İTİRAZIN İPTALİ KARARI ÜZERİNE ALACAKLI TARAFINDAN İTİRAZA KONU TAKİP DOSYASI ÜZERİNDEN HARCI YATIRILARAK ALACAĞIN TAHSİLİ MÜMKÜN OLDUĞU – AYRI BİR TAKİP BAŞLATILMASI USUL EKONOMİSİNE AYKIRI OLDUĞU

T.C.
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/22967
K. 2016/3277
T. 25.2.2016

• TAKİBİN İPTALİ İSTEMİ (Alacaklı Tarafından İtirazın İptali Davası Açılması Sonucu Mahkemece İtirazın İptaline Karar Verildiği – İlama Bağlanan Alacaklar İçin İlk Takip Dosyasında İcra Emri Düzenlenerek Takibe Devam Edileceği/Makul ve Kabul Edilebilir Bir Gerekçe Olmaksızın Ayrı Bir Takip Yapılması Usulsüz Olduğu – İstemin Kabulü Gerektiği)

• USUL EKONOMİSİ İLKESİ (Takibin İptali İstemi – İtirazın İptali Kararı Üzerine Alacaklı Tarafından İtiraza Konu Takip Dosyası Üzerinden Harcı Yatırılarak Alacağın Tahsili Mümkün İken Makul ve Kabul Edilebilir Bir Gerekçe Olmaksızın Ayrı Bir Takip Başlatılması Usul Ekonomisine Aykırılık Teşkil Ettiği Gözetilerek Takibin İptaline Karar Verileceği)

• İTİRAZ KONUSU TAKİP DOSYASI ÜZERİNDEN TAKİBE DEVAM ETME (Takibin İptali İstemi – İtirazın İptali Kararı Üzerine Alacaklı Tarafından İtiraza Konu Takip Dosyası Üzerinden Harcı Yatırılarak Alacağın Tahsili Mümkün Olduğu/Makul ve Kabul Edilebilir Bir Gerekçe Olmaksızın Ayrı Bir Takip Başlatılması Doğru Olmadığı – İstemin Kabul Edileceği)

• MAKUL VE KABUL EDİLEBİLİR GEREKÇE OLMADAN AYRI TAKİP BAŞLATILAMAYACAĞI (İtirazın İptali Kararı Üzerine Alacaklı Tarafından İtiraza Konu Takip Dosyası Üzerinden Harcı Yatırılarak Alacağın Tahsili Mümkün Olduğu – Ayrı Bir Takip Başlatılması Usul Ekonomisine Aykırılık Teşkil Ettiği Gözetilerek İstemin Kabul Edileceği/Takibin İptali İstemi)

6100/m.30

ÖZET : Dava; takibin iptali istemine ilişkindir. Somut olayda, alacaklı tarafından başlatılan ilamsız takibe, borçlu tarafından itiraz edilmiş, itirazın iptali istemi üzerine mahkemece itirazın iptaline karar verilmiştir. İcra Müdürlüğü’nce, ilama bağlanan alacaklar için ilk takip dosyasında icra emri düzenlenerek takibe devam olanağı bulunmaktadır. Makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın ayrı bir takip yapılması usulsüzdür. O halde Mahkemece, borçlunun isteminin kabulüyle yapılan takibin iptaline karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Borçlu vekili, takibe konu; … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin … sayılı itirazın iptali ilamının itiraza konu ilk takip dosyasına sunulması gerekirken, … bs İcra Müdürlüğü’nde ayrı bir takip başlatıldığını, bunun usul ve Yasa’ya aykırı olduğunu takibin iptalini talep etmiş, Mahkemece; şikayetin reddine karar verilmesi üzerine, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

6100 Sayılı HMK’nun 30. maddesinde “Hakim yargılamanın makul süre içinde düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür” şeklinde, usul ekonomisi ilkesi hüküm altına alınmıştır.
Dairemizin önceki içtihatlarında; itirazın kaldırılması ya da itirazın iptali ilamında yer verilen vekalet ücreti, yargılama gideri ve tazminat alacakları için ayrı bir ilamlı takip başlatılmasının mümkün olabileceği kabul edilmiş ise de; sonradan oluşan görüş ve kanaat ile tarafları aynı olan ve aynı alacaktan kaynaklanan ilamlar için itiraza konu takip dosyası üzerinden harcı yatırılarak alacağın tahsili mümkün iken, makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın ayrı bir takip başlatılması yukarda Yasa ile düzenleme altına alınan usul ekonomisine aykırılık teşkil etmesi sebebi ile ayrı takip yapılmaması gerektiği benimsenmiş, bu yöndeki uygulama süreklilik kazanmıştır.
Somut olayda, alacaklı tarafından … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyasında başlatılan ilamsız takibe, borçlu tarafından itiraz edilmiş, itirazın iptali istemi üzerine … Asliye Hukuk Mahkemesi’nce itirazın iptaline, takibin devamına, %40 inkar tazminatı olan 15.472,40 TL ile 3.355,00 TL vekalet ücretinin ve 2.325,80 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir. Anılan bu karar, eda hükmünü içeren inkar tazminatı, yargılama gideri ve avukatlık ücretinin tahsili için … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyası ile ilamlı takibe konu edilmiştir. Yukarıda kabul edilen ilke ve açıklamalar doğrultusunda İcra Müdürlüğü’nce, ilama bağlanan alacaklar için ilk takip dosyasında icra emri düzenlenerek takibe devam olanağı bulunmaktadır. Makul ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaksızın ayrı bir takip yapılması usulsüzdür.

O halde Mahkemece, borçlunun isteminin kabulüyle … İcra Müdürlüğü’nün … sayılı dosyasıyla yapılan takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeler ile reddi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlu vekilinin temyiz itirazının kabulüyle Mahkeme kararının yukarda yazılı sebeple İİK’nun 366 ve 6100 Sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 25,20 TL peşin harcın temyiz edene iadesine, 25.02.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

VEKİLLE TAKİP EDİLEN İŞLERDE VEKİLE TEBLİĞ ZORUNLULUĞU- BORÇLU VEKİLİNİN ŞİKAYET NEDENLERİNİ BİLDİRMESİ- USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/15725
KARAR:2018/331 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Şikayet

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine karar verilmiş olup hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

K A R A R

Borçlu vekili, takip dayanağı ilamda aracın davalıya iadesine ve 16.500,00 TL nin aracın tesliminden itibaren işleyecek yasal faizi ile davacıya verilmesine karar verildiğini, bedele ilişkin olarak … 2. İcra Müdürlüğü’nün 2014/6378 Esas sayılı dosyası ile takip başlattıklarını, alacaklının da aracın teslimine ilişkin şikayete konu … 2. İcra Müdürlüğü’nün 2014/6533 Esas sayılı dosyası ile takip başlattığını, para borcu ödenmeden aracın tesliminin mümkün olmadığını, icra emrinin vekile tebliğ edilmesi gerekirken asile tebliğ edildiğini belirterek takibin iptaline aksi taktirde icra emrinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, takip dayanağı ilama göre tarafların edimleri arasında öncelik sırasının bulunmadığı gerekçesiyle takibin iptaline yönelik talebin reddine, icra emri asile tebliğ edildiği gerekçesiyle de icra emrinin iptaline karar verilmiş olup hüküm borçlu vekilince temyiz edilmiştir.

HMK’nun 73, 81, 82, 83 Avukatlık Kanunu’nun 41., Tebligat Kanunu’nun 11. maddeleri gereğince vekille takip edilen işlerde vekile tebligat zorunludur.

Ne var ki vekile tebliğ zorunluluğunun bulunması asile tebligat yapılması lüzumunu ortadan kaldırmaz. Şöyle ki; ÎİK’nun 76. maddesinde düzenlenen mal beyanında bulunmamak suçu, 338. maddesinde düzenlenen hakikate muhalif beyanda bulunma suçu gibi icra-iflas suçlarında borçlunun cezalandırılabilmesi için icra emrinin borçlunun vekiline değil, kendisine tebliğ edilmiş olması gerekir. (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, cilt 2, sh: 1280) Cezaların şahsiliği kuralı gereğince borçlu asilin cezai yönden sorumlu tutulabilmesi için icra emrinin borçlu asile tebliği zorunludur.

İcra takibinin dayanağı, … 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 04.11.2014 tarih 2013/408 Esas 2014/455 Karar sayılı ilamında “… Davanın kabulü ile, davaya konu 2004 model Citroen Marka, 17 HY 007 plakalı aracın davalıya iadesine, 16.500,00 TL’nin aracın davalıya tesliminden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine…” şeklinde hüküm kurulmuştur. Anılan ilam bu haliyle edimlerin aynı zamanda ifası (birlikte ifa) yükümlülüğünü vermektedir. İlamın infazı, ayıplı aracın teslimi ile belirlenen tazminat tutarının ödenmesinin birlikte gerçekleştirilmesini gerektirir. Her ne kadar vekille talep edilen işlerde icra emrinin vekile tebliği gerekir ve süreler tebliğ ile başlar ise de borçlu vekili şikayetinde bu usulsüzlüğün yanında diğer şikayet nedenlerini de bildirdiğinden artık icra emrinin vekile tebliğ edilmemesi nedeniyle icra emrinin iptaline karar verilemez. Kaldı ki icra emri daha sonra borçlu vekiline 15.12.2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkemece birlikte ifa kuralı gereğince takibin durdurulmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde sonuca gidilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca kısmen BOZULMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 15.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MAZERET DİLEKÇESİNİN SEHVEN BAŞKA MAHKEMEYE GÖNDERİLMESİ

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/19390
K. 2014/27320
T. 15.12.2014

* (Baro Temsilciliği Tarafından/Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Mahkemece Dosyanın Öncesinde de İşlemden Kaldırıldığı Gerekçesiyle Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilmesinin Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu)

* BARONUN ADLİYEDEKİ BÜROSUNA GÖNDERİLEN MAZERET DİLEKÇESİ (Baro Temsilciliği Tarafından Sehven Başka Mahkemeye İletildiği ve Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Mahkemece Dosya 2. Kez Takipsiz Kaldığından Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği/Vekilin Geçerli Bir Özrü Bulunduğu)

* VEKİLİN GEÇERLİ ÖZRÜ BULUNMASI (Baronun Adliyedeki Bürosuna Gönderdiği Mazeret Dilekçesinin Sehven Başka Mahkemeye İletildiği ve Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Mahkemece Dosya 2. Kez Takipsiz Kaldığından Davanın Açılmamış Sayılmasına Karar Verilemeyeceği)

* DAVANIN AÇILMAMIŞ SAYILMASI KARARININ USUL VE YASAYA AYKIRILIĞI (Vekilin Baronun Adliyedeki Bürosuna Gönderdiği Mazeret Dilekçesinin Sehven Başka Mahkemeye İletildiği ve Duruşma Saatinin Geçmesinden Sonra Asıl Mahkemeye İntikal Ettiği – Vekilin Geçerli Bir Özrü Bulunduğu)

6100/m. 150/6, 320/4

1086/m. 409

ÖZET : Mahkemece, 2. kez takipsiz kaldığından HMK 150/6 maddesi gereği davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Son celsede davacı vekilinin gönderdiği mazeret dilekçesinin Baro Temsilciliği tarafından sehven başka mahkemeye iletildiği ve duruşma saatinin geçmesinden sonra asıl mahkemeye intikal ettiği, mahkemece dava dosyasının daha öncesinde de işlemden kaldırıldığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, anlaşılmakla davacı vekilinin geçerli bir özrü bulunmasına karşın davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

DAVA : Davacı, iş göremezlik oranının yeniden tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

KARAR : Dava; iş kazası neticesinde davalı kurum tarafından tespit edilen iş göremezlik oranının % 14,3’den, % 45’e yükseltilmesine karar verilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, 2. kez takipsiz kaldığından HMK 150/6 maddesi gereği davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Davacı vekili 17/06/2014 tarihli son duruşmadan önce, mahkemeye iletilmek üzere Mersin Barosunun adliyedeki bürosuna mazeret dilekçesi göndermiş, duruşma saatinde Adana 3. Çocuk Mahkemesi’nin 2012/145 Esas sayılı dosyasının duruşmasına katılacağını bu nedenle duruşma saatinin 11.30’a bırakılmasını talep etmiş, mazeret dilekçesi sehven aynı gün duruşmaları olan Mersin 2. İş Mahkemesi çalışanına verilmiş, ancak yanlış geldiğinin anlaşılması üzerine saat 14.05 ‘te tutulan tutanak ile birlikte 4. İş Mahkemesine teslim edilmiştir.

İşlemden kaldırma ve davanın açılmamış sayılması müessesesi HMK 320/4. maddesinde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 409 ve devamı maddelerinde) düzenlenmiştir.

Kural olarak, mahkemece; taraflara usulüne uygun davetiye çıkarılması, bu yolla tarafların duruşmada hazır bulunmalarının ve savunma yapabilmelerinin sağlanması yasal bir zorunluluk ve hukuki dinlenilme hakkının da gereğidir.

Usulüne uygun davet edilen taraf davacı ise, davasını takip etmek istiyorsa, bizzat ya da vekili vasıtasıyla duruşmaya katılmalıdır. Eğer duruşma günü celseye katılma imkanı yoksa, buna ilişkin mazeretini bildirmeli, belgelemeli ve duruşma gününün kendisine bildirmesi için gerekli giderleri de yatırmalıdır. Davalı taraf ise, yargılamaya katılmak istemiyorsa ve savunma yapmayacaksa katılmak zorunda değildir. Bu durumda davayı inkar etmiş sayılır; davayı takip etmek isteyip de buna imkanı yoksa bu durumu dilekçesi ile bildirmeli, belgelemeli ve tebliğ giderlerini de yatırmalıdır.

Davacı yanca mazeret bildirilmiş; mazereti hazır bulunan taraf ve mahkeme kabul etmişse, bu halde yargılamaya devam olunarak belirlenecek yeni duruşma gününün yatırılan davacı giderlerinden karşılanarak gelmeyen tarafa bildirilmesi gerektiğinde de kuşku yoktur.

Davacı mazeret bildirmiş ancak belgelendirmemişse ya da gönderdiği mazeret geçerli değilse, hazır bulunan taraf sorulmasına karşın mazereti kabul etmemişse, mahkeme mazereti değerlendirecek kabul ederse açıklanan şekilde davacı tarafa yeni duruşma gününü bildirecek, kabul etmezse de davanın hazır bulunan tarafça takip edildiğine ilişkin açık bir beyan bulunmadığından dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verecektir.

Somut olayda; 17/06/2014 tarihli son celsede davacı vekilinin gönderdiği mazeret dilekçesinin Baro Temsilciliği tarafından sehven başka mahkemeye iletildiği ve duruşma saatinin geçmesinden sonra asıl mahkemeye intikal ettiği, mahkemece dava dosyasının daha öncesinde de işlemden kaldırıldığı gerekçe gösterilerek davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, anlaşılmakla davacı vekilinin geçerli bir özrü bulunmasına karşın davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve yargılamaya kaldığı yerden devam olunmak üzere karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 15.12.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ARSA SAHİBİNİN YÜKÜMLÜLÜKLERİNİ YERİNE GETİRİLMEDİĞİ İDDİASI İLE YÜKLENİCİ TARAFINDAN ARSA PAYI KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ NEDENİYLE OLUŞAN ZARARLARIN TAHSİLİ

T.C
YARGITAY
23. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/9795
KARAR:2018/3874

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında Düzenleme şeklinde satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesi düzenlendiğini, sözleşmeye göre yüklenici olan müvekkilinin inşaat yapabilmek için gerekli hazırlıkları yaparken davalının sözleşmenin iptali için dava açtığını, bu davanın reddedildiğini, davalının edimlerini yerine getirmekten kaçındığını, arsa üzerindeki evi tahliye ederek, müvekkiline teslim etmediğini, daha sona 3. kişiyle sözleşme yaparak arsa üzerine bina yaptırmaya başladığını, davacının arsa üzerine yapacağı binadan elde edeceği kardan yoksun kalmasından dolayı munzam zararları olarak 1.000,00 TL ve yapmış olduğu inşaat hazırlıkları ve proje çizim bedelleri ile … Kurulu aşamalarındaki giderlerinden dolayı 1.000,00 TL olmak üzere fazlaya ilişkin haklarının saklı kalması kaydıyla şimdilik 2.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının dava konusu inşaatın yapılması hususunda samimi ve ciddi olmadığından bahisle başka bir yüklenici ile sözleşme yaparak inşaatın tamamlandığını öne sürerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; Davalı arsa sahibi tarafından davacı yüklenicinin kendisine gönderdiği ihtarnameye rağmen sözleşmeye konu inşaatın yapılacağı yerdeki binayı tahliye edip teslim etmediği ve yeni bir yüklenici ile anlaşıp inşaatı bu yükleniciye yaptırmış olması nedeniyle sözleşmenin feshinde kusurlu olduğu, davacı tarafından yapılan mimarı proje, statik proje, mekanik proje ve elektrik proje bedeli toplamı ile sözleşme harç toplamı 5.979,50 TL ile yüklenicinin inşaata başlayamamış olması nedeniyle bilirkişiler tarafından hesaplanan karının %30 tutarının davalı arsa sahibinden talep edebileceği, ancak davacının yaptığı proje giderleri ve harcın davacı tarafından yapılması gereken zorunlu giderler olup kar kapsamı içinde değerlendirilmesi gerektiğinden kar kaybı olarak hesaplanan 9.562,50 TL talep edebileceği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava, yüklenici tarafından arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle davalı arsa sahibinin yükümlülüklerini yerine getirmediğinden bahisle zarara uğradığını öne sürerek ikame edilen tazminat davasıdır.

Dosyanın incelenmesinde davalı arsa sahibi tarafından sözleşmenin feshi amacıyla ikame olunan davanın reddolunduğu ve bu kararın 20.01.2009 tarihinde kesinleştiği görülmüştür. Kararın kesinleşmesini müteakiben yüklenici tarafından arsa sahibine 16.04.2009 tarihli ihtarname keşide edilerek taşınmazın tahliyesi talep edilmiştir ve arsa sahibi tarafından 19.09.2011 tarihinde yeni bir yüklenici ile sözleşme yapıldığı anlaşılmıştır. İkinci sözleşme tarihine kadar arada bir işin yapılmadığı gözetilerek yüklenicinin de müspet ve menfi zarar istemekle bu davayı açarak fesih iradesi gösterdiği, arsa sahibinin 19.09.2011 tarihinde yeni bir yüklenici ile sözleşme yaptığı ve fesih iradelerinin birleştiği göz önünde bulundurulduğunda fesihte kimin haklı olduğu uyuşmazlığın çözümünde önem arz etmektedir.

Yüklenici tarafından gönderilen 16.04.2009 tarihli ihtarname ile yeni sözleşme tarihi arasında tahammül sınırını aşacak süre geçtiği için sözleşmenin feshinde kimin haklı olduğu değerlendirilip fesihte yüklenicinin haksız olduğu sonucuna varılırsa arsa sahibi tarafından kullanılabilecek yüklenicinin yapmış olduğu ve davalı tarafından yararlanılabilecek varsa imalat ve işlerin bedellerinin sebepsiz zenginleşme hükümlerine tahsiline karar verilmesi ; arsa sahibinin kusurlu olması durumunda ise yüklenicinin menfi ve müspet zarar talep edebileceği gözetilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harçların istek halinde temyiz edene iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 02.07.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KAT MALİKLERİNİN TALEBİ-PROJEYE AYKIRILIK TESCİL EDİP PROJEYE GÖRE DÜZELTİLMESİNE KARAR VERİLEN YERLERİN PROJEYE UYGUN HALE GETİRİLMESİ

T.C
YARGITAY
20. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2017/964
KARAR:2018/4725

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan duruşması sonunda kurulan hükmün Yargıtayca incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmekle, süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, tarafların davaya konu taşınmazın kat malikleri olduklarını, davalılardan…’un taşınmazın büyük hissedarı ve yöneticisi ve binada bir çok mağazanın çalıştırıcısı olduğunu ve binadaki bu işyerlerinden büyük kazanç sağladığını ve bunu arttırabilmek için işyerlerini ve binayı süper lüks bir duruma sokmak istediğini ve bunun için durmadan projeye ve Kat Mülkiyeti Kanununa aykırı, eski bir yapı olan binanın deprem ve yangın riskini arttıran inşaat ve ameliyeler yaptığını bildirerek, davalılar tarafından projeye uygun eski hale getirilmesini istediği hususların;

