İŞ KAZASININ GERÇEKLEŞMESİNDE YÜZDE YÜZ KAÇINILMAZLIĞIN ETKİLİ OLMASI NEDENİYLE NİMET VE KÜLFET DENGESİNİN SAĞLANMASI AÇISINDAN KAÇINILMAZLIĞIN YÜZDE ALTMIŞININ İŞVERENE YÜKLENMESİ

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/115
K. 2017/2948
T. 10.4.2017

ÖZET : Dava, iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahibi yakınları olan eş, anne ve babasının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir. Somut olayda iş kazasının gerçekleşmesinde % 100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu tesbit edildiğine göre yasal ilkeler göz önünde bulundurularak, özellikle nimet ve külfet dengesinin sağlanması açısından kaçınılmazlığın % 60’ı davalı işverene yüklenmek suretiyle davalı işverenin sorumluluğunun belirlenmesi gerekirken, davalının kaçınılmazlığın %50’si oranında sorumluluğunu doğuracak şekilde ve olayda uygulanma ihtimali bulunmayan hakkaniyet indirimine yönelik hukuki düzenlemeye atıfla, davalı işverenin sorumluluğu hafifletilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 55. maddesinde yer alan “kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemelerin zarar veya tazminattan indirilemeyeceği” düzenlemesi dikkate alındığında iş kazasının gerçekleşmesinde %100 oranında kaçınılmazlık faktörünün etkili olması sebebiyle davacı eş ve anneye bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin rücuya kabil olmaması sebebiyle tazminat alacağından indirilmesinin mümkün olmadığı gözetilmeden, bağlanan gelirin tazminat alacağından indirilmek suretiyle karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur. Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de; hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir. Davacı eş için takdir edilen manevi tazminat ile davacı anne ve babanın her biri için takdir edilen manevi tazminatın az olduğu açıktır. Öte yandan “Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer” şeklindeki düzenlenme karşısında iş kazası sebebiyle takdir edilen tazminat alacakları için davalı şirketin daha önce temerrüde düşürüldüğünün ispat edilememiş olması sebebiyle sigorta şirketinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması gerekirken; kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması sonucunu doğuracak şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

DAVA : Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davacı ve davalılardan … Sigorta A.Ş. vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:

KARAR : 1-) Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici nedenlere göre, Davacıların ve Davalı A.Ş.’nin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,

2-) Dava, iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahibi yakınları olan eş, anne ve babasının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece davacı eş lehine 18.870,33 TL maddi, 10.000 TL manevi tazminatın, davacı anne ve baba lehine ise 7.500 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 16.01.2007 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle ve sigorta şirketi yönünden poliçe limitleri ile sınırlı olmak üzere müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılara verilmesine, davacı anne ve babanın maddi tazminat talebinin ise reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden, davacıların desteği sigortalı …’ın davalı … Ür. San İhr. A.Ş.’de kamyon şoförü olarak çalışırken, 16.01.2007 tarihinde …’dan yüklediği kumaşları …’a götürdüğü esnada bölünmüş karayolunda hareket halinde iken, sol ön lastiğin patlaması neticesinde meydana gelen tek taraflı trafik kazası neticesinde vefat ettiği, olayın Kurum tarafından iş kazası olarak kabul edildiği, itibar olunan kusur raporuna göre olayın gerçekleşmesinde %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu, mahkemece %100 kusur üzerinden ve davacı eş ve anne için bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri davacıların maddi tazminat istemlerinden tenzil edilmek suretiyle yapılan hesabın hükme esas alındığı ve gerekçede işaret olunduğu şekilde tazminat alacaklarından %50 oranında hakkaniyet indirimi yapılarak maddi tazminatlar hakkında karar verildiği anlaşılmaktadır.

Kaçınılmazlık, hukuksal ve teknik anlamda, fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder.

Bir olayın tamamen kaçınılmazlık sonucu meydana geldiğinin saptanması halinde hakim, işverenin sorumluluğunu, Borçlar Kanunu’nun 43. maddesini gözönünde tutarak hakkaniyet ölçüsünde saptamalıdır. Her iki taraf yönünden % 50’şer sorumluluğun paylaştırılması ilk bakışta uygun görünebilirse de, işçi-işveren arasındaki bu tür davalarda tarafların ekonomik ve sosyal durumlarının göz önünde bulundurulması halinde; işverene biraz daha fazla sorumluluk verilmesi; sosyal hukuk devleti ilkesi gereği düşünülebilir. Yargıtay’ın yerleşik uygulaması da bu yöndedir. Somut olayda iş kazasının gerçekleşmesinde % 100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu tesbit edildiğine göre yukarda söz edilen ilkeler göz önünde bulundurularak, özellikle nimet ve külfet dengesinin sağlanması açısından kaçınılmazlığın % 60’ı davalı işverene yüklenmek suretiyle davalı işverenin sorumluluğu belirlenmesi gerekirken, davalının kaçınılmazlığın %50’si oranında sorumluluğunu doğuracak şekilde ve olayda uygulanma ihtimali bulunmayan hakkaniyet indirimine yönelik hukuki düzenlemeye atıfla, davalı işverenin sorumluluğu hafifletilmek suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6101 Sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 2. maddesine göre “Türk Borçlar Kanununun kamu düzenine ve genel ahlaka dair kuralları, gerçekleştirildikleri tarihe bakılmaksızın bütün fiil ve işlemlere uygulanır” Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri, Kurumca bağlanan gelirlerin peşin sermaye değerinin ve geçici işgöremezlik ödeneklerinin hesaplanan zarardan indirilmesi, Kurumun rücu hakkının korunması ve mükerrer ödemeyi önleme ilkesine dayandığından, kamu düzenine dair olarak kabul edilmiştir. Kaldı ki, 6098 Sayılı Kanun’un 55. maddesi de emredici bir hükme yer verdiğinden gerçekleştiği tarihe bakılmaksızın tüm fiil ve işlemlere uygulanmalıdır.

Bu açıklamalara göre 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunun 55.maddesinde yer alan “kısmen veya tamamen rücu edilemeyen sosyal güvenlik ödemeleri ile ifa amacını taşımayan ödemelerin zarar veya tazminattan indirilemeyeceği” düzenlemesi dikkate alındığında iş kazasının gerçekleşmesinde %100 oranında kaçınılmazlık faktörünün etkili olması sebebiyle davacı eş ve anneye bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değerinin rücuya kabil olmaması sebebiyle tazminat alacağından indirilmesinin mümkün olmadığı gözetilmeden, bağlanan gelirin tazminat alacağından indirilmek suretiyle karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

3-) Manevi tazminata yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde, Gerek mülga B.K’nun 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 Sayılı T.B.K’nun 56. maddesi hükmüne göre Hakim, ölenin yakınlarına manevi tazminat olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebilir. Hakimin manevi zarar adı ile ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır. Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna dair zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sınırı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin Duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 tarihli ve 7/7 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şartlar da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Manevi tazminatın tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de; hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir.

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. ( HGK 23.6.2004, 13/291-370)

Bu ilkeler gözetildiğinde, davacı eş için takdir edilen 10.000 TL manevi tazminat ile davacı anne ve babanın her biri için takdir edilen 7.500 TL manevi tazminatın az olduğu açıktır.

4-)Gerek olay tarihinde yürürlükte bulunan Mülga 818 Sayılı BK’nun 101.maddesinde gerekse karar tarihinde yürürlükte bulunan 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun 117.maddesindeki düzenlemeye göre ”Muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer” şeklindeki düzenlenme karşısında iş kazası sebebiyle takdir edilen tazminat alacakları için davalı … şirketinin daha önce temerrüde düşürüldüğünün ispat edilememiş olması sebebiyle sigorta şirketinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması gerekirken; kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizden sorumlu tutulması sonucunu doğuracak şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, Davacıların ve Davalı A.Ş’nin bu yöne dair temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde temyiz eden davacı ve davalı A.Ş’ne iadesine, 10.04.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KADASTRO ESNASINDA VERİLEN MUVAFAKAT BEYANI- MURİS MUVAZAASI- MAL KAÇIRMA-TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI,

T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS:1992/2897
KARAR:1994/6380
TARİH:14.05.1994

İlgili Kanunlar:

BORÇLAR KANUNU md.18,
TAPU KANUNU md.26,
3402 SY. KADASTRO KANUNU md.13

TAPU İPTAL VE TESCİL DAVASI,
MURİS MUVAZAASI,
MUVAZAA,
MAL KAÇIRMA

Yanlar arasında görülen Tapu iptali ve Tescil davası sonunda yerel mahkemece verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar yasal süre içerisinde davalı vekili tarafından duruşma isteğiyle temyiz edilmekle, duruşma isteği değer yönünden reddedilerek dosya incelendigereği görüşülüp düşünüldü:

Dava,B.K’nun 18. maddesinden kaynaklanan muvazaa hukuksal nedenine dayalı Tapu iptal ve Tescil isteğine ilişkindir.

Çekişmeli taşınmazlara ait davalı adına olan tapular asıl kayıt sahibi müşterek miras bırakanın Tapulama sırasında kadastro teknisyeni huzurunda verdiği ve imzası tahdında tapulama tutanağına alınan bu yerlerin davalı adına tesbitine muvafakat beyanı nedeniyle oluşmuştur.

Davacılar, murisin yaptığı bu tasarrufun bedelsiz olup kendilerinden mal kaçırmak amacına yönelik bulunduğunu, taşınmazların davalı üzerine geçirilmesinde satışın değil, bağışın üstün tutulduğunu, mülkiyetin devrinin muvazaa ile illetli olduğunu, bu itibarla geçersiz olduğundan asıl amaçlanan bağış sözleşmesinin de bu konuda açık bir beyan taşımadığı için biçim koşulundan yoksun olduğu cihetle geçersiz bulunduğunu ileri sürerek iptal istemişlerdir.

Gerçekten tapulu taşınmazlarda mülkiyeti nakleden akitlerin resmi biçimde yapılması M.K’nun 634.B.K’nun 2l3 ve Tapu kanununun 26.maddesi hükümleri gereğidir. Nevarki,gerek dava konusu taşınmazların tapulama tesbitlerinin yapıldığı tarihte yürürlükte olan 766 sayılı tapulama yasasının 32/B maddesinde, gerekse 9.Ekim 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Yasasının 13/B. maddesinde bu kanunların genelde bir tasfiye yasası olmaları nedeniyle M.K’nun 634 ve M.K’nun 213. maddesinde mülkiyetin naklinde öngörülen buyurucu nitelikteki hükümlere ayrık bir düzenleme getirilmiştir. Buna göre kayıt sahibinin tapulama sırasında Kadastro teknisyeni huzurunda taşınmazının zilyedi adına tesbit ve tesciline, muvafakatının bildirilmesi, mülkiyetin zilyed adına geçirilip, onun üzerine tesbitin yapılabilmesi için yeterli kabul edilmiştir. Eş anlatımla, kadastro teknisyeni huzurunda verilen muvafakat bildirimi, resmi memur önünde serbest irade ile belirtilen tescil isteme beyanı olarak görülmüştür. Kayıt sahibinin zilyed adına tesbite muvafakat beyanının haricen satış gibi yada başka bir nedene dayanılarak ileri sürülmüş olması da bu kabulde sonuca etkili değildir. Öte yandan, çekişmeli taşınmazlardan 37 ve 111 parsellerin öncesi tapusuzdur.

Tapusuz taşınmazlar üzerindeki zilyedlikten ibaret hakkın devrine ilişkin sözleşmeler ise, hiç bir şekil şartına bağlı olmadığından geçerlidir. Teslim ile mülkiyet alıcısına geçer. Hal böyle olunca, Mahkemece çekişmeli taşınmazlara ait davalı üzerine oluşan sicillerin dayanağı bağış akdinin gerekli biçim koşulunu da taşıdığı cihetle geçerli bulunduğu bu yerlerdeki mülkiyetin davalıya geçtiği gözetilerek davanın reddi gerekirken muvazaanın varlığından söz edilerek, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru olmadığı gibi, kabule göre de davalı üzerinde kayıtlı olmayan 63 parsele ilişkin iptal kararı verilmesi de isabetsizdir.

SONUÇ: Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü H.U.M.K’nun 428ci maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 14.5.1994 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE KAVGA – EŞİT DAVRANMA İLKESİ- KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ALACAKLARI

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2011/5941
KARAR:2013/11521

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin ücreti ile fazla çalışma ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, iş sözleşmesinin kavga gerekçesiyle işverence feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatı ile izin ücreti ve fazla çalışma ücreti alacaklarını istemiştir.

B) Davalıların Cevabının Özeti:
Davalılar vekili, davacının işyerinde ve mesai saatinde, işyerinde çalışan diğer üç işçi ile kavga ettiğini, kavgayı başlatanın davacı olduğunu, iş akdinin bu kavga nedeniyle haklı olarak feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı davacı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar arasındaki uyuşmazlık, iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı bir sebeple feshedilip edilmediği, işverenin eşit davranma borcuna aykırı davranıp davranmadığı ve bu bağlamda davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanıp kazanmadığı noktasında toplanmaktadır.
Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bununla birlikte eşit davranma borcu tüm işçilerin hiçbir farklılık gözetilmeksizin aynı duruma getirilmesini gerektirmeyip, eşit durumdaki işçilerin farklı işleme tabi tutulmasını önlemeyi amaç edinmiştir.

“Eşitlik İlkesi” en temel anlamda T.C. Anayasasının 10 uncu ve 55 inci maddelerinde ifade edilmiş, 10 uncu maddede “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir” kuralına yer verilmiştir. 55 inci maddenin kenar başlığı ise “Ücrette Adalet Sağlanması” şeklindedir.

Bundan başka eşit davranma ilkesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı, Avrupa Ekonomik Topluluğu Andlaşması, Uluslararası Çalışma Örgütünün Sözleşme ve Tavsiye Kararlarında da çeşitli biçimlerde ele alınmıştır.

İstihdam ve Meslek Konularında Kadın ve Erkeğe Eşit Muamele ve Fırsat Eşitliği İlkesinin Uygulanmasına Dair 5 Temmuz 2006 tarihli Avrupa Parlamentosu ve Konseyinin 2006/54/EC Sayılı Direktifinin “Analık (Doğum) İzninden Dönüş” başlıklı 15 inci maddesinde, “doğum iznindeki bir kadının, doğum izninin bitiminden sonra işine veya eşdeğer bir pozisyona kendisi için daha dezavantajlı olmayan koşul ve şartlarda geri dönmeye ve çalışma koşullarında yokluğu sırasında yararlanmış olacağı her türlü iyileştirmeden yararlanmaya hakkı vardır” şeklinde kurala yer verilerek, doğum iznini kullanan kadın işçi yönünden işverenin eşit davranma borcuna vurgu yapılmıştır.
4857 sayılı İş Kanunu sistematiğinde, eşit davranma borcu, işverenin genel anlamda borçları arasında yerini almıştır. Buna karşın eşitlik ilkesini düzenleyen 5 inci maddede, her durumda mutlak bir eşit davranma borcu düzenlenmiş değildir. Belli bazı durumlarda işverenin eşit davranma borcunun varlığından söz edilmiştir. Dairemiz kararlarında “ esaslı nedenler olmadıkça” ve “biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça” bu yükümlülüğün bulunmadığı vurgulanmıştır (Yargıtay 9.HD. 25.7.2008 gün 2008/ 27310 E, 2008/ 22095 K.).
İşverence, işçiler arasında farklı uygulamaya gidilmesi yönünden nesnel nedenlerin varlığı halinde eşit işlem borcuna aykırılıktan söz edilemez( Yargıtay 9.HD. 2.12.2009 gün, 2009/33837 E, 2009/ 32939 K).
4857 sayılı Yasanın 5 inci maddesinin ilk fıkrasında, dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi sebeplere dayalı ayrım yasağı getirilmiştir. Belirtilen bu hususların tamamının mutlak ayrım yasağı kapsamında ele alınması gerekir. Eşit davranma ilkesinin uygulanabilmesi için aynı işyerinin işçileri olma, işyerinde topluluk bulunması, kolektif uygulamanın varlığı, zamanda birlik ve iş sözleşmesiyle çalışmak koşulları gerekmektedir.
Yasanın 5 inci maddesinin ikinci fıkrasında tam süreli – kısmî süreli işçi ile belirli süreli – belirsiz süreli işçi arasında farklı işlem yapma yasağı öngörülmüş, üçüncü fıkrada ise cinsiyet ve gebelik sebebiyle ayrım yasağı düzenlenmiş ve bu durumda olan işçiler bakımından iş sözleşmesinin sona ermesinde de işverenin eşit davranma borcu vurgulanmıştır. Bununla birlikte, işverenin işin niteliği ile biyolojik nedenlerle faklı davranabileceği bahsi geçen hükümde açıklanmıştır.

Yine değinilen maddenin dördüncü ve beşinci fıkralarında, işverenin ücret ödeme borcunun ifası sırasında ayrım yapamayacağından söz edilmektedir. Burada sözü edilen ücretin genel anlamda ücret olduğu ve ücretin dışında kalan ikramiye, pirim v.b. ödemleri de kapsadığı açıktır.

Bundan başka 4857 sayılı Kanunun 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasının (a) ve (b) bentlerinde sözü edilen sendikal nedenlere dayalı ayrım yasağı da mutlak ayrım yasağı kapsamında değerlendirilmelidir. Yasanın 5 inci maddesiyle 18 inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan haller sınırlayıcı olarak düzenlenmiş değildir. İşçinin işyerinde olumsuzluklara yol açmayan cinsel tercihi sebebiyle ayrım yasağı da buna eklenebilir. Yine siyasî sebepler ve dünya görüşü gibi unsurları esas alan bir ayrımcılık da korunmamalıdır.

İşverenin eşit davranma borcuna aykırı davranmasının yaptırımı değinilen Yasanın 5 inci maddesinin altıncı fıkrasında düzenlenmiştir. Anılan hükme göre işçinin dört aya kadar ücreti tutarında bir ücretten başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep imkânı bulunmaktadır. Söz konusu fıkra metni emredici nitelikte olduğundan, anılan hükme aykırı olan sözleşme kuralları geçersizdir. Geçersizlik nedeniyle ortaya çıkan kural boşluğu eşit davranma ilkesinin gereklerine uygun olarak doldurulmalıdır.

Eşit davranma borcuna aykırılığı ispat yükü işçide olmakla birlikte, anılan maddenin son fıkrasında yer alan düzenlemeye göre işçi ihlalin varlığını güçlü biçimde gösteren bir delil ileri sürdüğünde aksi işveren tarafından ispatlanmalıdır.

Somut olayda, davacı işçi ile aynı işyerinde çalışan üç işçinin mesai saatleri içerisinde ve işyerinde kavga ettikleri ve kavgada üç işçinin davacı işçiyi dövdükleri (kasten yaraladıkları) tanık beyanları ve dosya kapsamından açıkça anlaşılmaktadır. Yine tanık beyanlarından, davacı işçinin diğer üç işçiden birine küfretmek suretiyle kavgayı başlattığı sabittir.

Bu kavga nedeniyle davacı işçinin iş akdi işveren tarafından feshedilmiştir. Ancak kavgaya karışan diğer üç işçinin iş akitleri feshedilmemiştir.

Mahkeme “Dosyada toplanan delillere göre davacının davalı iş yerinde çalışırken aynı iş yerinde çalışan mesai arkadaşlarına küfür etmek suretiyle kavganın başlamasına sebebiyet verdiği ve bu olay nedeniyle işçilerin birbirlerini darp ettikleri davacının bu nedenle iş yerinden çıkarıldığı ve bu çıkarma işleminin iş kanunu hükümlerine göre işverene haklı nedenle fesih yetkisi verdiği anlaşıldığından…” gerekçesiyle davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar vermiştir.

