TIR ŞOFÖRÜ OLARAK ÇALIŞAN İŞÇİNİN SEFER PRİMLERİNİN EFEKTİF DÖVİZ SATIŞ KURU ÜZERİNDEN HESAPLANMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2021/11189 E. , 2021/15378 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK
BİRLEŞEN DAVA : … 16. İŞ MAH. 2020/112 ESAS SAYILI DOSYASI

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi asıl dosyada taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, asıl dosyada davacının davalı işyerinde 10.05.2005-20.01.2010 ve 01.03.2010-25.10.2013 iki farklı dönemde uluslararası tır sürücüsü olarak çalıştığı, aylık asgari ücret artı sefer başı harcırah aldığı, Almanya için 425 EURO, Hollanda, Belçika ve Fransa için 450 EURO sefer ücreti aldığı ve ayda ortalama 1,5 sefer yaptığı, 2010 yılı Mart ayında Romanya’da yaptığı maddi hasarlı kazadan dolayı hasar bedeli sigorta şirketinden karşılandığı halde sefer ücretlerinden 3.000,00 TL kesildiği, seferlere rastlayan tüm ulusal bayram ve genel tatillerde çalıştığı ücreti ödenmediği, çalışması boyunca yıllık izinleri kullanmadığı ancak izin defterinde kullandırıldı diye imza alındığı, asgari ücret üzerinden sigorta yattığı, ilk çalışma dönemi emeklilik nedeniyle feshettiği, davalının kıdem tazminatı, yıllık izin ücreti ve 2 aylık asgari ücret alacağına karşılık bankadan 5.250,00 TL ödediği, ancak ödeme kıdem tazminatı ile yıllık izin ücretini karşıladığı, çünkü bu alacaklar gerçek ücret üzerinden değil asgari ücret üzerinden hesaplandığı, ikinci dönem ilk dönemden kalan bakiye kıdem tazminatı ve yıllık izin ücreti alacakları ödenmemesi, ulusal bayram ücretleri ödenmemesi ve gerçek ücret üzerinden sigorta primi yatırılmaması nedenleri ile feshettiği, davalı olumsuz referans olacağı iş bulamayacağı tehditi ile istifa dilekçesi aldığı, işe girişte 5.000 EURO teminat senedi ödenmediği iddia ederek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere; 4.000,00. TL bakiye kıdem tazminatı, 3.000,00 TL kıdem tazminatı, 2.000,00. TL yıllık izin ücreti alacağı, 2.500,00 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağı ile 5.000,00 TL EURO bedelli teminat senedinin iadesini davalı … Kombi Transport ve Lojistik A.Ş.’den talep etmiştir.

Davacı vekili (bozma sonrası) birleşen davada, davacının davalı … XP Soğuk Zincir Lojistik A.Ş. (eski unvanı … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. ) ve … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş.’de 10/05/2005-20/01/2010 ve 01/03/2010-30/10/2012 tarihleri arasında iki farklı dönemde uluslararası tır şoförü olarak çalıştığını, her iki şirket arasında fiili ve organik bağ bulunduğunu, aylık ücretini sefer başına harcırah olarak aldığını, davacının ilk çalışma dönemine ilişkin 6.026,72 TL kıdem tazminatı, ikinci çalışma dönemine ilişkin 7.931,45 TL kıdem tazminatı ve 4.702,26 TL yıllık izin ücretinin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, zamanaşımı itirazını belirttiği, davacı müvekkil firmada hiçbir zaman çalışmadığından husumet yönünden reddi gerektiği, davacı … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. ve … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş. firmalarında değişik dönemlerde çalıştığı ve iki dönemde istifa ettiği, … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş. Nakl. Tic. A.Ş. firmasında 10.05.2005-20.01.2010 devresi çalıştığı ve kendi isteğiyle kanuni haklarım alarak ayrıldığı el yazısıyla düzenlediği istifa ve ibranemeden görüleceği, haketmediği halde 3.403,73 TL kıdem tazminatını, kullanmadığı 56 günlük yıllık izin ücreti ile 01-20.01.2010 arasındaki ücreti de ödendiği, … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. Taş. ve Tic. A.Ş. firmasında ise 02.03.2010-30.10.2012 devresinde çalıştığı istifa ve ibraname düzenleyerek kendi isteğiyle ayrıldığı, kullanmadığı 3 günlük izin hakkı ile 2012/10. Ay ücreti ödendiği, ibranameler çekince konmaksızın davacı tarafından imzalandtğı ve alacak kalemleri tek tek belirtildiği, davacı … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş. ve … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. firmalarında asgari ücretle çalıştığı banka kayıtlan ihtirazı kayıtları ihtirazi kayıt içermeyen imzalı bordrolarda gürüleceği, şoförlere ödenen bedeller aylık kazanca ek değil iş avansı niteliğinde olup benzin, otopark, otel ihtiyaçlarını karşılamak için verilen yol avansları olduğu, gidilen ülkeyle yol şartların göre değiştiği, avanslardan kalanlar sefer dönüşü iade edildiği, yurtdışına çıkılmadığında yol harcırahları ödenmediği, sefer primlerinin davacının iddia ettiği gibi 425-450 EURO olmadığı, 2012 yılında dahi 150-400 EURO arasında değiştiği, her şoför yurtdışına ayda 1 sefer yaptığı, yurt dışı seferi yaklaşık 20 gün sürdüğü ve dönüşlerinde l hafta aileleri ile geçirdiği düşünüldüğünde 1,5 sefer yapması fiilen mümkün olmadığı, sefer sayısı için pasaport kayıtlarının celbi gerektiği, tüm yıllık izinlerini kullandığı kullanmadığı izin ücretleri kendisine ödendiği, … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş. firmasında kullanmadığı 56 gün, … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. firmasında kullanmadığı 3 gün izin ücreti ödendiği, diğer izinleri kullandığı izin belgelerinden anlaşılacağı, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışmadığı iki firmayı da işçilik alacakları konusunda ibra ettiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin kararı, tarafların temyizi üzerine, Dairemizin 05.11.2019 tarih 2015/17677 esas ve 2019/19135 karar sayılı kararı ile “Somut uyuşmazlıkta; davalı vekili husumet itirazında bulunarak, davacının müvekkili nezdinde hiçbir zaman çalışmadığını savunmuştur. Dosyaya celbedilen sigortalı hizmet cetveli incelendiğinde de davalı şirketçe, davacı adına herhangi bir çalışma bildirilmediği saptanmıştır.

Mahkemece; husumet itirazına ilişkin hiçbir gerekçe oluşturulmaksızın, hüküm altına alınan işçilik alacaklarından davalı şirketin sorumlu tutulduğu anlaşılmıştır. Anayasa ve Yasa’nın aradığı anlamda bir gerekçe içermeyen kararın salt bu nedenle bozulması gerekmiştir.

b) Ayrıca; mahkemece, davacının iş akdini haklı olarak feshettiği gerekçesi ile kıdem tazminatı hüküm altına alınmıştır. Dava dilekçesi incelendiğinde; davacının, ilk dönem çalışmasının emeklilik nedeni ile sona erdiğini, 2. dönem çalışmasının ise kendisinin haklı feshi ile son bulduğunu ileri sürmesine karşın; davalı şirketçe, davacının dava dışı şirketlerdeki 2 dönem çalışmasının da istifa ile son bulduğu savunulmuş olup, bu hususta bir takım belgeler sunulmuştur.

Mahkemece; davalının husumet itirazının yerinde görülmemesi halinde, her bir çalışma dönemi için ileri sürülen iddia ve savunmalar dikkate alınarak ve sunulan deliller de bir değerlendirmeye tabi tutularak, davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı da (her bir çalışma dönemi için ayrı ayrı) gerekçeleri ile birlikte ortaya konulmalıdır.

2- Kabule göre de;

a) Sefer primlerinin Türk Lirası karşılıklarının efektif satış kuru yerine, efektif alış kuru üzerinden hesaplanması da hatalıdır.

b) Genel tatil ücreti alacağı hesabında da; davacının, yurda giriş ve çıkış kayıtlarına göre sefere denk gelen 46 gün çalışması bulunduğunun ek bilirkişi raporunda tespit edilmesine karşın, mahkemece kök rapora itibar edilerek alacağın hüküm altına alınması da isabetsizdir.”denilerek bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda; toplanan kanıtlara göre ve aldırılan bilirkişi raporu doğrultusunda asıl davanın kısmen kabulüne karar verilmişse de bozmadan sonra birleşen dosyaya ilişkin karar verilmemiştir.

