ELBİRLİĞİ MÜLKİYETİNİN PAYLI MÜLKİYETE ÇEVRİLMESİNE DAİR İLAMIN İNFAZININ SAĞLANMASI

T.C
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2018/1272
K. 2018/5005
T. 3.7.2018

4721/m.640,732

11.10.1982 T. 3/2 S. İBK

ÖZET : Dava ve birleştirilen davalar, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Dava tarihi itibariyle davacının dayandığı pay elbirliği mülkiyetine konu olduğundan davacının tereke adına dava açtığı gözetilerek davada iştirakin sağlanması gerektiği, diğer elbirliği ortaklarının muvafakatinin alınması gerektiği ile davacının dayandığı elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair Sulh Hukuk Mahkemesi ilamının kesinleşmesine rağmen infaz edilmediği hususlarına önceki bozma ilamında değinilmişse de bozmaya uygun karar verilmediği anlaşılmakla;

Davanın görülebilirlik koşulu itibariyle davacının eldeki davayı kendi adına sürdürebilmesi için tapu kaydında iştirakin çözülmesi, elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair ilamın infazının sağlanması gerektiği; aksi halde davanın tereke adına sürdürülmesi zorunluluğu gözetilerek TMK’nun 640. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiği kuşkusuz olduğundan hükmün bozulması gerekmiştir.

DAVA : Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 26.11.2010 gününde verilen dilekçeyle önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil talebi üzerine bozma ilamına uyularak yapılan duruşma sonunda; dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine dair verilen 09.02.2016 tarihli hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı- birleştirilen davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Dava ve birleştirilen davalar, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı- birleştirilen davacı vekili, müvekkilinin elbirliği maliklerinden biri olduğu 427, 617, 444, 431, 430 ve 428 parsel sayılı taşınmazların dava dışı önceki paydaşları tarafından 13/240 payının 31.03.2009 tarihinde davalıya satıldığını, müvekkiline satışla ilgili noter bildirimi yapılmadığını ileri sürerek önalım hakkı sebebiyle tapuda davalı adına kayıtlı payın iptali ile müvekkili adına tescilini istemiştir.

Davalı- birleştirilen davalı vekili, resmi senette gösterilen bedellerin gerçek satış bedelinden daha düşük olduğunu, müvekkilince 03.04.2009 tarihinde Vergi Dairesine verilen dilekçeyle gerçek bedeller üzerinden verginin ödendiğini, davanın satış tarihinden uzun bir süre geçtikten sonra açılması ve taşınmazların değerinin artması sebebiyle yeni belirlenecek değerler üzerinden depo kararı verilmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, dava ve birleştirilen davaların kabulüne dair verilen kararın davalı- birleştirilen davalı vekilince temyizi üzerine; Dairemizin 30.04.2015 tarih, 2015/4244 Esas, 2015/4938 karar sayılı ilamı ile “… davaya konu 427, 428, 430, 431, 444 ve 617 parsel sayılı taşınmazlarda davacı 26.01.2011 tarihinde intikal suretiyle diğer mirasçılar ile birlikte elbirliği ortaklığı şeklinde malik olup diğer iştirakli malikler adına da davacı tarafından yasal önalım hakkı kullanılmak amacıyla bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Ancak davacı dışında 26.01.2011 tarihinde intikal suretiyle pay maliki olan diğer iştirakçi maliklerin davada yer almadıkları anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2011/442 Esas, 2012/100 Karar sayılı “dava konusu taşınmazlardaki elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine” dair verilen kararının kesinleştiği görülmektedir.

O halde anılan ilamın kesinleşmesiyle artık bu davada terekeye temsilci atanması yoluna gidilemeyeceği de gözetilerek yukarda açıklandığı şekilde işlem yapılarak (elbirliği maliklerinin muvafakatları alınarak) taraf teşkilinin sağlanması, daha sonra işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde asıl ve birleştirilen davaların kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacı- birleştirilen davacı vekili temyiz etmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasında davacının dayandığı pay elbirliği mülkiyetine konu ise tüm ortakların birlikte dava açması veya birinin açtığı davaya diğerlerinin muvafakat etmesi gerekir. Çünkü bu gibi hallerde 11.10.1982 gün 3/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın tereke adına açıldığının kabulü gerekir. Muvafakat duruşmaya gelip bu konuda beyanda bulunmakla veya imzası noterce onaylı muvafakat belgesi ibraz edilmesi suretiyle yahut davacı adına davayı takip eden avukata vekalet verilmesi ile sağlanabilir. Bu yolda ortakların tümünün muvafakatı sağlanamazsa Türk Medeni Kanununun 640.maddesi hükmü uyarınca miras bırakanın terekesine görevli mahkemede temsilci atanması için davacıya süre verilir. Temsilci davacı dışında biri olursa davacının sıfatı biter, davayı temsilci takip eder. Dava hakkına dair olan bu hususun hakim tarafından kendiliğinden öncelikle nazara alınması gerekir.

Somut olaya gelince, mahkemece bozma ilamına uyulmasına rağmen bozma gereklerinin tamamen yerine getirildiği söylenemez. Davanın açıldığı tarih itibariyle davacının dayandığı pay elbirliği mülkiyetine konu olduğu için davacının tereke adına dava açtığı gözetilerek davada iştirakin sağlanması gerektiği Dairemizin önceki bozma ilamında vurgulanarak bu bağlamda diğer elbirliği ortaklarının muvafakatinin alınması gereğine değinilmiştir. Ayrıca davacının dayandığı elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair Sulh Hukuk Mahkemesinin, 09.02.2012 tarih, 2011/442 Esas, 2012/100 Karar sayılı ilamın kesinleşmesine rağmen infaz edilmediği hususuna da yer verilmiştir.

O halde, davanın görülebilirlik koşulu itibariyle davacının eldeki davayı kendi adına sürdürebilmesi için tapu kaydında iştirakın çözülmesi, başka bir ifadeyle anılan elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair ilamın infazının sağlanması gerektiği açıktır. Aksi halde davanın tereke adına sürdürülmesi zorunluluğu gözetilerek TMK’nun 640. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiği kuşkusuzdur.

Mahkemece, elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair kararın tapu kaydına yansıtılması için davacı tarafa uygun bir süre verilmesi, verilen süre içerisinde kararın tapu kaydına yansıtılıp yansıtılmadığı güncel tapu kayıtlarının getirtilmesi suretiyle denetlendikten başka bir ifadeyle, yukarda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle davanın görülebilirlik koşulu yerine getirildikten sonra işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken noksan inceleme ve araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davacı-birleştirilen davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istenmesi halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.07.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA YARGILAMA SIRASINDA ARTTIRILAN TALEPLERE KARŞI ZAMANAŞIMI DEFİ

T.C
YARGITAY
9.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2015/5101
KARAR:2016/19654
TARİH :10/11/2016

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı ile fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, izin ücreti, ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y    K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:Davacı vekili, davacının 01.06.1995 tarihinde davalı iş yerinde çalışmaya başladığını, 1475 sayılı Kanun’un 14/5. maddesi uyarınca davacının iş sözleşmesini feshetmek istediğini davalı işverene 18.03.2013 tarihinde bildirdiğini, bunun üzerine davalının, davacının iş yerinde çalışan evli bir bayanla ilişkisinin tespit edildiğini ve bu nedenle 15.03.2013 tarihinde davacının iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiği yönündeki yanıtı verdiğini, bu tarihte davacının raporlu olduğunu, davacının bu iddialarının doğru olmadığını bu nedenle feshin haksız olduğunu ileri sürerek, kıdem tazminatı, ücret, fazla mesai ücreti, ulusal bayram-genel tatil ücreti ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:Davalı vekili, davacının 01.06.1995-15.03.2013 tarihleri arasında davalı iş yerinde çalıştığını, davacının iş yerinde çalışan evli bir bayanla evlilik dışı ilişki yaşaması ve bu durumun iş yerinin huzur ve güvenliğini etkilediğini, ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış gerçekleştirdiği gerekçesiyle davacının iş akdinin haklı nedenle 15.03.2013 tarihli ihtarname ile feshedildiğini, bu nedenle davacının kıdem tazminatı alacağına hak kazanamayacağını savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:Kararı taraflar vekilleri temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davaya konu işçilik alacalarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı noktasında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Belirsiz alacak davası 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile öngörülen ve alacaklıya bazı avantajlar sağlayan yeni bir dava türüdür. Sözü edilen hükme göre “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”. Şu hale göre davanın açıldığı tarihte alacak miktarının belirlenmesi imkansız ise belirsiz alacak davası açılabilir. Öte yandan alacaklı tarafından alacağın miktar veya değerinin tam olarak belirlenmesi beklenemez ise yine belirsiz alacak davası açılabilir.

Belirsiz alacak davasını öngören hükümde biri sübjektif, diğer objektif iki unsur karşımıza çıkmaktadır. Alacağın veya dava değerinin belirlenmesini objektif olarak imkansız olması halinde belirsiz alacak davası açılabilecektir. Örneğin iş kazası geçiren işçinin açacağı davada işveren ve işçinin karşılıklı kusur oranları, kusursuz sorumluluk olup olmadığı ve varsa kaçınılmazlık durumu ve maluliyet oranlarının dava açma aşamasında belirlenmesi imkansızdır.

Sübjektif unsur ise alacaklının talep konusu miktarı belirlemesinin alacaklıdan beklenememesidir. İşçinin yasal hakları ödenmeksizin işten çıkarıldığı bir durumda yukarıda belirtilen masraflara ek olarak uzman hesap raporu aldırarak olası işçilik alacaklarını belirlemesi de hak arama özgürlüğü önünde engel olarak değerlendirilebilir.
Talep sonucunun rakam olarak ifadesinin imkansızlığı, davacının tam olarak miktarını bilmediği ve bu bilgisizliğini davalının sahasında bulunan vakıalardan kaynaklandığı durumlarda söz konusudur.
Dairemizin kısmi dava ile ilgili verdiği bu ölçütleri kabul eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 17.10.2012 gün ve 2012/9-838 E, 2012/715 K sayılı kararında “İşçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru olmayacağını, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesinin daha doğru olacağını” açıkça belirmiştir.

Aynı dava dilekçesinde birden fazla işçilik alacaklarının talep edildiği durumlarda davaların yığılmasından söz edilir ki, alacağın belirli olup olmadığı her bir alacak kalemi bakımından somut olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.2012 gün, 2012/ 9-838 E, 2012/ 715 K sayılı kararı da bu yöndedir.

Davaya konu işçilik alacaklarının bir kısmının ya da bazılarının belirsiz alacak davasına konu olamayacağı belirlendiği taktirde, hakim hemen davayı reddetmemeli, HMK.’nun 115/2 maddesi uyarınca eksikliği tamamlaması yani alacağını belirleyerek buna göre talepte bulunması için davacıya kesin süre vermeli, gereğinin yerine getirilmemesi halinde dava şartı eksikliğinden dava reddedilmelidir. Dairemiz kararları ile Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin kararları bu yöndedir(Yargıtay 9.HD. 26.01.2014 gün, 2014/1962 E, 2014/6034 K. ; Yargıtay 9.HD. 27.02.2012 gün ve 2012/1757 E, 2012/5742 K. ; Yargıtay 19. HD. 16.01.2014 gün, 2013/ 17491 E, 2014/ 1332 K. Yargıtay 19. HD, 16.01.2014 gün, 2013/ 17366 E, 2014/ 1329 K.).

Alacağın belirsiz olması halinde alacaklı, belirsiz alacak davası açabileceği gibi kısmi dava olarak da alacağın tahsilini talep edebilir.

Dava dilekçesinde alacağın belirsiz olduğundan söz edilmiş olsa da, kısmi dava açıldığının ifade edilmesi halinde davanın türünün kısmi dava olarak kabulü gerekir. Zira alacak belirsiz ise kısmi dava yoluyla alacağın istenmesine engel bir durum yoktur. Bu ihtimalde kısmi dava ancak talep edilen kısım itibarıyla zamanaşımını keser. Yargılama ile alacağın belirlenen kalan kısmı ıslah veya ek dava ile talep edildiğinde arttırılan miktarlar bakımından faiz başlangıcı -kural olarak- talep tarihidir. Bu nedenle davanın türünün belirsiz alacak davası veya kısmi dava oluşunun sonuçları farklı olup, tereddüt halinde hakim tarafından bu husus davacıya açıklatılmalı ve davanın türü ön inceleme tutanağına yazılarak tahkikat aşamasına geçilmelidir.

Belirsiz alacak davası ise mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği HMK’nun 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır. Maddenin gerekçesine göre ise alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu konuda rastgele bir miktarı talep etmesi doğru olmaz. Örneğin, işveren ve … kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir işçi, çalışma süresini 12 yıl ve ücretini net 2.000,00 TL olarak açıklamak suretiyle kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre belirlenebilen miktar talep edilmelidir. Başka bir anlatımla tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00 TL) gösterilmesi halinde,davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru olmaz.

Tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında, işverenin vereceği cevap, ön inceleme aşamasında bu yönde uzlaşı veya tahkikat aşamasında belirsizlik ortadan kalktığında, 107/2. maddeye göre davacı miktarı arttırabilir ve alacağın tümünün tahsilini talep edebilir. Bu aşamada iddianın genişletilmesi yasağı devreye girmez.

HMK’nun 107. maddesinin gerekçesine göre, alacak belirli hale geldiğinde artırım, sadece bir kez yapılabilir. İkinci kez artırım yapılmak istenirse, iddianın genişletilmesi yasağı ile karşı karşıya kalınır.

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 157. maddesi uyarınca, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Bu nedenle yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, davacının talep artırım dilekçesi üzerine ileri sürülen zamanaşımı definin de sonuca bir etkisi olmaz.

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir. Belirtmek gerekir ki, belirsiz alacak davasının alacaklıya sağladığı bütün imkanlar bir tek tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında ortaya çıkar.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği HMK’nun 107/3. maddesinde kabul edilmiş olmakla, davanın miktar belirtmeden açılması da imkan dahilindedir. Bu halde hukuki yarar yokluğu ile ilgili tartışmalara mahal vermemek için, 107. maddenin son cümlesinde, belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın bulunduğu ifade edilmiştir.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 107. maddenin gerekçesinde açıklanmıştır.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine HMK’nun 107/2. maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde uygulama alanı bulabilir. Ancak belirsiz alacak tespit davasında yapılan yargılama ile alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın tahsili talep edilebilir.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır. Belirsiz alacak davası ile kesilmiş olan zamanaşımı yargılama sırasındaki işlemler ve hakimin her kararı ile kesileceğinden ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı defi sonuca etkili değildir.

HMK 107. maddesinin gerekçesine göre belirsiz alacak davasının, kısmen eda davasıyla birlikte külli tespit davası olarak da açılabilmesi imkan dahilindedir. O halde belirsiz alacak davasında bir miktarın tahsili yanında, kalan tutarın tespiti istenebilecek ve yargılama sırasında belirlendiğinde kalan miktar da talep edilebilecektir.

Bunun tam eda davasından farkı, belirlenebilen miktarın talebi yerine, kısmi bir miktarın istenebilmesidir. Örneğin belirsiz bir alacak için alacaklı tarafından belirsiz alacak davası açıldığında ve 100,00 TL için tahsil, kalan miktarı için ise alacağın tespiti istendiğinde kısmi eda külli tespit davasından söz edilir. Zira alacaklı işveren veya resmi kurum kayıtlarında geçen belirleyebildiği miktarı davaya konu etmek yerine, farazi bir miktar için talepte bulunmuştur. Sözü edilen davanın kısmi davadan farkı ise, alacaklının kısmi dava açtığını belirtmeksizin belirsiz alacak davasından söz ederek taleplerde bulunmasına dayanır. Yukarıda açıklandığı üzere belirsiz bir alacak için alacaklının açıkça kısmi dava açtığını belirterek talepte bulunması veya belirsiz alacaktan söz edilmeksizin kısmi taleplerde bulunulması halinde davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilir.

Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta, davacı vekili kısmi eda külli tespit istemli belirsiz alacak davası açmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı definin hukuki sonucu olmadığından davacı vekilinin talep artırım dilekçesi üzerine davalı vekili tarafından ileri sürülen zamanaşımı definin dikkate alınarak sonuca gidilmesi hatalıdır.

F) Sonuç:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 10.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YIKIM – ELATMANIN ÖNLENMESİ- DAVA KONUSUNUN DEVRİ

T.C
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2018/3693
KARAR:2019/6170

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Elatmanın Önlenmesi – Yıkım

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın usulden reddine karar verilmiş olup hükmün davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

K A R A R

Davacı vekili; kayden maliki olduğu 1303 ada 756 parsel sayılı taşınmazına, komşu 755 parsel maliki davalının taşınmazının bir kısmına ihata duvarı yapmak suretiyle müdahale ettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmış; davalı ise, maliki olduğu 755 parsel sayılı taşınmaz üzerinde inşaat yapabilmek için Belediyeden 09.08.1978 tarihinde imar çapı aldığını, daha sonrada ruhsat alarak inşaata başladığını, inşaatı bitirip 1987 yılında ise yapı kullanma izin belgesi aldığını, anılan taşınmazın imar parseli olduğunu, 30 yıldan fazla zamandır mevcut haliyle taşınmazı kullandığını, işgalinin söz konusu olmadığını belirterek, temliken tescil taleplerinin kabulü ile davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; (ilk kararda) davanın kabulü ile davalının el atmasının önlenmesine ve muhtesatın yıkımına, muhtesat bedeli 3.704,43 TL’nin karar kesinleştiğinde davalıya ödenmesine karar verilmiş, verilen karar davalı vekilince temyiz edilmiştir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 27.11.2014 tarihli ve 2014/8484 Esas, 2014/18474 karar sayılı ilamı ile “…. somut olayda davacı adına kayıtlı 755 parsel sayılı taşınmazın yargılama sırasında el değiştirmiş, yeni malikin davaya katılmadığı görülmüştür.Mahkemece yapılacak işin 6100 sayılı HMK’nin 125. (1086 sayılı HUMK’un 186.) maddesinin öngördüğü usuli işlemlerin uygulanmasının gerekeceğinde kuşku yoktur. Öyle ise; davacının yargılama sırasında taşınmazını 3.kişiye devretmesi karşısında HMK’nin 125. maddesi uyarınca yukarıda değinilen usulü eksikliklerin giderilmesi, ondan sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.” gerekçeleriyle bozma kararı verilmiştir

Mahkemesince, bozmaya uyma kararı verilerek yeniden yapılan yargılama neticesinde, davacının davasının aktif husumet ehliyeti bulunmaması nedeniyle HMK’nin 114/1 maddesi gereğince usulden reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının kayden maliki olduğu çekişme konusu 756 parsel sayılı taşınmazını 24.03.2010 tarihinde satın alma suretiyle edindiği, eldeki davanın 23.07.2010 tarihinde açıldığı, davacının dava konusu taşınmazını yargılama sırasında 28.07.2010 tarihinde dava dışı …’a devrettiği, … tarafından (13.06.2012 tarihinde) dava dışı …’e devredilen taşınmazın en son 09.10.2014 tarihinde … tarafından da dava dışı … Oğlu …’a aktarıldığı, komşu 755 parsel sayılı taşınmazın da halen davalı adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.
Dava konusunun devri 6100 sayılı HMK’nin 125. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin 1. bent a ve b fıkralarında davanın açılmasından sonra davalı tarafın dava konusunu üçüncü bir kişiye devretmesi halinde davacının seçimlik hakları gösterilmiştir. Somut uyuşmazlıkta bu husus konumuzun dışındadır. Dava konusunun davacı tarafından devri 125. maddelerin 2. bendinde düzenlenmiş ve madde metninde aynen “davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devir edilecek olursa, devralmış olan kişi görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden devam eder” denilmiştir.