…) Davalı… apartmanın girişine göre sağ duvara 3 nolu dükkan tarafına yaptığı betopen kaplamanın projeye uygun hale getirilmesine,
2) Davalı…’un giriş holündan yukarı çıkan merdivenlerin yerinin değiştirilip projeden farklı hale getirildiğinden tavan yüksekliğinin değiştirildiğinden bahisle projede eski halinde demir ferforjeli giriş kapısı yerine aliminyum kapı takıldığından projeye uygun hale getirilmesi,
3) Davalı…’un ahşap küpeşteli ferforjeli trabzanları sökerek yerine aliminyum korkuluk ve merdiven yaptığından projedeki yerine yapılmasına karar verilmesi,
…) Davalı…’un kullandığı 6 ve 7 nolu bağımsız bölümlerin ön ve yan cephelerine pencerelerine aliminyum paneller yazılar, saçaklar aydınlatma ve kamera tesisat üniteleri koyduğundan kaldırılmasını.
5) Davalı…’un binanın cephesine 6 nolu daire ile 5 nolu dükkan arasına koyduğu kameranın kaldırılmasına.
6) Davalı…’un malik olduğu … nolu dükkanın arka duvarını yıkarak apartmanın ortak holüne tecavüz edip işgal ettiğinden müdahalesinin önlenmesine.
7) Davalı…’un malik olduğu … nolu dükkanın apartmanın ortak alanı olan koridor olarak gösterilen bölümdeki (L) şeklindeki duvarı yıkıp tecavüz ettiğinden ve 5 nolu dükkan arasındaki duvar arasındaki kapıyı duvarla örerek iptal ettiğinden apartman girişindeki 35 cm kalındığındaki duvarı yıkarak koridoru işgal edip elektrik ve su tesisatı giderleri yaptığından tesisatların kaldırılmasına.
8) Davalı…’un binanın arkasındaki komşu bina bahçesine koyduğu jeneratörün elektrik kablolarının kaldırılmasına,
9) A- Davalı…’un 5 nolu bağımsız bölümdeki … caddesine bakan giriş kapısının ve etrafının kaldırılarak yeniden yapıldığından saçak ve metal yazılar ve armatürler ilave edildiğinden kaldırılmasına,
B- Aynı cephede … ve 2. katlarda bulunan pencereleri kapatarak önlerine aliminyum plakalar ve anten koyduğundan … adet pencerelerin ölçülerini değiştirdiğinden eski hale getirilmesine
10) Davalı…’un 5 nolu mağazanın zemin katında … nci katına çıkan …kollu merdivenlerin …’ ini yıkarak ortadan kaldırıp mahale ilave ettiğinden eski hale getirilmesine,
11) Davalı…’un 5 nolu mağazanın … ve 2. katlarındaki depo odalarının ortak merdiven sahanlığının etrafındaki duvarları ve kapıları yıkarak ortadan kaldırdığından aykırı bölmeler lavobalar, tezgahlar yaptığından eski hale getirilmesine,
12) Davalı…’un binanın ön bahçesindeki toprak ve yeşilliği kaldırıp taş döşeyip otopark haline getirdiğinden müdahalesinin önlenmesine;
13) Davalı…’un 7 nolu dairenin bina arka cephesinde bulunan balkonunun arka duvarını kaldırıp bina içine doğru 120 cm geri aldığından balkonun dıştaki uzantısını kısalttığından balkonun önünü alimunyum panjurla kapattığından projeye uygun hale getirilmesine,
14) Davalı … …’in 9 nolu dairenin balkonunu 7 nolu dairenin balkonu gibi projeyi aykırı hale getirdiğinden taşıyıcı ve yan duvarların projeye uygun hale getirilmesine
15) A- Davalı … …’in 3 nolu dükkanın bina ortak alanı ile arasındaki girişe göre sol yan duvarındaki …pencereyi örerek ortadan kaldırdığından projeye uygun hale getirilmesine,
B- 3 nolu dükkanın apartman girişiyle arasındaki taşıyıcı duvarın yıkılarak dükkanın genişletildiğinden eski hale getirilmesine,
16) Davalı … …’in 3 nolu dükkanın maliki davalı …’un kiracısı olduğu davalı…’un … nolu dükkanın maliki olduğu 3 ve … nolu dükkan arasındaki yıkılan duvarın yeniden yapılmasına tüm projeye aykırı yapılan imalatların eski hale getirilmesine ilişkin olduğunu beyan ederek, projeye aykırı yapılan imalatların eski hale getirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Eldeki dava dosyası ile birleştirilen … …. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/528 E. – 2014/153 K. sayılı dosyasında davacı vekili ….06.2006 dava dilekçesinde tarafların, … ili, … ilçesi, .., … caddesi 40 sayıdaki binanın kat malikleri olduğunu, davalı tarafından anagayrimenkulün ortak yerlerine binanın giriş holüne, elektrik ve telefon kabloları çektirerek, masa, sandalye, ısıtıcı koyarak büro haline getirdiğini, apartmanın önünde bulunan bahçeyi işgal ederek otoparka dönüştürdüğünü, yöneticinin ön bahçeyi kullanmasına korumaları eliyle engel olduğunu, bunları delil tespiti dosyası ile tespit ettirdiğini, davalının ortak yerlere elatmasının önlenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece; asıl dava üzerinden devam eden dosyadan, bozma kararı uyarınca hazırlatılan bilirkişi raporu hükme esas alınmak suretiyle; mahkemece;
Davacı …’nun mahkemenin 2013/592 Esas sayılı dosyasındaki:
… nolu talebinin kabulüne, anayapı girişi önüne kapıdan girilen yere girişin sağ duvarına, 3 nolu dükkan tarafına duvara konulan betopenin ve yapılan alüminyum giriş bölümünün mimari röleve projesinde mevcut olmadığı, projeye aykırı olarak yapıldığı anlaşıldığından … nolu iddia yönünden davacının davasının kabulüne, davalılar tarafından projeye aykırılığın projeye uygun hale getirilmesine, bu konuda davalılara takdiren …gün süre verilmesine,
…nolu talebinin kabulüne, anayapı giriş holünden yukarı katlara çıkılan merdivenin yerinin değiştirildiği, … iken farklı olarak yapıldığı, hol tavanının tavan yüksekliğinin değiştirildiği, elektrik su doğalgaz saatlerinin bulunduğu hole plastik döşeme, duvarlara yanıcı suntalam, lambri dolaplar konulduğundan bunların tümünün kaldırılmasına merdivenlerin projedeki yerine tekrar yapılmasına, duvarların giriş kapısının eski hale getirilmesine,
Bu işlemin binanın yaşı dikkate alındığında tehlike arz etme ihtimali bulunduğundan statik hesaplama yapılıp statik proje çizdirildikten sonra yerine getirilmesine, bu iş için 3 ay süre verilmesine,
3 nolu talebinin: “anayapı girişinden üst katlara çıkan merdivenlerin yanındaki küpeşteli ferforje yerine alüminyum korkuluk konulduğundan bunların kaldırılması, eski hale getirilmesi, ahşap … … … projedeki yerine yapılması talebinin tastikle röleve projesinde küpeştenin nasıl yapılacağı belirlenemediğinden, ferforje merdiven küpeştesi apartmana değer katıcı estetik açıdan artı bir durum olduğu anlaşıldığından” reddine,
… nolu talebinin; kabulüne, 6 ve 7 nolu dairelerin yasaya aykırı olarak güzellik salonu olarak kullanıldığı, bu dairelerin ön ve yan cephelerine pencerelerine alüminyum paneller, yazılar aydınlatma ve kameralar konulduğundan tüm bunların kaldırılmasına, bu iş için davalılara …gün süre verilmesine,
5 nolu talebinin; “davalı …’in 6 nolu daire ile 5 nolu daire arasına duvar üzerine kamera koyduğu, kanuna aykırı olarak davacı ve ailesi mensuplarının görüntülerini kaydettiği, kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla kameranın kaldırılmasının talep edildiği, kamera görüntü kirliliği yaratmadığından davalının kendi dairesi hudutları içinde güvenlik açısından yararlı olduğu,
6 nolu talebinin, davalı …’in maliki olduğu … nolu dükkanın arka duvarını yıkarak apartmanın ortak giriş holüne el attığı ve bu durumun projeye aykırı olduğu,
… 2. İcra Müdürlüğünün kararı ile bu durum eski hale getirildiği,
7 nolu talebinin; “keşif esnasında iddia edildiği gibi elektrik ve su tesisat giderlerine rastlanmadığından duvarda bulunan elektrik ve su tesisatı dolabı projeye aykırı olmayıp ana yapıya zarar verilmeyecek değişiklikler mahiyetinde olduğu,
8 nolu talebinin; “davalı …’in arka bahçeye bitişik komşu parsel bahçesine koyduğu iddia edilen jeneratör kablolarının keşif esnasında iddia edildiği gibi ortada bulunmadığı,
9 nolu talebinin; davalı …’in 3/… payının maliki ve …/… payının kiracısı olduğu 5 nolu dairede açılan pencerelerin projeye aykırı olduğu,
10 nolu talebinin; “anayapıdaki 5 nolu dükkanın zemin katından birinci katına kolunun tastikli röleve projesinde tek kollu olduğu ve halende böyle kullanıldığı,
11 nolu talebinin; “5 nolu dükkanın … ve 2. katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı etrafındaki duvar ve kapıların yıkılıp kaldırıldığı, kira sözleşmesine ve projeye aykırı bölmeler yapıldığı, içerisine lavabo, tezgah, pis su ve elektrik tesisatları yapıldığından projeye uygun hale getirilmesi talebinin 5 nolu dükkanın birinci ve ikinci katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı ve bölme duvarlarının yıkılması hususunda davacı davalı ile imzaladığı kira sözleşmesinde buna izin verdiği,
12 nolu talebinin; “davalı …’in binanın ön bahçesini projeye aykırı olarak doldurarak toprak ve yeşilliği kaldırıp taş döşeyip otopark haline getirdiği iddiasının mevcut röleve projesinde bahçe olarak görülmediğinden bahçenin hangi malzeme ile kaplı olduğu zeminin toprak döşeme olup olmadığı belirtilmediğinden dükkanlara gelen kişilerin araçlarını bu bölümlere bıraktıkları bağımsız bölümlerde oturanların maliklerinin de araçlarını park edecekleri otopark sorunu çözümüne katkı sağladığı,
13 nolu talebinin; “davalı …’in maliki olduğu 7 ve 9 nolu dairelerinin yine arka cephesindeki balkonlarının projeye uygun olduğu,
7 nolu dairenin balkonundan soğutma ünitelerinin görünmesinin projeye aykırı olmadığı,
14 nolu talebinin; “9 nolu dairenin yine arka cephesindeki balkonun projeye uygun olduğu,
15 nolu talebinin; “davalı H. …’in 3 nolu dükkanın maliki ve davalı Sonay’ın kiracısı olduğu davalı …’in 3 nolu dükkan ile bina ortak alanı arasındaki girişe göre sol yan duvar arasındaki iki pencereyi örerek kapattığı, 3 nolu dükkanın apartman girişi ile aradaki taşıyıcı duvarı yıkarak duvar ördüğü ve dükkanı genişlettiği, binayı deprem riski altına soktuğu ve projeye uygun hale getirilmesi isteminin … 2. İcra Mahkemesinin 2003/1878 Esas sayılı dava dosyasında red edildiğinden ve apartmanın giriş boşluğu tastikli röleve projesine uygun olduğu,
16 nolu talebinin; 3 ve … nolu dükkanlar arasındaki 35 cm kalınlığındaki duvarın yıkılarak 8-10 cm duvar yapıldığı bu durumun projeye aykırı olduğu, binanın statiğine zarar verdiği anlaşılmakla projeye aykırılığın giderilmesi talebinin kabulüne, bu hususta davalılara 30 gün süre verilmesine,
Davacının kabul edilen talepleri gereği projeye aykırılık tescil edip projeye göre düzeltilmesine karar verilen yerlerin projeye uygun hale getirilmesi verilen süre içinde davalı tarafça yapılmadığı taktirde İcra İnfaz Kanunu hükümlerine göre yapılması, masrafın davalı taraftan alınmasına,
Ruhsata aykırılığın giderilmesi için verilen süre içinde gereken yapılmadığı taktirde İcra İflas Kanunu hükümlerine göre yapılmasına, masrafın davalı taraftan alınmasına,
B) Davacı …’nun mahkemenin 2012/528 E. – 2014/153 K. sayılı birleştirilen dosyasındaki:
A) Davalı…’un: davaya konu taşınmazın giriş holüne elektrik ve telefon kabloları çektirildiği, masa sandalye ısıtıcı konduğu, büro haline getirilip işçilerin kullanımına sunulduğu iddiaları ispat edilemediğinden bu husustaki talebin reddine,
B) Davalı…’un davaya konu taşınmazın önünde bulunan bahçenin davalı tarafından işgal edilip kullanıldığı ve kullandırıldığı iddiaları ispat edilemediğinden bu yöndeki talebinin reddine karar verilmiş; hüküm davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlar ile yasal gerektirici nedenlere göre dava projeye aykırı olarak ortak alanlara yapılan müdahalenin önlenmesi ve eski hale getirilme istemine ilişkindir.
Mahkemece yüze karşı verilen kısa kararda,
5 nolu talebinin; “davalı …’in 6 nolu daire ile 5 nolu daire arasına duvar üzerine kamera koyduğu, kanuna aykırı olarak davacı ve ailesi mensuplarının görüntülerini kaydettiği, kişilik haklarını ihlal ettiği iddiasıyla kameranın kaldırılmasının talep edildiği, kamera görüntü kirliliği yaratmadığından davalının kendi dairesi hudutları içinde güvenlik açısından yararlı olduğundan davacı iddiaları yerinde olmadığından” reddine,
6 nolu talebinin; davalı …’in maliki olduğu … nolu dükkanın arka duvarını yıkarak apartmanın ortak giriş holüne el attığı ve bu durumun projeye aykırı olduğunun tespitine,
… 2. İcra Müdürlüğünün kararı ile bu durum eski hale getirildiğinden bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
7 nolu talebinin; “keşif esnasında iddia edildiği gibi elektrik ve su tesisat giderlerine rastlanmadığından duvarda bulunan elektrik ve su tesisatı dolabı projeye aykırı olmayıp ana yapıya zarar verilmeyecek değişiklikler mahiyetinde olduğundan” reddine,
8 nolu talebinin; “davalı …’in arka bahçeye bitişik komşu parsel bahçesine koyduğu iddia edilen jeneratör kablolarının keşif esnasında iddia edildiği gibi ortada bulunmadığından” reddine,
9 nolu talebinin; davalı …’in 3/… payının maliki ve …/… payının kiracısı olduğu 5 nolu dairede açılan pencerelerin projeye aykırı olduğundan eski hale getirilmesi talebinin kabulüne,
Projeye aykırı bu durumun projeye uygun hale getirilmesi için davalılara …gün süre verilmesine,
10 nolu talebinin; “anayapıdaki 5 nolu dükkanın zemin katından birinci katına kolunun tastikli röleve projesinde tek kollu olduğu ve halende böyle kullanıldığı anlaşıldığından” reddine,
11 nolu talebinin; “5 nolu dükkanın … ve 2. Katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı etrafındaki duvar ve kapıların yıkılıp kaldırıldığı, kira sözleşmesine ve projeye aykırı bölmeler yapıldığı, içerisine lavabo, tezgah, pis su ve elektrik tesisatları yapıldığından projeye uygun hale getirilmesi talebinin 5 nolu dükkanın birinci ve ikinci katlarında bulunan depoların ortak merdiven sahanlığı ve bölme duvarlarının yıkılması hususunda davacı davalı ile imzaladığı kira sözleşmesinde buna izin verdiğinden talebinin” reddine,
12 nolu talebinin; “davalı …’in binanın ön bahçesini projeye aykırı olarak doldurarak toprak ve yeşilliği kaldırıp taş döşeyip otopark haline getirdiği iddiasının mevcut röleve projesinde bahçe olarak görülmediğinden bahçenin hangi malzeme ile kaplı olduğu zeminin toprak döşeme olup olmadığı belirtilmediğinden dükkanlara gelen kişilerin araçlarını bu bölümlere bıraktıkları bağımsız bölümlerde oturanların maliklerinin de araçlarını park edecekleri otopark sorunu çözümüne katkı sağladığı, ayrıca …/01/2013 günlük kat malikleri kurulu kararında buranın otopark olarak kullanılmasına karar verildiğinden” reddine,
13 nolu talebinin; “davalı …’in maliki olduğu 7 ve 9 nolu dairelerinin yine arka cephesindeki balkonlarının projeye uygun olduğundan bunlarla ilgili taleplerin” reddine,
7 nolu dairenin balkonundan soğutma ünitelerinin görünmesinin projeye aykırı olmadığına, bu husustaki talebin reddine,
14 nolu talebinin; “9 nolu dairenin yine arka cephesindeki balkonun projeye uygun olması sebebiyle” reddine,
15 nolu talebinin; “davalı H. …’in 3 nolu dükkanın maliki ve davalı Sonay’ın kiracısı olduğu davalı …’in 3 nolu dükkan ile bina ortak alanı arasındaki girişe göre sol yan duvar arasındaki iki pencereyi örerek kapattığı, 3 nolu dükkanın apartman girişi ile aradaki taşıyıcı duvarı yıkarak duvar ördüğü ve dükkanı genişlettiği, binayı deprem riski altına soktuğu ve projeye uygun hale getirilmesi isteminin … 2. İcra Mahkemesinin 2003/1878 Esas sayılı dava dosyasında ret edildiğinden ve apartmanın giriş boşluğu tastikli röleve projesine uygun olduğundan” reddine, şeklinde; kısa kararın 5 ilâ 15. bentleri arasında yer alan hüküm fıkralarında, davacıların talepleri yönünden ayrı ayrı “davanın reddi”, “eski hale getirilme talebinin kabulü” yönünde tek tek infaza yönelik ret hükmü kurulduğu, 6. bendinin 2. fıkrasında ise “karar verilmesine yer olmadığına” ilişkin hüküm kurulduğu, ancak, gerekçeli kararın hüküm fıkrasında, sayılan bu bentlerde infaza yönelik bir hüküm kurulmadığı anlaşılmakla, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki yaratılmıştır.

T.C. Anayasası yargılamanın aleniyeti ilkesini benimsemiştir. Bunun anlamı; yargılama açık olarak yapılacak ve yargılamanın sonunda verilen karar da açıkça belirtilecektir. HMK’nın 298/2. maddesi gereğince, sonradan yazılacak gerekçeli kararın da bu kısa karara uygun olması gerekir. Aksi halde, yargılamanın aleniyeti ilkesi zedelenmiş ve mahkeme kararına da güven sarsılmış olacaktır. Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 10.04.1992 tarih, 7/… sayılı kararında, kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki bulunmasının bozma nedeni olacağı içtihat edilmiş bulunmasına göre, mahkemece yapılacak iş; bozmadan sonra kısa karar ile bağlı olmaksızın çelişkiyi gidermek kaydıyla vicdani kanaatine göre yeni bir karar vermekten ibarettir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer yönlerin bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde iadesine …/06/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ZİYNET ALACAĞI İÇİN BOŞANMA KARARININ KESİNLEŞMESİNİN GEREKMEDİĞİ

T.C.
Yargıtay
8. Hukuk Dairesi

Esas No:2014/17449
Karar No:2015/19390
K. Tarihi:28.10.2015

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

K A R A R

Borçlu vekilinin, ilamın kesinleşmeden icra edilemeyeceği şikayeti üzerine Mahkemece, aile ve şahsın hukukuna ilişkin ilamların kesinleşmeden icraya konulamayacak kısımlarının boşanma ve şahsi sicillere ilişkin kısımlar olduğu, bu kararlar ile birlikte verilen tazminat ve nafakaya ilişkin kısımlar için ilamın kesinleşmesinin aranmayacağı gerekçesi ile şikayetin reddine karar verilmiş, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

HMK’nun 367/2. maddesi gereğince aile ve şahsın hukuku ile ilgili hükümler kesinleşmedikçe takibe konu edilemezler. Ayrıca, boşanma kararının eklentisi olan tazminat, vekalet ücreti ve yargılama giderine yönelik kısımları da aynı kurala tabidir. Boşanma ilamı kesinleştiği takdirde ekinde hükmedilen, tazminat, vekalet ücreti ve yargılama giderlerinin takibe konulabilmesi için nitelikleri gözetilerek kesinleşmeleri gerekli değildir. (HGK. 28.2.2001 tarih 2001/12-206 E. 2001/217 K., 22.10.2008 tarih 2008/12-656 E., 2008/638 K.)

Her dava açıldığı tarihteki koşullara göre değerlendirilmelidir. (28.11.1956 tarih 15/15 sayılı İ.B.K)

Somut olayda UYAP üzerinden yapılan incelemede; dayanak ilamın davacı tarafından, tazminat ve nafaka miktarları ile vekalet ücreti yönünden; davalı tarafından ise hükmün tamamına yönelik olarak temyiz edildiği ve Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin 2014/17179 Esas ve 16/02/2015 Karar sayılı ilamı ile hükmün vekalet ücreti yönünden bozulduğu, boşanma ve diğer alacak kalemleri yönünden ise onandığı anlaşılmaktadır. Boşanma ilamı ekinde hükmedilen maddi ve manevi tazminat, yargılama gideri ile vekalet ücreti alacaklarının tahsili amacıyla, boşanma ilamı kesinleşmeden 22/03/2012’de ilamlı takip başlatılmıştır.

O halde Mahkeme’ce takip tarihi itibariyle kesinleşmemiş boşanma ilamı ekindeki feri alacakların tahsilinin mümkün olamayacağı nazara alınarak, şikayetin kabulü ile ziynet eşyası alacağı dışında kalan alacak kalemleri yönünden takibin iptaline karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm kurulması isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 25,20 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 28.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KADASTRO ESNASINDA VERİLEN TESCİL BEYANI- MAL KAÇIRMA OLGUSU- MUVAZAA- TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C

YARGITAY

1.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO: 2014/8196

KARAR NO: 2014/12765

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ: DİYARBAKIR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 28/11/2013

NUMARASI : 2011/112-2013/929

Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, duruşma isteği değerden reddedilip, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, isteğine ilişkindir.

Mahkemece, dava konusu taşınmazların davalı taraf adına kadastro tespiti ile tescil edildiği, davacılar murislerinin kadastro esnasında tespite muvafakat ettikleri gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu taşınmazların Eylül 1288 tarihli tapu kayıtlarıyla kök muris Halil oğlu Fettah adına tapuda kayıtlı iken, 30.7.1970 tarihinde tapulama çalışmaları esnasında, miras bırakan Halil oğlu Fettah’ın ölümü ile mirasçıları olarak eşi Emine, çocukları Fatma. Mustafa ve Ahmet’in kaldığı; Emine ve Fatma’nın intikalen gelen miras paylarını 1961 yılında haricen Ahmet ve Mustafa’ya sattıkları, yaptıkları satışada muvafakat ettikleri açıklanarak davalılar Mustafa ve Ahmet adına tespit gördüğü ve tapulama tutanaklarının kesinleşmesiyle davalılar adına tescilin yapıldığı; Emine ve Fatma mirasçıları olan davacıların, mirasbırakanları tarafından yapılan temliki işlemin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi, gerek 01.04.1974 günlü 1/2 sayılı, gerekse 16.03.1990 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında açıkça vurgulandığı üzere “muris muvazaası, miras bırakanın danışıklı olarak mirasçılarını miras hakkından yoksun bırakmak amacı ile gerçekte bağışlamak istediği tapuda kayıtlı taşınmaz mal hakkında, tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklaması halinde, saklı pay sahibi olsun ya da olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçıların görünürdeki satış sözleşmesinin B.K’nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinde şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek, dava açabilmelerine olanak veren hukuki bir olgu olarak tanımlanmaktadır.”

Çekişmeli taşınmazın davalılar adına olan tapu kaydı, tapulama esnasında murisler Fatma ve Emine’nin muvafakat beyanıyla oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olduğunu ve kendilerinden mal kaçırma amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalılar üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olması sebebi ile geçersiz olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuşlardır.

Hemen belirtilmelidir ki, tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi şekilde yapılması Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanununun (TBK) 237. ve Tapu Kanununun 26.maddesi hükmü gereğidir. Ne var ki, gerek 766 sayılı Tapulama Kanununun 32/B maddesi, gerekse 09 Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Kanununun 13/B-a maddesinde bu yasaların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle T.M.K’nun 706 ve TBK’nun 237.maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda, taşınmazın zilyedi adına tesbit ve tesciline muvafakatıni bildirmesi, mülkiyetin zilyet adına geçirilip, onun üzerine tesbitinin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanına eşdeğer olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyet adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi ya da başka bir nedene dayandırılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir.

Öte yandan, H.G.K.’nun 29.11.2006 günlü 2006/1-734 Esas, 2006/761 Karar sayılı yine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun (Y.H.G.K’nun) 16.06.2010 günlü 2010//1-282 Esas ve 2010/323 Karar sayılı içtihatlarında “Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir. Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amacının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararının genişletilmesi ve değiştirilmesi anlamına gelmemektedir.

Bu nedenle İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicilinde kayıtlı olması yanında murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Burada kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir.”denilmektedir.

Görüleceği üzere butlan sonucunu doğurarak, murisin temliki tasarruflarının iptaline imkan tanıyan bu içtihadı birleştirme kararının uygulanabilmesi için, temliki tasarrufa konu yapılan taşınmazın murisin tapulu malı olması, gerçekte bağışlamak istediği bu malı ile ilgili olarak tapu memuru huzurunda iradesini satış doğrultusunda açıklaması yada yukarıda tarih ve sayısı yazılı Y.H.G.K. Kararlarında da açıklandığı gibi eşdeğer sonuç doğuran Kadastro Kanununun 12/B-a maddesi uyarınca kadastro teknisyeni huzurunda bu doğrultuda beyanda bulunması gerekir.

Somut olayda, ortak miras bırakan Emine ve davacılar murisi Fatma davaya konu taşınmazların öncesini teşkil eden taşınmazlardaki miras paylarını haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbite muvafakat ettiklerini beyan etmişlerdir. Kadastro Kanunu 13/B-a maddesine göre kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görüldüğüne, Y.H.G.K.nun yukarıda bildirilen kararlarına göre de murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması şart olmadığına, her ne şekilde ve her ne yolla olursa olsun murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olması önemli olduğuna göre, kadastro tutanağına karşı yapılan işlemlerin 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kapsamında kalmadığı söylenemez.

Hal böyle olunca, davacıların mirasbırakanları Emine ve Fatma’nın, tapulama tespitinde taşınmazları haricen davalılara sattıklarını ve davalılar adına tesbitine muvafakat ettiklerini beyan etmek suretiyle yaptıkları işlemin, 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği şekilde mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olup olmadığı yönünden gerekli araştırma ve incelemenin yapılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile kararının açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.07.2014 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

TAZMİNAT DAVASI – MİMAR İNŞAAT VE ELEKTRİK MÜHENDİSLERİNDEN OLUŞAN YENİ BİLİRKİŞİ KURULUNDAN RAPOR ALINMASI – DAVACI TARAFINDAN SÖZLEŞME KAPSAMINDA BİZZAT VEYA DAVA DIŞI ÜÇÜNCÜ KİŞİLERE ÇİZDİRİLME SURETİYLE YAPILAN İŞLER VE PROJELER

T.C.

