HARİCİ SATIŞ SÖZLEŞMESİ, ARAÇ SATIŞ VAADİ OLARAK NİTELENDİRİLEMEZ- ARACIN UZUN SÜRE ALICI ELİNDE KALMASI NEDENİYLE DEĞER KAYBI TAZMİNATI TALEP EDİLEMEZ

T.C
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2686
KARAR: 2018/6122 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki asıl itirazın iptali – karşı alacak davasının yapılan yargılaması sonunda itirazın iptali davasının kısmen kabulüne, karşı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı-karşı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– KARAR –

Davacı vekili, davalıdan 15.09.2011 tarihli araç satış sözleşmesi uyarınca 28.500,00 TL bedelle araç satın alındığını, aracın devrinin ödemeler bittikten sonra yapılacağının kararlaştırıldığını, sözleşme uyarınca 5.000 TL bedelle davacı aracının teslim edildiğini, kalan ödemelere ilişkin olarak 4 adet toplam 23.500,00 TL bedelli senetlerin verildiğini, senetlere ilişkin PTT vasıtası ile ve elden ödemeler yapıldığını,ancak davalının araç devrini yapmadığını, aracın başka bir alacaklı tarafından icra dosyasından haciz konularak geri alındığını, davalıya ödenen bedellerin tahsili için icra takibi başlatıldığını, davalının açılan bu takibe haksız olarak itiraz ettiğini belirterek itirazın iptali ile %20 icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacıya 27.100,00 TL bedelle araç satışı yapıldığını, davacının takasa verdiği aracın değerinin 3.600,00 TL olduğunu, yaptığı ödemelerin ise toplamının 11.322,00 TL olduğunu, başkaca ödeme yapmadığını, aracın müvekkili davalının alacaklısı tarafından haczedildiğini savunarak davanın reddini istemiş, açmış olduğu karşı dava ile de aracın 4 yıl davacı tarafından kullanıldığını,880 TL tutarlı motorlu taşıtlar vergisinin kendileri tarafından ödendiğini,aracın 4 yıllık kullanımdan dolayı yıpranmasından ötürü başka bir şahsa 15.000,00 TL bedelle satıldığını,araçta 12.100 TL değer kaybı olduğunu belirterek uğranılan toplam 12.980,00 TL zararın tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece,yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davalı-karşı davacının takasa konu aracın 3.600,00 TL ye satıldığına ilişkin noter satış sözleşmesi ile 880,00 TL motorlu taşıtlar vergisi makbuzunu ibraz ettiği, dava konusu aracın 23.10.2013 tarihinde … 1.Noterliğinde 15.000,00 TL ye satıldığı,davalı-karşı davacının zararının toplam 12.980,00 TL olduğu, davacı-karşı davalının araç devri ile birlikte toplam 14.922 TL ödeme yaptığı, davalı-karşı davacının iddialarını yazılı belgelerle kesin ve inandırıcı olarak ispatladığı gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulü ile 1.942,00 TL üzerinden takibin devamına, karşı davanın ise tümden kabulüne karar verilmiş, hüküm davacı-karşı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı-karşı davalı vekilinin asıl dava ve karşı davaya ilişkin aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Trafikte kayıtlı araçların satışı sözleşmesinin KTK 20/d’ye göre noterlikçe yapılması geçerlilik şartıdır.Diğer bir ifadeyle, adi yazılı veya sözlü satışlar daha sonradan noterlikçe resmi satış yapılmadığı sürece geçersizdir. Harici sözleşme “araç satış vaadi” şeklinde nitelendirilemez, alıcı yapılan bu sözleşmeye göre aracın kendi üzerine tescilini talep edemeyeceği gibi satıcı da satım bedelinin ödenmesini talep edemez.2918 sayılı Kanunun 20/d maddesi uyarınca harici satışlar geçersiz olup,herkes sebepsiz zenginleşme hükümleri gereğince verdiğini geri isteyebilir.Hukuken geçersiz sözleşmelerde taraflar aldıklarını aynı anda iade etmekle mükellef olduğu gözetilerek davacının davalıya ödediği bedelin tespit edilerek bu bedelin tahsiline karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
3-Davacı-karşı davalı vekilinin karşı dava yönünden temyizine gelince; geçersiz araç satış sözleşmesi nedeniyle davacı aracı kullanmış,davalı ise ödenen parayı kullanmıştır.Dava konusu edilen aracın davacının kullandığı sırada herhangi bir hasara uğradığı davalı tarafından ileri sürülmediği gibi, aracın davacı elinde değer kaybına uğradığının da ispatlanamamış olmasına göre değer kaybı adı altında tazminata hükmedilmesi de doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı-karşı davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde temyiz eden davacı-karşı davalıya iadesine, 27/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HARİCİ GAYRİMENKUL SATIŞ SÖZLEŞMESİ KARŞILIĞI VERİLEN TEMİNAT SENEDİ- BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA SUÇU UYUŞMAZLIĞIN HUKUKİ İHTİLAF BOYUTUNDA KALMASI

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS:2017/27915
KARAR:2018/9180 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi
SUÇ : Bedelsiz senedi kullanma
HÜKÜM : CMK’nın 223/2-b maddesi gereğince beraatine

Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanık ile katılanın harici olarak gayrimenkul satış sözleşmesi yaptıkları ve katılanın teminat olarak sanığa 55.000 TL. bedelli senet verdiği, ancak binanın tamamlanmaması üzerine bu kez katılanın önceden vermiş olduğu senet geri alınmak koşuluyla 59.500 TL. bedelli senedi yine teminat olarak sanığa verdiği, ancak sanığın önceden almış olduğu ve katılana iade etmesi gerektiği senedi iade etmeyerek İ… İcra Müdürlüğünün 2013/2581 esas sayılı dosyası ile takibe koyduğu, olay nedeniyle tarafların uzlaşmayı kabul etmedikleri, böylece sanığın üzerine atılı bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediği iddia olunan somut olayda;

Katılan beyanı, sanık savunması ve tüm dosya kapsamından, taraflar arasındaki uyuşmazlığın hukuki ihtilaf boyutunda kalması, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması gerekçesiyle verilen beraat hükmünde herhangi bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; katılan vekilinin suçun sübuta erdiği, delil takdirinde hata sonucu beraat kararı verildiği hususuna ilişkin ve sair temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 06.12.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

KONUT SİGORTA SÖZLEŞMESİNE DAYALI RÜCUEN ALACAK İSTEMİ- SİGORTACININ SORUMLU KİŞİ ALEYHİNE AÇACAĞI HALEFİYET DAVASININ TİCARİ DAVALARDAN OLMADIĞI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2743
KARAR:2019/849

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; davacı şirket nezdinde KREDİ KONUT SİGORTA POLİÇESİ ile sigortalı olduğu bodrum katta bulunan dairede, 03.05.2013 tarihinde sokakta yer alan Tiinin tıkanması ve dairenin mutfak, wc ve banyo giderlerinden geri tepme meydana geldiğini, meydana gelen hasar nedeniyle davacı şirketçe tarihinde 3.449,00 TL tazminat ödendiğini, kullanılmış suların toplanması, aklaştırılması ve zararsız biçimde uzaklaştırılması amacıyla kanalizasyon sisteminin yeterli seviyede yapılmamasından meydana gelen bu zarardan davalının sorumlu olduğunu, … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı dosyasıyla yapılan ilamsız icra yapılan takibe, borca ve ferilerine davalının itiraz ettiğini, davalının itirazının haksız olduğunu belirterek 5.449,00-TL asıl alacağa, ödeme tarihinden takip tarihine kadar işlemiş ferilerine yapılan itirazın iptali ile takibin devamına, asıl alacağa faiz işletilmesine, davalının % 20 icra inkar tazminatına mahkumiyetine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; huzurdaki davanın süre yönünden reddi gerektiğini beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre;davanın kabulü ile 3.449,00 TL asıl alacak 142.02 işlemiş faiz yönünden kabulü ile … İcra Müdürlüğü … Esas sayılı dosyasından takibin kaldığı yerden devamına,Asıl alacak üzerinden %20 inkar tazminatının kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, konut sigorta sözleşmesine dayalı rücuen alacak istemine dair yapılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 22.3.1944 tarih 37 Esas 9 Karar R.G.3.7.1944 sayılı kararında bu husus “SİGORTACININ SORUMLU KİŞİ ALEYHİNE AÇACAĞI DAVA sigorta poliçesinden doğan bir dava değildir. Bu nedenle, halefiyet davası bir ticari dava sayılamaz. Bu dava, aynen sigortalı kimsenin sorumlu kişiye karşı açmış olduğu bir dava gibidir. Sigortalının muhtelif mahkemelerde dava açma hakkı varsa aynı hak sigortacının halefiyet hakkına dayanan rücu davası için de söz konusudur” şeklinde vurgulanmaktadır.

Bu durumda, davacının sigortalısının tacir olmadığı ve davanın sigorta sözleşmesinden değil, davalının kusuru ile gerçekleşmesine sebebiyet verdiği iddia edilen haksız fiilden kaynaklandığı anlaşılmakla, uyuşmazlığın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.
2-Bozma neden ve şekline göre,davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

VOLTAJ DALGALANMASI SONUCUNDA MUHTELİF EŞYANIN HASARLANMASI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/132
KARAR:2019/846

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekil; sigortalısı olan şirketin maliki olduğu otelde 21/09/2010 tarihinde voltaj dalgalanması sonucunda muhtelif eşyanın hasarlanması nedeniyle hasar bedellerinin sigortalısına ödendiğini, hasarın voltaj dalgalanması sonucu oluştuğunun da olay sonrası tutulan hasar tespit tutanaklarından anlaşıldığını, müvekkili sigortacının hasar bedelini ödemekle TTK 1472 maddeye göre sigortalısının haklarına halef olduğunu, sigortalısına 14/02/2011 tarihinde toplam 3.886,80 TL ödeme yapılıp, bunun zarar sorumlusu olan davalıdan ihtarname ile talep edilmesine rağmen ödenmemesi üzerine davalı borçlu hakkında … İcra Müdürlüğünün 2011/7899 sayılı dosyasında icra takibine giriştiklerini, davalı borçlunun haksız olarak borca itiraz ettiğini belirterek davalının haksız itirazının iptali ile takibin devamını ve %20’den az olmamak üzere inkar tazminatına hükmolunmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; sigortalının kendisine ait trafosu ve alçak gerilim tesisi ve branşman hattı bulunduğunu, sigortalının özel trafolu abone olup, bu abonelerin hat ve trafolarının bakım onarımlarının ve mülkiyetinin kendilerine ait olduğunu, bahsi geçen zararın da sigortalının kendi tesisinden ve kusurundan kaynaklandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre; sigortalı olan otelin müstakil trafolu olduğu dava konusu edilen hasarında voltaj dalgalanmasından meydana gelmediği anlaşılmakla sübuta ermeyen davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 16,70 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TASARRUFUN İPTALİ- BORÇLUYA ELDEN TEBLİGAT YAPMA- BORÇLUNUN TAKİBE İTİRAZ SÜRESİNDEN FERAGAT EDİLEREK İCRA DOSYASININ KESİNLEŞTİRİLMESİ-

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4520
KARAR:2019/857 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; müvekkilleri tarafından davalı borçlu … aleyhine … İcra Müdürlüğü’nün 2010/10808 E. sayılı dosyasından icra takibine başlandığını, davalı …’ın 24.03.2009 tarihinde, 15.08.2008 keşide, 01.03.2009 vade, 53.000,00 TL bedelli, üzerinde “malen” kaydı bulunan senede dayalı olarak davalı … aleyhine iptali istenen … İcra Müdürlüğü’nün 2009/201 E. dosyasından icra takibi başlattığını, davalı …’nın talebi üzerine yine aynı gün (24.03.2009 tarihinde) dairede borçluya elden tebligat yapıldığını, aynı gün takibe itiraz ve haciz sürelerinden de feragat ettiğini, icra dosyasını zaman kaybetmeden kesinleştirdiğini, hemen akabinde alacaklı vekilinin talebi ile … İcra Müd. (izale-i Şüyu Satış Memurluğu)’nun 2008/2 Değ. İş nolu dosyasındaki dayalı … tarafından yatırılan satış bedeline 27.03.2009 tarihinde haciz konulduğunu beyan ederek, … İcra Müdürlüğü … E. Nolu dosyasında davalılar tarafından muvazaalı olarak yapılan icra takibinin ve ış bu dosyadan …İcra Müd. [İzale-i Şüyu Satış Memurluğu)’nün … Deg. Iş nolu dosyasında bulunan ihale bedeli üzerine konulmuş olan hacze ilişkin tasarrufun iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı … vekili; davacının elinde diğer davalı borçlunun borç ödemeden aciz olduğuna dair aciz vesikası olmadan iş bu davayı açmak hakkı bulunmadığından,taraflarınca diğer davalı borçlu aleyhine yürütülen icra takibinin ve yapılan hacizlerin muvazaalı olduğu yönündeki davacının iddialarının tamamen asılsız ve mesnetsiz olduğunu, müvekkilinin diğer davalı borçludan alacağının da kimyon satımından kaynaklandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre; … İcra Müdürlüğü’nün 2008/2 Değişik İş dosyasında bulunan davalı …’nın ihale alıcısı olarak yatırdığı satış bedeli üzerine … İcra Dairesi’nin 2009/201 esas sayılı dosyası ile konan haczin, …İcra Dairesi’nin 2010/10808 esas sayılı dosyasındaki takip konusu alacak ve fer’ileriyle sınırlı olmak üzere iptaline, davacı alacaklıya bu ihale satış bedeli üzerinden haciz isteme yetkisi verilmesine,karar verilmiş; hüküm, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalılar vekillerinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 471,61 TL kalan onama harcının temyiz eden davalılardan alınmasına 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TASARRUFUN İPTALİ- ALACAKLIDAN MAL KAÇIRMA KASTIYLA TAŞINMAZ SATIŞI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/7927
KARAR:2019/870 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine, dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; … tarafından keşide edilen 04/08/2012 tarihli ve 30.000,00 TL bedelli ve 08/09/2012 tarihli 23.000,00 TL bedelli çeklerin tahsili için … İcra Müdürlüğünün … sayılı dosyası ile müvekkili tarafından icra takibi başlatıldığını, icra dosyasından … icrasına yazılan talimat sonrasında hacze kabil mal veya gayrimenkule rastlanmadığının anlaşıldığını, yapılan araştırmada borçlu adına kayıtlı bulunan … 468 ve 1392 parsellerde kayıtlı gayrimenkulleri kardeşi …’a devrettiğinin tespit edildiğini, bu devrin alacaklılardan mal kaçırma kastı ile kötü niyetli olarak yapıldığını bildirerek tasarrufun iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı …; davacıyı hiç tanımadığını, takibe konu çeklerin de davacı tarafa 5-6 cirodan sonra geçtiğini, hiç bir ticari ilişkisinin olmadığını, çekleri … ‘a verdiğini, kesinlikle mal kaçırma amacı olmadığını davanın reddini talep etmiştir.

Davalı …; Satışın muvazaalı olmadığını, kardeşinin işlerinin bildiği kadarıyla 2013 yılında kötüye gitmeye başladığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, satışın borcun doğumundan çok önce yapıldığını bu nedenle alacaklılardan mal kaçırmak amacı ile yapıldığının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine, dair karar verilmiş; hüküm davacı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiştir.

Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına, karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 15,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TASARRUFUN İPTALİ – DAİRE BEDELİNİN KISMİ OLARAK ELDEN ÖDENMESİ- ALICI VE SATICI ARASINDA HERHANGİ BİR AKRABALIK İLİŞKİSİNİN BULUNMAMASI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/7976
KARAR: 2019/872 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine, dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili; müvekkilinin davalı borçlu … ’dan çeke dayalı alacakları bulunduğunu, … İcra Müdürlüğünün 2012/12907 sayılı dosyası ile kambiyo takibi yaptıklarını, takibin kesinleştiğini, borçlu davalının alacaklılardan mal kaçırmak için, … parseldeki 4 nolu bağımsız bölümün borç doğumundan sonra 28/09/2011 tarihinde davalı …’e satıldığını öğrendiklerini, her iki davalının birlikte muvazaalı hareket ettiklerini, İİK 277 ve devamı maddelerine göre yapılan tasarrufun iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili; müvekkillerinin dava konusu ev üzerinde satılık levhası gördüklerini, aynı apartmandaki komşular aracılığı ile mal sahibi olan davalı … ile görüşüp pazarlık yapmak sonucu 90.000,00 TL bedel karşılığında satın aldıklarını, bu paranın 30.000,00 TL’sinin elden 45.000,00 TL’sinin tapuda satış işlemleri yapıldığı sırada banka havalesi ile ve yine aynı gün hesaplarından çektikleri 15.000,00 TL ile elden ödediklerini, müvekkili ile davalı … arasında herhangi bir tanışıklık ya da akrabalık bağı bulunmadığını, satışın muvazaalı olmadığını, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, sübuta ermeyen davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde, dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün onanmasına, karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 16,70 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ARKA TEKERİN PATLAMASI SONUCU MEYDANA GELEN SES VE GÜRÜLTÜ (TOZ ) SONUCU DİĞER ARAÇ SÜRÜCÜSÜNÜN PANİKLEYEREK DİREKSİYON HAKİMİYETİNİ KAYBETMESİ NEDENİYLE MADDİ TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/5681
KARAR:2019/901

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki maddi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen hüküm davacılar vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili, 05/08/2012 tarihinde davacılar murisi … ‘nun yolcu olduğu davalıya trafik sigortalı aracın dava dışı … sevk ve idaresindeki aracın sol arka tekerinin patlamasıyla meydana gelen ses ve görüntü(toz) nedeni ile murisin yolcu olduğu sürücü … ‘ın panikleyerek korkuluklara çarpması sonucu meydana gelen trafik kazasında sürücü … hakkında mahkumiyet kararı verildiğini, muris Çetin’in ölümü nedeni ile eşi Çiğdem ile çocukları …, … ve … in murisin desteğinden yoksun kaldıklarını, desteğin muhtelif ayakkabı dükkanlarında çalışmasının yanı sıra son 2 sene içinde inşaat işlerinde kartonpiyer ve tadilat işlerinde çalışmakta olduğunu, sigorta şirketine yapılan başvuru neticesinde 101.135,00 TL ödeme yapıldığını beyanla fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; iddia, savunma, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davacı … yönünden maddi tazminat talebini içerir davanın kabulü ile
45.155,41 TL maddi tazminatın davalı … şirketinden poliçe limitiyle ve temerrüt tarihi olan 10.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili ile davacı …’na verilmesine, davacı … yönünden maddi tazminat talebini içerir davanın kabulü ile 760,40 TL maddi tazminatın davalı … şirketinden poliçe limitiyle ve temerrüt tarihi olan 10.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili ile davacı …’na verilmesine, davacı … yönünden maddi tazminat talebini içerir davanın kabulü ile 1.784,45 TL maddi tazminatın davalı … şirketinden poliçe limitiyle ve temerrüt tarihi olan 10.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili ile davacı …’na verilmesine, davacı … yönünden maddi tazminat talebini içerir davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 15,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacılardan alınmasına 05.02.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ AKDİNİN FESHİ- PETROL İSTASYONUNDA ÇALIŞAN İŞÇİNİN ARACA DİZEL YAKIT DOLDURMASI GEREKİRKEN BENZİN DOLDURMAK SURETİYLE İŞVERENİ ZARARA UĞRATMASI

T.C.
Yargıtay
7. Hukuk Dairesi

Esas No:2014/14659
Karar No:2014/23280

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2-Taraflar arasında iş sözleşmesinin işverence feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığı konusunda uyuşmazlık vardır.
Davacı, işveren tarafından ibraname imzalatılmak istendiğini imzalamadığı için işten kovulduğunu bu nedenle hak etmiş olduğu kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı ise davacının kendisinin işten ayrıldığını, kendisine işe geri dönmesi çağrısını içeren ihtarname keşide edildiğini, davacının benzin istasyonuna gelen müşterilerin aracına dizel yakıt doldurması gerekirken benzin doldurması nedeniyle araç sahibinin ve işverenin zarara uğradığını buna ilişkin tutanak tutulduğunu, bu zarar nedeniyle şirket tarafından ödenen tutarın takas ve mahsubuna karar verilmesi gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, yanlış yakıt yüklemesi olayından sonra davacının iş akdinin davalı işveren tarafından sona erdirildiği, davalı işverence davacının devamsızlık yapmak suretiyle eylemli olarak iş akdini feshettiğine ilişkin iddianın ispat edilemediği, yanlış yakıt yüklemesi sebebiyle davacının işten çıkarıldığı ileri sürülmüşse de İş Kanunun 26. maddesinde belirtilen süre geçtikten sonra işçinin çıkışının verildiği, sonuç olarak iş akdinin haklı nedenle feshedildiği iddiasının davalı tarafça ispat edilemediği kanaatine varılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davacı, iş sözleşmesinin 21.08.2011 tarihinde haksız olarak feshedildiğini iddia etmiştir. Davalı işveren ise her ne kadar kendilerinin iş sözleşmesini feshettiğini iddia etmemiş ise de dosya içeriği ve tanık beyanları doğrultusunda davacının iş sözleşmesinin 21.08.2011 tarihinde İş yerinde meydana gelen 17.08.2011 tarihindeki olay nedeniyle fesih edildiği anlaşılmaktadır. 17.08.2011 tarihli olaya gelince; davacı pompacı olarak çalışırken dizel araca yanlış yakıt yüklemesi sebebiyle işvereni zarara uğratmış ve bilirkişice yapılan hesaplama sonucunda davacının kusur oranına göre işverene vermiş olduğu zararın 3.361,06 TL olduğu tespit edilmiştir. 4857 sayılı Yasanın 25/2-ı bendine göre bu miktar davacının 30 günlük ücretini aştığı için işveren feshi haklı nedene dayanmaktadır. İşverenin daha sonra işçiye ihtarname göndermek suretiyle “gel işe başla“ demesi yeni bir akde icap niteliğindedir ve sonuca etkili değildir. İş sözleşmesinin feshinin işverence haklı nedene dayandığı anlaşılmakla işçinin kıdem ve ihbar tazminatı hakkı bulunmamaktadır.
Mahkemece davacının kıdem ve ihbar tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme sonucunda kıdem ve ihbar tazminatı alacağı talebinin kabulüne karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ:Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 25.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ASİLE YAPILAN TEBLİGAT İTİRAZ SÜRESİ İÇİNDE VEKİLE ULAŞMIŞ İSE ÖDEME EMRİNİN İPTALİNE KARAR VERİLEMEZ.

