ADRES KAYIT SİSTEMİNE GÖRE DÜZENLENECEK TEBLİĞ ZARFI AÇIK MAVİ RENKTE OLMASI GEREKTİĞİ

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2016/11780
KARAR NO:2017/2991
K. TARİHİ:1.3.2017

MAHKEMESİ :İCRA HUKUK MAHKEMESİ

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu tarafından, icra mahkemesine yapılan başvuruda; sair şikayetlerinin yanında ödeme emri tebliğ işleminin usulsüz olduğu da ileri sürülerek tebliğ tarihinin öğrenme tarihine göre düzeltilmesi talep edilmiş, mahkemece; tebliğ işleminin 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi kapsamında usulüne uygun olarak yapıldığı gerekçesiyle usulsüz tebliğ şikayetinin, süre aşımı nedeniyle de diğer şikayetlerin reddine karar verilmiştir.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Tebliğ İmkansızlığı ve Bilinen Adreste Tebligat” başlıklı 21/2.maddesi; ”Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru, tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır” hükmünü, “Usulüne Aykırı Tebliğin Hükmü” başlıklı 32. maddesi de; ”Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur” hükmünü içermektedir.

Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin “Bilinen adreste tebligat” başlıklı 16/2. maddesinde; ”Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Ayrıca başkaca adres araştırması yapılmaz. 79. maddenin ikinci fıkrasına göre renkli bastırılan tebliğ zarfında, adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek bu adrese tebligat yapılacağına dair meşruhata yer verilir” düzenlemesi, yine aynı Yönetmeliğin 79/2. maddesinde de; “Bu yönetmeliğe ekli örneklere göre bastırılacak evrakın beyaz renkte olması gerekir. Ancak 16. maddenin ikinci fıkrası uyarınca adres kayıt sistemine göre düzenlenecek tebliğ zarfı açık mavi renkte bastırılır” düzenlemesi yer almaktadır.

Somut olayda, mernis adresine çıkartılan tebligat evrakında, sadece adresin başında “mernis adresi” ibaresinin yazılı olduğu, bu şerh dışında, tebligatı çıkaran mercii tarafından tebliğ zarfı üzerine, 7201 sayılı Kanunun 23/1-8. ve Yönetmeliğin 16/2. maddesi kapsamında; “adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek, bu adrese Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi uyarınca tebligat yapılacağına dair meşruhat” verilmediği, ayrıca tebliğ zarfının beyaz renkli olduğu, dolayısıyla yapılan tebliğin, 7201 sayılı Kanunun 23/1-8. ve Tebligat Yönetmeliğinin 16/2. maddelerine aykırı olup usulsüz olduğu anlaşılmaktadır.

Usule aykırı tebliğin hükmü ise yukarıda yer aldığı gibi 7201 sayılı Kanunun 32. ve benzer düzenlemenin yer aldığı Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 53. maddelerinde düzenlenmiş olup, anılan maddelerde; tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir.

O halde mahkemece, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca muhatabın beyan ettiği ıttıla tarihinin, tebliğ tarihi olarak kabulü ile, tebligat tarihinin buna göre düzeltilerek, borçlunun diğer şikayetlerinin esaslarının incelenmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BONODA MALEN-NAKDEN KAYDI YERİNE ‘EV İÇİNDİR’ YAZAR İSE YİNE DE KAMBİYO SENEDİ NİTELİĞİ KORUNUR

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2012/26295
KARAR NO:2013/4039
K. TARİHİ:14.02.2013

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu, alacaklı tarafından aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 5 günlük yasal süre içerisinde icra mahkemesine başvurarak, senedin teminat senedi olduğu kambiyo vasfında olmadığını ileri sürerek icra takibinin iptalini talep etmiştir.

Mahkemece; takip dayanağı olan bonoda ”ev içindir” ibaresinin yazılı olması nedeniyle alacağın tahsilinin yargılamayı gerektirdiği” gerekçesiyle davacının borca itirazının kabulü ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan ilişki “kambiyo ilişkisi” ismiyle anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu “kambiyo taahhüdü”nde bulunmuş olur. Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl/temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.
Bu genel açıklamadan sonra hemen belirtmek gerekirki; bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedidir. Bu nedenle bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır (TTK.m. 691/1).

Bonoda şekil şartları TTK’nun 688.maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” yada “emre muharrer senet” ibaresi, kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden yada malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir.

Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı”dır. Yinelemek gerekirse “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, mücerret bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının, varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştır (HGK 2003/19-781 E, 2003/768 K. ). Bonoda ki ”ev içindir” ibaresi malen kaydı gibi bir bedel kaydıdır.

Bu durumda senette “ev içindir” ibaresinin bulunması, T.T.K.’nun 688. maddesi uyarınca, bono niteliğini etkilemeyeceğinden takip dayanağı bono yasal unsurları içeren kambiyo senedi vasfındadır. Borçlu itirazının reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/02/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE BEYİN KANAMASI SONUCU ÖLÜM- İŞ KAZASI- DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI TALEBİ

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2016/5106
KARAR NO : 2016/14745
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bakırköy 21. İş Mahkemesi
TARİHİ : 01/10/2015
NUMARASI : 2013/502-2015/419
DAVACILAR : S. K. vs. Vek. Av.
DAVALI :1-…..Fabrikaları San. Tic. A.Ş. Vek.
2-….. Koruma Ve Güvenlik Hizmetleri Ltd Şti

Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle, davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davacılar vekilince istenilmesi ve de duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 06/12/2016 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalılardan İstanbul Asfalt Fabrikaları San. Tic. A.Ş vekili Avukat Yakup Çolak geldi. Davacılar ile diğer davalı adına gelen olmadı. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi Mehmet Fatih Kapusuzoğlu tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine
işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

K A R A R

Dava, sigortalının iş kazası sonucunda vefatı nedeniyle yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, olayın %100 kaçınılmazlıktan kaynaklandığı, işverenin kusursuz olduğundan bahisle davanın reddine verilmiştir.

Dosya kapsamından murisin beyin kanaması nedeniyle vefat ettiği, olayın iş kazası olduğunun tespitine dair mahkeme ilamının onanarak kesinleştiği, dosya kapsamında aralarında operatör doktor bir hekimin de bulunduğu heyetten kusur raporu alındığı, bu raporda beyin kanamasının meydana gelişinde %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu konusunda görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.

Kaçınılmazlık; hukuksal ve teknik anlamda; fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder. Olayın önlenemezliği hususunu açmak gerekirse; buradaki önlenemezlik olayla ilgili değildir. Önlenemezlik unsuru, tamamen davranış normu ve borca aykırılıkla ilgili olup alınabilinecek tüm tedbirler alınmış olunsa dahi bir davranış normunun veya sözleşmeden doğan bir borcun ihlalinin ifadesidir. Yani olay önlenemez olmasına rağmen bir davranış kuralına yada sözleşmeden doğan borca aykırılık önlenebiliyorsa artık kaçınılmazlıktan söz etme imkanı yoktur.
Bu açıklamalardan olarak somut olayda her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi kusur raporunda beyin kanaması neticesinde ölüm sonucunun ortaya çıkmasında %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüşe katılmak mümkün değildir.

Yapılacak iş, murisin vefatından önceki döneme ve vefatına ilişkin tüm tıbbi belgeler dosyaya celp edildikten sonra aralarında bir nörologun da bulunduğu iş güvenliği uzmanlarından oluşan heyetten beyin kanamasının oluşmasında işyeri koşullarının etkili olup olmadığı, sigortalının kendi bünyesinden kaynaklanan nedenlerin ne kadar etkili olduğu konusunu da kapsayacak şekilde kusur raporu almak ve oluşacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, sair yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine 06/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
Mesut BALCI
Üye
H. KARA
Üye
B. SONER
Üye
B. AYDOĞAN
Üye
A. YENER
C.C

BOZMA İLAMI KAPSAMI DIŞINDA KALAN ALACAK BÖLÜMLERİ YÖNÜNDEN TAKİBE DEVAM EDİLMESİ MÜMKÜNDÜR

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

 ESAS: 2005/4566,

KARAR: 2005/7049

KARAR TARİHİ : 1.4.2005 

ÖZET:Açık bir onama hükmü bulunmasa dahi, taleplerden biri veya daha fazlası hakkındaki temyiz itirazları Yargıtay’ca reddedilip kararın o bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmış ise, reddedilen temyiz itirazlarının ilgili bulunduğu karar bölümü onanmış sayılacağından alacaklının, bozma ilamı kapsamı dışında kalan alacak bölümleri yönünden takibe devam etmesi mümkündür.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : İstanbul 1. İş Mahkemesinin 27.05.2003 tarih ve 2003/257-484 sayılı ilamının hüküm bölümünde kıdem tazminatı 28.998,633 TL, ihbar tazminatı 6.000.000.000 TL. ve ücretli izin nedeniyle de 25.200.000.000 TL. olmak üzere toplam 60.198.633,771 TL alacağın 14.02.2000 tarihinden itibaren yürütülecek yasal faizi ve takdir edilen 3.107.945,351 TL. nispi avukatlık ücreti ile birlikte davalıdan alınıp davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Hükmün temyiz edilmesinden sonra Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17.02.2004 tarih ve 2003/11355 , 2004/2576 sayılı ilamı ile sadece (izin alacağı) yönünden kararın bozulduğu anlaşılmaktadır. Anılan “Yargıtay” ilamının (1) no’lu bendinde açıkça, bozmanın sadece izin alacağından söz edilen (2) no’lu bende hasredildiği belirtilmiş ve borçlunun sair temyiz itirazları reddedilmiştir. Açık bir onama hükmü bulunmasa dahi, taleplerden biri veya daha fazlası hakkındaki yerel mahkeme kararına ilişkin temyiz itirazları Yargıtay’ca reddedilmiş ve böylece kararın o bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmış ise, reddedilen temyiz itirazlarının ilgili bulunduğu karar bölümü onanmış sayılır. (Prof Dr. Baki Kuru HUMK 4. Baskı 1984, cilt4, shf, 3421) (HGK’nun 25.03.1992 tarih ve 1992/2-121 E, 1992/197 K) (HGK’ nun 23.10.2002 tarih ve 2002/11-633 E, 2002/847 K).

Bu durumda, alacaklının bozma ilamı kapsamı dışında kalan alacak bölümleri yönünden takibe devam etmesi mümkün olup şikayetin kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’un 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 01.04.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE DİPLOMA İLE İŞE GİRMEK- EVRAKTA SAHTECİLİK VE KAMU KURUMUNU DOLANDIRICILIK

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS: 2015/12232
KARAR:2018/6255

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Resmi belgede sahtecilik, dolandırıcılık
HÜKÜM : Beraat

Sanık hakkında dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümleri katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanığın İTÜ Bilgisayar ve Bilişim Fakültesinden mezunmuş gibi sahte diploma düzenleyerek İskenderun ilçesinde faaliyet gösteren Limak Uluslararası Liman İşletmeciliği A.Ş’de işe girdiği ve 7 ay kadar çalıştığı, daha sonra diplomanın sahte olduğu anlaşılmakla katılan şirketin sanık hakkında şikayetçi olduğu sanık hakkında soruşturma yürütüldüğü ancak İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında fotokopiden ibaret bilgisayar çıktısı diploma örneğinin yetkili kamu görevlilerince onaylanmadığı bu nedenle hukuki sonuç doğurmayacağı ve belgenin kanıt gücü taşımadığı dolayısıyla iğfal kabiliyetinin bulunmadığı sanık hakkında resmi belgede sahtecilikten ayrıca dolandırıcılıktan kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği, anılan karara katılan tarafından itiraz edildiği ve itiraz sonucu anılan kararın Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesince kaldırılararak İskenderun 2. Asliye Ceza Mahkemesince yargılama yapıldığı somut olayda; suça konu diplomanın fotokopiden ibaret olup iğfal kabiliyeti taşımadığı ve her iki müsnet suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesine dayanan mahkemenin beraat yönünde kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin eksik inceleme ile hüküm kurulduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, sanık hakkında kurulan beraat hükümlerinin ONANMASINA, 03/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BİREYSEL KREDİ-HAYAT SİGORTASININ BANKACA YENİLENMEMESİ- ÖLÜMÜN GERÇEKLEŞMESİ- TAZMİNAT VE İSTİRDAT DAVASINDA GÖREVLİ MAHKEME

T.C
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/8920
KARAR:2019/1061

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki menfi tespit ve istirdat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı,…Şubesinden 03/05/2011 tarihinde 45.000,00 TL’lik bireysel kredi kullanan merhum …’ın mirasçısı ve eşi olduğunu, eşinin hesabından para çekilerek eşinin hayat sigortası kapsamına alındığını, kredinin ilk taksitinden vefat tarihine kadar da kredi ödemelerinin ve hayat sigortası kesintilerinin maaşından kesildiğini, hatta vefat olayından sonra da banka tarafından maaş hesabından kesinti yapıldığını, eşinin hayat sigortası kapsamında iken 31/05/2013 tarihinde vefat ettiğini, bankanın hesabın kapatılmasını istediğini ve haklarını bilmemesinden dolayı da ödeme yaptığını, bankanın 1 yıldan fazla suretle hayat sigortası yapmakla kendisine ve eşine sigorta kapsamında oldukları güvencesi verdiğini, bildirim yapma ve bilgilendirme sorumluluğu olan bankanın mevcut sigortanın yenilenmediğini bildirmediğini beyan ederek, bu nedenle murisinin bankaya borçlu bulunmadığının tespiti ile haksız ve hukuki dayanaksız tahsil edilen 39.000,00 TL bedelin faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı tarafça temyiz edilmiştir.
1-Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 4822 sayılı yasa ile değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun amaç başlıklı 1. maddesinde yasanın amacı açıklandıktan sonra kapsam başlıklı 2. maddesinde “Bu kanun, birinci maddesinde belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar” hükmüne yer verilmiştir. Yasanın 3. maddesinde mal; alışverişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi malları, hizmet; bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan mal sağlama dışındaki her türlü faaliyeti ifade eder denilmektedir. Satıcı; kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişileri, kredi veren; mevzuatları gereği tüketicilere nakit kredi vermeye yetkili olan banka, özel finans kuruluşu ve finansman şirketlerini kapsar. Tüketici ise bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen kullanan veya yararlanan gerçek yada tüzel kişiyi ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.

