TRAFİK KAZASI NEDENİYLE YARALANMA- MALULİYET RAPORU- ISLAH- UZAMIŞ CEZA ZAMANAŞIMI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/2050
KARAR:2014/5437

“İçtihat Metni”

Davacı … ile davalılar … … …, …. ve … arasındaki dava hakkında, ….Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 20.03.2012 gün ve 2002/206-2012/57 sayılı hüküm, Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalı … vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü;

– K A R A R –

Davacı vekili, davalıların trafik sigortacısı, malik ve sürücüsü olduğu iki aracın karıştığı 25.10.1999 tarihli kazada müvekkilinin yaralandığını ileri sürerek, şimdilik 1.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminatın … şirketleri dışındaki davalılardan, 5.000,00 TL maddi tazminatın davalı … şirketlerinden kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiş, 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle 19.805,64 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak 19.805,64 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminata karar verilmiştir. Hüküm, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizce verilen 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı bozma kararının; (1) nolu bendinde davalı … vekili, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı …. vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bendinde ise davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazları yönünden, “dava açıldığı tarih itibariyle davalı şirket iflas etmemiştir. Bu davalı aleyhine tazminatın tahsili için açılan davada, dava konusu alacağın ikinci alacaklılar toplantısında iflas masasına kaydedilip, masaca alacağın kesin olarak kabul edilip edilmediğinin araştırılması ve şayet kesin suretle kayıt ve kabul edilmiş ise, bu davalı bakımından konusu kalmayan davanın reddine karar verilmesi, masaya kayıt edilmek istenip de alacak kısmen veya tamamen reddedilmiş ise ve kayıt-kabul davası ayrıca açılmamışsa, iş bu davada husumet iflas idaresine yönetltildiğinin kabulü ile alacağın iflas masasına kayıt ve kabul davası olarak devam edilerek, tazminat istemi bakımından yapılacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, davalı şirket hakkında eksik incelemeye dayalı olarak verilen karar doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Davalı … vekili bu defa karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Davalı … vekilinin karar düzeltme istemi üzerine dava dosyasının yeniden yapılan incelemesinden;
Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle sürekli iş göremezlik zararı ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı ….nun 109/1.maddesinde “motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar.” denilmektedir. Aynı kanunun 109/2 maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda; dava konusu trafik kazası, 25.10.1999 tarihinde meydana gelmiştir. Dava, 04.05.2002 tarihinde açılmıştır. Yargılama sırasında alınan ve … Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 27.02.2006 tarihli raporda, davacının bu kaza sonucu vücut genel çalışma gücünü % 9,1 oranında kaybettiği belirlenmiştir. Mahkemece hükme esas alınan tazminat bilirkişi raporunda davacının geçici ve sürekli iş göremezlik zararının toplam 19.805,64 TL olduğu belirlenmiştir. Davacı vekili tarafından 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmiş ve maddi tazminat istemi, bilirkişi raporu doğrultusunda artırılarak 19.805,64 TL tazminat istenmiştir. Davalı … vekili, ıslah dilekçesine karşı süresi içinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur. Mahkemece, dava ve ıslah dilekçesinde istenen toplam 19.805,64 TL maddi tazminata karar verilmiştir.

Dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, davacının bedensel zararında gelişen durumun varlığının da ileri sürülmemiş olması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır.

Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir. Bu durumda; davalı … vekilinin karar düzeltme itirazının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamına yukarıda yazılı bozma nedeninin de ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yönünden de bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı … vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamının (1) nolu bendinin bozma ilamından çıkarılmasına yerine “1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, gerektirici sebeplere göre, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı… vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine” tümcelerinin yazılmasına, bozma ilamının (2) nolu bendinin numarasının (3) olarak değiştirilmesine, bozma ilamına (2) nolu bent olarak

“2-Davalı … vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır. Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.” bozma nedeninin yazılmasına, bozma ilamının sonuç kısmının ise “Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı.. vekilinin tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin diğer temyiz itşrazının kabulü ile hükmün davalı … yararına bozulmasına, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına” biçiminde değiştirilmesine ve yukarıda yazılı bozma nedeninin de bozma ilamına ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yararına da BOZULMASINA, tashihi karar peşin harcın karar düzeltme isteyen davalı …’e geri verilmesine 10.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FAZLAYA İLİŞKİN HAKLAR SAKLI TUTULMADAN, KISMİ DAVAYA DAİR BİR İFADE YER VERMEKSİZİN AÇILAN DAVADA TALEP SINIRLANMIŞTIR.

T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
ESAS:2019/2715
KARAR:2019/4717 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … tarafından, davalılar … ve diğerleri aleyhine 03/01/2012 gününde verilen dilekçe ile destekten yoksun kalma sebebiyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 19/01/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı … vasisi tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı …’ın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2-Davalı …’ın diğer temyiz itirazlarına gelince;
Dava, destekten yoksun kalma sebebiyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş hüküm, davalılardan … vasisi tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, müteveffa oğlunun davalılar tarafından öldürüldüğünü davalıların yapılan ceza yargılaması sonunda mahkum olduklarını belirterek desteğini yitirdiğinden bahisle maddi ve manevi zararlarının davalılardan tahsilini talep etmiştir.

Davalılar, cevap dilekçesi sunmamıştır.

Mahkemece, bilirkişi raporunda hesaplanan miktar esas alınarak 26.418,74 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 26. maddesinin 1. fıkrasında; “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinde; davacının dava dilekçesinde 20.000 TL maddi tazminat talebinde bulunduğu ve fazlaya ilişkin hakkı saklı tutulmadan talebini sınırlandırdığı dava dilekçesinde belirsiz alacak davası olarak açtığını belirtmediği gibi kısmi dava olduğuna dair bir ifade de kullanmadığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle davacının maddi tazminat talebini sınırlandırması ve yukarıdaki yasal düzenleme karşısında maddi tazminat yönünden talebin aşılması suretiyle hüküm tesis edilmesi doğru olmamıştır. Anılan nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) nolu bentte açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, davalı … vasisinin diğer temyiz itirazlarının (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 17/10/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

İSTİNAFA TABİ İCRA MAHKEMESİ KARARLARINDA PARASAL SINIR- EK KARAR – TAVZİH TALEBİ

T.C.
ADANA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
10. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2020/2308
KARAR NO : 2020/1838

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : VELİ BEYDOĞAN (33364)
ÜYE : TUNCER KAYA (42686)
ÜYE : HİDAYET KAYNAK (95130)
KATİP : HASAN ŞAHİN (243600)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : DÖRTYOL İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 15/10/2020 tarihli Ek karar
NUMARASI : 2019/143 Esas 2020/141 Karar

DAVACI : …..SANAYİ VE TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ
DAVALI : A. P.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVANIN KONUSU : İmzaya İtiraz
KARAR TARİHİ : 11/12/2020
KARAR YAZIM TARİHİ : 11/12/2020

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararı aleyhine süresi içinde davacı vekili Av. …… tarafından istinaf yoluna başvurulmuş olmakla, HMK’nın 353.maddesi gereğince dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Mahkemece verilen 15/10/2020 tarihli Ek Karar ile; davacı vekilinin 08/10/2020 tarihli HMK madde 304 ‘e göre Hükmün Tashihi talebine ; “Hukuk Muhakemeleri Kanununun 305/2 bendi “Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez” hükmü uyarınca talebin Bölge Adliye Mahkemesince değerlendirilmesine” karar verilmiş, davacı vekili tarafından sunulan 21/10/2020 tarihli istinaf dilekçesi ile mahkemenin tashih talebinin reddine dair ek kararının kaldırılması talep edilmiştir.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ; Uyuşmazlık; Dörtyol İcra Dairesi’nin 2016/9766 E. Sayılı dosyasından başlatılan takibe konu çek’e ilişkin imzaya itiraz niteliğindedir.
5311 Sayılı Yasanın 24. maddesi ile Değişik İİK’nın 363. maddesi “İstinaf yoluna başvurma ve incelenmesi” başlığını taşır. Anılan madde hükmünde; icra mahkemesince verilen hangi türdeki kararlarla ilgili olarak ve hangi miktarı geçmesi şartı ile istinaf yoluna başvurulabileceği ve istinaf yoluna başvuru süresi açıkça düzenlenmiştir.
02/03/2005 tarih ve 5311 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile değişik 2004 sayılı İİK’nun 363/1. maddesine göre; istinafı kabil olan icra mahkemesi kararlarına karşı, ait olduğu alacak, hak veya malın değer veya miktarı 1.000,00 TL’yi geçmesi şartıyla istinaf yoluna başvurulabilir. Anılan hükümdeki kesinlik sınırının, aynı Kanunun ek (1). maddesi dikkate alındığında, 20.07.2016 tarihinden itibaren 2.190,00 TL, 02.12.2016 tarih ve 6373 sayılı Kanunun 3. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu 02.12.2016 tarihinden itibaren 7.000,00 TL, aynı Kanunun ek (1). Maddesi uyarınca 01.01.2017 tarihinden itibaren 7.260,00TL, 01.01.2018 tarihinden itibaren 8.310,00 TL, 01.01.2019 tarihinden itibaren 10.280,00 TL, yine 01/01/2020 tarihinden itibaren 12.600,00 TL olarak uygulanması gerekir.
İstinafa tabi icra mahkemesi kararlarında parasal sınırı düzenleyen 4949 Sayılı İİK’nun ek 1. maddesinde ise; ” Bu Kanunun 119, 226, 326 ve 363 üncü maddelerindeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması sureti ile uygulanır …” hükmü öngörülmüş, böylece söz konusu parasal sınırların Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilecek yeniden değerleme oranında arttırılması kabul edilmiştir.
Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde, mahkemece verilen gerekçeli kararın 7 nolu bendinde davalı lehine hükmedilen vekalet ücretine hükmedildiğini ancak davalı tarafın vekalet ücreti ve yargılama gideri talebinin olmadığına dair beyanının olduğunu belirterek davalı tarafın dilekçesine binaen vekalet ücreti ve yargılama gideri hususunda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesini talep etmiştir.
İstinafa konu uyuşmazlık karar tarihi itibarıyla AAÜT gereğince davalı lehine hükmedilen 1.130,00 TL vekalet ücretine yönelik olduğu görülmüştür. Dolayısıyla dava konusu miktarın mahkeme karar tarihi itibarıyla yasal 12.600,00 TL kesinlik sınırını geçmediği anlaşıldığından, söz konusu mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurulması mümkün değildir.
“İstinaf Dilekçesinin Reddi” başlığını taşıyan İİK.’nın 365.maddesinde “İstinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir.
İstinaf yoluna başvuran kişi ret kararını kabul etmezse, istinaf dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Şu kadar ki bu hâlde satış dahil hiçbir icra işlemi durmaz.
Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar.” düzenlemesi bulunmaktadır.
HMK.’nın 346.maddesi ise istinaf dilekçesinin reddi usulünü düzenler. Anılan maddenin 2.fıkrasında aynen; “Bu ret kararına karşı, tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı taktirde dosya, karar veren mahkemece yetkili Bölge Adliye Mahkemesine gönderilir. Bölge Adliye Mahkemesi ilgili Dairesi istinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde görmezse ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi yapar.” hükmü yer alır.
Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesince incelenmesi istenilen kararın miktar itibariyle istinaf yoluna başvurulabilecek kararlardan olmadığı, kesin nitelikte bulunduğu anlaşıldığından davacı vekilinin mahkemenin 15/10/2020 tarih 2019/143 E. – 2020/141 K. sayılı Ek Kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:Yukarıda açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin Dörtyol İcra Hukuk Mahkemesi’nin 15/10/2020 tarih, 2019/143 Esas 2020/141 Karar sayılı Ek Kararına yönelik istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan REDDİNE,
Harç peşin alındığından yeniden harç alınmasına YER OLMADIĞINA,
Yargılama giderlerinin istinaf talep eden taraf üzerinde BIRAKILMASINA,
İstinaf gider avansının kullanılmayan kısmının yatıran tarafa İADESİNE,
Dair, 6763 Sayılı Yasanın 4.maddesiyle Değişik İİK.’nın 364/1. maddesi gereğince KESİN olmak üzere dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu 11/12/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Veli BEYDOĞAN
Başkan
33364
¸
Tuncer KAYA
Üye
42686
¸
Hidayet KAYNAK
Üye
95130
¸
Hasan ŞAHİN
Katip
243600
¸

DAVACI KADIN İLE KOCA ARASINDA CİNSEL İLİŞKİ KURULAMAMIŞ OLMASININ EVLİLİK BİRLİĞİNİ TARAFLAR AÇISINDAN ÇEKİLMEZ HALE GETİRDİĞİ

TC
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi

ESAS: 2013/25001
KARAR: 2014/13730

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Develi Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
TARİHİ :07.06.2013
NUMARASI :Esas no:2011/17 Karar no:2013/295

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık bulunmamasına göre, davalı Ö.. K..’ün boşanmaya, davacı lehine hükmedilen tazminatlar ile nafakalara ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmediği gibi, her iki davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan yönlere ilişkin temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir.

2-Davacı, çehiz senedinde adet ve cinsleri gösterilen ziynet eşyalarının eşi Öner tarafından alındığını ve iade edilmediğini ileri sürerek, bunların aynen iadesini, mümkün olmadığı takdirde bedellerinin davalıdan tahsilini istemiş; davalı Öner ise, “altınların tamamının davacının kendisinde olduğunu, altınları gizlice baba evine götürdüğünü” savunmuştur. Dinlenen davacı tanıkları, “davacı baba evine geldiğinde altınları üzerinde yoktu” şeklinde beyanda bulunmuşlardır. Bu beyanlar, altınların davacı evi terk ederken zorla elinden alındığını, götürmesine engel olunduğunu, daha önce götürme fırsatı bulamadığını kabule yeterli değildir. Davacının annesinin telefon konuşmasına şahit olan tanık Ali ..’ın beyanından, altınların davalı tarafından alıkonulmadığı da anlaşılmaktadır. Şu halde davacı ziynetlerle ilgili iddiasını gösterdiği delillerle kanıtlayamamıştır. İsteğin reddi gerekirken, yetersiz tanık beyanlarına dayanılarak ziynetlerin kabulüne karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

3-Davacı, 16.10.2010 tarihli çehiz senedinde adet ve cinsleri gösterilen ziynetler haricindeki menkul eşyanın aynen teslimini, bulunmaması halinde bedellerinin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini de istemiş; mahkemece, çehiz senedinde belirtilen menkul eşyaların eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu kabul edilmiş, bu eşyaların mevcut olması halinde yarısının aynen aidesine, mevcut olmaması halinde bedellerinin yarısının davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Dayanak çehiz senedinde “ayrılık halinde eşyaların yarısının kadına ait olduğu” yazılıdır. Başka bir ifade ile senette yazılı olan, ziynetler haricindeki menkul eşyanın eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu taraflarca evliliğin başında kabul edilmiştir. Davacının menkul eşyalarla ilgili “aynen iade, olmazsa bedel” isteği, bu eşyalar eşlerin paylı mülkiyetinde olduğuna göre, tasfiye niteliğindedir. Eşlerin paylı mülkiyetinde bulunan menkul malların tasfiye şekli ise Türk Medeni Kanununun 226’ncı maddesinin (2.) fıkrasında gösterilmiştir. Tasfiye isteğinin incelenebilmesi için ise, eşler arasındaki mal rejiminin sona ermiş olması zorunludur. Mal rejimi sona ermeden tasfiye istenemez. Mahkemece evliliğin boşanma sebebiyle sona erdirilmesine karar verilmesi halinde, mal rejimi, dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer. (TMK.m.225/2) Şu halde tasfiyeye karar verilmesi için boşanma kararının kesinleşmiş olması zorunludur. Boşanma kararı henüz kesinleşmediğine göre menkul eşyanın tasfiyesine ilişkin talebin tefrik edilip, ayrı bir esasa kaydedilip boşanmanın kesinleşmesinin beklenmesi ve neticesine göre karar verilmesi gerekir. Bu hususun nazara alınmamış olması doğru bulunmamıştır.
4-Kabule göre de;
Mahkemece, çehiz senedinde yazılı ziynetler haricindeki menkul eşyanın eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu kabul edilmiştir. Eşlerin paylı mülkiyetinde bulunan menkul malların nitelikleri gereği pay oranında bölünmesi olanağı yoktur. Böyle bir durumda paylı mülkiyet konusu menkul mallarla ilgili, eşlerden her biri kanunda öngörülen diğer olanaklardan yararlanabileceği gibi, yasal şartlarının varlığı halinde diğerinin payının karşılığını ödemek suretiyle o malın bölünmeden kendisine verilmesini isteyebilir. (TMK.m.226/2) Bu yasal çerçevede sorunun çözümü gerekirken, menkul malların pay oranında bölünmesinin mümkün bulunmadığı nazara alınmadan “mevcutsa yarısının aynen” iadesine şeklinde infazı mümkün olmayacak biçimde karar verilmesi de doğru bulunmamıştır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda (2.) ve (3.) bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan bölümlerinin yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, (3.) bentteki bozma sebebine göre menkul eşyaların esasının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere (2.) ve (3.) bentlerde oybirliğiyle, (1.) bentte oyçokluğuyla karar verildi. 18.06.2014(Çrş.)

KARŞI OY YAZISI

Mahkemece, tarafların evlendikten sonra davalı (koca) nın bağımsız bir ev temin etmediği, davalının ailesiyle birlikte yaşadıkları, tarafların bir buçuk ay kadar bir arada yaşamalarına rağmen aralarında cinsel ilişkinin sağlanamadığı, tarafların her ikisinin de cinsel ilişki kurmalarına engel bir durumlarının bulunmadığı, davacının halen bakire olduğu ve cinsel ilişkiden kaçındığının ispat edilemediği, taraflar arasında cinsel ilişki kurulamamasının kocanın kusuru olduğu, kadının boşanmaya neden olan olaylarda kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle kadının davasının kabulü ile tarafların boşanmasına, kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
“Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler” (TMK. M.186/2). Tarafların evlendikten sonra davalının ailesiyle birlikte oturdukları ve bir buçuk ay kadar birlikte yaşayıp ayrıldıklarına göre, kocanın ailesiyle birlikte oturacaklarını evlenmeden önce birlikte kararlaştırdıkları, bir başka deyişle oturacakları konutu birlikte seçtikleri anlaşılmaktadır. Bu konuda anlaşmazlığa düştükleri de ileri sürülüp ispat edilmemiştir. Bu sebeple tarafların davalının ailesiyle birlikte oturmaları koca için bir kusur olarak nitelendirilemez.
Tarafların fiziki, anatomik ve psikolojik olarak cinsel ilişki kurmalarına engel bir hallerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Her iki tarafında, cinsel ilişki kurmalarına fiziki ve anatomik bir engellerinin bulunmaması halinde, cinsel ilişkiyi sağlama görevinin cinsel ilişkide aktif olan erkeğe ait olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Davacı kadının cinsel ilişki kurmaktan herhangi bir sebeple kaçınması halinde, erkekten aktif olanın kendisi olduğundan bahisle ilişkiden kaçınan eşine karşı güç kullanmasını beklemek doğru değildir. Bu düşünce paralelinde 5237 sayılı TCK’nun da evlilik içerisinde zorla kurulan cinsel ilişkilerde ırza geçme suçu olarak kabul edilmiştir. Bir başka deyişle artık erkeğin cinsel ilişkide aktif olduğu gerekçesiyle ilişkiden kaçınan eşine karşı zor kullanabileceği ilkesi yasa koyucu tarafından da terk edilmiştir. Cinsel ilişki evlilik içerisinde de olsa iki tarafın isteği ve rızası ile olur. Her iki tarafında cinsel ilişki kurmasına fiziki, anatomik ve psikolojik bir engellerinin bulunmadığının anlaşılması karşısında, davacı eşiyle güç kullanarak onun isteği dışında cinsel ilişki kurmadığı için davalı kocayı tek başına kusurlu kabul etmek hukuken mümkün değildir. Davacı kadın ile koca arasında cinsel ilişki kurulamamış olmasının evlilik birliğini taraflar açısından çekilmez hale getirdiği kuşkusuzdur. Bu durumda taraflardanbirinin kusurundan ağır kabul etmek imkansızdır. O halde taraflar arasında cinsel ilişkinin kurulamamış olmasında ve evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında her iki tarafında eşit kusurlu olduğu kabul edilmelidir. Türk Medeni Kanunun 174/1-2. Maddesindeki koşullar oluşmamıştır.
Bu sebeplerle, davalının, davacı kadın yararına hükmedilen tazminatlara ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz edilen hükmün bu bölümünün bozulmasına karar verilmesini düşündüğüm için sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

YETKİLİ OLMADIĞI BİR İŞ İÇİN YARAR SAĞLAMA-NÜFUZ TİCARETİ

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS : 2015/549
KARAR : 2018/638

“İçtihat Metni”

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 8-1

Sanık …’ın yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçundan TCK’nın 255/1, 43/1, 62, 52/2, 53 ve 51. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay 22 gün hapis ve 3740TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve hapis cezasının ertelenmesine ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 18.03.2015 tarihli ve 8-1 sayılı hükmün, sanık ve müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “Onama” istemli 10.06.2015 tarihli ve 8-1 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:

Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce sanık hakkındaki hüküm aleyhine temyiz kanun yoluna başvurulmuş olması nedeniyle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca temyiz incelemesi, 1412 sayılı CMUK’un, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan hükümlerine göre yapılacaktır.
İncelenen dosya kapsamına göre;

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 20.12.2012 tarihli ve 167283-68465-3783 sayılı iddianamesi ile; sanık …’ın yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçu nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 255/1 (iki kez) ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 90/1. maddesi uyarınca hakkında son soruşturmanın Yargıtay İlgili Ceza Dairesinde açılıp yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunulduğu,
İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesince 04.02.2013 tarih ve 547-24 sayı ile;
Sanık …’ın katılan …’ya yönelik eylemi bakımından;