Dava konusunun davacı tarafından üçüncü bir kişiye devredilmesi halini düzenleyen HMK’nin 125/2. maddesi hükmü, devralan üçüncü kişinin hukuk gereği davacı sıfat ve buna bağlı olarak dava takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği gerekçesiyle devralan kişinin kendiliğinden davacı yerine geçerek davaya kaldığı yerden devam olunacağı esasını getirmiştir. Bu hükme göre dava, davayı devralan üçüncü kişi ile davalı arasında devam edecektir. Bunun için davalının bu konuda karar vermesi veya devralan üçüncü kişinin davacı yerine geçmesi için onayı aranmaz . Dava konusu şey, dava açıldıktan sonra davacı tarafından başka bir kişiye devredilirse, bu durumda devralmış olan kişi davacı yerine geçerek görülmekte olan davaya kaldığı yerden devam eder. Ancak bu halde davalı yeni davacıya karşı, kişisel savunma sebeplerini ileri sürebilir

Somut olayda, dava konusu taşınmaz yargılama aşamasında son olarak dava dışı …’a devredildiğine göre … davacıların yerine geçmiştir. Bu nedenle (çekişmeli taşınmazı devreden) ilk davacılar vekiline son malikin vekaletnamesini sunması için kesin süre verilmesi doğru değildir. Mahkemenin resen son malike ihbar yapması gerekmektedir.

Bu durumda mahkemece, dava açıldıktan sonra dava konusu taşınmaz ( en son) dava dışı …’a devredildiğinden, …’ın HMK’nin 125/2. maddesi gereği dava açan davacıların yerine geçtiği, aktif dava ehliyeti bulunduğu ve son malike ihbar yapılmak suretiyle davaya kaldığı yerden devam edilmesi gerektiğinden, işin esasına girilip taraf delilleri toplandıktan sonra sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile davanın usulden reddi doğru olmamıştır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 19/06/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

ŞİRKETE AİT ÇEKE TEK İMZA ATARAK MAL ALMASI SONRADAN ŞİRKET ÇEKİ ÇİFT İMZALI DEĞİL DİYEREK ÖDEME YASAĞI KOYDURMASI, NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK SUÇUNUN OLUŞTUĞU.

T.C.
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
ESAS NO: 2015/209
KARAR NO:2018/51
KARAR TARİHİ: 8.1.2018

Nitelikli dolandırıcılık suçundan sanığın mahkumiyetine dair hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek Gereği düşünüldü:

KARAR

Sanık hakkında, 5237 Sayılı TCK.nun 158/1-h maddesine aykırılık suçundan kamu davası açıldığı ve ek savunma hakkı verilmeden aynı maddenin (f) fıkrasıyla cezalandırıldığı anlaşılmış ise de, iddianamede sanığın şirkete ait çeki tek başına keşide ederek vermek suretiyle atılı suçu işlemiş olduğundan bahisle cezalandırılmasının talep edilmesi sebebiyle bankanın aracı kılınması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunun anlatılmış olduğu, sanığın alınan savunması öncesinde de iddianamenin okunarak atılı suçun anlatılmış olması, ek savunma hakkı yönünden bozma nedeni yapılmamıştır.

Suça konu çek bedeli ve sanık hakkında verilen ceza miktarı karşısında, tebliğ namede yer alan orantılılık kuralları gözetilmeden, hak ve nesafet kurallarına aykırı olarak, sanık hakkında asgari sınır üzerinden ceza tayin edildiği gerekçesiyle bozma görüşüne iştirak edilmemiştir.

Katılanın ticari ilişkisi sebebiyle … isimli şahıstan Finansbank Adana Şubesine ait 31/01/2008 keşide tarihli 20,000 TL bedelli … Ticaret A.Ş’ye ait çeki aldığı, katılanın sanık ilede görüşerek çekin doğruluğunu teyit ettikten sonra bankaya ibrazında, bankadan bildirilen cevabi yazıya göre de çek ile ilgili ödemeden men yasağı bulunması sebebiyle ödemenin yapılamadığı, sanığın şirketi tek başına temsil ve imza yetkisi olmadığı halde çeki keşide ettiği ve ödeme yasağı sebebiyle çek bedelinin ödenmediği, katılanın alınan beyanın da sonradan öldüğü anlaşılan … isimli kişi ile canlı hayvan alış verişi sonucunda aldığı şirket çekini sanık ile görüşüp doğruluğunu teyit ettikten sonra tahsil için bankaya götürdüğünde sanığın yetkilisi olduğu şirketin yazılı talebi üzerine çek ile ilgili ödemeden men yasağının bulunduğunu öğrendiğini, bu sebeple zararının olduğunu beyan ettiği, sanığın alınan savunmasında ise, … Mefruşat Ticaret A.Ş’nin yetkilisi ve ortağı olduğunu, şirket çeklerinde kızının ve kendisinin imzasının bulunması gerektiğini ancak tek başına imzaladığını, çekteki keşideci imzasının kendisine ait olduğunu, bankaya ödemeden men talimatını kendisinin verdiğini, bahse konu çeki de malzeme alış verişi için … isimli şahsa verdiğini beyan ettiği, sanığın bu şekilde şirkete ait çeki tek başına keşide ederek ve daha sonra da ödemeden men talimatı vererek haksız menfaat sağladığı, sanık savunması, katılan beyanı ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığından, sanığın nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin sabit olduğu gerekçesine dayanan mahkemenin mahkumiyet hükmünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

SONUÇ : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin verilen kararın usul ve yasalara aykırı olduğuna ve sanığa alt sınırdan uzaklaşılarak ceza verilmesinin bozma nedeni oluşturduğuna dair yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle mahkumiyet hükmünün ONANMASINA, 08/01/2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

AİLE KONUTUNUN EŞ RIZASI ALINMADAN DEVRİ

T.C
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/16259
KARAR:2016/16213

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı aile konutu olarak özgülenen eşi adına kayıtlı taşınmazın diğer davalıya rızası dışında devredildiğini ileri sürerek davalılardan …adına olan tapu kaydının iptali ile davalı eşi adına tescili ve tapu kaydına aile konutu şerhi konulmasını talep etmiştir. Mahkemece davalı …’un kötüniyetli olduğunun kanıtlanamadığı ve dava konu taşınmazda davacının yılın belli aylarında ikamet ettiği bu sebeple aile konutu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden davacı ile davalı eşin dava konusu taşınmazın alt katında bir yıl süre ile birlikte oturdukları, davalı eşin 1995 yılında ortak konutu terk ederek başka bir kadınla yaşamaya başladığı, davacı kadının bu taşınmazın alt katında kalmaya devam ettiği, üst katında ise kiracının bulunduğu, ancak taşınmazın ısınma problemlerinin olması nedeniyle davacının kış aylarında çocuklarının yanında ….’da bulunduğu, yaz aylarında ise dava konusu taşınmaza gelerek kaldığı, dava konusu taşınmazın bulunduğu Ağın ilçesinde başka bir taşınmazın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacının kış aylarında çocuklarının yanına gidip onlarla kalıyor olması aile konutu vasfını ortadan kaldırmayacağı gibi ,eşyaların halen dava konusu konutta bulunması ve taraflar arasında evlilik birliğinin devam etmesi karşısında taşınmazın aile konutu olduğunun kabulü gerekir. Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır. (TMK m. 194). Türk Medeni Kanunu madde 194 hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır

… Davacı eşin taşınmazın devrine açık rızası bulunmamaktadır. O halde eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin “açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Gerçekleşen bu durum karşısında dava konusu taşınmazın alt katının aile konutu olduğu tanık beyanları ve mahkemece yapılan keşifle anlaşıldığına göre bu bölümün tapusunun iptali ile davalı eş adına tescilini ve bu bölüm üzerine aile konutu şerhi konulmasına karar verilecek yerde yazı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 20.12.2016 (Salı)

İTİRAZIN İPTALİ KARARI ÜZERİNE ALACAKLI TARAFINDAN İTİRAZA KONU TAKİP DOSYASI ÜZERİNDEN HARCI YATIRILARAK ALACAĞIN TAHSİLİ MÜMKÜN OLDUĞU – AYRI BİR TAKİP BAŞLATILMASI USUL EKONOMİSİNE AYKIRI OLDUĞU

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/22967
K. 2016/3277
T. 25.2.2016

• TAKİBİN İPTALİ İSTEMİ (Alacaklı Tarafından İtirazın İptali Davası Açılması Sonucu Mahkemece İtirazın İptaline Karar Verildiği – İlama Bağlanan Alacaklar İçin İlk Takip Dosyasında İcra Emri Düzenlenerek Takibe Devam Edileceği/Makul ve Kabul Edilebilir Bir Gerekçe Olmaksızın Ayrı Bir Takip Yapılması Usulsüz Olduğu – İstemin Kabulü Gerektiği)

• USUL EKONOMİSİ İLKESİ (Takibin İptali İstemi – İtirazın İptali Kararı Üzerine Alacaklı Tarafından İtiraza Konu Takip Dosyası Üzerinden Harcı Yatırılarak Alacağın Tahsili Mümkün İken Makul ve Kabul Edilebilir Bir Gerekçe Olmaksızın Ayrı Bir Takip Başlatılması Usul Ekonomisine Aykırılık Teşkil Ettiği Gözetilerek Takibin İptaline Karar Verileceği)

• İTİRAZ KONUSU TAKİP DOSYASI ÜZERİNDEN TAKİBE DEVAM ETME (Takibin İptali İstemi – İtirazın İptali Kararı Üzerine Alacaklı Tarafından İtiraza Konu Takip Dosyası Üzerinden Harcı Yatırılarak Alacağın Tahsili Mümkün Olduğu/Makul ve Kabul Edilebilir Bir Gerekçe Olmaksızın Ayrı Bir Takip Başlatılması Doğru Olmadığı – İstemin Kabul Edileceği)

• MAKUL VE KABUL EDİLEBİLİR GEREKÇE OLMADAN AYRI TAKİP BAŞLATILAMAYACAĞI (İtirazın İptali Kararı Üzerine Alacaklı Tarafından İtiraza Konu Takip Dosyası Üzerinden Harcı Yatırılarak Alacağın Tahsili Mümkün Olduğu – Ayrı Bir Takip Başlatılması Usul Ekonomisine Aykırılık Teşkil Ettiği Gözetilerek İstemin Kabul Edileceği/Takibin İptali İstemi)

6100/m.30

ÖZET : Dava; takibin iptali istemine ilişkindir. Somut olayda, alacaklı tarafından başlatılan ilamsız takibe, borçlu tarafından itiraz edilmiş, itirazın iptali istemi üzerine mahkemece itirazın iptaline karar verilmiştir. İcra Müdürlüğü’nce, ilama bağlanan alacaklar için ilk takip dosyasında icra emri düzenlenerek takibe devam olanağı bulunmaktadır. Makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın ayrı bir takip yapılması usulsüzdür. O halde Mahkemece, borçlunun isteminin kabulüyle yapılan takibin iptaline karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Borçlu vekili, takibe konu; … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin … sayılı itirazın iptali ilamının itiraza konu ilk takip dosyasına sunulması gerekirken, … bs İcra Müdürlüğü’nde ayrı bir takip başlatıldığını, bunun usul ve Yasa’ya aykırı olduğunu takibin iptalini talep etmiş, Mahkemece; şikayetin reddine karar verilmesi üzerine, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

6100 Sayılı HMK’nun 30. maddesinde “Hakim yargılamanın makul süre içinde düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür” şeklinde, usul ekonomisi ilkesi hüküm altına alınmıştır.
Dairemizin önceki içtihatlarında; itirazın kaldırılması ya da itirazın iptali ilamında yer verilen vekalet ücreti, yargılama gideri ve tazminat alacakları için ayrı bir ilamlı takip başlatılmasının mümkün olabileceği kabul edilmiş ise de; sonradan oluşan görüş ve kanaat ile tarafları aynı olan ve aynı alacaktan kaynaklanan ilamlar için itiraza konu takip dosyası üzerinden harcı yatırılarak alacağın tahsili mümkün iken, makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın ayrı bir takip başlatılması yukarda Yasa ile düzenleme altına alınan usul ekonomisine aykırılık teşkil etmesi sebebi ile ayrı takip yapılmaması gerektiği benimsenmiş, bu yöndeki uygulama süreklilik kazanmıştır.
Somut olayda, alacaklı tarafından … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyasında başlatılan ilamsız takibe, borçlu tarafından itiraz edilmiş, itirazın iptali istemi üzerine … Asliye Hukuk Mahkemesi’nce itirazın iptaline, takibin devamına, %40 inkar tazminatı olan 15.472,40 TL ile 3.355,00 TL vekalet ücretinin ve 2.325,80 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Anılan bu karar, eda hükmünü içeren inkar tazminatı, yargılama gideri ve avukatlık ücretinin tahsili için … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyası ile ilamlı takibe konu edilmiştir. Yukarıda kabul edilen ilke ve açıklamalar doğrultusunda İcra Müdürlüğü’nce, ilama bağlanan alacaklar için ilk takip dosyasında icra emri düzenlenerek takibe devam olanağı bulunmaktadır. Makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın ayrı bir takip yapılması usulsüzdür.

O halde Mahkemece, borçlunun isteminin kabulüyle … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyasıyla yapılan takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeler ile reddi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazının kabulüyle Mahkeme kararının yukarda yazılı sebeple İİK’nun 366 ve 6100 Sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 25,20 TL peşin harcın temyiz edene iadesine, 25.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

VEKİLLE TAKİP EDİLEN İŞLERDE VEKİLE TEBLİĞ ZORUNLULUĞU- BORÇLU VEKİLİNİN ŞİKAYET NEDENLERİNİ BİLDİRMESİ- USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/15725
KARAR:2018/331 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Şikayet

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar verilmiş olup hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

K A R A R

Borçlu vekili, takip dayanağı ilamda aracın davalıya iadesine ve 16.500,00 TL nin aracın tesliminden itibaren işleyecek yasal faizi ile davacıya verilmesine karar verildiğini, bedele ilişkin olarak … 2. İcra Müdürlüğü’nün 2014/6378 Esas sayılı dosyası ile takip başlattıklarını, alacaklının da aracın teslimine ilişkin şikayete konu … 2. İcra Müdürlüğü’nün 2014/6533 Esas sayılı dosyası ile takip başlattığını, para borcu ödenmeden aracın tesliminin mümkün olmadığını, icra emrinin vekile tebliğ edilmesi gerekirken asile tebliğ edildiğini belirterek takibin iptaline aksi taktirde icra emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, takip dayanağı ilama göre tarafların edimleri arasında öncelik sırasının bulunmadığı gerekçesiyle takibin iptaline yönelik talebin reddine, icra emri asile tebliğ edildiği gerekçesiyle de icra emrinin iptaline karar verilmiş olup hüküm borçlu vekilince temyiz edilmiştir.

HMK’nun 73, 81, 82, 83 Avukatlık Kanunu’nun 41., Tebligat Kanunu’nun 11. maddeleri gereğince vekille takip edilen işlerde vekile tebligat zorunludur.

Ne var ki vekile tebliğ zorunluluğunun bulunması asile tebligat yapılması lüzumunu ortadan kaldırmaz. Şöyle ki; ÎİK’nun 76. maddesinde düzenlenen mal beyanında bulunmamak suçu, 338. maddesinde düzenlenen hakikate muhalif beyanda bulunma suçu gibi icra-iflas suçlarında borçlunun cezalandırılabilmesi için icra emrinin borçlunun vekiline değil, kendisine tebliğ edilmiş olması gerekir. (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, cilt 2, sh: 1280) Cezaların şahsiliği kuralı gereğince borçlu asilin cezai yönden sorumlu tutulabilmesi için icra emrinin borçlu asile tebliği zorunludur.

İcra takibinin dayanağı, … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.11.2014 tarih 2013/408 Esas 2014/455 Karar sayılı ilamında “… Davanın kabulü ile, davaya konu 2004 model Citroen Marka, 17 HY 007 plakalı aracın davalıya iadesine, 16.500,00 TL’nin aracın davalıya tesliminden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine…” şeklinde hüküm kurulmuştur. Anılan ilam bu haliyle edimlerin aynı zamanda ifası (birlikte ifa) yükümlülüğünü vermektedir. İlamın infazı, ayıplı aracın teslimi ile belirlenen tazminat tutarının ödenmesinin birlikte gerçekleştirilmesini gerektirir. Her ne kadar vekille talep edilen işlerde icra emrinin vekile tebliği gerekir ve süreler tebliğ ile başlar ise de borçlu vekili şikayetinde bu usulsüzlüğün yanında diğer şikayet nedenlerini de bildirdiğinden artık icra emrinin vekile tebliğ edilmemesi nedeniyle icra emrinin iptaline karar verilemez. Kaldı ki icra emri daha sonra borçlu vekiline 15.12.2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkemece birlikte ifa kuralı gereğince takibin durdurulmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde sonuca gidilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca kısmen BOZULMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 15.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MAZERET DİLEKÇESİNİN SEHVEN BAŞKA MAHKEMEYE GÖNDERİLMESİ

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/19390
K. 2014/27320
T. 15.12.2014

* (Baro Temsilciliği Tarafından/Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Mahkemece Dosyanın Öncesinde de İşlemden Kaldırıldığı Gerekçesiyle Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilmesinin Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu)

* BARONUN ADLİYEDEKİ BÜROSUNA GÖNDERİLEN MAZERET DİLEKÇESİ (Baro Temsilciliği Tarafından Sehven Başka Mahkemeye İletildiği ve Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Mahkemece Dosya 2. Kez Takipsiz Kaldığından Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği/Vekilin Geçerli Bir Özrü Bulunduğu)

* VEKİLİN GEÇERLİ ÖZRÜ BULUNMASI (Baronun Adliyedeki Bürosuna Gönderdiği Mazeret Dilekçesinin Sehven Başka Mahkemeye İletildiği ve Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Mahkemece Dosya 2. Kez Takipsiz Kaldığından Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği)

* DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI KARARININ USUL VE YASAYA AYKIRILIĞI (Vekilin Baronun Adliyedeki Bürosuna Gönderdiği Mazeret Dilekçesinin Sehven Başka Mahkemeye İletildiği ve Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Vekilin Geçerli Bir Özrü Bulunduğu)

6100/m. 150/6, 320/4

1086/m. 409

ÖZET : Mahkemece, 2. kez takipsiz kaldığından HMK 150/6 maddesi gereği davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Son celsede davacı vekilinin gönderdiği mazeret dilekçesinin Baro Temsilciliği tarafından sehven başka mahkemeye iletildiği ve duruşma saatinin geçmesinden sonra asıl mahkemeye intikal ettiği, mahkemece dava dosyasının daha öncesinde de işlemden kaldırıldığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, anlaşılmakla davacı vekilinin geçerli bir özrü bulunmasına karşın davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

DAVA : Davacı, iş göremezlik oranının yeniden tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

KARAR : Dava; iş kazası neticesinde davalı kurum tarafından tespit edilen iş göremezlik oranının % 14,3’den, % 45’e yükseltilmesine karar verilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, 2. kez takipsiz kaldığından HMK 150/6 maddesi gereği davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Davacı vekili 17/06/2014 tarihli son duruşmadan önce, mahkemeye iletilmek üzere Mersin Barosunun adliyedeki bürosuna mazeret dilekçesi göndermiş, duruşma saatinde Adana 3. Çocuk Mahkemesi’nin 2012/145 Esas sayılı dosyasının duruşmasına katılacağını bu nedenle duruşma saatinin 11.30’a bırakılmasını talep etmiş, mazeret dilekçesi sehven aynı gün duruşmaları olan Mersin 2. İş Mahkemesi çalışanına verilmiş, ancak yanlış geldiğinin anlaşılması üzerine saat 14.05 ‘te tutulan tutanak ile birlikte 4. İş Mahkemesine teslim edilmiştir.