Öncelikle davacı işçinin, diğer işçilerden birine küfretmesi küfredilen işçi ve arkadaşlarına davacı işçiyi dövme (kasten yaralama) hak ve yetkisi vermez. Davacı işçinin, diğerlerine küfretmesi eylemi suç oluşturmakta ise de diğer işçilerin davacı işçiyi kasten yaralamaları da suç oluşturmaktadır.

Ayrıca yukarıda yazılı ilke karamızda da açıkça belirtildiği üzere eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup, iş hukuku bakımından işverene işyerinde çalışan işçiler arasında haklı ve objektif bir neden olmadıkça farklı davranmama borcu yüklemektedir. Bu bakımdan işverenin yönetim hakkı sınırlandırılmış durumdadır. Başka bir ifadeyle işverenin ayrım yapma yasağı işyerinde çalışan işçiler arasında keyfi biçimde ayrım yapılmasını yasaklamaktadır. Bu bağlamda, her ne kadar kavgayı başlatan ve kavganın tarafı olan davacı işçinin bu eylemi işverene iş akdini haklı olarak feshetme hak ve yetkisi verse de işveren bu hakkını eşit davranma borcuna aykırı şekilde kullanamayacaktır. Bir başka anlatımla, işveren tarafından sadece davacı işçinin iş akdinin feshedilmesi, diğer üç işçinin iş akitlerinin feshedilmemesi işverenin eşit davranma borcuna aykırı olup işveren tarafından gerçekleştirilen feshi haksız hale getirecektir. Bu nedenle, iş akdi işveren tarafından haksız olarak feshedilen davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin kabulüne karar vermek gerekirken taleplerin reddine karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 10/04/2013 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillere kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün onanması gerektiğini düşündüğümden sayın çoğunluğun bozma düşüncesine katılmıyorum. 10.04.201

KAVGADA İLK SALDIRAN İŞÇİNİN KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI ÖDENMEDEN İŞTEN ÇIKARMA

T.C
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2015/23468
KARAR:2018/20721

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili; davacının davalı işyerinde 28.01.2008-14.02.2014 tarihleri arasında garson olarak çalıştığını, davacının en son aylık ücretinin net 1.050 TL. olduğunu, iş akdinin davalı tarafından haksız olarak feshedildiğini iddia ederek; kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili; davacının 28.01.2008 tarihinde çalışmaya başladığını, 13.02.2014 tarihinde sosyal tesislerdeki kafeteryada personel ve müşterilerin hazır oldukları sırada diğer garson …’na darp amaçlı saldırdığını, görevlilerin durumu tutanakla tespit ettiklerini, davacının savunmasının alındığını ve davalı kooperatif yönetim kurulunun toplanarak davacının iş akdini İş Kanunu’nun 25/II maddesine göre haklı sebeple sona erdirdiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Dosyadaki bilgi ve belgelerden; olay tarihinde davacının işyeri arkadaşlarından … ile adisyon fişi nedeniyle tartıştığı, tartışmanın devamında barın arkasında bulunan …’na vurmak için barın üzerinden zıplamaya çalıştığı, ancak bunu gerçekleştiremediği, devamında da normal girişinden bara girerek …’na saldırdığı, kavgayı başlatanın ve ilk saldırıp, vuranın davacı olduğu anlaşılmaktadır.

Kavgayı başlatan ile saldırıya maruz kaldığı için kendini savunmaya çalışan işçilere fesih bakımından farklı davranılması, yani kavgayı başlatanın işten çıkartılıp diğerinin çıkartılmaması, durumları aynı olmadığı için eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmez.

Davalı işverenin davacı işçiyi başka bir işçiye saldırması nedeniyle iş akdini feshi 4857 sayılı Yasa’nın 25/2-d maddesi uyarınca haklı olduğundan, davacının kıdem ve ihbar tazminatları taleplerinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulü hatalıdır.

F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 15.11.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE KAVGA – İŞ SÖZLEŞMESİNİN HAKLI NEDENLE FESHİ- İŞÇİLİK ALACAKLARI

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS:2015/2677
KARAR:2018/1954

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Bursa 4. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 26.02.2013 tarihli ve 2011/618 E., 2013/100 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 15.10.2014 tarihli ve 2014/20066 E., 2014/27916 K. sayılı kararı ile:

“…Davacı vekili, müvekkili işçinin iş sözleşmesinin haklı sebep olmadan işverence feshedildiğini, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedildiğini bu sebeple dava konusu alacaklara hak kazanılmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Taraflar arasında, davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarına hak kazanıp kazanmadığı noktasında uyuşmazlık vardır.

Somut olayda, davalı işyerinde montaj ustası olarak çalışan davacının iş sözleşmesi 03.05.2011 de şirket çalışanına fiili ve sözlü saldırıda bulunması sebebiyle uyarıldığı halde yine aynı kişiye karşı eylemlerini tekrar ettiği gerekçesiyle haklı sebeple feshedilmiştir. Davacı savunmasında, davalı işyerinde çalışan…’ın çalıştığı tarafa daldığını bu esnada…’ın kendisine kafa sallayarak ağzını kıpırdattığını gördüğünü kendisinin…’ın yanına giderek küfür edip etmediğini sorduğunu onunda nasıl kabul ediyorsan dediğini birbirlerinin üstüne gittiklerini beyan etmiştir. Davalı işyerinde çalışanlar tarafından düzenlenen tutanak ile davacının, diğer işçinin çalışma bölgesine giderek işçiyi kışkırttığı ve olayın kavgaya dönüştüğü belirtilmiştir. Davacı şahitlerinin görgüye dayalı bilgisi bulunmamaktadır. Dinlenen davalı şahidi Rıdvan Mert, davacının eksik çay verilmesi sebebi ile başka çalışana bağırdığını,…’ın da davacının bağırmamasını istediğini, davacının…’ın çalıştığı bölüme geldiğini ve ona küfür ettiğini daha sonra karşılıklı küfürleşmeler olduğunu bu olaydan bir ay sonra taraflar arasında yine tartışma olduğunu ancak tartışmanın sebebini ve kimin başlattığını bilmediğini bildirmiş, diğer davalı tanığı … ise, davacı ile aralarında birden fazla tartışma olduğunu, ilk olarak izinden döndüğünde davacının kendisinden izin almadan izne gitmesi sebebiyle küfür ettiğini, daha sonra davacının çaycıya kızması sebebi ile araya girdiğini kendisine karışmamasını söylediğini, en son olarak karşılıklı bakışmalar sonucunda davacının kendisinin yanına gelerek “birşey mi söylüyorsun, birşey mi oldu” diye sorduğunda kendisinin “ne anladıysan o” şeklinde cevap verdiğini bunun üzerine sen bana küfür ettiysen diyerek küfür etmeye başladığını beyan etmiştir.

Dosya kapsamına ve özellikle işyeri tutanaklarıyla inandırıcı ve samimi görülen davalı şahit beyanlarına göre, davacının çalışma bölgesini terk edip dava dışı işçinin yanına giderek tartışmayı başlattığı, davacı ile dava dışı işçinin kavga ettiği, davacının ve kavgaya taraf olan dava dışı işçinin yazılı savunmalarında bu durumu kabul ettikleri anlaşılmıştır. Hal böyle olunca davacının işverenin diğer işçisine sataştığı ve feshin haklı sebebe dayandığı kabul edilmelidir. Bu sebeple kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi yerine yazılı gerekçe ile kabulüne karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir…”

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Davacı vekili, müvekkiline işi bırakması için psikolojik baskı uygulandığını, aynı iş yerinde çalışan … ile bakışmış olmasının işten çıkarma sebebi sayıldığını, davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatlarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davacının 19.08.2011 tarihinde … isimli işçiyi sözlü ve fiili olarak taciz ettiğini, her iki işçinin savunmalarında bu hususu doğruladıklarını, davacı işçinin daha önce de diğer işçilerle kavgaya varan tartışmaları olması sebebiyle müvekkili tarafından sözlü olarak uyarıldığını, benzer davranışlarında ısrar ettiğini, iş sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesi uyarınca haklı nedenle feshedildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece yargılama aşamasında dinlenen davacı tanıklarının tartışma ve kavga konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olmadıkları, davalı tanığı …’in ise davacı ile… isimli çalışanın eksik çay verilmesi ile ilgili olarak tartışıp-küfürleştikleri ancak kavga ve vurma olmadan araya girip tarafları ayırıp barıştırdıkları, yaklaşık 1 ay kadar sonra davacı ile…’ın yeni bir tartışması olduğu, tartışmanın neden kaynaklandığını ve kimin başlattığını bilmediği yönündeki beyanı da dikkate alındığında, dosyaya sunulan tutanağın davalı iş yeri yetkililerince yazılıp olay hakkında görgüye dayalı bilgisi olup olmadığına bakılmaksızın çalışanlara imzalatıldığı, bu tutanağa ve özellikle davacı ile tartışma yaşayan, davalı tanığı sıfatı ile dinlenen …’in beyanlarına itibar edilmediği, sözleşmenin ihbar ve kıdem tazminatları ödenmesini gerektirmeyecek şekilde sona erdirdiğinin ispatının davalı işverene ait olduğu, taraflar arasındaki iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedene olmaksızın feshedildiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece tüm dosya kapsamından, ilk hareketin davacıdan gelmediği, Yargıtay kararı ile de kabul edildiği üzere davacının “bir şey mi söylüyorsun, bir şey mi oldu” şeklindeki hakaret ve sataşma içermeyen sözler söylemesi üzerine …’in “ne anladıysan o” şeklinde cevap vermek sureti ile kışkırtıcı şekilde davrandığı, tanık beyanlarından tartışmayı kimin başlattığı hususunun açıklığa kavuşturulamadığı, halen işyerinde çalışan ve olayda taraf olan davalı tanığı …’in beyanı doğrultusunda davacının kusurlu hareketinin sataşma şeklinde değerlendirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğu, kaldı ki, diğer davalı tanığının olayın ne şekilde meydana geldiğine dair görgüye dayalı bilgisinin olmadığı, davacının davalı iş yerinde 4 yıllık çalışmasının bulunduğu ve bu çalışma süresi boyunca davacı hakkında tutulan başkaca bir tutanak veya işveren tarafından davacıya uygulanan bir müeyyide olmadığı, davalı işveren tarafından iş sözleşmesinin haklı nedenle feshedildiğinin ispatlanamadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda iş sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedenle feshedilip feshedilmediği, burada varılacak sonuca göre davacının kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

İş sözleşmesini sona erdiren en önemli sebeplerden biri fesihtir. Fesih, sürekli (belirli ya da belirsiz süreli) bir iş sözleşmesini derhal veya belirli bir sürenin geçmesi ile sona erdiren, tek taraflı ve karşı tarafa ulaşması gerekli bozucu yenilik doğuran bir haktır. Dolayısıyla fesih karşı tarafa ulaştığı andan itibaren hüküm ve sonuçlarını doğuran, karşı tarafın kabulünü gerektirmeyen bir irade açıklamasıdır (Senyen Kaplan, E. Tuncay: Belirli Süreli İş Sözleşmesinin Haksız Feshinin Hüküm ve Sonuçları, Sicil İş Hukuku Dergisi, Yıl 2016, Sayı 36, s. 23).

İş sözleşmesi işçi ile işveren arasında kurulan ve her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşme olup, işçi ile işveren arasında karşılıklı güvene dayanan kişisel ve sürekli bir ilişki yaratır. Bu nedenle işçi veya işveren taraflarından birinin davranışı ile bu güveni sarsması hâlinde güveni sarsılan tarafın objektif iyi niyet kurallarına göre artık bu ilişkiyi sürdürmesinin kendisinden beklenemeyeceği durumlarda iş sözleşmesi ile bağlı kalamayacağı gerçeğinden hareket eden kanun koyucu, yaptığı düzenleme ile taraflara iş sözleşmesini haklı nedenle tazminatsız fesih hakkı tanımıştır.

Hukukumuzda “olağanüstü fesih”, “bildirimsiz fesih”, “süresiz fesih”, “önelsiz fesih”, “derhal fesih”, “muhik sebeple fesih” gibi terimlerle ifade edilen haklı nedenle fesih Türk Borçlar K. md. 435, İş K. md. 24 ve 25; Deniz İş K. md. 14, 16; Basın İş K. md. 11’de düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu nedenle, haklı nedenle fesih kanunla tanınmış bir haktır. Bir tarafın işte bu haklı nedenle fesih hakkına dayanarak, karşı tarafa yöneltilmesi gereken irade beyanıyla iş sözleşmesine geçmişe etkili olmaksızın derhal son vermesi, haklı nedenle fesih olarak tanımlanmaktadır. Bu itibarla İş Kanunu, haklı nedenle fesih hakkını “Haklı nedenle derhal fesih” başlığı altında düzenlemektedir (Mollamahmutoğlu, H./ Astarlı, M. / Baysal, U.: İş Hukuku Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 6. Bası, Ankara 2014, s. 794).

4857 sayılı İş Kanunu’nun 25’inci maddesinin II’nci bendinde, ahlâk ve iyi niyet kurallarına uymayan hâller sıralanmış ve belirtilen durumlar ile benzerlerinin varlığında işverenin haklı fesih imkânının olduğu açıklanmıştır. Yine aynı maddenin II. bendinin (d) alt bendinde, işçinin işverene yahut onun ailesi üyelerinden birine yahut işverenin başka işçisine sataşmasının işverene haklı fesih imkânı verdiği ifade edilmiştir.

Görüldüğü üzere Kanundaki hâller sınırlı sayıda olmayıp, genel olarak işçinin sadakat borcuna aykırılık oluşturan söz ve davranışları işverene fesih imkânı tanımaktadır. Kanuna göre sataşma, sadakat borcuna aykırılığın özel bir hâli olarak kabul edilmektedir. Sataşma söz veya fiili tecavüz anlamına gelen bir harekettir. Diğer taraftan sataşmanın varlığı için söylenen söz ya da yapılan davranışın suç teşkil etmesine gerek bulunmamakla birlikte söz ve fiilin değerlendirilmesi ceza kanunları kapsamında değil, İş Kanunu ve iş hukukunun kendine özgü kural ve prensipleri çerçevesinde daha geniş bir perspektifte ele alınmalıdır.

Sataşma niteliğindeki söz ve davranışlar neticesinde işverene haklı nedenle fesih imkânı tanıyan kanun koyucunun esasen iş yerindeki çalışma düzeni ve iş disiplinini koruma amacı güttüğü ise kuşkusuzdur.

Diğer taraftan kavgaya sebebiyet veren davranış diğer işçiden kaynaklanmış olsa ve olaya diğer işçinin tahriki neden olmuş olsa dahi yaşanan kavga olayı iş yerinde olumsuzluklara sebep olacaktır. Bu durumda karşılık vererek iş yerinde olumsuzluğa yol açan işçinin de iş sözleşmesinin feshinin haklı değil ise de geçerli nedene dayandığının kabulü gerekecektir. Bununla birlikte etkili eyleme uğrayan işçinin kendini sınırlı olarak yani amaç dışına çıkmadan karşı tarafı etkisizleştirmeye yönelik davranışlarının ise yasal olduğu bu hâllerde işveren için haklı fesih sebebinin gerçekleşmeyeceği açıktır.

Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 04.04.2018 tarihli ve 2015/9-3165 E., 2018/676 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir.

Somut olayın özelliği gözetildiğinde işverenin eşit işlem yapma borcuna da değinmek gerekmektedir.

Eşit davranma ilkesi tüm hukuk alanında geçerli olup iş hukuku bakımından işverene iş yerinde çalışan işçilere eşit davranma, eşit değerdeki işlerde çalışan işçilere eşit çalışma koşullarını uygulama yükümlülüğünü ifade eden çağdaş iş hukukunun tanıdığı ve genellikle hakkaniyet esasına dayandırılan bir borçtur (Çelik, N.: İş Hukuku Dersleri, İstanbul 2009, 22. Bası, s. 177).

Eşitlik ilkesi Anayasa’nın 10’uncu maddesinde genel olarak düzenlenmiştir. Adı geçen maddenin birinci fıkrasına göre, “Herkes, dil, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir”.

Aynı şekilde 07.05.2004 tarihli ve 5170 sayılı Kanunla Anayasa’nın 10’uncu maddesine eklenen ikinci fıkrada da “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet bu eşitliğin yaşama geçirilmesini sağlamakla yükümlüdür” hükmüne yer verilmiştir.

Bu Anayasal ilke iş hukukunda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 5’nci maddesinde ifadesini bulmaktadır.

4857 sayılı Kanunun “Eşit davranma ilkesi” başlıklı 5’nci maddesinde; “İş ilişkisinde dil, ırk, cinsiyet, siyasal düşünce, felsefî inanç, din ve mezhep ve benzeri sebeplere dayalı ayırım yapılamaz.

İşveren, esaslı sebepler olmadıkça tam süreli çalışan işçi karşısında kısmî süreli çalışan işçiye, belirsiz süreli çalışan işçi karşısında belirli süreli çalışan işçiye farklı işlem yapamaz.

İşveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamaz.

Aynı veya eşit değerde bir iş için cinsiyet nedeniyle daha düşük ücret kararlaştırılamaz.

İşçinin cinsiyeti nedeniyle özel koruyucu hükümlerin uygulanması, daha düşük bir ücretin uygulanmasını haklı kılmaz.

İş ilişkisinde veya sona ermesinde yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davranıldığında işçi, dört aya kadar ücreti tutarındaki uygun bir tazminattan başka yoksun bırakıldığı haklarını da talep edebilir. 2821 sayılı Sendikalar Kanununun 31’inci maddesi hükümleri saklıdır.

20’nci madde hükümleri saklı kalmak üzere işverenin yukarıdaki fıkra hükümlerine aykırı davrandığını işçi ispat etmekle yükümlüdür. Ancak, işçi bir ihlalin varlığı ihtimalini güçlü bir biçimde gösteren bir durumu ortaya koyduğunda, işveren böyle bir ihlalin mevcut olmadığını ispat etmekle yükümlü olur.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Eşit işlem yapma borcu, kural olarak iş ilişkisi kurulduktan sonra ortaya çıkan ve işvereni keyfi uygulamalar yapmaktan alıkoyan bir borçtur (Yıldız, Gaye B.: İşverenin Eşit İşlem Yapma Borcu, Ankara 2008, s. 68).

Buna göre işveren kural olarak iş yerinde çalışan işçilere eşit işlem yapmak, eşit çalışma koşullarını uygulamak zorundadır. İşveren, haklı bir neden olmadıkça farklı davranmama, sosyal yardım ve parasal menfaatlerden eşit olarak yararlandırma borcu altında olup kamu düzenine ilişkin eşit işlem borcunun resen gözetilmesi zorunluluğu bulunmaktadır.

Ancak eşit işlem borcu, işverenin tüm işçilere mutlak bir biçimde eşit davranacağı anlamına gelmez.

Farklı çalışma koşullarına tabi işçiler için eşitlik ilkesinden söz edilemez. Bu durumdaki işçiler arasında ayırım yapılabilir. Ancak bunun yapılan işin niteliğine, objektif ölçülere uygun olması gerekir (Çelik, s. 179).