T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ

Esas: 2003/14925
Karar: 2003/18837
Karar Tarihi: 30.09.2003

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı merci kararının müddeti içinde temyizen tetkiki Alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

Karar: HUMK.nun 62, 68. Avukatlık Kanununun 41 ve 7201 Sayılı Tebligat Kanununun 11. maddelerine göre vekille takip edilen işlerde, tebliğatın vekile yapılması gerekir ise de; asile yapılan tebliğat itiraz süresi içinde vekile ulaşmış, vekilde İİK.nun 33. maddesinde yazılı yedi günlük itiraz süresi içinde mercie müracaat ederek itiraz nedenlerini de bildirmiş olmasına rağmen vekile tebliğat yapılmadığından bahisle icra emrinin iptaline karar verilmesi doğru değildir. O halde mercice borçlu vekilinin esasa ilişkin itirazlarının incelenerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç: Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile merci kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 30.09.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.

BİLİRKİŞİ RAPORLARI ARASINDAKİ ÇELİŞKİ GİDERİLMEDEN HÜKÜM KURULMASI

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

Esas No:2009/2269
Karar No:2010/369
K. Tarihi:10.2.2006

Davacı Maliye Hazinesi vekili tarafından, davalı Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı aleyhine 10.02.2006 gününde verilen dilekçe ile rücuen tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 29.1 1.2007 günlü kararın Yargıtay’ca kanun yararına incelenmesi Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Davacı İdare, dava dışı kişilerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurarak; davalı tarafından yapılan kamulaştırma işleminden sonra verilen kamulaştırma bedelinin arttırılmasına ilişkin yargı kararının geç yerine getirildiğini, bu dönemde Devlet borçlarına ödenen yasal faiz, ülkede gerçekleşen enflasyon oranının altında kaldığından mülkiyet hakkının ihlal edildiğini iddia ettikleri; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nce bu başvuru kabul edilerek başvuranlara 87.000 Euro ödenmesine karar verildiğini, bu paranın 149.066 TL. olarak Dışişleri Bakanlığı bütçesinden karşılandığını; davalının, kamulaştırma artırım bedelini geç ödeyerek Hazine zararına yol açtığını belirterek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı gereğince ödenen bedelin davalıdan rücu yolu ile alınmasını istemiştir.

Davalı Belediye ise, bütçesinin sınırlı olduğunu, ödemenin taksitlendi-rilmesinin bütçe gereği olduğunu, ödenen faizin de yasal faiz olduğunu, olayda kusuru bulunmadığını ileri sürerek istemin reddedilmesi gerektiğini savunmuştur.

Yerel mahkemece hakem sıfatıyla yapılan yargılama sonunda;

17.12.2006 günlü bilirkişi raporu benimsenerek istemin bir bölümü kabul edilmiş; tarafların itirazı da reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı; birbiriyle çelişen iki farklı bilirkişi raporu olduğu halde çelişki giderilmeden birinci bilirkişi raporuna göre karar verildiğini, kararda bu rapora neden üstünlük tanındığının belirtilmediğini, ikinci rapordan hiç söz edilmediğini, kararın gerekçeli olmadığını ve bu durumun Anayasa’nın 141. maddesi ile Hukuk Usulu Muhakemeleri Yasası’nın 388. maddesine aykırı olduğunu ileri sürerek hakem kararının yasa yararına bozulmasını istemiştir.

Dairemizce yasa yararına bozma istemi ile sınırlı olarak inceleme yapılmıştır.

Anayasa’nın 141/3. maddesi gereğince; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” Hukuk Usulu Muhakemeleri Yasası’nın 388/3. maddesi gereğince de yargı kararında; tarafın sav ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları olgular, çekişmeli konular hakkında toplanan kanıtlar ile kanıtların tartışılarak kabul etmeme ve üstün tutulma nedenleri, uyuşmazlık bulunmayan olaylar ile bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki nedenler açık, kuşku ve duraksama uyandırmayacak biçimde gösterilmesi gereklidir.

Yerel mahkemece, dava konusu olaya ilişkin olarak birbiri ile çelişen iki ayrı bilirkişi raporu alınmıştır. Raporlar arasındaki bu çelişki giderilmeden ilk bilirkişi raporuna göre karar verilmiş; ancak, ikinci rapora neden değer verilmediği, ilk rapora neden üstünlük tanındığı belirtilmemiştir.

Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilmeyerek, yazılı biçimde karar verilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yasa yararına bozma işlemi yerinde olup kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (2) sayılı bentte göster ilen nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yasa yararına bozma isteminin kabulü ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nın 427. maddesi uyarınca sonuca etkili olmamak koşulu ile kararın BOZULMASINA, gereği yapılmak üzere karann bir örneği ile dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 21.01.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KREDİ KARTINDAN DOĞAN ASIL ALACAK VE FER’İLERİ TOPLAMININ ÜST SINIR İPOTEK LİMİTİ İÇERİSİNDE KALMASI KOŞULUYLA İPOTEK TEMİNATI KAPSAMINDA BULUNDUĞU ŞİKAYETİN KABULÜ GEREKTİĞİ

T.C.
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/5836
K. 2014/5652
T. 16.9.2014

DAVA : Taraflar arasındaki sıra cetveline şikayetin yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı şikayetin reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde şikayetçi vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR : Şikayetçi vekili, Adana 4. İcra Müdürlüğü’nün borçlusu şikayet olunan Ü. A. olan 2012/8417 Esas sayılı takip dosyasında düzenlenen 26.6.2013 tarihli sıra cetveline esas taşınmazda müvekkilinin 300.000,00 TL limitli ipoteği olduğunu, kredi borcunun ödenmemesi üzerine borçlu aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlattıklarını, taşınmazın 167.000,00 TL’ye satıldığını, ipotek bedelinin ödenmesinden sonra bakiyenin yine aynı borçlu aleyhine genel haciz yoluyla başlattıkları 2012/12796 Esas sayılı takip dosyasına ödenmesi yolundaki taleplerinin reddiyle bakiye için düzenlenen sıra cetvelinde sadece diğer şikayet olunanlara pay ayrılmasının yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek, sıra cetvelinin iptalini talep ve ŞİKAYET ETMİŞTİR.

Şikayet olunan Ü. A., şikayete CEVAP VERMEMİŞTİR.

Diğer şikayet olunanlar vekilleri, şikayetçinin genel haciz yoluyla yaptığı takipte konulmuş bir haczi olmadığını, ipoteğe konu alacağını aldığını, sıra cetvelindeki paylaştırmanın yasaya uygun olduğunu savunarak, şikayetin REDDİNİ İSTEMİŞLERDİR.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; şikayetçinin genel haciz yoluyla yaptığı icra takibinde bedeli paylaşıma konu taşınmazın kaydına haciz konulmadığı, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla yaptığı takipte ipotek bedelinin ödenmiş olması ve şikayet olunanların taşınmaz üzerindeki hacizlerine göre sıra cetvelinin yasaya uygun olduğu, şikayet eden bankayla kredi borçlusu arasında düzenlenen sözleşme hükmünün tahsil edilen paranın kendisine öncelikli ödenmesini gerektirmeyeceği gerekçesiyle, şikayetin reddine KARAR VERİLMİŞTİR.
Kararı, şikayetçi vekili TEMYİZ ETMİŞTİR.

Şikayet, sıra cetvelinde sıraya ilişkindir

Adana 2. İcra Müdürlüğü’nün 2012/9966 Sayılı dosyasında, alacaklı, Yapı Ve Kredi Bankası A.Ş vekili tarafından ferileriyle birlikte 106.057,19 TL ‘nın tahsili istemiyle borçlu Ü. A. aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takip başlatılmış, icra emri 12.10.2012 tarihinde tebliğ edilmiş, ipotekli taşınmaz Erdemli İcra Müdürlüğü’nün 2012/1105 Tal. sayılı dosyasında 167.000,00 TL’ye ihale edilmiş, ipotek alacaklısına 131.455,40 TL ödeme yapılmış, kalan 30.735,00 TL, sıra cetveli yapılmak üzere Adana 4. İcra Müdürlüğünün 2012/8417 Sayılı dosyasına aktarılmış, düzenlenen sıra cetveli şikayete konu edilmiştir.

Şikayetçi Bankanın alacağının dayanağını oluşturan 23.6.2010 tarih ve 9833 yevmiye numaralı ipotek akit tablosunda “taraflar arasındaki anlaşmaya göre Bankalar Kanunu’nun izin verdiği konularda Yapı ve Kredi Bankası A.Ş.’nin gerek yurt içinde gerekse yurtdışındaki tüm şubeleri tarafından adı geçen lehine açılmış ve açılacak konut finansmanı kredileri, tüketici kredileri ve her türlü krediler sebebiyle adı geçenin alacaklı bankaya doğmuş ve doğacak tüm borçlarından 300.000,00 TL’sına kadar olan kısmı ile bu meblağa ilaveten ve ayrıca bu borçlarla ilgili olarak taahhütnamelerde belirtilen akdi faizlerle temerrüd faizlerini ve bunların gider vergilerini, komisyonlarla kredi sözleşmelerinden doğan her türlü masrafları, icra takip ve yargılama giderlerini, yasal avukatlık ücretini ve bunun gider vergisinin tahsilini teminen aşağıda dökümü bulunan taşınmaz malımızı, müştemilatı, mütemmim cüzüyle halen mevcut ve ileride olabilecek teferruatları da kapsayacak şekilde bankaya teminat olarak 1. derecede (boş ve serbest dereceden istifade kaydıyla) ve fekki bankadan bildirilinceye kadar ipotek etmeyi kabul ediyorum. İpoteğin boş ve serbest kalan dereceye çıkartılması işleminin kabul edilen şart gereğince yazılı beyan ve talebe gerek olmaksızın re’sen yapılmasını kabul ederim “şerhiyle İPOTEK KONULMUŞTUR.

Öncelikle, ipotek kavramı üzerinde durulması ve kesin borç (anapara) ipoteği ile üst limit (maksimal) ipoteği arasındaki ayrımın ortaya KONULMASI GEREKMEKTEDİR.

İpotekle sağlanan amaç alacağa TEMİNAT SAĞLAMAKTIR. İpotek, rehni verenle alacaklı arasında yapılacak resmi senede dayanır. Rehin hakkı, ayni hak olarak bu senede dayanılarak tapu kütüğüne yapılacak tescille doğar. Doğmuş bir alacağı teminat altına almak için kurulan ipotek kesin BORÇ İPOTEĞİDİR. İlerde doğacak ve doğması muhtemel alacaklar için kurulan ipotek ise üst LİMİT İPOTEĞİDİR.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 881/1. maddesi hükmüne göre; “Halen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacak, ipotekle güvence altına alınabilir.” Aynı Kanun’un 851/1. maddesi gereğince, ” Taşınmaz rehni, miktarı Türk parasıyla gösterilen belli bir alacak için kurulabilir. Alacağın miktarının belli olmaması halinde, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sınır taraflarca belirtilir.”

Kesin borç ve üst sınır ipoteği ayrımı, ipotekle alacak arasındaki ilişkinin yoğunluğu esas alınmak SURETİYLE YAPILMIŞTIR. İpotek tesis edilirken alacağın miktarının belirli ve borcun mevcut olması kaydıyla ipotek miktarı dışında faiz ve takip giderlerinin de rehin teminatından yararlanacağının öngörülmüş olması halinde, tarafların anapara ipoteği kurmak istedikleri kabul edilebilir. Rehin sözleşmesinde ipoteğin alacağa bağlı olarak limitli tesis edildiği hallerde üst sınır ipoteği olduğu KABUL EDİLMELİDİR. İpoteğin kesin borç veya üst sınır ipoteği olması yapılacak takibin türü bakımından ÖNEM TAŞIMAKTADIR.

Kesin borç ipoteğinde temel ilişkiden(borç ilişkisinden) doğan bir alacak teminat ALTINA ALINMAKTADIR. Temel borç ilişkisinin geçersiz olması sebebiyle alacak doğmamışsa yapılan tescil görünürde alacaklı lehine bir rehin hakkı doğurmaz. Rehin sözleşmesinde temel borç ilişkisinin gösterilmesi geçerlilik şartı olmamakla beraber hangi alacak için rehin kurulduğunun ispatını kolaylaştırır. Paraya çevirme anında geçerli bir alacağın varlığı rehin hakkının kullanılması İÇİN ZORUNLUDUR. Alacak mevcut değilse, tescil edilmiş ipotek alacaklı için güvence oluşturmaz. Bu halde hakkın kullanılmasında ipoteğin alacağa BAĞLILIĞI MUTLAKTIR.

Üst sınır ipoteği, ileride doğacak veya doğması muhtemel olan bir alacağın teminatı olarak tesis edildiği için bu belirsizliğin ileride getireceği sorunları önlemek amacıyla taşınmazın bu belirsiz borca azami ne miktar için teminat teşkil edeceği ipotek akit tablosunda bir limitle belirlenir. İşte bu nedenledir ki ileride vücut bulacak ana borç ile buna eklenecek faiz, icra takip giderleriyle yanlarca kararlaştırılan diğer ferileri, yani TMK.nun 875. maddesinde belirtilen ve ipotekle teminat altına alınan toplam borç miktarı, bu tür ipotekte tarafların ipotek tesis edilirken rızalarıyla tespit edilen bu limiti aşması MÜMKÜN DEĞİLDİR. Bu özellik üst sınır ipoteğini kesin borç ipoteğinden ayıran önemli bir UNSUR OLMAKTADIR. Zira, kesin borç ipoteğinde ipotek akit tablosunda belirtilen ana alacaktan başka TMK.nun 875. maddesi uyarınca takip giderleriyle faiz ve diğer fer’ileri de teminat KAPSAMINA GİRMEKTEDİR. Üst sınır ipoteğindeki bu ana ilke başlangıçta belirli olmayan bir borca giren ve taşınmazında alacaklı lehine ipotek tesis ettiren borçlu veya borçlu lehine ipotek veren üçüncü kişiler bakımından önem taşıdığı gibi tapu sicilinde kayıtlı ipotek limitine itibar ederek aynı taşınmazda alacakları için ipotek tesis ettirecek üçüncü kişiler yönünden de tapu sicilindeki kayda itibar edilmesi bakımından büyük bir ÖNEM TAŞIMAKTADIR. (YHGK’nın 22.2.2012 tarih ve 12-778 E., 94 K. sayılı ilamı BU YÖNDEDİR.)

Somut olayda, ipotek akit tablosundaki açıklamalardan ipotek işleminin doğmuş ve doğacak tüm borçlar için limit belirtilmek suretiyle üst sınır ipoteği olarak tesis EDİLDİĞİ ANLAŞILMAKTADIR. İpotek akit tablosunda limit miktarı saptandıktan sonra, “bu meblağa ilaveten ve ayrıca” ibareleriyle ipoteğin kapsamını genişleten kayıtların eklenmesinin, üst sınır ipoteği olarak tesis edilen ipoteğin türünü anapara ipoteğine dönüştürmesi MÜMKÜN DEĞİLDİR. Zira, TMK’nın emredici nitelikteki 851, 881, 875 ve 876. maddeleri hükümlerini bertaraf etmeye yönelik bu kayıtların hukuki sonuç doğurmaları kabul edilemez. (YHGK’nın 24.5.1989 tarih ve 111-294 E., 378 K. sayılı ilamı BU YÖNDEDİR.) Bu husus, üst sınır ipoteği yönünden kamu düzenine dair olup, süresiz şikayete tabidir ve icra mahkemesince kendiliğinden NAZARA ALINMALIDIR. “İpotek kesin borç ipoteği ise, itiraz, süresi içinde olmadığından süre yönünden reddi, üst sınır ipoteği ise kamu düzeniyle ilgisi olması sebebiyle itiraz ve şikayetin süreye bağlı olmadan incelenmesi gerekir” 12.HD. 4.5.1992, 11390 E, 6000 K. (Kuru, İcra, C.3, s.2427 dn95d). Diğer anlatımla, bu ve 12. HD. 26.11.1999, 13828/15115; 12.HD. 9.11.1999, 13025/13863; 12. HD. 1.11.1999, 13412/13233; 12.HD. 22.10.1999, 11726/12747; 12.HD. 22.5.1997, 5095/5972 Sayılı ilamlarında, borçlunun 7 gün içinde ödeme emrine itiraz etmemiş olması halinde dahi, icra dairesinin, sıra cetvelini düzenlerken, takibin alacağın tamamı üzerinden kesinleşmiş olmasına rağmen, sıra cetvelinde takip alacaklısının alacağını yalnız, ipotek limiti içinde kalan miktar kadar nazara alınması gerektiğine KARAR VERİLMİŞTİR. “Azami limitli ipoteklerde MK.nın 790. maddesinin hükümleri geniş anlamda uygulanamaz ve ipotek veren 3. şahısların sorumlulukları azami ipotek miktarıyla sınırlı olur. Teminat ipoteği veren üçüncü kişinin takibe itiraz etmemesi halinde dahi, başka alacaklıların menfaatlerinin muhtel olabileceği durumlarda derece kararının tanzimi sırasında azami limit miktarının nazara alınması gerekir”. 12.HD.10.3.1987, 648/3326 (Uyar, Rehnin Paraya Çevrilmesi, s.296). Kuru ise icra memurunun bu tür bir yetkisi olmadığı, buna sıra cetveline karşı itiraz biçiminde varsa diğer alacaklıların itiraz EDEBİLECEĞİ GÖRÜŞÜNDEDİR. (Age. sh. 2431) İİK.m.45 gibi üst sınır ipoteğinin kapsamını icra memuru kendiliğinden NAZARA ALABİLMELİDİR. Bu maddi hukuk bakımından bir araştırmayı da gerektirmemekte, takip talebine eklenen resmi SENETTEN ANLAŞILABİLMEKTEDİR. Nitekim kambiyo senetlerine özgü takipte de icra memuru bu senedin kambiyo senedi olup OLMADIĞINI ARAŞTIRMAKTADIR.(Prof. Dr. H. Pekcanıtez, Bankacılar Dergisi, 33. Sayı, 2000 yılı, sh 50). Diğer yandan, üst sınır ipoteğinde limit fazlası alacak için alacaklı tarafından ayrıca takip yapılarak haciz konulmadığı sürece, üst sınır limitinden fazla pay ayrılamaz. Diğer anlatımla, üst sınırı aşan alacaklar, teminattan faydalanmazlar ve adi alacak olarak kalırlar. (YARGITAY 19. H.D.’nin 29.3.2001 tarih ve 1115 E., 2301 K; 14.2.2002 tarih ve 7426 E., 1131 K. sayılı sayılı ilamları BU YÖNDEDİR. Ayrıca Bkz. Prof. Dr. B. Kuru, İcra ve İflas Hukuku, El Kitabı, 2. Baskı, 2013, sh. 988) Mahkemenin gerekçesi, üst sınır ipoteğinde limit fazlası alacak miktarı için doğru bir gerekçe ise de, YARGITAY 19. H.D.’nin 10.11.2005 tarih ve 5720 E., 11011 K; 27.1.2006 tarih ve 9141 E., 581 K. sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere, üst sınır ipotek limitine kadar olan alacak ve fer’ileri toplamı için ayrı bir takibe ve hacze GEREK BULUNMAMAKTADIR.