İşlemden kaldırma ve davanın açılmamış sayılması müessesesi HMK 320/4. maddesinde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 409 ve devamı maddelerinde) düzenlenmiştir.

Kural olarak, mahkemece; taraflara usulüne uygun davetiye çıkarılması, bu yolla tarafların duruşmada hazır bulunmalarının ve savunma yapabilmelerinin sağlanması yasal bir zorunluluk ve hukuki dinlenilme hakkının da gereğidir.

Usulüne uygun davet edilen taraf davacı ise, davasını takip etmek istiyorsa, bizzat ya da vekili vasıtasıyla duruşmaya katılmalıdır. Eğer duruşma günü celseye katılma imkanı yoksa, buna ilişkin mazeretini bildirmeli, belgelemeli ve duruşma gününün kendisine bildirmesi için gerekli giderleri de yatırmalıdır. Davalı taraf ise, yargılamaya katılmak istemiyorsa ve savunma yapmayacaksa katılmak zorunda değildir. Bu durumda davayı inkar etmiş sayılır; davayı takip etmek isteyip de buna imkanı yoksa bu durumu dilekçesi ile bildirmeli, belgelemeli ve tebliğ giderlerini de yatırmalıdır.

Davacı yanca mazeret bildirilmiş; mazereti hazır bulunan taraf ve mahkeme kabul etmişse, bu halde yargılamaya devam olunarak belirlenecek yeni duruşma gününün yatırılan davacı giderlerinden karşılanarak gelmeyen tarafa bildirilmesi gerektiğinde de kuşku yoktur.

Davacı mazeret bildirmiş ancak belgelendirmemişse ya da gönderdiği mazeret geçerli değilse, hazır bulunan taraf sorulmasına karşın mazereti kabul etmemişse, mahkeme mazereti değerlendirecek kabul ederse açıklanan şekilde davacı tarafa yeni duruşma gününü bildirecek, kabul etmezse de davanın hazır bulunan tarafça takip edildiğine ilişkin açık bir beyan bulunmadığından dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verecektir.

Somut olayda; 17/06/2014 tarihli son celsede davacı vekilinin gönderdiği mazeret dilekçesinin Baro Temsilciliği tarafından sehven başka mahkemeye iletildiği ve duruşma saatinin geçmesinden sonra asıl mahkemeye intikal ettiği, mahkemece dava dosyasının daha öncesinde de işlemden kaldırıldığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, anlaşılmakla davacı vekilinin geçerli bir özrü bulunmasına karşın davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve yargılamaya kaldığı yerden devam olunmak üzere karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 15.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ARSA SAHİBİNİN YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRİLMEDİĞİ İDDİASI İLE YÜKLENİCİ TARAFINDAN ARSA PAYI KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ NEDENİYLE OLUŞAN ZARARLARIN TAHSİLİ

T.C
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/9795
KARAR:2018/3874

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında Düzenleme şeklinde satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşmeye göre yüklenici olan müvekkilinin inşaat yapabilmek için gerekli hazırlıkları yaparken davalının sözleşmenin iptali için dava açtığını, bu davanın reddedildiğini, davalının edimlerini yerine getirmekten kaçındığını, arsa üzerindeki evi tahliye ederek, müvekkiline teslim etmediğini, daha sona 3. kişiyle sözleşme yaparak arsa üzerine bina yaptırmaya başladığını, davacının arsa üzerine yapacağı binadan elde edeceği kardan yoksun kalmasından dolayı munzam zararları olarak 1.000,00 TL ve yapmış olduğu inşaat hazırlıkları ve proje çizim bedelleri ile … Kurulu aşamalarındaki giderlerinden dolayı 1.000,00 TL olmak üzere fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla şimdilik 2.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının dava konusu inşaatın yapılması hususunda samimi ve ciddi olmadığından bahisle başka bir yüklenici ile sözleşme yaparak inşaatın tamamlandığını öne sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; Davalı arsa sahibi tarafından davacı yüklenicinin kendisine gönderdiği ihtarnameye rağmen sözleşmeye konu inşaatın yapılacağı yerdeki binayı tahliye edip teslim etmediği ve yeni bir yüklenici ile anlaşıp inşaatı bu yükleniciye yaptırmış olması nedeniyle sözleşmenin feshinde kusurlu olduğu, davacı tarafından yapılan mimarı proje, statik proje, mekanik proje ve elektrik proje bedeli toplamı ile sözleşme harç toplamı 5.979,50 TL ile yüklenicinin inşaata başlayamamış olması nedeniyle bilirkişiler tarafından hesaplanan karının %30 tutarının davalı arsa sahibinden talep edebileceği, ancak davacının yaptığı proje giderleri ve harcın davacı tarafından yapılması gereken zorunlu giderler olup kar kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiğinden kar kaybı olarak hesaplanan 9.562,50 TL talep edebileceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava, yüklenici tarafından arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle davalı arsa sahibinin yükümlülüklerini yerine getirmediğinden bahisle zarara uğradığını öne sürerek ikame edilen tazminat davasıdır.

Dosyanın incelenmesinde davalı arsa sahibi tarafından sözleşmenin feshi amacıyla ikame olunan davanın reddolunduğu ve bu kararın 20.01.2009 tarihinde kesinleştiği görülmüştür. Kararın kesinleşmesini müteakiben yüklenici tarafından arsa sahibine 16.04.2009 tarihli ihtarname keşide edilerek taşınmazın tahliyesi talep edilmiştir ve arsa sahibi tarafından 19.09.2011 tarihinde yeni bir yüklenici ile sözleşme yapıldığı anlaşılmıştır. İkinci sözleşme tarihine kadar arada bir işin yapılmadığı gözetilerek yüklenicinin de müspet ve menfi zarar istemekle bu davayı açarak fesih iradesi gösterdiği, arsa sahibinin 19.09.2011 tarihinde yeni bir yüklenici ile sözleşme yaptığı ve fesih iradelerinin birleştiği göz önünde bulundurulduğunda fesihte kimin haklı olduğu uyuşmazlığın çözümünde önem arz etmektedir.

Yüklenici tarafından gönderilen 16.04.2009 tarihli ihtarname ile yeni sözleşme tarihi arasında tahammül sınırını aşacak süre geçtiği için sözleşmenin feshinde kimin haklı olduğu değerlendirilip fesihte yüklenicinin haksız olduğu sonucuna varılırsa arsa sahibi tarafından kullanılabilecek yüklenicinin yapmış olduğu ve davalı tarafından yararlanılabilecek varsa imalat ve işlerin bedellerinin sebepsiz zenginleşme hükümlerine tahsiline karar verilmesi ; arsa sahibinin kusurlu olması durumunda ise yüklenicinin menfi ve müspet zarar talep edebileceği gözetilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harçların istek halinde temyiz edene iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 02.07.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TİCARİ İLİŞKİYE DAİR RIZAEN VERİLEN ÇEK- SUÇ UYDURMA SUÇU- İFTİRA SUÇU- KARŞI OY YAZISI

T.C
YARGITAY
9.CEZA DAİRESİ

ESAS:2013/11657
KARAR:2014/2793

“İçtihat Metni”

Tebliğname No           : 9 – 2012/131913

Mahkemesi : Eskişehir 3. Asliye Ceza Mahkemesi

Tarihi   : 07.03.2012

Numarası        : 2011/286 – 2012/218

Suç      : Suç uydurma

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Aralarındaki ticari ilişkiye istinaden kendi rızasıyla katılana verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir isim vermemekle birlikte tahsil için ibrazı halinde katılan hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılacağını bilerek şikayetçi olan sanığın eyleminin, TCK’nın 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 13.03.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

Sanığın ticari ilişki nedeniyle ciro ederek müşteriye verdiği 8000 TL bedelli çekin aracından çalındığına dair Cumhuriyet Başsavcılığına herhangi bir isim belirtmeden şikayette bulunması şeklinde gerçekleşen olayda; sayın çoğunluk ile aramızdaki hukuki uyuşmazlık, sanığın eyleminin yerel mahkemenin kabul ettiği gibi suç uydurma suçunu mu yoksa iftira suçunu mu oluşturduğuna ilişkindir.

Dairemizin ilamının yazım şeklinden anlaşıldığı gibi, sayın çoğunluğun görüşü bir ticari ilişki nedeniyle kendi rızasıyla katılana verilen çekin ya da senedin çalıntı olduğunu iddia ederek yetkili makamlara yapılan ihbar ve şikayet üzerine, bu ihbar ve şikayette belli bir isim belirtilmemiş olsa bile, yani mağdura karşı herhangi bir isnatta bulunulmamış olsa bile iftira suçunun oluşacağı yönündedir. Sayın çoğunluğa göre çek ve senet bankaya ibraz edildiğinde, ibraz eden çek ve senet hamilinin bir soruşturma geçirmesi sözkonusu olabilmekte ve ibraz halinde çeki veya senedi çaldığı iddia edilen kişi belirlenebilir hale gelmekte, dolayısıyla çeki senedi ibraz eden kişi hakkında isnatta bulunulmuş olmaktadır. Yani şikayetçi, çeki ibraz eden kişinin soruşturma geçireceğini bilmekte, öngörmekte dolayısıyla bunun sonucuna katlanması gerekmektedir. Çeki çalınmadığı halde çekinin çalındığını iddia eden kişinin isnadının belirlenebillir olduğundan hareketle bu sonuca varılmaktadır. Kanaatim ise bu şekilde gerçekleşen olaylarda hukuki meselenin çözümünün isnadın belirlenebilir olmasına göre değil failin kastına göre çözümlenmesi gerektiğidir. Eğer fail çeki çalınmadığı halde çekin çalındığı iddiasıyla yetkili makamlara başvurarak çekin hamili hakkında ya da belli bir isim belirterek şikayetçi olursa iftira suçu; herhangi bir kimse hakkında şikayetçi olmadan sadece çekinin çalındığı iddasıyla yetkili makamlara ihbar ve şikayette bulunursa suç uydurma suçu oluşacaktır. Şayet yetkili makamlara ihbar ve şikayette bulunmadan, çekin çalındığı veya kaybolduğu iddiasıyla hukuk mahkemelerinde dava açarsa o zaman da bu kişinin eylemi Anayasamızın 36. maddesiyle güvence altına alınan hak arama hürriyeti kapsamında kaldığından herhangi bir suç teşkil etmeyecektir.

Problemin çözümü, iftira suçu ile suç uydurmanın arasındaki farkların iyi belirlenmesine, her iki suçun ayrımının net bir şekilde yapılmasına bağlıdır. İftira suçu belli bir kimseye soruşturma ve kovuşturma geçirmesini sağlamak maksadıyla yetkili makamlara ihbar ve şikayette bulunarak ya da basın yoluyla hukuka aykırı bir fiil isnat edilerek işlenebilirken, suç uydurma ise yetkili makamlara işlenmediğini bildiği bir suçu işlenmiş gibi ihbar ederek ya da bir suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılabilecek biçimde uydurarak işlenmektedir. Yani iftira ile suç uydurma arasındaki en önemli fark iftira suçunda belli bir kimseye isnatta bulunulmasıdır. Belli bir kimseye isnatta bulunulmuş ise iftira, bulunulmamış ise suç uydurma sözkonusudur. Belli kişiye isnatta bulunma halinde sanığın kastı da önem taşımaktadır. İftira suçu özel kasıtla işlenebilirken suç uydurmada genel kasıt yeterli olmaktadır.

Suçun manevi unsuru olan kast açısından meseleyi biraz daha açmak gerekirse, iftira suçu madde metninde ve gerekçede açıkça belirtildiği gibi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamak maksadıyla bir kimse hakkında hukuka aykırı fiil isnat edilerek işlenebilmektedir. O nedenle iftira suçu ancak doğrudan kasıtla işlenebilir, olası kasıtla işlenemez. Failde kastın ötesinde belirtilen amacın, yani soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamanın, kısacası özel kastın varlığı gereklidir. Failde özel kasıt yoksa ya da olası kasıtla hareket edilmişse, soruşturma geçirirse geçirsin şeklinde bir düşünce mevcutsa, iftira suçunun oluştuğundan söz edilemeyecektir. O nedenle sayın çoğunluğun bir anlamda olası kasıtla iftira suçunun işlenebileceğini kabul eden görüşlerine katılmak mümkün değildir. Ayrıca doğrudan kast bilmenin yanında istemeyi de gerektirir. Somut olayda; failde özel kastın bulunmadığına, Eskişehir Asliye Ticaret Mahkemesi tarafından 2009/250 sayılı dosyası ile çek üzerinde tedbir kararı konulması bir delildir. Failin asıl amacı katılanın soruşturma geçirmesini sağlamak değil çekin ödenmemesini sağlamaktır. Somut olayda da sanığın ticari ilişki nedeni ile çeki verdiği katılan değil 3. bir kişi çeki bankaya ibraz etmiştir. Bu durumda hukuka aykırı fiil isnat edilen kişi belirlenebilir olmaktan çıktığından, ayrıca çeki ibraz eden 3. kişiyi sanık tanımadığından ve bu kişi hakkında soruşturma geçirmesini sağlama amacı var denemeyeceğinden iftira suçunun manevi unsuru oluşmamıştır.

Gerçekte ticari ilişki nedeniyle verilen çek veya senedin çalındığına dair isim belirtmeden yapılan şikayetlerde, hukuka aykırı fiil isnat edilen mağdurun belirlenebilir olduğunun kabulünde şu problemler ortaya çıkabilmektedir. Bilindiği gibi çek ve senetler ticari hayatta tedavüldeki para gibi kabul edildiklerinden, ciro edilerek başka kişilere verilip el değiştirebilmektedir. Diyelim ki, bir çek ve senet on kişi tarafında ciro edildiğinde, çek ve senedin son hamili belgeyi tahsil için bankaya ibraz ettiğinde, isim belirtmeden şikayette bulunan borçlu belki de hiç tanımadığı hamil ve aradaki cirantalar hakkında iftira suçunu işlemiş mi olacaktır? Bunun yanısıra bu on kişi hakkında iftira suçu işlediği kabul edilirse mağdur sayısınca iftira suçu mu oluşacak ya da birden fazla kişi hakkında tek bir dilekçe ile iftirada bulunduğu için hakkında verilecek ceza zincirleme suç hükümlerine göre arttırılarak mı uygulanacaktır? Bu sorulara olumlu cevap vermek mümkün değildir. Çünkü kişi ancak tanıdığı kimselere iftira eder. Tanımadığı kişilere karşı iftira suçunun işlenebileceğinin kabulü bizi objektif sorumluluğa götürür. Hukuka aykırı fiil isnat edilen mağdurun belirlenebilir olması ancak failde iftira özel kastının varlığı halinde söz konusu olabilir. Failde mağdurun soruşturma ve kovuşturma geçirmesi amacı olmadan, belge üzerinde imzası bulunan kişiler hakkında isnatta bulunulduğunun kabulü olası kasıtla iftira suçunun işlenebileceği kabul etmek anlamına gelir ki bu fikre katılmak mümkün değildir.

Bunun yanısıra bir de Dairemizin uygulamasına değinmek gerekmektedir ki; o da, genellikle karşımıza gelen trafikte üzerine kayıtlı aracı haricen sattıktan sonra aracın devrinin üzerine alınmaması nedeniyle vergi borçlarından sorumluluk doğduğu için karakola gerçekte çalınmadığı halde aracı çalınmış gibi isim belirtmeden şikayette bulunanlar hakkında suç uydurmadan verilen mahkumiyet kararlarının Dairemiz tarafından onanmasıdır. Bu tip olaylarda da fail isim belirtmeden şikayetçi olmakta, aracı en son kullanan kişi yada failin aracı haricen sattığı kişi araç yakalanınca belirlenebilmektedir. Fail aracı kullanırken yakalanan kişi hakkında hırsızlık suçundan soruşturma yapılacağını bilmektedir. Failin amacı ise aracın trafikte devrinin yapılması, noterden satışının yapılmasıdır; aracı haricen satın alan, aracı son kullanan hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılması değildir. O nedenle benzer olaylarda farklı sonuçlara varmamak çelişir duruma düşmemek için, somut olayda da iftira yerine suç uydurma suçunun oluştuğunun kabulü daha uygun olacaktır.