İzmir Asayiş Şube Müdürlüğü Hırsızlık Büro Amirliğince yürütülen bir soruşturma çerçevesinde, çalıntı malların Bahçelievler Siyavuşpaşa Mahallesi …… adresinde bulunan tanık … ve ailesinin ikamet ettiği evde bulunabileceği bilgisi üzerine Bakırköy 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 05.01.2010 tarihli ve 130 müteferrik sayılı arama ve el koyma kararı çerçevesinde 06.01.2010 tarihinde ….. …… ve tanık …’in ikamet ettikleri evde yapılan aramada, 06.01.2010 tarihli arama, yakalama ve el koyma tutanağında belirtilen silahların ele geçirildiği ve her iki şahsın tutuklandığı, tutuklu kişilerle birlikte tanık …… hakkında da 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca kamu davası açıldığı, davanın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 sayılı esasına kaydının yapıldığı, Yurt dışında bulunan tanık ……’ın katılan …’yla irtibat kurarak tutuklu olan annesi ….. ve kardeşi tanık …..’ın serbest bırakılması için yardım talep ettiği, katılanın bunu sağlayabilmek için Bakırköy Adliyesinde girişimlerde bulunduğu sırada bunu duyan Bakırköy 3. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olan sanığın, daha önce görev yaptığı adliyede yanında çalışan tanık … adına kayıtlı olan ve sim kartı alındıktan sonra sürekli olarak sanık tarafından kullanılan 0531 377 0. .. numaralı telefondan katılana ait 0531 626 9. .. numaralı telefonu arayarak Bakırköy Adliyesinde hâkim olduğunu, adliyenin ikinci katında bulunan 2.. numaralı odasına gelmesini istediği, katılanın da 2010 yılı Ocak ayı ortalarında sanığın görev yaptığı 3. Asliye Ceza Mahkemesinin hâkim odasına gittiği, burada sanığın katılana ….. …… ve tanık …..’ın yargılandığı dava ile ilgili olarak 45.000 Euro para verilmesi durumunda, bu kişilerin tahliyesini sağlayabileceğini, bu parayı avukatlara, hâkim ve savcılara vereceğini söylediği, katılanın bu durumu tanık ……’a bildirdiği, tanık ……’ın da vergi dairesinde çalışan eniştesi tanık ….. Salih Baran aracılığıyla 2010 yılı Ocak ayı sonu veya Şubat ayı başında 45.000 Euro parayı katılana gönderdiği, katılanın tanık ….. Salih tarafından verilen poşet içerisindeki paraları Bakırköy Adliyesinin önünde teslim aldığı ve katılan ile tanık ….. Salih’in birlikte Bakırköy Adalet Sarayında sanığın görev yaptığı 3. Asliye Ceza Mahkemesinin hâkim odasına gittikleri, tanık ….. Salih’in oda dışında beklediği, katılanın bu paranın 30.000 Euro’sunu sanığa verdiği, daha sonraki zamanlarda da sanığın yanına birkaç kez gittiği, 24.02.2010 tarihinde sanığın, odasına gelen katılandan bir kâğıda el yazısıyla marka ve modelini yazdığı iki adet cep telefonunun alınmasını talep ettiği, katılanın da Ömür Plaza’daki Teknosa isimli mağazasından bu telefonları alarak sanığa teslim ettiği, sanığın bu telefonları kendi kullanımında olan sim kartları ile kullandığının tespit edildiği,
Tutukluların vaat edildiği gibi tahliye olmamaları üzerine tanık ……’ın Türkiye’ye geldiği ve verilen paraları katılandan geri istediği, bu paranın karşılığında da senet tanzim edildiği, senetlerle ilgili tanık ……’ın vekili aracılığıyla icra takibine başlandığı, yukarıda ifade edilen süreç içerisinde ve sonrasında katılanın 0531 626 9. .. numaralı telefondan sanığın kullanımında bulunan 0531 377 0. .. numaralı telefona;
24.02.2010 tarihinde saat 12.50’de “Abi gidiyorum ben.”,
26.02.2010 tarihinde saat 15.05’te “Abi yoktunuz acil görüşmem lazım.”,
26.02.2010 tarihinde saat 15.15’te “Ayıp ettiniz.”,
11.05.2010 tarihinde saat 21.58’de “İyi akşamlar Metin Bey sizden rica ediyorum bu arkadaşlara ödeme yapmam şart, ben çok zor durumda kaldım, aksi takdirde onların yanında üst makama çıkıp olup biteni anlatacağım, başka çarem kalmadı, saat 09.00 da sizde olacağım, hayırlı geceler dilerim.” şeklinde mesajlar gönderdiği,
Katılanın kullanımında bulunan 0531 626 9. .. numaralı cep telefonundan sanık adına kayıtlı ……. .. numaralı telefonuna,
31.08.2010 tarihinde saat 15.35’te “Metin Bey bizi kandırdınız, özellikle beni, mademki davayla ilgilenmeyecektiniz veya bir şey yapmayacaktınız benden ne diye 45.000 Euro aldınız, şerefimle gururumla oynadınız, benden elden almış olduğunuz 45.000 E’yi geri ödemenizi rica ediyorum, aksi takdirde adli tatilin başladığı gün ilgili yerlere sizi şikâyet etmek zorunda kalacağım, hiç şakam yok, yoksa yedi sülaleni sk, senin beni sk gibi Meriç’li hâkim ….”,
15.10.2010 tarihinde saat 03.43’te “Allahtan korkun, koparacak adam mı bulamadınız benden başka, 45.000 Euro? Allah aşkınıza?”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.01’de “Bula bula koparacak beni mi buldunuz sadece, Allah aşkınıza M Turan Bey, 500 Euro olarak getir dediniz öyle getirdim, hatırlarsanız Hâkim Bey efendimiz, aylardır emrinizi bekliyorum efendim.”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.13’te “Siz söyleyin lütfen nasıl davranalım veya hareket edelim.”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.22’de “Siz ne dediyseniz onu yaptık efendim.”,
30.10.2010 tarihinde saat 16.21’de “Metin Bey açın lütfen telefonunuzu misafirler var yanımda.”,
03.11.2010 tarihinde saat 13.39’da “Beni icraya vermişler, dosya avk Abdullah Alpaslankurt da …… Beyin telefonu 4917112005222 görüşün lütfen temizleyin rica ediyorum.”,
11.11.2010 tarihinde saat 14.33’te “45.000 Euro’yu alırken böyle konuşmuyordunuz ama.”,
11.11.2010 tarihinde saat 15.17’de “Parayı alan sizsiniz, Hâkim … Bey borçlanan ben, az bir para da değil 45.000 Euro, beni icraya vermişler dosya dostunuz Avk. Abdullah Bey’de bu pisliğinizi temizleyin lütfen.”,
29.11.2010 tarihinde saat 14.53’te “Şimdi de geri zekâlı mı oldum Metin Bey nerdesiniz yanınıza gelicem.”,
01.04.2011 tarihinde saat 16.13’te “Helal olsun size hâkim bey hem parayı aldınız hem beni dövdürdünüz Allah büyüktür.”,
01.04.2011 tarihinde saat 16.16’da “Bunların hepsini ilgili makamlara anlatmasam ve suç duyusunda bulunmaz isem Allah belamı versin Şevket.”,
10.01.2011 tarihinde saat 23.14 de “Hâkim … bey …’in adamları bu gece evime ve işyerime gelerek ne anamı ne de avradımı bıraktılar, ayıp size yakışıyor mu 45.000 Euro’yu alıp kenara çekilmek, ben sizi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna şikâyet ettim, buna benzer şikâyet etmem gereken bütün yerlere şikâyet edeceğim, ayıptır yazıktır bu aldığınız paraya insan utanır, cevap verin telllaaarrrııımmmmmaaaaaa.”,
Şeklinde mesajlar gönderdiği, bu mesajların katılanın kullandığı cep telefonunun hafızasında bulunduğu, bu hususun mesaj tespit tutanağı ve HTS raporları ile anlaşıldığı,
Katılanın beyanı, tanıklar ….. Salih, ……, ……, Hasan Atalay ve Abdullah Alp’in anlatımları, İstanbul 37. Sulh Ceza Mahkemesinin 16.01.2012 tarihli ve 5 D. İş sayılı kararı uyarınca temin edilen iletişim tespit tutanakları, katılan tarafından ibraz edilen cep telefonlarına ilişkin fatura ve belgeler, katılanın, sanığın kullandığı telefonlara gönderilen soruşturma konusu suç isnadı, hakaret ve tehdit içerikli mesajlar karşısında yasal bir müracaatının olmaması ve iddiaları kabullenir şekilde tepkisiz kalması, dava sürecinde davanın tarafları ile yaptığı görüşmelere ilişkin tanık ifadeleri ve bunları doğrulayan HTS raporları karşısında savunmaya itibar edilmemiş, tutuklu olarak yargılanan ….. …… ve tanık …..’ın tahliyeleri ve yargılama sonucu daha az ceza almaları hususunda katılanı yargılamanın devam ettiği Mahkemenin hâkim ve savcılarını etkileyip, yargılananlar lehine karar alınmasını sağlayacağı hususunda güven telkin ederek katılandan toplam 30.000 Euro para ile 1.318TL değerindeki Nokia ve Samsung marka iki cep telefonunu temin ettiği, bu suretle yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama fiilini işlediği yolunda deliller bulunduğu,
Sanığın mağdur … Toyran’a yönelik eylemi bakımından ise;
Katılan …’nun şikâyeti çerçevesinde yapılan soruşturmada sanığın kullanımında bulunan 0531 377 0. .. numaralı telefonun 0533 680 4. .. numaralı telefonla çok fazla sayıda görüşme yaptığının tespit edilmesi üzerine telefonu kullanan mağdur … Toyran’ın ifadesine başvurulduğu, mağdurun 06.02.2012 ve 27.03.2012 tarihli ifadelerinde özetle; kardeşinin trafik kazası sonrası tutuklanması üzerine kuzeni Yusuf Avcılar’ın tanıdığı olan sanığın odasına, babası ile beraber gidip sanıkla görüştüklerini ve kardeşine yardımcı olmasını istediklerini, sanığın “Hâkimin kulağına üflerim, ama bunun için onların talebi olacak benim de bu talepleri karşılamam gerekecek, yemeğe götürmem ve hediye almam gerekecek.” dediği, mağdurun, bunun kendisine ne kadara mal olacağını sorması üzerine sanığın “Büyük rakamlara mal oluyor ama 30.000TL versen yeter.” dediğini, belirtilen miktarın çok büyük olduğunu söylemesi üzerine sanığın “Ne kadar çıkarabilirsen o kadar ver.” şeklinde cevap verdiğini, ayrılırken sanığın istemesi üzerine telefon numarasını sanığa söylediğini, bir süre sonra sanığın kendisini telefonla aradığını, Bakırköy Adliyesi civarında bulunan Boyner Mağazası yanındaki otoparkta buluştuğu sanığa toplayabildiği toplam 5.000TL parayı verdiğini, sanığın bu konudan kimseye bahsetmemesi hususunda kendisini ikaz ettiğini, ancak kardeşinin davasına hiçbir katkısının bulunmadığını, şikâyetçi olmadığını ifade ettiği,
Mağdurun kardeşi olan tanık … hakkındaki dosya ile ilgili belgeler incelendiğinde; tanık …..’in 22.12.2009 tarihinde, sevk ve idaresindeki 34 VH 6… plaka sayılı araç ile trafik kazasına neden olduğu ve kaza sonucu Hasan Anart’ın ölümüne, Bülent Çuflaz’ın yaralanmasına sebebiyet verdiği iddiası ile 23.12.2009 tarihinde tutuklandığı ve hakkında 04.02.2010 tarihli ve 2555 sayılı iddianame ile kamu davası açıldığı, ilk yargılamanın Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde yapıldığı, Mahkemece 01.04.2010 tarihinde tahliye edildiği, 27.04.2010 tarih ve 2010/196 sayılı kararla atılı suçun ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlardan olması ihtimaline binaen görevsizlik kararı verilerek hakkındaki dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderildiği,
Dosyanın tutuklu sanığı olan tanık …..’in tahliyesi öncesi, hakkındaki kamu davasının Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde görüldüğü sırada Mahkemenin Duruşma Savcısı olan tanık …’ın; sanığı tanıdığını, kendisiyle samimi olduğunu, bahsedilen dosyayla ilgili olarak görevsizlik kararı verilmeden önce sanığın, dosyanın tutuklu bulunan sanığı …..’in yakını olduğunu ve tahliyesi konusunda yardımcı olmasını istediğini, ancak sanığın bu isteğini geri çevirdiğini, bu konuda Mahkeme Hâkimine de herhangi bir şey söylemediğini ifade ettiği,
Tüm bu açıklamalar karşısında; sanığın birinci sınıf hâkim olması da göz önünde bulundurularak delillerin değerlendirilmesi yetkili ve görevli mahkemeye ait olmak üzere suçunun sübutu hâlinde eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 255/1 ve 53. maddeleri uyarınca iki kez cezalandırılması maksadıyla, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 90/1. maddesi uyarınca hakkında son soruşturma kararının ilgili ceza dairesinde açılmasına karar verildiği,
Sanık …’ın 13.12.1994 tarihinde birinci sınıfa ayrıldığı, suç tarihlerinde Bakırköy 3. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak görev yaptığı,
Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sayılı dosyasının incelemesinde; İzmir Asayiş Şube Müdürlüğünce ….. …… ile tanıklar ….. ve …… hakkında hırsızlık suçundan yapılan soruşturma kapsamında, mahkeme kararı uyarınca 06.01.2010 tarihinde adı geçenlerin evinde yapılan aramada vahim nitelikte üç adet uzun namlulu dürbünlü tüfek, altı adet tabanca ve çok sayıda fişeğin ele geçirilmesi üzerine Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı, anılan soruşturmada şüpheli sıfatları bulunan ….. …… ve tanık …..’ın atılı suçlarla ilgili olarak 07.01.2010 tarihinde tutuklandıkları, yapılan soruşturma neticesinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheliler ….. …… ile tanıklar ….. ve …… hakkında 15.02.2010 tarih ve 2010/510 sayılı iddianame ile 6136 sayılı Kanun kapsamına giren ateşli silahlarla bunlara ait mermileri ülkeye sokmak veya bunların ülkeye sokulmasına aracılık etmek, satmak veya satmaya aracılık etmek veya bu amaçla bulundurmak suçlarından Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, soruşturma ve kovuşturma sırasında tanık ……’ın kaçak olduğu, yargılama sırasında ….. ……’in 03.05.2010 tarihli celsede tahliye edildiği, 28.06.2010 tarihli karar duruşmasında dosyanın sanıkları ….. …… ve tanık …… hakkında beraat, tanık ….. hakkında ise neticeten 4 yıl 2 ay hapis ve 8.320TL adli para cezası verildiği ve karar duruşması ile tanık …..’ın tahliye edildiği, dosyanın hâlen Yargıtay incelemesinde bulunduğu tespitlerine yer verildiği,
UYAP sisteminde yapılan incelemeye göre ise; dosyanın sanığı tanık ….. hakkındaki mahkûmiyet hükmünün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 26.06.2013 tarih ve 11085-19134 sayı ile onanmasına karar verildiği, diğer sanıklar tanık …… ve ….. …… hakkındaki beraat hükümlerinin ise temyiz edilmeksizin 06.07.2010 tarihinde kesinleştiği,
Teknosa İç ve Dış Ticaret A.Ş.’nin tarih içermeyen yazı cevabında; katılanın sanığa hediye olarak verdiğini iddia ettiği telefonlara ilişkin ibraz etmiş olduğu fatura ve telefonlar alınırken kendisine verilen Teknosa kartın katılan adına kayıtlı olduğu ve bu kart ile sanık adına kesilmiş bulunan 24.02.2010 tarihli ve AL-768831 sayılı fatura ile Samsung S8300 marka 359043025164689 ve Nokia 6600i marka 358300031259874 imei numaralı telefonların alınmış olduğunun bildirildiği,
İstanbul 37. Sulh Ceza Mahkemesinin 16.01.2012 tarihli ve 5 D. İş sayılı kararı doğrultusunda Telekomünikasyon İletişim Başkanlığınca gönderilen HTS kayıtları üzerinde yapılan incelemeye göre; 359043025164689 ve 358300031259874 imei numaralı telefonların her ikisinin de sanığa ait telefon hatları ile kullandığı,
08.02.2010 tarihinde katılana ait …… .. numaralı GSM hattına yönelik ilk aramanın sanık tarafından kullanılan tanık …… adına kayıtlı 0531 377 0. .. GSM hattı ile yapıldığı, son görüşmenin gerçekleştirildiği 29.04.2010 tarihine kadar geçen sürede söz konusu numaralar arasında 26 görüşme gerçekleştiği, aynı dönemde katılana ait GSM hattından sanığa ait GSM hattına altı adet kısa mesaj gönderildiği,
Katılana ait …… .. numaralı GSM hattından sanık adına kayıtlı 0 505 566 0. .. numaralı GSM hattına 31.08.2010 – 11.01.2012 tarihleri arasında 26 adet kısa mesaj gönderildiği ve bu GSM hatları arasında bir kez de görüşme gerçekleştiği,
Katılanın, duruşma sonrası sanığın tanık ….. Sait’i telefonla arayıp duruşma hakkında bilgi aldığına ilişkin iddiası doğrultusunda HTS kayıtları üzerinde yapılan incelemeye göre; sanık adına kayıtlı 0 505 566 0. .. numaralı GSM hattı ile ….. ……’in tahliye olduğu Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesi duruşmasının yapıldığı 03.05.2010 tarihinde saat 10:44.17’de tanık ….. Sait adına kayıtlı 0 505 405 4. .. numaralı telefonunun arandığı ve 42 saniye süren bir görüşme yapıldığı,
Sanık tarafından kullanılan 0531 377 0. .. numaralı GSM hattı ile tanık ……’ın avukatı olan tanık …’a ait 0 533 362 3. .. GSM hattı arasında 15.02.2010 – 14.04.2010 tarihleri arasında beş görüşme gerçekleştiği, sanığın kendi adına kayıtlı GSM hattı ile tanık Abdullah Alp’e ait 0 533 362 3. .. numaralı GSM hattı arasında ise herhangi bir görüşme kaydının tespit edilemediği,
Sanığın kendi kullanımında olan ……. .. numaralı GSM hattı ile mağdurun kullanmakta olduğu, Yapı Kredi Sigorta A.Ş. adına kayıtlı 0 533 680 4. .. numaralı GSM hattı arasında 12.03.2011 tarihinden itibaren 68 adet karşılıklı görüşme ve mesajlaşma tespit edildiği,
Yine sanığın kendi adına kayıtlı 0 505 566 0. .. numaralı GSM hattı ile mağdurun babası tanık …’a ait 0 532 666 5. .. ve kız kardeşi Seyhan Toyran’a ait 0 533 658 6. .. numaralı telefonlar ile toplam dört kez görüşme yaptığı,
Katılana ait …… .. numaralı GSM hattı ile kullanılan telefonun, katılanın rızasıyla kendisinden teslim alınarak mesajlar bölümünde HSYK müfettişlerince yapılan inceleme sonucu düzenlenen 13.01.2012 tarihli tutanağa göre; katılanın 0531 626 9. .. numaralı telefondan sanığın kullanımında bulunan 0531 377 0. .. numaralı telefona;
24.02.2010 tarihinde saat 12.50’de “Abi gidiyorum ben.”,
26.02.2010 tarihinde saat 15.05’te “Abi yoktunuz acil görüşmem lazım.”,
26.02.2010 tarihinde saat 15.15’te “Ayıp ettiniz.”,
11.05.2010 tarihinde saat 21.58’de “İyi akşamlar Metin Bey sizden rica ediyorum bu arkadaşlara ödeme yapmam şart, ben çok zor durumda kaldım, aksi takdirde onların yanında üst makama çıkıp olup biteni anlatacağım, başka çarem kalmadı, saat 09.00 da sizde olacağım, hayırlı geceler dilerim.”,
Şeklinde,
Yine aynı numara ile sanık adına kayıtlı ……. .. numaralı telefonuna ise;
31.08.2010 tarihinde saat 15.35’te “Metin Bey bizi kandırdınız, özellikle beni, mademki davayla ilgilenmeyecektiniz veya bir şey yapmayacaktınız benden ne diye 45.000 Euro aldınız, şerefimle gururumla oynadınız, benden elden almış olduğunuz 45.000 E’yi geri ödemenizi rica ediyorum, aksi takdirde adli tatilin başladığı gün ilgili yerlere sizi şikâyet etmek zorunda kalacağım, hiç şakam yok, yoksa yedi sülaleni sk, senin beni sk gibi Meriç’li hâkim ….”,
15.10.2010 tarihinde saat 03.43’te “Allahtan korkun, koparacak adam mı bulamadınız benden başka, 45.000 Euro? Allah aşkınıza?”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.01’de “Bula bula koparacak beni mi buldunuz sadece, Allah aşkınıza M Turan Bey, 500 Euro olarak getir dediniz öyle getirdim, hatırlarsanız Hâkim Bey efendimiz, aylardır emrinizi bekliyorum efendim.”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.13’te “Siz söyleyin lütfen nasıl davranalım veya hareket edelim.”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.22’de “Siz ne dediyseniz onu yaptık efendim.”,
30.10.2010 tarihinde saat 16.21’de “Metin Bey açın lütfen telefonunuzu misafirler var yanımda.”,
03.11.2010 tarihinde saat 13.39’da “Beni icraya vermişler, dosya avk Abdullah Alpaslankurt da …… Beyin telefonu 4917112005… görüşün lütfen temizleyin rica ediyorum.”,
11.11.2010 tarihinde saat 14.33’te “45.000 Euro’yu alırken böyle konuşmuyordunuz ama.”,
11.11.2010 tarihinde saat 15.17’de “Parayı alan sizsiniz, Hâkim … Bey borçlanan ben, az bir para da değil 45.000 Euro, beni icraya vermişler dosya dostunuz Avk. Abdullah Bey’de bu pisliğinizi temizleyin lütfen.”,
29.11.2010 tarihinde saat 14.53’te “Şimdi de geri zekâlı mı oldum Metin Bey nerdesiniz yanınıza gelicem.”,
01.04.2011 tarihinde saat 16.13’te “Helal olsun size hâkim bey hem parayı aldınız hem beni dövdürdünüz Allah büyüktür.”,
01.04.2011 tarihinde saat 16.16’da “Bunların hepsini ilgili makamlara anlatmasam ve suç duyusunda bulunmaz isem Allah belamı versin Şevket.”,
10.01.2011 tarihinde saat 23.14 de “Hâkim … bey …’in adamları bu gece evime ve işyerime gelerek ne anamı ne de avradımı bıraktılar, ayıp size yakışıyor mu 45.000 Euro’yu alıp kenara çekilmek, ben sizi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna şikâyet ettim, buna benzer şikâyet etmem gereken bütün yerlere şikâyet edeceğim, ayıptır yazıktır bu aldığınız paraya insan utanır, cevap verin telllaaarrrııımmmmmaaaaaa.”,
Şeklinde mesajlar gönderildiği,
Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/260 Esas sayılı dosyası üzerinde HSYK müfettişlerince yapılan inceleme sonucu düzenlenen 16.03.2012 tarihli tutanağa göre; Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/135422 sayılı dosyası kapsamında, 22.12.2009 tarihinde İstanbul Bağcılar E-80 Karayolu üzerinde meydana gelen ve Hasan Anart’ın ölümü ile sonuçlanan olayla ilgili soruşturma yürütüldüğü, tanık …..’in olay tarihinde 34 VH 6… plaka sayılı aracın sürücüsü olması nedeniyle şüpheli olduğu, diğer şüpheliler Cihan Köktentürk, Süleyman Bozkurt, Onur Yaylak ve Ghanbar Khorrami Koshksaray hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verildiği, tanık ….. hakkında ise taksirle ölüme neden olma suçundan Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, anılan Mahkemece yapılan yargılama sırasında, olay nedeniyle yaralanan Bülent Çuflaz’ın da şikâyetçi olması üzerine suç vasfının değiştiği gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesine görevsizlik kararı verildiği, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin karşı görevsizlik kararı vermesi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesinin Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararını kaldırdığı ve yargılamanın hâlen anılan Mahkemede devam ettiği,
UYAP sisteminden yapılan incelemeye göre ise; Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 09.06.2015 tarihli ve 260-201 sayılı kararı ile dosyanın sanığı tanık …..’in taksirle bir kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan TCK’nın 85/2, 62, 52/2 ve 53/6. maddeleri uyarınca 60.800TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve sürücü belgesinin bir yıl süreyle geri alınmasına karar verildiği, söz konusu hükmün Cumhuriyet savcısı, katılanlar vekili ve sanık müdafisi tarafından temyiz edildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinin “Onama” istemli olduğu, dosyanın Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 2018/435 sırasına kaydedildiği ve arşivde bulunduğu,
Sanığın mal varlığının araştırılması sonucu elde veriler üzerinde Sayıştay emekli uzman denetçilerinden oluşan iki kişilik bilirkişi heyetince yapılan inceleme sonucu düzenlenen 02.04.2012 tarihli rapora göre; sanığın mal varlığında, yasal gelirleri ile kazanıldığı izah edilemeyen 204.505,58TL’lik bir artış olduğu,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulu Başkanlığının 11.01.2012 tarihli ve B.03.0.1.HSK.06.0.11.00/2012/10 sayılı yazısı üzerine HSYK müfettişlerince düzenlenen 27.04.2012 tarihli soruşturma raporuna göre; sanığın katılan …’ya yönelik eylemi bakımından; sanık savunmasında, katılanın bilirkişilik yaptığını söyleyerek kendisini Kutsan Dedektiflik Bürosunun sahibi olarak tanıttığını ve aralarındaki irtibatın bundan kaynaklandığını belirtmiş ise de böyle bir ilişkiye neden girdiğini ve bir hâkim olarak hangi alanda ve nasıl bir hizmet almayı düşündüğünü açıklayamadığı, bu nedenle katılan ile aralarındaki ilişkiyi ve eski kâtibi tanık …… adına kayıtlı GSM hattı üzerinden yaptığı görüşmeleri zımnen kabul ettiği,
Sanık, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sayılı dosyasının sanıkları olan tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in yakını olan tanık ….. Sait ile bir kez görüştüğünü ve davanın tarafları ile bir ilişkisi olmadığı savunmuş ise de kendi adına kayıtlı telefon ile Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde 03.05.2010 tarihinde duruşmanın yapıldığı saatte tanık ….. Sait’i araması ve tanık ….. Sait’in, sanık ile tutacakları avukat ve izleyecekleri yol üzerinde konuştuklarını ifade etmesi, tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in müdafisi tanık Abdullah Alp’i bu dönemde tanık …… adına kayıtlı 0531 377 0. .. numaralı telefon ile beş kez araması ve tanık Abdullah Alp’in, tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in akrabası olduğunu söyleyen sanığın dosyayla özel olarak ilgilenmesini istediğini belirtmesi karşısında aralarındaki ilişkinin Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sayılı dosya ile ilgili olduğu ve aralarında hiçbir bağ bulunmadığı hâlde sanığın böyle bir yardım çabasına girmesinin taraflardan menfaat temin ettiğini açıkça gösterdiği ve inkâra yönelik savunmasına itibar edilmediği,
Sanığın, katılanın bilirkişi listesinde olmadığını, adliyede ve başka kurumlarda iş takibi yaptığını öğrendikten sonra katılanla ilişkisini kestiğini belirtmesine karşın kendisine karşı işlendiği iddia olunan suçlara ilişkin hiçbir şikâyet ve ihbarda bulunmadığı gibi katılan tarafından kendisine gönderildiği tespit edilen suçlayıcı ve hakaret içerikli mesajlara karşı cevap vermediğinin izlendiği,
Sanığın, katılana aldırdığı cep telefonlarının parasını verdiğini savunduğu, ancak savunmasını doğrulayacak bir belge ve bilgi sunmadığı, telefonların kapalı çarşı veya spot piyasadan değil Teknosa mağazasından ve piyasa değeri üzerinden alındığı, sanığın, cep telefonlarını kapalı çarşı veya spot piyasadan daha uygun bir fiyat ile satın almak istediğini belirtmesine karşın katılana bu telefonlar için ne kadar ücret ödediğini belirtmediği ve telefonların sanığın iş yerine çok yakın bir yerde olan Teknosa Ömür Plaza Şubesinden alındığı gözetildiğinde telefonların hediye olarak verildiği iddiasının doğru olduğu kanaatine ulaşıldığı,
Sanığın, Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde görev yaptığı dönemden kâtibi olan tanık ……’ın beyanları ile de sabit olduğu üzere katılan ile yaptığı görüşmelerde adına kayıtlı birden fazla telefon hattı bulunmasına karşın kendi adına olmayan ……. .. numaralı telefonu kullanması nedeniyle katılan ile kurduğu irtibatın meşru olmadığı ve saklanmak istendiği, aralarında hiçbir akrabalık bağı ve sosyal ilişki bulunmayan katılan, tanıklar …… ve ….. Sait ile telefonla ve yüz yüze görüşmeler yapmasının ve tanık Abdullah Alp’e bu kişilerin yakınları olduğunu söyleyerek durumlarıyla ilgilenmesini istemesinin taraflardan menfaat elde ettiği yönündeki kanaati güçlendirdiği,
Belirtilen olaya ilişkin tüm deliller bir arada değerlendirildiğinde; sanığın, arkadaşı tanık …… ve ailesi hakkında süren yargılamaları etkilemek için gayri meşru bir arayış içerisinde bulunan katılanı arayarak kendisiyle irtibat kurduğu ve tanıklar …… ve ….. Sait ile yüz yüze ve telefonla görüştüğü, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sayılı dosyasının sanıklarının müdafisi ile görüşerek akrabaları olduğundan bahisle dosyayla özel olarak ilgilenmesini talep ettiği hususlarının sabit olması karşısında; her ne kadar soruşturma ve kovuşturmayı yürüten yargı mensuplarına yönelik bir girişimde bulunduğu belirlenemese de sanığın katılana bahse konu davanın görüldüğü mahkemenin hâkimleri ve Cumhuriyet savcıları ile ilişkisi olduğunu ve onlar nezdinde hatırının sayıldığını belirterek katılandan tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in beraatleri karşılığında 30.000 Euro para ve toplam değeri 1.318TL olan iki adet cep telefonu alarak menfaat temin ettiği iddiasının sabit olduğu kanaatine varıldığı,
Sanığın mağdura yönelik eylemi bakımından ise; sanık savunmasında, mağdur ile Yusuf Avcı isimli arkadaşı vasıtasıyla tanıştığını, mağdurun kendisine hayat sigortası poliçesi satmak istediğini söyleyerek bu poliçeleri adliyede satabilmek için kendisiyle görüştüğünü belirtmiş ise de satın aldığı veya aracı olduğu bir sigorta poliçesinden bahsetmediği gibi başkası adına kayıtlı bir telefonla neden sık sık görüşme yaptığına da açıklık getirmediği, yine sanığın, mağdurun diğer aile fertleriyle telefonla ve yüz yüze görüşmelerinin de, mağdurla aralarındaki ilişkinin sigorta poliçesi satmayla bir ilgisi bulunmadığını gösterdiği, ayrıca Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde iddia makamını temsil eden Cumhuriyet Savcısı …’a, mağdurun kardeşi tanık ….. hakkındaki davaya ilişkin sanığın tahliyesi yönünde ricacı olmasının da aralarındaki ilişkinin sebebinin sigorta poliçesi satmak değil, anılan davanın sanığı tanık ….. hakkında sürmekte olan yargılamayı etkileme çabası olduğu kanaatine varıldığı,
Bu olaya ilişkin tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, mağdurun ve bütün aile fertlerinin 5.000TL paradan bahsetmesi ve sanığın, davanın görülmekte olduğu mahkemede iddia makamı nezdinde girişimde bulunması karşısında savunmalarına itibar edilmediği, hakkındaki iddianın sabit olduğu kanaatine varıldığı,
Sonuç olarak sanığın yukarıda anılan eylemlerinin yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçuna uyduğu ve kovuşturma yapmayı gerektirir mahiyette olduğu kanısına ulaşıldığı,
Anlaşılmıştır.
Katılan … soruşturma evresinde; tanık ……’ın, yakın arkadaşı olduğunu, 06.01.2010 tarihinde tanık …… ve ailesinin evlerinde yapılan aramada silah yakalanması nedeniyle Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/2391 sırasına kayıtlı soruşturmanın başlatıldığını, soruşturma sırasında tanık ……’ın kardeşi tanık ….. ile annesi ….. ……’in tutuklandığını, o sırada yurt dışında bulunan tanık ……’ın ricası üzerine çeşitli arayışlara girdiğini, bu arayışlar içerisinde rüşvet karşılığı beraat ve tahliyenin de olduğunu, Bakırköy Adliyesinde baro odasına girerek akıl danıştığını, bu araştırmalarını duyan sanığın 2010 yılı Ocak ayının ortalarında ……. .. numaralı telefondan kendisine ait …… .. numaralı telefonu arayıp, Bakırköy Adliyesinde yetkili biri olduğunu söyleyerek ikinci katta bulunan 273 numaralı odaya gelmesini istediğini, sanığı Ocak ayının ikinci yarısına rastlayan bir dönemde ziyaret ettiğini, bu ziyaret sırasında sanığın bahse konu dava ile ilgili olarak ….. …… ve tanık …..’ı tahliye ettirebileceğini, avukat bulacağını, bu iş için 45.000 Euro paraya ihtiyaç olduğunu söylediğini, sanığın bu parayı avukatlara, hâkim ve savcılara vereceğini belirterek paranın peşin olarak verilmesini istediğini, bu görüşmeden sonra tanık ……’la görüştüğünü, sanıkla yaptığı görüşmeden sonra ….. …… ve tanık …..’ın serbest kalma imkânlarının olmadığını söylemesi üzerine tanık ……’ın söz konusu miktardaki parayı eniştesi tanık ….. Sait aracılığıyla göndereceğini belirttiğini, tanık ….. Sait’in telefon numarasının 0 505 405 4. .. olduğunu, ocak ayının sonu veya şubat ayının başına rastlayan bir tarihte tanık ….. Sait’in kendisini telefonla arayarak parayı hazırladığını bildirdiğini, Bakırköy Adliyesi önünde buluşarak parayı poşet içerisinde teslim aldığını, paranın 30.000 Euro’luk kısmını aynı gün sanığa verdiğini, 15.000 Euro’luk kısmının ise kendisinde kaldığını, kalan parayı yine bu iş amacıyla kullandığını, parayı teslim ettikten sonra birkaç kez daha sanığın odasına uğradığını, 24.02.2010 tarihinde odasına yaptığı ziyarette sanığın bir kâğıda markalarını yazdığı iki adet cep telefonunu talep ettiğini, kâğıtta yazan bu cep telefonlarını aynı gün Teknosa Ömür Plaza Şubesinden satın alıp, yine aynı gün sanığa teslim ettiğini, faturanın sanık adına kesildiğini, yapılan alışveriş sırasında “Teknosa Kart” isimli bir de kart aldığını, kartın kendi adına düzenlendiğini, 15.02.2010 tarihinde ….. …… ile tanıklar ….. ve …… hakkında Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığını, davanın 2010/73 sırasına kayıt edildiğini, bu süreç içerisinde konuşmak için sanık ile Yenikapı sahilinde bulunan bir restoranda birkaç kez yemek yediklerini, yemeklerde 100-200TL arasında hesap ödediğini, o dönemde görüşmeleri gerektiğinde sanığın kendisini arayıp buluşma talep ettiğini, Bakırköy Metrosu önüne geldiğinde sanığın buradan kendisini aldığını, sanığın kendisini genellikle ……. .. numaralı hattan aradığını, duruşmanın yaklaştığı dönemde sanığın yanına her gün gidip gelmeye başladığını, ancak sanığın bu durumdan rahatsız olduğunu, kendisine tanık ……’la görüşmek istediğini söylediğini, tanık ……’ın yurt dışında olması nedeniyle telefonla görüşebileceklerini söylediğini, ancak sanığın telefonda görüşmeyi kabul etmediğini, bunun üzerine sanığa, kendisini tanık ……’ın eniştesi tanık ….. Sait’le görüştürebileceğini söylediğini, sanığın kabul etmesi üzerine sonraki günlerde tanık ….. Sait’le Bakırköy Metro İstasyonuna geldiklerini ve sanığın kendilerini 34 VUM 45 plaka sayılı aracı ile aldığını, bu sırada tanık Abdullah Alp’i de vekil olarak tutmuş olduklarını, sanığın tanık ….. Sait’i alarak avukat ile görüşmeye gittiğini, kalabalık olacağı gerekçesiyle kendisini götürmediklerini, daha sonradan sanık ile tanık Abdullah Alp arasında görüşme olmadığını duyduğunu, ilk duruşmanın olduğu gün duruşma bitiminden 5-10 dakika sonra sanığın kendisine ait olan 0 505 566 0. .. numaralı telefonla tanık ….. Sait’e ait 0 505 405 4. .. numaralı telefonu aradığını, bu sırada kendisinin de tanık ….. Sait’in yanında olduğunu, sanığın tanık ….. Sait’e duruşmanın sonucunu sorduğunu, duruşmanın olduğu günden birkaç gün öncesinden itibaren sanık ile görüşme yaptığı ……. .. numaralı telefona ulaşamamaya başladığını, daha sonra tanık ….. Sait’ten, sanığa ait 0 505 566 0. .. numaralı telefonu öğrendiğini, bu telefondan sanığı aradığını, ancak sanığın telefonu açmadığını ya da açıp sesini duyunca kapattığını, bunun üzerine sanığa 15-20 kez mesaj attığını ve mağduriyetini dile getirdiğini, kendisiyle görüştükleri dönemde sanığın Büyükçekmece ve Küçükçekmece Adliyelerinde tanıdığı insanlar olduğunu ve adliye ile ilgili işlerini hâlledebileceğini ima eden konuşmaları olduğunu, ancak isim vermediğini, yine bu görüşmelerden birinde sanığın yazmış olduğu “Özün Sözü & Sözün Özü” isimli kitabı kendisine hediye ettiğini, ayrıca sanığın kendisinden aldığı tanık …… ve ailesi hakkındaki iddianameyi okuyup yeşil fosforlu kalemle işaretlediğini, bu olayla ilgili olarak tanık …… ve ….. ……’in beraat ettiğini, tanık …..’ın ise mahkûmiyetine karar verildiğini, tanık ……’ın yurt dışından döndükten sonra kendisini arayıp Bakırköy Adliyesinde olduğunu söyleyerek sanığın odasının nerede olduğu sorduğunu, kendisinin de odanın yerini tanık ……’a tarif ettiğini, kısa bir süre sonra kendisinin de sanığın Bakırköy Adliyesindeki odasına gittiğini, ancak odanın kapısının kilitli olduğunu, bunun üzerine kapıda beklemeye başladığını, bir müddet sonra tanık ……’ın sanıkla tokalaşıp odadan çıktığını gördüğünü, çıkışta tanık ……’ın kendisine “Senin çarkına s…cağım.” dediğini, tanık ……’ın ilk duruşma sırasında kendisini arayıp bu iş olmadığı takdirde parasını geri alacağını söylediğini, sanığın daha sonra bu paraları ve hediyeleri aldığını kabul etmemesi üzerine tanık ……’ın kendisine senet imzalatarak takibe koyduğunu ve zor duruma düştüğünü,
Kovuşturma evresinde talimat yoluyla alınan ifadesinde; tanık ….. ve ….. ……’in, haklarındaki bir soruşturma kapsamında tutuklandıklarını ve yargılamanın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesince yapıldığını, arkadaşı olan tanık ……’ın yurt dışından kendisini telefonla arayarak kardeşi ve annesinin tutuklandığını, iyi bir avukat tutup ilgilenmesini istediğini, bu telefon konuşması sırasında davanın henüz açılmamış olduğunu, telefon görüşmesi üzerine adliyeye giderek birkaç avukat temin etmeye çalıştığını, avukat olan tanık Abdullah Alp ile görüştüğünü ve kendisi ile vekâlet konusunda 8.000TL karşılığında anlaştıklarını, tanık Abdullah Alp’in dosyayla ilgilenebileceğini söyleyerek kendisinden 4.000TL aldığını, 4.000TL’yi de davanın bitiminde alacağını söylediğini, bu şekilde anlaştıktan sonra davanın avukat tarafından takip edileceğini düşündüklerini, ancak bu olay nedeniyle adliyeye birçok defa gidip geldiğini, tutuklama tarihinden yaklaşık 17-20 gün sonra 0531 377 0. .. numaralı cep telefonundan kendisine ait 0531 626 9. .. numaralı telefonu arayan bir şahsın Bakırköy Adliyesinde hâkim olduğunu, odasının adliyenin ikinci katında olduğunu söyleyip oda numarasını 2.. olarak bildirdiğini ve kendisiyle görüşmek istediğini ifade ettiğini, ancak ismini söylemediğini, bir dava dosyası nedeniyle arayış içinde olduğunu bildiğini, avukata ihtiyacı olduğunu söylediğini, yine davanın ne olduğunu sorduğunu, kendisinin de elinde olan evraka bakarak bilgi verdiğini, daha sonra sanığın odasına giderek kendisiyle fiilen tanıştığını, sanığın, kendisinde bulunan evrakı alarak incelediğini, avukat bulması hususunda yardımcı olacağını, hatta avukat tutacağını söylediğini, ayrıca ceza hâkimi olması nedeniyle boşlukta olan yasalarla ilgili savunma hazırlayacağını belirttiğini, ancak bu iş için para gerektiğini, bu konuyla ilgili birçok yere para dağıtımı yapacağını ifade ederek 45.000 Euro talebinde bulunduğunu ve dosyanın istediği mahkemeye düşürülmesini sağlayacağını, bağlantıları olduğunu söylediğini, kendisinin de sanık yanındayken tanık ……’ı telefonla aradığını ve sanığın 45.000 Euro para istediğini bildirdiğini, tanık ……’ın da birkaç gün düşüneceğini, bu rakamın çok olduğunu ve karşılayamayacağını söylediğini, aradan bir kaç gün geçtikten sonra tanık ……’ın eniştesinin 45.000 Euro’yu getirdiğini, söz konusu parayı tanık ……’ın eniştesi ile birlikte sanığın kapısına kadar getirdiğini, sanığı telefonla arayarak tanık ……’ın eniştesi ile beraber geldiklerini söylediğini, ancak sanığın ödemeyi kendisinin almasını ve yalnızca kendisiyle görüşmesi gerektiğini belirttiğini, bunun üzerine 45.000 Euro’yu yanında kimse olmadan sanığa verdiğini, ayrıca sanık ile tanık ……’ı birçok kez telefonla görüştürmek istediğini, ancak sanığın kendisi dışında kimseyle görüşmeyeceğini söylediğini, bu şekilde sanığa 45.000 Euro para verdiğini, ayrıca daha sonra iki adet Nokia marka telefonu kendisine hediye ettiğini, sanığın telefonların markasını ve niteliğini kendi el yazısıyla yazıp istediğini ve yazdığı not doğrultusunda telefonları Teknosa’dan alıp sanığa teslim ettiğini, ancak faturaların kendisinde kaldığını, yaptığı alışveriş nedeniyle kendi adına Teknosa indirim kartı verildiğini, bu belgeleri müfettişe teslim ettiğini, sanığa birçok defa mesaj attığını, ancak davanın duruşmasına bir hafta kala sanığın, kendisiyle olan iletişimini kestiğini, telefonlarına cevap vermez olduğunu, bu nedenle sanığa çok sayıda mesaj yazıp gönderdiğini, ancak sanığın geri dönüş yapmadığını, sonuç olarak bir daha telefonla görüşemediklerini, birkaç defa yüz yüze görüşmek için sanığın odasına gittiğini, ancak sanığın personele odasında olmadığını veya duruşması olduğunu söylettiğini, personel aracılığıyla kendisini odasından çıkarttığını, sanığın odasını da kilitlemesi sebebiyle yüz yüze görüşemediklerini, bir süre sonra tanık ……’ın, talebinin yerine getirilmediğini belirterek yaptığı ödemeyi kimden alacağını kendisine sorduğunu, ödemeyi kendisinin aldığını ve ödemek zorunda olduğunu söylemesi üzerine tanık ……’ın “Zaten muhatabım sensin, ben parayı sana verdim, sen de beni kimseyle görüştürmedin.” diyerek parayı kendisinden istediğini, bu nedenle sanığa senet verdiğini, senedin ödenmemesi nedeniyle icra takibine başlandığını ve takibin hâlen devam ettiğini,
Yargıtay 5. Ceza Dairesindeki ifadesinde ise; odasına gittiği sanığın, ……’ın annesi ve kardeşi ile ilgili iddianameyi eline alıp renkli kalemlerle “Birinci derecede annenin tahliyesi, ikinci derecede tanık ……’ın kardeşinin tahliyesi gerekir.” diyerek çizdiğini, ayrıca tanık ……’ın yakınlarının belirtilen suçtan 10-15 sene ceza alabileceğini, ancak bunun iki, üç veya beş seneye kadar çekilmesi gerektiğini kendisine söylediğini, sanığın eliyle çizdiği iddianameyi adalet müfettişine teslim ettiğini,
Mağdur … Toyran soruşturma evresinde; Yapı Kredi Sigorta Genel Müdürlüğünde çalıştığını ve yaklaşık yedi yıldır şirket adına kayıtlı 0 533 680 4. .. numaralı telefonu kullandığını, kendisine gösterilen ……. .. numaralı telefonu tanıdığını, bu numaranın Bakırköy Hâkimi olarak görev yapan sanığa ait olduğunu, 2010 yılında kardeşi olan tanık …..’in, bir kişinin ölümü ile sonuçlanan bir trafik kazasına karıştığını ve bu nedenle tutuklanarak hakkında kamu davası açıldığını, ortak bir tanıdıkları aracılığıyla yardımcı olması için sanığın yanına gittiklerini, yaptıkları görüşme sırasında sanığın kendisine “Hâkimin kulağına üflerim, ama bunun için onların talebi olacak, benim de bu talepleri karşılamam gerekecek, yemeğe götürmem ve hediye almam gerekecek.” dediğini, ne kadara mal olacağını sorması üzerine, sanığın “Büyük rakamlara mal oluyor ama 30.000TL versen yeter.” şeklinde cevap verdiğini, miktarın ne olduğunu sorunca da sanığın “Ne kadar çıkarabilirsen o kadar ver.” dediğini, görüşmeden sonra sanığın, cep telefonunu alarak kendisiyle irtibata geçeceğini söylediğini, kardeşinin kurtulması için sanığın istediği parayı ayarlamaya çalıştığını, ancak parayı bulamayınca temin edebildiği 5.000TL’yi Bakırköy Adliyesine yakın bir otoparkta sanığa verdiğini, buna rağmen sanığın, kardeşi tanık …..’in davasına hiçbir katkıda bulunmadığını,