Yukarıda özetlenen ipotek akit tablosu uyarınca, şikayetçi bankanın Adana 3. İcra Müdürlüğü’nün 2012/12796 Esas sayılı dosyasına konu kredi kartından doğan asıl alacak ve fer’ileri toplamının üst sınır ipotek limiti içerisinde kalması koşuluyla ipotek teminatı kapsamında bulunduğu anlaşıldığından; Mahkemece, şikayetçi bankanın üst sınır ipotek limiti dahilinde kalan asıl alacakları ve fer’ileri toplamı için ayrı bir icra takibi yapıp haciz koydurmasına gerek kalmaksızın, alacağının ilk sırada ödenmesinin mümkün bulunduğunun kabulüyle borçlunun kredi kartı borcu ve fer’ileri toplamı bilirkişiye hesaplattırılıp, üst sınır ipotek limiti kapsamında kalan asıl alacak ve fer’ileri toplamı yönünden şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeyle yazılı olduğu şekilde karar verilmesi DOĞRU OLMAMIŞTIR.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, şikayetçi vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün şikayetçi yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16.9.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ALACAĞININ ÜST SINIR İPOTEĞİ KAPSAMINDA KALDIĞI İDDİASI- SIRA CETVELİNİN İPTALİ ŞİKAYETİ- İCRA MAHKEMESİNİN GÖREVLİ OLMASI

T.C.
YARGITAY
23.HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2015/2344
KARAR:2015/6488
TARİH:12.10.2015

ÖZET : Şikayet, şikayetçi bankanın kredi kartı ve bireysel krediden kaynaklanan alacağının üst sınır ipoteği kapsamında kaldığı iddiasıyla sıra cetvelinin iptaline ilişkindir. İpoteğin bir üst limit ipoteği olup olmadığını belirlemek İcra Mahkemesi’nin görevine girmektedir. Diğer anlatımla şikayetçinin, kendisine ipotek limitinden daha az pay ayrıldığı iddiasına dayalı bu itirazı üzerine, mahkemece ipoteğin kapsamının incelenmesi gerekeceğinden bu itiraz, alacağın doğumuna ve miktarına değil, sıraya yönelik olup, icra mahkemesi görevlidir. Bu nedenlerle, mahkemece şikayet olunanın görev itirazı hususunda herhangi bir karar verilmemiş ise de, görevli olduğunun kabulü ile uyuşmazlığın esasının incelenmesi doğru olmuştur.

DAVA : Taraflar arasındaki sıra cetveline şikayetin yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı şikayetin kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde şikayet olunan vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Şikayetçi vekili, şikayet dışı borçlu H. D. hakkında İzmir 8. İcra Müdürlüğü’nün 2014/7233 Esas sayılı dosyası üzerinden başlatılan takip nedeniyle borçlu adına kayıtlı ipotekli taşınmazın, alacağa mahsuben 10.12.2014 tarihinde üçüncü şahıs G. G.’e satıldığını, ihalenin kesinleşmesi üzerine satış bedelinden gerekli yasal kesintiler yapıldıktan sonra kalan miktarın dağıtılması için İzmir 8. İcra Müdürlüğü’nce 25.12.2014 tarihinde sıra cetveli düzenlendiğini, bu sıra cetvelinde 1. sıra ipotek alacaklısı olmaları nedeniyle taraflarına takibe konu alacak miktarı kadar pay ayrıldığını, oysaki borçlunun takibe konu konut finansman kredisi dışında ve fakat ipotek limiti dahilinde 56.183,00 TL daha borcu bulunduğunu, icra müdürlüğünce limit ipoteği dahilindeki bu alacak için takip yapılmadığı gerekçesi ile taraflarına pay ayrılmadığını, alacağını ipotek limiti dahilinde olması nedeniyle satış bedelinden pay ayrılması için ayrıca takip yapılmasına gerek olmadığını, taşınmaz üzerinde müvekkil banka lehine 1. derece limit ipoteği bulunduğunu, bu nedenle 25.12.2014 günlü sıra cetvelinin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek, sıra cetvelinin iptali ile yeniden sıra cetveli düzenlenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Şikayet olunan vekili, şikayetçinin, alacaklarının sıra cetvelinde hiç yer almadığı iddiasıyla sıra cetvelinin iptalini talep ettiğini, bu nedenle genel mahkemelerin görevli olduğunu, kredi kartlarından ve bireysel kredilerden doğan bu alacakları için icra takibi yapılmadığından bu alacakların sıra cetvelinde yer almamasının yasalara uygun olduğunu, şikayetin haksız olduğunu savunarak, şikayetin reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; şikayetçi tarafça şikayet dışı borçlu H. D. hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip başlatıldığı, takibin kesinleşmesi üzerine borçlu adına kayıtlı taşınmazın 10.12.2014 tarihinde açık arttırma yoluyla satıldığı, icra müdürlüğünce şatış bedelinin şikayetçi ipotek alacaklısı ile şikayet olunan vergi dairesi arasında paylaştırıldığı, takibe dayanak 08.10.2010 tarih 16724 yevmiye sayılı ipotek akit tablosu incelendiğinde söz konusu ipoteğin 190.000,00 TL bedelli ve üst sınır ipoteği olduğu, takip konusu alacak miktarının 41.465,14 TL olduğu, satış tarihi itibariyle alacak miktarının 53.425,42 TL ‘ye ulaştığı, söz konusu satış bedelinden kalan miktarın ise yani paylaşıma konu miktarın ise 130.746,00 TL olduğu, bu miktarın 53.425,42 TL’sinin şikayetçi ipotek alacaklısına, kalan 77.302,58 TL’sinin ise 2. sırada haczi bulunan şikayet olunana ödenmesine karar verildiği, üst sınır ipoteğinde limit dahilinde şikayetçi bankanın kalan asıl alacakları ve fer’ileri toplamı için ayrı bir icra takibi yapıp haciz koydurmasına gerek kalmaksızın alacağının ilk sırada ödenmesinin mümkün bulunduğu, bu nedenle icra müdürlüğünün 25.12.2014 günlü sıra cetvelindeki gerekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle, şikayetin kabulü ile sıra cetvelinin iptaline karar verilmiştir.

Kararı, şikayet olunan vekili temyiz etmiştir.

Şikayet, şikayetçi bankanın kredi kartı ve bireysel krediden kaynaklanan alacağının üst sınır ipoteği kapsammda kaldığı iddiasıyla sıra cetvelinin iptaline ilişkindir.

Borçluya ait mahcuz satış bedelinin bütün alacaklıların alacağını karşılamaması halinde düzenlenecek sıra cetveline itiraz, alacağın; esas ve miktarına ya da bununla birlikte sıraya yönelikse dava yoluyla genel mahkemede ( İİK’nın m. 142/1 ), itiraz sadece sıraya yönelikse şikayet yoluyla icra mahkemesinde ( İİK’nın m. 142 /son ) ileri sürülmelidir.

Dairemizin 16.09.2014 tarih ve 5836 E., 5652 K; 10.12.2014 tarih ve 10197 E., 8047K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere;

Öncelikle, ipotek kavramı üzerinde durulması ve kesin borç ( anapara ) ipoteği ile üst limit ( maksimal ) ipoteği arasındaki ayrımın ortaya konulması gerekmektedir.

İpotek ile sağlanan amaç alacağa teminat sağlamaktır. İpotek, rehni verenle alacaklı arasında yapılacak resmi senede dayanır. Rehin hakkı, ayni hak olarak bu senede dayanılarak tapu kütüğüne yapılacak tescille doğar. Doğmuş bir alacağı teminat altına almak için kurulan ipotek kesin borç ipoteğidir. İlerde doğacak ve doğması muhtemel alacaklar için kurulan ipotek ise üst limit ipoteğidir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 881/1. maddesi hükmüne göre; “Halen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacak, ipotekle güvence altma alınabilir.” Aynı Kanun’un 851/1. maddesi gereğince, ” Taşınmaz rehni, miktarı Türk parası ile gösterilen belli bir alacak için kurulabilir. Alacağın miktarının belli olmaması ; halinde, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sımr taraflarca belirtilir.”

Kesin borç ve üst sınır ipoteği ayrımı, ipotekle alacak arasındaki ilişkinin yoğunluğu esas alınmak suretiyle yapılmıştır. İpotek tesis edilirken alacağın miktarının belirli ve borcun mevcut olması kaydıyla ipotek miktarı dışındaki faiz ve takip giderlerinin de rehin teminatından yararlanacağının öngörülmüş olması halinde, tarafların anapara ipoteği kurmak istedikleri kabul edilebilir. Rehin sözleşmesinde ipoteğin alacağa bağlı olarak limitli tesis edildiği hallerde üst sınır ipoteği olduğu kabul edilmelidir. İpoteğin kesin borç veya üst sınır ipoteği olması yapılacak takibin türü bakımından önem taşımaktadır.

Kesin borç ipoteğinde temel ilişkiden ( borç ilişkisinden ) doğan bir alacak teminat altına alınmaktadır. Temel borç ilişkisinin geçersiz olması nedeniyle alacak doğmamışsa yapılan tescil görünürde alacaklı lehine bir rehin hakkı doğurmaz. Rehin sözleşmesinde temel borç ilişkisinin gösterilmesi geçerlilik şartı olmamakla beraber hangi alacak için rehin kurulduğunun ispatını kolaylaştırır. Paraya çevirme anında geçerli bir alacağın varlığı rehin hakkının kullanılması için zorunludur. Alacak mevcut değilse, tescil edilmiş ipotek alacaklı için güvence oluşturmaz. Bu halde hakkın kullanılmasında ipoteğin alacağa bağlılığı mutlaktır.

Üst sınır ipoteği, ileride doğacak veya doğması muhtemel olan bir alacağın teminatı olarak tesis edildiği için bu belirsizliğin ileride getireceği sorunları önlemek amacıyla taşınmazın bu belirsiz borca azami ne miktar için teminat teşkil edeceği ipotek akit tablosunda bir limitle belirlenir. İşte bu nedenledir ki ileride vücut bulacak ana borç ile buna eklenecek faiz, icra takip giderleri ile yanlarca kararlaştırılan diğer fer’ileri, yani TMK’nın 875. maddesinde belirtilen ve ipotekle teminat altına alınan toplam borç miktarı, bu tür ipotekte tarafların ipotek tesis edilirken rızaları ile tespit edilen bu limiti aşması mümkün değildir. Bu özellik üst sınır ipoteğini kesin borç ipoteğinden ayıran önemli bir unsur olmaktadır. Zira, kesin borç ipoteğinde ipotek akit tablosunda belirtilen ana alacaktan başka TMK’nın 875. maddesi uyarınca takip giderleri ile faiz ve diğer fer’ileri de teminat kapsamına girmektedir. Üst sınır ipoteğindeki bu ana ilke başlangıçta belirli olmayan bir borca giren ve taşınmazında alacaklı lehine ipotek tesis ettiren borçlu veya borçlu lehine ipotek veren üçüncü kişiler bakımından önem taşıdığı gibi tapu sicilinde kayıtlı ipotek limitine itibar ederek aynı taşınmazda alacakları için ipotek tesis ettirecek üçüncü kişiler yönünden de tapu sicilindeki kayda itibar edilmesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. ( YHGK’nm 22.02.2012 tarih ve 12-778 E., 94 K, sayılı ilamı bu yöndedir. )

İpotek akit tablosunda limit miktarı saptandıktan sonra, “bu meblağa ilaveten ve ayrıca” ibareleri ile ipoteğin kapsamını genişleten kayıtların eklenmesinin, üst sınır ipoteği olarak tesis edilen ipoteğin türünü anapara ipoteğine dönüştürmesi mümkün değildir.

Zira, TMK’nın emredici nitelikteki 851, 881, 875 ve 876. maddeleri hükümlerini bertaraf etmeye yönelik bu kayıtların hukuki sonuç doğurmaları kabul edilemez. ( YHGK’nın 24.05.1989 tarih ve 111-294 E., 378 K. sayılı ilamı bu yöndedir. ) Bu husus, üst sınır ipoteği yönünden kamu düzenine ilişkin olup, süresiz şikayete tabidir ve icra mahkemesince kendiliğinden nazara alınmalıdır. “İpotek kesin borç ipoteği ise, itiraz, süresi içinde olmadığından süre yönünden reddi, üst sınır ipoteği ise kamu düzeni ile ilgisi olması nedeni ile itiraz ve şikayetin süreye bağlı olmadan incelenmesi gerekir.” 12.HD. 04.05.1992, 11390 E, 6000 K. ( Kuru, İcra, C.3, s.2427 dn95d ). Diğer anlatımla, bu ve 12. HD. 26.11.1999, 13828/15115; 12.HD. 09.11.1999, 13025/13863; 12. HD. 01.11.1999, 13412/13233; 12.HD. 22.10.1999, 11726/12747; 12.HD, 22.05.1997, 5095/5972 sayılı ilamlarında, borçlunun 7 gün içinde ödeme emrine itiraz etmemiş olması halinde dahi, icra dairesinin, sıra cetvelini düzenlerken, takibin alacağın tamamı üzerinden kesinleşmiş olmasına rağmen, sıra cetvelinde takip alacaklısının alacağını yalnız, ipotek limiti içinde kalan miktar kadar nazara alınması gerektiğine karar verilmiştir. “Azami limitli ipoteklerde MK.nın 790. maddesinin hükümleri geniş anlamda uygulanamaz ve ipotek veren üçüncü şahısların sorumlulukları azami ipotek miktarı ile sınırlı olur. Teminat ipoteği veren üçüncü kişinin takibe itiraz etmemesi halinde dahi, başka alacaklıların menfaatlerinin muhtel olabileceği durumlarda derece kararının tanzimi sırasında azami limit miktarının nazara alınması gerekir”. 12.HD.10.03.1987, 648/3326 ( Uyar, Rehnin Paraya Çevrilmesi, s.296 ). Kuru ise icra memurunun bu tür bir yetkisi olmadığı, buna sıra cetveline karşı itiraz biçiminde varsa diğer alacaklıların itiraz edebileceği görüşündedir. ( Age. sh. 2431 ) İÎK.m.45 gibi üst sınır ipoteğinin kapsamını icra memuru kendiliğinden; nazara alabilmelidir. Bu maddi hukuk bakımından bir araştırmayı da gerektirmemekte, takip talebine eklenen resmi senetten anlaşılabilmektedir. Nitekim kambiyo senetlerine özgü takipte de İcra memuru bu senedin kambiyo senedi olup olmadığım araştırmaktadır. ( Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Bankacılar Dergisi, 33. Sayı, 2000 yılı, sh 50 ).

Öte yandan, üst sınır ipoteğinde limit fazlası alacak için alacaklı tarafından ayrıca takip yapılarak haciz konulmadığı sürece, üst sınır limitinden fazla pay ayrılamaz. Diğer anlatımla, üst sınırı aşan alacaklar, teminattan faydalanmazlar ve adi alacak olarak kalırlar. ( Yargıtay 19. H.D.’nin 29.03.2001 tarih ve 1115 E., 2301 K; 14.02.2002 tarih ve 7426 E., 1131 K. sayılı sayılı ilamları bu yöndedir. Ayrıca; Bkz. Prof. Dr. Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku, El Kitabı, 2. Baskı, 2013, sh. 988 ) Yargıtay 19. H.D.’nin 10.11.2005 tarih ve 5720 E., 11011 K; 27.01.2006 tarih ve 9141 E., 581 K. sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere, üst sımr ipotek limitine kadar olan alacak ve fer’ileri toplamı için ayrı bir takibe ve hacze gerek bulunmamaktadır.

Somut olayda, şikayetçi tarafın üst sınır ipoteği limiti kapsamında kendisine pay ayrılmadığına dair istemi, icra müdürünün paylaştırma yapılırken alacağın hesaplanmasına ilişkin takip hukuku kurallarını yanlış uygulamasına yönelik olup; şikayet olunan alacağının hiç ya da gösterilen miktarda bulunmadığına yönelik olmadığından, itiraz alacağın doğumuna ve esasına yönelik değildir. İpoteğin bir üst limit ipoteği olup olmadığını belirlemek İcra Mahkemesi’nin görevine girmektedir. Diğer anlatımla şikayetçinin, kendisine ipotek limitinden daha az pay ayrıldığı iddiasına dayalı bu itirazı üzerine, mahkemece ipoteğin kapsamının incelenmesi gerekeceğinden bu itiraz, alacağın doğumuna ve miktarına değil, sıraya yönelik olup, icra mahkemesi görevlidir. Bu nedenlerle, mahkemece şikayet olunanın görev itirazı hususunda herhangi bir karar verilmemiş ise de, görevli olduğunun kabulü ile uyuşmazlığın esasının incelenmesi doğru olmuştur.

Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, şikayet olunan vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, şikayet olunan vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan İcra Mahkemesi kararının İİK’nın 366. maddesi uyarınca ONANMASINA, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

24 SAAT ÇALIŞMA 24 SAAT DİNLENME ŞEKLİNDE YAPILAN ÇALIŞMADA FAZLA MESAİ-İŞ VEREN LEHİNE YAPILAN TAKDİRİ İNDİRİM DURUMUNA GÖRE AVUKATLIK ÜCRETİNE HÜKMEDİLEMEYECEĞİ

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/3890
KARAR:2018/3145

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, kötüniyet tazminatı ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti, fazla mesai ücreti ve asgari geçim indirimi alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, müvekkilinin davalıya ait işyerinde 20/01/2010-16/11/2012 tarihleri arasında çalıştığını, iş akdinin davalı tarafından bildirimsiz, haksız ve kötü niyetle feshedildiğini, müvekkilinin hak ettiği tazminat ve bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatları ile fazla çalışma, asgari geçim indirimi, ulusal bayram ve genel tatil ücret alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:Davalı vekili, davacının müvekkili şirkete “çocuğunun sağlık problemleri dolayısıyla işine devam edemeyeceğini, durumun düzelmesinin ardından işyerinde çalışmaya geri döneceğini, bu süre içinde iş akdinin askıya alınmasını ve istifasının kabul edilmesini” şeklinde dilekçe verdiğini ancak müvekkili tarafından davacının bu talebi kabul edilmediği halde davacının bu dilekçeyi verdikten sonra işe gelmediğini, bu nedenle müvekkili tarafından yapılan feshin haklı nedene dayandığını, müvekkiline ait işyerinde 30’dan fazla işçi çalıştığını, bu nedenle davacının iş güvencesi kapsamında olması nedeniyle kötüniyet tazminatı istemeyeceğini, asgari geçim indirimi alacağının bulunmadığını, müvekkili işyerinde haftada 45 saati aşan çalışma yapılmadığını, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışma olsa bile telafi izni verildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak ve davalının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle; kıdem, ihbar ve kötüniyet tazminatları ile fazla mesai alacak talebinin reddine, asgari geçim indirimi alacak talebinin kısmen kabulüne, ulusal bayram ve genel tatil alacak talebinin ise kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz: Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Fazla çalışma ücretinin hesabı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 63’üncü maddesinde çalışma süresi haftada en çok 45 saat olarak belirtilmiştir. Ancak tarafların anlaşması ile bu normal çalışma süresinin, haftanın çalışılan günlerine günde onbir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabileceği ilkesi benimsenmiştir. Yasanın 41 inci maddesine göre fazla çalışma, kanunda yazılı koşullar çerçevesinde haftalık 45 saati aşan çalışmalar olup, 63’üncü madde hükmüne göre denkleştirme esasının uygulandığı hallerde, işçinin haftalık çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile bazı haftalarda toplam 45 saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Dairemizin yerleşik uygulamasına göre, bir işçinin günde en fazla fiilen 14 saat çalışabileceğinin kabulü gerekir. Bu durumda 24 saat çalışıp 24 saat dinlenme usulüyle yapılan çalışmalarda bir hafta 3 gün diğer hafta ise 4 gün çalışma yapılacağından, yukarıda bahsedilen 63’üncü madde hükmü gereğince, haftalık normal çalışma süresi dolmamış olsa dahi günlük 11 saati aşan çalışmalar fazla çalışma sayılması nedeniyle, bu çalışma sisteminde işçi ilk bir hafta (3×3=) 9 saat takip eden hafta ise (4×3=) 12 saat fazla çalışma yapmış sayılmalıdır.