Sonuç itibariyle, iftira suçu doğrudan kasıtla işlenebilen, olası kasıtla işlenemeyen, belli bir kimseye hukuka aykırı fiil isnat edilmesini gerektiren, suçun failinde hukuka aykırı fiil isnat edilen mağdur hakkında soruşturma geçirmesi amacı bulunması gereken, kısacası özel kasıtla işlenebilen bir suçtur. Sanığın mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılacağını bilmesi yeterli olmayıp soruşturma ve kovuşturma yapılması maksadıyla şikayette bulunması gerekir. Şikayet dilekçesinde isim belirtmeden, başka deyişle belli mağdur hakkında isnatta bulunulmadan yapılan şikayetlerde failde özel kastın bulunduğundan söz edilemez. Mağdurun belirlenebilir olması da ancak özel kastın varlığı halinde söz konusu olabilir. Hukuka aykırı fiil isnat edilen mağdurun failin iradesi dışında örneğin soruşturmayı yapacak olan Cumhuriyet savcısının iradesi ve yorumu ile belirlenmesi ya da failin tanımadığı dilekçesinde bahsetmediği kişiler hakkında da isnatta bulunulduğu sonucuna varılması durumunda, iftira özel kastının bulunmadığından ve mağdurun belirlenebilir olmadığından dolayı iftira suçunun oluşmadığı sonucuna varılmalıdır.

Bu bilgilere göre somut olay değerlendirildiğinde; sanığın ticari ilişki nedeniyle verdiği çekin çalındığı iddiasıyla şikayetçi olmasında dilekçesinde isim belirtmediğinden belli bir kimseye karşı isnatta bulunduğu kabul edilemeyeceğinden ve iftira özel kastı bulunmadığından iftira suçunun oluşmayacağı, ancak gerçekte çekin çalınmamış olması nedeniyle çalındı diye ihbar ve şikayette bulunduğu için suç uydurma suçunun oluşacağı, yerel mahkemenin kararının doğru olduğu, onanması gerektiği düşüncesiyle, sayın çoğunluğun iftira suçunun oluştuğuna, suç vasfının yanlış belirlendiğine ilişkin görüşlerine katılmıyorum. 13.03.2014

KAT MALİKLERİNİN TALEBİ-PROJEYE AYKIRILIK TESCİL EDİP PROJEYE GÖRE DÜZELTİLMESİNE KARAR VERİLEN YERLERİN PROJEYE UYGUN HALE GETİRİLMESİ

T.C
YARGITAY
20. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2017/964
KARAR:2018/4725

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, tarafların davaya konu taşınmazın kat malikleri olduklarını, davalılardan…’un taşınmazın büyük hissedarı ve yöneticisi ve binada bir çok mağazanın çalıştırıcısı olduğunu ve binadaki bu işyerlerinden büyük kazanç sağladığını ve bunu arttırabilmek için işyerlerini ve binayı süper lüks bir duruma sokmak istediğini ve bunun için durmadan projeye ve Kat Mülkiyeti Kanununa aykırı, eski bir yapı olan binanın deprem ve yangın riskini arttıran inşaat ve ameliyeler yaptığını bildirerek, davalılar tarafından projeye uygun eski hale getirilmesini istediği hususların;

…) Davalı… apartmanın girişine göre sağ duvara 3 nolu dükkan tarafına yaptığı betopen kaplamanın projeye uygun hale getirilmesine,
2) Davalı…’un giriş holündan yukarı çıkan merdivenlerin yerinin değiştirilip projeden farklı hale getirildiğinden tavan yüksekliğinin değiştirildiğinden bahisle projede eski halinde demir ferforjeli giriş kapısı yerine aliminyum kapı takıldığından projeye uygun hale getirilmesi,
3) Davalı…’un ahşap küpeşteli ferforjeli trabzanları sökerek yerine aliminyum korkuluk ve merdiven yaptığından projedeki yerine yapılmasına karar verilmesi,
…) Davalı…’un kullandığı 6 ve 7 nolu bağımsız bölümlerin ön ve yan cephelerine pencerelerine aliminyum paneller yazılar, saçaklar aydınlatma ve kamera tesisat üniteleri koyduğundan kaldırılmasını.
5) Davalı…’un binanın cephesine 6 nolu daire ile 5 nolu dükkan arasına koyduğu kameranın kaldırılmasına.
6) Davalı…’un malik olduğu … nolu dükkanın arka duvarını yıkarak apartmanın ortak holüne tecavüz edip işgal ettiğinden müdahalesinin önlenmesine.
7) Davalı…’un malik olduğu … nolu dükkanın apartmanın ortak alanı olan koridor olarak gösterilen bölümdeki (L) şeklindeki duvarı yıkıp tecavüz ettiğinden ve 5 nolu dükkan arasındaki duvar arasındaki kapıyı duvarla örerek iptal ettiğinden apartman girişindeki 35 cm kalındığındaki duvarı yıkarak koridoru işgal edip elektrik ve su tesisatı giderleri yaptığından tesisatların kaldırılmasına.
8) Davalı…’un binanın arkasındaki komşu bina bahçesine koyduğu jeneratörün elektrik kablolarının kaldırılmasına,
9) A- Davalı…’un 5 nolu bağımsız bölümdeki … caddesine bakan giriş kapısının ve etrafının kaldırılarak yeniden yapıldığından saçak ve metal yazılar ve armatürler ilave edildiğinden kaldırılmasına,
B- Aynı cephede … ve 2. katlarda bulunan pencereleri kapatarak önlerine aliminyum plakalar ve anten koyduğundan … adet pencerelerin ölçülerini değiştirdiğinden eski hale getirilmesine
10) Davalı…’un 5 nolu mağazanın zemin katında … nci katına çıkan …kollu merdivenlerin …’ ini yıkarak ortadan kaldırıp mahale ilave ettiğinden eski hale getirilmesine,
11) Davalı…’un 5 nolu mağazanın … ve 2. katlarındaki depo odalarının ortak merdiven sahanlığının etrafındaki duvarları ve kapıları yıkarak ortadan kaldırdığından aykırı bölmeler lavobalar, tezgahlar yaptığından eski hale getirilmesine,
12) Davalı…’un binanın ön bahçesindeki toprak ve yeşilliği kaldırıp taş döşeyip otopark haline getirdiğinden müdahalesinin önlenmesine;
13) Davalı…’un 7 nolu dairenin bina arka cephesinde bulunan balkonunun arka duvarını kaldırıp bina içine doğru 120 cm geri aldığından balkonun dıştaki uzantısını kısalttığından balkonun önünü alimunyum panjurla kapattığından projeye uygun hale getirilmesine,
14) Davalı … …’in 9 nolu dairenin balkonunu 7 nolu dairenin balkonu gibi projeyi aykırı hale getirdiğinden taşıyıcı ve yan duvarların projeye uygun hale getirilmesine
15) A- Davalı … …’in 3 nolu dükkanın bina ortak alanı ile arasındaki girişe göre sol yan duvarındaki …pencereyi örerek ortadan kaldırdığından projeye uygun hale getirilmesine,
B- 3 nolu dükkanın apartman girişiyle arasındaki taşıyıcı duvarın yıkılarak dükkanın genişletildiğinden eski hale getirilmesine,
16) Davalı … …’in 3 nolu dükkanın maliki davalı …’un kiracısı olduğu davalı…’un … nolu dükkanın maliki olduğu 3 ve … nolu dükkan arasındaki yıkılan duvarın yeniden yapılmasına tüm projeye aykırı yapılan imalatların eski hale getirilmesine ilişkin olduğunu beyan ederek, projeye aykırı yapılan imalatların eski hale getirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Eldeki dava dosyası ile birleştirilen … …. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/528 E. – 2014/153 K. sayılı dosyasında davacı vekili ….06.2006 dava dilekçesinde tarafların, … ili, … ilçesi, .., … caddesi 40 sayıdaki binanın kat malikleri olduğunu, davalı tarafından anagayrimenkulün ortak yerlerine binanın giriş holüne, elektrik ve telefon kabloları çektirerek, masa, sandalye, ısıtıcı koyarak büro haline getirdiğini, apartmanın önünde bulunan bahçeyi işgal ederek otoparka dönüştürdüğünü, yöneticinin ön bahçeyi kullanmasına korumaları eliyle engel olduğunu, bunları delil tespiti dosyası ile tespit ettirdiğini, davalının ortak yerlere elatmasının önlenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece; asıl dava üzerinden devam eden dosyadan, bozma kararı uyarınca hazırlatılan bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle; mahkemece;
Davacı …’nun mahkemenin 2013/592 Esas sayılı dosyasındaki:
… nolu talebinin kabulüne, anayapı girişi önüne kapıdan girilen yere girişin sağ duvarına, 3 nolu dükkan tarafına duvara konulan betopenin ve yapılan alüminyum giriş bölümünün mimari röleve projesinde mevcut olmadığı, projeye aykırı olarak yapıldığı anlaşıldığından … nolu iddia yönünden davacının davasının kabulüne, davalılar tarafından projeye aykırılığın projeye uygun hale getirilmesine, bu konuda davalılara takdiren …gün süre verilmesine,
…nolu talebinin kabulüne, anayapı giriş holünden yukarı katlara çıkılan merdivenin yerinin değiştirildiği, … iken farklı olarak yapıldığı, hol tavanının tavan yüksekliğinin değiştirildiği, elektrik su doğalgaz saatlerinin bulunduğu hole plastik döşeme, duvarlara yanıcı suntalam, lambri dolaplar konulduğundan bunların tümünün kaldırılmasına merdivenlerin projedeki yerine tekrar yapılmasına, duvarların giriş kapısının eski hale getirilmesine,
Bu işlemin binanın yaşı dikkate alındığında tehlike arz etme ihtimali bulunduğundan statik hesaplama yapılıp statik proje çizdirildikten sonra yerine getirilmesine, bu iş için 3 ay süre verilmesine,
3 nolu talebinin: “anayapı girişinden üst katlara çıkan merdivenlerin yanındaki küpeşteli ferforje yerine alüminyum korkuluk konulduğundan bunların kaldırılması, eski hale getirilmesi, ahşap … … … projedeki yerine yapılması talebinin tastikle röleve projesinde küpeştenin nasıl yapılacağı belirlenemediğinden, ferforje merdiven küpeştesi apartmana değer katıcı estetik açıdan artı bir durum olduğu anlaşıldığından” reddine,
… nolu talebinin; kabulüne, 6 ve 7 nolu dairelerin yasaya aykırı olarak güzellik salonu olarak kullanıldığı, bu dairelerin ön ve yan cephelerine pencerelerine alüminyum paneller, yazılar aydınlatma ve kameralar konulduğundan tüm bunların kaldırılmasına, bu iş için davalılara …gün süre verilmesine,
5 nolu talebinin; “davalı …’in 6 nolu daire ile 5 nolu daire arasına duvar üzerine kamera koyduğu, kanuna aykırı olarak davacı ve ailesi mensuplarının görüntülerini kaydettiği, kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla kameranın kaldırılmasının talep edildiği, kamera görüntü kirliliği yaratmadığından davalının kendi dairesi hudutları içinde güvenlik açısından yararlı olduğu,
6 nolu talebinin, davalı …’in maliki olduğu … nolu dükkanın arka duvarını yıkarak apartmanın ortak giriş holüne el attığı ve bu durumun projeye aykırı olduğu,
… 2. İcra Müdürlüğünün kararı ile bu durum eski hale getirildiği,
7 nolu talebinin; “keşif esnasında iddia edildiği gibi elektrik ve su tesisat giderlerine rastlanmadığından duvarda bulunan elektrik ve su tesisatı dolabı projeye aykırı olmayıp ana yapıya zarar verilmeyecek değişiklikler mahiyetinde olduğu,
8 nolu talebinin; “davalı …’in arka bahçeye bitişik komşu parsel bahçesine koyduğu iddia edilen jeneratör kablolarının keşif esnasında iddia edildiği gibi ortada bulunmadığı,
9 nolu talebinin; davalı …’in 3/… payının maliki ve …/… payının kiracısı olduğu 5 nolu dairede açılan pencerelerin projeye aykırı olduğu,
10 nolu talebinin; “anayapıdaki 5 nolu dükkanın zemin katından birinci katına kolunun tastikli röleve projesinde tek kollu olduğu ve halende böyle kullanıldığı,
11 nolu talebinin; “5 nolu dükkanın … ve 2. katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı etrafındaki duvar ve kapıların yıkılıp kaldırıldığı, kira sözleşmesine ve projeye aykırı bölmeler yapıldığı, içerisine lavabo, tezgah, pis su ve elektrik tesisatları yapıldığından projeye uygun hale getirilmesi talebinin 5 nolu dükkanın birinci ve ikinci katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı ve bölme duvarlarının yıkılması hususunda davacı davalı ile imzaladığı kira sözleşmesinde buna izin verdiği,
12 nolu talebinin; “davalı …’in binanın ön bahçesini projeye aykırı olarak doldurarak toprak ve yeşilliği kaldırıp taş döşeyip otopark haline getirdiği iddiasının mevcut röleve projesinde bahçe olarak görülmediğinden bahçenin hangi malzeme ile kaplı olduğu zeminin toprak döşeme olup olmadığı belirtilmediğinden dükkanlara gelen kişilerin araçlarını bu bölümlere bıraktıkları bağımsız bölümlerde oturanların maliklerinin de araçlarını park edecekleri otopark sorunu çözümüne katkı sağladığı,
13 nolu talebinin; “davalı …’in maliki olduğu 7 ve 9 nolu dairelerinin yine arka cephesindeki balkonlarının projeye uygun olduğu,
7 nolu dairenin balkonundan soğutma ünitelerinin görünmesinin projeye aykırı olmadığı,
14 nolu talebinin; “9 nolu dairenin yine arka cephesindeki balkonun projeye uygun olduğu,
15 nolu talebinin; “davalı H. …’in 3 nolu dükkanın maliki ve davalı Sonay’ın kiracısı olduğu davalı …’in 3 nolu dükkan ile bina ortak alanı arasındaki girişe göre sol yan duvar arasındaki iki pencereyi örerek kapattığı, 3 nolu dükkanın apartman girişi ile aradaki taşıyıcı duvarı yıkarak duvar ördüğü ve dükkanı genişlettiği, binayı deprem riski altına soktuğu ve projeye uygun hale getirilmesi isteminin … 2. İcra Mahkemesinin 2003/1878 Esas sayılı dava dosyasında red edildiğinden ve apartmanın giriş boşluğu tastikli röleve projesine uygun olduğu,
16 nolu talebinin; 3 ve … nolu dükkanlar arasındaki 35 cm kalınlığındaki duvarın yıkılarak 8-10 cm duvar yapıldığı bu durumun projeye aykırı olduğu, binanın statiğine zarar verdiği anlaşılmakla projeye aykırılığın giderilmesi talebinin kabulüne, bu hususta davalılara 30 gün süre verilmesine,
Davacının kabul edilen talepleri gereği projeye aykırılık tescil edip projeye göre düzeltilmesine karar verilen yerlerin projeye uygun hale getirilmesi verilen süre içinde davalı tarafça yapılmadığı taktirde İcra İnfaz Kanunu hükümlerine göre yapılması, masrafın davalı taraftan alınmasına,
Ruhsata aykırılığın giderilmesi için verilen süre içinde gereken yapılmadığı taktirde İcra İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmasına, masrafın davalı taraftan alınmasına,
B) Davacı …’nun mahkemenin 2012/528 E. – 2014/153 K. sayılı birleştirilen dosyasındaki:
A) Davalı…’un: davaya konu taşınmazın giriş holüne elektrik ve telefon kabloları çektirildiği, masa sandalye ısıtıcı konduğu, büro haline getirilip işçilerin kullanımına sunulduğu iddiaları ispat edilemediğinden bu husustaki talebin reddine,
B) Davalı…’un davaya konu taşınmazın önünde bulunan bahçenin davalı tarafından işgal edilip kullanıldığı ve kullandırıldığı iddiaları ispat edilemediğinden bu yöndeki talebinin reddine karar verilmiş; hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlar ile yasal gerektirici nedenlere göre dava projeye aykırı olarak ortak alanlara yapılan müdahalenin önlenmesi ve eski hale getirilme istemine ilişkindir.
Mahkemece yüze karşı verilen kısa kararda,
5 nolu talebinin; “davalı …’in 6 nolu daire ile 5 nolu daire arasına duvar üzerine kamera koyduğu, kanuna aykırı olarak davacı ve ailesi mensuplarının görüntülerini kaydettiği, kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla kameranın kaldırılmasının talep edildiği, kamera görüntü kirliliği yaratmadığından davalının kendi dairesi hudutları içinde güvenlik açısından yararlı olduğundan davacı iddiaları yerinde olmadığından” reddine,
6 nolu talebinin; davalı …’in maliki olduğu … nolu dükkanın arka duvarını yıkarak apartmanın ortak giriş holüne el attığı ve bu durumun projeye aykırı olduğunun tespitine,
… 2. İcra Müdürlüğünün kararı ile bu durum eski hale getirildiğinden bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
7 nolu talebinin; “keşif esnasında iddia edildiği gibi elektrik ve su tesisat giderlerine rastlanmadığından duvarda bulunan elektrik ve su tesisatı dolabı projeye aykırı olmayıp ana yapıya zarar verilmeyecek değişiklikler mahiyetinde olduğundan” reddine,
8 nolu talebinin; “davalı …’in arka bahçeye bitişik komşu parsel bahçesine koyduğu iddia edilen jeneratör kablolarının keşif esnasında iddia edildiği gibi ortada bulunmadığından” reddine,
9 nolu talebinin; davalı …’in 3/… payının maliki ve …/… payının kiracısı olduğu 5 nolu dairede açılan pencerelerin projeye aykırı olduğundan eski hale getirilmesi talebinin kabulüne,
Projeye aykırı bu durumun projeye uygun hale getirilmesi için davalılara …gün süre verilmesine,
10 nolu talebinin; “anayapıdaki 5 nolu dükkanın zemin katından birinci katına kolunun tastikli röleve projesinde tek kollu olduğu ve halende böyle kullanıldığı anlaşıldığından” reddine,
11 nolu talebinin; “5 nolu dükkanın … ve 2. Katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı etrafındaki duvar ve kapıların yıkılıp kaldırıldığı, kira sözleşmesine ve projeye aykırı bölmeler yapıldığı, içerisine lavabo, tezgah, pis su ve elektrik tesisatları yapıldığından projeye uygun hale getirilmesi talebinin 5 nolu dükkanın birinci ve ikinci katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı ve bölme duvarlarının yıkılması hususunda davacı davalı ile imzaladığı kira sözleşmesinde buna izin verdiğinden talebinin” reddine,
12 nolu talebinin; “davalı …’in binanın ön bahçesini projeye aykırı olarak doldurarak toprak ve yeşilliği kaldırıp taş döşeyip otopark haline getirdiği iddiasının mevcut röleve projesinde bahçe olarak görülmediğinden bahçenin hangi malzeme ile kaplı olduğu zeminin toprak döşeme olup olmadığı belirtilmediğinden dükkanlara gelen kişilerin araçlarını bu bölümlere bıraktıkları bağımsız bölümlerde oturanların maliklerinin de araçlarını park edecekleri otopark sorunu çözümüne katkı sağladığı, ayrıca …/01/2013 günlük kat malikleri kurulu kararında buranın otopark olarak kullanılmasına karar verildiğinden” reddine,
13 nolu talebinin; “davalı …’in maliki olduğu 7 ve 9 nolu dairelerinin yine arka cephesindeki balkonlarının projeye uygun olduğundan bunlarla ilgili taleplerin” reddine,
7 nolu dairenin balkonundan soğutma ünitelerinin görünmesinin projeye aykırı olmadığına, bu husustaki talebin reddine,
14 nolu talebinin; “9 nolu dairenin yine arka cephesindeki balkonun projeye uygun olması sebebiyle” reddine,
15 nolu talebinin; “davalı H. …’in 3 nolu dükkanın maliki ve davalı Sonay’ın kiracısı olduğu davalı …’in 3 nolu dükkan ile bina ortak alanı arasındaki girişe göre sol yan duvar arasındaki iki pencereyi örerek kapattığı, 3 nolu dükkanın apartman girişi ile aradaki taşıyıcı duvarı yıkarak duvar ördüğü ve dükkanı genişlettiği, binayı deprem riski altına soktuğu ve projeye uygun hale getirilmesi isteminin … 2. İcra Mahkemesinin 2003/1878 Esas sayılı dava dosyasında ret edildiğinden ve apartmanın giriş boşluğu tastikli röleve projesine uygun olduğundan” reddine, şeklinde; kısa kararın 5 ilâ 15. bentleri arasında yer alan hüküm fıkralarında, davacıların talepleri yönünden ayrı ayrı “davanın reddi”, “eski hale getirilme talebinin kabulü” yönünde tek tek infaza yönelik ret hükmü kurulduğu, 6. bendinin 2. fıkrasında ise “karar verilmesine yer olmadığına” ilişkin hüküm kurulduğu, ancak, gerekçeli kararın hüküm fıkrasında, sayılan bu bentlerde infaza yönelik bir hüküm kurulmadığı anlaşılmakla, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yaratılmıştır.