Eşit davranma yükümlülüğü aynı nitelikte işçiler için söz konusudur. İşveren gerek işçinin yaptığı iş, uzmanlığı, öğrenimi, kıdemi gibi objektif nedenlere, gerek çalışkanlık, yetenek, liyakat gibi subjektif nedenlere dayanarak farklı çalışma koşulları yaratabilir

Somut uyuşmazlıkta Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre 05.06.2007 tarihinden itibaren davalı iş yerinde montaj ustası olarak çalışan davacı işçinin iş sözleşmesi, 23.08.2011 tarihli fesih bildirimi ile 03.05.2011 tarihinde … isimli işçiye fiili ve sözlü saldırıda bulunması nedeniyle sözlü olarak uyarıldığı, savunmasında da kabul ettiği üzere aynı davranışı tekrarladığı belirtilerek 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II-d maddesine istinaden feshedilmiştir.
Dosya içeriğinde mevcut, tarih yer almayan ve davalı tanığı … ile diğer altı çalışanın imzasının bulunduğu tutanakta, davacının, …’in çalışma bölgesine giderek onu kışkırttığı, bunun sonucunda olayın kavgaya dönüştüğü, 03.05.2011 tarihinde de benzer bir olayın yaşandığı, davacının sözlü olarak uyarıldığı, 03.05.2011 tarihinden itibaren davacının diğer çalışanlara yönelik benzer davranışlarda bulunduğu, iş yeri düzenine aykırı davranarak iş yeri disiplinini ihlal ettiği belirtilmiştir.

Davacı işçi 19.08.2011 tarihli savunmasında, kendisine kafa sallayan diğer işçi…’ın yanına giderek…’a “bana küfür mü ediyorsun” dediğini,…’ın da kendisine “ne bakıyon len öyle” dediğini, tekrar “sen bana küfür mü ediyon” şeklinde karşılık verdiğinde…’ın “nasıl kabul ediyorsan öyle” dediğini, kendisinin “bende sana iade ederim” şeklinde cevap verdiğini, daha sonra…’ın üzerine geldiğini, kendisinin de onun üstüne gittiğini ve arkadaşlarının ayırdığını beyan etmiştir.

Yargılamada dinlenilen davacı tanıkları görgüye dayalı bilgi sahibi değildir. Davalı vekili delil olarak iki tanık ismi bildirmiş, davalı tanıklarından …. da olay esnasında uzakta olduğunu, tam olarak tartışmanın neden kaynaklandığını ve kimin başlattığını görmediğini beyan etmiştir. Diğer davalı tanığı ve olayın tarafı olan … ise olay esnasında karşılıklı bakışmaların olduğunu, bu bakışmalar sonrasında davacının yanında gelerek “bir şey mi söylemek istiyorsun, bir şey mi oldu” diyerek sorduğunu, kendisinin de “ne anladınsa o” diye cevap verdiğini, bunun üzerine davacının “sen bana küfür ettiysen” diyerek küfür etmeye başladığını, kavga olayı olmadan etraftakilerin ayırdığını beyan etmiştir.

Davalı işverence başkaca delil ibraz edilmemiştir.

Açıklanan maddi ve hukuki olgular karşısında, davalı işverence feshin haklı olduğunu kanıtlamak için sadece iki tanık ismi bildirildiği, tanıklardan ….’ın tutanak tanığı olsa da tartışmayı kimin başlattığını görmediğini beyan ettiği, olaya dair düzenlenen tutanakta imzası yer alan diğer işçilerin tanık olarak bildirilmediği, ayrıca diğer davalı tanığı…’ın da olayın tarafı olan diğer işçi olduğu hususları gözetildiğinde, davacı işçinin sataşma eyleminin kanıtlanamadığı ve işverence gerçekleştirilen feshin haksız olduğu açıktır.

Diğer taraftan, somut uyuşmazlıkta davacı işçi ile dava dışı … arasında meydana gelen tartışmada, işveren vekili konumunda olan davacının, daha önce izin konusunda tartıştığı …’in vücut hareketleri nedeni ile “bana küfür mü ediyorsun” şeklindeki sorusuna …’in “ne anladıysan o” şeklinde cevap verdiği, bu durumda ilk hareketin iş sözleşmesi feshedilmeyen diğer işçiden geldiği anlaşılmaktadır. Bir an için ilk hareketin kimden geldiğinin belli olmadığı kabul edilse bile, davalı işveren tarafından işveren vekili adına hareket eden davacı işçinin iş sözleşmesinin feshedilmesi, işverenin eşit işlem yapma borcuna aykırılık teşkil etmektedir. İşverenin eşit işlem yapma borcuna aykırı davranması da feshi haksız kılar.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, somut olayda, davacı işçinin iş yerinde çalışan diğer işçiye karşı sataşma eyleminin sabit olduğu, ilk hareketin davacıdan geldiği, olayın diğer tarafı olan işçinin davacıya karşı haksız bir eyleminin bulunmadığı, dosya içerisinde bulunan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı Bursa Bölge Çalışma Müdürlüğü tarafından davacının şikâyeti doğrultusunda yapılan inceleme sonucunda davacıya yapılan bildirimde, davalı işveren tarafından yapılan feshin yerinde olduğu, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının bulunmadığı hususlarının belirtildiği, bu nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği ileri sürülmüş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğunca kabul edilmemiştir.

Hâl böyle olunca, yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerindedir.

Ne var ki, hüküm altına alınan alacak miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin hüküm altına alınan alacak miktarlarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.12.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Dava konusu uyuşmazlık davalı iş yeri çalışanları olan davacı ile dava dışı… arasındaki tartışma ve hakaret olayı nedeniyle davalı işveren tarafından yapılan feshin haklı nedene dayanıp dayanmadığına ilişkindir.

Davacı, dava dilekçesinde, davalı işverence davacıya işi bıraktırmak için daha önceden psikolojik baskı uygulandığını, 22.08.2011 günü ortada hiçbir neden olmadığı halde aynı işyerinde çalışan… ile sadece karşılıklı bakışmış olmak işten çıkarma sebebi sayılıp “bir daha işe gelme işten çıkarıldın” denilerek eve gönderildiğini iddia ederek, dava konusu işçilik alacaklarını talep etmiştir.

Mahkemece, sözleşmenin kıdem ve ihbar tazminatı gerektirmeyecek şekilde sona erdiğinin ispatının işveren üzerinde olduğu, dosyaya sunulan tutanağın işyeri yetkililerince yazılıp olay hakkında görgüye dayalı bilgisi olsun olmasın çalışanlara imzalatıldığı, olayın tarafı olan…’ın beyanlarına itibar edilmediği gerekçeleriyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Yargıtay 22. Hukuk Dairesince, dosya kapsamına ve özellikle işyeri tutanaklarıyla inandırıcı ve samimi görülen davalı şahit beyanlarına göre davacının çalışma bölgesini terkedip dava dışı işçi…’ın yanına giderek tartışmayı başlattığı, davacıyla dava dışı işçinin kavga ettiği, davacının ve kavgaya taraf olan dava dışı işçinin yazılı savunmalarında bu durumu kabul ettikleri, bu nedenle işveren feshinin haklı nedene dayandığı, davacı tarafın kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi yerine kabulüne karar verilmesi hatalı olduğu gerekçesiyle Mahkeme kararı bozulmuştur.

Mahkemece önceki gerekçelerle ve gerekçesi de genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Dava konusu olayla ilgili olarak davacı iş yerine verdiği yazılı savunmasında “19.08.2011 tarihinde çalıştığım masada…’ın çalıştığı tarafa dalmışım ve bir baktım… bana kafa sallıyor ağzını da kıpırdatıyordu içime sinmedi gittim…’a dedim ki, bana küfür mü ediyorsun,… dedi ki ne bakıyon lan öyle, ben dalmışım dedim, sen bana küfür mü ediyon dedim, nasıl kabul ediyorsan öyle dedi ben de sana iade ederim dedim. Ondan sonra o benim üstüme geldi, ben onun üstüne gittim ve arkadaş ayırdı….” olaya karışan… da yazılı beyanında davacının kendisinin çalışma bölgesine gelip kendisine sözlü ve fiili kışkırtıcı ve tahrik edici hareketlerde bulunduğunu, aynı olayın ikince kez tekrar ettiğini belirtmiştir.

Davacının el yazılı savunmaları, hem…’ın ifadesini hem tanıkların ifadelerini hem de işverenin savunmalarını doğrulamaktadır. Davacının delil olarak gösterdiği tanıklar olayla ilgili doğrudan görgüye dayalı bilgi sahibi değillerdir, duyuma dayalı beyanlarda bulunmuşlardır. Tanıklardan Abdullah, davacıya yıldırma politikası uygulandığını ifade etmiş ise de diğer davacı tanığı Ali olayla ilgili görgüye dayalı bilgi sahibi olmadığını ancak iş veren veya işyeri yetililerince davacıya yönelik yapılan her hangi bir baskı olmadığını ifade etmiştir.

Gerek olayla ilgili tutulan tutanak içerikleri, gerek tutanak mümzii beyanları ve olayın muhatabı…’ın beyanları ile bizzat davacının yazılı savunmalarından; davacının diğer işyeri çalışanı…’a küfrettiği, olayı bizzat davacının başlattığı,…’ın herhangi bir şekilde olaya sebebiyet vermediği sabittir. Bölge Çalışma Müdürlüğün’ce olayla ilgili yapılan soruşturma sonucunda, iş akdinin işverence feshinin 25/II-d maddesi gereğince yerinde olduğu, davacının ihbar ve kıdem tazminatı hakkının bulunmadığı tespiti yapılmış ve bu tespit davacıya tebliğ edilmiştir. Bölge Çalışma Müdürlüğü raporları aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir. Davacı taraf delilleriyle bu raporun aksini ispat edememiştir.

Dava konusu olayı başlatanın davacı olması, diğer çalışan…’ın hiçbir şekilde sebebiyet vermemesi nedenleri ile davalı işverenin davacının iş akdini 25/II-d gereği haklı nedenle feshi yerinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken Mahkemece kabulü hatalıdır.

Eşit işlem borcuna aykırılık yönünden ise; davacının hakaretine maruz kalan…’ın davacıya yönelik her hangi bir hakaret ve sataşmasının olmaması, olayı başlatanın davacının oluşu ve…’ın davacının hakaret eylemine sebebiyet vermemiş oluşu nedenleri ile…’ın davalı işverence çalıştırılmaya devam edilmesi eşit işlem borcuna aykırılık teşkil etmemektedir.

Tüm bu nedenlere mahkemenin direnme kararı yerinde olmadığından, bozulması gerekirken Mahkeme kararının onanmasına ilişkin saygıdeğer Yüksek Hukuk Genel Kurulu çoğunluğunun görüşüne katılmamaktayım.

TİCARİ İLİŞKİ GEREĞİ BORCA TEMİNAT OLARAK DEVREDİLEN TAŞINMAZ- İNANÇLI İŞLEM HUKUKSAL NEDENİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL, OLMADIĞI TAKTİRDE BEDEL İSTEĞİ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/16490
KARAR:2019/390

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil- bedel davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 22.01.2019 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacı vekili Avukat … ile temyiz edilen davacı vekili Avukat …geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen dahili davalı … ve dahili davalı … gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel isteğine ilişkindir.

Davacı, maliki olduğu 3884 parsel sayılı taşınmazı ticari ilişkileri gereği borcuna teminat olmak üzere alacaklı …’a satış suretiyle devrettiğini, taşınmazda hayvancılık faaliyetine devam edip borçlarını kapatmaya çalışırken dava dışı …’un borcu üstlenip taşınmazın güvence olarak ara malik …’e devrini istemesi üzerine taşınmazın bu kez adı geçene satış suretiyle devredildiğini, bilahare …’e baskı yapılması sonucu dava konusu taşınmazın son kayıt maliki davalı …’a satış yolu ile temlik edildiğini, işlemlerin muvazaalı olup gerçek amacın borcun teminat altına alınması olduğunu ileri sürerek dava konusu 3884 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini, olmadığı taktirde bedelin faiziyle birlikte ödenmesini istemiş; 18.12.2013 tarihli dilekçe ile … ve …’ü davaya dahil etmiştir.

Davalı …, dava konusu taşınmazı tapu kaydına güvenerek ve iyiniyetle önceki kayıt maliki …’den satın aldığını bildirip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, dava konusu 3884 parsel sayılı taşınmazın davacı … adına kayıtlı iken 22.08.2008 tarihli satış işlemiyle dahili davalı …’a temlik edildiği, …’ın da taşınmazı 10.02.2009 tarihinde dahili davalı …’e satış yolu ile temlik ettiği, …’in de taşınmazı 29.09.2010 tarihinde davalı …’a satış yolu ile temlik ettiği, davacı tarafça sunulan 16.01.2008 tarihli “Gayrımenkul Satış ve Geri Alma Anlaşması” başlıklı, davacının dava dışı eşi … ile dava dışı … arasında düzenlenen ve davacının da borçlu olarak yer aldığı belge içeriğinde, eldeki davanın konusu olmayan ve davacının eşi …’a ait olan 3878 parsel sayılı taşınmazın, davacının borcuna teminat olmak üzere …’a satışının yapılacağının ve davacının borcunun tamamen ödenmiş olacağının, borç bedelinin 150.000 YTL olup borcun iki yıl içinde alacaklı …’a ödenmesi halinde taşınmazın tekrar …’a devredileceğinin düzenlendiği, dava dışı 3878 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydına göre, dava dışı … adına kayıtlı iken 16.01.2008 tarihinde satış suretiyle dava dışı …’a temlik edildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.

Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanununun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. m.) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK’nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ ifa uğruna edim “ olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu, taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nispi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Öte yandan, karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde ifa sırasını düzenleyen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 97. maddesinde, “karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekmektedir.” düzenlemesine yer verildiği kuşkusuzdur.

Somut olaya gelince, ilk el … ile ikinci el …’ün davada yer aldıkları, ilk el …’nın, taşınmazın kendisine teminat amaçlı devredildiği hususunu, ikinci el …’in de taşınmazı bedelsiz olarak aldığını kabul ettikleri, son kayıt maliki davalı …’e gelince; davacının eşi …’a ait dava dışı 3878 parsel sayılı taşınmazın, davacının borcu nedeniyle dava dışı …’a teminat olarak verildiği, bu hususta 16.01.2008 tarihli kayıt maliki ve …’un imzasını taşıyan belge düzenlendiği, eldeki davanın davalısının da o belgede imzası bulunan …’un oğlu olduğu, bu ilişkiler nedeniyle durumu bilmesi gereken kişi konumunda olup TMK 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır.

Hal böyle olunca, davacının borçlu olup olmadığının, borçlu ise ne kadar borcunun olduğunun açıklığa kavuşturulması, halen borcu var ise TBK 97. maddesi gözetilerek borcun mahkeme veznesine depo ettirilmesi, depo edilmesi halinde davanın kabul edilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

SONUÇ:Davacının yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.’nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2019 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 2.037.00-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.01.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ORTAKLAŞA ALINAN TAŞINMAZIN MİRASBIRAKAN ADINA TESCİLİ- İNANÇLI İŞLEM- İSPAT ŞEKLİ- YAZILI DELİLLE İSPAT YÜKÜMLÜLÜĞÜ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/3297
KARAR:2019/423

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali-tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi … nun raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı, 1990 yılında 1401 parseli davalı ile birlikte satın aldıklarını ancak taşınmazın mirasbırakanları … adına tescil edildiğini, davalı kardeşinin mirasbırakanın hastalığından istifade ederek ve mirasbırakanı kandırarak taşınmazı satış suretiyle edindiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile 1/2 payının adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, taşınmazı satış bedelini ödeyerek temlik aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, temlikin muvazaalı olduğu gerekçesi ile davacının miras payı oranında davanın kabulüne, kalan pay yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Bilindiği üzere, maddi vakıayı bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapıp ona en uygun kanun maddesini uygulamak hakime aittir.

Somut olayda her ne kadar mahkemece hukuki dayanak muris muvazaası olarak değerlendirilerek davanın davacının miras payı oranında kabulüne karar verilmişse de; iddianın içeriğinden ve ileriye sürülüş biçiminden (davacı taşınmazın kendi parası ile alındığını ancak mirasbırakan adına tescil edildiğini ileri sürmüştür) davada muris muvazaasına değil inançlı işlem hukuksal nedenine dayanıldığı açık olup 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu türlü iddiaların yazılı belge ile kanıtlanması zorunludur. İddiasını yazılı belge ile kanıtlayamayan kimsenin 6100 sayılı HMK.’nun 202.maddesi gereğince delil başlangıcı sayılabilecek nitelikte banka kaydı, ihtar vs. gibi bir delilin varlığı halinde iddiasını her türlü delil ile kanıtlamasının mümkün olacağı tartışmasızdır.

Ne var ki; yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde bakıldığında davacının yazılı bir belgesi bulunmadığı gibi delil başlangıcı sayılacak bir bulgunun da var olmadığı sabittir.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.01.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ESER SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN MENFİ TESPİT DAVASI

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2902
KARAR:2019/454

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı bozmaya uyularak verilen hükmün temyizen tetkiki davacı vekili ile davalılar …, … ve … vekilince istenmiş ve temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan menfi tespit talebinden ibarettir. Davacı iş sahibi, davalılardan … yüklenici, diğer davalılar ise yüklenicinin alacaklılarıdır.

Davacı iş sahibi vekili, davalı … ile aralarında inşaat sözleşmesi yapılmışsa da bu sözleşmenin aslında inançlı bir işlem olduğunu, gerçekte sözleşme ile yüklenici sıfatını alan …’ın inşaatı yaptırmadığını, inşaattaki tüm malzeme ve işçilik ücretlerinin müvekkili tarafından karşılandığını, …’ın inşaatı yüklenmiş gibi kendi yaptırdığını söyleyip, mahkemeden delil tespiti yaptırarak aldığı bilirkişi raporunu müvekkilleri aleyhine 3. İcra Müdürlüğü’nün 2009/18091 Esas sayılı dosyasında takibe koyduğunu ve takibin kesinleştiğini, bunu yapmasının nedeninin ise davacı … …. oğlu….’ın … aleyhine iki adet çekten ötürü icra takibi yapıp, şikayetçi olması ve … aleyhine ceza mahkemesinde dava açılmasından kaynaklandığını, ancak tarafların daha sonra bir araya gelip anlaştıklarını, …’ın gerçekte alacaklı olmaması nedeniyle takipten feragat ettiğini…’ın da 8. Asliye Ceza Mahkemesi dosyasındaki davadan vazgeçtiğini bildirdiğini, …’tan alacaklı olan diğer davalıların yaptıkları 7. İcra Müdürlüğü’nün 2009/19075 ve 11. İcra Müdürlüğü’nün 2009/3385 Esas sayılı dosyalarından aldıkları yetki ile feragat ile kapanmış dosyayı yenilediklerini ve alacaklı olarak gözüken …’ın yerine geçerek müvekkilinin taşınmazlarına haciz koydurduklarını, 3. İcra Müdürlüğü’nün yenilenmekle 2013/7114 Esas sayısını alan dosyada ve 7. İcra Müdürlüğü’nün 2009/19075 Esas sayılı 11. İcra Müdürlüğü’nün 2009/3385 Esas sayılı dosyasında davalılara borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.

Davalı yüklenici … vekili; sulh ile kapanmış bir dosyada aleyhlerine dava açılmasının doğru olmadığını savunmuş, diğer davalılar …, … ve … vekilleri; açılan davanın müvekkillerinin …’tan olan alacağını almasını engellemek amaçlı muvazaalı bir dava olduğunu zira …’ın icra dosyasına “alacağımı haricen aldım, takipten feragat ediyorum” demeden önce 3. İcra Müdürlüğündeki dosya alacaklısının alacaklısı olarak söz konusu dosyanın borçlusu …’ın taşınmazlarına haciz koydurduklarını buna rağmen icra müdürlüğünce feragat nedeniyle dosya kapatılınca icra Hukuk mahkemesinden karar almak zorunda kaldıklarını ve dosyanın tekrar yenilenmesi aşamasına kadar dört yıl uğraştıklarını, davalı …’ın davacılarla işbirliği içinde kendilerinin alacağını almalarına engel olduğunu davanın bu sebeple reddini savunmuşlardır.