YARGITAY

15.Hukuk Dairesi
Esas: 2011/3837
Karar: 2012/3597
Karar Tarihi: 17.05.2012

ÖZET: Dava konusu inşaata ait imar işlem dosyasını Belediye’den getirterek işin uzmanı olan mimar, inşaat ve elektrik mühendislerinden oluşturulacak yeni bir bilirkişi kurulundan rapor almak, davacı tarafından sözleşme kapsamında bizzat veya dava dışı üçüncü kişilere çizdirilmek suretiyle yapılan tüm işlerin ve projelerin dava konusu iş merkezi inşaatına ait olup olmadığını, aitse teknik şartlar ile fen ve sanat kurallarına uygun olup olmadığını denetledikten sonra bedelini yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda teklif belgesindeki fiyatları geçmemek üzere işin yapıldığı … yılı mahalli rayiçleriyle hesaplatmak, kanıtlanan ödemeler düşüldükten sonra kalan bedelin dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar vermekten ibarettir. Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.

(818 S. K. m. 355, 356, 366)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı hükmün temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Davacı, davalılara ait iş merkezinin mimari, statik-çelik, elektrik, sıhhi tesisat, ısı yalıtım, kalorifer, yangın-hidrant vs. tüm projelerini götürü 46.000,00 TL bedelle yapıp dava dışı Doğan Yapı Denetim Ltd. Şti.’ye teslim ettiğini, denetim firmasınca yapı bilgi formu düzenlenip onaylanmak üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü’ne gönderildiğini, Genel Müdürlük onayını takiben de yapı ruhsatı alınmak üzere projelerin Belediye’ye teslim edildiğini, bu aşamada davalılarca sözleşmeden dönülerek işin başka bir yükleniciye verildiğini iddia ederek 46.000,00 TL götürü bedelden 6.550,00 TL ödeme düşüldükten sonra kalan 39.450,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren taşınmazdaki payları oranında davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir.

Davalılar cevabında, yanlar arasında yazılı olarak akdedilmiş bir sözleşme bulunmadığını, davacı tarafından yapılan projelerin kabul görmediğini, inşaatın başka bir mimara hazırlatılan projelere göre tamamlandığını, yaptığı proje hazırlık çalışmalarına karşılık davacıya 2004 yılında 6.500,00 TL ödeme yapılmış olup bakiye borç bulunmadığını savunarak davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, mimari proje bedeline ilişkin istemin kabulüne, KDV hariç 16.000,00 TL mimari proje bedelinden %20 oranında 3.200,00 TL gelir vergisi ve 6.550,00 TL kanıtlanan ödeme düşüldükten sonra kalan 6.250,00 TL alacağın dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte davalılardan ayrı ayrı ve eşit olarak tahsiline, diğer projelere ilişkin istemin reddine dair verilen karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.

2-Davacı, davalılara gönderdiği tarihsiz teklif mektubu ile davalıların maliki olduğu Pasaj 2000 adlı iş merkezinin Mimari, BA Çelik, ST + M + Kalorifer, Elektrik projeleri ile Tadilat projelerinin KDV dahil 46.000,00 TL bedelle yapımını teklif etmiştir. Davalılar, akdi ilişkiyi kabul etmekle birlikte, davacının teklifinin kabul edilmediğini savunarak yazılı sözleşmenin varlığını inkar etmişlerdir. Davacı, icap niteliğindeki teklifinin davalılarca kabul edildiğini kanıtlayamadığından sözleşme ilişkisinin sözlü olarak kurulduğunun kabulü gerekir. Yanlar arasındaki sözleşme hukuki nitelikçe Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan eser sözleşmesidir. Davacı yüklenici, davalılar ise iş sahibidir. Eser sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda kural olarak teslimi ispat yükü yükleniciye, ödemeleri ispat yükü ise iş sahibine aittir. Sözleşmede aksine bir düzenleme yoksa yüklenici eseri bizzat kendisi yapabileceği gibi tamamını veya bir kısmını üçüncü kişilere de yaptırabilir (BK.md.356/2). Taraflar arasında evvelce kararlaştırılmış veya sonradan mutabık kalınmış bir iş bedeli yoksa bedel yapılan şeyin kıymetine ve yüklenicinin masrafına, yani yapıldıkları tarihteki piyasa rayiçlerine göre tayin edilir (BK.md.366). KDV piyasa rayiçlerine dahil olduğundan piyasa rayiçleriyle hesaplanan bedele ayrıca KDV eklenemez. Fatura düzenlenmemiş olması yüklenicinin KDV alacağını talep etmesine engel teşkil etmediğinden piyasa rayiçlerine göre hesaplanan iş bedelinden bu bedelin içinde yer alan KDV tenzil edilemez. İşin niteliğine göre yüklenicinin Vergi Dairesine ödemesi gereken vergileri iş sahibinin kaynaktan kesme yetkisi ve yükümlülüğü bulunmadığından iş bedelinden gelir vergisi adı altında kesinti de yapılamaz.

Somut olayda taraflar arasındaki uyuşmazlık; sözleşme kapsamında davacı tarafından yapılan işlerin neler olduğu, dava dışı Uçar Elektrik Ltd. Şti. (Elk.Müh.Ş.Gürbüz Şahin) tarafından çizilen elektrik tesisat projesi ile Gürsa Mühendislik (Mak.Müh.Musa Gürsoy) tarafından çizilen asansör ve sıhhi tesisat projelerinin davacı tarafından çizdirilip çizdirilmediği, davacının bizzat yaptığı ya da üçüncü kişilere yaptırdığı işlerden dolayı ne miktar bedele hak kazandığı noktalarındadır. Hükme esas alınan raporda dava dışı üçüncü kişilerce çizilen elektrik tesisat, asansör ve sıhhi tesisat projeleri için bir bedel hesaplanmamıştır. Bu projelerin asılları dava dosyasına davacı tarafından ibraz edilmiştir. Bayındırlık ve İskan Bakanlığı Teknik Araştırma ve Uygulama Genel Müdürlüğü Yapı Denetim Komisyonu tarafından onaylanan 05.05.2004 tarihli bilgi formunda davacı tarafından çizilen mimari proje ile birlikte sözü edilen projelere de yer verilmiştir. Bu tespitler ile dosya kapsamından, söz konusu projelerin adı geçen şirket ve müelliflere davacı tarafından çizdirildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda dosyaya ibraz edilen mimari proje dışındaki diğer projeler için de bir inceleme ve parasal değerlendirme yapılması gerekirken, bu projelerin davacı dışında başka müelliflerce yapıldığından bahisle inceleme ve değerlendirme dışı bırakılarak bedelinin hesaplanmaması doğru olmamıştır. Hükme esas alınan ek raporda mimari proje bedeli işin yapıldığı 2004 yılı mahalli rayiçlerine göre 16.000,00 TL olarak hesaplanmış, bu bedele KDV’nin dahil olmadığı, ayrıca eklenmesi gerektiği, ancak fatura kesilmediğinden KDV ilavesi yapılamayacağı görüşlerine yer verildikten sonra alacaktan %20 oranında gelir vergisi kesintisi yapılmıştır. Fatura kesilmemesi KDV’nin talep edilmesini engellemediği gibi, mahalli rayiçler KDV’yi içerdiğinden mahalli rayiçlerle hesaplanan bedele ayrıca KDV eklenmesi de mükerrerlik oluşturacaktır. Yüklenici tarafından Vergi Dairesi’ne ödenecek olan gelir vergisini, verginin sorumlusu ya da yükümlüsü olmayan iş sahibinin kaynaktan kesmesi mümkün olmadığından iş bedelinden gelir vergisi kesintisi yapılması da yerinde olmamıştır. Açıklanan nedenlerle ek rapor mimari proje bedeli yönünden de hüküm tesisine elverişli bulunmamaktadır.

Mahkemece yapılacak iş; dava konusu inşaata ait imar işlem dosyasını Belediye’den getirterek işin uzmanı olan mimar, inşaat ve elektrik mühendislerinden oluşturulacak yeni bir bilirkişi kurulundan rapor almak, davacı tarafından sözleşme kapsamında bizzat veya dava dışı üçüncü kişilere çizdirilmek suretiyle yapılan tüm işlerin ve projelerin dava konusu iş merkezi inşaatına ait olup olmadığını, aitse teknik şartlar ile fen ve sanat kurallarına uygun olup olmadığını denetledikten sonra bedelini yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda teklif belgesindeki fiyatları geçmemek üzere işin yapıldığı 2004 yılı mahalli rayiçleriyle hesaplatmak, kanıtlanan ödemeler düşüldükten sonra kalan bedelin dava tarihinden itibaren reeskont faiziyle birlikte tahsiline karar vermekten ibarettir.

Açıklanan nedenlerle kararın bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda 1. bentte yazılı nedenlerle davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte yazılı nedenlerle kararın davacı Sedat Onaran yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 17.05.2012 gününde oybirliği ile karar verildi.

PAYDAŞLARDAN BİRİNİN BELİRLİ BİR YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ- ÖNALIM HAKKI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

E. 1998/6–37
K. 1998/123
T. 18.2.1998

• ŞUFA HAKKI ( Fiili ifraz )
• FİİLİ İFRAZ ( Şufa hakkı )
743/m.2,659

ÖZET : Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir.

Davalının bu yeri uzun süreden beri kullanmış olması taksimin varlığını göstermez. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir.

Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemiyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez.

Davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

DAVA VE KARAR: Taraflar arasındaki “önalım ( şufa ) “davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Harmancık Sulh Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 26.6.1997 gün ve 1997/38 – 78 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 6. Hukuk Dairesi’nin 6.10.1997 gün ve 1997/7265 – 7504 sayılı ilamı; ( … Dava şufalı payın ilişkin bulunduğu taşınmazdaki payın iptali ve tescili istemine ilişkindir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiş karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak taksim edilip herbir paydaş belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin tasarrufundaki yeri ve ona tekabül eden payı bir üçüncü şahsa satarsa, zamanında o yerde hak iddia etmeyen davacının, tapuda pay satışı şeklinde yapılan işlem nedeniyle şufa hakkını kullanması M.K’.nun 2. maddesinde yer alan objektif iyiniyet kuralı ile bağdaşmaz. Kötüye kullanılan bu hak kanunen himaye görmez. 14.2.1951 gün 17/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu hususun davanın her aşamasında ileri sürülmesi, hatta mahkemenin kendiliğinden nazara alması gerekir. Savunmanın tevsili bu gibi durumlarda söz konusu değildir. Davanın bu bakımdan reddi gerekir.

Olayımızda: Şufalı payın ilişkin olduğu taşınmazda davacı 1/3 pay sahibidir. Diğer pay sahipleri ise davacının kardeşleri olan Ahmet Özkan ve Adil Özkan’dır. Diğer paydaşlar 1/3 er paylarını davalı Kamil Uçar’a 14.2.1997 tarihinde satmışlar davacı 7.3.1997 tarihinde süresi içinde bu davayı açmıştır.

Davalı, davacı ve kardeşlerine ait bu yerin bir kısmını 13 yıl önce haricen satın aldığını o tarihten beri de yol olarak kullandığını daha sonra 14.2.1997 tarihinde satışın resmi senede bağlandığını bu nedenle davanın reddedilmesi gerekeceğini savunmuştur. Mahkemece daha önce pay sahipleri arasında özel bir taksimin mevcut olduğu kabul edilerek davanın reddine karar verilmiştir. Davalı açıkca bir taksim savunmasında bulunmadığı gibi dinlenen taraf tanıklarının beyanından da taksim konusunda bir sonuca varmak mümkün değildir. DAVALININ BU YERİ UZUN SÜREDEN BERİ KULLANMIŞ OLMASI TAKSİMİN VARLIĞINI GÖSTERMEZ. Her bir paydaşın tasarrufunda bulunan bir bölüm mevcut değildir. Bu durumda belli ve muayyen bir yeri fiilen kullandığı iddia ve ispat edilemeyen davacının bu davayı açmakta kötü niyetli olduğu kabul edilemez. Buna göre davanın reddi Usul ve Kanun’a aykırıdır.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki karar direnilmiştir.

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU KARARI:

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi Usul ve Yasa’ya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, oybirliği ile karar verildi.

TRAFİK KAZASI- ALKOLLÜ ARAÇ KULLANMA- ALKOLUN KAZAYA ETKİSİ

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2017/1082
KARAR: 2019/431

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 02.04.2013 tarihli ve 2012/156 E., 2013/275 K. sayılı karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 25.11.2013 tarihli ve 2013/15683 E., 2013/16527 K. sayılı kararı ile;

“…Davacı vekili, müvekkiline ait, davalıya kasko sigortalı aracın, meydana gelen tek taraflı kaza sonucu pert olduğunu, başvuruya rağmen davalı … şirketince ödeme yapılmadığını belirterek aracın kasko değeri olan 40.500,00 TL’nın ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, kaza sırasında sigortalı araç sürücüsünün alkollü olduğunu ve salt alkolün etkisiyle kazanın meydana geldiğini, hasarın teminat dışında kaldığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, kazanın alkolün etkisi altında meydana geldiği ve rizikonun sigorta teminatı dışında kaldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigortası poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı KTK’nun 48. maddesinde; alkollü içki alması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.
Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin, “Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı” başlıklı 97. maddesinde, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra, konu ile ilgili olan “b-2” bendinde, “alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı kenar başlığı altında; alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promil üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Ayrıca, Motorlu Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartları’nın A.5.5. maddesinde; Taşıtın, uyuşturucu maddeler veya Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararların sigorta teminatı dışında olduğu belirtilmiştir.

Bununla birlikte, Kasko Sigortası Genel Şartları’nın A.5.5. maddesinin dayanağını teşkil eden KTK’nun 48. maddesinin yasaklamayı düzenleyen ilk fıkrasında, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli araç sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaklanmış olup, aynı maddenin 2. fıkrasındaki yönetmelik düzenlenmesine olanak tanıyan hükümde, yasaklama yetkisi yönetmeliğe bırakılmış olmadığından, Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin 97. maddesinde, yukarıda anılan yasa hükmü tekrarlandıktan ve müteakip, uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içkilerin oranlarının ne şekilde saptanacağı belirlendikten sonra, yasada yer alan hükmü dikkate almadan salt 0.50 promilin üstünde alınan alkol miktarına göre araç kullanma yasağı getirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığından geçersiz bulunmaktadır. Geçersiz yönetmelik hükümlerinin yasaya aykırı bir şekilde genel şart olarak kabulü de mümkün değildir.

O halde, hasarın teminat dışı kalabilmesi için kazanın meydana geliş şekli itibariyle sürücünün salt (münhasıran) alkolün etkisi altında kaza yapmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, sürücünün alkollü olması tek başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Üstelik, böyle bir durumda hasarın teminat dışı kaldığının ispat yükü TTK’nun 1281. maddesi hükmü gereğince sigortacıya düşmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkolün oranının doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurlarında olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisiyle meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasar poliçe teminatı dışında kalacağından davanın reddine, aksi halinde kabulüne karar verilmesi gerekeceği ilkesi benimsenmektedir. (YHGK 23.10.2002 gün ve 2002/11-768-840; YHGK 7.4.2004 gün ve 2004/11-257-212; YHGK 2.3.2005 gün ve 2005/11-81-18; YHGK 14.12.2005 gün 2005/11-624-713 sayılı ilamları)

Somut olayda; sürücünün davacı … olduğu ve kaza sırasında 0,62 promil alkollü olduğu tespit edilmiştir. Mahkemece hükme esas alınan raporda olayda tüm kusurun 62 promil alkollü araç kullanan araç sürücüsü davacı …’e ait olduğunu bildirilmiş, kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediği hususunda bir değerlendirme yapılmamıştır. Bu nedenle mahkemece alınan rapor hüküm kurmaya yeterli değildir.

O halde mahkemece yapılacak iş, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü Fen Heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak bilirkişi kurulundan olayın oluş şekli, yol ve hava durumu ve dosyadaki diğer deliller birlikte değerlendirilip kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin, başka unsurların da etkili olup olmadığının tespiti hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru görülmemiştir. …”gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili; davacının işleteni, dava dışı …’nın sürücüsü olduğu davalı şirkete Kasko Sigorta Sözleşmesi ile sigortalı olan aracın seyir hâlindeyken başka bir aracın sıkıştırması ile yaşanan tek taraflı trafik kazasında hasarlandığını, aracın sürücüsü olan dava dışı Mustafa’nın kazanın şokuyla bayılan davacının öldüğünü zannederek panikleyerek olay yerinden uzaklaştığını ve davacının eniştesini arayarak yardım istediğini, yaşadığı pişmanlık sonucu da Karakola giderek ifade verdiğini, bu arada olay yerine gelen trafik polislerinin davacıyı yalnız gördüklerinden kazayı davacı yapmış gibi tutanak düzenlediklerini, davacının sürücü olmadığını ve alkol oranının da doğru olmadığı yönündeki itirazlarının ise polis memurlarınca dikkate alınmadığını, davacının aracın ön yolcu kapısı sıkıştığından sürücü kapısından çıkarak kurtulduğunu ve yaralı olduğundan da polis memurları ile polemiğe girmediğini, hastanede yapılan ölçümlerde alkol oranının sıfır çıktığını, araç tamamen zayi olduğundan sigorta sözleşmesine göre aracın vergiler dâhil ödeme günündeki anahtar teslim bedelinin ödenmesi gerektiğini, ancak davalı … şirketinin kaza tutanağını ve alkol oranını gerekçe göstererek hasar bedelini ödemeyi reddettiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 40.500,00TL maddi zararın sigortanın hasar bedelini ödemeyi reddettiği tarih olan 21.11.2011’den itibaren işleyecek ticari faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili; kaza esnasında araç sürücüsünün … olduğunu, alkol aldığının belirlendiğini, kazanın da münhasıran alkolün etkisi altında meydana geldiğini, talebin poliçe teminatı kapsamı dışında olduğunu, davacının Kasko bedelini alabilmek amacıyla mahkemeyi yanılttığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; davacının 62 promil alkollü araç kullanmak suretiyle kazaya sebebiyet vermesi nedeniyle, kasko poliçe genel şartları uyarınca zararının teminat dışında kaldığı ve davalı … şirketinden talepte bulunamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece; kusur bilirkişisinin raporunda araç sürücüsünün meskun mahalde, görüşün açık olduğu tek yönlü yolda hızlı, dikkatsiz ve kontrolsüz bir şekilde aracını kullanırken direksiyon hakimiyetini kaybederek yolun solundaki orta refüje ve köprü ayaklarına çarparak dava konusu trafik kazasının meydana gelmesine sebebiyet verdiğinin tespit edildiği, davacının alkollü oluşunun kazaya sebep olduğunun açık olduğu, yol durumu ve hava şartları düşünüldüğünde, düz yolda seyir hâlindeki aracın kaza yapmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu, yasada belirlenen alkollü araç kullanımı promil sınırının 0,5 promil (50) olduğu, 50 promil alkollü olan kişide belirgin bir gevşeme, dikkatin azalması, koordinasyon ve muhakeme bozukluğunun başlamasına, 50 promilden sonra ise koordinasyon, algı ve muhakemede belirgin bozulma, tepki zamanının, kendini kontrol etme becerisinin zarar görmesi gibi etkileri olduğunun tıbbi olarak ispatlandığı, davacının her halükarda olması gereken sınırın üzerinde alkol almış olduğu, 62 promil alkolun kazaya sebebiyet verip vermeyeceğinin belirlenme yoluna gidilmesinin yasal promil limitinin üzerinde alkol alarak araç kullanan kişileri cesaretlendireceği, yasal bir sınır konmuş iken bu sınırın üzerinde alkol alarak araç kullanan insanların kaza yapıp yapmayacağının tespitinin yersiz olacağı, yasal sınırın üzerinde olmasa bile, alkol alındığı taktirde araç kullanılmaması gerektiği, kişinin kullandığı alkolün kaç promil olduğunu yahut aldığı alkole tekabül eden promilin kaza yapmasına sebebiyet verip vermeyeceğini bilemeyeceği, bu sebeple davacının alkollü olarak trafiğe çıkarak, kendisinin ve başkalarının hayatını tehlikeye atmaması gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; sürücünün sadece Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Trafik Yönetmeliğince belirlenen oranın üzerinde alkollü olması hâlinin talebin kasko poliçesi teminat kapsamında kalması için yeterli neden olarak kabul edilip edilemeyeceği; burada varılacak sonuca göre, kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin ve talebin poliçe teminatı kapsamında kalıp kalmadığının tespiti bakımından, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak bilirkişi heyetinden olayın oluş şekli, yol ve hava durumu, kazaya etken olan başka unsurların bulunup bulunmadığı hususlarını gerekçeleriyle değerlendiren bir bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır .

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun (KTK) kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 48. maddesinde; alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu ifade edilmiştir.

Alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olan kişilerin davranışlarında değişme olmakta, fizyolojik ve metabolik reaksiyonlarda bozukluk meydana gelmekte, sinir sistemi üzerindeki etkisiyle psikolojik anormallikler ortaya çıkmaktadır. Yine sarhoş olan kişinin duygu, düşünce, idrak (algılama) yetenekleri değişmekte, koordinasyon ve motor fonksiyonlarında bozukluklar görülmektedir. Alkol veya uyuşturucu madde bağımlılığının insanın ruh ve beden sağlığı üzerinde yaptığı tahribat tıp biliminin araştırma konusuna girmekle birlikte, alkol veya uyuşturucu madde etkisiyle emniyetli bir şekilde araç sevk ve idare edemeyecek hâlde olmasına rağmen kişinin araç kullanması 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 179. maddesinin 3. fıkrasında uyan somut tehlike suçunu oluşturmaktadır. Somut tehlikenin varlığı için, kişinin salt alkollü veya uyuşturucu maddenin etkisinde olması yeterli değildir. Salt alkollü olmak sadece soyut tehlike oluşturan 2918 sayılı KTK’nın 48. maddesine uyan kabahati oluşturacaktır (Parlar, A./ Hatipoğlu, M.: 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu Yorumu, Ankara, 2007, s: 1360 vd).

Karayolları Trafik Yönetmeliği’nin (kazanın meydana geldiği ve davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan) “Uyuşturucu ve Keyif Verici Maddeler ile İçkilerin Etkisinde Araç Sürme Yasağı” başlıklı 97. maddesinde, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli sürme yeteneğini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmelerinin yasak olduğu açıklandıktan sonra, konu ile ilgili olan “b-2” bendinde “Alkollü içki almış olarak kandaki alkol miktarına göre araç sürme yasağı” kenar başlığı altında; Alkollü içki almış olarak araç kullandığı tespit edilen diğer araç sürücülerinden kandaki alkol miktarı 0.50 promilin üstünde olanların araç kullanamayacakları açıklanmıştır.

Ayrıca poliçenin yürürlükte olduğu tarihte geçerli olan Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartlarının A.5.5.maddesinde “Teminat dışı kalan zararlar” kenar başlığı altında; taşıtın Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararların, kasko poliçe teminatı dışında olduğu açıklanmıştır.

Bununla birlikte; Kasko Sigorta Poliçesi Genel Şartlarının A.5.5. maddesinin dayanağını teşkil eden Karayolları Trafik Kanununun 48. maddesinin yasaklamayı düzenleyen ilk fıkrasında, alkollü içki almış olması nedeniyle güvenli araç sürme yeteneklerini kaybetmiş kişilerin karayolunda araç sürmeleri yasaklanmış olup, aynı maddenin ikinci fıkrasındaki yönetmelik düzenlemesine olanak tanıyan hükümde, yasaklama yetkisi yönetmeliğe bırakılmış olmadığından, Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 97. maddesinde yukarıda anılan yasa hükmü tekrarlandıktan ve müteakip, uyuşturucu veya keyif verici maddeler ile alkollü içkilerin oranlarının ne şekilde saptanacağı belirlendikten sonra, yasada yer alan hükmü dikkate alınmadan salt (mücerret) 0.50 promil üstünde alınan alkol miktarına göre araç kullanma yasağı getirilmesinin yasal dayanağı bulunmadığından geçersiz bulunmaktadır. Geçersiz yönetmelik hükümlerinin, yasaya aykırı bir şekilde genel şart olarak kabulü de mümkün değildir.