Kovuşturma evresinde ise; kardeşi olan …..’in bir trafik kazası nedeniyle cezaevine girdiğini, bir vasıta ile sanıkla tanıştığını, sanıktan, kardeşinin durumu ile ilgili kendilerini yönlendirmesini ve yol göstermesini rica ettiğini, sanığın kendi bilgisi ve tecrübesiyle nasıl bir yol izlemeleri gerektiği konusunda görüşlerini söylediğini, bunun üzerine sanığa 5.000TL para verdiğini, parayı sanık kendisine yardımcı olduğu ve sonradan da olacağı için verdiğini, sanığın yalnızca fikren yardımda bulunduğunu, sanık hakkında şikâyetçi olmadığını,
Tanık … soruşturma evresinde; Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde zabıt kâtibi olarak görev yaptığını, bu mahkemeye de Bağcılar 2. Sulh Ceza Mahkemesinden geldiğini, 2003 yılından beri Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde çalıştığını, sanığı, 2007 yılına kadar aynı mahkemede birlikte çalışmaları nedeniyle tanıdığını, ……. .. numaralı hattın kendi adına kayıtlı olduğunu, bu hattı oğluna vermek niyetiyle 2010 yılı başlarında Bakırköy Osmaniye civarındaki bir bayiden aldığını, bayiden çıktığı sırada sanıkla karşılaştığını, sanığın bu hattı görmesi üzerine kendisinden istediğini, hattı vermemek için gönülsüz tavırlar sergilemesine karşın sanığın “Ne olacak? Merak etme!” demesi üzerine hattı verdiğini, sanığın bu hattı hangi amaçla kullandığını bilmediğini, hat bedelini kendisine ödeyip ödemediğini hatırlamadığını,
Kovuşturma evresinde ise; Bağcılar 2. Sulh Ceza Mahkemesi ve devamı olan Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde hâkim olan sanık ile birlikte çalıştığını, kendisini bu sebeple tanıdığını, 2007 yılında sanığın yetkisinin değişmesi üzerine Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olduğunu, ……. .. numaralı hattı 2010 yılında oğlu için satın aldığını, Osmaniye’de bulunan bir Turkcell bayisinden bu hattı satın aldıktan sonra sanıkla karşılaştıklarını, sanığa, önce hat aldığını sonra telefon alacağını söylediğini, sanığın hattı istemesi üzerine kendisine verdiğini, sanığın hattı daha sonra kendisine iade edebileceğini düşündüğünü, ancak oğluna telefon almadığı için hattı sanığa verdiğini unuttuğunu, sanığın hattın ücretini kendisine ödeyip ödemediğini hatırlamadığını, hattı kendisinden neden aldığını ve ne amaçla kullandığını bilmediğini,
Tanık … soruşturma evresinde; olay tarihinden önce annesi ….. …… ve kardeşi tanık …..’ın oturdukları evde yapılan aramada babasına ait silahların bulunması üzerine kardeşi ve annesinin tutuklandığını, arkadaşı olan katılanın adliyedeki hâkim ve savcıları tanıdığını söyleyerek kardeşi ve annesinin tahliye edilebileceğini söylediğini, hâkim ve savcılara bir miktar para vermek için kendisinden para istediğini, 60 yaşında olan ve sağlık sorunları bulunan annesinin cezaevinden kurtulmasını sağlamak amacıyla katılana, eniştesi tanık ….. Sait aracılığıyla 30.000 Euro para verdiğini, katılanın bu parayı kardeşinin ve annesinin dosyalarına bakan … isimli bir hâkime ve ismini hatırlamadığı bir savcıya verdiğini söylediğini, sonrasında da her hafta 500 – 1.000TL civarındaki parayı annesine bakması için katılana gönderdiğini, yine kendisi için silah ruhsatı alabileceğini söylemesi üzerine katılana 18.000 Dolar daha para verdiğini, katılanı denemek amacıyla sanığın yanına gittiğini, para alıp almadığını sorduğunu, ancak sanığın almadığını bildirdiğini söylediğini, aslında sanıkla görüşmediğini, katılanın ise gerçekten sanıkla görüştüğünü düşünerek buna itiraz ettiğini, hatta sanığa telefon bile aldığını söyleyip telefonların faturalarını gösterdiğini, katılandan 30.000 Dolar ve 18.000 Dolar için senet aldığını, bu senetleri de tahsil etmesi için Avukat Atalay Aslankurt’a verdiğini, paraları katılana tanık ….. Sait aracılığı ile verdiğini, tanık ….. Sait’in bu paraları katılana kapalı zarf içerisinde verdiğini,
Kovuşturma evresinde ise; olay tarihinde Almanya’da yaşadığını, ancak Türkiye’ye gidiş geliş yaptığını, annesi ….. …… ve kardeşi tanık …..’ın babasından kalan silahlar nedeniyle tutuklandıklarını, bunun üzerine Türkiye’ye döndüğünü ve annesi ….. …… ve kardeşi tanık …..’ın serbest bırakılmaları için daha önceden tanımadığı katılan ile tanıştığını, katılanın, kendisine yardımcı olacağını, hatta hâkim ve savcı tanıdığını söylediğini, bunun üzerine kendisinden önce 100.000 Euro talep ettiğini, ancak o miktarda parayı vermeyeceğini söyleyince bu kez 40.000 Euro istediğini, bu parayı sanığa vereceğini belirttiğini, ayrıca katılanın, kendisinden sanığa vereceğini ifade ederek 1.000 Euro da cep telefonu parası aldığını, daha sonra konuştuklarında “Bu celse salınacak.” dediğini, annesinin tahliye olduğunu, ancak kardeşinin tutukluluk durumunun devamına karar verildiğini, belirtilen miktardaki parayı katılana verdiğini avukatına söylediğinde, avukatının “Düzenbazlara niye para veriyorsunuz? Hayal dünyasında yaşıyorsunuz.” dediğini, bunun üzerine katılandan verdiği parayı istediğini, katılanın da “Borcum namus borcu, …’dan bu parayı geri alıp sana ödeyeceğim.” dediğini, yine de katılandan, borçlu olduğuna dair senet aldığını, ödeyeceğini söylemesine karşın katılanın hâlen borcunu ödememiş olduğunu, sanık ile hiç karşılaşmadığını, paranın sanığa verildiğini katılandan duyduğunu, sanığa 40.000 Euro’yu bizzat kendisinin vermediğini, katılana vermek üzere parayı eniştesi olan tanık ….. Sait’e verdiğini, tanık ….. Sait ile bu olay nedeniyle konuşmadığı için katılan ile birlikte sanığın odasının kapısına kadar gidip gitmediği konusunda bilgisinin olmadığını, her ne kadar daha önceki beyanlarında paranın 30.000 Euro olduğunu söylemiş ise de verdiği paranın gerçek miktarının 40.000 Euro olduğunu, bu para karşılığında katılandan aldığı senedi icraya koyduğunu, katılana silah ruhsatı için 18.000 Dolar vermediğini, ancak bir arkadaşı için silah ruhsatı alma konusunda katılan ve arkadaşının konuştuklarını ve 18.000 Dolar’dan bahsettiklerini bildiğini, kendi silah taşıma ruhsatının zaten olduğunu, katılanın, kendisinden aldığı parayı sanığa bizzat verdiğini görmediğini, ancak çok sıkıştırmasına rağmen katılanın parayı sanığa verdiğini söylemekte ısrar ettiğini, katılanın sanığın arkasından iş çevirmiş de olabileceğini,
Tanık … soruşturma evresinde; katılanı tanıdığını, ifade tarihinden yaklaşık iki yıl kadar önce kayınbiraderleri olan tanıklar …… ve ….. ile kayınvalidesi ….. ……’in evlerinden silah çıkması üzerine tutuklanmaları nedeniyle katılanla görüştüğünü, bir miktar parayı katılana götürdüğünü, paranın miktarını hatırlamadığını, ancak yabancı para olduğunu bildiğini, katılanla adliye önündeki bir büfede buluştuklarını, poşet içerisindeki parayı katılana verdikten sonra birlikte adliyeye girdiklerini, üst katlara çıktıklarını, bir odanın önünde kendisi dışarıda beklerken katılanın odaya girip bir müddet sonra çıktığını, katılanın parayı ne yaptığını bilmediğini, bu tarihten sonra katılanla birlikte adliye civarında, sonradan sanık olduğunu teşhis ettiği bir hâkimle görüştüklerini, sanıkla tutacakları avukat ve izleyecekleri yol üzerine konuştuklarını, konuşmaları sırasında herhangi bir para alışverişinin söz konusu olmadığını, katılanın sanık için aldığı telefonlar hakkında bilgisinin bulunmadığını, sanığın, kayınvalidesi ….. …… tahliye olduktan sonra kendisini telefonla aradığını, yaptıkları görüşme sırasında sanığa, tanık …..’ın tahliye olmadığını söylediğini,
Kovuşturma evresinde ise; sanığı tanımadığını, kayınbiraderi tanık ….. ile kayınvalidesi ….. ……’in tutuklu olduklarını, diğer kayınbiraderi tanık ……’ın ise yurt dışında bulunduğunu, kendisinden başka kimselerinin olmadığını, tanık ……’ın yurt dışından kendisini telefonla arayarak “Bir arkadaşa para götüreceksin.” dediğini, parayı niçin götüreceğini sormadığını, tanık ……’ın bir arkadaşı vasıtası ile kendisine gönderdiği para ile kayınvalidesi ….. ……’in maaşından aldığı bir miktar parayı katılana götürüp verdiğini, götürdüğü paranın miktarını tam olarak hatırlayamadığını, katılanın, kendisini kafeteryada bekleyeceğini söylediğini ve yeri tarif ettiğini, bunun üzerine kendisinin de Bakırköy Adliyesinin önlerindeki bir kafeteryanın önünde poşet içindeki parayı katılana verdiğini, Çağlayan Adliyesinde müfettiş tarafından ifadeye çağrıldıktan sonra tanık ……’a bu paranın ne olduğunu sorduğunu, ancak tanık ……’ın bu parayı borç verdiğini söylediğini, kendisinin de fazla teferruata girmediğini, hâkim olan sanığı tanımadığını, parayı verdiği sırada katılan ile aralarında bir konuşma geçmediğini, sonrasında tarihini hatırlayamadığı bir dönemde katılan ile beraber Bakırköy Adliyesinde bir hâkimin odasına gittiklerini, hâkimin ismini hatırlayamadığını, kendisiyle nasıl bir yol izleyeceklerine dair konuştuklarını, aralarında herhangi bir para alış verişi olmadığını, ayrıca söz konusu hâkimi telefonla aramadığını, onun da kendisini aradığını hatırlamadığını, senet ile ilgili bir şey bilmediğini, olay tarihinde çok karışık bir dönem geçirdiklerini, bu nedenle çoğu şeyi ayrıntılı olarak hatırlayamadığını, HSYK müfettişine vermiş olduğu ifadesinin, olayın hemen sonrasında alınması sebebiyle doğru olduğunu,
Tanık …; olay tarihinde silah yakalatması nedeniyle tutuklandığını ve Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığını, ağabeyi tanık …… hakkında da aynı konuda bir yargılama olması nedeniyle yakalama emri çıkarıldığını, annesi ….. …… ile aynı dönemde cezaevinde bulundukları sırada tanık ……’ın yurt dışında olduğunu, sanığa herhangi bir şekilde para teklifi yapılıp yapılmadığı konusunda bir bilgisinin bulunmadığını, zaten sanığı tanımadığını, tanık ….. Sait’in, eniştesi olduğunu, ancak sanıkla görüşüp görüşmediğini bilmediğini, yalnızca cezaevinde olmaları nedeniyle avukat tutulması şeklinde yardımları olduğunu,
Tanık …; olay tarihinde tanık ….. ve ….. …… hakkında soruşturma başlatıldığını ve soruşturma kapsamında ikisinin de tutuklandığını, katılanın bu kişilerin avukatlığını yapmaları için kendilerine geldiğini, ortağı ile birlikte ilk başta anılan kişilerin müdafiliğini üstlenmeyi kabul etmediklerini, ancak tanık ……’ın İstanbul’daki ortağı olan Cem isimli şahsın gelip kendileriyle görüşmeleri üzerine adı geçenlerin müdafisi olmayı kabul ettiklerini, tutuklularla cezaevinde görüştüklerini, evrakı incelediklerini ve buna göre tutuklamaya itirazları, tahliye taleplerini yerine getirdiklerini, bu arada adı geçenlerden vekâlet ücreti de aldıklarını, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde tanıklar …… ve ….. ile ….. …… hakkında dava açıldığını, buradaki davayı da takip ettiklerini, ancak sürekli olarak telefonda rahatsız edildikleri ve alakasız şeylerle meşgul edildikleri için telefonlara çıkmamaya başladıklarını, bu arada müdafilik görevlerini devam ettirdiklerini ve davanın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde sonuçlandığını, bu dava devam ederken yukarıda belirttiği üzere sürekli olarak katılan ve tanık …… tarafından aranmaları ve rahatsız edilmeleri nedeniyle telefonlarına çıkmadıkları için sanığın kendilerini telefonla aradığını ve “Adliyedeyseniz bana uğrayabilir misiniz?” dediğini, kendisinin de adliyede olduğu bir sırada sanığın yanına uğradığını, sanığın, kendisine aldıkları bu davada tutukluların yakını olduğunu, ancak yakınlarının kendileri hakkında avukat olarak ilgisiz kaldıklarını söyleyip serzenişte bulunduklarını söylediğini, kendisinin de yanıt olarak durumun böyle olmadığını, avukatlık görevini ifa ettiğini anlattığını, dava sonuçlandıktan sonra tanık ……’ın alacaklı, katılanın ise borçlu olduğu bir senedin icra takibi yapılmak üzere birlikte çalıştıkları tanık Hasan Atalay’a verildiğini, tanık Hasan Atalay’ın da icra takibi için başvuruda bulunduğunu, daha sonra katılanın bu alacağının kaynağının tanık ……’dan alınarak sanığa verilen para olduğunu iddia ederek borçlu olmadığını söylediğini, kendilerinin de bu işe bir hâkimin adının karışması nedeniyle takip yapmaktan vazgeçtiklerini,
Tanık …; tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in avukatlığını aynı büroda birlikte çalıştıkları tanık Abdullah Alp ile birlikte üstlendiklerini ve adı geçenlerden vekâlet ücreti de aldıklarını, bu işi takip ederken tutuklu olan müvekkiller için tahliye talebinde ve itirazlarda bulunduklarını, duruşmalara katıldıklarını, ancak avukatlığını üstlendikleri kişilerin çevrelerinin geniş olduğunu, duruşmalara kalabalık geldiklerini ve duruşma süresince bu işi başka yolla hâlletme içerikli konuşmalar yaptıklarını, buna rağmen vekâlet ilişkisini hukuki çerçeve içerisinde devam ettirdiklerini, sözlü olarak da müvekkillerinin bu tür işlerin, yani başka yönde işi hâlletme düşüncelerinin doğru olmadığını defalarca izah ettiklerini, tanık …..’ın 6136 sayılı Kanun’un 13. maddesinin ikinci fıkrası gereğince ceza aldığını, diğer müvekkillerinin ise beraat ettiğini ve bu kararların Yargıtayca onanarak kesinleştiğini, sanığın katılandan maddi menfaat temin ettiğine ilişkin müfettişe ifade vermeden önce herhangi bir duyum almadığını, müvekkillerinin de herhangi bir şekilde sanığa söz konusu dava ile ilgili tavassut yapması veya başka bir şekilde işi hâlletmesi için para verdiklerine dair bir beyanlarına tanık olmadığını,
Tanık …; olay tarihinde Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görev yaptığını ve hâlen aynı görevi devam ettirdiğini, Mahkemelerinin 2011/260 esas sayılı dosyasında sanık olarak yargılanan tanık ….. hakkındaki dava ile ilgili olarak, o tarihlerde HSYK başmüfettişi ve müfettişi tarafından tanık olarak ifadesinin alınması nedeniyle sanık hakkındaki iddiadan haberdar olduğunu, müfettişe verdiği ifadesinde belirttiği gibi taksirle ölüme neden olma suçundan sanık hakkındaki kamu davasının Asliye Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararı ile Mahkemelerine geldiğini, sürücü koltuğunda kimin oturduğu ve aracı dosyanın sanığının mı yoksa yakını olan bir başka kişinin mi kullandığı yönünde çelişkili ifadeler olduğunu hatırladığını, dosyanın hâlen derdest olduğunu, söz konusu dava dosyası veya Mahkemelerindeki başka bir dosya ile ilgili olarak sanığın gelip kendilerine herhangi bir şey söylemediğini, belirtilen tarihlerde iş yoğunluğu nedeniyle sanıkla uzun süre görüşemediğini,
Tanık …; Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde duruşma savcısı olarak görev yaptığını, Mahkemelerinde derdest olan 2011/260 esas sayılı dosya ile ilgili sanığın kendisiyle herhangi bir görüşmesi olmadığını, bu konuda HSYK başmüfettişine vermiş olduğu ifadesini aynen tekrar ettiğini,
Tanık …; olay tarihinde Bakırköy Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığını, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan 2011/262 esas sayılı dava dosyasının sanığı olan tanık ….. hakkındaki soruşturmayı kendisinin yaptığını, iddianameyi de tutuklu olarak kendisinin düzenlediğini, görevsizlik kararı verilip verilmediğini hatırlamadığını, sanığı olay tarihinde tanımadığını, ismini sonradan öğrendiğini, ancak kendisiyle şahsen görüşmediğini, sanığın soruşturma evresinde kendisinden herhangi bir talepte bulunmadığını,
Tanık …; 19.03.2012 tarihinde HSYK başmüfettişi Nevzat Arslan’a tanık sıfatıyla yazılı olarak verdiği ifadesini tekrar ettiğini, 2010 yılında Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde iddia makamı olarak görev yaptığını, tanık …..’in sanık olarak yargılandığı derdest bir dosyaları olduğunu, yemek yedikleri bir sırada sanığın, tanık …..’in yakını olduğunu söyleyerek tahliyesi konusunda yardımcı olup olamayacağını sorduğunu, kendisinin de yardımcı olamayacağımı söylediğini, zaten söz konusu dosya hakkında da ağır ceza mahkemesine görevsizlik kararı verdiklerini, sonrasında da bu konuda ilgili hâkimle bir görüşmeleri olmadığını,
Tanık …; sanığı daha önceden tanımadığını, HSYK başmüfettişliğince ifadesi alındıktan sonra olaydan haberdar olduğunu, ifadesinin alındığı tarihte Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde görevli hâkim olduğunu, mahkemelerinde görülmekte olan 2011/260 esas sayılı dava dosyasının sanığının tanık ….. olduğunu, sanığın bu dava nedeniyle herhangi bir şekilde bir talep veya tavassutta bulunmadığını,
Tanık Gülcan Arkçı; daha önce HSYK Başmüfettişine vermiş olduğu ifadesinin doğru olduğunu, ifade verdiği tarihte Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak görev yaptığını, mahkemelerinde görülen 2011/260 esas sayılı dava dosyasının sanığı olan tanık ….. lehine veya aleyhine bir işlem yapılması yönünde sanığın herhangi bir talep ve tavassutta bulunmadığını, sanığı daha önceden de tanımadığını,
Tanık …; İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görev yaptığını, sanığı tanıdığını, yaklaşık üç yıl süre aynı adliyede görev yaptıklarını, ancak sanıkla hiçbir hukukunun olmadığını, birbirlerinin odasına gitmediklerini, tanık ….. ismini ve hakkında görevsizlik kararı verdiklerini hatırladığını, bu dosyada başka birisinin asıl sanık olduğu iddialarını da anımsadığını, belirtilen dosya için kendisine tavassut girişimi için gelen kimsenin olmadığını, sanığın da bu dosya için geldiğini hatırlamadığını,
Tanık …; 2007 yılında Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi Hâkimi olarak atandığını ve hâlen Adalet Komisyonu Başkanı olarak görev yaptığını, “Rumeli TV” markasının, Markalar Hakkındaki Kanun Hükmündeki Kararname gereğince kullanmama sebebine dayalı iptal davasının kendi görevli olduğu mahkemede görüldüğünü, sanığı tanıdığını, 2008 yılında sanığın kendisini ziyarete gelerek anılan markanın iptaline yönelik karar verilmesi için yardımcı olmasını istediğini, yargılama sonunda ise davanın reddine karar verildiğini, başka bir deyişle sanığın tavassutta bulunduğunun aksine bir karar çıktığını, HSYK başmüfettişliğinde sanığın gelir durumu ve yaşantısına ilişkin beyanlarının duyuma dayalı olduğunu,
Tanık … soruşturma evresinde; oğlu olan tanık ….. hakkında Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde taksirle ölüme neden olma suçundan yürütülen bir yargılama olduğunu, bu yargılama ile ilgili olarak tanık …..’in bir müddet tutuklu kaldığını, sanığı tanımadığını, ancak ismini duyduğunu, ayrıca kızı olan mağdurun söz konusu yargılama için adliyeye gittikleri sırada sanıkla görüştüğünü bildiğini, görüşme içeriğinden bilgisinin bulunmadığını, yargılamanın yapıldığı dönemde mağdurun, borcu olduğundan bahisle kendisinden 5.000TL para istediğini, aile olarak zor durumda olmalarına rağmen bu parayı aralarında toplayıp mağdura verdiklerini, mağdurun bu parayı ne amaçla kullandığını bilmediğini, kendisine ait telefonlarla mağdurun sanıkla görüşmüş olabileceğini, ancak kendisinin sanık ile telefonla veya yüz yüze görüşmesinin söz konusu olmadığını,
Kovuşturma evresinde ise; oğlu olan tanık …..’in bir trafik kazası sonucu ölüme sebebiyet verdiği iddiası ile Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde tutuklu olarak yargılandığını, yargılamanın hâlihazırda devam ettiğini, mağdurun, kızı olduğunu, daha önceden tanımadığı sanık ile mağdur arasında bir görüşme olduğunu sonradan mağdurdan duyduğunu, mağdurun, kredi kartı borcunu ödemek amacıyla kendisinden para istediğini, aile arasında topladıkları 5.000TL’yi mağdura verdiklerini, bu paranın mağdur tarafından sanığa verilip verilmediğini bilmediğini, mağdurun bu konuda kendisine bir şey söylemediğini, sanıkla telefonda konuşmadığı gibi yüz yüze de görüşmediğini, müfettişin kendisine gösterdiği resimle ilgili ne söylediğini hatırlamadığını, söz konusu 5.000TL parayı kredi kartından dolayı mağdura verdiklerini, ancak soruşturma evresindeki ifadesinde bu hususu belirtmemiş olabileceğini,
Tanık … soruşturma evresinde; 2009 yılında karıştığı bir trafik kazası sonucu taksirle ölüme neden olma suçundan tutuklandığını ve yüz gün tutuklu kaldığını, hakkındaki yargılamanın Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ettiğini, tutuklandığı dönemde ailesinin bu suçtan daha az ceza alması amacıyla yardım çabasına giriştiğini, cezaevinden çıktıktan sonra ablası olan mağdurun bahse konu olayla ilgili olarak yardım etmesi karşılığında sanığa 5.000TL para verdiğini duyduğunu, kendisinin de bir keresinde Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya katıldıktan sonra, hakkında açılacak tazminat davası nedeniyle yardım almak amacıyla sanığı ziyaret ettiğini, sanığın, kendisini çok samimi bir şekilde, aile dostu gibi karşıladığını, sanığa verilen parayı geri talep etme gibi bir niyetlerinin olmadığını,
Kovuşturma evresinde ise; olay tarihinde bir trafik kazası sonucu ölüme sebebiyet verdiği iddiası ile Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde tutuklu olarak yargılandığını, yüz gün kadar tutuklu kaldığını, yargılama konusu olayın cezaevinde bulunduğu sırada gerçekleştiğini, konuya ilişkin bilgisinin bulunmadığını, cezaevinden çıktıktan sonra ablası olan mağdurun sanığa 5.000TL para verdiğini duyduğunu,
Beyan etmişlerdir.
Sanık …; Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde herhangi bir iş takip etmediğini, katılanın bilirkişilik ve dedektiflik yaptığını söyleyerek odasına geldiğini ve bu şekilde tanıştıklarını, katılanın “Kutsan” adlı bir şirketinin olduğunu ifade ettiğini, internette yaptığı araştırmada böyle bir şirketin bulunması nedeniyle katılanın kendisine güven verdiğini ve bu nedenle katılanla görüşmeye başladığını, katılana kendi yazdığı “Özün Sözü & Sözün Özü” isimli kitabı hediye ettiğini, katılanın kapalı çarşıda spot piyasada cep telefonu ticareti yapan bir akrabası olduğunu söylemesi üzerine parasını ödeyerek iki adet cep telefonu satın aldığını, ancak katılanın bu telefonların faturasını getireceğini söylemesine rağmen getirmediğini, yaptığı araştırmada bilirkişi listesinde bulunmadığını öğrendiği katılan ile bir ara yanında getirdiği vergi dairesi çalışanı yakınıyla bir daha görüşmediğini, katılanın adliyede ve başka kurumlarda iş takip ettiğini, hâkim ve savcıların ismini kullandığını ve iş sahibi kişilerden hâkim ve savcılara veya resmi dairelerde çalışanlara vereceğini söyleyerek menfaat temin ettiğini öğrenmesi üzerine kendisiyle ilişkisini kestiğini, suçlamaları kabul etmediğini, gerçekle uyuşmayan bir soruşturma yapıldığını, katılanın önceki beyanlarında 30.000 Euro’yu, sonraki beyanlarında ise 45.000 Euro’yu kendisine verdiğini iddia ettiğini, usulüne uygun olarak mal beyanında bulunduğunu, HSYK müfettişinin edindiği tüm gelirleri nazara almadan gelirlerinde açık olduğunu ileri sürdüğünü, soruşturmanın kurgulanmış olduğunu, katılan dedektiflik yaptığını iddia etmesine karşın buna ilişkin hiçbir kanıt ve belge sunmadığını, katılanın beyanları ile tanık ……’ın anlatımlarının çeliştiğini, yalanları ortaya çıkınca katılanın, kendisine para verdiğini iddia etmeye başladığını, anlatımlarının çelişkili olduğunu, müfettişin katılan tarafından gönderilen mesajlara cevap vermemesini suçu kabul etmek olarak ileri sürdüğünü, bu hususun doğru olmadığını, katılana bunu sorduğunda, “İş takibi için böyle işler yapılır.” şeklinde cevap verdiğini, sanık olarak yargılanmanın zor bir şey olduğunu, herkesin herkesi bu şekilde suçlayabileceğini, müfettişin, katılanın çelişkili beyanlarını kendisine sorması gerektiğini, soruşturmada lehe ve aleyhe olan delillerin toplanmadığını, bu dosyada dolandırılanın tanık …… olduğunu, katılanın kendisini bu konuya alet ettiğini, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesi heyetine kesinlikle tavassut girişiminde bulunmadığını, mağdurla, aile dostu olan ve oğlu Ali Erol Turan’ın sünnet düğününde Yusuf Avcı vasıtasıyla tanıştığını, mağdurun Selanik göçmeni ve hemşerisi olduğunu, sigortacılık yaptığını, hayat sigortası poliçelerini adliyede satabilmek için referansını kullanmak istediğini söyleyerek yanına geldiğini, iddia edildiği gibi Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde ve Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde yargı mensupları nezdinde herhangi bir girişiminin olmadığını, tanık …..’in hakkındaki beyanlarını kabul etmediğini, kendisiyle samimi olmadığını, müfettişlere yaranmak için aleyhinde ifade verdiğini, mağdurla parasal bir ilişkisinin olmadığını, mağdurun beyanları ile babası olan tanık Basri’nin anlatımlarının çeliştiğini, öncelikle beraatini talep ettiğini, mahkûmiyet verilecekse hakkında CMK’nın 231/5. maddesinin uygulanmasını talep ettiğini savunmuştur.
5237 sayılı TCK’nın suç tarihinde yürürlükte bulunan “Yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama” başlıklı 255. maddesi; “Görevine girmeyen ve yetkili olmadığı bir işi yapabileceği veya yaptırabileceği kanaatini uyandırarak yarar sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan beş yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.” şeklinde iken, suç tarihinden sonra 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun 89. maddesiyle “Nüfuz ticareti” başlığıyla;
“(1) Kamu görevlisi üzerinde nüfuz sahibi olduğundan bahisle, haksız bir işin gördürülmesi amacıyla girişimde bulunması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya bir başkasına menfaat temin eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Kişinin kamu görevlisi olması halinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır. İşinin gördürülmesi karşılığında veya gördürüleceği beklentisiyle menfaat sağlayan kişi ise, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Menfaat temini konusunda anlaşmaya varılması halinde dahi, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.
(3) Birinci fıkrada belirtilen amaç doğrultusunda menfaat talebinde bulunulması ve fakat bunun kabul edilmemesi ya da menfaat teklif veya vaadinde bulunulması ve fakat bunun kabul edilmemesi hallerinde, birinci fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında indirilir.
(4) Nüfuz ticareti suçuna aracılık eden kişi, müşterek fail olarak, birinci fıkrada belirtilen ceza ile cezalandırılır.
(5) Nüfuz ticareti ilişkisinde dolaylı olarak kendisine menfaat sağlanan üçüncü gerçek kişi veya tüzel kişinin menfaati kabul eden yetkilileri, müşterek fail olarak, birinci fıkrada belirtilen ceza ile cezalandırılır.
(6) İşin gördürülmesi amacıyla girişimde bulunmanın müstakil bir suç oluşturduğu hallerde kişiler ayrıca bu suç nedeniyle cezalandırılır.
(7) Bu madde hükümleri, 252 nci maddenin dokuzuncu fıkrasında sayılan kişiler üzerinde nüfuz ticareti yapılması halinde de uygulanır. Bu kişiler hakkında, Türkiye’de bulunmaları halinde, vatandaş veya yabancı olduklarına bakılmaksızın, resen soruşturma ve kovuşturma yapılır.” biçiminde değiştirilmiştir.
Maddenin ilk hâlinde suç, ancak kamu görevlisi tarafından işlenebilen bir suç olduğundan fail yönüyle özgü suç olarak kabul edilmişken, 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle her gerçek kişinin suçun faili olacağı kabul edilmiş, failin kamu görevlisi olması, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli olarak hüküm altına alınmıştır.
6352 sayılı Kanun ile maddede yapılan değişiklikle suç, rüşvet suçu gibi bir karşılaşma suçuna dönüştürülmüş, işinin gördürülmesi karşılığında veya gördürüleceği beklentisiyle menfaat sağlayan kişi de suçun faili olarak kabul edilmiştir.
Söz konusu değişikliğin gerekçesinde; önceki düzenlemenin, kamu görevlisi olmayan ve fakat kamu görevlisi üzerinde nüfuz sahibi olduğundan bahisle menfaat temin eden kişilerin cezasız kalmasına neden olduğu, bu gibi durumlarda bir aldatma söz konusu ise, sorunun dolandırıcılık suçu hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği, ancak, aldatma olmadan da “Nüfuz ticareti” yani yetkili olmadığı bir işten yarar sağlama olgusunun gerçekleşebileceği, bu gibi durumların yaptırım altına alınabilmesi için madde hükmünün başlığıyla birlikte değiştirildiği belirtilmiştir.
Suçun her iki düzenleniş biçiminde de faile yarar sağlayan iş sahibi meşru zeminde olmadığının bilincindedir. Çünkü hukuka uygun ya da aykırı bir işi yaptırmak için kamu görevlisine yarar sağlamanın hukuka aykırı olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Bu durumda faile yarar sağlayan kişi mağdur değildir. Bu suçta iş sahibinin sağladığı yarar hukuka aykırı bulunmakta ve müsaderesi gerekmektedir (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Cilt V, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, s. 7202-7203).
Her iki düzenlemede de suçun mağduru, kamu görevlisi üzerinde nüfuz sahibi olmaktan bahisle, haksız bir işin gördürülmesi için girişimde bulunularak, güvenilirliği ve işleyişi tehlikeye veya zarara sokulan kamu idaresidir (Zeki Hafızoğulları-Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Millete ve Devlete Karşı Suçlar, US-A Yayıncılık, 1. Baskı, Ankara 2016, s. 63). Dolayısıyla bu suçta yapılan yeni düzenlemede de kanun koyucunun yeni veya farklı bir mağdur öngördüğü söylenemeyecektir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca hırsızlık suçundan yürütülen bir soruşturma kapsamında, çalıntı malların bulunması amacıyla Bakırköy 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 05.01.2010 tarihli ve 130 müteferrik sayılı arama ve el koyma kararı uyarınca 06.01.2010 tarihinde ….. …… ve tanık …..’ın ikamet ettiği Bahçelievler Siyavuşpaşa Mahallesi …… adresinde bulunan evde yapılan arama sırasında arama, yakalama ve el koyma tutanağında belirtilen silahların ele geçirildiği ve ….. …… ile tanık …..’ın tutuklandıkları, adı geçenlerle birlikte tanık …… hakkında da 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca kamu davası açıldığı ve davanın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sırasına kaydedildiği, belirtilen tarihlerde yurt dışında bulunan tanık ……’ın katılanla irtibat kurarak tutuklu olan annesi ….. ve kardeşi tanık …..’ın serbest bırakılması için kendisinden yardım talep ettiği, katılanın, ….. …… ve tanık …..’ın tahliyelerini sağlayabilmek için Bakırköy Adliyesinde girişimlerde bulunduğu sırada bunu duyan Bakırköy 3. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak görev yapan sanığın, daha önce çalıştığı adliyede kâtibi olan tanık …… adına kayıtlı ve sim kartı alındıktan sonra sürekli olarak sanık tarafından kullanılan 0531 377 0. .. numaralı telefondan katılana ait 0531 626 9. .. numaralı telefonu arayıp, Bakırköy Adliyesinde hâkim olduğunu söyleyerek adliyenin ikinci katında bulunan 2.. numaralı odaya gelmesini istediği, katılanın da 2010 yılı Ocak ayı ortalarında sanığın görev yaptığı 3. Asliye Ceza Mahkemesinin hâkim odasına gittiği, burada sanığın katılana ….. …… ve tanık …..’ın yargılandığı dava ile ilgili olarak 45.000 Euro para verilmesi durumunda, bu kişilerin tahliyesini sağlayabileceğini, bu parayı avukatlara, hâkim ve savcılara vereceğini söylediği, katılanın bu durumu tanık ……’a bildirdiği, tanık ……’ın da vergi dairesinde çalışan eniştesi tanık ….. Salih aracılığıyla 2010 yılı Ocak ayı sonu veya Şubat ayı başında 45.000 Euro parayı katılana gönderdiği, katılanın Bakırköy Adliyesinin önünde poşet içerisindeki paraları teslim aldığı, katılan ile tanık ….. Salih’in birlikte Bakırköy Adalet Sarayında sanığın görev yaptığı 3. Asliye Ceza Mahkemesinin hâkim odasına gittikleri, tanık ….. Salih’in oda dışında beklediği, katılanın bu paranın 30.000 Euro’sunu sanığa verdiği, daha sonraki zamanlarda da sanığın yanına birkaç kez gittiği, 24.02.2010 tarihinde sanığın, odasına gelen katılandan bir kâğıda el yazısıyla marka ve modelini yazdığı iki adet cep telefonunun alınmasını talep ettiği, katılanın da Ömür Plaza isimli iş yerinde bulunan Teknosa Mağazasından 1.318TL değerindeki bu telefonları alarak sanığa teslim ettiği,
Katılanın şikâyeti çerçevesinde yapılan soruşturma sırasında sanığın kullanımında bulunan 0531 377 0. .. numaralı telefonun 0533 680 4. .. numaralı telefonla çok fazla sayıda görüşme yaptığının tespit edilmesi üzerine telefonu kullanan mağdurun ifadesi doğrultusunda soruşturmaya başlandığı, toplanan delillere göre; mağdurun, kardeşi olan tanık …..’in trafik kazası sonrası tutuklanması üzerine kuzeni Yusuf Avcılar’ın tanıdığı olan sanığın odasına giderek kardeşine yardımcı olmasını istediği, sanığın “Hâkimin kulağına üflerim, ama bunun için onların talebi olacak, benim de bu talepleri karşılamam gerekecek, yemeğe götürmem ve hediye almam gerekecek.” dediği, mağdurun, bunun kendisine ne kadara mal olacağını sorması üzerine sanığın “Büyük rakamlara mal oluyor ama 30.000TL versen yeter.”, bu miktarın büyük olduğunu söylediğinde ise “Ne kadar çıkarabilirsen o kadar ver.” şeklinde cevap verdiği, mağdurun odadan ayrıldığı sırada sanığın talebi üzerine telefon numarasını verdiği, bir süre sonra sanığın mağduru telefonla aradığı, mağdurun da Bakırköy Adliyesi yakınındaki bir otoparkta buluşup toplayabildiği toplam 5.000TL parayı sanığa verdiği, tanık ….. hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açıldıktan sonra da, sanığın, Mahkemenin Duruşma Savcısı olan tanık …..’e tutuklu bulunan dosyanın sanığı tanık …..’in yakını olduğunu söyleyerek tahliyesi konusunda yardımcı olmasını istediği, ancak tanık …..’in, sanığın bu talebini kabul etmediği iddia edilen olayda;
Sanık aşamalarda suçlamaları kabul etmediğini, hakkında gerçekle uyuşmayan bir soruşturma yapıldığını, ilk olayda kendisine verildiği iddia edilen paranın miktarı konusunda katılan ve tanık ……’ın ifadelerinin hem kendi içlerinde hem de birbiriyle çelişkili olduğunu, katılanın kapalı çarşıda cep telefonu ticareti yapan bir akrabası olduğunu söylemesi üzerine suça konu cep telefonlarını, parasını ödeyerek satın aldığını, ancak katılanın bu telefonların faturasını getireceğini söylemesine rağmen getirmediğini, katılanın yalanları ortaya çıkınca kendisine para verdiğini iddia etmeye başladığını, hakkındaki olayın emniyet bağlantısının araştırılmadığını, mağdurun hangi bilgi ve belgeye dayanılarak çağrıldığı hususunun müfettişe sorulmadığını, mağdurla parasal bir ilişkisinin bulunmadığını, kendisine 5.000TL para verildiğine ilişkin mağdurun ve babası olan tanık Basri’nin beyanlarının çelişkili olduğunu, iddia edildiği gibi Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde ve Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde yargı mensupları nezdinde herhangi bir girişiminin olmadığını, tanık …..’in, hakkındaki beyanlarını kabul etmediğini, kendisiyle samimi olmadığını, müfettişlere yaranmak için aleyhinde ifade verdiğini ve malvarlığına ilişkin araştırmanın tüm gelirleri hesaba katılarak usulüne uygun şekilde yapılmadığını savunmuş ise de;
Sanığın, Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde görev yaptığı dönemden kâtibi olan tanık ……’ın beyanları ile de doğrulandığı üzere, katılan ile yaptığı görüşmelerde adına kayıtlı birden fazla telefon hattı bulunmasına karşın katılanla kurduğu irtibatı gizlemek amacıyla kendi adına kayıtlı olmayan ……. .. numaralı telefonu kullanması, İstanbul 37. Sulh Ceza Mahkemesinin 16.01.2012 tarihli ve 5 Değişik İş sayılı kararı doğrultusunda alınan HTS kayıtlarına göre katılana ait …… .. numaralı GSM hattına yönelik ilk aramanın 08.02.2010 tarihinde sanık tarafından yapılmış olması, tanık …… tarafından sanığa gönderildiği belirtilen paranın miktarı konusunda tanık …… ve katılanın ifadeleri arasında aşamalarda farklılıklar bulunmakla birlikte, ifade içeriklerinden 30.000 Euro’luk kısmın sanığa verildiği hususunda kuşku bulunmaması, Teknosa İç Ve Dış Ticaret A.Ş.’nin yazı cevabına göre sanık için alındığı belirtilen ve toplam değeri 1.318TL olan cep telefonlarının kapalı çarşı veya spot piyasadan değil piyasa değeri üzerinden ödeme yapılarak Teknosa mağazasından satın alındığının belirlenmesi, sanığın alınmasını istediği telefonların marka ve modellerini yazdığı kâğıt ile 24.02.2010 tarihli ve AL-768831 sayılı faturanın katılan tarafından dosyaya sunulması, bahse konu satış nedeniyle müşterilere verilen Teknosa kartın da katılan adına düzenlenmesi, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının yazı cevabı ve bu hususta düzenlenen inceleme tutanağına göre suça konu 359043025164689 ve 358300031259874 imei numaralı cep telefonlarının her ikisinin de sanığa ait veya sanık tarafından kullanılan telefon hatlarıyla kullanılması, katılana ait …… .. numaralı GSM hattı ile kullanılan telefonun mesajlar bölümünde HSYK müfettişlerince yapılan inceleme sonucu düzenlenen 13.01.2012 tarihli tutanak ile bununla uyumlu HTS kayıtlarına göre katılan tarafından sanığa gönderilen mesajların içeriği, suçlama, hakaret ve tehdit içeren bu mesajlara karşılık sanığın cevap vermemesi ve herhangi bir adli makama başvurmaması, katılanın beyanı ve HTS kayıtları ile doğrulandığı üzere sanık adına kayıtlı ……. .. numaralı telefondan ….. ……’in tahliye olduğu 03.05.2010 tarihinde saat 10.44’te tanık ….. Sait adına kayıtlı …… .. numaralı telefonun aranarak 42 saniye süren bir görüşme yapılması, sanığın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 Esas sayılı dosyasında tutuklu olarak yargılanan tanık ….. ve ….. ……’in müdafisi olan tanık Abdullah Alp’i görüşmek amacıyla odasına çağırarak tutukluların yakını olduğunu ve yakınlarının dosyayla yeterince ilgilenilmediği yönünde serzenişte bulunduklarını iletmesi, yine mağdurun, 2010 yılında trafik kazası geçirerek bir kişinin ölümüne neden olan ve bu nedenle tutuklanarak hakkında kamu davası açılan kardeşi tanık …..’e yardımcı olması için yanına gittikleri sanığın kendisinden dosyanın hâkimlerine verilmek üzere 30.000TL istediğini ve temin edebildiği 5.000TL’yi sanığa verdiğini beyan etmesi, bu beyanın, mağdurun sanığa 5.000TL para verdiğini duyduğuna ve odasında ziyaret ettiği sanığın kendisini çok samimi bir şekilde, aile dostu gibi karşıladığına ilişkin tanık …..’in ifadesiyle desteklenmesi, tanık ….. hakkındaki yargılama sırasında iddia makamını temsil eden tanık …..’in, sanığın, tanık …..’in yakını olduğunu söyleyerek tahliyesi konusunda yardımcı olup olamayacağını sorduğuna ilişkin anlatımı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
Bakırköy 5. Ağır, 31. Asliye ve 12. Ağır Ceza Mahkemelerinin dava dosyalarına ilişkin olarak anılan mahkemelerde herhangi bir görevi olmayan sanığın, aynı suçu işleme kararının icrası kapsamında, davaların görüldüğü mahkemelerin hâkimleri ve Cumhuriyet savcıları ile ilişkisi olduğunu, onlar nezdinde hatırının sayıldığını belirterek ve davaları lehe sonuçlandırabileceği kanaatini uyandırarak katılandan 30.000 Euro ile 1.318TL değerindeki cep telefonlarını, mağdurdan ise 5.000TL para alarak kendisine yarar sağladığı, bu suretle zincirleme şekilde yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunu işlediğinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde sübuta erdiği, bu aşamada sanığın savunmasında araştırılmasını istediği diğer hususların maddi gerçeğe ulaşılması bakımından herhangi bir katkı sağlamayacağı anlaşıldığından, sanığın zincirleme şekilde işlediği yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunu sabit gören ve uygulama maddelerini doğru bir şekilde uygulayan Yargıtay 5. Ceza Dairesi hükmünün usul ve kanuna uygun olduğu kabul edilmelidir.
Öte yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasındaki; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” şeklindeki düzenleme ve aynı Kanun’un 61. maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, sanığın sıfatı, aldığı paranın miktarı, eylemleriyle yargı erkinin güvenilirliğine verdiği yüksek düzeydeki zarar ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanık hakkında üst sınıra yakın ceza tayin edilmesi gerektiği gözetilmemiş ise de aleyhe temyiz bulunmadığından bu husus bozma sebebi yapılmamıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Diğer yönleri usul ve kanuna uygun olan Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 18.03.2015 tarihli ve 8-1 sayılı mahkûmiyet hükmünün, “5237 sayılı TCK’nın ‘Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi’ başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasındaki; ‘Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur’ şeklindeki düzenleme ve aynı Kanun’un 61. maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, sanığın sıfatı, aldığı paranın miktarı, eylemleriyle yargı erkinin güvenilirliğine verdiği yüksek düzeydeki zarar ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanık hakkında üst sınıra yakın ceza tayin edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma sebebi yapılmamıştır.” eleştirisiyle ONANMASINA,
2- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 13.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

