği üzere; bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti suçundan SGK’nın, doğrudan zarar görme ve davaya katılmasının mümkün olmadığı; bu suçlar yönünden usule aykırı olarak verilen katılma kararının da hukuken kararı temyiz hakkı vermeyeceği anlaşıldığından katılanlar vekillerinin temyiz inceleme başvurusunun 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca ayrı ayrı REDDİNE,

III- Sanıklar …, …, …, …, …, … ve … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan kurulan beraat hükümlerine yönelik katılan SGK vekilinin temyiz isteminin incelenmesinde;
Sanık savunmaları, katılan ve mağdur beyanları, bilirkişi raporları ile tüm dosya kapsamından, savunmalarının aksine, her türlü şüpheden uzak, mahkumiyetine yeter delil bulunmadığından, sanıklar hakkında verilen beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; katılan SGK vekilinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükümlerin ONANMASINA,

IV-Sanık … hakkında; bozulmuş veya değiştirilmiş gıda veya ilaç ticareti, suç işleme kastıyla kurulan örgüte üye olma ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen beraat hükümlerine yönelik sanık müdafiinin ve nitelikli dolandırıcılık suçundan verilen beraat hükmüne yönelik katılan SGK vekilinin temyiz istemlerinin incelenmesinde;
Sanık savunmaları, katılan beyanları, bilirkişi raporları ile tüm dosya kapsamından, savunmasının aksine, her türlü şüpheden uzak, mahkumiyetine yeter delil bulunmadığından, sanık hakkında verilen beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmemiştir.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; sanık müdafiinin ve katılan vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine; ancak;
1136 sayılı Kanun’un 168. ve hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 13. maddesinin 5. fıkrası uyarınca, beraat eden ve kendisini vekille temsil ettiren sanık lehine maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Kanuna aykırı olup, sanık müdafiinin ve katılan SGK vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu nedenle 5320 sayılı Kanun’un 8/1.maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususun aynı Kanun’un 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükmün ilgili kısmına “sanığın kendisini vekille temsil ettirdiği anlaşıldığından, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre belirlenen 3.000 TL vekalet ücretinin hazineden alınarak sanığa verilmesi” fıkrasının eklenmesi suretiyle hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

V-Sanıklar …, …, …, …, … ve … hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan kurulan beraat hükümlerine yönelik temyiz istemlerinin incelenmesinde;

1-)Müşteki …’un 28/03/2011 tarihinde kollukta alınan beyanında, Maden Tetkik Genel Müdürlüğünde işçi olarak çalıştığını, kurum içinde başhekimlik bulunduğunu, 02/02/2011 de ilaç almak için … Eczanesine gittiğinde Cengiz Sorgu’dan alacağı ilacın bir hafta önce … Eczanesinden alındığını öğrendiğini, … Eczanesinin kalfası sanık …’a haberi olmadan neden adına ilaç yazıldığını sorunca, sanık …’nın yazdığını, doktoru aradığında nazının geçtiği arkadaşlarının ismine bazen ilaç yazdığını söylediğini, uyardığını, ilacın ismini hatırlamadığını ancak pahalı bir ilaç aldığ…,…’ın 17/01/2012 tarihinde, … Eczanesi’nden alındığı ve Dr…. tarafından düzendiği belirtilen, 16/03/2010 ve 26/03/2010 tarihli reçetelerdeki ilaçları almadıklarını beyan ettikleri; sanık …’a ait … plakalı araçta yapılan aramada ele geçen ve sanık … tarafından düzenlendiği belirtilen reçete asıllarının getirtilip incelenmediği; dosya içinde örneği bulunan SGK Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı Başmüfettişi … tarafından … Eczanesi üzerinden fatura edilen reçetelere ilişkin raporda, tablo 4’te belirtilen reçetelerin gerçek olmadığının belirtildiği; kovuşturma aşamasında … isimli müştekinin, adlarına/yakınlarına reçete düzenlenen … , …s, …, …’in ve SGK raporlarında ismi geçen …, …, …, …,…,…i, … ve …r’ın beyanlarına başvurulmadığı gibi, beyanlarında geçen reçete yada reçeteler hakkında da herhangi bir araştırma ve inceleme de yapılmaması karşısında öncelikle, usulüne göre tanık sıfatıyla dinlenilmek üzere duruşmadan haberdar edilmeleri, gelmedikleri takdirde zorla getirtilip dinlenerek, olaya ilişkin beyanlarının alınması; beyanlarında, SGK müfettişi raporunda ve aramada ele geçen reçete asılları getirtilip, gereğinde üzerinde imza ve yazı incelemesi yaptırılıp, fatura edilip edilmediği de araştırıldıktan sonra, sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeksizin, eksik kovuşturma ile yazılı şekilde beraatlerine hükmedilmesi,
2-)Sanıkların savunmaları, katılan ve mağdur beyanları, suça konu reçete ve ilaç kullanım raporları, bilirkişi raporları, SGK inceleme raporları ile oluşa ve tüm dosya kapsamına göre; 19/03/2011 tarihli bilirkişi raporunda, inceleme konusu reçetelerden, …, …,… , …, … yönünden yapılan incelemelerde, adı geçenlere atfen atılan imzaların onların eli ürünü olmadığının bildirilmesi ve…, …, … adına düzenlenen reçetelerdeki ilaçların sanık …’a ait Yeni …’nden alındığı ve soruşturma aşamasında dinlenen mağdurlar, …, …, …, …, … ve …’ın, 31/12/2010 tarihinde MTA’da muayene olmadıklarını beyan ettikleri; MTA Genel Müdürlüğü Teftiş Kurulu Başkanlığı’nın 16/02/2012 tarihli soruşturma raporunda ise, 31/12/2010 tarihinde sanıklar … ve …’nın araçlarında ele geçen reçetelerde ismi bulunan …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …,…, …, …, …, … ve …’nin kurum dışından gelen kişiler olduğu, kurumla ilişkilerinin bulunmadığı, 31/12/2010 tarihli kuruma ait “Araç ve personel giriş çıkış” kayıtları ve bilgisayardan alınan ziyaretçi raporlarına ait kayıtlar incelendiğinde, adı geçen ve sanık … tarafından muayene edilerek reçete yazıldığı iddia edilen şahısların anılan gün itibariyle kurumun kampüsüne giriş-çıkış yaptıklarına ilişkin herhangi bir kayıt bulunmadığının belirtildiğinin anlaşılması karşısında, sanıklar … ve …’ın sübut bulan eylemlerinin, teselsül halinde TCK’nın 158/1-d-e, 43. maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılık ve sanıklar … ve …’nın sübut bulan eylemlerinin, TCK’nın 158/1-d-e, 35. maddesinde düzenlenen nitelikli dolandırıcılığa teşebbüs suçunu oluşturduğu gözetilmeden, atılı suçtan mahkumiyetleri yerine, delillerin takdirinde hataya düşülerek yazılı şekilde beraatlerine hükmedilmesi,

Kanuna aykırı olup, katılanlar SGK ve MTA vekilleri ile O yer Cumhuriyet savcısı’nın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu nedenlerle 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321.maddesi uyarınca BOZULMASINA, 05/12/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE RAPOR VE REÇETEYE DAYALI ECZANE PROTOKOLÜNÜN İPTALİ- CEZAİ ŞARTIN İPTALİ DAVASI-

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi

2020/610 E. , 2020/2707 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki cezai şart işleminin iptali davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; davalı … SGK İl Müdürlüğü’nün 24/09/2013 tarih ve 3511836 sayılı yazısı ile eczanesi hakkında 1 adet sahte rapor ve reçete ile … isimli kanser ilacı fatura edilmesi nedeniyle 2009 Eczane Protokolünün 6.3.3. maddesi gereğince haksız olarak yazılı uyarı ve 59.676,15.-TL cezai şart tahakkuku işlemlerinin yapıldığını, ortada davalı kurumun hiçbir zararının olmadığını bildirerek davalı … SGK İl Müdürlüğü’nün 24/09/2013 tarih ve 3511836 sayılı yazısı ile tesis edilen işlemlerin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı; davacının tespit edilen eylemlerinin sözleşme eki protokolün 6.3.3. maddesine açıkça aykırı olduğunu belirterek, açılan davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, davacının davasının kabulüne; davalı kurum tarafından davacı aleyhine tesis edilen 24/09/2013 tarih ve 3511836 sayılı uyarı ve cezai şart işleminin iptaline karar verilmiş; hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, davacı tarafından davalı Kuruma fatura edilen 1 adet sahte ilaç kullanımı raporu içeren reçete nedeniyle uygulanan 59.676,15 TL cezai şart işleminin tahsiline ilişkin davalı Kurum kararının iptali istemine ilişkindir. Davalı, davacının muhakkik raporu ekinde belirtilen diğer 30 eczacı da olduğu gibi kendisine ibraz edilen sahte reçete ve raporlarda belirtilen ilaçları, reçeteyi ibraz eden kişinin kimliğini sormadan ve görmeden sadece sözlü beyanlarını reçete arkasına yazıp dolandırıcı kişiye imzalatmak suretiyle ilaçları dolandırıcı kişiye verdiğini, davacının eylemlerinin 5510 saylı Yasa’nın 67/3, 71/1, 103/2 ve sözleşme eki protokolün 6.3.3. maddelerine açıkça aykırı olduğunun Kurum muhakkiklerinin raporlarında ve Cumhuriyet Savcılığı dosyasında tespit edildiğini belirterek, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

… 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2011/80 Esas sayılı dosyası kapsamında evrakta sahtekarlık ve dolandırıcılık suçlarına konu yapılan yargılamada dava dışı … ve Gürdal Koca isimli kişiler tarafından sahte reçetelerle, yine sahte fotokopi ilaç kullanım raporları kullanılarak davacının içinde yer aldığı muhtelif eczanelerden ilaçlar aldıkları, ilaç kullanım raporlarının doktor imzalarının bulunduğu kısım aynı kalmak üzere üst kısımdaki isim sütunlarının fotokopi makinesinde değişik isimler yazılarak birden fazla ilaç kullanım rapor fotokopileri elde edilmek suretiyle bu fotokopi ilaç kullanım raporları ile eczanelerden ilaç temin ettikleri, olayın en son bir eczacı tarafından ilaç almak isteyen şahıstan kimlik sorması üzerine ortaya çıktığı tespit edilerek bu kişiler hakkında yapılan yargılama sonucu mahkumiyet kararı verildiği anlaşılmaktadır. Taraflar arasındaki sözleşmenin 6.3.3 maddesinde;” eczanenin kuruma fatura ettiği reçetelerden bulunması gereken ve reçete muhteviyatı ilaçların reçete sahibine yada yakınına teslim edildiğine ilişkin imzanın, reçete sahibine veya ilaçları teslim edildiği yakınına ait olmadığının tespit edilmesi halinde, reçete bedelinin 5 katı tutarında cezai şart uygulanarak eczacı yazılı olarak uyarılır, tekrarı halinde reçete bedelinin 5 katı tutarında cezai şart uygulanarak sözleşme feshedilir ve 1 (bir) ay süre ile sözleşme yapılmaz” düzenlemesi gereğince davacı eczacıya ceza verildiği anlaşılmaktadır.

Davacı tarafından, davalı kuruma fatura edilen reçete ekinde yer alan ilaç kullanım raporunun aslı bulunmadığı ve sahte olduğu halde davacı tarafından rapor üzerine davalı … yanıltacak şekilde aslının davacı eczacı tarafından görüldüğüne dair “ aslı gibidir” şerhinin verildiği, ayrıca dolandırıcılık suçundan mahkum olan … isimli kişinin ceza dosyası kapsamı itibariyle ilacı teslim alan ve ilacın teslimine ilişkin imzayı atan kişi olduğu sabit olmasına rağmen sahte raporda ismi yeralan kişiye teslim edilmiş gibi imzanın alındığı, anlaşılmaktadır. Aynı konuda, davalı kurum tarafından başka bir eczaneye uyguladığı cezai şartın iptali istemi ile … 5.Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan davada, mahkemece davanın kabulüne karar verildiği, Yargıtay 13.Hukuk Dairesince, davacı eczane tarafından verilen ilaca ilişkin sağlık raporunun ve reçetenin sahte olduğu … 2.Ağır ceza Mahkemesinin 2011/80 Esaslı dosyası ile yapılan yargılamadan anlaşıldığından, davalı idarenin ceza işleminin doğru olduğuna, davanın reddine karar verilmesi gerektiği yönünde bozma kararı üzerine, mahkemece direnilmiş, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2014/13-267 esas, 2015/1673 karar sayılı ilamı ile davacının sözleşme ile üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği ve kendilerine ibraz edilen sahte reçete ve raporlarda belirtilen ilaçları teslim ederken sözleşmeye aykırı davrandıkları, davalı kurumun işleminin hukuka uygun olduğu gerekçeleri ile direnme kararının usul ve yasaya aykırı olduğuna ve bozulmasına karar verilmiştir. Somut olaya ilişkin yukarıda açıklanan aşamalar dikkate alındığında davacının sözleşme ile üzerine düşen yükümlülüğü yerine getirmediği ve sözleşmeye aykırı davrandığı anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca mahkemece davalı tarafından uygulanan cezai işlemin hukuka uygun olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanını kabulüne ilişkin hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen kararın davalı yararına BOZULMASINA, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/06/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

KANSER İLAÇ BEDELLERİNİN SGK TARAFINDAN KARŞILANMASI

 T.C.

SAKARYA

3. İŞ MAHKEMESİ

ARA KARAR

ESAS NO : 2021/36 Esas

HAKİM :

KATİP :

İHTİYATİ TEDBİR İSTEYEN

DAVACI :

VEKİLİ : Av.

KARŞI TARAF

DAVALI : SOSYAL GÜVENLİK KURUMU BAŞKANLIĞI 

 TALEP : İhtiyati tedbir

TALEP TARİHİ : 20/01/2021

KARAR TARİHİ : 02/02/2021

Davacı ….vekili Av…… 20/01/2021  tarihli  dava dilekçesi ile, davacının kullandığı ilaçların SGK tarafınan ödenmesine ilişkin ihtiyati tedbir talep ettiğinden;

Dilekçe ve dosya içeriği incelendi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

 Davacının ihtiyati tedbir talebinin  KABULÜ İLE;

Tespit edilen kanser  teşhisi neden ile   Kocaeli  Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Üniversitesi Hastanesinde tedavi gördügü beyan edilen davacının, 27/01/2021 tarihli Doç.Dr. ……. tarafından düzenlenen uzman görüşü yazısında; yaygın evre küçük hücreli akciğer kanseri tanısı tedavi olan, daha sonra 23/12/2020 tarihinde  tedavisine başlandığı ve halen tedavisinin devam ettiğinin, Atezolizumab (tecentriq 1200 mg)   etkin maddeli ilacın dava sonuna kadar ÜCRETİNİN SGK KURUMU TARAFINDAN ÖDENMESİNE,

İtirazı kabil olarak dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda karar verildi.

Katip    Hakim

E-İMZA  E-İMZA

SİLAHLA TEHDİT ETMEK SURETİYLE KENDİLİĞİNDEN HAK ALMA VE TEFECİLİK SUÇU

T.C
CEZA GENEL KURULU

2018/110 E. , 2018/465 K.

“İçtihat Metni”
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 201-487

Sanık … hakkında silahla tehdit etmek suretiyle kendiliğinden hak alma ve tefecilik suçlarından açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında, Turgutlu 1. Asliye Ceza Mahkemesince 06.02.2007 tarih ve 217-59 sayı ile eylemin nitelikli yağma suçunu oluşturabileceği gerekçesiyle görevsizlik kararı verilerek dosyanın görevli olduğu düşünülen Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesine gönderildiği, bu mahkemenin de kendisini görevsiz sayarak 07.03.2007 tarih ve 301-224 sayı ile görevsizlik kararı vermesi üzerine ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığı Yargıtay 5. Ceza Dairesince 25.12.2008 tarih ve 15451-12259 sayı ile Manisa Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararının kaldırılmasıyla son bulduğu, görevsizlik kararı kaldırılan Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesince 10.03.2011 tarih ve 550-64 sayı ile eylemin nitelikli yağma suçunu oluşturduğu kabul edilerek sanığın lehe olan 5237 sayılı TCK’nın 149/1-a, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 13.02.2013 tarih ve 9589-2227 sayı ile;

“…Dosya kapsamına göre mağdurun olayla ilgili olan başvuru şekli, süreci ve beyanları kendi içinde gelişip değişmekte, kamu tanıkları ve katılanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında bildirdiği tanıkların anlatımlarının ise kendi içinde değişerek gelişen ve birbiri ile çelişen, iddia ile örtüşmeyen ve mağdura karşı duruşları nedeniyle de inanırlığında duraksamaya yer vermesine karşın, sanığın aşamalardaki istikrarlı savunması ve bunu teyit eden tanıklar beyanları, icra takip dosyası, savunmada bahsi geçen gayrimenkullerin değerleri ve mevcut senet örnekleri birlikte ele alındığında, sanığın savunması ve sanığın savunmasını teyit eden bu delillere üstünlük tanınması gerektiği düşünülmeden, yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde hükümlülüğüne karar verilmesi,…” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 30.12.2013 tarih ve 201-487 sayı ile;
“Mahkememiz bozma kararına uymamıştır.

Şöyle ki ;

Yukarıda bahsedildiği üzere Turgutlu İlçesi gibi gayrimenkullerin kıymetli olduğu bir ilçenin merkezi yerinde 5 tane değerli dükkanın aynı anda satışa çıkarılması izaha muhtaç bir husustur.

Müştekinin bu gayrimenkulleri rahatlıkla peşin satma imkânı var iken hiç görülmeyecek bir şekilde taksitle satmış olması inandırıcı bir durum olmayıp sanığın taksit taksit ödediği rakam için senet aldığı iddialarının elinde her hangi bir hukuki gerekçe olmaksızın bulundurduğu müştekiye ait senetleri açıklama gayretinden ibarettir.

Sanığın tefecilik yaptığı, müdafinin beyanı ile de sabit olup, bu amaçla dahi bu miktar alacaklı olduğunu ispatlayamamıştır. Müştekinin bu kadar borçlu olması mümkün olmayıp, gerçekten büyük miktarlarda paraya ihtiyacı olsa dükkanlardan bir tanesini peşin satma durumu varken tefeciye bu kadar borçlanmış olması da anlamsızdır. Sanık tefeci olarak müştekiyi ağına düşürüp anlaşmalarının üzerinde senet almışsa bu durum dahi gasp suçunun oluşumuna engel değildir.

Müşteki senetleri boş olarak imzaladığını ifade etmektedir. Eğer bir takım tanıklar sanığın da ifade ettiği gibi senetleri doldurmuş ise, müşteki tarafından zorla imzalandıktan sonra da doldurmuş olabilirler. Esasen bu tanıklar yönünden zorla imzalatıldığında dair iddia ve dava olan senetler ile ilgili senetleri doldururken müştekinin imzasının olduğunu beyan etmeleri de kendilerinden beklenemez. Bu tanıklar yönünden önemli olan husus hiçbirisinin müştekinin sanık ile birlikte yanına gelip senetle ilgili birlikte beyanda bulunmadıkları ve hiçbirisinin önünde müştekinin senedi imzalamadığı gerçeğidir.

Bozma ilamının giriş bölümünde belirtilen bonolar ile ilgili zorla alındığı iddialarının zamanında dile getirilmediğine ilişkin gerekçe samimiyetten uzaktır. Yukarıda da değinildiği gibi, tefeciye bulaşmış ve borcunu ödeyememiş kişilerin birtakım boş senetler alınması üzerine hangi merciye gidip ne gibi şikayette bulunacağı muammadır. Müşteki ayrıca korkudan şikayette bulunmadığını dile getirmiştir. Müşteki senetler ortaya çıktıktan ve icraya verildikten sonra elinden geldiğince yasal yollara müracaat etmiştir. Suçun mağduru olan kişi neden daha önce yasal yollara müracaat etmedi diye suçlanırken sanık konumundaki kişiye ayrı ayrı dükkanları alırken kendi ifadesine göre 82.000 TL ödemiş ve sözde 4 tane dükkanın bedelini müştekiye vermiş olmasına rağmen tapuyu almak için neden tüm ödemeyi beklediği, neden her bir dükkanın parası tamamlandığında tapuyu almadığı sorulmamıştır. Tefecilik yapan bir insanın yol yordam bilmediği bunu aklına getirmediği söylenebilir mi?

Bozma ilamında müştekinin çelişkili beyanlarda bulunduğundan bahsedilmektedir. Asliye Ceza Mahkemesindeki beyanında sanıktan 400 TL borç aldığını 200 TL faizi ile birlikte 600 TL ödediğini, mahkememizdeki beyanında ise 400 TL’ye karşılık 400 TL ödediğini ve sanığın faiz almadığını söylediği belirtilmektedir. Müştekinin yaşlılıktan heyecandan veya korkudan sanığın tefecilik yaptığını gösteren nitelikte faiz ödediğini belirtmemiş olması önemli değildir. Nitekim dosya kapsamından ve hatta vergi dairesince tefecilikle ilgili soruşturma geçirdiğini söyleyen müdafinin beyanından anlaşıldığı üzere sanığın tefecilik yaptığında bir tereddüt bulunmamaktadır. Bir tefecinin müştekiye iyilik olsun diye borç vermeyeceği de aşikardır. Bu durumda müşteki dükkanlarını sanığa satmış ondan peyder peyi para almakta ise neden sanıktan 400 TL borç alsın bu hiçbir şekilde kabulü mümkün olmayan bir husustur.

Bozma ilamında müştekinin ikinci çelişkisi olarak senetleri imzalarken boş olup olmadığı yönündeki beyanları zikredilmiştir. Müşteki kolluk anlatımlarında “Senetlerde miktar ve tarih yazıp yazmadığına bakmadığını ‘Turgutlu Asliye Ceza Mahkemesindeki beyanında “Senetlerin boş veya dolu olduğunu hatırlamadığını’, mahkememizdeki beyanında ‘Tüm senetlerin boş olduğunu’ belirttiğinden bahsedilmiştir. Bu cümlelerde müştekinin ifadelerinin samimiyetsiz olduğunu gösterecek derecede çelişki var mıdır yok mudur tekrar gözden geçirilmesi gerekir. 1932 doğumlu olan, olayın heyecanı içeresinde değişik tarihlerde birçok ifade vermek durumunda olan müştekinin senetlerin boş mu dolu mu olduğunu hatırlamaması garipsenecek bir olay mıdır? Bu noktada tam çelişki olduğu dahi söylenemez şekildeki muallak cümlelerden müştekinin yalan söylediğimi ortaya çıkmaktadır.

Bozma ilamında bir takım tanık ifadelerinden bahsedilmiştir. Bunlar;Tanık …’in aşamalarda değişen beyanıdır. … emniyet ifadesinde; müştekinin sanığın kullandığı araçtan indiğini renginin solgun ve bitkin vaziyette olduğunu ne olduğunu sorduğunda kendisine silah zoru ile senet imzalattığını söylediğini, bunun üzerine şikayetçi olmasını tavsiye ettiğini belirtmektedir. Bu tanık Asliye Ceza Mahkemesindeki ifadesinde; müşteki kendisine bir keresinde sanığın tehdit ettiğinden bahsettiğini, arabadan indiğini görmediğini ancak yorgun bir halinin olduğunu belirtmiştir. Aynı tanık mahkememizdeki beyanında ise; 2003 yılı Eylül ayında müştekiyi gördüğünde sanığın yanında olmadığında müştekinin de korkmuş bir hali bulunmadığını, ancak müştekinin kendisine sanık tarafından tehdit edilerek zorla senet alındığından bahsettiğini belirtmiştir. Bu ifadelerde kısmı çelişki bulunmakta ise de çelişki sadece tanığın müştekiyi sanığın kullandığı araçtan inerken görüp görmediği ile ilgilidir. Sanığın müştekiye zorla senet imzalattığına dair müştekinin tanığa beyanına ilişkin tüm aşamalarda bir çelişki yoktur.

Tanık …’in beyanlarını tanık … tarafından doğrulanmadığı ifade edilerek bu tanığın da beyanı çürütülmeye çalışılmış ise de esasen müştekinin oğlu olan tanık İsmet’in ifadesi tek başına hükme esas alınmamıştır. Olayın çok fazla içinde olmamaya çalışan tanık Mustafa’nın beyanını daralttığı hiç akla gelmemiştir.

Bozma ilamında devamla tanık beyanları ve dosya kapsamından tefecilik yaptığı anlaşılan sanığa suça konu bonoların boş olarak verildiği belirtilmektedir. Bir yandan yukarıda müştekinin 400 TL lik borca karşı faiz ödeyip ödemediğini çelişkili bulan Yargıtay Dairesi burada sanığın tefecilik yaptığını kabul etmiştir. Bu durumda sanığın müştekiye ne kadar borç verdiği, anlaşmaların ne miktar üzerinde gerçekleştiği, 82.000 TL’lik bir rakamın 1932 doğumlu olan müşteki tarafından borç olarak alındığını kabulündeki samimiyetsizlik sorgulanmamış, bu maksatla senetler boş olarak alınmış olsa dahi rıza ile verilip verilmediği ne şekilde doldurulduğu hiç irdelenmemiştir.

Bozma ilamında tanık …’nın Asliye Ceza Mahkememsinde sanığı müştekiyi sıkıştırırken ve taksiye bindirirken gördüğünü belirtmiş olmasına rağmen 04.10.2005 günlü oturumda sanığı tanımadığını müştekinin yönlendirmesi ile o şekilde beyanda bulunduğunu söylediğinden bahsedilmektedir. 1932 doğumlu ve borçlu olup tefecinin ağına düştüğü kabul edilen müştekinin tanık Sebahattin’i yönlendirdiği düşünülürken bu tanığın tefeci olan sanık tarafından korkutularak veya başka bir sebeple ifade değiştirmeye zorlandığı hiç akla gelmemiş midir?