Mahkemece yapılan yargılama sonucu davanın kısmen kabulüne karar verilmiş verilen kararın davacı ve davalı vekilince temyizi üzerine Dairemizin 13.04.2016 tarih, 2015/6200 Esas, 2016/2273 karar sayılı ilamı ile bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucu yeniden davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiş, verilen karar taraf vekillerince temyizi üzerine Dairemizin 06.07.2017 tarih, 2017/355 Esas, 2017/2789 karar sayılı ilamı ile bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yeniden yapılan yargılama sonucu yeniden davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiş, verilen karar davacı ile davalılar …, … ve … vekillerince yasal süresi içerisinde temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince inceleme yapılarak hüküm verilmiş olmasına, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve bozmanın şümulü dışında kalarak kesinleşen cihetlere ait temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün olmamasına göre davacı ile davalılar …, … ve …’ın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Davacı … ile davalı … arasında 13.07.2004 tarih, … yevmiye nolu İnşaat Yapım Sözleşmesi başlıklı sözleşmenin imzalandığı konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Taraflarca arasında imzalanan sözleşme o tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 355 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi niteliğinde bedel karşılığı inşaat sözleşmesidir. Uyuşmazlığın, eser sözleşmesi hükümlerine göre değerlendirilip çözülmesi gerekli ve zorunludur. Taraflar arasında eser sözleşmesi ilişkisi kurulduğu konusunda uyuşmazlık bulunmamakta ise de, işin bedeli konusunda bir anlaşma bulunmamaktadır. Bir başka deyişle taraflar arasındaki uyuşmazlık; iş bedeli konusundadır. Sözleşmenin Özel Şartları m.2’ye göre “İnşaatın başından sonuna kadar alınacak tüm inşaat malzemesi, kazı, hafriyat giderleri ve tüm masrafların; m.3’e göre de; işçilerin masrafları, mesai ücretleri, yevmiyeleri, SSK’ya yatacak primleri, barınma, yiyecek giderlerinin iş sahibince üstlenildiği anlaşılmaktadır. İş bedeli konusunda uyuşmazlık bulunduğuna göre iş bedelinin sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 366. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 481.) maddesine göre işin yapıldığı yıl serbest piyasa fiyatlarıyla hesaplanmalıdır. Bu fiyatlara müteahhitlik kârı ve KDV ilave edilmemesine de dikkat edilerek yüklenici alacağı hesaplanmalı ve hüküm altına alınmalıdır.

Hüküm tesis edilir iken ayrıca, dava ile ilgili daha önce iki kez bozma yapıldığı hususu nazara alınarak usuli kazanılmış haklara dikkat edilerek hüküm kurulmalıdır.

Öte yandan; davalılardan … temyiz dilekçesine eklediği … 16. Noterliği’nin 13.09.2013 tarih, 24258 yevmiye nolu temliknamesini ibraz etmiş bulunmaktadır.

6100 sayılı HMK’nın 124. maddesinde “Bir davada taraf değişikliği, ancak karşı tarafın açık rızası ile mümkündür. (2) Bu konuda kanunlarda yer alan özel hükümler saklıdır. (3) Ancak, maddi bir hatadan kaynaklanan veya dürüstlük kuralına aykırı olmayan taraf değişikliği talebi, karşı tarafın rızası aranmaksızın hâkim tarafından kabul edilir. (4) Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa, hâkim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir. Bu durumda hâkim, davanın tarafı olmaktan çıkarılan ve aleyhine dava açılmasına sebebiyet vermeyen kişi lehine yargılama giderlerine hükmeder.” hükmü bulunmaktadır. Bu hükme göre davalının temliği nazara alınarak buna göre taraf teşkili de sağlanarak hüküm kurulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle tarafların sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca hükmün taraflar yararına BOZULMASINA, ödedikleri temyiz peşin harçlarının istek halinde temyiz eden davacı ile davalılar …, … ve …’a geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 06.02.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI- FAZLA MESAİ- İŞE GİRİŞ ÇIKIŞ SAATLERİNİN DÜZENLİ TUTULMAMASI-TANIK BEYANLARIYLA SONUCA GİDİLMESİ

T.C.
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi

TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I

ESAS NO : 2017/20968
KARAR NO : 2019/4800

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi
TARİHİ : 08/12/2015
NUMARASI : 2013/313-2015/635
DAVACI : MEHMET HAMDİ B.ADINA VEKİLİ
AVUKAT SELİM HARTAVİ
DAVALI : ŞANLIURFA U. TIP SAĞLIK HİZ. LTD. ŞTİ.
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi B. Çavdar Çakır tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirket nezdindeki işyerinde belirsiz süreli iş akdi ile çalışırken sözleşmesinin haksız ve bildirimsiz olarak feshedildiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla mesai, ulusal bayram genel tatil, hafta tatili, yıllık izin ve yol ücreti alacaklarının davalı işverenden tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, tüm dosya kapsamı ve bilirkişi raporu doğrultusunda hafta tatili ve yol ücreti taleplerinin reddi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz:

Karar taraf vekillerince süresinde temyiz edilmiştir.

Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacı işçinin fazla çalışma hesabına esas alınan çalışma saatleri hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda iş yeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, iş yeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle ispatlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları şahit beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada gözönüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille ispatlaması gerekir. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların imzasız olması halinde ise, varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları celp edilmeli ve ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir.

Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.

Somut olayda; davacı davalı şirkete ait özel hastanede 14.09.2007 – 18.02.2013 tarihleri arasında 5 yılı aşkın süre ile yardımcı sağlık elemanı olarak çalışmış olup fazla mesai ücretlerinin ödenmediğini iddia etmiştir. Dosya içerisinde yer alan işe giriş çıkış saatlerini gösterir kayıtlar incelendiğinde günlerin çoğunda devamsız şeklinde kaydın olduğu, bazı günler işe giriş saati yazdığı halde çıkış saatinin yazılı olmadığı veya çıkış saati belli olduğu halde giriş saatinin bulunmadığı görüldüğünden kayıtların hesaplama yapmaya elverişli olmadığı görülmüştür. Bu itibarla tanık beyanları doğrultusunda sonuca gitmek gerekmektedir. Yargılama esnasında dinlenen davacı tanıklarından Mehmet Salih T, işin sabah 08.00 de başlayıp akşam 18.00 de bittiğini, cumartesi aynı şekilde çalışıldığını, pazar günleri ise çağrıldıklarında çalıştıklarını, Vedat O., sabah 08.00 de işin başlayıp akşam 18.00 de bittiğini, cumartesi çalıştıklarını, pazar günleri davacının full çalıştığını, kendisinin çalışmadığını, Mehmet Y. ise 08.00-18.00 saatleri arasında çalışmanın olduğunu, cumartesi günleri aynı şekilde çalıştıklarını duruma göre bazen pazar günü de çalıştıkları olduğunu, haftada 2 veya 3 gün akşam saat 20.00 ye kadar çalıştıkları olduğunu ve kendisinin de davalı şirket ile arasında bir dava bulunduğunu beyan etmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davalı hastanenin cumartesi günleri 15.00 den sonra acil servis dışında hasta kabulü yapmadığının herkesçe bilinen husus olduğu belirtilerek davacının haftada 5 gün 08.00-18.00 saatleri arası, cumartesi günü de 08.00- 15.00 saatleri arası çalışarak haftada 6 saat fazla mesai yaptığı tespit edilmiştir. Ancak her ne kadar davacı tanığı Mehmet Yavuz’un işverenle husumetli olduğu görüldüğünden beyanlarına itibar edilmemesi gerekiyor ise de dinlenen diğer iki davacı tanığının beyanı ve tüm dosya kapsamına göre hafta tatili ücreti talebinin reddi isabetli olmakla birlikte davacının haftanın 6 günü 08.00-18.00 saatleri arasında çalıştığı anlaşılmakla bu saat aralığı dikkate alınarak fazla mesai ücreti hesaplanmalı iken hatalı tespitle hesaplama yapan bilirkişi raporuna itibarla hüküm kurulması bozma sebebidir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 04.03.2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE FATURA DÜZENLEMEK, ÖZEL BELGEDE SAHTECİLİK, TEFECİLİK VE GERÇEĞE AYKIRI OLARAK HARCAMA BELGESİ DÜZENLEMEK

T.C
YARGITAY
11. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/4708
KARAR:2018/10483

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Sahte fatura düzenlemek, özel belgede sahtecilik, tefecilik ve gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenlemek
HÜKÜM : Beraat

A) Sanık hakkında “2008 takvim yılında sahte fatura düzenleme”, “özel belgede sahtecilik” ve “tefecilik” suçlarından verilen beraat hükümlerine yönelik şikayetçi Vakıfbank A.Ş. vekilinin temyiz talebinin incelenmesi:
Sanığa yüklenen “2008 takvim yılında sahte fatura düzenleme”, “özel belgede sahtecilik” ve “tefecilik” suçlarından dolayı doğrudan doğruya zarar görmeyen şikayetçi Vakıfbank A.Ş.’nin hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığından, şikayetçi Vakıfbank A.Ş. vekilinin temyiz talebinin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 317. maddesi uyarınca REDDİNE, oy birliğiyle,
B) Sanık hakkında “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan verilen beraat hükmüne yönelik katılan Hazine vekilinin temyiz talebinin incelenmesi:
Sanığa yüklenen ve 5464 sayılı Kanun’un 36. maddesinde tanımlanan “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan dolayı doğrudan doğruya zarar görmeyen Hazinenin hükmü temyiz etme hakkı bulunmadığından, Hazine vekilinin temyiz talebinin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 317. maddesi uyarınca REDDİNE, oybirliğiyle,
C) Sanık hakkında “tefecilik” suçundan verilen beraat hükmüne yönelik hazine vekilinin temyiz talebi ile “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan verilen beraat hükmüne yönelik şikayetçi Vakıfbank A.Ş. vekilinin temyiz talebinin incelenmesi:
5464 sayılı Kanun’un 36. maddesinde tanımlanan “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş olan ve kovuşturma aşamasında usulüne uygun olarak duruşmadan haberdar edilmediği için davaya katılma talebinde bulunamayan şikayetçi Vakıfbank A.Ş.’ye, 5271 sayılı CMK’nin 260/1. madde ve fıkrası uyarınca yasa yollarına başvurma hakkı bulunduğu belirlenerek inceleme yapılmıştır.
1- Sanığın, POS cihazlarını kullanım amaçları ve sözleşme koşulları dışında, kredi kartı sahiplerinin nakit ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla kullanmaktan ibaret fiillerinin, hem TCK’nin 241. maddesinde düzenlenen “tefecilik” suçunu hem de 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun 36. maddesinde düzenlenen “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçunu oluşturması; TCK’nin 241. maddesinin genel ve 5464 sayılı Kanun’un 36. maddesinin özel norm niteliğinde olması karşısında; “özel normun önceliği” kuralı gereğince, sanık hakkında zincirleme olarak 5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunun’un 36. maddesinde düzenlenen “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden, aynı fiillerin nitelik yönünden ikiye ayrılarak, “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” ve “tefecilik” suçlarından ayrı ayrı hüküm kurularak hükmün karıştırılması,
2- Sanığa yüklenen “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçundan zarar gören ve kovuşturmanın her aşamasında kamu davasına katılma hakkı bulunan şikayetçi Vakıfbank A.Ş.’nin davadan ve duruşmadan haberdar edilerek kamu davasına katılma ve delillerini sunma olanağı sağlanmadan, duruşmaya devamla yazılı şekilde hükümler kurulması suretiyle, 5271 sayılı CMK’nin 234. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendine aykırı davranılması,
Yasaya aykırı, katılan hazine vekili ile şikayetçi Vakıfbank A.Ş. vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan, hükümlerin 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMK’nin 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, Başkan Vekili …’nın değişik gerekçesi ve oy birliğiyle,
D) Sanık hakkında “2008 takvim yılında sahte fatura düzenleme” ve “özel belgede sahtecilik” suçlarından verilen beraat hükümlerine yönelik katılan Hazine vekilinin temyiz taleplerinin incelenmesi:
Sanığın, iş yerinde herhangi bir alışveriş yapılmadığı halde, alışveriş yapılmış gibi kendisine para ihtiyacı nedeniyle değişik tarihlerde başvuran birden fazla kişiye ait kredi kartları ile pos cihazları aracılığıyla işlem yapıp, gerçek olmayan bu alış veriş tutarından belli bir komisyon kesintisi yaparak geriye kalan kısmı nakit olarak müşterilerine ödediği, tefecilik eylemini gizlemek amacıyla da gerçekte var olmayan alışverişlere ilişkin sahte fatura düzenlediği iddia edilerek “sahte fatura düzenlemek” ve “özel belgede sahtecilik” suçlarından cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında; sanığın suçlamayı kabul etmeyerek faturalara konu ürünlerin gerçekten satıldığını, sahte belge düzenlemediğini savunması, adlarına suça konu fatura düzenlenen ve vergi raporunda belirtilen kişilerin tanık sıfatıyla dinlenmemiş olması karşısında;
1- Gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından,
a) Sanığın, kredi kartlarını kullandığı kişilerin tespiti ile kanaat oluşturacak sayıda kişinin CMK’nin 48. maddesi uyarınca çekinme hakları hatırlatılarak tanık sıfatıyla dinlenmesi; kendilerinden, sanıktan gerçekten faturalardaki yazılı emvali alıp almadıklarının sorulması,
b) Faturaların, gerçek kontör satımına ilişkin olup olmadığının belirlenmesi yönünden, sanığın satımını yaptığını söylediği kontörlerle ilgili kayıtları getirtilerek, yeterli kontör girişi olup olmadığı, alım ve satım miktarlarının uygunluğu yönünden bilirkişi incelemesi yaptırılması,
Sonucuna göre tüm deliller birlikte tartışılarak sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırma ile hükümler kurulması,
2- Kabule göre; sanığın gerçekte var olmayan alışverişlere ilişkin sahte faturalar düzenleme fiilinin sübutu halinde; 213 sayılı VUK’nin 359/b-1 maddesinde tanımlanan “sahte fatura düzenleme” suçunu oluşturacağı gözetilmeden, fiilin nitelik yönünden ikiye bölünerek her iki suçtan ayrı ayrı beraat hükümleri kurulması,
Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nin 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, oy birliğiyle,
17.12.2018 tarihinde karar verildi.

DEĞİŞİK GEREKÇE

(tefecilik ve gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme suçlarından verilen beraat hükümlerine ilişkin)
A) Tartışmanın konusu:
Sanığın, iş yerinde herhangi bir satış yapmadığı halde, paraya ihtiyacı olduğunu söyleyerek kendisine başvuran değişik kişilerin kredi kartlarını, mal satışı yapmış gibi POS cihazından geçirerek, her işlemle ilgili miktar üzerinden belli bir komisyon kesintisi yaptıktan sonra kalan miktarı kâr sahibine nakit olarak ödemekten ibaret fiilinin sübutu halinde; hem TCK’nin 241. maddesinde tanımlanan “tefecilik” suçunu hem de 5464 sayılı Banka ve Kredi Kartları Kanunu’nun 36. maddesinde tanımlanan “gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi düzenleme” suçunu oluşturur mu?
B) Konunun değerlendirilmesi:
“Tefecilik suçu” TCK’nin 241. maddesinde “Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para verme” olarak tanımlanmıştır.
Ödünç para verme ise, bir kişiye belli bir süre sonra iade edilmek üzere para verilmesidir. Tefecilik suçunda fail, belirli bir miktar parayı başkasına verir ve belirlenen süre sonunda fazlasıyla kendisine ödenmesini ister. Böylece kazanç elde eder.
“Gerçeğe aykırı harcama belgesi düzenleme suçu” ise 5464 sayılı Kanun’un 36. maddesinde “Gerçeğe aykırı olarak harcama belgesi, nakit ödeme belgesi ya da alacak belgesi düzenlemek veya bu belgelerde ne surette olursa olsun tahrifat yapmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlama” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu suç için, verilen paranın, belli bir süre sonra fazlasıyla ödenmesi söz konusu değildir.
Her iki suç için öngörülen hapis ve adli para cezası miktarı aynıdır.
Belirtildiği üzere, bu suçların unsurları birbirinden farklıdır.
TCK’nin 2. maddesinin 3. fıkrasına göre, kanunların suç ve ceza içeren hükümlerinin uygulanmasında kıyas yapılmaz; suç ve ceza içeren hükümler, kıyasa yol açacak biçimde geniş yorumlanamaz.
Sanığın fiili sabit olduğu takdirde tefecilik değil, gerçeğe aykırı harcama belgesi düzenleme suçunu oluşturur. Bu suçlar arasında özel-genel norm ilişkisi söz konusu değildir .
C) Sonuç:
Sanığın fiilinin sabit olması halinde, tefecilik değil “gerçeğe aykırı harcama belgesi düzenleme” suçunu oluşturacağı gözetilmeden ve tek olan fiil nitelik yönünden ikiye ayrılarak, hem tefecilik hem de gerçeğe aykırı harcama belgesi düzenleme suçlarından ayrı ayrı beraat hükmü kurularak hükmün karıştırılması yasaya aykırıdır.
Bu suçlarla ilgili (1) numaralı bozma nedeninin, belirttiğim değişik gerekçeye dayanması gerektiği düşüncesindeyim. 17.12.2018

TEFECİLİK- SANIKLARIN, FAİZ ALMADIKLARI, ÇEK VE SENETLERİN TAŞINMAZ SATIŞI KARŞILIĞINDA TİCARİ İLİŞKİYE DAYANDIĞI-SANIKLARIN TEFECİLİK YAPIP YAPMADIKLARINA İLİŞKİN AYRINTILI KOLLUK ARAŞTIRMASI YAPTIRILMASI

T.C
YARGITAY
5. Ceza Dairesi
ESAS: 2015/5337
KARAR:2018/9690

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tefecilik
HÜKÜM : Mahkumiyet

Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
Sanıkların, faiz almadıkları, çek ve senetlerin taşınmaz satışı karşılığında ticari ilişkiye dayandığı şeklindeki savunmaları karşısında, maddi gerçeğin kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından, mağdur …’nin beyanlarında ismi geçen…’in dinlenmesi, teminat olarak verildiği söylenen tapu kayıtlarının getirtilerek incelenmesi, dava konusu … 1. İcra Müdürlüğünün 2008/4178 ve … 3. İcra Müdürlüğünün 2008/3948 sayılı icra dosyalarının getirtilip incelenmesi, asıllarının veya onaylı örneklerinin dosya arasına alınması ile sanıkların tefecilik yapıp yapmadıklarına ilişkin ayrıntılı kolluk araştırması yaptırılması ve alacaklısı oldukları icra dosyalarının araştırılarak varsa incelenip borçlularının tanık sıfatıyla dinlenilmeleri ve gerektiğinde vergi denetim raporu düzenlettirilmesi sonrasında hasıl olacak sonuca göre hukuki durumlarının takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, eksik inceleme ve yetersiz gerekçelerle yazılı şekilde mahkumiyet hükümleri kurulması,
Kabule göre de;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/06/2007 tarih ve 2007/10-108 Esas, 2007/152 Karar sayılı ilamında belirtildiği gibi, yasa koyucunun ayrıca adli para cezası öngördüğü suçlarda, hapis cezasının alt sınırdan tayini halinde mutlak surette adli para cezasının da alt sınırdan tayini gerektiği yönünde bir zorunluluk bulunmamakta ise de, yeterli ve yasal gerekçe gösterilmeksizin adli para cezasının alt sınırın üzerinde 1000 gün olarak tayin edilmesi,
Sabıkasız olup, duruşma tutanaklarına yansımış olumsuz halleri bulunmadığı anlaşılan sanıklar hakkında yeterli olmayan gerekçelerle TCK’nın 62 ve 51. maddeleri ile CMK’nın 231/5. maddesinin uygulanmaması,
Sanıklar hakkında TCK’nın 53/3. maddesi gereğince sadece kendi altsoyları üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkileri açısından koşullu salıverilmelerine kadar 53/1-c maddesi gereğince hak yoksunluğuna hükmedilebileceği gözetilmeden yazılı şekilde uygulama yapılması,
Anayasa Mahkemesinin TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 sayılı iptal Kararının değerlendirilmesi lüzumu,
Kanuna aykırı, sanıklar müdafin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321 ve 326/son maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 17/12/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