Çalışma şeklinin 24 saat mesai 48 saat dinlenme şeklinde olduğu durumlarda ise, işçi birinci hafta 3 gün ikinci ve üçüncü haftalar 2 gün dördüncü hafta yine 3 gün çalışacağından, ilk hafta (3×3=) 9 saat, ikinci ve üçüncü haftalarda (2×3=) 6 saat, dördüncü hafta ise yine (3×3=) 9 saat fazla çalışmış sayılacaktır.

1475 sayılı önceki İş Yasasında günlük 11 saati aşan çalışmaların fazla çalışma sayılacağına ilişkin bir hüküm bulunmadığından, söz konusu Yasanın yürürlükte olduğu dönemde gerçekleşen, 24 saat çalışıp 48 saat dinlenme usulüyle yapılan çalışmalarda, haftalık 45 saatlik normal çalışma süresinden fazla çalışma yapılması mümkün olmadığından, işçinin fazla çalışma yaptığının kabulü mümkün değildir. Ancak değinilen Yasa döneminde gerçekleşen 24 saat mesai 24 saat dinlenme usulüyle yapılan çalışmalarda, 4 gün çalışılan haftalarda (4×14=) 56 saat çalışma yapılacağından, sadece bu haftalarda işçinin haftalık (56‑45=) 11 saat fazla çalışma yaptığının kabulü gerekir.

T.C. Sağlık Bakanlığı nezdinde Türkiye’deki hastanelerde statü hukuku dışında hemşire, ebe, doktor, eczacı, anestezi uzmanı vs. olarak çalışanlar, haftalık normal mesailerinde fazla çalışma yapmadıklarından, sadece tuttukları nöbetlerle sınırlı olarak fazla çalışma yapmış olmaktadırlar. Nöbet çizelgeleri ile belirlenen bu tür çalışmalar hafta içi ve hafta sonu olarak gerçekleşmektedir. Hafta içi nöbetler 17:00-08:00 saatleri arasında 15 saat olarak yapılmaktadır. İşçinin yaptığı işin niteliğine göre zorunlu ihtiyaçlar nedeniyle 3 saat ara dinlenmesi indirilerek hafta içi nöbette 12 saat fazla çalışma yaptığı kabul edilmektedir. Hafta sonu nöbetler 24 saat sürmekte, işin niteliğine göre zorunlu ihtiyaçlar nedeniyle 4 saat ara dinlenme indirildiğinde 20 saat fazla çalışma yapılmış olmaktadır. Ancak, bu durumlarda fazla çalışmalar, tutulan hafta içi ve sonu nöbet sayısına göre denetlemeye elverişli bilirkişi raporu ile belirlenmelidir. Nöbet tutan çalışanın çoğunlukla ertesi gün nöbet izni kullanarak çalışma yapmaması nedeniyle, normal mesai devam çizelgeleri de mutlaka getirtilmelidir. İşçi, nöbetin ertesi günü nöbet izni kullandığında, ertesi gün (8 saat normal mesai süresi kadar) çalışmadığından hafta içi nöbette (12-8=) 4 saat fazla çalışma yapmış sayılmalıdır. Hafta sonu nöbette ise, Cumartesi ve Pazar günü normal tatil olduğundan Cuma ve Cumartesi gecesi tutulan nöbetlerden, ertesi gün çalışılmadığı gerekçesi ile indirim yapılma olanağı yoktur. Öte yandan genel tatile denk gelen nöbet günlerinde de ayrıca genel tatil ücreti verildiğinden yukarıda anlatılan şekilde indirim yapılmalıdır. Dairemizin kökleşmiş uygulaması da bu doğrultudadır (Yargıtay 9. H.D. 2007/40834 E, 2009/7566 K sayılı ilamı).

4857 sayılı İş Kanunu’nun 41’inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, fazla çalışma saat ücreti, normal çalışma saat ücretinin yüzde elli fazlasıdır. İşçiye fazla çalışma yaptığı saatler için normal çalışma ücreti ödenmişse, sadece kalan yüzde elli kısmı ödenir.

Kanunda öngörülen yüzde elli fazlasıyla ödeme kuralı nispi emredici niteliktedir. Tarafların sözleşmeyle bunun altında bir oran belirlemeleri mümkün değilse de, daha yüksek bir oran tespiti olanaklıdır.

Fazla çalışma ücretinin son ücrete göre hesaplanması doğru olmayıp, ait olduğu dönem ücretiyle hesaplanması gerekir. Yargıtay kararları da bu yöndedir (Yargıtay 9.HD. 16.2.2006 gün 2006/20318 E, 2006/3820 K.). Bu durumda fazla çalışma ücretlerinin hesabı için işçinin son ücretinin bilinmesi yeterli olmaz. İstek konusu dönemler açısından da ücret miktarlarının tespit edilmesi gerekir. İşçinin geçmiş dönemlere ait ücretinin belirlenememesi halinde, bilinen ücretin asgari ücrete oranı yapılarak buna göre tespiti gerekir. Ancak işçinin işyerinde çalıştığı süre içinde terfi ederek çeşitli unvanlar alması veya son dönemlerde toplu iş sözleşmesinden yararlanılması gibi durumlarda, meslek kuruluşundan bilinmeyen dönemler için ücret araştırması yapılmalı ve dosyadaki diğer delillerle birlikte değerlendirmeye tabi tutularak bir karar verilmelidir.

İşçinin normal çalışma süresinin sözleşmelerle haftalık kırkbeş saatin altında belirlenmesi halinde, işçinin bu süreden fazla, ancak kırkbeş saate kadar olan çalışmaları “fazla sürelerle çalışma” olarak adlandırılır (İş Kanunu, Md. 41/3). Bu şekilde fazla saatlerde çalışma halinde ücret, normal çalışma saat ücretinin yüzde yirmibeş fazlasıdır.

4857 sayılı Yasanın 41 inci maddesinin dördüncü fıkrası, işçiye isterse ücreti yerine serbest zaman kullanma hakkı tanımıştır. Bu süre, fazla çalışma için her saat karşılığı bir saat otuz dakika, fazla süreli çalışmada ise bir saat onbeş dakika olarak belirlenmiştir. Bu sürelerin de sözleşmelerle attırılması mümkündür.

Parça başına veya yapılan iş tutarına göre ücret ödenen işlerde, fazla çalışma süresince işçinin ürettiği parça veya iş tutarının hesaplanmasında zorluk çekilmeyen hallerde, her bir fazla saat içinde yapılan parçayı veya iş tutarını karşılayan ücret esas alınarak fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma ücreti hesaplanır. Bu usulün uygulanmasında zorluk çekilen durumlarda, parça başına veya yapılan iş tutarına ait ödeme döneminde meydana getirilen parça veya iş tutarları, o dönem içinde çalışılmış olan normal ve fazla çalışma saatleri sayısına bölünerek bir saate düşen parça veya iş tutarı bulunur. Bu şekilde bulunan bir saatlik parça veya iş tutarına düşecek bir saatlik normal ücretin yüzde elli fazlası fazla çalışma ücreti, yüzde yirmibeş fazlası ise fazla sürelerle çalışma ücretidir. İşçinin parça başı ücreti içinde zamsız kısmı ödenmiş olmakla, fazla çalışma ücreti sadece yüzde elli zam miktarına göre belirlenmelidir.

Otel, lokanta, eğlence yerleri gibi işyerlerinde müşterilerin hesap pusulalarına belirli bir yüzde olarak eklenen paraların, işverence toplanarak işçilerin katkılarına göre belli bir oranda dağıtımı şeklinde uygulanan ücret sistemine “yüzde usulü ücret” denilmektedir. Yüzde usulünün uygulandığı işyerlerinde fazla çalışma ücreti, 4857 sayılı Kanunun 51 inci maddesinde öngörülen yönetmelik hükümlerine göre ödenir. İşveren, yüzde usulü toplanan paraları işyerinde çalışan işçiler arasında, Yüzdelerden Toplanan Paraların İşçilere Dağıtılması Hakkında Yönetmelik hükümlerine göre eksiksiz olarak dağıtmak zorundadır. Fazla çalışma yapan işçilerin fazla çalışma saatlerine ait puanları normal çalışma puanlarına eklenir (Yönetmelik Md. 4/1.). Yüzdelerden ödenen fazla saatlerde, çalışmanın zamsız karşılığı ile zamlı olarak ödenmesi gereken ücret arasındaki fark ödenir. Zira yüzde usulü ödenen ücret içinde fazla çalışmaların zamsız tutarı ödenmiş olmaktadır. Yapılan bu açıklamalara göre; yüzde usulü ya da parça başı ücret ödemesinin öngörüldüğü çalışma biçiminde fazla çalışmalar, saat ücretinin %150 zamlı miktarına göre değil, sadece %50 zam nispetine göre hesaplanmalıdır.

Hasılata bağlı günlük yevmiyeli olarak çalışan işçilerin yevmiyelerinin miktarı günlük çalışma süresine bağlı olup, ne kadar çok çalışırsa yevmiye artacağından çalışılan tüm saatlerin normal ücreti yevmiye içerisinde alındığından fazla çalışma ücretinin zamsız tutarının yevmiyenin içinde ödendiği kabul edilerek fazla çalışma ücretinin sadece %50 zamlı kısmı hesaplanıp hüküm altına alınmalıdır.

Fazla çalışmaların aylık ücret içinde ödendiğinin öngörülmesi ve buna uygun ödeme yapılması halinde, yıllık 270 saatlik fazla çalışma süresinin ispatlanan fazla çalışmalardan indirilmesi gerekir.

Fazla çalışmaların uzun bir süre için hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay’ca son yıllarda taktiri indirim yapılması gerektiği istikrarlı uygulama halini almıştır (Yargıtay 9.HD. 11.2.2010 gün 2008/17722 E, 2010/3192 K; Yargıtay, 9.HD. 18.7.2008 gün 2007/25857 E, 2008/20636 K.). Ancak fazla çalışmanın tanık anlatımları yerine yazılı belgelere ve işveren kayıtlarına dayanması durumunda böyle bir indirime gidilmemektedir. Yapılacak indirim, işçinin çalışma şekline ve işin düzenlenmesine ve hesaplanan fazla çalışma miktarına göre takdir edilmelidir. Hakkın özünü ortadan kaldıracak oranda bir indirime gidilmemelidir. (Yargıtay 9.HD. 21.03.2012 gün, 2009/48913 E, 2012/9400 K).

Dairemizin önceki kararlarında; fazla çalışma ücretlerinden yapılan indirim, kabul edilen fazla çalışma süresinden indirim olmakla, davalı tarafın kendisini avukatla temsil ettirmesi durumunda reddedilen kısım için davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiği kabul edilmekteydi (Yargıtay 9.HD. 11.02.2010 gün 2008/17722 E, 2010/3192 K.). Ancak, işçinin davasını açtığı veya ıslah yoluyla dava konusunu arttırdığı aşamada, mahkemece ne miktarda indirim yapılacağı işçi tarafından bilenemeyeceğinden, Dairemizce maktu ve nispi vekâlet ücretlerinin yüksek oluşu da dikkate alınarak konunun yeniden ve etraflıca değerlendirilmesine gidilmiş, bu tür indirimden kaynaklanan ret sebebiyle davalı yararına avukatlık ücretine karar verilmesinin adaletsizliğe yol açtığı sonucuna varılmıştır. Özellikle seri davalarda indirim sebebiyle kısmen reddine karar verilen az bir miktar için dahi her bir dosyada zaman zaman işçinin alacak miktarını da aşan maktu avukatlık ücretleri ödetilmesi durumu ortaya çıkmaktadır. Yine daha önceki kararlarımızda, yukarıda değinildiği üzere fazla çalışma alacağından yapılan indirim sebebiyle ret vekâlet ücretine hükmedilmekle birlikte, Borçlar Kanunu’nun 161/son, 325/son, 43 ve 44’üncü maddelerine göre, yine 5953 sayılı Yasada öngörülen yüzde beş fazla ödemelerden yapılan indirim sebebiyle reddine karar verilen miktar için avukatlık ücretine hükmedilmemekteydi. Bu durum uygulamada hakkaniyete aykırı sonuçlara neden olduğundan ve konuyla ilgili olarak Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde de herhangi bir kurala yer verilmediğinden, Dairemizce eski görüşümüzden dönülmüş ve fazla çalışma alacağından yapılan indirim nedeniyle reddine karar verilen miktar bakımından, kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına avukatlık ücretine hükmedilemeyeceği kabul edilmiştir.

Somut uyuşmazlıkta, dinlenen tüm taraf tanık beyanlarına göre, davacının 24 saat çalışıp 48 saat dinlendiği anlaşılmaktadır. Bu çalışma şeklinde, Dairemizin yukarıda belirtilen ilke kararında belirtildiği gibi, davacı birinci hafta 3 gün, ikinci ve üçüncü haftalar 2 gün, dördüncü hafta yine 3 gün çalışacağından, ilk hafta (3×3=) 9 saat, ikinci ve üçüncü haftalarda (2×3=) 6 saat, dördüncü hafta ise yine (3×3=) 9 saat fazla çalışma yapmış olmaktadır. Ancak hükme esas alınan bilirkişi raporunda bu çalışma şeklinde günlük 14 saat ve haftada en çok 3 gün çalışıldığından, haftada en fazla 42 saat çalışıldığı ve dolaysıyla haftalık 45 saati aşan çalışma bulunmadığı belirtilmiş, mahkemece de bilirkişinin bu hatalı değerlendirmesine itibarla fazla çalışma alacak talebi reddedilmiştir. O halde mahkemece yapılacak iş, 24 saat çalışıp 48 saat dinlenerek çalıştığı anlaşılan davacının fazla çalışma alacak talebinin, Dairemizin yukarıda belirtilen ilke kararı doğrultusunda hesaplanıp hüküm altına alınmasından ibarettir. Hatalı bilirkişi raporuna değer verilerek hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

F) SONUÇ:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 19/02/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FRANCHİSE SÖZLEŞMESİNİN İHLALİNE DAYALI OLUMLU ZARARIN TAZMİNİ

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/1605
KARAR:2018/7615

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada … 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 10/02/2017 tarih ve 2015/506-2017/53 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin asıl ve birleşen davalarda davacı ve davalı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Asıl ve birleşen davalarda davacı vekili asıl davada, davalı … Şirketi ile müvekkili arasındaki sözleşmeyle müvekkilinin … isim hakkını … için aldığını, davalı … Şirketinin sözleşmeyi ihlal ederek müvekkilinden izin almadan … Kanalboyu bölgesinde diğer davalıya ait yeni bir işletmeye isim hakkını verdiğini ileri sürerek davalılar arasındaki yeni şube anlaşmasının iptaline karar verilmesini istemiştir. Birleşen 2002/279 esas sayılı davada, davalı tarafın sözleşmeyi ihlal ettiğini, bu nedenle müvekkilinin zarara uğradığını ileri sürerek 5.000 TL manevi, 20.000 TL maddi tazminatın tahsiline, davalıya verilen 2120849 seri nolu açık teminat çekinin davacıya iadesine, mümkün olmadığı takdirde iptaline karar verilmesini istemiştir. Birleşen 2009/759 Esas sayılı davada, 2002/279 esas sayılı dava ile kısmi dava açıldığını, müvekkilinin zararının 158.553 TL olarak hesaplandığını, işbu dava ile bakiye kalan 138.553 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Asıl ve birleşen davalarda davalı … Şirketi vekili, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Asıl davada diğer davalı vekili davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece, uyulan bozma ilamı ve tüm dosya kapsamına göre, davacının olumsuz zararının 225.000,00 TL olduğu, toplam beklenen ve beyan edilen kârının 150.000,00 TL olması halinde yatırımın geri ödenmesinden sonra bakiye zararın 75.000,00 TL olduğu, davacının olumlu zararının (kâr mahrumiyetinin) olmadığı ve sabit yatırım tutarı ile birlikte talep edilebilecek tutarın 75.000,00 -TL olduğu gerekçesi ile asıl dava bakımından verilen kararın onanması nedeniyle yeniden karar verilmesine yer olmadığına, birleşen 2002/279 esas sayılı davada menfi tespit talebine bağlı verilen karar kesinleşmiş olduğundan yeniden karar verilmesine yer olmadığına, kar mahrumiyeti ve manevi tazminat taleplerinin reddine, yatırımdan dolayı uğramış olduğu 75.000,00 TL zararın dava tarihinden geçerli yasal faizi ile birlikte davalı … Gıda Sanayi ve Ticaret Limited Şirketinden tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, asıl ve birleşen davalarda davacı ve davalı vekilleri temyiz etmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki sair temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Birleşen davalar, franchise sözleşmesinin ihlaline dayalı olumlu zararın tazmini istemine ilişkin olup, mahkemece yazılı gerekçeyle birleşen davaların kısmen kabulüne karar verilmiştir. Dairemizin 13.10.2011 tarih ve 2009/12597 esas, 2011/12996 karar sayılı ve 19.03.2015 tarih 2014/17087 esas 2015/3876 karar sayılı ilamlarında belirttiği üzere, davacının aynı mahiyette bir işi ne kadar sürede bulabileceği (makul süre) belirlendikten ve bu iş için makul sürede yapacağı masraflar düşüldükten sonra davacının olumlu (kâr mahrumiyeti) zararının tespiti ile sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, mahkemece, davacının aynı mahiyette bir işyeri açması durumunda yapacağı masrafa hükmedilmesi doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle davalı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair temyiz itirazının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı bakiye 76,30 TL temyiz ilam harcının temyiz eden asıl ve birleşen davalarda davacıdan alınmasına, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden asıl ve birleşen davalarda davalıya iadesine, 04/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FRANCHİSE SÖZLEŞMESİ- MAKİNELERİN SÖZLEŞME KARŞILIĞINDA DEVRİ

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/2222
KARAR:2018/7827

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada … … 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce verilen 01/12/2015 tarih ve 2014/2133-2015/1165 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin davacı vekili tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin spor antrenörü olarak çalıştığı dava dışı ….tarafından işletilen spor salonu davalının franchise sistemi içerisinde olduğunu, müvekkili tarafından franchise alan dava dışı ….’in işletmeyi devredeceğini öğrendiğinde davalıya başvurarak işletmeyi devralmak istediğini bildirdiğini, davalının aracılığı ile işletmenin ….tarafından müvekkiline devredildiğini, işletmede yer alan makinelerin de fatura karşılığı aynı şekilde devredildiğini, davalı ile sözleşme imzalayacağı inancı ile davalıya 5.000 TL ödeme yaptığını, ….’e 25.000 TL ödeme yaptığını, davalı şirket tarafından işletmedeki tüm makinelerin haksız bir şekilde alındığını ileri sürerek makinelerin bedeli olan 17.291,93 TL’nin ve davalıya keşide edilen ihtar için yapılan 124.93 TL’nin tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, dava dışı ….ile yapılan franchise sözleşmesine ve sonrasında işletmenin devrine ilişkin yapılan ….e göre makinelerin müvekkili mülkiyetinde olduğunu, ayrıca franchise sözleşmesi uyarınca franchise sisteminde bulunan işletmenin devrine müvekkilince onay verilmesi gerektiğini, müvekkili tarafından onay verilmediğini, bu nedenle davacı tarafın makineler üzerinde herhangi bir hakkının bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre, taraflar arasında herhangi bir sözleşme ilişkisi bulunmadığı, makinelerin mülkiyetinin davalı şirket ile dava dışı ….arasında yapılan franchise sözleşmesi ve …. hükümlerine göre davalı şirkete ait bulunduğu, mülkiyetin davalıya ait olduğunun davacı tarafından da Cumhuriyet Savcılığına verilen şikayet dilekçesinde beyan ve kabul edildiği, ….’in tasarruf etme yetkisi bulunmadığı, bu nedenle davalı tarafın mülkiyeti kendisine ait malları bir tutanak düzenleyerek davacıdan almasında bir kusur ve sorumluluğunun bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına ve dava dışı franchise alan …. ile franchise veren davalı arasında imzalanan franchise sözleşmesinin 4.4 maddesinde, franchise alanın işi gerçekleştirebilmesi için gerekli her türlü malzeme ve teçhizatı franchise verenin teslim edeceğinin kararlaştırılmış bulunmasına, ayrıca “….” başlıklı 04/06/2013 tarihli dava dışı franchise alan …. ile franchise veren davalı arasında imzalanan sözleşmenin 7. maddesinde malzeme ve teçhizatın mülkiyetinin davalı tarafta olduğunun kabul edilmiş bulunmasına göre, davacı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde değildir.