Bozma ilamında müştekinin ve gösterdiği tanıkların tutarsız ifadeleri karşısında sanığın aşamalardaki istikrarlı savunmasında ve bunu teyit eden tanık ifadelerinden bahsedilmektedir. Müşteki tefeci olan sanıktan bu kadar borç almış ve karşılığında senet vermiş ise şimdi hangi amaç ve cesaret ile borcunu inkar etmektedir. Tefeci olduğu yargıtay bozma ilamında dahi kabul edilen sanığın tüm aşamalarda tefecilik iddiasını reddetmesi karşısında savunmasının nasıl tutarlı ve samimi olduğu kabul edilmiştir anlaşılamamaktadır. Tutarlı denilen savunma 5 tane değerli dükkanı satın almak, bedelini küçük küçük rakamlar ile peyderpey ödemek, karşılığında da senet almak, parasını ödediği halde dükkanların tapusunu almamak, sözde müştekinin başka kişilere borçlu olduğunun öğrenilmesi üzerine 100.000 TL’nin tamamı ödenmeden 82.000 TL’ye rakam ulaşınca senetleri icraya koymaktır. Tutarlı denilen bu savunmanın inandırıcı ve samimi olduğu nasıl kabul edilmiştir anlaşılamamaktadır. Sözde bu tutarlı ifadeyi destekleyen tanıklar senetleri doldurduğunu söyleyen tanıklardır. Doldurmuş olabilirler ancak tanık …’un müşteki dışarıda kapıda bekledi içeri girmedi gibi tuhaf beyanından sonra 8 yıl önce bir kez gördüğü müştekiyi duruşmada tanıdığına dair ilginç beyanı, tanık Nedim’in senetleri düzenleyip düzenlemediğine ve müştekinin huzurunda imzalayıp imzalamadığına ilişkin beyanı, tanık …’nın sanık ile müşteki benim müşterimdi 2001 yılı ya da 2002 yılında yanıma gelerek senet doldurmamı istediler derken müştekinin senedi imzalayıp imzalamadığını hatırlamadığını, görevsiz mahkemede sanıkla gelen kişinin müşteki olup olmadığını bilmediğine (oysaki müşterisi olduğunu belirtmişti), 8 yıl sonraki ifade verdiği oturuma girerken müşteki işte bu diyerek müşteki Ahmet’i gösterdiklerine dair yanlı ve yönlendirildiğini ikrar eden beyanları, tanık …’nin senetler yazıldığında borçlunun yanlarında olmadığına dair beyanları, tanık …’in Asliye Ceza Mahkemesinde sanık ile müşteki arasında senet, taşınmaz veya para alışverişi konusunda bir bilgi ve duyumu olmadığını söylemesine rağmen sanık müdafisinin sorusu üzerine müştekinin 3-4 ay sonra gelip yerini Bedri Yavuz’a taksitle sattığını söylediğine ilişkin beyanları (ki emlakçı olan bu tanığın 3-4 ay son derece değerli dükkanlara müşteri bulamaması ve taksitle dükkan satışını tuhaf karşılamaması ayrıca emlakçı olduğunu söylemesine rağmen herhangi bir resmi makamda kaydının bulunmadığını belirtmesi dikkat çekicidir.), tanık …’nın olayı sanıktan duyduğuna dair tek taraflı beyanı (ki bu tanıkta sanıktan borç aldığını ifade eden ve sanığın üzerinde baskı kurabileceği muhtemel kişilerden olan bir tanıktır), sanığın sözde tutarlı savunmasını destekleyen tanık ifadeleri olarak ortaya konulmuştur.

Oysa ki; ne savunma ne bu tanık ifadelerinin hiçbiri tutarlı gerçekçi ve samimi görülemez.

Sonuç olarak mahkememiz müştekiden 15 adet senet alması için gerçekçi hiçbir hukuki ilişkiyi ortaya koyamayan sanığı ticari hayatta hiç görülmemiş bir alışveriş iddiasını ciddi bulmamış, yukarıda izah edilen deliller ile desteklenen müşteki beyanlarına itibar etmiş, ortada müşteki tarafından zorla imzalatıldığı ifade edilen senetlerin bulunduğu ve senetler sebebiyle müştekinin gayrimenkullerini kaybettiği, tefeci olan sanığa da bu miktarda borcunun sübuta ermediği gibi sanığın yasal olarak hakkının çok çok ötesinde bir miktarı zorla aldığı senetler ile menfaatine geçirdiği ve böylece suça konu senetleri almak için müştekiye zor kullanarak gasp suçunu işlediği kabul edilmiş ve aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” şeklindeki gerekçeyle bozma kararına direnerek, sanığın önceki hükümdeki gibi mahkûmiyetine karar vermiştir.

Bu hükmün de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 19.02.2014 tarihli ve 54729 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 121-1070 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 07.02.2018 tarih ve 34-746 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanık Bedreddin Yavuz hakkında 2003 yılının Haziran ayında işlediği tefecilik suçunun gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına ilişkin hüküm Özel Dairece düzeltilerek onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanık hakkında nitelikli yağma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; nitelikli yağma suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamında;

2003 yılının Ekim ayında sanığın, konuşma bahanesi ile yanına gelip bulunduğu kahvehaneden aldığı katılanı Halil Kale Fen Lisesi civarına götürdüğü, ele geçirilemeyen silahla tehdit ettiği sanığa boş senetler imzalattırdığı, ardından da bu senetleri avukatının yanında çalışan ve hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen İdris Aytan isimli şahsa ciro yoluyla devrederek icra takibine koydurduğu, bu şekilde katılana ait bir kısım taşınmazları devraldığı iddiasıyla sanık hakkında nitelikli yağma suçundan kamu davası açıldığı,

Katılanın icra takibini öğrendiğinde icra tetkik mercine 25.12.2003 tarihinde verdiği mal beyanı dilekçesinde; senetlerin elinden rızası dışında çıktığı ve senet vasfını haiz olmadıkları iddiasıyla takibin iptalini istemesi üzerine, mahkemece takibe konu senetlerden 3 tanesinin iptaline, kalan 12 adet senet için takibe devam edilmesine karar verildiği,

Araç satışına ilişkin Turgutlu Noterliğinin 18.06.2003 tarihli ve 4107 yevmiye numaralı araç satış senedinin dosyada bulunan suretinde; sanık …’un, Renault 19 marka, 2001 model, 45 … plaka sayılı aracını ….. isimli şahsa sattığının belirtildiği,

Vergi İnceleme ve Suç Duyurusu raporlarında; sanığın 90 sayılı Ödünç Para Verme İşleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname hilafına Maliye Bakanlığından izin almaksızın faiz karşılığı borç para verdiği tespit edilip hakkında, 263,87 TL gelir vergisi üzerinden %10 oranında 26,38 TL tutarında fon payı hesaplanması ve bir katı kadar vergi ziyaı cezası kesilmesine karar verildiğinin ifade edildiği, Anlaşılmaktadır.

Katılan … kollukta; 2003 yılı Haziran ayında paraya sıkıştığını, sanık …’dan 600 TL borç aldığını, 1-2 ay içerisinde de borcunu ödediğini, 2003 yılı Eylül ayında kahvehanede otururken sanığın “Gel seninle bir yere gidelim” diyerek götürdüğü fen lisesinin arkasında belinden bir silah çıkartıp kendisine doğrultarak “İmzalayacaksan imzala, yoksa bir kurşun ayaklarına, bir kurşun midene, bir kurşun da beynine sıkacağım, benim İstasyon Mahallesinde tetikçim var, 3 milyara seni öldürtürüm” dediğini, korktuğu için senetleri imzaladığını, sanığın “Şikâyet edersen başına kötü şeyler gelir” şeklinde sözler sarf ettiğini, kendisini araçtan indirip yanından ayrılmasından sonra önceden tanıdığı tanık … ile karşılaştığını, adı geçene yaşadıklarını anlattığını, bunun üzerine tanığın şikâyetçi olması yönünde kendisini uyardığını, henüz şikâyetçi olmadan sanığın hakkında icra takibi yaptığını, kapıdan adımını attığı anda kendisini takip ettiğini, korkusundan şikâyetçi olmadığını,

Görevsiz mahkemede bu beyanlarından farklı olarak; sanıktan 400 TL aldığını, faizi ile birlikte 600 TL ödediğini, senetlerin boş ya da dolu olduğunu hatırlamadığını, bir kısmının yazılı bir kısmının boş olduğunu,

Asıl mahkemede önceki beyanlarından farklı olarak; bu olaydan birkaç ay evvel tefecilik yaptığını bildiği sanıktan 400 TL elden borç aldığını ve borcunu yine elden teslim etmek üzere tamamen ödediğini, sanıktan tamı tamına 400,00 TL aldığını ve kısa bir süre sonra yine faizsiz olarak 400 TL olarak ödediğini, sanığın kendisine zorla 15 adet senet imzalattığını, senetleri imzaladığı esnada tüm senetlerin boş olduğunu, mahkeme heyeti tarafından sorulduğunda; senetlerin zorla imzalatıldığı tarihi hatırlamadığını, aklına gelmediği için olaydan hemen sonra şikâyetçi olmadığını, başına gelen bu olaydan dolayı utandığını, 6 adet evi ve 4 adet dükkânının icradan satıldığını, hepsinin sanığın eline geçtiğini, kendisine gösterilen mal beyanı dilekçesinin altındaki imzanın şahsına ait olduğunu, ancak sanık tarafından imzalattırıldığını, içerisinde ne yazdığını bilmediğini, mahkeme heyeti tarafından mal beyanı dilekçesinin içeriğinde hem senetlerde tahrifat yapıldığını hem de elinden rızası dışında çıktığının yazıldığı, sanığın kendisini suçlayıcı ibareleri neden bu dilekçeye yazmış olabileceği sorulduğunda da; dilekçeyi kime yazdırdığını unuttuğunu, yaşlılıktan dolayı bazı şeyleri hatırlamadığını; kolluktaki ifadesi ile oluşan çelişki üzerine sorulan soruya; sanıktan aldığı borç miktarını yanlış hatırlamış olabileceğini, senetleri imzalarken boş olduğunu hatırladığını, sanığın sürekli olarak kendisini takip ettiğini ve şikâyetçi olmaması konusunda tehdit ettiğini,

Tanık … kollukta; sanığı çalıştırdığı kahvehaneye gelip gitmesi nedeni ile katılanı ise 10 yıldır tanıdığını, 2003 yılı Eylül ayında bir akşamüstü işten gelirken katılanı beyaz renkli bir araçtan inerken gördüğünü, aracı tanıdığını, bu aracın sanığa ait olduğunu, aracı da o an sanık …’in kullandığını, katılanın araçtan indiğinde solgun, bitkin ve şokta olduğunu gördüğünü, ne olduğunu sorduğunda sanığın silah zoru ile kendisine senet imzalattırdığını söylediğini, bunun üzerine şikâyetçi olması gerektiğini söyleyerek oğlunun yanına gittiklerini, sanığın faiz ile para verip geçimini sağladığını,

Görevsiz mahkemesinde bu ifadesini değiştirerek; olayı görmediğini, sadece bir keresinde katılanın, sanığın kendisini tehdit ettiğini söylediğini, aralarındaki borç ilişkisini bilmediğini, poliste verdiği ifadesinde bunu belirttiğini, ancak katılanın arabadan indiğini görmediğini, sadece yorgun bir hâlinin olduğunu, sanığın faizle para verdiğine dair bir bilgisinin bulunmadığını,

Tanık … kollukta; katılanın babası olduğunu, sanığın da çalıştırdığı kahvehaneye gelip gitmesi nedeni ile 6-7 yıldır tanıdığını, babasının 2003 yılı Haziran ayında sanıktan 600 TL borç aldığını ve bu parayı ödediğini kendisine anlattığını, Eylül ayında kahvehaneye gelip babası ile konuşan sanığın, araç ile babasını alıp götürdüğünü, birkaç saat sonra babasının tanık Mustafa ile birlikte geldiğini, renginin değişik olduğunu, sanığın kendisinden silah zoru ile senet aldığını söylediğini, bunun üzerine babasına “Şikâyetçi olalım” dediğini, fakat sanığın kendisini şikâyet etmemesi için korkuttuğunu anlattığını,

Görevsiz mahkemede farklı olarak; babasının sanıktan 400 TL borç aldığını, 600 TL olarak borcunu ödediğini söylediğini, sanığın babasının tehdit ettiğini, vurduğunu ya da silah çektiğini şahsen görmediğini, arada sırada sanığın, babası ile kahvenin dışında oturduğunu, ancak babasını zorla araca bindirdiğini görmediğini,

Asıl mahkemede ise; sanığın tefecilik yaptığını, tanık Mustafa’nın sık sık bu kişiden faizle para aldığını bildiğini, hatta sanığın tanık Mustafa’nın borç aldığı sıralarda emekli maaşını çektiği bankamatik kartını elinden aldığını, ayrıca tanık …’nın da bu şahsa faizle borçlandığını, sanığın kahvehanesine gelip gitmesi nedeni ile tanık Ergül’ün verdiği faiz parasını kendisine teslim ettiğini, tefecilik yapan sanığın Ali Coşkun isminde bir şahsın tarlasını da elinden aldığını bildiğini, sorulan soru üzerine; babasının tehdit edilmesi ve korkutulması nedeni ile hemen şikâyette bulunamadıklarını, ancak icra takibinden sonra tuttukları avukatın sanığı şikâye ettiğini, babasının o tarihlerde kimseye borcu bulunmadığını, malını mülkünü satması için bir sebebin olmadığını, yolda gördüğü sanığa “Babamın bu olaylardan önce sana borcu var mıydı, varsa söyle bilelim ödeyelim” dediğini onun da “Hayır yoktu” diye cevap verdiğini,

Tanık … savcılıkta; sanığın okuma yazmasının bulunmadığını, kendisinin takipçilik ve yediemin deposu işletmeciliği yaptığını, sanığın becerememesi nedeniyle icra dosyası ve senet beyanname gibi işlerini kendisine yaptırdığını, boş senetlerini doldurttuğunu, gösterilen 3.720 TL bedelli senedi kendisinin düzenlediğini, ancak sanığın senedi imzalattığı kişiler ile arasındaki hukuki ilişkiyi bilmediğini,

Mahkemede savcılıktaki ifadesine ek olarak; senetlerin alacaklı kısmının neden boş bırakıldığını ve borçlunun huzurunda senedi imzalayıp imzalamadığını hatırlamadığını,

Tanık … aşamalarda; terzi olması nedeni ile sanıkla tanıştığını, ona bir iki tane elbise diktiğini, sanığın işinin gücünün, okuma ve yazmasının olmadığını, bu nedenle boş senetlerini doldurması için kendisine getirdiğini, senetlere istediği miktar ve kişileri yazıp verdiğini, hatta sanıktan birkaç defa kendisinin de para alıp senet verdiğini, sanığın faiz karşılığı başkalarına para sattığını, suça konu senetlere baktığında iki tanesini tanıdığını, borçlusu katılan … olan 12.000 TL ve 6.440 TL bedelindeki senetleri kendisinin doldurduğunu, ancak katılan ile sanığın arasında ne gibi bir hukuki ilişki olduğunu bilmediğini,

Mahkemede bu beyanlarına ek olarak; senetleri yazarken kapının önünde birisinin oturduğunu, senetleri yazdıktan sonra sanığa “Oturan kim” diye sorduğunu onun da “…” dediğini, kendisini ilk defa orada gördüğünü, başkaca da görmediğini, katılanın okuma yazma bildiğini şu anda öğrendiğini, ancak o tarihte niçin dükkâna gelip senedi kendisinin yazmadığını yahut yazılanları okumadığını bilemediğini, şu anda huzurda gördüğü katılanın 8 yıl önce dükkânın önünde duran şahıs olduğunu, kendisini o tarihten sonra bir defa da şimdi gördüğünü, muhtelif zamanlarda birkaç kez senet doldurduğunu, katılanın sadece bir defa geldiğini, geldiği zaman da senet imzalanmadan sanıkla birlikte gittiğini,

Sanığın benzer şekilde faizle para verdiği iddia olunan tanık Ali Coşkun kollukta; marangoz atölyesi bulunan Mitat Arslan’a, paraya ihtiyacı olduğunu söylemesi üzerine adı geçenin kendisini sanık … ile tanıştırdığını, Avukat Gürsel Tekin’in yazıhanesinde sanık ile buluştuklarını, aylık %25 faizle 5.700 TL aldığını, bu paraya karşılık taşınmazları üzerine hacizli ipotek işlemi yapıldığını, borcunu ödeyemediğini, 4 ay sonunda sanığın kendisinden 11.500 TL istediğini, istenen parayı ödeyemeyince tekrar sanığın yanına gittiğini, sanığın bu kez borcunun 25.000 TL olduğunu söylediğini, bundan iki ay önce de ipotekli taşınmazlarını kendi üzerine aldığını,

Tanık … görevsiz mahkemede; görgüye dayalı bilgisinin bulunmadığını, katılan …’in kahvehanesine gidip geldiğini, sanığın katılanı sıkıştırdığını, beraber dışarıya çıktıklarını gördüğünü, masada bağırdığını duyduğunu, sanığın bir keresinde de katılanı aracına alıp götürdüğünü ve katılanın anlatımıyla da 400 TL para almasına rağmen 600 TL ödediğini bildiğini, kahvehanede sanığın tefecilik yaptığının konuşulduğunu,

09.01.2009 tarihinde ölen tanık Sebahattin aynı mahkemede ikinci kez verdiği ifadesinde; önceden tanıdığı katılan …’in rica etmesi üzerine, sanığın katılanı aracına bindirdiğini gördüğü yönünde ifade verdiğini, aslında böyle bir olayı hiç görmediğini, mahkemede yalan beyanda bulunduğunu, herhangi bir menfaat gözetmeksizin hatır için yanlış beyanda bulunduğunu, daha önceki ifadesini tamamen katılanın yönlendirmesi ile verdiğini, eski beyanının doğru olmadığını,

Tanık … görevsiz mahkemede; sanığın yargılandığı suça ilişkin bilgisinin bulunmadığını, pencere işi yaptığı sanığın senet doldurmasını istediğini, aradan uzun zaman geçtiği için kimin adına senet doldurduğunu hatırlamadığını,

Asıl mahkemede; 8-10 yıl önce çarşıdaki dükkânın önünden geçen sanığın okuma yazması olmadığından kendisinden bir senet doldurmasını rica ettiğini, küçük bir kâğıda alacaklı ve borçlu ismi ile 3.000 TL ya da 4.000 TL civarında bir rakam yazdığını, bu bilgilere göre senet doldurduğunu ve kendisine verdiğini, sanığın bu şekilde bir iki senet daha yazdırdığını, onların rakamlarının da buna yakın olduğunu, 2-3 aylık vade yazdırdığını, borçlunun katılan … olarak yazıldığını, fakat borçlu olarak gösterilen katılanın senetleri yazarken yanında olmadığını, önceki beyanı ile çelişki nedeni ile sorulduğunda; o tarihte katılanın ismini hatırlayamadığını, ancak ismini mahkemelerden öğrendiğini, zaten aralarındaki davanın uzunca bir süredir devam ettiğini, bu sebeple borçlunun adının … olduğunu öğrendiğini, suça konu senetler kendisine gösterildiğinde ise; 30/10/2002 vade tarihli ve 1.200 TL meblağlı senetteki yazıların şahsına ait olduğunu, diğer birkaç senetteki yazıların da kendisininkine benzediğini ancak emin olamadığını, diğer bir kısım senetleri kendisinin yazmadığını, daha önceden tanımadığı sanığın dükkânına gelip böyle bir yardım talebinde bulunduğunu, sonrasında da kendisini görmediğini, sanıkla herhangi bir ilişkisinin olmadığını, katılanı kızının üst katında oturduğu için tanıdığını, senetlerin boş fakat borçlu imzasının atılmamış vaziyette olduğunu,

Tanık … görevsiz mahkemede; olayla ilgili görgüye dayalı bir bilgisinin bulunmadığını, sanığın tefecilik yaptığına ilişkin herhangi bir bilgisinin olmadığını, bulvarda kahvehane işlettiğini, sanığın da müşterisi olduğunu, bir gelişinde alacak verecek meselesi nedeni ile kendisinden senet doldurmasını istediğini, yanında yaşlı, kısa boylu birisinin daha bulunduğunu, huzurdaki bulunan katılan gösterilince; bu şahıs olup olmadığını hatırlamadığını, senetteki borçlu isminin Ahmet olduğunu, soyadını hatırlamadığını, alacak miktarına dikkat etmediğini, sanığın birkaç kez böyle taleplerde bulunduğunu, alışverişin konusunun bir arsa veya ev olduğunu hatırladığını,

Önceki beyanlarından farklı olarak asıl mahkemede; Turgutlu’da kahvehane işlettiğini, hem sanık hem de katılanın müşterisi olduğunu, 2001 ya da 2002 yılında tam hatırlamadığı bir gün her ikisinin birlikte gelerek bir senet doldurmasını istediklerini, aralarında bir alışveriş bulunduğunu söylediklerini, ancak nasıl bir alışveriş olduğunu belirtmediklerini, senede alacaklı olarak …’un ismini yazdığını, sadece borçlu ve alacaklı isimleri ve adreslerini doldurduğunu, tarih ve miktarı yazmadığını, katılanın senedi imzalayıp imzalamadığını görmediğini, görevsiz mahkemedeki ifadesi ile oluşan çelişki üzerine sorulan soruya; eskiden katılanı tanımadığını, görevsiz mahkemede sanıkla gelen kişinin katılan olup olmadığını hatırlayamadığını, ancak bu olaylardan sonra katılanı tanımaya başladığını, biraz önce kapıda kendisine “İşte Ahmet bu” diye gösterdiklerini, bunun üzerine katılanı tanımaya başladığını, gösterilen senetlerden 30.07.2003 tanzim, 30/08/2003 vade tarihli ve 8.000 TL meblağlı olanı kendisinin yazdığını, senet üzerindeki vade tarihini, alacaklı ve borçlunun isim ve adresinin yazılı olduğu bölümü doldurduğunu, ancak meblağ bölümündeki rakam ve yazının kendisinin eli ürünü olmadığını, tanzim tarihini ise yazıp yazmadığını hatırlayamadığını, görevsiz mahkemede alışveriş konusunun bir arsa veya ev olduğunu söylediğini hatırlamadığını,

Tanık … görevsiz mahkemede; sanığın yargılandığı suça, tefecilik yaptığına ya da para sattığına ilişkin bir bilgisinin bulunmadığını, katılanı tanıdığını, sanığın kendisine katılandan 2003 yılı Ağustos ayında taksitle dükkân satın aldığını söylediğini, bunun dışında bilgisinin bulunmadığını, kendisinin de sanıktan borç aldığını ancak faiz ödemediğini,

Katılan vekili 04.10.2005 tarihli dilekçesi ile; beyanlarını değiştirenlerin sanık tarafından etkilendiklerini,

Tanık … görevsiz mahkemede; sanığı isim olarak 15 yıldır tanıdığını, katılanı ise dört yıldır kiracısı olduğu için tanıdığını, sanık ile katılan arasındaki senet, taşınmaz ve para alışverişi konusunda bir bilgisinin bulunmadığını, katılanın evini ve dükkânlarını satması için kendisinden aracılık etmesini istediğini, 3-4 ay sonra yanına tekrar gelerek yerini sanığa taksitle sattığını söylediğini, bunu söylemesinin nedeninin başka müşteri aramamasını istemesi olduğunu tahmin ettiğini, ancak katılanın hangi taşınmazını kaça sattığını söylemediğini, katılanın bir dükkân için 18.000 TL talep ettiğini, diğer yerler için müşterilerin vereceği fiyatları görmek istediğini, bu süreç boyunca katılana herhangi bir müşteri de götürmediğini, katılanın zaman zaman borçları nedeni ile ortadan kaybolduğunu,

Görevli mahkemede ayrıca; katılanın kaç dükkân sattığını, peşin mi yoksa veresiye mi sattığını bilmediğini,İfade etmişlerdir.

Sanık kollukta; katılan ile kahvehaneden tanıştığını, 25 yıldır arkadaş olduklarını, işleri bozuk olduğu için zaman zaman kendisine borç verdiğini, en son katılanın dükkânlarını satacağını söyleyince müşteri olduğunu, muhtelif zamanlarda katılana ödeme yaptığını, karşılığında senetler aldığını, katılandan tapuları üzerine geçirmesini istediğinde çocuklarının rıza göstermediğini söylediğini, kendisinin senet doldurmayı bilmediğini, bu nedenle müşterek arkadaşları olan tanıklar Avni, Nedim, Hasan, Yakup ve Nedim’in yanında çalışan Mustafa isimli şahsa suça konu senetleri doldurttuğunu, katılanın bahsettiği aracın kendisine ait olduğunu, ancak olay tarihinden 3 ay önce aracını Ordu A.Ş’ye sattığını,

Görevsiz mahkemede; katılandan beş adet dükkân aldığını, memleketteki arazilerini sattığını ve paralarını verdiğini, karşılığında on iki adet senet aldığını, senetleri kendisinin ve katılanın okuma yazmasının olmaması nedeni ile farklı kişiler tarafından doldurulduğunu, alışverişin şekline ilişkin soru üzerine; piyasada herkesin böyle yaptığını, tapuyu garanti altına almak için böyle bir uygulamaya gidildiğini, aralarında bir sözleşme bulunmadığını, tapu verildiğinde senetlerin iade edilmesi konusunda anlaştıklarını,

Sanık görevli mahkemede; senetleri avukatının yanında çalışan İdris Aytan’ın teklifi üzerine yaşlı olması nedeni ile bu işleri takip edemeyeceğini düşünerek ciro yoluyla devrettiğini, katılanın bütün tapuları birlikte vermek istemesi nedeni ile tüm borç ödenince tapu devri yapmak üzere anlaştıklarını, katılanın sağa sola borçlu olduğunu duyduğunu, tapuları istediğini, vermeyince kalan 20.000 TL borcunu ödemeden icra takibine başladığını, memleketinden parasının taksitle gelmesi nedeni ile söz konusu dükkânların bedelini taksitler hâlinde ödediğini, katılanın ev ile iş yerlerinin aynı binada ve çarşının göbeğinde bulunduğunu, bu nedenle değerli, kolayca satılabilir olduklarını, kendisinin de iyi kira getirisi olur düşüncesiyle katılanın teklifini kabul ettiğini, icra takibi sonucunda katılana ait iki dükkân ve dört daireyi alacağına karşılık devraldığını savunmuştur.

Yağma suçunu düzenleyen TCK’nın 148. maddesinde;

“1-Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

2-Cebir veya tehdit kullanılarak mağdurun, kendisini veya başkasını borç altına sokabilecek bir senedi veya var olan bir senedin hükümsüz kaldığını açıklayan bir vesikayı vermeye, böyle bir senedin alınmasına karşı koymamaya, ilerde böyle bir senet hâline getirilebilecek bir kağıdı imzalamaya veya var olan bir senedi imha etmeye veya imhasına karşı koymamaya mecbur edilmesi hâlinde de aynı ceza verilir.

3-Mağdurun, herhangi bir vasıta ile kendisini bilmeyecek ve savunamayacak hâle getirilmesi de, yağma suçunda cebir sayılır” hükmü öngörülmüş; aynı Kanun’un 149. maddesinde ise yağma suçunun nitelikli hâlleri düzenlenmiştir.

149. maddede de yağma suçunun; “silâhla, kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, birden fazla kişi tarafından birlikte, yol kesmek suretiyle ya da konut veya işyerinde, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, gece vakti, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla” işlenmesi nitelikli hal olarak kabul edilmiş, aynı maddenin ikinci fıkrasında yağma suçunun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin gerçekleşmesi durumunda, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümlerin de uygulanacağı belirtilmiştir.

