TEBLİGATI TEBLİĞ ADRESİNE TESLİM EDEN KİŞİNİN ADININ TEBLİĞ ZARFINDA YAZILI OLMAMASI VE EN ÖNEMLİSİ TEBLİĞ TARİHİNİN TEBLİĞ EVRAKINA NOT DÜŞÜLMEMESİ

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS: 2010/3680
KARAR:2010/16596

“İçtihat Metni”

ESAS NO :
KARAR NO :

MAHKEMESİ : Gaziantep 1. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 03/12/2009
NUMARASI : 2009/929-2009/968

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı kurum tarafından borçlu hakkında genel haciz yolu ile icra takibi yapılmış ve borçluya (7) örnek ödeme emri gönderilmiştir.

Borçluya çıkartılan tebligatın, 06.07.2009 tarihli dağıtıcı kaşesi ile “borçlunun işyerinde daimi çalışanı M.E.G tebliğ edildi” şerhi ile tebliğ edildiği görülmektedir. Borçlu 20.07.2009 tarihinde takip dosyasına itiraz dilekçesi sunmuş, icra müdürlüğünce itiraz süresinde yapılmadığından dolayı itirazın reddine karar verilmiş, bunun üzerine borçlu vekili, yapılan tebligatın usulsüz olduğunu belirterek tebliğ tarihinin 20.07.2009 olarak düzeltilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Borçlu vekilinin, tebliğ tarihinin 20.07.2009 tarihi olduğuna ilişkin beyanları ile Gaziantep PTT. Başmüdürlüğü Posta İşletme Merkezi Müdürlüğünün 02.11.2009 tarihli “ilgili merkezce 20.07.2009 tarihinde işyerinde daimi çalışan tebliğe ehil işçisine tebliğ yapıldığı”na ilişkin yazıları ve takip dosyası arasında bulunan tebliğ evrakı birlikte incelendiğinde; tebligatın ön yüzünde borçlu adresinin Şanlıurfa olarak yazıldığı, ancak daha sonra bir alt satıra siyah renkli kalemle “Bozova/” ibaresinin eklendiği, tebliğ evrakının arka sayfasının baş kısmına “aşağıdaki adrese tebliği için sevk 06.07.2009” ibarelerinin dağıtıcı H.Ç tarafından yazıldığı, bu şerhin hemen alt kısmında Şanlıurfa merkeze ait yuvarlak kaşenin basılı olduğu, bu kaşede 06.07.2009 tarihi ile 20 rakamının bulunduğu, aynı kaşenin üst kısmında da kaşe ile işaretlenmiş 06 Temmuz 2009 ibarelerinin bulunduğu, en alt bölümde ise “tespit edilen yeni adres” başlıklı kısımda ilk sayfadaki adresin idari birim adı dışında aynı adres bilgilerini içerir şekilde Bozova/Şanlıurfa adresinin yazılı olduğu, aynı sayfanın orta kısmında yer alan “Daimi çalışan M.E.G tebliğ edildi” ibarelerinin tebliğ alan çalışan tarafından imzalandığı ancak hangi tarihte ve hangi dağıtıcı tarafından tebliğ edildiği hususunun tebliğ evrakına not düşülmediği anlaşılmaktadır.

Hakkında tebligat çıkartılan kişinin tebliğ adresinde bulunmama nedeninin tebliğ evrakına şerh düşülmemesi, tebliğ zarfının ön yüzüne tebligatta bulunan evrakın neler olduğunun yazılmaması, Gaziantep PTT. Başmüdürlüğünün tebligatın “ilgili merkezce 20.07.2009 tarihinde işyerinde daimi çalışan tebliğe ehil işçisine tebliğ yapıldığı”na ilişkin yazısı ile aynı yazıya eklediği “Bozova” kaşeli örnek tebligattan da anlaşılacağı üzere tebligat yapılması halinde bu idari birime ait kaşenin tebliğ evrakına işaret edilmesi gerektiğinin anlaşılması, tebligatı tebliğ adresine teslim eden kişinin adının tebliğ zarfında yazılı olmaması ve en önemlisi tebliğ tarihinin tebliğ evrakına not düşülmemesi karşısında; yapılan tebliğin usulsüz olduğu açıktır. Borçlu vekili tebligata 20.07.2009 tarihinde muttali olduklarını bildirdiğine göre, bu tarihin ıttıla tarihi olarak kabulü gerekir.

O halde borçluya yapılan tebliğ işleminin usulsüz olduğu yönündeki şikayetin kabulü ile Tebilgat Kanunu’nun 32.maddesi gözetilerek, tebliğ tarihinin öğrenme tarihi olarak düzeltilmesine karar verilmesi gerekirken, aksi kanaat ve yazılı gerekçeyle şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ :Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 24/06/2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

“MUHATAP ŞİRKETİN YETKİLİSİNİN GEÇİCİ OLARAK ÇARŞIYA GİTTİĞİNİ BEYAN EDEN ŞİRKET DAİMİ ÇALIŞANI “ BEYANI VEREN KİŞİNİN ŞİRKETİN DAİMİ ÇALIŞANININ OLMADIĞI

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2011/8482
KARAR: 2013/13299

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ile ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı işyerinde 14.04.2000 tarihinden 2009 yılı sonuna kadar sürekli olarak çalıştığını, ekonomik sorunları gerekçe gösteren işverenin davacının ücretlerini ödemediğini, hizmet akdini haksız olarak feshettiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti ve ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Cevap dilekçesi verilmemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
Yargılamanın hukuka uygun ve sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunmanın özgürce ileri sürülebilmesi ve delillerin eksiksiz olarak toplanıp tartışılabilmesi, öncelikle tarafların yargılamadan haberdar edilmeleri ile olanaklıdır. Hasımsız davalar hariç olmak üzere, dava dilekçesi ile duruşma gün ve saati karşı tarafa tebliğ edilmeden ve taraf teşkili sağlanmadan davaya bakılamaz ve yargılama yapılamaz.
Davanın tarafları ile vekillerinin davaya ilişkin işlemleri öğrenebilmesi için, tebligatın usulüne uygun olarak yapılması, duruşma gün ve saatinin kendilerine bildirilmesi gerekmektedir. Duruşma günü ile tebligatın yapıldığı tarih arasında makul bir süre olmalıdır. Aksi takdirde tarafların hukuksal hakları kısıtlanmış olur.
Tebligat Kanununun 12 nci ve 13 üncü maddeleri uyarınca, tüzel kişilere tebliğ yetkili temsilcilerine, bunlar birden fazla ise yalnız birine yapılır. Temsile yetkili kişinin herhangi bir nedenle tebliğ yapıldığı sırada işyerinde bulunmaması veya bizzat alamayacak durumda olması halinde, kendisinden sonra gelen bir kimse veya evrak müdürüne, bu da olanaklı değilse, tüzel kişinin o yerdeki memur veya işçilerinden birine yapılmalıdır. Bu sıraya uyulması yasal zorunluluk olup, aksi takdirde tebligat usulsüz sayılacaktır. Tüzel kişiliği olmayan, ancak 4857 sayılı İş Kanununun 2 nci maddesi anlamında işveren sıfatını taşıyan kamu kurum ve kuruluşları adına çıkarılan tebligatın, kurumun yetkili temsilcisine yapılması gerekir (Dairemizin 03.11.2008 gün ve 2008/4948 Esas, 2008/29807 Karar sayılı ilamı).
Somut olayda, davalı şirkete, dava dilekçesinin “… Mah. 26. Sk. Kat:1 D:3 …/…” adresinde daimi çalışan olarak “…” adlı kişiye tebliğ edildiği, ıslah dilekçesi ve bilirkişi raporunun da aynı adrese tebliğe çıkartıldığı, ancak, “ismen tanınmadığı” gerekçesiyle bila olarak iade edildiği, bu kerre aynı adrese TK.’nun 35.maddesine göre tebliğ edildiği, gerekçeli kararın ise, aynı adrese tebliğe çıkartıldığı ve “Muhatap şirketin yetkilisinin geçici olarak çarşıya gittiğini beyan eden şirket daimi çalışanı “… tebliğ edilmiştir” kaşesi vurularak 22/12/2010 tarihinde tebliğ edildiği, davalı şirketin Ticaret Sicilindeki adresinin ise “… Mahallesi 78026 sokak N:8 Zemin kat 1170 …/…” olduğu, dava dilekçesini daimi çalışan diye tebellüğ eden …’in … 1.İş Mahkemesi’nde başka bir şirket aleyhine (… Yemekçilik Temizlik Turizm İnşaat Tıbbi Görüntüleme Bilgisayar Otomasyon ve Yönetim Sistemleri San Tic Ltd Şti aleyhine) işçilik alacaklarına ilişkin olarak dava açtığı, söz konusu dava dilekçesinde “10.09.2004’de işe başladığı, 29.09.2010 tarihinde de iş akdi feshedilene kadar aralıksız ve kesintisiz çalıştığını” belirtildiği anlaşıldığından, dava dilekçesini tebellüğ eden kişinin (…’in) işbu davadaki davalı şirketin daimi elemanı olmadığı sonucu ortaya çıktığından ve dolayısıyla dava ve ıslah dilekçesinin usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği, hukuki dinlenilme hakkının kısıtlandığı anlaşıldığından, hükmün sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı, sair yönleri incelenmeksizin, BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 02.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ADRES KAYIT SİSTEMİNE GÖRE DÜZENLENECEK TEBLİĞ ZARFI AÇIK MAVİ RENKTE OLMASI GEREKTİĞİ

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2016/11780
KARAR NO:2017/2991
K. TARİHİ:1.3.2017

MAHKEMESİ :İCRA HUKUK MAHKEMESİ

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu tarafından, icra mahkemesine yapılan başvuruda; sair şikayetlerinin yanında ödeme emri tebliğ işleminin usulsüz olduğu da ileri sürülerek tebliğ tarihinin öğrenme tarihine göre düzeltilmesi talep edilmiş, mahkemece; tebliğ işleminin 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi kapsamında usulüne uygun olarak yapıldığı gerekçesiyle usulsüz tebliğ şikayetinin, süre aşımı nedeniyle de diğer şikayetlerin reddine karar verilmiştir.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Tebliğ İmkansızlığı ve Bilinen Adreste Tebligat” başlıklı 21/2.maddesi; ”Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru, tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır” hükmünü, “Usulüne Aykırı Tebliğin Hükmü” başlıklı 32. maddesi de; ”Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur” hükmünü içermektedir.

Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin “Bilinen adreste tebligat” başlıklı 16/2. maddesinde; ”Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Ayrıca başkaca adres araştırması yapılmaz. 79. maddenin ikinci fıkrasına göre renkli bastırılan tebliğ zarfında, adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek bu adrese tebligat yapılacağına dair meşruhata yer verilir” düzenlemesi, yine aynı Yönetmeliğin 79/2. maddesinde de; “Bu yönetmeliğe ekli örneklere göre bastırılacak evrakın beyaz renkte olması gerekir. Ancak 16. maddenin ikinci fıkrası uyarınca adres kayıt sistemine göre düzenlenecek tebliğ zarfı açık mavi renkte bastırılır” düzenlemesi yer almaktadır.

Somut olayda, mernis adresine çıkartılan tebligat evrakında, sadece adresin başında “mernis adresi” ibaresinin yazılı olduğu, bu şerh dışında, tebligatı çıkaran mercii tarafından tebliğ zarfı üzerine, 7201 sayılı Kanunun 23/1-8. ve Yönetmeliğin 16/2. maddesi kapsamında; “adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek, bu adrese Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi uyarınca tebligat yapılacağına dair meşruhat” verilmediği, ayrıca tebliğ zarfının beyaz renkli olduğu, dolayısıyla yapılan tebliğin, 7201 sayılı Kanunun 23/1-8. ve Tebligat Yönetmeliğinin 16/2. maddelerine aykırı olup usulsüz olduğu anlaşılmaktadır.

Usule aykırı tebliğin hükmü ise yukarıda yer aldığı gibi 7201 sayılı Kanunun 32. ve benzer düzenlemenin yer aldığı Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 53. maddelerinde düzenlenmiş olup, anılan maddelerde; tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir.

O halde mahkemece, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca muhatabın beyan ettiği ıttıla tarihinin, tebliğ tarihi olarak kabulü ile, tebligat tarihinin buna göre düzeltilerek, borçlunun diğer şikayetlerinin esaslarının incelenmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BONODA MALEN-NAKDEN KAYDI YERİNE ‘EV İÇİNDİR’ YAZAR İSE YİNE DE KAMBİYO SENEDİ NİTELİĞİ KORUNUR

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2012/26295
KARAR NO:2013/4039
K. TARİHİ:14.02.2013

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu, alacaklı tarafından aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 5 günlük yasal süre içerisinde icra mahkemesine başvurarak, senedin teminat senedi olduğu kambiyo vasfında olmadığını ileri sürerek icra takibinin iptalini talep etmiştir.

Mahkemece; takip dayanağı olan bonoda ”ev içindir” ibaresinin yazılı olması nedeniyle alacağın tahsilinin yargılamayı gerektirdiği” gerekçesiyle davacının borca itirazının kabulü ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan ilişki “kambiyo ilişkisi” ismiyle anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu “kambiyo taahhüdü”nde bulunmuş olur. Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl/temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.
Bu genel açıklamadan sonra hemen belirtmek gerekirki; bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedidir. Bu nedenle bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır (TTK.m. 691/1).

Bonoda şekil şartları TTK’nun 688.maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” yada “emre muharrer senet” ibaresi, kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden yada malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir.

Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı”dır. Yinelemek gerekirse “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, mücerret bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının, varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştır (HGK 2003/19-781 E, 2003/768 K. ). Bonoda ki ”ev içindir” ibaresi malen kaydı gibi bir bedel kaydıdır.

Bu durumda senette “ev içindir” ibaresinin bulunması, T.T.K.’nun 688. maddesi uyarınca, bono niteliğini etkilemeyeceğinden takip dayanağı bono yasal unsurları içeren kambiyo senedi vasfındadır. Borçlu itirazının reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/02/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BOZMA İLAMI KAPSAMI DIŞINDA KALAN ALACAK BÖLÜMLERİ YÖNÜNDEN TAKİBE DEVAM EDİLMESİ MÜMKÜNDÜR

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

 ESAS: 2005/4566,

KARAR: 2005/7049

KARAR TARİHİ : 1.4.2005 

ÖZET:Açık bir onama hükmü bulunmasa dahi, taleplerden biri veya daha fazlası hakkındaki temyiz itirazları Yargıtay’ca reddedilip kararın o bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmış ise, reddedilen temyiz itirazlarının ilgili bulunduğu karar bölümü onanmış sayılacağından alacaklının, bozma ilamı kapsamı dışında kalan alacak bölümleri yönünden takibe devam etmesi mümkündür.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : İstanbul 1. İş Mahkemesinin 27.05.2003 tarih ve 2003/257-484 sayılı ilamının hüküm bölümünde kıdem tazminatı 28.998,633 TL, ihbar tazminatı 6.000.000.000 TL. ve ücretli izin nedeniyle de 25.200.000.000 TL. olmak üzere toplam 60.198.633,771 TL alacağın 14.02.2000 tarihinden itibaren yürütülecek yasal faizi ve takdir edilen 3.107.945,351 TL. nispi avukatlık ücreti ile birlikte davalıdan alınıp davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Hükmün temyiz edilmesinden sonra Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17.02.2004 tarih ve 2003/11355 , 2004/2576 sayılı ilamı ile sadece (izin alacağı) yönünden kararın bozulduğu anlaşılmaktadır. Anılan “Yargıtay” ilamının (1) no’lu bendinde açıkça, bozmanın sadece izin alacağından söz edilen (2) no’lu bende hasredildiği belirtilmiş ve borçlunun sair temyiz itirazları reddedilmiştir. Açık bir onama hükmü bulunmasa dahi, taleplerden biri veya daha fazlası hakkındaki yerel mahkeme kararına ilişkin temyiz itirazları Yargıtay’ca reddedilmiş ve böylece kararın o bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmış ise, reddedilen temyiz itirazlarının ilgili bulunduğu karar bölümü onanmış sayılır. (Prof Dr. Baki Kuru HUMK 4. Baskı 1984, cilt4, shf, 3421) (HGK’nun 25.03.1992 tarih ve 1992/2-121 E, 1992/197 K) (HGK’ nun 23.10.2002 tarih ve 2002/11-633 E, 2002/847 K).