O hâlde, hasarın teminat dışı kalabilmesi için kazanın meydana geliş şekli itibarıyla sürücünün salt (münhasıran) alkolün etkisi altında kaza yapmış olması gerekmektedir. Diğer bir anlatımla, sürücünün alkollü olması, tek başına hasarın teminat dışı kalmasını gerektirmez. Üstelik, böyle bir durumda hasarın teminat dışı kaldığının kanıt yükü 6762 sayılı TTK’nın 1281. maddesi hükmü gereğince sigortacıya düşmektedir.

Yargıtay’ın yerleşik uygulamalarında; sürücünün aldığı alkolün oranının doğrudan doğruya sonuca etkisi bulunmadığından, mahkemece nöroloji uzmanı, hukukçu ve trafik konusunda uzman bilirkişilerden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla, olayın salt alkolün etkisiyle gerçekleşip gerçekleşmediğinin, alkol dışında başka unsurların da olayın meydana gelmesinde rol oynayıp oynamadığının saptanması, sonuçta olayın tek başına alkolün etkisi ile meydana geldiğinin saptanması durumunda, oluşan hasarın poliçe teminatı dışında kalacağından davanın reddine, aksi halde kabulüne karar verilmesi gerekeceği ilkesi benimsenmektedir (Bkz. YHGK. 23.10.2002 tarihli ve 2002/11-768- 840, 19.4.2000 tarihli ve 2000/11-806-801, 15.4.1998 tarihli ve 1998/11-258-273, 15.4.1998 tarihli ve 1998/11-258-73, 07.04.2004 tarihli ve 2004/11-217-212, 14.12.2005 tarihli ve 2005/624-713, 16.03.2016 tarihli ve 2014/17-808 E., 2016/313 K. sayılı kararları).

İlkelere yukarıdaki şekilde yer verildikten sonra direnme gerekçesi dikkate alınarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda (HMK) düzenlenen bilirkişi incelemesi hakkında birtakım açıklamalarda bulunmakta fayda vardır.

6100 sayılı Kanun’un 266/1. maddesinde bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller düzenlenmiştir. Buna göre; “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Hukuk öğrenimi görmüş kişiler, hukuk alanı dışında ayrı bir uzmanlığa sahip olduğunu belgelendirmedikçe, bilirkişi olarak görevlendirilemez.”

Aynı Kanun’un 281. maddesinde;

“(1)Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler.

(2) Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir.

(3) Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir.” hükmüne yer verilmiştir ve 282. madde ile de hâkimin bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği belirtilmiştir.

Yine, 24.11.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu’nun 3. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları, ” (2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi ve tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.”; 03.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren Bilirkişilik Yönetmeliği’nin 5. maddesinin iki ve üçüncü fıkraları ise, “(2) Bilirkişi, raporunda çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlar dışında açıklama yapamaz; hukuki nitelendirme ve değerlendirmelerde bulunamaz. (3) Genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” şeklinde düzenleme içermektedir.

Kabul edilen ilkelere göre kazanın münhasıran alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin tespiti için yol, hava durumu, olayın oluş şekli dosyada yer alan tüm deliller ile birlikte değerlendirilmelidir. Yapılacak olan bu tespit konusu uzmanlığı gerektirdiğinden teknik inceleme ve araştırmaya dayalı olarak yapılmalıdır. Zira, alınan alkol oranı doğrudan sonuca etkili olmadığı gibi, alkol oranı aynı olsa bile alkolün kişiler üzerinde yarattığı etki değişkenlik göstermektedir. Bazen alkollü olan bir kişi alkol almasa dahi belirtilen etkenler nedeniyle aynı kazayı gerçekleştirebilmektedir.

Somut olayda, mahkemece kazanın münhasıran alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediğinin tespiti amacıyla adli tıp uzmanı ve sigorta bilirkişisinden rapor alınmış, bilirkişiler kazanın alkolün etkisi altında meydana gelip gelmediği konusunda değerlendirme yapamamış ve bu konudaki takdiri mahkemeye bıraktıklarını belirtmişlerdir. Bilirkişi raporunun değerlendirme içermediği ve hükme esas alınamayacağı açıktır. Kazanın oluş şekli ve kusur durumu ayrı bir bilirkişi raporuyla belirlenmiştir.

O hâlde mahkemece yapılacak iş, yukarıdaki ilkeler ve Bilirkişilik Kanunu’nda yapılan düzenlemeler de dikkate alınarak, bir nöroloji uzmanı ve Karayolları Genel Müdürlüğü fen heyetinden seçilecek iki kusur-hasar uzmanından oluşturulacak üç kişilik bilirkişi kurulundan olayın oluş şekli, yol ve hava durumu ve dosyadaki diğer deliller birlikte değerlendirilip kazanın salt (münhasıran) alkolün etkisi altında gerçekleşip gerçekleşmediğinin, başka unsurların da etkili olup olmadığının tespiti hususlarında ayrıntılı, gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınarak sonucuna göre bir karar vermektir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; Kanunda ve Yönetmelikte belirlenen oranın üzerinde alkol alınmış olduğunun anlaşılmasına göre, davacının talebinin poliçe teminatı kapsamı dışında kaldığı, taraflar arasındaki sözleşme hükümlerinin de dikkate alınması gerektiği, bu durumda kazanın salt alkolün etkisi ile meydana gelip gelmediğini araştırmanın gerekmediğinden direnme kararının onanması gerektiği yönünde ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Yukarıda açıklanan maddi ve yasal olgular karşısında eksik inceleme ve hatalı değerlendirme sonucu davanın reddine dair verilen mahkeme kararı doğru değildir.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.04.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminata ilişkindir.

Yerel Mahkemece, zararın teminat dışında kaldığı gerekçesiyle dava reddedilmiş, Özel Dairece, olayın salt alkolün etkisiyle meydana gelip gelmediğinin tespitinden sonra karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle kararın bozulması üzerine önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, Yerel Mahkemece yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlık kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bilindiği üzere kasko sözleşmeleri ihtiyaridir. Bu nedenle somut uyuşmazlık sözleşmeden kaynaklanmaktadır. Taraflar arasında bir sözleşme yapılmış ve olay kamu düzenini ilgilendirmiyor ise, uyuşmazlığın çözümünde öncelikle sözleşme hükümleri uygulanacak, eğer bu sözleşmede açık bir düzenleme yoksa genel hükümlere gidilecektir.

Taraflar arasında yapılan kasko sözleşmesinin A.5.5. Maddesinde “ Taşıtın, uyuşturucu maddeler veya Karayolları Trafik Kanunu uyarınca yasaklanan miktardan fazla içki almış kişiler tarafından kullanılması sırasında meydana gelen zararlar,” teminat dışında sayılmıştır. Bu açık düzenlemede kazanın salt alkolün etkisiyle meydana gelmesinden bahsedilmemiş, aksine Kanunun belirlediği sınırın üzerinde alkollü araç kullanmaktan bahsedilmiştir. Sürücünün almış olduğu alkolün miktar itibariyle Kanunun belirlediği sınırın üzerinde olduğu tartışma konusu değildir.

Bu durumda, taraflar arasında yapılan sözleşme ile teminat dışında kalan hususlar belirlendiğine, alkol miktarı bu sınırın üzerinde olduğuna göre kazanın salt alkolün etkisiyle meydana gelip gelmediğinin araştırılmasına gerek bulunmadığı, hasarın teminat dışında kaldığı, bu nedenle Yerel Mahkeme kararının doğru olduğu kanaatiyle sayın çoğunluğun bozma görüşüne katılmıyorum.

BANKADA BULUNAN MAHCUZ PARA ALACAĞI İÇİN SATIŞ İSTENEMEYECEĞİNDEN PARANIN DOSYAYA CELBİ TALEBİ SATIŞ GİBİ DEĞERLENDİRİLİR

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2015/2981
KARAR NO:2015/13263
TARİH:11.5.2015

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ahu Başgöz tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından, kesin rehin açığı belgesine dayanılarak, yapılan genel haciz yoluyla takibin kesinleşmesi üzerine takip borçlusunun T.C. Ziraat Bankası’nda bulunan para alacaklarına 12.02.2014 tarihinde haciz şerhi konulduğu, borçlunun 21.08.2014 tarihinde İİK’nun 106. ve 110. maddeleri gereğince haczin kaldırılması talebinin icra müdürlüğünce reddedildiği, bu kararın şikayet konusu yapıldığı, mahkemece takip tarihi dikkate alınarak haciz konulmasının üzerinden menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin geçmediğinden bahisle şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir.

İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. 02/07/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerin; anılan Kanun’un 106. maddesine göre Kanunun yayım tarihi olan 05/07/2012 tarihinden itibaren 6 ay sonra yürürlüğe gireceği düzenlenmiştir. 12.02.2014 günlü haciz tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 6352 Sayılı Yasa ile değişik İİK’nun 106. maddesine göre; “Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir. Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı taşınır hükmündedir. Aynı Kanun’un 110. maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda; haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konulmuş olup İİK’nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de mahçuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, paranın icra dosyasına celbi talebi satış talebi gibi değerlendirilmelidir.

Bu durumda alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde bu paraların istenerek icra dairesine gönderilmesi isteminde bulunulmadığı ve borçlunun haczin kaldırılmasını talep ettiği 21.08.2014 tarihinde 6 aylık sürenin geçmiş olması nedeni ile haciz İİK’nun 110. maddesi uyarınca kalkmıştır.

O halde; mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ :Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/05/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BORÇLUNUN BAŞKA BİR İCRA TAKİP DOSYASINDAKİ ALACAĞININ HACZEDİLMESİ

T.C.

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

2014/22047

2014/24398

21.10.2014

HACZİN KALDIRILMASI İSTEMİ ( Borçlunun Başka Bir İcra Takip Dosyasından Haczedilen Alacağı Henüz Dosyaya Gönderilmemiş Olduğundan 10 Yıllık Sürenin Uygulanmayacağı – 2004 Sayılı İİK. 106 ve 110. Maddelerinin Uygulanacağı )

BORÇLUNUN BAŞKA BİR İCRA TAKİP DOSYASINDAKİ ALACAĞININ HACZEDİLMESİ ( Kambiyo Senetlerine Mahsus Yolla Yapılan Haczin Kaldırılması Talebi – Haczedilen Miktar Henüz Dosyaya Gönderilmemiş Olduğundan 10 Yıllık Sürenin Uygulanmayacağı – 2004 Sayılı İİK. 106 ve 110. Maddelerinin Uygulanacağı )

HACZİN DÜŞMESİ ( Borçlunun Başka Bir İcra Takip Dosyasında Haczedilen Ancak Henüz Dosyaya Gönderilmemiş Olduğundan 10 Yıllık Sürenin Uygulanmayacağı – 2004 Sayılı İİK. 106 ve 110. Maddelerinin Uygulanacağı )

2004/m. 362

ÖZET : Dava, kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte haczin kaldırılması istemine ilişkindir.

Haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde paranın dosyaya celbinin istenmediğinden haczin düştüğünün tespiti ile anılan süreden sonra paranın istenmesine ilişkin icra müdürlüğü kararının kaldırılmasına karar verilmesi borçlu vekilince talep edilmiştir.

İİK.’nun 362. maddesinde; icra veznesine tevdi yahut dairece tahsil olunan para veya icra muamelesi sebebiyle hıfzedilmekte olan eşya tevdi veya tahsil yahut hıfız tarihinden itibaren on seneye kadar alakadarları tarafından müracaat olunmazsa talep hakkının Hazine lehine düşeceği düzenlenmiştir. Bu hüküm, alacaklıya ödenmek üzere icra dosyasından tahsil olunup icra kasasına giren paralara ilişkin uygulanabilir. Borçlu alacağının haczedilerek henüz icra dosyasına gönderilmediği durumlarda paranın icra dosyasına gönderilmesinin 10 yıllık süreye tabi olduğu kabul edilemez.

İİK.nun 106. ve 110. maddelerinin tatbiki gerekmektedir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammın 27.05.2014 tarih ve 2014/12539-15092 sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki borçu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklı tarafından borçlu aleyhine Kayseri 6. İcra Müdürlüğü’nün 2010/5602 E. sayılı takip dosyası ile başlatılan kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte borçlu vekili müvekkilinin alacaklı olduğu Selim İcra Müdürlüğü’nün 2011/100 E. sayılı takip dosyasındaki alacağına Kayseri 6. İcra Müdürlüğü’nün 2010/5602 E. sayılı dosyasından haciz konulduğunu, haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde paranın dosyaya celbinin istenmediğini belirterek haczin düştüğünün tespitine, anılan süreden sonra paranın istenmesine ilişkin icra müdürlüğünün 14.01.2014 tarihli kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiş olup, mahkemece şikayetin kabulü ile haczin kaldırılmasına karar verilmiştir.

İİK.’nun 362. maddesine göre; icra veznesine tevdi yahut dairece tahsil olunan para veya icra muamelesi sebebiyle hıfzedilmekte olan eşya tevdi veya tahsil yahut hıfız tarihinden itibaren on seneye kadar alakadarları tarafından müracaat olunmazsa talep hakkının Hazine lehine düşeceği düzenlenmiş ise de, bu düzenleme alacaklıya ödenmek üzere icra dosyasından tahsil olunup icra kasasına giren paralara ilişkin uygulanabilecek bir düzenleme olup, borçlunun alacaklısı olduğu dosya alacağının haczedilerek henüz icra dosyasına gönderilmediği durumlarda paranın icra dosyasına gönderilmesinin 10 yıllık süreye tabi olduğu kabul edilemeyecektir.

Bu durumda mahkemenin kabul ettiği üzere İİK.nun 106. ve 110. maddelerinin tatbiki gerekmekte olup, şikayetin kabulüne ilişkin mahkeme kararının onanması gerekirken Dairemizce bozulduğu anlaşılmakla karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ : Borçlunun karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 27.05.2014 tarih ve 2014/12539 E., 2014/15092 K. sayılı bozma ilamının kaldırılmasına mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca ONANMASINA, 21.10.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BANKA HESABINDA BULUNAN PARA ÜZERİNE KONULAN HACZİN DÜŞMESİ

T.C

YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

2010/25735

2011/4525

24.3.2011

PARA ÜZERİNE KONAN HACİZ (Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Hacizden İtibaren Paranın İstenmesi İçin Gerekli Azami Süre Olarak Uygulanacağı)

PARA ALACAKLARINDA SATIŞ İSTENMESİ (Paranın Satılarak Paraya Çevrilmesinin Söz Konusu Olamayacağı – Yasada Boşluk Olduğundan Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Para Alacakları Yönünden Uygulanması Gereği)

BİR YILLIK AZAMİ SÜRE (Yasada Para Alacağı Üzerine Konulan Haczin Ne Kadar Süreyle Mevcudiyetini Koruyabileceği Yönünde Açıklık Bulunmadığı – Menkul Mallar İçin Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Azami Süre Olarak Uygulanması Gereği)

2004/m.106110

ÖZET : Alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekir.

DAVA: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının bozulmasını mutazammm 13.07.2010 tarih, 2010/6976-19136 Karar sayılı daire ilamının müddeti içinde tashihen tetkiki taraf vekillerince istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR :

1) Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre iflas masası vekilinin karar düzeltme isteminin REDDİNE;

2) Şikayetçi banka vekilinin karar düzeltme isteminin incelenmesinde;

Borçlunun üçüncü kişi Fortis Bank A.Ş. İzmir Ege Ticari Şubesindeki mevduatına 27.07.2006 tarihinde haciz konmuştur. İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. Haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konmuştur. Her ne kadar alacak ve para, menkul hükümlerine göre haczedilir ise de, bu paranın satılarak paraya çevrilmesi söz konusu olamayacağından satış isteme açısından İİK.nun 106.ve 110. maddelerinin tatbiki düşünülemez. Ancak yasada para alacağı üzerine konulan haczin ne kadar süreyle mevcudiyetini koruyabileceği yönünde bir açıklık bulunmadığından İİK.nun l06. maddesinde menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin para alacakları yönünden hacizden itibaren paranın istenmesi için gerekli azami süre olarak uygulanması gerekmektedir. Somut olayda alacaklı banka, 04.07.2007 tarihinde icra müdürlüğüne başvurarak, haczedilen paranın dosyaya gönderilmesi için talepte bulunmuş, icra müdürlüğünce de talep doğrultusunda üçüncü kişiye müzekkere yazılmıştır. Bu durumda alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 1 yıllık süre içinde paranın istenmesi keyfiyetinin yerine getirildiği görülmektedir. O halde belirtilen nedenlerle mahkeme kararının onanması gerekirken bozulduğu anlaşılmakla alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü gerekmiştir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 13.07.2010 tarih ve 2010/6976-19136 sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, mahkeme kararının İİK. 366. ve HUMK. 438. maddeleri uyarınca (ONANMASINA), 15,60 TL onama harcı alındığından mahsubuna bakiye, 2,80 TL harcın temyiz edenden alınmasına, 24.03.2011 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YOL YAPISININ BOZUKLUĞU VEYA TRAFİK LEVHALARININ EKSİKLİĞİ NEDENİYLE MEYDANA GELEN KAZADA GÖREVLİ MAHKEME

T.C

DANIŞTAY

15. DAİRE

ESAS NO: 2013/14152 KARAR NO: 2014/181

Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce gereği görüşüldü:

Dava; davacılar vekili tarafından, Erzurum İli, Tekman İlçesi, Çeperli – Yıkılgan mevkiinde meydana gelen trafik kazasında müvekkillerinin yakını …’ın vefat etmesi olayında, yolun bakım ve onarımında davalı idarenin kusuru bulunduğundan bahisle oluştuğu ileri sürülen maddi ve manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazminine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nce; 2918 sayılı Yasa’nın 110. maddesi uyarınca uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu gerekçesiyle 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-a maddesi uyarınca görev yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Davalı idarece, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Konunun açıklığa kavuşturulabilmesi için öncelikle ilgili mevzuatın ayrıntılı olarak ele alınıp incelenmesi gerekmektedir:

6001 sayılı Karayolları Genel Müdürlüğü Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’a göre, kamu tüzel kişiliğine sahip özel bütçeli bir kamu kuruluşu olan Karayolları Genel Müdürlüğü, karayollarını yapmak, yaptırmak, emniyetle kullanılmasını sağlamak, karayollarını onarmak, işletmek, işlettirmekle görevli ve yetkili bulunmaktadır. Karayolları Genel Müdürlüğünce karayolu yapım, bakım ve işletilmesi şeklindeki kamu hizmetinin, idare hukuku ilke ve kurallarına göre yürütüleceği; anılan Genel Müdürlüğün idari işlem ve eylemlerinden doğan uyuşmazlıkların da Anayasanın 125. maddesi ve 2577 sayılı Yasanın 2. maddesine göre idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği konusunda duraksama bulunmamaktadır. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda 6099 sayılı Yasayla yapılan değişiklik de, Karayolları Genel Müdürlüğü’nün yol yapım ve bakım hizmetinin yürütülmesiyle ilgili hukuki sorumluluğu hususunda yeni bir düzenleme içermemekte; yargı yolunu değiştirmemektedir.

2918 sayılı Yasanın 11.1.2011 tarihli ve 6099 sayılı Yasanın 14. maddesi ile değişik “Görevli ve Yetkili Mahkeme” başlıklı 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dâhil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır. Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir.” kuralı yer almaktadır.

Anılan yasa hükmünde, “bu kanundan doğan sorumluluk davaları” ifadesiyle 2918 sayılı Yasada yer alan hukuki sorumluluğa ilişkin kuralların uygulanacağı davalarla sınırlı biçimde görevli yargı yerinin belirlendiği vurgulanmaktadır. Dolayısıyla, görevli yargı yeri belirlenirken, söz konusu Yasa’da motorlu taşıt araçlarının verdiği zararlarla sınırlı biçimde düzenlenen sorumluluk kurallarının, dava konusu uyuşmazlığa uygulanıp uygulanmayacağının saptanması gerekir.

Karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik güvenliğini sağlamak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm önlemleri belirlemek amacını taşıyan 2918 sayılı Yasa, Emniyet Genel Müdürlüğü, Milli Eğitim Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı yanında Karayolları Genel Müdürlüğünün de trafik güvenliği yönünden görev ve yetkilerini sayma yoluyla belirlemiştir. Ancak Yasada, diğer kamu idarelerinin ve bu arada Karayolları Genel Müdürlüğünün, trafik düzeni ve trafik güvenliği ile ilgili olarak üstlendikleri kamu hizmetlerinden dolayı hukuki sorumlulukları düzenlenmiş değildir.

2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluk ve sigorta başlıklı sekizinci kısmında; araç işleticisinin bağlı olduğu teşebbüs sahibinin hukuki sorumluluğu; bir başka deyişle motorlu araçların karıştığı trafik kazaları sonucu ortaya çıkan zarar nedeniyle araç sahiplerinin ve işletenlerin hukuki sorumluluğu düzenlenmiştir.

2918 sayılı Yasanın hukuki sorumluluğa ilişkin sekizinci kısmında yer alan hükümler birlikte değerlendirildiğinde; Devlet ve diğer kamu kuruluşlarına ait motorlu araçların karıştığı kazalar nedeniyle araç işleticisi sıfatıyla kamu idareleri ve kuruluşlarına karşı açılacaklar da dahil bütün araç sahibi ve işleticilerine karşı açılan davaların görüm ve çözümü adli yargının görev alanına girmektedir. Fakat kamu idareleri ve kuruluşlarının, trafik güvenliği ve düzenini sağlamak amacıyla gerek kendi kuruluş yasaları, gerekse 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununa göre yürüttükleri hizmetlerin, kamu hizmeti niteliğini taşımaları ve 2918 sayılı Yasada da görevlendirilen kamu idare ve kuruluşlarının sorumluluklarının ayrıca düzenlenmemiş olması karşısında; trafik düzeni ve güvenliği hizmetlerinden kaynaklandığı öne sürülen zararların tazmini istemiyle, ilgili idarelere karşı açılan davaların görüm ve çözümü idari yargının görev alanına girmektedir.

Sonuç olarak Karayolları Genel Müdürlüğünün kuruluş yasasında belirlenen, 2918 sayılı Yasa’da tekrarlanan görevlerinden, yani; yol yapım, bakım, işletme, trafik güvenliğini sağlama şeklinde yürüttüğü kamu hizmetinden kaynaklanan hukuki sorumluluğunun idare hukuku ilke ve kurallarına göre belirlenmesi; bu sebeple açılacak tam yargı davalarının da idari yargı yerinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Dava dosyasının incelenmesinden; davalı idarenin bakım ve sorumluluğunda olan karayolunda yeterli tedbir alınmadığından bahisle meydana geldiği ileri sürülen olaydan kaynaklanan zararın ödenmesi istemiyle temyizen incelenmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.
Bu haliyle bakılan uyuşmazlık, özel hukuktaki araç işletenin hukuki sorumluluğundan değil, 6001 sayılı Yasada karayollarının emniyetle kullanılmalarını sağlayacak şekilde sürekli bakım altında bulundurmak, bakımını yaptırmak, onarmak, onarımını yaptırtmak, işletmek, işlettirmek, temizliğini yapmak, yaptırmak ve trafik güvenliğini sağlamak şeklinde öngörülen görevlerin tam ve eksiksiz yerine getirilmediği, dolayısıyla yürütülen hizmetlerin kusurlu işletildiği, meydana gelen zararda hizmet kusuru bulunduğu iddiasından kaynaklanmakta olup, buna göre davanın görüm ve çözümü idare mahkemelerine aittir.