Yağmanın temel şeklinin düzenlendiği 5237 sayılı TCK’nın 148. maddesinin birinci fıkrası uyarınca; kişinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceği ya da mal varlığı bakımından büyük bir zarara uğratılacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya alınmasına karşı koymamaya mecbur bırakılması yağma suçunu oluşturur. Suç anılan değerlere yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit veya cebir kullanılması suretiyle gerçekleşir.

Yağma; başkasının zilyetliğindeki taşınabilir malın, zilyedin rızası olmadan faydalanmak amacıyla cebir veya tehdit kullanmak suretiyle alınması olduğundan “zor yoluyla hırsızlık”, bir kişiye karşı kullanılan icbar araçlarıyla haksız bir menfaat elde etmek şeklinde de tanımlanmıştır. Hırsızlık ile yağma suçları aynı ortak unsurlara sahip olup ayrıldıkları tek nokta ya da başka bir deyişle yağmanın, hırsızlığa oranla sahip olduğu ilave unsur, malı almak için cebir veya tehdit kullanılmasıdır.

Yağma suçu amaç ve araç hareketlerden oluşan bir suçtur. İlk önce almayı gerçekleştirmek için araç hareketler olan cebir veya tehdit kullanılır, sonrasında bu cebir ve tehdidin etkisiyle malın alınması veya tesliminin sağlanması ile suç tamamlanır.

Yağma, tehdit veya cebir kullanma ile hırsızlık suçlarının bir araya gelmesiyle oluşmuş bileşik bir suç olduğundan birden çok hukuki değeri korumaktadır. Kendisini oluşturan suçların korudukları hukuki değerler olan kişi hürriyeti, vücut dokunulmazlığı, zilyetlik ve mülkiyet yağma suçunun da koruduğu hukuki değerlerdir.

Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi hâlinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Katılanın, tefecilik yaptığı iddia edilen sanıktan 2003 yılı Haziran ayında 400 TL alıp bir süre sonra borcunu ödediğinin, sanığın 2003 yılı Eylül ayı içerisinde yanına geldiği katılanı konuşma bahanesiyle oturduğu kahvehaneden uzaklaştırarak Halil Kale Fen Lisesi civarına götürdüğünün, sanığın burada ele geçirilemeyen silahla katılanı tehdit ederek boş senet imzalattığının, bilahare bu senetleri avukatının yanında çalışan ve hakkında ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilen İdris Aytan isimli şahsa ciro yoluyla devrederek icra takibine koydurduğunun ve böylece katılana ait bir kısım taşınmazları devraldığının iddia edildiği olayda;

Katılanın yargılamaya konu senetler nedeni ile aleyhine başlatılan icra takibi sırasında verdiği 25.12.2003 tarihli mal beyanı dilekçesiyle takibe konu bonoların kambiyo senedi vasfını taşımadığını, tahrifatlı olduklarını, bono bedellerinin üzerinde bir miktarın talep edildiğini ve bonoların elinden zorla alındığını beyan etmesine rağmen, Eylül ayında meydana gelen olayla ilgili olarak 20.05.2004 tarihinde Manisa Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek sanık hakkında şikâyetçi olduğu, bu tarihe kadar iddiasını ileri sürmediği, katılanın kollukta 600 TL borç aldığını söylerken, görevsiz mahkemede 400 TL borç alıp faizi ile birlikte 600 TL ödediğini, asıl mahkemesinde ise 400 TL borç alıp aynı tutarla geri ödediğini ifade ettiği, ayrıca imzaladığı senedin miktarı ve senetlerin boş olup olmadığı yönünde de çelişkili ve aşamalarda değişen beyanlarda bulunduğu, tanık Mustafa’nın kollukta katılanı sanığın aracından inerken gördüğünü beyan etmesine rağmen mahkemede böyle bir şey görmediğini belirttiği, tanık Sebahattin’in kollukta sanığın katılanı sıkıştırdığını, beraber dışarıya çıktıklarını gördüğü, sanığın masada bağırdığını duyduğunu, bir keresinde de katılanı aracına alıp götürdüğünü söylemesine karşın, daha sonraki ifadesinde katılanın ricası üzerine bu yönde beyanda bulunduğunu beyan ettiği, tanık Yakup’un da görevsiz mahkemede senetlerden birisini kendisinin doldurduğunu, ancak sanığın yanında gelen kişinin katılan olmadığını ifade ederken asıl mahkemesinde sanığın yanındaki kişinin katılan … olduğunu beyan ettiği, tanık Nedim’in savcılık beyanının aksine mahkemede katılanın düzenlediği senedi imzalayıp imzalamadığını hatırlamadığını söylediği gözetildiğinde; suça konu senetlerin zorla alındığına ilişkin katılanın aşamalarda önemli değişiklikler gösteren soyut iddiası ile tanıkların istikrar göstermeyen, birbiriyle çelişen, açık ve kabul edilebilir olmayan anlatımlarından başka, sanığın atılı suçu işlemediğine dair savunmasının aksine nitelikli yağma suçunu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığının kabul edilmesi gerekmektedir.

Bu itibarla, Yerel Mahkeme direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün, sanığın nitelikli yağma suçunu işlendiğine ilişkin her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması nedeniyle atılı suçtan beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan yedi Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Direnme kararınını onanmasına karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 30.12.2013 tarih ve 201-487 sayılı direnme kararına konu mahkûmiyet hükmünün, sanığın atılı suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığının gözetilmemesi nedeniyle beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 09.10.2018 tarihinde yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 23.10.2018 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğu ile karar verildi.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ -TANIĞIN BEYANINDAN SONRADAN DÖNMESİ

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

ESAS:2017/9-378

KARAR :2018/618

TARİH:6.12.2018

*KULLANMAK İÇİN UYUŞTURUCU MADDE BULUNDURMA SUÇU ( Sanığın Tanıktan Ele Geçirilen Eroini Sattığına İlişkin Adı Geçenin Sonradan Döndüğü Soruşturma Evresindeki Soyut Beyan ve Teşhisi Dışında Delil Bulunmadığı – Evinde Ele Geçirilen Kullanma Sınırları İçinde Kalan Suç Konusu Uyuşturucu Maddeyi Satacağına İlişkin Delil Bulunmadığından Atılı Suçun Oluştuğu )

*UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ ( Sanığın Tanıktan Ele Geçirilen Eroini Sattığına İlişkin Adı Geçenin Sonradan Döndüğü Beyan ve Teşhisi Dışında Delil Bulunmadığı – Evinde Ele Geçirilen Kullanma Sınırları İçinde Kalan Uyuşturucu Maddeyi Satacağına İlişkin Delil Bulunmadığından Kullanmak İçin Uyuşturucu Madde Bulundurma Suçunun Oluştuğu )

*TANIĞIN SANIKTAN UYUŞTURUCU MADDE ALDIĞI BEYANINDAN SONRADAN DÖNMESİ ( Sanığın Evinde Ele Geçirilen Kullanma Sınırları İçinde Kalan Suç Konusu Uyuşturucu Maddeyi Satacağına İlişkin Delil Bulunmadığından Kullanmak İçin Uyuşturucu Madde Bulundurma Suçunun Oluştuğu/Uyuşturucu Madde Ticareti Suçu )

*KUŞKUDAN SANIĞIN YARARLANMASI İLKESİ ( Sanığın Bir Suçtan Cezalandırılmasının Temel Koşulunun Suçun Kuşkuya Yer Vermeyen Bir Kesinlikle İspat Edilmesine Bağlı Olduğu/Gerçekleşme Şekli Kuşkulu ve Tam Olarak Aydınlatılamamış Olaylar ve İddiaların Sanığın Aleyhine Yorumlanarak Mahkumiyet Hükmü Kurulamayacağı )

5237/m.188/3-4,191

ÖZET : Dava; kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçuna ilişkindir. Tanığın kollukta, cüzdanında ele geçirilen uyuşturucu maddeyi sanıktan aldığını ifade etmesine karşın mahkemede, suç konusu eroini tanımadığı kişilerden satın aldığını söyleyip soruşturma evresindeki beyanından dönmesi, tanığın da suç konusu eroinin ele geçirilmesi sonrasında aynı gün açık kimlik ve adres bilgileri tespit edilen sanığın yakalanarak üzerinde veya evinde herhangi bir arama işlemi yapılmayıp tam dokuz gün sonra evinde görevlilerce yapılan aramada, kolayca erişilebilir yerde ve bir parça hâlinde suç konusu eroinin ele geçirilmesi, net 0,07 gram eroinin miktar itibarıyla kullanma sınırları içinde kalması, sanığın üzerinde ve ikametgâhında yapılan aramada başkaca bir uyuşturucu ya da uyarıcı madde ile uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğini gösterir herhangi bir bulgunun elde edilmemiş olması, sanığın aşamalarda, tanığı tanımadığını, adı geçene uyuşturucu madde satmadığını ve evinde ele geçirilen eroini kullanmak için bulundurduğunu söyleyip atılı suçlamayı kabul etmemesi birlikte değerlendirildiğinde; sanığın, tanıdan ele geçirilen eroini sattığına ilişkin adı geçenin sonradan döndüğü ve suç atma niteliğinde kalabilecek olan soruşturma evresindeki soyut beyan ve teşhisi dışında delil bulunmadığı, ayrıca evinde ele geçirilen suç konusu uyuşturucu maddeyi satacağına, başkasına vereceğine veya kullanma dışında başka bir amaçla bulundurduğuna ilişkin sanığın savunmasının aksine, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil de bulunmadığı anlaşıldığından, sanığın sabit olan eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

DAVA : Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık …’nun, 5237 Sayılı TCK’nın 188/3-4, 62, 52, 53, 54, 58 ve 63. maddeleri uyarınca 12 yıl 6 ay hapis ve 100 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine, müsadereye ve mahsuba ilişkin Kahramanmaraş 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.09.2015 tarihli ve 206-299 Sayılı hükmün, sanık ve müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 21.01.2016 tarih ve 17103-271 sayı ile;

“…Sanıkta ele geçirilen 0,2 gramdan ibaret suça konu eroin maddesini kullanma dışında satma veya başkasına vermek amacıyla bulundurduğuna dair …’nın sonradan döndüğü beyanı dışında, savunmasının aksine kuşku sınırlarını aşan yeterli ve kesin delil bulunmadığı, sabit olan fiilin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu, hukuki durumunun buna göre tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması…” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel Mahkeme ise 25.03.2016 tarih ve 80-115 sayı ile;

“…Olayın sıcağı ile müdafisi huzurunda beyanı alınan tanığın samimi görülen ve bu sebeple üstünlük tanınan beyanında sanıktan uyuşturucu eroin aldığını beyan ettiği ve bu beyanı doğrultusunda sanığın evinde yapılan aramada tanığın üzerinde ele geçen uyuşturucu ile aynı neviden olan eroin maddesinin bulunmuş olmasının tanığın beyanını doğruladığı, tanık ile sanık arasında iftira atmayı gerektirir bir husumet bulunmaması, tanığın eşgalini verdiği sanığı teşhis etmiş olduğu hususları da göz önüne alındığında önceki kararda direnilmesi gerektiği…” gerekçesi ile bozmaya direnerek önceki kararda olduğu gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.

Direnme kararına konu bu hükmün de, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli tebliğnamesi üzerine, Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, 6763 Sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değişik CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 01.03.2017 tarih ve 49-427 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

KARAR : Yerel Mahkeme ile Özel Daire arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu mu yoksa kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

03.06.2015 tarihli olay, yakalama, rızaen teslim ve muhafaza altına alma tutanağına göre; Kahramanmaraş Narkotik Büro Amirliği görevlilerinin 03.06.2015 tarihinde saat 12.55 sıralarında …. Ayşe Mahallesi, Ali Paşa Caddesinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna yönelik olarak gerçekleştirdikleri devriye görevi esnasında, cadde üzerinde beklerken gördükleri ve hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrı soruşturma yapılan tanık …’nın durumundan şüphelenerek adı geçenin yanına gidip polis kimlik kartlarını gösterdikleri, üzerinde suç unsuru bulunup bulunmadığı sorulan tanık….’in cüzdandan çıkardığı beyaz kâğıda sarılı hâldeki uyuşturucu maddeyi görevlilere teslim ettiği,

12.06.2015 tarihli olay tutanağına göre; 03.06.2015 tarihinde uyuşturucu madde ile yakalanan tanık….’in suç konusu uyuşturucu maddeyi iki gün önce kullanmak amacıyla, 25 yaşlarında, beyaz tenli, kirli sakallı, kısa saçlı ve uzun boylu olan, …. Ayşe Mahallesinde oturan ve Hakan adında bir kardeşi bulunan … isimli şahıstan 15 TL karşılığında satın aldığını söylemesi üzerine, görevlilerce yapılan araştırma neticesinde söz konusu şahsın 39088445618 T.C kimlik numaralı, Veysal ve Müjgan oğlu sanık … olabileceği değerlendirilip adı geçenin bir adet fotoğrafının temin edildiği, görevlilerce 03.06.2015 tarihinde sanık …’a ait fotoğraf farklı kişilere ait fotoğraflar arasına konularak gösterildiğinde, tanığın uyuşturucu maddeyi satın aldığı kişi olarak sanık …’ı teşhis ettiği, 12.06.2015 tarihinde sanık …’ı yakalamaya yönelik yapılan çalışmalar kapsamında, sanığın Kahramanmaraş Adliyesi Denetimli Serbestlik Bürosunda saat 08.00 ilâ 12.00 arasında kamu yararına çalıştırıldığının görevlilerce öğrenildiği, aynı gün Kahramanmaraş Adliyesine gidilerek saat 12.10 sıralarında sanık …’ın yakalandığı, sanığın yapılan üst aramasında herhangi bir suç unsuruna rastlanılmadığı, konu hakkında Cumhuriyet savcılığına bilgi verildiğinde sanığın ikametgâhında arama yapılması talimatının alındığı, ardından Kahramanmaraş 2. Sulh Ceza Hakimliğinin verdiği adli arama kararına istinaden sanığın ikametgâhında 12.06.2015 tarihinde yapılan aramada; ikametin girişine göre avlunun sol tarafında bulunan tuvaletin içinde çinkoya sıkıştırılmış hâlde alüminyum folyoya sarılı bir fişek eroinin ele geçirildiği,

Kolluk tarafından düzenlenen 03.06.2015 tarihli fotoğraflı teşhis tutanağına göre; tanık …’nın görevlendirilen müdafisi eşliğinde yaptığı teşhiste, kendisine gösterilen farklı kişilere ait fotoğraflar arasından sanık …’ya ait iki numaralı fotoğrafı gösterip ele geçirilen suç konusu eroini adı geçenden aldığını belirttiği,

Adana Kriminal Polis Laboratuvarı tarafından düzenlenen 16.06.2015 ve 07.07.2015 tarihli uzmanlık raporlarına göre; tanık …’dan ele geçirilen net 0,15 gram ağırlığındaki maddenin 0,03 gram, sanık …’un ikametgâhında ele geçirilen net 0,2 gram ağırlığındaki maddenin 0,07 gram eroin olduğu,

Anlaşılmıştır.

Tanık … kollukta; üzerinde ele geçirilen uyuşturucu maddeyi kullanmak amacıyla sanık …’tan olay tarihinden iki gün önce 15 TL karşılığında satın aldığını, sanık …’ın 25 yaşlarında, beyaz tenli, kirli sakallı, kısa saçlı ve uzun boylu olduğunu, Hakan adında bir kardeşinin bulunduğunu ve …. Ayşe Mahallesinde ikamet ettiğini, mahkemede ise; suç konusu uyuşturucu maddeyi Sakarya Mahallesinde tanımadığı kişilerden satın aldığını, olay günü kendisini durduran polislerin, cüzdanında ele geçirilen eroini sanıktan aldığını söylemesini istediklerini, sanıktan uyuşturucu madde satın almadığını, emniyette alınan ifadesinde ve yaptırılan teşhiste sanığı ve kendisine gösterilen fotoğraflardaki kişileri tanımadığını söylediğini, düzenlenen tutanakların kendisine imzalattırıldığını ancak okutturulmadığını ifade etmiştir.

Sanık … kollukta ve sorguda; tanık….’i tanımadığını, tanığın üzerinde ele geçirilen uyuşturucu madde ile bir ilgisinin bulunmadığını, adı geçenin beyanlarını kabul etmediğini, kimseye uyuşturucu madde satmadığını, ikametgâhında ele geçirilen eroini kullanmak amacıyla 11.06.2015 tarihinde tanımadığı bir kişiden ( 2 ) paket hâlinde ve 40 TL karşılığında satın aldığını, bir paketini kullandığını diğer paketi ise daha sonra kullanmak amacıyla evine bıraktığını, ikametinde arama yapılmadan önce polislere kullanmak amacıyla evinde uyuşturucu madde bulundurduğunu söyleyip eroinin yerini gösterdiğini, mahkemede ise; tanık….’i tanımadığını, tanık….’in yakalanmasından dokuz gün sonra evinde arama yapıldığını, adı geçenin yakalandığı tarih ve saat itibarıyla denetimli serbestlik tedbiri nedeniyle Kahramanmaraş Adliyesinde bulunduğunu, bu nedenle söz konusu tarih ve saatte evinde olmasının mümkün olmadığını, satın aldığı uyuşturucu maddeleri tuvalette kullandığı için suç konusu eroinin de burada ele geçirildiğini, suçlamayı kabul etmediğini savunmuştur.

5237 Sayılı TCK’nın “Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti” başlıklı 188. maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkrası suç ve hüküm tarihi itibarıyla;

“ ( 3 ) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, on yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezası ile cezalandırılır…

( 4 ) a ) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin eroin, kokain, morfin, sentetik kannabinoid ve türevleri veya bazmorfin olması,

hâlinde verilecek ceza yarı oranında artırılır.” şeklindedir.

Üçüncü fıkrada, uyuşturucu veya uyarıcı madde ticaretine ilişkin çeşitli fiiller, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Buna göre, uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satışı, satışa arzı, başkalarına verilmesi, sevki, nakli, depolanması ya da kazanç amacıyla satın alınması, kabul edilmesi veya bulundurulması suç oluşturmaktadır. Fıkradaki suçun oluşması için bu seçimlik hareketlerden herhangi birisinin yapılmış olması gerekir.

Dördüncü fıkraya göre ise, uyuşturucu maddenin eroin, kokain, morfin, sentetik kannabinoid ve türevleri veya bazmorfin olması üçüncü fıkrada tanımlanan suçun konu bakımından nitelikli unsurunu oluşturmakta ve bu fıkraya göre verilecek cezanın artırılmasını gerektirmektedir.

Aynı Kanun’un “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak” başlıklı 191. maddesinin 1. fıkrası ise; “Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek veya bulundurmak ya da kullanmak fiilleri suç olarak tanımlanmıştır.

Uyuşturucu madde bulundurma eyleminin, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun tespitinde belirgin rol oynayan husus, bulundurmanın amacıdır. Ceza Genel Kurulunun 15.06.2004 tarihli ve 107-136 ile 06.03.2012 tarihli ve 387-75 Sayılı kararları başta olmak üzere bir çok kararında da belirtildiği üzere, uyuşturucu madde bulundurmanın, kullanma maksadına matuf olduğunun belirlenmesinde dikkate alınması gereken ve öğreti ile uygulamada da kabul görmüş olan bazı kriterler bulunmaktadır.

Bunlardan ilki; failin bulundurduğu uyuşturucu maddeyi başkasına satma, devir veya tedarik etmek hususunda herhangi bir davranış içine girip girmediğidir.

İkinci kriter, uyuşturucu maddenin bulundurulduğu yer ve bulunduruluş biçimidir. Kişisel kullanım için uyuşturucu madde bulunduran kimse, bunu her zaman kolaylıkla erişebileceği bir yerde, örneğin genellikle evinde veya iş yerinde bulundurmaktadır. Buna karşın uyuşturucunun ev veya iş yerine uzakta, çıkarılıp alınması güç ve zaman gerektiren depo, mağara, samanlık gibi bir yere gizlemesi kullanma dışında bir amaçla bulundurulduğunu gösterebilir. Yine, uyuşturucunun çok sayıda özenli olarak hazırlanmış küçük paketçikler halinde olması, her paketçiğin içine hassas biçimde yapılan tartım sonucu aynı miktarda uyuşturucu madde konulmuş olması, uyuşturucu maddenin ele geçirildiği yerde veya yakınında, hassas terazi ve paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinin bulunması, kullanım dışında bir amaçla bulundurulduğu hususunda önemli bir belirtidir.

Üçüncü kriter de, bulundurulan uyuşturucu maddenin çeşit ve miktardır. Uyuşturucu madde kullanan kimse genelde bir ya da benzer etki gösteren iki değişik uyuşturucu maddeyi bulundurur. Bu nedenle değişik nitelikte ve farklı etkileri olan eroin, kokain, esrar ve amfetamin içeren tabletleri birlikte bulunduran sanığın bunları satmak amacıyla bulundurduğu kabul edilebilir. Kişisel kullanım için kabul edilebilecek miktar, kişinin fiziksel ve ruhsal yapısı ile uyuşturucu veya uyarıcı maddenin niteliğine, cinsine ve kalitesine göre değişiklik göstermekle birlikte, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında esrar kullananların her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildikleri bildirilmektedir. Esrar kullanma alışkanlığı olanların bunları göz önüne alarak, birkaç aylık ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda esrar maddesini ihtiyaten yanlarında veya ulaşabilecekleri bir yerde bulundurabildikleri de adli dosyalara yansıyan ve bilinen bir husustur. Buna göre, esrar kullanan faillerin olağan sayılan bu süre içinde kişisel olarak kullanıp tüketebilecekleri miktarın üzerinde esrar maddesi bulundurmaları halinde, bulundurmanın kişisel kullanım amacına yönelik olmadığı kabul edilmelidir.

Öte yandan Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “in dubio pro reo” yani “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesine bağlıdır. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirme biçimi konusunda kuşku belirmesi halinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkûmiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Narkotik Büro Amirliği görevlilerince uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna yönelik olarak 03.06.2015 tarihinde saat 12.55 sıralarında …. Ayşe Mahallesi, Ali Paşa Caddesinde gerçekleştirilen devriye görevi esnasında, şüpheli davranışları nedeniyle durdurulup cüzdanında net 0,03 gram eroin ele geçirilen tanık….’in, kollukta alınan ifadesinde suç konusu maddeyi sanıktan aldığını söylediği, adı geçenin gösterilen farklı kişilere ait fotoğraflar arasından sanığı teşhis ettiği, kimlik ve adres bilgileri tespit edilen sanığın tam dokuz gün sonra denetimli serbestlik tedbiri kapsamında adliyede çalıştığı sırada görevlilerce 12.06.2015 tarihinde yakalandığı, aynı tarihte sanığın ikametgâhında yapılan aramada bir parça hâlinde net 0,07 gram eroinin ele geçirildiği olayda;

Tanık….’in kollukta, cüzdanında ele geçirilen uyuşturucu maddeyi sanıktan aldığını ifade etmesine karşın mahkemede, suç konusu eroini tanımadığı kişilerden satın aldığını söyleyip soruşturma evresindeki beyanından dönmesi, tanık….’de suç konusu eroinin ele geçirilmesi sonrasında aynı gün açık kimlik ve adres bilgileri tespit edilen sanığın yakalanarak üzerinde veya evinde herhangi bir arama işlemi yapılmayıp tam dokuz gün sonra evinde görevlilerce yapılan aramada, kolayca erişilebilir yerde ve bir parça hâlinde suç konusu eroinin ele geçirilmesi, net 0,07 gram eroinin miktar itibarıyla kullanma sınırları içinde kalması, sanığın üzerinde ve ikametgâhında yapılan aramada başkaca bir uyuşturucu ya da uyarıcı madde ile uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediğini gösterir herhangi bir bulgunun elde edilmemiş olması, sanığın aşamalarda, tanık….’i tanımadığını, adı geçene uyuşturucu madde satmadığını ve evinde ele geçirilen eroini kullanmak için bulundurduğunu söyleyip atılı suçlamayı kabul etmemesi birlikte değerlendirildiğinde; sanığın, tanık….’de ele geçirilen eroini sattığına ilişkin adı geçenin sonradan döndüğü ve suç atma niteliğinde kalabilecek olan soruşturma evresindeki soyut beyan ve teşhisi dışında delil bulunmadığı, ayrıca evinde ele geçirilen suç konusu uyuşturucu maddeyi satacağına, başkasına vereceğine veya kullanma dışında başka bir amaçla bulundurduğuna ilişkin sanığın savunmasının aksine, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil de bulunmadığı anlaşıldığından, sanığın sabit olan eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, sanığın sabit olan eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç niteliğinin hatalı değerlendirilmesi suretiyle uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- ) Kahramanmaraş 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 25.03.2016 tarihli ve 80-115 Sayılı direnme kararına konu hükmünün, sanığın sabit olan eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, suç niteliğinin hatalı değerlendirilmesi suretiyle uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- ) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 06.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle

YARGITAY DAİRELERİ YA DA HUKUK GENEL KURULUNCA VERİLEN KARARLARA KARŞI KARAR DÜZELTME YOLUNA GİDİLMESİ DURUMUNDA TEMYİZ YA DA KARAR DÜZELTME İSTEMİ HANGİ KARARA YÖNELİK İSE, O KARAR TARİHİNDE YÜRÜRLÜKTE BULUNAN KANUN HÜKMÜNÜN ESAS ALINACAĞI

T.C
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ

2016/11370 Esas., 2018/12564 Karar

TÜKETİCİ İŞLEMİ
KANUNİ SINIRLAR

ÖZET: HUMK’un 427/2 maddesindeki temyiz ile ilgili parasal sınır 1.000.000.000 TL, 5236 sayılı yasanın 19. maddesi uyarınca 1.1.2016 tarihin-den itibaren 2.190,00 TL.ye çıkarılmıştır. Anılan yasada derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü bulunmamakta ise de Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.2.2005 gün ve esas 2005/13-32, karar 2005/85 sayılı kararı uyarınca yerel mahkemeler-ce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay daireleri ya da Hukuk Genel Kurulunca verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi durumunda temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise, o karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmünün esas alınacağı belirtilmiştir.

Davacı ve davalı tarafından temyize konu edilen miktarlar ayrı ayrı 2.096,27 TL olup, karar tarihi (21.1.2016) itibariyle 2.190,00 TL.yi geçmediğinden HUMK.nun 5219 sayılı yasa ile değiştirilen 427.maddesinin 2.fıkrası gereğince tarafların temyiz hakkı bulunmamaktadır.