Bu durumda, alacaklının bozma ilamı kapsamı dışında kalan alacak bölümleri yönünden takibe devam etmesi mümkün olup şikayetin kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’un 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 01.04.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE DİPLOMA İLE İŞE GİRMEK- EVRAKTA SAHTECİLİK VE KAMU KURUMUNU DOLANDIRICILIK

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS: 2015/12232
KARAR:2018/6255

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Resmi belgede sahtecilik, dolandırıcılık
HÜKÜM : Beraat

Sanık hakkında dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümleri katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanığın İTÜ Bilgisayar ve Bilişim Fakültesinden mezunmuş gibi sahte diploma düzenleyerek İskenderun ilçesinde faaliyet gösteren Limak Uluslararası Liman İşletmeciliği A.Ş’de işe girdiği ve 7 ay kadar çalıştığı, daha sonra diplomanın sahte olduğu anlaşılmakla katılan şirketin sanık hakkında şikayetçi olduğu sanık hakkında soruşturma yürütüldüğü ancak İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında fotokopiden ibaret bilgisayar çıktısı diploma örneğinin yetkili kamu görevlilerince onaylanmadığı bu nedenle hukuki sonuç doğurmayacağı ve belgenin kanıt gücü taşımadığı dolayısıyla iğfal kabiliyetinin bulunmadığı sanık hakkında resmi belgede sahtecilikten ayrıca dolandırıcılıktan kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği, anılan karara katılan tarafından itiraz edildiği ve itiraz sonucu anılan kararın Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesince kaldırılararak İskenderun 2. Asliye Ceza Mahkemesince yargılama yapıldığı somut olayda; suça konu diplomanın fotokopiden ibaret olup iğfal kabiliyeti taşımadığı ve her iki müsnet suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesine dayanan mahkemenin beraat yönünde kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin eksik inceleme ile hüküm kurulduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, sanık hakkında kurulan beraat hükümlerinin ONANMASINA, 03/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BİREYSEL KREDİ-HAYAT SİGORTASININ BANKACA YENİLENMEMESİ- ÖLÜMÜN GERÇEKLEŞMESİ- TAZMİNAT VE İSTİRDAT DAVASINDA GÖREVLİ MAHKEME

T.C
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/8920
KARAR:2019/1061

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki menfi tespit ve istirdat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı,…Şubesinden 03/05/2011 tarihinde 45.000,00 TL’lik bireysel kredi kullanan merhum …’ın mirasçısı ve eşi olduğunu, eşinin hesabından para çekilerek eşinin hayat sigortası kapsamına alındığını, kredinin ilk taksitinden vefat tarihine kadar da kredi ödemelerinin ve hayat sigortası kesintilerinin maaşından kesildiğini, hatta vefat olayından sonra da banka tarafından maaş hesabından kesinti yapıldığını, eşinin hayat sigortası kapsamında iken 31/05/2013 tarihinde vefat ettiğini, bankanın hesabın kapatılmasını istediğini ve haklarını bilmemesinden dolayı da ödeme yaptığını, bankanın 1 yıldan fazla suretle hayat sigortası yapmakla kendisine ve eşine sigorta kapsamında oldukları güvencesi verdiğini, bildirim yapma ve bilgilendirme sorumluluğu olan bankanın mevcut sigortanın yenilenmediğini bildirmediğini beyan ederek, bu nedenle murisinin bankaya borçlu bulunmadığının tespiti ile haksız ve hukuki dayanaksız tahsil edilen 39.000,00 TL bedelin faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı tarafça temyiz edilmiştir.
1-Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 4822 sayılı yasa ile değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun amaç başlıklı 1. maddesinde yasanın amacı açıklandıktan sonra kapsam başlıklı 2. maddesinde “Bu kanun, birinci maddesinde belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar” hükmüne yer verilmiştir. Yasanın 3. maddesinde mal; alışverişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi malları, hizmet; bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan mal sağlama dışındaki her türlü faaliyeti ifade eder denilmektedir. Satıcı; kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişileri, kredi veren; mevzuatları gereği tüketicilere nakit kredi vermeye yetkili olan banka, özel finans kuruluşu ve finansman şirketlerini kapsar. Tüketici ise bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen kullanan veya yararlanan gerçek yada tüzel kişiyi ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.

Bir hukuki işlemin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen taraflar arasında mal veya hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir. Yasada açıklandığı üzere Tüketici “bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan, veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişidir. Somut uyuşmazlıkta davacı, murisi …’ın davalı bankadan kullandığı konut kredisi nedeniyle davalı bankanın sigorta poliçesini yenileme yükümlülüğünü yerine getirmediğini beyan ederek davalı bankaya ödenen 39.000,00 TL’nin iadesine karar verilmesini etmiş olup, dava konusu olayda davacı murisin kullanmış olduğu konut kredisi sebebiyle tüketici konumundadır. Öyle olunca taraflar arasındaki ilişkinin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığı ve eldeki davaya bakma görevinin Tüketici Mahkemesine ait olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemenin görevi hususu kamu düzenine ilişkin olup, taraflar bu hususu ileri sürmese bile bunun mahkemece re’sen nazara alınması gerekir. O halde mahkemece, müstakil Tüketici Mahkemesi var ise davaya bakmakla Tüketici Mahkemeleri görevli olduğundan görevsizlik kararı verilmesi, müstakil Tüketici Mahkemesi yok ise ara kararı ile uyuşmazlığa Tüketici Mahkemesi sıfatı ile bakılmasına karar verilmek suretiyle uyuşmazlığın çözülmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın Asliye Hukuk Mahkemesi olarak görülmüş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre kararı temyiz eden davacının ve davalının temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle kararı temyiz eden davacı ve davalının temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan 27,70 TL harcın davacıya, 27,70 TL harcın davalıya iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi

SERVİS UYGULAMASININ KALDIRILMASI İŞÇİYE HAKLI NEDENLE FESİH HAKKI VERİR

T.C.
Yargıtay
9. Hukuk Dairesi

Esas No:2012/2861
Karar No:2014/7215
K. Tarihi: 05/03/2014

A)Davacı isteminin özeti:

Davacı asıl, davalıya ait işyerinde 08.03.2004-28.02.2009 arasında çalıştığını, iş akdine işverenlikçe son verildiğini, 4 yıl fabrikanın servisi ile gidiş geliş yaptıktan sonra yönetimce servisin kaldırıldığını, bir dönem kendi imkanlarıyla işe gidip geldiğini, fakat asgari ücretle her gün taksiyle işe gidemeyeceğini, fabrika yönetimine maaşını taksiye verdiğini izah ettiğini, yapabilecek bir şeyleri olmadığını, sizin sorununuz denildiğini, parası olmadığından 26-27-28 Şubat 2009 tarihlerinde işe gidemediğini, gelemediğini de parası olmadığından telefonla yönetime bildirdiğini, fabrikaca bu 3 gün dayanak kabul edilerek ihbarname yolladığını ve adresi son 5 yıldır aynı yerde olmasına rağmen ulaşılamadığı ve iade olduğu gerekçesiyle kendisine tebliğ edilmeden haberi olmadan ilişiğinin kesildiğini, işverenin işyeri koşullarını değiştirerek işe gidiş ve iş şartlarını ağırlaştırdığını, bu nedenle işe gitmesinin haklı neden olduğunu iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının faiziyle tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

B)Davalı cevabının özeti:

Davalı vekili, davacının iş akdinin mazeretsiz ve habersiz olarak art arda 3 işgünü işe gelmemesi nedeniyle feshedildiğini, davacının iddiasının yersiz ve dayanaksız olduğunu, servislerin fesihten tam 6 ay önce kaldırıldığını, 2008 yılında başlayan ekonomik kriz nedeniyle fabrikanın kapanmaması için bazı tasarruf tedbirlerine başvurulduğunu, servislerin 01.09.2008 tarihinden itibaren kaldırılacağı, dileyen personele çok sembolik bir bedelle konut tahsis edileceği, çalışanlara 15.07.2008 tarihinde yapılan duyuru ile bildirildiğini, 01.09.2008 tarihinde de önceden duyurulduğu gibi servislerin kaldırıldığını, servislerin anılan tarihte kaldırıldığının davacının 02.09.2008 tarihli yazılı savunmasında da belirtildiğini, davacının çalışma koşullarında değişiklik yapılması ile ilgili herhangi bir bildiriminin olmadığını, 6 işgünü içinde iş akdini feshetmediğini, hatta değişiklik sonrasında 5-6 ay daha çalışmasını sürdürdüğünü, aradan 6 ay geçtikten sonra çalışma koşularında değişiklik iddiasıyla işin terkinin mümkün olmadığını, davacının 26-27-28 Şubat 2009 tarihlerinde işe gelmemesinin haklı ve geçerli nedeni olmadığını, Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafından da durumun incelendiğini, bildirimin davacının hizmet sözleşmesindeki adresine gönderildiğini, davacının şirkete başka bir adres bildirmediğini, iddialarının tamamen çeliştiğini savunmuştur.

C)Yerel Mahkeme Kararının Özeti.

Mahkemece, dosya içerisinde bulunan belgelere göre davacının 26, 27, 28 Şubat 2009 tarihleri arasında iş yerine gitmediğinin sabit olduğu, davacı işçinin yargılama sırasında devamsızlığın nedeni olarak yol ücreti ödemekten bıktığını, maddi olarak işe gelmesinin artık mümkün olmadığını, bu nedenle işe gelemediğini belirttiği, işçinin devamsızlığını haklı kılabilecek herhangi bir nedeninin olmadığı, her ne kadar iş yerinde önceden var olan servis imkanı kaldırılarak iş şartlarının ağırlaştırıldığı iddia edilse de, iş yerinde servis imkanının işçinin üç gün devamsızlık yaptığı tarihten yaklaşık 6 ay kadar önce kalktığının dosyada belgelerden ve tanık beyanlarından anlaşıldığı, dolayısıyla bu durumu süreç içerisinde kabul edip işine devam eden işçinin 26, 27, 28 Şubat 2009 tarihlerinde 3 gün iş yerine gitmemesinin haklı mazeret olarak kabul edilemeyeceği, belirsiz süreli sözleşmede işçinin iş sözleşmesinde belirttiği adresini değiştirdiğinde işverene bildirmediği taktirde sözleşmede belirttiği adrese yapılan tebligatın işçiye yapılmış olacağının belirtildiği, davacının değişen adresini iş yerini bildirdiğine ilişkin herhangi bir belge sunmadığı, davacının devamsızlık olgusunun kanıtlandığı, buna karşı davacı tarafça iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayanmadığına ilişkin kanıt sunulamadığı, davalı işverenin haklı nedene dayalı fesih olgusunun sübut bulduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

D)Temyiz:

Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

E)Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı yasal gerektirici nedenlere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davalı işveren tarafından davacının rızası alınmadan işyerindeki servis uygulamasının kaldırıldığı, işçinin bu nedenle işyerine 26 Şubat 2009 tarihinden itibaren işe gelemediği anlaşılmaktadır.

Servisin kaldırılması iş şartlarında işçi aleyhine değişiklik olup, davacının iş akdini işyerine gitmeyerek eylemli olarak haklı nedenle feshettiği, anlaşıldığından davacının kıdem tazminatı talebinin kabulü gerekirken reddi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F)Sonuç:
Hükmün yukarıda açıklanan gerekçe ile BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 05.03.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

VÜCUT VEYA SIHHAT ÜZERİNE İKA EDİLEN MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ALACAKLARI HACZEDİLEMEZ

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

ESAS NO : 2017/4712
KARAR NO : 2017/10938

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 16. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 12/02/2016
NUMARASI : 2015/763-2016/109
DAVACI : BORÇLU : Selami G.
DAVALI : ALACAKLI : Ahmet Ali S.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Mustafa Özbek tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu Selami G.aleyhine İstanbul Anadolu 12. İcra Dairesi’nin 2015/3275 Esas sayılı dosyasıyla başlatılan takipte, borçlunun alacaklı olduğu İstanbul Anadolu 16. İcra Dairesi’nin 2014/10990 E. sayılı dosya alacağı üzerine haciz konulduğu, haczedilen alacağın İİK’nun 82/11. maddesi kapsamında alacak olduğu ve haczedilemeyeceği iddia edilerek haczin kaldırılmasının talep edildiği, mahkemece, şikayetin kısmen kabulü ile haczin maddi tazminat ve faizi yönünden kaldırılmasına, manevi tazminat yönünden ise şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 82/11. maddesi uyarınca; vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için tazminat olarak mutazarrırın kendisine veya ailesine toptan veya irat şeklinde verilen veya verilmesi lazım gelen paralar haczedilemez. İlgili maddede, maddi veye manevi tazminatlar yönünden ayrım yapılmadığı, vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için verilen veya verilmesi lazım gelen tüm paraların haczedilemeyeceğinin hüküm altına alındığı görülmektedir.

Somut olayda, borçlu Selami G.’ün, alacaklı olduğu ve haczin konulduğu İstanbul Anadolu 16. İcra Dairesi’nin 2014/10990 Esas sayılı dosyasıyla yapılan takipte, borçlular hakkında ilamlı takip yapıldığı ve takibe dayanak ilamın İstanbul Anadolu 15. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/524 E., 2014/115 K. sayılı ve 02/04/2014 tarihli kararı olduğu, kararda; “Maddi tazminat yönünden davacının fazlaya dair hakkı saklı kalmak üzere 3,00-TL. maddi tazminat ile 20.000,00-TL. manevi tazminatın olay tarihi olan 08/09/2009 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine” şeklinde hüküm kurulduğu, hüküm altına alınan alacağın, müessir fiilden kaynaklı tazminatlar olduğu görülmüştür. Nitekim icra mahkemesince de kararın gerekçe kısmında bu hususa değinilmiştir.

O halde mahkemece, İİK’nun 82/11. maddesine aykırı olarak vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için hükmedilen tüm (paralar) tazminatlar üzerine konulan haczin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ile manevi tazminat yönünden şikayetin reddi şeklinde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.09.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BORÇLUNUN ANNE VE BABASINA HACİZ İHBARNAMESİ GÖNDERİLEBİLECEĞİ- İCRA MÜDÜRÜNÜN TAKDİR HAKKININ BULUNMADIĞI

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİE. 2016/3856
K. 2016/19090
T. 19.9.2016

ÖZET : Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte alacaklının icra müdürlüğüne başvurarak borçlunun annesine haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinde bulunduğu, söz konusu istemin icra müdürlüğünün “borçlunun annesi alelade bir üçüncü kişi olmadığından gönderilecek haciz ihbarnamelerinin aile bireylerini küçük düşüreceği” gerekçesiyle reddine karar verildiği bu kararın şikayet edilmesi üzerine mahkemece borçlunun annesinin alelade bir üçüncü kişi olmadığı, akrabalar arasında sarih bir hukuki işlemin varlığını ispat külfetinin iddia edene ait olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür. İİK’nun 89. maddesinde düzenlenen “haciz ihbarnamesi” gönderilmesi kanunun emreden hükmü olup alacaklının talebi halinde icra müdürlüğünce bu talebin yerine getirilmesi gerekmekte olup icra memurunun bu hususta taktir hakkı yoktur. Kaldı ki üçüncü kişi, haciz ihbarnamesine itiraz etme hakkına da sahiptir.Mahkemece şikayetin kabulü ile yasaya aykırı müdürlük kararının kaldırılması gerekirken şikayetin reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte alacaklının icra müdürlüğüne başvurarak borçlunun annesine haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinde bulunduğu, söz konusu istemin icra müdürlüğünün 06.11.2015 tarihli kararıyla ve “borçlunun annesi alelade bir üçüncü kişi olmadığından gönderilecek haciz ihbarnamelerinin aile bireylerini küçük düşüreceği” gerekçesiyle reddine karar verildiği bu kararın şikayet edilmesi üzerine mahkemece borçlunun annesinin alelade bir üçüncü kişi olmadığı, akrabalar arasında sarih bir hukuki işlemin varlığını ispat külfetinin iddia edene ait olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür.

İİK’nun 89. maddesinde düzenlenen “haciz ihbarnamesi” gönderilmesi kanunun emreden hükmü olup alacaklının talebi halinde icra müdürlüğünce bu talebin yerine getirilmesi gerekmekte olup icra memurunun bu hususta taktir hakkı yoktur. Kaldı ki üçüncü kişi, haciz ihbarnamesine itiraz etme hakkına da sahiptir.

O halde mahkemece şikayetin kabulü ile yasaya aykırı müdürlük kararının kaldırılması gerekirken şikayetin reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.09.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÇİFTÇİLİK MESLEĞİ- ÇİFTÇİNİN TRAKTÖRÜ HACZEDİLMEZLİK İTİRAZI

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/15247
KARAR:2017/7892

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlunun, geçimini çiftçilikle sağladığını ileri sürerek traktör üzerine konulan haczin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; traktörün sermaye ağırlıklı olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Başvuru bu hali ile, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 82. maddesinin birinci fıkrasının 4. bendine dayalı haczedilmezlik şikayetidir.