TEFECİLİK- AYRINTILI KOLLUK ARAŞTIRMASI YAPILMASI- BERAAT

T.C
YARGITAY
5. Ceza Dairesi
ESAS:2015/3494
KARAR:2019/16

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tefecilik
HÜKÜM : Beraat

Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
Sanıkların senetlerin araba satışı karşılığında alındığını savunmaları ile müşteki ve tanık …’nin soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarının birbiri ile çelişmesi hususları nazara alınarak, maddi gerçeğin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından, sanıklardan savunmalarında bahsi geçen araç satışına dair belgeleri ibraz etmeleri istenerek, sunmaları halinde birer suretinin dosya arasına alınmasından, ifadesinde belirttiği şekilde müşteki Fikret’in kaza yapıp yapmadığının araştırılmasından, sanıkların tefecilik yapıp yapmadıklarına ilişkin ayrıntılı kolluk araştırması yaptırılmasından, davaya konu senetlerle ilgili takip dosyalarının getirtilmesinden, ayrıca alacaklısı oldukları başkaca icra dosyası olup olmadığının tetkik edilerek varsa incelenmesinden ve borçlularının sanıklardan faiz karşılığında ödünç para alıp almadıkları hususunda tanık sıfatıyla dinlenilmesinden, gerektiğinde vergi dairesine yazı yazılarak yargılama konusu olayla ilgili olarak vergi inceleme raporu düzenlettirilmesinden, ayrıca sanıklar hakkında Antalya 17. Asliye Ceza Mahkemesinin 14/12/2015 tarihli ve 2013/742 Esas, 2015/771 Karar sayılı ilamı ile tefecilik suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği UYAP sorgulaması neticesinde tespit edilen dosyanın getirtilip incelenmesinden sonra tüm kanıtların hep birlikte değerlendirilerek sonucuna göre hukuki durumlarının takdir ve tayini gerektiği nazara alınmadan eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hükümler kurulması,
Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 07/01/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

“SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA ÖRGÜT KURMA/YÖNETME VE ÜYE OLMA”, “SİLAH TİCARETİ”, “NİTELİKLİ YAĞMA”, “2863 SAYILI KANUNA MUHALEFET”, “TEHLİKELİ MADDELERİ İZİNSİZ OLARAK BULUNDURMA VEYA EL DEĞİŞTİRME”, “6136 SAYILI KANUNA MUHALEFET”, “KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA”, “TEHDİT”, “ŞANTAJ”, “SUÇTAN KAYNAKLANAN MALVARLIĞINI AKLAMA”

T.C
YARGITAY
6. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/2577
KARAR:2019/194

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Yağma, Silah ticareti
HÜKÜM : İstinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine

… 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2017 gün, 2015/303 Esas ve 2017/174 sayılı kararı ile; sanıklar …, ve … hakkında, “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma/yönetme ve üye olma”, “Silah ticareti”, “Nitelikli yağma”, “2863 sayılı Kanuna muhalefet”, “Tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme”, “6136 sayılı Kanuna muhalefet”, “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma”, “Tehdit”, “Şantaj”, “Suçtan kaynaklanan malvarlığını aklama” suçlarından verilen mahkumiyet hükümleri ile sanık … Karakurt hakkında, “Tefecilik” suçundan kurulan beraat hükmüne karşı, katılan … vekili ile sanıklar savunmanları ve bir kısım sanıklar tarafından CMK 272 ve müteakip maddeleri uyarınca istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine; … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi’nce dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu verilen 23.01.2018 gün, 2017/2629 Esas ve 2018/86 sayılı karar ile;
1-) Sanık … Duran hakkında kurulan örgüte üye olma, sanık … hakkında silahlı örgüt adına suç işleme, sanık … hakkında örgüt faaliyeti çerçevesinde silah ticareti suçundan, sanıklar … ve … hakkında örgüt faaliyeti dışında iki veya daha çok kişinin silah ticareti suçundan, sanıklar …, ve … hakkında mağdur … ‘e karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’ye yönelik yağmaya teşebbüs suçundan, sanıklar …, …, …, … ve … hakkında mağdur …’ye yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e yönelik şantaj suçundan, sanıklar …, …,… ve … hakkında mağdur …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e karşı hukuki alacağını tahsil amacıyla tehdit suçundan, sanıklar… ve … hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet Etme suçundan, sanıklar… ve … hakkında tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçundan, sanıklar …,… ve … hakkında suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan kurulan mahkumiyet kararları ile ilgili delillerin duruşma açılarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılıp, istinaf başvurularının kabulü ile CMK’nin 280/1-e maddesi uyarınca “Davanın yeniden görülmesine ve duruşma hazırlığı işlemlerine başlanılmasına, dosyanın tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydının yapılmasına”,
2-) Sanık …’in silahlı suç örgütü kurma ve yönetme eylemi ile sanıklar …, ve …’nun ise kurulan örgüte üye olma suçundan, sanıklar … ve … hakkında silah ticareti suçundan, sanıklar … ve … hakkında 6136 sayılı Yasaya aykırı bıçak bulundurma suçundan, sanıklar …, hakkında mağdur … ‘e yönelik yağma suçundan, sanıklar …, …, … hakkında mağdur …’ye yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’ye yönelik tehdit suçundan, sanıklar …, … ve… hakkında mağdur …’e yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e yönelik şantaj suçundan, sanıklar …, … ve … hakkında mağdur … ‘a yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur … ‘a yönelik tehdit suçundan, sanıklar … ve …hakkında mağdur … …’e yönelik yağma suçundan, sanıklar .. hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet suçundan, sanıklar …, . ve … hakkında tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümleri yönünden; “Sanıklar …, ve … hakkında silahlı örgüt kurma, örgüt faaliyeti çerçevesinde yağma, silah ticareti, 2863 sayılı Yasaya muhalefet, tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma suçlarından mahkumiyetlerine dair karar verilmiş olup, atılı suçları örgüt faaliyeti çerçevesinde işleyen sanıklar hakkında TCK’nin 58/9. maddesi gereğince cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve cezalarının infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmemiş ise de; örgüt mensubu sanıklar hakkında mahkûmiyetlerinin kanuni sonucu olarak bu durumun infaz aşamasında dikkate alınmasının mümkün olduğu” kabul edilip eleştirmek suretiyle CMK 280/1-a maddesi uyarınca “İstinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine”,
3-) Sanık … hakkında tefecilik suçundan verilen beraat kararı yönünden de, katılan … vekilinin “istinaf başvurusunun esastan reddine”,
Sanık … hakkında örgüt faaliyeti çerçevesinde silah ticareti, sanıklar … ve … hakkında örgüt faaliyeti dışında iki veya daha çok kişinin birlikte silah ticareti, sanıklar … ve … hakkında mağdur …’e karşı nitelikli yağma suçlarından verilen kararlar yönünden TEMYİZ yolu açık olmak üzere; diğer suçlardan verilen kararlar yönünden KESİN olmak üzere karar verildiği,
06.04.2015 tarihli eylem nedeniyle, örgüt faaliyeti çerçevesinde silah ticareti, örgüt faaliyeti dışında iki veya daha çok kişinin birlikte silah ticareti suçu ile, mağdur …’e karşı nitelikli yağma suçu yönünden verilen karar, sanık … savunmanı tarafından duruşmalı, sanıklar …, … ve … savunmanları tarafından duruşmasız olarak temyiz edilmekle;
Soruşturmanın sonuçlarını içeren tutanaklar, belgeler ve sanıklar …, … ve … savunmanlarının temyiz dilekçelerinde, sanık … savunmanı Av. … tarafından temyiz dilekçesinde ve duruşmada hukuka aykırı olduğu ileri sürülen hususlar ile re’sen incelenmesi gereken konular CMK’nin 288 ve 289. maddeleri kapsamında incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü;
I-) Sanıklar … ve … hakkında, mağdur …’e karşı yağma suçundan kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının, sanık … yönünden duruşmalı, sanık … hakkında duruşmasız olarak yapılan incelemesinde;
Toplanan deliller karar yerinde incelenip, suçların sübut, kabul, oluş, soruşturma sonuçlarına uygun şekilde tayin, takdire ilişkin cezayı azaltıcı nitelikte takdir kılınmış, savunma inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, sanıkların hukuken geçerli delillere göre hükümlülüklerine dair karar yerinde olup, istinaf isteminin esastan reddine dair kararda hukuka aykırılık bulunmadığından, sanıklar … savunmanının temyiz dilekçesinde, sanık … savunmanının temyiz dilekçesinde ve duruşmada ileri sürdüğü tüm itiraz ve savunmalarının REDDİNE, usule, yasaya ve hukuka uygun bulunan … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin 23.01.2018 gün, 2017/2629 Esas ve 2018/86 Karar sayılı esastan red kararına yönelik, sanıklar savunmanlarının açtıkları temyiz davasının CMK’nin 302/1. maddesi uyarınca esastan reddi ile, sanık … yönünden de duruşmalı incelemesi yapılan hükmün ONANMASINA,
II-) Sanıklar …, … ve … hakkında silah ticareti suçundan kurulan hükümlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Oluşa ve dosya içeriğine göre; … 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2017 gün, 2017/303 Esas ve 2017/174 sayılı kararının gerekçe kısmında, dosya kapsamı ile uyumlu olmayan şekilde “OLAY 2” başlığı altında; “Sanık …’in suç örgütü yöneticisi olması ve işlenen suçtan sorumlu olması nedeniyle zincirleme şekilde silah ticareti suçundan cezalandırılmasına” sözcüklerine yer verilip, tefhimle infaza esas kısa kararın ve gerekçeli kararın hüküm kısmının 9 numaralı bendinde, TCK’nin 43. maddesi ile ilgili bir uygulamaya yer verilmediği dikkate alındığında;
İlk derece Mahkemesinin, gerekçe kısmında “Sanık …’in suç örgütü yöneticisi olması ve işlenen suçtan sorumlu olması nedeniyle zincirleme şekilde silah ticareti suçundan cezalandırılmasına” şeklindeki yazım, maddi hata olup, yerinde düzeltilmesi olanaklı görüldüğünden, anılan husus bozma nedeni yapılmamış,
Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
28.06.2014 tarih ve 29044 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 6545 sayılı Yasanın 81. maddesiyle 5275 sayılı Yasanın 106. maddesinde yapılan değişiklik uyarınca, sanıklar hakkında hükmedilen adli para cezasının ödememesi halinde bu cezanın hapse çevrilemeyeceğinin gözetilmesi zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş, sanıklar …, … ve … savunmanlarının temyiz itirazları ve tebliğnamedeki düşünce bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu verilen 23.01.2018 gün ve 2017/2629 Esas, 2018/86 Karar sayılı hükmün, açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5271 sayılı CMK’nin 303/1-h maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, … 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2017 gün, 2017/303 Esas ve 2017/174 sayılı kararının hüküm fıkrasından sanık hakkında “Ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğine” ilişkin bölümün çıkartılması suretiyle, eleştiri dışında diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA ilişkin oy birliğiyle alınan karar, 23/01/2019 gününde Yargıtay Cumhuriyet Savcısı …’ın katıldığı oturumda, sanık … savunmanı Av. …’in yokluğunda açıkça ve yöntemince okunup anlatıldı.

TİCARETİ TERK SUÇUNUN UNSURLARI-ARAŞTIRILACAK HUSUSLAR

T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu

Esas No:2013/702
Karar No:2014/491
K. Tarihi:1.1.1901

Ticareti terk suçundan sanık E. E.’nin İİK’nun 337/a maddesi uyarınca 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İstanbul 9. İcra Ceza Mahkemesince verilen 15.02.2011 gün ve 35-22 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 09.05.2012 gün ve 2275 – 4201 sayı ile;

“1- Borçlunun ticaret sicili memurluğunda kayıtlı bulunan adresinin, bilinen en son adresi olduğu, takibin açılmasından ve ödeme emirlerinin gönderilmesinden önce borçlu tarafından ticaret sicil memurluğuna, tebliğ merciine ya da alacaklıya adres değişikliğine dair bir bildirim de yapılmadığı anlaşılmakla, Tebligat Kanununun 35. maddesi uyarınca borçlunun ticaret sicili memurluğunda kayıtlı adresinde yapılan tebliğ işlemi usulüne uygun ise de, sanığın üzerine atılı ticareti terk suçunun özelliği dikkate alındığında, duruşma davetiyesinin usulüne uygun olarak tebliğ edildiğini kabul etmek doğru olmayacaktır. Ticareti terk ettiği ileri sürülen adrese Tebligat Kanununun 35. maddesine göre de olsa duruşma davetiyesinin tebliği geçersizdir. Zira, sanık zaten o adreste değildir.

Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun benzer bir olay nedeniyle verdiği 18.03.2008 tarih ve 2008/7-56 sayılı kararındaki ‘Anayasa’nın 36. maddesine göre; ‘herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile ‘adil yargılanma hakkı’na sahiptir. ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin,’ adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin (b) ve (c) bentlerinde ise; ‘Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir: a)……… b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek…’ şeklindeki düzenlemelerden çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama hürriyetinin bir gereği olduğudur. Bu durum tebligat hukuku ile değil, münhasıran vazgeçilemez ve göz ardı edilemez nitelikteki savunma hakkı ve daha geniş manada da adil yargılanma hakkı ile ilgilidir. Bu nedenle çözümün tebligata ilişkin hükümler yerine, savunma hakkına ilişkin düzenlemelerde aranması yerinde olacaktır” şeklindeki değerlendirme de göz önünde bulundurularak somut olaya dönüldüğünde; ticareti terk etmek suçundan dolayı yapılan yargılamada duruşma davetiyesinin sanığın terk ettiği bildirilen adresine Tebligat Kanununun 35. maddesine göre yapılan tebligatın usulüne uygun olduğundan da söz edilemez. Zira terk edilen adrese bu şekilde yapılan tebligatın zaten sanığın eline geçmeyeceği şikayetçi ve hatta mahkeme tarafından da öngörülmektedir. Anayasanın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkı göz önünde bulundurularak, ticareti terk suçlarında duruşma davetiyesinin ya da mahkeme kararının, terk ettiği ileri sürülen adresine Tebligat Kanununun 35. maddesine göre tebliği geçersiz olup, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur. Hal böyle olunca, Tebligat Kanununda 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı Kanunla yapılan değişiklikler de dikkate alınmak suretiyle yeniden usulüne uygun olarak sanığa duruşma davetiyesinin tebliğini (Tebligat Kanununun 35. maddesi dışında) müteakip, yargılamaya devam edilmesi gerekirken, savunma hakkı kısıtlanmak suretiyle sanığın mahkumiyetine karar verilmesi,

2- Kabule göre de; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 tarih ve 2011/505, 509, 513, 21.02.2012 tarih ve 2011/506, 510, 511 ve 621 esas sayılı dosyalarında, ticaret şirketlerinin müdür ve yetkililerinin ticareti terk suçunu işlemelerinin mümkün olduğu yönünde oyçokluğuyla verilen karar doğrultusunda uygulama yapılması Dairemizce de uygun bulunmuş olmakla; ticaret şirket yetkilisi olan sanığa isnat edilen suçun oluşabilmesi için tacirin fiili olarak ticareti terk etmesi ve bu durumu onbeş günlük süre içerisinde kayıtlı olduğu ticaret siciline bildirmemesi ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini içeren bir mal beyannamesi vermemesinin gerekmesi nedeniyle, somut olayda borçlu ticaret şirketinin kayıtlı olduğu vergi dairesi müdürlüğünden mükellefiyetinin sürdürülüp sürdürülmediği sorularak varsa buna ilişkin ilgili beyannameler de getirtilerek, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir edilmesi gerekirken, eksik inceleme ile karar verilmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 12.02.2013 gün ve 172-23 sayı ile;

“…Alacaklı vekili tarafından 27.10.2009 tarihinde borçlu şirket adresine haciz tatbik amacıyla hacze gidildiği borçlu şirketin gösterilen adresi terk ettiği İzmir Ticaret sicil Memurluğunun 18.02.2010 tarih ve B-19/5694 sayılı yazısı ile borçlu şirketin halen faal olarak bildirildiği şirket yetkilisi E. E.’nin olduğu ticareti terk ettiğini İzmir Konak İlçe Emniyet Müdürlüğünün 05.07.2010 tarihli B.05.1.EGM.4.35.4553-1769/2010 sayılı müzekkere cevabında sanık tüzel kişiliğin adresinde araştırma yapıldığı ve adreste tüzel kişiliğin adresi terk ettiğini, tanıyan bilen olmadığı bildirmemekle İİK’nun 337/a maddesinde bulunan suça vücut verdiği ve yukarıdaki bilgilerin dosya içerisinde olması sebebiyle,

Ticareti terk etmek suçunun oluştuğu zira bu suç ile korunmak istenen hukuki yararın kamu güveni olduğu, kamu güveninin de bu şekilde ticareti terk ederek zedelendiği gözetilerek, unsurları oluşan suçtan dolayı suçun işleniş şekli ve niteliği dikkate alınarak sanığın takdiren asgari hadlen cezalandırılması gerektiği…” gerekçesi ile ilk hükümde direnilmesine karar vermiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 22.10.2013 gün ve 191455 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Yerel mahkemece sanığa usulüne uygun şekilde davetiye tebliğ edilmek suretiyle (1) numaralı bozma nedeninin konusunu oluşturan aykırılık giderilmiş olup, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

İstanbul 13. İcra Müdürlüğünün 2009/350 Esas sayılı dosyasında; alacaklı B. Tekstil İç ve Dış Tic. Ltd. Şti. vekilinin talebi üzerine borçlular D. Tekstil San. ve Tic Ltd. Şti, E. E. ve Mustafa Koçhan aleyhine üç adet bonoya dayanılarak 12.950 Lira asıl alacak ve ferileri için kambiyo senetlerine mahsus takibe başlandığı, 07.01.2009 tarihli ödeme emrinin adı geçen şirketin daimi çalışanı H. T.’a şirketin Ticaret Sicil Müdürlüğündeki adresi olan “Şair Eref Bulvarı No: 33 Kat: 1 Montrö-İzmir” adresinde 15.01.2009 tarihinde tebliğ edildiği, takibin kesinleşmesinden sonra şirketin ödeme emrinin tebliğ edildiği adresine haciz işlemi yapılmak üzere 27.10.2009 tarihinde gidildiğinde, şirket ve yetkililerinin adreste bulunmadığının belirlendiği,

İzmir Ticaret Sicil Memurluğunun 18.02.2010 gün ve 5694 sayılı yazısında; kayıtlara göre halen faal durumda bulunan D. Tekstil San. ve Tic Ltd. Şti’nin yetkilisinin E. E. olduğu ve Aksoy Mah. 1731 sok No: 8’de oturduğunun bildirildiği,

İzmir Konak İlçe Emniyet Müdürlüğünün 05.07.2010 gün ve 1769 sayılı yazısında; borçlu şirketin adresinde Eli. Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti’nin bulunduğu, yapılan araştırmada 2005 yıllarında faaliyet gösteren ve yetkilisi E. E. olan borçlu şirketin adreste bulunmadığı, 667/1. Sok. No: 45 Şirinyer -Buca adresinde faaliyet gösterdiği,

Şirinyer Polis Merkez Amirliğinin 09.08.2010 günlü yazısına göre; belirtilen adreste bir demirci dükkanı olduğu ve borçlu şirketin işyerinin bilinmediği,

Karşıyaka Aksoy Mahallesi Muhtarlığınca düzenlenen ikametgah senedine göre sanık E. E.’nin Aksoy Mah. 1731 Sok. No: 8’de oturduğu,

Yargılama sırasında sanık adına ve fakat şirket adresine çıkarılan meşruhatlı davetiyenin muhatabın adres bırakmadan T.ındığı ve yeni adresi bilinemediğinden bahisle iade edilmesi üzerine, aynı adrese Tebligat Kanununun 35. maddesine göre tebligat yapıldığı,

Özel Dairece yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesinden sonra sanığa usulüne uygun şekilde tebligat yapıldığı, sanık E.’un kimlik bilgileri ve açık adresi ile borçlu şirketin tüm kayıtlarının 14.08.2012 tarihli müzekkere ile ticaret sicil müdürlüğünden istendiği, İzmir Konak Vergi Dairesi Müdürlüğüne borçlu şirketin mükellefiyetinin sürdürülüp sürdürülmediğinin tespiti ve ilgili beyannamelerinin temini için yazı yazıldığı, sözü edilen müzekkerenin Konak’ta birden fazla vergi dairesi bulunması ve hangi vergi dairesinden bilgi istendiğinin belirtilmemesi nedeniyle iade edildiği ve Ticaret Sicil Müdürlüğüne yazılan yazı cevabının gelmediği, anlaşılmaktadır.