Davacı, davalıya ait akaryakıt istasyonundan 28.04.2013 tarihinde satın aldığı mazotun ayıplı olması nedeniyle aracın yakıt pompası, enjektör ve yakıt sistemindeki parçaların hasar gördüğünü, zararın giderilmesi için davalı ile yapılan görüşmelerden sonuç alamadığını, aracın yetkili serviste tamir edilmesi karşılığında 7.835,96 TL ödeme yapmak zorunda kaldığını ileri sürerek 7.835,96 TL’nın davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, alınan bilirkişi raporunda araçta meydana gelen zararın 4.192,54 TL olduğu ve zararın meydana gelmesinde tarafların %50 kusurlu olduğu belirtilmiş ve bu rapor hükme esas alınarak davanın kısmen kabulü ile 2.096,27 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm,davalı ve davacı tarafından temyiz edilmiştir.

14.7.2004 günlü ve 5219 sayılı yasa ile HUMK.nun 427/2 maddesindeki temyiz ile ilgili parasal sınır 1.000.000.000 TL, 5236 sayılı yasanın 19.maddesi uyarınca 1.1.2016 tarihinden itibaren 2.190,00 TL.ye çıkarılmıştır. Anılan yasada derdest davalar yönünden ne şekilde uygulanacağı yönünde açık bir uygulama hükmü bulunmamakta ise de Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.2.2005 gün ve esas 2005/13-32, karar 2005/85 sayılı kararı uyarınca yerel mahkemelerce kurulan hükümlerin temyizinin ve temyiz incelemesi sonucunda Yargıtay daireleri ya da Hukuk Genel Kurulunca verilen kararlara karşı karar düzeltme yoluna gidilmesi durumunda temyiz ya da karar düzeltme istemi hangi karara yönelik ise, o karar tarihinde yürürlükte bulunan kanun hükmünün esas alınacağı belirtilmiştir.

Davacı ve davalı tarafından temyize konu edilen miktarlar ayrı ayrı 2.096,27 TL olup, karar tarihi (21.1.2016) itibariyle 2.190,00 TL.yi geçmediğinden HUMK.nun 5219 sayılı yasa ile değiştirilen 427.maddesinin 2.fıkrası gereğince tarafların temyiz hakkı bulunmamaktadır. O nedenle miktar itibariyle kesin olan karara ilişkin her iki tarafın temyiz dilekçelerinin reddine karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle her iki tarafın temyiz dilekçelerinin REDDİNE,peşin alınan 35,80 TL harcın istek halinde davalıya iadesine, HUMK’nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 26/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi

MİKTAR İTİBARIYLA KESİN OLAN KARARLARA KARŞI SUÇ VASFINDAKİ YANILGI GEREKÇE GÖSTERİLEREK TEMYİZ YOLUNA BAŞVURULABİLECEĞİ

T.C

YARGTAY

6. Ceza Dairesi

2021/11450 E.  ,  2021/7569 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Nitelikli yağma, mala zarar verme, kasten yaralama, 6136 sayılı Yasaya aykırılık
HÜKÜMLER : İstinaf isteminin esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:

Covid-19 salgını nedeniyle 26 Mart 2020 tarih ve 31080 (mükerrer) sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7226 sayılı Kanunun geçici madde 1 hükmü uyarınca 22/3/2020 (bu tarih dâhil) tarihinden itibaren 30/4/2020 (bu tarih dâhil) tarihine kadar durmasına karar verilen sürelerin 30.04.2020 tarihli ve 31114 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 29.04.2020 tarihli ve 2480 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile 15.06.2020 tarihine kadar uzatılması sebebiyle, sanık … müdafinin temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilerek yapılan incelemede;

Suç tarihinin 04.01.2016 olarak gerekçeli karar başlığında yerinde düzeltilmesi olanaklı kabul edilmiştir.

I- Sanık … hakkında mala zarar verme, 6136 sayılı Yasaya aykırılık; sanık … hakkında mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlerin incelemesinde;

Hükmolunan cezanın miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizi mümkün olmadığından, sanık …, sanıklar …, … müdafiilerinin ve katılan … vekilinin temyiz istemlerinin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca tebliğnameye uygun olarak REDDİNE,

II- Sanıklar …, … hakkında nitelikli yağma ve yaralama suçlarından kurulan hükümlerin incelemesinde;

Sanık … müdafiinin, sanık hakkında yağma ve yaralama suçlarından kurulan mahkumiyet, sanık … ve müdafisinin ise sanık hakkında yağma suçundan kurulan mahkumiyet kararlarına yönelik temyiz isteminde bulunduğu, katılan … vekilinin ise sanıklar hakkında yağma suçundan kurulan mahkumiyet ve yaralama suçundan kurulan hükümlerin ise sanıklar hakkında öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması gerektiğini belirterek suç vasfına yönelik temyiz isteminde bulunmuşlardır.Sanıklar hakkında ilk derece mahkemesince yağma suçundan kurulan 5 yıldan fazla hapis cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyiz incelemesine tabi olduğu, ancak somut olayımızda da, sanık … hakkında ilk derece mahkemesince nitelikli yaralama suçundan 5 yıl hapis, sanık … hakkında ise beraat kararına hükmetmiş olup, istinaf mahkemesince, sanıkların müdafilerinin ve katılan vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir. Anılan bu karara sanık … müdafi ile birlikte katılan vekili, her iki sanık için fiilin öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu gerekçesiyle temyiz etmiştir. Bu itibarla, o yer istinaf mahkemesince verilen sözü edilen yaralama suçundan sanık … hakkında mahkûmiyet, sanık … hakkında ise beraat hükümlerinin temyiz edilebilir nitelikte bulunup bulunmadığı, ön sorun olarak ele alınmıştır.

CMK’nın “Temyiz” başlıklı 286. maddesinde;

“(1)Bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin bozma dışında kalan hükümleri temyiz edilebilir.

(2)Ancak;

a)İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adlî para cezalarına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararları,

b)İlk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezalarını artırmayan bölge adliye mahkemesi kararları,

c)(Ek: 20/7/2017-7035/20 md.) Hapis cezasından çevrilen seçenek yaptırımlara ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen; seçenek yaptırımlara ilişkin her türlü kararlar ve istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararlar,

d)(Anayasa Mahkemesinin 27/12/2018 tarihli ve E.:2018/71 K.:2018/118 sayılı Kararı ile İptal; Yeniden Düzenleme:20/2/2019-7165/7 md.) İlk defa bölge adliye mahkemesince verilen ve 272 nci maddenin üçüncü fıkrası kapsamı dışında kalan mahkûmiyet kararları hariç olmak üzere, ilk derece mahkemelerinin görevine giren ve kanunda üst sınırı iki yıla kadar (iki yıl dâhil) hapis cezasını gerektiren suçlar ve bunlara bağlı adlî para cezalarına ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları,

e)Adlî para cezasını gerektiren suçlarda ilk derece mahkemelerinden verilen hükümlere ilişkin her türlü bölge adliye mahkemesi kararları,

f)(Değişik: 18/6/2014-6545/78 md.) Sadece eşya veya kazanç müsaderesine veya bunlara yer olmadığına ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,

g)On yıl veya daha az hapis cezasını veya adlî para cezasını gerektiren suçlardan, ilk derece mahkemesince verilen beraat kararları ile ilgili olarak (…) (2) istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararları,

h)(Değişik: 18/6/2014-6545/78 md.) Davanın düşmesine, ceza verilmesine yer olmadığına, güvenlik tedbirine ilişkin ilk derece mahkemesi kararları ile ilgili olarak bölge adliye mahkemesince verilen bu tür kararlar veya istinaf başvurusunun esastan reddine dair kararlar,

ı)Yukarıdaki bentlerde yer alan sınırlar içinde kalmak koşuluyla aynı hükümde, cezalardan ve kararlardan birden fazlasını içeren bölge adliye mahkemesi kararları, Temyiz edilemez.
(3)(Ek:17/10/2019-7188/29 md.) İkinci fıkrada belirtilen temyiz edilemeyecek kararlar kapsamında olsa bile aşağıda sayılan suçlar nedeniyle verilen bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin kararları temyiz edilebilir:

a) Türk Ceza Kanununda yer alan;

1. Hakaret (madde 125, üçüncü fıkra),

2. Halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit (madde 213),

3. Suç işlemeye tahrik (madde 214),

4. Suçu ve suçluyu övme (madde 215),

5. Halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (madde 216),

6. Kanunlara uymamaya tahrik (madde 217),

7. Cumhurbaşkanına hakaret (madde 299),

8. Devletin egemenlik alametlerini aşağılama (madde 300),

9.Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama (madde 301),

10. Silâhlı örgüt (madde 314),

11. Halkı askerlikten soğutma (madde 318), suçları. b) Terörle Mücadele Kanununun 6 ncı maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası ile 7 nci maddesinin ikinci fıkrasında yer alan suçlar.

c) Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 28 inci maddesinin birinci fıkrası, 31 inci maddesi ve 32 nci maddesinde yer alan suçlar.”

Düzenlemesine yer verilmiştir.

CMK’nın 286 (1). maddesi hükmüne göre kural; istinaf mahkemelerinin verdiği bozma kararları dışındaki bütün kararların temyize tâbi olmasıdır.

Bu kuralın istisnaları; CMK’nın 286. maddesinin ikinci (dokuz(9) bent) ve üçüncü fıkralarında düzenlenmiştir.

Ceza muhakemesine egemen olan ilkelerden önemli ilkelerden birisi de, istisnaların sanık aleyhine genişletici yoruma tabi tutulamamasıdır.

Öncelikle belirtmek gerekirse, 7188 sayılı Kanun’la CMK’nın 286. maddesine eklenen üçüncü fıkradaki istisnalar suç tipine göre istisnalar olup, yargılama konusu yaralama suçu bu istisnalardan birisi değildir.

İkinci fıkranın diğer bentlerine giren bir istisnanın olmadığı da açıktır. Ancak; Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 04/10/1993 tarih ve 2-187/222 esas ve karar sayılı içtihadı ile maddenin b) bendindeki istisnalar açısından konunun etraflıca irdelenmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun Dairemizce de benimsenen içtihadı uyarınca, tür ve miktarı itibarıyla kesin olan kararların dahi suç vasfına yönelik temyizi mümkündür. Buna göre, söz gelimi basit yaralama suçundan kesin nitelikte bir adli para cezasına hükmedilmişse, katılan ya da Cumhuriyet savcısı bu hükmü, fiilin öldürmeye teşebbüs suçunu oluşturduğu gerekçesiyle temyiz edebilir. Dairemiz bu içtihadın istinaf sonrası temyizde de uygulanması gerektiği görüşündedir.

Dolasıyla, katılan vekili, sanıklar hakkında yaralama suçundan verilen kesin nitelikteki kararı vasıf yönünden temyiz ettiği anlaşıldığından sanıklar hakkında yağma ve yaralama suçundan kurulan hükümlerin temyiz incelemesinde;

5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.”, aynı Kanunun 294. maddesinin ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.” ve aynı Kanunun 301. maddesinin ”Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek sanık … müdafinin temyiz isteminin sanığın cezalandırılması için yeterli delil olmadığı, suça iştirak ettiği varsayılsa dahi suçun niteliğinin hırsızlığa teşebbüs olduğunu, sanığın SEGBİS aracılığı ile savunma yaptığı ancak tutanaklara tam ve eksiksiz geçirilmediği için savunma hakkının ihlal edildiği, lehine indirim nedenlerinin uygulanmadığı, sanık … müdafinin temyiz isteminin sanık hakkında kesin ve yeterli delil olmadığını, şüpheden sanık yararlanır ilkesinin gözetilmediğini, sanık hakkında beraat kararı verilmesi gerektiğini; katılan … vekilinin temyiz isteminin sanıklar hakkında mala zarar verme ve yağma suçlarından verilen cezaların az olduğu ve sanıklar hakkında öldürmeye teşebbüs suçundan hüküm kurulması gerektiğini, lehe hükümlerin uygulanmaması gerektiğine yönelik olduğu belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede;

Oluş ve dosya içeriğine göre, sanıklar hakkında, yağma suçundan kurulan hükümlerde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmıştır.

Ayrıca dosyada CMK’nın 289. maddesinde sayılan hukuka kesin aykırılık hâllerinin herhangi birinin varlığı da tespit edilememiştir.

Yapılan yargılamaya, dosya içeriğine göre, sanıklar hakkında nitelikli yağma suçundan kurulan hükümlerde ileri sürülen temyiz sebepleri yönünden bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, sanık …, sanıklar …, … müdafilerinin ve katılan … vekilinin yerinde görülmeyen TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ ile tebliğnameye kısmen uygun olarak HÜKÜMLERİN ONANMASINA, CMK’nın 304/1. maddesi uyarınca dosyanın Burhaniye Ağır Ceza Mahkemesi’ne, kararımızın bir örneğinin de İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 8. Ceza Dairesi’ne gönderilmesine, 20.04.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

İDARENİN YARGI KARARLARININ UYGULAMASI İÇİN ÖNGÖRÜLEN OTUZ GÜNLÜK SÜRENİN GEÇİRİLMESİ VE İLGİLİLERİN BU SÜRENİN GEÇİRİLMESİ ÜZERİNE HEMEN TEKRAR YARGI YOLUNA BAŞVURMAMASI DURUMUNDA İDARELERİN KARARI UYGULAMA ZORUNLULUĞU ORTADAN KALKAR MI?

DANIŞTAY
İDARİ DAVA DAİRELERİ
GENEL KURULU
E. 2009/744, K. 2010/473, T. 11.3.2010

İDARENİN YARGI KARARLARININ UYGULAMASI İÇİN ÖNGÖRÜLEN OTUZ GÜNLÜK SÜRENİN GEÇİRİLMESİ VE İLGİLİLERİN BU SÜRENİN GEÇİRİLMESİ ÜZERİNE HEMEN TEKRAR YARGI YOLUNA BAŞVURMAMASI DURUMUNDA İDARELERİN KARARI UYGULAMA ZORUNLULUĞU ORTADAN KALKAR MI?

Dava; davacı tarafından, Danıştay Beşinci Dairesinin 12.11.2004 günlü, E:2004/660 sayılı yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararının davalı idarece uygulanmadığından bahisle uğranıldığı ileri sürülen zarara karşılık 10.000,00.-TL manevi zararın yasal faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Yargı kararlarının uygulanmaması ya da geç uygulanması nedeniyle ortaya çıkan uyuşmazlıklar üzerine açılacak davaların tabi olacağı süre konusunda 2577 sayılı Yasa’da özel bir düzenleme bulunmamaktadır.

Ancak, 2577 sayılı Yasa’nın 28. maddesinde yer alan ve idarenin yargı kararlarının icaplarına göre en geç otuz gün içinde işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu yolundaki hükmün, otuz günlük sürenin geçirilmesi ve ilgililerin bu sürenin geçirilmesi üzerine hemen tekrar yargı yoluna başvurmaması durumunda idareleri kararı uygulama zorunluluğundan kurtarmayacağı açıktır.

Bu konuda açılacak davalarda ayrık durumlar dışında genel zamanaşımı süresinin esas alınması ve lehine ilam olan ilgilinin ilamın kendisine tebliğinden itibaren 10 yıl içinde idareye başvurarak ilam gereklerinin yerine getirilmesini isteyebileceği kabul edilmelidir. 10 yıllık süre idareye başvuru süresi olup dava açma süresi değildir. Dolayısıyla başvurmadan sonraki durumu, 2577 sayılı Yasa’nın 10. ve 7. maddeleri kapsamında değerlendirmek gerekmektedir. Buna göre, yargı kararının gereğinin yerine getirilmesi isteminin idarece açık veya kapalı ( zımni ) olarak reddedilmesi üzerine davanın altmış gün içinde açılması zorunludur.

Diğer taraftan, 2577 sayılı Yasa’nın 12. maddesinde, “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır. ” hükmüne yer verilmiştir.

Bu bağlamda, davacının, yargı kararının uygulanması istemiyle idareye genel zamanaşımı süresi içerisinde 2577 sayılı Yasa’nın 10. maddesi kapsamında başvurduğu anlaşılmaktadır. Ancak adı geçenin bu konuda yaptığı 14.7.2005 tarihli ilk başvurusuna idarece 28.7.2005 tarihli işlemle yanıt verildiği, fakat yazının tebliğine ilişkin herhangi bir bilgi ve belge bulunmamakla birlikte ilgilinin 28.7.2005 tarihinde ikinci kez aynı istemle idareye başvurduğu, buna göre birinci başvurusuna verilen ret yanıtını en geç ikinci başvuru tarihinde öğrendiğinin kabulü gerekeceğinden, bu tarihten itibaren dava açma süresi içerisinde dava açması mümkün olan davacının bu süre geçirildikten çok sonra 10.5.2006 tarihinde açtığı davanın, süreaşımı nedeniyle esastan incelenmesine hukuken olanak bulunmamaktadır. Ayrıca, davalı idare tarafından davacıya verilen her iki cevapta da davacının Danıştay Beşinci Dairesinin 19.10.2004 günlü, E:2004/4838, K:2004/3790 sayılı kararı uyarınca memuriyete atandığı belirtilmiştir. Dolayısıyla cevapların içeriğinden Danıştay Beşinci Dairesinin 12.11.2004 günlü, E:2004/660 sayılı kararının yine Beşinci Dairesinin yukarıda anılan kararı uyarınca uygulanmadığı, bu yönde davalı idarenin iradesinin açıkça ortaya çıktığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda, Dairece davanın süreaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasının incelenmesi suretiyle verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

İDARENİN TIBBİ HİZMETLERDEN DOĞAN SORUMLULUĞU

İDARENİN TIBBİ HİZMETLERDEN DOĞAN SORUMLULUĞU
Aziz KÜÇÜK (*)

GİRİŞ

Sosyal devlet anlayışının bir sonucu olarak, bir insanın, insan onuruna yaraşan asgari bir yaşam düzeyi içinde yaşabilmesi için gerekli koşullardan biri de hastalandığında tedavi görmesidir. Sağlık hakkı olarak adlandırabileceğimiz bu temel hak hem uluslararası metinlerde hem de başta anayasamız olmak üzere çeşitli yasalarımızda düzenlenmiştir.

İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25. maddesine göre, herkesin, kendisinin ve ailesinin sağlık ve refah için beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır. Anayasamızın 56. maddesine göre ise; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırmak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler. Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.”

Devletin, dolayısıyla idarenin başlıca görevlerinden biri olan yurttaşların hayatlarını koruma, kamu sağlığını sağlama sağlık hizmetlerinin yürütülmesi ile gerçekleşir. Tıbbi hizmetler, 5.1.1961 tarihli ve 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanunda “insan sağlığına zarar veren çeşitli faktörlerin giderilmesi ve toplumun bu faktörlerin etkisinden korunması, hastaların tedavi edilmesi, bedeni ve ruhi yetenek ve melekeleri azalmış olanların işe alıştırılması için yapılan faaliyetler” olarak tanımlanmıştır. Ancak, tanımda belirtilen tıbbi faaliyetlerin sunulması sırasında görevli kurumların bazen kusurlu hareket ettiklerini görmekteyiz. İşte makalemizin konusunu da, tıbbi hizmetleri sunan idarenin bu hizmetlerin yürütülmesinden kaynaklanan kusurlu sorumluluğu oluşturmaktadır.

I. İDARİ SORUMLULUK KAVRAMI VE DAYANAĞI

Sorumluluk; kasıt, ihmal ve kusur veya tedbirsizlikle ya da yasanın belirlediği durum ve eylemden doğan bir tehlike ile yaratılan ya da doğumuna sebebiyet verilen zararı tazmin borcudur. Geniş açıdan bakıldığında sorumluluk kavramından bir kişinin başkasına verdiği zararı giderim yükümlülüğü anlaşılmalıdır. Bu kavram, Fransızca’da “responsabilité” , Almanca “haftung”, “haftbarkeit”, veya “warantwortlichkeit”, İtalyanca “revponsalibilita”, İngilizce “liability” sözcükleri ile ifade edilir.

“İdari sorumluluk (responsabilité administrative)”, idarenin bir kişiye verdiği zararın, idarenin mal varlığından bazı değerlerin zarar gören kişinin mal varlığına cebri olarak aktarılmasıyla tazmin edilmesi demektir. İdari sorumluluk; idarenin kamu hukukuna tabi olan ve uyuşmazlıkları idari yargıda çözümlenen mali sorumluluğudur.

İdari sorumluluk, “akdi sorumluluk” ve “sözleşme dışı sorumluluk” olarak ikiye ayrılır:

a. Akdi idari sorumluluk, “idarenin bir özel kişiyle yapmış olduğu idari sözleşme hükümlerine aykırı olarak alacaklıya vermiş olduğu zararı tazmin yükümlülüğü” olarak tanımlanabilir ki bu sorumluluk çeşidi konumuz dışındadır.

b. Sözleşme dışı idari sorumluluk ise “idarenin tek yanlı işlemleri ve eylemleriyle kişilere verdiği zararları tazmin etmesi yükümlülüğü” olarak tanımlanır, bu sorumluluğun iki türü vardır:

(1) Kusurlu sorumluluk, idarenin hukuka aykırı bir eylem veya işlemiyle zarar verdiği bir kişinin zararını tazmin etmesi yükümlülüğüdür.

(2) Kusursuz sorumluluk, idarenin hukuka uygun eylem ve işlemlerinden doğan zararları bazı durumlarda tazmin etmesi yükümlülüğüdür. Kusursuz sorumluluk “risk ilkesi” ve “fedakarlığın denkleştirilmesi ilkesi” olmak üzere ikiye ayrılır.

İdari sorumluluğun dayanağı konusunda çeşitli görüşler ortaya atılmıştır. İdari sorumluluğun dayanağı olarak, “hukuk devleti”, “kamu külfetleri karşısında eşitlik”, “imkan ve fırsat eşitliği” gibi ilkeler ileri sürülmüştür. Bu görüşlerde gerçek payı olmakla birlikte, hiç biri, tek başına, idari sorumluluğun dayanağını açıklayacak nitelikte değildir. Hepsinde belli ölçüde bir zorlama göze çarpmaktadır.

II. TIBBİ HİZMETLERDE SORUMLULUK NEDENLERİ

A. TIBBİ HİZMETLERDE HİZMET KUSURU

Türk Hukukuna Fransız Hukuku’ndan ithal edilen “faute de service” kavramının bir uyarlaması olan “hizmet kusuru”, bir yasa kavramı değildir. Bu yönüyle devletin sorumluluğunu sağlama amacıyla içtihat tarafından yaratılan bir kavram ve kurum niteliği gösterir. Yönetsel sorumluluk nedeni olarak “kusur” yönetimin kuruluşunda, ya da işleyişinden doğan nesnel nitelikli bir aksaklık ya da bozukluktur.

Tıbbi hizmetlerde “hizmet kusuru”, tıbbi hizmetlerin ya kuruluşunda, tanzim ve tertibinde veya teşkilatında, bünyesindeki personelinde yahut işleyişinde – gereken emir, direktif ve talimatın verilmemesi, sağlık personeli üzerinde gerekli teftişin icra olunmaması; hizmete tahsis edilen araç-gereçlerin kifayetsiz, elverişsiz, kötü olması; sağlık personelince icap eden tedbirlerin alınmaması, geç, vakitsiz hareket edilmesi vb.- bir takım aksaklık, aykırılık, bozukluk, eksiklik, sakatlık arzetmesi şeklinde tanımlanabilir.

Tıbbi hizmetlerde “hizmet kusuru”, belli bir ya da birkaç sağlık personelinin tutum ve davranışlarına mal edilmeyen, onlara yönlendirilemeyen, tamamen idare hukuku esaslarına göre bazı özellikler arz eden objektif kusur tipidir.

Hizmet kusuru, özel hukuktaki “çalıştıranların” sorumluluğundan ayrı, yönetim hukukuna özgü bir sorumluluktur. Hizmet kusuru doğrudan, özel hukuktaki çalıştıranın sorumluluğu ise dolaylı bir sorumluluktur.

Tıbbi hizmetlerde hizmet kusurunun özelliklerini Sıddık Sami Onar’ın sınıflandırmasından hareketle beş başlık altında toplamamız mümkündür:

a. Tıbbi Hizmetlerde Hizmet Kusuru Bağımsız Bir Karakteri İçermektedir. Bu kusur sağlık personelinde aranılan ve binaenaleyh subjektif mahiyette bir kusur olmayıp personelin dışında kalan ve her kamu hizmetinin kuruluşu ve işleyişi gibi dış dünyaya ilişkin ve binaenaleyh objektif bir şekil ve mahiyete bürünen bir kusurdur. Kısaca hizmet kusurunun bağımsızlığı “kusurun idare hukukuna mahsus, müstakil ve orijinal bir mefhum” oluşunu ifade eder.

b. Tıbbi Hizmetlerde Hizmet Kusuru Birinci ve Asli Derecede Bir Sorumluluktur. Hizmet kusurundan doğan sorumluluk, tıbbi hizmetleri sunan idarenin “kendi” sorumluluğudur; sağlık personelinin haksız fiilden dolayı üstlendiği bir sorumluluk değildir. Yani sorumluluğun önce sağlık personeline yöneltilmesi, sağlık personelinin ödeme kabiliyetinden yoksun bulunması halinde idareye başvurulması sözkonusu değildir. Çünkü sağlık personelinin hukuki şahsiyeti ortada yoktur. “İdare teşebbüsü” içerisinde adeta kaybolmuştur. Sağlık personeli hizmetin bütünleyici parçası halindedir. Bu nedenledir ki, zarara uğrayan kimse doğrudan doğruya idare aleyhine dava açabilir. Dolayısıyla tek sorumlu vardır, o da idaredir.

Gene bu asli karakterin bir neticesi de idare “hal ve maslahatın icap ettirdiği bütün dikkat ve özende bulunduğu yahut dikkat ve özende bulunmuş olsa bile zararın vukuuna mani olamayacağını” bir def’i olarak dermeyan edemez ve bunu ispat etmek suretiyle sorumluluktan kurtulamaz.

c. Tıbbi Hizmetlerde Hizmet Kusuru Anonimdir. Yukarıda da belirtildiği gibi hizmet kusuru, belli bir ya da birkaç sağlık personelinin tutum ve davranışına mal edilmeyen, onlara yönlendirilemeyen bir kusurdur. Hizmet kusuru malum ve muayyen bir personele izafe edilmek, kusurun faili malum ve muayyen bulunmak şart değildir. Hizmette anonim bir kusurun ve sorumluluğun belirmesi kafidir. Kusur, hizmetin bünyesinde kaynaşmış haldedir.

d. Tıbbi Hizmetlerde Hizmet Kusuru Genel Bir Nitelik Gösterir. Tıbbi hizmetlerin sunulması sonucunda bir hizmet kusuru tespit edilebiliyorsa idareyi sorumlu tutacak başka bir esas aramaya gerek yoktur. İdarenin sorumluluğuna hükmolunabilmesi için kural olarak hizmet kusurunun varlığı gereklidir. Eğer hizmet kusuru yoksa idare de kural olarak sorumlu değildir.

e. Tıbbi Hizmetlerde Hizmet Kusuru Olaylara Göre Farklı Bir Karakter Gösterir. Bir hizmet kusurunun varlığı her olayda hal ve vaziyetin icaplarına ve hususiyetlerine göre tespit edilir. Hizmet kusuru ameli, müşahhas, ampirik, mürekkep, hadisevi, nisbi, elastiki, mütehavvil ve kaypak bir mefhumdur. Hizmet kusuruna dayalı idarenin sorumluluğunda hizmetin durumuna, mahiyet ve bünyesine, şart ve zaruretlerine göre olayda belirli bir ağırlık derecesine ulaşmış bir kusur aranır.