SONUÇ: Yukarıdaki bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA, istek halinde aşağıda yazılı 259,41 TL harcın temyiz eden davacıya iadesine, 11/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FRANCHİSİNG SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLI ALACAĞIN TAHSİLİ- İCRA TAKİBİ- İNKAR TAZMİNATI

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/246
KARAR:2018/7932

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : … (KAPATILAN) 3. FİKRÎ VE SINAÎ HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada … (Kapatılan) 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi’nce verilen 22/03/2016 tarih ve 2012/176-2016/68 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davalılar vekili tarafından istenmiş olduğu anlaşılmakla, duruşma için belirlenen 11/12/2018 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davalı-karşı davacı vekili Av….dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkilinin tatlı sektöründe “tatlıcı tombak” markası ile faaliyet gösterdiğini, faaliyetini kendi açtığı şubeler vasıtası ile üçüncü şahıslara franchise vermek sureti ile devam ettiğini, davalı … ve … ile müvekkili arasında 31/07/2007 tarihinde franchise sözleşmesi imzalandığını, diğer davalı …’nun ise bu sözleşmenin müşterek müteselsil kefili olduğunu, buna göre … ili … ilçesi, … Belediyesi, …Mevkii 265-… Ada ve parsel E blok zemin katta bulunan 9 nolu dükkanın …gıda tarafından işletileceğini, bu dükkanın kira sözleşmesinin … Nakliyat Medikal …Dersane İth.İhr.San.Tur.ve Tic.Ltd.Şti ile müvekkili arasında akdedildiğini, davalıların mecuru alt kiracı olarak kullandıklarını, davalıların kira bedelinin yanı sıra, genel giderler olarak bilinen su, elektrik, doğalgaz, reklam katılım payı gibi giderlerden de sorumlu olduklarını, davalıların 2008 yılı Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos ve devam eden aylarına ilişkin kira bedellerini ve elektrik, su, doğalgaz gibi ortak katılım paylarını ödemediklerini, davalıların bu borçlarını ödemedikleri için müvekkilinin asıl kiraya verenin icra takibine muhatap olduğunu, bunun üzerine davalıların aleyhinde … 8. İcra Müdürlüğünün 2009/20977 Esas sayılı dosyasından icra takibi başlatıldığını, ancak davalıların itirazı üzerine takibin durduğunu idida ederek, itirazın iptalini, takibin devamını ve %40’dan az olmamak üzere davalıların kötü niyet tazminatına mahkumiyetlerini talep ve dava etmiştir.
Davalılar vekili, müvekillerinden …’ın huzurdaki davada pasif husumet ehliyeti bulunduğunu, davacı yanın haksız ve hukuka aykırı iddialarının dayanağı olan franchise sözleşmesinin, davacı ile müvekillerinden şirket arasında akdedildiğini, müvekkili … tarafından kendi adına akdedilmiş bir franchise sözleşmesi olmadığını, … Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/296 D.İş sayılı dosyası ile 30/05/2008 tarihinde alışveriş merkezinin durumu hakkında tespit yapıldığını, rapora göre inşaatın halen devam etmekte olduğunu, inşaat bitmeden de müşterinin gelmesinin mümkün olmadığının anlaşıldığını, tespit ortada iken icra takibinin kötü niyetli olarak, müvekillerini zarara uğratma amacı ile yapıldığını iddia ederek, asıl davanın reddini, davacı-k.davalının %40’dan az olmamak üzere tazminata mahkum edilmesini, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 16.100,00 TL tutarındaki depozito alacağı ve şimdilik 1.000,00 TL franchise bedeli olmak üzere toplam 17.100,00 TL tutarındaki alacığın, franchise sözleşmesinin konusuz kaldığı tahliye tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davacı-k.davalıdan tahsilini talep va karşı dava etmiştir.
Mahkemece, Franchise sözleşmesine konu yerde davalı yanın kiracı olarak bulunduğu beş aylık dönemde aylık 4.567 USD + KDV olmak üzere her ay faturalanacak kira bedelinin üçüncü bilirkişi heyetinin düzenlediği raporda tablo halinde belirtildiği ve Mart 2008 ile Temmuz 2008 tarihleri arasında toplam kira tutarının 33.934,36 TL olduğu, bu miktardan, her ne kadar karşı davada talep konusu edilmiş ise de, kira için verilen depozitonun kira ilişkisinin sonlanması sebebiyle alacak bedelinden düşülmesi gerektiğinden, 16.100,00 TL depozito bedeli ile 2.624,23 TL tahsilat düşüldüğünde, bakiye kira bedelinin 15.210,13 TL olduğu, bu miktara beş aylık dönem için genel gider toplamı olarak bildirilen ve dosyada belgeleri mevcut olan 3.819,53 TL ilave edildiğinde, takipte istenebilir asıl alacak miktarının davalılar …Gıda Şirketi ve … yönünden 19.029,66 TL olduğu ve davacı tarafından … 2. Noterliğince düzenlenen ihtarnamenin davalı yana tebliğ tarihi olan 05/09/2008 tarihinden yani temerrüt tarihinden takip tarihine kadar işlemiş faiz miktarının da 3.622,56 TL olduğu, toplam alacağın ise 22.692,22 TL olduğu anlaşıldığından, itirazın tespit edilen bu miktar üzerinden iptaline, fazlaya ilişkin itirazın iptali talebinin reddine, ödenecek miktar belli olduğu halde davalı yanın icra takibine kötü niyetli olarak itiraz ettiği anlaşılmakla, İİK 67/2 maddesi gereğince 7.611,86 TL icra inkar tazminatının davalılardan tahsiline, karşı dava yönünden ise, yukarıda belirtildiği üzere depozito miktarı asıl davaya konu kira alacağından mahsup edildiğinden, bu davada taleple ilgili yeniden karar verilmesine gerek olmadığından ve icra takibine başlanıldığı sırada ya da dava açıldığı sırada franchise sözleşmesinin feshine ilişkin herhangi bir talep ve durum mevcut olmadığından, karşı davada bu yönde bir talep de bulunmadığından, ödenen bedelin iadesi ile ilgili talebin ise bu aşamada reddine karar verilmiştir.
Kararı davalılar vekili temyiz etmiştir.
Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmaması ile davalılar vekilinin 24/11/2016 tarihli dilekçesine hasren yapılan temyiz incelemesine göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalılar vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 1.587,97 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 13/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ELEKTRİK ÇARPMASI SONUCU ÖLÜM- KUSURSUZ SORUMLULUK- YAPIM BOZUKLUĞU- AĞIRLAŞTIRILMIŞ ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ-

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS:2003/4-144
KARAR:2003/161
TARİH:12.3.2003

ÖZET : Her ne kadar, bilirkişi raporlarına göre davalının bir yapım bozukluğunun bulunmadığı belirtilmekte ise de, olayların gidişatından insanların ve canlıların yaşamı için önemli bir tehdit oluşturan bu tür tesislerin bakım ve korunmasında, tesisin yerleşim yeri üzerinde bulunduğu da düşünüldüğünde, normalin üzerinde bir özen borcu bulunduğu sonucuna varılır. Davalı elektrik idaresi bu tür yüksek gerilim iletkenlerine güvenli yaklaşma sınırının aşılmamasını sağlayıcı önlemleri almalı, gerekli uyarı levhalarını herkesin kolaylıkla görebileceği yerlere koymalı, bu tesislerin can ve mal güvenliğine zarar vermemesi için, yerleşim yeri dışındaki tesislere oranla çok daha kısa aralıklarla kontrollerini yapmalıdır. Ne varki, somut olayda davalı idarenin bu bakım ve özen borcunu gereği gibi yerine getirmediği, söz konusu olaydan önce tele takılı bulunan uçurtmanın başkaları tarafından alınması sırasında doğabilecek tehlikeleri düşünerek, gereken denetimleri yaparak, bu tür engelleri kaldırmadığı anlaşıldığından, meydana gelen zarardan sorumlu olduğu, sorumluluğu kaldıracak nedenlerin ise bulunmadığı anlaşılmıştır.

DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bağcılar Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 17.10.2001 gün ve 2000/1658-2001/2109 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 3.7.2002 gün ve 3618-8441 sayılı ilamı ile; ( …Dava, elektrik çarpması sonucu davacıların çocuğunun ölümü nedeni ile uğranılan zararın ödettirilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davalının kusuru bulunmadığından dava red edilmiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının çocuğunun ölüm nedeninin elektrik çarpmasından kaynaklandığı yolunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık zararın meydana gelmesinde davalının kusuru olup olmadığı, diğer bir anlatımla tüm kusurun ölende bulunup bulunmadığında toplanmaktadır. Zarar, davacının sahibi ve denetiminde bulunan elektrik hattındaki çarpma sonucu meydana geldiği, ölenin eyleminin illiyeti kesebilecek düzeyde olduğu, davalı tarafından olayın oluş biçimi itibariyle kanıtlanamadığı gibi davalının sahip olduğu işletme itibari ile yüksek özen yükümlülüğü ile sorumlu olduğu, elektrik hattının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun yapılması yeterli olmayıp, bu konumunda sürdürülüp sürdürülmediğinin denetlenmesi, bu olaydan önce tele takılı bulunan uçurtmanın başkaları tarafından alınması sırasında doğan tehlike düşünülerek hatta gereken denetimi yaparak bu tür engelleri kaldırması gerekirken, bu konuda özensiz davranması itibariyle sorumludur. Takdir edilecek miktar kadar tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmektedir. Hüküm bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, Borçlar Yasasının 58. maddesine dayalı maddi ve manevi tazminat davasından ibarettir.

Davacı, oğlunun elektrik akımına kapılarak öldüğünü belirterek, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Davalı idare vekili, kusurlarının bulunmadığını, elektrik tesisinin mevzuata uygun olduğunu, kusursuz sorumluluk halinin de söz konusu olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, TEAŞ’ın olayda kusurunun bulunmadığı, kazaya ölen çocuğun tele takılı uçurtmasının neden olduğu, dolayısıyla %100 oranında ölenin kusurlu olduğu, kusursuz sorumluluğun ise şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak kurulan hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.

Borçlar Yasasının 58. maddesinde;Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazasındaki kusurundan dolayı mes’ul olur denmektedir. Burada, yasa koyucu bozuk yapılan bir yapı eserinden zarar görenleri, mümkün olduğu kadar basit ve dolaysız bir tazmin imkanı sağlayarak, onları korumaktadır. Bu anlamda sorumlu olabilecek malik, gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olabileceği gibi, kamu hukuku tüzel kişisi de olabilir.

BK. m. 58’de öngörülen sorumluluğun söz konusu olması için, söz konusu yapı eserinin, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden bir zarar doğması gereklidir.

Yapım bozukluğu, bir inşaatın kötü yapılmasını, imal ve inşaat zamanında uyulması gerekli olan teknik kurallara uyulmamış olmasını ifade eder. Bir yapı eserinin maliki, bunların hiç kimse ve hiçbir şey için tehlike taşımayacak şekilde yapılmasını ve işlemesini garanti etmekle yükümlüdür. Bu nedenle, bir yapı eserinde herhangi bir yapım bozukluğu olmasa bile, ek güvenlik ve koruma tertibatının bulunmaması, yine de bir yapım eksikliği sayılır. Bakımsızlık ve koruma eksikliği ise, bir inşaatın kullanmaya uygun ve tehlikeleri önleyecek biçimde korunmamasını ifade eder. Bakım eksikliği biçiminde açıklanabilecek olan bu durum, yapının tamamlanmasından sonra ortaya çıkar. Yapının tamamlanmasından sonra kendini gösteren ek güvenlik tertibatı ihtiyacının giderilmemesi de bir bakım eksikliğidir ( Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Tehlike Sorumluluğu Kavramı ve Türk Hukukunda Tehlike Sorumluluklarının Düzenlenmesi Sorunu, Batider 1979, Cilt X sayı 2 sayfa:291-322 )

Bakımsızlıktan veya bakım eksikliğinden söz edebilmek için bir inşa eserinin bitmiş ve kullanım amacına özgülenmiş olması gerekir. Yapım eksikliği veya bakımsızlığın varlığı araştırılırken, durumun gerekleri ve özellikle bina veya yapı eserinin özgüleme amacı, üçüncü kişiler için taşıdığı tehlike derecesi gözönünde tutulmalıdır. Bu nedenle örneğin, birkaç evin yolunun geçtiği köprüyle, bir devlet yolu üzerindeki köprünün aynı sağlamlıkta olması gerekmediği gibi, daha çok kişinin yararlanacağı, etkileneceği, yada zarar görme ihtimali olan tesislerin yapımında, buna oranla çok daha sınırlı insanların etkileneceği tesislerin yapımı sırasında uyulması gerekli zorunlu koşullara oranla, daha fazlasına dikkat edilmelidir. Diğer bir ifadeyle, bir otelin merdivenleri yapılırken normal müstakil bir evin merdivenine göre çok daha güvenli olarak yapılmalıdır.

Malikin, bina yada tesisin tehlike taşımayacak bir durumda bulunmasını sağlama yükümlülüğü, yalnız onu kullananlara karşı değil, herkese karşı vardır.

Bir yapı yada tesisin planlarının onanmış ve idari makamlar tarafından yapılan denetimlerde, bu yapı eserinin inşaasında hiçbir sakınca görülmemiş olması, maliki BK. m. 58’deki sorumluluktan kurtarmaz. Buna göre malikten beklenen “normal ve objektif ölçülere ve icaplara göre” alması gerekli önemleri almaktır. Buna karşılık malik, kendi yapısına benzeyen başka yapılarda da aynı eksikliklerin bulunduğunu veya o yapıların maliklerinin de yapılarına kendisinden daha iyi bakamadıklarını ispat ederek sorumluluktan kurtulamaz ( Prof. Dr. Feyzi Necmettin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul 1976, cilt I sayfa:663 ).

Bir bina veya yapı eserini malikinin BK. m. 58’e göre sorumlu tutulabilmesi için, zararın, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden doğduğu ispatlanmalıdır. Buradaki ispat yükü zarar görene düşer. Bununla birlikte, illiyet bağını kesen hallerden birinin varlığı veya zarara yapım bozukluğu veya bakım eksikliği dışında ve bunların bir katkısı olmaksızın mücbir sebepten üçüncü bir kişinin kusurundan kaynaklanan başka bir kazanın sebep olduğu kanıtlanmadığı takdirde ispat yükü yerine getirilmiş sayılır.

Bazı hallerde zararın ortaya çıkış biçimi, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinin varlığını gösteren fiili bir karine oluşturur. Yapının yapımı ile ilgili mevzuata ve teknik kurallara uyulmadığı, alışılmış tedbirlerin alınmadığı ve resmi makamlarca yapılan denetimler sonucunda, bina ve yapı eserinin teknik niteliklerinin uygun görülmediği ispatlanırsa, bunlar eksikliğin ve illiyet bağının varlığına birer belirti sayılır. Keza, daha önce aynı zararların ortaya çıkması, zarar verici olaydan sonra yeni güvenlik tedbirlerinin alınmamış olması da birer belirti oluşturabilir. ( Yrd. Doç. Dr. Nevzat Koç, Bina ve Yapı Eseri Maliklerinin Hukuki Sorumluluğu ( BK. m. 58 ). Ankara 1990, sayfa 45 v.d. )

Bu açıklamaların ışığında somut olaya baktığımızda, davacının oğlu olan 8 yaşındaki Hakan, evinin yakınlarında ve mahalle içinde oynarken kaza meydana gelmiştir. Gerek hazırlık dosyası ve hemen olayın akabinde polisçe tutulan olay yeri tespit tutanağı, gerekse mahkemede alınan tanık beyanları bir arada değerlendirildiğinde, ölen çocuğun evinin yakınlarından ve yerleşim yeri üzerinden geçen yüksek gerilim teline daha önceden takılı bulunan uçurtmayı, iletken bir tel ile oradan kurtarmak isterken teldeki elektrik akımının ark yapması neticelinde, çocuğun elektrik akımına maruz kaldığı, ağır yaralandığı, daha sonra da kaldırıldığı hastanede öldüğü anlaşılmaktadır.

Her ne kadar, bilirkişi raporlarına göre davalının bir yapım bozukluğunun bulunmadığı belirtilmekte ise de, olayların gidişatından insanların ve canlıların yaşamı için önemli bir tehdit oluşturan bu tür tesislerin bakım ve korunmasında, tesisin yerleşim yeri üzerinde bulunduğu da düşünüldüğünde, normalin üzerinde bir özen borcu bulunduğu sonucuna varılır. Davalı elektrik idaresi bu tür yüksek gerilim iletkenlerine güvenli yaklaşma sınırının aşılmamasını sağlayıcı önlemleri almalı, gerekli uyarı levhalarını herkesin kolaylıkla görebileceği yerlere koymalı, bu tesislerin can ve mal güvenliğine zarar vermemesi için, yerleşim yeri dışındaki tesislere oranla çok daha kısa aralıklarla kontrollerini yapmalıdır. Ne varki, somut olayda davalı idarenin bu bakım ve özen borcunu gereği gibi yerine getirmediği, söz konusu olaydan önce tele takılı bulunan uçurtmanın başkaları tarafından alınması sırasında doğabilecek tehlikeleri düşünerek, gereken denetimleri yaparak, bu tür engelleri kaldırmadığı anlaşıldığından, meydana gelen zarardan sorumlu olduğu, sorumluluğu kaldıracak nedenlerin ise bulunmadığı anlaşılmıştır.

O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca benimsenen bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 12.03.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.

ELEKTRİK ÇARPMASI- BACAĞIN KESİLMESİ- TAZMİNAT- ELEKTRİK İDARESİNİN TEHLİKELİ İŞLETME NEDENİYLE SORUMLULUĞU

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

E. 2015/11346
K. 2015/18206
T. 17.11.2015

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, duruşmalı olarak incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle; daha önceden belirtilen 17.11.2015 duruşma günü için tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Av. M.. A.. geldi. Karşı taraf adına davalı vekili Av. Berna Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra işin incelenerek saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kâğıtlar okunarak, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili dilekçesinde; Müvekkilleri Abdulvehap ve Nazdar’ın oğlu olan müvekkili A.. A..’ın, 22.03.2006 tarihinde okuldan eve döndüğü sırada davalı şirkete ait olup yere devrilmiş olan elektrik direğinin üzerinden geçmek istediği sırada elektrik akımına kapılarak ağır yaralandığını, halen tedavisi devam eden müvekkili Abdulkahhar’ın bacağının kesilme ihtimalinin olduğunu ileri sürerek; müvekkili Abdulkahhar’ın uğradığı işgöremezlik kaybı ve olası protez bedeli için 600.000 TL maddi ve 200.000 TL manevi tazminatın, müvekkilleri Abdulvehap ve Nazdar için 40.000’er TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde; olaydan bir gün önce davacıların yaşadığı köyde yakılan nevruz ateşi nedeniyle müvekkili şirkete ait gerilim hattını taşıyan ağaç direğin yanarak devrildiğini, bu durumun davaya konu olayın gerçekleşmesinden sonra müvekkili şirkete bildirildiğini, olayın meydana gelmesinde müvekkili şirketin bir kusurunun bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; (…Aşamalarda alınan tek ve heyet bilirkişi raporlarının sayısının 5 adet olduğu, her bir raporda farklı farklı oranlar belirlendiği, iki ayrı raporda davalının kusursuz olduğunun belirtildiği, en son alınan 26.07.2012 tarihli bilirkişi heyet raporunda da davalının kusursuz olduğunun belirlendiği, yine kusur durumunun belirlenebilmesi için olayın olduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığı ve tüm ceza mahkemelerine defalarca müzekkereler yazıldığı, verilen tüm cevaplarda olay tarihi itibariyle böyle bir soruşturma dosyasının bulunmadığının bildirildiği, dolayısı ile ceza soruşturma ve kovuşturmasının bulunmadığının anlaşıldığı (yada olay tarihinde soruşturma makamlarına intikal etmediği), bu haliyle kusur durumunu belirlemekte mahkememizin dosyasında alınan raporlarla yetinileceği, her ne kadar davalının ağır özen yükümlülüğü gerektiren bir hizmet yürüttüğü, yaptığı iş itibarı ile her türlü önlemi alması gerektiği kabul edilse de, meydana gelen olayda davalı kuruma zamanında haber verilmediği, direk devrilmesine bağlı olarak gerçekleşen kazada ENH’nin gözetimi ve bakımının aksatıldığına dair bilirkişi raporlarında bir bulgu bulunmadığına dair değerlendirme yapıldığı anlaşıldığından, davalıya atfedilecek bir kusur olmadığı…) gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, elektrik çarpması nedeni ile uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemine ilişkindir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; zararlandırıcı olaydan bir gün önce Nevruz Bayramı nedeniyle davalı idareye ait orta gerilim elektrik hattını taşıyan ağaç elektrik direğinin yanında köylülerce ateş yakıldığı, ateşin etkisi ile ağaç elektrik direğinin yanarak yere doğru eğildiği, ağaç direk üzerindeki elektrik tellerinin toprak yüzeyine yaklaştığı, elektrik tellerinin bulunduğu yerden geçen 13 yaşındaki davacı Abdukahhar’ın elektrik akımına kapılarak, genel çalışma gücünden % 22 oranında kaybetmiş sayılacak biçimde yaralandığı anlaşılmaktadır.

Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nde, orta gerilim elektrik hattının ağaç ahşap direk üzerinden taşınmasını yasaklayan bir düzenleme bulunmamakta ise de, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.03.2003 gün ve 2003/4-144 Esas; 2003/161 Karar sayılı kararında “…Borçlar Yasasının 58. maddesinde; Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazasındaki kusurundan dolayı mes’ul olur denmektedir. Burada, yasa koyucu bozuk yapılan bir yapı eserinden zarar görenleri, mümkün olduğu kadar basit ve dolaysız bir tazmin imkanı sağlayarak, onları korumaktadır. Bu anlamda sorumlu olabilecek malik, gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olabileceği gibi, kamu hukuku tüzel kişisi de olabilir.

BK. m. 58’de öngörülen sorumluluğun söz konusu olması için, söz konusu yapı eserinin, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden bir zarar doğması gereklidir.

Yapım bozukluğu, bir inşaatın kötü yapılmasını, imal ve inşaat zamanında uyulması gerekli olan teknik kurallara uyulmamış olmasını ifade eder. Bir yapı eserinin maliki, bunların hiç kimse ve hiçbir şey için tehlike taşımayacak şekilde yapılmasını ve işlemesini garanti etmekle yükümlüdür. Bu nedenle, bir yapı eserinde herhangi bir yapım bozukluğu olmasa bile, ek güvenlik ve koruma tertibatının bulunmaması, yine de bir yapım eksikliği sayılır. Bakımsızlık ve koruma eksikliği ise, bir inşaatın kullanmaya uygun ve tehlikeleri önleyecek biçimde korunmamasını ifade eder. Bakım eksikliği biçiminde açıklanabilecek olan bu durum, yapının tamamlanmasından sonra ortaya çıkar. Yapının tamamlanmasından sonra kendini gösteren ek güvenlik tertibatı ihtiyacının giderilmemesinin de bir bakım eksikliği… (Prof. Dr. Haluk , Tehlike Sorumluluğu Kavramı ve Türk Hukukunda Tehlike Sorumluluklarının Düzenlenmesi Sorunu, Batider 1979, Cilt: X, sayı: 2, sayfa: 291-322)…” olduğu belirtildiğinden; 35.000 kwh yük taşıyan orta gerilim elektrik hattının ağaç direk üzerinden taşınmasının tehlike yarattığı ve bu durumun yaralanma olayının meydana gelmesine katkıda bulunduğu kabul edilerek, davalının tehlikeli işletme faaliyetinden dolayı sorumlu tutulması, ancak davalının sorumlu tutulacağı tazminat miktarları belirlenirken, davalının tehlikeli işletme nedeniyle sorumlu olması, yaralanma olayının ve davacıların uğradığı zararın tamamının davalının eyleminden kaynaklanmamış olması gibi olgular gözetilerek, BK. nun 43. ve 44. (TBK. nun 51 ve 52.) maddeleri uyarınca yapılacak değerlendirmeye göre, belirlenecek tazminatlardan uygun oranda bir indirim yapılması suretiyle hüküm tesis edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davacı taraf için duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.100 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacı tarafa iadesine, 17.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ELEKTRİK ÇARPMASI- ENERJİ NAKİL HATTI- TEHLİKE ARZEDEN YAPI ESERİNİN KÖTÜ YAPILMASINDAN, BAKIMI VE İŞLETİLMESİNDEKİ EKSİKLİKLERDEN ELEKTRİK KURUMU KUSURA DAYANMAYAN (OBJEKTİF) SORUMLULUK HÜKÜMLERİ GEREĞİNCE SORUMLUDUR

T.C
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
Esas: 2014/1877, Karar: 2014/2977

ÖZET: Davacıların murisi, davalıya ait evde, sıvacı ustası olarak evin sıvasını yaptığı sırada evin yanındaki yüksek gerilim hattında bulunan elektriğe kapılarak hayatını kaybetmiştir. Dava, destekten yoksun kalma tazminatı istemidir.

Enerji nakil hattının sahibi ve bina maliki tehlike arzeden yapı eserinin fena yapılmasından, bakımı ve işletilmesindeki eksikliklerden dolayı TBK m.69’a istinaden müteselsilen sorumludurlar. Somut olayda davalıların kusursuz ve müteselsil sorumlu oldukları gözetilmeden, davaya konu tazminatların davalıların kusurları oranında tahsiline karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

“Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili ve davalı A____ A____ vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz istemlerinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili dilekçesinde; davacıların murisi A____ T____’un 13.7.2009 tarihinde davalı A____ A____’a ait evde sıvacı ustası olarak evin sıvasını yaptığı sırada evin yanındaki yüksek gerilim hattında bulunan elektriğe kapılarak hayatını kaybettiğini, olayla ilgili olarak Silopi Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2009/____ D.iş sayılı dosyasıyla tespit yapıldığının ve davalı DEDAŞ’ın kusurlu olduğunun tespit edildiğini, murisin ölümüyle davacıların murisin desteğinden yoksun kaldığını, davacıların olay sebebiyle büyük acı yaşadıklarını belirterek, davacılar lehine toplam 20.000 TL maddi tazminat ve 25.000 TL manevi tazminat olmak üzere 45.000 TL’nin olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, ıslahla maddi tazminat taleplerin 261.987,91 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı A____ vekili dilekçesinde; müvekkilinin olayda herhangi bir kusuru olmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur. Davalı, DEDAŞ vekili davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davanın kısmen kabulüyle davacılardan H____ T____’un 141.397,72 TL, çocuklar H____ T____ için 43.828,41 TL, N____ T____ için 27.411,38 TL, H____ T____ için 24.675,20 TL ve K____ T____ için 24.675,20 TL destekten yoksun kalma tazminatının olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ve her davacı için 3.000’er TL’den toplam 15.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan kusurları oranında tahsiline karar verilmiş, hüküm davacı vekili ve davalı A____ A____ vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı A____ A____ vekilinin temyiz itirazları yerinde değildir. Somut olayda, davacılar vekili dava dilekçesinde, davaya konu olay sebebiyle talep ettiği maddi ve manevi tazminatlarının davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Enerji nakil hattının sahibi bulunan davalı DEDAŞ, tehlike arzeden bu yapı eserinin fena yapılmasından, bakımı ve işletilmesindeki eksikliklerden 818 Sayılı BK.nun 58. (6098 Sayılı TBK.nun 69.) maddesi uyarınca sorumludur. Bu sorumluluk hukuki niteliği itibariyle kusura dayanmayan (objektif) bir sorumluluktur.

Yine davalı A____ A____ bina maliki olup, olayın meydana gelmesinde kusursuz sorumluluğu bulunmaktadır.

Müteselsilen sorumluluğun bulunduğu durumlarda davacı, alacağını sorumluların tamamından isteyebileceği gibi bunlardan biri veya birkaçından da isteyebilir (HGK.nun 24.3.2010 gün ve 2010/4-129-173; HGK.nun 5.5.2010 gün ve 2010/4-249 Esas -257 Karar sayılı ilamları).

Ayrıca, 6098 Sayılı TBK.nun 61. ve 62. (818 Sayılı BK.nun 50 ve 51.) maddelerine göre davalılar müteselsil sorumluluk ilkesi gereği zararın tamamından sorumlu olması gerekir.

Hal böyle olunca, mahkemece, davalıların somut olayda kusursuz ve müteselsil sorumlu oldukları gözetilmeden, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde, davaya konu tazminatların davalıların kusurları oranında tahsiline karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

KARAR : Bu itibarla yukarda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 26.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”

GÖRÜNTÜ VEYA SESLERİN İFŞA EDİLMESİ SURETİYLE ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi
ESAS:2017/3888
KARAR:2018/3191

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal
Hüküm : TCK’nın 134/2-1, 31/3, 62/1, 51/1-3. maddeleri gereğince mahkumiyet

Görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan suça sürüklenen çocuğun mahkumiyetine ilişkin hüküm, suça sürüklenen çocuk müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, suça sürüklenen çocuk müdafiinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Dosya kapsamına göre; suç tarihi itibariyle 17 yaşını tamamlamış olan suça sürüklenen çocuk …’nin, erkek arkadaşının eski sevgilisi olan 15 yaşındaki mağdur …’un yarı çıplak resmini, ortak arkadaşlarından oluşan whatsapp grubunda paylaştığı olayda;
Mağdurun fiziksel mahremiyetine ilişkin sütyenli yarı çıplak resmini, onun bilgisi ve rızası dışında ifşa eden suça sürüklenen çocuğun eyleminde TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasında tanımlanan görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun yasal unsurlarının oluştuğu; ayrıca, 15 yaşındaki mağdurun, cinsel arzuları tahrik ve istismar eden, toplumun sahip olduğu ortak edep duyguları ile yerleşik edep kurallarını incitici nitelikteki müstehcen fotoğrafını, kendisi gibi çocuk olanların yer aldığı whatsapp grubunda paylaşarak onların bu görüntüyü görmelerini sağlayan suça sürüklenen çocuğun TCK’nın 226/5. madde ve fıkrasında tanımlanan müstehcenlik suçunu da işlediği, bir fiili ile birden fazla farklı suçun oluşmasına neden olan suça sürüklenen çocuğun, TCK’nın 44/1. madde ve fıkrası gereğince daha ağır cezayı gerektiren müstehcenlik suçundan cezalandırılması, görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan ise hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, suça sürüklenen çocuk hakkında yazılı şekilde TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasındaki görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,
2- Kabul ve uygulamaya göre de:
a) Özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun TCK’nın 139/1 ve CMK’nın 253/1-a madde ve fıkraları gereğince uzlaşmaya tabi suçlardan olduğu gözetilmeksizin, soruşturma evresinde CMK’nın 253. maddesi uyarınca uzlaştırma işlemleri yerine getirilmeden dava açılması, yargılama aşamasında da aynı Kanun’un 254. maddesi gereğince bu eksikliğinin giderilmemesi,
b) TCK’nın 61/1. madde ve fıkrasında yer alan ölçütler nazara alınarak, dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlar birlikte ve isabetle değerlendirilip, denetime olanak verecek ve somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle aynı Kanun’un 3/1. madde ve fıkrası uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, temel cezanın asgari hadden tayin edilmesi,
c) Cezası ertelenen suça sürüklenen çocuk hakkında, TCK’nın 51/3. madde ve fıkrası gereğince mahkum olunan ceza süresinden az denetim süresi belirlenemeyeceği gözetilmeden, hükmolunan 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ertelenen suça sürüklenen çocuğun 1 yıl süre ile denetim altında bulundurulmasına karar verilmiş olması,
d) Suça sürüklenen çocuğun fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olması nedeniyle TCK’nın 53/4. madde ve fıkrası gözetilerek aynı maddenin 1. fıkrasının uygulanmadığına dair hüküm kurulması yerine, suça sürüklenen çocuğa hükmedilen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının TCK’nın 49/2. madde ve fıkrası gereğince uzun süreli olduğu da gözetilmeksizin, “Suça sürüklenen çocuk hakkında verilen kısa süreli hapis cezasının ertelenmiş olması nedeniyle…” biçimindeki isabetsiz gerekçelerle TCK’nın 53/1. madde ve fıkrasındaki hak yoksunluklarına karar verilmediğinin açıklanması,
Kanuna aykırı olup, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, aynı Kanun’un 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden suça sürüklenen çocuğun kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 21.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

DEPOCU OLARAK ÇALIŞAN İŞÇİNİN İŞE İADE DAVASI- DARBE GİRİŞİMİ SONRASI KAMU KURUMLARINDA ÇALIŞANLARIN İZİNLERİNİN KALDIRILMASI SEBEBİYLE FESHİN GEÇERLİ NEDENE DAYANDIĞI