İİK’nun “Ticareti Terk Edenler” başlıklı 44. maddesi;

“Ticareti terk eden bir tacir onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır.

Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir.

Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez.

Üçüncü şahısların zilyetlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz.

Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir.

Bozulmaya maruz veya muhafazası külfetli olan veya tayin edilen kanuni müddet içinde değerinin düşmesi kuvvetle muhtemel bulunan mallar hakkında, tacirin talebi üzerine, mahkemece icra memuru marifetiyle ve bu kanun hükümleri dairesinde bu malların satılmasına ve bedelinin 9’uncu maddede yazılı bir bankaya depo edilmesine karar verilebilir” şeklinde olup, belirtilen yükümlülüklere aykırı davranmak, aynı kanunun 337/a maddesinde “Ticareti terk edenlerin cezası” başlığı altında;

“44’üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.

Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır” biçiminde yaptırıma bağlanmıştır.

İİK’nun 44. maddesinde ticareti terk eden tacir açısından muhatapların kanuni haklarını korumaya yönelik bir takım yükümlülükler getirilmiş, yükümlülüklere aykırı hareket etmenin yaptırımı da aynı kanunun 337/a maddesinde gösterilmiştir.

06.06.1965 tarihinde yürürlüğe giren 538 sayılı Kanunun 22. maddesiyle değiştirilen İİK’nun 44. maddesinin gerekçesinde de; “Ticareti terk etmek suretiyle alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek, kaçınılması imkânsız bir zaruret halini almıştır. Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ettikleri ve ellerindeki malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir. Ticareti terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle tesirli bir şekilde mücadeleyi temin için İcra ve İflas Kanunu sistemi içinde madde tadil edilmiş ve ayrıca bu maddeye muhalefet 337/a maddesiyle cezalandırılmıştır” denilmektedir.

Takibi şikâyete bağlı olan seçimlik hareketli bu suçun oluşabilmesi için;

1- İİK’nun 44. maddesine göre mal beyanında bulunulmaması,

2- Mal beyanında mevcudun eksik gösterilmiş olması,

3- Aktifte yer alan mal veya onun yerine kaim olan değerin, haciz veya iflas sırasında gösterilmemesi,

4- Mal beyanından sonra, beyan edilen bu mallar üzerinde tasarruf edilmesi,

Gereklidir.

Kanun maddesinde gösterilen bu seçimlik hareketlerin herhangi birisinin işlenmesiyle, diğer şartların da gerçekleşmesi halinde ticareti terk suçu oluşacaktır.

İİK’nun 44. maddesine uygun bir biçimde mal beyanında bulunulduğundan söz edebilmek için, borçlunun ticareti bıraktıktan sonra onbeş gün içinde durumu ticaret siciline bildirmesi, bütün aktif ve pasifleri ile alacaklıların isim ve adreslerini içerecek şekilde mal beyanında bulunması gerekir. Ayrıca suçun oluşabilmesi için borçlunun fiilinden dolayı alacaklının zarar görmesi de gerekmektedir. Aynı kanunun 337/a maddesinin ikinci fıkrasındaki; “birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez” hükmü uyarınca, alacaklının zarar görmediğini ispat etme zorunluluğu borçluya aittir.

Bunun yanında ticareti terk eden borçlunun ayrıca tacir sıfatı T.ıması gerekmektedir. Türk Ticaret Kanununun 14. maddesinde gerçek kişi tacir; “bir ticari işletmeyi, kısmen dahi olsa kendi adına işleten kimse” olarak tanımlandıktan sonra, aynı kanunun 18. maddesinde; “ticaret şirketleriyle, gayesine varmak için ticari bir işletme işleten dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince hususi hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi amme hükmi şahısları tarafından kurulan teşekkül ve müesseseler dahi tacir sayılırlar” denilmiş, 136. maddesinde ticaret şirketleri; “kolektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketleri” olarak sayılmıştır.

Bu aşamada ticareti terk kavramı üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır. Öğreti ve uygulamada; “ticari işletmeyi kendi adına işletmekten vazgeçmek veya ticari işletmeyi kapatmak ya da dağıtmak” olarak tanımlanan ticareti terk fiilinin, mevzuatta belirlenen hukuki yönteme uygun olarak ticari faaliyetin sonlandırılması şeklinde ortaya çıkması mümkün olduğu gibi, ticari işletme hukuki olarak varlığını devam ettirmekle birlikte, fiili olarak sona erdirilmesi şeklinde gerçekleşmesi de imkân dâhilindedir.

Sanığın, temsile yetkili olduğu şirketin limited şirket olması nedeniyle, anılan ticari şirkete ilişkin kanuni hükümlerin de incelenmesi gerekmektedir. TTK’nun 503. maddesinde; “iki veya daha fazla hakiki veya hükmi şahıs tarafından bir ticaret unvanı altında kurulup, ortaklarının mesuliyeti koymayı taahhüt ettikleri sermaye ile mahdut ve esas sermayesi muayyen olan şirkete limited şirket denir” tanımına yer verilmiş, aynı kanunun 540. maddesinde ortakların birlikte müdür sıfatıyla şirketi idare ve temsile yetkili olabilecekleri gibi, şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortaklarından biri veya birkaçının da müdür olarak belirlenebileceği, 541. maddesinde ise, şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortak olmayan kişilerin de müdür olarak seçilebileceği hüküm altına alınmıştır.

TTK’nun 549 ve 550. maddelerinde limited şirketlerin tüzel kişiliğinin sona ermesine ilişkin “infisah” düzenlemesine yer verilmiştir. 552. maddesindeki yollama nedeniyle de anonim şirketin tasfiyesine ilişkin kurallar limited şirketler hakkında da uygulanacaktır.

İcra İflas Kanununda düzenlenen suçların tüzel kişilerin faaliyetleri sırasında işlenmesi halinde kimlerin sorumlu olacağı, “Hükmi şahısların muamelelerinde kimlerin ceza göreceği” başlıklı 345. maddesinde; “Bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur” şeklinde hüküm altına alınmış olup, limited şirket müdürlerinin ve yetkili temsilcilerinin de bu kapsamda olduğu açıktır.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 gün ve 513-29 sayılı kararı da bu doğrultudadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Ticareti terk etme suçunun oluşabilmesi için, gerçek kişi tacir ya da ticaret şirketi müdür veya yetkili temsilcilerinin fiili olarak ticareti terk etmesi ve bu durumu bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanı ile onbeş gün içerisinde kayıtlı bulundukları ticaret sicili memurluğuna bildirmemesinin gerekmesi karşısında; sanığın yetkilisi olduğu ticari şirketin ticareti gerçekten terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yaptırılması ve kayıtlı bulunduğu vergi dairesinden vergi mükellefliğinin devam edip etmediğinin belirlenmesinden sonra, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken, eksik araştırmaya dayalı olarak mahkûmiyet hükmü kurulması isabetli değildir.

Bu itibarla, usul ve kanuna aykırı bir biçimde, eksik araştırmaya dayalı olarak verilen direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- İstanbul 9. İcra Ceza Mahkemesinin 12.02.2013 gün ve 172-23 sayılı direnme hükmünün, eksik araştırmaya dayalı olarak sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.11.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI–TARAF TEŞKİLİ–DEVLET HASTANELERİ İLE İLGİLİ AÇILACAK DAVALARDA HUSUMETİN SAĞLIK BAKANLIĞI’NA YÖNELTİLMESİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
7. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO. 2015/6179
KARAR NO. 2016/5814
KARAR TARİHİ. 9.3.20166100/m.114

ÖZET : Devlet hastanelerinin bağımsız tüzel kişilikleri yoktur. Devlet hastaneleri ile ilgili açılacak davalarda husumetin Sağlık Bakanlığına yönetilmesi gerekirken, Devlet Hastanesi Başhekimliğine tebligat yapılarak taraf teşkili sağlanmadan hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

DAVA : Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün, Yargıtayca incelenmesi davalı Sağlık Bakanlığı vekili tarafından istenilmekle, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dosya incelendi, gereği görüşüldü:

KARAR : Davacı, davalı hastanede temizlik işçisi olarak çalıştığını, iş akdinin davalı tarafından haksız olarak sonlandırıldığını ancak işçilik alacaklarının ödenmediğinden bahisle kıdem ve ihbar tazminatı ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti ve yıllık izin ücret alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiş, husumeti B… Devlet Hastanesi Başhekimliğine yöneltmiştir.

Davalı B… Devlet Hastanesi Başhekimliği, cevap dilekçesi vermemiş ve duruşmalara katılmamıştır.

Mahkemece, davalı B… Devlet Hastanesi Başhekimliği nezdinde dava görülerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Somut olayda, davalı B… Devlet Hastanesi Başhekimliği taraf gösterilerek açılan davada dava dilekçesinin ve diğer tüm tebligatların hastaneye tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Bir davada tarafların, taraf ehliyetine sahip olmaları dava şartlarındandır. Bu nedenle mahkemece re’sen göz önünde tutulmalıdır.

Devlet hastanelerinin bağımsız tüzel kişilikleri yoktur. Devlet hastaneleri ile ilgili açılacak davalarda husumetin Sağlık Bakanlığına yönetilmesi gerekirken, B… Devlet Hastanesi Başhekimliğine tebligat yapılarak taraf teşkili sağlanmadan hüküm kurulması hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

O halde davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 09.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

USULSÜZ TEBLİĞ- MUHATABIN ADRESTE BULUNMAMA NEDENİ VE NE ZAMAN GELECEĞİ HUSUSU BELİRTİLMEDEN YAPILAN TEBLİĞ İŞLEMİ USULSÜZDÜR

T.C
YARGITAY
23. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/6343
KARAR:2018/3230

“İçtihat Metni”
……
-KARAR

Gerekçeli karar ve davacı vekilinin temyiz dilekçesi davalılar vekiline tebliğe çıkarılmış olmakla birlikte tebligat, muhatabın adreste bulunmama nedeni ve ne zaman geleceği hususu belirtilmeden, temyiz dilekçesi daimi çalışan….. gerekçeli karar ise daimi çalışan …..” imzasına yapılmış olup, tebliğ belgesinde muhatabın tevziat saatinde işyerinde bulunmamama sebebinin belirtilmediği, aynı gün döneceğine ilişkin bir tespite ise yer verilmediği görülmüştür.

Tebligat Kanunu’nun tevziat saatinde o yerde bulunmayıp, aynı gün tevziat saatinden sonra dönmeyeceği belirlenen muhataplar için düzenleme içeren 20. ve Yönetmeliği’nin 29. maddesinde aranan, anılan belirlemeye ilişkin bir açıklama da Tebliğ belgesinde bulunmamaktadır. Bu tebligat, Tebligat Kanunu’nun 17 ve 20; tebliğ tarihinde yürürlükte olan Yönetmeliğin 26 ve 29. madde hükümlerine uygun yapılmış değildir.

Bu durumda, gerekçeli kararın ve davacı vekilinin temyiz dilekçesinin davalılar vekiline usulüne uygun şekilde tebliğ edilip, temyiz süresinin beklenmesi, temyiz dilekçesi sunulması halinde bu dilekçenin dosyaya eklenmesi,

İçin dosyanın yerel mahkemesine geri çevrilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan eksiklikler giderildikten sonra temyiz incelemesi için Dairemize gönderilmek üzere, dosyanın yerel mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 21.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

DOLANDIRICILIK- İCRA TAKİBİ- MUVAZAALI SENET

T.C

YARGITAY

11.Ceza Dairesi

ESAS: 2006/2432

KARAR: 2008/2863

Dolandırıcılık suçundan sanıklar Duran ve A.Duran’ın yapılan yargılamaları sonunda: 5237 sayılı Kanun’un 158/1-D, 62, 52, 53 ve 63. maddeleri gereğince mahkumiyetlerine dair (Tokat Ağır Ceza Mahkemesi)’nden verilen 21.09.2005 gün ve 2004/312 Esas, 2005/218 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar müdafii tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Başsavcılığı’nın bozma isteyen 21.03.2006 tarihli tebliğnamesi ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği görüşüldü:

Katılanın satın aldığı aracın trafik sicil kaydını henüz üzerine geçirmemesi üzerine, sanıklar arasında muvazaalı olarak düzenlenen senetle bir diğerine borçlanıp icra takibi yoluyla aracın ele geçirilmesinden sonra 3. kişiye ikinci kez satılarak haksız yarar sağladıkları parayı da katılana iade etmeyen sanıkların dolandırıcılık kastı ile hareket ettiklerini kabul ederek mahkûmiyet hükmü kuran mahkemenin takdirinde bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma neticesine uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre, sanıklar müdafiinin hukuki ihtilaf olduğuna ilişen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine;

Ancak; 5237 sayılı Yasa’nın 53. maddesinin 1. fıkrasının c bendinde yer alan hak yoksunluğunun koşullu salıvermeye, diğer bentlerde yazılı hak yoksunluklarının cezanın infazının tamamlanıncaya kadar uygulanabileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,

Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan; hüküm fıkrasında yer alan TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölüm çıkartılarak yerine “sanığın 53. maddenin 1. fıkrasının c bendinde yer alan haklarda koşullu salıverme tarihine, diğer bentlerde yazılı haklardan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına” denilmek suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün (DÜZELTİLEREK ONANMASINA), 16.04.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.

SAHTE KİMLİK ÇEK ALMA BANKANIN SORUMLULUĞU- ÇEK KARNESİ VEREN BANKANIN GEREKLİ DİKKAT VE ÖZENİ GÖSTERMEMESİ SEBEBİYLE UĞRANILAN ZARARIN TAZMİNİ

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ

Esas No:2015/14187
Karar No:2016/3710
K. Tarihi:

MAHKEMESİ : …….. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

TARİHİ : 25/12/2014

NUMARASI : 2012/227-2014/1184

Taraflar arasında görülen davada …….. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 25/12/2014 tarih ve 2012/227-2014/1184 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davalı banka vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi ….. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, davalı banka tarafından dava dışı ……’ye çek defteri verildiğini, ciro silsilesi ile müvekkiline intikal eden çekin dava dışı bankaya ibraz edildiğini, banka tarafından “İş bu çekin sahte kimlik bilgileri ile şahıslar tarafından açılan hesap üzerine keşide edilmiş olması nedeni ile işlem yapılmamıştır.” denilerek el konulduğunu, müvekkiline de aslı gibidir kaşesi bulunan çek fotokopisinin verildiğini, davalı bankanın üzerine düşen sorumluluğunu yerine getirmeyerek müvekkilinin mağduriyetine yol açtığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 12.600 TL’nin 05/09/2008 tarihinden itibaren işleyecek reskont avans faizi ile birlikte davalı bankadan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, çek karnesi sahibinin sosyo ekonomik durum araştırması yapılırken gerekli basiret ve itinanın gösterilmediği, davacının çek bedeli kadar zararının oluştuğu gerekçesi ile davanın kabulü ile 12.600 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek reeskont avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı davalı banka vekili temyiz etmiştir.

Dava, çek hamili tarafından dava dışı keşideciye çek karnesi veren bankanın gerekli dikkat ve özeni göstermemesi sebebiyle uğranılan zararın tazmini istemine ilişkin olup, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bankalar çek karnesi verirken kişinin ekonomik ve sosyal durumunun belirlenmesinde gerekli dikkat ve özeni göstermelidir. Sadece ibraz edilen bir kısım belgelerle yetinmeyip, hesap açtırmak isteyen kişiyi işyeri seviyesinde soruşturmak ve benzeri incelemeleri yapmak suretiyle hesap açmak ve buna göre çek karnesi vermek durumundadır. Bununla birlikte, davacı da ticari ilişkiye girdiği kişi ya da kişileri seçmekte özenli davranmalıdır.

Ayrıca, işbu davanın açılabilmesi için keşideci ve cirantalara müracaat edilmesi ve yasal yolların tüketilmesi gerekir. Bir başka deyişle davacının dava konusu çekten dolayı zararının gerçekleşmesi gereklidir.

Bu itibarla, mahkemece yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde öncelikle davacının zararının oluşup oluşmadığı hususu araştırılarak, hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış, hükmün temyiz eden davalı banka yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı banka vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile davalı banka yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 06/04/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

AKARYAKIT İSTASYONUNA AİT İŞYERİ AÇMA VE ÇALIŞTIRMA RUHSATININ HACZİ

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

E. 2016/11364
K. 2017/2436
T. 22.2.2017

• İŞYERİ AÇMA VE ÇALIŞTIRMA RUHSATININ HACZİ (İlgili Kurum ve Kuruluşlara Yazı Yazılarak Gayrisıhhi Müessese Ruhsatının Hukuki Niteliği Akaryakıt İstasyonu Yapısından Ayrı Olarak Tek Başına Ekonomik Değere Sahip Olup Olmadığı Yine Tek Olarak ve Akaryakıt İstasyonundan Ayrı Devrinin Mümkün Bulunup Bulunmadığının Sorulması Gerektiği)

• MAL VEYA HAKKIN HACZEDİLMESİ (Tek Başına Ekonomik Bir Değer İfade Etmesi ve Bu Değerin Hukuksal Dayanağının Bulunması Gerektiği – Bir Ticari İşletme Olan Akaryakıt İstasyonundan Ayrı ve Müstakil Bir Ekonomik Değere Sahip Olduğu ve Tek Başına Devrinin Mümkün Bulunduğu Sonucuna Varılırsa Haczedilebileceğinin Kabulü Gerektiği)

• HACZİN KALDIRILMASI (Bir Ticari İşletme Olan Akaryakıt İstasyonundan Ayrı ve Müstakil Bir Ekonomik Değere Sahip Olduğu ve Tek Başına Devrinin Mümkün Bulunduğu Sonucuna Varılırsa Haczedilebileceği – Aksi Takdirde Haczinin Mümkün Olmadığı Kabul Edilerek Oluşacak Sonuca Göre Karar Verilmesi Gerektiği)

2004/m.85

ÖZET : Dava, haczin kaldırılması istemine ilişkindir. Alacaklının talebi üzerine, icra müdürlüğünce borçlu şirkete ait işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının haczine karar verildiği, borçlunun ise haczin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır. İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenmekle birlikte maddi hukuk kurallarına göre bir kısım mal ve hakların da haczi mümkün değildir. Buna göre, maddi hukuka göre başkasına devri yasak olan mal ve haklar haciz de edilemez. Yine bir mal veya hakkın haczedilebilmesi için, tek başına ekonomik bir değer ifade etmesi ve bu değerin hukuksal dayanağının bulunması zorunludur. Mahkemece, şikayetin mahiyeti dikkate alınarak öncelikle duruşma açılıp, taraf teşkili sağlandıktan sonra, tarafların iddia ve delilleri toplanmalı, özellikle de ilgili kurum ve kuruluşlara yazı yazılarak, gayrisıhhi müessese ruhsatının hukuki niteliği, akaryakıt istasyonu yapısından ayrı olarak tek başına ekonomik değere sahip olup olmadığı, yine tek olarak ve akaryakıt istasyonundan ayrı devrinin mümkün bulunup bulunmadığı sorulmalı ve ayrıca bu konuya dair mevzuatta irdelenerek, şayet gayrisıhhi müessese ruhsatının, bir ticari işletme olan akaryakıt istasyonundan ayrı ve müstakil bir ekonomik değere sahip olduğu ve tek başına devrinin mümkün bulunduğu sonucuna varılırsa haczedilebileceği, aksi takdirde haczinin mümkün olmadığı kabul edilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklının talebi üzerine, icra müdürlüğünce 24.12.2012 tarihinde borçlu şirkete ait işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının haczine karar verildiği, borçlunun ise haczin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır.