Temyiz:
Bozmadan sonra verilen karar, asıl dosyada taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
1-Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, taraflar arasındaki sözleşmeye, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin aşağıdaki bentlerin dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-Anayasa’nın 138 ve 141. maddeleri uyarınca Hakimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler ve bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır. Bu gerekçede hukuki esaslara ve kurallara dayanmalı, nedenleri açıklanmalıdır.
Diğer taraftan 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK.’un 27. maddesinde hukuki dinlenilme hakkı kurala bağlanmıştır. Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkemeler, kararlarını somut ve açık bir şekilde gerekçelendirmek zorundadırlar. Eksik, şeklî ve görünüşte gerekçe yazılması adil yargılanma hakkının (hukukî dinlenilme hakkının), ihlâlidir.
HMK.’un 297. maddesinde de, verilecek hükümde tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin yer alması gerektiği açıkça vurgulanmıştır. Kararın gerekçesinde maddi olay saptanmalı, hukuki niteliği ve uygulanacak hukuki kurallar belirlenmeli, bu konuda gerekli inceleme ve delillerden sözedilmeli, hukuk kuralları somut olaya uygulanmalı ve sonunda hüküm kurulmalıdır. Maddi olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukuki bağlantı da ancak bu şekilde kurulabilecek, ayrıca yasal unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesi mümkün olacaktır.

Somut uyuşmazlıkta; Mahkemece bozma sonrası verilen gerekçeli kararda da davacının dava dilekçesi ile davalı tarafın savunması özetlendikten sonra “Kabul ve Gerekçe” ” başlığı altında dosya kapsamında bulunan bilirkişi raporuna itibar edildiği belirtilerek hüküm kurulduğu belirtilmiş davalı tarafın savunmasının davacının şirketlerinin işçisi olmadığı iddiası üzerine kurulmasına ve Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre de davacının davalı şirket nezdinde hizmeti görülmemesine karşın, davacının işçilik alacaklarından davalı şirketin sorumlu tutulmasının kabul edilme nedenlerine dair mahkemece oluşturulan bir gerekçe bulunmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, davacının hizmetinin geçtiği Kuruma bildirilen işvereni görünen şirketler ile davalı şirkete ait tüm ticaret sicil ve Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtları getirtilerek, şirketlerin ortaklık ve yönetim yapıları, faaliyet konuları, adresleri ve mevcut diğer deliller ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek, davacının işverenleri arasındaki ilişkinin niteliği, ne tür bir bağın olduğu, birlikte istihdam, organik bağ olgularının bulunup bulunmadığı kesinleştirilmeli ve neticesine göre ise hizmet süresi davacı ile birlikte çalışan tanık beyanları gözetilerek ,her bir çalışma dönemi için ileri sürülen iddia ve savunmalar dikkate alınarak ayrı ayrı değerlendirilerek alacak talepleri hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmekte olup, yazılı şekilde dosya kapsamına göre ikinci kez gerekçe oluşturulmaksızın, eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

3-Mahkemece asıl dosya hakkında karar verilmiş ise de, bu dosya ile birleşen … 16. İş Mahkemesi’nin 2020/112 esas sayılı dosyası hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiş olması da hatalıdır.
Mahkemece birleşen dava hakkında karar verilmemesi de bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 04.11.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

İŞVERENİN HAKSIZ UYGULAMALARINDAN KAYNAKLI OLARAK FESİH HAKKINI KULLANAN İŞÇİNİN FESİHTEN ÖNCE YENİ BİR İŞ BULMASI VE AYRILMASI DÜRÜSTLÜK KURALINA AYKIRILIK OLUŞTURMAYACAĞI

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2020/1521 E. , 2020/6778 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAŞKANLAR KURULU

DAVA : Davacılar vekili, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk DAİRESİ’NİN 03/12/2019 Tarih, 2019/435 Esas ve 2019/3408 sayılı ilamı ile Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi’nin 08/03/2019 tarih, 2018/2552 esas ve 2019/588 sayılı ilamı arasında uyuşmazlık bulunduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.

Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi davacılar avukatının uyuşmazlık talebini kabul ederek uyuşmazlığın giderilmesi için dosyanın Bursa Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulu’na gönderilmesine karar vermiştir.

Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulu iki ilam arasında uyuşmazlık bulunduğuna, uyuşmazlığın giderilmesi ve içtihat birlikteliğinin sağlanması amacıyla dosyanın Dairemize gönderilmesine karar vermiştir.

Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

(BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARLARI ARASINDAKİ
UYUŞMAZLIĞIN GİDERİLMESİ İSTEMİNE DAİR)