BALYOZ DAVASI HÜKÜMETE KARŞI SUÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ İCRA VEKİLLERİ HEYETİNİ CEBREN İSKAT VE VAZİFE GÖRMEKTEN CEBREN MEN EYLEMEK SUÇU TERÖR SUÇLARI TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNE KARŞI SİLAHLI İSYAN SUÇU TERÖR SUÇU SUÇ İÇİN ANLAŞMA SUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME, GİZLEME VEYA DEĞİŞTİRME BAĞLILIK KURALI

T.C

YARGITAY

9. Ceza Dairesi

ESAS: 2013/9110

KARAR: 2013/12351

BALYOZ DAVASI
HÜKÜMETE KARŞI SUÇ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İCRA VEKİLLERİ HEYETİNİ CEBREN İSKAT VE VAZİFE GÖRMEKTEN CEBREN MEN EYLEMEK SUÇU
TERÖR SUÇLARI
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNE KARŞI SİLAHLI İSYAN SUÇU
TERÖR SUÇU
SUÇ İÇİN ANLAŞMA
SUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME, GİZLEME VEYA DEĞİŞTİRME
BAĞLILIK KURALI
SUÇA TEŞEBBÜS
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 8
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 11
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 206
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 40
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 61
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 281
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 312
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 313
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 316
TERÖRLE MÜCADELE KANUNU (3713) Madde 3
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 40
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 59
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 61
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 147