İİK’nun 85.maddesi uyarınca, borçlunun kendi yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmazlarından, alacak ve haklarından borcu karşılayacak kadarı haczolunur. Kural olarak borçlunun her türlü mal ve hakkı haczedilebilir. Hangi malların kısmen veya tamamen haczedilemeyeceği, İcra ve İflas Kanunu’nda tahdidi olarak sayılmış olup, bu sayılanların dışında olup da; her hangi bir özel kanunla haczedilemeyeceğine dair bir düzenleme bulunmayan borçluya ait bütün mal ve hakların haczi kabildir.

Ancak İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenmekle birlikte maddi hukuk kurallarına göre bir kısım mal ve hakların da haczi mümkün değildir. Buna göre, maddi hukuka göre başkasına devri yasak olan mal ve haklar haciz de edilemez. Yine bir mal veya hakkın haczedilebilmesi için, tek başına ekonomik bir değer ifade etmesi ve bu değerin hukuksal dayanağının bulunması zorunludur (Hukuk Genel Kurulu’nun, 06.12.2006 tarih, 2006/12-765 esas, 2006/765 karar sayılı kararı).

10.08.2005 tarih ve 225902 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanan İçişleri Bakanlığı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğinin “İkinci ve üçüncü sınıf gayrisıhhi müesseseler” başlıklı 23. maddesinde; “İkinci ve üçüncü sınıf gayrisıhhi müessese açmak isteyen gerçek ve tüzel kişiler; işin özelliğine göre bu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen kriterlere uygun olarak işyerini düzenledikten sonra bu Yönetmeliğin eki Örnek 2’de yer alan başvuru formunu doldurarak yetkili idareye ibraz eder. Yetkili idareler, ikinci ve üçüncü sınıf gayrisıhhi müesseseler için yapılacak beyan ve incelemelerde; insan sağlığına zarar verilmemesi, çevre kirliliğine yol açılmaması, yangın, patlama, genel güvenlik, iş güvenliği, işçi sağlığı, trafik ve karayolları, imar, kat mülkiyeti ve doğanın korunması ile ilgili düzenlemeleri esas alır. Başvurunun öngörülen kriterlere uygun olarak doldurulduğunun tespiti halinde, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın işyeri açma ve çalışma ruhsatı beş gün içinde düzenlenerek ilgiliye verilir. İlgili, bu belgeye dayanarak işyeri açabilir. Beyana göre tanzim edilen ruhsat müktesep hak doğurmaz. İkinci ve üçüncü sınıf işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilen işyerleri, yetkili idare tarafından bir ay içinde kontrol edilir. Bu süre içinde kontrol edilmemesi halinde, ilgili, çalışma ruhsatı almış sayılır ve kontrol görevini süresinde yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında yetkili idareler tarafından yasal hükümler uygulanır. Ruhsat verilmesini takiben yapılacak kontrol ve denetimlerde, ikinci fıkrada belirtilen kriterlere aykırı beyan ve durumun tespiti halinde, işyerine bir defaya mahsus olmak üzere onbeş günlük süre verilir. Verilen süre içinde noksanlık ve aykırılıklar giderilmediği takdirde verilmiş olan ruhsat, yetkili idare tarafından iptal edilerek işyeri kapatılır ve ilgililer hakkında ruhsat vermeye yetkili idareler tarafından ayrıca yasal işlem yapılır. İkinci sınıf gayrisıhhi müesseselerden yakıcı, parlayıcı, patlayıcı ve tehlikeli maddelerle çalışılan işlerle oksijen LPG dolum ve depoları, bunlara ait dağıtım merkezleri, perakende satış yerleri, akaryakıt ile sıvılaştırılmış petrol gazı, sıvılaştırılmış doğal gaz ve sıkıştırılmış doğal gaz istasyonları ve benzeri yerlere müsaade verilmezden evvel civarında ikamet edenlerin sıhhat ve istirahatleri üzerine gerek tesisatları ve gerekse vaziyetleri itibarıyla bir zarar vermeyeceğine kanaat oluşturulması için yetkili idarelerce inceleme yapılması zorunludur. Bu müesseselerin etrafında yetkili idareler tarafından belirlenecek mesafede sağlık koruma bandı bırakılması mecburidir. Söz konusu yerlerin üçüncü sınıf gayrisıhhi müessese olarak açılması durumunda sıhhi nezarete tabi tutulması yeterlidir” hükmüne yer verilmiştir.

Ruhsat değişikliğini gerektiren haller ise aynı yönetmeliğin 28. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; gayrisıhhi müesseselerde işletmenin faaliyet alanının değişmesi durumunda yeniden ruhsat alınması zorunluluğu getirilmiştir. Sahibinin değişmesi durumunda dosyadaki mevcut bilgi ve belgeler esas alınmak suretiyle yeni malik adına ruhsat düzenlenir. Gayrisıhhi müesseselerin yeniden sınıflandırılması veya tesiste yapılan bir değişiklikle neticesinde bir alt sınıfa geçen tesislerin yeniden ruhsat alması gerekmez. Ancak gayrisıhhi müesseselerin yeniden sınıflandırılmasında yapılan değişiklikler neticesinde üst sınıfa geçmiş olan tesislerin bir yıl içinde yeni sınıfa göre açılma ruhsatı alması zorunludur.

Bu durumda, mahkemece, şikayetin mahiyeti dikkate alınarak öncelikle duruşma açılıp, taraf teşkili sağlandıktan sonra, tarafların iddia ve delilleri toplanmalı, özellikle de ilgili kurum ve kuruluşlara yazı yazılarak, gayrisıhhi müessese ruhsatının hukuki niteliği, akaryakıt istasyonu yapısından ayrı olarak tek başına ekonomik değere sahip olup olmadığı, yine tek olarak ve akaryakıt istasyonundan ayrı devrinin mümkün bulunup bulunmadığı sorulmalı ve ayrıca bu konuya dair mevzuatta irdelenerek, şayet gayrisıhhi müessese ruhsatının, bir ticari işletme olan akaryakıt istasyonundan ayrı ve müstakil bir ekonomik değere sahip olduğu ve tek başına devrinin mümkün bulunduğu sonucuna varılırsa haczedilebileceği, aksi takdirde haczinin mümkün olmadığı kabul edilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, bu husus gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

REHİN ALACAKLISININ SATIŞA MUVAFAKAT ETMEMESİ NEDENİYLE SATIŞ TALEBİNİN REDDİNE KARAR VERİLEMEZ

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/708

KARAR:2016/14104

“İçtihat Metni”

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu aleyhine genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız takipte, alacaklının talebi ile icra müdürlüğünce, hacizli olan … plakalı aracın kaydında lehine rehin şerhi bulunan …’na İİK’nun 100. maddesi uyarınca müzekkere gönderildiği, … cevabında, 77.000 TL kefaletten dolayı rehin şerhinin devam ettiğini, araç satışına muvafakati olmadığını bildirdiği, alacaklının satış talebi üzerine, icra müdürlüğünce, rehin alacaklısının satışa muvafakat etmediği gerekçesi ile satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının icra mahkemesine şikayet yolu ile başvurarak, satış talebinin reddine ilişkin memurluk işleminin iptalini talep ettiği, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Rehin hakkı; bir alacağı temine yarayan, başkasına ait menkul mal veya hak üzerinde tesis edilen sınırlı bir ayni hak olup, alacaklıya, borçlulardan alacağını alamaması halinde, rehinli malın satış bedelinden alacağını tahsil yetkisi veren bir haktır. Rehin hakkı, sahibine, satışa muvafakat etmeme hakkı tanımaz. İhale bedelinin, rüçhanlı alacağı karşılayıp karşılayamayacağı satış sonucunda belli olacağından, icra müdürlüğünce belirtilen nedenle satış talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE ÇEK KULLANMAK SURETİYLE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK

SAHTE T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU

ESAS NO:2013/833
KARAR NO:2014/356

MAHKEMESİ : OLTU AĞIR CEZA
GÜNÜ : 12.03.2009
SAYISI : 62-17

Sanık P.. C..’in resmi belgede sahtecilik suçundan 5237 sayılı TCK’nun 204/1 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl hapis; bankanın araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçundan ise aynı kanunun 149/1-f, 52 ve 53. maddeleri uyarınca 4 yıl hapis ve 30.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Oltu Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.03.2009 gün ve 62-17 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 02.10.2013 gün ve 805-14619 sayı ile;

“Sanık hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasına karar verilirken kısa kararda ve gerekçeli kararda dayanılan kanun maddesi 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f maddesi yerine aynı kanunun 149/1-f maddesi olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir yazım hatası kabul edilmiştir.

Tekerrüre esas mahkûmiyeti bulunan sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

…Banka ya da kredi kurumlarının araç olarak kullanıldığından söz edilebilmesi için, dolandırıcılık fiili gerçekleştirilirken bankaların olağan faaliyetlerinden ya da bu faaliyeti yürüten sujelerden hileli araçlar kullanılarak yararlanılması veya banka ve kredi kurumlarının olağan faaliyetleri nedeniyle üretmiş oldukları maddi varlıkların suçta araç olarak kullanılarak haksız çıkarın elde edilmesi gerekir. Bankaların, ödeme aracı olarak kullanılması halinde bu fıkra uygulanamayacaktır.

Katılanın sahibi olduğu 50 adet küçükbaş hayvanı 2.000 TL kısmını peşin vermek, 10.000 TL kısmı için ise çek keşide etmek üzere toplam 12.000 TL’ye satın almak konusunda sanık Paşali C..le katılan N.. T..’in anlaştıkları, akabinde sanığın Mera Hayvancılık Tarım Ürünleri Ticaret Ltd. Şirketi’ne ait Akbank Beykoz Şubesi nezdindeki 0019307-8 numaralı hesaptan şirket yetkilisine atfen Z3913484 numaralı çeki, kendi yazısının çirkin olduğunu söyleyerek boş kısımlarını katılana yazdırdıktan sonra kendisi imzalayarak sanığa verdiği, bilahare 50 adet hayvanı sanığa teslim ettiği, sanığın ilerleyen tarihlerde anlaşma gereğince pesin olarak vermesi gereken 2.000 TL tutarı katılana vermemesi üzerine katılanın söz konusu çekin sağlam olup olmadığını araştırdığı ve bankasından çekin çalıntı olduğunu öğrendiği olayda; 10.01.2007 keşide tarihli 10.000 TL bedelli çalıntı çekin 6762 sayılı TTK’nın 692/5. maddesinde öngörülen zorunlu biçimsel ögelerden “keşide yerini” içermeyen; dosyadaki mevcut çek fotokopisinde keşidecinin ismi yanında da herhangi bir yer belirtilmemesine göre; resmi belge niteliğini taşımayan belgeyi sanığın aldığı hayvanlara karşılık imzalayıp vermesi eyleminin özel belgede sahtecilik ve 5237 sayılı TCK’nun 157/1 maddesinde tarif edilen dolandırıcılık suçlarını oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından hüküm verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına, sahtecilik suçu yönünden oybirliğiyle, dolandırıcılık suçu yönünden ise oyçokluğuyla karar verilmiş, Daire üyesi O.Baş dolandırıcılık suçu yönünden;“…Çek kullanımının ticari hayatta bir güven unsuru taşımasının yanında, banka, keşideci, hamil ve cirantaya bir takım hak ve sorumluluklar yüklemesi nedeniyle 5941 sayılı Çek Kanununda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiş, anılan Kanunun 2. maddesinin 5. fıkrasında ise ‘çek defterleri bankalarca bastırılır’ hükmü yer almıştır. Bu yasal düzenleme karşısında, banka tarafından bastırılan çek defterinin bankanın maddi varlığı olduğu konusunda bir kuşku bulunmamaktadır. Çek yaprağının doldurulması sırasında Türk Ticaret Kanundaki unsurlardan birinin eksik olması bu belgeye çek vasfı kazandırmaz ise de; bu belgenin bankanın maddi varlığı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu itibarla sanığın banka tarafından bastırılmış olan ve bu nedenle bankanın maddi varlığı olan boş çek yaprağını sahte olarak düzenleyip, aldığı mal karşılığı katılana vermesi nedeniyle, sanığın bankayı aracı kılmak suretiyle dolandırıcılık suçundan mahkûmiyetine ilişkin yerel mahkemenin kararı isabetli olup, ‘Hükümde uygulanan kanun maddesinin TCK’nun 158/1-f yerine 149/1-f olarak gösterilmesi mahallinde düzeltilmesi mümkün yazım hatası kabul edildiğinden bozma nedeni yapılmamıştır’ eleştirisi ile hükmün onanması gerekmektedir” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 05.11.2013 gün ve 266531 sayı ile;
“…Dolandırıcılık suçunun nitelikli hali olan 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f maddesinde düzenlenen ‘bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması’ suretiyle dolandırıcılık suçuna baktığımızda; dolandırıcılık eylemlerinde banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması nitelikli bir unsur olarak tanımlanmıştır. Bu hüküm 765 sayılı TCK’nun 504/3. maddesinin karşılığı olarak yeni kanun metnine aynen alınmıştır. Burada araç olarak kullanılan kurumlar, işlenen dolandırıcılık suçundan doğrudan doğruya zarar gören kurumlar değildir. Banka, faizle para alıp veren, kredi, iskonto, kambiyo işlemleri yapan, kasalarında değerli değerli belge, eşya saklayan ve daha başka ekonomik etkinliklerde bulunan kuruluştur. Eğer suç, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle değil de banka veya kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla işlenmişse bu durumda 158/1-f bendinin değil 158/1-j bendinin uygulanması gerekir.

Çek Türk Ticaret Kanunun da tanımlanmıştır ve unsurları sayılmıştır.

TTK’nun 692. maddesine göre;

‘1. ‘Çek’ kelimesini ve eğer senet Türkçe’den başka bir dille yazılmış ise o dilde ‘Çek’ karşılığı olarak kullanılan kelimeyi;

2. Kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedelin ödenmesi için havaleyi;
3. Ödeyecek kimsenin “muhatabın” ad ve soyadını;
4. Ödeme yerini;
5. Keşide gününü ve yerini;
6. Çeki çeken kimsenin (Keşidecinin) imzasını; ihtiva eder.’ hükmünü içermektedir.
TTK’nun 693 maddesine göre;

‘ Yukarıki maddede gösterilen hususlardan birini ihtiva etmiyen bir senet aşağıdaki fıkralarda yazılı haller dışında, çek sayılmaz.

Çekte sarahat yoksa muhatabın ad ve soyadı yanında gösterilen yer, ödeme yeri sayılır. Muhatabın ad ve soyadı yanında birden fazla yer gösterildiği takdirde çek, ilk gösterilen yerde ödenir. Böyle bir sarahat ve başka bir kayıt da mevcut değilse çek muhatabın iş merkezinin bulunduğu yerde ödenir.

Keşide yeri gösterilmemiş olan çek, keşidecinin ad ve soyadı yanında yazılı olan yerde çekilmiş sayılır.’ hükmünü içermektedir.

Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde somut olayda çekin keşide yerininin bulunmaması nedeniyle, resmi belge statüsünde olmadığı, özel belge statüsünde olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Yüksek Yargıtay 11 ve 15. Ceza Dairelerinin zorunlu unsurları bulunmayan çekin özel belge sayılacağına ilişkin pek çok kararına rastlamak mümkündür. Unsurları eksik olan çek özel belge olsa da; banka tarafından bastırılan çek karnelerinin bankanın maddi varlığı olduğu konusunda bir kuşku bulunmamaktadır. Unsurları eksik olan çekin dolandırıcılık suçunda kullanılması durumunda bankanın maddi varlığı olan çek kullanılmak suretiyle TCK’nun 158/1-f maddesinde öngörülen nitelikli dolandırıcılık suçunun oluştuğunun kabulü gereklidir.

Tüm bu nedenlerle sanığın bankanın maddi varlığı olan çek yaprağını sahte olarak düzenleyip, aldığı mal karşılığında katılana vererek dolandırması eylemini, banka aracı kılınarak dolandırıcılık olarak kabul eden yerel mahkeme kararının onanması gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Dairesince 04.12.2013 gün ve 29343-19132 sayı ile; itiraz nedenlerinin oyçokluğuyla yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Suçun sübutuna ilişkin bir uyuşmazlık bulunmayan olayda, Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; keşide yerinin gösterilmemesi nedeniyle yasal unsurları eksik olan sahte çek kullanılmak suretiyle işlenen dolandırıcılık suçunun “banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle” nitelikli dolandırıcılık suçunu mu yoksa “basit dolandırıcılık” suçunu mu oluşturacağının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanığın olay tarihinde katılandan 2.000 Lirasını nakit olarak ödeyeceğini söyleyip kalanı için ise keşide yeri gösterilmeyen, düzenleyenin adı yanında yazılı bir yer de bulunmayan 10.000 TL bedelli çeki vererek toplam 12.000 Liraya 50 adet küçükbaş hayvan satın aldığı, söz verdiği tarihte nakit parayı ödemeyince, katılanın çekin durumunu araştırdığında çalıntı ve sahte bir çek olduğunu öğrendiği, yapılan imza incelemesi sonucunda çekteki keşideci imzasının sanığın eli ürünü olduğunun tespit edildiği, sanığın adli sicil kaydında tekerrüre esas olabilecek nitelikte mahkûmiyetlerinin bulunduğu, mahkemece eylemin “Banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” suçunu oluşturduğu kabul edilmesine karşın, hükümde uygulama maddesinin “TCK’nun 149/1-f” olarak gösterildiği, anlaşılmaktadır.

Dolandırıcılık suçunun basit şekli 5237 sayılı TCK’nun 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir” şeklinde düzenlenmiş, 158. maddesinde ise bu suçun nitelikli halleri sayılmıştır.

Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçu da TCK’nun 158. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde; “(1)Dolandırıcılık suçunun;… f-…banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle, … işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, (e), (f), (j) ve (k) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adlî para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz” şeklinde düzenlenmiştir.

Maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde ise; “…Birer güven kurumu olan banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması, dolandırıcılık suçunun işlenmesi açısından önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Banka ve kredi kurumları açısından dikkat edilmesi gereken husus, bu kurumları temsilen, bu kurumlar adına hareket eden kişilerin başkalarını kolaylıkla aldatabilmeleridir” açıklamalarına yer verilmiştir.

Dolandırıcılık suçunun bu nitelikli halinin kabulü ilk defa 5237 sayılı TCK ile olmamıştır. 765 sayılı TCK’nun 504/3. maddesinde de aynı şekilde dolandırıcılığın banka veya kredi kurumlarının vasıta olarak kullanılması suretiyle işlenmesi cezayı ağırlaştıran bir neden olarak kabul edilmiştir. Bu ağırlaştırıcı neden 765 sayılı TCK’na 21.11.1990 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 3679 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenmiş, değişiklik gerekçesinde de; “Dolandırıcılık fiilin…banka veya kredi kurumunun…vasıta olarak kullanılması suretiyle işlenmesi halinde kandırıcı niteliği fazla olacağından, bu durum nitelikli hal olarak kabul edilmiş bulunmaktadır” açıklaması yapılmıştır.

Görüldüğü üzere gerek 765 gerekse 5237 sayılı TCK bakımından kanun koyucu banka veya kredi kurumlarına duyulan güven nedeniyle, bunlar aracı kılınarak gerçekleştirilen eylemlerde, hilenin daha kolay gerçekleşmesi bankaya duyulan güvenden mağdur ya da mağdurların araştırma eğiliminin azalması ya da tümü ile ortadan kalkması nedeniyle, eylemlerin aldatıcı niteliklerini göz önüne alarak nitelikli dolandırıcılık olarak düzenlemiş ve daha ağır bir yaptırıma tâbi tutmuştur.

Banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanıldığından söz edilebilmesi için, dolandırıcılık fiili gerçekleştirilirken banka veya diğer kredi kurumunun mutad faaliyetlerinden ya da bu faaliyeti yürüten sujelerinden yararlanılması ya da banka ve kredi kurumlarının mutad faaliyetleri nedeniyle üretmiş oldukları maddi varlıkların suçta araç olarak kullanılması gerekmektedir.

Banka ve diğer kredi kurumlarının olağan faaliyet konuları 5411 sayılı Bankacılık Kanunun 4. maddesinde sayılmış olup bunlara; mevduat kabul etmek, kredi vermek, çek ve diğer kambiyo senetlerinin iştirası (alım satımı), kredi kartları, banka kartları ve seyahat çekleri gibi ödeme vasıtalarının ihracı ve bunlarla ilgili faaliyetlerin yürütülmesi işlemlerini örnek göstermek mümkündür.

Banka ve diğer kredi kurumlarının maddi varlıkları ise; adı geçen kurumlara ait dekont, teminat mektubu, basılı evrak, kimlik belgesi, giriş kartı, banka cüzdanı, çek, kredi kartı gibi ilgili kurumda etkin işlevi bulunan maddi varlıklardır. Kullanılan maddi varlığın belge niteliğinde bulunması şart olmayıp belge niteliğinde olanların da özel belge niteliğinde olması ile resmi belge niteliğinde olması arasında bir fark bulunmamaktadır.
Banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunun unsurları ile alakalı bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu “çek” ile ilgili olduğundan, çekin hukuki niteliği ve yapısının irdelenmesinde de yarar bulunmaktadır.
Çek, gerek mülga 6752 sayılı, gerekse mer’i 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunlarımızda poliçe ve bonodan sonra üçüncü bir kambiyo senedi türü olarak kabul edilmiştir. Çek hukuki niteliği itibariyle, poliçe gibi bir havaledir, ancak bu havalenin çek olarak vasıflandırılabilmesi için aynı zamanda bir banka üzerinde çekilmiş olması zorunludur. Bankada hesap bulundurmak mücerret çek keşide hakkını vermeyeceğinden, ayrıca önceden bu hesap üzerinde çek keşidesi suretiyle tasarruf edebileceğinin de kararlaştırılmış olması gerekir. Genellikle “çek anlaşması”, “çek sözleşmesi” olarak adlandırılan bu akit ile muhatap banka, keşideciye, üzerine çektiği çekteki miktarı ödemeyi vaad ederken, keşideci ise muhatap bankanın ödediği meblağları kendisine tediyeyi taahhüt etmektedir. Böylece, muhatap banka meşru hamil veya cirantaya kendi mal varlığından ancak keşidecinin şahsında hukuki sonuç doğurmak üzere ödemede bulunma yetkisini elde etmektedir.

Bir senedin “çek” niteliğine haiz olabilmesi için taşıması gereken bazı zorunlu yasal unsurlar bulunmaktadır.

Buna göre, çek;

1- Senet metninde “çek” kelimesini ve eğer senet Türkçe’den başka bir dille yazılmış ise o dilde “çek” karşılığı olarak kullanılan kelimeyi,
2- Kayıtsız ve şartsız belirli bir bedelin ödenmesi için havaleyi,
3- Ödeyecek kimsenin “muhatabın” ad ve soyadını (ticaret ünvanını),
4- Ödeme yerini,
5- Keşide tarihini ve yerini,
6- Keşidecinin imzasını, ihtiva etmelidir.

Bu unsurlardan birini taşımayan bir senet çek sayılmayacaktır. Ancak çekte açıklık yoksa, muhatabın adı ve soyadı (ticaret unvanı) yanında gösterilen yer ödeme yeri kabul edilecek, muhatabın ad ve soyadı (ticaret unvanı) yanında birden fazla yer gösterildiği takdirde çek, ilk gösterilen yerde, böyle bir açıklık ve başka bir kayıt da yoksa, çek muhatabın iş merkezinin bulunduğu yerde ödenecektir. Keşide yeri gösterilmemiş olan çek, düzenleyenin adı yanında yazılı olan yerde düzenlenmiş sayılacaktır. (6752 sayılı Kanunun 693/2-3, 6102 sayılı Kanunun 781/2-3. maddeleri)
Öte yandan Türk Ticaret Kanunu dışında “çek”e ilişkin çıkarılan özel kanunlarla da ayrıntılı düzenlemelere gidilmiştir. Bu kapsamda suç tarihinde yürürlükte bulunan Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkındaki 3167 sayılı Kanunda bankaların çek hesabı açtırmak isteyenin yasaklı olup olmadığını araştıracakları, ayrıca ilgili kişinin ekonomik ve sosyal durumunun belirlenmesinde gerekli basiret ve özeni gösterecekleri, çek defterlerinin bankalarca bastırılacağı, çek defterlerinin baskı şeklini belirleyen esasların Türkiye Bankalar Birliğinin görüşü alınarak, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca belirlenerek Resmî Gazete’de yayımlanacağı, bankaların çek hesabı açtıranların açık kimlik ve adreslerini belirlemek için fotoğraflı nüfus cüzdanı örnekleri ile yerleşim yeri belgelerini, tacir olanların ayrıca ticaret sicili kayıtlarını almak, bunların açık kimliklerini, adreslerini, vergi kimlik numaralarını ve çek hesabının kapatılma hallerini onbeş gün içinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirmek ve bunlara ilişkin belgeleri hesapların kapatılmalarını izleyen beşinci yılın sonuna kadar saklamak zorunda oldukları, çek karşılığının tamamen veya kısmen bulunmaması halinde hamilin talebi üzerine keşidecinin bankaca bilinen adresleri kendisine verileceği kabul edilmiştir.

Bu açıklamalar ve belirtilen kanuni düzenlemeler karşısında çekin bankanın maddi varlıklarından olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu nedenle tüm unsurlarını havi bir çek kullanılarak işlenen dolandırıcılık suçunun 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f. maddesi kapsamında olduğunun kabulü gerekmektedir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin duraksamasız uygulamaları da bu doğrultudadır. (Örneğin; Ceza Genel Kurulu’nun 28.12.2004 gün ve 173-228, 11 CD’nin 21.01.2014 gün ve 22187-1123, 15 CD’nin 03.03.2014 gün ve 10228-3826 sayılı kararları)

Ancak Türk Ticaret Kanununda öngörülen yasal unsurları eksik olan, örneğin somut olayda olduğu gibi keşide yeri gösterilmeyen ya da tümüyle sahte oluşturulmuş bir çek kullanarak işlenen dolandırıcılık suçunun da 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f. maddesi kapsamında kabul edilip edilmeyeceği hususu uyumazlığın konusunu oluşturmaktadır.
Çekin hile unsuru olarak kullanılmasının daha ağır bir cezayı gerektirmesinin nedeni mağdura bakan yönüdür. Yasal unsurları eksik ya da tümden sahte oluşturulmuş bir çek kullanılarak işlenen dolandırıcılık suçlarında da, bankanın bir maddi varlığı veya böyle bir maddi varlığın bulunduğu algısı hile olarak kullanılmakta, mağdur “çek”e güvendiği için daha kolay aldatılmaktadır. Kaldı ki çekin unsurlarının eksik olması bankanın maddi varlığı olduğu olgusunu da değiştirmemektedir. Bu nedenle iğfal kabiliyetini haiz olması şartıyla çekin tümden sahte olarak oluşturuşmuş olması veya unsurlarının eksik olmasının suçun bu nitelikli halinin oluşumu bakımından bir önemi bulunmamaktadır.
Çekin belgede sahtecilik suçu bakımından resmi belge niteliğinde kabulü ile dolandırıcılık suçunda hile unsuru olarak kullanılması aynı esaslara dayanmamaktadır. Çek esasında özel bir belgedir. Ancak kanun koyucu ticarî hayatta büyük yer tutan ve ciro ile veya buna bile gerek görülmeksizin tedavül eden çekleri ve diğer kambiyo senetlerini daha ciddî bir şekilde korumak istemiş ve bunlarda sahtecilik yapılması hâlinde, resmî belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümlerin uygulanmasını kabul etmiştir. Bu itibarla çekin resmi belge olarak kabulünün nedeni topluma bakan yönü olup, unsurları eksik olan çek bir taraftan özel belge olarak kabul edilirken, diğer taraftan nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturması arasında bir çelişki bulunmamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın keşide yeri gösterilmeyen çalıntı sahte bir çek vermek suretiyle katılandan mal aldığı somut olayda, bankanın maddi varlıklarından olan çekin suçta araç olarak kullanılması nedeniyle eylemin 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f madde ve fıkrasında yazılı banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

Öte yandan, tekerrüre esas sabıkası bulunan sanık hakkında TCK’nun 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz bulunmadığından, hükümde uygulama maddesinin TCK’nun 158/1-f yerine, 149/1-f olarak gösterilmesi ise mahallinde düzeltilebilir yazım hatası niteliğinde olduğundan bozma nedeni sayılmayıp, ancak eleştiri konusu yapılabilecektir.

Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının nitelikli dolandırıcılık suçu yönünden kaldırılmasına ve eleştiri dışında usul ve kanunu uygun bulunan yerel mahkeme hükmünün nitelikli dolandırıcılık suçu yönüyle onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 02.10.2013 gün ve 805-14619 sayılı bozma kararının nitelikli dolandırıcılık suçu yönünden KALDIRILMASINA,
3- Oltu Ağır Ceza Mahkemesinin 12.03.2009 gün ve 62-17 sayılı hükmünün, dolandırıcılık suçuna ilişkin olarak, “Tekerrüre esas sabıkası bulunan sanık hakkında TCK’nun 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz bulunmadığından, hükümde uygulama maddesinin TCK’nun 158/1-f yerine 149/1-f olarak gösterilmesi ise mahallinde düzeltilebilir yazım hatası niteliğinde olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır” eleştirisi ile ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.07.2014 günü yapılan müzakerede oybrliğiyle karar verildi.

SAHTE DİPLOMA- NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK RESMİ BELGEDE VE MÜHÜRDE SAHTECİLİK

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS: 2014/11283
KARAR: 2017/902

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik, mühürde sahtecilik
HÜKÜM : Beraat

Sanık hakkında nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede ve mühürde sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümleri, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanığın, … Yüksekokulu Teknik Programlar bölümünden mezun olmuş gibi noterden tasdikli sahte diploma düzenleyerek Kars …’nde tekniker olarak görev yapıp, katılan kurumu 35.862,78 TL zarara uğratmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede ve mühürde sahtecilik suçlarını işlediğinin iddia olunan somut olayda; …. Noterliği’nin yazıları ile sahte olarak oluşturulduğu tespit olunan 02/11/2009 tarihli belgenin aslının ele geçirilemediği, dolayısıyla iğfal kabiliyetinin olup olmadığının anlaşılmaması ve ayrıca sanığın yaptığı iş ile ilgili bir yüksekokulda okuması ve mezun olduğunu zannederek iş başvurusunda bulunduğuna dair savunması, aldığı ücret karşılığı katılan kuruma hizmet vermesi hususları dikkate alındığında, sanığın dolandırıcılık kastı ile hareket etmediğinin anlaşılması karşısında, unsurları itibariyle oluşmayan resmi belgede sahtecilik, mühürde sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmediğinden, dolandırıcılık yönünden sanığın mahkumiyetine yönelik tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin herhangi bir nedene dayanmayan temyiz itirazının reddiyle hükmün ONANMASINA, 24/01/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE DİPLOMA İLE ÖZEL ŞİRKETTE İŞE GİRME- GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA- EVRAKTA SAHTECİLİK- BERAAT

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS:2014/19585
KARAR:2017/7970

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Resmi belgede sahtecilik, Güveni kötüye kullanmak
HÜKÜM : 1- TCK 204/1, 62, 51 mad gereğince mahkumiyet
2- TCK 155/2, 62, 51 mad gereğince mahkumiyet

Resmi belgede sahtecilik ve hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçlarından sanığın mahkumiyetine ilişkin hükümler, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanığın daha önce çalışmış olduğu bir iş yerindeki kimya mühendisinin diplomasının fotokopisini çekerek ilgili yere kendi ismini yazıp, katılanın yetkilisi olduğu firmaya başvurduğu, kendisini kimya mühendisi olarak tanıttığı, sanığın bu diplomayı işe girdikten yaklaşık bir yıl sonra tanzim edip, çalıştığı firmaya verdiği, bu şekilde dört yıl kadar çalışmaya devam ettiği, 2009 yılında yaşanan ekonomik kriz nedeni ile işten çıkarıldığı, sanığın katılanın yetkilisi olduğu şirket adına müşterilerden yaptığı 21.000-TL’lik tahsilatı iade etmeyerek uhdesinde tutmak suretiyle resmi belgede sahtecilik ve hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçlarını işlediği iddia edilen olayda;

1-Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet hükmüne yönelik yapılan temyiz incelemesinde;

Sanığın savunması, katılan beyanı, tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamına göre sanığın atılı suçtan mahkumiyetine yönelik mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; katılan vekilinin bir nedene dayanmayan temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,

2-Resmi belgede sahtecilik suçundan verilen mahkumiyet hükmüne yönelik yapılan temyiz incelemesinde;

Sanığın, sahte diploma tanzim ederek işyerine verdiği tespit edilmiş ise de; diploma aslının ele geçirilemediği, fotokopi belgeden ibaret diplomanın iğfal kabiliyeti olup olmadığı tespit edilemediğinden unsurları itibariyle atılı suçun oluşmayacağı gözetilmeden, yazılı şekilde resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun’un 6723 sayılı Kanun’un 33. maddesi ile değişik 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 22.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

SAHTE DİPLOMA- EVRAKTA SAHTECİLİK- İĞFAL KABİLİYETİ- İNFAZIN DURDURULMASI

T.C
YARGITAY
11. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/1534
KARAR: 2018/1226

“İçtihat Metni”

Resmi belgede sahtecilik suçundan sanık … hakkında yapılan duruşma sonunda mahkumiyetine ilişkin … 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nce verilen 29.03.2016 gün ve 2015/117 Esas,2016/319 Karar sayılı hükmünün sanık müdafii tarafından temyizi üzerine Yargıtay 21.Ceza Dairesinin12.10.2016 tarih ve 2016/8705 Esas, 2016/6109 sayılı ilamıyla verilen düzeltilerek onama kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı itiraz üzerine 05.07.2012 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yasa’nın 99. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi uyarınca dosya dairemize gönderilmekle gereği görüşüldü:

Sanık hakkında, … Belediyesi’nin hizmet alım şartnamesinde bulunmasını zorunlu kıldığı, sahte olarak düzenlediği … Üniversitesi Mühendislik Fakültesi lisans diplomasını, … 2. Noterliğine ibraz ederek suret tasdiki yaptırıp, sahte belge aslını kendisinde tutarak noter tasdikli suretini … Belediyesi’nin hizmet alım ihalesi için ibraz etmek suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasında; suça konu belgenin bizatihi … Belediyesi’ne ibraz için üretildiğinin kabulünün mümkün bulunmaması, belgenin düzenlenmesiyle atılı suçun oluştuğunun anlaşılması karşısında, … Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan hizmet alım ihalesinde sunulan belgelerin doğruluğunun ilgili kurumlardan sorularak teyit edilmesinin mutad olup olmadığı sorularak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve değerlendirilmesi gerektiğine yönelik itiraz ile aldatma niteliğinin ilgili fakültenin orijinal lisans diplomasının birebir suça konu sahte diploma ile karşılaştırılması suretiyle tespitinin,sahteciliğin açık ve ilk görüşte anlaşılabilir nitelik taşıması ve objektif olarak anlaşılması gerekliliği ilkelerine uygun bulunmaması, suça konu belgenin objektif olarak aldatma niteliğinin bulunduğunun anlaşılması karşısında, mahkemece… Üniversitesi Mühendislik Fakültesine ait orijinal diploma örneği ile suça konu diploma örneğinin mukayesesinde benzer nitelikte olduğu ancak orijinal diplomanın baş kısmında 1 adet… Üniversitesi amblemi bulunduğu halde suça konu diploma suretinde 2 adet sağda ve solda olmak üzere amblemin bulunduğu, dekanların farklı olduğu, ayrıca orijinal diploma örneğinde lisans diploma sahibinin doğum tarihi ve baba adı ile doğum yerinin yazılı olduğu, suça konu diploma suretinde ise herhangi bir doğum tarihi, baba adı ve doğum yerinin bulunmadığının tespit edildiği, bu haliyle sahteciliğin ilk bakışta anlaşılması nedeniyle aldatıcılık niteliği bulunmadığına yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazları yerinde görülmediğinden KARARIN DÜZELTİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK.nun 308/3 maddesi uyarınca itiraz konusunda karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na GÖNDERİLMESİNE, Yargıtay Ceza Genel Kurulundaki inceleme sırası, iş yoğunluğu dikkate alınarak telafisi imkansız zarara yol açılmaması bakımından,bu suç yönünden infazın durdurulması ile sanığın TAHLİYESİNE, 14.02.2018 gününde oybirliği ile karar verildi.

RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK- SAHTE DİPLOMA- ÜNİVERSİTE DOĞRUDAN ZARAR GÖRMEDİĞİNDEN KAMU DAVASINA KATILMA HAKKININ BULUNMADIĞI

T.C
YARGITAY
11. Ceza Dairesi
ESAS:2016/766
KARAR: 2018/6415

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Resmi belgede sahtecilik
HÜKÜM : Beraat

Sahte diploma kullanarak iş başvurusunda bulunmak suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddia olunan sanığa yüklenen suçtan, doğrudan doğruya zarar görmeyen şikayetçi Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlüğünün kamu davasına katılma hakkı bulunmadığından ve usulsüz verilmesinden dolayı hukuken geçersiz olan katılma kararı hükmü temyiz etme yetkisi vermeyeceğinden, vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca REDDİNE, 10.07.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version