T.C. Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı; yargılama açık olarak yapılacak ve yargılamanın sonunda verilen karar da açıkça belirtilecektir. HMK’nın 298/2. maddesi gereğince, sonradan yazılacak gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararına da güven sarsılmış olacaktır. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 10.04.1992 tarih, 7/… sayılı kararında, kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki bulunmasının bozma nedeni olacağı içtihat edilmiş bulunmasına göre, mahkemece yapılacak iş; bozmadan sonra kısa karar ile bağlı olmaksızın çelişkiyi gidermek kaydıyla vicdani kanaatine göre yeni bir karar vermekten ibarettir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer yönlerin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde iadesine …/06/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ZİYNET ALACAĞI İÇİN BOŞANMA KARARININ KESİNLEŞMESİNİN GEREKMEDİĞİ

T.C.
Yargıtay
8. Hukuk Dairesi

Esas No:2014/17449
Karar No:2015/19390
K. Tarihi:28.10.2015

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

K A R A R

Borçlu vekilinin, ilamın kesinleşmeden icra edilemeyeceği şikayeti üzerine Mahkemece, aile ve şahsın hukukuna ilişkin ilamların kesinleşmeden icraya konulamayacak kısımlarının boşanma ve şahsi sicillere ilişkin kısımlar olduğu, bu kararlar ile birlikte verilen tazminat ve nafakaya ilişkin kısımlar için ilamın kesinleşmesinin aranmayacağı gerekçesi ile şikayetin reddine karar verilmiş, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

HMK’nun 367/2. maddesi gereğince aile ve şahsın hukuku ile ilgili hükümler kesinleşmedikçe takibe konu edilemezler. Ayrıca, boşanma kararının eklentisi olan tazminat, vekalet ücreti ve yargılama giderine yönelik kısımları da aynı kurala tabidir. Boşanma ilamı kesinleştiği takdirde ekinde hükmedilen, tazminat, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin takibe konulabilmesi için nitelikleri gözetilerek kesinleşmeleri gerekli değildir. (HGK. 28.2.2001 tarih 2001/12-206 E. 2001/217 K., 22.10.2008 tarih 2008/12-656 E., 2008/638 K.)

Her dava açıldığı tarihteki koşullara göre değerlendirilmelidir. (28.11.1956 tarih 15/15 sayılı İ.B.K)

Somut olayda UYAP üzerinden yapılan incelemede; dayanak ilamın davacı tarafından, tazminat ve nafaka miktarları ile vekalet ücreti yönünden; davalı tarafından ise hükmün tamamına yönelik olarak temyiz edildiği ve Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2014/17179 Esas ve 16/02/2015 Karar sayılı ilamı ile hükmün vekalet ücreti yönünden bozulduğu, boşanma ve diğer alacak kalemleri yönünden ise onandığı anlaşılmaktadır. Boşanma ilamı ekinde hükmedilen maddi ve manevi tazminat, yargılama gideri ile vekalet ücreti alacaklarının tahsili amacıyla, boşanma ilamı kesinleşmeden 22/03/2012’de ilamlı takip başlatılmıştır.

O halde Mahkeme’ce takip tarihi itibariyle kesinleşmemiş boşanma ilamı ekindeki feri alacakların tahsilinin mümkün olamayacağı nazara alınarak, şikayetin kabulü ile ziynet eşyası alacağı dışında kalan alacak kalemleri yönünden takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm kurulması isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 25,20 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 28.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KADASTRO ESNASINDA VERİLEN TESCİL BEYANI- MAL KAÇIRMA OLGUSU- MUVAZAA- TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C

YARGITAY

1.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2014/8196

KARAR NO: 2014/12765

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ: DİYARBAKIR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 28/11/2013

NUMARASI : 2011/112-2013/929

Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, duruşma isteği değerden reddedilip, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, isteğine ilişkindir.

Mahkemece, dava konusu taşınmazların davalı taraf adına kadastro tespiti ile tescil edildiği, davacılar murislerinin kadastro esnasında tespite muvafakat ettikleri gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazların Eylül 1288 tarihli tapu kayıtlarıyla kök muris Halil oğlu Fettah adına tapuda kayıtlı iken, 30.7.1970 tarihinde tapulama çalışmaları esnasında, miras bırakan Halil oğlu Fettah’ın ölümü ile mirasçıları olarak eşi Emine, çocukları Fatma. Mustafa ve Ahmet’in kaldığı; Emine ve Fatma’nın intikalen gelen miras paylarını 1961 yılında haricen Ahmet ve Mustafa’ya sattıkları, yaptıkları satışada muvafakat ettikleri açıklanarak davalılar Mustafa ve Ahmet adına tespit gördüğü ve tapulama tutanaklarının kesinleşmesiyle davalılar adına tescilin yapıldığı; Emine ve Fatma mirasçıları olan davacıların, mirasbırakanları tarafından yapılan temliki işlemin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi, gerek 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı, gerekse 16.03.1990 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere “muris muvazaası, miras bırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz mal hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin B.K’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”

Çekişmeli taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydı, tapulama esnasında murisler Fatma ve Emine’nin muvafakat beyanıyla oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olması sebebi ile geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Hemen belirtilmelidir ki, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi şekilde yapılması Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanununun (TBK) 237. ve Tapu Kanununun 26.maddesi hükmü gereğidir. Ne var ki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddesi, gerekse 09 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-a maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle T.M.K’nun 706 ve TBK’nun 237.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatıni bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanına eşdeğer olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.

Öte yandan, H.G.K.’nun 29.11.2006 günlü 2006/1-734 Esas, 2006/761 Karar sayılı yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (Y.H.G.K’nun) 16.06.2010 günlü 2010//1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı içtihatlarında “Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir.

Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir.”denilmektedir.

Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu içtihadı birleştirme kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması yada yukarıda tarih ve sayısı yazılı Y.H.G.K. Kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğuran Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.

Somut olayda, ortak miras bırakan Emine ve davacılar murisi Fatma davaya konu taşınmazların öncesini teşkil eden taşınmazlardaki miras paylarını haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbite muvafakat ettiklerini beyan etmişlerdir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne, Y.H.G.K.nun yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre, kadastro tutanağına karşı yapılan işlemlerin 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalmadığı söylenemez.

Hal böyle olunca, davacıların mirasbırakanları Emine ve Fatma’nın, tapulama tespitinde taşınmazları haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbitine muvafakat ettiklerini beyan etmek suretiyle yaptıkları işlemin, 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.07.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

TAZMİNAT DAVASI – MİMAR İNŞAAT VE ELEKTRİK MÜHENDİSLERİNDEN OLUŞAN YENİ BİLİRKİŞİ KURULUNDAN RAPOR ALINMASI – DAVACI TARAFINDAN SÖZLEŞME KAPSAMINDA BİZZAT VEYA DAVA DIŞI ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE ÇİZDİRİLME SURETİYLE YAPILAN İŞLER VE PROJELER

T.C.

YARGITAY

15.Hukuk Dairesi
Esas: 2011/3837
Karar: 2012/3597
Karar Tarihi: 17.05.2012

ÖZET: Dava konusu inşaata ait imar işlem dosyasını Belediye’den getirterek işin uzmanı olan mimar, inşaat ve elektrik mühendislerinden oluşturulacak yeni bir bilirkişi kurulundan rapor almak, davacı tarafından sözleşme kapsamında bizzat veya dava dışı üçüncü kişilere çizdirilmek suretiyle yapılan tüm işlerin ve projelerin dava konusu iş merkezi inşaatına ait olup olmadığını, aitse teknik şartlar ile fen ve sanat kurallarına uygun olup olmadığını denetledikten sonra bedelini yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda teklif belgesindeki fiyatları geçmemek üzere işin yapıldığı … yılı mahalli rayiçleriyle hesaplatmak, kanıtlanan ödemeler düşüldükten sonra kalan bedelin dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar vermekten ibarettir. Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.

(818 S. K. m. 355, 356, 366)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Davacı, davalılara ait iş merkezinin mimari, statik-çelik, elektrik, sıhhi tesisat, ısı yalıtım, kalorifer, yangın-hidrant vs. tüm projelerini götürü 46.000,00 TL bedelle yapıp dava dışı Doğan Yapı Denetim Ltd. Şti.’ye teslim ettiğini, denetim firmasınca yapı bilgi formu düzenlenip onaylanmak üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü’ne gönderildiğini, Genel Müdürlük onayını takiben de yapı ruhsatı alınmak üzere projelerin Belediye’ye teslim edildiğini, bu aşamada davalılarca sözleşmeden dönülerek işin başka bir yükleniciye verildiğini iddia ederek 46.000,00 TL götürü bedelden 6.550,00 TL ödeme düşüldükten sonra kalan 39.450,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren taşınmazdaki payları oranında davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir.

Davalılar cevabında, yanlar arasında yazılı olarak akdedilmiş bir sözleşme bulunmadığını, davacı tarafından yapılan projelerin kabul görmediğini, inşaatın başka bir mimara hazırlatılan projelere göre tamamlandığını, yaptığı proje hazırlık çalışmalarına karşılık davacıya 2004 yılında 6.500,00 TL ödeme yapılmış olup bakiye borç bulunmadığını savunarak davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, mimari proje bedeline ilişkin istemin kabulüne, KDV hariç 16.000,00 TL mimari proje bedelinden %20 oranında 3.200,00 TL gelir vergisi ve 6.550,00 TL kanıtlanan ödeme düşüldükten sonra kalan 6.250,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte davalılardan ayrı ayrı ve eşit olarak tahsiline, diğer projelere ilişkin istemin reddine dair verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.

2-Davacı, davalılara gönderdiği tarihsiz teklif mektubu ile davalıların maliki olduğu Pasaj 2000 adlı iş merkezinin Mimari, BA Çelik, ST + M + Kalorifer, Elektrik projeleri ile Tadilat projelerinin KDV dahil 46.000,00 TL bedelle yapımını teklif etmiştir. Davalılar, akdi ilişkiyi kabul etmekle birlikte, davacının teklifinin kabul edilmediğini savunarak yazılı sözleşmenin varlığını inkar etmişlerdir. Davacı, icap niteliğindeki teklifinin davalılarca kabul edildiğini kanıtlayamadığından sözleşme ilişkisinin sözlü olarak kurulduğunun kabulü gerekir. Yanlar arasındaki sözleşme hukuki nitelikçe Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan eser sözleşmesidir. Davacı yüklenici, davalılar ise iş sahibidir. Eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda kural olarak teslimi ispat yükü yükleniciye, ödemeleri ispat yükü ise iş sahibine aittir. Sözleşmede aksine bir düzenleme yoksa yüklenici eseri bizzat kendisi yapabileceği gibi tamamını veya bir kısmını üçüncü kişilere de yaptırabilir (BK.md.356/2). Taraflar arasında evvelce kararlaştırılmış veya sonradan mutabık kalınmış bir iş bedeli yoksa bedel yapılan şeyin kıymetine ve yüklenicinin masrafına, yani yapıldıkları tarihteki piyasa rayiçlerine göre tayin edilir (BK.md.366). KDV piyasa rayiçlerine dahil olduğundan piyasa rayiçleriyle hesaplanan bedele ayrıca KDV eklenemez. Fatura düzenlenmemiş olması yüklenicinin KDV alacağını talep etmesine engel teşkil etmediğinden piyasa rayiçlerine göre hesaplanan iş bedelinden bu bedelin içinde yer alan KDV tenzil edilemez. İşin niteliğine göre yüklenicinin Vergi Dairesine ödemesi gereken vergileri iş sahibinin kaynaktan kesme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmadığından iş bedelinden gelir vergisi adı altında kesinti de yapılamaz.

Somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık; sözleşme kapsamında davacı tarafından yapılan işlerin neler olduğu, dava dışı Uçar Elektrik Ltd. Şti. (Elk.Müh.Ş.Gürbüz Şahin) tarafından çizilen elektrik tesisat projesi ile Gürsa Mühendislik (Mak.Müh.Musa Gürsoy) tarafından çizilen asansör ve sıhhi tesisat projelerinin davacı tarafından çizdirilip çizdirilmediği, davacının bizzat yaptığı ya da üçüncü kişilere yaptırdığı işlerden dolayı ne miktar bedele hak kazandığı noktalarındadır. Hükme esas alınan raporda dava dışı üçüncü kişilerce çizilen elektrik tesisat, asansör ve sıhhi tesisat projeleri için bir bedel hesaplanmamıştır. Bu projelerin asılları dava dosyasına davacı tarafından ibraz edilmiştir. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü Yapı Denetim Komisyonu tarafından onaylanan 05.05.2004 tarihli bilgi formunda davacı tarafından çizilen mimari proje ile birlikte sözü edilen projelere de yer verilmiştir. Bu tespitler ile dosya kapsamından, söz konusu projelerin adı geçen şirket ve müelliflere davacı tarafından çizdirildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda dosyaya ibraz edilen mimari proje dışındaki diğer projeler için de bir inceleme ve parasal değerlendirme yapılması gerekirken, bu projelerin davacı dışında başka müelliflerce yapıldığından bahisle inceleme ve değerlendirme dışı bırakılarak bedelinin hesaplanmaması doğru olmamıştır. Hükme esas alınan ek raporda mimari proje bedeli işin yapıldığı 2004 yılı mahalli rayiçlerine göre 16.000,00 TL olarak hesaplanmış, bu bedele KDV’nin dahil olmadığı, ayrıca eklenmesi gerektiği, ancak fatura kesilmediğinden KDV ilavesi yapılamayacağı görüşlerine yer verildikten sonra alacaktan %20 oranında gelir vergisi kesintisi yapılmıştır. Fatura kesilmemesi KDV’nin talep edilmesini engellemediği gibi, mahalli rayiçler KDV’yi içerdiğinden mahalli rayiçlerle hesaplanan bedele ayrıca KDV eklenmesi de mükerrerlik oluşturacaktır. Yüklenici tarafından Vergi Dairesi’ne ödenecek olan gelir vergisini, verginin sorumlusu ya da yükümlüsü olmayan iş sahibinin kaynaktan kesmesi mümkün olmadığından iş bedelinden gelir vergisi kesintisi yapılması da yerinde olmamıştır. Açıklanan nedenlerle ek rapor mimari proje bedeli yönünden de hüküm tesisine elverişli bulunmamaktadır.

Mahkemece yapılacak iş; dava konusu inşaata ait imar işlem dosyasını Belediye’den getirterek işin uzmanı olan mimar, inşaat ve elektrik mühendislerinden oluşturulacak yeni bir bilirkişi kurulundan rapor almak, davacı tarafından sözleşme kapsamında bizzat veya dava dışı üçüncü kişilere çizdirilmek suretiyle yapılan tüm işlerin ve projelerin dava konusu iş merkezi inşaatına ait olup olmadığını, aitse teknik şartlar ile fen ve sanat kurallarına uygun olup olmadığını denetledikten sonra bedelini yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda teklif belgesindeki fiyatları geçmemek üzere işin yapıldığı 2004 yılı mahalli rayiçleriyle hesaplatmak, kanıtlanan ödemeler düşüldükten sonra kalan bedelin dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar vermekten ibarettir.

Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda 1. bentte yazılı nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte yazılı nedenlerle kararın davacı Sedat Onaran yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 17.05.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.

PAYDAŞLARDAN BİRİNİN BELİRLİ BİR YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ- ÖNALIM HAKKI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

E. 1998/6–37
K. 1998/123
T. 18.2.1998

• ŞUFA HAKKI ( Fiili ifraz )
• FİİLİ İFRAZ ( Şufa hakkı )
743/m.2,659

ÖZET : Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir.

Davalının bu yeri uzun süreden beri kullanmış olması taksimin varlığını göstermez. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir.

Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemiyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez.

Davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

DAVA VE KARAR: Taraflar arasındaki “önalım ( şufa ) “davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Harmancık Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.6.1997 gün ve 1997/38 – 78 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 6.10.1997 gün ve 1997/7265 – 7504 sayılı ilamı; ( … Dava şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazdaki payın iptali ve tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip herbir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması M.K’.nun 2. maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.2.1951 gün 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alması gerekir. Savunmanın tevsili bu gibi durumlarda söz konusu değildir. Davanın bu bakımdan reddi gerekir.

Olayımızda: Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmazda davacı 1/3 pay sahibidir. Diğer pay sahipleri ise davacının kardeşleri olan Ahmet Özkan ve Adil Özkan’dır. Diğer paydaşlar 1/3 er paylarını davalı Kamil Uçar’a 14.2.1997 tarihinde satmışlar davacı 7.3.1997 tarihinde süresi içinde bu davayı açmıştır.

Davalı, davacı ve kardeşlerine ait bu yerin bir kısmını 13 yıl önce haricen satın aldığını o tarihten beri de yol olarak kullandığını daha sonra 14.2.1997 tarihinde satışın resmi senede bağlandığını bu nedenle davanın reddedilmesi gerekeceğini savunmuştur. Mahkemece daha önce pay sahipleri arasında özel bir taksimin mevcut olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir. DAVALININ BU YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir. Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemeyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez. Buna göre davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki karar direnilmiştir.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.