1. Tıbbi Hizmetlerde Hizmet Kusuru Sayılan Haller

Lille Üniversitesi Hukuk Fakültesi eski dekanı Paul DUEZ’den gelip yerleşen bir tasnife göre; idare, hizmetin kötü işlemesi veya geç işlemesi yahut hiç işlememesi hallerinde idari kusur işlemiş sayılır. Bu ayrım, günümüz öğreti ve içtihatlarınca da benimsenerek sürdürülmektedir.

Ancak, bu ayrımın kesin çizgilerini bulmak zordur. Örneğin zehirlenen bir çocuğa zamanında ve gerekli serumu vermeyen idarenin hizmeti geç mi işlemiştir yoksa hiç işlememiş midir? Hizmetin geç işlemesi sözkonusu olduğunda geç işleyen hizmet esasen kötü işlemiştir. Yalnız her geç işleme mutlaka kötü işleme değildir.

Şimdi bu üçlü ayrımı kısaca inceleyelim:

a. Tıbbi Hizmetin Kötü İşlemesi

Hizmet kusurunun en eski ve en geniş uygulama alanı bulan şekli, hizmetin kötü işlemesi halidir. Tıbbi hizmetin kötü işlemesi, idarenin tıbbi faaaliyetleri “gereği gibi” yürütmemiş olmasından kaynaklanır. Hizmetin hangi hallerde kötü işlemiş olduğunu genel olarak belirlemek olanağı da yoktur. Kamu hizmetlerinin çeşitliliği ve değişkenliği gözönüne alındığında, hizmetin kötü işlemesi halinin somut olarak sınırlarını belirleyebilmenin, bu hali bir formüle bağlamanın imkansızlığı kolayca anlaşılır. Tıbbi hizmetin kötü ya da iyi işlediği, hizmetin niteliğine, idarenin sahip olduğu araç gereç ve olanaklara, olayın özelliğine, mevzuatına ve diğer özel koşullara göre belirlenir.

Hastane hizmetleri diye bilinen, hastanenin kuruluş ve işleyişine ilişkin işlerde, hastane hizmetlerinin kötü işleyişi ya da kusurlu kuruluşu dolayısıyla meydana gelen zararlardan idare, kusurunun varlığı tespit edilir edilmez sorumlu olmaktadır. Tıbbi bakımdan kusurlar, doktrinde, hastanın gözetimindeki ve tedavi tarzının maddi uygulamasındaki kusurlar olarak ikiye ayrılmaktadır. Bunlardan hastanın gözetimindeki kusurlar da maddi gözetim kusurları (hastanın hastanede bulunmasını sağlayıcı tedbirleri almak) ve tıbbi gözetim kusurları (ameliyattan sonra, lastik borunun yerinden düşmesi ve geç takılması dolayısıyla hastanın sıhhi durumunun kötüye gitmesinde kazanın servis şefine söylenmemesi gibi) şeklinde belirmektedir.

Ayağının kırılması üzerine Devlet Hastanesine kaldırılan davacının kolunun hemşire tarafından yapılan hatalı iğne sonucu kesilmesi,1 sol kalçasının total kalça proteziyle ameliyatı gerekirken sağ kalçasının ameliyat edilmesi nedeniyle hareket yeteneğinin azalması ve olay tarihinde bekar ve 38 yaşında olan davacının yaşamı boyunca başkalarının bakımına muhtaç hale gelmesi,2 … tarihinde davacının çocuğunun sol el 4. parmağındaki siğilin tedavisi için … Devlet Hastanesine müracaatı üzerine, siğilin çıkarılması amacıyla enjekte edilmesi gereken ve doktor tarafından reçeteye yazılan “Mercaine” isimli ilaç yerine “İL 33” isimli ilacın görevli hemşire tarafından enjekte edilmesi sonucu kangren olan sol el 4. parmağının kesilmesi,3 davacının geçirdiği trafik kazası nedeniyle Sosyal Sigortalar Kurumu … Hastanesinde yapılan ilk müdahaleden sonra ayağında meydana gelen şişlik nedeniyle bandaj kullanıldığını, 1.5 yıl sonra T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi … Hastanesine başvurusu sonrasında … tarihinde fascia tamiri ameliyatı yapıldığını, ayağında ağrı ve akıntı meydana gelmesi üzerine ikinci bir ameliyattan sonra taburcu edildiğini; rahatsızlığının devamı nedeniyle de 40 gün sonra … Acil Yardım Travmatoloji Hastanesine başvurarak yeniden ameliyat olduğunu, ancak T.C. Devlet Demiryolları İşletmesi … Hastanesindeki tedavi sırasında ihmal ve kusur nedeniyle sağ ayak kas grubunun 1/3’ünü yitirmesi,4 olaylarında, hizmetin işleyişindeki yetersizlikten ötürü Danıştay tarafından idarenin hizmet kusurunun olduğu kabul edilerek tazminata mahkum edilmiştir.

b. Tıbbi Hizmetin Geç İşlemesi

Tıbbi hizmetin geç işlemesi şeklinde beliren hizmet kusurunu, idarenin hizmetin gereklerine göre kendisinden beklenen ölçüde sürat ve çabukluğu göstermeyerek, ağır ve yavaş hareketi suretiyle bir zarara sebebiyet vermesi şeklinde tanımlamak mümkündür. Burada tıbbi hizmet doğru ve muntazam bir surette icra olunmakla beraber idare vaktinde harekete geçmemiş, hizmeti gereken derecede süratle yerine getirecek yerde gecikme ile ifa etmiştir.

Hizmetin ne kadar süre içinde görüleceği bir hukuk kuralı ile düzenlenmişse mevzuatın öngördüğü süre idare tarafından özürsüz aşıldığında hizmetin geç işlediği sonucuna varılabilir. Hizmetlerin yapılacağı sürenin bir kuralla saptanmaması durumunda hizmetin niteliğine ve hal ile şartlarına göre idarenin bir davranışta bulunabilmesi için “makul” ve “normal” bir sürenin geçmiş olması gereği örneğin ateş ve lökosit miktarına göre derhal ameliyat edilmesi gereken hastanın ilgisizlik yüzünden ameliyatının gecikmesi neticesi apandisit patlaması sonucu ölümü5 halinde hizmetin geç işlemesinden doğan maddi ve manevi zararlardan idare sorumlu bulunmaktadır.

Davacının Devlet Hastanesinde yapılan ameliyat sonrasında bacağının şişmesi ve morarması üzerine hemşire tarafından nöbetçi doktora haber verilmiş; fakat nöbetçi doktorun durumu ameliyatı yapan doktora bildirmesini söylemesi üzerine hafta sonu boyunca hastaya hemşire tarafından normal tedavi uygulanmıştır. İki gün sonra ameliyatı yapan doktor tarafından durum fark edilince derhal müdahale edilmiştir; ancak başarı elde edilememiştir. Hasta sevk edildiği Hacettepe Hastanesinde yapılan ameliyat sonucu bacağını kaybetmiştir. Bu durumda ortaya çıkan komplikasyona zamanında müdahale edilmemesi, ameliyat sonrası bakımın aksaması, gerekli tedavinin yapılmaması gibi sebeplerle Danıştay tarafından idarenin hizmet kusuru olduğu sonucuna varılmıştır.6

Davacı, eşinin doğum sancılarının başlaması üzerine Kandıra Devlet Hastanesi’ne müracaat etmiştir. Burada doktor bulunamamış, çağrıldığı halde sinemadan geç gelmiş doğum olur zannıyla hasta uzun süre bekletilmiş, buradan İzmit Devlet Hastanesi’ne sevk olunup yolda ambulansın arızalanması sebebiyle geri dönülmüş, başka bir vasıta ile hastaneye gelindiğinde cerrahi müdahalenin yapılması gerekli görülmüş fakat gerekli serum dolapta kilitli olduğu için doktor tarafından davacıya serum bulunması söylenmiş, davacının da gece olması sebebiyle bütün nöbetçi eczaneleri dolaştığı halde serumu bulamaması, dolaptaki serumun kullanılmasına karar verildikten sonra yapılan ameliyat sonunda hasta ve çocuğun kurtarılamayarak ölmesi sonucu Danıştay idarenin kusurlu hareket ettiğine karar vermiştir.7

c. Tıbbi Hizmetin Hiç İşlememesi

Hizmetin hiç işlememesi hizmet kusuru sayılmakta ve idare tazminata mahkum edilmektedir. İdare kendi görev alanında belli işlem ve eylemleri yapmakla yükümlü kılınmıştır yani idarenin yetkisi bağlıdır bu durumda idarenin hareketsiz kalması bir hizmet kusuru teşkil eder.

Anayasanın 65. maddesine göre; “Devlet, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek, mali kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getirir.” Bu madde karşısında hizmetin hiç işlememesi, idarenin mali kaynaklarının yetersizliğinden ileri gelmiş ise hizmet kusuru sayılmayacak mıdır? Mali kaynakların yetersizliği nedeniyle sorumsuzluk hallerini sınırlamak gerekir. Aksi takdirde idare her zaman mali kaynaklarının yetersizliğini ileri sürerek sorumluluktan kurtulabilir. Burada maddede açıkça belirtildiği üzere sosyal ve ekonomik alanlardaki görevlerin mali kaynakların yeterliliği ölçüsünde yerine getirilmesi söz konusudur. Penisilin iğnesi yapılmadan önce penisilin testi yapılması gerekirken yapılmaması sonucu meydana gelen ölüm olayında hizmet kusuru vardır.8 Kısaca idare, yasa ile görevli olduğu ya da kendi iradesiyle yüklendiği faaliyet ve hizmetleri, mali ve teknik imkanları veya özel örgütü bulunmadığı gerekçesi ile yerine getirmekten kaçınamaz ve bu çekinmeye bağlı sorumluluktan kurtulamaz.

2. Tıbbi Hizmetlerde Kusurunun Ağırlığı Sorunu

Doktrine göre, mahkeme kararlarını gözönüne almak suretiyle hizmet kusurunun üç derece arz edilebileceğini söylemek mümkündür. Bunlar sırasıyla; hafif kusur, ağır kusur ve fevkalade ağır kusurdur. Ağır kusur bağışlanması kesinlikle olanaksız olan irade eksikliği esasına dayanır. Böyle bir şeyin kesinlikle meydana gelmemesi gerekmektedir. Ağır kusur, vasat bir idarenin işlemeyeceği bir kusurdur. Başka bir tanımla ağır kusur, aynı zamanda ve aynı koşullarda her makul ve mantıklı insanın gösterebileceği en basit dikkat ve özenin gösterilmemesidir. Örneğin Yargıtay 13.H.D. 14.03.1983 tarih ve 7283/1783 sayılı kararında “hastanın karnında iki metre gazlı bez unutulmasını” ağır kusur olarak değerlendirmiştir. Çünkü bunun unutulmaması için en basit özenin gösterilmesi yeterli olacaktı. Fevkalade ağır kusur, aşikar derecede ağır ve çok önemli bir kusur olup; ancak kötü bir idarenin işleyebileceği kusurdur. Hafif kusur ise, iyi bir idarenin işlemeyeceği basit bir kusurdur.

Tıbbi fiillerden, hekimlerin operasyon, tedavi gibi fonksiyonlarından doğan zararlarda idarenin sorumluluğu için ağır kusur aranmaktadır.

… tarihinde … Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Kliniğindeki ameliyat sırasında, hastaya oksijen gazı yerine karbondioksit gazı verilmesi sonucu hastanın ölümü,9 doğumevinde yapılan iğnenin apse yapması sonucu bir kadının bacağının kesilmesi,10 kırılan ayağının tedavisi için yatırıldığı Devlet Hastanesinde hatalı enjeksiyon yapılması sonucu kişinin kolunun kangren olup kesilmesi,11 muayenesi yapılıp filmleri çekildikten sonra hayati tehlike olmadığı teşhisi ile evine gönderilen yaralının bir gün sonra tekrar hastaneye getirilmesi ve iç kanama nedeniyle ölümü,12 hastanın Devlet Hastanesinde doğum yapması sırasında nisaiye doktorunun dikkatsizliği ve tedbirsizliği sonucu ölümü,13 olaylarında, Danıştay idareyi ağır hizmet kusuru esasına göre sorumlu bularak tazminata hükmetmiştir.

Aynı şekilde zehirli haşaratın çok bulunduğu bir muhitte, böcek sokması nedeniyle zehirleme olaylarının sık olacağı düşünülerek, tedavi için gerekli ilaç, alet ve personelin her an hastanelerde hazır bulundurulması gerekirken idarenin bu görevini yerine getirmemesi Danıştay’a göre, idarenin ağır hizmet kusurunu teşkil eder.14

3. Tıbbi Hizmetlerde Kusurdan Doğan Sorumluluğun Şartları

a. Bir Zararın Varlığı

İdarenin sorumluluğundan söz edilmesi için, gerçekleştirilen tıbbi müdahale veya diğer tıbbi hizmetler neticesinde bir zarar meydana gelmelidir.

Zararın varlığına ilişkin şartlar ve taşıması gereken özellikler şunlardır:

(1) Ortada “gerçek bir zarar” olmalıdır. Zarar olmayan yerde hukuki sorumluluk da yoktur. “Zarar”, bir kişinin malvarlığında veya şahıs varlığında meydana gelen eksilme olarak tanımlanmaktadır.

(2) Zarar “gerçekleşmiş” olmalıdır. Çünkü idare hukukunda sorumluluk, “müeyyidelendirici” değil, “tazmin edici” bir sorumluluktur.

(3) Ortada mutlak ve kesin olarak hesabı mümkün bir zarar bulunmalıdır, “doğmuş zarar” bulunmalıdır; çünkü “ihtimale müstenit zararlar tazminat davasına konu olmaz”, “ihtimal, davacıya idarece tazminat ödenmesi için yeterli bir hukuki sebep teşkil edemez”.

Zararın kesin olması demek zararın illaki bilfiil gerçekleşmiş olması, “güncel” olması demek değildir. “Gelecekteki zararlar”da kesinlik şartını yerine getirebilir. Mühim olan şey, sözkonusu zararın gelecekte, ihtimal olarak değil, kesinlikle ortaya çıkması vakıasıdır. Örneğin, devlet hastanesinin fiili sonucu bir çocuk sakat doğmuş ise, bu sakatlık henüz o çocuğa bir zarar vermese de, sözkonusu sakatlık gelecekte büyüyen çocuğun mesleki kapasitesinde bir azalmaya yol açacağı biliniyorsa, kesinlik şartı gerçekleşmiş demektir.

Zararın gerçekleşmiş ve kesin olması da yalnız başına tazmin borcunu doğurmaya yetmez. İdare Hukuku yönünden, zarar özel bir nitelik taşımadıkça sorumluluktan söz etme olanağı yoktur. Herkesi içine alan, bir kamu külfeti biçiminde ortaya çıkan genel nitelikteki zararlardan ötürü idare tüzel kişiliği sorumlu tutulamaz.

(4) Zarar “hukuken korunan bir menfaate” yönelik olmalıdır.

(5) Zarar “parayla ölçülebilir” nitelikte olmalıdır.

Tıbbi hizmetlerden doğan zarar maddi veya manevi olabilir. Maddi zarar, bir kimsenin malvarlığının uğradığı kayıptır. Örneğin hatalı yapılan bir ameliyatın hastayı ikinci bir ameliyat olmak zorunda bırakması ve bunun beraberinde getirdiği maddi kayıplar gibi. Tıbbi hizmetler sonucu gerçekleşen ölüm nedeniyle, bedensel zarar nedeniyle malvarlığında eksilme sözkonusu olabilir. Malvarlığının çoğalmasına engel olan “mahrum kalınan kar” da maddi zarardır ki buna örnek olarak hatalı bir müdahale ile parmağı kesilen piyanistin uğradığı zarar gösterilebilir. Manevi zararlar ise haysiyete, vücut bütünlüğüne ve yakınlarına yapılan saldırılar yüzünden duyulan bedeni ve ruhsal acı ve üzüntülerdir. Örneğin, Danıştay kişinin fizik yapısının zedelenmesi, yaşama ve kazanma gücünün azalması durumunda ya da yakınlarının ölümü dolayısıyla duyulan acı ve üzüntüyü karşılamak üzere yönetimi manevi tazminat ödemeye mahkum etmiştir.

b. Zarar Doğurucu Fiilin İdareye Bağlanması

İdarenin sorumlu olabilmesi için, her şeyden önce ortada bir idari davranış olmalıdır ve bu idari davranışın yani fiilin kusurlu olması gerekir. Zarar doğuran tutum ve davranış, idare adına veya idare tarafından yapılmış olmalıdır. Sorumluluğun şartı olan fiilin idareden çıkmış veya idareye isnat edilebilir bir fiil olması gerekir.

c. İlliyet Bağı

İdarenin sunduğu tıbbi hizmet ile meydana gelen zarar arasında uygun illiyet bağının bulunması yani zararın o fiil sebebiyle meydana gelmiş olması, fiilin zararın illetini teşkil etmesi gerekir. Bu bağın yokluğu idareyi sorumluluktan kurtarır. Burada illiyet bağından kastedilen ise bir zarar ile bu zararın sebebi olan olay arasındaki “neden-sonuç” ilişkisidir.

Zararla idari eylem arasında nedensellik bağının olmaması, zararın o idari eylemden doğmadığını gösterir. Nedensellik bağından söz edebilmek için zararla eylem arasında doğrudan doğruya bir ilişkinin bulunması gerekir. Zarar, idarenin eylemi nedeniyle meydana gelmiş olmalıdır. Zararla eylem arasına giren çeşitli olaylar da, bu bağın ortadan kalkması ve idarenin sorumluluktan kurtulması sonucunu doğurmaktadır.

Göz tansiyonu bulunan hasta, yatırıldığı hastanede yapılan ameliyat sırasında kendisine uygulanan enjeksiyon sonucu gözünü kaybettiğini ileri sürerek idarenin sorumlu tutulması amacıyla açtığı davada, yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda iddia edildiği gibi yanlış bir enjeksiyonun yapılmadığı veya yapılmış olsa dahi bunun göze hiçbir etkisi bulunmadığı ayrıca göz tansiyonu hastalığının dünyada en çok kör yapan iç hastalıklardan biri olduğu belirtildiğinden Danıştay, yapılan enjeksiyon ile gözün alınması arasında herhangi bir bağlantının bulunmadığını belirterek, olayda idarenin hizmet kusurunun olmadığına karar vermiştir.15

4. Tıbbi Hizmetlerde Kusura Dayalı Sorumluluğu Ortadan Kaldıran Haller

a. Zararın, Mağdurun (Hastanın) Kendi Eyleminden Doğması

Zarar, zarar görenin kendi kusuru ile meydana gelmişse idarenin sorumluluğu ortadan kalkar. Zira zarar görenin kusuru, idari davranış ile zarar arasındaki nedensellik bağını kesmiş olur.

Zarar görenin eylemi yalnızca zararın oluşmasına yardım eden ya da onun genişlemesi sonucunu doğuran bir nitelik taşıyorsa, birlikte (müterafik) kusur sözkonusu olabilir. Zarar görenin birlikte kusurunun idarenin tazmin borcunu ortadan kaldırmayıp sadece sorumluluğun hafiflemesine yol açacaktır.

Davacının askerlik hizmetini yapan oğlunun fıtığının çıkması sebebiyle acilen ambulansla Askeri Hastaneye nakledilmesi üzerine hastanede gerekli müdahalenin yapıldığı, teşhis konduğu ve geceyi kontrol altında geçirdiği, kendisine su içmemesi bildirilmesine ve yapılan ikaz ve uyarılara rağmen gizli surette 3 sürahiye yakın su içmesi ve kendi kusurlu hareketi yüzünden kurtarılamayarak vefat etmesi nedeniyle idareye atfı mümkün ve idarenin tazminat ödemesini gerekli kılan bir hizmet kusuru ve diğer hukuki bir neden bulunmadığı anlaşıldığından, Danıştay’ca maddi ve manevi tazminat davasının reddine karar verilmiştir.16

b. Zararın Üçüncü Kişilerin Eyleminden Doğması

Zarar üçüncü bir kişinin kusuru ile meydana gelmişse, idarenin sorumluluğu sözkonusu olmaz. Zira zarar görenin kusuru, idari davranış ile zarar arasındaki nedensellik bağını kesmiş olur. Zarar, zarar görenin kusurlu davranışı sonucu artmış ise, zararın oluşumuna idari eylemin de katkısı olmuşsa, idare kısmen sorumlu olur. Üçüncü kişinin kusuru ya da idarenin sorumluluğunu tamamen kaldırır ya da kusur ölçüsünde azaltır. Örneğin, hekimin reçetesine yazdığı ilaçtan farklı etkide bir ilacın eczacı tarafından hastaya verilmesi.

c. Zararın Beklenmeyen (Umulmayan) Hallerden veya Mücbir Sebeplerden İleri Gelmesi

Beklenmeyen hal, önceden öngörülmesi ve önlenmesi mümkün olmayan, idarenin faaliyetleri içinde bulunan olaylardır. Beklenmeyen durumu açıklayan en iyi örnek, kişinin kusuru olmadan meydana gelen teknik arızalardır.Örneğin, ambulansın lastiğinin patlaması sonucu oluşan kazada hastanın ölmesi halinde veya hastanenin elektrik kontağından çıkan yangın sonucunda bazı hastaların yaralanması olayında idarenin kusurlu sorumluluğu ortadan kalkar, fakat bu yönetimin kusursuz sorumluluğunu etkilemez.

Mücbir sebep, “yer sarsıntısı, fezeyan, ihtilal gibi, önceden takdir ve tahmini kabil olmayan, kökeni tabii, sosyal ve hukuki olması itibariyle failin dışında kalan ve bu kişi tarafından önlenme olanağı bulunmayan olaylar”dır.Bu tanımın başlıca unsurları; kusursuzluk, sezilemezlik, karşı konulmazlık ve gerçeklik şeklinde ifade edilmektedir. Mücbir sebep, idarenin sorumluluğunu tamamen ortadan kaldırır. Bunun nedeni gayet basittir: Mücbir sebep idarenin dışındaki bir sebeptir. Örneğin, hastanın hastanede yapılan tedavisi sırasında oluşan deprem sonucu ölmesi gibi.

B. TIBBİ HİZMETLERDE GÖREV KUSURU

Sağlık personelinin göreviyle ilgili yetkisini kullanırken ve resmi sıfatının bir gereği olarak yaptığı eylem ve işlemler sonucu oluşan zararın kaynağı görev kusurudur. Görev kusuru, anonim nitelikte hizmet kusurunun ferdileşmiş ve tek bir kişi yada belli kişilere atfedilebilen halidir. Bu bağlamda, hizmet kusurunun idareye atfedilmesine karşın görevsel kusur kavramı sağlık personeli için kullanılmaktadır.

Duran’a göre “görev kusuru” personelin görevden ayrılamayan kişisel kusurları olarak ortaya çıkmaktadır. Personelin görev kusuru, geniş anlamda “kişisel kusur” sayılabilirse de; aslında idarenin hizmet kusuru niteliği taşıyan mesleki ve ödevsel bir kusurdur. İdarenin sorumluluğunu gerektiren “hizmet kusuru” görünüşte anonim nitelikte olmasına rağmen, gerçekte bir veya bir kaç personelin yaptığı hizmetin ve ödevin kural ve gereklerine uyma yükümüne riayetsizliği biçiminde ortaya çıkar. Ancak, personelin bu konudaki aykırı tutum ve davranışları mutlaka hizmet kusuru olmadığı gibi; hizmet kusuru kabul edilenlerin de mutlaka görev kusuru sayılması zorunlu değildir. Genellikle orta “yeterlikte” bir personelin yapmayacağı veya yapmaması gereken eylemler görev kusuru niteliği taşır. Bunun dışındakiler, salt hizmet kusuru olarak değerlendirilmelidir.

Yönetimin kamu görevlisinin görev kusurunun varlığından söz edebilmek için öncelikle kamu hukukuna tabi bir görevin olması sonra da kamu görevlisinin zarar doğurucu tutumunun bu görev sırasında ve görevin gereği olarak işlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, kamu görevlisinin kişisel kusurunun görevine yabancı olmaması ya da bir suç düzeyine ulaşmaması gerekir.

C. TIBBİ HİZMETLERDE KİŞİSEL KUSUR

Tıbbi hizmetlerde kişisel kusur, sağlık personellerinin “görevlerinin ifasından ayrılabilir nitelikte olan kusurları”dır. Anayasa Mahkemesine göre kişisel kusur “kamu görevlilerinin, açıkça ve kolayca hizmetten ayrılabilen tasarruf ve hataları; kötü niyet ve amaçla ilgiliye zarar vermek veya kamu yararı dışında özel çıkarlar sağlamak için bilerek yani kasten yapılan eylem ve işlemlerle, bağışlanmayacak ölçüde ağır kusur oluşturan açık biçimde hukuka aykırı eylem ve işlemlerden oluşur… Kamu personeli bilerek ve isteyerek yetkisini kötüye kullanır veya mevzuatta açık veya kesin olarak belirlenmiş bulunan görev ve yetki alanını aşar ya da yönetimin işlev alanının dışına çıkarsa, kişisel eylem ve kusur işlemiş ve kendi sorumluluğuna yol açmış sayılmaktadır…” şeklinde ifade edilmektedir.

İki çeşit ayrım söz konusudur:

Hizmet dışı işlenen kusur. Sağlık personelinin, hizmet dışında ve hizmetle herhangi bir ilişkisi bulunmayan bir davranışından zarar doğmuş ise, görevlinin kusurlu tutum ve davranışı kişisel kusuru oluşturur. Bundan dolayı açılacak davalara adli yargıda bakılır ve özel hukuk kuralları uygulanır. Örneğin, bir sağlık memurunun kendi araç ve gereçleriyle mesai saatleri dışında iğne veya sünnet yapması halinde yol açacağı zararlardan tek sorumlu kendisidir, çünkü bu kişi “tamamen” özel ve kişisel kapasitesi içinde hareket etmektedir. Hizmetle, görevle, kurumla, resmi kimliğiyle doğrudan yada dolaylı hiçbir ilgi ve irtibatı yoktur.