Bu durumda, idare mahkemesince uyuşmazlığın esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, görev yönünden davanın reddi yolunda verilen kararda hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesine uygun bulunan temyiz isteminin kabulüne, Erzurum 2. İdare Mahkemesi’nin 13/09/2013 tarih ve E:2013/801; K:2013/786 sayılı kararının BOZULMASINA, dava dosyasının yeniden karar verilmek üzere adı geçen İdare Mahkemesine gönderilmesine, 28/01/2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

PAFTADAKİ TERSİMAT HATASININ DÜZELTİLMESİ-KADASTROSU KESİNLEŞMİŞ TAŞINMAZDAKİ FENNİ HATALAR

T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/8213
K. 2001/8572
T. 7.12.2001

3402/m.41,12

ÖZET : Mahkemece, ancak tapu iptali ve tescil davası ile çözümlenebilecek uyuşmazlığın Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılan tersimat hatasının düzeltilmesi davası şeklinde incelenerek sonuçlandırılması doğru görülmemiştir.

Kadastroları kesinleşmiş taşınmaz mallarda mülkiyet ve vasıf değişikliğine yol açmayacak nitelikteki ölçü tersimat ve hesaplamalardan doğan fenni hatalar, ilgililerin başvurusu üzerine veya Kadastro Müdürlüğünce resen düzeltilir.

DAVA : Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 7.3.1996 gününde verilen dilekçe ile tersimat hatasının düzeltilmesi, Ali …… vekili tarafından da 22.5.1996 tarihinde verilen dilekçe ile yüzölçümü düzeltilmesi istenmesi üzerine davaların birleştirilmesinden sonra yapılan duruşma sonunda; tersimat hatasının düzeltilmesi isteğinin kabulüne, yüzölçümü düzeltilmesi isteğinin reddine, dair verilen 19.6.2001 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı Ali …..ve davalı vekilleri tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davacı Yalçın ……; 1633 parsel sayılı taşınmazın 124.375 metrekare olarak tespit ve tescil edildiğini, bu miktarın tapunun dayanağını oluşturan 1953 tarihli ve 5 sayılı tapu kaydındaki miktarla uyumlu olmasına rağmen pafta ile uyumlu olmadığını ileri sürerek, paftadaki tersimat hatasının düzeltilmesini istemiştir.

Bu dava ile birleştirilen dava da ise, davacı Ali ……., 1632 parsel sayılı taşınmazının tapu kaydında 40395 metrekare miktarında gösterildiğini, ancak; paftadaki ölçü değerlerine göre 102.221 metrekare olduğunu belirterek, tapu kaydındaki yüzölçümü miktarının paftaya göre düzeltilmesini istemiştir.

Her iki davada da davalı olan Tapu Sicil Müdürlüğü, davaların reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacı Yalçın …..un açtığı davanın kabulü ile bilirkişi raporunda 1632.2 olarak işaretli kısmın 1633 parsel sayılı taşınmaza eklenmesine, birleştirilen davanın ise reddine karar verilmiştir.

Hükmü, birleştirilen davanın davacısı Ali …….temyiz etmiştir.

Davalar, tersimat hatasının düzeltilmesi ve tapu kaydındaki yüzölçümü miktarının paftaya uyumlu hale getirilmesi isteğine ilişkindir. Nitelikleri gereği her iki davanın ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.

İlk dava ile tersimat hatasının düzeltilmesi istenmektedir. 3402 sayılı Yasanın 41. maddesi kadastroları kesinleşmiş taşınmaz mallarda mülkiyet ve vasıf değişikliğine yol açmayacak nitelikteki ölçü tersimat ve hesaplamalardan doğan fenni hataların, ilgililerin başvurusu üzerine veya Kadastro Müdürlüğünce resen düzeltilebileceği hükmünü getirmiştir. 766 sayılı yasanın 94. maddesinde de aynı düzenleme mevcuttur. Anılan düzenlemelere göre kadastro tespiti sırasında yapılmış bir tersimat hatasının bulunması ve bunun düzeltilmesi halinde de mülkiyet nakline yol açılmaması gerekir.

Somut olayda da, davacı, tersimat hatasının varlığından söz ederek 41. madde uyarınca bu hatanın düzeltilmesini dava yoluyla istemiştir. İddiası tapulama sırasında uygulanan tapu kaydının sınırları itibarıyla uygulanmadığı yolunda olup, isteği, dayanak tapuya göre paftanın düzeltilmesidir.

Davacı istemi doğrultusunda inceleme ve uygulama yapıldığında muhtemeldir ki; taşınmazın fiilen kullanımına uygun düşecek olan dayanılan tapu kaydı, kadastro yolu ile oluşan çapla örtüşmeyecektir. Çapıda aşan bir genişleme iddiası ortaya çıktığında artık tersimat hatasının varlığından değil de, ancak tapu iptali ve tescil yolu ile düzeltilebilecek uygulama bozukluğundan söz edilebilecektir. Nitekim somut olayda da, bilirkişi raporunda 1632,2 metrekare olarak işaretlenen taşınmaz bölümünün, birleşen davanın davacısı Ali …….ya ait 1632 parsel sınırları içinde kalmasına rağmen, davacı Yalçın ……. zilyetliğinde ve onun dayandığı tapu kayıtları kapsamında kaldığı saptanmıştır. Mülkiyet uyuşmazlığı niteliğinde geliştiği açık olan bu iddianın, bir anlık husumette bir eksikliğin olmadığı kabul edilse bile, 1632 parsele ait tutanağın kesinleşme tarihinden itibaren 10 yılı aşkın sürenin geçmiş olması nedeniyle dinlenme olanağı da bulunmayacaktır ( 3402 S.Y. 12/3 md. ).

Mahkemece, yukarıda da açıklandığı gibi ancak tapu iptali ve tescil davası ile çözümlenebilecek uyuşmazlığın Tapu Sicil Müdürlüğüne karşı açılan tersimat hatasının düzeltilmesi davası şeklinde incelenerek sonuçlandırılması doğru görülmemiştir.

Birleştirilen dava ise, Tapu Sicil Tüzüğünün 85. maddesi uyarınca açılan, belgelere aykırı tescil ve yazımdan kaynaklanan düzeltme davasıdır.

Anılan madde kütük üzerine belgelere aykırı tescil veya yazımın düzeltilebilmesi için ilgililerin yazılı olurunun alınması veya yevmiye defterine kaydedilmesi gerekir.

Belgeye aykırı yazımın ve tescilin düzeltilmesine ilgililerden birinin yazılı oluru olmazsa, Defterdarlık veya Malmüdürlüğünde düzeltme için dava açılmasını talep eder şeklindedir. Madde içeriğinden sadece ilgili Müdürlüğün dava açma olanağı varmış gibi bir sonuç çıkarılmakta ise de; kayıt malikleri de Tapu Sicil Müdürlüğünü hasım göstererek düzeltme isteği ile dava açabilirler.

Eldeki dava ile de; davacıya ait 1632 parselin paftadaki ölçü değerlerine göre hesaplanan yüzölçümü miktarı ile kayıttaki miktarının uyumsuzluğu ileri sürülmüştür. Bu uyumsuzluk kaydın belgeye aykırı oluşturulmasından kaynaklanmaktadır. Burada 3402 sayılı yasanın 41.maddesinde sözü edilen hesaplama hatası da mevcuttur. Davacı bu istemini Kadastro Müdürlüğüne yönelterek hesap hatasını düzeltme olanağına da sahiptir. Ancak, bu yolu tercih etmemiş, paftadaki ölçü değerlerinin yanlış hesaplanarak oluşturulan tapu kaydındaki hesap hatasının düzeltilmesini istemiştir. Taşınmaz başında yapılan keşifte de kesinleşen paftaya göre taşınmaz miktarının eksik hesaplandığı saptanmıştır.

Birleştirilen dava hakkındaki iddia kanıtlanmış olup, mahkemece dava konusu taşınmazdaki yüzölçümü hesap hatasının düzeltilmesine karar vermek gerekirken, bu taşınmaz aleyhine açılan bir tapu iptali ve tescil davası varmış gibi değerlendirme yapılarak, paftadaki miktar fazlasının, ilk davaya konu taşınmaza eklenmesi biçiminde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, 7.12.2001 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

KADASTRO TESBİTİNDE SINIRLARIN YANLIŞ ÖLÇÜLMESİ NEDENİYLE OLUŞAN TAPU KAYDINDA HATANIN DÜZELTİLMESİ

T.C.
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/6258
K. 2001/7308
T. 30.10.2001
3402/m.41

ÖZET :Tapuya dayanılarak açılmış tapu iptali ve tescil davasında, davanın yanlış nitelendirilmesi ve tersimat hatası gibi olaya uygun düşmeyen bir gerekçeyle davada red kararı verilmesi doğru değildir.

DAVA : Davacılar vekili tarafından, davalılar aleyhine 2.8.1994 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 13.6.2001 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Davacılar, davalılara ait 58 parsel sayılı taşınmaz ile kendilerine ait 199 parsel sayılı taşınmazın müşterek sınırını oluşturan hendeğin kadastro sırasında yanlış ölçülmesi nedeniyle, dayanak tapu kaydı kapsamında kalan yerin davalılara ait taşınmaz kapsamında tespit ve tescil edildiğini ileri sürerek tapu iptali ve tescil istemişlerdir.

Mahkemece, çekişmeli taşınmazda 3402 Sayılı Yasanın 41. maddesi gereğince tersimat hatası bulunmadığından davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacılar vekili tarafından temyize getirilmiştir.

3402 Sayılı Yasanın 41 nci maddesi gereğince, kadastrosu kesinleşmiş taşınmaz mallarda vasıf ve mülkiyet değişikliği dışında kalan ölçü, tersimat ve hesaplamadan doğan fenni hataların düzeltilebileceği öngörülmüştür. Somut olayda, 3402 Sayılı Yasanın 41. maddesi gereğince açılmış bir dava sözkonusu değildir. Dava, tapuya dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil davasıdır. Bu çerçevede taraflardan delilleri sorulmalı, taraflara ait taşınmazların dayanak tapu kayıtları ile komşu parsellere ait dayanak tapu kayıtlarının ilk tesis tarihinden itibaren tüm geldileri ile birlikte getirtildikten sonra dava konusu taşınmaz başında uygulamalı keşif yapılarak öncelikle nizalı kısmın değeri belirlenerek görev konusu halledildikten sonra kayıt ve belgeler yerel bilirkişiye uygulattırılmalı, bildirilen tanıklar taşınmaz başında dinlenmeli, fen bilirkişisine denetime elverişli rapor düzenlettirilmeli ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir iken dava yanlış nitelendirilerek olaya uygun düşmeyen gerekçe ile davanın reddi doğru görülmemiş hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda yazılı nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, 30.10.2001 gününde oybirliği ile karar verildi.

BİLİRKİŞİ RAPORU ALINDIKTAN SONRA İŞÇİLİK ALACAKLARI BAKIMINDAN İHTİYATİ HACİZ

T.C.
ŞANLIURFA
1. İŞ MAHKEMESİ                                                                                                                                                ARA KARAR

ESAS NO : 2019/23 Esas

DAVACI : FEVZİ D.
VEKİLLERİ : Av. GÖKÇEN KONCA ÇİTKİN – Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : D. SANAYİ VE TİCARET ANONİM ŞİRKETİ
TALEP : İHTİYATİ HACİZ
TALEP TARİHİ : 26/09/2019
ARA KARAR TARİHİ : 02/10/2019

Mahkememizin 02/10/2019 tarihli ara kararı uyarınca davacı vekilinin ihtiyati haciz talep dilekçesi ve davalı vekilinin ihtiyati haciz talebine ilişkin beyan ve itiraz dilekçesi ile ekleri incelendi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili, talep dilekçesinde özetle, yapılan bilirkişi incelemesi sonucunda müvekkilinin 62.304,10 TL alacağının bulunduğunun saptandığını, söz konusu meblağ bakımından davanın ıslah edildiğini, karşı tarafa açılan pek çok dava ve icra takipleri bulunduğunu, söz konusu şirketin bir kısım işçi alacaklarının ve diğer alacakların tahsilini imkansız hale getirmeye yönelik iş ve işlemlerde bulunduğunu, Şanlıurfa 3. İcra Dairesi’nin 2017/14368 esas sayılı takip dosyasında davalı şirketin birçok menkul ve gayrimenkul malının haczedildiğini, yine Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü’nün 2019/9833 esas, 2018/2494 esas ve 2018/16413 esas sayılı icra takip dosyaları nedeniyle de davalı şirketin adresinde haciz ve muhafaza işlemleri yapıldığını, bu esnada borçlu şirketin üçüncü kişilerle danışıklı işlemlere girmek suretiyle 400.000,00 TL muvazaalı bono düzenlemek suretiyle Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2019/1131 esas sayılı takip dosyasıyla aleyhine icra takibi yapılmasını sağladığının, borçlu şirketin elinde bulunan ve halen borçlu şirket tarafından faal halde kullanılan bir kısım makine ve teçhizatların da Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2019/1131 esas sayılı icra takip dosyasıyla haczedilerek icra yoluyla satış işlemlerinin yapıldığının tespit edildiğini, bu danışıklı işlemlere karşı borçlu şirket ve borçlu şirketle danışıklı işlemlere girişen İbrahim Halil Ş. aleyhine Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2019/639 esas sayılı dava dosyasıyla muvazaalı icra takibinin iptalini talep ettiklerini, satış işlemlerinin durdurulması bakımından ihtiyati tedbir kararı verildiğini, İİK’nın 257/1 maddesinde rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcu nedeniyle ihtiyati haciz istenebileceğinin, 2. bentte ise vadesi gelmemiş borçtan dolayı hangi hallerde ihtiyati haciz istenebileceğinin açıklandığını, dava sonucunda hüküm altına alınacak işçilik alacaklarının tahsiline halel gelmemesi bakımından tedbirde ölçülülük ilkesi gözetilerek davalı şirket adına kayıtlı menkul ve gayrimenkul mallar üzerine müvekkilinin alacaklarını karşılayacak miktarda ihtiyati haciz konulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, beyan ve itiraz dilekçesinde özetle, müvekkili şirket hakkında takibe geçilmiş ise de alacaklı banka ile uzlaşma sağlandığını, ekte sundukları kıymet takdirinden de anlaşılacağı üzere müvekkili şirketin malvarlığının tüm borçlarını karşılayacak miktarda olduğunu, davacı tarafın muvazaaya yönelik itirazlarının da haklı olmadığını, Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin tedbir kararının geçici bir yöntem olduğunu, bir karar olmadığını, davacının tüm iddialarının asılsız olduğunu, ihtiyati haciz kararının telafisi imkansız zararlar doğuracağını, müvekkili daha fazla hak kaybına uğratılmadan talebin reddedilmesi gerektiğini, kaldı ki müvekkili şirket aleyhine açılan davalar (mahkememizin 2017/186 esas, 2018/686 karar sayılı dosyası ile Şanlıurfa 2. İş Mahkemesi’nin 2016/641 esas sayılı dosyası) sonucunda çıkan işçilik alacaklarının ödendiğini ve bu durumun protokol ile belirlendiğini, davacının talebinin haksız olduğunu belirterek davacının ihtiyati haciz talebinin reddine karar verilmesini, aksi kanaat halinde teminat bedeli alınmaksızın tedbir kararı verilmemesini talep etmiştir.

Bilindiği üzere, ihtiyati haciz, alacaklının bir para alacağının zamanında ödenmesini güvence altına almak için mahkeme kararı ile borçlunun mallarına geçici olarak elkonulması olarak tanımlanmaktadır. İhtiyati haciz kararı talep edebilmek için, İİK’nın 257/1. maddesine göre alacağın para alacağı olması, vadesi gelmiş ve rehinle temin edilmemiş olması ya da İİK’nın 257/2. maddesindeki şartların gerçekleşmiş bulunması gerekir.

İİK’nın 258/1. maddesinin ikinci cümlesinde “Alacaklı alacağı ve icabında haciz sebebi hakkında mahkemeye kanaat getirecek deliller göstermeye mecburdur.” şeklinde yapılan düzenleme ile alacaklının ihtiyati haciz talep edebilmesi ve ihtiyati haciz kararı verilebilmesi için alacağın varlığının ve istenebilir olduğunun tam ve kesin olarak ispat edilmesi gerekliliği aranmamış, bu konuda mahkemeye kanaat getirecek delillerin sunulması (yaklaşık ispat) yeterli kabul edilmiştir. Maddi hukuka göre kimin haklı veya haksız olduğu ise tam olarak yargılama sonucunda değerlendirilecektir.

Talep dilekçesi ve ekleri ile itiraz dilekçesi ve ekleri, tüm dosya kapsamı dikkate alınarak, İİK’nın 257/1 maddesi kapsamında incelenmiş; yapılan inceleme ve değerlendirme neticesinde, davacı tarafından davalı şirket aleyhine kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ile yıllık izin alacaklarının tahsili talebiyle dava ikame edildiği, davalı tarafın davanın reddini talep ettiği, tanıklar dinlenildikten sonra bilirkişi incelemesi yaptırıldığı, bilirkişi raporunda davacının 31.218,26 TL kıdem tazminatı, 3.318,00 TL ihbar tazminatı, 18.012,00 TL yıllık izin, 23.091,64 TL fazla mesai ücreti, 1.433,93 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti talep etmekte haklı olduğu kanaatine varıldığının belirtildiği, davacı vekilince yıllık izin ücreti olarak 2.926,20 TL talep edildiği, diğer alacak kalemlerinin ise bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah edildiği, mahkememizce ek rapor alınmasına karar verildiği ve yargılamanın derdest olduğu, ihtiyati haciz şartları ve yaklaşık ispat kuralları çerçevesinde değerlendirme yapılması gerektiği, somut dava ile ilgisi bulunmayan mahkeme veya icra takip dosyalarının dikkate alınamayacağı, bu kapsamda taraflar arasında iş akdi bulunduğu ve bu akdin sona erdiği hususlarında ihtilaf bulunmadığı, dolayısıyla feshe bağlı olarak istenebilecek olanlar dahil tüm işçilik alacaklarının muaccel olduğu, alacağın bir miktar para alacağına ilişkin olduğu, rehinle temin edildiğine dair bir bilgi veya belge sunulmadığı, tanık beyanları ve bilirkişi raporu ile yaklaşık ispat koşulunun da gerçekleşmiş olduğu, bu nedenlerle İİK’nın 257/1. maddesindeki şartlar gerçeklemiş olduğundan ayrıca İİK’nın 257/2. maddesindeki şartların gerçekleşmesine gerek bulunmadığı, durum ve koşullar, davanın geldiği aşama ve davacı işçinin pozisyonu itibariyle teminat alınmaması gerektiği anlaşıldığından talebin kabulüne dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:
1-)Davacı vekilinin ihtiyati haciz talebinin KABULÜ ile davalı şirket adına kayıtlı taşınır ve taşınmaz malların, toplam 61.988,03 TL’yi karşılayacak miktardaki kısmının teminatsız olarak İHTİYATEN HACZİNE,
2-)İşbu karar 10 gün içinde infaz edilmediği takdirde ihtiyati haczin kendiliğinden kalkmış sayılmasına,
3-)İşbu ara kararın taraf vekillerine tebliğ edilmesine, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda 7 gün içerisinde mahkememize itiraz yolu açık olmak üzere karar verildi.02/10/2019 Katip 205990
¸e-imzalı

Hakim 137269
¸e-imzalı

ALACAKLI, BORÇLUDAN ALDIĞI SENETTEKİ İMZAYI KONTROL ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜR

T.C
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO: 2014 / 27352
KARAR NO: 2015 / 2017
KARAR TARİHİ: 27.01.2015

ALACAKLI, BORÇLUDAN ALDIĞI SENETTEKİ İMZANIN BORÇLUNUN ELİ ÜRÜNÜ OLUP OLMADIĞINI KONTROL ETMEKLE YÜKÜMLÜDÜR, BUNU KONTROL ETMEDEN İCRA TAKİBİ YAPAR VE İMZAYA İTİRAZ HALİNDE, ALACAKLI %20 TAZMİNAT VE %10 PARA CEZASINDAN SORUMLU TUTULUR.

ÖZET: Senetteki imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığını kontrol etmeden ya da imzanın huzurunda atılmasını sağlamadan bonoyu alan alacaklı, imzaya itirazı kabul edilen keşideci borçluya karşı başlattığı takipte ağır kusurlu kabul edilmelidir. O halde, mahkemece, alacaklının takip konusu asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminatla ve %10’u oranında para cezası ile sorumlu tutulması gerekir.(2004 S. K. m. 170)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki taraflarca istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Nihal Tozlu tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: 1) Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre alacaklının temyiz itirazlarının REDDİNE;

2) Borçlunun temyiz itirazlarına gelince:

Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla takipte borçlu, keşideci imzasına itiraz etmiş olup mahkemece aldırılan raporlar doğrultusunda itirazın kabulü ile takibin borçlu yönünden durdurulmasına karar verilmiştir.

İİK’nun 170/3.maddesi uyarınca icra mahkemesi, yapacağı inceleme sonucunda inkar edilen imzanın borçluya ait olmadığına kanaat getirirse, itirazın kabulüne karar verir. Aynı maddenin 4.fıkrasında ise icra mahkemesince itirazın kabulüne karar verilmesi halinde senedi takibe koymada kötüniyeti veya ağır kusuru bulunduğu takdirde, alacaklının takip konusu alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminata ve alacağın %10’u oranında para cezasına mahkum edileceği düzenlenmiştir.

Somut olayda, takip dayanağı bonoda lehtar sıfatını taşıyan takip alacaklısı tarafından keşideci hakkında icra takibi yapıldığı, mahkemece, borçlunun imzaya itirazının kabul edildiği görülmektedir. Bu durumda lehtar, ilgili bonodaki imzanın keşideci borçluya ait olup olmadığını bilebilecek durumdadır. Senetteki imzanın borçlunun eli ürünü olup olmadığını kontrol etmeden ya da imzanın huzurunda atılmasını sağlamadan bonoyu alan alacaklı, imzaya itirazı kabul edilen keşideci borçluya karşı başlattığı takipte ağır kusurlu kabul edilmelidir.

O halde, mahkemece, İİK’nun 170/son maddesi uyarınca alacaklının takip konusu asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere tazminatla ve %10’u oranında para cezası ile sorumlu tutulması gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda (2) nolu bentte yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 27.01.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.

FETÖ TERÖR ÖRGÜTÜ İLE İRTİBATI BULUNAN ŞİRKET HAKKINDA İŞÇİLİK ALACAKLARININ TAHSİLİ AMACIYLA İDARİ YARGIDA DAVA AÇILMADAN ÖNCE YETKİLİ İDAREYE BAŞVURULMASI VE İDARECE BAŞVURUNUN KISMEN VEYA TAMAMEN REDDİNE İLİŞKİN BİR KARAR VERİLMESİNDEN SONRA DAVA AÇILMASI KURALINA UYULMASI GEREKTİĞİ

T.C.
D A N I Ş T A Y
BEŞİNCİ DAİRE
Esas No : 2019/428
Karar No : 2019/1770

KANUN YARARINA TEMYİZ İSTEMİNDE BULUNAN: Danıştay Başsavcılığı
DAVACI : İbrahim A.
VEKİLİ : Av. Selim Hartavi
Şairnabi Mah. Cumhuriyet Cad. 3. Alankaya Apt. Kat:1 No:1 Haliliye / ŞANLIURFA
Davalı : Maliye Bakanlığı / ANKARA
Vekili : Av. Bahar Bora Kısa -aynı yerde-

İstemin Özeti : Şanlıurfa 2.İdare Mahkemesinin 30.3.2018 tarih ve 2018/109,K:2018/344 sayılı tek hakim tarafından verilen kararının iptale ilişkin kısmının, Danıştay Başsavcılığı tarafından 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması istenilmektedir.