Bir hukuki işlemin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen taraflar arasında mal veya hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir. Yasada açıklandığı üzere Tüketici “bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan, veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişidir. Somut uyuşmazlıkta davacı, murisi …’ın davalı bankadan kullandığı konut kredisi nedeniyle davalı bankanın sigorta poliçesini yenileme yükümlülüğünü yerine getirmediğini beyan ederek davalı bankaya ödenen 39.000,00 TL’nin iadesine karar verilmesini etmiş olup, dava konusu olayda davacı murisin kullanmış olduğu konut kredisi sebebiyle tüketici konumundadır. Öyle olunca taraflar arasındaki ilişkinin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığı ve eldeki davaya bakma görevinin Tüketici Mahkemesine ait olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemenin görevi hususu kamu düzenine ilişkin olup, taraflar bu hususu ileri sürmese bile bunun mahkemece re’sen nazara alınması gerekir. O halde mahkemece, müstakil Tüketici Mahkemesi var ise davaya bakmakla Tüketici Mahkemeleri görevli olduğundan görevsizlik kararı verilmesi, müstakil Tüketici Mahkemesi yok ise ara kararı ile uyuşmazlığa Tüketici Mahkemesi sıfatı ile bakılmasına karar verilmek suretiyle uyuşmazlığın çözülmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın Asliye Hukuk Mahkemesi olarak görülmüş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre kararı temyiz eden davacının ve davalının temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle kararı temyiz eden davacı ve davalının temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan 27,70 TL harcın davacıya, 27,70 TL harcın davalıya iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi

SERVİS UYGULAMASININ KALDIRILMASI İŞÇİYE HAKLI NEDENLE FESİH HAKKI VERİR

T.C.
Yargıtay
9. Hukuk Dairesi

Esas No:2012/2861
Karar No:2014/7215
K. Tarihi: 05/03/2014

A)Davacı isteminin özeti:

Davacı asıl, davalıya ait işyerinde 08.03.2004-28.02.2009 arasında çalıştığını, iş akdine işverenlikçe son verildiğini, 4 yıl fabrikanın servisi ile gidiş geliş yaptıktan sonra yönetimce servisin kaldırıldığını, bir dönem kendi imkanlarıyla işe gidip geldiğini, fakat asgari ücretle her gün taksiyle işe gidemeyeceğini, fabrika yönetimine maaşını taksiye verdiğini izah ettiğini, yapabilecek bir şeyleri olmadığını, sizin sorununuz denildiğini, parası olmadığından 26-27-28 Şubat 2009 tarihlerinde işe gidemediğini, gelemediğini de parası olmadığından telefonla yönetime bildirdiğini, fabrikaca bu 3 gün dayanak kabul edilerek ihbarname yolladığını ve adresi son 5 yıldır aynı yerde olmasına rağmen ulaşılamadığı ve iade olduğu gerekçesiyle kendisine tebliğ edilmeden haberi olmadan ilişiğinin kesildiğini, işverenin işyeri koşullarını değiştirerek işe gidiş ve iş şartlarını ağırlaştırdığını, bu nedenle işe gitmesinin haklı neden olduğunu iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının faiziyle tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

B)Davalı cevabının özeti:

Davalı vekili, davacının iş akdinin mazeretsiz ve habersiz olarak art arda 3 işgünü işe gelmemesi nedeniyle feshedildiğini, davacının iddiasının yersiz ve dayanaksız olduğunu, servislerin fesihten tam 6 ay önce kaldırıldığını, 2008 yılında başlayan ekonomik kriz nedeniyle fabrikanın kapanmaması için bazı tasarruf tedbirlerine başvurulduğunu, servislerin 01.09.2008 tarihinden itibaren kaldırılacağı, dileyen personele çok sembolik bir bedelle konut tahsis edileceği, çalışanlara 15.07.2008 tarihinde yapılan duyuru ile bildirildiğini, 01.09.2008 tarihinde de önceden duyurulduğu gibi servislerin kaldırıldığını, servislerin anılan tarihte kaldırıldığının davacının 02.09.2008 tarihli yazılı savunmasında da belirtildiğini, davacının çalışma koşullarında değişiklik yapılması ile ilgili herhangi bir bildiriminin olmadığını, 6 işgünü içinde iş akdini feshetmediğini, hatta değişiklik sonrasında 5-6 ay daha çalışmasını sürdürdüğünü, aradan 6 ay geçtikten sonra çalışma koşularında değişiklik iddiasıyla işin terkinin mümkün olmadığını, davacının 26-27-28 Şubat 2009 tarihlerinde işe gelmemesinin haklı ve geçerli nedeni olmadığını, Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafından da durumun incelendiğini, bildirimin davacının hizmet sözleşmesindeki adresine gönderildiğini, davacının şirkete başka bir adres bildirmediğini, iddialarının tamamen çeliştiğini savunmuştur.

C)Yerel Mahkeme Kararının Özeti.

Mahkemece, dosya içerisinde bulunan belgelere göre davacının 26, 27, 28 Şubat 2009 tarihleri arasında iş yerine gitmediğinin sabit olduğu, davacı işçinin yargılama sırasında devamsızlığın nedeni olarak yol ücreti ödemekten bıktığını, maddi olarak işe gelmesinin artık mümkün olmadığını, bu nedenle işe gelemediğini belirttiği, işçinin devamsızlığını haklı kılabilecek herhangi bir nedeninin olmadığı, her ne kadar iş yerinde önceden var olan servis imkanı kaldırılarak iş şartlarının ağırlaştırıldığı iddia edilse de, iş yerinde servis imkanının işçinin üç gün devamsızlık yaptığı tarihten yaklaşık 6 ay kadar önce kalktığının dosyada belgelerden ve tanık beyanlarından anlaşıldığı, dolayısıyla bu durumu süreç içerisinde kabul edip işine devam eden işçinin 26, 27, 28 Şubat 2009 tarihlerinde 3 gün iş yerine gitmemesinin haklı mazeret olarak kabul edilemeyeceği, belirsiz süreli sözleşmede işçinin iş sözleşmesinde belirttiği adresini değiştirdiğinde işverene bildirmediği taktirde sözleşmede belirttiği adrese yapılan tebligatın işçiye yapılmış olacağının belirtildiği, davacının değişen adresini iş yerini bildirdiğine ilişkin herhangi bir belge sunmadığı, davacının devamsızlık olgusunun kanıtlandığı, buna karşı davacı tarafça iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayanmadığına ilişkin kanıt sunulamadığı, davalı işverenin haklı nedene dayalı fesih olgusunun sübut bulduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

D)Temyiz:

Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

E)Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı yasal gerektirici nedenlere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davalı işveren tarafından davacının rızası alınmadan işyerindeki servis uygulamasının kaldırıldığı, işçinin bu nedenle işyerine 26 Şubat 2009 tarihinden itibaren işe gelemediği anlaşılmaktadır.

Servisin kaldırılması iş şartlarında işçi aleyhine değişiklik olup, davacının iş akdini işyerine gitmeyerek eylemli olarak haklı nedenle feshettiği, anlaşıldığından davacının kıdem tazminatı talebinin kabulü gerekirken reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F)Sonuç:
Hükmün yukarıda açıklanan gerekçe ile BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 05.03.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

VÜCUT VEYA SIHHAT ÜZERİNE İKA EDİLEN MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ALACAKLARI HACZEDİLEMEZ

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

ESAS NO : 2017/4712
KARAR NO : 2017/10938

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 16. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 12/02/2016
NUMARASI : 2015/763-2016/109
DAVACI : BORÇLU : Selami G.
DAVALI : ALACAKLI : Ahmet Ali S.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Mustafa Özbek tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu Selami G.aleyhine İstanbul Anadolu 12. İcra Dairesi’nin 2015/3275 Esas sayılı dosyasıyla başlatılan takipte, borçlunun alacaklı olduğu İstanbul Anadolu 16. İcra Dairesi’nin 2014/10990 E. sayılı dosya alacağı üzerine haciz konulduğu, haczedilen alacağın İİK’nun 82/11. maddesi kapsamında alacak olduğu ve haczedilemeyeceği iddia edilerek haczin kaldırılmasının talep edildiği, mahkemece, şikayetin kısmen kabulü ile haczin maddi tazminat ve faizi yönünden kaldırılmasına, manevi tazminat yönünden ise şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 82/11. maddesi uyarınca; vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için tazminat olarak mutazarrırın kendisine veya ailesine toptan veya irat şeklinde verilen veya verilmesi lazım gelen paralar haczedilemez. İlgili maddede, maddi veye manevi tazminatlar yönünden ayrım yapılmadığı, vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için verilen veya verilmesi lazım gelen tüm paraların haczedilemeyeceğinin hüküm altına alındığı görülmektedir.

Somut olayda, borçlu Selami G.’ün, alacaklı olduğu ve haczin konulduğu İstanbul Anadolu 16. İcra Dairesi’nin 2014/10990 Esas sayılı dosyasıyla yapılan takipte, borçlular hakkında ilamlı takip yapıldığı ve takibe dayanak ilamın İstanbul Anadolu 15. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/524 E., 2014/115 K. sayılı ve 02/04/2014 tarihli kararı olduğu, kararda; “Maddi tazminat yönünden davacının fazlaya dair hakkı saklı kalmak üzere 3,00-TL. maddi tazminat ile 20.000,00-TL. manevi tazminatın olay tarihi olan 08/09/2009 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine” şeklinde hüküm kurulduğu, hüküm altına alınan alacağın, müessir fiilden kaynaklı tazminatlar olduğu görülmüştür. Nitekim icra mahkemesince de kararın gerekçe kısmında bu hususa değinilmiştir.

O halde mahkemece, İİK’nun 82/11. maddesine aykırı olarak vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için hükmedilen tüm (paralar) tazminatlar üzerine konulan haczin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ile manevi tazminat yönünden şikayetin reddi şeklinde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.09.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BORÇLUNUN ANNE VE BABASINA HACİZ İHBARNAMESİ GÖNDERİLEBİLECEĞİ- İCRA MÜDÜRÜNÜN TAKDİR HAKKININ BULUNMADIĞI

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİE. 2016/3856
K. 2016/19090
T. 19.9.2016

ÖZET : Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte alacaklının icra müdürlüğüne başvurarak borçlunun annesine haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinde bulunduğu, söz konusu istemin icra müdürlüğünün “borçlunun annesi alelade bir üçüncü kişi olmadığından gönderilecek haciz ihbarnamelerinin aile bireylerini küçük düşüreceği” gerekçesiyle reddine karar verildiği bu kararın şikayet edilmesi üzerine mahkemece borçlunun annesinin alelade bir üçüncü kişi olmadığı, akrabalar arasında sarih bir hukuki işlemin varlığını ispat külfetinin iddia edene ait olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür. İİK’nun 89. maddesinde düzenlenen “haciz ihbarnamesi” gönderilmesi kanunun emreden hükmü olup alacaklının talebi halinde icra müdürlüğünce bu talebin yerine getirilmesi gerekmekte olup icra memurunun bu hususta taktir hakkı yoktur. Kaldı ki üçüncü kişi, haciz ihbarnamesine itiraz etme hakkına da sahiptir.Mahkemece şikayetin kabulü ile yasaya aykırı müdürlük kararının kaldırılması gerekirken şikayetin reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte alacaklının icra müdürlüğüne başvurarak borçlunun annesine haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinde bulunduğu, söz konusu istemin icra müdürlüğünün 06.11.2015 tarihli kararıyla ve “borçlunun annesi alelade bir üçüncü kişi olmadığından gönderilecek haciz ihbarnamelerinin aile bireylerini küçük düşüreceği” gerekçesiyle reddine karar verildiği bu kararın şikayet edilmesi üzerine mahkemece borçlunun annesinin alelade bir üçüncü kişi olmadığı, akrabalar arasında sarih bir hukuki işlemin varlığını ispat külfetinin iddia edene ait olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür.

İİK’nun 89. maddesinde düzenlenen “haciz ihbarnamesi” gönderilmesi kanunun emreden hükmü olup alacaklının talebi halinde icra müdürlüğünce bu talebin yerine getirilmesi gerekmekte olup icra memurunun bu hususta taktir hakkı yoktur. Kaldı ki üçüncü kişi, haciz ihbarnamesine itiraz etme hakkına da sahiptir.

O halde mahkemece şikayetin kabulü ile yasaya aykırı müdürlük kararının kaldırılması gerekirken şikayetin reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.09.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÇİFTÇİLİK MESLEĞİ- ÇİFTÇİNİN TRAKTÖRÜ HACZEDİLMEZLİK İTİRAZI

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/15247
KARAR:2017/7892

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlunun, geçimini çiftçilikle sağladığını ileri sürerek traktör üzerine konulan haczin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; traktörün sermaye ağırlıklı olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Başvuru bu hali ile, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 82. maddesinin birinci fıkrasının 4. bendine dayalı haczedilmezlik şikayetidir.

İİK’nun 82/1-4. bendinde; ”Borçlu çiftçi ise kendisinin ve ailesinin geçimi için zaruri olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer eklenti ve ziraat aletlerinin…” haczedilemeyeceği belirtildikten sonra, aynı maddenin, 02.07.2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen üçüncü fıkrasında; ”Birinci fıkranın (2), (4), (7) ve (12) numaralı bentlerinde sayılan malların kıymetinin fazla olması durumunda, bedelinden haline münasip bir kısmı, ihtiyacını karşılayabilmesi amacıyla borçluya bırakılmak üzere haczedilerek satılır” hükmüne yer verilmiştir.