I-BAŞVURU

Başvuran Av. … 09/01/2020 tarihli dilekçesinde, müvekkili İsa Kıvrak tarafından iş akdi 18.10.2016 tarihinde İnegöl 3. Noterliği’nin 11948 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile feshedildiğini, işbu ihtarnamede fesih sebebi olarak müvekkilinin aldığı son net ücretin 2.485,00 TL olduğu, bunun 1.735,00 TL’lik kısmının bankadan geriye kalan kısmının elden ödendiğini, sigorta primlerinin ise bankaya yatırılan kısım üzerinden eksik ödendiğini, fazla çalışma ve UBGT günlerinde çalışmalarının olduğunu, karşılığının kendisine ödenmediğini ve İş Kanunu madde 24/2/e hükmü uyarınca iş akdi haklı nedenle feshettiğini, davalı tarafça ihtarnamede belirtilen süre içerisinde herhangi bir ödeme yapılmaması üzerine işçilik alacaklarının tahsili amacıyla dava açıldığını,
İnegöl İş Mahkemesi’nin 2016/301 Esas-2018/460 Karar sayılı dosyasında yapılan yargılamada davalarının kısmen kabulüne karar verildiğini, kıdem tazminatı talebimizin reddine, %15 hakkaniyet indirimi ile 1.071,23 TL fazla çalışma ücretine, %15 hakkaniyet indirimi ile 1.084,88 TL ulusal bayram ve genel tatil ücretine hükmedildiğini,
Yerel Mahkeme gerekçesinde “davacının davalı iş yerinde çalışmakta iken kamu kurumuna atanmak üzere hazırlık işlemleri yaptığı, atanmasına ilişkin sürecin kesinleşmesi üzerine iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini beyan etmiş ise de gerçek iradesinin başka kurumda çalışma olgusu olduğu sabit olmakla davacının kıdem tazminatına hak kazanamayacağı” sonuç ve kanaatine varıldığını,
Fazla çalışma ve UBGT ücreti bakımından bilirkişi raporuna karşı itirazlarımız dikkate alınmadan bordrolarda fazla çalışma ve UBGT tahakkuku yapılmış olması gerekçesi ile bu aylar dikkate alınmadan hukuka aykırı hüküm tesis edildiğini,
Yerel mahkeme kararı hem kendileri tarafından hem de davalı tarafça istinaf edildiğini, yapılan istinaf incelemesi neticesinde Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi ‘nin 2019/435 Esas – 2019/3408 Karar sayılı 03.12.2019 tarihli kararı ile tarafların istinaf başvurularının esastan reddine kesin olmak üzere karar verildiğini,
Bölge Adliye Mahkemesi kararında “davacının gerçekteki iş akdinin fesih gerekçesinin memuriyete geçmek olduğu anlaşılmakla kıdem tazminatı talebinin reddi usul ve yasaya uygun bulunmuştur” gerekçesinde bulunulduğunu, yine fazla çalışma ve UBGT alacakları konusunda istinaf incelemesinde bordroların imzalı olması nedeniyle bordrolar detaylı olarak incelenmeden hüküm tesis edildiğini,
Müvekkili … tarafından iş akdi 13.10.2016 tarihinde Bursa 24. Noterliği’nin 17581 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile feshedildiğini, işbu ihtarnamede fesih sebebi olarak müvekkillerinin aldığı son net ücretin 2.700,00 TL olduğunu, bunun bir kısmının bankadan geriye kalan kısmının elden ödendiği, sigorta primlerinin ise bankaya yatırılan kısım üzerinden eksik ödendiği, fazla çalışma ve UBGT günlerinde çalışmalarının olduğunu, karşılığının kendisine ödenmediği ve İş Kanunu madde 24/2/e hükmü uyarınca iş akdi haklı nedenle feshettiğini, davalı tarafça ihtarnamede belirtilen süre içerisinde herhangi bir ödeme yapılmaması üzerine işçilik alacaklarının tahsili amacıyla dava açıldığını,
Bursa 4. İş Mahkemesi’nin 2016/777 Esas – 2018/245 Karar sayılı dosyasında yapılan yargılamada davanın kısmen kabulüne karar verildiğini, kıdem tazminatı talebinin kabulüne, hakkaniyet indirimi ile 16.973,83 TL fazla çalışma ücretine, resmi tatil ücreti talebinin reddine karar verildiğini,
Yerel Mahkeme gerekçesinde kıdem tazminatı bakımından “davacı iş akdini eksik prim ödemesi ve ek ders ücretlerinin verilmemesi nedeni ile feshettiğini belirtilmiştir. Ödemeyi ispat yükü yazılı delil ile işveren üzerinde olduğu kabul edildiğinden davalı tarafça dosyamıza davacının prim ödemeleri ve ek ders ücretlerinin ödendiğine dair belge ibraz edilmediğinden davacının feshinin haklı olduğu kanaatine varılarak kıdem tazimatı alacağının kabulüne karar verilmiştir.” sonuç ve kanaatine varıldığını,
Yerel Mahkeme kararı davalı tarafça istinaf edildiğini, yapılan istinaf incelemesi neticesinde Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi’nin 2018/2552 Esas – 2019/588 Karar sayılı 08.03.2019 tarihli kararı ile davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olmak üzere karar verildiğini,
Bölge Adliye Mahkemesi kararında “davacının aldığı ücretin tamamının SGK’ya bildirilmediği ayrıca fazla çalışma alacağına hak kazandığı anlaşılmış bunların karşılığının ödendiği ispatlanamamıştır. Bu durumda iş akdinin davacı tarafından feshi 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. Maddesi uyarınca haklı nedene dayandığından mahkemece davacının kıdem tazminatına hak kazandığının kabul edilmesine ve hüküm altına alınmasında da isabetsizlik bulunmamıştır.” gerekçesinde bulunulduğunu,
Her iki dosyada dava konusu talepler üzere aynı iş yerinde farklı şubelerde çalışmakta olan öğretmenlerin işçilik alacaklarına ilişkin olduğunu, iki farklı dairenin iki farklı kesin kararı bulunduğunu,
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi tarafından ihtarnamede belirtilen fesih nedeni uyarınca işçilik alacaklarının ödenmemesi ve sigorta primlerinin eksik ödenmesinin kıdem tazminatı hak kazanıldığı yönünde karar verildiğini, yine aynı kıdeme sahip bir öğretmenin fazla çalışma alacağı bilirkişi raporuna göre 16.973,83 TL olarak belirtildiğini,
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi ise davacı tarafından iş akdinin memuriyete geçmek için feshedildiğini, bu nedenle kıdem tazminatına hak kazanmadığı, % 15 hakkaniyet indirimi ile 1.071,23 TL fazla çalışma ücretine, % 15 hakkaniyet indirimi ile 1.084,88 TL ulusal bayram ve genel tatil ücretine hak kazandığına kesin olarak hükmedildiğini,
Her iki dosya kapsamında da işçinin hak etmiş olduğu işçilik alacaklarının bir kısmının ödenmediği hususunun sabit olduğunu, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. ve 9. Hukuk Daireleri arasında kıdem tazminatı şartları oluşup oluşmadığı ve hükmedilen fazla çalışma ücreti miktarları arasında görüş farklılığı mevcut olduğunu, hükmedilen kararlar kesin karar olduğundan temyiz kanun yoluna gitme imkanı bulunmadığından başvuruda bulunma zorunluluğunun hasıl olduğunu,
T.C. Yargıtay 22.Hukuk Dairesi 2016/6530 Esas – 2019/13987 Karar sayılı 25.06.2019 tarihli kararında “Mahkemece, davacının Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen olarak atamasının yapılması sebebiyle iş sözleşmesini haklı bir sebep olmadan feshettiği gerekçesiyle kıdem tazminatı talebinin reddine karar verildiğini,
Davacı işçi, haklı fesih sebeplerinin bulunduğunu iddia etmekte olup, detaylı açıklama yaparak iş sözleşmesini yazılı fesih bildirimi ile feshettiğini, Bu yön nazara alındığında, fesih için haklı sebepleri bulunduğunu iddia eden bir işçinin, muhtemel fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını nazara alarak, fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve yeni işe kabul edileceğinin kesinleşmesinden sonra, iş sözleşmesini feshetmesi, kötüniyetli fesih olarak değerlendirilemeyeceğini, bu halde, yazılı fesih bildiriminde ileri sürülen sebepler nazara alınarak, feshin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı ve dolayısıyla davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığının değerlendirilmesinin gerektiğini,
Dosya kapsamına göre, her ne kadar hesaplanan miktara yönelik olarak bozma sebebi mevcut ise de, davacının çalışma karşılığı olmayan hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil günü ücretlerinin ödenmediği sabit olduğunu, bu halde, işçi feshi haklı sebebe dayanmakta olup, kıdem tazminatına hak kazandığının kabul edilmesi gerekirken, anılan talebin reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu”
Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 2016/6530 Esas 2019/13987 sayılı kararında da mahkemenin tartışması gereken hususun ileri sürülen fesih nedeninin haklılığı olduğu açıkça ortaya konduğunu, tüm bu nedenlerle daireler arasındaki uyuşmazlığın karar bağlanmasını ve müvekkilinin kıdem tazminatına ve diğer işçilik alacaklarının kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
II-UYUŞMAZLIĞIN GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARLARI
A) BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 3. HUKUK DAİRESİNİN 03.12.2019 TARİHLİ VE 2019/435, 2019/3408 E.K. SAYILI KARARI
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesince;
“… Davacının davalı işverene göndermiş olduğu İnegöl 3.Noterliğine ait fesih ihtarnamesinin 18/10/2016 tarihli olduğu, bu ihtarnamenin davalı işverene 26/10/2016 tarihinde teslim edildiği anlaşılmakla davacının iş akdini 18/10/2016 tarihi itibari ile feshettiği anlaşılmıştır. Her ne kadar davacı davalı işverene göndermiş olduğu fesih bildiriminde fazla mesai, ubgt ücret alacaklarının ödenmediği ve ücretinin eksik bildirildiği nedenleri ile iş akdini feshettiğini bildirmişse de davacının bu tarihten yaklaşık 2 ay önce Milli Eğitim Bakanlığından öğretmen olarak atanması yönünde başvuruda bulunduğu, başvurusunun kabul edildiği, 10/10/2016 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okulda öğretmen olarak atanmasına ilişkin sonuçların açıklandığı bu süreçten sonra, davacının iş akdini feshettiği görülmekle davacının gerçekteki iş akdini fesih gerekçesinin memuriyete geçmek olduğu anlaşılmakla kıdem tazminatı talebinin reddi usul ve yasaya uygun bulunmuştur. Buna ilişkin davacı vekilin istinaf talebinin reddi gerekmiştir. …” gerekçesiyle, “Tarafların istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,” karar verilmiştir.

B) BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 9. HUKUK DAİRESİNİN 08.03.2019 TARİHLİ VE 2018/2552, 2019/588 K. SAYILI KARARI
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince;
“…İşçi ücretlerinin tam ve zamanında ödenmemesi 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. madde kapsamında işçiye haklı fesih imkanı verir. Ücretin tam olarak ödenmesi asıldır. İşveren, işçinin ücretini eksik ödeyemeyeceği gibi 62. madde gereğince yazılı muvafakat olmadıkça ücretten kesinti de yapamaz.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/II-e bendinde sözü edilen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye, prim, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil ücreti gibi alacaklarının ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir.
Ücretin ödenmediğinden söz edebilmek için işçinin yasa ya da sözleşme ile belirlenen ücret ödenme döneminin gelmiş olması ve işçinin bu ücrete hak kazanmış olması gerekir. İşçinin ücretinin işverenin içine düştüğü ödeme güçlüğü nedeniyle ödenememiş olmasının sonuca bir etkisi yoktur. İşçinin ücretinin bir kısmını İş Kanununun 33. maddesinde öngörülen ücret garanti fonundan alabilecek olması da işçinin fesih hakkını ortadan kaldırmaz. Bireysel iş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan ayni yardımların yerine getirilmemesi de (erzak yardımı, kömür yardımı gibi) bu madde kapsamında değerlendirilmeli ve işçinin haklı fesih imkanı kabul edilmelidir.
Yukarıda da açıkça belirtildiği gibi davacının aldığı ücretinin tamamının SGK’ya bildirilmediği ayrıca fazla çalışma alacağına hak kazandığı anlaşılmış, bunların karşılığının ödendiği kanıtlanamamıştır. Bu durumda iş akdinin davacı tarafından feshi, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. maddesi uyarınca haklı nedene dayandığından mahkemece, davacının kıdem tazminatına hak kazandığının kabul edilmesinde ve hüküm altına alınmasında da isabetsizlik bulunmamıştır. …” gerekçesiyle, “Davalının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,” karar verilmiştir.
III-BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ HUKUK DAİRELERİ BAŞKANLAR KURULUNUN 15.10.2018 TARİH ve 2018/14 SAYILI KARARI
Kültür Özel Eğitim Dershanecilik ve Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.’de öğretmen olarak çalışan davacıların çalışma ücretlerinin bir kısmının bankadan bir kısmının ise elden ödendiği, fazla çalışma ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil günlerindeki çalışma ücretlerinin ödenmemesi ve sigorta primlerinin de eksik bildirilmesi nedeniyle iş akitlerini işveren şirkete ihtarneme göndererek fesh ettikleri, ihtarnamede belirtilen süre içerisinde herhangi bir ödeme yapılmaması nedeniyle alacaklarının tahsili için de dava açtıkları, her iki yerel mahkemece davaların kısmen kabulü ile İnegöl İş Mahkemesince kıdem tazminatı talebinin reddine, Bursa 4. İş Mahkemesince kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verildiği,
Kararlar ile ilgili istinaf talebinde bulunulduğu; Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi ve Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince istinaf taleplerinin esastan reddine karar verildiği,
Bu hali ile her iki olayın benzer nitelikte olduğu değerlendirildiğinden, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi’nin 03/12/2019 tarih, 2019/435 Esas 2019/3408 Karar sayılı kararı ile Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi’nin 08/03/2019 tarih 2018/2552 Esas, 2019/588 K. sayılı kararı arasında uyuşmazlık bulunduğu,
Uyuşmazlığın, davacı vekilinin dosyaya sunduğu emsal Yargıtay 22.HD’nin 25/06/2019 tarih, 2016/6530 E.- 2019/13987 K. Numaralı kararında da, “davacının Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmen olarak atanmış olsa da….Davacı işçi, haklı fesih sebeplerinin bulunduğunu iddia etmekte olup, detaylı açıklama yaparak iş sözleşmesini yazılı fesih bildirimi ile feshetmiştir. Bu yön nazara alındığında, fesih için haklı sebepleri bulunduğunu iddia eden bir işçinin, muhtemel fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını nazara alarak, fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve yeni işe kabul edileceğinin kesinleşmesinden sonra, iş sözleşmesini feshetmesi, kötüniyetli fesih olarak değerlendirilemez. Bu halde, yazılı fesih bildiriminde ileri sürülen sebepler nazara alınarak, feshin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı ve dolayısıyla davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığının değerlendirilmesi gereklidir.” hükmü verildiği hususları ile Yargıtay içtihadı dikkate alındığında, davacının fesih öncesinde Bakanlığa iş başvurusunda bulunmuş ve başvurusunun kabul edilmiş olması, 4857 sayılı İş Kanununun 24/II-e bendine göre, davacının fesih saikine bakılmaksızın, haklı nedenle fesih yapmasına engel teşkil etmeyeceğinden Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi tarafından verilen kararın yerinde kararı yönünde giderilmesi gerektiği oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
IV- YARGITAY KARARI GEREKÇESİ
Uyuşmazlığın giderilmesindeki asıl mesele, kamu kurumuna atama başvurusu kabul edilen işçinin bu tarihten sonra haklı nedene dayanan fesih hakkını kullanarak iş akdini sonlandırmasının dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edip etmeyeceği, buna bağlı olarak da kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2 nci maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.” kuralına yer verildikten sonra takip eden fıkrada da, “Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” denilerek, hakkın kötüye kullanılması yasağı açıkça hüküm altına alınmıştır.
Bu bağlamda dürüstlük kuralı, Türk Medeni Kanunu’nda yer alan bir ilke olmasına rağmen hukukun tüm alanlarında uygulanan temel bir ilkedir. Bununla birlikte anılan Kanun hükmünde dürüstlük kuralı tanımlanmamıştır. Dolayısıyla hangi koşul ve durumlarda dürüstlük kuralının ihlal edildiğinin tespiti, tatbik edileceği uyuşmazlığın niteliğine ve bağlı olduğu ilgili hukuk disiplinine hakim olan ilke ve esaslara göre hakim tarafından değerlendirilmesini ve yorumlanmasını gerekli kılar.
Yukarıda zikredilen hüküm ve yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlığın giderilmesine konu kararlar incelenecek olur ise;
Uyuşmazlığın giderilmesine konu dava dosyalarında; davacılar iş akitlerini fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücret alacaklarının ödenmemesi ve sigorta primlerinin eksik bildirilmesi nedeniyle haklı olarak feshettiklerini iddia etmişlerdir. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesince istinaf denetimi yapılan İnegöl İş Mahkemesinin 2016/301 E. sayılı dosyasında, davacının davalı işyerinde çalışmakta iken kamu kurumuna atanmak üzere hazırlık işlemleri yaptığı, atanmasına ilişkin sürecin kesinleşmesi üzerine iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini beyan etmiş ise de, gerçek iradesinin başka kurumda çalışma olgusu olduğu sabit olmakla, davacının kıdem tazminatına hak kazanamayacağı gerekçesiyle kıdem tazminatının reddine karar verilmesine karşın Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince istinaf denetimi yapılan Bursa 4. İş Mahkemesinin 2016/777 E. sayılı dosyasında ise, ödemeyi ispat yükü yazılı delil ile işveren üzerinde olduğu kabul edildiğinden, davalı tarafça dava dosyasına davacının prim ödemeleri ve ek ders ücretlerinin ödendiğine dair belge ibraz edilmediğinden feshinin haklı olduğu gerekçesiyle kıdem tazminatının kabulüne karar verilmiştir. Aynı konuda farklı kararların verildiği İlk Derece Mahkemesi kararlarına karşı yapılan istinaf başvuruları da esastan reddedilmiş ve böylelikle Bölge Adliye Mahkemesi karaları arasında uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın giderilmesi talebinin Dairemize gönderilmesini müteakiben, dosyaya celbedilen bilgi ve belgelerden; her iki dava dosyasında da davacı işçilerin haklı nedenle fesih haklarını kamu kurumuna atama sonuçlarının açıklanmasından sonra, ancak bu göreve fiilen başlamadan evvel kullandıkları anlaşılmıştır.
Yine davacıların iddia ettikleri haklı fesih nedenlerinin davalı işverenden sadır olduğu ve dosya kapsamıyla bu iddiaların da ispatlandığı sabittir.
Öte yandan fesih için haklı sebepleri bulunduğunu iddia eden bir işçinin, muhtemel fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını nazara alarak, fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve bu başvurusunun kabul edilmesinden sonra, iş sözleşmesini feshetmesi, işverenden kaynaklanan haklı fesih olgusunu ortadan kaldırmayacağı gibi bu feshin kötüniyetli olduğu sonucunu da doğurmaz. Zira burada fesih iradesinin doğduğu anda değil de sonradan açıklanması, makul kabul edilebilir insanî kaygılardan kaynaklı olup, işvereni zarara uğratma kastı da bulunmadığından, hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilmesi yerinde olmayacaktır.
Hülasa; haklı fesih sonucunu doğuran nedenler işverenden sadır olup, davacı işçilerce bu hak fiilen yeni işe başlanılmasından evvel kullanıldığı gibi fesihten önce iş başvurusu yapılıp kabul edilmesinden sonra kullanılmasının da makul kabul edilebilir insani kaygılardan kaynaklı olduğunun anlaşılması karşısında, bu hakkın dürüstlük kuralına aykırı kullanıldığının kabul edilmesi hakkaniyet ve adalet ilkesi ile de bağdaşmayacağından, uyuşmazlığın Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi’nin kararı doğrultusunda giderilmesine karar verilmiştir.
V-SONUÇ
5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkilerini Düzenleyen Kanun’un 35 inci maddesine dayalı olarak; davacı işçinin fesihten önce yeni bir işe başvurup kabul edilmesinden sonra, ancak fiilen yeni işe başlamadan evvel işveren uygulamalarından kaynaklı haklı nedenlerle kullandığı fesih hakkının dürüstlük kuralına aykırı olmadığına ve uyuşmazlığın bu şekilde giderilmesine, 01.07.2020 günü oybirliği ile karar verildi.