Danıştay Tetkik Hâkimi : Evrim Karamanlıoğlu

Düşüncesi : Anayasanın 2. maddesinde, Cumhuriyetimizin nitelikleri arasında “hukuk devleti” niteliğine yer verilmiş; “hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir…”; “temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesinde; “Anayasa ile tanınmış hak ve hürriyetleri ihlal edilen herkes, yetkili makama geciktirilmeden başvurma imkanının sağlanmasını isteme hakkına sahiptir….” kurallarına yer vermiştir.

Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, kanun düzenlemelerinin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve şüpheye yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olması ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu tedbirler içermesi de gereklidir. Belirlilik ilkesi, hukuki güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya hangi hukuki müeyyidenin veya neticenin bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir. Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. (Anayasa Mahkemesi 26.12.2013 gün ve E.2013/67, K2013/164) Hukuk devletinin unsurları, doktorinde de belirlenmiş olup, bunlardan konuyla ilgili iki tanesi “hukuki güvenlik” ve “belirlilik” ilkeleridir. Bireyin devlete güven duyması, ancak hukuki güveliğin sağlandığı bir hukuk devleti düzeninde mümkün olabilecektir. Anayasada öngörülen temel ve hürriyetlerin kullanılması ve insan haklarının insan hayatına egemen kılması için Devlet, bireylerin hukuka olan inançlarını ve güvenlerini korumakla yükümlüdür.

Diğer yandan; 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun gerek “idari makamların sükutu” başlıklı 10. maddesinde;” 1. İlgililer, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler.

2.Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır….” kuralına; “Üst makamlara başvurma” başlıklı 11. maddesinde, “1. İlgililer tarafından idari dava açılmadan önce, idari işlemin kaldırılması, geri alınması değiştirilmesi veya yeni bir işlem yapılması üst makamdan, üst makam yoksa işlemi yapmış olan makamdan, idari dava açma süresi içinde istenebilir. Bu başvurma, işlemeye başlamış olan idari dava açma süresini durdurur.
2. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır…” kuralına yer verilmiştir.

İdari davaların yargılama usulü bakımından; ilgililerin idarelere yaptıkları başvuruların dava açma süresi olan 60 gün içerisinde yanıtlanmaması durumu, ilke olarak başvurunun reddi sonucunu doğurmaktadır. Aksinin, ancak yasalarla açık bir “istisna” kuralı getirildiği durumlarda kabulü olanaklıdır.

675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsaminda Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin “dava ve takip usulü” başlıklı 16. maddesi ile “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine veya Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalar veya takipler bakımından özel bir dava ve takip usulü getirilmiş; bu kapsamda sahipleri yada Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda, icra ve iflas takiplerinde maddede belirtilen durumlara göre mahkemelerce husumet yokluğu nedeniyle davanın reddi yada düşme kararı verileceği kurala bağlandıktan sonra maddenin 4. fıkrasında, “Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz” kuralına; maddenin göndermede bulunduğu 670 sayılı K.H.K.’nin 5. maddesinin 4. fıkrasında ise; “Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.” kuralına yer verilmiştir.

Anılan K.H.K. kuralları ile olağanüstü hal kapsamında çıkarılan K.H.K.’ler ile kapatılan kurumların borçları ve alacakları ile ilgili olarak açılmış hukuk davalarının veya başlatılmış takiplerin esasının incelenmeksizin sona erdirilmesi öngörülmüş; bu kapsamda açılmış davalar yönünden verilmiş kararlar üzerine veya doğrudan açılacak idari davalar öncesinde yetkili merci olan kurumlara başvuru koşulu getirilerek, ancak bu başvuruların reddi üzerine yargı yolu olarak idare mahkemeleri gösterilmiş, ancak İdarenin bu başvurulara karşı ne kadar süre içinde cevap vereceği, başvurunun sonuçlarını ne zaman doğruracağı yolunda bir düzenleme yapılmayarak başvurucular bakımından belirsiz bir süreç yaratılmıştır.

Bu durumda; ilgililerin anılan K.H.K. kapsamında getirilen hak düşürücü süreler içinde yetkili mercie yaptığı başvuruların; dava açma süresi içinde yanıtlanmaması durumunda, başvurunun yanıt verilmeyerek reddedildiğinin, bu kapsamda idari yargı yerleri için etkili, kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte bir olumsuz işlemin tesis edildiğinin kabulünün Anayasada güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması, mahkemeye erişim hakkının korunması ve hukuki güvenlik ilkesi gereğince İdari yargılama Usulü Kanununun 10. maddesi kapsamında bir başvuru olarak kabulü gerektiğinden kanun yararına temyiz isteminin reddi gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Başsavcısı : Abdülkadir Atalık

Düşüncesi : Dava; 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesiyle kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketinde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğinden bahisle, ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 3. İş Mahkemesine açılan davanın, 675 sayılı KHK uyarınca reddedilmesi sonrasında yine aynı KHK uyarınca kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai, yıllık izin ücreti, resmi tatil, dini bayram ve genel hafta tatili ücretleri, asgari geçim indirimi ücretleri, son 1 aylık maaş ücreti ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin ödenmesi talebiyle davalı idareye yapılan 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.- TL işçilik alacakları ve yargılama gideri ile vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle açılan davada: “Dava konusu işlemin, işçilik alacaklarına yönelik kısmı yönünden iptali, yargılama gideri ve vekalet ücreti alacaklarına yönelik kısmı yönünden görev yönünden reddi, işçi alacaklarının ödenmesi istemine ilişkin olarak ise; işçilik alacakları kısmı yönünden reddi, yargılama gideri ve vekalet ücreti alacakları kısmı yönünden ise görev yönünden reddi” yolunda Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğince verilen 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararın kanun yararına incelenerek bozulması istemiyle Başsavcılığımızı bilgilendiren dilekçe üzerine konu incelendi:
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesinde; idare ve vergi mahkemeleri ile bölge idare mahkemelerinin kesin olarak verdiği kararlar ile istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği; temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı; bu bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan merci kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı hükme bağlanmıştır.

Kanun yararına temyiz istemine konu uyuşmazlığın çözümü, ilgililer tarafından, 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi kapsamında tespite konu edilebilecek hakların verilmesi yolunda Maliye Bakanlığı veya Vakıflar Genel Müdürlüğüne yapılan başvurular üzerine takip edilmesi gereken dava yolunun ne olduğu; başka bir anlatımla, uyuşmazlığın çözümünde 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesinde öngörülen usulün mü, yoksa 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinde öngörülen dava ve takip usulünün mü işletilmesi gerektiğinin belirlenmesine bağlıdır.
2577 sayılı Kanunun “İdari Makamların Sükutu” başlıklı 10. maddesinde; İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevabın kesin değilse ilgilinin bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabileceği kurala bağlanmıştır.

Uyuşmazlığın dayanağını oluşturan Kanun Hükmünde Kararnamelere bakıldığında:

6749 sayılı Kanun ile değiştirilerek kabul edilen, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinin 1. fıkrasında, “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;

a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşlarının kapatıldığı belirtilmiş, KHK eki 1 sayılı listenin 34. sırasında da Şanlıurfa Özel Uzmanlar Tıp Merkezine yer verilmiştir.
7091 sayılı Kanun ile kabul edilen, 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Devir işlemlerine ilişkin tedbirler’ başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında, “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.”; 4. fıkrasında, “Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.” hükümleri yer almıştır.
7082 sayılı Kanun ile kabul edilen 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Dava ve takip usulü’ başlıklı 16. maddesinde ise, “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.

(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükümleri yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, Şanlıurfa Uzmanlar Tıp, Sağlık Hizmetleri Ticaret Limited Şirketi’nde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle 20/2/2016 tarihinde Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 2016/120 Esas sayılı dosya numarası ile işçilik alacaklarının tahsili için dava açtığı, davalı Şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nın yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 16/12/2016 tarih ve 2016/498 sayılı kararı ile 675 sayılı KHK’nın 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine, vekalet ücretine hükmedilmemesine ve davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın 24/1/2017 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, 30 günlük yasal süre içerisinde Şanlıurfa Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü’ne 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvuru dilekçesi ile başvuruda bulunularak, işçilik alacakları ile avukatlık ücreti ve yargılama giderlerinin ödenmesinin istenildiği, bu başvuruya davalı idare tarafından cevap verilmemesi üzerine davacı tarafından, zımnen ret işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.-TL işçilik alacakları, yargılama gideri ve vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle dava açıldığı anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğince verilen 30/3/2018 günlü ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararda özet olarak; 675 sayılı KHK kapsamındaki işçi alacaklarına ilişkin davanın çözümünün idari yargı yeri olduğu, 2577 sayılı Kanunun 10. maddesi uyarınca idareye başvuru üzerine 60 gün içinde cevap verilmeyerek zımni ret işlemi oluştuğu ve ikinci altmış gün içinde dava açıldığı; idarenin davacının işçi alacakları ile ilgili olarak esasta hakkının var olup olmadığını, var ise ne kadar olduğu konusunda değerlendirme yapıp sonucunda işlem tesis ederek cevap vermesi gerekirken herhangi bir cevap verilmeyerek tesis edilen zımnı ret işleminin iptaline karar verildiği; zımni ret işleminin iş mahkemesinde görülen davaya ilişkin yargılama gideri ve avukatlık ücretinin ödenmesi bakımından ise bunun özel hukuk hükümleri kapsamında idareye yöneltilmiş bir alacak talebi olduğu, özel hukuktan kaynaklandığı için adli yargıda görülmesi gerektiği ileri sürülerek bu kısım bakımından da görev yönünden red kararı verildiği ve kararın kesin olduğu hususunun belirtildiği görülmektedir.

Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirlerin alınması hakkında kanun hükmünde kararnameler uyarınca kapatılan ve/veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, şirket ve diğerlerinin taşınır taşınmaz her türlü mal varlıklarının aktif ve pasifi tespit edilip varsa aktiflerinin nakde çevrilmesinden sonra aktifinde bir değer bulunmasına bağlı olarak, talep sahibinin Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığının tespit edilmesi ve gerçek mal ve hizmet ilişkisine dayandığının görülmesi halinde bir takvim ve sıra dahilinde ödeme yapılabileceği kurala bağlanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla KHK’lar ile bu konuda kendilerine görev verilen idari birimlerin bu süreci tamamlamadan hak iddiasında bulunanların taleplerini karşılamasına imkan bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle Kanun Koyucunun dava sürecinin başlatılabilmesi için bu işlere mahsus olmak üzere idari merci tarafından verilecek kararın beklenilmesini bir ön koşul olarak getirdiği görülmektedir.

Bu bağlamda, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinin 1. fıkrası kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanların, öncelikle, anılan maddenin 4. fıkrası ile 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinin 4. fıkrası uyarınca ilgili idareye başvuruda bulunmaları ve başvuru üzerine ilgili idari merci tarafından bir karar verildikten sonra, verilen karar aleyhine idari yargıda dava açmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Burada idarenin kararını açıklamış olması, yargı yoluna gidebilmenin ön koşulu niteliğinde bulunmaktadır.

Bir başka anlatımla, Olağanüstü Hal KHK’larında 2577 sayılı Kanundan ayrık düzenlemeye gidilerek zımni ret müessesesine yer verilmemiştir. Bu bağlamda yukarıda yer verilen hükümlerle düzenlenmiş bir konuda, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörülmüş olan usulün işletilmesi sonucunda oluşacak zımni ret üzerine dava açılmasına olanak bulunmamaktadır.

Bakılan uyuşmazlıkta, Maliye Bakanlığı Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğüne yapılan başvurunun 60 günlük süre içerisinde cevap verilmemek suretiyle talebin zımnen reddedildiği gerekçesiyle, idarece başvuru hakkında bir karar verilmesi beklenilmeksizin davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 675 sayılı KHK’nın 16. maddesi uyarınca, idari yargıda dava açılmadan önce yetkili idareye başvurulması ve idarece başvurunun kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verilmesinden sonra dava açılması gerektiği kuralına uyulduğundan bu olayda bahsedilmesine olanak bulunmamaktadır.

Bu durumda, 675 sayılı KHK’nın 16/4 maddesi gereğince, idari yargıda dava açılabilmesi için, idareye yapılan başvurunun yetkili idari merci tarafından kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verildikten sonra dava açılması kuralına uyulmadığı için davanın esasının incelenmesine olanak bulunmadığından, 2577 sayılı Kanun’un 14/3-d ve 15/1-b maddeleri uyarınca davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, davayı esastan sonuçlandıran mahkeme kararında isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararı, 2577 sayılı Kanunun 51’inci maddesi uyarınca yürürlükteki hukuka aykırı sonucu ifade ettiğinden, kanun yararına bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Beşinci Dairesince gereği görüşüldü:

Dava; 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesiyle kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketinde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra iş sözleşmesinin işveren tarafından haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğinden bahisle, ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 3. İş Mahkemesinde açılan davanın, 675 sayılı KHK uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi sonrasında davacı tarafından aynı KHK uyarınca kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai, yıllık izin ücreti, resmi tatil, dini bayram ve genel hafta tatili ücretleri, asgari geçim indirimi ücretleri, son 1 aylık maaş ücreti ile yargılama gideri ve vekalet ücretinin ödenmesi istemiyle 675 sayılı KHK’nın 16/4. maddesi uyarınca davalı idareye yapılan 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvurunun zımnen reddine ilişkin işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.- TL işçilik alacakları ve yargılama gideri ile vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle bu kez idare mahkemesinde açılmıştır.

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliğinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı kararıyla; Uyuşmazlığa konu işçilik alacaklarının ödenmesi isteminin zımnen reddine ilişkin işlem yönünden; 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinin 4. fıkrasında belirtilen ‘idarenin kararı’ idare tarafından açık bir ret veya kabul cevabı ile tesis edilebileceği gibi herhangi bir cevap verilmeksizin zımnen ret cevabı ile de tesis edilebileceği, ilgililerin başvurusu karşısında idare tarafından, gerek açık bir cevap verilmek suretiyle gerekse de 60 gün içerisinde bir cevap verilmemek suretiyle (isteğin zımnen reddedilmesi şeklinde) bir işlem tesis edilmesi durumunda, tesis edilen bu işlemler aleyhine, 2577 sayılı Kanunun öngördüğü 60 günlük dava açma süresi içerisinde dava açılmasına olanak bulunduğu, dolayısıyla davacı tarafından işçilik alacaklarının ödenmesi istemine ilişkin olarak, ilgili Kanun Hükmünde Kararnameler uyarınca usulüne uygun olarak yapılan başvurunun; söz konusu Kanun Hükmünde Kararnamede, alacakların ödenmesi hususunda herhangi bir süre öngörülmemiş ise de, yukarıda yer verilen 2577 sayılı Kanunun 10. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, yapılan başvuruya 60 gün içerisinde bir cevap verilmemesi halinde başvuru reddedilmiş sayılacağından ve davacının ilgili KHK’lar uyarınca süresinde yaptığı başvurusuna davalı idarece, davacının dava konusu konu ettiği işçilik alacaklarına ilişkin olarak davacının esasta hakkının olup olmadığı, hakkı var ise hak ettiği tutarın ne kadar olduğu ve bu miktar alacağa hak kazanıp kazanmadığı hususunda mevzuatı uyarınca gerekli değerlendirmeler yapılıp sonucunda bir işlem tesis edilerek cevap verilmesi gerekirken herhangi bir cevap verilmemek suretiyle tesis edilen dava konusu zımnen ret işleminin, işçilik alacakları kısmı yönünden iptaline, uyuşmazlığa konu zımnen ret işleminin, daha önce İş Mahkemesinde açılan davaya ilişkin yargılama gideri ve avukatlık ücreti ödenmesi isteminin reddi yönünden; yargılama gideri ve avukatlık ücreti ödenmesi istemi özel hukuktan kaynaklanan bir istem olduğundan ve özel hukuktan kaynaklanan bu istemin davalı idarece zımnen reddedilmesi işleminin de idarenin özel hukuk kapsamında tesis ettiği işlemlerden olduğundan ve bu husustan doğacak uyuşmazlıklara ilişkin davalar adli yargı makamları önünde dava konusu yapılabileceğinden ve söz konusu bu istemin davalı idarece reddedilmesinden doğan uyuşmazlıkların görüm ve çözümü adli yargı makamlarının görevine girdiğinden dolayı dava konusu zımnen ret işleminin, yargılama gideri ve vekalet ücreti kısmı yönünden görev nedeniyle reddine, dava dilekçesinde yer verdiği işçilik alacaklarının ödenmesine karar verilmesi istemine yönelik olarak ise; söz konusu alacaklara ilişkin olarak davacının, 670 sayılı KHK’nın, “Devir işlemlerine ilişkin tedbirler” başlıklı 5. maddesinde yer verilen şartları sağlayıp sağlamadığı henüz belirli olmadığından ve davacının talep ettiği işçilik alacaklarına ilişkin ödemeye ancak bu madde de yer verilen şartları sağlaması durumunda hak kazanacağı bu şartları sağlamadığı durumda ise bu ödemelere hak kazanamayacağı anlaşıldığından ve idare tarafından da bu hususa ilişkin olarak davacının esasta hakkının olup olmadığı, hakkı var ise hakettiği tutarın ne kadar olduğuna ilişkin bir kararın söz konusu olmadığı ve bu hususların da idare tarafından yapılacak inceleme ile ortaya konulacak olmasından aynı zamanda idare tarafından da halen incelemelerin devam ettiğinin belirtilmesinden dolayı bu aşamada söz konusu şartları sağlayıp sağlamadığı belirli olmayan davacının, işçilik alacaklarının faiziyle birlikte ödenmesi isteminin reddine kesin olarak karar verilmiştir.

Danıştay Başsavcılığı tarafından, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı tek hakim tarafından kesin olarak verilen kararının 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Dava ve takip usulü’ başlıklı 16. maddesin 4.maddesindeki açık hükme rağmen, başvurunun İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 10. maddesi kapsamında görülerek karar verilmesinin 2577 sayılı Kanunun 51’inci maddesi uyarınca yürürlükteki hukuka aykırı sonucu ifade ettiği ileri sürülerek, işlemin iptaline ilişkin hüküm fıkrasının kanun yararına bozulması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun “Kanun Yararına Bozma” başlıklı 51. maddesinde, Bölge İdare Mahkemesi kararları ile İdare ve Vergi Mahkemelerince ve Danıştayca ilk derece mahkemesi olarak verilip temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlardan niteliği bakımından yürürlükteki hukuka aykırı bir sonucu ifade edenlerin, ilgili Bakanlıkların göstereceği lüzum üzerine veya kendiliğinden Başsavcı tarafından kanun yararına temyiz olunabileceği, temyiz isteği yerinde görüldüğü takdirde kararın, kanun yararına bozulacağı, bozma kararının, daha önce kesinleşmiş olan mahkeme veya Danıştay kararının hukuki sonuçlarını kaldırmayacağı, bozma kararının bir örneğinin ilgili Bakanlığa gönderileceği ve Resmi Gazete’de yayımlanacağı hükme bağlanmıştır.
2577 sayılı Kanunun “İdari Makamların Sükutu” başlıklı 10. maddesinde; İlgililerin, haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilecekleri, altmış gün içinde bir cevap verilmezse isteğin reddedilmiş sayılacağı, ilgililerin altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştaya, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilecekleri, altmış günlük süre içinde idarece verilen cevabın kesin değilse ilgilinin bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebileceği, bu takdirde dava açma süresinin işlemeyeceği, ancak, bekleme süresinin başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemeyeceği, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabileceği kurala bağlanmıştır.

6749 sayılı Kanun ile değiştirilerek kabul edilen, 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin 2. maddesinin 1. fıkrasında, “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen;

a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum ve kuruluşlarının kapatıldığı belirtilmiş, KHK eki 1 sayılı listenin 34. sırasında da Şanlıurfa Özel Uzmanlar Tıp Merkezine yer verilmiştir.
7091 sayılı Kanun ile kabul edilen, 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Devir işlemlerine ilişkin tedbirler’ başlıklı 5. maddesinin 1. fıkrasında, “20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.”; 4. fıkrasında, “Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.” hükümleri yer almıştır.
7082 sayılı Kanun ile kabul edilen 675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin ‘Dava ve takip usulü’ başlıklı 16. maddesinde ise, “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.

(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükümleri yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, Şanlıurfa Uzmanlar Tıp, Sağlık Hizmetleri Ticaret Limited Şirketi’nde bir dönem işçi olarak çalıştıktan sonra sözleşmesinin feshedilmesi nedeniyle 20/2/2016 tarihinde Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 2016/120 Esas sayılı dosya numarası ile işçilik alacaklarının tahsili için anılan şirket aleyhine dava açtığı, davalı şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nın yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 3. İş Mahkemesi’nin 16/12/2016 tarih ve 2016/498 sayılı kararı ile 675 sayılı KHK’nın 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine, vekalet ücretine hükmedilmemesine ve davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın 24/1/2017 tarihinde davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, 30 günlük yasal süre içerisinde Şanlıurfa Defterdarlığı Milli Emlak Müdürlüğü’ne 21/2/2017 tarih ve 2547 sayılı başvuru dilekçesi ile işçilik alacakları ile avukatlık ücreti ve yargılama giderlerinin ödenmesinin istenildiği, bu başvuruya davalı idare tarafından cevap verilmemesi üzerine davacı tarafından, zımnen ret işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile 2.800.-TL işçilik alacakları, yargılama gideri ve vekalet ücretinin ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesi istemiyle incelenen davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin tek hakim kararına yönelik kanun yararına temyiz isteminin gerekçesini, 675 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 16/4. maddesinin açık hükmü karşısında, ilgililerin başvuru üzerine İdarece verilecek olumsuz kesin cevap üzerine dava açabileceği, İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesinde yer verilen başvurudan sonra geçen 60 günlük zımni ret müessesinin düzenlendiği İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesinin bu uyuşmazlıklarda uygulanamayacağı oluşturmaktadır.

Olağanüstü hal kapsamında bazı tedbirlerin alınması hakkında kanun hükmünde kararnameler uyarınca kapatılan ve/veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, şirket ve diğerlerinin taşınır taşınmaz her türlü mal varlıklarının aktif ve pasifi tespit edilip varsa aktiflerinin nakde çevrilmesinden sonra aktifinde bir değer bulunmasına bağlı olarak, talep sahibinin Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığının tespit edilmesi ve gerçek mal ve hizmet ilişkisine dayandığının görülmesi halinde, bir takvim ve sıra dahilinde ödeme yapılabileceği kurala bağlanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla KHK’lar ile bu konuda kendilerine görev verilen idari birimlerin bu süreci tamamlamadan hak iddiasında bulunanların taleplerini karşılamasına imkan bulunmadığı görülmektedir. Bu nedenle bu tür hak iddialarına ilişkin dava sürecinin başlatılabilmesi için Kanun koyucu bu işlere mahsus olmak üzere yetkili idari merciler tarafından verilecek cevabın beklenilmesini bir ön koşul olarak getirdiği görülmektedir.
Bu bağlamda, yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri birlikte değerlendirildiğinde; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinin 1. fıkrası kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanların, öncelikle, anılan maddenin 4. fıkrası ile 675 sayılı KHK’nın 16. maddesinin 4. fıkrası uyarınca ilgili idareye başvuruda bulunmaları ve başvuru üzerine ilgili idari merci tarafından bir karar verildikten sonra, verilen karar aleyhine idari yargıda dava açmaları gerektiği anlaşılmaktadır. Burada idarenin kararını açıklamış olması, yargı yoluna gidebilmenin ön koşulu niteliğinde bulunmaktadır.