Borçlunun bu maddeden yararlanabilmesi için, asıl mesleğinin çiftçilik olması ve bilfiil bu işi yapması gerekir. Anılan maddeye göre, haczedilmemesi gereken taşınır ve taşınmaz mallar ve miktarları tespit edilirken, borçlunun ve ailesinin geçimi için zorunlu olup olmadığı ve tarımsal faaliyetini sürdürebilmesi için gerekli olup olmadığı hususunun göz önünde tutulması gerekmektedir. Traktör de bir ziraat aletidir ve haczi konusunda da belirtilen bu ilke geçerlidir. Bu gün, ülkemizde kara sabanla çiftçilik yapan çok az sayıda insan kalmıştır. Kara saban çağdaş bir tarım aleti olmadığı gibi, hayvanlarla nakil yapılması da çağdaş bir yöntem değildir. Bu itibarla teknolojideki gelişmeler nedeniyle verimliliği, kaliteyi ve kârlılığı arttıran, ekonomik hayata artı değerler kazandıran makineler de çiftçilerimiz için bir ihtiyaçtır. İİK’nun 82. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, ekonomik hayatın sürekliliği, borçların bir an evvel ödenmesi, çiftçinin, kendisinin ve ailesinin sağlık içinde yaşamlarını sürdürebilmesi ve çiftçilik mesleğinin devamı için zorunlu, vazgeçilmez, çağın koşullarına uygun alet, edevat, makine ve benzer vasıtaların makul kıstaslar dahilinde haczedilmezlik kuralı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

İİK’nun 82. maddesine, üçüncü fıkranın eklenmesine ilişkin 6352 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte, Dairemizce anılan hüküm gözetilerek içtihat değişikliğine gidilmiş olup, o tarihten itibaren süreklilik arz eden içtihatlarında, traktörün, İİK’nun 82. maddesinin birinci fıkrasının 4. bendi kapsamında çiftçiler için zorunlu nakil ve ziraat aleti olduğunun kabulü ile aynı maddenin üçüncü fıkrası doğrultusunda değerlendirme yapılarak sonuca gidilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Bir traktörün borçlunun haline uygun olup olmadığı adı geçenin haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Buradaki “aile” terimi, geniş anlamda olup, borçlu ile birlikte aynı çatı altında yaşayan, bakmakla yükümlü olduğu kişileri kapsar. Mahkemece, şikayetçinin çiftçilik mesleğini devam ettirebilmesi için, bu mesleği icra ettiği arazinin miktar ve vasfı da dikkate alınarak traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa, şikayete konu traktörün kıymeti ile borçlunun haline münasip traktörü temin etmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, haczedilen traktörün kıymeti bundan fazla ise satılmasına karar verilmeli ve satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen traktör için gerekli olan miktar borçluya bırakılmalı, kalanı hak sahiplerine ödenmelidir. Bu kıstasları aşan nitelik ve evsaftaki traktör ise, maddede öngörülen amaca aykırıdır. Borçlunun büyük ölçekte tarım arazisine sahip olması, çok sayıda traktöre sahip olmasını gerektirmediği gibi, çok vasıflı ve birden fazla traktöre sahip olması da maddenin amacına aykırıdır.

Somut olayda, 16.11.2015 havale tarihli galerici-bilirkişi raporunda traktörün değeri tespit edilmiş “çiftçilik yapması için söz konusu traktörün işini görür durumda olduğu” rapor edilmiş ise de; anılan rapor, yukarıda açıklanan ilkelere uygun bulunmadığından hüküm kurmaya elverişli değildir.

Ayrıca, borçlunun asıl mesleğinin çiftçilik olup olmadığı mahkemece yeterince araştırılmadığı gibi, trafik kaydı üzerine haciz konulan ve fiili haciz işlemi de gerçekleştirilen traktörün kaydında, rehin işlemi olup olmadığının görülebilmesi amacıyla, takyidatlı trafik kaydının da istenmediği anlaşılmaktadır.

O halde mahkemece; yukarı belirtilen ilkeler ışığında gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra, borçlunun ve ailesinin geçimini sağlaması için yeterli arazi miktarı ile arazi üzerinde yetiştirilebilen ürün de dikkate alınarak, borçlunun, İİK.’nun 82. maddesinin 1. fıkrasının 4.ve 7. bentleri kapsamında faaliyetlerini sürdürebilmesi için traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa şikayete konu traktörün kıymeti ve borçlunun haline münasip traktörü alabilmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, traktörün kıymeti, borçlunun haline münasip traktörün bedelinden fazla ise satılmasına, satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen traktörü alabilmesi için gerekli olan paranın borçluya bırakılmasına, kalanın hak sahiplerine ödenmesine karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma ile ve yetersiz bilirkişi raporuna dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.05.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DEPREM NEDENİYLE AĞIR HASAR GÖREREK YIKIMINA KARAR VERİLEN BİNANIN İMALİNDE KUSURLARI OLAN SORUMLULAR ALEYHİNE TAZMİNAT İSTEMİ

T.C
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/6740
KARAR:2018/7523

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı da…ın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatınca, davalı-… avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacılar, davalı …’un statik proje müellif ve teknik uygulama sorumulusu, davalı …’nin müteahhidi ve aynı zamanda kooperatif yönetim kurulu başkanı, diğer davalıların yönetim kurulu üyesi oldukları … Konut Yapı Koopereatifi tarafından inşa edilen taşınmazdan bedelini ödeyerek daire satın aldıklarını, deprem sırasında dairelerinin bulunduğu binanın yıkılacak şekilde ağır hasar görmesi sonucu AFAD tarafından verilen yıkım kararı sonucu binaların yıktırıldığını, davalıların yapıyı standartlara ve deprem yönetmeliğine uygun inşa etmemeleri nedeniyle kusurlu olduklarını ve ayıba karşı tekeffül hükümleri nedeniyle sorumlu olduklarını, ayrıca davalıların 1163 sayılı koperatifler kanunu’nun 98.maddesinin yollamasıyla eylem tarihinde yürürlükte olan mülga 6762 sayılı TTK’nın 336/5. maddelerine göre de sorumlu olduklarını, komşuları tarafından davalılar aleyhine … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/78 Esas sayılı dosyası ile açılan dava sonucunda 29.05.2014 tarihinde davalıların kusurlu olduklarını öğrendiklerini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dairelerin serbest piayasa rayiç değerine göre hesaplanacak yeniden yapım bedelinin davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı … …, zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüş, esastan da…ın reddini dilemiştir.

Diğer davalılar, zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüş, ayrıca davada aktif ve pasif husumet ehliyetinin bulunmadığını da savunarak esastan da…ın reddini dilemiştir.

Mahkemece, zamanaşımı nedeniyle da…ın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar ve davalı … …tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, … depremi nedeniyle ağır hasar görerek yıkımına karar verilen binada bağımsız bölümleri bulunan davacıların, binanın imalinde kusurları olan davalılar aleyhine açtıkları tazminat istemine ilişkindir. Davacılar, davalılardan …’un dışındaki diğer davalılar aleyhine davasını, yüklenici ve dava dışı S.S. … Konut Yapı Kooperatifinin yöneticilerinin sorumluluğuna dayandırmıştır. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu uyarınca bu davalıların sorumluluğuna gidilebilmesi için, davacıların, dava dışı kooperatiften konut satın almış olmaları, davalıların da anılan kooperatifin yöneticileri ve imal edilen binanın yüklenicileri olmaları gerekir. Bu durumda; kooperatifler konusunda uzman bir bilirkişi heyeti oluşturularak, davacıların kooperatif üyesi olup olmadıkları ve kooperatiften daire satın alıp almadıkları, davalıların ise kooperatif yönetim kurulu üyesi olup olmadıkları araştırması, tarafların aktif ve pasif husumet ehliyetlerinin olup olmadığı değerlendirilmesi bu hususlarda denetime elverişli rapor alınmadan ve görev hususunda bir değerlendirme yapılmadan eksik inceleme sonucu karar verildiği anlaşılmakta olup, mahkemece, yukarıda belirtilen eksiklikler tamamlanarak oluşacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

2-Bozma nedenine göre davacılar ve davalı … …’un diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenle davacılar ve davalı … …’un temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan 27,70 TL harcın davacılara, 27,70 TL harcın davalı-…’a iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

GENEL TEHLİKE DOĞURACAK ŞEKİLDE BİNA YIKILMASINA VE ÖLÜME NEDEN OLMA

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/14722
KARAR:2018/6434

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ(FİKRİ VE SINAI HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ SIFATIYLA)
TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 19/07/2016 tarih ve 2007/56-2016/347 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin taraf vekilleri tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacılar vekili, … Teknik Hizmetler Ltd. Şti. olarak 1997 yılında … Gıda Sanayi ve Pazarlama Ltd. Şti.’ ne … ‘nde bir idari bina ve bir … fabrikası projesi hazırladıklarını, henüz proje hazırlama aşamasında iken … Gıda Sanayi ve Pazarlama Ltd. Şti. ile davalıların yetkilisi oldukları yüklenici firma arasında inşaat sözleşmesi yapılarak inşaata başlandığını, yapılmakta olan inşaat ile uyuşmayan projelerinin de bu inşaatları ruhsatlandırmak için kullanıldığını, ayrıca başka bir firma tarafından hazırlanan … Depo Binası projesinin de kendileri tarafından hazırlanmış gibi gösterildiğini, ruhsattaki bina tanıtım bilgileri ile projeleri örtüşmediğini, yüklenici vasıtasıyla belediyeden yargıya intikal eden projelerin ve hesaplamaların da eksik olduğunu, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerinde imzalarının bulunmadığını, mimari projede de mimar …’nın imzası ve meslek mührü ile belediye onayının bulunmadığını, kaçak olarak yapımına başlanan ve hazırladıkları projeyle örtüşmeyen, teknik olarak yetersiz ve güvensiz binanın 17/08/1999 tarihinde meydana gelen depremde yıkılarak biri iş sahibinin oğlu olmak üzere sekiz kişinin hayatını kaybettiğini ve haklarında … Ağır Ceza Mahkemesinde “Genel Tehlike Doğuracak Şekilde Bina Yıkılmasına ve Ölüme Neden Olma” suçundan yapılan yargılama sonucunda mahkumiyetlerine karar verildiğini, mesleki yönden büyük bir itibar ve gelir kaybına uğradıklarını, çevrelerinde oluşan intiba nedeniyle manevi yönden de kayba uğradıklarını, ayrıca yıllarca açılan davalarla uğraşmak zorunda kaldıklarını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ayrı ayrı 10.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 35.000,00 TL tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmişlerdir.

Davalılar vekili, öncelikle husumet ve zamanaşımı itirazlarında bulunmuş, davacıların … Ağır Ceza Mahkemesindeki dava dosyasında verdikleri ifadelerinde bu inşaatın projelerini kendilerinin yaptıklarını, hatta zemin etüdünü de kendilerinin yaptıklarını kabul ve beyan ettiklerini, bu beyanlarının açılan davadaki iddiaları ile çeliştiğini, başlamış ve bitmiş bir inşaatın zemin etüdünü yapmanın mümkün olmadığını, müvekkillerinin bir kusuru olmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, toplanan deliller, yapılan inceleme ve değerlendirmede dava konusu inşaat ruhsatının 02/09/1997 tarihinde alındığı halde sözleşmenin 16/04/1997 tarihinde düzenlendiği, idari binanın zemin artı üç katı ve 13,47 m yüksekliğinde olduğu, oysa imar paftasında yüksekliğin 6,5 m olarak yapılması gerektiği ve mer-i imar planına aykırı yapılaşma bulunduğu, projesi hazırlanmadan yapım işine başlandığı, projeye aykırı olarak yük asansörü ve yükleme rampası ilavesi olduğu, ayrıca binaya ilave çatı katı yapıldığı, fındık fabrikası binasına ait mimari projenin proje çizim tarihindeki mimari proje düzenleme esaslarına genelinde uyduğu, idari binaya ait projenin ise uygulamaya esas proje olmayıp ön proje/avan proje niteliğinde çizildiği, dolayısıyla Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 1. maddesi uyarınca davacı … tarafından çizilen mimari projenin ve davacı … tarafından çizilen statik projenin fikir ve sanat ürünü olduğu, kişinin projeyi çizmekle odaya ve belediyeye onaylatmadan telif hakkı sahibi olacağı, mevcut davada da mimari statik proje antetleri ile inşaat ruhsatı ve yapı kullanma izin belgelerinde arsa parsel numaraları ve mahalleri konularında farklılıklar bulunduğu, inşaat ruhsatında mimari ve statik proje hazırlayan yerleri bulunduğu halde imza yerleri bulunmadığı, davacıların haklarının binaların müteahhidi olan davalılar tarafından ihlal edildiği gerekçesiyle maddi tazminat talebi açısından sadece davacı … tarafından çizilen mimari proje dosyaya sunulduğundan, bilirkişi raporunda hesaplandığı şekilde davacı …’nın maddi tazminat talebi kısmen kabul edilmiş, statik projeyi çizen …’nın statik proje dosyaya sunulmadığından ispat edilemeyen maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1- Davalı tarafça zamanaşımı def’inde bulunulduğu halde, mahkemece bu hususta olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeksizin işin esası hakkında hüküm tesisi doğru görülmeyip bozmayı gerektirmiştir.

2- Ayrıca kabule göre de, davalı tarafça davacıların proje müellifi sıfatıyla yargılandıkları … Ağır Ceza Mahkemesinin 1999/7 Esas sayılı dosyasında verilen ve kesinleşen karar ile dava konusu projeler nedeniyle kusurlu bulundukları savunulduğuna göre, anılan ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararının dava tarihi itibariyle yürürlükteki 818 sayılı BK 53. maddesi kapsamında işbu davaya etkisinin de değerlendirilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmesi de isabetli değildir.

3- Bozma sebep ve şekline göre davacılar vekilinin tüm, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle kararın davalılar yararına BOZULMASINA, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin tüm, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden taraflara iadesine, 17/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

STATİK PROJE VE DANIŞMANLIK HİZMETİ KARŞILIĞI DAİRE KOOPERATİFE ORTAK OLMA

T.C
YARGITAY
23. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4007
KARAR:2019/104

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik verilen hükmün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili, davalının müvekkili kooperatifin üyesi olduğunu, geçmiş dönemlerdeki genel kurul kararlarıyla belirlenen aylık ödeme düzenine uymayan davalının 2012/Aralık ayına kadar ödenmeyen 39.769,00 TL. borcu bulunduğunu bu nedenle … 7. … Müdürlüğünün 2013/720 Esas sayılı dosyası ile takibe geçildiğini, ödeme emrine itiraz edilmesi üzerine takibin durduğunu ileri sürerek … 7. … Müdürlüğünün 2013/720 Esas sayılı dosyasıyla davalı hakkında başlatılan ilamsız … takibine karşı davalının itirazının iptali ile %20 den aşağı olmamak üzere … inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili ile kooperatif arasında 21/01/2009 tarihinde daire karşılığı … yapım sözleşmesi imzalandığını, sözleşme gereği müvekkilinin davacı kooperatife Statik Proje ve Danışmanlık hizmeti karşılığında inşaattan kura çekmek suretiyle ara kat dairesi verileceğinin kararlaştırıldığını, müvekkilinin sözleşme gereklerini eksiksiz yerine getirdiğini, kooperatife borcu bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece iddia, savunma, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; borçların ödenmediği yapılan … takibinin yerinde olduğu, davalının aidat borcu bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1-Dava, aidat borcu nedeniyle itirazın iptali davası olup, uyuşmazlık davalının kooperatife peşin bedelli üye olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Davacı kooperatifin 25/6/2008 tarihli genel kurul toplantısının 7.maddesinde yönetim kuruluna malzeme ve işçilik alımı konusunda yetki verildiği ve bu yetkiye istinaden davacı ile davalı arasında 21/1/2009 tarihinde proje karşılığı daire satımı konusunda sözleşme imzalandığı Yönetim Kurulunun bu işleminin 20/6/2010 tarihinde yapılan 2009 yılı Olağan Genel kurul Toplantısının 6.maddesi ile kabul edildiği anlaşılmış olup bu haliyle davalının Kooperatife peşin ödemeli ortak olduğu sabit hale gelmiştir. Bu durumda davalının gerek yaptığı proje ve gerekse diğer ödemeleri göz önünde bulundurularak daire satım sözleşmesinde belirlenen daire bedelinin Kooperatife ödenip ödenmediği davacının bakiye alacağının bulunup bulunmadığının tespit edilmesi ve oluşacak sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekmektedir. Mahkemece inşaat mühendisi ve kooperatif konusunda uzman bilirkişilerinde bulunduğu 3 kişilik bilirkişi heyeti oluşturularak davalının peşin bedelli olduğu hususu da nazara alınarak uyuşmazlık konusu olarak tespit edilen ödemelerle ilgili ayrıntılı rapor alınarak bir sonuca varılması gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı gerekçe ile kısmen kabul kararı verilmesi doğru olmamış bozmayı gerektirmiştir.

2- Bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına; peşin alınan harçların istek halinde temyiz edenlere iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.01.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

YÜKLENİCİNİN ARSA SAHİBİNDEN ÇİZİM BEDELİNİ VE HAFRİYATI İSTEYEBİLMESİ İÇİN BUNLARIN ARSA SAHİBİNİN MALVARLIĞINDA SEBEPSİZ ARTIŞA NEDEN OLMASININ GEREKMESİ

T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2003/3637
K. 2004/538
T. 9.2.2004

ÖZET : İstenebilecek olumsuz zarar,sözleşme yapılmamış olsa idi uğranılmayacak olan zararlardır ki güvenilen sözleşmenin kurulmaması yüzünden uğranılan zararları kapsar.

Yüklenici, arsa sahibinin mal varlığında artı bir değer yaratmışsa bu değerlerin iadesini sebepsiz zenginleşme hükümlerince talep edebilecektir. Yüklenicinin dava konusu yaptığı proje ve diğer masraflardan dolayı istemi de bu doğrultuda değerlendirilmelidir. Çizim bedeli olarak öngörülen bedeli yüklenicinin isteyebilmesi için bu projelerden arsa sahibinin gerçek bir yararı olması, yine ortada bir hafriyat varsa bununda arsa sahibinin mal varlığında sebepsiz zenginleşmeye neden olması gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı bozmaya uyularak verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı-k.davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı avukatı gelmedi. Davalı vekili geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davalı avukatı dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kerre dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Yanlar arasındaki 26.12.1995 günlü biçimine uygun düzenlenen sözleşmenin fesh edildiği çekişme konusu değildir. 14.8.2000 günlü bilirkişi raporuna göre bu fesihte, ruhsat alarak inşaata makul sürede başlamayan ve esasen mevcut üye sayısına göre sözleşmeyi uygulayabilme yeteneği bulunmayan davacı ve karşı davalı yüklenici kooperatif kusurludur.

Hal böyle olunca BK.106.maddesindeki seçimlik hakkını sözleşmeyi fesih doğrultusunda kullanan arsa sahibi sözleşmenin hükümsüzlüğünden kaynaklanan menfi ( olumsuz ) zararlarının tazminini yine aynı Yasanın 108.maddesine dayanarak isteyebilir.

Burada istenebilecek olumsuz zarar, sözleşme yapılmamış olsa idi uğranılmayacak olan zararlardır ki güvenilen sözleşmenin kurulmaması yüzünden uğranılan zararları kapsar. Somut olaydaki arsa sahibinin haksız toprak kaybına sebebiyet verilmesinden dolayı ( kazı ve hafriyat işlemleri ) istediği zarar bu kapsamda kalır. Kuşku yokki davacı yüklenici de dairemizin 26.4.2002 günlü bozma kararında da vurgulandığı üzere arsa sahibinin mal varlığında artı bir değer yaratmışsa bu değerlerin iadesini sebepsiz zenginleşme hükümlerince talep edebilecektir. Yüklenicinin dava konusu yaptığı proje ve diğer masraflardan dolayı istemi de bu doğrultuda değerlendirilmelidir. Burada önemli olan yüklenicinin gerçekten arsa sahibinin mal varlığında bir değer yaratıp yaratmadığının saptanmasıdır. Sorunu daha da somutlaştırmak gerekirse; bilirkişilerin raporda çizim bedeli olarak öngördükleri bedeli yüklenicinin isteyebilmesi için bu projelerden arsa sahibinin gerçek bir yararı olması, yine ortada bir hafriyat varsa bununda arsa sahibinin mal varlığında sebepsiz zenginleşmeye neden olması gerekir. Dosyada projeler olmamakla birlikte, projelerin ortak sayısı belirli bir yapı kooperatifi için düzenlendiği açık-seçiktir. Fesihten sonra arsa sahibinin bu projelerden yararlanması demek, aynı ortak sayısına ulaşmış bir kooperatifle yeni bir sözleşme yapma şansı bulması demektir. Keza, yine bilirkişi raporunda sözü edilen bir blokun hafriyatı bedelinin istenebilmesi de projenin uygulanabilme şansına bağlıdır. Hal böyle olunca gerek projelerde ve gerekse kazı işlemlerinde arsa sahibinin yararlanabileceğini kabul etmek hayatın olağan seyrine uygun düşmez. Mahkemece bu nedenle yüklenicinin proje çizim ve kazı işine ait talebinin reddi yerine bilirkişilerin soyut sözlerine bakılarak kabulü doğru olmamıştır. Ancak, yüklenicinin istek kalemleri arasında imar uygulaması masrafları da bulunduğundan ve bunların yapıldığının da dosya kapsamıyla sabit olduğundan, davacı yüklenici bu masrafların kendisince yapıldığını kanıtlayabilirse eskale edilmeksizin bulunacak imar masrafları hüküm altına alınmalıdır. O halde bilirkişilerden ek rapor alınarak imar masrafları ne ise bu miktar belirlenmeli, arsa sahibince açılan karşı dava da az yukarda ortaya konan olgular doğrultusunda değerlendirilip sonucuna uygun bir hüküm kurulmalıdır. Somut olaya uygun düşmeyen bazı nedenlerle davaların yazılı şekilde sonuçlandırılması doğru olmadığından karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle kararın temyiz eden davalı-k.davacı arsa sahibi lehine BOZULMASINA, 375 milyon TL. duruşma vekalet ücretinin davacı-k.davalı yükleniciden alınarak, davalı-k.davacı arsa sahibine verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalı-k.davacıya geri verilmesine, 9.2.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TAŞINMAZ MAL ZİLYETLİĞİNE YAPILAN TECAVÜZÜN ÖNLENMESİ- TAŞINMAZ HAKKINDA İHTİYATİ TEDBİR KARARI BULUNMASI

T.C.
AYDIN
BÖLGE İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO:2009/741
KARAR NO:2009/986

İTİRAZ EDEN (DAVACI) :

VEKİLİ :

KARŞI TARAF (DAVALI) :

İSTEMİN ÖZETİ : Kuyucak-Çamdibi Köyünün orta malı niteliğindeki köy meydanının 133 m2’lik kısmının ev yapılmak suretiyle, davacı tarafından işgal edildiği gerekçesiyle Kuyucak Kaymakamlığının 22/12/2006 tarih ve 2006/15 sayılı işlemiyle verilen tecavüzün men’i yolundaki kararın; anılan taşınmazın davacının murisi tarafından 1973 yılında Çamdibi Köyü Muhtarlığından satın alındığı, taşınmaz üzerindeki imalatların 1974 yılında iyi niyetle yapıldığı, 27/12/2006 tarihinde Kuyucak asliye Hukuk Mahkemesinde E:2006/371 sayılı dosyada görülen tescil davasının açıldığı, bu durumun 14/12/2006 tarihinde Kuyucak Kaymakamlığına bildirildiği, 3091 sayılı kanun’un 14. maddesi uyarınca söz konusu anlaşmazlıkta 3091 sayılı kanun’un uygulanamayacağı ileri sürülerek iptali istemiyle açılan davada; köy orta malı olan yere taşınmazın yapıldığının sabit olduğu, ayrıca açılan davanın yasa ve yönetmelikte sayılan dava türlerinden olmadığı için 3091 sayılı yasa uygulamasına engel teşkil etmediği gerekçesiyle davanın reddine ilişkin 06/05/2008 gün ve E: 2007/91, K: 2008/610 sayılı Aydın 1.İdare Mahkemesi Hakimliği kararının; köy muhtarının başvuru tarihinde derdest bir davanın mevcut olduğu bunun da uygulamaya engel teşkil ettiği ileri sürülerek bozulması istemiyle yapılan itirazın reddiyle mahkeme kararının onanmasına ilişkin mahkememizin 21/01/2009 gün ve E:2008/1162 K:2009/39 sayılı kararının; anılan yere murislerinin yaptığı ev sebebiyle Asliye Hukuk Mahkemesinde tapu tescil davası açtıkları, bu davanın lehlerine sonuçlandığı, hem zilyedlik hem mülkiyet haklarının tartışmasız olduğu, tapu tescil davasının açılmasının şikayet tarihinden önceye rastladığı, derdest dava sebebiyle 3091 sayılı yasanın uygulanamayacağı ileri sürülerek düzeltilmesi istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Savunma verilmemiştir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Aydın Bölge İdare Mahkemesi’nce işin gereği görüşüldü:

İstem, davacının 3091 sayılı yasa uyarınca meni işleminin iptali istemiyle açılan davanın reddine ilişkin idare mahkemesi kararının onanması yolundaki mahkememiz kararının düzeltilmesine ilişkindir.

3091 sayılı Taşınmaz mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun’un 1. maddesinde; “Bu Kanunun; gerçek veya tüzelkişilerin zilyed bulunduğu taşınmaz mallarla kamu idareleri, kamu kurumları ve kuruluşları veya bunlar tarafından idare olunan veya Devlete ait veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlere veya menfaati umuma ait olan taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerin, idari makamlar tarafından önlenmesi suretiyle tasarrufa ilişkin güvenliği ve kamu düzenini sağlar.” hükmüne yer verilmiştir. Anılan kanun’un 3. maddesinde; “Köye ait taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerde, köy halkından herhangi biri de yetkili makama başvuruda bulunabileceği”, izleyen 4. maddesinde; “Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerle menfaati umuma ait olan taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerde süre aranmayacağı” kurala bağlanmıştır. Yine aynı Kanun’un 14. maddesindeyse; “Başvuru sırasında, taraflar arasındaki taşınmaz mal anlaşmazlığı hakkında mahkemece ihtiyati tedbir kararı verilmiş veya anlaşmazlık dava konusu yapılmış ise bu Kanun hükümlerinin uygulanmayacağı”belirtilmiştir.

Taşınmaz Mal Zilyetliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanun’un Uygulanma Şekli Ve Esaslarına Dair Yönetmeliğin 18. maddesinde; “Köy tüzel kişiliğine ait tapuda veya tapusuz her nevi taşınmaz mala yapılan tecavüz veya müdahalelerde köyün kanuni temsilcisi olan köy muhtarının başvurması esastır. Ancak o köyde oturan köy halkından herhangi biri tarafından yapılan başvurular üzerine de yetkili makam tarafından soruşturma yaptırılacağı” ifade edildikten sonra, anılan yönetmeliğin 34. maddesinde; “Başvuru sırasında, taraflar arasındaki taşınmaz mal anlaşmazlığı hakkında mahkemece bir ihtiyati tedbir kararı verilmiş veya anlaşmazlık dava konusu yapılmış ise 3091 sayılı Kanun hükümleri uygulanmayacağı, Soruşturma memurunun soruşturma öncesinden, soruşturma sırasında ve gerek görürse yetkili makamın emri ile soruşturma sırasında taşınmaz malla ilgili anlaşmazlığın taraflar arasında Medeni Kanuna göre mülkiyet hakkında dayalı bir müdahalenin men’i veya zilyetliğin ihlali nedeniyle açılmış bir tecavüzün ref’i davasına konu olup olmadığını,taşınma mal anlaşmazlığı hakkında mahkemelerce verilmiş bir ihtiyati tedbir kararı bulunup bulunmadığını araştıracağı, Bu tür bir davanın açılmış olduğunun veya bir ihtiyati tedbir kararının verilmiş bulunduğunun anlaşılması halinde soruşturma hangi aşamada ise işlemler durdurularak, bu Kanuna göre karar verilemeyeceğinin gerekçesi ile birlikte şikayetçiye yazılı olarak duyurulacağı, Mahkemeye yapılan taşınmaz malla ilgili başvurunun Medeni Kanuna göre müdahalenin men’i veya tecavüzün ref’i talebi dışında olması halinde ise bu durumun idarenin soruşturma yapmasına ve karar vermesine engel teskil etmediği”kurala bağlanmıştır.

Dava dosyasının incelenmesinden, davacının muris’inin Çamdibi mevkiinde bulunan 115 ada 9 parseli 1972 yılında satın aldığı, bilahare 9 nolu parsel bitişiğinde bulunan köy boşluğunun 133 m2’lik kısmını da içine alacak şekilde ev yaptığı, anılan yeri bilahare köy muhtarlığından satın aldığı ve uzun süre kullandıktan sonra vefat ettiği, Mehmet Duman mirasçılarının Kuyucak Asliye Hukuk Mahkemesinde 27.11.2006 tarihinde hazine aleyhine, köy boşluğundan kullanılan yerle ilgili (133.25 m2) tapu tescil davası açtıkları, bu sırada 13.12.2006 tarihli dilekçe ile davacılar hakında 3091 sayılı yasa uyarınca şikayet dilekçesi verildiği yapılan inceleme sonunda, köy meydanı olan 133 m2 yere tecavüz sabit görülerek dava konusu men kararının verildiği, bu işleme karşı açılan davanın idare mahkemesince reddedildiği, bu esnada Kuyucak Asliye Hukuk Mahkemesinin 10.04.2008 gün ve E:2006/371 K:2008/106 sayılı kararı ile tapu tescil davasının kabulle sonuçlandığı, idare mahkemesi kararına yapılan itirazın mahkememizce 21.01.2009 tarihinde reddedildiği, 27.01.2009 tarihinde de Asliye Hukuk Mahkemesi kararının kesinleştiği, 16.03.2009 havale tarihli dilekçe ile mahkememiz kararının düzeltilmesinin istenildiği anlaşılmaktadır.