Hizmet içinde veya hizmetle ilgili kusur. Hizmet içinde veya hizmetle ilgili olarak, sağlık personelinin tutum ve davranışının suç oluşturması, ya da hizmeti yürütürken ağır kusur işlemesi veya düşmanlık, siyasal kin gibi kötü niyetle bir kişiye zarar vermesi, genel olarak kişisel kusur sayılmaktadır. Bunlar aynı zamanda, bazı koşullar altında, örneğin yönetimin gereken gözetimi yapmaması durumunda hizmet kusuru da sayılabilir.

“Yargı kararları ve öğretideki görüşlerden hareketle kötü niyet ve amaçla başkasına zarar vermek, kamu yararı dışında özel yarar sağlamak üzere kasten eylem ve işlem yapmak veya “suç niteliği taşıyan kusur”, “ağır kusur” ve “kasıtlı kusur” halleri, hizmet kusuru ile kaynaşmış “görevsel kusur” olmaktan çıkıp, kamu görevlisinin “salt kişisel kusuru” olduğunu vurgulayan görüşler vardır. Ancak, son yıllarda yargı kararlarında “görevsel kusur”u “salt kişisel kusur” hallerini de kapsayacak biçimde genişletme eğilimi olduğu söylenebilir. Bunda, bir yandan DMK’nın 13.maddesi ile getirilen düzenleme, diğer yandan Danıştay içtihatları ve son olarak da, 1982 Anayasası’nın 129. maddesinde yeralan, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla …. ancak idare aleyhine açılabilir” kuralı etkili olmuştur. Danıştay içtihadına göre, kişisel kusurun bulunması, çoğu kez, yönetimin sorumluluğunu ortadan kaldırmamaktadır. Nitekim, Danıştay bir kararında bu durumu açıkça belirtmiştir.

Tıbbi hizmetlerden zarar gören bir kimsenin açtığı dava dolayısıyla Danıştay:

“Hastane personelinin şahsi bir kusur işlemiş olmaları keyfiyeti, amme hizmetinin fena işlemesinden hasıl olan zararı tazmin etmeye idarenin mahkum edilmesini önlemeyeceğine” karar vermiş ve bu nedenle yönetimi tazminata mahkum etmiştir”.

D. SAĞLIK İDARESİNİN PERSONELE RÜCU HAKKI

Gerek Anayasanın 40. ve 129. maddelerinin ilk ve son fıkrası gerekse 657 sayılı DMK’nın 13. maddesi karşısında, idarenin sağlık personelinin tutum ve davranışlarından kaynaklanan zararlar nedeni ile ödediği tazminat için kusurlu personele rücu hakkının bulunduğu konusunda ihtilaf yoktur. Ancak, rücu işleminin bir zorunluluk mu yoksa bir takdir hakkının kullanılması mı olduğu sorunu ile rücu işleminin ne şekilde yapılması gerektiği ve görevli yargı yerinin adli yargı mı idari yargı mı olduğu sorunu tartışılması gereken hususlar olarak karşımızda durmaktadır.

Gerek Anayasanın 40’ıncı maddesinde, gerekse 657 sayılı DMK’nın 13. maddesinde “rücu hakkı saklıdır” ifadesinden idarenin, ödediği tazminat için personele rücu edip etmeme hususunda takdir yetkisinin bulunduğu düşünülebilir. Ancak Anayasanın 129/5. maddesindeki ” … kendilerine rücu edilmek kaydıyla …” şeklindeki açık hüküm karşısında Türk hukukunda idarenin rücuu bir takdir yetkisi değil, “bağlı yetki” haline gelmiştir.

Türkiye’de idarenin memura rücusu kamu hukuku ilkelerine göre değil, özel hukuk hükümlerine göre olur. Zira DMK’nın 13. maddesindeki düzenleme “kurumun, genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.” şeklinde yapılmış olup, genel hükümlerden kastın Borçlar Kanunu hükümleri olduğu kanaati yaygındır. İlgili kurum zarar gören kişiye tazminat ödedikten veya ödemeye mahkum olduktan sonra, genel hükümler uyarınca, bu zarara yol açan personele rücu davası açarak onun sorumluluğu oranında payına düşen tazminatı BK. 55. maddesinin son fıkrası delaletiyle 41. ve müteakip maddelerine göre isteyecektir. Dolayısıyla idare, ödediği tazminatı cebri icra yetkisine dayanarak sağlık personelinden tahsil etmeye ( örneğin sağlık personelinin maaşından kesinti yapmaya) kalkışamaz.

Türkiye’de rücu davasında görevli yargı kolu, adli yargıdır. Uyuşmazlık Mahkemesi de “devlet memurunun sebebiyet verdiği kurum zararının ödettirilmesi amacını taşıyan davanın özel hukuk hükümlerine göre adli yargı yerince çözümlenmesi” gerektiğine karar vermiştir.

III. İDARİ SORUMLULUĞUN YAPTIRIMI : TIBBİ HİZMETLERDEN KAYNAKLANAN TAM YARGI DAVALARI

Tıbbi hizmetlerden kaynaklanan tam yargı davaları; tıbbi hizmetlerden ötürü hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Tam yargı davası, esas itibariyle bir tazminat davasıdır. Tam yargı davalarında bir hakkın tamiri esastır. Diğer bir deyimle tam yargı davasının konusunu ihlal edilmiş bir hak ve bu hakkın yerine getirilmesi teşkil eder.

Hukuki sorumluluğun müeyyidesi olan tam yargı davasının gayesi, idari faaliyetler yüzünden bozulmuş olan mali dengenin düzeltilmesidir.

A. TAZMİN BORCUNUN KAPSAMI

Esas itibariyle tazmin “herhangi bir muamele ve fiilden husule gelen zararlı bir neticenin bu fiile maruz kalarak zarara uğrayan ve bu suretle fiilen patrimuanında (malvarlığında) bir azalma meydana gelen kimse yerine bu zararlı neticenin hukuken failinin patrimuanına (malvarlığına) yükletilmesi demektir.

Zararı karşılama sorumluluğunun olabilmesi için ortada zarar doğurucu bir tutum ve davranışın bulunması gerekir. Yönetimin tutum ve davranışı bir etkinlik biçiminde kendini gösterebileceği gibi, hareketsiz kalma biçiminde de kendisini gösterebilir. Kusura dayanan sorumlulukta, davranışın hukuka aykırı olması gerekir.

İdarenin hukuki sorumluluğu sonucu onun tazmin borcu doğar. Uğranılan zararın karşılanması, verilen zararın niteliğine göre, bazen eski durumun geri getirilmesi, bir şeyin aynen ifası ya da bir miktar paranın ödenmesi biçiminde olabilir. İdare hukuku alanında verilen zarar genel olarak para ile karşılanır. Danıştay’ımız Fransız Danıştay’ı gibi, paranın dışında diğer tazmin yollarına, kural olarak gitmemektedir.

1. Maddi Tazminat

Tıbbi hizmetlerde maddi zarar iki türde gerçekleşebilir. Bunlar; tıbbi hizmet nedeniyle malvarlığının (patrimuanının) aktifinde meydana gelen eksilme veya pasifinde vukua gelen çoğalma nedeniyle uğranılan zarar ile elde edilmesi muhakkak olan kardan mahrumiyettir.

a. Ölüm Nedeniyle Maddi Tazminat

Ölüm nedeniyle maddi tazminat; ölüm hemen gerçekleşmemiş ise ölümden önceki tedavi giderleri ile cenaze ve defin giderlerini ve ölenin yardımından (desteğinden) yoksunluk unsurlarını içerir.

(1) Ölümden Önceki Tedavi Giderleri

Ölünceye dek yapılan iyileştirme giderlerini kapsar. İyileştirme için yapılan doktor, hastahane, ilaç, bakım gibi bütün giderler “cismani zarara” uğrayan ya da mirasçıları tarafından yapılmış ise, mirasçılar idareye karşı ödetme istemini ileri sürebilirler.

(2) Cenaze ve Defin Giderleri

Cenaze ve gömme giderleri, ölümle doğrudan ilgisi bulunan ve ölenin dini ve sosyal ve ekonomik durumuna uygun giderlerden ibarettir ki, ölenin taşınması, yıkatılması, gömülmesi, mezarlık ücreti, mezartaşı, ilan giderleri, sadakalar ve din adamlarına verilen paralar ile otopsi için yapılan giderleri kapsar.

Doğum için başvurulan hastanede doktor bulunmaması, acil durumdaki hastanın doğum olur zannıyla uzun süre bekletilmesi ve buradan sevk edildiği ambulansın yolda arızalanması, ayrıca hastaya zamanında serum verilmemesi nedeniyle ölümün gerçekleşmesi olayında davacıya yapmış olduğu hastane nakil ve defin masraflarına karşılık maddi tazminat verilmesine Danıştay tarafından karar verilmiştir.

(3) Ölenin Yardımından Yoksunluk (Destekten Yoksunluk)

Ölen kişi hayatta iken bazı kimsenin yardımcısı, maddi desteği durumunda idiyse, ölüm nedeniyle bu kimseler ayrıca bir zarara uğramış olurlar. Bu kimseler onun ekonomik desteğinden, mali yardım ve bakımından yoksun kalabilirler. Onun gibi, ölenin ileride maddi yönden yardım edeceği, bakıp gözeteceği kimseler de ölüm yüzünden aynı şekilde zarar görmüş sayılır.

b. Bedensel (Cismani) Zarar Nedeniyle Maddi Tazminat

Bedensel zarar nedeniyle maddi tazminat; tedavi giderleri, çalışma gücünün azalması veya yok olması ve ekonomik geleceğin zorlaşması sebebiyle uğranılan zarar unsurlarını kapsar.

(1) Tedavi Giderleri

Zarar gören kişi, sağlığının geri gelmesi amacıyla yaptığı her türlü giderleri maddi tazminat olarak isteme hakkına sahiptir. Zarar gören şahsın sağlık durumunun düzelmesi ve iyileşmesi için gerekli muayene, tahlil, teşhis, tedavi, ambulans veya diğer taşıma giderleriyle, gerektiği takdirde ameliyat, hastane, ilaç, tekerlekli iskemle, bakım, fizik tedavi, kaplıca, korse vs. giderleri buraya girer.

Doğumevi Hastanesinde doğan bebeğin normal hararet düzeyine çıkarılması için servis hemşirelerinden birisi tarafından termofor tatbik edilirken sıcaklığın iyi ayarlanmaması ve sık sık kontrol edilmemesi sonucunda anüste ve gluteal bölgede yanık meydana gelmiştir. Danıştay bebeğin tedavisi sırasında ilaç ve yol giderleri olarak davacılar tarafından belgelenmiş masrafların maddi tazminat olarak davacılara verilmesine karar vermiştir.

(2) Çalışma Gücünün Azalması veya Yok Olması (Efor tazminatı)

Bedensel bütünlüğünün bozulması yani cismani zarar en başta kişinin çalışma gücünü etkiler. Çalışma gücünden amaç, bir kimsenin bedensel, ruhsal ya da zihinsel yetilerine (kabiliyetlerine) bağlı olan ekonomik verimliliktir. Zarar görenin çalışma gücünden yoksun kalışı, geçici ya da devamlı, kısmen ya da tam olabilir. Böylece çalışma gücü azalan veya yok olan kişi, olaydan önceki işini, meslek ve sanatını bir süre ya da sürekli olarak yürütme olanağı bulamayacağından; malvarlığında bir eksilmeye daha doğrusu bir kazanç kaybına uğramış olur.

Bedensel zararın etkisi belirli bir devreye ilişkinse yani sakatlık geçici bir nitelik taşıyorsa; zarar, zarar görenin iyileşme anına kadar çalışamamasından doğan kazanç kaybından ibarettir. Olay tarihi ile iyileşme tarihi arasında kişinin normal olarak elde edebileceği kazanç, uğradığı kaybı teşkil eder ve bu oranda tazminata hükmedilmesi gerekir.

Hatalı iğne sonucu kolunda %56 fonksiyon kaybı olan davacıya bilirkişi tarafından saptanan miktarda maddi tazminat verilmesine Danıştay tarafından karar verilmiştir.

(3) Ekonomik Geleceğin Zorlaşması

Vücut bütünlüğünün ihlali bazı hallerde çalışma gücüne olumsuz bir etkide bulunmamakla birlikte, zarar görenin ekonomik geleceğini sarsmak suretiyle menfi ekonomik sonuçlar, maddi kayıplar doğurabilir. Vücut bütünlüğü ihlal edilen bir kişi, çalışma gücünü tam olarak korusa bile iş piyasasında, ekonomik rekabette yeni bir iş bulmakta veya eski işini korumakta güçlük çekebilir ya da aynı işte çalışsa bile eskisine oranla daha çok güç (emek) sarfetmek, daha çok dikkat ve çaba harcamak zorunda olabilir. Hatta işinden çıkartılarak işsiz kalabilir.

2. Manevi Tazminat

İdarenin tazmin borcu yalnızca maddi varlıktaki eksilme sonucu doğmaz; manevi varlıktaki sarsıntı ve dengesizlik nedeniyle de doğabilir. Sağlık hizmeti sonunda ortaya çıkan zarar para ile ölçülemiyorsa ve daha çok kişinin manevi kişisel değerlerine yönelikse, bu durumda maddi değil, manevi tazminat istenir. Manevi tazminat, malvarlığında meydana gelen eksilmeye yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi bir tatmin aracıdır. İşlem veya eylemin ağırlık derecesi, ihlal edilen hak ya da menfaatin niteliği, duyulan acı ve ızdırabın boyutu ve kişinin sosyal durumu hükmedilecek manevi tazminat tutarına tesir eder. Kişinin birel, öznel durumunda, ruhsal yaşamında gerçek zararını saptamak ne kadar olanaksız ise, tazminatla gidermek de aynı derecede olanaksızdır. Bu gerçeği gözönünde tutan Danıştay’a göre; davacı veya davacıların zaman itibariyle hem “çektiği, katlandığı, duyduğu”, hem de ileride “çekeceği, katlanacağı ve duyacağı” manevi zararlar tazmin edilecektir. Yine Danıştay’a göre; hükmolunan tazminat, meydana gelen manevi zararı bütünüyle karşılayıcı değildir ve olamaz da; başka bir deyişle, manevi tazminat çekilen elem ve üzüntünün “silinmesi imkansız” olmakla beraber, uğranılan ızdırabı “kısmen olsun telafi etmek” üzere mağdur davacıya yapılan ödemedir.

Manevi tazminat, maddi tazminatın bir uzantısı bile değildir. Maddi tazminat istenmeden de manevi tazminat istenebilir. Maddi ve manevi zararlar bağımsız nitelik taşırlar.

a. Ölüm Nedeniyle Manevi Tazminat

Bir kimsenin ölümü pek çok kişinin acı ve üzüntü duymasına, ruhsal sarsıntıya uğramasına yol açabilir. Borçlar Kanunu’nun 47. maddesi ölenin ailesine, daha doğrusu aile bireylerine manevi tazminat verilebileceğini hükme bağlamaktadır.

Herhangi bir hayati tehlike olmadığı teşhisiyle evine gönderilen yaralının bir gün sonra tekrar hastaneye getirilmesi ve iç kanama nedeniyle ölmesi olayında Danıştay, ölenin babasına ölüm nedeniyle duyduğu acı ve elemden dolayı manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir.

Davacılardan … tedavi amacıyla yatırıldığı … Göğüs Hastalıkları Hastanesinde yapılan “Streptomicine” enjeksiyonundan kısa bir süre sonra şoka girerek ölmesi olayında idarenin hizmet kusuru bulunduğu iddialarıyla uğranılan zarar karşılığı olarak toplam … lira manevi tazminat ödenmesi istemiyle açılan davada, Danıştay davacıların yakınlarına yapılan streptomicine enjeksiyonundan sonra, enjeksiyona bağlı olarak gelişebileceği ve ölüme yol açabileceği kabul edilen şokun önlenmesi amacıyla yeterli gözlemlerin yapılmadığını ileri sürerek meydana gelen ölüm olayında davalı idarenin ağır hizmet kusurunun bulunduğu sonucuna varmış ve manevi tazminata hükmetmiştir.

b. Bedensel (Cismani) Zarar Nedeniyle Manevi Tazminat

Bedensel zarar sonucunda anatomik yapısı veya fiziksel görünüşü bozulan bir kişinin bu yüzden acı, üzüntü ve sarsıntı duyacağına, bazı ruhsal komplekslere uğrayacağına kuşku yoktur. Kişinin yüzündeki yara izleri, bir organın başka bir biçim alması, ciltte çirkin renklerin, kabukların meydana gelmesi, yanlış tedavi sonucu kaş ve kirpiklerin dökülmesi, yüzün çirkinleşmesi, bir kemiğin kırılması beden ve ruh tamlığının ihlalidir ki, bunlar, kişide derin acılar yaratır ve ruhsal dengeyi ise kökünden sarsar. Onun manevi varlığındaki bu eksikliği karşılamak, hiç değilse bir ölçüde gidermek için manevi tazminat verilmesi gerekir.

c. Kişilik Haklarına Saldırı Nedeniyle Manevi Tazminat

Kişilik hakları deyimi pek çok manevi değeri içine alır. Özgürlük, namus, onur, saygınlık gibi değerlerle, kişinin özel yaşamına veya aile yaşamına ilişkin sırlar, isim ve fotoğraf üzerindeki haklar bu alanda sayılabilir. Örneğin indüksiyon sırasında hastanın bilinç dışı söylediği bazı sırların kamuoyuna aktarılması halinde hastanın duyacağı elem ve ızdırap nedeniyle uğradığı manevi zararın giderilmesi gerekir.

B. TAZMİNATIN HESAPLANMASI

Maddi ve manevi tazminat miktarlarının hesaplanmasında uygulanan esaslarla izlenen yöntem, belli bir çizgiye getirilmiş ve kesinlik verilmiştir. Danıştay tazminata hükmederken, adliye mahkemeleri gibi, bazı esasları göz önünde bulundurur. Danıştay tazminatın biçimi ve hesaplanması konusunda uyguladığı esaslar adliye mahkemelerince uygulanan esaslara büyük ölçüde benzerlik göstermektedir. Kısaca bunları inceleyelim:

1. İstekle Bağlı Olma

Danıştay tazminatı saptarken davacının isteğinin sınırları içinde kalmak zorundadır. Başka bir deyişle, yönetsel yargı yeri davacının isteği ile bağlıdır. Tespit edilen zarar miktarı istekten çok çıksa dahi, Danıştay istem kadar tazminata hükmeder.

Davacılardan Zeynep Alpaslan’ın eşi Saliha ve Seren Alpaslan’ın babası, Saliha Alpaslan’ın oğlu olan Hüseyin Alpaslan’ın uygulanan yerli kuduz aşısından kaynaklanan komplikasyon sonucu ölümü nedeniyle uğranıldığı öne sürülen 240.000.000 lira maddi, 80.000.000 lira manevi zararın tazmini istemi ile açılan davada, davacıların yakınının ölüm nedeninin yerli kuduz aşısı sonrası geçirilen “Guillen Barre” olduğunun, ithal kuduz aşısı olan HDCV’nin en az komplikasyonu olan aşı olduğunun, bu aşıyla ilgili bildirilmiş bir ölüm olayının bulunmadığının belirtildiği, bu durum karşısında riski çok daha yüksek aşıyı uygulayarak müşahede altında tutularak kuduz olmadığı anlaşılan bir kedi tarafından ısırılan ilgilinin yaşamını yitirmesine yol açan idarenin ağır hizmet kusuru bulunduğu, yaşam hakkı ve sosyal hukuk devletinin gerekleri karşısında maddi olanaksızlık gibi bir savın da kabul edilemeyeceği, bu nedenle davacıların uğradığı zararın davalı idarece tazmini gerektiği, destekten yoksun kalma zararının saptanabilmesi için yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu eş Zeynep Alpaslan’ın 359.461.340 lira, çocuğu Saliha Alpaslan’ın 244.153.647 lira, Seren Alpaslan’ın ise 267.611.277 lira zararlarının oluştuğunun saptandığı, ancak davacıların bu miktarların altında kalan istemleriyle bağlı kalınmasının da zorunlu olduğu, öte yandan davacının her biri için de takdiren 20.000.000 lira manevi tazminatın ödenmesi gerektiği sonucuna vardığı gerekçesiyle eş Zeynep Alpaslan için 200.000.000 lira, çocuklar Saliha ve Seren Alpaslan’ın her biri için 20.000.000 lira olmak üzere 240.000.000 lira maddi, davacıların her biri için 20.000.000 lira olmak üzere 80.000.000 lira manevi zararın davalı idarece davacılara ödenmesine karar veren … İdare Mahkemesinin kararı Danıştay’ca onanmıştır.17

2. Bilirkişiden Yararlanma

Zararın miktarının belirlenmesinde, özellikle ölüm nedeniyle desteklenen yoksun kalma davalarında, geniş ölçüde başvurulan bir hesaplama yöntemi de “bilirkişi incelemesi”dir. Danıştay, bu çok yerinde tutumuna rağmen gene çok doğru olarak, bilirkişi raporlarını önce tartışmakta ve gerek görürse dikkate almamakta tereddüt etmemektedir. Tıbbi hizmetlerde kusurlu davranışların belirlenmesinde Yüksek Sağlık Şurası’nın, Adli Tıp Kurumu İhtisas Komisyonlarının bilirkişilik görevi vardır.

3. İnandırıcı Belgelerle Maddi Zararın Belgelenmesi

Maddi zarara hükmedilebilmesi için, doğduğu ileri sürülen maddi zararın kabule şayan biçimde yani gerçek zararı “tayine yeterli” “inandırıcı belgelerle” belgelenmesi gerekir. Zararın ve olayın konusuna göre bunlar örneğin resmi hastane sağlık kurulu raporları, tedavi giderleri makbuzları olabilmektedir.

Davacının Sağlık Bakanlığı … Kadın Hastanesinde geçirdiği ameliyat sonucunda ameliyat bölgesinde gazlı bez unutulması nedeniyle uğranıldığı iddia edilen … lira maddi ve … lira manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; davacıya, gazlı bezin çıkarılması nedeniyle yaptığı masrafları kanıtlayamamasından dolayı maddi tazminat ödenmemesine karar verilmiştir.18

4. Objektif Ölçütler

Zararın miktarını araştırıp belirlerken birtakım objektif kriterlere başvurulmalıdır. Örneğin, çalışma gücünde sakatlık nedeniyle meydana gelen kayıp yüzdesi gibi.

5. Faiz

Mağdurun, kendisine ödenmesi gereken meblağın faizini de isteme hakkı vardır. Burada zararın bir öğesi sözkonusudur. İlgilinin derhal zararın giderilmesi halinde sahip olacağı duruma kavuşturulması zorunludur. Danıştay zarar tutarını saptarken, sorumluluğunu doğuran işlem ya da eylemin gerçekleştiği andan geçerli olarak yürütülecek faizi de dikkate alır. Bunun için de davacının açıkça zararın oluştuğu andan itibaren faize hükmedilmesini de istemesi gerekir. Eğer dava dilekçesinde faiz istenmemişse yönetsel yargı yeri kendiliğinden faize hükmedemez.

Danıştay tarafından; olay tarihi, görevli olmayan yargı merciine davanın açıldığı tarih, idari yargı yerinde davanın açılma tarihi, davalı idareye başvurma tarihi ve tazminat istemiyle yapılan başvurunun reddedilme tarihi (temerrüt tarihi) faizin yürütülmesine kıstas alındığı gibi aksi yoldaki değerlendirmeler bozma sebebi sayılırken, bazen de faizin hangi günden itibaren yürütüleceği belirtilmeksizin hüküm kurulduğu gözlenmektedir.

Danıştay’ın faize hükmederken maddi zarar ile manevi zarar arasında ayrım yaptığı, manevi zararlar için faiz hükmetmeye gerek olmadığı yolunda kararları vardır. Öğretide manevi tazminata faiz işletilmesi gerektiğine ilişkin görüşler mevcuttur.

C. SERMAYE ŞEKLİNDE TAZMİNAT-İRAD ŞEKLİNDE TAZMİNAT

Zararın giderilmesi “aynen tazmin” ve “nakden tazmin” olmak üzere iki şekilde gerçekleşmektedir.Aynen tazmin, tazminatın en ideal şekli olmakla beraber; idari yargıda hemen hemen mümkün bulunmamaktadır. İkinci tazmin şekli olan “nakden tazmin” de kendi arasında “sermaye şeklinde tazminat” ve “irat şeklinde tazminat” olmak üzere ikiye ayrılır. “Sermaye şeklinde tazminat”, belli bir paranın bir defada zarar gören kişiye ödenmesi demektir. “Gelir (irad) şeklinde tazminat” ise zarar gören kişiye belli aralıklarla (aylık veya yıllık) belli bir miktarda paranın verilmesi demektir. Bu da “geçici irad” veya “ömür boyu irad” şeklinde olabilmektedir. Örneğin idarenin kusuru sonucu babası ölen çocuğa 18 yaşına kadar her ay belli bir para verilmesinde geçici irad, sakat kalan kişiye ölünceye kadar her ay belli bir para verilmesi durumunda ömür boyu irad vardır. Manevi tazminat “maktuan” olmasına rağmen maddi tazminat, koşullara göre toptan ödeme ya da belli koşullar ve ölçütlere göre bilirkişilerce saptanan “irad” şeklinde kararlaştırılabilir. İrad şeklinde tazminat, özellikle çalışma gücünün yitirilmesi veya azalması ya da ölen kişinin desteğinden yoksun kalma hallerinde sözkonusu olur.

D. ZARARIN İDAREDEN İSTENMESİ VE TAZMİNAT DAVASININ AÇILMASI

Bir idari eylemden dolayı zarara uğrayan kişi, doğrudan doğruya tam yargı davası açamaz. İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinden hareketle dava açmada gerekli olan prosedürleri inceleyelim:

1. İdareye Başvurma

İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesine göre zarar gören kişinin, zarar veren idari eylemi, yazılı bildirim üzerine veya başka bir şekilde öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl içinde ve her halükarda eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde, ilgili idareye başvurarak hakkının yerine getirilmesini (zararların giderilmesini) istemesi gerekmektedir.

2. Başvurulacak İdare

İYUK’un 13. maddesi “ilgili idareye” başvurulacağını belirtmektedir. Eylemi hangi idare yapmışsa ilgilinin ondan istemde bulunması gerekmektedir. Başvurulacak idare, zararın giderilmesi konusundaki istemi nihai ve kesin olarak inceleyip o konudaki istemi kabul veya reddedebilecek konumdaki idari makamdır. Kanundaki “idare” deyiminin idari yargıda davalı olabilme yeteneğine sahip bağımsız idari örgütleri (Devlet ve diğer kamu tüzel kişilerini) ifade etmek üzere kullanıldığı kanısındayız.