Bir başka anlatımla, Olağanüstü Hal KHK’larında idareye yazılı başvurularda 2577 sayılı Kanundan ayrık düzenlemeye gidilerek zımni ret müessesesine yer verilmemiştir. Bu bağlamda yukarıda yer verilen özel hükümlerle açıkça düzenlenmiş bir konuda, 2577 sayılı Kanun’un 10. maddesinde öngörülmüş olan usulün işletilmesi sonucunda oluşacak zımni ret üzerine dava açılmasına olanak bulunmamaktadır.

Bakılan uyuşmazlıkta, davacı tarafından Maliye Bakanlığı Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğüne yapılan başvurunun 60 günlük süre içerisinde cevap verilmemek suretiyle talebin zımnen reddedildiği gerekçesiyle, idarece başvuru hakkında bir karar verilmesi beklenilmeksizin davanın açıldığı anlaşılmaktadır. 675 sayılı KHK’nın 16. maddesi uyarınca, idari yargıda dava açılmadan önce yetkili idareye başvurulması ve idarece başvurunun kısmen veya tamamen reddine ilişkin bir karar verilmesinden sonra dava açılması gerektiği kuralına uyulmamıştır.
Bu durumda, 675 sayılı KHK’nın 16/4 maddesi gereğince, idari yargıda dava açılabilmesi için, idareye yapılan başvuru hakkında yetkili idari merci tarafından kısmen veya tamamen ret yönünde bir karar verildikten sonra dava açılması kuralına uyulmadığı için, davanın esasının incelenmesine olanak bulunmadığından, 2577 sayılı Kanun’un 14/3-d ve 15/1-b maddeleri uyarınca davanın incelenmeksizin reddine karar verilmesi gerekirken, davayı esastan sonuçlandıran mahkeme kararında hukuki isabet görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, Danıştay Başsavcılığının kanun yararına temyiz isteminin kabulüne, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin 30/3/2018 gün ve E:2018/109 K:2018/344 sayılı tek hakim kararının iptale ilişkin kısmının 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 51. maddesi uyarınca hükmün hukuki sonuçlarına etkili olmamak üzere kanun yararına bozulmasına, kararın birer örneğinin İlgili Bakanlık olan Maliye Bakanlığı ile Danıştay Başsavcılığı’na gönderilmesine ve kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasına, 07/03/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BELİRSİZ ALACAK DAVASI- HUKUKİ YARAR YOKLUĞU NEDENİYLE USULDEN RED ZAMANAŞIMINI KESEN BİR NEDEN OLARAK KABUL EDİLEMEZ- ZAMANAŞIMI SÜRESİ DOLDUKTAN SONRA AÇILAN EK DAVANIN REDDİ GEREKİR

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/15434
KARAR:2018/25756

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : … 6. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ   : SENDİKA KANUNLARINDAN KAYNAKLANAN
MAHKEMESİ : … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, kapanan … Belediye Başkanlığı’nın aidat borçları nedeniyle … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/15 esas sırasında ve kapanan … Belediye Başkanlığı’nın borçları nedeniyle de … Asliye Hukuk (İş) Mahkemesinin 2014/16 esas sırasında kayıtlı belirsiz alacak davalarını açtıklarını ancak mahkemenin hukuki yarar yokluğundan davayı reddettiğini, bu arada … ve … Belediye Başkanlıklarının 6360 sayılı kanun hükümleri çerçevesinde kapandığını, tüm hak ve borçların davalı kuruma geçtiğini, kapanan belediyelerin aylık toplamlar halinde çizelgelerinin ilgili dosyalarda yer aldığını, davalı kurumun faiz de dahil olmak üzere, takip tarihi itibariyle toplam borcunun 51.278,75 TL olduğunu, davalı tarafın borcu olmadığına dair itirazının hiçbir haklı gerekçesi olmadığını ileri sürerek … İcra Müdürlüğü’ nün 2015/16 sayılı icra takibine yapılan itirazın iptali ile %20 den aşağı olmamak üzere icra- inkar tazminatı ve yargılama giderlerinin davalı tarafa yükletilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

İstinaf Başvurusu: İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı davalı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti : Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Temyiz:Bölge Adliye Mahkemesinin kararına karşı davalı vekili temyiz kanun yoluna başvurmuştur.

Gerekçe:Dava, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 18. maddesi ile mülga 2821 sayılı Sendikalar Kanunu’nun 61. maddesi kapsamında, sendika üyelik ve dayanışma aidat alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

6356 sayılı Kanun’un 18. maddesinin ikinci fıkrasına göre “Üyelik ve dayanışma aidatları, yetkili işçi sendikasının işverene yazılı başvurusu üzerine, işçinin ücretinden kesilmek suretiyle ilgili sendikaya ödenir.” Aynı maddenin üçüncü fıkrasına göre de “Yukarıdaki hükümlere göre ödenmesi gereken aidatı kesmeyen veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili işçi sendikasına ödemeyen işveren, bildirim şartı aranmaksızın aidat miktarını bankalarca İşletme kredilerine uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödemekle yükümlüdür.”

Mülga 2821 sayılı Kanun’un 61. maddesinin birinci fıkrasına göre ise “İşyerinde uygulanan toplu iş sözleşmesinin tarafı olan işçi sendikasının, toplu iş sözleşmesi yapılmamışsa veya sona ermişse yetki belgesi alan işçi sendikasının yazılı talebi ve aidatı kesilecek sendika üyesi işçilerin listesini vermesi üzerine, işveren sendika tüzüğü uyarınca üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını ve Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu gereğince sendikaya ödenmesi gerekli dayanışma aidatını, işçilere yapacağı ücret ödemesinden kesmeye ve kestiği aidatın nevini belirterek tutarını ilgili sendikaya vermeye ve kesinti listesini sendikaya göndermeye mecburdur.” Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ise “Yukarıdaki fıkra gereğince sendika tüzüğüne uygun olarak kesilmesi istenilen aidatı kesmeyen işveren ilgili sendikaya karşı kesmediği veya kesmesine rağmen bir ay içinde ilgili kuruluşa göndermediği miktar tutarınca genel hükümlere göre sorumlu olduktan başka aidatı sendikaya verinceye kadar bankalarca işletme kredilerine uygulanan en yüksek faizi ödemek zorundadır.”

Belirtilen kanuni düzenlemelere göre, bir işyerinde veya işletmede toplu iş sözleşmesi yapmak için yetki belgesi alan işçi sendikasının, yetki belgesine konu işyeri veya işletmede çalışan üyesi işçilerin listesini ve sendika tüzüğüne göre üyelerin sendikaya ödemeyi kabul ettikleri üyelik aidatını işverene bildirmesi ve bu listeye göre üyelik aidatının kesilmesini ve sendikaya ödenmesini istemesi gerekir.

Bu genel açıklamalar ışığında temyiz itirazlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Zamanaşımı, alacak hakkının belirli bir süre kullanılmaması sebebiyle dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve alacağın dava edilebilme özelliğini ortadan kaldırır.

Diğer taraftan sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları dönemsel özellik gösteren borçlardandır. Kanunda belirtilen şartların yerine getirilmiş olması şartıyla toplu iş sözleşmesinde aidat borcunun ödenme zamanına ilişkin hüküm mevcut ise bu hüküm uyarınca üyelik ve dayanışma aidatı borçlarının ödenme zamanı ve temerrüt tarihi belirlenmektedir. Bu itibarla, sendika üyelik ve dayanışma aidatı borçları yönünden zamanaşımı süresi, mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 126. maddesi ile 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 147. maddesinin birinci bendi gereğince beş yıldır.

Somut uyuşmazlıkta, davacı sendika tarafından kapanan her iki belediye aleyhine belirsiz alacak davası niteliğinde açılan davalar mahkemece hukuki yarar yokluğu nedeniyle usulden reddedilmiş ve daha sonra davacı sendika tarafından temyiz konusu işbu dava açılmıştır.

Öncelikle belirtmek gerekir ki, dava dilekçesinin davalıya tebliği sonrasında kanuni süresinde davaya karşı zamanaşımı defi ileri sürülmesine karşın mahkemece bu hususun dikkate alınmaması doğru olmamıştır.
Bu noktada Bölge Adliye Mahkemesi kararında yer alan, somut olayda 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 158. maddesinin uygulanması gerektiği hususu değerlendirilmelidir. TBK’nun 158. maddesine göre “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir.”

Bölge Adliye Mahkemesi gerekçesinde, eldeki davanın daha önce belirsiz alacak davası olarak açılması ve usulden reddedilmesi nedeniyle, bu durumun TBK’nun 158. maddesinde yer alan “davanın düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması nedeniyle reddedilmesi” ifadesi kapsamında değerlendirilecek bir husus olduğu belirtilmiştir.

Davacı sendika tarafından belirsiz alacak davası niteliğinde açılan ilk davalar, hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilmiştir. Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 E.K. sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir. Bu itibarla, davacı sendika tarafından daha önce açılan ve hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddedilen davalar, zamanaşımını kesen bir nitelik arz etmez ve ayrıca TBK’nun 158. maddesinin uygulanmasına da cevaz vermez.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında, ilk derece mahkemesi tarafından, davalının süresinde verdiği cevap dilekçesi ile zamanaşımı defini ileri sürdüğü gözetilerek, takip tarihi olan 06.04.2015 tarihinden geriye doğru 5 yıllık süreye göre alacakların ve işlemiş faizin belirlenmesi ve oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekmektedir.

Anılan hususlar gözetilmeksizin, eksik inceleme sonucunda ilk derece mahkemesince yazılı şekilde hüküm tesisi ve bu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddi kararı hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç:Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılarak İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 29.11.2018 tarihinde oybirliğiyle olarak karar verildi.

İŞYERİNDE KAVGA – EŞİT DAVRANMA İLKESİ- KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ALACAKLARI

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2011/5941
KARAR:2013/11521

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin ücreti ile fazla çalışma ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş sözleşmesinin kavga gerekçesiyle işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatı ile izin ücreti ve fazla çalışma ücreti alacaklarını istemiştir.

B) Davalıların Cevabının Özeti:
Davalılar vekili, davacının işyerinde ve mesai saatinde, işyerinde çalışan diğer üç işçi ile kavga ettiğini, kavgayı başlatanın davacı olduğunu, iş akdinin bu kavga nedeniyle haklı olarak feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı davacı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar arasındaki uyuşmazlık, iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı bir sebeple feshedilip edilmediği, işverenin eşit davranma borcuna aykırı davranıp davranmadığı ve bu bağlamda davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmeyip, eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir.

“Eşitlik İlkesi” en temel anlamda T.C. Anayasasının 10 uncu ve 55 inci maddelerinde ifade edilmiş, 10 uncu maddede “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” kuralına yer verilmiştir. 55 inci maddenin kenar başlığı ise “Ücrette Adalet Sağlanması” şeklindedir.

Bundan başka eşit davranma ilkesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Ekonomik Topluluğu Andlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınmıştır.

İstihdam ve Meslek Konularında Kadın ve Erkeğe Eşit Muamele ve Fırsat Eşitliği İlkesinin Uygulanmasına Dair 5 Temmuz 2006 tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin 2006/54/EC Sayılı Direktifinin “Analık (Doğum) İzninden Dönüş” başlıklı 15 inci maddesinde, “doğum iznindeki bir kadının, doğum izninin bitiminden sonra işine veya eşdeğer bir pozisyona kendisi için daha dezavantajlı olmayan koşul ve şartlarda geri dönmeye ve çalışma koşullarında yokluğu sırasında yararlanmış olacağı her türlü iyileştirmeden yararlanmaya hakkı vardır” şeklinde kurala yer verilerek, doğum iznini kullanan kadın işçi yönünden işverenin eşit davranma borcuna vurgu yapılmıştır.
4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna karşın eşitlik ilkesini düzenleyen 5 inci maddede, her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. Belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiştir. Dairemiz kararlarında “ esaslı nedenler olmadıkça” ve “biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça” bu yükümlülüğün bulunmadığı vurgulanmıştır (Yargıtay 9.HD. 25.7.2008 gün 2008/ 27310 E, 2008/ 22095 K.).
İşverence, işçiler arasında farklı uygulamaya gidilmesi yönünden nesnel nedenlerin varlığı halinde eşit işlem borcuna aykırılıktan söz edilemez( Yargıtay 9.HD. 2.12.2009 gün, 2009/33837 E, 2009/ 32939 K).
4857 sayılı Yasanın 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. Eşit davranma ilkesinin uygulanabilmesi için aynı işyerinin işçileri olma, işyerinde topluluk bulunması, kolektif uygulamanın varlığı, zamanda birlik ve iş sözleşmesiyle çalışmak koşulları gerekmektedir.
Yasanın 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında tam süreli – kısmî süreli işçi ile belirli süreli – belirsiz süreli işçi arasında farklı işlem yapma yasağı öngörülmüş, üçüncü fıkrada ise cinsiyet ve gebelik sebebiyle ayrım yasağı düzenlenmiş ve bu durumda olan işçiler bakımından iş sözleşmesinin sona ermesinde de işverenin eşit davranma borcu vurgulanmıştır. Bununla birlikte, işverenin işin niteliği ile biyolojik nedenlerle faklı davranabileceği bahsi geçen hükümde açıklanmıştır.

Yine değinilen maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında, işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yapamayacağından söz edilmektedir. Burada sözü edilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim v.b. ödemleri de kapsadığı açıktır.

Bundan başka 4857 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sözü edilen sendikal nedenlere dayalı ayrım yasağı da mutlak ayrım yasağı kapsamında değerlendirilmelidir. Yasanın 5 inci maddesiyle 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan haller sınırlayıcı olarak düzenlenmiş değildir. İşçinin işyerinde olumsuzluklara yol açmayan cinsel tercihi sebebiyle ayrım yasağı da buna eklenebilir. Yine siyasî sebepler ve dünya görüşü gibi unsurları esas alan bir ayrımcılık da korunmamalıdır.

İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı değinilen Yasanın 5 inci maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkânı bulunmaktadır. Söz konusu fıkra metni emredici nitelikte olduğundan, anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Geçersizlik nedeniyle ortaya çıkan kural boşluğu eşit davranma ilkesinin gereklerine uygun olarak doldurulmalıdır.

Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte, anılan maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemeye göre işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksi işveren tarafından ispatlanmalıdır.

Somut olayda, davacı işçi ile aynı işyerinde çalışan üç işçinin mesai saatleri içerisinde ve işyerinde kavga ettikleri ve kavgada üç işçinin davacı işçiyi dövdükleri (kasten yaraladıkları) tanık beyanları ve dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır. Yine tanık beyanlarından, davacı işçinin diğer üç işçiden birine küfretmek suretiyle kavgayı başlattığı sabittir.

Bu kavga nedeniyle davacı işçinin iş akdi işveren tarafından feshedilmiştir. Ancak kavgaya karışan diğer üç işçinin iş akitleri feshedilmemiştir.

Mahkeme “Dosyada toplanan delillere göre davacının davalı iş yerinde çalışırken aynı iş yerinde çalışan mesai arkadaşlarına küfür etmek suretiyle kavganın başlamasına sebebiyet verdiği ve bu olay nedeniyle işçilerin birbirlerini darp ettikleri davacının bu nedenle iş yerinden çıkarıldığı ve bu çıkarma işleminin iş kanunu hükümlerine göre işverene haklı nedenle fesih yetkisi verdiği anlaşıldığından…” gerekçesiyle davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar vermiştir.

Öncelikle davacı işçinin, diğer işçilerden birine küfretmesi küfredilen işçi ve arkadaşlarına davacı işçiyi dövme (kasten yaralama) hak ve yetkisi vermez. Davacı işçinin, diğerlerine küfretmesi eylemi suç oluşturmakta ise de diğer işçilerin davacı işçiyi kasten yaralamaları da suç oluşturmaktadır.

Ayrıca yukarıda yazılı ilke karamızda da açıkça belirtildiği üzere eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bu bağlamda, her ne kadar kavgayı başlatan ve kavganın tarafı olan davacı işçinin bu eylemi işverene iş akdini haklı olarak feshetme hak ve yetkisi verse de işveren bu hakkını eşit davranma borcuna aykırı şekilde kullanamayacaktır. Bir başka anlatımla, işveren tarafından sadece davacı işçinin iş akdinin feshedilmesi, diğer üç işçinin iş akitlerinin feshedilmemesi işverenin eşit davranma borcuna aykırı olup işveren tarafından gerçekleştirilen feshi haksız hale getirecektir. Bu nedenle, iş akdi işveren tarafından haksız olarak feshedilen davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin kabulüne karar vermek gerekirken taleplerin reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 10/04/2013 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillere kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanması gerektiğini düşündüğümden sayın çoğunluğun bozma düşüncesine katılmıyorum. 10.04.201

KAVGADA İLK SALDIRAN İŞÇİNİN KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ÖDENMEDEN İŞTEN ÇIKARMA

T.C
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/23468
KARAR:2018/20721

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili; davacının davalı işyerinde 28.01.2008-14.02.2014 tarihleri arasında garson olarak çalıştığını, davacının en son aylık ücretinin net 1.050 TL. olduğunu, iş akdinin davalı tarafından haksız olarak feshedildiğini iddia ederek; kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili; davacının 28.01.2008 tarihinde çalışmaya başladığını, 13.02.2014 tarihinde sosyal tesislerdeki kafeteryada personel ve müşterilerin hazır oldukları sırada diğer garson …’na darp amaçlı saldırdığını, görevlilerin durumu tutanakla tespit ettiklerini, davacının savunmasının alındığını ve davalı kooperatif yönetim kurulunun toplanarak davacının iş akdini İş Kanunu’nun 25/II maddesine göre haklı sebeple sona erdirdiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Dosyadaki bilgi ve belgelerden; olay tarihinde davacının işyeri arkadaşlarından … ile adisyon fişi nedeniyle tartıştığı, tartışmanın devamında barın arkasında bulunan …’na vurmak için barın üzerinden zıplamaya çalıştığı, ancak bunu gerçekleştiremediği, devamında da normal girişinden bara girerek …’na saldırdığı, kavgayı başlatanın ve ilk saldırıp, vuranın davacı olduğu anlaşılmaktadır.

Kavgayı başlatan ile saldırıya maruz kaldığı için kendini savunmaya çalışan işçilere fesih bakımından farklı davranılması, yani kavgayı başlatanın işten çıkartılıp diğerinin çıkartılmaması, durumları aynı olmadığı için eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmez.

Davalı işverenin davacı işçiyi başka bir işçiye saldırması nedeniyle iş akdini feshi 4857 sayılı Yasa’nın 25/2-d maddesi uyarınca haklı olduğundan, davacının kıdem ve ihbar tazminatları taleplerinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulü hatalıdır.

F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 15.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE KAVGA – İŞ SÖZLEŞMESİNİN HAKLI NEDENLE FESHİ- İŞÇİLİK ALACAKLARI

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS:2015/2677
KARAR:2018/1954

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 4. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.02.2013 tarihli ve 2011/618 E., 2013/100 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 15.10.2014 tarihli ve 2014/20066 E., 2014/27916 K. sayılı kararı ile:

“…Davacı vekili, müvekkili işçinin iş sözleşmesinin haklı sebep olmadan işverence feshedildiğini, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedildiğini bu sebeple dava konusu alacaklara hak kazanılmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Taraflar arasında, davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına hak kazanıp kazanmadığı noktasında uyuşmazlık vardır.

Somut olayda, davalı işyerinde montaj ustası olarak çalışan davacının iş sözleşmesi 03.05.2011 de şirket çalışanına fiili ve sözlü saldırıda bulunması sebebiyle uyarıldığı halde yine aynı kişiye karşı eylemlerini tekrar ettiği gerekçesiyle haklı sebeple feshedilmiştir. Davacı savunmasında, davalı işyerinde çalışan…’ın çalıştığı tarafa daldığını bu esnada…’ın kendisine kafa sallayarak ağzını kıpırdattığını gördüğünü kendisinin…’ın yanına giderek küfür edip etmediğini sorduğunu onunda nasıl kabul ediyorsan dediğini birbirlerinin üstüne gittiklerini beyan etmiştir. Davalı işyerinde çalışanlar tarafından düzenlenen tutanak ile davacının, diğer işçinin çalışma bölgesine giderek işçiyi kışkırttığı ve olayın kavgaya dönüştüğü belirtilmiştir. Davacı şahitlerinin görgüye dayalı bilgisi bulunmamaktadır. Dinlenen davalı şahidi Rıdvan Mert, davacının eksik çay verilmesi sebebi ile başka çalışana bağırdığını,…’ın da davacının bağırmamasını istediğini, davacının…’ın çalıştığı bölüme geldiğini ve ona küfür ettiğini daha sonra karşılıklı küfürleşmeler olduğunu bu olaydan bir ay sonra taraflar arasında yine tartışma olduğunu ancak tartışmanın sebebini ve kimin başlattığını bilmediğini bildirmiş, diğer davalı tanığı … ise, davacı ile aralarında birden fazla tartışma olduğunu, ilk olarak izinden döndüğünde davacının kendisinden izin almadan izne gitmesi sebebiyle küfür ettiğini, daha sonra davacının çaycıya kızması sebebi ile araya girdiğini kendisine karışmamasını söylediğini, en son olarak karşılıklı bakışmalar sonucunda davacının kendisinin yanına gelerek “birşey mi söylüyorsun, birşey mi oldu” diye sorduğunda kendisinin “ne anladıysan o” şeklinde cevap verdiğini bunun üzerine sen bana küfür ettiysen diyerek küfür etmeye başladığını beyan etmiştir.

Dosya kapsamına ve özellikle işyeri tutanaklarıyla inandırıcı ve samimi görülen davalı şahit beyanlarına göre, davacının çalışma bölgesini terk edip dava dışı işçinin yanına giderek tartışmayı başlattığı, davacı ile dava dışı işçinin kavga ettiği, davacının ve kavgaya taraf olan dava dışı işçinin yazılı savunmalarında bu durumu kabul ettikleri anlaşılmıştır. Hal böyle olunca davacının işverenin diğer işçisine sataştığı ve feshin haklı sebebe dayandığı kabul edilmelidir. Bu sebeple kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı vekili, müvekkiline işi bırakması için psikolojik baskı uygulandığını, aynı iş yerinde çalışan … ile bakışmış olmasının işten çıkarma sebebi sayıldığını, davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatlarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının 19.08.2011 tarihinde … isimli işçiyi sözlü ve fiili olarak taciz ettiğini, her iki işçinin savunmalarında bu hususu doğruladıklarını, davacı işçinin daha önce de diğer işçilerle kavgaya varan tartışmaları olması sebebiyle müvekkili tarafından sözlü olarak uyarıldığını, benzer davranışlarında ısrar ettiğini, iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesi uyarınca haklı nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece yargılama aşamasında dinlenen davacı tanıklarının tartışma ve kavga konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olmadıkları, davalı tanığı …’in ise davacı ile… isimli çalışanın eksik çay verilmesi ile ilgili olarak tartışıp-küfürleştikleri ancak kavga ve vurma olmadan araya girip tarafları ayırıp barıştırdıkları, yaklaşık 1 ay kadar sonra davacı ile…’ın yeni bir tartışması olduğu, tartışmanın neden kaynaklandığını ve kimin başlattığını bilmediği yönündeki beyanı da dikkate alındığında, dosyaya sunulan tutanağın davalı iş yeri yetkililerince yazılıp olay hakkında görgüye dayalı bilgisi olup olmadığına bakılmaksızın çalışanlara imzalatıldığı, bu tutanağa ve özellikle davacı ile tartışma yaşayan, davalı tanığı sıfatı ile dinlenen …’in beyanlarına itibar edilmediği, sözleşmenin ihbar ve kıdem tazminatları ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona erdirdiğinin ispatının davalı işverene ait olduğu, taraflar arasındaki iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedene olmaksızın feshedildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece tüm dosya kapsamından, ilk hareketin davacıdan gelmediği, Yargıtay kararı ile de kabul edildiği üzere davacının “bir şey mi söylüyorsun, bir şey mi oldu” şeklindeki hakaret ve sataşma içermeyen sözler söylemesi üzerine …’in “ne anladıysan o” şeklinde cevap vermek sureti ile kışkırtıcı şekilde davrandığı, tanık beyanlarından tartışmayı kimin başlattığı hususunun açıklığa kavuşturulamadığı, halen işyerinde çalışan ve olayda taraf olan davalı tanığı …’in beyanı doğrultusunda davacının kusurlu hareketinin sataşma şeklinde değerlendirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğu, kaldı ki, diğer davalı tanığının olayın ne şekilde meydana geldiğine dair görgüye dayalı bilgisinin olmadığı, davacının davalı iş yerinde 4 yıllık çalışmasının bulunduğu ve bu çalışma süresi boyunca davacı hakkında tutulan başkaca bir tutanak veya işveren tarafından davacıya uygulanan bir müeyyide olmadığı, davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğinin ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedenle feshedilip feshedilmediği, burada varılacak sonuca göre davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

İş sözleşmesini sona erdiren en önemli sebeplerden biri fesihtir. Fesih, sürekli (belirli ya da belirsiz süreli) bir iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, tek taraflı ve karşı tarafa ulaşması gerekli bozucu yenilik doğuran bir haktır. Dolayısıyla fesih karşı tarafa ulaştığı andan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuran, karşı tarafın kabulünü gerektirmeyen bir irade açıklamasıdır (Senyen Kaplan, E. Tuncay: Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Haksız Feshinin Hüküm ve Sonuçları, Sicil İş Hukuku Dergisi, Yıl 2016, Sayı 36, s. 23).