TRAFİK KAZASI- ALKOLLÜ ARAÇ KULLANMA- ALKOLUN KAZAYA ETKİSİ

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2017/1082
KARAR: 2019/431

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 02.04.2013 tarihli ve 2012/156 E., 2013/275 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 25.11.2013 tarihli ve 2013/15683 E., 2013/16527 K. sayılı kararı ile;

“…Davacı vekili, müvekkiline ait, davalıya kasko sigortalı aracın, meydana gelen tek taraflı kaza sonucu pert olduğunu, başvuruya rağmen davalı … şirketince ödeme yapılmadığını belirterek aracın kasko değeri olan 40.500,00 TL’nın ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, kaza sırasında sigortalı araç sürücüsünün alkollü olduğunu ve salt alkolün etkisiyle kazanın meydana geldiğini, hasarın teminat dışında kaldığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, kazanın alkolün etkisi altında meydana geldiği ve rizikonun sigorta teminatı dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigortası poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı KTK’nun 48. maddesinde; alkollü içki alması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.
Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin, “Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı” başlıklı 97. maddesinde, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra, konu ile ilgili olan “b-2” bendinde, “alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı kenar başlığı altında; alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promil üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Ayrıca, Motorlu Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartları’nın A.5.5. maddesinde; Taşıtın, uyuşturucu maddeler veya Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararların sigorta teminatı dışında olduğu belirtilmiştir.

Bununla birlikte, Kasko Sigortası Genel Şartları’nın A.5.5. maddesinin dayanağını teşkil eden KTK’nun 48. maddesinin yasaklamayı düzenleyen ilk fıkrasında, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli araç sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaklanmış olup, aynı maddenin 2. fıkrasındaki yönetmelik düzenlenmesine olanak tanıyan hükümde, yasaklama yetkisi yönetmeliğe bırakılmış olmadığından, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 97. maddesinde, yukarıda anılan yasa hükmü tekrarlandıktan ve müteakip, uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içkilerin oranlarının ne şekilde saptanacağı belirlendikten sonra, yasada yer alan hükmü dikkate almadan salt 0.50 promilin üstünde alınan alkol miktarına göre araç kullanma yasağı getirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığından geçersiz bulunmaktadır. Geçersiz yönetmelik hükümlerinin yasaya aykırı bir şekilde genel şart olarak kabulü de mümkün değildir.

O halde, hasarın teminat dışı kalabilmesi için kazanın meydana geliş şekli itibariyle sürücünün salt (münhasıran) alkolün etkisi altında kaza yapmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, sürücünün alkollü olması tek başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Üstelik, böyle bir durumda hasarın teminat dışı kaldığının ispat yükü TTK’nun 1281. maddesi hükmü gereğince sigortacıya düşmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkolün oranının doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurlarında olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisiyle meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasar poliçe teminatı dışında kalacağından davanın reddine, aksi halinde kabulüne karar verilmesi gerekeceği ilkesi benimsenmektedir. (YHGK 23.10.2002 gün ve 2002/11-768-840; YHGK 7.4.2004 gün ve 2004/11-257-212; YHGK 2.3.2005 gün ve 2005/11-81-18; YHGK 14.12.2005 gün 2005/11-624-713 sayılı ilamları)

Somut olayda; sürücünün davacı … olduğu ve kaza sırasında 0,62 promil alkollü olduğu tespit edilmiştir. Mahkemece hükme esas alınan raporda olayda tüm kusurun 62 promil alkollü araç kullanan araç sürücüsü davacı …’e ait olduğunu bildirilmiş, kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediği hususunda bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu nedenle mahkemece alınan rapor hüküm kurmaya yeterli değildir.

O halde mahkemece yapılacak iş, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü Fen Heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak bilirkişi kurulundan olayın oluş şekli, yol ve hava durumu ve dosyadaki diğer deliller birlikte değerlendirilip kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin, başka unsurların da etkili olup olmadığının tespiti hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiştir. …”gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili; davacının işleteni, dava dışı …’nın sürücüsü olduğu davalı şirkete Kasko Sigorta Sözleşmesi ile sigortalı olan aracın seyir hâlindeyken başka bir aracın sıkıştırması ile yaşanan tek taraflı trafik kazasında hasarlandığını, aracın sürücüsü olan dava dışı Mustafa’nın kazanın şokuyla bayılan davacının öldüğünü zannederek panikleyerek olay yerinden uzaklaştığını ve davacının eniştesini arayarak yardım istediğini, yaşadığı pişmanlık sonucu da Karakola giderek ifade verdiğini, bu arada olay yerine gelen trafik polislerinin davacıyı yalnız gördüklerinden kazayı davacı yapmış gibi tutanak düzenlediklerini, davacının sürücü olmadığını ve alkol oranının da doğru olmadığı yönündeki itirazlarının ise polis memurlarınca dikkate alınmadığını, davacının aracın ön yolcu kapısı sıkıştığından sürücü kapısından çıkarak kurtulduğunu ve yaralı olduğundan da polis memurları ile polemiğe girmediğini, hastanede yapılan ölçümlerde alkol oranının sıfır çıktığını, araç tamamen zayi olduğundan sigorta sözleşmesine göre aracın vergiler dâhil ödeme günündeki anahtar teslim bedelinin ödenmesi gerektiğini, ancak davalı … şirketinin kaza tutanağını ve alkol oranını gerekçe göstererek hasar bedelini ödemeyi reddettiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 40.500,00TL maddi zararın sigortanın hasar bedelini ödemeyi reddettiği tarih olan 21.11.2011’den itibaren işleyecek ticari faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili; kaza esnasında araç sürücüsünün … olduğunu, alkol aldığının belirlendiğini, kazanın da münhasıran alkolün etkisi altında meydana geldiğini, talebin poliçe teminatı kapsamı dışında olduğunu, davacının Kasko bedelini alabilmek amacıyla mahkemeyi yanılttığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacının 62 promil alkollü araç kullanmak suretiyle kazaya sebebiyet vermesi nedeniyle, kasko poliçe genel şartları uyarınca zararının teminat dışında kaldığı ve davalı … şirketinden talepte bulunamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece; kusur bilirkişisinin raporunda araç sürücüsünün meskun mahalde, görüşün açık olduğu tek yönlü yolda hızlı, dikkatsiz ve kontrolsüz bir şekilde aracını kullanırken direksiyon hakimiyetini kaybederek yolun solundaki orta refüje ve köprü ayaklarına çarparak dava konusu trafik kazasının meydana gelmesine sebebiyet verdiğinin tespit edildiği, davacının alkollü oluşunun kazaya sebep olduğunun açık olduğu, yol durumu ve hava şartları düşünüldüğünde, düz yolda seyir hâlindeki aracın kaza yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, yasada belirlenen alkollü araç kullanımı promil sınırının 0,5 promil (50) olduğu, 50 promil alkollü olan kişide belirgin bir gevşeme, dikkatin azalması, koordinasyon ve muhakeme bozukluğunun başlamasına, 50 promilden sonra ise koordinasyon, algı ve muhakemede belirgin bozulma, tepki zamanının, kendini kontrol etme becerisinin zarar görmesi gibi etkileri olduğunun tıbbi olarak ispatlandığı, davacının her halükarda olması gereken sınırın üzerinde alkol almış olduğu, 62 promil alkolun kazaya sebebiyet verip vermeyeceğinin belirlenme yoluna gidilmesinin yasal promil limitinin üzerinde alkol alarak araç kullanan kişileri cesaretlendireceği, yasal bir sınır konmuş iken bu sınırın üzerinde alkol alarak araç kullanan insanların kaza yapıp yapmayacağının tespitinin yersiz olacağı, yasal sınırın üzerinde olmasa bile, alkol alındığı taktirde araç kullanılmaması gerektiği, kişinin kullandığı alkolün kaç promil olduğunu yahut aldığı alkole tekabül eden promilin kaza yapmasına sebebiyet verip vermeyeceğini bilemeyeceği, bu sebeple davacının alkollü olarak trafiğe çıkarak, kendisinin ve başkalarının hayatını tehlikeye atmaması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; sürücünün sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Trafik Yönetmeliğince belirlenen oranın üzerinde alkollü olması hâlinin talebin kasko poliçesi teminat kapsamında kalması için yeterli neden olarak kabul edilip edilemeyeceği; burada varılacak sonuca göre, kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin ve talebin poliçe teminatı kapsamında kalıp kalmadığının tespiti bakımından, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak bilirkişi heyetinden olayın oluş şekli, yol ve hava durumu, kazaya etken olan başka unsurların bulunup bulunmadığı hususlarını gerekçeleriyle değerlendiren bir bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır .

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun (KTK) kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 48. maddesinde; alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.

Alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olan kişilerin davranışlarında değişme olmakta, fizyolojik ve metabolik reaksiyonlarda bozukluk meydana gelmekte, sinir sistemi üzerindeki etkisiyle psikolojik anormallikler ortaya çıkmaktadır. Yine sarhoş olan kişinin duygu, düşünce, idrak (algılama) yetenekleri değişmekte, koordinasyon ve motor fonksiyonlarında bozukluklar görülmektedir. Alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığının insanın ruh ve beden sağlığı üzerinde yaptığı tahribat tıp biliminin araştırma konusuna girmekle birlikte, alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen kişinin araç kullanması 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 179. maddesinin 3. fıkrasında uyan somut tehlike suçunu oluşturmaktadır. Somut tehlikenin varlığı için, kişinin salt alkollü veya uyuşturucu maddenin etkisinde olması yeterli değildir. Salt alkollü olmak sadece soyut tehlike oluşturan 2918 sayılı KTK’nın 48. maddesine uyan kabahati oluşturacaktır (Parlar, A./ Hatipoğlu, M.: 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, Ankara, 2007, s: 1360 vd).

Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin (kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan) “Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı” başlıklı 97. maddesinde, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra, konu ile ilgili olan “b-2” bendinde “Alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı” kenar başlığı altında; Alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promilin üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Ayrıca poliçenin yürürlükte olduğu tarihte geçerli olan Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartlarının A.5.5.maddesinde “Teminat dışı kalan zararlar” kenar başlığı altında; taşıtın Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararların, kasko poliçe teminatı dışında olduğu açıklanmıştır.

Bununla birlikte; Kasko Sigorta Poliçesi Genel Şartlarının A.5.5. maddesinin dayanağını teşkil eden Karayolları Trafik Kanununun 48. maddesinin yasaklamayı düzenleyen ilk fıkrasında, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli araç sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaklanmış olup, aynı maddenin ikinci fıkrasındaki yönetmelik düzenlemesine olanak tanıyan hükümde, yasaklama yetkisi yönetmeliğe bırakılmış olmadığından, Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 97. maddesinde yukarıda anılan yasa hükmü tekrarlandıktan ve müteakip, uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içkilerin oranlarının ne şekilde saptanacağı belirlendikten sonra, yasada yer alan hükmü dikkate alınmadan salt (mücerret) 0.50 promil üstünde alınan alkol miktarına göre araç kullanma yasağı getirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığından geçersiz bulunmaktadır. Geçersiz yönetmelik hükümlerinin, yasaya aykırı bir şekilde genel şart olarak kabulü de mümkün değildir.

O hâlde, hasarın teminat dışı kalabilmesi için kazanın meydana geliş şekli itibarıyla sürücünün salt (münhasıran) alkolün etkisi altında kaza yapmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, sürücünün alkollü olması, tek başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Üstelik, böyle bir durumda hasarın teminat dışı kaldığının kanıt yükü 6762 sayılı TTK’nın 1281. maddesi hükmü gereğince sigortacıya düşmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkolün oranının doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla, olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurların da olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisi ile meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasarın poliçe teminatı dışında kalacağından davanın reddine, aksi halde kabulüne karar verilmesi gerekeceği ilkesi benimsenmektedir (Bkz. YHGK. 23.10.2002 tarihli ve 2002/11-768- 840, 19.4.2000 tarihli ve 2000/11-806-801, 15.4.1998 tarihli ve 1998/11-258-273, 15.4.1998 tarihli ve 1998/11-258-73, 07.04.2004 tarihli ve 2004/11-217-212, 14.12.2005 tarihli ve 2005/624-713, 16.03.2016 tarihli ve 2014/17-808 E., 2016/313 K. sayılı kararları).

İlkelere yukarıdaki şekilde yer verildikten sonra direnme gerekçesi dikkate alınarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) düzenlenen bilirkişi incelemesi hakkında birtakım açıklamalarda bulunmakta fayda vardır.

6100 sayılı Kanun’un 266/1. maddesinde bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller düzenlenmiştir. Buna göre; “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.”

Aynı Kanun’un 281. maddesinde;

“(1)Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.

(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.

(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir.” hükmüne yer verilmiştir ve 282. madde ile de hâkimin bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği belirtilmiştir.

Yine, 24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları, ” (2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi ve tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.”; 03.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren Bilirkişilik Yönetmeliği’nin 5. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları ise, “(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” şeklinde düzenleme içermektedir.

Kabul edilen ilkelere göre kazanın münhasıran alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti için yol, hava durumu, olayın oluş şekli dosyada yer alan tüm deliller ile birlikte değerlendirilmelidir. Yapılacak olan bu tespit konusu uzmanlığı gerektirdiğinden teknik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak yapılmalıdır. Zira, alınan alkol oranı doğrudan sonuca etkili olmadığı gibi, alkol oranı aynı olsa bile alkolün kişiler üzerinde yarattığı etki değişkenlik göstermektedir. Bazen alkollü olan bir kişi alkol almasa dahi belirtilen etkenler nedeniyle aynı kazayı gerçekleştirebilmektedir.

Somut olayda, mahkemece kazanın münhasıran alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediğinin tespiti amacıyla adli tıp uzmanı ve sigorta bilirkişisinden rapor alınmış, bilirkişiler kazanın alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediği konusunda değerlendirme yapamamış ve bu konudaki takdiri mahkemeye bıraktıklarını belirtmişlerdir. Bilirkişi raporunun değerlendirme içermediği ve hükme esas alınamayacağı açıktır. Kazanın oluş şekli ve kusur durumu ayrı bir bilirkişi raporuyla belirlenmiştir.

O hâlde mahkemece yapılacak iş, yukarıdaki ilkeler ve Bilirkişilik Kanunu’nda yapılan düzenlemeler de dikkate alınarak, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulundan olayın oluş şekli, yol ve hava durumu ve dosyadaki diğer deliller birlikte değerlendirilip kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin, başka unsurların da etkili olup olmadığının tespiti hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre bir karar vermektir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; Kanunda ve Yönetmelikte belirlenen oranın üzerinde alkol alınmış olduğunun anlaşılmasına göre, davacının talebinin poliçe teminatı kapsamı dışında kaldığı, taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin de dikkate alınması gerektiği, bu durumda kazanın salt alkolün etkisi ile meydana gelip gelmediğini araştırmanın gerekmediğinden direnme kararının onanması gerektiği yönünde ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular karşısında eksik inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu davanın reddine dair verilen mahkeme kararı doğru değildir.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.04.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminata ilişkindir.

Yerel Mahkemece, zararın teminat dışında kaldığı gerekçesiyle dava reddedilmiş, Özel Dairece, olayın salt alkolün etkisiyle meydana gelip gelmediğinin tespitinden sonra karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulması üzerine önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, Yerel Mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlık kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere kasko sözleşmeleri ihtiyaridir. Bu nedenle somut uyuşmazlık sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Taraflar arasında bir sözleşme yapılmış ve olay kamu düzenini ilgilendirmiyor ise, uyuşmazlığın çözümünde öncelikle sözleşme hükümleri uygulanacak, eğer bu sözleşmede açık bir düzenleme yoksa genel hükümlere gidilecektir.

Taraflar arasında yapılan kasko sözleşmesinin A.5.5. Maddesinde “ Taşıtın, uyuşturucu maddeler veya Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararlar,” teminat dışında sayılmıştır. Bu açık düzenlemede kazanın salt alkolün etkisiyle meydana gelmesinden bahsedilmemiş, aksine Kanunun belirlediği sınırın üzerinde alkollü araç kullanmaktan bahsedilmiştir. Sürücünün almış olduğu alkolün miktar itibariyle Kanunun belirlediği sınırın üzerinde olduğu tartışma konusu değildir.

Bu durumda, taraflar arasında yapılan sözleşme ile teminat dışında kalan hususlar belirlendiğine, alkol miktarı bu sınırın üzerinde olduğuna göre kazanın salt alkolün etkisiyle meydana gelip gelmediğinin araştırılmasına gerek bulunmadığı, hasarın teminat dışında kaldığı, bu nedenle Yerel Mahkeme kararının doğru olduğu kanaatiyle sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.

BANKADA BULUNAN MAHCUZ PARA ALACAĞI İÇİN SATIŞ İSTENEMEYECEĞİNDEN PARANIN DOSYAYA CELBİ TALEBİ SATIŞ GİBİ DEĞERLENDİRİLİR

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2015/2981
KARAR NO:2015/13263
TARİH:11.5.2015

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ahu Başgöz tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından, kesin rehin açığı belgesine dayanılarak, yapılan genel haciz yoluyla takibin kesinleşmesi üzerine takip borçlusunun T.C. Ziraat Bankası’nda bulunan para alacaklarına 12.02.2014 tarihinde haciz şerhi konulduğu, borçlunun 21.08.2014 tarihinde İİK’nun 106. ve 110. maddeleri gereğince haczin kaldırılması talebinin icra müdürlüğünce reddedildiği, bu kararın şikayet konusu yapıldığı, mahkemece takip tarihi dikkate alınarak haciz konulmasının üzerinden menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin geçmediğinden bahisle şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir.

İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. 02/07/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerin; anılan Kanun’un 106. maddesine göre Kanunun yayım tarihi olan 05/07/2012 tarihinden itibaren 6 ay sonra yürürlüğe gireceği düzenlenmiştir. 12.02.2014 günlü haciz tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 6352 Sayılı Yasa ile değişik İİK’nun 106. maddesine göre; “Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir. Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı taşınır hükmündedir. Aynı Kanun’un 110. maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda; haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konulmuş olup İİK’nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de mahçuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, paranın icra dosyasına celbi talebi satış talebi gibi değerlendirilmelidir.

Bu durumda alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde bu paraların istenerek icra dairesine gönderilmesi isteminde bulunulmadığı ve borçlunun haczin kaldırılmasını talep ettiği 21.08.2014 tarihinde 6 aylık sürenin geçmiş olması nedeni ile haciz İİK’nun 110. maddesi uyarınca kalkmıştır.

O halde; mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ :Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/05/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BORÇLUNUN BAŞKA BİR İCRA TAKİP DOSYASINDAKİ ALACAĞININ HACZEDİLMESİ

T.C.