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/27769
KARAR: 2018/14402

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : … BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 26. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : İŞE İADE
İLK DERECE
MAHKEMESİ : … 5. İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine, işe iadesine ve yasal sonuçlarına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin kabul kararına karşı davalı avukatı istinaf başvurusunda bulunmuştur.
… Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesi davalı avukatının istinaf başvurusunun reddine karar vermiştir.
… Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesi ‘nin kararı süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, davacının davalı işverene ait iş yerinde depocu olarak 23/07/2012 tarihinde işe başladığını, işten çıkartıldığı 31/07/2016 tarihinde … Üniversitesi Tıp Fakültesi hastanesinde kantin sorumlusu olarak çalıştığını, davacının yıllık izindeyken … 7. Noterliğinin 28/07/2016 tarih ve 23930 yevmiye nolu ihtarnamesi ile 21/07/2016-28/07/2016 tarihleri arasında işe devamsızlık yaptığı gerekçesi ile işten çıkartıldığını, … 6. Noterliğinin 04/08/2016 tarih ve 16543 yevmiye sayılı cevabı yazı gönderdiklerini, 08/08/2016 tarihinde kendilerine tebliğ olduğunu, davalı işverenliğin cevabı yazıyı beklemeden 31/07/2016 tarihinde davacının sigorta çıkışını yaptığını iddia ederek; davacının iş akdinin feshinin geçersizliğinin tespitine, davacının işe iadesine, boşta geçen sürelere ilişkin olarak 4 aylık bürüt maaşı ve diğer haklarının davacıya ödenmesi gerektiğinin ve işe iadesinin gerçekleşmemesi halinde 8 aylık brüt maaşı tutarında tazminatın davacıya ödenmesi gerektiğinin tespite karar verilmesini ve yargılama giderleri ile vekalet ücretinin davalıya yüklenmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının senelik izinde bulunduğu esnada TC Başkanlığının 18/07/2016 tarih ve 2016/16 sayılı 29774 sayılı Resmi Gazete ‘de yayımlanan genelgesi ile kamu kurumlarında çalışanların ikinci bir emre kadar yıllık izinlerinin kaldırıldığını, davacıya telefon açıldığını, SMS yoluyla gerekse … 7. Noterliğinin 28/07/2016 tarih 23930 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile bu durumun bildirildiğini, davacının işe iade talebinin haksız olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:
İlk derece mahkemesince, davacının iş akdinin Başbakanlığın 2016/6 sayılı 18/07/2016 gün ve 29774 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan genelgesi gereğince davacının 21/07/2016-28/07/2016 tarihleri arasında işe gelmediğinin tespit edildiği belirtilerek 31/07/2016 tarihi itibariyle feshedildiği, davacıya davalı işveren tarafından gönderilen iş sözleşmesi fesih ihbarnamesinin 01/08/2016 tarihinde tebliğ edildiği,dosya kapsamından davacının işe devam etmediği belirtilen tarihlerde yıllık ücretli izne ayrılmış olduğu ancak daha sonra söz konusu genelge gereğince kamu kurumunda çalışanların yıllık izinleri kaldırıldığından ve halen izinde bulunanların en kısa sürede görevlerinin başına dönecekleri belirtildiğinden davacıya devamsızlığı hususunda belge ibraz etmesi aksi durumda iş akdinin feshedileceğinin ihtar edilmiş olduğu , davacı tarafça davalı işverene gönderilen yazıda; 2,5 yaşındaki çocuğunu bırakacak kimsenin olmaması nedeniyle yıllık izne ayrıldığı ve ayrıca kendisine yıllık ücretli iznin iptali ve çalışmaya başlamasıyla ilgili herhangi bir resmi çağrı yapılmadığı ve kendisinin kamu çalışanı sayılmadığı düşüncesiyle iznini kesip işyerine dönmediğini belirttiği, bu durumda dosya kapsamından davacıya gönderilen ihtarnamede öncelikle belirtilen tarihlerde işe gelmediğinden bu durumu haklı gösterecek resmi bir belgenin sunulması aksi halde iş sözleşmesinin feshedileceği belirtilmiş olmasına bu tebligatın da davacıya 01/08/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olmasına rağmen iş akdinin daha önce 31/07/2016 tarihinde feshedilmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı, bu yönüyle yapılan feshin geçersiz olduğu ve ayrıca davacı tarafından ihtarname sonrası davalı işverene gönderilen yazıda 2,5 yaşındaki çocuğunu bırakacak kimsenin olmaması nedeniyle yıllık izne ayrıldığını ve kendisinin kamu çalışanı sayılmadığı düşüncesiyle iznini kesip işyerine dönmediğini belirtmiş olması ve davacıya daha öncesinde işe başlaması yönünde herhangi bir bildirimde bulunulmamış olması da dikkate alındığında haklı ve geçerli bir fesih sebebi bulunmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
İstinaf başvurusu :
İlk derece mahkemesinin kararına karşı, davalı tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.
İstinaf Sebepleri:
Davalı vekili istinaf başvurusunda; davacının, 25.07.2016 tarihli dilekçesinde kendisine yapılan işe başla çağrılarına ilişkin mazeretlerini bildirmişken, 04.08.2016 tarihli ihtarnamesinde kendisine işe başlama konusunda herhangi bir çağrının yapılmadığını belirtmesi ve Yerel Mahkeme tarafından bu hususun göz ardı edilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, davacının 25.07.2016 tarihli dilekçesinde ileri sürülen bu mazeretlerinin haklı mazeret olup olmadığına bakılmaksızın, yapılan feshin haksız olduğuna ilişkin verilmiş kararın hatalı olduğunu, davacının ileri sürmüş olduğu mazeretlerin, yapmış olduğu devamsızlığı haklı çıkarmayacağının da ortada olduğunu, davacının işe başlamamak için ileri sürmüş olduğu mazeretlerin işveren tarafından yeterli bulunmaması ve davacı tarafça daha sonra dahi yeni ve geçerli bir mazeret önde sürülmemiş olduğu gerçeği göz önüne alındığında Yerel Mahkeme tarafından davanın reddine karar verilmesi gerekirken, usul ve yasaya aykırı olarak davanın kabulüne karar verilmesinin hatalı olduğunu savunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:
Bölge adliye mahkemesince, mahkeme kararında da belirtildiği üzere, davacıya gönderilen ihtarnamede öncelikle belirtilen tarihlerde işe gelmediğinden bu durumu haklı gösterecek resmi bir belgenin sunulması aksi halde iş sözleşmesinin feshedileceği belirtilmiş ve bu tebligatın da davacıya 01/08/2016 tarihinde tebliğ edilmiş olmasına rağmen iş akdinin daha önce 31/07/2016 tarihinde feshedilmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı, bu yönüyle yapılan feshin geçersiz olduğu, davalı tarafça ihtarname gönderildiği halde, tebliğ edilmesi beklenmeden, davacının mazeretine ilişkin beyanları ve savunması alınmadan yapılan fesih işleminin usul ve yasaya uygun olmadığı, bu yöndeki mahkeme kabulünün yerinde olduğu gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Temyiz başvurusu :
Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararına karşı davalı vekili tarafından süresinde temyiz başvurusunda bulunulmuştur.
E) Gerekçe:
4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesi işverene, işçinin davranışlarından ve yeterliliğinden kaynaklanan nedenlerle iş sözleşmesini feshetme yetkisi vermiştir. İşçinin davranışlarından kaynaklanan fesihte takip edilen amaç, işçinin daha önce işlediği iş sözleşmesine aykırı davranışları cezalandırmak veya yaptırıma bağlamak değil; onun sözleşmesel yükümlülükleri ihlale devam etmesi, tekrarlaması rizikosundan kaçınmaktır. İşçinin davranışları nedeniyle iş sözleşmesinin feshedilebilmesi için, işçinin iş sözleşmesine aykırı, sözleşmeyi ihlal eden bir davranışının varlığı gerekir. İşçinin kusurlu davranışı ile sözleşmeye aykırı davranmış ve bunun sonucunda iş ilişkisi olumsuz bir şekilde etkilenmişse işçinin davranışından kaynaklanan geçerli bir fesih söz konusu olur. Buna karşılık, işçinin kusur ve ihmaline dayanmayan sözleşmeye aykırı davranışlarından dolayı işçiye bir sorumluluk yüklenemeyeceğinden işçinin davranışlarından kaynaklanan geçerli fesih nedeninden de bahsedilemez.
İşçinin davranışlarından ve yeterliliğinden kaynaklanan nedenler, aynı yasanın 25. maddesinde belirtilen nedenler yanında, bu nitelikte olmamakla birlikte, işyerlerinde işin görülmesini önemli ölçüde olumsuz etkileyen nedenlerdir. İşçinin davranışlarından veya yetersizliğinden kaynaklanan nedenlerde, iş ilişkisinin sürdürülmesinin işveren açısından önemli ve makul ölçüler içinde beklenemeyeceği durumlarda, feshin geçerli nedenlere dayandığını kabul etmek gerekecektir.
İşçinin davranışlarına dayanan fesih, herşeyden önce, iş sözleşmesinin işçi tarafından ihlal edilmesini şart koşmaktadır. Bu itibarla, önce işçiye somut olarak hangi sözleşmesel yükümlülüğün yüklendiği belirlendiği, daha sonra işçinin, hangi davranışı ile somut sözleşme yükümlülüğünü ihlal ettiğinin eksiksiz olarak tespit edilmesi gerekir. Şüphesiz, işçinin iş sözleşmesinin ihlali işverene derhal feshetme hakkını verecek ağırlıkta olmadığı da bu bağlamda incelenmelidir. Daha sonra ise, işçinin isteseydi yükümlülüğünü somut olarak ihlal etmekten kaçınabilip kaçınamayacağının belirlenmesi gerekir. İşçinin somut olarak tespit edilmiş sözleşme ihlali nedeniyle işverenin işletmesel menfaatlerinin zarar görmüş olması şarttır. Eğer işçinin yükümlülüğünü ihlal etmekten kaçınma olanağına sahip olduğu tespit edilirse fesihten önce işçiye ihtar verilip verilmediği, ihtara rağmen davranışını tekrar etmesi halinde İş Kanunu’nun 19.maddesi uyarınca savunması alınarak iş sözleşmesinin feshedilip edilmediğine bakılacaktır. Ancak, ağır yükümlülük ihlalleri nedeni ile işverenin iş sözleşmesine devam etmesinin beklenemeyeceği hallerde işçiye davranışından dolayı ihtar verilmesine gerek olmayacaktır. Başka bir anlatımla, İşçinin sözleşmeyi ihlal eden davranışının türü ve ağırlığı itibariyle, onun gelecekte sözleşmeye uygun davranması şartıyla işverenden iş ilişkisine devam etmesinin haklı olarak beklenebileceği durumlarda ihtar gerekli ve zorunlu olmalı; aksi takdirde işveren ihtar vermeksizin iş sözleşmesini feshedebilmelidir. Buna göre, işverene süresizi fesih hakkı verilen İş Kanunu’nun 25.maddesinde belirtilen hallerden dolayı kural olarak, işçiye önceden ihtar verilmesine gerek olmadığı kabul edilmelidir.
İşçinin yükümlülüklerinin kapsamı bireysel ve toplu iş sözleşmesi ile yasal düzenlemelerde belirlenmiştir. İşçinin kusurlu olarak (kasden veya ihmalle) sebebiyet verdiği sözleşme ihlalleri, sözleşmenin feshi açısından önem kazanır. Geçerli fesih sebebinden bahsedilebilmesi için, işçinin sözleşmesel yükümlülüklerini mutlaka kasıtlı ihlal etmesi şart değildir. Göstermesi gereken özen yükümlülüğünün ihlal edilerek ihmali davranış ile ihlali yeterlidir. Buna karşılık, işçinin kusuruna dayanmayan davranışları, kural olarak işverene işçinin davranışlarına dayanarak sözleşmeyi feshetme hakkı vermez. Kusurun derecesi, iş sözleşmesinin feshinden sonra iş ilişkisinin arzedebileceği olumsuzluklara ilişkin yapılan tahminî teşhislerde ve menfaatlerin tartılıp dengelenmesinde rol oynayacaktır.
İşçinin iş sözleşmesini ihlal edip etmediğinin tespitinde, sadece asli edim yükümlülükleri değil; kanundan veya dürüstlük kuralından doğan yan edim yükümlülükleri ile yan yükümlerin de dikkate alınması gerekir. Sadakat yükümü, sözleşmenin taraflarına sözleşme ilişkisinden doğan borçların ifasında, karşı tarafın şahsına, mülkiyetine ve hukuken korunan diğer varlıklarına zarar vermeme, keza sözleşme ilişkisinin kapsamı dışında sözleşme ile güdülen amacı tehlikeye sokacak özellikle karşılıklı duyulan güveni sarsacak her türlü davranıştan kaçınma yükümlülüğünü yüklemektedir.
İşçinin iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini kusurlu olarak ihlal ettiğini işveren ispat etmekle yükümlüdür.
İşçinin iş görme borcu, işverenin yönetim hakkı kapsamında vereceği talimatlarla somutlaştırılır. İşverenin yönetim hakkının karşıtını, işçinin işverenin talimatlarına uyma borcu teşkil eder. İşveren, talimat hakkına istinaden, iş sözleşmesinde ana hatlarıyla belirlenen iş görme ediminin, nerde, nasıl ve ne zaman yapılacağını düzenler. Günlük … süresinin başlangıç ve bitiş saatlerini, ara dinlenmesinin nasıl uygulanacağını, işyerinde işin dağıtımına ilişkin ya da kullanılacak araç, gereç ve teknikler konusunda verilecek talimatlar bu türden talimatlar arasında kabul edilirler. İşverenin yönetim hakkı işyerinde düzenin sağlanmasına ve işçinin davranışlarına yönelik talimat vermeyi de kapsar. Buna karşılık, işverenin talimat hakkı, iş sözleşmesinin asli unsurlarını oluşturan, ücretin miktarı ve borçlanılan … süresinin kapsamına ilişkin söz konusu olamaz. İşveren, tek taraflı olarak toplam … süresini arttırmak veya ücrete etki edecek şekilde azaltmak yetkisine sahip değildir. İşverenin iş sözleşmesinin asli unsurlarını kapsayacak şekilde talimat vermesi, iş sözleşmesindeki edim ile karşı edim arasındaki dengenin bozulması hâlinde, iş güvencesine ilişkin hükümlerin dolanılması söz konusu olabilir. İşverenin talimat verme hakkının, yasa, toplu iş sözleşmesi ve bireysel iş sözleşmesi ile daraltılıp genişletilmesi mümkündür. Bir başka açıdan ifade edilecek olursa, işverenin talimat verme hakkı, kanun, toplu iş sözleşmesi ile bireysel iş sözleşmesi hükümleri ile sınırlıdır. Bu itibarla, işveren, ceza ve kamu hukuku hükümlerine aykırı talimatlar veremeyeceğinden, işçi bu nevi talimatlara uymak zorunda değildir. Bunun dışında işveren, işçinin kişilik haklarını ihlal eden talimatlar veremez. Keza, Medeni Kanunu’nun 2’nci maddesinde düzenlenen hakkın kötüye kullanılması yasağı gereği, işveren dürüstlük kuralına aykırı talimatlar da veremez. Şu halde işveren, diğer işçilerin lehine fakat bir veya birkaç işçinin aleyhine sonuç doğuracak eşitsizlik yaratacak talimatlar veremeyeceği gibi işçiye eza ve cefa vermek amacıyla da talimatlar veremez. Buna göre, işveren talimat verirken eşit işlem borcuna riayet etmekle de yükümlüdür.
İş sözleşmesinin işçinin davranışı nedeniyle geçerli bir şekilde feshedilebilmesi için, işçinin kendisine verilen ihtardan sonra bir defa daha yükümlülüğünü ihlal teşkil eden davranışta bulunması gerekir. İşçiye verilen ihtardan sonra yeni bir yükümlülük ihlali meydana gelmemişse, sırf ihtara konu olan davranışa dayanılarak iş sözleşmesi geçerli bir şekilde feshedilemez. Çünkü ihtarın verilmesiyle işveren, ihtara konu olan davranış nedeniyle iş sözleşmesini feshetme hakkından örtülü olarak feragat etmiş bulunmaktadır.
Davranış nedeniyle fesih, ancak, sözleşmeyi sona erdirmeye oranla daha hafif bir çare söz konusu olmadığında gerekli olur. Ölçülülük ilkesinin ihtardan başka diğer bir aracı da … yerinin değiştirilmesidir. … yerinin değiştirilmesi feshe oranla daha hafif çare olarak gündeme gelen bir araçtır. Ancak bu tedbirin uygulanabilmesi, işveren açısından mümkün olması ve kendisinden haklı olarak beklenebilmesi koşuluna bağlıdır. İşçinin başka bir … yerinde çalıştırılması imkânı söz konusu değilse ölçülülük ilkesi ve ultima ratio prensibi uyarınca İş Kanunu’nun 22.maddesi uyarınca değişiklik feshi düşünülmelidir.
İşverenin yönetim hakkı kapsamında verdiği talimatlara işçi uymak zorundadır. İşçinin talimatlara uymaması, işverene duruma göre iş sözleşmesinin haklı ya da geçerli fesih hakkı verir. İş Kanunu’nun 25’nci maddesinin II’nci bendinin (h) fıkrası, işçinin yapmakla görevli bulunduğu görevleri, kendisine hatırlatıldığı halde yapmamakta ısrar etmesini, bir haklı fesih nedeni olarak kabul etmektedir. Buna karşılık, yukarıda da ifade edildiği üzere, İş Kanunu’nun gerekçesine göre, işçinin “işini uyarılara rağmen eksik, kötü veya yetersiz olarak yerine getirmesi” geçerli fesih nedenidir(Dairemizin 17.03.2008 gün ve 2007/27680Esas, 2008/5302 Karar sayılı ilamı).
Somut uyuşmazlıkta, davacının iş akdi 31.07.2016 tarihinde davacının senelik izinde bulunduğu esnada TC Başkanlığının 18/07/2016 tarih ve 2016/16 sayılı 29774 sayılı Resmi Gazete ‘de yayımlanan genelgesi ile kamu kurumlarında çalışanların ikinci bir emre kadar yıllık izinleri kaldırıldığı, davacıya telefon açılması ve SMS yoluyla gerekse … 7. Noterliğinin 28/07/2016 tarih 23930 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile bu durumun bildirildiği ancak davacının iznini keserek işe başlamadığı gerekçesiyle feshedilmiş olup 20.7.2016 tarihli tutanakla “… İktisadi İşletmemiz personeli …, Başbakanlığın 2016/16 say 18.07.2016 gün ve 29774 sayılı Resmi Gazetede yayınlanan genelgesi ile kamu kurumunda çalışanların 2. bir emre kadar yıllık izinlerinin kaldırılmış olması dolayısıyla 20.07.2016 tarihinde birim yetkilisi … 0535 491 00 33 nolu şirket hatlı cep telefonundan aranıp bilgilendirildi, ilgili telefon görüşmesinde …’a gelemeyeceğini bildirmesi üzerine Otel Müdürümüz … tarafından tekrar görevine gelmesi hususunda uyarılmıştır, ayrıca tüm personele 0532 204 41 13 nolu şirket hattından mesaj atılarak göreve gelmeleri hususunda bilgilendirme yapılmıştır.Bu tutanak … İktisadi İşletmesi … park Oteli Muhasebe biriminde şahitler huzurunda kayıt altına alınmıştır. “ denilerek davacının iznini keserek dönmesinin bildirildiği, davacının 25.07.2016 dilekçesiyle “Müdürlüğünüze bağlı olarak … Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğrenci Kantininde sorumlu olarak çalışmaktayım. Cep telefonumda bulunan whatsapp uygulamasına … arkadaşlarım tarafından hâlihazırda kullanmakta olduğum yıllık iznimi keserek birkaç gün içerisinde işe gelmem konusunda mesaj yollanmıştır.Ancak, işyerinde bulunan amirlerim tarafından da bilindiği üzere, yıllık iznimi bu dönemde kullanma nedenim yaklaşık 2,5 yaşında olan oğluma bakacak hiç kimsenin bulunmayışıdır. Bakıcı olarak gelen bayanın eşinin kanser teşhisi ile hastaneye yatırılması ve kayınvalidemin memleketine gitmesi sonrasında oğlumun ben yanında olmaksızın hiçbir yerde kalamayacak olması neticesinde mecburen yıllık iznimi kullanmak zorunda kaldım.” davalıya mazeretini bildirdiği, davacının 18/07/2016-29/07/2016 tarihleri arasında iş gelmediği gerekçesiyle devamsızlık tutanakları tutulduğu,davalı işveren tarafından gönderilen 28.07.2016 tarihli ihtarnameyle … mazereti veya işe gelmesini engelleyen haklı bir sebebi varsa bunu belgeleyen belgeyi sunması için süre verilmiş olup bu ihtarname davacıya 01.08.2016 da tebliğ edilmiştir.
Somut olayda davacının darbe girişimi sonrası kamu kurumlarında çalışanların izinlerinin kaldırıldığını bildiği halde 2.5 yaşındaki çocuğuna bakacak kimseyi bulamaması nedeniyle yıllık iznini keserek dönmeyeceğini belirttiği ve işe dönmediği, bu hususun davacının da kabulünde olduğu, bunun üzerine işverenin devamsızlık tutanakları tutarak davacının akdini haklı nedenle feshettiği görülmüş olup dosya kapsamından davacının devamsızlığının tamamen keyfi bir nedene dayanmadığı anlaşılmaktaysa da 15 Temmuz darbe girişimi sonrası oluşan olağanüstü koşullar da dikkate alındığında davacı işçinin de iznini keserek dönme hususunda gereken yeterli gayreti göstermediği anlaşılmakla feshin haklı neden ağırlığında olmadığı ancak geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından mahkemece davanın reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir.
Bölge Adliye Mahkemesi’nin temyiz edilen kararının bozularak ortadan kaldırılmasına ve Dairemizce 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20/3. maddesi uyarınca aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM : Yukarda açıklanan gerekçe ile;
1.Mahkemenin kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2. Davanın REDDİNE,
3. Alınması gereken 35,90 TL karar-ilam harcından peşin alınan 29,20 TL.nin mahsubu ile bakiye 6,70 TL karar harcının davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
4. Davacının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı 375,00 TL. yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
5. Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre belirlenen 2.180,00 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6. Kullanılmayan avansların talep halinde ilgilisine iadesine,
7. Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davalıya iadesine, dava dosyasının İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine,
Kesin olarak 02.07.2018 günü oybirliği ile karar verildi.

CİNSEL TACİZ SUÇU- WHATSAP YAZIŞMALARININ DELİL NİTELİĞİ

T.C
YARGITAY
14. Ceza Dairesi
ESAS:2018/3797
KARAR:2018/7322

“İçtihat Metni”

Cinsel saldırı suçundan şüpheli … hakkında yapılan soruşturma evresi sonucunda, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 24.10.2017 gün ve 2017/16246 soruşturma, 2017/8177 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Erzurum 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 12.12.2017 günlü ve 2017/7360 Değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.

Dosya kapsamına göre, müştekinin şikayet dilekçesi ve aşamalardaki sözlü anlatımlarında, eşiyle 8-9 aydır ayrı yaşadıklarını ve boşanma aşamasında olduklarını, şüphelinin ise kayınpederi olduğunu, kayınpederinin eşinin eczanesinde mali işlere yardım ettiğini, olay günü kayınpederini eczanedeki nöbet sonunda torunlarını görmesi için evine davet ettiğini, saat 00:30’da kayınpederinin evine geldiğini, yaklaşık 2 saat boyunca eşi ile olan sıkıntılarını şüpheliye anlatığını ve olayın tesiri ile ağlamaya başladığını, şüphelinin bunun üzerine kendisine sarıldığını akabinde yanaklarından öptüğünü, neden sen beni öpmüyorsun demesi üzerine kendisinin de kayınpederini yanağından öptüğünü sonrasında şüphelinin kendisini boynundan öptüğünü, bu sefer yanından çekildiğini ancak tekrar boynundan öptüğünü, bunun üzerine paniğe kapıldığını, şüpheliye yatağını hazırlayabileceğini söylediğini, şüphelinin yatmak istemediğini söylediğini, bunun üzerine 1,5 yaşındaki kızının sesini bahane ederek odadan ayrıldığını, şüphelinin arkasından çocuk odasına geldiğini, akabinde mama hazırlamak için mutfağa geçtiğini ancak bu kez de şüphelinin mutfağa gelerek göğüslerinin üzerinden olacak şekilde sarıldığını, ani bir hareketle mutfaktan ayrıldığını, oğlunu şüphelinin evden gitmesini sağlamak için uyandırdığını ve tuvalete kaldırdığını, oğlunu tekrar yatırınca bu kez şüphelinin kendisine “bu gece benimle yat, sana hiçbir şey yapmam, sadece sarılarak uyuruz” dediğini, bu teklifi reddetmesi üzerine şüphelinin bir kaç kez tekrarladığını, bunu takiben yatak odasına gidip yattığını ancak şüphelinin 5 dakika boyunca yatak odasının kapısında beklediğini, sonrasında “bir dakika benimle yat sonra yatağına geri dönersin” şeklinde teklifte bulunduğunu, buna karşılık olmaz baba ayıptır dediğini, akabinde de eşine mesaj attığını ve babasını arayarak evden ayrılmasını söylemesini istediğini, eşinin kendisine inanmadığını belirtir mesajlar gönderdiğini, buna karşın eşinin şüpheliyi aradığını akabinde de eşinin kendisine inanmasını da sağlamak için eşini arayarak telefonu açık olduğu halde şüphelinin yanına gittiğini, bu kez de şüphelinin tekrar kendisine sarıldığını, “göğsünden bir kere öpebilirmiyim?” dediğini, sonrasında şüphelinin evden ayrılırken “cumartesi gecesi tekrar geleceğim, yanıma telefon almayacağım, bütün gece birlikte uyuyacağız” şeklinde sözler söyleyerek evden ayrıldığını iddia etmesi,

Şüphelinin kollukta vermiş olduğu sözlü ifadesinde, olay günü gelininin evine gece saat 01:00’da gittiğini, gelininin eşi ile olan sorunları anlatırken hıçkırarak ağladığını, başını göğsüne dayayarak, kendisine sarıldığını, bu şekilde ağlamasına üzülerek, başını okşamak sureti ile teselli etmeye çalıştığını ve kafasını kaldırarak müştekiyi alnından ve gözlerinden teselli amacıyla öptüğünü, konuşmanın devamında tekrar ağlamaya başladığını, hıçkırarak başını göğsüne dayadığını, bu kez de başını tutup saçlarını okşayarak teselli ettiğini, akabinde hiç bir sıkıntı olmadan yattıklarını buna karşın gece saat 03:30 sıralarında oğlunun telefonu ile uyandığını, oğlunun kendisine çabuk evi terk et demesi üzerine evi terk ettiğini, müştekinin iddialarının gerçek dışı olduğu şeklindeki anlatımları,

Müştekinin eşi, şüphelinin oğlu olan tanık S. nin, olay gecesi müştekinin kendisine, baban bana sarılmak istedi, öpmek istedi, yanına yatmamı istedi şeklinde mesaj atarak, babasının evden gitmesini istediğini bildirdiği, bunun üzerine babasını arayarak evden ayrılmasını sağladığını belirtmesi, dosya arasına alınan müşteki ve tanık arasındaki whatsapp yazışmaları ve tanık tarafından sunulan müştekinin telefon hattına ilişkin olay gecesine ilişkin içerik bilgisi de hep birlikte değerlendirildiğinde, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği hususunda toplanan delillerin kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte bulunduğu ve bu delillerin mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeksizin, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca, anılan kararın bozulması lüzumu Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 27.02.2018 gün ve 94660652-105-25-411-2018-Kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden ihbar ve mevcut evrakla birlikte Daireye tevdii kılınmakla gereği düşünüldü:
Tüm dosya içeriği nazara alındığında kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazın reddine dair Erzurum 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 12.12.2017 günlü, 2017/7360 Değişik iş sayılı kararı usul ve kanuna uygun olup kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görülmediğinden talebin REDDİNE, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 06.12.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- KISMİ DAVA- ZAMANAŞIMI DEFİ- HUKUKİ YARAR

T.C.
YARGITAY
22. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/33903
K. 2016/18051
T. 16.6.2016

BELİRSİZ ALACAK DAVASI (İş Hukukundan Kaynaklanan Alacaklar Bakımından Baştan Belirli veya Belirsiz Alacak Davası Şeklinde Belirleme Yapmanın Kural Olarak Doğru ve Mümkün Olmadığı – Bu Sebeple İş Hukukunda da Belirsiz Alacak Davasının Açılabilmesinin Bu Davanın Açılması İçin Gerekli Şartların Varlığına Bağlı Olduğu)

HUKUKİ YARAR (Kıdem Tazminatı İle Manevi Tazminat İzin Şua İzin Alacağı Servis Ücreti Alacaklarının Gerçekte Belirlenebilir Alacaklar Olduğu – Belirsiz Alacak Davasına Konu Edilemeyecekleri Nazara Alınarak Hukuki Yarar Yokluğundan Davanın Usulden Reddi Gerektiği)

KISMİ DAVA (Fazla Çalışma Alacağı/Davanın Belirsiz Alacak Davası Olarak Açıldığının Dava Dilekçesi ve Harç Tamamlama Dilekçesinden Anlaşıldığı – Mahkemece Kısmi Dava Olarak Değerlendirilmesinin Doğru Olmadığı)

ZAMANAŞIMI DEF’İ (Fazla Çalışma Alacağının Belirsiz Alacak Davası Olarak Açıldığı – Davanın Açılması İle Alacağın Tamamına Dair Zamanaşımı Süresi Kesildiğinden Talebin Arttırılması Islah Olarak Nitelendirilip Islaha Karşı Zamanaşımı Definin Dikkate Alınmasının İsabetli Olmadığı)

FAZLA ÇALIŞMA (Arızi Çalışmaların Genelleştirilemeyeceği – Bu Sebeple Davacının Haftalık Kırk Beş Saat Çalıştığı Tarihe Kadar Yirmi Saat ve 5947 Sayılı Kanunun Yürürlük Tarihinden Sonra On Saat Fazla Mesai Yaptığının Kabulünün Dosya İçeriğine Daha Uygun Düşeceği)

İŞÇİLİK ALACAKLARI DAVASI (Talep Artırım Dilekçesi İle Talep Edilen Miktarlar Zamanaşımına Uğramayacağından Bu Miktarlara Göre Hüküm Kurulması Gerektiği Gözetilmeden Sonuca Gidilmesinin Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu)

4857/m. 41
6100/m.107
3153/Ek Md. 1

ÖZET : Dava, işçilik alacakları istemine ilişkindir. İş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz. Keza aynı şey kısmi dava için de söz konusudur.