Kamu hastaneleri açısından başvurulacak idareler şu şekilde belirtilebilir: Devlet hastaneleri açısından Sağlık Bakanlığına, SSK hastaneleri bakımından SSK Genel Müdürlüğüne, Üniversite hastaneleri bakımından üniversite rektörlüğüne, Askeri hastaneler açısından Mili Savunma Bakanlığına, Belediye hastaneleri açısından belediye başkanlığına başvurulması gerekmektedir.

3. İdari Karar (Ön Karar) Alma

Tıbbi hizmetlerden zarar gören (hakları ihlal edilen) kişilerin, zararlarının giderilmesi amacıyla doğrudan doğruya tam yargı davası açabilmeleri, ancak idarenin o konuda aldığı bir “ön karar”ının varlığı halinde mümkündür. Bunun için de ilgililerin, uğramış oldukları zararın giderilmesi için o eylemi gerçekleştiren idareye önceden başvuruda bulunmuş olmaları gerekir. Bu başvuru yapılmadan ve idareden bir ön karar alınmadan doğrudan dava yoluna gidildiğinde, idari yargı yeri bu durumu merci tecavüzü sayar ve dilekçeyi merciine tevdi eder. İdarenin ön kararı açık ya da zımni red şeklinde olabilir.

4. Ön Karar Üzerine Dava Açma

Zararın giderilmesi istemiyle yapılan başvuruyu idare açıkça reddetmiş ise, bu halde red yazısının ilgiliye tebliğinden itibaren 60 gün içinde; eğer ki başvuruyu 60 gün içinde cevaplamayarak istemi zimnen reddetmiş ise, bu halde zimni red işleminden itibaren 60 gün içinde tam yargı davasının açılması gerekir.

İYUK’un 36.maddesine göre, kamu hastaneleri ile diğer sağlık birimlerinde gerçekleşen zararlar nedeniyle idareye karşı açılacak tam yargı davaları, eylemin yapıldığı yer idare mahkemesine açılır.

(*)U.Ü.Kamu Yönetimi Y.L.Öğrencisi.

1 D., 10.DD., 16.01.1985, E 1982/2908, K. 1985/26, D.D., Y. 1986, S. 60-61, s. 460-462.
2 D., 10.DD., 10.10.1996, E. 1995/934, K.1996/5933, D.D., Y. 1997, S. 93, s. 523-525.
3 D., 10.DD., 08.12.1997, E. 1996/2121, K. 1997/5476, D.D., Y. 1998, S. 96, s. 611-612.
4 D., 10.DD., 31.03.1997, E. 1995/7754, K. 1997/1071, D.D., Y. 1998, S. 94, s. 690-692.
5 D., 12.DD., 25.12.1968, E. 1967/788; K. 1968/2448.
6 D., 10.DD., 9.12.1992, E. 1992/184, K. 1992/4321, D.D., Y. 1993, S. 87, s. 544-545.
7 D., 12. DD., 18.11.1968. E. 1967/2767, K. 1968/2118, bu karar için bkz. Danıştay 12. Daire Kararları, Birinci Kitap, C. II, Ankara., 1976, s. 231.
8 AYİM 3.D. 9.12.1975. E.1974/2236, K.1975/2263.
9 D., 10. DD., 3.5.1995. E. 1994/3258, K. 1995/2379, D.D., Y. 1996, S. 91, s. 1118-1119.
10 D., 12. DD., 20.3.1973. E. 1972/25, K. 1973/856, bu karar için bkz. Danıştay 12. Daire Kararları, Birinci Kitap, C. II, Ankara., 1976, s. 232.
11 D., 10. DD., 16.1.1985. E. 1982/2908, K. 1985/26, D.D., Y. 1986, S. 60-61, s. 460-461.
12 D., 10. DD., 11.5.1983. E. 1982/2483, K. 1983/1106, D.D., Y. 1984, S. 52-53, s. 494-497.
13 D., 10. DD., 16.03.1988, E. 1987/1414, K.1988/431 sayılı kararı. Yayımlanmamıştır.
14 D., 12. DD., 24.10.1966, E. 1965/21, K. 1966/2928, bu karar için bkz. Danıştay 12. Daire Kararları, Birinci Kitap, C. II, Ankara., 1976, s. 231.
15 D., 12.DD., 26.1.1967, E. 1965/3277, K. 1967/77, bu karar için bkz. Yüksel Esin, Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları İkinci Kitap: Esas, Ankara, 1976, s. 249-250.
16 D., 12.DD., 22.812.1969, E. 1968/626, K. 1969/2312.
17 D., 10. DD., 14.11.1996, E. 1995/7986, K.1996/7534 sayılı kararı. Yayımlanmamıştır.
18D., 10. DD., 19.10.1999, E. 1997/3565, K. 1999/5224 sayılı kararı.

BİBLİYOGRAFYA
ALKANAT (Murat B.), Tıbbi Müdahalelerden Doğan Hukuki Sorumluluk, Sted Dergisi, C.11, S.5, 2002, www.tbb.org.tr./STED/sted0502/tıbbi.pdf. Erişim: 04.05.2003.
ALVER (Cemil), İdari Yargılama Usulü Kanunu, Ankara, Şafak Matbaacılık, Üçüncü Baskı, 1993.
ARMAĞAN (Tuncay), İdarenin Sorumluluğu ve Tam Yargı Davaları, Ankara, Seçkin Kitabevi, Birinci Baskı, 1997.
BAYRAKTAR (Köksal), Hekimin Tedavi Nedeniyle Cezai Sorumluluğu, İstanbul, 1972.
BENGİDAL (M.Süalp) – KESKİNKILIÇ (Bekir) -et.al., Acil Servislerde Hekimin Adli Sorumluluğu, Sted Dergisi, C.11, S.5, 2001, www.tbb.org.tr./STED/sted0502/tıbbi.pdf. Erişim: 05.05.2003.
DESCHENAUX (Henri) ve TERCİER (Pierre), Sorumluluk Hukuku, çev. Salim ÖZDEMİR, Ankara, Kadıoğlu Matbaası, Birinci Baskı, 1983.
DURAN (Lütfi), “Türk Kamu Personelinin Mali Sorumluluğu”, Tahsin Bekir Balta’ya Armağan, Ankara, Sevinç Matbaası, 1974.
DURAN (Lütfi), “Türkiye İdaresinin Sorumluluğu”, Ankara, Sevinç Matbaası, 1974.
EREN (Fikret), Borçlar Hukuku Genel Hükümler, C.II, Ankara, A.Ü. Basımevi, 1994.
ESİN (Yüksel) ve DÜNDAR (Erol), Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları Birinci Kitap: Usul, Ankara, Balkanoğlu Matbaacılık, 1971.
ESİN (Yüksel) Danıştay’da Açılacak Tazminat Davaları, İkinci Kitap: Esas, Ankara, 1973.
GÖZÜBÜYÜK (A.Şeref) ve TAN (Turgut), İdare Hukuku, (C.I, Genel Esaslar), Ankara, Turhan Kitabevi, Birinci Baskı,1998.
GÖZÜBÜYÜK (A.Şeref), Yönetsel Yargı, Ankara, Turhan Kitabevi, Onüçüncü Baskı, 1999.
GÖZLER (Kemal), İdare Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin Kitabevi, Birinci Baskı, 2002.
GÜNDAY (Metin), İdare Hukuku, Ankara, İmaj Yayıncılık, 1999.
GÜRAN (Sait), “İdarenin ve Ajanın Sorumluluğunun Belirlenmesine İlişkin Düşünceler”, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler II. Sempozyumu, İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1981.
GÜRAN (Sait), “Türk İdare Hukukunda Tazminat Miktarının Saptanması”, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler III. Sempozyumu, İstanbul, Fakülteler Matbaası, 1980.
KARAHASAN (Mustafa Reşit), Sorumluluk ve Tazminat Hukuku (İki Cilt Birarada), Ankara, Sevinç Matbaası, Birinci Baskı, 1981.
KARAVELİOĞLU (Celal), İdari Yargılama Usulü Kanunu, C.I, Ankara, Beşinci Baskı, 2001.
ONAR (Sıddık Sami), İdare Hukukunun Umumi Esasları, C. III, İstanbul, İsmail Akgün Matbaası, Üçüncü Baskı, 1966.
ÖZGÜLDÜR ( Serdar), AYİM Kararları Işığında Tam Yargı Davaları, Ankara, Yetkin Yayınları, Birinci Baskı, 1996.
SARICA (Ragıp), Hizmet Kusuru ve Karakterleri, İHFM, C.XV, S.4, İstanbul, İsmail Akgün Matbaası, 1949.
SAYIN (İsmail Hakkı), “Kamu Personelinin Mali Sorumluluğu”, Nisan 2000 , www.basarm.com.tr/yayin/idarihukuk/malisorumluluk/ikincibolum.htm Erişim: 24.04.2003.
YAYLA (Yıldızhan), “İdarenin Sorumluluğu ve Mücbir Sebep”, Sorumluluk Hukukunda Yeni Gelişmeler III. Sempozyumu, İstanbul, 1980.
YAYLA (Yıldızhan), İdare Hukuku, İstanbul, Filiz Kitabevi, 1990.

HASTA HAKLARI VE YENİ TÜRK CEZA KANUNU

Hasta Hakları ve Yeni Türk Ceza Kanunu

 

Yrd. Doç. Dr. Yahya DERYAL

KTÜ-İİBF Hukuk Öğretim Üyesi

1 Nisanda yürürlüğe girecek yeni Türk Ceza Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu, evrensel hasta hakkı normları bakımından genel olarak olumlu iyileştirmeler getirmektedir.

Örnek olarak akıl hastası, alkol, uyuşturucu ve madde bağımlısı suçluların yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında gözetim ve tedavi altında tutulması ve burada geçirecekleri tedavi sürelerinin cezalarına sayılması kabul edilmiştir.

İnsan sağlığı konusu önemsenerek ayrıntılı şekilde düzenlenmiş ve sağlık hakkını istismara yönelik suçlar ağır yaptırımlara bağlanmıştır.

Örnek olarak organ ve doku ticareti, insan üzerinde bilimsel amaçlı deney yapılması çağdaş normlarda sınırlamalara tabi tutulmuştur. İnsan onuru ile bağdaştırılamayan ve “insanlık suçu” sayılan işkence ve eziyet konusu, sadece kamu görevlilerinin işleyebileceği bir suç olarak düşünülmemiş, memur olmayanların bir kişiye karşı bedensel veya ruhsal yönden acı vermesi ve onu aşağılaması “eziyet” olarak görülmüştür.

Gebe kadınlar, çocuklar ve savunmasız hastalar üzerinde işlenecek suçlar, çoğu yerde ağırlatıcı sebep olarak öngörülmüş, bazen de ayrı bir suç sayılmıştır. Böylece bu himayesiz kitle, özel koruyucu yaptırımlarla güvence altına alınmaya çalışılmıştır.

Hastaların özel hayatı ve mahremiyet hakkı, özel hükümlerle koruma altına alınmıştır.

Hâkim veya savcı kararı olmaksızın rıza dışı genital muayene yasaklanmış ve yaptırıma bağlanmıştır.

1 yıldan daha kısa süreli hapis cezaları için, paraya çevirme imkânı yanı sıra, ruhsat iptali, en az 2 yıl mesleki eğitim mecburiyeti ve kamu yararına bir işte çalışma gibi yeni ve çağdaş alternatif cezalar uygulanması kabul edilmiştir.

2 yıldan az hapis cezalarının ertelenmesi mümkün hale gelmiştir.

Bu iyileştirmeler yanı sıra sağlık çalışanlarının görevleri sırasında karşılaşacakları suçları bildirme yükümlülüklerinin kapsamının aşırı genişletilmesi ve bu görevin ihmali halinde uygulanacak cezaların aşırı ağırlaştırılması hasta hakları bakımından kabul edilebilir değildir.

Mevcut Ceza Kanunumuzda, sadece kişiler üzerinde işlenen suçların bildirilmesi zorunlu iken ve hastanın kendisi hakkında kovuşturmaya neden olacak bir suçun bildirilmesi zorunlu değilken; yeni Ceza Kanunu bu makul sınırlamaları kaldırmış ve suçun kapsamını aşırı genişlettiği gibi, hafif para cezasını da 1 yıla kadar hapis cezasına dönüştürmüştür.

Böylece her nasılsa bir suça bulaşmış hastaların tedavi olma hakkı engellenmiş olmaktadır.

Ayrıca bu düzenleme, hekimlerin tedavi sırasında öğrendikleri hastalarına ilişkin sırları hiç bir şekilde açıklamama borcuna da aykırıdır. Kaldı ki, yeni Ceza Kanunu meslek sırrının ifşası suçunun cezasını 3 aydan 9 aya çıkarmış bulunmaktadır.

Hasta hakları bakımından sakıncalı bulduğumuz bu düzenlemelerin yeniden gözden geçirilmesini beklemekteyiz.

 

ESKİ VE YENİ CEZA KANUNUNDA SAĞLIK HİZMETLERİNE YÖNELİK SUÇLAR 
Eski

TCK

Suç Ceza Yeni

TCK

Suç Ceza
46 Akıl hastalığı – mesuliyetsizlik:

Suç işlediği sırada akıl hastası olan kişilere ceza verilmez ve şifa buluncaya kadar muhafaza ve tedavi altına alınırlar.

Ağır hapis cezasını gerektiren suçlarda gözetim süresi ————————–à

 

 

 

 

 

En az 1 yıl hapis

57 Akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirleri:

Suç işlediği sırada akıl hastası olduğu tespit edilen kimseler, yüksek güvenlikli sağlık kurumlarında koruma ve tedavi altına alınırlar.

Akıl hastasının toplum açısın­dan tehlikeliliği ortadan kalkmadıkça veya önemli ölçüde azalmadıkça, güvenlik tedbiri uygulamasına devam edilir.

Kusur yeteneği tam olarak kalkmamış olmakla birlikte, hastalığı yüzünden davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişinin hapis cezası, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbirine çevrilebilir.

Suç işleyen alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağım­lısı kişiler, bu hastalıklarından kurtuluncaya kadar, güvenlik tedbiri olarak, alkol ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde bağımlılarına özgü sağlık kuruluşunda tedavi altına alınır.

* Sağlık kurumlarında geçen süreler cezaevinde geçmiş sayılır.

198 Meslek sırrını ifşa:

(Resmi görevi veya sıfatı ya da meslek ve sanatı gereği ifşasında zarar görülen bir sırra vakıf olup ta meşru bir sebebe dayalı olmaksızın ifşa etmek)

 

3 aya kadar hapis 134, 137 Özel hayatın gizliliğini ihlal (134):

Gizliliğin görüntü veya ses kaydı yoluyla ihlali ———————————————à

Özel hayata ilişkin görüntü veya sesleri ifşa etmek ——————————————-à

Fiilin basın ve yayın yoluyla işlenmesi —–à

Genel ağırlatıcı sebepler (137):

a. Memurun yetkisini kötüye kullanması ile

b. Belli bir meslek ve sanatın sağladığı kolaylıktan yararlanarak

6 ay – 2 yıl hapis veya para cezası

 

En az 1 yıl hapis

 

1 – 3 yıl hapis

 

 

1 / 2 artırım

228 Memuriyeti suiistimal ve keyfi muamele:               (Memurun görevini kötüye kullanarak keyfi muamele yapması) 6 ay – 3 yıl hapis 256 Zor kullanma yetkisinin kötüye kullanılması kasten yaralama sayılır: (Ölçüsüz kuvvet kullanma) + 1 – 3 yıl hapis
229 Memurluk sırrını ifşa 6 ay – 2 yıl hapis 258 Göreve ilişkin sırrın açıklanması + 1 – 4 yıl hapis
230 Memurun görevi ihmal ——————-à

 

Devlete bir zarar verilirse —————-à

3 ay – 1 yıl hapis

6 ay – 3 yıl hapis

257/2 Görevi ihmal yoluyla kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına ya da haksız kazanca sebep olma +  6 ay – 2 yıl hapis
235 Re’sen kovuşturma gerektiren bir suçu öğrenen memurun bildirmemesi 4 ay – 2 yıl hapis + süreli/süresiz görev mahrumiyeti 279 Memurun suçu bildirmemesi:

(Kamu adına kovuşturmayı gerektiren bir suçun işlendiğini göreviyle bağlantılı olarak öğrenen memurun yetkili makamlara bildirimde ihmali veya gecikmesi)

+ 6 ay – 2 yıl hapis
236 Memurların birlikte görev bırakması (En az 3 memurun birlikte görevi bırakması ya da yavaşlatması) 4 ay – 1 yıl hapis

+ süreli/süresiz görev mahrumiyeti

260 Kamu görevinin topluca terki (En az 4 memurun birlikte görevi terki ya da yavaşlatması)

* Hizmeti aksatmayacak biçimde ve sendikal amaçlı iş bırakma halinde cezada indirim yapılabileceği gibi, hiç ceza verilmeyebilir.

— 3 ay – 1 yıl hapis
237 Evlenme yasaklarına aykırılık: Evlenmesi yasak olanların evlenmesi, velilerin buna rıza göstermesi, memurun böyle bir nikâhı kıyması 3 ay – 2 yıl hapis 230/6 Evlenme cüzdanını görmeden dini nikâh yapma:

* Evlenmeye engel olmayan akıl hastalığı raporunun gerçeğe aykırı olması, görevi ihmal veya kötüye kullanma sayılabilir.

2 – 6 ay hapis
238 Memurun ticaret yapması (Memurun görev yaptığı yerde zorunlu ihtiyaç maddesi ticareti yapması) Ağır para cezası ve süresiz görev mahrumiyeti 259 Kamu görevlisinin ticareti (Yaptığı görevin sağladığı nüfuzu kullanarak mal veya hizmet satışı) + 6 aya kadar hapis
240 Memurun görevini kötüye kullanması->

 

 

 

 

Hafifletici sebepler varsa —————–à

1 – 3 yıl hapis + süreli-süresiz görev mahrumiyeti

6 ay – 1 yıl hapis

257 Görevi kötüye kullanma (Görevin gereğine aykırı davranarak kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına ya da haksız kazanca sebep olma)

* Görevini yapması için kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan memura da aynı ceza verilir.

1 – 3 yıl hapis
243 Memurun sanığa suçunu söyletmek için işkence ve sair kötü muamele yapması 5 yıla kadar ağır hapis + süreli-süresiz memurluktan mahrumiyet 94/1 İşkence:

Bir kamu görevlisinin, insan onuru ile bağdaşmaz şekilde bir kimsenin bedenen veya ruhsal yönden acı çekmesine, algılama ve irade yeteneğinin etkilenmesine veya aşağılanmasına neden olması

3 – 12 yıl hapis
253 Haksız resmi elbise giyilmesi, nişan ve alametlerin kullanılması 3 ay – 1 yıl hapis 264 Özel işaret ve kıyafetleri usulsüz kullanma:

(Bir rütbe veya kamu görevinin veya mesleğin resmi elbisesini yetkisi olmaksızın alenen ve başkalarını yanıltacak şekilde giyme veya hakkı olmayan nişan veya madalyaları takma)

Ağırlatıcı neden:

(Elbisenin sağlayacağı kolaylık ve olanaklardan yararlanarak bir suç işlenirse)>

= 3 ay – 1 yıl hapis

 

 

 

 

 

 

 

1 / 3 artırım

 

263 Bulaşıcı hastalıklar nedeniyle Hükümetçe alınan karantina emir ve uygulamalarına fiilen engel olmak 1 ay – 1 yıl hapis 195 Bulaşıcı hastalıklara ilişkin tedbirlere aykırı davranma:

(Bulaşıcı hastalığa yakalanmış veya bu hastalıktan ölmüş kimsenin bulunduğu yerin karantina altına alınmasına dair yetkili makamlarca alınan tedbirlere uymama)

2 ay – 1 yıl hapis
282 Bilirkişilikten kaçınma (Asılsız bir sebeple) 6 aya kadar hapis + hapis süresi kadar meslek ve sanatın tatili 276 Bilirkişinin gerçeğe aykırı görüş bildirmesi 1 – 3 yıl hapis
395 Sağlığa aykırı ilaç satılması (İlaçların sağlığa zarar verecek şekilde bozulması, satılması) 1 – 5 yıl hapis + hapis süresi kadar meslek ve sanatın tatili 186 Bozulmuş ilaç satılması (Sağlık için sakıncalı ilaçları bulundurma veya satma)

Ruhsatla yürütülen meslek mensupları için>

=1 – 5 yıl hapis

 

Ceza 1/3 artırılır

400 Sağlık mesleğinin kötüye kullanarak kamu sağlığına zarar verme 2 – 10 yıl ağır hapis + hapis süresi kadar meslek ve sanatın tatili 187 Sağlığa zararlı ilaç üretme ve satma

 

Ruhsatla yürütülen meslek mensupları içinà

1 – 5 yıl hapis

1 / 3 artırım

409 Zehirleri izinsiz satmak 15 gün – 2 yıl hapis 194 Sağlık için tehlikeli madde temini:

(Sağlık için tehlikeli maddeleri çocuklara, akıl hastalarına veya uçucu madde kullananlara verme veya tüketimine sunma)

6 ay – 1 yıl hapis
416-417-418 102 Cinsel saldırı: (Cinsel davranışlarla vücut dokunulmazlığını ihlal)

Şikâyet üzerine ——————————–à

Fiilin bir organ veya cisim sokulması suretiyle işlenmesi halinde ——————à

Organ veya cisim sokulması yoluyla eşe yönelik cinsel saldırı, eşin şikayeti üzerine cezalandırılır.

Cezayı ağırlaştıran nedenler—————–à

(Beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda olanlara karşı ya da memuriyet veya hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuzdan yararlanarak ya da birlikte suçun işlenmesi)

Cinsel saldırı nedeniyle mağdurun ruh veya beden sağlığı bozulursa ———————à

Cinsel saldırı sonucu mağdurun bit-kisel hayata girmesi veya ölmesi —————–à

 

 

 

2 – 7 yıl hapis

 

 

7 – 12 yıl hapis

 

 

 

1 / 2 artırım

 

 

 

 

 

 

En az 10 yıl hapis

 

Ağırlaştırılmış müebbet hapis

421 Kadınlara veya erkeklere söz atma 6 ay – 2 yıl hapis 105 Cinsel taciz (şikayete tabi)

Ağırlatıcı neden ——————————-à

(Hiyerarşi veya hizmet ilişkisinden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılarak ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanarak cinsel taciz)

Cinsel taciz nedeniyle mağdur işini kaybetmiş ise ———————————-à

3 ay – 2 yıl hapis

1 / 2 artırım

 

 

 

 

 

En az 1 yıl hapis

448 Kasten öldürme

 

24 – 30 yıl ağır hapis 81 Kasten öldürme Müebbet hapis
449-450 Nitelikli kasten öldürme:

(Zehirleyerek,  canavarca bir hisle, işkence ederek, yakarak, boğarak veya memuru görevi nedeniyle öldürme)

Müebbet ağır hapis 82 Nitelikli kasten öldürme:

(Tasarlayarak, canavarca bir hisle, işkence ederek, gebe kadın, çocuk veya kendini savunamayacak durumdaki kişilerin ya da memurun görevi nedeniyle öldürülmesi)

Ağırlaştırılmış müebbet hapis
? 83 İhmali davranışla kasten öldürme: (İcrai davranışa eşdeğer bir yükümlülük ihmalinin ölüme yol açması) Kasten öldür-mede indirim yapılabilir.
454 Ölümlü intihara ikna ve yardım 3 – 10 yıl ağır hapis 84/1

84/2

Ölümlü intihara yardım ———————-à

Ölümsüz intihara yardım (İntihara teşvik, teyid ve azmettirme) ————————-à

* Eyleminin sonuçlarını kestiremeyen kişileri intihara sevk edenler ile cebir ve tehditle intihara mecbur edenler kasten adam öldürmüş sayılırlar.

+ 4 – 10 yıl hapis

2 – 5 yıl hapis

 

455 Taksirle ölüme sebebiyet

Eğer, birkaç kişi ölmüşse veya ölümle birlikte yaralananlar da olmuşsa ——–à

2 – 5 yıl hapis

4 – 10 yıl hapis

85 Taksirle öldürme

 

Eğer, birkaç kişi ölmüşse veya ölüm ile birlikte yaralananlar da varsa —————à

+ 3 – 6 yıl hapis

+ 3 – 15 yıl hapis

456 Kasten yaralama

(Öldürme kastı olmaksızın; cismen eza, sıhhat ihlali veya akli melekelerde teşevvüş)

– 6 ay – 1 yıl hapis

– 2 – 5 yıl hapis

– 5 – 10 yıl ağır hapis

86 Kasten yaralama

 

(Kasten başkasına acı verme, sağlık ve algılama yeteneğini bozma)

1 – 3 yıl hapis

2 – 5 yıl hapis

459 Taksirle yaralamaya sebebiyet

(Cismen eza, sıhhat ihlali veya akli melekelerde teşevvüş)

3 – 20 ay hapis 89/1 Taksirle yaralama

(Acı verme, sağlık ve algılama yeteneğini bozma)

— 3 ay – 1 yıl hapis
90/190/3 İnsan üzerinde bilimsel amaçlı deney

* Çocuklar üzerinde hiçbir şekilde bilimsel amaçlı deney yapılamaz.