DAVA DİLEKÇESİNDE TALEP EDİLMEYEN ANCAK TARAFLAR ARASINDAKİ İŞ AKDİNDEN KAYNAKLANAN BİR ALACAK KALEMİ TALEP ARTTIRIM DİLEKÇESİ İLE TALEP EDİLEBİLİR

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2017/16723 E. , 2020/10789 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin dava işyerinde 8 yıl tır şoförü olarak çalıştığını ve son maaşının 1.005,00 TL olduğunu, maaşının 100 TL’sinin elden kalan kısmın banka kanalı ile ödendiğini, müvekkilinin 19/09/2013 tarihinde iş akdini haklı nedenlerle feshettiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai ücreti ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının iş sözleşmesini haksız olarak feshederek müvekkilini zor durumda bıraktığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının kendisinin işten ayrıldığı ve dinlenen tanık beyanlarına göre feshin haklı olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz:
Kararı taraf vekilleri temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, taraf vekillerinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanunun 107. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”.

6100 sayılı Kanunun 107. maddenin 2. fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır. Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin hâkimin takdirine bağlı olduğu durumlarda hukuki imkânsızlık söz konusu olur. Bu durumda davacı alacaklı, hâkimin takdir yetkisini nasıl kullanacağını bilemeyeceği için davanın açıldığı tarihte alacağının miktarını belirleyebilecek durumda değildir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Diğer yandan, aynı dava dilekçesinde talep yığılması şeklinde bazı alacaklar için belirsiz alacak davası bazıları için kısmi dava açılmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.

Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların (ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere göre belirlenecek ise, kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değeri belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7251 sayılı Kanun ile 107. maddede yapılan değişiklikler şartları olmadığı halde açılan belirsiz alacak davasında davacıya süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlama imkânı tanımamaktadır. Dairemizce sözü edilen düzenleme, şartları mevcut olan belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir.

Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (AİHM, Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, B. No: 13279/05, 20.10.2011, § 57).
Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesini, Devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise, yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır (AYM, 23.12.2015, 15-118).

Farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmez Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali, Yargıtay ve Danıştay gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir. Diğer yandan, bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmez. Mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup, böyle bir değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir. Ancak, aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi, bazı hallerde içtihadın müstakar hale gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (AYM, 06.01.2015, B.No: 2013/6932).

İçtihat değişikliğinin sürpriz karar yasağı çerçevesinde de değerlendirilmesi gerekir. Sürpriz karar, ilgilinin yargılamanın o ana kadarki seyrine göre, haklı olarak beklemediği, umulmadık bir kararla karşılaşmasıdır. Sürpriz karar yasağı ise, yargılamanın adil ve hakkaniyete uygun şekilde yürütülmesi durumunda tarafların öngöremedikleri bir kararla karşılaşmamalarını ifade eder. Sürpriz karar yasağı, hukukun gelişimine ve yeni şartlara uyarlanmasına engel olacak mutlak bir yasak olarak anlaşılmamalıdır. Şüphesiz mahkemeler yeni içtihatlar geliştirebilirler, önceki içtihatlardan farklı bir karar verilebilir, hatta yeni ve özelikle somut olayda ortaya çıkan hukuki durum bunu gerekli kılabilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi gereğince hâkimin hukuku kendiliğinden uygulaması söz konusu olduğunda sürpriz karar yasağının ihlalinden söz edilemez. Bununla birlikte mevcut içtihatlar dışında yeni bir görüş benimsenecekse, öncelikle tarafların bu konuda bilgilendirmesi gerekir (ÖZEKES, Muhammet, Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı, Ankara 2003, s. 185 vd.).

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun 07.07.2020 tarih ve 173 sayılı kararı ile aynı uyuşmazlıkların temyiz incelemesini yapmakla görevli 22.Hukuk Dairesinin kapatılması ve tüm işlerinin dairemize devredilmesi üzerine, belirsiz alacak davası ile ilgili yeniden yapılan değerlendirmeler sonucunda yukarıda belirtilen ilkeler kabul edilmiştir. Dairemizin daha önce belirsiz alacak davasına ilişkin uygulaması benimsenen yeni ilkelerden farklılık arz etmekteydi. Örneğin, hukuki yararın tamamlanabilir dava şartı olduğu; hukuki yarara ilişkin dava şartının eksik olması halinde davanın hemen reddedilmemesi; davacıya süre verilerek dava şartının tamamlattırılması gerektiği yönünde uygulama yapılmaktaydı. Dairemizin belirsiz alacak davası ile ilgili yukarıda belirtilen yeni ilkelerinin hemen uygulamaya konulması, dairenin önceki görüşüne güvenerek dava açanlar yönünden hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, hukuki öngörülebilirlik ve sürpriz karar yasağı ilkelerinin ihlaline yol açacaktır. Bu sebeple, benimsenen yeni görüşün Yargıtay Kararları Dergisi ya da başkaca yollarla duyurulmasından itibaren makul bir süre sonra uygulamaya konulması, dairenin görüşüne güvenilerek açılan davalarda ise, önceki uygulamaya devam edilmesi uygun görülmüştür.

Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafça belirsiz alacak davası açılmıştır. Ancak yukarıda açıklandığı üzere dairemiz tarafından daha önce verilen kararlarda hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi kararları verilmediğinden dairenin önceki görüşüne güvenilerek belirsiz alacak davası şeklinde açılan bu davada belirtilen husus bozma nedeni yapılmamıştır.

2-Dava dilekçesinde talep edilmeyen ancak taraflar arasındaki iş akdinden kaynaklanan bir alacak kalemi talep artırım dilekçesi ile talep edilebilir.

Somut uyuşmazlıkta; Mahkemece, dava dilekçesinde açıkça talep edilmeyip artırım dilekçesinde istenen hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücretleri hakkında esas yönünden bir karar verilmesi gerekirken, “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi hatalıdır.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 06.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TANIK LİSTESİ İÇİN KESİN SÜRE VERİLDİĞİ VE DİNLENME GÜNÜNÜN BELİRLENDİĞİ HALLERDE, LİSTE VERİLMEMİŞ OLSA DAHİ TARAF, O DURUŞMADA HAZIR BULUNDURURSA TANIKLAR DİNLENİR

T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
2017/2692 E. , 2020/153 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalılar … ve diğerleri aleyhine 26/12/2014 gününde verilen dilekçe ile alacak istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 26/04/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, alacak istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, tarafların 9 adet taşınmazın müşterek maliki olduğunu, söz konusu taşınmazlarda ortaklığın giderilmesi için dava açıldığını, açılan davanın 03/12/2014 tarihli ara kararı gereğince taşınmaza yapılan imalatlar için dava açmak üzere 1 aylık kesin süre verildiğini, verilen kesin süre içinde işbu davayı açtığını taşınmazların tadilattan önce tamamen virane halde iken tarafından yapılan tadilat, tamirat ve imalatlar neticesinde kullanıma elverişli hale getirildiğini, taşınmazların değerini arttıran birçok imalat yapıldığını, tüm masrafların tarafından karşılandığını, ortaklığın giderilmesi davasında taşınmazların satılması halinde davalıların sebepsiz zenginleşeceğini ve kendisinin de bu oranda zarara uğrayacağını belirterek yaptığı masrafların tahsilini istemiştir.

Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacı tarafa dava konusu edilen imalat ve tadilatlara ilişkin tanıklarını bildirmesi için duruşmada kesin süre verildiği, kesin sürede tanık bildiriminde bulunulmaması durumunda tanık deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağı şeklinde kesin sürenin sonuçlarının ihtar edildiği davacı tarafın ise kesin sürede ihtarata rağmen tanık isim ve adreslerini bildirmemiş olduğu, kesin süreden sonra tanık bildiriminde bulunduğu, davacı tarafın kesin sürede ihtarata rağmen tanık isim ve adreslerini bildirmemesi nedeniyle davacı tarafın tanık deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayıldığı, davacının taşınmazlardaki iyileştirmelere ilişkin herhangi bir delil sunmadığı ve tadilat ve imalatların davacı tarafça yapıldığının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 243/1. maddesinde “Tanık davetiye ile çağrılır. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenir. Şu kadar ki tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hallerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir” hükmü yer almaktadır.

Dosya kapsamından, davacının dava dilekçesinde tanık deliline dayanmış olduğu, mahkemece tanık isim ve adreslerinin bildirilmesi için davacı tarafa 2 haftalık kesin süre verildiği, davacı tarafça kesin sürenin sona ermesinden sonra tanık listesinin mahkemeye sunulduğu, karar duruşmasında davacı vekilinin tanıkların duruşma salonu dışında hazır olduklarını beyan ettiği, mahkemece tanık isim ve adreslerinin kesin süre içinde bildirilmediği gerekçesiyle davacı tarafın tanık dinletme talebinin reddi ile yargılamaya devam edilerek davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Şu durumda mahkemece, duruşma sırasında davacı tanıkları hazır bulunduğuna göre emredici hüküm olan HMK 243/1. maddesi uyarınca davacı tanıklarının dinlenilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 23/01/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

UZMAN YARDIMCISI BANKA ÇALIŞANININ İYİNİYET VE AHLAK KURALLARINA AYKIRI DAVRANIŞI NEDENİYLE İŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİ- İSTİFA – BEKLETİCİ MESELE

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2018/2476 E. , 2020/20344 K.