İİK’nun 82/1-4. bendinde; ”Borçlu çiftçi ise kendisinin ve ailesinin geçimi için zaruri olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer eklenti ve ziraat aletlerinin…” haczedilemeyeceği belirtildikten sonra, aynı maddenin, 02.07.2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen üçüncü fıkrasında; ”Birinci fıkranın (2), (4), (7) ve (12) numaralı bentlerinde sayılan malların kıymetinin fazla olması durumunda, bedelinden haline münasip bir kısmı, ihtiyacını karşılayabilmesi amacıyla borçluya bırakılmak üzere haczedilerek satılır” hükmüne yer verilmiştir.

Borçlunun bu maddeden yararlanabilmesi için, asıl mesleğinin çiftçilik olması ve bilfiil bu işi yapması gerekir. Anılan maddeye göre, haczedilmemesi gereken taşınır ve taşınmaz mallar ve miktarları tespit edilirken, borçlunun ve ailesinin geçimi için zorunlu olup olmadığı ve tarımsal faaliyetini sürdürebilmesi için gerekli olup olmadığı hususunun göz önünde tutulması gerekmektedir. Traktör de bir ziraat aletidir ve haczi konusunda da belirtilen bu ilke geçerlidir. Bu gün, ülkemizde kara sabanla çiftçilik yapan çok az sayıda insan kalmıştır. Kara saban çağdaş bir tarım aleti olmadığı gibi, hayvanlarla nakil yapılması da çağdaş bir yöntem değildir. Bu itibarla teknolojideki gelişmeler nedeniyle verimliliği, kaliteyi ve kârlılığı arttıran, ekonomik hayata artı değerler kazandıran makineler de çiftçilerimiz için bir ihtiyaçtır. İİK’nun 82. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, ekonomik hayatın sürekliliği, borçların bir an evvel ödenmesi, çiftçinin, kendisinin ve ailesinin sağlık içinde yaşamlarını sürdürebilmesi ve çiftçilik mesleğinin devamı için zorunlu, vazgeçilmez, çağın koşullarına uygun alet, edevat, makine ve benzer vasıtaların makul kıstaslar dahilinde haczedilmezlik kuralı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

İİK’nun 82. maddesine, üçüncü fıkranın eklenmesine ilişkin 6352 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte, Dairemizce anılan hüküm gözetilerek içtihat değişikliğine gidilmiş olup, o tarihten itibaren süreklilik arz eden içtihatlarında, traktörün, İİK’nun 82. maddesinin birinci fıkrasının 4. bendi kapsamında çiftçiler için zorunlu nakil ve ziraat aleti olduğunun kabulü ile aynı maddenin üçüncü fıkrası doğrultusunda değerlendirme yapılarak sonuca gidilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Bir traktörün borçlunun haline uygun olup olmadığı adı geçenin haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Buradaki “aile” terimi, geniş anlamda olup, borçlu ile birlikte aynı çatı altında yaşayan, bakmakla yükümlü olduğu kişileri kapsar. Mahkemece, şikayetçinin çiftçilik mesleğini devam ettirebilmesi için, bu mesleği icra ettiği arazinin miktar ve vasfı da dikkate alınarak traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa, şikayete konu traktörün kıymeti ile borçlunun haline münasip traktörü temin etmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, haczedilen traktörün kıymeti bundan fazla ise satılmasına karar verilmeli ve satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen traktör için gerekli olan miktar borçluya bırakılmalı, kalanı hak sahiplerine ödenmelidir. Bu kıstasları aşan nitelik ve evsaftaki traktör ise, maddede öngörülen amaca aykırıdır. Borçlunun büyük ölçekte tarım arazisine sahip olması, çok sayıda traktöre sahip olmasını gerektirmediği gibi, çok vasıflı ve birden fazla traktöre sahip olması da maddenin amacına aykırıdır.

Somut olayda, 16.11.2015 havale tarihli galerici-bilirkişi raporunda traktörün değeri tespit edilmiş “çiftçilik yapması için söz konusu traktörün işini görür durumda olduğu” rapor edilmiş ise de; anılan rapor, yukarıda açıklanan ilkelere uygun bulunmadığından hüküm kurmaya elverişli değildir.

Ayrıca, borçlunun asıl mesleğinin çiftçilik olup olmadığı mahkemece yeterince araştırılmadığı gibi, trafik kaydı üzerine haciz konulan ve fiili haciz işlemi de gerçekleştirilen traktörün kaydında, rehin işlemi olup olmadığının görülebilmesi amacıyla, takyidatlı trafik kaydının da istenmediği anlaşılmaktadır.

O halde mahkemece; yukarı belirtilen ilkeler ışığında gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra, borçlunun ve ailesinin geçimini sağlaması için yeterli arazi miktarı ile arazi üzerinde yetiştirilebilen ürün de dikkate alınarak, borçlunun, İİK.’nun 82. maddesinin 1. fıkrasının 4.ve 7. bentleri kapsamında faaliyetlerini sürdürebilmesi için traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa şikayete konu traktörün kıymeti ve borçlunun haline münasip traktörü alabilmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, traktörün kıymeti, borçlunun haline münasip traktörün bedelinden fazla ise satılmasına, satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen traktörü alabilmesi için gerekli olan paranın borçluya bırakılmasına, kalanın hak sahiplerine ödenmesine karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma ile ve yetersiz bilirkişi raporuna dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.05.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DEPREM NEDENİYLE AĞIR HASAR GÖREREK YIKIMINA KARAR VERİLEN BİNANIN İMALİNDE KUSURLARI OLAN SORUMLULAR ALEYHİNE TAZMİNAT İSTEMİ

T.C
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/6740
KARAR:2018/7523

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı da…ın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatınca, davalı-… avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacılar, davalı …’un statik proje müellif ve teknik uygulama sorumulusu, davalı …’nin müteahhidi ve aynı zamanda kooperatif yönetim kurulu başkanı, diğer davalıların yönetim kurulu üyesi oldukları … Konut Yapı Koopereatifi tarafından inşa edilen taşınmazdan bedelini ödeyerek daire satın aldıklarını, deprem sırasında dairelerinin bulunduğu binanın yıkılacak şekilde ağır hasar görmesi sonucu AFAD tarafından verilen yıkım kararı sonucu binaların yıktırıldığını, davalıların yapıyı standartlara ve deprem yönetmeliğine uygun inşa etmemeleri nedeniyle kusurlu olduklarını ve ayıba karşı tekeffül hükümleri nedeniyle sorumlu olduklarını, ayrıca davalıların 1163 sayılı koperatifler kanunu’nun 98.maddesinin yollamasıyla eylem tarihinde yürürlükte olan mülga 6762 sayılı TTK’nın 336/5. maddelerine göre de sorumlu olduklarını, komşuları tarafından davalılar aleyhine … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/78 Esas sayılı dosyası ile açılan dava sonucunda 29.05.2014 tarihinde davalıların kusurlu olduklarını öğrendiklerini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dairelerin serbest piayasa rayiç değerine göre hesaplanacak yeniden yapım bedelinin davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı … …, zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüş, esastan da…ın reddini dilemiştir.

Diğer davalılar, zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüş, ayrıca davada aktif ve pasif husumet ehliyetinin bulunmadığını da savunarak esastan da…ın reddini dilemiştir.

Mahkemece, zamanaşımı nedeniyle da…ın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar ve davalı … …tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, … depremi nedeniyle ağır hasar görerek yıkımına karar verilen binada bağımsız bölümleri bulunan davacıların, binanın imalinde kusurları olan davalılar aleyhine açtıkları tazminat istemine ilişkindir. Davacılar, davalılardan …’un dışındaki diğer davalılar aleyhine davasını, yüklenici ve dava dışı S.S. … Konut Yapı Kooperatifinin yöneticilerinin sorumluluğuna dayandırmıştır. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu uyarınca bu davalıların sorumluluğuna gidilebilmesi için, davacıların, dava dışı kooperatiften konut satın almış olmaları, davalıların da anılan kooperatifin yöneticileri ve imal edilen binanın yüklenicileri olmaları gerekir. Bu durumda; kooperatifler konusunda uzman bir bilirkişi heyeti oluşturularak, davacıların kooperatif üyesi olup olmadıkları ve kooperatiften daire satın alıp almadıkları, davalıların ise kooperatif yönetim kurulu üyesi olup olmadıkları araştırması, tarafların aktif ve pasif husumet ehliyetlerinin olup olmadığı değerlendirilmesi bu hususlarda denetime elverişli rapor alınmadan ve görev hususunda bir değerlendirme yapılmadan eksik inceleme sonucu karar verildiği anlaşılmakta olup, mahkemece, yukarıda belirtilen eksiklikler tamamlanarak oluşacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

2-Bozma nedenine göre davacılar ve davalı … …’un diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenle davacılar ve davalı … …’un temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan 27,70 TL harcın davacılara, 27,70 TL harcın davalı-…’a iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

GENEL TEHLİKE DOĞURACAK ŞEKİLDE BİNA YIKILMASINA VE ÖLÜME NEDEN OLMA

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/14722
KARAR:2018/6434

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ(FİKRİ VE SINAI HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ SIFATIYLA)
TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 19/07/2016 tarih ve 2007/56-2016/347 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin taraf vekilleri tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacılar vekili, … Teknik Hizmetler Ltd. Şti. olarak 1997 yılında … Gıda Sanayi ve Pazarlama Ltd. Şti.’ ne … ‘nde bir idari bina ve bir … fabrikası projesi hazırladıklarını, henüz proje hazırlama aşamasında iken … Gıda Sanayi ve Pazarlama Ltd. Şti. ile davalıların yetkilisi oldukları yüklenici firma arasında inşaat sözleşmesi yapılarak inşaata başlandığını, yapılmakta olan inşaat ile uyuşmayan projelerinin de bu inşaatları ruhsatlandırmak için kullanıldığını, ayrıca başka bir firma tarafından hazırlanan … Depo Binası projesinin de kendileri tarafından hazırlanmış gibi gösterildiğini, ruhsattaki bina tanıtım bilgileri ile projeleri örtüşmediğini, yüklenici vasıtasıyla belediyeden yargıya intikal eden projelerin ve hesaplamaların da eksik olduğunu, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerinde imzalarının bulunmadığını, mimari projede de mimar …’nın imzası ve meslek mührü ile belediye onayının bulunmadığını, kaçak olarak yapımına başlanan ve hazırladıkları projeyle örtüşmeyen, teknik olarak yetersiz ve güvensiz binanın 17/08/1999 tarihinde meydana gelen depremde yıkılarak biri iş sahibinin oğlu olmak üzere sekiz kişinin hayatını kaybettiğini ve haklarında … Ağır Ceza Mahkemesinde “Genel Tehlike Doğuracak Şekilde Bina Yıkılmasına ve Ölüme Neden Olma” suçundan yapılan yargılama sonucunda mahkumiyetlerine karar verildiğini, mesleki yönden büyük bir itibar ve gelir kaybına uğradıklarını, çevrelerinde oluşan intiba nedeniyle manevi yönden de kayba uğradıklarını, ayrıca yıllarca açılan davalarla uğraşmak zorunda kaldıklarını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ayrı ayrı 10.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 35.000,00 TL tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmişlerdir.

Davalılar vekili, öncelikle husumet ve zamanaşımı itirazlarında bulunmuş, davacıların … Ağır Ceza Mahkemesindeki dava dosyasında verdikleri ifadelerinde bu inşaatın projelerini kendilerinin yaptıklarını, hatta zemin etüdünü de kendilerinin yaptıklarını kabul ve beyan ettiklerini, bu beyanlarının açılan davadaki iddiaları ile çeliştiğini, başlamış ve bitmiş bir inşaatın zemin etüdünü yapmanın mümkün olmadığını, müvekkillerinin bir kusuru olmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, toplanan deliller, yapılan inceleme ve değerlendirmede dava konusu inşaat ruhsatının 02/09/1997 tarihinde alındığı halde sözleşmenin 16/04/1997 tarihinde düzenlendiği, idari binanın zemin artı üç katı ve 13,47 m yüksekliğinde olduğu, oysa imar paftasında yüksekliğin 6,5 m olarak yapılması gerektiği ve mer-i imar planına aykırı yapılaşma bulunduğu, projesi hazırlanmadan yapım işine başlandığı, projeye aykırı olarak yük asansörü ve yükleme rampası ilavesi olduğu, ayrıca binaya ilave çatı katı yapıldığı, fındık fabrikası binasına ait mimari projenin proje çizim tarihindeki mimari proje düzenleme esaslarına genelinde uyduğu, idari binaya ait projenin ise uygulamaya esas proje olmayıp ön proje/avan proje niteliğinde çizildiği, dolayısıyla Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 1. maddesi uyarınca davacı … tarafından çizilen mimari projenin ve davacı … tarafından çizilen statik projenin fikir ve sanat ürünü olduğu, kişinin projeyi çizmekle odaya ve belediyeye onaylatmadan telif hakkı sahibi olacağı, mevcut davada da mimari statik proje antetleri ile inşaat ruhsatı ve yapı kullanma izin belgelerinde arsa parsel numaraları ve mahalleri konularında farklılıklar bulunduğu, inşaat ruhsatında mimari ve statik proje hazırlayan yerleri bulunduğu halde imza yerleri bulunmadığı, davacıların haklarının binaların müteahhidi olan davalılar tarafından ihlal edildiği gerekçesiyle maddi tazminat talebi açısından sadece davacı … tarafından çizilen mimari proje dosyaya sunulduğundan, bilirkişi raporunda hesaplandığı şekilde davacı …’nın maddi tazminat talebi kısmen kabul edilmiş, statik projeyi çizen …’nın statik proje dosyaya sunulmadığından ispat edilemeyen maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1- Davalı tarafça zamanaşımı def’inde bulunulduğu halde, mahkemece bu hususta olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeksizin işin esası hakkında hüküm tesisi doğru görülmeyip bozmayı gerektirmiştir.

2- Ayrıca kabule göre de, davalı tarafça davacıların proje müellifi sıfatıyla yargılandıkları … Ağır Ceza Mahkemesinin 1999/7 Esas sayılı dosyasında verilen ve kesinleşen karar ile dava konusu projeler nedeniyle kusurlu bulundukları savunulduğuna göre, anılan ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararının dava tarihi itibariyle yürürlükteki 818 sayılı BK 53. maddesi kapsamında işbu davaya etkisinin de değerlendirilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmesi de isabetli değildir.

3- Bozma sebep ve şekline göre davacılar vekilinin tüm, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle kararın davalılar yararına BOZULMASINA, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin tüm, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden taraflara iadesine, 17/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

STATİK PROJE VE DANIŞMANLIK HİZMETİ KARŞILIĞI DAİRE KOOPERATİFE ORTAK OLMA

T.C
YARGITAY
23. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4007
KARAR:2019/104

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik verilen hükmün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili, davalının müvekkili kooperatifin üyesi olduğunu, geçmiş dönemlerdeki genel kurul kararlarıyla belirlenen aylık ödeme düzenine uymayan davalının 2012/Aralık ayına kadar ödenmeyen 39.769,00 TL. borcu bulunduğunu bu nedenle … 7. … Müdürlüğünün 2013/720 Esas sayılı dosyası ile takibe geçildiğini, ödeme emrine itiraz edilmesi üzerine takibin durduğunu ileri sürerek … 7. … Müdürlüğünün 2013/720 Esas sayılı dosyasıyla davalı hakkında başlatılan ilamsız … takibine karşı davalının itirazının iptali ile %20 den aşağı olmamak üzere … inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili ile kooperatif arasında 21/01/2009 tarihinde daire karşılığı … yapım sözleşmesi imzalandığını, sözleşme gereği müvekkilinin davacı kooperatife Statik Proje ve Danışmanlık hizmeti karşılığında inşaattan kura çekmek suretiyle ara kat dairesi verileceğinin kararlaştırıldığını, müvekkilinin sözleşme gereklerini eksiksiz yerine getirdiğini, kooperatife borcu bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece iddia, savunma, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; borçların ödenmediği yapılan … takibinin yerinde olduğu, davalının aidat borcu bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1-Dava, aidat borcu nedeniyle itirazın iptali davası olup, uyuşmazlık davalının kooperatife peşin bedelli üye olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Davacı kooperatifin 25/6/2008 tarihli genel kurul toplantısının 7.maddesinde yönetim kuruluna malzeme ve işçilik alımı konusunda yetki verildiği ve bu yetkiye istinaden davacı ile davalı arasında 21/1/2009 tarihinde proje karşılığı daire satımı konusunda sözleşme imzalandığı Yönetim Kurulunun bu işleminin 20/6/2010 tarihinde yapılan 2009 yılı Olağan Genel kurul Toplantısının 6.maddesi ile kabul edildiği anlaşılmış olup bu haliyle davalının Kooperatife peşin ödemeli ortak olduğu sabit hale gelmiştir. Bu durumda davalının gerek yaptığı proje ve gerekse diğer ödemeleri göz önünde bulundurularak daire satım sözleşmesinde belirlenen daire bedelinin Kooperatife ödenip ödenmediği davacının bakiye alacağının bulunup bulunmadığının tespit edilmesi ve oluşacak sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekmektedir. Mahkemece inşaat mühendisi ve kooperatif konusunda uzman bilirkişilerinde bulunduğu 3 kişilik bilirkişi heyeti oluşturularak davalının peşin bedelli olduğu hususu da nazara alınarak uyuşmazlık konusu olarak tespit edilen ödemelerle ilgili ayrıntılı rapor alınarak bir sonuca varılması gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı gerekçe ile kısmen kabul kararı verilmesi doğru olmamış bozmayı gerektirmiştir.

2- Bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına; peşin alınan harçların istek halinde temyiz edenlere iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.01.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

YÜKLENİCİNİN ARSA SAHİBİNDEN ÇİZİM BEDELİNİ VE HAFRİYATI İSTEYEBİLMESİ İÇİN BUNLARIN ARSA SAHİBİNİN MALVARLIĞINDA SEBEPSİZ ARTIŞA NEDEN OLMASININ GEREKMESİ

T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2003/3637
K. 2004/538
T. 9.2.2004

ÖZET : İstenebilecek olumsuz zarar,sözleşme yapılmamış olsa idi uğranılmayacak olan zararlardır ki güvenilen sözleşmenin kurulmaması yüzünden uğranılan zararları kapsar.

Yüklenici, arsa sahibinin mal varlığında artı bir değer yaratmışsa bu değerlerin iadesini sebepsiz zenginleşme hükümlerince talep edebilecektir. Yüklenicinin dava konusu yaptığı proje ve diğer masraflardan dolayı istemi de bu doğrultuda değerlendirilmelidir. Çizim bedeli olarak öngörülen bedeli yüklenicinin isteyebilmesi için bu projelerden arsa sahibinin gerçek bir yararı olması, yine ortada bir hafriyat varsa bununda arsa sahibinin mal varlığında sebepsiz zenginleşmeye neden olması gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı bozmaya uyularak verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı-k.davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı avukatı gelmedi. Davalı vekili geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davalı avukatı dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kerre dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Yanlar arasındaki 26.12.1995 günlü biçimine uygun düzenlenen sözleşmenin fesh edildiği çekişme konusu değildir. 14.8.2000 günlü bilirkişi raporuna göre bu fesihte, ruhsat alarak inşaata makul sürede başlamayan ve esasen mevcut üye sayısına göre sözleşmeyi uygulayabilme yeteneği bulunmayan davacı ve karşı davalı yüklenici kooperatif kusurludur.

Hal böyle olunca BK.106.maddesindeki seçimlik hakkını sözleşmeyi fesih doğrultusunda kullanan arsa sahibi sözleşmenin hükümsüzlüğünden kaynaklanan menfi ( olumsuz ) zararlarının tazminini yine aynı Yasanın 108.maddesine dayanarak isteyebilir.

Burada istenebilecek olumsuz zarar, sözleşme yapılmamış olsa idi uğranılmayacak olan zararlardır ki güvenilen sözleşmenin kurulmaması yüzünden uğranılan zararları kapsar. Somut olaydaki arsa sahibinin haksız toprak kaybına sebebiyet verilmesinden dolayı ( kazı ve hafriyat işlemleri ) istediği zarar bu kapsamda kalır. Kuşku yokki davacı yüklenici de dairemizin 26.4.2002 günlü bozma kararında da vurgulandığı üzere arsa sahibinin mal varlığında artı bir değer yaratmışsa bu değerlerin iadesini sebepsiz zenginleşme hükümlerince talep edebilecektir. Yüklenicinin dava konusu yaptığı proje ve diğer masraflardan dolayı istemi de bu doğrultuda değerlendirilmelidir. Burada önemli olan yüklenicinin gerçekten arsa sahibinin mal varlığında bir değer yaratıp yaratmadığının saptanmasıdır. Sorunu daha da somutlaştırmak gerekirse; bilirkişilerin raporda çizim bedeli olarak öngördükleri bedeli yüklenicinin isteyebilmesi için bu projelerden arsa sahibinin gerçek bir yararı olması, yine ortada bir hafriyat varsa bununda arsa sahibinin mal varlığında sebepsiz zenginleşmeye neden olması gerekir. Dosyada projeler olmamakla birlikte, projelerin ortak sayısı belirli bir yapı kooperatifi için düzenlendiği açık-seçiktir. Fesihten sonra arsa sahibinin bu projelerden yararlanması demek, aynı ortak sayısına ulaşmış bir kooperatifle yeni bir sözleşme yapma şansı bulması demektir. Keza, yine bilirkişi raporunda sözü edilen bir blokun hafriyatı bedelinin istenebilmesi de projenin uygulanabilme şansına bağlıdır. Hal böyle olunca gerek projelerde ve gerekse kazı işlemlerinde arsa sahibinin yararlanabileceğini kabul etmek hayatın olağan seyrine uygun düşmez. Mahkemece bu nedenle yüklenicinin proje çizim ve kazı işine ait talebinin reddi yerine bilirkişilerin soyut sözlerine bakılarak kabulü doğru olmamıştır. Ancak, yüklenicinin istek kalemleri arasında imar uygulaması masrafları da bulunduğundan ve bunların yapıldığının da dosya kapsamıyla sabit olduğundan, davacı yüklenici bu masrafların kendisince yapıldığını kanıtlayabilirse eskale edilmeksizin bulunacak imar masrafları hüküm altına alınmalıdır. O halde bilirkişilerden ek rapor alınarak imar masrafları ne ise bu miktar belirlenmeli, arsa sahibince açılan karşı dava da az yukarda ortaya konan olgular doğrultusunda değerlendirilip sonucuna uygun bir hüküm kurulmalıdır. Somut olaya uygun düşmeyen bazı nedenlerle davaların yazılı şekilde sonuçlandırılması doğru olmadığından karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle kararın temyiz eden davalı-k.davacı arsa sahibi lehine BOZULMASINA, 375 milyon TL. duruşma vekalet ücretinin davacı-k.davalı yükleniciden alınarak, davalı-k.davacı arsa sahibine verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalı-k.davacıya geri verilmesine, 9.2.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HIRSIZLIK – İŞYERİ DOKUNULMAZLIĞININ İHLALİ- MALA ZARAR VERME

T.C
YARGITAY
17. CEZA DAİRESİ
ESAS:2018/1842
KARAR:2018/6080

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Hırsızlık, işyeri dokunulmazlığının ihlali, mala zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet

Antalya Bölge Adliye Mahkemesince; verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararların niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Suça sürüklenen çocuk …’ın 07.11.2017 ve 23.01.2018 tarihli dilekçelerinde “…dosyamın onaylanmasını istiyorum” şeklindeki temyizden vazgeçme talebinin, vazgeçme tarihi itibari ile 18 yaşından küçük olan suça sürüklenen çocuk hakkında hüküm ifade etmeyeceği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesi gereğince suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz talebine üstünlük tanınarak yapılan incelemede;

Sanık müdafiinin 22.01.2018 tarihli temyiz ve eski hale getirme talepli dilekçesinde, “Müvekkil … hakkında sayın mahkemeniz tarafından verilen karar tebliğ mazbatasında yazdığı üzere 10.07.2017 tarihinde iş yerinde daimi çalışana tebliğ ibaresi belirtilerek … … isimli şahsa tebliğ edilmiştir. İstinaf başvuru dilekçemde, süre tutum dilekçemde ve son duruşmada sunmuş olduğum yetki belgesinde belirtildiği üzere iş yerimin adresi Bahçelievler Mah. ….t/ANTALYA’dır. Bu durum vergi levham ile de sabittir. Bu adreste meslektaşım Avukat … …. … ile birlikte çalışmaktayız ve iş yerinde hiçbir zaman bir çalışanımız olmamıştır. Tebligatın ise Bahçelievler Mah. ….’daki meslektaşımız Av. … … çalışanına yapılmış olduğunu 19.01.2018 tarihinde sistemden öğrenmiş bulunmaktayım. Kararı tebellüğ eden … … Av. … … sigortalı çalışanı olduğuna ilişkin SGK evrakını ekte sunuyorum. Zabıta ve SGK araştırması ile de bu durum tarafınızdan açıklığa kavuşturulacaktır. Tebligat mazbatasındaki adres ise avukat olarak ilk çalıştığım yerin adresidir ve tebliğ alan kişi tebliğ zarfında adresi yazılı iş yeri olan … …. Bürosu’nda da hiç çalışmamıştır. Tebligat bu adrese de yapılmamıştır. Yukarıda açıkladığım sebeplerle tarafıma yapılmış olduğu iddia edilen tebligat, Tebligat Kanunu’na göre geçersiz olup, öğrenme tarihim olan 19.01.2018 tarihinin temyiz süremin başlangıç tarihi olarak kabul edilmesini talep ediyorum” eski hale getirme taleplerini belirttiği, ekte sunmuş olduğu SGK evrakı incelendiğinde tebliğ yapılan … … Av. … … çalışanı olduğu, müdafinin istinaf başvuru dilekçesinde adres olarak Bahçelievler Mah…. Manavgat/ANTALYA adresini gösterdiği, istinaf ilamının ise müdafiinin eski adresine gönderildiği anlaşılmakla suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz ve eski hale getirme talebi kabul edilerek yapılan incelemede;

Suça sürüklenen çocuk hakkında mala zarar verme suçundan kurulan ve 5271 sayılı CMK’nın 272-3.c maddesine göre istinaf yoluna başvurulamayacak olan hüküm ile ilgili olarak istinaf başvurusunun reddine dair kararın aynı Kanun’un 279. maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna tabi olduğunu tesbitle;

I-Suça sürüklenen çocuk hakkında işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;

Hükmolunan cezanın miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizleri mümkün olmadığından, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE,

II-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;

5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.”, aynı Kanun’un 294. maddesinin ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.” ve aynı Kanun’un 301. maddesinin ”Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin ceza miktarının fazla olduğuna yönelik olduğu belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede;

Mahkemenin alt sınırdan uzaklaşma gerekçesinin yeterli olduğu, suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, istinaf isteminin esastan reddine dair karar hukuka uygun bulunduğundan, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz nedenlerinin reddiyle, CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİNE, 30.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ- UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ- KULLANIM SINIRI

T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/10-387
K. 2012/75
T. 6.3.2012

ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti suçunda; uyuşmazlık; sanığın sübuta eren eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir. Evinde yapılan arama sonucunda ele geçen uyuşturucu madde dışında, sanığın uyuşturucu maddeyi sattığı yolunda başka bir kanıtın elde edilememesi, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında belirtilen günlük kullanım miktarı dikkate alındığında, bilirkişi raporunda belirtilen 276 gramlık uyuşturucu madde miktarının iki aylık kişisel kullanım sınırları içinde olması, sanığın tüm aşamalarda evinde bulunan uyuşturucu maddeyi satmak için değil, kullanmak için bulundurduğu yönündeki aksi kanıtlanamayan savunmaları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği kuşku boyutunda kalmaktadır. Kuşkudan sanık yararlanır ilkesi uyarınca, yerel mahkemece, sübuta eren eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kesin bir kanaat vermekten uzak kanıtlara dayanılarak, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi hukuka aykırıdır.

DAVA : Sanık S. E.’ün uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 Sayılı T.C.K.nın 188/3, 62, 52, 53 ve 58 inci maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 3.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine dair İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 10.4.2008 gün ve 61-107 Sayılı hükmün sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 13.4.2009 gün ve 15808-6828 sayı ile;

“… 1- 10.12.2007 tarihli tutanak içeriğine, sanığın yakalanış biçimine suça konu uyuşturucu maddenin miktarı ve ele geçiriliş şekli ile tüm dosya kapsamına göre; sanığın ele geçen esrarı kullanma dışında bir amaçla bulundurduğuna dair kuşkudan uzak, inandırıcı ve kesin kanıt bulunmadığı ve eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması,

2- ) Kabule göre;

a- ) Adli para cezasının; 5083 Sayılı Kanun’un 1 inci maddesiyle hükümden sonra 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren Bakanlar Kurulunun 4.4.2007 tarih ve 007/11963 Sayılı kararının 1 inci maddesi uyarınca Türk Lirası ( TL ) olarak belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

b- ) Sanık hakkında hükmolunan gün adli para cezasından, T.C.K.nın 62 nci maddesi uyarınca 1/6 oranında indirim yapılırken, sonuç cezanın 100 gün yerine 120 gün olarak gösterilmesi…”,

İsabetsizliklerinden BOZULMASINA ve sanığın tahliyesine karar verilmiştir.

İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesince 27.7.2009 gün ve 253-286 sayı ile;

“… Olay öncesi İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Büro Amirliği ekiplerinin yaptığı istihbari çalışmalarda ve ( x ) elemanından alınan bilgilerde Seyfo lakaplı hırsızlık suçundan sabıkalı sanığın olay yeri evinde uyuşturucu bulundurup, bulundurduğu esrar maddesini gramlar halinde müşterilere sattığı duyumu alındığına ve bu duyum değerlendirildikten sonra sulh ceza mahkemesinden alınan karar doğrultusunda sanığa ait olay yeri evde arama yapıldığına ve dedektör köpeğin yardımıyla yapılan aramada evin 2. katındaki odunlukta net 276 gr. esrar maddesi ele geçirildiğine göre; 10.12.2007 tarihli tutanak içeriğine, tutanak düzenleyicilerinin yeminli beyanlarına, İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Suçlar Büro Amerliğinde görevli tutanak düzenleyicisi polis memurlarının yaptıkları istihbari çalışmalar sürerken ( x ) elemanından al-dıkları bilgilerde Bornova Doğanlar Mah. … Sokak No:… Sayılı yerde ikamet eden S. lakaplı sanığın evinde, eve gelen müşterilere gramlar halinde esrar maddesi sattığı bilgisinin edinilmesine ve istihbari çalışmalar ile ( x ) elemanından alınan bilgiler doğrultusunda yapılan aramada evin 2. katında dedektör köpek yardımıyla yapılan aramada uyuşturucu maddenin bulunup el konulmasına göre sanığın eyleminin 5237 Sayılı T.C.K.nın 188/3 üncü maddesindeki satmak maksadıyla suça konu esrar maddesini bulundurmak suçunu oluşturduğu kabul ve tavsif olunmuştur.

Sanığın suça konu maddeyi içmek maksadıyla bulundurduğu yolundaki savunmasının ve sanık müdafinin sanığın suça konu maddeyi içmek maksadıyla bulundurmak suçundan ce-zalandırılması yolundaki savunmasının sanığın daha az ceza almasına yönelik bir savunma olduğu kabul edilerek itibar edilmemiştir.

İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Büro ekiplerinin yaptığı istihbari çalışmalarda ve ( x ) elemanından alınan bilgilerde sanığın olay yeri evde uyuşturucu sattığı bilgisi üzerine sanığın evinde dedektör köpeğin de yardımıyla yapılan aramada uyuşturucu maddenin gizlendiği yerden bulunduğuna göre olayımızda 5237 Sayılı T.C.K.nın 192/1-3 üncü maddesinin unsurlarının olmadığı anlaşılmıştır.

Sanık ve müdafinin İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayden C. E. ve arkadaşları hakkında açılan davanın sonucunun beklenmesi talep edilmiş ise de; İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. sayılı dosyası içeriğine ve C. E. ve bir kısım arkadaşları hakkında teşekkül oluşturarak uyuşturucu yapmak suçundan kamu davası açılmasına dair iddianamede sanığın uyuşturucu esrar maddesini aldığını söylediği Hasan isimli kişi hakkında bir davanın açılmamış bulunmasına ve İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı dava dosyasında buna dair bir beyan ve belgenin de bulunmamasına gö-re; sanık hakkında satmak maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan açılan dava ve dosyanın İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı dava dosyasıyla birleştiril-mesi yoluna gidilmemiş ve İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı C. E. ve arkadaşları hakkındaki dava dosyasının sonuçlanması beklenmemiştir…”,

Gerekçeleriyle eylemin nitelendirilmesine dair bozma nedenine direnilip, diğer bozma nedenlerine uyularak hüküm kurulmuştur.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının “bozma” istemli 13.5.2011 gün ve 32272 Sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay 10. Ceza Dairesine, Yargıtay 10. Ceza Dairesince de 11.10.2011 gün ve 11975-55724 sayıyla Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sübuta eren eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Sanığın uyuşturucu madde sattığı yönünde kolluk görevlilerince yapılan istihbari çalışmalar ve yardımcı elemandan alınan bilgiler üzerine İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.12.2007 gün ve 1962 Sayılı arama kararı üzerine sanığın evinde yapılan aramada, 2 kattan ibaret evin 2. katında bulunan odun kulübesine gizlenmiş halde mavi naylon poşet içerisinde esrar elde etmede kullanılan 550 gram hint keneviri bitkisinin ele geçirildiği,

İzmir Kriminal Polis Laboratuvarınca düzenlenen 15.01.2008 gün ve 15643 Sayılı raporda; incelenmek üzere gönderilen net 460 gram ağırlığındaki maddenin esrar ihtiva eden ve esrar elde etmede kullanılan hint keneviri bitkisinin uç kısımları olduğu, eleme usulüyle yapılan miktarsal çalışmalar sonucu, net 276 gram esrar elde edilebileceğinin belirtildiği, anlaşılmaktadır.