Somut olayda, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı dava dilekçesi ve harç tamamlama dilekçesinden anlaşılmaktadır. Bu sebeple mahkemece kısmi dava olarak değerlendirilmesi doğru olmamıştır. Dava belirsiz alacak davası olarak açıldığına göre davaya konu işçilik alacakları bakımından belirsiz alacak davası koşullarının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir. Davacı, çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını, ödenmeyen ücret alacağı miktarını, hak kazandığı yıllık izin süresini ve kaç gün ücretli izin kullandığını, şua izin süresini ve servis ücretini, manevi tazminat miktarını belirleyebilecek durumdadır.

Bu halde davaya konu kıdem tazminatı ile manevi tazminat izin, şua izin alacağı servis ücreti alacaklarının gerçekte belirlenebilir alacaklar olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri nazara alınarak, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken, yazılı şekilde kıdem tazminatı ile izin, şua izin alacağının esastan kabulüne ve servis ücreti ve manevi tazminatın ise esastan reddine karar verilmesi hatalı olmuştur. Somut olayda; hükme esas alınan bilirkişi raporunda tanık beyanları esas alınarak 08-18 arası 10 saatten bir saat ara dinlenme düşülmesi sonucu haftalık 45 saat çalışma yapıldığı haftada bir ve ayda dört kez 2 saat fazla çalışma yapıldığı belirtilerek davacının haftalık 47 saat çalıştığı tarihe kadar haftalık 22 saat ve bu tarih sonrası 12 saat üzerinden fazla mesai hesaplama yapılması ve mahkemece hüküm altına alınması doğru olmamıştır. Dosya içeriğine göre tanıklar mesainin 08.00-18.00 arası olduğunu belirtmiştir. Arızi çalışmalar genelleştirilemez. Bu sebeple davacının haftalık 45 saat çalıştığı tarihe kadar 20 saat ve 5947 Sayılı Kanunun yürülük tarihinden sonra 10 saat fazla mesai yaptığının kabulü dosya içeriğine daha uygun düşecektir.

Davacı temyizi yönünden; fazla çalışma alacağı belirsiz alacak davasına konu edilebilecek nitelikte alacak olduğu ve belirsiz alacak davası olarak açıldığı anlaşılmakla; davanın açılması ile alacağın tamamına dair zamanaşımı süresi kesildiğinden, 6100 Sayılı Kanun’un 107/2. maddesi gereğince talebin arttırılması ıslah olarak nitelendirilip ıslaha karşı zamanaşımı def’inin dikkate alınması isabetli olmamıştır. Talep arttırım dilekçesi ile talep edilen miktarlar zamanaşımına uğramayacağından, bu miktarlara göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, yıllık izin, fazla mesai, şua izni, servis ücreti ile manevi tazminat alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, istemi kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, radyoterapi teknisyeni olarak çalıştığını iş sözleşmesini fazla mesai ücretlerinin ödenmemesi sebebi ile haklı sebeple feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile manevi tazminat, izin, fazla mesai, şua izin alacağı, servis ücret alacaklarını istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının fazla çalışma alacağı taleplerinin zamanaşımına uğradığını, iş sözleşmesini haksız sebeplerle sona erdiren davacının kıdem tazminatı talep etme hakkının bulunmadığını, müvekkili şirkette karşılığı ödenmemiş fazla mesai ücreti alacağının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davacı vekili ve davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-)Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.

1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 Sayılı Kanun’un 107. maddesine göre,

“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukuki yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukuki yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmi davaya dair yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hallerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

6100 Sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması, bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır.

Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir.

Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına dair ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.

Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında,
Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirim yapılması gerekliliği kabul edilmektedir.

Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 Sayılı Kanun ile birlikte, yukarda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.

Zaman zaman, 6100 Sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya dair yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür.

Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya dair 6100 Sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya dair düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 Sayılı Kanun’un 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir. Aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir.

Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur. Böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454).

Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 Sayılı Kanun’un 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir.

Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 Sayılı Kanun’un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanun’un 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.

Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmi dava için de söz konusudur.

İş Hukukundan kaynaklanan davalarda sıkça karşılaşıldığı üzere, taraflar arasında çalışma süresi ve ücret miktarı yönlerinden uyuşmazlık bulunması, alacağı belirsiz hale getirmez. Keza, işçi çalışma süresini ve ücretini belirleyebilmektedir. İşçinin ne zamandan beri çalıştığını veya ücretinin ne kadar olduğunu bilmemesi hayatın olağan akışına da aykırıdır. İşçinin kendisinin bilmediği çalışma süresini, tanıkların bildiğini veya bilirkişinin bileceğini farzetmek ispat kurallarına da aykırıdır. Keza tarafın yeterli şekilde somutlaştırıp kendisinin bilgisinde dahi olmadığını belirttiği bir hususun mahkemece bilinmesini beklemek de mümkün değildir.

İşverenin maddi hukuktan doğan yükümlülüklerini (belge ve bordro düzenleme gibi) yerine getirmemesi, tuttuğu belgelerin gerçeği yansıtmaması, davadan önce işçinin alacaklarını inkar etmesi ya da ikrar etmekle beraber yerine getirmemesi davacıya kural olarak belirsiz alacak davası açma imkanını vermez. İşçi bu durumlarda dahi, alacağının miktarını veya değerini belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açamaz(Simil, s. 412).

Somut olayda, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı dava dilekçesi ve harç tamamlama dilekçesinden anlaşılmaktadır. Bu sebeple mahkemece kısmi dava olarak değerlendirilmesi doğru olmamıştır. Dava belirsiz alacak davası olarak açıldığına göre davaya konu işçilik alacakları bakımından belirsiz alacak davası koşullarının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

Davacı,davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını, ödenmeyen ücret alacağı miktarını, hak kazandığı yıllık izin süresini ve kaç gün ücretli izin kullandığını, şua izin süresini ve servis ücretini, manevi tazminat miktarını belirleyebilecek durumdadır. Bu halde davaya konu kıdem tazminatı ile manevi tazminat izin, şua izin alacağı servis ücreti alacaklarının gerçekte belirlenebilir alacaklar olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri nazara alınarak, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken, yazılı şekilde kıdem tazminatı ile izin, şua izin alacağının esastan kabulüne ve servis ücreti ve manevi tazminatın ise esastan reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.

2-)Davacı işçinin 3153 Sayılı Radyoloji, Radiyom ve Elektrikle Tedavi ve Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanun ile 6.5.1939 tarihli 42013 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Radyoloji, Radyom ve Elektrikle Tedavi Müesseseleri Hakkında Nizamname uyarınca fazla çalışma ücretine hak kazanıp kazanmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

30.1.2010 tarihli ve 27478 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 5947 Sayılı Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 9. maddesiyle, 3153 Sayılı Kanuna eklenen, ek madde 1 hükmünde “İyonlaştırıcı radyasyonla teşhis, tedavi veya araştırmanın yapıldığı yerler ile bu iş veya işlemlerde çalışan personelin haftalık çalışma süresi 35 saattir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Somut olayda; hükme esas alınan bilirkişi raporunda tanık beyanları esas alınarak 08-18 arası 10 saatten bir saat ara dinlenme düşülmesi sonucu haftalık 45 saat çalışma yapıldığı haftada bir ve ayda dört kez 2 saat fazla çalışma yapıldığı belirtilerek davacının haftalık 47 saat çalıştığı 30.1.2010 tarihine kadar haftalık 22 saat ve bu tarih sonrası 12 saat üzerinden fazla mesai hesaplama yapılması ve mahkemece hüküm altına alınması doğru olmamıştır. Dosya içeriğne göre tanıklar mesainin 08.00-18.00 arası olduğunu belirtmiştir. Arızi çalışmalar genelleştirilemez. Bu sebeple davacının haftalık 45 saat çalıştığı 30.1.2010 tarihine kadar 20 saat ve 30.1.2010 tarihinden sonra 10 saat fazla mesai yaptığınını kabulü dosya içeriğine daha uygun düşecektir.

3-)Fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret alacakları yönünden, davacı haftada kaç saat fazla çalışma yaptığını, hangi hafta tatillerinde çalıştığını belirleyebilmekte ise de hakimin hesaplanan miktardan hangi oranda takdiri indirim yapacağını bilebilecek durumda değildir. Bu sebeple, fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret alacakları belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Davacı temyizi yönünden; fazla çalışma alacağı belirsiz alacak davasına konu edilebilecek nitelikte alacak olduğu ve belirsiz alacak davası olarak açıldığı anlaşılmakla; davanın açılması ile alacağın tamamına dair zamanaşımı süresi kesildiğinden, 6100 Sayılı Kanun’un 107/2. maddesi gereğince talebin arttırılması ıslah olarak nitelendirilip ıslaha karşı zamanaşımı def’inin dikkate alınması isabetli olmamıştır. Talep arttırım dilekçesi ile talep edilen miktarlar zamanaşımına uğramayacağından, bu miktarlara göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 16.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TASARLAYARAK KASTEN ÖLDÜRME SUÇUNA YARDIM ETMEK- KASTEN ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS VE KASTEN ÖLDÜRMEYE AZMETTİRMEK

T.C
YARGITAY
1. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/4713
KARAR:2018/4853

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : İştirak halinde kasten öldürme ve bu suça yardım, tasarlayarak öldürme suçuna yardım, kasten öldürmeye teşebbüs ve bu suça azmettirmek, olası kastla yaralama, mala zarar verme, olası kastla mala zarar verme, 6136 sayılı Kanuna muhalefet.
HÜKÜM : Sanık … hakkında;
a- TCK’nin 37/1, 81/1, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 25 yıl hapis cezası,
b- TCK’nin 81/1, 35/1-2, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezası,
c- TCK’nin 151/1, 62, 52, 52/4. maddeleri uyarınca 2.000.00. TL adli para cezası,
d- 6136 sayılı Yasanın 13/1, TCK’nin 62/1, 52, 53/1. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 80.00. TL adli para cezası.
Sanık … hakkında;
a- TCK’nin 37/1, 81/1, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 25 yıl hapis cezası,
b- …’nu kasten yaralama suçundan; TCK’nin 86/1, 86/3-e, 21/2, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası,
c- Katılan mağdur …’na yönelik mala zarar verme suçundan; TCK’nin 151/1, 21/2, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 2 ay 6 gün hapis cezası,
Sanık … hakkında;
14/02/2015 suç tarihli kasten öldürmeye teşebbüs suçuna azmettirmek suçundan beraat.
Sanık … hakkında;
27/03/2015 suç tarihli tasarlayarak kasten öldürme suçuna yardım etmek suçundan beraat.
Sanık … hakkında;
Kasten öldürmeye teşebbüs ve kasten öldürmeye azmettirmek suçlarından ayrı ayrı beraat.
Sanık … hakkında;
Kasten öldürmeye yardım suçundan beraat.

Sanık … müdafiinin süresinden sonra vaki duruşma talebinin CMUK.un 318. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir.
Katılanın, 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığından, katılan … vekilinin, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında bu suçtan kurulan hükme yönelik temyiz isteminin CMUK.un 317. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir.
Katılanın, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında mağdur …’a yönelik mala zarar verme, sanık … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında mağdur …’a yönelik mala zarar verme ve mağdur …’e yönelik kasten yaralama suçlarından kurulan hükümleri temyize yetkisi bulunmadığından, katılan … vekilinin temyiz istemlerinin CMUK.un 317. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir.
Sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında; 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçundan kurulan hükümde, aynı Yasanın 13/1. maddesi uyarınca hapis cezasının yanında hükmolunması gereken adli para cezası miktarının 30 gün ile 100 gün arasında olması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde temel para cezası miktarının 5 gün olarak belirlenmesi suretiyle eksik ceza tayini, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Temyiz dilekçelerinin kapsamı ve temyiz edenlerin sıfatlarına göre; sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürme suçuna azmettirme, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, sanıklar … ve … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u tasarlayarak kasten öldürme suçuna yardım suçlarından kurulan beraat hükümlerinin katılan … vekili ve Cumhuriyet savcısının temyizi üzerine, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’a yönelik kasten öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı Yasaya muhalefet ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçları ve 27.03.2015 tarihli olay kapsamında kasten öldürme suçları ile sanık … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürme, mağdur …’e yönelik kasten yaralama ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlerin, sanıklar … ve … müdafileri ile Cumhuriyet savcısı ve katılan … vekilinin temyizleri üzerine yapılan incelemede;
Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …’ın, maktul …’u 14.02.2015 tarihli olay kapsamında kasten öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı Yasaya muhalefet ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçları ile 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’a yönelik eylemi ile sanık …’ın 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’a yönelik eylemi ile mağdur …’e yönelik olası kastla yaralama ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçlarının sübutu kabul, bozma nedenleri saklı kalmak üzere oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç nitelikleri tayin, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle değerlendirilip reddedilmiş, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürme suçuna azmettirme, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, sanıklar … ve … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u tasarlayarak kasten öldürme suçuna yardım suçlarından suçlarından elde edilen delillerin mahkumiyete yeter nitelik ve derecede bulunmadığı mahkemece kabul ve takdir kılınmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde eleştiri, düzeltme ve bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık … müdafilerinin; eksik incelemeye, sanık … müdafilerinin; kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna, sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğine, Cumhuriyet savcısının; sanıklar …, … ve …’ün azmettiren, sanık …’in yardım eden olarak cezalandırılmaları gerektiğine, katılan … vekilinin; sanıklar …, …, … ve … hakkındaki beraat kararlarının usul ve yasaya aykırı olduğuna vesaireye ilişkin ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,
Sanık …’ın 14.02.2015 tarihli olay kapsamında 6136 sayılı Yasaya muhalefet ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme, sanık …’ın 27.03.2015 tarihli olay kapsamında mağdur …’e yönelik olası kastla yaralama, mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçları yönünden;
Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile TCK’nin 53. maddesinin iptal edilen bölümleri nazara alındığında mahkemenin bu madde ile yaptığı uygulama kanuna aykırı ise de, bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, CMUK’un 322. maddesinin tanıdığı yetkiye dayanılarak hüküm fıkrasının mahsus bölümünde yer alan TCK’nin 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün “Anayasa Mahkemesinin iptal kararındaki hususlar gözetilerek TCK’nin 53/1-2-3. maddelerinin tatbikine” şeklinde değiştirilmesine karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN mahkumiyet hükümleri ile sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında, maktul …’u kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, 27.03.2015 tarihli olay kapsamında, maktul …’u kasten öldürme suçuna azmettirme, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında, kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, sanıklar … ve … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında, maktul …’u tasarlayarak kasten öldürme suçuna yardım suçlarından kurulan beraat hükümlerinin tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA,
1) Sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında; maktul …’u kasten öldürmeye teşebbüs suçu yönünden yapılan incelemede;
Oluşa ve dosya içeriğine göre; 14.02.2015 tarihli olay kapsamında; olay günü sanık …’ın, sanık … ile araç ile gezdiği sırada maktul …’u mağdur …’a ait ayakkabıcı dükkanına girerken gördüğü ve aracı kullanan …’dan durmasını isteyerek, kız arkadaşına sevgililer günü olması nedeniyle hediyelik eşya alacağını söyleyerek araçtan ayrıldığı, daha sonra maktulün girdiği mağdur …’ın dükkanının karşısına giderek üzerinde bulunan ruhsatsız tabanca ile maktulü hedef alarak 4 el iş yerine dışarıdan ateş ettiği, atışlar sonucu maktul …’un sol ayağından basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralandığı olayda;
Teşebbüs nedeniyle 9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören 5237 sayılı TCK’nin 35. maddesi ile yapılan uygulama sırasında, alt ve üst sınırlar arasında makul bir ceza tayini yerine yazılı şekilde hiç isabet almaması durumlarında uygulanan 9 yıl hapis cezasına hükmolunması suretiyle eksik ceza tayini,
2) Sanıklar … ve … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürme suçları yönünden yapılan incelemede;
Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanıkların arkadaşı olan …’nın, maktulünde aralarında bulunduğu bir grup tarafından 02.09.2014 tarihinde öldürülmesinden sonra sanıkların sık sık bir araya gelerek …’nın öldürülme olayını kendi aralarında değerlendirdikleri ve öldürülme olayını hazmedemeyerek …’nın kanının yerde kalmaması hususunda konuştukları, bu suçun faili olarak hakkında tasarlayarak adam öldürme suçundan dava açılan maktul …’un tutuklandığı, bir süre sonra maktul …’un serbest bırakıldığı, bu sebeple ölen …’nın yakın arkadaşlarının maktul …’a karşı husumet duyduğu, sanıklardan …’ın, diğer sanık arkadaşlarına kendini kabullendirmek, onlar arasında itibar sahibi olabilmek …nın katili olarak değerlendirdikleri maktül …’un öldürülmesi olayını gerçekleştireceğini beyan ettiği ve sanık …’ın 14.02.2015 tarihli ilk eylemi gerçekleştirdiği ancak bu eylemden sonuç alınamamış olup maktule yönelik bu eylemin teşebbüs boyutunda kaldığı, bu eylem üzerinden uzunca bir süre geçtikten sonra sanıklar … ve …’ın TCK’nin 37. maddesi kapsamında hareket ederek nihai sonucun elde edilmesi için durumu müzakere edip, düşünüp plan yaparak, maktulu bulabilecekleri yeri araştırdıkları ve olay günü maktulü bulduktan sonra sanık …’ın yakın mesafeden ateş ederek maktulü öldürdüğü olayda;
Sanıklar … ve …’ın, maktulü öldürme kararı verip, tasarlamayı kabule elverişli makul süre içinde verdikleri kararda sebat ve ısrar ederek maktulü öldürdükleri, tasarlamanın şartları bulunduğu ve sanıklar… ve …’ın eylemlerinin 82/1-a maddeleri gereğince tasarlayarak öldürme suçlarını oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması,
3) Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile TCK’nin 53. maddesinin iptal edilen bölümlerinin değerlendirilmesi zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş olup, katılan … vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükümlerin tebliğnamedeki düşünceye kısmen uygun olarak BOZULMASINA, 21/11/2018 gününde oy birliği ile karar verildi.

Exit mobile version