Yukarıda anılan yasa hükümlerinin değerlendirilmesinden, 3091 sayılı yasanın; kamu düzenini korumak adına, fiili zilyediğin muhafaza ve korunmasını amaçladığı, bu sebeple, hukuki haklılıktan ziyade fiili zilyediği esas aldığı, bu arada umuma ait yerlerde ziyedlik iddiasının ileri sürülemeyeceği soruşturma yapılmasına engel sayılan davacıların da; daha ziyade zilyedlikle ilgili derdest davalar olduğu soruncuna varılmaktadır.

Bu bağlamda ihtilaf ele alınacak olursa; anılan yerin yıllardır mürisleri yoluyla davacının zilyedliğinde olduğu tartışmasızdır.

Bu fiili durumun ileri sürülüp davacı lehine dikkate alınmamasının sebebi ise; ihtilaf konusu yerin köy orta malı sayılmasındandır. Ancak, davacı tarafın açmış olduğu tescil davası sonunda anılan yerle ilgili iddialar haklı bulunmuş ve mahkeme davcı taraf lehine tescil kararı vermiştir.

Bu kararla, anılan yerin köy orta malı özelliği ortadan kalkıp özel mülk (davacının mülkü) haline geldiğine göre bu ihtilafta da artık ziledlik iddiası ve durumumunun dikkate alınması gerekir. Anılan yere davacı murisince ev yapılıp fiilen uzun yıllar kullandıkları da ihtilafsız olduğuna göre, davacı tarafın zilyedliği sabit olup 3091 sayılı yasa uyarınca men’inde hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

Bu durumda davayı reddeden idare mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmapyıp, bunu onayan mahkememiz kararının düzeltilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle, karar düzeltme talebinin kabulüne, mahkememizin 21/01/2009 gün ve E:2008/1162 K:2009/39 sayılı kararının düzeltilmesine, itiraz konusu Aydın 1.İdare Mahkemesi’nin 06/05/2008 gün ve E:2007/91 K:2008/610 sayılı kararının bozulmasına, dava konusu işlemin iptaline, aşağıda dökümü yapılan 142,20-TL yargılama gideri ile 400-TL vekalet ücretinin davalı idareden alınıp davacıya verilmesine, tebliğ avansından artan kısmının istemi halinde davacıya iadesine, 24/06/2009 gününde oybirliğiyel karar verildi.

BAŞKAN

ZEYNEL ILICA

(26762)

ÜYE

OSMAN ERMUMCU

(32699)

ÜYE

DR.MERİÇ ERDOĞAN

(38005)

HIRSIZLIK – İŞYERİ DOKUNULMAZLIĞININ İHLALİ- MALA ZARAR VERME

T.C
YARGITAY
17. CEZA DAİRESİ
ESAS:2018/1842
KARAR:2018/6080

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Hırsızlık, işyeri dokunulmazlığının ihlali, mala zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet

Antalya Bölge Adliye Mahkemesince; verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararların niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Suça sürüklenen çocuk …’ın 07.11.2017 ve 23.01.2018 tarihli dilekçelerinde “…dosyamın onaylanmasını istiyorum” şeklindeki temyizden vazgeçme talebinin, vazgeçme tarihi itibari ile 18 yaşından küçük olan suça sürüklenen çocuk hakkında hüküm ifade etmeyeceği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesi gereğince suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz talebine üstünlük tanınarak yapılan incelemede;

Sanık müdafiinin 22.01.2018 tarihli temyiz ve eski hale getirme talepli dilekçesinde, “Müvekkil … hakkında sayın mahkemeniz tarafından verilen karar tebliğ mazbatasında yazdığı üzere 10.07.2017 tarihinde iş yerinde daimi çalışana tebliğ ibaresi belirtilerek … … isimli şahsa tebliğ edilmiştir. İstinaf başvuru dilekçemde, süre tutum dilekçemde ve son duruşmada sunmuş olduğum yetki belgesinde belirtildiği üzere iş yerimin adresi Bahçelievler Mah. ….t/ANTALYA’dır. Bu durum vergi levham ile de sabittir. Bu adreste meslektaşım Avukat … …. … ile birlikte çalışmaktayız ve iş yerinde hiçbir zaman bir çalışanımız olmamıştır. Tebligatın ise Bahçelievler Mah. ….’daki meslektaşımız Av. … … çalışanına yapılmış olduğunu 19.01.2018 tarihinde sistemden öğrenmiş bulunmaktayım. Kararı tebellüğ eden … … Av. … … sigortalı çalışanı olduğuna ilişkin SGK evrakını ekte sunuyorum. Zabıta ve SGK araştırması ile de bu durum tarafınızdan açıklığa kavuşturulacaktır. Tebligat mazbatasındaki adres ise avukat olarak ilk çalıştığım yerin adresidir ve tebliğ alan kişi tebliğ zarfında adresi yazılı iş yeri olan … …. Bürosu’nda da hiç çalışmamıştır. Tebligat bu adrese de yapılmamıştır. Yukarıda açıkladığım sebeplerle tarafıma yapılmış olduğu iddia edilen tebligat, Tebligat Kanunu’na göre geçersiz olup, öğrenme tarihim olan 19.01.2018 tarihinin temyiz süremin başlangıç tarihi olarak kabul edilmesini talep ediyorum” eski hale getirme taleplerini belirttiği, ekte sunmuş olduğu SGK evrakı incelendiğinde tebliğ yapılan … … Av. … … çalışanı olduğu, müdafinin istinaf başvuru dilekçesinde adres olarak Bahçelievler Mah…. Manavgat/ANTALYA adresini gösterdiği, istinaf ilamının ise müdafiinin eski adresine gönderildiği anlaşılmakla suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz ve eski hale getirme talebi kabul edilerek yapılan incelemede;

Suça sürüklenen çocuk hakkında mala zarar verme suçundan kurulan ve 5271 sayılı CMK’nın 272-3.c maddesine göre istinaf yoluna başvurulamayacak olan hüküm ile ilgili olarak istinaf başvurusunun reddine dair kararın aynı Kanun’un 279. maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna tabi olduğunu tesbitle;

I-Suça sürüklenen çocuk hakkında işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;

Hükmolunan cezanın miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizleri mümkün olmadığından, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE,

II-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;

5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.”, aynı Kanun’un 294. maddesinin ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.” ve aynı Kanun’un 301. maddesinin ”Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin ceza miktarının fazla olduğuna yönelik olduğu belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede;

Mahkemenin alt sınırdan uzaklaşma gerekçesinin yeterli olduğu, suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, istinaf isteminin esastan reddine dair karar hukuka uygun bulunduğundan, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz nedenlerinin reddiyle, CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİNE, 30.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ- UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ- KULLANIM SINIRI

T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/10-387
K. 2012/75
T. 6.3.2012

ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti suçunda; uyuşmazlık; sanığın sübuta eren eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir. Evinde yapılan arama sonucunda ele geçen uyuşturucu madde dışında, sanığın uyuşturucu maddeyi sattığı yolunda başka bir kanıtın elde edilememesi, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında belirtilen günlük kullanım miktarı dikkate alındığında, bilirkişi raporunda belirtilen 276 gramlık uyuşturucu madde miktarının iki aylık kişisel kullanım sınırları içinde olması, sanığın tüm aşamalarda evinde bulunan uyuşturucu maddeyi satmak için değil, kullanmak için bulundurduğu yönündeki aksi kanıtlanamayan savunmaları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği kuşku boyutunda kalmaktadır. Kuşkudan sanık yararlanır ilkesi uyarınca, yerel mahkemece, sübuta eren eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kesin bir kanaat vermekten uzak kanıtlara dayanılarak, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi hukuka aykırıdır.

DAVA : Sanık S. E.’ün uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 Sayılı T.C.K.nın 188/3, 62, 52, 53 ve 58 inci maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 3.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine dair İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 10.4.2008 gün ve 61-107 Sayılı hükmün sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 13.4.2009 gün ve 15808-6828 sayı ile;

“… 1- 10.12.2007 tarihli tutanak içeriğine, sanığın yakalanış biçimine suça konu uyuşturucu maddenin miktarı ve ele geçiriliş şekli ile tüm dosya kapsamına göre; sanığın ele geçen esrarı kullanma dışında bir amaçla bulundurduğuna dair kuşkudan uzak, inandırıcı ve kesin kanıt bulunmadığı ve eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması,

2- ) Kabule göre;

a- ) Adli para cezasının; 5083 Sayılı Kanun’un 1 inci maddesiyle hükümden sonra 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren Bakanlar Kurulunun 4.4.2007 tarih ve 007/11963 Sayılı kararının 1 inci maddesi uyarınca Türk Lirası ( TL ) olarak belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

b- ) Sanık hakkında hükmolunan gün adli para cezasından, T.C.K.nın 62 nci maddesi uyarınca 1/6 oranında indirim yapılırken, sonuç cezanın 100 gün yerine 120 gün olarak gösterilmesi…”,

İsabetsizliklerinden BOZULMASINA ve sanığın tahliyesine karar verilmiştir.

İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesince 27.7.2009 gün ve 253-286 sayı ile;

“… Olay öncesi İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Büro Amirliği ekiplerinin yaptığı istihbari çalışmalarda ve ( x ) elemanından alınan bilgilerde Seyfo lakaplı hırsızlık suçundan sabıkalı sanığın olay yeri evinde uyuşturucu bulundurup, bulundurduğu esrar maddesini gramlar halinde müşterilere sattığı duyumu alındığına ve bu duyum değerlendirildikten sonra sulh ceza mahkemesinden alınan karar doğrultusunda sanığa ait olay yeri evde arama yapıldığına ve dedektör köpeğin yardımıyla yapılan aramada evin 2. katındaki odunlukta net 276 gr. esrar maddesi ele geçirildiğine göre; 10.12.2007 tarihli tutanak içeriğine, tutanak düzenleyicilerinin yeminli beyanlarına, İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Suçlar Büro Amerliğinde görevli tutanak düzenleyicisi polis memurlarının yaptıkları istihbari çalışmalar sürerken ( x ) elemanından al-dıkları bilgilerde Bornova Doğanlar Mah. … Sokak No:… Sayılı yerde ikamet eden S. lakaplı sanığın evinde, eve gelen müşterilere gramlar halinde esrar maddesi sattığı bilgisinin edinilmesine ve istihbari çalışmalar ile ( x ) elemanından alınan bilgiler doğrultusunda yapılan aramada evin 2. katında dedektör köpek yardımıyla yapılan aramada uyuşturucu maddenin bulunup el konulmasına göre sanığın eyleminin 5237 Sayılı T.C.K.nın 188/3 üncü maddesindeki satmak maksadıyla suça konu esrar maddesini bulundurmak suçunu oluşturduğu kabul ve tavsif olunmuştur.

Sanığın suça konu maddeyi içmek maksadıyla bulundurduğu yolundaki savunmasının ve sanık müdafinin sanığın suça konu maddeyi içmek maksadıyla bulundurmak suçundan ce-zalandırılması yolundaki savunmasının sanığın daha az ceza almasına yönelik bir savunma olduğu kabul edilerek itibar edilmemiştir.

İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Büro ekiplerinin yaptığı istihbari çalışmalarda ve ( x ) elemanından alınan bilgilerde sanığın olay yeri evde uyuşturucu sattığı bilgisi üzerine sanığın evinde dedektör köpeğin de yardımıyla yapılan aramada uyuşturucu maddenin gizlendiği yerden bulunduğuna göre olayımızda 5237 Sayılı T.C.K.nın 192/1-3 üncü maddesinin unsurlarının olmadığı anlaşılmıştır.

Sanık ve müdafinin İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayden C. E. ve arkadaşları hakkında açılan davanın sonucunun beklenmesi talep edilmiş ise de; İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. sayılı dosyası içeriğine ve C. E. ve bir kısım arkadaşları hakkında teşekkül oluşturarak uyuşturucu yapmak suçundan kamu davası açılmasına dair iddianamede sanığın uyuşturucu esrar maddesini aldığını söylediği Hasan isimli kişi hakkında bir davanın açılmamış bulunmasına ve İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı dava dosyasında buna dair bir beyan ve belgenin de bulunmamasına gö-re; sanık hakkında satmak maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan açılan dava ve dosyanın İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı dava dosyasıyla birleştiril-mesi yoluna gidilmemiş ve İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı C. E. ve arkadaşları hakkındaki dava dosyasının sonuçlanması beklenmemiştir…”,

Gerekçeleriyle eylemin nitelendirilmesine dair bozma nedenine direnilip, diğer bozma nedenlerine uyularak hüküm kurulmuştur.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının “bozma” istemli 13.5.2011 gün ve 32272 Sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay 10. Ceza Dairesine, Yargıtay 10. Ceza Dairesince de 11.10.2011 gün ve 11975-55724 sayıyla Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sübuta eren eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Sanığın uyuşturucu madde sattığı yönünde kolluk görevlilerince yapılan istihbari çalışmalar ve yardımcı elemandan alınan bilgiler üzerine İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.12.2007 gün ve 1962 Sayılı arama kararı üzerine sanığın evinde yapılan aramada, 2 kattan ibaret evin 2. katında bulunan odun kulübesine gizlenmiş halde mavi naylon poşet içerisinde esrar elde etmede kullanılan 550 gram hint keneviri bitkisinin ele geçirildiği,

İzmir Kriminal Polis Laboratuvarınca düzenlenen 15.01.2008 gün ve 15643 Sayılı raporda; incelenmek üzere gönderilen net 460 gram ağırlığındaki maddenin esrar ihtiva eden ve esrar elde etmede kullanılan hint keneviri bitkisinin uç kısımları olduğu, eleme usulüyle yapılan miktarsal çalışmalar sonucu, net 276 gram esrar elde edilebileceğinin belirtildiği, anlaşılmaktadır.