“İçtihat Metni”

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ : … . Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen karar, süresi içinde davalı vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmiş ise de; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesi gereğince duruşma isteğinin miktardan reddine ve incelemenin dosya üzerinden yapılmasına karar verildikten sonra Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı isteminin özeti:

Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankada 14/12/1992 tarihinde uzman yardımcısı olarak çalışmaya başladığını, sonrasında Teftiş kuruluna görevlendirildiğini, yaklaşık 10 yıl teftiş kurulu bünyesinde çalıştığını, müvekkilinin en son 2010-2012 döneminde şube bilançosunu 3 kat büyüterek tüm bankalar dikkate alındığında müvekkilinin davalı bankanın şubesini Trakya’nın en büyük banka şubesi haline getirildiğini, 2013 Nisan ayında İş bankası Altunizade şubesi müdürlüğüne atadığını,müvekkilinin iş akdinin 1475 sayılı Yasanın 14.maddesinin 1.fıkrasının 4.bendine göre 26/06/2013 tarihi itibariyle emeklilik nedeniyle feshettiğini, müvekkilinin bağlı bulunduğu kurumdan emekliliğe hak kazandığına ilişkin yazıyı davalı bankaya ibraz ettiğini,ihtarname ile hak kazandığı kıdem tazminatı alacağının ödenmesini talep ettiğini ancak alacaklarının ödenmediğin ileri sürerek kıdem tazminatı alacağını istemiştir.

Davalı cevabının özeti:

Davalı vekili, davacının 14/12/1992 tarihinde stajyer kredi uzman yardımcısı olarak müvekkili bankada çalışmaya başladığını, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 29. ve 32.maddeleri ile ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca hakkında yürütülen soruşturma sürecinde bankacılık ve müvekkili bankanın mevzuatı ile uygulamasına aykırı usulsüz işlemlerin tespit ve soruşturmayı yürüten banka müfettişi gereğince ihbar önelsiz ve tazminatsız görevden çıkarma şeklindeki önerisi üzerine müvekkili bankanın 17/06/2013 tarihli disiplin kurulu sevk karaının verilmesinden sonra, sadece 9 gün sonra, 26/06/2013 tarihinde istifa etmek suretiyle davacının müvekkili bankadan ayrıldığını,başarısının davacının tekil çalışmasından olmadığını, müfettiş tespitleri doğrultusunda … CBS’na suç duyrusunda bulunulduğunu,bir kısım müşteri şikayetlerinin de bulunduğunu, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti:

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, “davacının davalı … nezdinde 29 yıl 6 ay 12 gün süre ile çalıştığı, davacının son olarak davalının Altunizade şube müdürü olarak çalıştığı sırada hakkında daha önce … şube müdürü olarak yapmış olduğu usulsüz işlemler nedeni ile hakkında ilgili bankanın teftiş kurallarında soruşturma başlatıldığı ve davacının 17/06/2013 tarihi itibari ile disiplin kuruluna sevk edildiği, davacının disiplin kurulana sevk edilmesinden sonra 25/06/2013 tarihinde emeklilik sebebi ile iş sözleşmesini fesih ettiği ve davalı bankaya ihtar gönderiği anlaşılmıştır. Davacının disiplin kurulana hemen sevkinden hemen sonra emeklilik dilekçesi vermesi davalı işveren tarafından yapılıcak olan disiplin soruşturması ve sonrasında davalı işverenin kullanacağı haklı fesih hakkını etkisiz kılmaya yönelik olup, davacının bu anda kullanacağı emeklilik hakkı Medeni Kanunun 2.Maddesinde yer alan dürüstlük kuralına uygun değildir. Davacı hakkında … Cumhuriyet Başsavcılığı Talimat bürosunca düzenlenen 24/11/2014 tarihli bilirkişi raporunda davacının bankacılık mevzuatına aykırı yapmış olduğu işlemlerin nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği görüş ve kanaati ile rapor düzenlendiği görülmüştür. Davacının bu aşamadan sonraki emeklilik sebebi ile istifasına üstünlük tanınmayacağı ve davalı işverenin haklı fesih hakkını kullanmış sayılması gerektiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
İstinaf Başvurusu:
İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:

Bölge Adliye Mahkemesince, davacının, 14.12.1992 tarihinde Teftiş Kurulu Başkanlığı Müfettiş Yardımcısı olarak göreve başladığı, 03.07.2003 tarihinde Kurumsal Pazarlama Müdürlüğü Müdür Yardımcılığına, 01.12.2006 tarihinde Kurumsal Pazarlama Birim Müdürlüğüne, 31.08.2009 tarihinde ise … Şube Müdürlüğüne atandığı, Kobi Kredi Tahsis Müdürlüğü tarafından Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderilen 07.12.2012 tarihli yazı ile … Bölge Müdürlüğü tarafından … şubesinde 03–04 Aralık 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen denetleme sonucu tespit edilen hususların Teftiş Kurulu Başkanlığınca incelenmesinin istendiği, rapor sonucunda davacının kredilendirme prensipleri ile örtüşmeyen işlemler gerçekleştirdiği ve tehlikeli riske sebebiyet verdiği kanısına varıldığı ve bu sebeple kusurlu bulunduğu görüşüne yer verildiği; davalı Bankanın İnsan Kaynakları Komitesinin 18.03.2013 tarih ve 15 sayılı kararı ile disiplin kuruluna sevk edildiği, 18.03.2013 tarihinde savunma istendiği ve 20.03.2013 tarihinde savunma yaptığı, disiplin kurulunun 21.03.2013 tarih ve 6 sayılı kararı İle ağır kınama cezası verildiği; Banka Teftiş Kurulu Başkanlığına 08.05.2013 bir kısım bir kısım banka müşterilerinin vermiş olduğu şikayet dilekçesi neticesinde, idari tedbir olarak 09.05.2013 tarihinde Altunizade Şube Müdürlüğüne naklen atandığı ve davacı hakkında yeniden banka müfettişi tarafından yapılan incelemede, 11.06.2013 tarihli soruşturma raporunun düzenlendiği, önceki raporda davacının firmalardan maddi menfaat temin ettiğine yönelik kesin bir tespite ulaşılamadığı belirtilmesine karşın, bu raporda davacının … Şubesinde görev yaptığı dönemde Serdar Oğuz ve Mustafa Duran ile birlikte hareket ettiği kendisine ve adı geçenlere çıkar sağlamak amacıyla görevini kötüye kullandığı sonucuna varıldığı ve bu eylemleri nedeniyle kusurlu bulunduğu görüşüne yer verildiği ancak Bankacılık Kanunu hakkında yasal bir işlem yapılmadığı, hazırlanan rapor sonucu 17.06.2013 tarihli İnsan Kaynakları Komitesi kararı ile Disiplin Kuruluna sevk edilmesi kararı verildiği, davalının da kabulü olduğu üzere aynı tarihte Disipli Kuruluna sevk edildiği, davacının 25.06.2013 tarihinde yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresi ile prim ödeme gün sayısını tamamlaması nedeniyle kendi isteğiyle görevinden ayrılma talebinde bulunarak 26.06.2013 iş akdini feshettiği, davacı hakkında disiplin soruşturması açılması amacıyla karar alınmasına rağmen davacının iş akdinin feshetmesi nedeniyle idari soruşturma sürecinin yürütülmediği, herhangi bir yasal soruşturma yapılmadığı; davalı Bankanın sunduğu 23. Dönem Toplu İş Sözleşmesi 74. maddesinde, iş sözleşmesinin ölüm, emeklilik ve fesih şeklinde sona ereceği, fesih halinde, Sendika üyesinin 15 gün öncesinden ihbarda bulunmak kaydıyla iş sözleşmesini feshetmesi veya işverenin TİS’in 75.maddesindeki yazılı ihbar sürelerine uyarak iş sözleşmesinin geçerli nedenlerle sona erdirilmesi olarak açıklandığı, davalı Bankanın disiplin hükümlerinin TİS hükümlerine göre yürütüldüğü, Sözleşmenin 68. maddesinde sendika üyelerinin Disiplin Kuruluna İnsan Kaynakları Komitesi tarafından sevk edilme kararı gerektiği, Disiplin Kurulunun incelediği hususları karara bağlamadan önce sendika üyesinin yazılı savunmasını alması gerektiği, Kurulun gönderdiği savunmaya süresi içinde cevap verilmez veya savunma yapılmaz ise Disiplin Kurulu’nun karar almakta serbest olduğunun kabul edildiği; Disiplin Kurulunun ağır kınama, ünvan/sınıf indirimi veya yükselmeyi durdurma, ihbar önelsiz ve tazminatsız görevden çıkarma cezalarını ancak Disiplin Kurulu’nca verileceği sözleşmenin 67. maddesinde kabul edildiğinin anlaşıldığı, fesih, tek taraflı irade beyanı olup karşı tarafa ulaşmakla sonuçlarını doğuracağı İş hukukunun işçiyi koruyan özelliği ön plana çıkarıldığında, işçi açısından menfaat ve karma teorilerin benimsenerek hareket edilmesi gerektiği, zira kıdem tazminatı işçinin işyerindeki yıpranmasının, geçmiş hizmetlerinin karşılığıdır ve bir menfaat olduğu da kıdem tazminatının gerçekleşme koşulları ve miktarı doğrudan kanunla belirlendiğini, bu menfaatin hukuk düzeni tarafından korumaya alındığını, hakkın kötüye kullanıldığı savunulmadığı sürece menfaat teorisi gereği işçinin bundan yararlandırılması gerektiğini, kişinin hakkını kötüye kullanması için kendi iradesinde olan ve dürüstlük kuralı gereği hareket etmesi gereken bir davranışa aykırı hareket etmesi gerektiğini, karşı tarafın olumlu veya olumsuz davranışına karşı yasal hakkın kullanılmasının hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edilemeyeceğini davacı işçinin yaş koşulu hariç olmak üzere yaşlılık aylığı kriterlerini haiz olduğu dosya içinde yer alan 20/06/2013 tarihli T. İş Bankası A.Ş. Mensupları Emekli Sandığı Vakfı ve 21/06/2013 Kadıköy Sosyal Güvenlik Merkezi yazılarından anlaşıldığını, davacı işçinin, ilgili yazıları 25/06/2013 tarihinde işverene vererek kıdem tazminatını talep ettiğini, davacının daha önce … Şubesinde görev yaptığı dönemde Serdar Oğuz ve Mustafa Duran ile birlikte hareket ederek kendisine ve adı geçenlere çıkar sağlamak amacıyla görevini kötüye kullandığı sonucuna varıldığı ve bu eylemleri nedeniyle kusurlu bulunduğu kanaatiyle 17/06/2013 tarihinde Disiplin Kuruluna sevk edildiği; dava tarihi itibariyle davacının iş akdinin, davalı işveren tarafından feshine ilişkin tasarrufta bulunulmadığı anlaşılmıştır. Davacı işçinin 20 yıl 6 ay 6 gün sigortalılığı ve 7146 gün prim ödeme gün sayısını haiz olduğu anlaşılmakla bu yönde ilgili Kurumdan yazı almak suretiyle 26/06/2013 tarihinde 1475 sayılı Kanun’un 14/5. bendi uyarınca yasal hakkını kullandığı açıktır. İş sözleşmesini feshettiğine dair beyanı karşı taraf ulaşmış ve fesih iradesi sonuçlarını doğurmuştur. Burada karşı tarafın kullanması gereken fesih hakkını bertaraf ettiği ve bu nedenle hakkını kötüye kullandığından sözedilmez. Zira davacı işçi, yasal nedenlerle fesih hakkını kullanmış, bir anlamda silahını önce çekmiştir (Yargıtay 9. H.D. 24/12/2015 tarih ve 2014/25512 E–2015/36753 K sayılı ilamı). Davalının, İnsan Kaynakları Komitesi tarafından yürütülen soruşturma ardından sigortalılık yılı ile prim ödeme gün sayısını tamamlamış olan davacı işçinin çalışma hayatını sonlandırmayı istemesi olağan ve mümkün görülmelidir. Davacı işçinin işverene yaptığı bildirim ile iş ilişkisini yasal koşullar sebebiyle sonlandırdığı açık olup, emeklilik nedeniyle iş akdinin feshine ilişkin başvurunun, Disiplin Kurulunca fesih prosedürünün işletilmesini engelleyici yasal veya tarafları bağlayıcı akdî bir düzenleme de bulunmamaktadır. Davacının feshe yetkili Disiplin Kuruluna 17/06/2013 tarihinde sevk edilmesine rağmen, 4857 sayılı Yasanın 26. maddesi uyarınca 6 iş günlük hak düşürücü süre içerisinde, henüz ve dava tarihi itibariyle davalı işveren tarafından gerçekleştirilmeyen fesih, hukuki sonuç doğurmayacağı gibi davacı işçi tarafından yasal nedenlerle fesih hakkının kullanılmasının da davalı işverenin fesih hakkını önlemeye yönelik olduğu şeklinde yorumlanamaz. Dosya kapsamına göre, davacı işçinin kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken reddine karar verilmesi hatalı olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile 6100 sayılı HMK 353/1–b.3 maddesi gereğince, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabulüne, 61.677,48 TL net kıdem tazminatının faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Temyiz Başvurusu:

Kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:

Taraflar arasında feshin haklılığı ve davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı tartışmalıdır.
Davacının tazminatsız olarak işten çıkarılması istemi ile Disiplin Kuruluna sevkinden yaklaşık 2-3 gün sonra yaş hariç emeklilik koşullarının oluştuğuna dair belgenin verilmesi için ilgili kuruma başvurduğu ve Disiplin Kuruluna sevkinden itibaren 8-9 gün içinde yaş hariç emeklilik koşullarını tamamladığı gerekçesi ile istifa dilekçesi verdiği, İş Bankası Emekli Sandığı Vakfı’nın ve SGK’nun yazılarından yaş hariç emeklilik koşullarını uzun süre önce tamamladığı, bununla birlikte, davacı hakkında 5411 Sayılı Bankacılık Kanununa Muhalefet suçundan Ağır Ceza Mahkemesi’nde ceza davası açıldığı, davacının sanık sıfatında olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

İş aktini davacının sonlandırdığının taraflar arasında ihtilafsız bulunması, davacı hakkında Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanık sıfatı ile ceza davası açılması ve davacının Disiplin Kuruluna tazminatsız çıkarma görüşü ile sevkinden yaklaşık 2-3 gün sonra yaş hariç emeklilik koşullarına ilişkin belge için başvurması karşısında, davalının fesih için 6 iş günlük süreyi kaçırıp kaçırmadığı hususunun tartışılmasına gerek olmadığı gibi, davacı vekilnin “davalının fesih için 6 iş günlük hak düşüren süreyi kaçırması nedeni ile davacının soruşturmanın olası kötü etkilerinden kurtulmak amacı ile iş aktini sona erdirdiğinin kabul edilemeyeceği” yönündeki itirazlarının da dinlenme olanağı bulunmamaktadır.

Yukarıda sayılan koşullar altında davacı yaş hariç emeklilik koşullarını tamamlaması nedenine dayanan istifasının salt yasal hakkın kullanımı olduğunu ileri süremez ve davacının bu davranışı peşinen iyi niyetli bir davranış olarak kabul edilemez.

Öncelikle, davacının Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılaması bekletici mesele yapılmalı, davacının mahkum olup bu mahkumiyetin kesinleşmesi halinde kıdem tazminatı talebi rededilmelidir.
Gerekmesi halinde davalının haklı fesih koşullarının oluşup oluşmadığı ceza dosyası ile birlikte irdelenerek ve icabında bankacılık iş ve işlemlerinde ve bankacılık hesaplarında uzman bilirkişiden rapor alınarak davacıya davalıca isnad edilen eylemler değerlendirilerek davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı belirlenmelidir.

Açıklanan hususların göz önüne alınması gerekirken, yazılı şekilde eksik araştırma ile karar verilmesi hatalıdır.

SONUÇ:
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin ise İlk Derece Mahkemesi’ne gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 25/12/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİ İŞVEREN UYUŞMAZLIĞINDAN DOĞAN MENFİ TESPİT DAVALARI İÇİN ARABULUCUYA BAŞVURMA ZORUNLULUĞU

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2021/2740 E. , 2021/6513 K.