Sanık hakkında istihbari çalışma yapan ve arama işlemine katılan tutanak tanıklarından M. G. mahkemede; “Sanıkla ilgili olayın istihbari çalışmasını Osman isimli polis memuru ile ben yaptım, yaptığımız istihbari çalışmalar sırasında okunan olay yakalama, ev arama tutanağında bahsedilen adreste oturan Seyfo lakaplı şahsın uyuşturucu sattığı duyumu alınınca, bu duyum değerlendirildi, daha sonra Sulh Ceza Mahkemesinden arama kararı alınıp tutanakta belirtildiği şekilde arama kararı alınan evde arama yapıldı, tutanakta yazılı olduğu gibi uyuşturucu madde bulundu, sanık arama bittikten sonra geldi, olayla ilgili okunan tutanak düzenlendi, olayın faili olarak gözetim altına alınan huzurda bulunan sanıkla üzerinde yapılan aramada satışa hazır vaziyete getirilmiş esrar maddelerini Hasan isimli şahıstan aldığı yolunda bir beyanda bulunup bulunmadığını hatırlamıyorum” ,

Tanık O. B. ise; “Olay üzerinden bir süre geçmiştir, birçok uyuşturucu operasyonlarına katıldığım için olayı tam detaylı olarak hatırlamıyorum, ancak okunan tutanaklar ve içerikleri doğrudur. Sanıkla ilgili uyuşturucu olayının istihbari çalışmalarını polis memuru M. G. ile birlikte yaptık, ek 14 teki tutanakta yazılı adreste oturan Seyfo lakaplı şahsın tutanakta belirtildiği şekilde uyuşturucu sattığı duyumunu aldık, bu duyumu değerlendirdik, daha sonra Sulh Ceza Mahkemesinden arama kararı alındı, arama kararı alındıktan sonra olay saati evde olay gün ve saatinde arama yapıldı, polis memurları olay yeri evde yapılan operasyon için ayrı ayrı ekipler halinde operasyona dahil oldu, operasyonun başlangıcında sanığın olay yeri evde olup olmadığını hatırlamıyorum, ancak sanık olay sonrası geldi ve tutanağı da imzaladı, eğer sanık uyuşturucunun kendisine ait olduğunu, Hasan isimli şahıstan aldığını söylemiş ise bu beyanına göre tutanak düzenlenmiştir” biçiminde anlatımda bulunmuşlardır.

Sanık, müdafii huzurunda kollukta; “Ben 5-6 aydır esrar maddesi kullanırım. 10.12.2007 günü yani yakalandığım gün polisler arama kararıyla birlikte evime geldiler, bana arama kararını gösterip okuduktan sonra ikametinde arama yaptılar ve evimin çatısında poşet içerisinde bulunan esrar maddesini buldular. Bu esrar maddesini bana 2 gün evvel ismini Hasan olarak bildiğim açık kimliğini ve adresini bilmediğim bir arkadaşım getirdi. Kendisi benim evimin karşı tarafında bulunan araziye geldi Hasan isimli kişi plakasını bilmediğim kırmızı Murat 131 model araçla geldi. Ben bu arkadaşı eniştem olan C. E. vasıtasıyla tanıdım. Kendisini de bir iki kez eniştem C. E.’ün yanında görmüştüm. Hasan isimli arkadaş benim esrar maddesi içtiğimi de birkaç kez gördü, bana geldiğinde benzin pa-rası olmadığını söyledi, bana para karşılığında bu esrar maddesini verebileceğini söyledi, bende esrar maddesi kullandığım için kabul ettim ve kendisine 160 ytl para verdim ve karşılığında iki adet poşete sarılı içerisinde 300 gram esrar maddesi olan poşeti aldım ve karşılığında 160 ytl para verdim ve evime koydum, içme ihtiyacım oldukça kendim bu esrar mad-desini içtim. Ben tam olarak tartımını bilmiyorum. Bana Hasan bu esrar maddesini iki adet poşet içerisinde 300 gram olarak getirdiğini söyledi. Ben 3-5 kez içerisinde aldım ve içtim. Ben 5 aydır esrar maddesi içerim benim hakkımda atılı bulunan bu ihbarlar asılsızdır”, 11.12.2007 günü sorguda; “Ben 5-6 aydır esrar maddesi kullanıyorum, tedavi olmak istiyorum. Ben esrar maddesi satmıyorum, satmak suçlamasını kabul etmiyorum. Olay tarihinde evimde polisler tarafından dedektör köpek tarafından arama yapıldı. 550 gram esrar maddesine el konuldu, ben bu esrar maddesini içmek için evimde bulunduruyordum”,

Mahkemede ise; “6-7 ay öncesi çocuğum hastalanınca bunun verdiği sıkıntı sebebiyle esrar kullanmaya başladım, iş dönüşleri ara sıra kullanıyorum, kullandığım esrarı Kuruçay semtinde oturanlardan temin ediyordum, olay öncesi içeceğim esrar maddesini kırmızı otosu olan Hasan isimli bir şahıstan 160 ytl’ye satın aldım, bildirdiğim adresteki evde çocuklarım da olduğu için çocuklarımın eline geçmesini önlemek için 2. katta bulunan odun kulübesine koydum, olay günü aramaya gelen polisler odun kulübesinde esrar maddesini buldular, 2. kattaki odun kulübesinde bulunan esrar maddesi bana aittir, içecektim, ben esrar satı-cısı değilim, ne alıcı kılığına giren polis memuruna ne de ( x ) elemanına esrar maddesi satma-dım” şeklinde savunmada bulunmuştur.

Uyuşmazlıkla ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde;

5237 Sayılı T.C.K.nın “Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İmal ve Ticareti” başlıklı 188 inci maddesinin 3 ve 4 üncü fıkraları; ” ( 3 ) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruh-sata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

( 4 ) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır” biçiminde olup, anılan madde gerekçesinde de vurgulandığı gibi 3. fıkrada, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticaretine dair çeşitli fiiller, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Buna göre; uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satışı, satışa arzı, başkalarına verilmesi, nakli, depolanması ya da kazanç amacıyla satın alınması, kabul edilmesi veya bulundurulması, bir ve 2. fıkralara göre ayrı bir suç oluşturmaktadır.

Aynı Kanunun “Kullanmak İçin Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Satın Almak, Kabul Etmek veya Bulundurmak” başlıklı 191 inci maddesinin 1. fıkrası ise; ” ( 1 ) Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, gerekçesinde de belirtildiği üzere, madde metninde, izlenen suç politikası gereği olarak, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak değil, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek ve-ya bulundurmak fiilleri suç olarak tanımlanmıştır.

Uyuşturucu madde bulundurma eyleminin, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun tespitinde belirgin rol oynayan husus, bulundurmanın amacıdır. Ceza Genel Kurulunun 15.06.2004 gün ve 107-136 Sayılı kararında da belirtildiği üzere, uyuşturucu madde bulundurmanın, kullanma maksadına matuf olduğunun belirlenmesinde dikkate alınması gereken ve öğretiyle uygulamada da kabul görmüş olan bazı kriterler bulunmaktadır.

Bunlardan ilki; failin bulundurduğu uyuşturucu maddeyi başkasına satma, devir veya tedarik etmek hususunda herhangi bir davranış içine girdiğinin tespit edilememesidir.

İkinci kriter, bulundurulan yer ve bulunduruluş biçimidir; kişisel kullanım için uyuşturucu madde bulunduran kimse, bunu her zaman kolaylıkla erişebileceği bir yerde, örneğin genellikle evinde veya işyerinde bulundurmaktadır. Uyuşturucunun çok sayıda özenli olarak hazırlanmış küçük paketçikler halinde olması, her paketçiğin içine hassas biçimde yapılan tartım sonucu aynı miktarda uyuşturucu madde konulmuş olması, uyuşturucu maddenin ele geçirildiği yerde veya yakınında, hassas terazi ve paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinin bulunması, kullanım dışında bir amaçla bulundurulduğu hususunda önemli bir belirtidir.

Üçüncü kriter de, bulundurulan miktardır. Kişisel kullanım için kabul edilebilecek miktar, kişinin fiziksel ve ruhsal yapısıyla uyuşturucu veya uyarıcı maddenin niteliğine, cinsine ve kalitesine göre değişiklik göstermekle birlikte, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında esrar kullananların her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildikleri bildirilmektedir. Esrar kullanma alışkanlığı olanların bunları gözönüne alarak, birkaç aylık ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda esrar maddesini ihtiyaten yanlarında veya ulaşabilecekleri bir yerde bulundurabildikleri de adli dosyalara yansıyan bilinen bir husustur. Buna göre, esrar kullanan faillerin olağan sayılan bu süre içinde kişisel olarak kullanıp tüketebilecekleri miktarın üzerinde esrar maddesi bulundurmaları halinde, bulundurmanın kişisel kullanım amacına yönelik olmadığı kabul edilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Evinde yapılan arama sonucunda ele geçen uyuşturucu madde dışında, sanığın uyuşturucu maddeyi sattığı yolunda başka bir kanıtın elde edilememesi, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında belirtilen günlük kullanım miktarı dikkate alındığında, bilirkişi raporunda belirtilen 276 gramlık uyuşturucu madde miktarının iki aylık kişisel kullanım sınırları içinde olması, sanığın tüm aşamalarda evinde bulunan uyuşturucu maddeyi satmak için değil, kullanmak için bulundurduğu yönündeki aksi kanıtlanamayan savunmaları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği kuşku boyutunda kalmaktadır.

Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “in dubio pro reo” yani “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır.

Bu nedenle, yerel mahkemece, sübuta eren eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kesin bir kanaat vermekten uzak kanıtlara dayanılarak, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi suretiyle suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsizdir.

Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı yerinde olup, yerel mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA karar verilmelidir.

Bununla birlikte Yerel Mahkeme Özel Dairenin 2 numaralı bozma nedenlerine uymuş ise de, direnme hükmünün bozulmuş olması sebebiyle yerel mahkemece bozma doğrultusunda yeni bir hüküm kurulacağından artık bu husus yönünden hükmün incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesinde bir yarar bulunmamaktadır.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul üyesi ise; isabetli olan yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27.07.2009 gün ve 253-286 Sayılı direnme hükmünün suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 06.03.2012 tarihinde yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oyçokluğuyla karar verildi.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın atılı hırsızlık suçunu işleyip işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

16.11.2005 tarihinde Konya İli Selçuklu İlçesi Biçer Köyünde ikamet eden Erol isimli müştekinin evine bitişik olan ahırından bir inek ve bir erkek buzağının çalındığı, müştekinin evinin bitişiğinde oturan komşusu ve akrabası İsmail ‘in gece saat 02.00 sıralarında camdan dışarı baktığında eski bir Peugout marka beyaz renkli minibüsü gördüğünü beyan ettiği, olaydan 13 gün sonra müştekinin amcasının oğlu Sefer ‘i telefonla arayan bir şahsın, çalınan hayvanların Konya İli Sarayönü İlçesi İnli Mahallesinde bulunan Hanifi isimli şahsın ahırında olduğunu söylediği, 02.12.2005 tarihinde yapılan aramada Hanifi ‘ye ait olup hakkındaki beraat kararı temyiz edilmeksizin kesinleşen sanık Orhan ‘ın kullandığı ahırda müştekiden çalınan iki adet büyükbaş hayvanının ele geçirildiği ve müştekiye iade edildiği, suça konu hayvanların toplam değerinin 1.200 Lira olduğunun belirlendiği, hakkındaki beraat kararı kesinleşen sanıklardan Yılmaz ‘a ait 42 …….5 plakalı aracın tanık İsmail ‘e gösterildiğinde, tanığın şüpheli olarak gördüğü aracın bu araca benzediğini söylemesi üzerine olay yerinde tespit edilen izler ile bu araca ait izlerin kıyaslandığı ancak kesin bir belirlemeye ulaşılamadığı anlaşılmaktadır.

Hakkındaki beraat kararı temyiz edilmeksizin kesinleşen sanıklardan Orhan kollukta özetle; suça konu hayvanları 15 gün önce Semih isimli şahıstan 1.200 Lira karşılığında satın aldığını, Cihan adlı arkadaşı ile birlikte satın aldığı hayvanları Semih’in kayınpederi olan Murat ‘a ait avluda teslim alarak kendi ahırına getirdiklerini, suça konu hayvanları satın alırken menşei şahadetnamesi bulunup bulunmadığını sormadığını, her iki hayvanın da kulak küpelerinin bulunmadığını, satın almış olduğu buzağıya sonradan kendisinin kulak küpesi taktırdığını,

Cumhuriyet Başsavcılığında özetle; Sarayönü ilçesinde bir kasapta maaş karşılığı çalıştığını, 2005 yılı Kasım ayı içerisinde Semih ‘den 1 adet inek ile 1 adet buzağıyı 1.200 Lira karşılığında satın aldığını, Cihan adlı arkadaşı ile birlikte Murat adlı şahsın bahçesinde bulunan hayvanları Semih’ten teslim aldıklarını, Murat ‘ın teslim anında olay yerinde bulunmadığını,

Yargılama aşamasında özetle; suça konu 1 adet inek ile 1 adet buzağıyı ahırında yapılan aramadan 25-30 gün önce Semih isimli şahıstan 1.200 Lira karşılığında satın aldığını, Cihan isimli arkadaşı ile birlikte Murat’ın evine giderek Semih ile görüşüp, hayvanları ahırdan alarak bağlı oldukları ipi çekmek suretiyle kendi ahırına getirdiklerini, yakın yerlerden getirilen hayvanların menşei şahadetnamesine bakmadıklarını, hayvanların kulak küpelerinin bulunmadığını, 25-30 gün sonra hayvanların yakalandığını,

Hakkındaki beraat kararı kesinleşen diğer sanık Yılmaz soruşturma evresinde özetle; Orhan, Cihan Şen ve Murat ‘ı tanıdığını, 42 …..5 plakalı aracı ağustos ayı içerisinde arkadaşı olan Semih ‘e verdiğini, Semih ‘in bu aracı kendisiyle kavga etmeden 1-2 gün önce 18.11.2005 tarihinde tekrar kendisine teslim ettiğini, Semih ‘in 19.11.2005 tarihinde parasını zorla alarak kaçtığı için şikayetçi olduğunu ve hakkında yakalama kararı çıkartıldığını, Semih ‘in bu araçla hırsızlık yapmış olabileceğini, ancak bu hırsızlıktan haberinin olmadığını, kendisine ait aracın hırsızlık suçunda kullanıldığının kesin olarak belirlenemediğini,

Yargılama aşamasında özetle; 42 ……5 plakalı Peugeout marka minibüsün dinamosu çalışmadığı için Konya ilinde bulunan tanıdıklarına yaptırması için 1,5 yıl önce Semih ‘e emaneten verdiğini, 1,5-2 ay süreyle aracın Semih ‘de kaldığını, aracı verirken aracın koltuklarının bulunmasına karşın, teslim alırken koltukların bulunmadığını, Semih’in yumurta sattığı için aracın koltuklarını söktüğünü, aracının hayvan taşımaya müsait olmadığını,

Tanık Cihan kollukta özetle; suça konu hayvanların Orhan tarafından, Semih ‘den satın alındığını, hayvanları Orhan ile birlikte Yukarı Mahallede ikamet eden Murat ‘ın avlusundan teslim alarak iplerinden çekmek suretiyle Orhan’a ait ahıra getirdiklerini, hayvanları avludan çıkarırken Semih’in de avluda bulunduğunu ancak paranın verilmesini görmediğini,

Cumhuriyet Başsavcılığında özetle; Orhan ‘ın arkadaşı olduğunu, 15-20 gün önce tesadüfen karşılaştıklarında satın aldığı iki adet ineğin getirilmesi konusunda kendisinden yardım istemisi üzerine Orhan’a ait araca binerek Semih ‘in kayınpederinin evinin bulunduğu dar sokağa gittiklerini, burada Semih ‘in yanlarına gelerek Orhan ile birlikte hayvanları getirmek üzere ayrılırken kendisinin araçta beklediğini, bir süre sonra inekleri getirdiklerini, olay anında Murat ‘ı görmediğini, ineklerin getirildiği sokakta Semih’in kayınpederinin evi bulunduğu için kolluktaki ifadesinde ineklerin Murat ‘ın avlusundan getirildiğini söylediğini, gerçekte ineklerin Murat’ın avulusundan getirildiğini görmediğini, inekleri iplerinden çekerek Orhan’ın ahırına getirdiklerini,