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

2014/22047

2014/24398

21.10.2014

HACZİN KALDIRILMASI İSTEMİ ( Borçlunun Başka Bir İcra Takip Dosyasından Haczedilen Alacağı Henüz Dosyaya Gönderilmemiş Olduğundan 10 Yıllık Sürenin Uygulanmayacağı – 2004 Sayılı İİK. 106 ve 110. Maddelerinin Uygulanacağı )

BORÇLUNUN BAŞKA BİR İCRA TAKİP DOSYASINDAKİ ALACAĞININ HACZEDİLMESİ ( Kambiyo Senetlerine Mahsus Yolla Yapılan Haczin Kaldırılması Talebi – Haczedilen Miktar Henüz Dosyaya Gönderilmemiş Olduğundan 10 Yıllık Sürenin Uygulanmayacağı – 2004 Sayılı İİK. 106 ve 110. Maddelerinin Uygulanacağı )

HACZİN DÜŞMESİ ( Borçlunun Başka Bir İcra Takip Dosyasında Haczedilen Ancak Henüz Dosyaya Gönderilmemiş Olduğundan 10 Yıllık Sürenin Uygulanmayacağı – 2004 Sayılı İİK. 106 ve 110. Maddelerinin Uygulanacağı )

2004/m. 362

ÖZET : Dava, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte haczin kaldırılması istemine ilişkindir.

Haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde paranın dosyaya celbinin istenmediğinden haczin düştüğünün tespiti ile anılan süreden sonra paranın istenmesine ilişkin icra müdürlüğü kararının kaldırılmasına karar verilmesi borçlu vekilince talep edilmiştir.

İİK.’nun 362. maddesinde; icra veznesine tevdi yahut dairece tahsil olunan para veya icra muamelesi sebebiyle hıfzedilmekte olan eşya tevdi veya tahsil yahut hıfız tarihinden itibaren on seneye kadar alakadarları tarafından müracaat olunmazsa talep hakkının Hazine lehine düşeceği düzenlenmiştir. Bu hüküm, alacaklıya ödenmek üzere icra dosyasından tahsil olunup icra kasasına giren paralara ilişkin uygulanabilir. Borçlu alacağının haczedilerek henüz icra dosyasına gönderilmediği durumlarda paranın icra dosyasına gönderilmesinin 10 yıllık süreye tabi olduğu kabul edilemez.

İİK.nun 106. ve 110. maddelerinin tatbiki gerekmektedir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammın 27.05.2014 tarih ve 2014/12539-15092 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki borçu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklı tarafından borçlu aleyhine Kayseri 6. İcra Müdürlüğü’nün 2010/5602 E. sayılı takip dosyası ile başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte borçlu vekili müvekkilinin alacaklı olduğu Selim İcra Müdürlüğü’nün 2011/100 E. sayılı takip dosyasındaki alacağına Kayseri 6. İcra Müdürlüğü’nün 2010/5602 E. sayılı dosyasından haciz konulduğunu, haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde paranın dosyaya celbinin istenmediğini belirterek haczin düştüğünün tespitine, anılan süreden sonra paranın istenmesine ilişkin icra müdürlüğünün 14.01.2014 tarihli kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiş olup, mahkemece şikayetin kabulü ile haczin kaldırılmasına karar verilmiştir.

İİK.’nun 362. maddesine göre; icra veznesine tevdi yahut dairece tahsil olunan para veya icra muamelesi sebebiyle hıfzedilmekte olan eşya tevdi veya tahsil yahut hıfız tarihinden itibaren on seneye kadar alakadarları tarafından müracaat olunmazsa talep hakkının Hazine lehine düşeceği düzenlenmiş ise de, bu düzenleme alacaklıya ödenmek üzere icra dosyasından tahsil olunup icra kasasına giren paralara ilişkin uygulanabilecek bir düzenleme olup, borçlunun alacaklısı olduğu dosya alacağının haczedilerek henüz icra dosyasına gönderilmediği durumlarda paranın icra dosyasına gönderilmesinin 10 yıllık süreye tabi olduğu kabul edilemeyecektir.

Bu durumda mahkemenin kabul ettiği üzere İİK.nun 106. ve 110. maddelerinin tatbiki gerekmekte olup, şikayetin kabulüne ilişkin mahkeme kararının onanması gerekirken Dairemizce bozulduğu anlaşılmakla karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ : Borçlunun karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 27.05.2014 tarih ve 2014/12539 E., 2014/15092 K. sayılı bozma ilamının kaldırılmasına mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca ONANMASINA, 21.10.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BANKA HESABINDA BULUNAN PARA ÜZERİNE KONULAN HACZİN DÜŞMESİ

T.C

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

2010/25735

2011/4525

24.3.2011

PARA ÜZERİNE KONAN HACİZ (Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Hacizden İtibaren Paranın İstenmesi İçin Gerekli Azami Süre Olarak Uygulanacağı)

PARA ALACAKLARINDA SATIŞ İSTENMESİ (Paranın Satılarak Paraya Çevrilmesinin Söz Konusu Olamayacağı – Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Uygulanması Gereği)

BİR YILLIK AZAMİ SÜRE (Yasada Para Alacağı Üzerine Konulan Haczin Ne Kadar Süreyle Mevcudiyetini Koruyabileceği Yönünde Açıklık Bulunmadığı – Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Azami Süre Olarak Uygulanması Gereği)

2004/m.106110

ÖZET : Alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekir.

DAVA: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammm 13.07.2010 tarih, 2010/6976-19136 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki taraf vekillerince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR :

1) Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre iflas masası vekilinin karar düzeltme isteminin REDDİNE;

2) Şikayetçi banka vekilinin karar düzeltme isteminin incelenmesinde;

Borçlunun üçüncü kişi Fortis Bank A.Ş. İzmir Ege Ticari Şubesindeki mevduatına 27.07.2006 tarihinde haciz konmuştur. İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konmuştur. Her ne kadar alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekmektedir. Somut olayda alacaklı banka, 04.07.2007 tarihinde icra müdürlüğüne başvurarak, haczedilen paranın dosyaya gönderilmesi için talepte bulunmuş, icra müdürlüğünce de talep doğrultusunda üçüncü kişiye müzekkere yazılmıştır. Bu durumda alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 1 yıllık süre içinde paranın istenmesi keyfiyetinin yerine getirildiği görülmektedir. O halde belirtilen nedenlerle mahkeme kararının onanması gerekirken bozulduğu anlaşılmakla alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 13.07.2010 tarih ve 2010/6976-19136 sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, mahkeme kararının İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 15,60 TL onama harcı alındığından mahsubuna bakiye, 2,80 TL harcın temyiz edenden alınmasına, 24.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YOL YAPISININ BOZUKLUĞU VEYA TRAFİK LEVHALARININ EKSİKLİĞİ NEDENİYLE MEYDANA GELEN KAZADA GÖREVLİ MAHKEME

T.C

DANIŞTAY

15. DAİRE

ESAS NO: 2013/14152 KARAR NO: 2014/181

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce gereği görüşüldü:

Dava; davacılar vekili tarafından, Erzurum İli, Tekman İlçesi, Çeperli – Yıkılgan mevkiinde meydana gelen trafik kazasında müvekkillerinin yakını …’ın vefat etmesi olayında, yolun bakım ve onarımında davalı idarenin kusuru bulunduğundan bahisle oluştuğu ileri sürülen maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nce; 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesi uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Davalı idarece, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Konunun açıklığa kavuşturulabilmesi için öncelikle ilgili mevzuatın ayrıntılı olarak ele alınıp incelenmesi gerekmektedir:

6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’a göre, kamu tüzel kişiliğine sahip özel bütçeli bir kamu kuruluşu olan Karayolları Genel Müdürlüğü, karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmasını sağlamak, karayollarını onarmak, işletmek, işlettirmekle görevli ve yetkili bulunmaktadır. Karayolları Genel Müdürlüğünce karayolu yapım, bakım ve işletilmesi şeklindeki kamu hizmetinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre yürütüleceği; anılan Genel Müdürlüğün idari işlem ve eylemlerinden doğan uyuşmazlıkların da Anayasanın 125. maddesi ve 2577 sayılı Yasanın 2. maddesine göre idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği konusunda duraksama bulunmamaktadır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda 6099 sayılı Yasayla yapılan değişiklik de, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün yol yapım ve bakım hizmetinin yürütülmesiyle ilgili hukuki sorumluluğu hususunda yeni bir düzenleme içermemekte; yargı yolunu değiştirmemektedir.

2918 sayılı Yasanın 11.1.2011 tarihli ve 6099 sayılı Yasanın 14. maddesi ile değişik “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlıklı 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.” kuralı yer almaktadır.

Anılan yasa hükmünde, “bu kanundan doğan sorumluluk davaları” ifadesiyle 2918 sayılı Yasada yer alan hukuki sorumluluğa ilişkin kuralların uygulanacağı davalarla sınırlı biçimde görevli yargı yerinin belirlendiği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, görevli yargı yeri belirlenirken, söz konusu Yasa’da motorlu taşıt araçlarının verdiği zararlarla sınırlı biçimde düzenlenen sorumluluk kurallarının, dava konusu uyuşmazlığa uygulanıp uygulanmayacağının saptanması gerekir.

Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik güvenliğini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm önlemleri belirlemek amacını taşıyan 2918 sayılı Yasa, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yanında Karayolları Genel Müdürlüğünün de trafik güvenliği yönünden görev ve yetkilerini sayma yoluyla belirlemiştir. Ancak Yasada, diğer kamu idarelerinin ve bu arada Karayolları Genel Müdürlüğünün, trafik düzeni ve trafik güvenliği ile ilgili olarak üstlendikleri kamu hizmetlerinden dolayı hukuki sorumlulukları düzenlenmiş değildir.

2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluk ve sigorta başlıklı sekizinci kısmında; araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu; bir başka deyişle motorlu araçların karıştığı trafik kazaları sonucu ortaya çıkan zarar nedeniyle araç sahiplerinin ve işletenlerin hukuki sorumluluğu düzenlenmiştir.

2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluğa ilişkin sekizinci kısmında yer alan hükümler birlikte değerlendirildiğinde; Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların karıştığı kazalar nedeniyle araç işleticisi sıfatıyla kamu idareleri ve kuruluşlarına karşı açılacaklar da dahil bütün araç sahibi ve işleticilerine karşı açılan davaların görüm ve çözümü adli yargının görev alanına girmektedir. Fakat kamu idareleri ve kuruluşlarının, trafik güvenliği ve düzenini sağlamak amacıyla gerek kendi kuruluş yasaları, gerekse 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre yürüttükleri hizmetlerin, kamu hizmeti niteliğini taşımaları ve 2918 sayılı Yasada da görevlendirilen kamu idare ve kuruluşlarının sorumluluklarının ayrıca düzenlenmemiş olması karşısında; trafik düzeni ve güvenliği hizmetlerinden kaynaklandığı öne sürülen zararların tazmini istemiyle, ilgili idarelere karşı açılan davaların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir.

Sonuç olarak Karayolları Genel Müdürlüğünün kuruluş yasasında belirlenen, 2918 sayılı Yasa’da tekrarlanan görevlerinden, yani; yol yapım, bakım, işletme, trafik güvenliğini sağlama şeklinde yürüttüğü kamu hizmetinden kaynaklanan hukuki sorumluluğunun idare hukuku ilke ve kurallarına göre belirlenmesi; bu sebeple açılacak tam yargı davalarının da idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idarenin bakım ve sorumluluğunda olan karayolunda yeterli tedbir alınmadığından bahisle meydana geldiği ileri sürülen olaydan kaynaklanan zararın ödenmesi istemiyle temyizen incelenmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu haliyle bakılan uyuşmazlık, özel hukuktaki araç işletenin hukuki sorumluluğundan değil, 6001 sayılı Yasada karayollarının emniyetle kullanılmalarını sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarmak, onarımını yaptırtmak, işletmek, işlettirmek, temizliğini yapmak, yaptırmak ve trafik güvenliğini sağlamak şeklinde öngörülen görevlerin tam ve eksiksiz yerine getirilmediği, dolayısıyla yürütülen hizmetlerin kusurlu işletildiği, meydana gelen zararda hizmet kusuru bulunduğu iddiasından kaynaklanmakta olup, buna göre davanın görüm ve çözümü idare mahkemelerine aittir.

Bu durumda, idare mahkemesince uyuşmazlığın esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, görev yönünden davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesine uygun bulunan temyiz isteminin kabulüne, Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nin 13/09/2013 tarih ve E:2013/801; K:2013/786 sayılı kararının BOZULMASINA, dava dosyasının yeniden karar verilmek üzere adı geçen İdare Mahkemesine gönderilmesine, 28/01/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

PAFTADAKİ TERSİMAT HATASININ DÜZELTİLMESİ-KADASTROSU KESİNLEŞMİŞ TAŞINMAZDAKİ FENNİ HATALAR

T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/8213
K. 2001/8572
T. 7.12.2001

3402/m.41,12

ÖZET : Mahkemece, ancak tapu iptali ve tescil davası ile çözümlenebilecek uyuşmazlığın Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılan tersimat hatasının düzeltilmesi davası şeklinde incelenerek sonuçlandırılması doğru görülmemiştir.

Kadastroları kesinleşmiş taşınmaz mallarda mülkiyet ve vasıf değişikliğine yol açmayacak nitelikteki ölçü tersimat ve hesaplamalardan doğan fenni hatalar, ilgililerin başvurusu üzerine veya Kadastro Müdürlüğünce resen düzeltilir.

DAVA : Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 7.3.1996 gününde verilen dilekçe ile tersimat hatasının düzeltilmesi, Ali …… vekili tarafından da 22.5.1996 tarihinde verilen dilekçe ile yüzölçümü düzeltilmesi istenmesi üzerine davaların birleştirilmesinden sonra yapılan duruşma sonunda; tersimat hatasının düzeltilmesi isteğinin kabulüne, yüzölçümü düzeltilmesi isteğinin reddine, dair verilen 19.6.2001 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı Ali …..ve davalı vekilleri tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı Yalçın ……; 1633 parsel sayılı taşınmazın 124.375 metrekare olarak tespit ve tescil edildiğini, bu miktarın tapunun dayanağını oluşturan 1953 tarihli ve 5 sayılı tapu kaydındaki miktarla uyumlu olmasına rağmen pafta ile uyumlu olmadığını ileri sürerek, paftadaki tersimat hatasının düzeltilmesini istemiştir.

Bu dava ile birleştirilen dava da ise, davacı Ali ……., 1632 parsel sayılı taşınmazının tapu kaydında 40395 metrekare miktarında gösterildiğini, ancak; paftadaki ölçü değerlerine göre 102.221 metrekare olduğunu belirterek, tapu kaydındaki yüzölçümü miktarının paftaya göre düzeltilmesini istemiştir.

Her iki davada da davalı olan Tapu Sicil Müdürlüğü, davaların reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacı Yalçın …..un açtığı davanın kabulü ile bilirkişi raporunda 1632.2 olarak işaretli kısmın 1633 parsel sayılı taşınmaza eklenmesine, birleştirilen davanın ise reddine karar verilmiştir.

Hükmü, birleştirilen davanın davacısı Ali …….temyiz etmiştir.

Davalar, tersimat hatasının düzeltilmesi ve tapu kaydındaki yüzölçümü miktarının paftaya uyumlu hale getirilmesi isteğine ilişkindir. Nitelikleri gereği her iki davanın ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.

İlk dava ile tersimat hatasının düzeltilmesi istenmektedir. 3402 sayılı Yasanın 41. maddesi kadastroları kesinleşmiş taşınmaz mallarda mülkiyet ve vasıf değişikliğine yol açmayacak nitelikteki ölçü tersimat ve hesaplamalardan doğan fenni hataların, ilgililerin başvurusu üzerine veya Kadastro Müdürlüğünce resen düzeltilebileceği hükmünü getirmiştir. 766 sayılı yasanın 94. maddesinde de aynı düzenleme mevcuttur. Anılan düzenlemelere göre kadastro tespiti sırasında yapılmış bir tersimat hatasının bulunması ve bunun düzeltilmesi halinde de mülkiyet nakline yol açılmaması gerekir.

Somut olayda da, davacı, tersimat hatasının varlığından söz ederek 41. madde uyarınca bu hatanın düzeltilmesini dava yoluyla istemiştir. İddiası tapulama sırasında uygulanan tapu kaydının sınırları itibarıyla uygulanmadığı yolunda olup, isteği, dayanak tapuya göre paftanın düzeltilmesidir.

Davacı istemi doğrultusunda inceleme ve uygulama yapıldığında muhtemeldir ki; taşınmazın fiilen kullanımına uygun düşecek olan dayanılan tapu kaydı, kadastro yolu ile oluşan çapla örtüşmeyecektir. Çapıda aşan bir genişleme iddiası ortaya çıktığında artık tersimat hatasının varlığından değil de, ancak tapu iptali ve tescil yolu ile düzeltilebilecek uygulama bozukluğundan söz edilebilecektir. Nitekim somut olayda da, bilirkişi raporunda 1632,2 metrekare olarak işaretlenen taşınmaz bölümünün, birleşen davanın davacısı Ali …….ya ait 1632 parsel sınırları içinde kalmasına rağmen, davacı Yalçın ……. zilyetliğinde ve onun dayandığı tapu kayıtları kapsamında kaldığı saptanmıştır. Mülkiyet uyuşmazlığı niteliğinde geliştiği açık olan bu iddianın, bir anlık husumette bir eksikliğin olmadığı kabul edilse bile, 1632 parsele ait tutanağın kesinleşme tarihinden itibaren 10 yılı aşkın sürenin geçmiş olması nedeniyle dinlenme olanağı da bulunmayacaktır ( 3402 S.Y. 12/3 md. ).

Mahkemece, yukarıda da açıklandığı gibi ancak tapu iptali ve tescil davası ile çözümlenebilecek uyuşmazlığın Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılan tersimat hatasının düzeltilmesi davası şeklinde incelenerek sonuçlandırılması doğru görülmemiştir.

Birleştirilen dava ise, Tapu Sicil Tüzüğünün 85. maddesi uyarınca açılan, belgelere aykırı tescil ve yazımdan kaynaklanan düzeltme davasıdır.

Anılan madde kütük üzerine belgelere aykırı tescil veya yazımın düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması veya yevmiye defterine kaydedilmesi gerekir.

Belgeye aykırı yazımın ve tescilin düzeltilmesine ilgililerden birinin yazılı oluru olmazsa, Defterdarlık veya Malmüdürlüğünde düzeltme için dava açılmasını talep eder şeklindedir. Madde içeriğinden sadece ilgili Müdürlüğün dava açma olanağı varmış gibi bir sonuç çıkarılmakta ise de; kayıt malikleri de Tapu Sicil Müdürlüğünü hasım göstererek düzeltme isteği ile dava açabilirler.