“İçtihat Metni”

BÖLGE ADLİYE
MAHKEMESİ : … 8. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : MENFİ TESPİT
İLK DERECE
MAHKEMESİ : … 2. İş Mahkemesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, iş sözleşmesinin sona ermesi nedeniyle verilen teminatın iadesi ile bu senetten dolayı borçlu olmadığının tespitine, kötü niyet tazminatının tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkeme kararının özeti:
İlk Derece Mahkemesince tarafların dayanak yaptıkları tüm deliller toplanmış, 30/01/2020 tarih, 2018/583 esas, 2020/99 sayılı kararı ile davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiştir.
İsinaf Başvurusu :
Davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı :
İlk Derece Mahkemesinin kararının yasal ve hukuksal gerekçeleri ile dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 353/1-b.1 hükmü gereğince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Temyiz:
Karar süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
Taraflar arasında menfi tespit davasında zorunlu arabulucuya başvurulmasının gerekip gerekmediği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Dava türleri, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 105. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 106. maddesi, “(1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir. (2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır. (3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.” düzenlemesini içermekte olup, bu madde hükmünde tespit davası genel olarak düzenlenmiştir.
2004 sayılı İİK’nun 72. maddesi, “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir.
İcra takibinden önce açılan menfi tesbit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir.
İcra takibinden sonra açılan menfi tesbit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyle icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini istiyebilir.
Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez.
Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz.
Borçlu, menfi tesbit davası zımmında tedbir kararı almamış ve borç da ödenmiş olursa, davaya istirdat davası olarak devam edilir.
Takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını isteyebilir.
Menfi tesbit ve istirdat davaları, takibi yapan icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabileceği gibi, davalının yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir. Davacı istirdat davasında yalnız paranın verilmesi lazım gelmediğini ispata mecburdur.” düzenlemesini içermekte olup, bu madde hükmünde de menfi tespit ve istirdat davaları özel olarak düzenlenmiştir.
Davalı-alacaklı tarafından var olduğu savunulan bir hukukî ilişkinin var olmadığının tespiti için davacı-borçlu tarafından açılan davaya, menfi tespit davası denilmektedir. Borçlu, icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilir. Borçlu açtığı davada, maddi hukuk temelli çeşitli nedenlere dayanarak borçlu olmadığının tespitini isteyebilir.
6036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 3. Maddesi; ”Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.
(2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” düzenlemelerine haizdir.
Yukarıda yapılan açıklamalar neticesinde menfi tespit davasında arabucuya başvurulmasının dava şartı olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 106. maddesinde düzenlenen tespit davasının özel bir şekli olan menfi tespit davası, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davası olarak nitelendirilemez. Bu dava sonucunda, borçlunun borçlu olmadığının anlaşılması halinde borçlu olunmayan kısım belirtilmek suretiyle olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştüğü hâllerde dahi olumsuz tespit hükmü kurulması gerekmektedir. Başka bir deyişle, menfi tespit davasının niteliği gereği verilen kararlarda, yalnızca davacının borçlu olup olmadığı belirlenmekte, borçlu olmadığı kısma ilişkin olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Bu hüküm, herhangi bir alacağın tahsilini gerektirir nitelikte bir ilam olmadığından esasa yönelik olarak İİK m. 32 uyarınca doğrudan ilamların icrası yolu ile takibe konulamaz. Oysa arabuluculuk sonucu verilen kararlar ilam hükmünde olup, cebri icra yoluna başvurulabilecek niteliktedir. Ancak yukarıda açıklandığı gibi menfi tespit davaları sonucunda verilen hükümler esasa yönelik olarak cebri icraya konu edilip infaz edilemeyeceğinden, işçilik alacaklarına ilişkin davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan Yasa Koyucu’nun bilinçli olarak menfi tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır.
Kanun maddesinin metni ve gerekçesi bu kadar açık ve net olup zorlamayla da olsa genişletici bir yorum yapılmasına elverişli değildir. Zaten ileri ve özgürlükçü hukuk düzenlerinde zorunlu ve emredici kuralların dar yorumlanması esastır. İcra İflas Kanunun 72. maddesinde düzenlenen menfi tespit davası, parasal bir mahkumiyeti içeren eda davası niteliğinde alacak ya da tazminatı konu almadığından dava şartı arabulucuğun uygulama alanı dışında kalır. (TANRIVER,Süha Dava Şartı Arabuluculuk Üzerine Bazı Düşünceler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Mart-Nisan 2020, Yıl: 32, Sayı: 147, s. 111-141; EKMEKÇİ, Ömer/ ÖZEKES, Muhammet / ATALI, Murat / SEVEN, Vural, Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk, Oniki Levha Yayınları, 2. Baskı, …, Kasım 2019, s. 189-191.)
Somut olayda, davacı işçi tarafından davalı işverene işi bırakmaması amacıyla 95.000 TL bedelli teminat senedi verildiği iddia edilmiş olup, yukarıda yapılan açıklamalar da dikkate alındığında, işçi işveren arasındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanan menfi tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olmadığı ve arabulucuya gidilmiş olmasının bir dava şartı olmadığı kabul edilmelidir. Aksi düşüncenin kabulü, kanun metninin zorlamayla da olsa genişletici bir yorumlanmasına ve davacının mahkemeye erişim hakkının önlenmesine neden olacaktır. Bu nedenle işçi işveren arasındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanan menfi tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olmadığı ve arabulucuya gidilmiş olmasının bir dava şartı olmadığı kabul edilerek işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç:
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 18.03.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ AKDİNİN FESHİ- PETROL İSTASYONUNDA ÇALIŞAN İŞÇİNİN ARACA DİZEL YAKIT DOLDURMASI GEREKİRKEN BENZİN DOLDURMAK SURETİYLE İŞVERENİ ZARARA UĞRATMASI

T.C.
Yargıtay
7. Hukuk Dairesi

Esas No:2014/14659
Karar No:2014/23280

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2-Taraflar arasında iş sözleşmesinin işverence feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığı konusunda uyuşmazlık vardır.
Davacı, işveren tarafından ibraname imzalatılmak istendiğini imzalamadığı için işten kovulduğunu bu nedenle hak etmiş olduğu kıdem ve ihbar tazminatı ile bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı ise davacının kendisinin işten ayrıldığını, kendisine işe geri dönmesi çağrısını içeren ihtarname keşide edildiğini, davacının benzin istasyonuna gelen müşterilerin aracına dizel yakıt doldurması gerekirken benzin doldurması nedeniyle araç sahibinin ve işverenin zarara uğradığını buna ilişkin tutanak tutulduğunu, bu zarar nedeniyle şirket tarafından ödenen tutarın takas ve mahsubuna karar verilmesi gerektiğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, yanlış yakıt yüklemesi olayından sonra davacının iş akdinin davalı işveren tarafından sona erdirildiği, davalı işverence davacının devamsızlık yapmak suretiyle eylemli olarak iş akdini feshettiğine ilişkin iddianın ispat edilemediği, yanlış yakıt yüklemesi sebebiyle davacının işten çıkarıldığı ileri sürülmüşse de İş Kanunun 26. maddesinde belirtilen süre geçtikten sonra işçinin çıkışının verildiği, sonuç olarak iş akdinin haklı nedenle feshedildiği iddiasının davalı tarafça ispat edilemediği kanaatine varılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Davacı, iş sözleşmesinin 21.08.2011 tarihinde haksız olarak feshedildiğini iddia etmiştir. Davalı işveren ise her ne kadar kendilerinin iş sözleşmesini feshettiğini iddia etmemiş ise de dosya içeriği ve tanık beyanları doğrultusunda davacının iş sözleşmesinin 21.08.2011 tarihinde İş yerinde meydana gelen 17.08.2011 tarihindeki olay nedeniyle fesih edildiği anlaşılmaktadır. 17.08.2011 tarihli olaya gelince; davacı pompacı olarak çalışırken dizel araca yanlış yakıt yüklemesi sebebiyle işvereni zarara uğratmış ve bilirkişice yapılan hesaplama sonucunda davacının kusur oranına göre işverene vermiş olduğu zararın 3.361,06 TL olduğu tespit edilmiştir. 4857 sayılı Yasanın 25/2-ı bendine göre bu miktar davacının 30 günlük ücretini aştığı için işveren feshi haklı nedene dayanmaktadır. İşverenin daha sonra işçiye ihtarname göndermek suretiyle “gel işe başla“ demesi yeni bir akde icap niteliğindedir ve sonuca etkili değildir. İş sözleşmesinin feshinin işverence haklı nedene dayandığı anlaşılmakla işçinin kıdem ve ihbar tazminatı hakkı bulunmamaktadır.
Mahkemece davacının kıdem ve ihbar tazminatı talebinin reddine karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme sonucunda kıdem ve ihbar tazminatı alacağı talebinin kabulüne karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ:Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 25.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Exit mobile version