Sanık hakkında istihbari çalışma yapan ve arama işlemine katılan tutanak tanıklarından M. G. mahkemede; “Sanıkla ilgili olayın istihbari çalışmasını Osman isimli polis memuru ile ben yaptım, yaptığımız istihbari çalışmalar sırasında okunan olay yakalama, ev arama tutanağında bahsedilen adreste oturan Seyfo lakaplı şahsın uyuşturucu sattığı duyumu alınınca, bu duyum değerlendirildi, daha sonra Sulh Ceza Mahkemesinden arama kararı alınıp tutanakta belirtildiği şekilde arama kararı alınan evde arama yapıldı, tutanakta yazılı olduğu gibi uyuşturucu madde bulundu, sanık arama bittikten sonra geldi, olayla ilgili okunan tutanak düzenlendi, olayın faili olarak gözetim altına alınan huzurda bulunan sanıkla üzerinde yapılan aramada satışa hazır vaziyete getirilmiş esrar maddelerini Hasan isimli şahıstan aldığı yolunda bir beyanda bulunup bulunmadığını hatırlamıyorum” ,

Tanık O. B. ise; “Olay üzerinden bir süre geçmiştir, birçok uyuşturucu operasyonlarına katıldığım için olayı tam detaylı olarak hatırlamıyorum, ancak okunan tutanaklar ve içerikleri doğrudur. Sanıkla ilgili uyuşturucu olayının istihbari çalışmalarını polis memuru M. G. ile birlikte yaptık, ek 14 teki tutanakta yazılı adreste oturan Seyfo lakaplı şahsın tutanakta belirtildiği şekilde uyuşturucu sattığı duyumunu aldık, bu duyumu değerlendirdik, daha sonra Sulh Ceza Mahkemesinden arama kararı alındı, arama kararı alındıktan sonra olay saati evde olay gün ve saatinde arama yapıldı, polis memurları olay yeri evde yapılan operasyon için ayrı ayrı ekipler halinde operasyona dahil oldu, operasyonun başlangıcında sanığın olay yeri evde olup olmadığını hatırlamıyorum, ancak sanık olay sonrası geldi ve tutanağı da imzaladı, eğer sanık uyuşturucunun kendisine ait olduğunu, Hasan isimli şahıstan aldığını söylemiş ise bu beyanına göre tutanak düzenlenmiştir” biçiminde anlatımda bulunmuşlardır.

Sanık, müdafii huzurunda kollukta; “Ben 5-6 aydır esrar maddesi kullanırım. 10.12.2007 günü yani yakalandığım gün polisler arama kararıyla birlikte evime geldiler, bana arama kararını gösterip okuduktan sonra ikametinde arama yaptılar ve evimin çatısında poşet içerisinde bulunan esrar maddesini buldular. Bu esrar maddesini bana 2 gün evvel ismini Hasan olarak bildiğim açık kimliğini ve adresini bilmediğim bir arkadaşım getirdi. Kendisi benim evimin karşı tarafında bulunan araziye geldi Hasan isimli kişi plakasını bilmediğim kırmızı Murat 131 model araçla geldi. Ben bu arkadaşı eniştem olan C. E. vasıtasıyla tanıdım. Kendisini de bir iki kez eniştem C. E.’ün yanında görmüştüm. Hasan isimli arkadaş benim esrar maddesi içtiğimi de birkaç kez gördü, bana geldiğinde benzin pa-rası olmadığını söyledi, bana para karşılığında bu esrar maddesini verebileceğini söyledi, bende esrar maddesi kullandığım için kabul ettim ve kendisine 160 ytl para verdim ve karşılığında iki adet poşete sarılı içerisinde 300 gram esrar maddesi olan poşeti aldım ve karşılığında 160 ytl para verdim ve evime koydum, içme ihtiyacım oldukça kendim bu esrar mad-desini içtim. Ben tam olarak tartımını bilmiyorum. Bana Hasan bu esrar maddesini iki adet poşet içerisinde 300 gram olarak getirdiğini söyledi. Ben 3-5 kez içerisinde aldım ve içtim. Ben 5 aydır esrar maddesi içerim benim hakkımda atılı bulunan bu ihbarlar asılsızdır”, 11.12.2007 günü sorguda; “Ben 5-6 aydır esrar maddesi kullanıyorum, tedavi olmak istiyorum. Ben esrar maddesi satmıyorum, satmak suçlamasını kabul etmiyorum. Olay tarihinde evimde polisler tarafından dedektör köpek tarafından arama yapıldı. 550 gram esrar maddesine el konuldu, ben bu esrar maddesini içmek için evimde bulunduruyordum”,

Mahkemede ise; “6-7 ay öncesi çocuğum hastalanınca bunun verdiği sıkıntı sebebiyle esrar kullanmaya başladım, iş dönüşleri ara sıra kullanıyorum, kullandığım esrarı Kuruçay semtinde oturanlardan temin ediyordum, olay öncesi içeceğim esrar maddesini kırmızı otosu olan Hasan isimli bir şahıstan 160 ytl’ye satın aldım, bildirdiğim adresteki evde çocuklarım da olduğu için çocuklarımın eline geçmesini önlemek için 2. katta bulunan odun kulübesine koydum, olay günü aramaya gelen polisler odun kulübesinde esrar maddesini buldular, 2. kattaki odun kulübesinde bulunan esrar maddesi bana aittir, içecektim, ben esrar satı-cısı değilim, ne alıcı kılığına giren polis memuruna ne de ( x ) elemanına esrar maddesi satma-dım” şeklinde savunmada bulunmuştur.

Uyuşmazlıkla ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde;

5237 Sayılı T.C.K.nın “Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İmal ve Ticareti” başlıklı 188 inci maddesinin 3 ve 4 üncü fıkraları; ” ( 3 ) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruh-sata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

( 4 ) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır” biçiminde olup, anılan madde gerekçesinde de vurgulandığı gibi 3. fıkrada, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticaretine dair çeşitli fiiller, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Buna göre; uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satışı, satışa arzı, başkalarına verilmesi, nakli, depolanması ya da kazanç amacıyla satın alınması, kabul edilmesi veya bulundurulması, bir ve 2. fıkralara göre ayrı bir suç oluşturmaktadır.

Aynı Kanunun “Kullanmak İçin Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Satın Almak, Kabul Etmek veya Bulundurmak” başlıklı 191 inci maddesinin 1. fıkrası ise; ” ( 1 ) Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, gerekçesinde de belirtildiği üzere, madde metninde, izlenen suç politikası gereği olarak, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak değil, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek ve-ya bulundurmak fiilleri suç olarak tanımlanmıştır.

Uyuşturucu madde bulundurma eyleminin, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun tespitinde belirgin rol oynayan husus, bulundurmanın amacıdır. Ceza Genel Kurulunun 15.06.2004 gün ve 107-136 Sayılı kararında da belirtildiği üzere, uyuşturucu madde bulundurmanın, kullanma maksadına matuf olduğunun belirlenmesinde dikkate alınması gereken ve öğretiyle uygulamada da kabul görmüş olan bazı kriterler bulunmaktadır.

Bunlardan ilki; failin bulundurduğu uyuşturucu maddeyi başkasına satma, devir veya tedarik etmek hususunda herhangi bir davranış içine girdiğinin tespit edilememesidir.

İkinci kriter, bulundurulan yer ve bulunduruluş biçimidir; kişisel kullanım için uyuşturucu madde bulunduran kimse, bunu her zaman kolaylıkla erişebileceği bir yerde, örneğin genellikle evinde veya işyerinde bulundurmaktadır. Uyuşturucunun çok sayıda özenli olarak hazırlanmış küçük paketçikler halinde olması, her paketçiğin içine hassas biçimde yapılan tartım sonucu aynı miktarda uyuşturucu madde konulmuş olması, uyuşturucu maddenin ele geçirildiği yerde veya yakınında, hassas terazi ve paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinin bulunması, kullanım dışında bir amaçla bulundurulduğu hususunda önemli bir belirtidir.

Üçüncü kriter de, bulundurulan miktardır. Kişisel kullanım için kabul edilebilecek miktar, kişinin fiziksel ve ruhsal yapısıyla uyuşturucu veya uyarıcı maddenin niteliğine, cinsine ve kalitesine göre değişiklik göstermekle birlikte, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında esrar kullananların her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildikleri bildirilmektedir. Esrar kullanma alışkanlığı olanların bunları gözönüne alarak, birkaç aylık ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda esrar maddesini ihtiyaten yanlarında veya ulaşabilecekleri bir yerde bulundurabildikleri de adli dosyalara yansıyan bilinen bir husustur. Buna göre, esrar kullanan faillerin olağan sayılan bu süre içinde kişisel olarak kullanıp tüketebilecekleri miktarın üzerinde esrar maddesi bulundurmaları halinde, bulundurmanın kişisel kullanım amacına yönelik olmadığı kabul edilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Evinde yapılan arama sonucunda ele geçen uyuşturucu madde dışında, sanığın uyuşturucu maddeyi sattığı yolunda başka bir kanıtın elde edilememesi, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında belirtilen günlük kullanım miktarı dikkate alındığında, bilirkişi raporunda belirtilen 276 gramlık uyuşturucu madde miktarının iki aylık kişisel kullanım sınırları içinde olması, sanığın tüm aşamalarda evinde bulunan uyuşturucu maddeyi satmak için değil, kullanmak için bulundurduğu yönündeki aksi kanıtlanamayan savunmaları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği kuşku boyutunda kalmaktadır.

Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “in dubio pro reo” yani “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır.

Bu nedenle, yerel mahkemece, sübuta eren eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kesin bir kanaat vermekten uzak kanıtlara dayanılarak, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi suretiyle suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsizdir.

Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı yerinde olup, yerel mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA karar verilmelidir.

Bununla birlikte Yerel Mahkeme Özel Dairenin 2 numaralı bozma nedenlerine uymuş ise de, direnme hükmünün bozulmuş olması sebebiyle yerel mahkemece bozma doğrultusunda yeni bir hüküm kurulacağından artık bu husus yönünden hükmün incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesinde bir yarar bulunmamaktadır.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul üyesi ise; isabetli olan yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27.07.2009 gün ve 253-286 Sayılı direnme hükmünün suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 06.03.2012 tarihinde yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oyçokluğuyla karar verildi.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın atılı hırsızlık suçunu işleyip işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

16.11.2005 tarihinde Konya İli Selçuklu İlçesi Biçer Köyünde ikamet eden Erol isimli müştekinin evine bitişik olan ahırından bir inek ve bir erkek buzağının çalındığı, müştekinin evinin bitişiğinde oturan komşusu ve akrabası İsmail ‘in gece saat 02.00 sıralarında camdan dışarı baktığında eski bir Peugout marka beyaz renkli minibüsü gördüğünü beyan ettiği, olaydan 13 gün sonra müştekinin amcasının oğlu Sefer ‘i telefonla arayan bir şahsın, çalınan hayvanların Konya İli Sarayönü İlçesi İnli Mahallesinde bulunan Hanifi isimli şahsın ahırında olduğunu söylediği, 02.12.2005 tarihinde yapılan aramada Hanifi ‘ye ait olup hakkındaki beraat kararı temyiz edilmeksizin kesinleşen sanık Orhan ‘ın kullandığı ahırda müştekiden çalınan iki adet büyükbaş hayvanının ele geçirildiği ve müştekiye iade edildiği, suça konu hayvanların toplam değerinin 1.200 Lira olduğunun belirlendiği, hakkındaki beraat kararı kesinleşen sanıklardan Yılmaz ‘a ait 42 …….5 plakalı aracın tanık İsmail ‘e gösterildiğinde, tanığın şüpheli olarak gördüğü aracın bu araca benzediğini söylemesi üzerine olay yerinde tespit edilen izler ile bu araca ait izlerin kıyaslandığı ancak kesin bir belirlemeye ulaşılamadığı anlaşılmaktadır.

Hakkındaki beraat kararı temyiz edilmeksizin kesinleşen sanıklardan Orhan kollukta özetle; suça konu hayvanları 15 gün önce Semih isimli şahıstan 1.200 Lira karşılığında satın aldığını, Cihan adlı arkadaşı ile birlikte satın aldığı hayvanları Semih’in kayınpederi olan Murat ‘a ait avluda teslim alarak kendi ahırına getirdiklerini, suça konu hayvanları satın alırken menşei şahadetnamesi bulunup bulunmadığını sormadığını, her iki hayvanın da kulak küpelerinin bulunmadığını, satın almış olduğu buzağıya sonradan kendisinin kulak küpesi taktırdığını,

Cumhuriyet Başsavcılığında özetle; Sarayönü ilçesinde bir kasapta maaş karşılığı çalıştığını, 2005 yılı Kasım ayı içerisinde Semih ‘den 1 adet inek ile 1 adet buzağıyı 1.200 Lira karşılığında satın aldığını, Cihan adlı arkadaşı ile birlikte Murat adlı şahsın bahçesinde bulunan hayvanları Semih’ten teslim aldıklarını, Murat ‘ın teslim anında olay yerinde bulunmadığını,

Yargılama aşamasında özetle; suça konu 1 adet inek ile 1 adet buzağıyı ahırında yapılan aramadan 25-30 gün önce Semih isimli şahıstan 1.200 Lira karşılığında satın aldığını, Cihan isimli arkadaşı ile birlikte Murat’ın evine giderek Semih ile görüşüp, hayvanları ahırdan alarak bağlı oldukları ipi çekmek suretiyle kendi ahırına getirdiklerini, yakın yerlerden getirilen hayvanların menşei şahadetnamesine bakmadıklarını, hayvanların kulak küpelerinin bulunmadığını, 25-30 gün sonra hayvanların yakalandığını,

Hakkındaki beraat kararı kesinleşen diğer sanık Yılmaz soruşturma evresinde özetle; Orhan, Cihan Şen ve Murat ‘ı tanıdığını, 42 …..5 plakalı aracı ağustos ayı içerisinde arkadaşı olan Semih ‘e verdiğini, Semih ‘in bu aracı kendisiyle kavga etmeden 1-2 gün önce 18.11.2005 tarihinde tekrar kendisine teslim ettiğini, Semih ‘in 19.11.2005 tarihinde parasını zorla alarak kaçtığı için şikayetçi olduğunu ve hakkında yakalama kararı çıkartıldığını, Semih ‘in bu araçla hırsızlık yapmış olabileceğini, ancak bu hırsızlıktan haberinin olmadığını, kendisine ait aracın hırsızlık suçunda kullanıldığının kesin olarak belirlenemediğini,