Yargılama aşamasında 16.10.2008 tarihinde özetle; iddianamede anlatılan olaydan hiç bir haberinin olmadığını, sanıkları tanıdığını, bu şahısların böyle bir olayı gerçekleştirip gerçekleştirmediklerini bilmediğini, 30.04.2009 tarihinde ise; geçmişte Orhan ‘ın, Semih ‘den iki adet inek satın aldığını bildiğini, ancak inekleri nereden getirdiklerini bilmediğini,

Tanık sıfatıyla dinlenen sanığın kayın pederi Murat kollukta özetle; Semih ‘in kendi evine gelip gitmediğini, ahırının yıllardır boş olduğunu, Orhan ‘ın kendisine ait avludan hayvan götürmediğini,

Cumhuriyet Başsavcılığında özetle; Semih ‘in damadı olduğunu, ancak 1,5-2 yıldır evine gelmediğini, kendisinden habersiz hiç kimsenin ahırına hayvan koyamayacağını, Semih hakkında gıyabi tutuklama kararının bulunduğunu, buna rağmen Semih ile Orhan arasında alışveriş yapılabileceğini ancak bunu kendisinin bilmediği gibi kendi ahırına hayvan konulmadığını, bu duruma komşuları olan Burhan ile Mevlüt ‘ün tanıklık edebileceğini, Orhan ‘ın yanında bulunduğu söylenen Cihan ‘ı tanımadığını, bunların şebeke halinde çalıştığını, Semih hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunduğu için bu şekilde senaryo uydurduklarını, sanık Orhan’ın hırsızlık yapıp yapmadığını bilmediğini ancak hayvanların onun ahırında olduğunu duyduğunu, suçu başkasının üzerine atmaya çalıştığını,

Yargılama aşamasında özetle; neden tanık olarak adının geçtiğini anlamadığını, Semih’in damadı olmasına rağmen 3 yıldır konuşmadığını, hırsızlık yapıp yapmadığını bilmediğini,

Tanık Burhan kollukta özetle; Murat ‘ın komşusu olduğunu, ahırına son bir ay içerisinde herhangi bir şekilde hayvan gelmediğini, gelmiş olması halinde kendisinin dikkatini çekeceğini, Semih ‘in ramazan ayında gece Murat ‘a ait eve geldiğini, hayvanların çalınması ile ilgili hiç bir bilgisinin olmadığını,

Yargılama aşamasında; Murat ‘ın komşusu olduğunu, olayla ilgili hiç bir bilgisinin olmadığını, Murat’ın evinde suç tarihinde büyükbaş hayvan görmediğini,

Sanığın kayın pederi olan Murat ‘un komşularından olan tanık Mevlüt kollukta özetle; Murat isimli şahsın komşusu olduğunu, evinde hayvan beslediğini hiç bir zaman görmediğini, hayvanın beslenmesi halinde kendisinin görebileceğini, Murat’ın damadı olan Semih ‘in Sarayönü’ne geldiğini görmediğini,

Beyan etmişlerdir.

Soruşturma aşamasında bulunamaması nedeniyle hakkında yakalama kararı çıkartılan sanık Semih yargılama aşamasında yakalandığında özetle; Yılmaz ‘ı tanımasına karşın 4 yıldır konuşmadığını, Orhan ‘ı ise hiç tanımadığını, hakkında başka bir mahkemede dava bulunduğu için suçun diğer sanıklar tarafından kendi üzerine atıldığını savunmuştur.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Haklarındaki beraat kararları kesinleşen sanıklar Orhan ve Yılmaz ‘ın beyanları ile tanık Cihan ‘ın soruşturma aşamasındaki anlatımları gözönüne alındığında sanık Semih ‘in atılı hırsızlık suçunu işlediği yolunda bir kanaat oluştuğu gözardı edilemez bir olgudur. Ancak bununla birlikte, tanık Cihan’ın soruşturma evresindeki; “Orhan ‘ın suça konu iki adet büyükbaş hayvanı sanık Semih ‘den satın aldığını ve bunları Semih’in kayın pederi Murat ‘ın evinden teslim alarak birlikte Orhan’ın ahırına getirdikleri” şeklindeki beyanlarından dönerek kovuşturma aşamasında; “olaydan hiç bir haberinin olmadığını” söylemesi, sanığın kayın pederi Murat ile tanık olarak dinlenilen komşuları Burhan ve Mevlüt ‘ün, Murat ‘n ahırına suç tarihinde herhangi bir hayvan getirilmediği ve sanık Semih’in son zamanlarda buraya gelip gitmediği yönündeki anlatımları gibi hususlar tüm dosya içeriği ile birlikte değerlendirildiğinde sanığın atılı suçu işlediği şüphe boyutunda kalmakta ve sübuta ermemektedir.

Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ve Latince “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel şartı, suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda şüphe belirmesi halinde uygulanacağı gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan delillerin bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir şüphe ve başka türlü bir oluşa imkan vermeyecek açıklıkta olmalıdır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, sanığın atılı suçu işlediğini kabul eden Özel Daire kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün, sanığın beraatı yerine, birbiriyle çelişkili ve kesin bir kanaat vermekten uzak delillere dayanılarak mahkumiyetine hükmolunması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 23.02.2012 gün ve 3044-3722 sayılı kararının KALDIRILMASINA,

3- Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 01.10.2009 gün ve 142-930 sayılı hükmünün BOZULMASINA,

4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.05.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi

CEZA HUKUKUNDA ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR KARİNESİ-HIRSIZLIK SUÇUNDA KESİN VE İNANDIRICI DELİL


T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS NO: 2012/6-1309
KARAR NO: 2013/258

Hırsızlık suçundan sanık Semih ‘in 5237 sayılı TCK’nun 142/2-g, 143 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 01.10.2009 gün ve 142-930 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 23.02.2012 gün ve 3044-3722 sayı ile;

“…Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1-Kolluk tarafından düzenlenen ve mağdurun anlatımı ile örtüşen olay yeri çizelgesine göre, hayvanların çalındığı ahırın mağdura ait evin bitişiğinde olduğunun anlaşılması nedeniyle, suçun 5237 sayılı TCK’nın 142. maddesinin (1-b) fıkra ve bendine uyduğu gözetilmeden, aynı Yasa maddesinin uygulama yeri olmayan (2-g) fıkra ve bendi ile hüküm kurulması,

2-Suçun gece vakti işlendiğine ilişkin kuşkudan uzak, hukuka uygun, kuvvetli ve inandırıcı kanıtlar karar yerinde açıklanıp tartışılmadan, sadece gece saat 02.00 sıralarında köy yerinde bir minibüsün dolaştığı bilgisine dayanılarak 5237 sayılı TCK’nın 143/1. maddesi ile cezada arttırma yapılması,” isabetsizliğinden oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiş, Daire Üyesi M. Simavlı, sanığın eyleminin sübuta ermediği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 17.04.2012 gün ve 319708 sayı ile;

“…Gerek hazırlık aşamasında gerekse yargılama aşamasında yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğine dair mahkumiyete yeterli ve inandırıcı şüpheden arındırılmış kesin kanıtlara ulaşılamamıştır. Zira hakkında beraat kararı verilen Orhan ‘ın suçtan kurtulmak amacıyla suça konu hayvanları sanık Semih ‘den satın aldığını söyleme ihtimali mevcuttur. Adı geçen şahsın tanık olarak gösterdiği şahıslardan sadece Cihan ‘ın kendi beyanını kısmen doğrulamasına karşın, adı geçen tanık Cihan ‘ın hakkında beraat kararı verilen Orhan ile birlikte hareket ettiğinin Murat tarafından iddia edildiği gibi tanık Cihan ‘ın aşamalardaki ifadeleri arasında çok büyük çelişkiler bulunmaktadır. Benzer olaylarda sanık ya da sanıkları sadece olay nedeniyle tanıyan tanıkların dosya içeriğine uygun iddialarına üstünlük tanınması gerektiği konusunda gerek uygulamada gerekse teoride herhangi bir duraksamanın mevcut olmamasına karşın, incelemeye konu eylemde olduğu gibi sanık ya da sanıkları önceden tanıyan tanık ya da tanıkların beyanlarının daha kuşkulu karşılandığı bilinen bir gerçektir. Yerel mahkemenin toplanan deliller ışığında sanık Semih hakkında verdiği mahkumiyet kararının yerleşik içtihatlara aykırı olacağı gibi oldukça sakıncalı sonuçlara yol açacağı da açıktır. Zira benzer olaylarda suça konu eşyalarla birlikte yakalanan herhangi bir şahısın, bir tanık dinleterek suçtan rahatlıkla kurtulabileceği gibi olayla hiç bir ilgisi olmayan kişinin mahkumiyetine de neden olmasının önü bir anlamda açılacaktır. Bu duruma çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesi düşünülemez.

Hakkında beraat kararı verilen Orhan ‘ın şüpheli davranışları, tanık olarak dinlenmesini istediği Murat ile Hakan ‘ın kendisini doğrulamamaları, kendisini doğrulayan Cihan ‘ın ise aşamalardaki ifadeleri arasındaki çok büyük çelişkiler ve sanık Semih ‘in kayınpederi olmasına karşın, adı geçeni koruma güdüsüyle hareket etmediği açıkça anlaşılan Murat ‘un dosya içeriğine uygun beyanları sanık Semih başlangıç aşamasından itibaren mevcut olan şüpheyi iyice artırmıştır.

Bütün ihtimalleri değerlendirmek zorunda olan mahkeme tarafından çelişkiler ve tereddütler giderilmediği gibi suça konu hayvanları ahırında bulunduran Orhan ‘ın savunmasının, hangi nedenle yüklenen suçu işlemediğini beyan eden sanık Semih ‘in savunmasına üstün kılındığı karar yerinde denetime olanak sağlayacak ve başta davanın tarafları olmak üzere herkesi ikna edecek şekilde açıklanmamıştır. Denetimden yoksun gerekçe ile mahkumiyet kararı verilmesi suretiyle Anayasanın 141, CYY’nın 34, 230. maddeleri ile 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi delaletiyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 308/7. maddesine aykırı davranılmıştır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 27.09.2012 gün ve 16931-16172 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TEBLİĞİN TÜZEL KİŞİNİN YETKİLİSİNDEN SONRA GELEN KİMSE VEYA EVRAK MÜDÜRÜ, BU KABİL İŞLERLE VAZİFELENDİRİLMİŞ BİRİNE YAPILACAĞI BUNLARDAN BİRİNİN BULUNMAMASI DURUMUNDA DURUMUN TESPİT EDİLEREK O YERDEKİ MEMUR VEYA MÜSTAHDEME YAPILMASI ZORUNLULUĞU

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

ESAS:2016/12510

KARAR:2017/3944

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Şikayet eden 3. kişi, kendisine gönderilen İİK.nun 89/1 haciz ihbarnamesine ilişkin tebligat ile diğer tebligatların usulsüz olduğunu bu nedenle, hacizlerin fekkini talep etmiş, mahkemece, usulsüz tebliğ şikayetinin kabulü ile 89/1 haciz ihbarnamesinin 13/07/2015 tarihinde tebliğ edildiğinin tespitine ve fazlaya ilişkin talebin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 12. maddesine göre, hükmi şahıslara tebligat selahiyetli mümessillerine, bunlar birden fazla ise yalnız birine yapılır. Aynı Kanunun 13. maddesine göre de, tebliğ yapılacak bu kişiler, herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları takdirde, tebliğ orada hazır bulunan memur ve müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat Kanunu’nun uygulanmasına dair yönetmeliğin 21. maddesinde de, tüzel kişi adına, tebligatı kabul edecek kişi herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde bulunmadığı veya o sırada evrakı bizzat alamayacak durumda olduğu takdirde tebliğin, orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin tüzel kişinin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle tüzel kişinin yetkilisinden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu kabil işlerle vazifelendirilmiş biri olması lazım geldiği, bunların da bulunmadığı tebliğ mazbatasında tespit edilmek şartıyla, o yerdeki diğer memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı hüküm altına alınmıştır.

Somut olayda 89/1-2-3 haciz ihbarnameleri şikayetçiye,” Gösterilen adreste işyerinin daimi çalışanı…imzasına tebliğ edildi ” şerhinin yer aldığı görülmektedir. Tebliğ işlemi yukarıda açıklanan TK’nun 12 ve 13. maddeleri ile Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 21. maddesinde düzenlenen tüzel kişilere tebligat usulüne aykırı olarak borçlu şirketin yetkilisinin bulunup bulunmadığı tespit edilmeksizin daimi çalışana tebliğ gerçekleştirildiğinden yapılan tebligat usulsüzdür.

O halde mahkemece tebligatların usulsüzlüğü kabul edildiğine göre, TK’nun 32. maddesi uyarınca öğrenme tarihinin tespitiyle, 89/1 haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihinin bu tarihe göre düzeltilmesine ,usulüne uygun olarak 89/1 haciz ihbarnamesi çıkarılmadan 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnameleri çıkarılamayacağından veya çıkarılmış olsa bile hükümsüz sayılacaklarından 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnamelerinin iptaline ve hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16/03/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TEBLİGATIN KİME YAPILDIĞININ AÇIK OLMASI GEREKTİĞİ USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/5908
KARAR:2018/753

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı, Kurumca düzenlenen ödeme emirlerinin zamanaşımı nedeniyle iptaline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde davanın açılmamış sayılmasına karar vermiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

Dava ödeme emrinin iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece açılan davanın 2. defa takipsiz bırakıldığı gerekçesiyle HMK’nın 320/4.maddesine göre davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Uyuşmazlık, davacı vekiline bozma ilamı sonrası düzenlenen ve duruşma gününü bildiren tensip zaptının tebliği noktasında toplanmaktadır.

Savunma hakkı Anayasanın 36. maddesinde güvence altına alındığı gibi, karar tarihinde yürürlükte bulunan HMK’nın 27. maddesinde de hüküm altına alınmıştır. Yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkını teminat altına almıştır. Mahkemece; taraflara usulüne uygun davetiye çıkarılması, bu yolla tarafların duruşmada hazır bulunmalarının ve savunma yapabilmelerinin sağlanması yasal bir zorunluluk ve hukuki dinlenilme hakkının gereğidir.