İş sözleşmesi işçi ile işveren arasında kurulan ve her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olup, işçi ile işveren arasında karşılıklı güvene dayanan kişisel ve sürekli bir ilişki yaratır. Bu nedenle işçi veya işveren taraflarından birinin davranışı ile bu güveni sarsması hâlinde güveni sarsılan tarafın objektif iyi niyet kurallarına göre artık bu ilişkiyi sürdürmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlarda iş sözleşmesi ile bağlı kalamayacağı gerçeğinden hareket eden kanun koyucu, yaptığı düzenleme ile taraflara iş sözleşmesini haklı nedenle tazminatsız fesih hakkı tanımıştır.

Hukukumuzda “olağanüstü fesih”, “bildirimsiz fesih”, “süresiz fesih”, “önelsiz fesih”, “derhal fesih”, “muhik sebeple fesih” gibi terimlerle ifade edilen haklı nedenle fesih Türk Borçlar K. md. 435, İş K. md. 24 ve 25; Deniz İş K. md. 14, 16; Basın İş K. md. 11’de düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, haklı nedenle fesih kanunla tanınmış bir haktır. Bir tarafın işte bu haklı nedenle fesih hakkına dayanarak, karşı tarafa yöneltilmesi gereken irade beyanıyla iş sözleşmesine geçmişe etkili olmaksızın derhal son vermesi, haklı nedenle fesih olarak tanımlanmaktadır. Bu itibarla İş Kanunu, haklı nedenle fesih hakkını “Haklı nedenle derhal fesih” başlığı altında düzenlemektedir (Mollamahmutoğlu, H./ Astarlı, M. / Baysal, U.: İş Hukuku Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 6. Bası, Ankara 2014, s. 794).

4857 sayılı İş Kanunu’nun 25’inci maddesinin II’nci bendinde, ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan hâller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığında işverenin haklı fesih imkânının olduğu açıklanmıştır. Yine aynı maddenin II. bendinin (d) alt bendinde, işçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşmasının işverene haklı fesih imkânı verdiği ifade edilmiştir.

Görüldüğü üzere Kanundaki hâller sınırlı sayıda olmayıp, genel olarak işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan söz ve davranışları işverene fesih imkânı tanımaktadır. Kanuna göre sataşma, sadakat borcuna aykırılığın özel bir hâli olarak kabul edilmektedir. Sataşma söz veya fiili tecavüz anlamına gelen bir harekettir. Diğer taraftan sataşmanın varlığı için söylenen söz ya da yapılan davranışın suç teşkil etmesine gerek bulunmamakla birlikte söz ve fiilin değerlendirilmesi ceza kanunları kapsamında değil, İş Kanunu ve iş hukukunun kendine özgü kural ve prensipleri çerçevesinde daha geniş bir perspektifte ele alınmalıdır.

Sataşma niteliğindeki söz ve davranışlar neticesinde işverene haklı nedenle fesih imkânı tanıyan kanun koyucunun esasen iş yerindeki çalışma düzeni ve iş disiplinini koruma amacı güttüğü ise kuşkusuzdur.

Diğer taraftan kavgaya sebebiyet veren davranış diğer işçiden kaynaklanmış olsa ve olaya diğer işçinin tahriki neden olmuş olsa dahi yaşanan kavga olayı iş yerinde olumsuzluklara sebep olacaktır. Bu durumda karşılık vererek iş yerinde olumsuzluğa yol açan işçinin de iş sözleşmesinin feshinin haklı değil ise de geçerli nedene dayandığının kabulü gerekecektir. Bununla birlikte etkili eyleme uğrayan işçinin kendini sınırlı olarak yani amaç dışına çıkmadan karşı tarafı etkisizleştirmeye yönelik davranışlarının ise yasal olduğu bu hâllerde işveren için haklı fesih sebebinin gerçekleşmeyeceği açıktır.

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 04.04.2018 tarihli ve 2015/9-3165 E., 2018/676 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Somut olayın özelliği gözetildiğinde işverenin eşit işlem yapma borcuna da değinmek gerekmektedir.

Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup iş hukuku bakımından işverene iş yerinde çalışan işçilere eşit davranma, eşit değerdeki işlerde çalışan işçilere eşit çalışma koşullarını uygulama yükümlülüğünü ifade eden çağdaş iş hukukunun tanıdığı ve genellikle hakkaniyet esasına dayandırılan bir borçtur (Çelik, N.: İş Hukuku Dersleri, İstanbul 2009, 22. Bası, s. 177).

Eşitlik ilkesi Anayasa’nın 10’uncu maddesinde genel olarak düzenlenmiştir. Adı geçen maddenin birinci fıkrasına göre, “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”.

Aynı şekilde 07.05.2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla Anayasa’nın 10’uncu maddesine eklenen ikinci fıkrada da “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmüne yer verilmiştir.

Bu Anayasal ilke iş hukukunda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5’nci maddesinde ifadesini bulmaktadır.

4857 sayılı Kanunun “Eşit davranma ilkesi” başlıklı 5’nci maddesinde; “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.

İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.

İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz.

Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz.

İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz.

İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31’inci maddesi hükümleri saklıdır.

20’nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Eşit işlem yapma borcu, kural olarak iş ilişkisi kurulduktan sonra ortaya çıkan ve işvereni keyfi uygulamalar yapmaktan alıkoyan bir borçtur (Yıldız, Gaye B.: İşverenin Eşit İşlem Yapma Borcu, Ankara 2008, s. 68).

Buna göre işveren kural olarak iş yerinde çalışan işçilere eşit işlem yapmak, eşit çalışma koşullarını uygulamak zorundadır. İşveren, haklı bir neden olmadıkça farklı davranmama, sosyal yardım ve parasal menfaatlerden eşit olarak yararlandırma borcu altında olup kamu düzenine ilişkin eşit işlem borcunun resen gözetilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.

Ancak eşit işlem borcu, işverenin tüm işçilere mutlak bir biçimde eşit davranacağı anlamına gelmez.

Farklı çalışma koşullarına tabi işçiler için eşitlik ilkesinden söz edilemez. Bu durumdaki işçiler arasında ayırım yapılabilir. Ancak bunun yapılan işin niteliğine, objektif ölçülere uygun olması gerekir (Çelik, s. 179).

Eşit davranma yükümlülüğü aynı nitelikte işçiler için söz konusudur. İşveren gerek işçinin yaptığı iş, uzmanlığı, öğrenimi, kıdemi gibi objektif nedenlere, gerek çalışkanlık, yetenek, liyakat gibi subjektif nedenlere dayanarak farklı çalışma koşulları yaratabilir

Somut uyuşmazlıkta Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre 05.06.2007 tarihinden itibaren davalı iş yerinde montaj ustası olarak çalışan davacı işçinin iş sözleşmesi, 23.08.2011 tarihli fesih bildirimi ile 03.05.2011 tarihinde … isimli işçiye fiili ve sözlü saldırıda bulunması nedeniyle sözlü olarak uyarıldığı, savunmasında da kabul ettiği üzere aynı davranışı tekrarladığı belirtilerek 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesine istinaden feshedilmiştir.
Dosya içeriğinde mevcut, tarih yer almayan ve davalı tanığı … ile diğer altı çalışanın imzasının bulunduğu tutanakta, davacının, …’in çalışma bölgesine giderek onu kışkırttığı, bunun sonucunda olayın kavgaya dönüştüğü, 03.05.2011 tarihinde de benzer bir olayın yaşandığı, davacının sözlü olarak uyarıldığı, 03.05.2011 tarihinden itibaren davacının diğer çalışanlara yönelik benzer davranışlarda bulunduğu, iş yeri düzenine aykırı davranarak iş yeri disiplinini ihlal ettiği belirtilmiştir.

Davacı işçi 19.08.2011 tarihli savunmasında, kendisine kafa sallayan diğer işçi…’ın yanına giderek…’a “bana küfür mü ediyorsun” dediğini,…’ın da kendisine “ne bakıyon len öyle” dediğini, tekrar “sen bana küfür mü ediyon” şeklinde karşılık verdiğinde…’ın “nasıl kabul ediyorsan öyle” dediğini, kendisinin “bende sana iade ederim” şeklinde cevap verdiğini, daha sonra…’ın üzerine geldiğini, kendisinin de onun üstüne gittiğini ve arkadaşlarının ayırdığını beyan etmiştir.

Yargılamada dinlenilen davacı tanıkları görgüye dayalı bilgi sahibi değildir. Davalı vekili delil olarak iki tanık ismi bildirmiş, davalı tanıklarından …. da olay esnasında uzakta olduğunu, tam olarak tartışmanın neden kaynaklandığını ve kimin başlattığını görmediğini beyan etmiştir. Diğer davalı tanığı ve olayın tarafı olan … ise olay esnasında karşılıklı bakışmaların olduğunu, bu bakışmalar sonrasında davacının yanında gelerek “bir şey mi söylemek istiyorsun, bir şey mi oldu” diyerek sorduğunu, kendisinin de “ne anladınsa o” diye cevap verdiğini, bunun üzerine davacının “sen bana küfür ettiysen” diyerek küfür etmeye başladığını, kavga olayı olmadan etraftakilerin ayırdığını beyan etmiştir.

Davalı işverence başkaca delil ibraz edilmemiştir.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında, davalı işverence feshin haklı olduğunu kanıtlamak için sadece iki tanık ismi bildirildiği, tanıklardan ….’ın tutanak tanığı olsa da tartışmayı kimin başlattığını görmediğini beyan ettiği, olaya dair düzenlenen tutanakta imzası yer alan diğer işçilerin tanık olarak bildirilmediği, ayrıca diğer davalı tanığı…’ın da olayın tarafı olan diğer işçi olduğu hususları gözetildiğinde, davacı işçinin sataşma eyleminin kanıtlanamadığı ve işverence gerçekleştirilen feshin haksız olduğu açıktır.

Diğer taraftan, somut uyuşmazlıkta davacı işçi ile dava dışı … arasında meydana gelen tartışmada, işveren vekili konumunda olan davacının, daha önce izin konusunda tartıştığı …’in vücut hareketleri nedeni ile “bana küfür mü ediyorsun” şeklindeki sorusuna …’in “ne anladıysan o” şeklinde cevap verdiği, bu durumda ilk hareketin iş sözleşmesi feshedilmeyen diğer işçiden geldiği anlaşılmaktadır. Bir an için ilk hareketin kimden geldiğinin belli olmadığı kabul edilse bile, davalı işveren tarafından işveren vekili adına hareket eden davacı işçinin iş sözleşmesinin feshedilmesi, işverenin eşit işlem yapma borcuna aykırılık teşkil etmektedir. İşverenin eşit işlem yapma borcuna aykırı davranması da feshi haksız kılar.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda, davacı işçinin iş yerinde çalışan diğer işçiye karşı sataşma eyleminin sabit olduğu, ilk hareketin davacıdan geldiği, olayın diğer tarafı olan işçinin davacıya karşı haksız bir eyleminin bulunmadığı, dosya içerisinde bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafından davacının şikâyeti doğrultusunda yapılan inceleme sonucunda davacıya yapılan bildirimde, davalı işveren tarafından yapılan feshin yerinde olduğu, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının bulunmadığı hususlarının belirtildiği, bu nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerindedir.

Ne var ki, hüküm altına alınan alacak miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin hüküm altına alınan alacak miktarlarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.12.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Dava konusu uyuşmazlık davalı iş yeri çalışanları olan davacı ile dava dışı… arasındaki tartışma ve hakaret olayı nedeniyle davalı işveren tarafından yapılan feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığına ilişkindir.

Davacı, dava dilekçesinde, davalı işverence davacıya işi bıraktırmak için daha önceden psikolojik baskı uygulandığını, 22.08.2011 günü ortada hiçbir neden olmadığı halde aynı işyerinde çalışan… ile sadece karşılıklı bakışmış olmak işten çıkarma sebebi sayılıp “bir daha işe gelme işten çıkarıldın” denilerek eve gönderildiğini iddia ederek, dava konusu işçilik alacaklarını talep etmiştir.

Mahkemece, sözleşmenin kıdem ve ihbar tazminatı gerektirmeyecek şekilde sona erdiğinin ispatının işveren üzerinde olduğu, dosyaya sunulan tutanağın işyeri yetkililerince yazılıp olay hakkında görgüye dayalı bilgisi olsun olmasın çalışanlara imzalatıldığı, olayın tarafı olan…’ın beyanlarına itibar edilmediği gerekçeleriyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, dosya kapsamına ve özellikle işyeri tutanaklarıyla inandırıcı ve samimi görülen davalı şahit beyanlarına göre davacının çalışma bölgesini terkedip dava dışı işçi…’ın yanına giderek tartışmayı başlattığı, davacıyla dava dışı işçinin kavga ettiği, davacının ve kavgaya taraf olan dava dışı işçinin yazılı savunmalarında bu durumu kabul ettikleri, bu nedenle işveren feshinin haklı nedene dayandığı, davacı tarafın kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olduğu gerekçesiyle Mahkeme kararı bozulmuştur.

Mahkemece önceki gerekçelerle ve gerekçesi de genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Dava konusu olayla ilgili olarak davacı iş yerine verdiği yazılı savunmasında “19.08.2011 tarihinde çalıştığım masada…’ın çalıştığı tarafa dalmışım ve bir baktım… bana kafa sallıyor ağzını da kıpırdatıyordu içime sinmedi gittim…’a dedim ki, bana küfür mü ediyorsun,… dedi ki ne bakıyon lan öyle, ben dalmışım dedim, sen bana küfür mü ediyon dedim, nasıl kabul ediyorsan öyle dedi ben de sana iade ederim dedim. Ondan sonra o benim üstüme geldi, ben onun üstüne gittim ve arkadaş ayırdı….” olaya karışan… da yazılı beyanında davacının kendisinin çalışma bölgesine gelip kendisine sözlü ve fiili kışkırtıcı ve tahrik edici hareketlerde bulunduğunu, aynı olayın ikince kez tekrar ettiğini belirtmiştir.

Davacının el yazılı savunmaları, hem…’ın ifadesini hem tanıkların ifadelerini hem de işverenin savunmalarını doğrulamaktadır. Davacının delil olarak gösterdiği tanıklar olayla ilgili doğrudan görgüye dayalı bilgi sahibi değillerdir, duyuma dayalı beyanlarda bulunmuşlardır. Tanıklardan Abdullah, davacıya yıldırma politikası uygulandığını ifade etmiş ise de diğer davacı tanığı Ali olayla ilgili görgüye dayalı bilgi sahibi olmadığını ancak iş veren veya işyeri yetililerince davacıya yönelik yapılan her hangi bir baskı olmadığını ifade etmiştir.

Gerek olayla ilgili tutulan tutanak içerikleri, gerek tutanak mümzii beyanları ve olayın muhatabı…’ın beyanları ile bizzat davacının yazılı savunmalarından; davacının diğer işyeri çalışanı…’a küfrettiği, olayı bizzat davacının başlattığı,…’ın herhangi bir şekilde olaya sebebiyet vermediği sabittir. Bölge Çalışma Müdürlüğün’ce olayla ilgili yapılan soruşturma sonucunda, iş akdinin işverence feshinin 25/II-d maddesi gereğince yerinde olduğu, davacının ihbar ve kıdem tazminatı hakkının bulunmadığı tespiti yapılmış ve bu tespit davacıya tebliğ edilmiştir. Bölge Çalışma Müdürlüğü raporları aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir. Davacı taraf delilleriyle bu raporun aksini ispat edememiştir.

Dava konusu olayı başlatanın davacı olması, diğer çalışan…’ın hiçbir şekilde sebebiyet vermemesi nedenleri ile davalı işverenin davacının iş akdini 25/II-d gereği haklı nedenle feshi yerinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken Mahkemece kabulü hatalıdır.

Eşit işlem borcuna aykırılık yönünden ise; davacının hakaretine maruz kalan…’ın davacıya yönelik her hangi bir hakaret ve sataşmasının olmaması, olayı başlatanın davacının oluşu ve…’ın davacının hakaret eylemine sebebiyet vermemiş oluşu nedenleri ile…’ın davalı işverence çalıştırılmaya devam edilmesi eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmemektedir.

Tüm bu nedenlere mahkemenin direnme kararı yerinde olmadığından, bozulması gerekirken Mahkeme kararının onanmasına ilişkin saygıdeğer Yüksek Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunun görüşüne katılmamaktayım.

İŞÇİLİK ALACAKLARI- FAZLA MESAİ- İŞE GİRİŞ ÇIKIŞ SAATLERİNİN DÜZENLİ TUTULMAMASI-TANIK BEYANLARIYLA SONUCA GİDİLMESİ

T.C.
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi

TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I

ESAS NO : 2017/20968
KARAR NO : 2019/4800

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi
TARİHİ : 08/12/2015
NUMARASI : 2013/313-2015/635
DAVACI : MEHMET HAMDİ B.ADINA VEKİLİ
AVUKAT SELİM HARTAVİ
DAVALI : ŞANLIURFA U. TIP SAĞLIK HİZ. LTD. ŞTİ.
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi B. Çavdar Çakır tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirket nezdindeki işyerinde belirsiz süreli iş akdi ile çalışırken sözleşmesinin haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla mesai, ulusal bayram genel tatil, hafta tatili, yıllık izin ve yol ücreti alacaklarının davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, tüm dosya kapsamı ve bilirkişi raporu doğrultusunda hafta tatili ve yol ücreti taleplerinin reddi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz:

Karar taraf vekillerince süresinde temyiz edilmiştir.

Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacı işçinin fazla çalışma hesabına esas alınan çalışma saatleri hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda iş yeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, iş yeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle ispatlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları şahit beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada gözönüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille ispatlaması gerekir. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların imzasız olması halinde ise, varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları celp edilmeli ve ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir.

Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.

Somut olayda; davacı davalı şirkete ait özel hastanede 14.09.2007 – 18.02.2013 tarihleri arasında 5 yılı aşkın süre ile yardımcı sağlık elemanı olarak çalışmış olup fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini iddia etmiştir. Dosya içerisinde yer alan işe giriş çıkış saatlerini gösterir kayıtlar incelendiğinde günlerin çoğunda devamsız şeklinde kaydın olduğu, bazı günler işe giriş saati yazdığı halde çıkış saatinin yazılı olmadığı veya çıkış saati belli olduğu halde giriş saatinin bulunmadığı görüldüğünden kayıtların hesaplama yapmaya elverişli olmadığı görülmüştür. Bu itibarla tanık beyanları doğrultusunda sonuca gitmek gerekmektedir. Yargılama esnasında dinlenen davacı tanıklarından Mehmet Salih T, işin sabah 08.00 de başlayıp akşam 18.00 de bittiğini, cumartesi aynı şekilde çalışıldığını, pazar günleri ise çağrıldıklarında çalıştıklarını, Vedat O., sabah 08.00 de işin başlayıp akşam 18.00 de bittiğini, cumartesi çalıştıklarını, pazar günleri davacının full çalıştığını, kendisinin çalışmadığını, Mehmet Y. ise 08.00-18.00 saatleri arasında çalışmanın olduğunu, cumartesi günleri aynı şekilde çalıştıklarını duruma göre bazen pazar günü de çalıştıkları olduğunu, haftada 2 veya 3 gün akşam saat 20.00 ye kadar çalıştıkları olduğunu ve kendisinin de davalı şirket ile arasında bir dava bulunduğunu beyan etmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davalı hastanenin cumartesi günleri 15.00 den sonra acil servis dışında hasta kabulü yapmadığının herkesçe bilinen husus olduğu belirtilerek davacının haftada 5 gün 08.00-18.00 saatleri arası, cumartesi günü de 08.00- 15.00 saatleri arası çalışarak haftada 6 saat fazla mesai yaptığı tespit edilmiştir. Ancak her ne kadar davacı tanığı Mehmet Yavuz’un işverenle husumetli olduğu görüldüğünden beyanlarına itibar edilmemesi gerekiyor ise de dinlenen diğer iki davacı tanığının beyanı ve tüm dosya kapsamına göre hafta tatili ücreti talebinin reddi isabetli olmakla birlikte davacının haftanın 6 günü 08.00-18.00 saatleri arasında çalıştığı anlaşılmakla bu saat aralığı dikkate alınarak fazla mesai ücreti hesaplanmalı iken hatalı tespitle hesaplama yapan bilirkişi raporuna itibarla hüküm kurulması bozma sebebidir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 04.03.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI–TARAF TEŞKİLİ–DEVLET HASTANELERİ İLE İLGİLİ AÇILACAK DAVALARDA HUSUMETİN SAĞLIK BAKANLIĞI’NA YÖNELTİLMESİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2015/6179
KARAR NO. 2016/5814
KARAR TARİHİ. 9.3.20166100/m.114

ÖZET : Devlet hastanelerinin bağımsız tüzel kişilikleri yoktur. Devlet hastaneleri ile ilgili açılacak davalarda husumetin Sağlık Bakanlığına yönetilmesi gerekirken, Devlet Hastanesi Başhekimliğine tebligat yapılarak taraf teşkili sağlanmadan hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

DAVA : Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı Sağlık Bakanlığı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

KARAR : Davacı, davalı hastanede temizlik işçisi olarak çalıştığını, iş akdinin davalı tarafından haksız olarak sonlandırıldığını ancak işçilik alacaklarının ödenmediğinden bahisle kıdem ve ihbar tazminatı ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti ve yıllık izin ücret alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiş, husumeti B… Devlet Hastanesi Başhekimliğine yöneltmiştir.

Davalı B… Devlet Hastanesi Başhekimliği, cevap dilekçesi vermemiş ve duruşmalara katılmamıştır.

Mahkemece, davalı B… Devlet Hastanesi Başhekimliği nezdinde dava görülerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Somut olayda, davalı B… Devlet Hastanesi Başhekimliği taraf gösterilerek açılan davada dava dilekçesinin ve diğer tüm tebligatların hastaneye tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Bir davada tarafların, taraf ehliyetine sahip olmaları dava şartlarındandır. Bu nedenle mahkemece re’sen göz önünde tutulmalıdır.

Devlet hastanelerinin bağımsız tüzel kişilikleri yoktur. Devlet hastaneleri ile ilgili açılacak davalarda husumetin Sağlık Bakanlığına yönetilmesi gerekirken, B… Devlet Hastanesi Başhekimliğine tebligat yapılarak taraf teşkili sağlanmadan hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

O halde davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 09.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version