Eldeki dava ile de; davacıya ait 1632 parselin paftadaki ölçü değerlerine göre hesaplanan yüzölçümü miktarı ile kayıttaki miktarının uyumsuzluğu ileri sürülmüştür. Bu uyumsuzluk kaydın belgeye aykırı oluşturulmasından kaynaklanmaktadır. Burada 3402 sayılı yasanın 41.maddesinde sözü edilen hesaplama hatası da mevcuttur. Davacı bu istemini Kadastro Müdürlüğüne yönelterek hesap hatasını düzeltme olanağına da sahiptir. Ancak, bu yolu tercih etmemiş, paftadaki ölçü değerlerinin yanlış hesaplanarak oluşturulan tapu kaydındaki hesap hatasının düzeltilmesini istemiştir. Taşınmaz başında yapılan keşifte de kesinleşen paftaya göre taşınmaz miktarının eksik hesaplandığı saptanmıştır.

Birleştirilen dava hakkındaki iddia kanıtlanmış olup, mahkemece dava konusu taşınmazdaki yüzölçümü hesap hatasının düzeltilmesine karar vermek gerekirken, bu taşınmaz aleyhine açılan bir tapu iptali ve tescil davası varmış gibi değerlendirme yapılarak, paftadaki miktar fazlasının, ilk davaya konu taşınmaza eklenmesi biçiminde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, 7.12.2001 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

KADASTRO TESBİTİNDE SINIRLARIN YANLIŞ ÖLÇÜLMESİ NEDENİYLE OLUŞAN TAPU KAYDINDA HATANIN DÜZELTİLMESİ

T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/6258
K. 2001/7308
T. 30.10.2001
3402/m.41

ÖZET :Tapuya dayanılarak açılmış tapu iptali ve tescil davasında, davanın yanlış nitelendirilmesi ve tersimat hatası gibi olaya uygun düşmeyen bir gerekçeyle davada red kararı verilmesi doğru değildir.

DAVA : Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 2.8.1994 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 13.6.2001 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davacılar, davalılara ait 58 parsel sayılı taşınmaz ile kendilerine ait 199 parsel sayılı taşınmazın müşterek sınırını oluşturan hendeğin kadastro sırasında yanlış ölçülmesi nedeniyle, dayanak tapu kaydı kapsamında kalan yerin davalılara ait taşınmaz kapsamında tespit ve tescil edildiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemişlerdir.

Mahkemece, çekişmeli taşınmazda 3402 Sayılı Yasanın 41. maddesi gereğince tersimat hatası bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacılar vekili tarafından temyize getirilmiştir.

3402 Sayılı Yasanın 41 nci maddesi gereğince, kadastrosu kesinleşmiş taşınmaz mallarda vasıf ve mülkiyet değişikliği dışında kalan ölçü, tersimat ve hesaplamadan doğan fenni hataların düzeltilebileceği öngörülmüştür. Somut olayda, 3402 Sayılı Yasanın 41. maddesi gereğince açılmış bir dava sözkonusu değildir. Dava, tapuya dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil davasıdır. Bu çerçevede taraflardan delilleri sorulmalı, taraflara ait taşınmazların dayanak tapu kayıtları ile komşu parsellere ait dayanak tapu kayıtlarının ilk tesis tarihinden itibaren tüm geldileri ile birlikte getirtildikten sonra dava konusu taşınmaz başında uygulamalı keşif yapılarak öncelikle nizalı kısmın değeri belirlenerek görev konusu halledildikten sonra kayıt ve belgeler yerel bilirkişiye uygulattırılmalı, bildirilen tanıklar taşınmaz başında dinlenmeli, fen bilirkişisine denetime elverişli rapor düzenlettirilmeli ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir iken dava yanlış nitelendirilerek olaya uygun düşmeyen gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 30.10.2001 gününde oybirliği ile karar verildi.

BİLİRKİŞİ RAPORU ALINDIKTAN SONRA İŞÇİLİK ALACAKLARI BAKIMINDAN İHTİYATİ HACİZ

T.C.
ŞANLIURFA
1. İŞ MAHKEMESİ                                                                                                                                                ARA KARAR

ESAS NO : 2019/23 Esas

DAVACI : FEVZİ D.
VEKİLLERİ : Av. GÖKÇEN KONCA ÇİTKİN – Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : D. SANAYİ VE TİCARET ANONİM ŞİRKETİ
TALEP : İHTİYATİ HACİZ
TALEP TARİHİ : 26/09/2019
ARA KARAR TARİHİ : 02/10/2019

Mahkememizin 02/10/2019 tarihli ara kararı uyarınca davacı vekilinin ihtiyati haciz talep dilekçesi ve davalı vekilinin ihtiyati haciz talebine ilişkin beyan ve itiraz dilekçesi ile ekleri incelendi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili, talep dilekçesinde özetle, yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda müvekkilinin 62.304,10 TL alacağının bulunduğunun saptandığını, söz konusu meblağ bakımından davanın ıslah edildiğini, karşı tarafa açılan pek çok dava ve icra takipleri bulunduğunu, söz konusu şirketin bir kısım işçi alacaklarının ve diğer alacakların tahsilini imkansız hale getirmeye yönelik iş ve işlemlerde bulunduğunu, Şanlıurfa 3. İcra Dairesi’nin 2017/14368 esas sayılı takip dosyasında davalı şirketin birçok menkul ve gayrimenkul malının haczedildiğini, yine Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü’nün 2019/9833 esas, 2018/2494 esas ve 2018/16413 esas sayılı icra takip dosyaları nedeniyle de davalı şirketin adresinde haciz ve muhafaza işlemleri yapıldığını, bu esnada borçlu şirketin üçüncü kişilerle danışıklı işlemlere girmek suretiyle 400.000,00 TL muvazaalı bono düzenlemek suretiyle Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2019/1131 esas sayılı takip dosyasıyla aleyhine icra takibi yapılmasını sağladığının, borçlu şirketin elinde bulunan ve halen borçlu şirket tarafından faal halde kullanılan bir kısım makine ve teçhizatların da Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2019/1131 esas sayılı icra takip dosyasıyla haczedilerek icra yoluyla satış işlemlerinin yapıldığının tespit edildiğini, bu danışıklı işlemlere karşı borçlu şirket ve borçlu şirketle danışıklı işlemlere girişen İbrahim Halil Ş. aleyhine Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2019/639 esas sayılı dava dosyasıyla muvazaalı icra takibinin iptalini talep ettiklerini, satış işlemlerinin durdurulması bakımından ihtiyati tedbir kararı verildiğini, İİK’nın 257/1 maddesinde rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcu nedeniyle ihtiyati haciz istenebileceğinin, 2. bentte ise vadesi gelmemiş borçtan dolayı hangi hallerde ihtiyati haciz istenebileceğinin açıklandığını, dava sonucunda hüküm altına alınacak işçilik alacaklarının tahsiline halel gelmemesi bakımından tedbirde ölçülülük ilkesi gözetilerek davalı şirket adına kayıtlı menkul ve gayrimenkul mallar üzerine müvekkilinin alacaklarını karşılayacak miktarda ihtiyati haciz konulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, beyan ve itiraz dilekçesinde özetle, müvekkili şirket hakkında takibe geçilmiş ise de alacaklı banka ile uzlaşma sağlandığını, ekte sundukları kıymet takdirinden de anlaşılacağı üzere müvekkili şirketin malvarlığının tüm borçlarını karşılayacak miktarda olduğunu, davacı tarafın muvazaaya yönelik itirazlarının da haklı olmadığını, Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin tedbir kararının geçici bir yöntem olduğunu, bir karar olmadığını, davacının tüm iddialarının asılsız olduğunu, ihtiyati haciz kararının telafisi imkansız zararlar doğuracağını, müvekkili daha fazla hak kaybına uğratılmadan talebin reddedilmesi gerektiğini, kaldı ki müvekkili şirket aleyhine açılan davalar (mahkememizin 2017/186 esas, 2018/686 karar sayılı dosyası ile Şanlıurfa 2. İş Mahkemesi’nin 2016/641 esas sayılı dosyası) sonucunda çıkan işçilik alacaklarının ödendiğini ve bu durumun protokol ile belirlendiğini, davacının talebinin haksız olduğunu belirterek davacının ihtiyati haciz talebinin reddine karar verilmesini, aksi kanaat halinde teminat bedeli alınmaksızın tedbir kararı verilmemesini talep etmiştir.

Bilindiği üzere, ihtiyati haciz, alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almak için mahkeme kararı ile borçlunun mallarına geçici olarak elkonulması olarak tanımlanmaktadır. İhtiyati haciz kararı talep edebilmek için, İİK’nın 257/1. maddesine göre alacağın para alacağı olması, vadesi gelmiş ve rehinle temin edilmemiş olması ya da İİK’nın 257/2. maddesindeki şartların gerçekleşmiş bulunması gerekir.

İİK’nın 258/1. maddesinin ikinci cümlesinde “Alacaklı alacağı ve icabında haciz sebebi hakkında mahkemeye kanaat getirecek deliller göstermeye mecburdur.” şeklinde yapılan düzenleme ile alacaklının ihtiyati haciz talep edebilmesi ve ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için alacağın varlığının ve istenebilir olduğunun tam ve kesin olarak ispat edilmesi gerekliliği aranmamış, bu konuda mahkemeye kanaat getirecek delillerin sunulması (yaklaşık ispat) yeterli kabul edilmiştir. Maddi hukuka göre kimin haklı veya haksız olduğu ise tam olarak yargılama sonucunda değerlendirilecektir.

Talep dilekçesi ve ekleri ile itiraz dilekçesi ve ekleri, tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, İİK’nın 257/1 maddesi kapsamında incelenmiş; yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde, davacı tarafından davalı şirket aleyhine kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ile yıllık izin alacaklarının tahsili talebiyle dava ikame edildiği, davalı tarafın davanın reddini talep ettiği, tanıklar dinlenildikten sonra bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, bilirkişi raporunda davacının 31.218,26 TL kıdem tazminatı, 3.318,00 TL ihbar tazminatı, 18.012,00 TL yıllık izin, 23.091,64 TL fazla mesai ücreti, 1.433,93 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti talep etmekte haklı olduğu kanaatine varıldığının belirtildiği, davacı vekilince yıllık izin ücreti olarak 2.926,20 TL talep edildiği, diğer alacak kalemlerinin ise bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah edildiği, mahkememizce ek rapor alınmasına karar verildiği ve yargılamanın derdest olduğu, ihtiyati haciz şartları ve yaklaşık ispat kuralları çerçevesinde değerlendirme yapılması gerektiği, somut dava ile ilgisi bulunmayan mahkeme veya icra takip dosyalarının dikkate alınamayacağı, bu kapsamda taraflar arasında iş akdi bulunduğu ve bu akdin sona erdiği hususlarında ihtilaf bulunmadığı, dolayısıyla feshe bağlı olarak istenebilecek olanlar dahil tüm işçilik alacaklarının muaccel olduğu, alacağın bir miktar para alacağına ilişkin olduğu, rehinle temin edildiğine dair bir bilgi veya belge sunulmadığı, tanık beyanları ve bilirkişi raporu ile yaklaşık ispat koşulunun da gerçekleşmiş olduğu, bu nedenlerle İİK’nın 257/1. maddesindeki şartlar gerçeklemiş olduğundan ayrıca İİK’nın 257/2. maddesindeki şartların gerçekleşmesine gerek bulunmadığı, durum ve koşullar, davanın geldiği aşama ve davacı işçinin pozisyonu itibariyle teminat alınmaması gerektiği anlaşıldığından talebin kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:
1-)Davacı vekilinin ihtiyati haciz talebinin KABULÜ ile davalı şirket adına kayıtlı taşınır ve taşınmaz malların, toplam 61.988,03 TL’yi karşılayacak miktardaki kısmının teminatsız olarak İHTİYATEN HACZİNE,
2-)İşbu karar 10 gün içinde infaz edilmediği takdirde ihtiyati haczin kendiliğinden kalkmış sayılmasına,
3-)İşbu ara kararın taraf vekillerine tebliğ edilmesine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda 7 gün içerisinde mahkememize itiraz yolu açık olmak üzere karar verildi.02/10/2019 Katip 205990
¸e-imzalı

Hakim 137269
¸e-imzalı

ALACAKLI, BORÇLUDAN ALDIĞI SENETTEKİ İMZAYI KONTROL ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜR

T.C
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014 / 27352
KARAR NO: 2015 / 2017
KARAR TARİHİ: 27.01.2015

ALACAKLI, BORÇLUDAN ALDIĞI SENETTEKİ İMZANIN BORÇLUNUN ELİ ÜRÜNÜ OLUP OLMADIĞINI KONTROL ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜR, BUNU KONTROL ETMEDEN İCRA TAKİBİ YAPAR VE İMZAYA İTİRAZ HALİNDE, ALACAKLI %20 TAZMİNAT VE %10 PARA CEZASINDAN SORUMLU TUTULUR.

ÖZET: Senetteki imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığını kontrol etmeden ya da imzanın huzurunda atılmasını sağlamadan bonoyu alan alacaklı, imzaya itirazı kabul edilen keşideci borçluya karşı başlattığı takipte ağır kusurlu kabul edilmelidir. O halde, mahkemece, alacaklının takip konusu asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminatla ve %10’u oranında para cezası ile sorumlu tutulması gerekir.(2004 S. K. m. 170)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki taraflarca istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Nihal Tozlu tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: 1) Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre alacaklının temyiz itirazlarının REDDİNE;

2) Borçlunun temyiz itirazlarına gelince:

Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte borçlu, keşideci imzasına itiraz etmiş olup mahkemece aldırılan raporlar doğrultusunda itirazın kabulü ile takibin borçlu yönünden durdurulmasına karar verilmiştir.

İİK’nun 170/3.maddesi uyarınca icra mahkemesi, yapacağı inceleme sonucunda inkar edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse, itirazın kabulüne karar verir. Aynı maddenin 4.fıkrasında ise icra mahkemesince itirazın kabulüne karar verilmesi halinde senedi takibe koymada kötüniyeti veya ağır kusuru bulunduğu takdirde, alacaklının takip konusu alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminata ve alacağın %10’u oranında para cezasına mahkum edileceği düzenlenmiştir.

Somut olayda, takip dayanağı bonoda lehtar sıfatını taşıyan takip alacaklısı tarafından keşideci hakkında icra takibi yapıldığı, mahkemece, borçlunun imzaya itirazının kabul edildiği görülmektedir. Bu durumda lehtar, ilgili bonodaki imzanın keşideci borçluya ait olup olmadığını bilebilecek durumdadır. Senetteki imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığını kontrol etmeden ya da imzanın huzurunda atılmasını sağlamadan bonoyu alan alacaklı, imzaya itirazı kabul edilen keşideci borçluya karşı başlattığı takipte ağır kusurlu kabul edilmelidir.

O halde, mahkemece, İİK’nun 170/son maddesi uyarınca alacaklının takip konusu asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminatla ve %10’u oranında para cezası ile sorumlu tutulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda (2) nolu bentte yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.01.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.

KOOPERATİF ORTAĞINA TAHSİS EDİLEN KONUT-KOOPERATİF YÖNETİCİLERİNE KARŞI TAZMİNAT DAVASI AÇILABİLMESİ

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2002/4549
K. 2002/8927
T. 14.10.2002

1163/m.98,336
6762/m.336

ÖZET : Kooperatif Yönetim Kurulu üyelerinin, gerek kanunun, gerekse ana sözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri kasten veya ihmal sonucu yapmadıkları iddia edilmediğinden, şirket adına yapmış oldukları sözleşme ve işlemlerden ötürü şahsen sorumlu değildirler. Diğer yandan, kooperatif yöneticilerine karşı tazminat davası açılabilmesi için, davacı ortağın öncelikle kooperatiften daire veya tazminat alma olanağının kalmadığının sabit hale gelmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada ( Kayseri Asliye Ticaret Mahkemesi )’nce verilen 13.2.2002 tarih ve 1999/532-2002/43 sayılı Kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı Sadık vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkiline tahsis edilen konutun, dava dışı kooperatif ortağı Celal’in açtığı dava sonunda elinden alındığını, kooperatif dışındaki davalıların müvekkilini kooperatife ortak olarak kabul eden yönetim kurulu üyesi oldukları gibi halen de tasfiye kurulu üyesi olduklarını, usulsüz işlemler nedeniyle müvekkilinin elindeki konutu kaybetmek suretiyle zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hak saklı kalmak kaydıyla, konut bedeli olan 7.000.000.000.-TL.nın davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalı Sadık vekili, davacının ortaklığa kabulü sırasında müvekkilinin yönetici olmadığını, üyelikten 2 ay sonra yönetici seçildiğini ve 16.4.1995 tarihinde istifa ettiğini, istenen tazminatın da abartıldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Diğer davalılar, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, davacının ödemelerinin diğer ortaklardan fazla olduğu, davacının konutsuz kalması nedeniyle isteyebileceği tazminatın 6.750.000.000.-TL olup, daha önce konutta belli bir süre oturmuş olması nedeniyle tazminattan kira bedelinin indirilmesi gerektiğine ilişkin itirazın davacının iyiniyetli zilyet olması nedeniyle yerinde görülmediği gerekçesiyle 6.750.000.000.-TL.na dava tarihinden itibaren reeskont oranı üzerinden temerrüt faizi işletilmek üzere davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı Sadık vekili temyiz etmiştir.
Dava, kooperatifin ortağı olan davacıya konut verilememesi nedeniyle uğranılan zarara karşılık konut bedelinin tazmini istemine ilişkindir. Husumet kooperatifin yönetim ve tasfiye kurulu üyelerine yöneltilmiştir.

1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 98. maddesinin yollaması gereğince uygulanması gereken TTK. nun 336. maddesine göre genel olarak yönetim kurulu üyeleri şirket adına yapmış oldukları sözleşme ve işlemlerden ötürü şahsen sorumlu değillerdir. Aynı maddede 5 bent halinde açıklanan durumlar, bu genel ilkenin istisnaları olarak gösterilmiştir. Anılan istisnalardan olan 5. bent gereğince gerek kanunun, gerekse ana sözleşmenin kendilerine yüklediği görevleri kasten veya ihmal sonucu olarak yapmayan yönetim kurulu üyeleri aleyhine zarar gören ortak doğrudan dava açabilir. Ancak, dava dilekçesinde davalıların anılan Yasanın 336. maddelerinin 5. bendinde açıklanan kasıt ve ihmali iddiasında bulunulmamıştır.

Diğer yandan, kooperatif yöneticilerine karşı tazminat davası açılabilmesi için davacı ortağın öncelikle kooperatiften daire veya tazminat alma olanağının kalmadığının sabit hale gelmesi gerekmektedir. Kooperatife karşı böyle bir talep hakkı bulunduğu sürece yöneticilere karşı henüz dava açma hakkı doğmayacağında davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kısmen kabul kararı verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Sadık vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın ( BOZULMASINA ), ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 14.10.2002 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version