Bir yargılama sırasında taraflar, yargılama hakkındaki ilk bilgilere ve bunun sonucunda iddia ve savunma yapabilme haklarına ancak usulüne uygun tebligat ile kavuşabilecek ve bu şekilde savunma yapabilecektir. Bunun tersi olarak geçerli ve usulüne uygun bir tebligat olmaksızın yargılama yapılması ise, savunma hakkının dolayısıyla, en temel insan haklarından birinin ihlâli anlamına gelecektir

Somut olayda ; Dairemiz 03.11.2016 tarih ve 2016/18378 E-13697K sayılı bozma ilamı sonrası mahkemece düzenlenen, davacı tarafa 18.04.2017 tarihli duruşma gününü bildiren tensip zaptı davacı vekilinin adresine 09.02.2017 tarihinde tebliğ edilmiş olup; tebliğ zarfında “Muhatap adliyede aynı çatı altında daimi çalışana tebliğ edildi.” ibaresi yazılı olup, tebligatın kime yapıldığı hususunda açıklık olmamakla (7201 sayılı Tebligat Kanuna md. 20 ve Tebligat Yönetmeliği md. 29) usulsüz olduğu anlaşılmaktadır. Hal böyle olunca duruşma gününü bildiren tensip zaptının usulsüz tebliği karşısında; tebliğ konusu duruşmada davacının davayı ikinci defa takipsiz bıraktığı gerekçesi ile davanın açılmamış sayılmasına karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 05.02.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
17. Ceza Dairesi
ESAS:2018/1842
KARAR:2018/6080

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Hırsızlık, işyeri dokunulmazlığının ihlali, mala zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet

Antalya Bölge Adliye Mahkemesince; verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararların niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Suça sürüklenen çocuk …’ın 07.11.2017 ve 23.01.2018 tarihli dilekçelerinde “…dosyamın onaylanmasını istiyorum” şeklindeki temyizden vazgeçme talebinin, vazgeçme tarihi itibari ile 18 yaşından küçük olan suça sürüklenen çocuk hakkında hüküm ifade etmeyeceği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesi gereğince suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz talebine üstünlük tanınarak yapılan incelemede;

Sanık müdafiinin 22.01.2018 tarihli temyiz ve eski hale getirme talepli dilekçesinde, “Müvekkil … hakkında sayın mahkemeniz tarafından verilen karar tebliğ mazbatasında yazdığı üzere 10.07.2017 tarihinde iş yerinde daimi çalışana tebliğ ibaresi belirtilerek … … isimli şahsa tebliğ edilmiştir. İstinaf başvuru dilekçemde, süre tutum dilekçemde ve son duruşmada sunmuş olduğum yetki belgesinde belirtildiği üzere iş yerimin adresi Bahçelievler Mah. ….t/ANTALYA’dır. Bu durum vergi levham ile de sabittir. Bu adreste meslektaşım Avukat … …. … ile birlikte çalışmaktayız ve iş yerinde hiçbir zaman bir çalışanımız olmamıştır. Tebligatın ise Bahçelievler Mah. ….’daki meslektaşımız Av. … … çalışanına yapılmış olduğunu 19.01.2018 tarihinde sistemden öğrenmiş bulunmaktayım. Kararı tebellüğ eden … … Av. … … sigortalı çalışanı olduğuna ilişkin SGK evrakını ekte sunuyorum. Zabıta ve SGK araştırması ile de bu durum tarafınızdan açıklığa kavuşturulacaktır. Tebligat mazbatasındaki adres ise avukat olarak ilk çalıştığım yerin adresidir ve tebliğ alan kişi tebliğ zarfında adresi yazılı iş yeri olan … …. Bürosu’nda da hiç çalışmamıştır. Tebligat bu adrese de yapılmamıştır. Yukarıda açıkladığım sebeplerle tarafıma yapılmış olduğu iddia edilen tebligat, Tebligat Kanunu’na göre geçersiz olup, öğrenme tarihim olan 19.01.2018 tarihinin temyiz süremin başlangıç tarihi olarak kabul edilmesini talep ediyorum” eski hale getirme taleplerini belirttiği, ekte sunmuş olduğu SGK evrakı incelendiğinde tebliğ yapılan … … Av. … … çalışanı olduğu, müdafinin istinaf başvuru dilekçesinde adres olarak Bahçelievler Mah…. Manavgat/ANTALYA adresini gösterdiği, istinaf ilamının ise müdafiinin eski adresine gönderildiği anlaşılmakla suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz ve eski hale getirme talebi kabul edilerek yapılan incelemede;

Suça sürüklenen çocuk hakkında mala zarar verme suçundan kurulan ve 5271 sayılı CMK’nın 272-3.c maddesine göre istinaf yoluna başvurulamayacak olan hüküm ile ilgili olarak istinaf başvurusunun reddine dair kararın aynı Kanun’un 279. maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna tabi olduğunu tesbitle;

I-Suça sürüklenen çocuk hakkında işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;

Hükmolunan cezanın miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizleri mümkün olmadığından, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE,

II-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;

5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.”, aynı Kanun’un 294. maddesinin ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.” ve aynı Kanun’un 301. maddesinin ”Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin ceza miktarının fazla olduğuna yönelik olduğu belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede;

Mahkemenin alt sınırdan uzaklaşma gerekçesinin yeterli olduğu, suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, istinaf isteminin esastan reddine dair karar hukuka uygun bulunduğundan, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz nedenlerinin reddiyle, CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİNE, 30.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

GEREK TEBLİGATIN TARİHİ, GEREKSE KİME YAPILDIĞI HUSUSUNDA ÇELİŞKİ MEVCUT OLMASI HALİNDE TEBLİĞİN USULSUZ OLDUĞU

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/1941
KARAR:2019/392 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi : Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı olan bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen kararın temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu işin gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Dava düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı sözleşmenin geriye etkili olarak feshi ve tapudaki şerhin kaldırılması istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davanın kabulüne dair verilen hüküm davalı vekilince istinaf edilmiş, … Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nce başvurunun esastan reddine dair verilen karar, davalı vekili tarafından temyiz olunmuştur.

Davalı tarafından temyiz harcının eksik yatırılmış olması üzerine çıkartılan temyiz harcının ikmali muhtırası, dosyada bulunan tebliğ mazbatasında; 20.02.2018 tarihinde davalı vekili Avukat …’ın adresinde muhattabın bizzat kendisine tebliğ edildi şeklinde belirtilmiş, eksik temyiz harcı 26.02.2018 tarihinde ikmal edilmiştir. Davacı vekilinin 11.06.2018 tarihli dilekçe ekinde ibraz etmiş olduğu 04.05.2018 tarihli … … Başmüdürlüğü yazısında, söz konusu muhtıranın 16.02.2018 tarihinde işyerinde daimi çalışana tebliğ edildiği bilgisinin verildiği, bu haliyle gerek tebligatın tarihi, gerekse kime yapıldığı hususunda çelişki mevcut olduğu anlaşıldığından, gerçek tebliğ tarihi ile tebligatın yapıldığı şahsın araştırılmak suretiyle tebligattaki çelişkilerin giderilmesi ve özellikle tebligatın hangi tarihte yapıldığının kesin biçimde saptanması ile tebligat iadesine ilişkin kayıtlarda incelenerek ve dayanakları gösterilerek tutanağa bağlandıktan sonra dosyanın Dairemize gönderilmesi için Bölge Adliye Mahkemesi’ne GERİ ÇEVRİLMESİNE, 04.02.2019 gününde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

TAPU KAYDINDA İSİM DÜZELTİM DAVASI- KİMLİK BİLGİLERİ DÜZELTİLİRKEN, TAŞINMAZ MALİKİNİN DEĞİŞMEMESİ VE MÜLKİYET AKTARIMINA NEDEN OLUNMAMASI GEREKİR

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/1129
KARAR:2018/9900

“İçtihat Metni”
….

Taraflar arasında görülen tapu kaydında düzeltim davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ….’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, tapu kaydında düzeltim isteğine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan annesi … …. ait 1011 parsel sayılı taşınmaza ait tapu kaydında malik isminin “ ….. olarak yazıldığını ileri sürerek, anılan kaydın nüfus kayıtlarına uygun şekilde….. olarak düzeltilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddianın ispatlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Toplanan deliller ve dosya içeriğinden eski 1011 parsel (yeni 206 ada 61 parsel ) sayılı, tarla vasıflı 4.747,82 m2 büyüklüğündeki taşınmazın tamamının “ ….l” adına kayıtlı olduğu, taşınmazın kadastro tutanağının edinme sebebi olarak “ senetsizden, tapu kaydı bulunmayan bu gayrımenkul … kızı …. ‘nın satın almak suretiyle tahminen 50 seneyi mütecaviz bir zamandan beri nizasız ve fasılasız malik sıfatıyla zilyedinde iken 1945 yılında kızı ……. kayıtsız ve şartsız bağışladığı ve vergi kaydında bu yere ait olduğu ve … …..da halen nizasız ve fasılasız malik sıfatıyla zilyedinde ve tasarrufunda olduğu” hususunun belirtildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere tapu kaydında düzeltim davalarında taşınmazların, kadastro tespiti ya da tapuya tescili sırasında mülkiyet hakkı sahibinin adı, soyadı, baba adı gibi kimlik bilgilerinin kayda eksik ya da hatalı işlenmesi, kayıt düzeltme taleplerinin kaynağını oluşturur. Bu tür işlerde kimlik bilgileri düzeltilirken, taşınmaz malikinin değişmemesi, diğer bir anlatımla mülkiyet aktarımına neden olunmaması gerekir.

Hemen belirtmek gerekir ki, Bakanlar Kurulunun 27.07.2013 tarih ve 2013/5150 sayılı kararı ile kabul edilerek 17.08.2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni Tapu Sicili Tüzüğünün 75. maddesinde ‘’ (1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine;

a) Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber,

b) Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler, incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir.

(2) Zeminde inceleme, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılır ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenlenir. Zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinlenir; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır.

(3) Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkralar uygulanır.

(4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur. ‘’ düzenlemesine yer verilmiştir.

Yukarıda anılan Tüzüğün 75/4. maddesinde düzenlendiği üzere tapu kaydında düzeltim istemli bir dava açmadan evvel müdürlüklere başvuru yapılması zorunlu tutulmuş ise de, bu zorunluluğun müdürlüğün verdiği kararlara karşı itiraz yollarının tüketilmesi aşamasını kapsamadığı ortadadır.

O halde eldeki davada, davacıların tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğunu yerine getirdiği anlaşılmakla işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Öte yandan, taşınmazların, kadastro tespiti ya da tapuya tescili sırasında mülkiyet hakkı sahibinin adı, soyadı, baba adı gibi kimlik bilgilerinin kayda eksik ya da hatalı işlenmesi, kayıt düzeltme taleplerinin kaynağını oluşturur. Bu tür işlerde kimlik bilgileri düzeltilirken, taşınmaz malikinin değişmemesi, diğer bir anlatımla mülkiyet aktarımına neden olunmaması gerekir.

Bu tür işler, 6100 sayılı HMK’nin 382/9-ç maddesi gereğince çekişmesiz yargı usulüne göre sulh hukuk mahkemesinde ve taşınmazın aynına ilişkin bulunduğundan, aynı Kanunun 12. maddesi uyarınca taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde görülür ve işin niteliği itibarıyla maktu harç alınır.

Tapuda kayıt düzeltilmesi ve tespit taleplerini, tapu maliki ile mirasçıları isteyebilir.

Bunun yanı sıra, 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanununun 702. maddesinin son fıkrası gereğince ortaklardan her birinin topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabileceği ve bu korumadan bütün ortakların yararlanabileceği öngörüldüğünden elbirliği mülkiyetinde, ortaklardan her hangi biri de tek başına tapuda murisin kimlik bilgilerinin düzeltmesini isteyebilir. Ayrıca bu işlerin, bir başka dava nedeniyle verilen yetkiye dayanılarak açılması da mümkündür. Böyle bir yetki verildiğinde yetkiye dayanarak talep eden kişinin takip yetkisi vardır.

HMK’nin geçici birinci maddesi gereğince “Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmayacağından” kanunun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra yapılan taleplerin tapu müdürlüğüne ilgili sıfatıyla yöneltilerek yapılması gerekir.

Bu tür işlerde mahkemece sağlıklı bir inceleme yapılmalı ve kayıt maliki ile ismi düzeltilecek kişinin aynı kişi olduğu kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanmalıdır. Bu saptama yapılırken de aşağıda açıklanan yöntem izlenmelidir:
1-Kimlik bilgilerinde düzeltme yapılması veya tespiti istenen talep konusu taşınmazların tapu kayıtları (ilk tesis ve tedavülleriyle) ve kadastro tutanakları (tespit ve tescile esas alınan tüm dayanak belgeleriyle) ayrıca taşınmazlar kadastrodan sonra edinilmişse buna ilişkin tüm belgeler ile birlikte getirtilmelidir.

2-Nüfus müdürlüğünden, talep konusu taşınmazların tapu kayıtlarında malik olarak görünen kişi ile aynı kimlik bilgilerine sahip bir başka kişi veya kişilerin nüfus kayıtlarında bulunup bulunmadığı araştırılmalı, mevcut ise bu kişi veya kişiler duruşmaya çağrılarak telep konusu taşınmazlarda mülkiyet hakkı iddiaları bulunup bulunmadığı kendilerinden sorulmalı, kaydı düzeltilecek kişilerin nüfus kayıtları, tapu kayıtları ve dayanakları ile bağlantı kurulacak şekilde incelenmelidir.

3-Taşınmazın bulunduğu yerleşim yerinde zabıta aracılığı ile kayıt maliki ile aynı ismi taşıyan başka kişi veya kişilerin bulunup bulunmadığı da araştırılmalıdır.

4-İstem konusunda tanıklar dinlenmelidir.

5-Tüm bu araştırmalar sonucu hâlâ kesin bir kanaat oluşmamış ise mahallinde keşif yapılarak; tanıklar ve varsa tespit bilirkişileri taşınmaz başında dinlenmelidir.

Açıklanan bu hususlar çerçevesinde yapılacak inceleme ve araştırma sonucu, tapu ve nüfus bilgileri arasında bağlantı ve tutarlılık sağlandığında talebin kabulü yoluna gidilmelidir.

Talebin niteliği gereğince, yargılama harcı ve vekâlet ücreti maktu olarak belirlenmelidir.

Tapu müdürlüğü ilgili sıfatıyla yasal hasım olduğundan yargılama giderlerinden ve yargılama giderlerinden olan vekalet ücretinden sorumlu tutulmamalıdır.

Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hükme yeterli ve elverişli olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.

Hâl böyle olunca, yukarıdaki ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, tapulama tutanağında belirtilen 784 tahrir sıra nolu vergi kaydının ilgili merciinden istenmesi, yörede …. adında kişiler bulunup bulunmadığının zabıtaca, ayrıca kayıt maliki gözüken “ ….. kızı …… adında kayıtlı kişilerin olup olmadığının nüfus müdürlüğünden de araştırılması, gerektiğinde yerinde keşif yapılarak çekişmeli taşınmazın kim ya da kimler tarafından kullanıldığının saptanması, mahalli bilirkişiler belirlenerek keşif yerinde dinlenilmesi, böylelikle taşınmazın maliki ile davacının mirasbırakanının aynı kişi olup olmadığının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde saptanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

SONUÇ:Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

TAHSİS EDİLEN YAYLANIN KİRALANARAK YAYLADAN YARARLANMA HAKKI- ELATMANIN ÖNLENMESİ-YIKIM

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/1814
KARAR:2018/13333 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Elatmanın Önlenmesi-Yıkım

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup, hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay’ca incelenmesi bir kısım davalılar vekili ve asli müdahil vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 29.05.2018 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden … vekili Avukat … geldi. … vekili Avukat …geldi. … Bölge Müdürlüğü vekili Avukat … geldi, karşı taraftan … ve … bizzat geldiler. … bizzat ve vekili Avukat …geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR

Davacılar, … yaylası olarak maruf yaylanın … Komisyonunun 22.11.1958 günlü ve 60 numaralı kararı ile … köylerinden 12 aile ile birlikte 63 aileye intifa edilmek üzere dava dışı … köyü adına tahsis edildiğini, tahsis kararına göre … yaylasından … Köyünden 7, … Köyünden 3, … Köyünden 5 ve … Köyünden 1 ailenin istifade edeceğini, tahsis kararında adı geçen …’ın davacılardan …’ın babası, …’ın davacı …’ın dedesi, …’ın ise davacı …’a kira sözleşmesi ile kanuni intifa hakkını kullanmak üzere kiralayan şahıs olduğunu, davalıların … yaylasından yararlanma haklarının olmadığını, buna rağmen ev ve yapılar inşa etmek suretiyle çekişme konusu taşınmaza elattıklarını ileri sürerek, davalıların haksız elatmalarının önlenmesine ve yapıların yıkılmasına karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar, aralarında daha önceden sonuçlanan davalar sonucu kesin hüküm oluştuğunu, kendilerinin de yayladan yararlanma haklarının bulunduğunu belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.

Davaya müdahil olarak katılan …Müdürlüğü, taşınmazın Camii Şerifi, …Vakfı ve … vakfına ait olduğunu ileri sürerek çekişmeli taşınmazın adlarına tescilini talep etmiştir.
Dava, yararlanma hakkına dayalı yaylaya elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, davacıların dava konusu yayladan yararlanma hakkının bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davalıların elatmalarının önlenmesine ve davalılar tarafından yapılan yapıların yıkılmasına dair verilen karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 10.11.2009 günlü 2009/8786-12562 sayılı kararı ile “… somut uyuşmazlıkta davacılar, iddialarını … 47 numaralı Toprak Komisyonunun 22.11.1958 tarihli ve 60 sayılı kararına dayandırmıştır. Gerçekten, adı geçen kararda … yaylasının … köyünden 63 büyükbaş 520 küçükbaş hayvan varlığı olan 7 aileye, … köyünden 26 büyükbaş 80 küçükbaş hayvan varlığı olan 3 aile, Tekke köyünden 35 büyükbaş 150 küçükbaş hayvan varlığı olan 5 aile ile … köyünden 12 büyükbaş hayvan varlığı olan 1 aileye intifa hakkının verildiği anlaşılmaktadır. Görülüyor ki, 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile tahsise yetkili makam olan toprak tevzi komisyonu çekişme konusu … yaylasının intifa hakkını sadece davacılar ile bağlantısı kurulan ve komisyon kararına ek listede adı geçen kişilere değil yine ekli listede isminden söz edilen Çağlayan, Sinanlı, Tekke ve … köyünden başkaca kişilere de bırakmıştır.

Diğer taraftan davacılar … Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/48, aynı yer Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/11 ve 2001/15 esasında kayıtlı açtıkları davaların lehlerine güçlü delil olduğunu ileri sürmüşlerse de, anılan dava dosyalarının incelenmesinden; mahkeme kararları ile davacıların lehine olan intifa hakları üzerinde … Köyü Tüzel Kişiliğinin çıkardığı muarazanın giderilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Bu ilamlar davacılara sadece diğer intifa hakkı sahipleri gibi … yaylasından müştereken yararlanmaları hakkını sağlar.