Yargılama aşamasında özetle; 42 ……5 plakalı Peugeout marka minibüsün dinamosu çalışmadığı için Konya ilinde bulunan tanıdıklarına yaptırması için 1,5 yıl önce Semih ‘e emaneten verdiğini, 1,5-2 ay süreyle aracın Semih ‘de kaldığını, aracı verirken aracın koltuklarının bulunmasına karşın, teslim alırken koltukların bulunmadığını, Semih’in yumurta sattığı için aracın koltuklarını söktüğünü, aracının hayvan taşımaya müsait olmadığını,

Tanık Cihan kollukta özetle; suça konu hayvanların Orhan tarafından, Semih ‘den satın alındığını, hayvanları Orhan ile birlikte Yukarı Mahallede ikamet eden Murat ‘ın avlusundan teslim alarak iplerinden çekmek suretiyle Orhan’a ait ahıra getirdiklerini, hayvanları avludan çıkarırken Semih’in de avluda bulunduğunu ancak paranın verilmesini görmediğini,

Cumhuriyet Başsavcılığında özetle; Orhan ‘ın arkadaşı olduğunu, 15-20 gün önce tesadüfen karşılaştıklarında satın aldığı iki adet ineğin getirilmesi konusunda kendisinden yardım istemisi üzerine Orhan’a ait araca binerek Semih ‘in kayınpederinin evinin bulunduğu dar sokağa gittiklerini, burada Semih ‘in yanlarına gelerek Orhan ile birlikte hayvanları getirmek üzere ayrılırken kendisinin araçta beklediğini, bir süre sonra inekleri getirdiklerini, olay anında Murat ‘ı görmediğini, ineklerin getirildiği sokakta Semih’in kayınpederinin evi bulunduğu için kolluktaki ifadesinde ineklerin Murat ‘ın avlusundan getirildiğini söylediğini, gerçekte ineklerin Murat’ın avulusundan getirildiğini görmediğini, inekleri iplerinden çekerek Orhan’ın ahırına getirdiklerini,

Yargılama aşamasında 16.10.2008 tarihinde özetle; iddianamede anlatılan olaydan hiç bir haberinin olmadığını, sanıkları tanıdığını, bu şahısların böyle bir olayı gerçekleştirip gerçekleştirmediklerini bilmediğini, 30.04.2009 tarihinde ise; geçmişte Orhan ‘ın, Semih ‘den iki adet inek satın aldığını bildiğini, ancak inekleri nereden getirdiklerini bilmediğini,

Tanık sıfatıyla dinlenen sanığın kayın pederi Murat kollukta özetle; Semih ‘in kendi evine gelip gitmediğini, ahırının yıllardır boş olduğunu, Orhan ‘ın kendisine ait avludan hayvan götürmediğini,

Cumhuriyet Başsavcılığında özetle; Semih ‘in damadı olduğunu, ancak 1,5-2 yıldır evine gelmediğini, kendisinden habersiz hiç kimsenin ahırına hayvan koyamayacağını, Semih hakkında gıyabi tutuklama kararının bulunduğunu, buna rağmen Semih ile Orhan arasında alışveriş yapılabileceğini ancak bunu kendisinin bilmediği gibi kendi ahırına hayvan konulmadığını, bu duruma komşuları olan Burhan ile Mevlüt ‘ün tanıklık edebileceğini, Orhan ‘ın yanında bulunduğu söylenen Cihan ‘ı tanımadığını, bunların şebeke halinde çalıştığını, Semih hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunduğu için bu şekilde senaryo uydurduklarını, sanık Orhan’ın hırsızlık yapıp yapmadığını bilmediğini ancak hayvanların onun ahırında olduğunu duyduğunu, suçu başkasının üzerine atmaya çalıştığını,

Yargılama aşamasında özetle; neden tanık olarak adının geçtiğini anlamadığını, Semih’in damadı olmasına rağmen 3 yıldır konuşmadığını, hırsızlık yapıp yapmadığını bilmediğini,

Tanık Burhan kollukta özetle; Murat ‘ın komşusu olduğunu, ahırına son bir ay içerisinde herhangi bir şekilde hayvan gelmediğini, gelmiş olması halinde kendisinin dikkatini çekeceğini, Semih ‘in ramazan ayında gece Murat ‘a ait eve geldiğini, hayvanların çalınması ile ilgili hiç bir bilgisinin olmadığını,

Yargılama aşamasında; Murat ‘ın komşusu olduğunu, olayla ilgili hiç bir bilgisinin olmadığını, Murat’ın evinde suç tarihinde büyükbaş hayvan görmediğini,

Sanığın kayın pederi olan Murat ‘un komşularından olan tanık Mevlüt kollukta özetle; Murat isimli şahsın komşusu olduğunu, evinde hayvan beslediğini hiç bir zaman görmediğini, hayvanın beslenmesi halinde kendisinin görebileceğini, Murat’ın damadı olan Semih ‘in Sarayönü’ne geldiğini görmediğini,

Beyan etmişlerdir.

Soruşturma aşamasında bulunamaması nedeniyle hakkında yakalama kararı çıkartılan sanık Semih yargılama aşamasında yakalandığında özetle; Yılmaz ‘ı tanımasına karşın 4 yıldır konuşmadığını, Orhan ‘ı ise hiç tanımadığını, hakkında başka bir mahkemede dava bulunduğu için suçun diğer sanıklar tarafından kendi üzerine atıldığını savunmuştur.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Haklarındaki beraat kararları kesinleşen sanıklar Orhan ve Yılmaz ‘ın beyanları ile tanık Cihan ‘ın soruşturma aşamasındaki anlatımları gözönüne alındığında sanık Semih ‘in atılı hırsızlık suçunu işlediği yolunda bir kanaat oluştuğu gözardı edilemez bir olgudur. Ancak bununla birlikte, tanık Cihan’ın soruşturma evresindeki; “Orhan ‘ın suça konu iki adet büyükbaş hayvanı sanık Semih ‘den satın aldığını ve bunları Semih’in kayın pederi Murat ‘ın evinden teslim alarak birlikte Orhan’ın ahırına getirdikleri” şeklindeki beyanlarından dönerek kovuşturma aşamasında; “olaydan hiç bir haberinin olmadığını” söylemesi, sanığın kayın pederi Murat ile tanık olarak dinlenilen komşuları Burhan ve Mevlüt ‘ün, Murat ‘n ahırına suç tarihinde herhangi bir hayvan getirilmediği ve sanık Semih’in son zamanlarda buraya gelip gitmediği yönündeki anlatımları gibi hususlar tüm dosya içeriği ile birlikte değerlendirildiğinde sanığın atılı suçu işlediği şüphe boyutunda kalmakta ve sübuta ermemektedir.

Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ve Latince “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel şartı, suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda şüphe belirmesi halinde uygulanacağı gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan delillerin bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir şüphe ve başka türlü bir oluşa imkan vermeyecek açıklıkta olmalıdır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, sanığın atılı suçu işlediğini kabul eden Özel Daire kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün, sanığın beraatı yerine, birbiriyle çelişkili ve kesin bir kanaat vermekten uzak delillere dayanılarak mahkumiyetine hükmolunması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 23.02.2012 gün ve 3044-3722 sayılı kararının KALDIRILMASINA,

3- Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 01.10.2009 gün ve 142-930 sayılı hükmünün BOZULMASINA,

4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.05.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi

CEZA HUKUKUNDA ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR KARİNESİ-HIRSIZLIK SUÇUNDA KESİN VE İNANDIRICI DELİL


T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS NO: 2012/6-1309
KARAR NO: 2013/258

Hırsızlık suçundan sanık Semih ‘in 5237 sayılı TCK’nun 142/2-g, 143 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 01.10.2009 gün ve 142-930 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 23.02.2012 gün ve 3044-3722 sayı ile;

“…Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1-Kolluk tarafından düzenlenen ve mağdurun anlatımı ile örtüşen olay yeri çizelgesine göre, hayvanların çalındığı ahırın mağdura ait evin bitişiğinde olduğunun anlaşılması nedeniyle, suçun 5237 sayılı TCK’nın 142. maddesinin (1-b) fıkra ve bendine uyduğu gözetilmeden, aynı Yasa maddesinin uygulama yeri olmayan (2-g) fıkra ve bendi ile hüküm kurulması,

2-Suçun gece vakti işlendiğine ilişkin kuşkudan uzak, hukuka uygun, kuvvetli ve inandırıcı kanıtlar karar yerinde açıklanıp tartışılmadan, sadece gece saat 02.00 sıralarında köy yerinde bir minibüsün dolaştığı bilgisine dayanılarak 5237 sayılı TCK’nın 143/1. maddesi ile cezada arttırma yapılması,” isabetsizliğinden oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiş, Daire Üyesi M. Simavlı, sanığın eyleminin sübuta ermediği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 17.04.2012 gün ve 319708 sayı ile;

“…Gerek hazırlık aşamasında gerekse yargılama aşamasında yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğine dair mahkumiyete yeterli ve inandırıcı şüpheden arındırılmış kesin kanıtlara ulaşılamamıştır. Zira hakkında beraat kararı verilen Orhan ‘ın suçtan kurtulmak amacıyla suça konu hayvanları sanık Semih ‘den satın aldığını söyleme ihtimali mevcuttur. Adı geçen şahsın tanık olarak gösterdiği şahıslardan sadece Cihan ‘ın kendi beyanını kısmen doğrulamasına karşın, adı geçen tanık Cihan ‘ın hakkında beraat kararı verilen Orhan ile birlikte hareket ettiğinin Murat tarafından iddia edildiği gibi tanık Cihan ‘ın aşamalardaki ifadeleri arasında çok büyük çelişkiler bulunmaktadır. Benzer olaylarda sanık ya da sanıkları sadece olay nedeniyle tanıyan tanıkların dosya içeriğine uygun iddialarına üstünlük tanınması gerektiği konusunda gerek uygulamada gerekse teoride herhangi bir duraksamanın mevcut olmamasına karşın, incelemeye konu eylemde olduğu gibi sanık ya da sanıkları önceden tanıyan tanık ya da tanıkların beyanlarının daha kuşkulu karşılandığı bilinen bir gerçektir. Yerel mahkemenin toplanan deliller ışığında sanık Semih hakkında verdiği mahkumiyet kararının yerleşik içtihatlara aykırı olacağı gibi oldukça sakıncalı sonuçlara yol açacağı da açıktır. Zira benzer olaylarda suça konu eşyalarla birlikte yakalanan herhangi bir şahısın, bir tanık dinleterek suçtan rahatlıkla kurtulabileceği gibi olayla hiç bir ilgisi olmayan kişinin mahkumiyetine de neden olmasının önü bir anlamda açılacaktır. Bu duruma çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesi düşünülemez.

Hakkında beraat kararı verilen Orhan ‘ın şüpheli davranışları, tanık olarak dinlenmesini istediği Murat ile Hakan ‘ın kendisini doğrulamamaları, kendisini doğrulayan Cihan ‘ın ise aşamalardaki ifadeleri arasındaki çok büyük çelişkiler ve sanık Semih ‘in kayınpederi olmasına karşın, adı geçeni koruma güdüsüyle hareket etmediği açıkça anlaşılan Murat ‘un dosya içeriğine uygun beyanları sanık Semih başlangıç aşamasından itibaren mevcut olan şüpheyi iyice artırmıştır.

Bütün ihtimalleri değerlendirmek zorunda olan mahkeme tarafından çelişkiler ve tereddütler giderilmediği gibi suça konu hayvanları ahırında bulunduran Orhan ‘ın savunmasının, hangi nedenle yüklenen suçu işlemediğini beyan eden sanık Semih ‘in savunmasına üstün kılındığı karar yerinde denetime olanak sağlayacak ve başta davanın tarafları olmak üzere herkesi ikna edecek şekilde açıklanmamıştır. Denetimden yoksun gerekçe ile mahkumiyet kararı verilmesi suretiyle Anayasanın 141, CYY’nın 34, 230. maddeleri ile 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi delaletiyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 308/7. maddesine aykırı davranılmıştır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 27.09.2012 gün ve 16931-16172 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TEBLİĞİN TÜZEL KİŞİNİN YETKİLİSİNDEN SONRA GELEN KİMSE VEYA EVRAK MÜDÜRÜ, BU KABİL İŞLERLE VAZİFELENDİRİLMİŞ BİRİNE YAPILACAĞI BUNLARDAN BİRİNİN BULUNMAMASI DURUMUNDA DURUMUN TESPİT EDİLEREK O YERDEKİ MEMUR VEYA MÜSTAHDEME YAPILMASI ZORUNLULUĞU

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

ESAS:2016/12510

KARAR:2017/3944

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Şikayet eden 3. kişi, kendisine gönderilen İİK.nun 89/1 haciz ihbarnamesine ilişkin tebligat ile diğer tebligatların usulsüz olduğunu bu nedenle, hacizlerin fekkini talep etmiş, mahkemece, usulsüz tebliğ şikayetinin kabulü ile 89/1 haciz ihbarnamesinin 13/07/2015 tarihinde tebliğ edildiğinin tespitine ve fazlaya ilişkin talebin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 12. maddesine göre, hükmi şahıslara tebligat selahiyetli mümessillerine, bunlar birden fazla ise yalnız birine yapılır. Aynı Kanunun 13. maddesine göre de, tebliğ yapılacak bu kişiler, herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları takdirde, tebliğ orada hazır bulunan memur ve müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat Kanunu’nun uygulanmasına dair yönetmeliğin 21. maddesinde de, tüzel kişi adına, tebligatı kabul edecek kişi herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde bulunmadığı veya o sırada evrakı bizzat alamayacak durumda olduğu takdirde tebliğin, orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin tüzel kişinin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle tüzel kişinin yetkilisinden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu kabil işlerle vazifelendirilmiş biri olması lazım geldiği, bunların da bulunmadığı tebliğ mazbatasında tespit edilmek şartıyla, o yerdeki diğer memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı hüküm altına alınmıştır.

Somut olayda 89/1-2-3 haciz ihbarnameleri şikayetçiye,” Gösterilen adreste işyerinin daimi çalışanı…imzasına tebliğ edildi ” şerhinin yer aldığı görülmektedir. Tebliğ işlemi yukarıda açıklanan TK’nun 12 ve 13. maddeleri ile Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 21. maddesinde düzenlenen tüzel kişilere tebligat usulüne aykırı olarak borçlu şirketin yetkilisinin bulunup bulunmadığı tespit edilmeksizin daimi çalışana tebliğ gerçekleştirildiğinden yapılan tebligat usulsüzdür.