“İçtihat Metni”
Hükmedilen cezanın süresine göre şartları bulunmadığından, sanık H.. B.. müdafiinin duruşmalı inceleme isteğinin 1412 sayılı CMUK’nın 318. maddesi uyarınca REDDİNE,
Usulüne uygun tebligata rağmen sanıklar A.. K.., M.. C.., K.. D.. ve D.. K.. müdafileri duruşmaya gelmedikleri gibi bir mazeret de bildirmediklerinden, sanık H.. B.. müdafiinin ise duruşmalı inceleme istemi reddedildiğinden, bu sanıklar ile haklarında beraat kararı verilen sanıklar yönünden duruşmasız, diğer tüm sanıklar hakkında ise duruşmalı olarak yapılan inceleme sonucunda gereği düşünüldü:
Sanık B.. K..’ın adının gerekçeli karar başlığında “Barboros”, sanık M.. F..’ın soyadının hüküm fıkrasında “Fariz”, sanık B.. A..’in adının hüküm fıkrasında “Behçet”, sanık A.. E..’ın adının hüküm fıkrasında “Abdulkadir”, sanık M.. İ..’ın adının “Mehmet Fatih” olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir yazım hataları; gerekçeli karar başlığına sanık H.. B..’ün mahkum olduğu “suç delillerini gizleme” suçunun yazılmaması ise mahallinde tamamlanabilir eksiklik kabul edilmiştir.
A- USUL VE UYGULAMAYA İLİŞKİN OLARAK
1-Görev ve Yetki;
Sanıklara yüklenen suçun askeri yargının görev alanına girdiği, dolayısıyla görevsizlik kararı verilmesi gerektiği ve sonradan kuvvet komutanı olan sanıklar Ö.. Ö.. ve H.. F..’nın yüklenen suç sebebiyle Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmaları zorunlu olduğundan, haklarındaki davanın tefrik edilerek Anayasa Mahkemesine gönderilmesi gerektiğine ilişkin olarak;
Anayasamızın “Askeri Yargı” başlıklı 145. maddesi, Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki 353 sayılı Kanunun “Genel görev” ve “Askeri Mahkemelerde Yargılamayı Gerektiren İlginin Kesilmesi” başlıklı 9 ve 17. maddeleri, 5271 sayılı CMK’nın 6352 sayılı Kanunun 105. maddesi ile kaldırılan 250. maddesi, 6352 sayılı Kanunun 75. maddesi ile değişik 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 10. maddesi hükümleri içeriği ile anılan hükümlerin yorumuna ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.07.2011 tarih, 2011/3-116 esas, 2011/157 kararı da nazara alındığında,
Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23.03.2004 tarih ve 50-72, 17.02.2004 tarih ve 10-40 ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 02.03.2012 tarih ve 2011/1-2012/1 sayılı kararlarında da tartışılıp belirlendiği gibi; görevle ilgili suçun yasal görevden doğan, görevle bağlantılı ve bu görevle illiyet bağı içerisinde olması gerekmekte olup, asker olan tüm sanıklar ile sanıklar Ö.. Ö.. ve H.. F..’nın Balyoz Güvenlik Harekat Planının icrasına yönelik Suga ve Oraj Harekat Planlarını hazırladıkları ve bu planların icrası kapsamında görev alarak bu görevlerin icaplarını yerine getirdikleri iddiasının, yasal görevlerinden doğmadığı gibi görevleri ile bir ilgisinin de bulunmadığı anlaşıldığından, mahkemenin davaya bakmasında isabetsizlik görülmemiştir.
Birinci sınıf askeri hâkimlerin yüklenen suç sebebiyle Yargıtay’da yargılanmaları gerektiğine ilişkin itirazlara gelince;
Anayasamızın 145. maddesinde; “Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. …..Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.” şeklinde bir düzenleme yer almış ve yine maddenin son fıkrasında “Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir” hükmü getirilmiştir.
Anayasamızın bu düzenlemesi paralelinde askeri hâkimlerin özlük işleri, teminatları ve diğer konular ise 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununda düzenlenmiştir. Askeri Hâkimler Kanununun 22.05.2012 tarihinde 6318 sayılı Kanunun 38. maddesi ile değiştirilen 28. maddesi “Askeri hâkimlerin genel yargıya tabi şahsi suçları hakkında genel hükümler uygulanır” şeklindedir.
Öte yandan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 2. maddesinde “Bu Kanun, adli yargı hakim ve Cumhuriyet savcıları ile idari yargı hakim ve savcıları hakkında uygulanır” denilmiş, 90. maddesinde ise haklarında son soruşturma açılmasına karar verilen hakim ve Cumhuriyet savcılarından birinci sınıfa ayrılmış olanlarla ağır ceza mahkemeleri heyetine dahil bulunan hakim ve Cumhuriyet savcılarının, Yargıtayın görevli ceza dairesinde yargılanacağı belirtilmiştir.
2802 sayılı Kanunun Ek Geçici 2. maddesinde, kendi kanunlarında gerekli değişiklik yapılıncaya kadar, aylık, ek gösterge, ödenek, mali, sosyal ve diğer özlük hakları bakımından; 29.06.2006 tarihinde 5536 sayılı Kanunun 6. maddesi ile değiştirilen “c” bendinde birinci sınıfa geçirilmiş ve askerî yüksek yargı organı üyeliklerine seçilme hakkını kaybetmemiş olan askerî hâkim ve savcıların; birinci sınıfa ayrılmış ve Yargıtay-Danıştay üyeliklerine seçilme hakkını kaybetmemiş diğer hâkim ve savcılar hakkındaki hükümlere tabi olacakları düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtilen Kanun hükümleri uyarınca, 2802 sayılı Kanunun Ek Geçici 2. maddesinin birinci sınıf askeri hâkim olan sanıklar yönünden sadece mali, sosyal ve diğer özlük hakları bakımından uygulanacağı, birinci sınıfa ayrılmış olan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle Yargıtayın görevli ceza dairesinde yapılacak yargılamanın 2802 sayılı Kanunun 2. maddesi gereğince sadece adli yargı hâkim ve Cumhuriyet
savcıları ile idari yargı hâkim ve savcıları hakkında söz konusu olacağı, 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununda, birinci sınıfa ayrılmış olan askeri hâkimlerin görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında işledikleri suçlar nedeniyle Yargıtayda yargılanmaları gerektiği hususunda bir düzenleme yer almadığı gibi aksine, Askeri Hakimler Kanununun 6318 sayılı Kanun ile değiştirilen 28. maddesinde “Askeri hakimlerin genel yargıya tabi şahsi suçları hakkında genel hükümler uygulanır. Ancak soruşturma o yer ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısınca ve kovuşturma o yer ağır ceza mahkemesince yapılır” şeklindeki düzenleme karşısında, birinci sınıf askeri hâkim olan sanıkların bu itirazlarının da yerinde olmadığı,
Suç tarihinde sanıklara yüklenen suçlara bakmakla görevli olan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin hukuki dayanağını oluşturan Anayasanın 143.maddesi ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun suç tarihinden sonra yürürlükten kaldırılmış ve 5190 sayılı Kanunla 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa 394/a. maddesi eklenmiş, daha sonra da 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 2. ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 250. maddeleri ile bu suçlara ağır ceza mahkemelerinin bakacağı belirlenmiş olup; anılan kanunların amaç, kapsam ve gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde ve Anayasanın 142. maddesinin “mahkemelerin kuruluşu görev ve yetkileri, işleyiş ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir” biçimindeki hükmü de nazara alındığında, yargılamayı yapan mahkemenin suçtan sonra ve bu sanıklara yönelik kurulan özel mahkeme statüsünde olmadığı anlaşılmıştır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de, 6352 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi ile “CMK’nın 250. maddesi ile görevli mahkemelerde devam edecek olan yargılamalarda görevsizlik ve yetkisizlik kararı verilemeyeceği” yönündeki hükmün Anayasa tarafından güvence altına alınan “kanuni hakim ve mahkeme güvencesi” ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali isteminin reddine dair 04.07.2013 tarih 2012/100 esas, 2013/84 sayılı kararında;
“Anayasa’nın Kanuni hâkim güvencesi başlıklı 37. maddesinde, “Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” denilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında belirtildiği gibi, “kanuni hâkim güvencesi” suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla “kanuni hâkim güvencesi”, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır.
Kanun’un geçici 2. maddesinin dava konusu (4) numaralı fıkrasında, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte açılmış ve devam etmekte olan davaların, 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam edeceği ve bu mahkemelerin yeni kurulan mahkemeler nedeniyle görevsizlik ve yetkisizlik kararı veremeyecekleri belirtilmekte, böylece uzun süredir devam eden davalarda başa dönülmesinin ve suçun işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne geçilmektedir. Dolayısıyla kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri belirlenmemekte, aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere davaların görevsizlik veya yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek, suçun işlenmesinden önce kurulan mahkemelerde davanın devam etmesi sağlanmaktadır. Bu nedenle kuralın “kanuni hâkim güvencesi” ile çelişen bir yönü bulunmamaktadır” sonucuna ulaşmıştır.
Yargılamayı yapan mahkemenin olağan yargı yeri statüsünde ve doğal hakim ilkesine uygun olduğu anlaşıldığından sanıklar ve müdafilerinin anayasaya aykırılık iddiasının ciddi bulunmadığı,
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir yasal tutuklama nedeninin varlığına dayanarak iç hukuk yargılama makamlarınca gerçekleştirilmiş ve kanun yollarına başvurulması üzerine etkili itiraz yolları ile tüm aşamalarda usulünce denetlenmiş bulunan, ayrıca; Türkiye Cumhuriyeti tarafından yargı yetkisi kabul edilmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek nitelikteki delillere dayandığı kabul edilip bu yöne ilişen insan hakları ihlali iddialarının reddedildiği tutuklama koruma tedbirine ilişkin olarak; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun dava henüz görülmekte iken, dava kapsamındaki tutuklamaların adil yargılama normları bağlamında keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan 01.05.2013 tarihli kararının Dairemiz bakımından bağlayıcılığının olmadığı,
Ayrıca, yargılamayı gerçekleştiren hakimlerin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplere ilişkin iddiaların dosya kapsamına göre yerinde bulunmadığı, reddi hakim taleplerini inceleyen mercii kararlarında bir isabetsizlik görülmediği,
Buna göre de; yargılamanın usulüne uygun olarak oluşturulmuş yetkili, görevli, bağımsız ve tarafsız bir mahkemece icra edildiğinin anlaşıldığı,
2- Yasama Dokunulmazlığı;
Sanık E.. A..’ın 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan 24. Dönem Milletvekilliği Genel Seçiminde İstanbul ilinden milletvekili seçildiği anlaşılmış ise de; dosya kapsamına göre; sanığa yüklenen ve seçimden önce de soruşturmasına başlanılmış olan suçun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83/2. maddesinde işaret edilen ve 14/2. maddesinde gösterilen temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması niteliğindeki suçlardan olduğu, yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kalan bu suç bakımından kovuşturma yapılmasına engel bir durumun bulunmadığı,
3- Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karardan Sonra Aynı Fiil Nedeniyle Kamu Davası Açılması;
Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra aynı fiilden dolayı yeniden kamu davası açılabilmesi bakımından, CMK’nın 172/2. maddesinde, anılan kararın kaldırılmış olmasının aranmaması ve sonradan meydana çıkan tanık beyanı ve dijital belgeler gibi delillerin “yeni delil” niteliğinde bulunması karşısında; bir kısım sanıklar hakkındaki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar kaldırılmadan dava açılmasının usule aykırı olduğuna ilişkin itirazların yerinde görülmediği,
4- Bilirkişilerin Kimlik Tespitleri ile Yeminlerinin Sonradan Tamamlanması;
Soruşturma aşamasında görevlendirilen ve 19.02.2010 tarihli raporu hükme esas alınan bilirkişilerden Erdem Alparslan ve Tahsin Türköz’ün bu aşamada kimlikleri tespit edilip yeminleri yaptırılmamışsa da, kovuşturma aşamasında 28.05.2012 tarihinde duruşma açılarak bu eksikliklerin giderilmesi ve rapor içeriğinin de bilirkişiler tarafından doğrulanması karşısında, bu hususun sonuca etkili olmadığı,
5- Delil Tartışmasının Yapılmadığı;
CMK’nın 206. maddesinden itibaren, delillerin ortaya konulması ve tartışılmasına ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Bu hükümlerde, delillerin ortaya konulmasına ilişkin olarak muhakkak surette uyulması gerekli ve şekle bağlı belli bir aşama öngörülmemiştir. Anılan maddenin 1. cümlesinde delillerin ortaya konulmasına ilişkin bir evreden söz edilmekte ise de; 2. cümle hükmünden de anlaşılacağı gibi bu aşama da mutlak değildir. Bu durum maddenin, davanın bir duruşmada bitirilmesini öngören hükümet tasarısı gerekçesinden de anlaşılmaktadır. Asıl olan; çekişmeli yargılamada, davanın sonucunu belirlemek bakımından delillerin duruşmada tartışılmasını, doğru ve hakkaniyete uygun bir biçimde rol almasını ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlamaktır. Dolayısıyla hükme esas alınan tanık beyanları, bilirkişi raporları, belge içerikleri gibi delillerin ortaya konulması ve tartışılması uzun süren çok sayıdaki oturumlar sürecine zorunlu olarak yayılabilecektir. CMK’nın genel yaklaşımına aykırı olarak, tek oturumda bitirilemeyen yargılamalar bakımından bu durum sıklıkla ortaya çıkmaktadır.
Sanıkların sorgularında süre sınırlaması olmadan delilleri tartışarak savunma yaptıkları, hükme esas alınan delillerin değerlendirilmesine ilişkin olarak birçok uzman mütalaası alıp dosyaya sundukları, aynı kapsamdaki irdelemelerini Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasından sonra da devam ettirdikleri; izlenen duruşma görüntüleri, tutanaklar ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış, incelemeye konu davada sanıkların çokluğu ve icra edilen oturum sayısı gibi hususlar da nazara alındığında; delillerin ortaya konulması ve tartışılması evresinin gerçekleştirilmediğine ilişkin itirazların yerinde olmadığı,
6- 3713 Sayılı Kanunun 5. Maddesinin Uygulanması;
Sanıklara yüklenen 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ve karşılığı olan 5237 sayılı TCK’nın 312. maddesinde tanımlanan suçun, 3713 sayılı Kanunun 3. maddesinde 18.07.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5532 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce ve sonra doğrudan terör suçu olarak düzenlendiği ve bu suçtan hükmedilecek hapis cezalarının 3713 sayılı Kanunun 17. maddesinin yine 5532 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki ve sonraki halleri uyarınca dörtte üçü oranında infaz edileceği, terör suçları ve terör amacıyla işlenen suçlar için tayin edilecek cezaların bu sebeple artırıma tabi tutularak hükmedilmesine ilişkin olan 3713 sayılı Kanunun 5. maddesinin hapis cezalarının şartlı tahliye süreleri ile ilgisinin bulunmadığı, kaldı ki; sanıklar hakkında 3713 sayılı Kanunun 5. maddesi uygulanmadığı gibi, gerekçeli karardaki bu hususa ilişkin anlatımın suçun terör suçu olduğuna dair bir saptamaya yönelik olduğu, hem bu bölümde hem de hüküm fıkrasında şartlı tahliye oranına dair bir belirlemenin yapılmadığı ve konunun infaz aşamasındaki lehe olan infaz yasası bakımından yapılacak değerlendirmeye bırakıldığı anlaşıldığından, bu hususun sonuca etkili görülmediği,
7- Bir Kısım Tanıkların Dinlenmemesi;
Yüklenen suça yönelik icra hareketlerinin tamamlanamamasına ilişkin olarak mahkemece gösterilen gerekçenin, Karargahın karşı çıkması ve engellemek için çaba göstermesinden ibaret olmaması karşısında; Genelkurmay Başkanı Orgeneral H.. Ö.. ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral A..Y..’ın tanık olarak dinlenmemesinin, taleplerin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili olmadığı,
8- Temel Cezanın Teşdiden Tayini ve Bir Kısım Sanıklar Hakkında Takdiri İndirimin Uygulanmaması;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.10.2009 tarih, 2009/124-224 sayılı ve 04.03.2008 tarih, 2008/13-41 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; serbest takdir sisteminin bir gereği olarak, olayda alt sınırdan uzaklaşılmasını ve takdiri indirimin uygulanmasını gerektiren nedenlerin varlığını veya yokluğunu belirleme yetkisi yargılamayı bizzat yapan hakime ait olup, sanıklar hakkında teşdiden cezaya hükmedilmesi ve bir kısım sanıklar hakkında da takdiri indirim hükümlerinin uygulanmamasına ilişkin olarak mahkemece gösterilen gerekçenin; olaya, dosya kapsamına ve yasaya uygun, tutarlı ve yeterli olduğu anlaşıldığından,
Anılan hususlar ile usule ilişkin diğer itirazlar yerinde görülmemiştir.
B- ESASA İLİŞKİN OLARAK
1- GENEL OLARAK
1.1- Soruşturmanın Başlaması;
20-21 Ocak 2010 tarihlerinde ulusal yayın yapan günlük bir gazetede “Fatih Camii Bombalanacaktı – İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama” başlıklı haberlerin yayınlanmasından sonra, haberi yapan gazeteci tarafından 21.01.2010 tarihinde habere dayanak teşkil eden 3 adet DVD ve 1 adet CD, 29.01.2010 tarihinde de 19 adet CD, 10 adet ses kaseti ve 2229 sayfalık belge İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmiş, aynı tarihte Cumhuriyet Başsavcılığı CD, ses kaseti ve belgelere CMK’nın 127/1. maddesi uyarınca el konulmasına karar vermiş, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 30.01.2010 tarih ve 2010/212 sayılı kararı ile de el koyma işlemi onaylanmıştır.
El konulan 11 nolu CD’de; 1. Ordu, 2, 3, 5 ve 15. Kolordular, Donanma, Harp Akademileri, Bursa ve İstanbul Jandarma Bölge Komutanlıklarınca hazırlanan harekat ve tedhiş planları, listeler ile 2003 yılı plan seminerine ait bir kısım yazışmalar, 16 nolu CD’de; Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetince yapılan bazı atamalar hakkında bilgiler, 17 nolu CD’de ise; 11 nolu CD’de bulunan harekat ve tedhiş planlarının bulunduğu anlaşılmıştır.
Soruşturma neticesinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2010/420 iddianame numarası ile 06.07.2010 tarihinde 196 sanık hakkında; 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.07.2010 tarihli iddianamenin kabulü kararı ve 23.07.2010 tarihli tensip kararı sonrası, 16.12.2010 tarihinde duruşmaya başlanmıştır.
1.2- Donanma Komutanlığında Yapılan Arama;
Doğrudan dava konusu olaya ilişkin olmayıp başka bir soruşturma konusu olay nedeniyle, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne 06.12.2010 günü saat 11.03‘te ulaşan 17744 sayılı elektronik posta ihbarı üzerine, aynı gün saat 15.00’te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/2412 sayılı, arama, el koyma ve inceleme kararına istinaden yetkili askeri makamlara bilgi verildikten sonra, Gölcük’te bulunan ve sınırlı sayıdaki görevli askeri personel dışında sivil ya da asker başka kişilerin girmesi mümkün olmayan Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğüne ait 3 oda ve koridorda 06.12.2010 günü saat 18.30’da iki Cumhuriyet savcısı, bir askeri savcı ve yedi askeri personel ile gerçekleştirilen ve tüm aşamaları kamera ile kayıt altına alınan aramada, oda zemininin altına gizlenmiş şekilde 9 adet dolu ve 1 adet boş olmak üzere toplam 10 adet poşet ile poşetler içerisinde çeşitli dini ve siyasi içerikli yayınlar, gizli kamera düzenekleri, ses kayıt cihazları, video, teyp ve mikro kasetler, çok sayıda CD – DVD, seçmen listeleri, fişleme niteliğinde dokümanlar ve 5 adet hard disk ele geçirilmiş, aramada ele geçen malzemeler üzerinde yapılan inceleme sonunda, ihbara konu suça dair bilgi ve belgelerin dışında, dava konusu olaya ilişkin bilgilerin bulunduğu TDK marka 1 nolu CD, 10 nolu CD ve 5 nolu hard diske el konulmuş, aramaya 07.12.2010 tarihinde saat 00.40’ta son verilmiş, aynı tarihte Gölcük Merkez Komutanlığında askeri yetkililerin katılımı ile imaj alma işlemi gerçekleştirilmiştir.
1 nolu TDK marka CD içeriğinin, gazeteci tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen 19 adet CD’den 11 nolu CD içeriği ile aynı olduğu, 10 nolu CD içeriğinde “illerden gelenler” klasörü içerisinde Edirne, Tekirdağ ve Kocaeli İl Jandarma Komutanlığından gelen, “Bölücü Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Sol Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Arama Yapılacak Yerler, Birinci Sınıf Kamu Görevlileri ve Destek Durumları, İrticai Örgüt Mensupları, Görevlendirilecek Personel Listesi, Gözaltına Alınacak İrticai Faaliyette Bulunan Kişiler, Gözaltına Alınacak Siyasi Parti Üyeleri, Harekatın Başlangıcında Tutuklanacak İrticai Örgüt Liderleri, İlişiği Kesilecek İrticai Görüşlü Üniversite Öğrencileri, İlişiği Kesilecek Sağ Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Tutuklanacak AKP Üyeleri, Kamu Görevlileri ve Destek Durumu” gibi bir kısım listelerin bulunduğu, “planlar” adlı klasör içeriğinde ise Sakal ve Çarşaf Eylem Planlarına dayanak teşkil eden Beyazıt, Fatih, Eyüp ve İsmailağa Camii keşif raporları, gözlem formları ve görevlendirme çizelgesi ile bu camilere ait eylem karar matrisinin bulunduğu, 5 nolu hard disk içinde de Suga Harekat ve Oraj Hava Harekat Planlarına ilişkin bir kısım belgelerin bulunduğu görülmüştür.
Aramanın yapıldığı yerde askeri personel olarak görevli olup, soruşturma ve kovuşturma aşamasında tanık olarak dinlenen Ogün Güren, Birol Berber, Adil Yörük, Salih Koşmaz ve Mehmet Emin Baylak ifadelerinde özetle; teknik ihtiyaçlar nedeniyle kaldırılan zemin döşemelerinin altında koli ve poşetler gördüklerini, üzerinde yazılan yazı ve içindeki malzemeler itibariyle İstihbarata Karşı Koyma Kısım Amirliğine ait olduklarını anladıklarını ve bu malzemeleri, anılan kısmın amiri sanık Binbaşı K.. Y..’a verdiklerini, bu kutuları daha sonra adı geçen sanığın odasında tekrar gördüklerini belirtmişler, aynı olaya ilişkin dinlenen ve aramanın yapıldığı yerin şube müdürü olan tanık Yarbay B..A.. ise özetle; zemin döşemelerinin altında bulunup sanık K.. Y..’a ait olduğunu öğrendiği malzemeler nedeniyle adı geçen ile görüşerek malzemeleri almasını istediğini, malzemelerin eski tarihli kitap, dergi ve kullanılmış bilgisayarların hard diskleri olduğunun ilgili tarafından söylenmesi üzerine, bu durumda usulüne uygun olarak bir tutanak tanzim edip imha etmesi talimatını verdiğini, ancak daha sonra malzemelerin imha edilmediğini öğrendiğini, durumu Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı sanık A.. Ç..’e ilettiğinde, ilk anda imhasının doğru olmayacağı cevabını alması üzerine, bu konuyu konuşmak için sanık K.. Y..’ın yurt dışı görevinden dönmesini beklediğini ifade etmiş ve bu arada yapılan ihbar üzerine gerçekleşen arama sonucu anılan malzemelerin ele geçirildiği anlaşılmıştır.
Donanma Komutanlığında yapılan arama sonrasında ele geçen belgeler üzerine başlatılan soruşturma neticesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2011/554 iddianame numarası ile 11.11.2011 tarihinde 143 sanık hakkında 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.11.2011 tarihli iddianamenin kabulü kararı sonrasında CMK’nın 8 ve 11. maddeleri uyarınca aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle dosyanın, anılan mahkemenin 2010/283 esas sayılı dava dosyası ile 29.12.2011 tarihinde birleştirilmesine karar verilmiştir.
1.3-Emekli Hava İstihbarat Albay H.. B..’ün Kaldığı Evde Yapılan Arama;
19.02.2011 günü saat 16.31’de 2515 sayılı e-mail ihbarı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne yapılan ihbar üzerine, 20.02.2011 günü saat 16.30’da İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/783 sayılı arama, el koyma ve inceleme kararına istinaden emekli Hava İstihbarat Albay sanık H.. B..’ün Eskişehir’de kaldığı evde 21.02.2011 günü saat 08.50 – 09.40 arasında yapılan ve tüm aşamaları kamera ile kayıt altına alınan aramada, komodin çekmecesinde ele geçirilen flash bellekteki her bir belgenin şifresi, şifre kırma programı aracılığı ile iki günlük bir çalışma sonucu kırılmış, sanığın oğlunun adı ve doğum yılına karşılık gelen şifre kullanılarak gizlenen belgelerin içeriğinde, istihbari bir kısım bilgi ve belgelerin yanı sıra sanığın da imzasının bulunduğu istihbari raporlar ile dava konusu olaya ilişkin Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planı kapsamındaki bilgilere ulaşılmıştır.
Sanık H.. B..’ün Eskişehir’de kaldığı evde yapılan aramada ele geçen belgeler üzerine başlatılan soruşturma neticesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2011/451 iddianame numarası ile 16.06.2011 tarihinde 28 sanık hakkında 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 28.06.2011 tarihli iddianamenin kabulü kararı sonrasında CMK’nın 8 ve 11. maddeleri uyarınca aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle dosyanın, anılan mahkemenin 2010/283 esas sayılı dava dosyası ile 03.10.2011 tarihinde birleştirilmesine karar verilmiştir.
2-DELİLLER
2.1- Genel Değerlendirme;
Dijital delillerin yapısı gereği manipülasyona açık olduğu bilinmektedir. Diğer delil türlerine göre özellik arz eden bazı yönleri olmakla birlikte dijital deliller de sonuçta, deliller hiyerarşisinin kabul edilmediği, delil serbestisinin benimsendiği ceza muhakemesi sistemimizde bir ispat aracıdır. İspat aracı olan delilin değerlendirilmesinde, ceza muhakemesi hukukunda bir delil için öngörülen nitelikleri taşıyıp taşımadığı nazara alınıp, genel olarak; somut olayın özellikleri, yüklenen suçun işleniş biçimi, dosyadaki diğer deliller gibi hususlar gözetilip, özel olarak da; delilin temsil ettiği olayın niteliği, ele geçiriliş yeri, şekli ve zamanı, bu delilin sair karakteristik özellikleri gibi hususlar göz önünde bulundurulmalıdır.
Dijital deliller de, kimyasal, biyolojik ve benzeri diğer tüm deliller gibi sanıklar ya da başkaları tarafından çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmaya elverişlidir. Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme, silinme, gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar olağandır ki; yasa koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi bakımından büyük bir tehlike oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak veya nitelikli hal olarak düzenlemiştir.
Ancak, dijital delillerin değiştirilebilme kolaylığı ve sanal oluşundan hareketle hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır. Kaldı ki, dijital deliller Türk ceza muhakemesi sisteminde ilk kez bu dava ile gündeme gelmiş olmayıp, geçmişte de pek çok davada tartışılmış ve hükme esas alınmıştır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.06.2003 tarih ve 2003/167-193 sayılı kararında “Bu örgütün lider kadrosunu yakalamak amacıyla İstanbul ili Beykoz ilçesi Kavacık Mahallesinde yasadışı örgüt lideri H.. V..’nun kaldığı eve 17.01.2000 tarihinde güvenlik güçleri tarafından baskın yapıldığı, güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaya giren yasadışı örgüt liderinin öldüğü, evinde yapılan aramada bilgisayar, CD ve disketlerin kurşunlanmış ve tahrip edilmiş halde bulunduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalar sonucunda bunlarda kayıtlı bir kısım bilgilerin kurtarıldığı, kayıtlardan elde edilen ve dökümleri yapılan belgeler arasında bulunan ………isimli kişinin özgeçmiş raporunda sanık …… adının geçmesi ve ayrıca sanık ……ait özgeçmiş raporunun da ele geçirilmesi üzerine, sanığın çalıştırdığı markette gözaltına alındığı” biçiminde anlatıldığı üzere, Hizbullah silahlı terör örgütü davalarında delillerin pek çoğu örgüt kurucusunun evinde ele geçen ve sanıklarca tahrip edilmiş dijital delillerin kurtarılabilir, kullanılabilir kısımlarından oluşmuştur. Bu davalarda da, dijital delillerin içeriğine, içerik çelişkilerine, saklanma biçimine ve teknik yönüne dair ileri sürülen itirazlar, delillerin ele geçiriliş şekli, bütünlüğü, birbirlerini doğrulaması, somut olgulara karşılık gelmesi, hayatın olağan akışı ve tüm dosya kapsamları ile birlikte değerlendirilmiş ve dijital deliller mevcut halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas alınmıştır. Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.11.2009 tarih, 2009/61 – 278 sayılı, 24.12.2002 tarih, 2002/309 – 442 sayılı kararları ve Dairemizin 02.05.2002 tarih ve 2002/798 – 940 sayılı ve 06.03.2013 tarih ve 2012/11543 esas – 2013/3370 sayılı kararları da aynı doğrultuda bulunmaktadır. Ayrıca Dairemiz tarafından temyiz incelemesi yapılan İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 27.10.2011 tarih ve 2010/242 esas – 2011/174 sayılı kararına konu MLKP terör örgütüne ilişkin davada; hard disk, flash bellek ve CD’ler esas alınarak hükmolunan mahkumiyet kararı Dairemizin 25.06.2012 tarih ve 2012/1750-8053 sayılı ilamı ile onanmıştır.
Dijital delillerin içeriği ve teknik yönünden hareket ederek ileri sürülen olgular ve bu olgulara esas alınan sahtecilik iddiaları, esasen bu delillerin kolluk ve adli makamlarca ele geçirilmesinden sonraki aşamaya, delillerin korunması zincirine ilişkin olarak ileri sürülmüş değildir. Nitekim bu aşamayı, delillerin hukuka uygun biçimde korunması bakımından özenle denetleyen Dairemiz, 06.03.2013 tarih ve 2012/11543 esas -2013/3370 sayılı PKK terör örgütüne ilişkin bir kararında, sanığın aracının torpidosunda ele geçen ve dijital belge içeren USB cihazlarının “elde edilmelerinden itibaren güvenli biçimde korunarak adli makamlara teslim edildiklerini” saptamakla işe başlayıp sonra da delillerin içeriğinin ve örgütsel yönünün değerlendirilmesine geçmiştir.
Görülmekte olan davada, delillerin ele geçirilmesinden sonraki aşamaya ilişkin olarak ısrarla ileri sürülen ve bu aşamada yapılan sahtecilikler olarak iki noktada toplanan iddiaların incelenmesinde;
a-Gazeteci tarafından teslim edilen CD’lerden 9 nolu CD’nin 29.01.2010 tarihli teslim alma ve el koyma tutanağına “Vatandaşlık Taslak” ve yeşil kalemle 67 yazılı Sony marka CD ibaresiyle kayda geçirilmiş olmasına rağmen, CD’lerin bilirkişiye teslimine ilişkin 01.02.2010 tarihli tutanakta aynı CD’nin markasız marka ve “İrticai Unsurlar Aşırı Sol Unsurlar” CD no 67 olarak kayda geçirildiği ve bu hususun 9 nolu CD’nin Cumhuriyet savcılığı aşamasında değiştirilmiş olduğunu gösterdiği iddiasının gerçeği yansıtmadığı, bu iddianın, CD’lere el konulması sırasında 9 nolu CD’nin plastik muhafaza kabı üzerinde yazılı olan marka ve isimlendirme ile kayda geçirilmesi, CD’lerin bilirkişiye teslimine ilişkin tutanakta ise kapsız haldeki 9 nolu CD’nin üzerinde yazılı olan isimlendirmenin kayda geçirilmiş olmasından kaynaklandığı, bu durumun 9 nolu CD’nin kendisi ve muhafaza kabı üzerinde yapılan basit bir incelemeyle anlaşıldığı, iddia konusu hususun gazeteci tarafından teslim edilen 19 adet CD’nin tamamı için de geçerli olduğu, kaldı ki; 9 nolu CD içeriğinin sanıklara yüklenen suçlamalarla ilgisinin bulunmadığı,
b- Gazeteci tarafından 21.01.2010 tarihinde yapılan yayınların dayanağını oluşturan disklerin Cumhuriyet savcılığına teslimine ilişkin tutanakta 4 adet DVD yazılmasına karşın emanete alınan disklerin 3 adet DVD ve 1 adet CD olduğunun anlaşılması ve bu hususun 4 nolu DVD’nin adli makamlar elinde başka bir CD ile değiştirildiği anlamına geldiği iddiasının gerçeği yansıtmadığı, diskleri teslim eden gazetecinin teslim tutanağında yer alan beyanında da bu durumun “üzerinde 4 yazılı VCD de ise bu belgelerle ilgili muhtelif fotoğraflar vardır” şeklinde ifade edilmiş bulunduğu, Dairemizce yapılan incelemede de bu ifadenin doğrulandığı, üzerinde
“4” yazılı diskin DVD olmayıp CD olduğunun açıkça anlaşıldığı, tutanaktaki teslim edilen disklerin dördünün de DVD olduğuna ilişkin yazımın tutanağın düzenlenmesi sırasında oluşan maddi hatadan kaynaklandığı, kaldı ki; bu 4 nolu disk içeriğinin de sanıklara yüklenen suçlarla ilgisinin bulunmadığı, keza bu 4 adet diske kopyalanmış 19 adet CD’nin orijinal halde aynı gazeteci tarafından sonradan Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edildiği ve incelemelerin de orijinal CD’ler üzerinden yapıldığı,
Böylelikle; dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
Dijital delillerle ilgili olarak ileri sürülen diğer iddiaların, kolluk veya adli makamlarca bu delillerin ele geçirilmesinden önceki aşamaya, delillerin bir kısım sanıklarda bulunduğu veya askeri mahallerin kontrollü evrak bürosu gibi ya da Donanma Komutanlığının İstihbarata Karşı Koyma birimi gibi ilgili görevlilerden başkası tarafından girilmesi mümkün olmayan kısımlarında gizlendiği döneme münhasır kaldığı görülmektedir.
Arama ve el koyma işlemlerine ilişkin ihbar içerikleri, Donanma Komutanlığı İstihbarata Karşı Koyma biriminde yapılan aramaya esas ihbarın sanıklara yüklenen suça ilişkin olmaması, arama yapılan askeri ve sivil mahallerin özellikleri, dijital delilleri muhafaza eden sanıklar H.. B.. ve K.. Y..’ın istihbarat sınıfından yetişmiş ve bu tür manipülasyonlara karşı oldukça tecrübeli kimseler olması, tanık beyanları, aramalarda ele geçen delillerin birbirini ve başka mahallerde ele geçen delilleri doğrulaması, belgelerin tutarlılığı, arama işlemlerini gerçekleştiren görevliler, bu görevlilerin sayısı, aramanın icra ediliş şekli, aramada ele geçen diğer malzemeler, Dairemizce de izlenen arama işlemlerine ilişkin kamera kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere konulduğuna ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında; anılan delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun görülmemiştir.
Nitekim AİHM’nin sanık C.. Ç..’ın başvurusu üzerine verdiği (İkinci Daire, Başvuru no:58223/10) C.. Ç.. v. Türkiye, Kabul Edilebilirlik Hakkında Kararında, “Başvuranın, savcılık tarafından aleyhinde sunulan delil unsurlarının geçersiz olduğuna ve sonuç olarak tutuklanmasını haklı gösterecek makul şüphelerin bulunmadığına ilişkin iddiasıyla ilgili olarak, AİHM soruşturma dosyasında bir yandan aleyhte olan delil unsurlarını oluşturan dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları, diğer yandan savunma makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarının yer aldığını kaydetmektedir. Öncelikle ceza soruşturması prosedürünün sonraki aşamasında, başvuranın ileri sürdüğü gibi, delil unsurlarının inandırıcı olup olmadığını veya bunların kendisine iftira atma niteliği taşıyan sahte bir unsur olup olmadığını tespit etme yükümlülüğü ulusal yargı organlarına aittir. Şüphelilerin bulunduğu aşamada gereken olguları ispat etme seviyesiyle ilgi olarak Sözleşme’nin 5. maddesi, 1. fıkrasının gerekleri dikkate alındığında, AİHM, ceza dosyasının, başvuranın kovuşturulmasına neden olan suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler içerdiği kanaatindedir. Dolayısıyla, başvuranın Sözleşme’nin 5. maddesi, 1. fıkrası, c) bendi uyarınca, bir suç işlemiş olabileceğine dair hakkında makul şüphe oluşturacak “inandırıcı nedenlere” dayanarak yakalanıp tutuklandığına karar vermek gerekmiştir” denilmek suretiyle, bu davadaki dijital delillerin geçersizliğine ilişkin itirazların isabetsizliğine işaret etmiştir. AİHM’nin sanık Ç.. D..’ın başvurusu üzerine verdiği (İkinci Daire, Başvuru no:28484/10) Ç.. D.. v. Türkiye, Kabul Edilebilirlik Hakkında Kararı da aynı mahiyette olup bu kararda da “Mahkeme, başvurandan şüphelenmek için ciddi neden ve emarelerin varlığını öne sürerek –Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91/2 ve 100. maddeleri anlamında- başvuranı yakaladığında, ulusal hukuk makamlarının, başvuranı tutuklamak için somut delil unsurlarına dayandığını gözlemlemektedir. Mahkeme, davada başvuranın tutuklanmasının yasaya aykırı olarak nitelendirilmesi konusunda ulusal otoritelerce ileri sürülen yasal hükümlerin davada uygulanması ve yorumlanmasının keyfi ve mantıksız olduğu sonucunun ortaya çıkmadığı kanısındadır” denilmek suretiyle aynı sonucu vurgulamaktadır.
AİHM’nin bu sonuca, dava dosyasındaki aleyhte olan delil unsurlarını oluşturan dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları, diğer yandan savunma makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarını inceleyerek ulaştığı nazara alınmalıdır.
Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Mahkemece de vurgulandığı gibi iç hukukun ve ulusal yargının yetki alanına giren delilerin kabul edilebilirlikleri veya bunların değerlendirilmeleriyle ilgili konularda bir kural koymamaktadır. (Garcia Ruiz-İspanya Davası, 21.01.1999, §28). Sözleşmede, delillerin kabul edilebilirliğinin belirlenme yöntemini gösteren ve hangi kanıtların kabul edilebilir olduğunu belirleyen bir kural yoktur (Schenk–İsviçre Davası, 12 Temmuz 1988, §45-46; Teixeira de Castro–Portekiz Davası, 09 Haziran 1998, §34; Heglas–Çek Cumhuriyeti Davası, 01 Mart 2007, §84). Mahkemenin yerleşik içtihadına göre kanıtların kabulü ve değerlendirilmesi öncelikle ulusal mahkemelerin görevidir (Van Mechelen ve Diğerleri–Hollanda Davası, 23 Nisan 1997, §50; Rachdad–Fransa Davası, 13 Kasım 2003, §23).
Buna göre; dosya kapsamında yer alan ve hükme esas alınan dijital delillerin esasını korudukları, ilişkin oldukları olayları temsil niteliklerinin ortadan kalkmadığı, ulaşılma, elde ediliş ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu, açıklanan kabule göre; hayatın olağan akışına, akla ve mantığa uygun bulunduğu ve böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas alınmalarının isabetli olduğu neticesine varılmıştır.
Bu nedenlerle dijital delillerin mevcut halleriyle hükme esas alınamayacağına ilişkin temyiz itirazları yerinde bulunmamış ve AİHM tarafından suçun işlenmiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek nitelikte görülen delillerin bu niteliklerinin davanın sonucunda değişmediği anlaşılmış ve diğer deliller ile tüm dosya kapsamı karşısında hükme esas alınmasında bir isabetsizlik görülmemiştir.
2.2- Özel Değerlendirme;
İmza bloğunda Orgeneral Ç.. D..’ın adının yazılı olduğu Balyoz Güvenlik Harekat Planı adlı 11 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde; “28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002 seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber, ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı, Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin laiklik karşıtı ve irticai unsurların etkisine girmeye başladığı, son zamanlarda varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içinde bulunduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini değiştirme gayretlerinin gizlenemeyecek kadar aşikâr ve had safhaya ulaştığı”,
İmza bloğunda Oramiral Ö.. Ö..’in adının yazılı olduğu Suga Harekat Planı adlı 12 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde; “Türkiye’nin 2002 seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber anti-laik ve irticai unsurların etkisine girmeye başladığı, özellikle ılımlı islam devleti oluşturulması yönündeki çabaların arttığı, gelinen noktada, bu tür eylemlerin artarak devam edeceği ve bunun Türkiye’nin egemenlik-birlik ve bütünlüğüne zarar verebilecek boyutlara taşınabileceği”,
İmza bloğunda Orgeneral H.. F..’nın adının yazılı olduğu Oraj Hava Harekat Planı adlı 5 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde ise; “İrticai faaliyetlerin Türkiye Cumhuriyetinin anayasası ile belirlenen demokratik laik ve sosyal bir hukuk devleti olma özelliklerini tehdit etmekte olduğu, irticanın 2002 Kasım seçimleri ile beraber cesaret kazandığı, AKP hükümetinin 28 Şubat ile şekillendirilen ortamın bozulmasına neden olduğu” şeklinde paralel durum değerlendirmesi yapıldığı anlaşılmakla;
Türk Silahlı Kuvvetlerindeki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurasında Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Ö.. Ö.. ve Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral H.. F.. ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava unsurları olarak harekat ve eylem planları hazırlama ve hazırlanan planları gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları,
Bu kapsamda 1.Ordu Komutanı Ç.. D..’ın, ittifak ettiği ast birlikleri olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile 1.Ordu ve Harp Akademileri Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat Planının eki olan “görevlendirmede yetkili personeli” belirleyen EK-A listesinin oluşturulduğu anlaşılmıştır.
Balyoz Güvenlik Harekat Planına göre, “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesinde yer alan askeri personelin statüsü, “kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden, harekatın kendi sorumluluk bölgelerinde planlama, hazırlık, koordinasyon ve icrasından sorumlu olan” şeklinde belirlenmiş olup, anılan listede yer alan personelin;
a.Özel operasyon ve sorgulama timlerinde görevlendirilecek personel,
b.Özel görevli toplama timlerinde görevlendirilecek personel,
c.Sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirilecek personel,
ç.Darbe harekatı timlerinde görevlendirilecek personel,
d.Gözaltı timlerinde görevlendirilecek personel,
e.Hasar tespit timlerinde görevlendirilecek personel,
f.Kamu kurum ve kuruluşlarında görevlendirilecek personel,
g.Özel hastaneler ve ilaç depolarında görevlendirilecek personel,
ğ.Gümrükler, depolar, ambarlarda görevlendirilecek personel,
h.Alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personel listelerini oluşturması,
1. Ordu Komutanlığı Harekat Başkanlığı sivil memuru M..Ü..’nin 25.02.2010 tarihli 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığınca alınan ifadesinde hatırladığını beyan ettiği, Aralık 2002 tarihli, imza bloğunda Ordu Komutanı emriyle 1. Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral N.. B.., paraf hanesinde 1.Ordu İstihbarat Başkanı Kurmay Albay İ.. O.., 1. Ordu Harekat Kurmay Y.Başkanı Tuğgeneral M.. Ö.., koordine kısmında ise 1.Ordu Harekat Başkanı Kurmay Albay S.. T..’nin isimlerinin bulunduğu, “1 nci Ordu Plan Semineri – 2003” konulu üst yazı ile istenildiği,
Dosya kapsamına göre de, 1. Ordu, 2, 3, 5 ve 15. Kolordu ile Harp Akademileri Komutanlıklarınca “görevlendirme kategorileri ve çizelgesi” başlıklı yukarıda “a”dan “h”ye kadar isimleri belirtilen “EK-B” listelerinin hazırlanarak 1.Ordu Komutanlığına gönderildiği ve imza bloğunda 1.Ordu İstihbarat Başkanı Kurmay Albay İ.. O..’ın olduğu “1 nci Ordu Komutanlığı Güvenlik Harekat Planının Uygulanması Kapsamında Görevlendirilecek Personel Listesi” başlığı altında “EK-M Lahika-1” adı ile birleştirildiği anlaşılmaktadır.
Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral M.. G.., Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı Tümamiral A.. Ö.., İstanbul Boğaz Komutanı Tümamiral T.. B.. ve Ege Deniz Bölge Komutanı H.. H.. ile mutabakata vardığı anlaşılan Donanma Komutanı Oramiral Ö.. Ö..’in, deniz unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesi kapsamında, Gölcük, Ankara, İzmir ve İstanbul Birlik Komutanlıkları ve bu komutanlıklar altında koordinatörlükler oluşturmak suretiyle, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya gitme kararı aldıkları ve bu doğrultuda Suga Harekat Planına ek “görev bölümü” başlıklı “EK-A” listesinin hazırlandığı, sonrasında;
-Amirallere ait “HASSAS” listenin oluşturulması,
-Ülke genelinde milli mutabakatın oluşturulması maksadıyla gerekli eylem planlarının hazırlanması,
-Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığı bağlılarında görevli müzahir personel,
-Deniz Harp Okulu müzahir öğrenci,
-Ankara, İstanbul, Gölcük, Çanakkale, Akdeniz, İzmir, Marmaris, Karadeniz, Deniz Hava Üs Komutanlığı ve Yurtdışı müzahir subay/astsubay listelerinin hazırlanması,
-İcra safhası ve öncesinde gerekli operasyonel faaliyetleri yürütecek personel listesinin oluşturulması,
-TSK’dan ilişiği kesilecek ve görev yeri değiştirilecek Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personel listesinin oluşturulması,
-Öncelikli ve özellikli görevlendirme listesinin hazırlanması “çalışma grupları görev bölümü” başlıklı EK-B listesinde belirlenen askeri personelden istenmiş; “ülke genelinde milli mutabakatın oluşturulması maksadıyla gerekli eylem planlarının hazırlanması” dışındaki diğer tüm görevlerin yerine getirildiği tespit edilmiştir.