Davacılara ilamların sağladığı hak bir mülkiyet hakkı olmadığından ve çekişmeli … yaylasında … Komisyonunun 22.11.1958 gün ve 60 sayılı kararında adları geçen davacılar dışındaki kişilerinde intifa hakları bulunduğundan bu yerde mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen sığınacak bina, ağıllar ile sosyal tesislerin yer alması olağandır. Bu gibi yapılar yaylaktan yararlanmanın gerektirdiği bir sonuçtur. Dolayısıyla …yaylasından müştereken yararlanma hakkı bulunan davacılar yaylada bulunması olağan yapıların kaldırılmasını isteyemez. Yapılan bu açıklamalara göre mahkemece davanın reddi gerekirken daha önceki ilamlarla davacılara tanınan intifa hakkı mülkiyet hakkı gibi değerlendirilerek istemin hüküm altına alınması doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir. ” gerekçesiyle bozulmuştur.

Bu defa davacılar tarafından karar düzeltme isteği sonucunda Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 23.02.2011 günlü 2011/1608-1958 sayılı kararı ile ” Ne var ki, çekişmeli Yayla’dan yararlanma hakkı tanıyan Toprak Komisyonu Kararının eldeki davanın davalılarını kapsayıp kapsamadığı yönünden yerel mahkemece hükme yeterli bir soruşturma yapılmış değildir.

Hal böyle olunca, davalıların 22.11.1958 tarih, 60 Sayılı Karar kapsamında yer alıp almadıklarının, diğer bir deyişle çekişmeli Yayla’dan yararlanma hakları bulunup bulunmadığının kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilmek suretiyle hüküm kurulması isabetsizdir. Açıklanan hususlar, karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan incelemede saptandığından; davacıların karar düzeltme isteğinin HUMK.’nun 440. maddesi uyarınca kabulüne, 14. Hukuk Dairesinin 10.11.2009 tarih 8786-12562 sayılı ilamının ortadan kaldırılmasına …” gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda davalıların çekişme konusu yaylada kullanma hakkı tanınan ailelerden olmadıkları gerekçesiyle davalı …’ ye yönelik davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davalılar bakımından davanın kabulü ile elatmalarının önlenmesine ve davalılar tarafından yapılan yapıların yıkılmasına, asli müdahil …Müdürlüğü’nün davasının reddine dair verilen karar, bir kısım davalılar vekili ve müdahil vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre müdahil …Müdürlüğü’nün temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2- Bir kısım davalılar vekilinin temyiz itirazına gelince;

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, … 47 numaralı Toprak Komisyonunun 22.11.1958 tarih, 60 sayılı kararından; çekişme konusu … Yaylası’nda … Köyü’nden 63 büyükbaş 520 küçükbaş hayvan varlığı olan 7 aileye, … Köyü’nden 26 büyükbaş 80 küçükbaş hayvan varlığı olan 3 aileye, Tekke Köyü’nden 35 büyükbaş 150 küçükbaş hayvan varlığı olan 5 aileye ve … Köyü’nden 12 büyükbaş hayvan varlığı olan 1 aileye intifa hakkı tanındığı, davacılardan …’ın kira sözleşmesi ile kanuni intifa hakkını kullanmak üzere kiralayan olduğu, dosya içeriğine alınan dava dosyalarının ;

a) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1953/112 E sayılı dosyası ile davacının … Köyü muhtarı … davalıların … v.d. olan elatmanın önlenmesi istekli davada mahkemece 25.05.1956 günlü 1956/65K sayılı ilamı ile davanın reddine dair verilen karar Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 24.11.1956 gün ve 1956/7546-5930 sayılı ilamı ile 1234 tarihli hücceti şeriye ve 1268 tarihli mektubun da nazara alınarak inceleme yapılması gerekçesiyle bozulduğu, bozma ilamınca 1957/98 E numarasını alan dosyada 1971/16 K sayılı ilamla 1234 ve 1236 tarihli hüccetler ve 1268 tarihli mektup içeriğine göre elatmanın önlenmesi davasının kabulüne karar verilerek kararın Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 02.03.1972 günlü 1972/1095-1124 sayılı ilamı ile bir kısım davalıların süresi geçtiğinden temyiz dilekçelerinin reddine, diğer davalıların temyiz itirzlarının reddiyle hükmün onanmasına karar verildiği, karar düzeltme isteğinin anılan Daire’nin 20.10.1972 günlü 1972/8081-6863 sayılı kararla reddine karar verildiği,

b) Yukarıda anılan mahkeme ilamına karşı davalılar … v.d.’nın 25.04.1973 tarihinde yargılamanın yenilenmesini talep ederek aşamalarda dosya numarasının1978/35E olduğu, Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 23.05.1985 tarihli merci tayini kararı sonucunda dosyanın … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1985/77E numarasını alarak anılan mahkemece 1989/27K sayılı kararı ile şeri ilamda adı geçen yerin Köknarderesi olmadığı gerekçesiyle yargılamanın yenilenmesi koşulları oluşmadığından davanın reddine karar verilerek, kararın Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 14.11.1989 günlü 1989/4819-9607 sayılı kararı ile onandığı,

c) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1976/18 D.iş sayılı dosyası ile davacılar … v.d. ‘nın aleyhine tedbir istenilen … Köyü Tüzelkişiliği’ne karşı açacakları elatmanın önlenmesi davasının sonuçlanıncaya kadar evlerin yıkılmasının engellenmesi amacıyla tedbir istenilmesi üzerine, mahkemece 09.06.1976 günlü karar ile isteğin kabulüne karar verildiği,

ç) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1977/6 D.iş sayılı dosyası ile davacılar … v.d. ‘nın … Köyü Tüzelkişiliği aleyhine tedbir istenildiği mahkemenin 10.06.1977 tarihli kararı ile tedbir isteğinin hüküm altına alındığı,

d) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1976/55E ve 1982/K sayılı dosyasında davacıların … v.d. davalının … Köyü Tüzelkişiliği olan yaylaya elatmanın önlenmesi istekli davada mahkemece davanın idari yargıda açılması gereken davalardan olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine dair verilen karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 29.11.1982 günlü 1982/4692-6753 sayılı ilamı ile davanın asliye hukuk mahkemelerinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle bozularak dava dosyası 1983/9E numarasını aldığı ve görevli olarak … Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderildiği, bu defa …Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1985/75E ve 1989/88K sayılı dosyası ile davanın mahkemece 19.04.1989 günlü karar ile reddine karar verildiği, kararın Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 1989/4817-9606 sayılı ilamı ile onanmasına karar verilerek, karar düzeltme isteğinin 16.03.1990 günlü 1990/339-2701 sayılı ilamı ile reddine karar verildiği, davacılar … … v.d. tarafından yargılamanın yenilenmesi talep edilse de talebin mahkemece 27.04.2001 günlü 2000/19E ve 2001/27K sayılı ilamı ile reddine karar verildiği,

e) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1996/58E ve 1999/24K sayılı dosyasında davacılar … v.d. davalı … Köyü Tüzelkişiliği arasında yaylaya elatmanın önlenmesi istekli davada mahkemece davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verildiği, kararın Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 02.11.1999 gün ve 1999/5763-7448 sayılı ilamı ile onanmasına karar verildikten sonra karar düzeltme isteği üzerine tahsis kararının hukuki geçerliliğini koruduğu ve … oğlu … mirasçısı olduğunu kanıtlayan …’ın davasının kabul edilmesi gerektiği diğer davacılar … ve …’in babaları sağ olduğundan bunların tahsis listesinde gösterilen aile reislerine nisbeten mirasçılıkları henüz doğmadığından karar düzeltme istekleri yerinde görülmediği yönünde 12.07.2000 günlü 2000/1344-4815 sayılı ilamı ile karar düzeltme isteğini adı geçen davacı yönünden kabul ettiği, davanın 2000/48E ve 2002/34K sayılı ilam ile davacı … bakımından davanın kabulüne karar verilerek Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 10.12.2002 günlü 2002/7763-8336 sayılı ilamı ile onanmasına karar verilerek, karar düzeltme isteğinin anılan Dairece 18.04.2003 günlü 2003/2482-3256 sayılı ilamla reddine karar verildiği,

f) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1996/59E ve 1999/25K sayılı dosyasında davacılar … Köyü Tüzelkişiği ve … davalı … Köyü Tüzelkişiliği arasında köknarderesi yaylasına davalıların elatmasının önlenmesi isteği ile açılan davanın mahkemece … Köyü Tüzelkişiliği bakımından kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle reddine, davacı … bakımından husumet nedeni ile reddine karar verildiği, kararın Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 02.11.1999 günlü 1999/5761-7447 sayılı ilamı ile onanmasına karar verildiği, karar düzeltme isteğinin anılan Dairece 12.07.2000 günlü 2000/1343-4814 sayılı kararla reddine karar verildiği,

g) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/15E ve 2002/35K sayılı dosyası ile davacılar … v.d.’nın davalı … Köyü Tüzelkişiliği aleyhine Alçakbel yaylasına elatmanın önlenmesi isteği ile açılan davada mahkemece davacı …’ın davasının kabulüne davacı …’ın davasının reddine dair verilen karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 10.12.2002 günlü 2002/7764-8338K sayılı ilamı ile kullanım hakkının kiralanmasının mümkün olduğu bu suretle davacı …’ın davasının dinlenme olanağı bulunduğu gerekçesiyle bozularak mahkemece 2003/11E ve 2003/22K sayılı ilamı ile davanın diğer davacı … bakımından da kabulüne karar verilmiş, karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 13.01.2004 günlü 2003/7877E ve 2004/114K sayılı ilamı ile onanmasına karar verilerek, karar düzeltme isteğinin de 12.10.2004 günü reddine karar verildiği,

ğ) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/3-4 D.iş sayılı dosyasında tedbir isteyen …’ın aleyhine tedbir istenilen … Köyü Tüzelkişiliği’ne karşı çekişmeli taşınmazın kullanım hakkına ilişkin dava süresince bina yapılmasının engellenmesi amacıyla tedbir talep ettiği, mahkemece 05.06.2001 tarihinde talebin kabulüne karar verildiği

h) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2002/7-8 D.iş sayılı dosyasında tedbir isteyen …’ın aleyhine tedbir istenilen …’e karşı çekişmeli taşınmaza inşa edilen evin yapımının durdurulması amacıyla açılan davanın mahkemenin 2000/48E sayılı dosyasının kesinleşmesine kadar 04.07.2002 tarihinde tedbire karar verildiği,

ı) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2003/27E sayılı dosyası ile davacılar … v.d. davalı … Köyü Tüzelkişiliği’ne karşı yapıların yıkılması istekli davada mahkemece 2004/16K sayılı ilam ile elatmanın önlenmesi kararının köy tüzelkişiliği aleyhine verildiği, yapıların gerçek kişilere ait olduğu gerekçesiyle davacılar … ve …’in davasının husumet yokluğundan reddine davacı … bakımından süresinde yenilenmediği gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına dair verilen karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 10.05.2005 günlü 2005/1228-4486 sayılı ilamı ile onanarak taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulmadığından 29.06.2005 tarihinde kesinleştiği,

i) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/6-8 D.iş sayılı dosyası ile davacılar … v.d.’nın dava konusu yaylaya mütecaviz kimselerin isim ve evlerinin tespitinin istenildiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, bozma kararına uyulmuş olmakla kazanılmış hak (usûli müktesep hak) kuralı uyarınca bozma kararında gösterilen şekilde inceleme yapılarak belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verilmesi zorunludur. Bu hususun kamu düzeniyle ilgili olduğu tartışmasızdır.

Ne var ki; mahkemece bozma kararına uyulmasına rağmen, bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir.

Şöyle ki, bozma kararı uyarınca Toprak Tevzi Komisyonunun 22.11.1958 günlü ve 60 numaralı kararına ekli listede adı geçen ailelerin davalıları kapsayıp kapsamadığı tespit edilmiş değildir.

Hal böyle olunca, davalılar vekilinin sunduğu ve sunacağı veraset ilamları ile 60 numaralı komisyon kararı uyarınca davalıların yaylada intifa hakkı sahibi ailelerden veya mirasçılardan olup olmadığının kesin olarak tespit edilmesi gerektiği halde bu yönde denetime elverişli bilirkişi raporu alınması gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek sonuca gidilmesi doğru değildir.

3- Bilindiği gibi elatma haksız eylem olup, elatmanın önlenmesi davaları da fiilen elatan kişi ya da kişiler aleyhine açılır.

Somut olayda ise; mahkemece hükme yeterli bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.

Şöyle ki; davalıların elatmalarının önlenmesine ve yıkıma karar verildiği halde hangi davalının nereyi kullandığı ve hangi yapıların davalılar tarafından kullanıldığı tespit edilmiş değildir.

Hal böyle olunca, aralarında harita mühendisi, inşaat mühendisi ve … mühendisinin de bulunduğu alanında uzman üç kişilik bilirkişi heyeti oluşturulmak suretiyle mahallinde yeniden keşif yapılması, elatılan yerin tespit edilmesi hangi davalının hangi evi kullandığının saptanması, her bir nokta krokiye yansıtılarak işaretlenmesi, toplanacak olan delillerin toplanan diğer delillerle birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.

4- Kabule göre de, çekişme konusu taşınmazda kadastro çalışması ve mera komisyonu çalışması yapılıp yapılmadığı ve bu hususta tutanak tanzim edilip edilmediğinin saptanmamış olması da doğru değildir.

SONUÇ: Bir kısım davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz olunan kararın (2), (3) ve (4) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müdahil Müdürlüğü’nün temyiz itirazlarının (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle REDDİNE, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 1.630,00 TL Avukatlık Ücreti’nin davacılardan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalılara verilmesine, taraflarca HUMK’nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 29.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİLİ- İNANILANIN TAŞINMAZI ÜÇÜNCÜ KİŞİYE SATMASI

T.C

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2006/3653

KARAR: 2006/5292

Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptal-tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, sözleşme uyarınca alınan borç para miktarının belirtilen ödeme tarihinden yasal faizi ile birlikte davalı Mehmet’e ödenmek suretiyle çekişmeli taşınmazın tapusunun iptali ile temlik alan Nazife adına tesciline karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden dava konusu 1 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu dubleks dükkânın davacı Serkan ile davalı Mehmet arasında düzenlenen “sözleşme” başlıklı tarihsiz belge uyarınca davalı Mehmet’e 12.12.2000 tarihinde satış suretiyle temlik edildiği, bilahare anılan yerin 21.03.2002 tarihli akitle dava dışı taşınmazlarla birlikte vekili Nihat aracılığıyla Yüksel’e satış yoluyla intikal ettirildiği görülmektedir.

Öte yandan davacının Borçlar Kanunu’nun 162. maddesi uyarınca eldeki davadaki hakkını Nazife’ye temlik ettiği de anlaşılmaktadır.

Davacı, söz konusu ilişki içerisinde temlik ettiği taşınmaza ilişkin isteğini inanç sözleşmesine dayandırmıştır.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırın bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı,aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı) gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan TMK’nın 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel Kurulu’nun 23.05.1990 gün ve 1990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir (Borçlar Kanunu m. 81). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanunu’nun 19 ve 20. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ifa uğruna edim” olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkânsız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasası’nın 18. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı Bileştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.

Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi ve en geç sözleşme konusu işlem tarihinde düzenlenmiş olması gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılmaz.

Somut olaya gelince; taraflar arasındaki “sözleşme” başlıklı belgenin yukarıda açıklanan 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında belirtilen anlamda inanç sözleşmesi niteliğini taşıdığı sonucuna varılmaktadır.

Yine yukarıda ifade edildiği üzere, inanç sözleşmesi ile taşınmazı temellük eden kişinin taşınmazı 3. kişiye temlikine bir engel yoktur. Nitekim davalı Mehmet, taşınmazı Yüksel’e satış suretiyle devretmiştir. Bu temlikin taraflar arasında mevcut olan sözleşmeyi hükümsüz kılmaya yönelik olduğu iddiası da kanıtlanmış değildir.

Bütün bu olgular karşısında mahkemece yapılacak işin; davacı Serkan’ın davalı Mehmet’ten aldığı borcun sözleşmede belirlenen ödeme tarihinden itibaren dava tarihine kadar ulaştığı faizli bakiyesi ile o tarih itibariyle temlik konusu taşınmazın değerinin belirlenmesi, borcun taşınmazın değerinden mahsubu ile bakiyesinin inanç sözleşmesinin tarafı olan davalı Mehmet’ten tahsili ile temlik alan davacı Nazife’ye ödenmesinden ibaret olacağı kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan hususlar gözetilmek suretiyle gerekli araştırmanın yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

SONUÇ:Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine 08.05.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Exit mobile version