O halde mahkemece tebligatların usulsüzlüğü kabul edildiğine göre, TK’nun 32. maddesi uyarınca öğrenme tarihinin tespitiyle, 89/1 haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihinin bu tarihe göre düzeltilmesine ,usulüne uygun olarak 89/1 haciz ihbarnamesi çıkarılmadan 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnameleri çıkarılamayacağından veya çıkarılmış olsa bile hükümsüz sayılacaklarından 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnamelerinin iptaline ve hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16/03/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEBLİGATIN KİME YAPILDIĞININ AÇIK OLMASI GEREKTİĞİ USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/5908
KARAR:2018/753

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı, Kurumca düzenlenen ödeme emirlerinin zamanaşımı nedeniyle iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

Dava ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece açılan davanın 2. defa takipsiz bırakıldığı gerekçesiyle HMK’nın 320/4.maddesine göre davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Uyuşmazlık, davacı vekiline bozma ilamı sonrası düzenlenen ve duruşma gününü bildiren tensip zaptının tebliği noktasında toplanmaktadır.

Savunma hakkı Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alındığı gibi, karar tarihinde yürürlükte bulunan HMK’nın 27. maddesinde de hüküm altına alınmıştır. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını teminat altına almıştır. Mahkemece; taraflara usulüne uygun davetiye çıkarılması, bu yolla tarafların duruşmada hazır bulunmalarının ve savunma yapabilmelerinin sağlanması yasal bir zorunluluk ve hukuki dinlenilme hakkının gereğidir.

Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise, savunma hakkının dolayısıyla, en temel insan haklarından birinin ihlâli anlamına gelecektir

Somut olayda ; Dairemiz 03.11.2016 tarih ve 2016/18378 E-13697K sayılı bozma ilamı sonrası mahkemece düzenlenen, davacı tarafa 18.04.2017 tarihli duruşma gününü bildiren tensip zaptı davacı vekilinin adresine 09.02.2017 tarihinde tebliğ edilmiş olup; tebliğ zarfında “Muhatap adliyede aynı çatı altında daimi çalışana tebliğ edildi.” ibaresi yazılı olup, tebligatın kime yapıldığı hususunda açıklık olmamakla (7201 sayılı Tebligat Kanuna md. 20 ve Tebligat Yönetmeliği md. 29) usulsüz olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca duruşma gününü bildiren tensip zaptının usulsüz tebliği karşısında; tebliğ konusu duruşmada davacının davayı ikinci defa takipsiz bıraktığı gerekçesi ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 05.02.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
17. Ceza Dairesi
ESAS:2018/1842
KARAR:2018/6080

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Hırsızlık, işyeri dokunulmazlığının ihlali, mala zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet

Antalya Bölge Adliye Mahkemesince; verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararların niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Suça sürüklenen çocuk …’ın 07.11.2017 ve 23.01.2018 tarihli dilekçelerinde “…dosyamın onaylanmasını istiyorum” şeklindeki temyizden vazgeçme talebinin, vazgeçme tarihi itibari ile 18 yaşından küçük olan suça sürüklenen çocuk hakkında hüküm ifade etmeyeceği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesi gereğince suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz talebine üstünlük tanınarak yapılan incelemede;

Sanık müdafiinin 22.01.2018 tarihli temyiz ve eski hale getirme talepli dilekçesinde, “Müvekkil … hakkında sayın mahkemeniz tarafından verilen karar tebliğ mazbatasında yazdığı üzere 10.07.2017 tarihinde iş yerinde daimi çalışana tebliğ ibaresi belirtilerek … … isimli şahsa tebliğ edilmiştir. İstinaf başvuru dilekçemde, süre tutum dilekçemde ve son duruşmada sunmuş olduğum yetki belgesinde belirtildiği üzere iş yerimin adresi Bahçelievler Mah. ….t/ANTALYA’dır. Bu durum vergi levham ile de sabittir. Bu adreste meslektaşım Avukat … …. … ile birlikte çalışmaktayız ve iş yerinde hiçbir zaman bir çalışanımız olmamıştır. Tebligatın ise Bahçelievler Mah. ….’daki meslektaşımız Av. … … çalışanına yapılmış olduğunu 19.01.2018 tarihinde sistemden öğrenmiş bulunmaktayım. Kararı tebellüğ eden … … Av. … … sigortalı çalışanı olduğuna ilişkin SGK evrakını ekte sunuyorum. Zabıta ve SGK araştırması ile de bu durum tarafınızdan açıklığa kavuşturulacaktır. Tebligat mazbatasındaki adres ise avukat olarak ilk çalıştığım yerin adresidir ve tebliğ alan kişi tebliğ zarfında adresi yazılı iş yeri olan … …. Bürosu’nda da hiç çalışmamıştır. Tebligat bu adrese de yapılmamıştır. Yukarıda açıkladığım sebeplerle tarafıma yapılmış olduğu iddia edilen tebligat, Tebligat Kanunu’na göre geçersiz olup, öğrenme tarihim olan 19.01.2018 tarihinin temyiz süremin başlangıç tarihi olarak kabul edilmesini talep ediyorum” eski hale getirme taleplerini belirttiği, ekte sunmuş olduğu SGK evrakı incelendiğinde tebliğ yapılan … … Av. … … çalışanı olduğu, müdafinin istinaf başvuru dilekçesinde adres olarak Bahçelievler Mah…. Manavgat/ANTALYA adresini gösterdiği, istinaf ilamının ise müdafiinin eski adresine gönderildiği anlaşılmakla suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz ve eski hale getirme talebi kabul edilerek yapılan incelemede;

Suça sürüklenen çocuk hakkında mala zarar verme suçundan kurulan ve 5271 sayılı CMK’nın 272-3.c maddesine göre istinaf yoluna başvurulamayacak olan hüküm ile ilgili olarak istinaf başvurusunun reddine dair kararın aynı Kanun’un 279. maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna tabi olduğunu tesbitle;

I-Suça sürüklenen çocuk hakkında işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;

Hükmolunan cezanın miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizleri mümkün olmadığından, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE,

II-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;

5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.”, aynı Kanun’un 294. maddesinin ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.” ve aynı Kanun’un 301. maddesinin ”Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin ceza miktarının fazla olduğuna yönelik olduğu belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede;

Mahkemenin alt sınırdan uzaklaşma gerekçesinin yeterli olduğu, suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, istinaf isteminin esastan reddine dair karar hukuka uygun bulunduğundan, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz nedenlerinin reddiyle, CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİNE, 30.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

GEREK TEBLİGATIN TARİHİ, GEREKSE KİME YAPILDIĞI HUSUSUNDA ÇELİŞKİ MEVCUT OLMASI HALİNDE TEBLİĞİN USULSUZ OLDUĞU

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/1941
KARAR:2019/392 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi : Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı olan bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen kararın temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu işin gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Dava düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı sözleşmenin geriye etkili olarak feshi ve tapudaki şerhin kaldırılması istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davanın kabulüne dair verilen hüküm davalı vekilince istinaf edilmiş, … Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nce başvurunun esastan reddine dair verilen karar, davalı vekili tarafından temyiz olunmuştur.

Davalı tarafından temyiz harcının eksik yatırılmış olması üzerine çıkartılan temyiz harcının ikmali muhtırası, dosyada bulunan tebliğ mazbatasında; 20.02.2018 tarihinde davalı vekili Avukat …’ın adresinde muhattabın bizzat kendisine tebliğ edildi şeklinde belirtilmiş, eksik temyiz harcı 26.02.2018 tarihinde ikmal edilmiştir. Davacı vekilinin 11.06.2018 tarihli dilekçe ekinde ibraz etmiş olduğu 04.05.2018 tarihli … … Başmüdürlüğü yazısında, söz konusu muhtıranın 16.02.2018 tarihinde işyerinde daimi çalışana tebliğ edildiği bilgisinin verildiği, bu haliyle gerek tebligatın tarihi, gerekse kime yapıldığı hususunda çelişki mevcut olduğu anlaşıldığından, gerçek tebliğ tarihi ile tebligatın yapıldığı şahsın araştırılmak suretiyle tebligattaki çelişkilerin giderilmesi ve özellikle tebligatın hangi tarihte yapıldığının kesin biçimde saptanması ile tebligat iadesine ilişkin kayıtlarda incelenerek ve dayanakları gösterilerek tutanağa bağlandıktan sonra dosyanın Dairemize gönderilmesi için Bölge Adliye Mahkemesi’ne GERİ ÇEVRİLMESİNE, 04.02.2019 gününde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

AİLE KONUTU OLARAK KULLANILAN TAŞINMAZIN 3. KİŞİ ADINA TESCİLİNE YÖNELİK TALEP MUVAZAA VE İNANÇLI İŞLEM NİTELİĞİNDE OLDUĞUNDAN GÖREVLİ MAHKEME ASLİYE HUKUK MAHKEMESİDİR

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/4326
KARAR:2018/14564 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu İptali ve Tescil

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı dava dilekçesinde özetle; davalılardan … ile evli olduklarını, …’ın aile konutu olarak kullanılan taşınmazı 2010 yılında 310 bin TL bedelle satın aldığını, ancak borca batık olması ve ablası tarafından kredi çekilmiş olması nedeniyle ablası olan diğer davalı adına tapuda tescil ettirildiğini alındığı tarihten itibaren eşi olan davalının adına hiç kayıtlı olmadığını, aralarında boşanma davasının bulunduğunu, mal kaçırmak maksadıyla muvazaalı işlem yapılmış olduğundan tapu k…ın iptali ile öncelikle kendisi adına kayıt edilmesini, olmaz ise davalı eş adına tescilini; tapu iptal davasının kabul edilmemesi halinde şimdilik 10.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiş, mahkemece tapu iptal tescil taleplerinin “davacı ile davalı …’ın yargılama devam ederken boşandıkları bu nedenle davanın konusu kalmadığı” gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına, tazminat talebinin ise TMK 194. maddesinin konutun elden çıkması halinde tazminat isteme hakkı vermeyeceğinden “talebin reddine” karar verilmiştir.

Olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme hakime aittir. Davacının bu taşınmazla ilgili talebi, dava dilekçesi içeriğinden de anlaşıldığı üzere; Türk Borçlar Kanununda düzenlenen muvazaa ve inançlı işlem hukuki sebeplerine dayanmaktadır. Öyleyse, bu belirlemeye göre istek, Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine dair 4787 sayılı Kanunun 4 maddesinde yer alan aile hukukundan kaynaklanan dava ve işlerden değildir. İstek yönünden genel mahkemeler görevlidir. Görev, kamu düzenine ilişkin olup, hakim tarafından yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Bu bakımdan, mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasının incelenmesi doğru bulunmamış ve bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 13.12.2018

AİLE KONUTUNUN FİNANSMANI İÇİN KULLANILAN “KONUT KREDİSİNİN” GÜVENCESİ OLARAK TESİS EDİLEN İPOTEK İÇİN KONUT ÜZERİNDEKİ “HAKLARIN SINIRLANMASINA” İLİŞKİN TASARRUF İŞLEMİ, DİĞER EŞİN AÇIK RIZASINA BAĞLI DEĞİLDİR

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/7329
KARAR:2018/14892

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İpoteğin Kaldırılması-Aile Konutu Şerhi Konulması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından, 09.03.2010 tarihli ipoteğin kaldırılması talebinin reddi ve kabul edilen ipotek davasındaki vekalet ücreti yönünden; davalı banka tarafından ise, 25.01.2006 tarihli ipoteğin kaldırılması talebinin kabulü ve ihtiyati tedbir talebi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kadının 09.03.2010 tarihli ipoteğin kaldırılması talebinin reddine yönelik temyiz itirazları ile davalı bankanın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Dava konusu 25.01.2006 tarihli ipotek, aile konutunun finansmanı için kullanılan “konut kredisinin” güvencesi amacıyla tesis edilmiştir. Bu halde, ipoteğin güvenceye aldığı borç konutun borcudur. Böyle bir durumda, konut üzerindeki “Hakların sınırlanmasına” ilişkin tasarruf işlemi, diğer eşin açık rızasına bağlı değildir. Çünkü, davalı bankanın sağladığı kredi ile konut temin edilmiştir. Ayrıca dava konusu ipotek bedelinin, dava tarihinden önce 11.06.2012 tarihinde ödendiği ve davanın konusuz kaldığı anlaşılmaktadır. Buna göre, konusuz hale gelen dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi, tarafların haklılık durumunun değerlendirilmesi, dava tarihindeki haklılık durumuna göre vekalet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, bozma sebebine göre davacı kadının vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran Anadolu Bank A.Ş’ye geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 25.12.2018 (Salı)

AİLE KONUTU ŞERHİNİN BULUNMASA BİLE EŞLERDEN BİRİNİN AÇIK RIZASININ BULUNMAMASI DURUMUNDA İPOTEĞİN KALDIRILMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2063
KARAR:2018/15016

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İpoteğin Kaldırılması ve Aile Konutu Şerhi

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından, ipoteğin kaldırılması davasının reddi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, ipoteğin kaldırılması isteğine ilişkindir. Davacı malik olmayan eş, aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, malik olan davalı eş tarafından “açık rızası bulunmadan” ipotek ettirildiğini ileri sürerek, aile konutı üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.
Türk Medeni Kanunu madde 194 hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi “Konulmuş olmasa da” eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğı için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Zira dava konusu taşınmaz şerh konulmasa dahî aile konutudur. Eş söyleyişle şerh konulduğu için aile konutu olmamakla aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “Kurucu” değil “Açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır.
Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “Emredici” niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.
Türk Medeni Kanunu madde 193. hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte Türk Medeni Kanunu 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlen özgürlüğü, “Aile birliğinin korunması” amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin “Açık rızası bulunmadıkça” aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun ipotek edilmesi gibi “Tek başına” bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma “Ancak diğer eşin açık rızası alınarak” yapılabilir.
Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “Açık” olması gerekir.
Her ne kadar ipotek doğrudan doğruya aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyorsa da, hak sahibi eşin kötüniyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi nedeniyle ipotek işlemine diğer eşin “Açık rızası” şarttır.
Somut olayda, ipotek tesis edilirken davacı eşin açık rızası alınmamıştır.
Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde eşin “Açık rızası” alınmadan yapılan işlemin “Geçerli olduğunu” kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin “Açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “Geçersiz olduğunu” kabul etmek zorundadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 13.12.2018 (Prş.)

Exit mobile version