1 – 3 yıl hapis
? 90/2 Bilimsel amaçlı insan deneylerinin

Hukuka uygunluk şartları:

1. Yetkili kurul veya merciden izin

2. İnsan dışı deney ortamında veya hayvanlar üzerinde yeterli deneme

3. İnsan dışı deney sonuçlarının, insan üzerinde de deney yapılmasını gerekli kılması

4. İnsan sağlığı üzerinde kalıcı ve öngörülebilir bir etki bırakmaması

5. İnsan onuru ile bağdaşmayacak acı verici yöntemler kullanılmaması

6. Deney amacının, içerdiği riskten daha önemli olması

7. Deney hakkında yeterli bilgilendirmeye dayalı yazılı rıza alınması ve bir menfaat temini olmaması

1 yıla kadar hapis
? 90/4 Tedavi amaçlı fakat rıza dışı deneme yapmak 1 yıla kadar hapis
94/2 Nitelikli İşkence

Mağdurun gebe bir kadın, bir çocuk ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan bir kişi olması halinde ———————————à

İşkencenin cinsel taciz yoluyla işlenmesi halinde —————————————–à

 

 

 

8 – 15 yıl hapis

 

10 – 15 yıl hapis

95 Neticesi sebebiyle ağırlaşan işkence

1. İşkence fiili mağdurun;

a) Duyu veya organlarından birinin sürekli işlev zayıflamasına

b) Konuşmasında sürekli zorluğa,

c) Yüzünde sabit ize,

d) Yaşam tehlikesine,

e) gebe kadının erken doğumuna,

neden olmuşsa ——————————–à

2. İşkence fiili, mağdurun;

a) Şifasız bir hastalığa veya bitkisel hayata girmesine,

b) Duyu veya organlarından birinin sürekli işlev kaybına,

c) Konuşma ya da çocuk yapma yeteneğinin kaybına,

d) Yüzünün sürekli değişikliğine,

e) gebe kadının çocuğunun düşmesine,

neden olmuşsa ——————————–à

3. İşkence fiili, vücutta kemik kırılmasına neden olması halinde ————————à

4. İşkence sonucu ölüm meydana gelmişse>

 

 

 

 

 

 

 

 

Cezada ½ artış

 

 

 

 

 

 

 

Cezada bir kat artış

 

8 – 15 yıl hapis

Ağırlaştırılmış müebbet hapis

468 Çocuk düşürmek ve aldırmak

Rızaya dayalı olsa bile, tıbbi neden bulunmaksızın, gebelik süresi 10 haftadan fazla bir kadının çocuğunu düşürtme ———————————–à

Kadın ölürse ——————————-à

 

 

7 – 12 yıl hapis

 

2 – 5 yıl hapis

 

15 – 20 yıl hapis

99 Çocuk düşürtme (Rızası olmaksızın bir kadının çocuğunu düşürtme) —————à

Rıza dışı çocuk düşürme kadının ruh ve beden sağlığına zarar verirse —————à

Kadın ölürse ———————————–à

Rızaya dayalı olsa bile, tıbbi zorunluluk bulunmaksızın, gebelik süresi 10 haftadan fazla bir kadının çocuğunu düşürtme ——à

Gebelik süresi 10 haftadan fazla bir kadının rızası ile çocuğunu düşür-türken kadına bir zarar verilirse ———————————-à

Kadın ölürse ———————————–à

Gebelik süresi 10 haftayı doldurma-mış bir kadının rızası ile çocuğunu düşürten kimsenin yetkisiz olması ———————à

* Kadının mağduru olduğu bir suç nedeniyle gebe kalması halinde, 20 haftadan fazla olmayan gebeliğe kadının rızası ile son verme suç değildir.

— 5 – 10 yıl hapis

 

6 – 12 yıl hapis

15 – 20 yıl hapis

 

— 2 – 4 yıl hapis

 

 

3 – 6 yıl hapis

 

4 – 8 yıl hapis

 

 

2 – 4 yıl hapis

468-2 Gebelik süresi 10 haftadan fazla bir kadının çocuğunu düşürmeye rıza göstermesi 2 – 5 yıl hapis 100 Çocuk düşürme (Gebelik süresi 10 haftadan fazla bir kadının çocuğunu bizzat düşürmesi veya buna rıza göstermesi ——————à  

— 1 yıla kadar hapis

471 Kısırlaştırma:

Rızaya dayalı kısırlaştırmanın yetkisiz kişilerce yapılması ———————-à

Şeref ve namusu kurtarmak için yapılan kısırlaştırma —————————–à

2 – 5 yıl hapis

 

1 – 3 yıl hapis

 

½ – 2/3 indirim

101 Kısırlaştırma:

Bir erkek veya kadının rıza dışı kısırlaştırılması ———————————à

Rızaya dayalı kısırlaştırmanın yetkisiz kişilerce yapılması —————————-à

 

 

— 3 – 6 ay hapis

 

1 – 3 yıl hapis

103 Çocukların cinsel istismarı

(15 yaşından küçük veya büyük olmakla birlikte fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacaklar ile bunların dışında kalıp cebir, tehdit, hile ve benzeri bir yol ile çocuklara yönelik her türlü cinsel davranış)

Fiilin bir organ veya cisim sokulması suretiyle işlenmesi halinde ——————à

Cezayı ağırlaştıran nedenler —————-à

1. Cinsel istismarın sağlık çalışanlarınca ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılarak yapılması

2. 15 yaşından küçük veya büyük olmakla birlikte fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacaklara karşı cebir veya tehdit kullanılarak cinsel istismar yapılması

Cinsel istismar nedeniyle çocuğun ruh veya beden sağlığı bozulursa ———————-à

Cinsel istismar sonucu çocuğun bitkisel hayata girmesi veya ölmesi —————–à

3 – 8 yıl hapis

 

 

 

 

 

8 – 15 yıl hapis

 

1 / 2 artırım

 

 

 

 

 

 

 

 

 

En az 15 yıl hapis

 

Ağırlaşt. Müebb. hapis

476 Terk edileni haber vermemek, yaralıya yardım etmemek Ağır para cezası 98 Yardım veya bildirim yükümünün ihlali:

(Yaşı, hastalığı, yaralanması veya bir başka nedenle kendini idare edemeyecek kimseye şartların elverdiği ölçüde yardım etmemek ya da durumu yetkili mercilere bildirmemek)

Mağdur bu nedenle ölürse ——————à

+ 1 yıla kadar hapis

 

 

 

 

1 – 3 yıl hapis

? 121 Dilekçe hakkının kullanılmasını engelleme:

Yetkili kamu makamlarına verilen dilekçenin hukuki bir neden olmaksızın kabul edilmemesi ————————————à

 

 

6 aya kadar hapis

? 122 Ayırımcılık:

Kişiler arasında dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım yaparak;

a) Bir hizmetin icrasını veya hizmetten yararlanılmasını engelleme,

b) Kamuya arz edilmiş bir hizmeti yapmama

6 ay – 1 yıl hapis
530 Cürmü haber vermekte zühul

(Hekim, cerrah, ebe ve sair sağlık çalışanlarının, şahıslar aleyhinde işlenmiş bir suç işlendiğini fark ettiklerinde, gerekli tıbbi müdahale ve yardımı yaptıktan sonra durumu adliye veya zabıtaya bildirmemesi veya bildirmekte gecikmesi)

Hastanın kovuşturmasını gerektiren bir suçun ihbarı yapılmaz.

Hafif para cezası 280 Sağlık mesleği mensuplarının suçu bildirmemesi:

(Görevini yaptığı sırada bir suçun işlendiği yönünde bir belirti ile karşılaşan memurun bunu yetkili makamlara bildirmemesi ya da bildirimde gecikmesi)

1 yıla kadar hapis
547 İtidal ve muvazene haricinde veya çirkin ve ayıp görünen başka bir şekilde başkasını incitmek, huzur ve rahatı ihlal 15 güne kadar hapis 123 Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma: (Şikayete tabi)

Sırf huzur ve sükûnunu bozmak maksadıyla bir kimseye ısrarla telefon etme, gürültü yapma ya da aynı maksatla hukuka aykırı başka bir davranışta bulunma

+ 3 ay – 1 yıl hapis
172 Radyasyon yayma:

(Sağlığını bozmak amacıyla bir başkasını radyasyona tabi tutmak)

Suçun belirsiz sayıda kişilere karşı işlenmesi halinde —————————————–à

Başkasının hayatı, sağlığı veya malvarlığına önemli ölçüde zarar vermeye elverişli biçimde radyasyon yayma veya atom çekirdeklerinin parçalanması sürecine etki à

Radyasyon yayılmasına veya atom çekirdeklerinin parçalanması sürecine, bir laboratuar veya tesisin işletilmesi sırasında gerekli dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılıkla neden olan kişi, başkasının hayatı, sağlığı veya malvarlığına önemli ölçüde zarar vermeye elverişli bu fiili nedeniyle—à

3 – 15 yıl hapis

 

 

En az 5 yıl hapis

 

 

 

 

2 – 5 yıl hapis

 

 

 

 

 

 

 

6 ay – 3 yıl hapis

175 Akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünün ihlali:

(Akıl hastası üzerindeki bakım ve gözetim yükümlülüğünü, başkalarının hayatı, sağlığı veya malvarlığı bakımından tehlikeli olabilecek şekilde ihmal etmek)

6 aya kadar hapis veya para cezası
? 183 Gürültüye neden olma:

(Yasal yükümlülüklere aykırı olarak, başka bir kimsenin sağlığının zarar görmesine elverişli bir şekilde gürültüye neden olma)

2 ay – 2 yıl hapis veya para cezası
? 287 Genital muayene:

(Bulaşıcı hastalıklarla mücadele amacıyla yapılan genital muayene hariç olarak, yetkili hâkim ve savcı kararı olmaksızın, genital muayene yapma ve muayeneye gönderme)

3 ay – 1 yıl hapis

 

 

NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK, 1219 SAYILI KANUNA MUHALEFET

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
2021/1296 E. , 2021/2943 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇ : NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK, 1219 SAYILI KANUN’A MUHALEFET

HÜKÜM : İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2019/36 Esas ve 2020/52 Karar sayılı ilamı ile;

1- 1219 sayılı Kanun’un 25, TCK’nın 43/1, 52/2-4, 53, 58. maddeleri gereğince mahkumiyet,
2- TCK’nın 158/1-L, 52/2-4, 53, 58 maddeleri gereğince mahkumiyet hükümlerine yönelik yapılan istinaf başvurusunun İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22. Ceza Dairesi’nin istinaf başvurusunun esastan reddine dair hükümleri

Nitelikli dolandırıcılık ve 1219 sayılı Kanun’un 25. maddesine muhalefet etme suçundan İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2019/36 Esas ve 2020/52 Karar sayılı ilamı ile verilen mahkumiyet hükümleri hakkında sanık ve sanık müdafiileri tarafından istinaf başvurusunda bulunulmasından sonra, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22. Ceza Dairesi’nin istinaf başvurusunun esastan reddine dair kurulan hükümlerin sanık, sanık müdafiileri ve Bölge Adliye Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanık müdafilerinin duruşmalı inceleme isteminin, hükmedilen cezaların on yıl hapis cezasından aşağı olması nedeniyle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 318 ve 5271 sayılı CMK’nın 299. maddeleri gereğince reddine karar verilerek yapılan incelemede;

5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinde ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır” denilmesi ile aynı kanunun 294. maddesinde yer alan ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir” hükmü ve aynı kanunun 301. maddesinde belirtilen ”Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.” şeklindeki düzenlemeler gözetilerek; sanık ve sanık müdafiilerinin “atılı suçların unsurlarının oluşmadığına, sanığın mahkumiyetine hükmedilen suçları işlediğinin sabit olmadığına, eksik inceleme, tekerrür şartlarının oluşmadığına, delil niteliği taşımayan materyallerin hükümlere esas alındığına, sanığın tahliyesinin gerektiğine”, Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısının “yeterli gerekçe açıklanmadan adli para cezasının üst hadden uygulandığına, tekerrür şartlarının oluşmadığına, adli para cezalarının tayinin de çelişkiye düşüldüğüne” ilişkin temyiz taleplerinin bulunduğu belirlenerek yapılan incelemede;

Sanığın kendisini Beyin Sinir ve Omirilik Cerrahisi uzmanı Prof.Dr. … olarak tanıtarak A9 ve On4 Tv kanalında yayınlanan programlara katıldığı, Youtube ve buyukantalya.com isimli internet sitelerinde profesör ünvanı ile konuşmalar yaptığı, google plus üzerinden doktormuş gibi meslektaşlarının tıp bayramını kutlama içerikli mesaj yayınladığı, kendisine ait http://cuneytturan.tumblr.com isimli internet sitesinde başka bazı doktorlara ameliyat öncesi çekilmiş görünen fotoğrafı Bezmi-i Alem Tıp Fakültesi ameliyat öncesi hatıra fotoğrafı notuyla paylaştığı, yine aynı sitede aynı şahıslarla çekilmiş başka bir fotoğrafı “ameliyat sonrası başarının yüzlere yansıyan hoş tebessümünün hatıra fotoğrafı” notuyla paylaştığı, hastane.com.tr ve hekimce.com.tr isimli sitelerde kendisi hakkında beyin sinir cerrahı olarak tanıtım yazıları oluşturduğu, yine benzer yazı ve resimleri facebook isimli sitedeki sayfasında paylaştığı ve başkalarının da paylaşmasını sağladığı,

Bu kapsamda; katılan …’nun kanser olan eşi …’nun tedavi sürecine sanığın müdahil olduğu, gönderilen tahlil sonuçları ile tedavi evrakına bakarak tavsiyeler verip yönlendirmelerde bulunduğu, eşi için getireceği tedavi maksatlı materyaller için 45.000 Euro aldığı, beyninde pıhtılaşma olabileceği şüphesiyle MR çekilen müşteki …’nun telefon ile MR sonuçlarına bakıp, görüş bildirdiği, müşteki …’nin beyin tümörü rahatsızlığı bulunan annesinin tedavi evrakını inceleyerek, tümörün 1.evrede olduğunu söylediğini, doktorların tavsiye ettiğinden farklı bir ilacı kendisine verip annesinin kullanmasını istediğini, bu şekilde sanığın nitelikli dolandırıcılık ve 1219 Sayılı Kanun’un 25. maddesine muhalefet etme suçunu işlediği iddia edilen olayda;

1- Sanığın 1219 sayılı Kanun’un 25. maddesine muhalefet suçundan mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunun reddine dair hükmün incelenmesinde;

Sanık savunmaları, katılan ve müştekilerin beyanları, dosya kapsamındaki telefon yazışmaları, internet sitelerine ilişkin yazılar, katıldığı konferans ve programlara ait videolar, fotoğraflar ile dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; sanık hakkında zincirleme şekilde 1219 sayılı Kanun’un 25. maddesine muhalefet etme suçundan ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu mahkumiyet hükmüne yönelik bölge adliye mahkemesince verilen istinaf başvurusunun esastan reddine dair hükümde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılanlar vekilinin, sanık, sanık müdafiileri ve Bölge Adliye Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya uygun bulunan hükme ilişkin TEMYİZ İSTEMLERİNİN AYRI AYRI ESASTAN REDDİNE,

2- Sanığın nitelikli dolandırıcılık suçundan mahkumiyet hükmüne yönelik istinaf başvurusunun reddine dair hükmün incelenmesinde;

Sanık savunmaları, katılan beyanları ve dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; sanık hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu mahkumiyet hükmüne yönelik Bölge Adliye Mahkemesince verilen istinaf başvurusunun esastan reddine dair hükümde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılanlar vekili, sanık, sanık müdafiileri ve Bölge Adliye Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Sanığın tekerrüre esas alınan 20/07/2010 kesinleşme tarihli Eyüp 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2008/2010 Esas 2010/415 Karar sayılı ertelemeye ilişkin ilamının TCK’nın 51/8 maddesi uyarınca infaz edilmiş sayıldığı 20.07.2013 tarihinden suç tarihlerine kadar, TCK’nın 58/2-b maddesinde düzenlenen 3 yıllık sürenin geçtiği dikkate alınarak, söz konusu ilamın tekerrüre esas alınamayacağının ve adli sicil kaydına göre başkaca tekerrüre esas sabıkası bulunmayan sanık hakkında TCK’nın 58. maddesindeki tekerrür hükümlerinin uygulanamayacağının gözetilmemesi,
Kanuna aykırı olup, sanık, sanık müdafiileri ve Bölge Adliye Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22. Ceza Dairesi’nin 14/09/2020 tarih ve 2020/2375 Esas, 2020/1158 Karar sayılı, vaki istinaf başvurusu üzerine sanık hakkında verilen hükmün 5271 sayılı CMK’nın 302/2-4. madde ve fıkrası gereğince BOZULMASINA, ancak bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın aynı Kanunun 303. maddesinin verdiği yetki uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan; hüküm fıkrasından tekerrüre ilişkin kısmın tamamen çıkartılması suretiyle, kararın kesinleşmesi ve temyiz incelemeleri dışındaki tutukluluk süresi nazara alınarak sanık müdafiilerinin tahliye talebinin reddiyle, sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükümlerin DÜZELTİLEREK TEMYİZ İSTEMLERİNİN AYRI AYRI ESASTAN REDDİNE, dosyanın 28/02/2019 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7165 sayılı Kanun’un 8. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 304/1. maddesi gereğince İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin ise İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 22. Ceza Dairesi’ne gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na TEVDİİNE, 15/03/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI VE MURİS MUVAZAASI HUKUKSAL NEDENLERİNE DAYALI MİRAS PAYI ORANINDA TAPU İPTALİ VE TESCİL, MÜMKÜN OLMAZSA TAZMİNAT İSTEMİ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2019/4035 E. , 2021/2412 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil-tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, 1.075.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar …’den alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine, diğer davalılara yönelik davanın reddine karar verilmiş, davacı vekili ile davalılar … vekilinin istinafı üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, vekalet görevinin kötüye kullanılması nedenine dayanıldığı, işin esası yönünden doğru karar verildiği, davacı vekilinin istinaf başvurusunun bu nedenle esastan reddine, ancak dava konusu taşınmazların değerinin hatalı hesaplandığı gerekçesiyle davalıların istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün ortadan kaldırılmasına ve 471.250,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar …’den alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine, diğer davalılara yönelik davanın ise reddine karar verilmiş ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 20.04.2021 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat … ile temyiz edilen vekili Avukat … geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davalı … ve diğerleri gelmedi, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil, mümkün olmazsa tazminat istemine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan babası ….’nun hastanede kanser tedavisi gördüğü bir sırada Beyoğlu 22. Noterliği’nin 24.10.2007 tarihli vekaletnamesi ile dava konusu 760 ada 5 parsel sayılı taşınmazın satışına da yetkili olacak şekilde davalı oğlu …’i vekil tayin ettiğini, vekil …in de mirasbırakanın ölüm günü olan 09.11.2007 tarihinde çekişmeli taşınmazı mirasbırakanın eşi olan diğer davalı …’ye satış göstererek temlik ettiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını, davalı …’nin alım gücü bulunmadığını, mirasbırakanın çok değerli olan bu taşınmazı satmasını gerektirecek bir nedeninin olmadığını, hastalığının ilerleyen evresinde mirasbırakanın diğer mirasçılardan mal kaçırma amaçlı hareket ettiğini, davalı …’nin anılan taşınmazı ½ ‘şer oranda kiracısı olan davalı … ile dava dışı …’a devrettiğini, onların da diğer davalı …e temlik ettiklerini, davalılar … ve …in durumu bilebilecek konumda olduklarını, işlemlerin muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescilini, mümkün olmazsa taşınmazın dava tarihindeki değeri üzerinden miras payına isabet edecek bedelin satış tarihinden başlayacak faizi ile birlikte ödenmesini istemiştir.

Davalılar …, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasının doğru olmadığını, mirasbırakanın iradesine uygun satış işleminin yapıldığını, hastane masrafları ödendikten sonra kalan bedelden davacının miras payını aldığını bildirip, davanın reddini savunmuşlardır.

Davalı …, dava konusu taşınmazların 1/2’şer paylarını davalı …’den satın aldığını, iyiniyetli 3. kişi olduğunu, mirasbırakanın kiracısı olmasının kötüniyetli olduğu anlamına gelmeyeceğini, aile içerisindeki ilişkileri bilmediğini bildirip, davanın reddini savunmuştur.

Davalı …, bedeli karşılığında dava konusu taşınmazları satın aldığını, davalı … ve dava dışı … ile 11.11.2010 tarihli satış sözleşmesi imzaladıklarını, satış bedelini banka kanalı ve senetle ödediğini, iyiniyetli 3. kişi olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davalı …’nin alım gücü bulunmadığı, satış bedelinin mirasbırakan ya da mirasçılarına ödendiğinin kanıtlanamadığı, mirasbırakan tarafından davalı …’ye satış yapılmasını gerektirir bir neden olmadığı, satışın yapılmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, davalılar … yönünden iddiaların ispatlandığı, ne var ki diğer davalılar … ve …in dava konusu bağımsız bölümleri satın aldığı, bedellerini ödedikleri, kötüniyetli edinen olduklarının kanıtlanamadığı gerekçeleriyle, davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, 1.075.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar …’den alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine, diğer davalılara yönelik davanın reddine karar verilmiş, davacı vekili ile davalılar … vekilinin istinafı üzerine, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesince, vekalet görevinin kötüye kullanılması nedenine dayanıldığı, işin esası yönünden doğru karar verildiği, davacı vekilinin istinaf başvurusunun bu nedenle esastan reddine, ancak dava konusu taşınmazların değerinin hatalı hesaplandığı gerekçesiyle davalıların istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün ortadan kaldırılmasına ve 471.250,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar …’den alınmasına, fazlaya ilişkin talebin reddine, diğer davalılara yönelik davanın ise reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından tapu iptal ve tescil isteminin kabul edilmesi gerektiğinden bahisle temyiz edilmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, sağlıklı bir yargılama yapılması ve neticesinde tarafları tatmin eden bir karar verilebilmesi için öncelikle eldeki davada; tarafların, çekişmeli temliklerin ve bu temliklerde kullanılan vekaletname ya da vekaletnamelerin açık bir şekilde ortaya konulması gerekmektedir.

1943 doğumlu mirasbırakan…’nun 09.01.2007 tarihinde öldüğü, geriye mirasçı olarak davacı oğlu …’nu ( 1969 d’lu ), davalı oğlu …’nu (1974 d’lu ), davalı eşi …’nu ( 1949 d’lu ) ve dava dışı oğlu….’nu (1978 d’lu ) bıraktığı, diğer davalılar … ve … …nın ise üçüncü kişiler olduğu dosya içinde mevcut veraset ilamından anlaşılmıştır.

Çekişmeli temlikte kullanılan vekaletname incelendiğinde; mirasbırakan …’nun, Beyoğlu 22. Noterliği’nin 24.09.2007 tarih ve 25520 yevmiye no’lu düzenleme şeklindeki vekaletnamesi ile, maliki olduğu 191 ada 1 sayılı parseldeki 4 no’lu; 760 ada 5 sayılı parseldeki 4, 6, 7 ve 8 no’lu; 1248 ada 7 sayılı parseldeki 7 no’lu bağımsız bölümlerini dilediğine dilediği bedelle satması konusunda davalı oğlu …’nu vekil tayin ettiği saptanmıştır.

Dava konusu temlikler incelendiğinde ise; İstanbul ili Fatih ilçesi Mimarkemal mahallesinde bulunan 760 ada 5 sayılı parseldeki 4, 6, 7 ve 8 no’lu bağımsız bölümlerin tamamı mirasbırakan adına kayıtlı iken, mirasbırakana vekaleten davalı …’in anılan taşınmazları 09.11.2007 tarihinde davalı annesi …’ye satış yoluyla temlik ettiği, davalı …’nin de anılan bağımsız bölümleri 25.03.2010 tarihinde davalı … ile dava dışı ….’a 1/2’şer oranda satarak devrettiği, aynı akitte dava dışı … isimli bir kişinin de 2 no’lu bağımsız bölümünü temlik ettiği, davalı … ve dava dışı…’ın çekişmeli 4, 6, 7 ve 8 no’lu bağımsız bölümlerin tamamını 13.12.2010 tarihinde diğer davalı …e satış suretiyle devrettiği tespit edilmiş, eldeki dava açıldıktan sonra 07.09.2018 tarihinde de çekişmeli taşınmazların dava dışı … ve…isimli şahıslara geçtiği anlaşılmıştır.

Öte yandan, ilk derece ve bölge adliye mahkemesince vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeni üzerinde durularak sonuca gidildiği görülmüştür.

Bilindiği üzere, mirasbırakanın ölüm tarihi itibariyle terekesi elbirliği mülkiyetine tabidir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki muris muvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davalar dışında ehliyetsizlik, vekâlet görevinin kötüye kullanılması vs. gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçıların muvafakatlarının sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği (T.M.K. 640 md.) tartışmasızdır.

Somut olayda, davacının miras payına hasren dava açtığı, terekeye döndürme isteminin bulunmadığı, çekişmeli taşınmazların ise dava tarihinde mirasçı olmayan üçüncü kişi adına kayıtlı olduğu, davacı … dışında mirasbırakan …’nun başkaca mirasçılarının da bulunduğu ve hatta bir kısmının davalı olduğu dosya kapsamı ile sabittir. Davacı, öncelikle mirasbırakan babası tarafından vekil kılınan davalı …’in diğer davalı … ile birlikte hareket ederek vekalet görevini kötüye kullandığını, bu nedenle temlikin geçersiz olduğunu ileri sürerek miras payı oranında iptal ve tescil isteminde bulunmuştur. Yukarıda açıklanan madde uyarınca, kayıt maliki üçüncü kişiye karşı vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeni yönünden pay oranında açılan tapu iptali ve tescil isteminin dinlenme olanağı bulunmamaktadır. Tapu iptal ve tescil isteminin, vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeni yönünden reddine karar verilmesi doğrudur.

Diğer yandan, davacı tarafından vekalet görevinin kötüye kullanılması nedeni yanında muris muvazaası hukuksal nedenine de dayanıldığı dava dilekçesi içeriğinden açık bir biçimde anlaşılmaktadır. Ne var ki, muris muvazaası hukuki sebebi üzerinde durulmadığı saptanmıştır.

Yukarıda da değinildiği üzere terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğindeki muris muvazaası davasında saklı pay sahibi olsun ya da olmasın her bir mirasçının miras payına hasren dava açması mümkündür.

Bu saptamadan sonra, eldeki davanın terditli bir biçimde açıldığı, bir başka ifadeyle, öncelikle davacı tarafın miras payı oranında tapu iptal ve tescil talebinde bulunduğu, bu isteğinin kabul edilmemesi halinde bedel istediği görülmüştür.

O halde, muris muvazaası hukuki sebebi yönünden değerlendirme yapılarak davacının ilk isteği olan miras payı oranında tapu iptal ve tescil istemi aşılmadan ikincil nitelikteki tazminat yönünden karar verilmesi yerinde değildir.
Bu aşamada çözümlenmesi gereken bir başka husus ise, dava konusu bağımsız bölümlerin yargılama sırasında el değiştirmesi hususudur.

Bilindiği üzere, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 125/1. maddesi ” Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde davacı davayı kazanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.” hükmünü içermektedir.

Anılan düzenleme, kendiliğinden (re’sen) gözetilmesi zorunlu bir usul kuralı olup, mahkemece davacı tarafa seçimlik hakkı hatırlatılarak davayı ne şekilde sürdüreceği sorulmalı ve sonucuna göre işlem yapılmalıdır.

Dava konusu 760 ada 5 sayılı parseldeki 4, 6, 7 ve 8 no’lu bağımsız bölümlerin yargılama sırasında el değiştirmiş oldukları gözetilerek 6100 sayılı HMK’nın 125/1. maddesi uyarınca gerekli usuli işlemlerin yerine getirilmesi gerektiği muhakkaktır.

Hal böyle olunca, öncelikle 6100 sayılı HMK’nın 125/1. maddesi uyarınca gerekli usuli işlemlerin yerine getirilmesi, yeni maliklere karşı iptal-tescil isteminde bulunulması halinde; muris muvazaası hukuksal nedeni üzerinde durularak iptal-tescil isteminin değerlendirilmesi, aksi halde miras payı oranında tazminat istemi yönünden hem vekalet görevinin kötüye kullanılması hem de muris muvazaası iddiasının dinlenmesi mümkün olduğundan sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Davacı vekilinin yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesi uyarınca İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK’nun 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, 24.11.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 3.050.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20/04/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version