Hava unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak personel ile anılan personelin görev bölümleri ve çalışma gruplarını gösterir Oraj Hava Harekat Planının ana eklerine soruşturma kapsamında ulaşılamadığı dosya içeriğinden anlaşılmakla birlikte, gerek Gölcük’te Donanma Komutanlığı, gerekse Eskişehir’de emekli Hava İstihbarat Albay H.. B..’ün kaldığı evde ele geçen dijital belgelerden, Hava Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral K.. P.., Plan Prensipler Başkanı Tümgeneral B.. B.., İstihbarat Başkanı Tümgeneral Z.. G.. ile mutabakata vardığı anlaşılan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral H.. F..’nın, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya gitme kararı aldıkları ve bu doğrultuda çalışmaya başladıkları, Oraj Hava Harekat Planı ve eksik olarak ele geçen ekleri ile Orgeneral H.. F.., Tümgeneral K.. P.., Tümgeneral B.. B.. ve Tümgeneral Z.. G.. arasında gerçekleşen yazışmalardan anlaşılmaktadır.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “İCRA” başlıklı bölümünde, “öncelikli ve acil olarak, AKP yönetiminin tasfiyesi ve işbirlikçilerinin saf dışı bırakılması maksadıyla, harekat alanının şekillendirilmesi de dahil olmak üzere, resmi/gayri resmi tüm yurtseverlerin seferber edilerek, başta Silahlı Kuvvetlerin imkân ve kabiliyetleri olmak üzere maddi ve manevi tüm güçlerin kullanılması”, yine aynı planın “HAZIRLIK SAFHASI” bölümünde, “AKP ve irticai gruplara yönelik istismara açık noktalar mevcut ve oluşturulması düşünülen yasal mevzuat çerçevesinde değerlendirilerek, gerektiğinde istismar noktaları oluşturulması için sızdırılan personelin kullanılması amacıyla alternatif planların oluşturulması”, “HAREKÂT ORTAMININ ŞEKİLLENDİRİLMESİ SAFHASI” bölümünde ise, “İstanbul ve civarı başta olmak üzere hassasiyet arz eden şehirlerde iltisaklı kişilerin sevk ve idare ettiği halka yönelik eylemlerin yapılması” kararlaştırılmıştır.
Bu bağlamda; Gölcük’te Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçen 10 nolu CD içerisinde “planlar” adlı klasörde İsmailağa, Beyazıt, Fatih ve Eyüp Camilerine ilişkin ekip lideri ve altındaki personelin belirlendiği “görevlendirme çizelgesi” ve bu görevlendirmeye uygun olarak görev alan personelin anılan camilere yönelik gerçekleştirdiği keşif, gözlem ve değerlendirmeler ile tedhiş eylemleri için en uygun camilerin belirlendiği “karar matrisi” bulunmaktadır. Anılan dört camiye ilişkin düzenlenen karar matrisine göre, tedhiş eylemleri için en uygun camilerin Beyazıt ve Fatih Camileri olduğu belirlendikten sonra Fatih Camiine yönelik olarak “Çarşaf Eylem Planı”, Beyazıt Camiine yönelik olarak da “Sakal Eylem Planı” hazırlanmıştır.
Çarşaf Eylem Planına göre; “ölümden daha çok yaralanmaya sebep olacak şekilde hazırlanacak tahrip düzeneğinin bir çanta içerisine yerleştirilmiş olarak Tahrip -A tarafından camii içerisinde caminin iç kısımlarındaki cemaate yakın ayakkabılığa bırakılarak kendisinin de cami çıkışında kapıya yakın bir yerde yerini alması, faaliyetin Cuma namazının farzının kılınmasından sonra icra edilmesi, Tahrip-A’nın farzın kılınmasını müteakip süratle camiden çıkması ve “Tahrip Hazır” işaretini vererek, “Tahrip hazır işaretini” gören ve camii avlusunda bekleyen Tahrip-B’nin, camii avlusundan çıkıp 300 m. kadar uzaklaştıktan sonra ilgili telefon numarasını arayarak tahribi gerçekleştirmesi, patlama esnasında; Kayıt –A’nın camii üst katından, Kayıt-B’nin camii alt katından patlama anını ve sonrasında oluşan panik havasını çekerek, patlama sonrası önce camii avlusunda toplanan ve sonra ana caddeye intikal ederek caddeyi kapatan öfkeli kalabalığın camii avlusunda toplanmasını ve caddedeki eylemlerini hem Kayıt-A hem de Kayıt-B’nin birbirlerinden bağımsız ayrı noktalardan üzerlerindeki video kayıt cihazlarıyla kaydetmeleri ve görüntülerin ivedi olarak internet üzerinden yayılmasının sağlanması, Tahrik- A ve Tahrik-B’nin irtibatlı bulundukları ve halkın içerisine sızmış bulunan provokatörleri harekete geçirerek, böylece Cami
cemaatinin, çoğunluğunu Fatihli esnafın oluşturduğu öfkeli radikal grupla ana cadde üzerinde birleşmesi sağlanarak, yapılacak manipülasyonlarla öfkeli grubun yaşananları irticai söylemler ve sloganlar eşliğinde protesto etmesinin sağlanacağı” kararlaştırılmıştır.
Sakal Eylem Planına göre; “ölümden daha çok yaralanmaya sebep olacak şekilde hazırlanacak tahrip düzeneğinin bir çanta içerisine yerleştirilmiş olarak Tahrip -A tarafından abdest alınırken şadırvanda unutulmuş görüntüsü verilerek bırakılacağı, Tahrip-A’nın malzemeyi bırakmayı müteakip derhal Camii avlusundan çıkarak işaretini vereceği, Tahrip-A’nın işaretini gören Tahrip-B’nin sahaflar çarşısı içinden ilgili telefon numarasını arayarak tahribi gerçekleştireceği, patlama esnasında ; Kayıt –A’nın, cami içerisinden özellikle patlama anını ve sonrasını, Kayıt –B’nin ise patlama sonrası camiden çıkarak ve patlama ile avluda oluşan panik havasını çekeceği, öfkeli kalabalığın meydanda toplanmasını müteakip hem Kayıt-A hem de Kayıt-B’nin meydanda kayıtlarına devam ederek, görüntülerin ivedi olarak internet üzerinden yayılmasının sağlanacağı, Tahrik-A ve Tahrik-B’nin irtibatlı bulundukları ve halkın içerisine sızmış bulunan provakatörleri harekete geçirerek, böylece Cami cemaatinin, çoğunluğunu üniversiteli gençlerin oluşturduğu öfkeli radikal grupla İstanbul Üniversitesi Meydanında birleşmesi sağlanarak, öfkeli grubun yaşananları irticai söylemler ve sloganlar eşliğinde protesto etmesinin sağlanacağı” kararlaştırılmıştır.
Görüldüğü üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapılanması dışında, ayrı bir teşkilat ve hiyerarşik yapılanmaya gidilerek, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı hükümetten uzaklaştırma amacıyla kara, deniz ve hava unsurlarının tam bir işbirliği ve eylemli paylaşım anlayışı ile hareket ettikleri, bu kapsamda;
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “İCRA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “Bölücü Terör Örgütü ve El Kaide’nin büyük şehirlerde özellikle İstanbul’da eş zamanlı büyük eylemleri ve anılan eylemler sonrasında icra edilecek, STK ve üniversiteler ile koordine edilerek yönlendirilecek çok geniş katılımlı toplumsal gösteriler ve eylemler neticesinde oluşan kaos ve karmaşa nedeniyle öncelikle olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetimin ilan edileceği,
……
Olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetim ilanını müteakip derhal, AKP Hükümetinin iktidardan zorla uzaklaştırılarak ve mevcut irticai yapılanmanın şiddetle bertaraf edilerek, belirlenen kadroların iktidara getirilmesinin yolunun açılacağı” belirtilmektedir.
Buna göre, hükümetin iktidardan uzaklaştırılması için öncelikle, hükümetin olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanına mecbur bırakılmasının gerekmekte olduğu, bu noktada oluşumun deniz unsurlarının “SUGA”, hava unsurlarının “ORAJ” adlı harekat planlarına bakıldığında;
Suga Harekat Planının “VAZİFE” başlıklı bölümünde, “SUGA Komutanlığı tarafından, Sıkıyönetim Kanunu’nda belirtilen yetkilerin kullanarak iç tehditle mücadeleyi kolaylaştırmak üzere kısmi seferberlik ilan edilmesi maksadıyla;
a. EGAYDAAK’larda Yunanistan’ın Türkiye aleyhine fiili uygulamalarının engelleneceği,
b. Ege Denizi’nde icra edilen tatbikatlarda Yunanistan ile çatışmaya varmayan gerginliği tırmandırıcı durumların oluşturulacağı,
c. Yunan Adaların 6-12 mili arasında sancak/varlık gösterileceği,
ç. Emredildiğinde Yunan unsurlarına karşı Ege ve Doğu Akdeniz’de caydırıcı ve zorlayıcı tedbirler alınarak krizin tırmandırılmasına yönelik faaliyetlerin icra edileceği”
“İCRA” başlıklı bölümünde, “Harekâtın maksadının; Ege Denizi’nde Yunanistan ile çatışmaya varmayan faaliyetler ve küçük çaplı çatışmalarla krizi tırmandırmak ve kısmi seferberlik ilan edilmesi için gerekli ortamın oluşturulması” olduğu belirtilmekte,
Oraj Hava Harekat Planının “VAZİFE” başlıklı bölümünde, “Türkiye genelinde sıkıyönetim ilan edilmesini sağlamak ve Sıkıyönetim Komutanlıklarının faaliyetlerinin başarıya ulaşmasını sağlamak maksadıyla; Yunanistan’la gerginliğin artırılacağı ve irtica yanlılarının tahrik edilerek TSK aleyhine faaliyetlere başlamalarının sağlanacağı, envanterindeki mevcut silah sistemlerini kullanarak psikolojik etki yaratılarak hükümet ve TBMM üzerinde baskı kurulacağı” ifade edilmekte,
“İCRA” başlıklı bölümünde, “Türk Hava Kuvvetlerinin Ege Denizindeki uçuşlarının sayısının artırılacağı, Türk savaş uçaklarının Yunanistan tarafından engellendiği ve taciz edildiğinin gündeme getirileceği,
Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde ve özellikle Filolarda Yunan Hava Kuvvetlerine yönelik husumet ve gerginliğin kontrollü olarak artırılarak, pilotların uçuşlarda daha agresif olmalarının sağlanacağı, benzer olaylarda meşru müdafaa kapsamında atış dahi yapabileceği gayri resmi olarak pilotlara deklere edileceği,
Hükümetin sıkıyönetim ilan etmesi sağlanıncaya kadar faaliyetlere aralıksız devam edileceği” belirtilmektedir.
Bu kapsamda EGAYDAAK (Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar) çalışma gruplarının oluşturulduğu, grupların anılan konuya ilişkin çalışmalar yaptıkları,
Harekatın başlaması ile birlikte gözetim altına alınacak bürokrat, yerel yönetici, medya mensubu gibi hassas şahısların Yassıada ve İmralı Ada’ya transferlerinin nasıl gerçekleştirileceklerine ilişkin planlamaların yapıldığı,
Planın uygulanmasına engel olabilecek komutanların harekatın başlaması ile birlikte gözaltına alınmalarının kimler tarafından gerçekleştirileceğinin belirlendiği, bu kapsamda Jandarma, Kara ve Deniz Kuvvetlerine yönelik hazırlanan “GEN ETÜD” ve “HASSAS PERSONEL LİSTESİ EK-C” adlı listelerde Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup 293 general ve amiralin plan ve harekata destek durumlarına ilişkin, “destekler, desteklemez, (+), (-) şeklinde tespitler ile ayrıca kimi isimler için ise “kişiliksiz, geçimsiz, şahsi menfaatlerini ön plana çıkarır” şeklinde değerlendirmelere de yer verildiği anlaşılmaktadır. Ancak dosya içeriği itibariyle temel birçok dokümanı ele geçirilemeyen Oraj Hava Harekat Planı kapsamında, hava unsurlarının benzer nitelikteki belgesine ulaşılamamıştır.
Yine, oluşumun deşifre olması durumunda alternatif hareket tarzlarının geliştirilmesi, muhtemel adli ve idari soruşturmalara yönelik tedbirlerin alınmasına ilişkin çalışma grupları oluşturulmuş, “ihtimalat planları”nın hazırlanması yoluna gidilmiştir.
Jandarma unsurlarının, olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanının sağlanması maksadıyla harekat ortamının şekillendirilmesine yönelik yukarıda izah edilen “sakal” ve “çarşaf” eylem planları dışında, imza bloğunda Jandarma Kurmay Binbaşı H.. Y..’ın isminin yazılı olduğu “sivil toplum kuruluşlarına yönelik eylem planı”nda ise, “Ekümeniklik konusunda kamuoyu oluşturmak için faaliyetlerde bulunduğu bilinen Rum Patrikhanesinin süresiz kapatılacağı, Patrik Bartholomeos ve diğer yöneticilerin tutuklanacağı, Rum Patrikhanesi’nin tüm mal varlığının, Türk Ortodoks Patrikhanesine devredileceği, azınlıklara ait eğitim
kurumları, hastane, basın yayın organları, dernek ve vakıfların faaliyetlerinin ikinci bir emre kadar durdurulacağı, zararlı faaliyette bulundukları tespit edilenlere el konulacağı, zararlı faaliyette bulunmaları neticesi el konulan azınlıklara ait eğitim kurumu, hastane, basın yayın organı, dernek ve vakıf yöneticilerinin mal varlıklarına el konulacağı” öngörülmüş, bu hususa ilişkin olarak, 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y.., 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen 1.Ordu Plan Seminerinde, “İstanbul da yaşayan azınlıklara ait ibadet, eğitim kurumlarıyla, hastane, basın yayın organları, dernek ve vakıflar yansıda sunulmuştur. Yasalarımıza bağlı gözükmekle beraber Rum Patrikanesi’nin Ekümeniklik konusunda kamuoyu oluşturmak için faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir” şeklinde açıklamada bulunduğu da görülmüştür.
1.Ordu Komutanlığının görev alanında bulunan İstanbul ve Bursa Jandarma Bölge Komutanlıklarının sorumluluk sahaları içinde, “kilit görevlere atanacak personel”, “görevlendirilecek personel”, “tutuklanacak AKP üyeleri”, “gözaltına alınacak belediye başkanları”, “gözaltına alınacak siyasi parti üyeleri”, “görevli mülki amir ve belediye başkanlarının durumları”, “kapatılacak dernekler”, “plana destek verecek dernekler”, “kiliseler ve sinagoglar”, “arama yapılacak yerler”, “gözaltına alınacak irticai örgüt mensupları” ve “tutuklanacak irticai örgüt liderleri”ni gösterir listelerin hazırlandığı, İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığında görevli olup listelerin imza bloğunda adı bulunan İstihbarat Şube Müdürü Jandarma Albay K.. A.., 24.02.2010 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında şüpheli sıfatıyla müdafii huzurunda alınan ifadesinde, “yapılan listelerin rutin bir istihbarat faaliyeti olduğunu, listelerin hazırlanması konusunda üstü olan İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Abdulkadir Eryılmaz tarafından emir verilmiş ise, gereği için kendisinin de illere göndermiş olabileceğini ve illerden gelen listeleri birleştirmek suretiyle karargâh çalışması olarak üstlere sunmuş olabileceğini” belirtmek suretiyle anılan listeleme çalışmalarını kabul ettiği, bu maddi gerçeği doğrular şekilde, İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Abdulkadir Eryılmaz 25.11.2010 tarihli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında şüpheli sıfatıyla müdafii huzurunda alınan ifadesinde, “listelerin hazırlanması konusunda kendisinin emir vermediğini, bu listelerin emir komuta zinciri dışında hazırlanmasının da mümkün olduğunu” beyan etmiş, aynı hususa ilişkin olarak 03.02.2012 tarihli duruşmada alınan savunmasında da, “Cumhuriyet savcılığında, bu fişlemelerin emir komuta zinciri dışında hazırlanması mümkün müdür diye bir soru var. Bu soruyu aldığımda sayın Savcımıza şunu söyledim zapta geçmeden. Bu emir komuta ile emir komuta zinciri içinde yapılır desem ben şüpheli sıfatıyla karşınızdayım. Benim komutamda yapıldığı anlaşılır. Emir komuta dışında, zinciri dışında yapıldı desem o zaman 2 personelimin ismi var bana sorulan sorularda. Bunların hakkında bir şüphe kapalı olarak da olsa bir şüphe anlamı taşır dedim. Dedi; hayır o manayı taşımaz. Yukarıda bu listelerle ilgili bizim görev ve fonksiyonumuz yok dediniz. Avukata danışayım dedim. Avukata danıştım o da hayır efendim dedi, bir behis yoktur dedi. Ben emir komuta zinciri dışında yapılır şeklinde bir beyanda bulundum. Buradaki kastım kesinlikle bir personelimi, personelime şüphem olduğu yolunda değildir. Böyle bir şeyim savunmam içerisinde de yapılamayacağını ifade ettim. Tek başına 2 karargah subayının yapabileceği iş değil. Benim karargahım bilgi toplamakla yetkili ve bu bilgi toplama konusunda kadrosu olan bir karargah değildir. Ast birliklerden gelen bilgileri derler buna dair kıymetlendirme yapar. O itibarla bu sorum yanlış anlaşılmasın diye düzeltiyorum. Hiç kimse ilgili bir kastım burada yoktur. Tabi üçüncü bir cevabı varmış onu burada öğrendim. Yetkisiz ve başkaları tarafından yapılabileceği hususunda bir noktaya bulunduğum süre içerisinde gelmiş bulunuyorum” biçiminde anlatımda bulunduğu, yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen 11 nolu CD ve Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçen 1 nolu TDK marka CD içerisinde bulunan, imza bloğunda İstihbarat Şube Müdürü Jandarma Yüzbaşı Y.. G..’ın adının bulunduğu “Bursa İli ve İlçelerinde Görevli Mülki Amir ve Belediye Başkanlarının Durumu” başlıklı siyasi görüş ve genel tutumlarını içerir fişleme niteliğindeki çalışmanın aynısı olup adı geçene ait olan ıslak imzalı belgenin Gölcük Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçirilmiş olması ile listeleme çalışmalarının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde teyit edildiği anlaşılmış olup,
Dosya kapsamındaki çalışmalara ilgili oldukları alanlar bakımından rakamsal olarak bakıldığında, yaklaşık; 5000 subay ve astsubayın (Özel operasyon ve sorgulama timlerinde, özel görevli toplama timlerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, darbe harekatı timlerinde, gözaltı timlerinde, hasar tespit timlerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, özel hastaneler ve ilaç depolarında, gümrükler, depolar, ambarlarda, alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personeller, müzahir personeller, operasyonel faaliyetleri yürütecek personeller, öncelikli ve özellikli görevlendirilecek personeller ve sıkıyönetim görevlerinde kullanılacak personelin yaklaşık 3500 kişi olduğu) sicil ve görev yerleri ile, 13000 sivil (Çeşitli bakanlıklar ve bağlı kuruluşlarında çalışan üst düzey kamu personeli, Yargıtay ve Sayıştay üyeleri, hakim, savcı, vali, kaymakam, belediye başkanı, emniyet mensubu, siyasi parti üye ve yöneticileri, öğrenciler vs.) kişinin görev yerleri ve bazı kişisel bilgileri ile, 2000 tüzel kişinin adresleri ile birlikte belirlenmiş kategoriler içinde listelendiği görülmektedir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında; yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan Balyoz Güvenlik Harekat, Suga Harekat ve Oraj Hava Harekat planları ile diğer planların ve bunlara ilişkin organizasyon, görevlendirme ve bu görevlendirmelerin gereklerine dair çok geniş bir coğrafi alana yayılan, yaklaşık 20000 gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003 yılına ait bilgi ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların, ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler, yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntıları ile sanıkların görev, unvan ve çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç suça matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir alanı ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte bir plan ve eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış olmasının hükme esas alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında mümkün görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm belgelerin suç tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bir anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş icra hareketlerini gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu kapsamda; oluşumun yasadışı olması, çalışmanın kapsamı, nispeten kısıtlı imkan ve personelle hukuka aykırı olarak ve gizlice yapılması ile tanıklar M.. Ü.., S..E.. B.., B.. A.., O..G.., B.. B.., A.. Y.., S.. K..ve M..E..B..’ın anlatımları da nazara alındığında; planlama, görevlendirme ve çalışmaların askeri hiyerarşiye, yazışma şekil ve tekniklerine uymadığına ve belgelerin içeriğine ilişkin itirazlar yerinde görülmemiştir.
2.3- Dijital Belgelerin Saklanması;
Sanıklar tarafından hazırlanan planlar, yapılan organizasyon ve görevlendirmeler, görevlendirmelerin gereklerine ilişkin çalışmalar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı, meşru görev ve yetkileri, mutad imkan ve kabiliyetleri kullanılarak açıktan yapılmış ve bu nedenlerle her zaman kolaylıkla tekrarlanabilir nitelikte işler olmayıp, ayrı bir hiyerarşik yapı ve illegal bir organizasyon ile gizlilik ve güvenlik prensiplerine uyularak nispeten kısıtlı imkanlarla yapılan işler olduğundan, imha edilmeyip daha sonra kullanılmak üzere ele geçirildikleri tarihe kadar saklanmaları, sanıklar tarafından girişilen eylemin ve ulaşılmak istenen neticenin mahiyetine ve bu çerçevede hayatın olağan akışına uygun görülmüştür. Kaldı ki aynı mahallerde Balyoz, Suga, Oraj harekat planları ve icrası ile ilgisi olmayan ancak Türk Silahlı Kuvvetlerinin görev ve yetkileri ile de ilgisiz aynı mahiyetteki ve sanıklar tarafından da kabul edilen çok sayıdaki belgenin de saklanmakta olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, yapılan bu tür yasadışı çalışmaların daha sonra yapılacak benzer faaliyetlerde de kullanılmak gibi sebeplerle saklanmakta olduğu sonucuna varılmaktadır.
Belgelerin ele geçiriliş şekli ve mahalleri, planlar dahilinde görevlendirilecek unsurların çeşitliliği ile de uyumludur. Plan ve planın icrası kapsamında, kara, hava ve deniz unsurlarının yer alması ile plan ve diğer belgelerin Donanma Komutanlığına ait istihbarat görevi icra eden bir mahalde ve Hava Kuvvetlerinden istihbarat görevindeyken ayrılmış bir emekli albayda gizlenmiş olarak ele geçirilmiş olması ve gazeteciye ulaştırılmış olan belgelerin de kara unsuru olan 1.Ordu Komutanlığının kozmik oda olarak bilinen kontrollü evrak bürosundan çıkarılmış olması arasındaki paralellik, oluşa ilişkin kabulün hayatın olağan akışına uygun olduğunu göstermektedir. Dava konusu plan ile bu kapsamdaki belgelerin, ilgili suçun icrası kapsamında olsun ya da olmasın, bu planın icrasında görev alan unsurlara ait yerlerde ve mensup kişilerde en az bir nüsha olarak çıkması görev bölümü ve oluşumu doğrular nitelikte görülmüştür.
2.4- 05-07 Mart 2003 Tarihli Plan Semineri
2.4.1- Süreç;
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “HAZIRLIK SAFHASI” adlı bölümünde, “Balyoz Güvenlik Harekat Planının, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde, “GİZLİ” gizlilik derecesinde ve özel seçilmiş, sınırlı sayıda personelin katılımıyla icra edilecek bir plan seminerinde denenip müzakere edileceği”,
“AST BİRLİKLERE GÖREVLER” adlı bölümünde ise, “Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde oynanacağı plan seminerine kadar, irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm listeler ile teşkil edilecek olan özel görev timlerinin listelerinin güncelleneceği” ifade edilmek suretiyle, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının 2003 yılı Tatbikat Programlama (TATPROG) dokümanına göre, 04-06 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde icra edilecek olan plan seminerinde, örtülü şekilde Balyoz Güvenlik Harekat Planının görüşüleceğinin kararlaştırıldığı,
Ayrıca 1.Ordu Komutanlığının, Tuğgeneral M.. Ö.. imzalı 07 Şubat 2003 tarihli yazısında, icra edilecek plan seminerindeki arzların mutlaka somut verilere dayandırılmasının ast birliklere emredilmesi suretiyle, Balyoz Güvenlik Harekat Planının yukarıda bahsedilen “ast birliklere görevler” başlıklı bölümü ile de paralellik sağlandığı,
1.Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın, 05 Mart 2003 günü plan seminerinin açılışında, “Aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz. İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz, yaşadığımız durumları ve gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz ve olası en kötü senaryo derken o kötü senaryodan daha kötü senaryo aslında. Gelişmeler bir yönüyle bundan bir kaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek bilmiyorum. Öyle bazı endişe verici bazı gelişmeler de var. Bütün gelişmeler içerisinde tabi sağduyulu ve sağlam düşünmek sağlam duruş vaziyetinde olması lazım silahlı kuvvetlerinin, çünkü halkımızın bütün olumsuz gelişmelere karşı tek dayanağı yine silahlı kuvvetler. Bu bakımdan da bu olumsuz gelişmeler içte gelişecek olumsuz gelişmelere karşı hazırlıklı olmak planları gözden geçirmek ve hatta yoksa planlarımız yeni planlar üretmek durumundayız ….. şimdi arkadaşlar, bu bir jenerik senaryo ama günümüzdeki gelişmelerle bir paralellik taşıyor” şeklindeki ifadelerinin de bu durumu teyit eder nitelikte olduğu anlaşılmıştır.
1.Ordu Komutanlığının 12 Aralık 2002 tarihli Plan Çalışması Uygulama Esasları yazısında plan seminerinin, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” esas alınarak icra edileceğinin belirtildiği; Kara Kuvvetleri Komutanlığının 02 Ocak 2003 tarihli yazı ve eklerine göre ise, icra edilecek plan seminerinde “Türkiye ile Kırmızı arasındaki sorunların barışçı yollardan çözümlenememesi ve giderek tırmanan gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içinde Ertuğrul Harekat Planı incelenmek suretiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığının Dumlupınar veçhesi gereği hazırlanan Harekat Planının geliştirilmesi, uygulamaya dönük hazırlıkların ve komuta kontrol sistemlerinin gözden geçirilmesi” hedeflenmiş ve 03 Ocak 2003 tarihli yazısına göre de “plan seminerinin, Genelkurmay Başkanlığı TATPROG 2003-2006 dokümanında emredildiği şekli ile icra edilmesi”, teklif edilen “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryonun” ise 04-06 Mart 2003 tarihli plan seminerinden sonraki bir tarihte “plan çalışması” şeklinde incelenmesi emredilmiştir.
Genelkurmay Başkanlığı TATPROG 2003-2006 dokümanı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının 03 Ocak 2003 tarihli açık emrine rağmen, 1.Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın icra edilecek plan seminerini Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının öngördüğü kapsamda yapmama kararlılığı nedeniyle, 1.Ordu Komutanlığı Karargahı tarafından, Ordu Komutanı ile Kuvvet Komutanının arası açılmasın düşüncesi ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içermeyen 14 Ocak 2003 tarihli, 1.Ordu ast birliklerine ise Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içerir 15 Ocak 2003 tarihli; “1.Ordu Plan Semineri-2003” konulu yazının gönderilmesi düşünülmüş ancak, hem ast birliklere hem de Kara Kuvvetleri Komutanlığına Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içerir 31 Ocak 2003 tarihli tek bir yazının gönderilmesine karar verilmiş olduğu, 1. Ordu Komutanlığı Harekat Y.Başkanı Tuğgeneral M.. Ö.. ve Harekat Şube Müdürü Kurmay Albay S.. T..’nin anlatımlarından anlaşılmıştır.
İcra edilecek plan seminerine ilişkin olarak 1.Ordu Komutanlığınca ast birliklere gönderilen 04 Ocak 2003 tarihli yazıda, seminerin 1 ve 2. gününde Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryonun, 3. gününde ise Egemen Harekat Planının esas alınacağı belirtilmiş iken, 06 Şubat 2003 tarihli yazıda, 04 Ocak 2003 tarihli emre ilişkin olarak metinden “Egemen Harekat Planı esas alınarak” ifadesinin çıkartılarak yerine “önceden gönderilecek özel durum esas alınarak” ifadesinin ilave edilmesi istenmiştir.
1.Ordu Komutanlığının 21 Şubat 2003 tarihli yazısı ile, 04-06 Mart 2003 tarihinde icra edilmesi planlanan seminerin 05-07 Mart 2003 tarihine alındığı ast birliklere bildirilmiştir.
Kara Kuvvetleri Komutanlığının “Harp Oyunu ve Plan Tatbikat/Seminerleri İcra Esasları”na göre, plan seminerinde gerçek isimlerin kullanılmayacağı belirtilmesine rağmen, 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen plan seminerinde görevden uzaklaştırılması düşünülen bazı yer belediye başkanlarının adları ile imam hatip lisesi müdürlerine yer verildiği, ayrıca aynı emirlere aykırı olarak 1. Ordu Komutanı Ç.. D..’ın talimatı ile plan seminerindeki konuşmaların kayıt altına alındığı da görülmüştür.
2.4.2- Plan Seminerinde Yapılan Konuşmaların Balyoz Güvenlik Harekat Planı İçeriğini Doğrulaması;
Duruşmada sanıklar tarafından da doğrulanan plan seminerine ilişkin ses kayıtları dinlendiğinde, söz alan kimi katılımcıların, Balyoz Güvenlik Harekat Planı ve nihai hedefini seminerde örtülü bir biçimde tartıştıkları, siyasi iktidara yönelik yapılan askeri darbelerin yerinde müdahaleler olduğuna ilişkin anlatımlarda
bulundukları, bu kapsamda; 5. Kolordu 3. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcısı Kurmay Albay E.. A..’ın, “Komutanım Türk Silahlı Kuvvetleri en tehlikeli senaryo olarak belirlenen bu senaryo ki, bana göre hafif bir senaryo, bunun daha ağır veçheleri de var. Bu senaryonun iç müdahale etmek için, iç tehdidi bertaraf etmeyi, behemehal bertaraf etmeyi takiben iç hat manevrasında olan bir ülkenin yapması gereken şeyi son derece tereddütsüz, sert ve seri bir biçimde yapması lazım, demokratik olmayan unsurların demokrasiyi yıkmak için demokratik haklardan yararlanmasına müsaade etmek akıllı devletlerin çözüm tarzı olmamalıdır”,
5. Kolordu Komutanı Korgeneral Ş.. S..’ın, “12 Eylül öncesinde ülke yangın yerine dönmüş, hergün 50 tane insan ölüyordu. Sağ sol birbirine girmişti. Ama bir 12 Eylül darbesi bütün bunların hepsini ortadan kaldırdı. O ülke sütliman haline geldi. Eee şimdi böyle bir tehdidin ortadan kaldırılması için fazla uğraşa gerek yok. Yani kuvvetleri sağa sola göndermenin, bana göre yapılacak en kolay harekat tarzı bir 12 Eylül gibi harekatın baştan itibaren organize edilmek suretiyle bir anda söndürülmesi imkan sağlar diye düşünüyorum. Burada, tabi burada söylemek istemedik ama sonunda bunu vurgulamaya çalışıyoruz. Bundan sonraki konuşmalarda da dikkate alın…” şeklinde anlatımlarda bulundukları tespit edilmiştir.
Yine, Balyoz Güvenlik Harekat Planının “YENİDEN YAPILANDIRMA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “Potansiyel tehdit teşkil eden unsurların belirlenmesi ve bunların ele geçirilmesi veya kontrol altına alınması; eldeki arşivin incelenmesi yanında, kim, nerelerde, hangi evlerde barınıyor bunların planlanması; kritik alanların tespiti ve başlangıçtan itibaren kontrol altına alınması doğru ve gerçekçi istihbarat akışını gerekli kıldığından askerden arındırılan Milli İstihbarat Teşkilatı (M.İ.T.) yeniden yapılandırılarak müzahir personel kilit görevlere getirilerek (EK-C) başına muvazzaf bir generalin atanacağı” belirtilmiş,
Bu çalışmayı doğrular tarzda plan seminerinde konuşan 5. Kolordu 3. Mekanize Piyade Taktik Tümen Komutanı Tümgeneral B.. B..’nın, “Bir diğer konu, az önce sayın komutanlarımızın büyük rakamlarla ifade ettiği bu boyuttaki irticai ve bölücü örgütlerin biz geçmişte bir 12 Eylül harekatında listelerini elimizde hazır bulduk. Bunların liderlerinin, o listeleri de hazır bulmamızın altında yatan neden istihbarat kuruluşlarının ki, bunların başında gelen Milli İstihbarat Teşkilatının başında askerin bulunmasından kaynaklanıyordu. İçinde bulunduğumuz ortamda bu listeleri sağlıklı bulup bulamama konusunda ben şahsen endişe taşıyorum. Bu bakımdan Kara Kuvvetleri Komutanına da Milli Güvenlik Kurulu üyesi, Genelkurmay Başkanına, bu kanunlarda her türlü teklifi yapabilecek makam Ankara’daki toplantıda bu atmosferde MİT’in başındaki yetkilinin de asker kökenli olmasının, hatta Kara Kuvvetlerinde bir sınıf halinde teşkilatlanan ancak şuanda pek fonksiyonel olmadığı konusunda hem fikir olduğumuz istihbarat sınıfında geçmişte olduğu gibi MİT içerisinde belli bir yüzde içerisinde, belli bir süre daha yer almasının uygun alacağını değerlendiriyorum. Arz ederim” şeklinde,
Aynı konuda konuşan Orgeneral Ç.. D..’ın ise, “Evet sıkıyönetim yeterli mi meselesi tabi ayrı bir konu, sıkıyönetim konusunda ben mevcut düzen içerisinde olabilecek hani çalışmaları bütün zorluklara rağmen yapılması gerekir, eee asker kişi olması yönünde biliyorsunuz arkadaşlarımızın hepside bilsinler zaten yasal mevzu, gerçekten de önemli MİT’in başında bir asker kişinin olması, önemli asker kişi önemli, asker kişi nasıl oluyor onları hep birlikte bilelim. Milli Güvenlik Kurulunda atama kararlaştırılır. Alınması ve yerine adam konması MİT’in, Milli Güvenlik Kurulunda yapılır. Milli, Milli Güvenlik Kurulunda da, mevcut, işte hükümet budur. Bu mevcut hükümetin efendim silahlı kuvvetlerin işine gelecek bir adamı şey yapacak kendisine bu konuda tarafsız doğru bilgiler verecek kimseyi getirmesi de söz konusu değil. Kendilerine yakın sandıkları bazı askeri kişileri de gündeme getirmişlerdir. Tabi bu sorun yaratacağı düşüncesiyle de bu da kabul edilmemiştir, yani yani bu konu Cumhurbaşkanı, yahut şu bu kimseler tarafından bazı adamlar uyanmıştır. Bu da bize gavurların dediği gibi “off the record” olarak söylüyorum. Adamlar kendilerine uygun kişileri oraya getirme çabasında, çok zor, iş bu şartlar altında MİT’i şey yapmak, o yüzden de biz iç hizmetin verdiği bize yetki var. Ötesi berisi yok kanun” biçiminde ifadelerde bulundukları görülmüştür.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “AST BİRLİKLERE GÖREVLER” adlı bölümünde, “Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde oynanacağı plan seminerine kadar, irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm listeler ile teşkil edilecek olan özel görev timlerinin listelerinin güncelleneceği” belirtilmiş,
Bu çalışmaya uygun olarak, Orgeneral Ç.. D.. ile 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y.. arasında plan seminerinde gerçekleşen konuşmada,
Ç.. D..’ın, “Bu son derece eksiklik zaten biz plan çalışması içerisinde bu konuda bilgi istedik. Yani her EMASYA bölgesindeki komutanlar kendileri, kendi bölgesindeki bilgileri, şahısları belirlemelerini istedik. Sanıyorum ki bu konuda bazı var”,M.. Y..’ın, “Klasörler burada yanımızda getirdik komutanım. İstanbul ili için daha çok bilgiye ihtiyacımız olmasına rağmen elimizde yeterli bilgi var. Yani fırınlarından pastanelerine kadar hepsini çıkardık. Listelerimiz hazır, örgütlerin nerelerde olduğu, vakıflar nerelerde, sinagoglar, kiliseler, nereleri korunacak, yeterli bir çalışma yaptığımızı sanıyorum. Gelişmeye muhtaç yalnız komutanım. Çünkü bazı noktalarda gelip tıkanıyorsunuz. Karşı tarafta muhatap olduğunuz kişiler neden acaba bu bilgiyi istiyor diye soru işareti ile size geldiğinde o zaman şu çalışmamızın gizlilik derecesi ifşa olma durumuna geldiği için emir verdik. Kolordu komutanımızda aynı şekilde emir verdiler orada durduk”,
Ç.. D..’ın, “Yoo yoo durmayın. Bilgi sahibi olmamızın, bazılarının bazı faaliyetlerde caydırmada etkisi olur. Yani silahlı kuvvetler olarak bazı bilgiler istenilmesi bazı şeyleri şey yapılması, insanların bilgi alması bu adamaların cüret ve cesaretlerini kırma bakımından şeyler olur, bizim duruşumuzu biliyorlar zaten, bizim duruşumuzu tutumumuzu biliyorlar ve bu durumda da silahlı kuvvetlerin boş durmadığını herhangi bir duruma karşıda tepki göstereceğini bilmeleri gerekir. Ben bu konuda gereğinden fazla birşey değil, bizim yasal zemin içerisinde yasal görevimizi bulmak için bir görev yapıyoruz. Bu durumda ben taa 1997 yılında o zaman Batı Çalışma Grubunun başında olarak bir yazı yazdım, bütün garnizon komutanlarına o dönemde ve bunu ele geçirmişler. Ele geçirende C.G. beni Devlet Güvenlik Mahkemesine mahkemeye verdi. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Orda şöyle yazmıştım. Açıkça bazı camilerde işte silahlı kuvvetler aleyhine şeyler oku, rejim aleyhine hutbeler okutulduğu konuşmalar yapıldığı, işte garnizon komutanları görevi müsait olan personelin tamam mı görevlendirilerek yer, zaman tespiti suretiyle bunların belgelendirilmesini ve bu suretle bizi bilgilendirilmesini, bizim de bunu bir şeyi ilgili yetkili, yetkili makamlara bunu duyuracağımız yönde bir yazı yaz, gayet demokratik bir yazı aynı şekilde de böyle yapan var, kim yapıyor ediyor bunları bizim bilme ülkenin birlik ve bütünlüğünü koruma yönündeki şeyimizin bir vazifemizin bir neticesidir” şeklinde ifadelerde bulundukları tespit edilmiştir.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “HAREKAT TASARISI” adlı bölümünde, “Devlet otoritesi hâkim kılınıncaya kadar kamu görevlerinin ifası için asker ve sivil şahıslar atanacağı, bu maksatla; bütün kilit görevleri Askeri personelin devralacağı, anılan kilit personelin, Harp Akademileri Komutanlığı, sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde emekli general, subay ve astsubaylardan tefrik edilerek, bu personele ait hazırlanmış olan isim listelerinin güncellenerek hazır tutulacağı” belirtilmiş,
Bu çalışma içeriğine uygun olarak, plan seminerinde konuşan 3. Kolordu İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Albay E.. K..’ın, “Kamu görevlerinin devralınması için önceden belirlenmiş olan personel görevlendirilmeleri icra edilecektir. Bu maksatla atanacak asker ve sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca güncellenmiş ve önceden sıkıyönetim komutanlığına gönderilmiş olacaktır. Askeri personel bütün kilit görevleri alacaktır. Bu personel Harp Akademileri, sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde emekli general ve subaylardan tefrik edilecektir. Sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca, personel tehdit eden, potansiyel tehdit eden şahıslar gözaltına alınacaktır. Bu şahısların gözaltına alınması için timler teşkil edilecek bunların her sıkıyönetim komutan yardımcılığı için belli yerlerde gözaltında tutulması planlanacaktır” biçiminde,
Aynı konuya ilişkin olarak Orgeneral Ç.. D.., 3. Kolordu 66. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral İ.. B.. ve 15. Kolordu 2. Zırhlı Tugay Komutanı M.. V.. tarafından yapılan konuşmalarda ise;
Ç.. D..’ın, “Belli yerlerdeki efendim belediye, büyükşehir belediye başkanlığı dâhil, büyükşehir belediye başkanlığının ötesinde küçük hani normal bağlı belediye başkanlıkları örgütleri var. Bunların bir bölümü irticacı, gerici ve değerlendirmeler içerisinde de ne yapıldı, Tümen Komutanınız bunlarında problem yaratacağını söyledi. Doğrudan doğruya bu belediyeye yönetimlerine el koyma gibi görevlendirmeleriniz yok mu? Mesela diyelim ki Pendik Belediye Başkanı, Yakacık Belediye Başkanı, Ümraniye Belediye Başkanı yahut şuradaki buradaki belirli mahallerde yönetimi bütünüyle buradaki halkın ihtiyaçları ve bilmem bir de askeri yönetimin doğrudan doğruya olması gereken, Şişli Belediye Başkanı demiyorum, belli yerlerdeki bütün faaliyetleri hizmetleri kontrol etme fiilen orda görevlendirme gibi bir düşünceniz yok bu şeye göre. Eskileri kontrollü olarak güdeceksiniz. Ama şu var yani. Gözle aşikar olan bir şey var. Şimdi bir büyükşehir belediyesi var. Bir İski’si bir keskisi bilmem nesi var. Şirketleri var, ondan sonra bunun ötesinde bir de neler var. Belli Pendik Belediye Başkanı var, yani adam. Üsküdar Belediye Başkanı var. Yani belli, irtica olan adamlar sıkıyönetimde ne yapıyor. İstanbul Belediye Başkanı değişti mi 12 Eylül’de, değişti değil mi? Buyurun. Ben şimdi daha bazı sorular soracağım, çünkü Kuvvai İnzibatiyenin temsilcisi var burada, Jandarma Bölge Komutanımız bu konularda hem istihbarat bilgisi bakımından…”,
İ.. B..’nın, “Komutanım bilgileri, biz belediye başkanlığına ulaşmakta güçlük çekiyoruz, malum nedenlerden dolayı direkt temasa da geçmemiz pek uygun değil, değişik zamanlarda gerek personelim gerekse kaymakamlıktan bilgi
almak suretiyle hangi belediyelerin müzahir, hangi belediyelerin böyle bir kalkışmada bizim vereceğimiz emirlere uymayabileceğini flu olarak çıkardım. Bölgemde 8 belediyenin böyle bir durum oluşması halinde verdiğim talimatlara aynen uyabileceğini değerlendiriyorum, ancak 4 belediyenin de uygun safhada başkanlarının değiştirilmesi için Kolorduya teklifim de var komutanım”,
M.. V..’un, “Bölgedeki bütün basın yayın kuruluşları kontrol altına alınacak, halkın kışkırtılması ve tansiyonun yükseltilmesine yönelik yayınlar engellenecek, rejim aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak, bütün eğitim kurum ve kuruluşlarında eğitimin kesintisiz devam ettirilmesi için gerekli tedbirler alınacak, halkın seyahat özgürlüğünün kısıtlanmaması için karayolu, havayolu ve demiryolu ulaşımı açık bulundurulacak. Tuzla Belediye Başkanı İ.G. ve Sultanbeyli Belediye Başkanı Y.K. yerine tespit edilen personelle değiştirilecek, Kartal’da 12, Pendik’te 2 ve Sultanbeyli de 3 olmak üzere, toplam 17 amacı dışında faaliyet gösteren kurum derhal kapanarak sorumlular hakkında yasal işlem yapılacak” şeklinde ifadelerde bulundukları görülmüştür.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “HAREKAT TASARISI” adlı bölümünde, “Alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personel listelerinde (EK-M) olası değişiklikler hassasiyetle takip edilecek ve herhangi bir aksaklığa meydan verilmeyeceği” belirtilmiş,
Bu konuyu doğrular şekilde plan seminerinde konuşan 3. Kolordu İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Albay E.. K..’ın, “Başta gıda maddeleri olmak üzere bölge halkının temel gereksinimlerinin karşılanmasında kontrolün belediyelere bırakılmayacağını, sıkıyönetim komutan yardımcılıklarının büyük alışveriş merkezlerini doğrudan kontrol ederek bu merkezlerin imkânlarından yararlanılacağını” ifade ettiği,
Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Orgeneral Ç.. D..’ın ise, “Sıkıyönetim ilan edildiği zaman en önemli konu, en önemli konu, halkın günlük ihtiyaçlarının, yemesinden, içmesinden, barınmasından, asayişinden tamamen silahlı kuvvetlerin sorumlu olmasıdır. Ve yapılan her harekette, yanlış adımda, polisin yaptığı hareket yanlışsa, bizlerin yaptığı, sokakta devriye gezen bir jandarmanın yaptığı bir hareket yahut da bir merkez komutanlığına bağlı bir inzibat erinin yaptığı hareket kötüyse, faturası hepimize çıkacaktır. Onun için de bu konularda temel, temel yaklaşım biçiminin belirlenmesi icap eder. Sıkıyönetim hallerinde, sıkıyönetim hallerinde görev ve sorumlulukların belirlenmesinde Merkez Komutanlığı ve bu birim içerisinde görev yapanlar, diğer unsurlar tamamen halka davranış biçimlerini, halkla ilişkilerini çok iyi bilmesi lazım. Bilelim ki bütün ihtiyaçların karşılanmasında silahlı kuvvetler sorumlu görülecek. Şu halde Devlet Su İşleri, bölgedeki belediyelerin Diskisi, İskisi, Yaskisi, Maskisi diye bir sürü teşkilatlar ve şirketler var. Bu şirketler şuanda zaten gerici unsurların elindedir. Bu şirketler kendilerine serbest bırakıldıkları takdirde, bunları denetim planlarını yapmadığımız takdirde, bunlarla ilgili planlama, bunların başına kendi içimizden yani emekli olmuş personel geçirmediğimiz takdirde, bunları yeni bir yapıya kavuşmadığımız takdirde, bunların yaptığı her hareket bizi sabotaja yönelik olacaktır ve baltalayacaklardır ve faturası da halk üzerinde bize çıkacaktır. İşlerin tıkır tıkır işlemesi ve gitmesi lazım. Üniversitedeki hayatın, üniversitedeki gençlerin hani böyle gereksiz güç kullanma baskı kullanma şeklinde değil de, buradaki işlerde bile yani silahlı kuvvetlerin iyi temsilcilerinin bulunması, yani demir yumrukla değil, demir eldivenle değil ama böyle yönetimde kadife eldiven dedikleri bir tarzda irticai kesimle hiçbir surette beraber olmamış unsurların da silahlı kuvvetlerin yanında olmalarını sağlayıcı tertip ve tedbirler alınması lazım. Böyle bir olayda, böyle bir olayda Şükrü Paşa bir şey söylemişti, tabi bu adamlar eli kanlı sopalı falan filan bizim tabi silahlı kuvvetlerin unsurları varken yani halkı silahlandırmamız söz konusu değil. Ama halkın manevi gücünün, maddi varlığının bizim yanımızda olması, sonuna kadar götürülmesi önem taşıyor. Onun için halkla ilişkiler boyutu bu harekâtta çok önemli. Şimdiye kadar yaptığımız sıkıyönetim uygulamalarında temel hatamız, ben yaşamış, bölgede 1960’lardan beri bu tecrübeyi yaşamış bir kimse olarak söylüyorum, temel hatamız şu olmuştur, sıkıyönetim görevleri harp darp olmadığı halde hep tali görevler sayılmıştır” şeklinde açıklamalarda bulunduğu tespit edilmiştir.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının, “İCRA SAFHASI” adlı bölümünde, “Hiçbir hak ve özgürlüğün mutlak ve sınırsız olmadığı gibi, konu laik devletin bekası olunca haber verme ve basın özgürlüğünün de sınırsız ve mutlak olmadığı, harekâtın icrası ile birlikte her türlü yazılı, sözlü ve görsel basın yayın kuruluşlarının kontrol altında tutulacağı, önceden tespit edilen AKP, yıkıcı, bölücü ve irticai gruplara müzahir (EK-C) tüm basın yayın kuruluşlarının yayınlarının derhal durdurulacağı” belirtilmiş,
Bu çalışmaya uygun olarak, plan seminerinde konuşan 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y..’ın, “26 televizyon, 130 radyo, 2685 neşredilen yayın ve 2015 matbaa ile Türkiye’deki yazılı ve görsel basının büyük bir bölümü İstanbul da bulunmaktadır” biçiminde anlatımda bulunduğu anlaşılmıştır.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “MAKSAT” adlı bölümünde, “Harekatın maksadının; ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve laik demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri, bir daha hortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırmak” olduğu belirtilmiş,
Bu konu, planın “VAZİFE” başlıklı bölümünde ise, “laik demokratik düzenin işlemesine mani olan sebeplerin, bir daha hortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırılması maksadıyla; derhal, AKP Hükümetinin iktidardan uzaklaştırılacağı ve mevcut irticai yapılanmanın şiddetle bertaraf edilerek, belirlenen kadroların iktidara getirilmesi ile laik devlet otoritesi ve varlığının yeniden tesis edileceği” şeklinde vurgulanmış,
Plan seminerinde konuşan 5. Kolordu Komutanı Korgeneral Ş.. S..’ın; “Şimdi komutanım, ordu karar, şurada ordu komutanı olarak şuna karar vermek lazım. Şimdi ortada son derece önemli bir tehdit var. Buradaki bir başarı sadece İstanbul’la sınırlı kalmayacak bunu gözleyenler bekleyenler var ve buradaki hareketin başarısına bağlı olarak İç Anadolu’da Türkiye’nin genelinde bazı bölgelerde bu olaylar tırmanma gösterebilecek. Onun için buradaki hareketin süratle bastırılması birinci prensiptir. Bunun için ben, 2. Ve 5. Kolordu Komutanlıklarımız dâhil olmak üzere, benim için ikinci öncelik dış tehdide müdahale etmektir. Ben önce iç tarafı halletmek durumundayım. Onun için bu biraz önce ifade edilen seferde kurulacak birliklerle falan bu işin halledilmesi mümkün değil. Onun için ben, 2. ve 5. Kolordu Komutanlığından yeterli emniyet tedbirlerini alabilecek bütün birliklerimi oraya görevlendiririm. Onun dışındakilerin tamamını buraya getiririm. Getiririm İstanbul’un üzerine çökerim. Ve belediye başkanıymış, yok ondan sonra savcıymış, hâkimmiş, kaymakammış, bu konuya olumsuz bakan tablolarda yer alan insanları, gerekirse belediye başkanlıkları, komutanları o görev de uhdesinde olacak şekilde görevlendirmek suretiyle ve ağır bir baskı ve biraz evvel ifade ettiği gibi ben tabi komutan arkadaşıma katılıyorum, ama bir yerde de hani karşımıza halkı almak meselesi ayrı, bunlar kararlarını vermişlerdir bu ülkeyi bölecek parçalayacaklardır ve ülkeyi başka bir rejimin içerisine taşıyacaktır. Böyle kararlı olan bir halka karşı da acımasızca hareket etmek bizim görevimizdir” biçimindeki anlatımlarının da anılan hususu kapsar nitelikte olduğu görülmüştür.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “YENİDEN YAPILANDIRMA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “İktidardan düşürülecek olan AKP Hükümetinin yerine planlanan Hükümet ve bürokratik kadroların görevi devralmasının sağlanacağı, DP iktidarından beri devam ettirilen takiyye geleneğine dayalı muhafazakâr iktidarların devlete sızan ve devlet bürokrasisine sinen bütün çağdışı anlayış ve izlerinin silinebilmesi için, ekli programı uygulayacak uzun süreli bir milli mutabakat hükümetinin oluşturulmasının temin edileceği” belirtilmiş,
Bu çalışmayı doğrular biçimde plan seminerinde konuşan Orgeneral Ç.. D..’ın, “Evet içteki birlik bütünlüğü nasıl sağlayacağız, arkadaşlarımız bu konuyu işte gündeme getirdiler, milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela inandırıcı milli birliğin sağlayıcı bir hükümetin varlığı ile olur. Dini öne çıkartan, ümmet anlayışını öne çıkartan bir anlayışla milli birliğimiz hiçbir zaman sağlanmaz, insanların dini inançları farklı farklıdır, bu eski ümmet Osmanlı döneminde din adına, gaza yapma adına savaşlar vardı, eski dönemlerde bütün ulusları işte 7 yıl 40 yıl 100 yıl savaşlarına falan soktular, ama şimdiki dönemde ulusal çıkarlarımız ulus devlet olmanın özelliğinden dolayı ulusal birliğimizde, ilk Atatürk’ün o sözü ulusal birliğimizi öne çıkarır. Bunun içinde herşeyden önce, evet hükümetin ve meclisin kendisine çekidüzen verdirici, ben onu söyleyeceğim, şeyde Genelkurmay Başkanına, Kuvvet Komutanına diyeceğim ki, siz meclisi ve hükümeti uyarıcı, bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse, gerekirse çağırın bu işin sonu b…ktur işte sonunuz böyledir, bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal birliğimizin, evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım, milli mutabakat hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız bağımsız, bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulmasını” ifade etmek suretiyle seminerde oynanmakta olan “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” içinde öngörülmeyen, ancak “Balyoz Güvenlik Harekat Planında” bulunan ve kendisi tarafından yazıldığını belirttiği elindeki metinde de geçtiği anlaşılan “Milli Mutabakat Hükümeti” tabiri ve yukarıda yapılan belirlemelerle Balyoz Güvenlik Harekat Planı içeriği ile Plan Seminerinde gerçekleşen konuşmaların paralelliği de nazara alındığında, seminerde örtülü biçimde “Balyoz Güvenlik Harekat Planının” değerlendirildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Ayrıca Plan Seminerinin, “Ertuğrul Harekat Planını” incelemek suretiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığının Dumlupınar veçhesi gereği hazırlanan harekat planını geliştirme, uygulamaya dönük hazırlıkları ve komuta kontrol sistemlerini gözden geçirmeye ilişkin resmi gündemi dışında ve gündemle de hiçbir şekilde bağdaşmayan başka bir amaca dönük olarak yapıldığı, seminerin icra makamı olan 1.Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın seminer kapanış konuşmasından da açıkça anlaşılmaktadır.
Anılan konuşmada Ç.. D.., “Arkadaşlar bu plan seminerini, plan çalışmasını kasıtlı olarak belli bir çerçeveye koyduğumuzu, günün şartlarımıza günün konjonktürel gelişmelerine göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz anlamışsınızdır. Yani buradaki Yunanistan meselesi tali bir meseledir. Yunanistan eee.. meselesi böyle bir ortam içerisinde zaten olasılığı en uzak bir senaryodur. Aslında içinde yaşadığımız senaryo bu senaryonun neler getirip neler götüreceği konusu önem arz etmektedir. Bunun için ben sizlere evvela iç güvenlik ve Kuzey Irak hakkında son gelişmeler ve buradaki yapılan çalışmalar sonucunda nelerin üzerinde daha fazla durmamız gerektiği konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. Sesim duyuluyor değil mi? Daha fazla yaklaştırmayayım herhalde değil mi? Rahatlıkla duyuluyor. Gerçekten de şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum bütün yurttaşlarımız tarafından endişeyle takip ediliyor. Bir yanda kontrol imkânını pek bulmadığımız çok önemli gelişmeler var dışarıda, Kuzey Irak’ta ve Irak’ta, bunun ötesinde de içerde de belli bir partinin militan kadrosu adım adım irticai örgütlenmeyi bütün yurt sathında yaymak için bazen geri adım atarak, bazen bir adım geri atarak fakat fırsat bulduğu zaman, geçit bulduğu zaman da iki adımla bunu telafi ederek mesafe almaktadır…” ifadelerini kullanmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ve dosya kapsamına göre; bir çok belgeden de anlaşılacağı üzere, “bilmesi gereken” ve “bilinmesi gereken” prensiplerine uygun hareket tarzını esas almak suretiyle gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır.
3-HUKUKİ NİTELENDİRME
3.1-Genel Olarak;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6. maddesine göre egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti, kendisine ait olan egemenliği Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliği kullanmaya ilişkin yetki ve görev Anayasa tarafından Yasama, Yürütme ve Yargı erklerine verilmiştir. Bu erkler, esasen millete ait olan egemenliği Anayasanın görevlendirme ve yetkilendirmesine dayanarak kullanırlar. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasanın 8. maddesine göre
yürütme, kullanılacak bir yetki ve yerine getirilecek bir görev olarak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna verilmiştir. Cumhurbaşkanı ve Bakanlar kurulunun kullandığı devlet yetkisi Anayasadan kaynaklanmaktadır.
Anayasal bir erk olan yürütme erkinin ceza hukuku bağlamında korunması tabiidir. 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi, yürütme organının icra fonksiyonlarını, bu organın üyelerinden bağımsız olarak korumak için düzenlenmiştir. Bu düzenlemedeki koruma, yürütme organının bütün olarak siyasi icra fonksiyonlarına yönelik olduğundan, korunan elbette tek tek yürütme organına mensup kimseler veya bu kimselerin başında bulundukları bakanlıkların idari fonksiyonları değil, siyasi icra fonksiyonlarını bir araya getirerek oluşturdukları yürütme organının bütünü, yani hükümet ile hükümetin siyasi icra fonksiyonları olmaktadır. Aynı doğrultuda, Anayasamızın 112. maddesinde, Bakanlar Kurulu, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesinden birlikte sorumlu tutulmuştur.
Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını korumak amacıyla yapmış olduğu düzenleme sadece bu maddeden ibaret değildir. Gerçekten yasa koyucu, “yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek” suçunu 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ile (5237 sayılı TCK’nın 312. maddesi) cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada “bu suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini” 765 sayılı TCK’nın 171/2. maddesinde (5237 sayılı TCK’nın 316. maddesi), “halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik etmek” suçunu ise 765 sayılı TCK’nın 149. maddesinde (5237 sayılı TCK’nın 313. maddesinde) düzenlemiş bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve korunması bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de dikkate alınmalıdır.
Demokratik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin Hükümeti/Bakanlar Kurulu demokratik seçimler sonucunda ve anayasal prensipler çerçevesinde oluşur ve görev yapar. Hükümet, demokratik teamüllere ve anayasal kurallara uygun olarak, demokratik zeminde sürdürülen yarış sonucunda seçmenlerin tercihine göre belirlenen siyasi partilere mensup yasama organı üyeleri tarafından kurulur ve siyasi iktidar bu siyasi kadrolar tarafından üstlenilir. Seçimleri kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi iktidarı anayasal çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları çerçevesinde icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre de, siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Anayasa Mahkemesinin 30.07.2008 tarih ve 2008/1 esas, 2008/2 sayılı (Siyasi Parti Kapatma) kararında da belirtildiği gibi, “Temsili parlamenter sistemin etkinliğini ve işlevselliğini siyasi partiler sağlar. Özgür siyasi partilerin olmadığı bir sistemin demokrasi olarak nitelendirilmesi kabul edilemez. Çünkü siyasi partiler olmaksızın, toplumsal talep ve beklentilerin siyasal direktifler biçiminde somutlaşması, ulusal iradenin oluşması, toplumsal barışın sağlanması ve devlet yönetiminin halka dayanması mümkün değildir.
………………
Siyasi partilerin kendilerine göre öne çıkardıkları ülke sorunlarına ilişkin farklı çözüm önerileri getirmeleri, demokratik siyasi yaşamda üstlendikleri işlevin doğal sonucudur. Siyasi partiler devlet erkine yönelik toplumsal talepleri yalnızca dile getiren kurumlar değil, toplumsal direktifleri somutlaştıran, yorumlayan ve devlete yönlendiren yaşamsal kurumlardır”.
Diğer yandan, AİHM’nin 30 Ocak 1998 tarihli Türkiye Birleşik Komünist Partisi vd-Türkiye kararında ulaşılan sonuçta da vurgulandığı gibi, tarafı olduğumuz AİHS bakımından da demokrasi yegane politik modeldir ve siyasi partilerin rejimin bütününü etkileme kapasitesine sahip olmaları, oynadıkları rolün gereğidir. “Hiç kuşkusuz demokrasi Avrupa kamu düzeninin temel bir unsurudur… Bu ilk önce, Sözleşmenin, insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin, bir yandan gerçekten etkili bir siyasal demokratik rejime ve öte yandan ortak bir insan hakları kavramına ve insan haklarına ortak bir saygıya dayandığını bildirerek, sözleşme ile demokrasi arasında çok açık bir bağlantı kuran, dibacesinden çıkmaktadır…..Demokrasi Sözleşme tarafından tasarlanan yegane politik modeldir ve sadece o Sözleşmeyle bağdaşabilir.
………………
İktidara gelen yegane oluşumlar olarak siyasi partilerin ülkelerindeki rejimin bütününü etkileme kapasitesine sahip olmaları, oynadıkları rolün gereğidir. Siyasi partiler siyasi arenaya müdahale eden diğer örgütlerden, seçmenlere sundukları toplumsal model önerileriyle ve iktidara geldikten sonra bu önerileri uygulama yetenekleriyle ayrılırlar”. Bu nedenle, bir programın uygulanması vaadiyle demokratik serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen siyasi partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda bulunmaları tabiidir. Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl, kimler ve hangi kurumlar tarafından yapılacağı ile iktidardan uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka uygun-meşru yol ve yöntemler de Anayasa ve yasalarda gösterilmiştir. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru yollarla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması ancak, ilgili kurallar çerçevesinde ve yetkisini Anayasadan alan kurumlar eliyle olabilecektir. Bu husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi Anayasadan, hukuka uygunluktan ve demokrasiden başka bir yerde, başka bir anlayışta aranmamalıdır.
3.2- 765 Sayılı TCK’nın 171 ve 5237 Sayılı TCK’nın 316. Maddeleri;
Yukarıda da değinildiği üzere, yasa koyucu suçun konusunu farklı açılardan korumak üzere farklı suçlar düzenlemiştir. Bu bağlamda kalan ve 765 sayılı TCK’nın 171/2 ile 5237 sayılı TCK’nın 316. maddelerinde düzenlenmiş bulunan gizli ittifak suçu, “hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunu hususi vasıtalarla işlemek konusunda gerçekleşecek bir irade birliği ile tamamlanacaktır. Buradaki amaç suç cebren işlenecek olduğundan, ittifak iradesinin de cebir içermesi gerektiği tabiidir. İttifakın; vasıtaları tespit etmiş olması, ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye düşürecek nitelikte bulunması gereklidir. Suçun oluşması için vasıtaların temin edilmiş olması gerekmez.
Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin iradelerinin tek bir irade haline gelmesi ile bu suç oluşacağından, cebir de içeren bu ittifakın icabı olarak, bu ittifakı takiben amaç suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen faaliyetler, amaç suçun, yani hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun icra hareketleri sayılacaktır. Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 05.11.1987 tarih ve 1987/103-161 sayılı kararında da belirtildiği gibi, “T.C.K.nun 171. maddesinde belirtilen ittifak suçu: İttifaka dahil kişiler arasında fikir uygunluğunun belirli, programlı bir şekle girmiş olması, vasıtaların tespit edilmesi ve gayeye yakın, ciddi ve tehlikeli olmasıdır. Teşekkül eden ittifakın gayeye ait bir takım faaliyetlerde bulunmuş olması halinde ise esas suça ait icra hareketlerine başlanılmış olmaktadır.”
“Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunun işlenebilmesi için elverişlilik bakımından gerekli olan unsurlardan biri de, bu suçu işleyecek olan elverişli sayıdaki failin, elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve elverişli vasıtalarla harekete geçmiş olmasıdır. Bu bir araya gelme olgusu hem elverişlilik bakımından hukuksal bir gereklilik hem de icra hareketlerinin neticeye ulaşması bakımından fiili bir zorunluluktur. Dolayısıyla sanıklara yüklenen suçun işlenmesi bakımından gerekli olan icra hareketlerinin başlangıcında, bu icra hareketlerini amaç suç istikametinde yönetecek, yönlendirecek bir anlaşmanın
bulunması zorunludur.
Bu açıdan bakıldığında; Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planının hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların birbirleri ile uyumları, ortaya koydukları amaç, organizasyon ve çalışmalar, diğer belgeler ve seminer konuşmaları ile tüm dosya kapsamından, sanıkların meydana getirdikleri oluşumun, icra hareketleri başlamadan önce amaç suçun işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği açıkça görülmektedir.
Sanıklar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip illegal bir oluşum olarak faaliyet gösterdiklerinden ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum çerçevesindeki görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı yerine bu illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin tebliği ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin teamüller yerine, bu yasadışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır. Amacı ve yöntemi itibariyle askeri hizmetlerin görülmesiyle uygunluk göstermesi mümkün olmayan bu görevlerin, mahiyetiyle birlikte anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı, yapılan görevlendirmelerin kendi içerisinde ve sanıkların görev ve konumları ile uyumlu olduğu, planın diğer asli ve tali belgeleri ile paralellik gösterdiği, bu görevlendirmelere dair gereklerin pek çoğunun planın icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da nazara alınarak; gizlilik, güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasadışı oluşumda, önceden tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin teyitler alınmadan, belirli derecelerdeki görevlendirmelerin yapılmayacağının ve kayda geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Buna göre; gerçekleşen ittifak olgusunun 765 sayılı TCK’nın 147. ve 5237 sayılı TCK’nın 312. maddelerinde düzenlenen suçu işlemeye yönelik olduğu, bu suçu hususi/elverişli vasıtalarla işlemeye ilişkin bulunduğu, sayısal yeterliliği ve gizliliği içerdiği, maddi olgularla belirlenen bir biçimde gerçekleştiği ve amaç suça yönelik olarak harekete geçmekten başka yapacak bir şey kalmayacak şekilde tamamlandığı görülmektedir. Sanıklarca gerçekleştirilen ittifak, suçun hem 765 sayılı TCK’daki hem de 5237 sayılı TCK’daki unsurlarını taşımaktadır.
Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 24.12.1987 tarih ve 1987/173-208 sayılı kararında da belirtildiği gibi, ittifakı bizzat gerçekleştirenlerle birlikte sonradan bu ittifaka dahil olanlar da gizli ittifak suçunun failleri olabilir. Buna göre; amaç suça yönelik icra hareketlerinin başlangıcında mevcut olan anlaşmaya dahil olduğu tespit edilen, ancak; amaç suçun icrasına yönelik faaliyetlerin içinde bulundukları kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanamayan sanıkların hukuki durumunun, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince ittifak suçu kapsamında kaldığının kabulü gerekmiştir.
Mütemadi bir suç olan ittifak suçunda, suç tarihi temadinin kesildiği tarihtir. Buna göre; gerçekleştirilen ittifak sonrasında bir kısım sanıklarca başlatılan icra hareketlerinin elde olmayan nedenlerle tamamlanamadığı somut olayda, icra hareketlerinde bulundukları kesin olarak saptanamayan bir kısım sanıkların ittifak halinin de, aksi kanıtlanmadığı sürece; icra hareketlerinin yarıda kaldığı bu aşamaya kadar temadi edeceği kabul edilmelidir. Somut olayın özellikleri nazara alındığında olaydaki ittifakın; birleşen iradeleri, hususi ve elverişli vasıtaları, gizliliği ve maddi olgularla belirlenme ölçütünü koruyacak biçimde soruşturmanın başlangıcına kadar temadi ettiğinin kabulü, hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu durumda, “Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunu işlemek üzere oluşan ittifaka dahil olup da bu yönde icrai bir faaliyette bulunmayan bir kısım sanıkların soruşturmanın başlamasından evvel bu ittifaktan çekilmiş olduklarının kabulü gerekir.
Bu kapsamda, 765 sayılı TCK’nın gizli ittifak suçunu düzenleyen 171. maddesinin son fıkrasında “Cürmün icrasına ve kanuni takibata başlanmazdan evvel bu ittifaktan çekilenler ceza görmezler” ve 5237 sayılı TCK’nın 316. maddesinin 2. fıkrasında “Amaçlanan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifaktan çekilenlere ceza verilmez” denilmek suretiyle etkin pişmanlık hali düzenlenmiştir. Yukarıda da açıklandığı gibi, somut olaydaki suçun icrasına başlanmasından sonra, ancak; “soruşturmaya başlanmadan önce” gerçekleşen ve çekilme olarak kabul edilmesi gereken halin, 5237 sayılı TCK’nın 316. maddesinin 2. fıkrasına uyduğu ve bu düzenlemenin ittifak suçunu işledikleri kabul edilen sanıklar bakımından lehe olduğu anlaşılmaktadır.
3.3- Cebir/Şiddet ve Elverişlilik Unsuru
Amaç suça ilişkin maddede aranan cebir/şiddet, her durumda ve her aşamada dar anlamıyla maddi cebir, fiziki kuvvet kullanımı olarak anlaşılmamalıdır. Suç, elverişli olmak kaydıyla manevi nitelikteki bir cebirle de işlenebilecektir. Buradaki cebrin, suçun konusu, suçla korunan hukuki yarar da dikkate alındığında; hukuka aykırı iradede mevcut, cebirle ulaşılacak hukuka aykırı amaçlara cebir içeren zorlayıcı iradeyle yönelmiş ve gerektiğinde fiziki cebir kullanacağı, fiziki cebirle sürdürüleceği duraksamaya yer vermeyecek biçimde ortaya çıkmış hareketler olarak anlaşılması zorunludur. Dolayısıyla maddedeki cebir geniş anlamıyla kabul edilmelidir.
Cebrin/şiddetin niteliği ve mevcudiyeti somut olay çerçevesinde belirlenirken, failin kullandığı vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile konumu ve ilişkisi, kullandığı cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi, cebir kullanmaya ilişkin olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile mümkün olan engel sebepler de dikkate alınmalıdır. Siyasi iktidar düzeni ve fonksiyonları aleyhine suçların, genel olarak devlet düzeni dışında kalan kimseler, terörist gruplar gibi suç örgütleri tarafından işlenmesine girişileceği düşünülebilirse de; başka ülkelerdeki örneklerde de görüldüğü gibi, özellikle yürütme erkinin cebren ıskatı suçunun, genellikle o ülkelerin silahlı kuvvetlerine mensup faillerce işlendiği görülmektedir. Zaten yasal düzenlemede bu suç, failler bakımından bir özellik göstermemekte, devlet düzenine dahil faillerce de bu suçun işlenebileceği görülmektedir. Önemli olan, hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki amaç suça yönelen yasadışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli elverişliliğe sahip olup olmamasıdır.
Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice ittifak etmiş oldukları dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu ittifakın sağlanmasından sonra, amaç suçun icrasına başlanmasından tüm neticelerinin gerçekleşmesine kadarki safhaları belirleyen bir planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun görüşmeler, çalışma grupları, fişlemeler, takipler, keşifler, istihbarat faaliyetleri ile özel operasyon ve sorgulama, özel görevli toplama, darbe harekatı, gözaltı ve hasar tespit timlerinde görevlendirilecek personeller, sıkıyönetim mahkemelerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, özel hastaneler ve ilaç depolarında, gümrükler, depolar, ambarlarda, alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personeller, operasyonel faaliyetleri yürütecek, öncelikli ve özellikli görevlendirilecek personeller, müzahir subay ve astsubaylar, keşif timleri, tahrip timleri, hassas personel, ilişiği kesilecek personel, tutuklanacaklar, toplama merkezleri, gıda depoları vb. yerlerin belirlenmesine kadar Balyoz Güvenlik Harekat Planındaki ifadesiyle “harekat ortamının şekillendirilmesi”, maddi cebir olarak ortaya çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı “sokağa çıkma” diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır. Dosya kapsamından, sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinde mevcut olan ve başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırları içerisinde kaldıkları sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Ancak, sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasadan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını cebren ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir. Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, Devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira, planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak olan sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir maddi engelle karşılaşmayacakları açıktır. Kaldı ki; bu yasadışı oluşum tarafından bu oluşuma yakınlıkları değerlendirilerek hazırlanmış bulunan “Gen Etüd” listesi ve benzeri listeler ile müzahir listeleri de dikkate alındığında, sanıkların amaç suçu işleme ve mümkün olan engel sebeplerin ve kişilerin bertaraf edilmesi yönünde aldıkları mesafe göz önünde bulundurulmalıdır. Suçun oluşumu için gerekli olan cebir/şiddet ve elverişlilik gibi unsurların değerlendirilmesinde, bu hususlar da nazara alınmalıdır.
Bu kapsamda; sanıklara yüklenen eylemin kanıtlanan şekliyle 765 sayılı TCK’nın 147. ve 5237 sayılı TCK’nın 312. maddelerinde düzenlenen suçları oluşturduğu ve mahkemece yapılan lehe yasa değerlendirmesinin sonucu itibariyle isabetli olduğu neticesine varılmış, eylemlerinin neticeyi oluşturmaya elverişli olmadığı ve cebir/şiddet içermediğine ilişkin olarak ileri sürülen itirazlar yerinde görülmemiştir.
Ayrıca, sanıklara yüklenen suçun niteliği ve işleniş şekli itibariyle; amaç suçu birlikte işlemeye yönelmiş icra hareketlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi zorunludur. Pek çok sanık bizzat işledikleri araç eylemler/suçlarla, hep birlikte yöneldikleri amaç suçu gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Gerçekleşen ittifakın
amacına uygun, aynı zamanda sanıkların görev ve konumlarıyla uyumlu bir iş bölümü; suçun niteliği ve işleniş şekli bakımından bir gerekliliktir. Bu nedenle amaç suç bakımından suçun işlenişine 765 sayılı TCK’nın 65/3 ve 5237 sayılı TCK’nın 39. maddelerinde düzenlenen iştirak hükümlerinin uygulanması mümkün değildir. Yüklenen amaç suçun işlenmesi bağlamında gerçekleştirilecek eylemlerin ayrı bir suç oluşturması halinde bu suçlara anılan biçimde iştirak mümkündür. Ancak bu tür bir iştirakin mümkün olduğu araç suçlar, 765 sayılı TCK bakımından amaç suç içerisinde fikri içtimaya uğrayacağından ayrıca cezalandırılmayacaktır. Bu nedenlerden dolayı, amaç suçun icrasına yönelik faaliyetlerin içerisinde oldukları tespit edilen sanıklar arasında amaç suça gösterilen biçimde iştirak bakımından bir ayırıma gidilmeyip, asli fail olarak sorumlu tutulmalarında bir isabetsizlik görülmemiştir.
Nitekim konu, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.02.1992 tarih, 1991/364 esas ve 1992/23 sayılı ve 22.12.2009 tarih, 2009/93-308 sayılı kararlarında 765 sayılı TCK’nın 125. maddesi bakımından tartışılmış ve aynı Kanunun 65/3. maddesinde düzenlenen iştirak hükümlerinin uygulanma imkanının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
3.4- Delil Değerlendirmesinin Denetlenmesine İlişkin Ölçütler;
– Denetim sırasında her bir delil, suç için ittifak temelinde belli sanıklar tarafından oluşturulmuş gizlilik içerisinde hareket eden yasadışı bir oluşumun faaliyetleri kapsamında ele alınmış, faaliyetlerin niteliği, yüklenen suçla ilişkisi, harekat planları ve diğer belgelerle bağlantısı, ilişkilendirilen sanıkların bu faaliyetleri yüklenen suç kapsamında gösterip göstermedikleri hususu; görevlendirme yazıları, üst yazılar, asıl ve bağlantılı belge içerikleri ayrıntılı bir incelemeye tabi tutularak belirlenmiş, bu belirlemeler yapılırken belgelerin oluşturulma ve kaydedilme tarih ve süreçleri ile bu süreçlerde yer alan sanıkların yüklenen suçun icrası bakımından üstlendikleri roller dikkate alınmış, sanıkların uzmanlık alanları ve görevleri ile faaliyet alanları karşılaştırılmış, sanıkların yer aldıkları belgelerin sayısı ile önem ve değeri göz önünde bulundurulmuştur.
– Anayasamızın 137. maddesinde kanunsuz emir konusu “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır” şeklinde düzenlenmiştir. Konusu suç teşkil eden emrin hiçbir suretle yerine getirilmeyeceğine ve yerine getirenin sorumluluktan kurtulamayacağına dair bu anayasal düzenlemenin istisnalarından birinin de “askeri hizmetlerin görülmesi” olduğu ve istisnanın “kanunla gösterilmesi” gerektiği anlaşılmaktadır.
Sanıklara yüklenen suçun “askeri hizmetlerin görülmesi” kapsamında bulunmadığı açıktır.
Konu; 765 sayılı TCK’nın 49. maddesinde, “Kanunun bir hükmünü veya salahiyettar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri icra suretiyle,…………….işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilemez” şeklinde, 5237 sayılı TCK’nın 24/2-3. maddelerinde “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler” başlığı altında “(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz. (3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur” şeklinde düzenlenmiştir.
Sanıklara yüklenen suç kapsamında oluşturulan yasadışı oluşumdaki emir verme konumlarının yetkili/salahiyettar bir merci olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Konu; Anayasamızın 137. maddesi bağlamında askeri hizmetlerin görülmesi için kanunla getirilen istisnalar bakımından ele alındığında;
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 14/1. maddesinde, “Ast; amir ve üstüne umumi adap ve askeri usullere uygun tam bir hürmet göstermeye, amirlerine mutlak surette itaate ve kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecburdur” şeklinde,
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 33. maddesinde, “Emirlerin, hizmete mütaallik olması (Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu madde 8 ve 16) ve kanun ve nizamları ihlal etmemesi şarttır. Ancak Askeri Ceza Kanununun 41. maddesinin b fıkrası şümulüne giren haller haricinde ast, aldığı emri kanun ve nizama uygun bulmasa bile emri yapar ve ondan sonra şikayet eder.
Amirin verdiği emir Askeri Ceza Kanununun 41. maddesinin b fıkrası şümulüne giren hallere mütaallik ise emir ifa olunmaz ve fakat gecikmeksizin en kısa yoldan bir derece yukarı amire malûmat verilir. Bu takdirde emrin yapılmasından doğacak bütün mesuliyet as’ta aittir” şeklinde düzenlenmiştir.
Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu 16. maddesi “Amir; maiyetine hizmetle münasebeti olmıyan emir veremez….” şeklinde,
8. maddesi ise, “Emir: Hizmete ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir” şeklinde, hükümler içermektedir.
Konuyu ilgilendiren Askeri Ceza Kanunu hükümlerine gelince;
41/2-3. maddesi “2 – Hizmete mütaallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse bu suçun işlenmesinden emir veren mesuldur. 3 – Aşağıdaki hallerde maduna da faili müşterek cezası verilir: A: Kendisine verilen emrin hudutlarını aşmış ise, B: Amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile mütaallik olduğu kendisince malüm ise” şeklinde,
109. maddesi ise “1. Rütbe veya makam ve memuriyetinin nüfuz ve salahiyetini suistimal ederek madununa bir suçun yapılmasını teklif eden, amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.
2. Suç yapılır veya yapılmağa teşebbüs edilirse faili asliye muayyen olan ceza, emir veren hakkında artırılarak hükmolunur” şeklindedir.
Askeri Ceza Kanununun ek 8/1 maddesi uyarınca, 5237 sayılı TCK’nın genel hükümlerine dahil olan 24. maddesi hükmü Askeri Ceza Kanununda yer verilen suçlar hakkında da uygulanacaktır.
İncelenen askeri mevzuattan da anlaşıldığı üzere, Anayasamızın 137. maddesinde yer alan “Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz” şeklindeki hükme askeri hizmetlerin görülmesi için kanunla getirilen bir istisna bulunmamaktadır.
Bu kapsamda, Dairemiz tarafından delillerin değerlendirilmesine ilişkin denetim yapılırken, sanıkların verilen emirlerin askeri hizmetlerin görülmesi bağlamında olduğuna dair bir yanılgıya düşmüş olup olamayacakları da değerlendirilmiştir.
– 05-07 Mart 2003 tarihinde 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde icra edilen plan seminerine, yasal bir görevin ifası kapsamında katılmanın hukuki sorumluluk doğurmayacağında kuşku bulunmamaktadır. Bu durumun, plan seminerine katılan pek çok kişi hakkında kamu davası açmamış bulunan Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından da kabul edildiği açıktır. Ancak yukarıda plan seminerine ilişkin açıklamalarda da izah edildiği üzere, anılan plan seminerinde örtülü biçimde “Balyoz Güvenlik Harekat Planının” değerlendirildiği de maddi bir vakıadır. Buna göre, plan seminerine katılan sanıkların hukuki durumlarının tespiti noktasında, plan seminerinin örtülü gündemini bilerek katılıp katılmadıklarının belirlenmesi aranmış; sanıkların konumu, amaç suça matuf hazırlanan hangi liste ya da listeler içinde yer aldıkları, plan seminerinde yaptıkları sunum ya da konuşmalarının içeriği bu belirlemede nazara alınmıştır.
– Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden personel olarak nitelendirilen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesinde yer alıp, yasadışı oluşumdaki konumları itibariyle dahil oldukları ittifakın mahiyetini bilecek durumda olan ve fakat ittifakın amacı istikametindeki faaliyetlerin içinde bulundukları kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanamayan sanıkların hukuki durumları yukarıda açıklandığı şekli ile ittifak suçu kapsamında değerlendirilmiştir.
-Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında düzenlenen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesi dışında, görevlendirme veya değerlendirme içeren diğer listelerde adları bulunan sanıkların; bir kısmına amaç suç kapsamında görev tevdii edildiği; bir kısmının kendileri için belirlenen görevlerle ilgili çalışma yaptıkları; tevdii edilen görevleri yerine getirdiği anlaşılan bir kısmının ise faaliyetlerinin bu amaç suç kapsamında olduğunu bildikleri kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanamamış, eylemleri başka bir suç da oluşturmayan bu sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
C- KARAR
I- Sanıklar A.. A.., A.. A.., A.. Ç.., A.. Y.., A.. G.., A.. D.., A.. B.., D.. A.., E.. Ş.., E.. Y.., E.. Y.., E.. E.., E.. K.., E.. A.., F.. C.., H.. Ö.., H.. Y.., H.. B.., H.. D.., İ.. Ç.., İ.. S.., İ.. K.., L.. G.., L.. M.., M.. B.., M.. B.., M.. F.., M.. A.., M.. K.., M.. K.., O.. Ç.., R.. Y.., R.. G.., S.. G.., S.. D.. ve U.. Ü.. hakkında kurulan hükme yönelik yapılan temyiz incelemesinde;
Sanık A.. A.. hakkındaki mahkumiyet hükmüne esas alınan “24 Ocak – 30 Ocak ve 31 Ocak – 20 Şubat 2003” tarihli belgelerin Balyoz Güvenlik Harekat Planı ve ekleri kapsamında hazırlandığına dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gibi, 1400 kişinin yer aldığı EK-B listesinde adının geçmesinin oluş, tüm dosya kapsamı ve yukarıda açıklanan ölçütlere göre mahkumiyet için yeterli olmadığı anlaşıldığından tebliğnamedeki bu sanığa ilişkin bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılama sonunda yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, beraate ilişkin hükmün ONANMASINA,
II- Sanıklar Ç.. D.., H.. F.., Ö.. Ö.., A.. E.., A.. G.., A.. E.., A.. N.., A.. Ö.., A.. E.., A.. Y.., A.. K.., A.. Ç.., A.. Ç.., A.. T.., B.. B.., B.. B.., B.. T.., C.. Ç.., C.. T.., C.. B.., C.. K.., D.. C.., D.. S.., E.. A.., E.. B.., E.. S.., E.. B.., F.. D.., F.. M.., G.. K.., H.. K.., H.. Y.., H.. C.., H.. H.., H.. H.., İ.. Ö.., İ.. B.., İ.. O.., K.. S.., K.. K.., K.. P.., K.. A.., L.. S.., M.. H.., M.. İ.., M.. V.., M.. O.., M.. Y.., M.. Ö.., M.. G.., M.. K.., M.. T.., M.. Ö.., M.. Ö.., M.. E.., N.. B.., N.. A.., N.. K.., Ö.. K.., R.. G.., S.. B.., S.. K.., S.. B.., S.. P.., S.. T.., Ş.. S.., T.. B.., T.. G.., T.. Ç.., T.. A.., U.. U.., Y.. B.., Y.. O.., Y.. T.., Z.. G.., A.. K.., A.. D.., A.. E.., A.. H.., A.. K.., A.. Ü.., A.. D.., A.. Ü.., A.. T.., A.. T.., A.. A.., A.. Ö.., A.. Ü.., A.. Ö.., A.. S.., A.. G.., A.. G.., A.. K.., A.. Ü.., A.. T.., A.. Y.., B.. K.., B.. M.., B.. T.., B.. D.., B.. K.., B.. A.., B.. G.., B.. K.., B.. O.., C.. G.., C.. E.., C.. H.., Ç.. C.., D.. Ç.., D.. G.., D.. Ö.., D.. R.., D.. T..,
D.. Ç.., E.. K.., E.. G.., E.. K.., E.. K.., E.. İ.., E.. A.., E.. B.., E.. Ü.., E.. A.., E.. A.., E.. K.., E.. Ş.., E.. U.., F.. Y.., F.. U.., F.. Y.., F.. G.., G.. K.., G.. Y.., G.. Ç.., H.. Ç.., H.. K.., H.. S.., H.. E.., H.. A.., H.. Ş.., H.. Ö.., H.. Ş.., H.. G.., H.. Ç.., H.. D.., H.. Ö.., H.. T.., İ.. K.., İ.. T.., İ.. T.., K.. A.., K.. D.., K.. Y.., K.. B.., K.. E.., L.. Ç.., M.. A.., M.. K.., M.. Ç.., M.. O.., M.. D.., M.. E.., M.. E.., M.. Ç.., M.. K.., M.. E.., M.. Ö.., M.. A.., M.. U.., M.. Y.., M.. Y.., M.. S.., M.. D.., M.. A.., M.. Ö.., M.. S.., M.. Ü.., M.. Ç.., M.. P.., M.. B.., M.. İ.., M.. K.., N.. E.., N.. İ.., N.. S.., N.. S.., N.. K.., N.. G.., N.. Ü.., O.. U.., O.. B.., O.. G.., O.. K.., Ö.. K.., Ö.. Ç.., R.. O.., R.. G.., R.. A.., R.. D.., R.. Y.., R.. T.., R.. U.., S.. K.., S.. T.., S.. A.., S.. K.., Ş.. Y.., Ş.. B.., T.. D.., T.. Ç.., T.. E.., T.. Y.., T.. K.., U.. A.., Ü.. M.., Ü.. Ö.., Y.. E.., Y.. K.., Y.. A.., Y.. K.., Y.. Y.., Y.. G.., Z.. İ.., B.. M.., A.. Ş.., A.. K.., B.. T.., E.. Ö.., E.. A.., L.. E.., L.. U.., M.. K.., O.. T.., Ö.. T.., S.. B.. ve H.. B.. hakkında kurulan hükme yönelik temyize gelince;
İmza bloğunda sanık S.. B..’in adının bulunduğu “Bilgi Notu” başlıklı, “Teklif” konulu, 27 Aralık 2002 tarihli belge içeriğine göre, sanık R.. T..’ın; bürokrat, yerel yönetici, medya mensubu gibi gözetim altına alınacak hassas şahısların Yassıada ve İmralı Ada’ya transfer edilerek, gözetim süresince bahse konu adalarda tutulmasına ilişkin detaylı planlamaların yapıldığı çalışmalara katıldığının,
“Ankara Bölgesi Müzahir Subay-Astsubay” listesinde adı yer alan sanık A.. Ş..’in, Suga Harekat Planı kapsamında “Bilgi Notu” başlıklı, “Sıkıyönetim İlanı” konulu Ocak 2003 tarihli belgeyi hazırladığının,
“Çarşaf” ve “Sakal” eylem planlarına esas teşkil eden tedhiş eylemlerinde, en uygun camilerin belirlenebilmesi için oluşturulan ekipler tarafından keşif ve gözlem faaliyetleri yapıldığı, “Görevlendirme Çizelgesi” başlıklı çizelgeye göre Eyüp Camii ekip lideri olan sanık H.. S..’ın emrinde bulunan sanıklar N.. İ.. ve M.. K.. tarafından da anılan camiye ilişkin olarak keşif ve gözlem yapıldığının dosya kapsamından anlaşılması karşısında,
Amaç suç istikametindeki faaliyetlerin içerisinde bulundukları tespit edilen sanıklar R.. T.., A.. Ş.. ve H.. S..’ın yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiş, adı geçen sanıklar hakkında tebliğnamedeki bozma düşüncesine bu nedenle iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında yasadışı bir oluşum meydana getirerek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırma veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme amacına yönelik olarak cebir içeren elverişli eylemleri gerçekleştirdikleri, sanıkların sübutu kabul olunan eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki yapısal bağlılık ve bütünlüğüne nazaran amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğu belirlenip, kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, sanık H.. B..’ün ise suç delillerini gizleme suçunu işlediği kabul olunmuş, bir kısım sanıklar hakkında cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosya kapsamına göre verilen hükümde aşağıdaki hususlar dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar ve müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında bir kısım sanıklar müdafilerinin ileri sürdükleri yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Yüklenen suçun niteliği ve dosya kapsamına göre suçtan doğrudan zarar görmeyen A.. D.., H.. T.., R.. K.., A.. K.., A.. K.., M.. G.., Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği ile Hukukçular Derneğinin davaya katılmalarına karar verilerek lehlerine vekalet ücreti tayin edilmesi,
2- Sanık B.. D..’in baba ve koca olmadığı gözetilmeden, 4721 sayılı Medeni Kanunun 471. maddesi nazara alınarak 765 sayılı TCK’nın 33. maddesi uyarınca hapis halinin sona erdirilmesine kadar babalık ve kocalık sıfatının verdiği hakları kullanmaktan mahrumiyetine karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup hükmün bu nedenlerle BOZULMASINA, bu hususların yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan,
a- Hükmün, katılanlar lehine vekalet ücreti verilmesine ilişkin 13. bendinin karardan çıkartılmasına,
b- Hüküm fıkrasının “babalık ve kocalık sıfatının verdiği hakları kullanmaya” ilişkin 8. bendinin 6. paragrafındaki “ayrıca bu süre boyunca” ibaresinden sonra gelmek üzere “Sanık B.. D.. dışında kalan diğer sanıkların” ibaresinin eklenmesi suretiyle bir kısım sanıklar yönünden re’sen de temyize tabi olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
III-a) Sanıklar B.. S.., H.. G.., L.. G.., A.. T.., A.. Ç.., A.. S.., A.. C.., B.. E.., B.. K.., B.. G.., B.. G.., C.. B.., C.. C.., C.. S.., D.. K.., D.. K.., E.. K.., E.. K.., F.. A.., F.. Ç.., F.. P.., G.. G.., H.. A.., H.. Y.., H.. P.., H.. Ö.., H.. A.., H.. D.., H.. N.., İ.. Ö.., İ.. N.., K.. D.., M.. Ş.., M.. G.., M.. Ü.., M.. A.., M.. H.., M.. Y.., N.. K.., N.. U.., N.. Ö.., O.. G.., R.. T.., S.. Y.., S.. Y.., S.. G.., S.. C.., T.. E.., V.. T.., Y.. D.., Y.. E.., Y.. G.., Z.. K.., A.. Ş.., A.. T.., G.. Ü.., K.. E.., L.. E.., M.. C.., N.. I.., R.. E.., S.. D.. ve T.. G.. hakkında kurulan hükme ilişkin incelemede;
Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden personel olarak nitelendirilen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listelerinde yer alıp, yasadışı oluşumdaki konumları itibariyle dahil oldukları ittifakın mahiyetini bilecek durumda olan ve fakat ittifakın amacı istikametindeki faaliyetlerin içerisinde bulunduklarına dair her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemeyen sanıkların,
yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere; sübut bulan eylemlerinin amaç suçun işlenmesine yönelik ittifak suçu kapsamında kaldığı, suç için gerçekleştirilen ittifakın dosya kapsamına göre soruşturmanın başlangıcına kadar temadi ettiğinin kabulünün de mümkün olmadığı nazara alındığında, soruşturma başlamadan önce ittifaktan çekilmiş olarak kabul edilmesi gereken sanıklar hakkında lehe olan 5237 sayılı TCK’nın 316/2. ve CMK’nın 223/4-a maddeleri gereğince “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerekirken, suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
III-b) Sanıklar A.. D.., A.. A.., H.. H.., A.. B.., A.. D.., A.. T.., B.. A.., C.. E.., D.. U.., G.. Ç.., G.. S.., H.. I.., H.. P.., İ.. Y.., İ.. K.., Ş.. D.., T.. Ö.., T.. K.., A.. C.., C.. U.., C.. T.., K.. Y.., M.. D.., Ö.. Y.. ve T.. D.. hakkında kurulan hükme ilişkin yapılan temyiz incelemesinde;
Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında düzenlenen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesi dışında, görevlendirme veya değerlendirme içeren diğer listelerde adları bulunan sanıkların; bir kısmına amaç suç kapsamında görev tevdii edildiğine; bir kısmının kendileri için belirlenen görevlerle ilgili çalışma yaptıklarına; tevdii edilen görevleri yerine getirdiği anlaşılan bir kısmının ise faaliyetlerinin bu amaç suç kapsamında olduğunu bildiklerine dair her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması ve ayrıca eylemlerinin başka bir suç da oluşturmaması karşısında beraatleri yerine yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanıklar ve müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında sanıklar müdafilerinin ileri sürdükleri temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, bir kısım sanıklar yönünden re’sen de temyize tabi olan hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozmanın niteliğine göre tutuklama kararlarının kaldırılarak tutuklu olan sanıkların TAHLİYELERİNE, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü değillerse salıverilmeleri için yazı yazılmasına, tutuklama amacıyla yakalama kararı çıkartılan sanıklar hakkındaki YAKALAMA EMİRLERİNİN GERİ ALINMASINA, 09.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TEFHİM ŞERHİ:
09.10.2013 Tarihinde verilen iş bu karar, Yargıtay Cumhuriyet savcısı Z..A..’ün huzurunda, bir kısım sanıklar müdafiileri Av.M..U.., Av. M.. M.., Av. Z.. A.., Av. N.. Ç.., Av. K.. G.., Av. Ş.. Y.., Av. M.. I.., Av. A.. A.., Av. O.. O.., Av. T.. S.., Av. H.. E.., Av. N.. K.., Av. H.. K.., Av. G.. Y.., Av. K.. G.., Av. M.. K.., Av. S.. S.., Av. A.. A.., Av. S.. A.., Av. Ş.. E.., Av. Z.. K.., Av. E.. T.., Av. İ.. Ş.., Av. H.. T.., Av. Serhat Zenginpedük, Av. A.. K.., Av. B.. O.., Av. A.. K.., Av. B.. H.., Av. Kürşat Veli Eren, Av. H.. P.., Av. B.. A.., Av. E.. K.., Av. G.. D.., Av. R.. U.., Av. L.. Ö.., Av. V.. K.., Av. C.. E.., Av. G.. B.., Av. Levent Türkoğlu, Av. S.. Ş.., Av. A.. A.., Av. A.. Ü.., Av. İ.. T.., Av. D.. E.., Av. K.. S.., Av. M.. E.., Av. N.. Ç.., Av. K.. A.., Av. Y.. A.., Av. A.. S.., Av. A.. H.., Av. M.. Y.., Av. H.. E.., Av. İ.. S.., Av. C.. Ç.., Av. B.. C.., Av. F.. K.., Av. A.. U.., Av. Ç.. Y.., Av. G.. Y.., Av. A.. E..G..’nün yüzlerine karşı 09.10.2013 tarihinde usulen ve açık olarak tefhim olundu.

İİK 357 YE MUHALEFET- TASFİYE MEMURU KAMU GÖREVLİSİ OLMASI NEDENİYLE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA- TAKİPSİZLİK KARARI

T.C
YARGITAY
5. Ceza Dairesi         

ESAS:2020/1517
KARAR: 2020/11163 

“İçtihat Metni”

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa muhalefet suçundan şüpheli … hakkında yapılan soruşturma evresi sonunda …Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 19/04/2019 tarihli ve 2019/177 soruşturma, 2019/3094 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik yapılan itirazın reddine ilişkin merci …1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/06/2019 tarihli ve 2019/2016 Değişik iş sayılı Kararının;

Dosya kapsamına göre, şüpheli … hakkında kendisine yapılan tebligatlara cevap vermediğinden bahisle müşteki vekilinin şikayeti üzerine 2004 sayılı Kanuna muhalefet etmek suçundan başlatılan soruşturma sonucunda, şikayete konu olayın anılan Kanun hükümleri çerçevesinde İcra Mahkemesinin görevi kapsamında kaldığı, müsnet suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle şüpheli hakkında …Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, verilen karara yönelik itiraz üzerine, her ne kadar merci …1. Sulh Ceza Hâkimliğince “… atılı suça ilişkin deliller toplandıktan sonra kamu görevlisi olan tasfiye memuru hakkında  İİK 357. madde delaletiyle TCK’nun 257.maddesi yönünden şüphelinin hukuki durumunun Cumhuriyet Savcılığınca tekrardan takdiri gerektiği değerlendirilmiş olup itirazın bu yönü ile kabulü ile kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararın kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir…” şeklinde gerekçe ile itirazın kabulüne karar verilmiş ise de, anılan kararın hüküm kısmında itirazın reddine dair karar verildiğinin anlaşılması karşısında, merci mahkemesince hüküm kısmında itirazın kabulüne dair karar verilmesi gerekirken kısa kararda ve gerekçe kısmında itirazın değerlendirilmesine ilişkin farklı gerekçelerle çelişki oluşturulacak şekilde karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 03/10/2019 gün ve 94660652-105-64-12625-2019-Kyb sayılı Kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay C.Başsavcılığından tebliğname ve Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin görevsizlik kararı ile Daireye ihbar ve dava evrakı ile birlikte gönderilmekle gereği düşünüldü:

Kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname münderecatı yerinde görüldüğünden talebin kabulü ile …1. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen 19/06/2019 tarihli ve 2019/2016 Değişik iş sayılı Kararın CMK’nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine nazaran müteakip işlemlerin mercince yapılmasına, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİNE 01/06/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

TİCARİ İŞLETME OLAN AKARYAKIT İSTASYONUNDAN AYRI VE MÜSTAKİL BİR EKONOMİK DEĞERE SAHİP OLDUĞU VE TEK BAŞINA DEVRİNİN MÜMKÜN BULUNDUĞU SONUCUNA VARILIRSA HACZEDİLEBİLECEĞİNİN KABULÜ GEREKTİĞİ

T.C.
YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/11364
KARAR: 2017/2436
TARİH: 22.2.2017

ÖZET : Dava, haczin kaldırılması istemine ilişkindir. Alacaklının talebi üzerine, icra müdürlüğünce borçlu şirkete ait işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının haczine karar verildiği, borçlunun ise haczin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır. İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenmekle birlikte maddi hukuk kurallarına göre bir kısım mal ve hakların da haczi mümkün değildir. Buna göre, maddi hukuka göre başkasına devri yasak olan mal ve haklar haciz de edilemez. Yine bir mal veya hakkın haczedilebilmesi için, tek başına ekonomik bir değer ifade etmesi ve bu değerin hukuksal dayanağının bulunması zorunludur. Mahkemece, şikayetin mahiyeti dikkate alınarak öncelikle duruşma açılıp, taraf teşkili sağlandıktan sonra, tarafların iddia ve delilleri toplanmalı, özellikle de ilgili kurum ve kuruluşlara yazı yazılarak, gayrisıhhi müessese ruhsatının hukuki niteliği, akaryakıt istasyonu yapısından ayrı olarak tek başına ekonomik değere sahip olup olmadığı, yine tek olarak ve akaryakıt istasyonundan ayrı devrinin mümkün bulunup bulunmadığı sorulmalı ve ayrıca bu konuya dair mevzuatta irdelenerek, şayet gayrisıhhi müessese ruhsatının, bir ticari işletme olan akaryakıt istasyonundan ayrı ve müstakil bir ekonomik değere sahip olduğu ve tek başına devrinin mümkün bulunduğu sonucuna varılırsa haczedilebileceği, aksi takdirde haczinin mümkün olmadığı kabul edilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklının talebi üzerine, icra müdürlüğünce 24.12.2012 tarihinde borçlu şirkete ait işyeri açma ve çalıştırma ruhsatının haczine karar verildiği, borçlunun ise haczin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır.

İİK’nun 85.maddesi uyarınca, borçlunun kendi yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmazlarından, alacak ve haklarından borcu karşılayacak kadarı haczolunur. Kural olarak borçlunun her türlü mal ve hakkı haczedilebilir. Hangi malların kısmen veya tamamen haczedilemeyeceği, İcra ve İflas Kanunu’nda tahdidi olarak sayılmış olup, bu sayılanların dışında olup da; her hangi bir özel kanunla haczedilemeyeceğine dair bir düzenleme bulunmayan borçluya ait bütün mal ve hakların haczi kabildir.

Ancak İcra ve İflas Kanunu’nda düzenlenmekle birlikte maddi hukuk kurallarına göre bir kısım mal ve hakların da haczi mümkün değildir. Buna göre, maddi hukuka göre başkasına devri yasak olan mal ve haklar haciz de edilemez. Yine bir mal veya hakkın haczedilebilmesi için, tek başına ekonomik bir değer ifade etmesi ve bu değerin hukuksal dayanağının bulunması zorunludur (Hukuk Genel Kurulu’nun, 06.12.2006 tarih, 2006/12-765 esas, 2006/765 karar sayılı kararı).

10.08.2005 tarih ve 225902 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanan İçişleri Bakanlığı İşyeri Açma ve Çalıştırma Ruhsatlarına İlişkin Yönetmeliğinin “İkinci ve üçüncü sınıf gayrisıhhi müesseseler” başlıklı 23. maddesinde; “İkinci ve üçüncü sınıf gayrisıhhi müessese açmak isteyen gerçek ve tüzel kişiler; işin özelliğine göre bu maddenin ikinci fıkrasında belirtilen kriterlere uygun olarak işyerini düzenledikten sonra bu Yönetmeliğin eki Örnek 2’de yer alan başvuru formunu doldurarak yetkili idareye ibraz eder. Yetkili idareler, ikinci ve üçüncü sınıf gayrisıhhi müesseseler için yapılacak beyan ve incelemelerde; insan sağlığına zarar verilmemesi, çevre kirliliğine yol açılmaması, yangın, patlama, genel güvenlik, iş güvenliği, işçi sağlığı, trafik ve karayolları, imar, kat mülkiyeti ve doğanın korunması ile ilgili düzenlemeleri esas alır. Başvurunun öngörülen kriterlere uygun olarak doldurulduğunun tespiti halinde, başkaca bir işleme gerek kalmaksızın işyeri açma ve çalışma ruhsatı beş gün içinde düzenlenerek ilgiliye verilir. İlgili, bu belgeye dayanarak işyeri açabilir. Beyana göre tanzim edilen ruhsat müktesep hak doğurmaz. İkinci ve üçüncü sınıf işyeri açma ve çalışma ruhsatı verilen işyerleri, yetkili idare tarafından bir ay içinde kontrol edilir. Bu süre içinde kontrol edilmemesi halinde, ilgili, çalışma ruhsatı almış sayılır ve kontrol görevini süresinde yerine getirmeyen kamu görevlileri hakkında yetkili idareler tarafından yasal hükümler uygulanır. Ruhsat verilmesini takiben yapılacak kontrol ve denetimlerde, ikinci fıkrada belirtilen kriterlere aykırı beyan ve durumun tespiti halinde, işyerine bir defaya mahsus olmak üzere onbeş günlük süre verilir. Verilen süre içinde noksanlık ve aykırılıklar giderilmediği takdirde verilmiş olan ruhsat, yetkili idare tarafından iptal edilerek işyeri kapatılır ve ilgililer hakkında ruhsat vermeye yetkili idareler tarafından ayrıca yasal işlem yapılır. İkinci sınıf gayrisıhhi müesseselerden yakıcı, parlayıcı, patlayıcı ve tehlikeli maddelerle çalışılan işlerle oksijen LPG dolum ve depoları, bunlara ait dağıtım merkezleri, perakende satış yerleri, akaryakıt ile sıvılaştırılmış petrol gazı, sıvılaştırılmış doğal gaz ve sıkıştırılmış doğal gaz istasyonları ve benzeri yerlere müsaade verilmezden evvel civarında ikamet edenlerin sıhhat ve istirahatleri üzerine gerek tesisatları ve gerekse vaziyetleri itibarıyla bir zarar vermeyeceğine kanaat oluşturulması için yetkili idarelerce inceleme yapılması zorunludur. Bu müesseselerin etrafında yetkili idareler tarafından belirlenecek mesafede sağlık koruma bandı bırakılması mecburidir. Söz konusu yerlerin üçüncü sınıf gayrisıhhi müessese olarak açılması durumunda sıhhi nezarete tabi tutulması yeterlidir” hükmüne yer verilmiştir.

Ruhsat değişikliğini gerektiren haller ise aynı yönetmeliğin 28. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; gayrisıhhi müesseselerde işletmenin faaliyet alanının değişmesi durumunda yeniden ruhsat alınması zorunluluğu getirilmiştir. Sahibinin değişmesi durumunda dosyadaki mevcut bilgi ve belgeler esas alınmak suretiyle yeni malik adına ruhsat düzenlenir. Gayrisıhhi müesseselerin yeniden sınıflandırılması veya tesiste yapılan bir değişiklikle neticesinde bir alt sınıfa geçen tesislerin yeniden ruhsat alması gerekmez. Ancak gayrisıhhi müesseselerin yeniden sınıflandırılmasında yapılan değişiklikler neticesinde üst sınıfa geçmiş olan tesislerin bir yıl içinde yeni sınıfa göre açılma ruhsatı alması zorunludur.

Bu durumda, mahkemece, şikayetin mahiyeti dikkate alınarak öncelikle duruşma açılıp, taraf teşkili sağlandıktan sonra, tarafların iddia ve delilleri toplanmalı, özellikle de ilgili kurum ve kuruluşlara yazı yazılarak, gayrisıhhi müessese ruhsatının hukuki niteliği, akaryakıt istasyonu yapısından ayrı olarak tek başına ekonomik değere sahip olup olmadığı, yine tek olarak ve akaryakıt istasyonundan ayrı devrinin mümkün bulunup bulunmadığı sorulmalı ve ayrıca bu konuya dair mevzuatta irdelenerek, şayet gayrisıhhi müessese ruhsatının, bir ticari işletme olan akaryakıt istasyonundan ayrı ve müstakil bir ekonomik değere sahip olduğu ve tek başına devrinin mümkün bulunduğu sonucuna varılırsa haczedilebileceği, aksi takdirde haczinin mümkün olmadığı kabul edilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, bu husus gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

REHİN ALACAKLISININ SATIŞA MUVAFAKAT ETMEDİĞİ GEREKÇESİ İLE SATIŞ TALEBİNİN REDDİ YÖNÜNDE İŞLEM TESİSİNİN MÜMKÜN OLMADIĞI

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/708

KARAR:2016/14104

“İçtihat Metni”

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu aleyhine genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız takipte, alacaklının talebi ile icra müdürlüğünce, hacizli olan … plakalı aracın kaydında lehine rehin şerhi bulunan …’na İİK’nun 100. maddesi uyarınca müzekkere gönderildiği, … cevabında, 77.000 TL kefaletten dolayı rehin şerhinin devam ettiğini, araç satışına muvafakati olmadığını bildirdiği, alacaklının satış talebi üzerine, icra müdürlüğünce, rehin alacaklısının satışa muvafakat etmediği gerekçesi ile satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının icra mahkemesine şikayet yolu ile başvurarak, satış talebinin reddine ilişkin memurluk işleminin iptalini talep ettiği, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Rehin hakkı; bir alacağı temine yarayan, başkasına ait menkul mal veya hak üzerinde tesis edilen sınırlı bir ayni hak olup, alacaklıya, borçlulardan alacağını alamaması halinde, rehinli malın satış bedelinden alacağını tahsil yetkisi veren bir haktır. Rehin hakkı, sahibine, satışa muvafakat etmeme hakkı tanımaz. İhale bedelinin, rüçhanlı alacağı karşılayıp karşılayamayacağı satış sonucunda belli olacağından, icra müdürlüğünce belirtilen nedenle satış talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE BEYİN KANAMASI SONUCU ÖLÜM- İŞ KAZASI

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2016/5106
KARAR NO : 2016/14745

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bakırköy 21. İş Mahkemesi
TARİHİ : 01/10/2015
NUMARASI : 2013/502-2015/419
DAVACILAR : S. K. vs. Vek. Av.
DAVALI :1-…..Fabrikaları San. Tic. A.Ş. Vek.
2-….. Koruma Ve Güvenlik Hizmetleri Ltd Şti

Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle, davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davacılar vekilince istenilmesi ve de duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 06/12/2016 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalılardan İstanbul Asfalt Fabrikaları San. Tic. A.Ş vekili Avukat Yakup Çolak geldi. Davacılar ile diğer davalı adına gelen olmadı. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi Mehmet Fatih Kapusuzoğlu tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

K A R A R

Dava, sigortalının iş kazası sonucunda vefatı nedeniyle yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, olayın %100 kaçınılmazlıktan kaynaklandığı, işverenin kusursuz olduğundan bahisle davanın reddine verilmiştir.

Dosya kapsamından murisin beyin kanaması nedeniyle vefat ettiği, olayın iş kazası olduğunun tespitine dair mahkeme ilamının onanarak kesinleştiği, dosya kapsamında aralarında operatör doktor bir hekimin de bulunduğu heyetten kusur raporu alındığı, bu raporda beyin kanamasının meydana gelişinde %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu konusunda görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.

Kaçınılmazlık; hukuksal ve teknik anlamda; fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder. Olayın önlenemezliği hususunu açmak gerekirse; buradaki önlenemezlik olayla ilgili değildir. Önlenemezlik unsuru, tamamen davranış normu ve borca aykırılıkla ilgili olup alınabilinecek tüm tedbirler alınmış olunsa dahi bir davranış normunun veya sözleşmeden doğan bir borcun ihlalinin ifadesidir. Yani olay önlenemez olmasına rağmen bir davranış kuralına yada sözleşmeden doğan borca aykırılık önlenebiliyorsa artık kaçınılmazlıktan söz etme imkanı yoktur.

Bu açıklamalardan olarak somut olayda her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi kusur raporunda beyin kanaması neticesinde ölüm sonucunun ortaya çıkmasında %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüşe katılmak mümkün değildir.

Yapılacak iş, murisin vefatından önceki döneme ve vefatına ilişkin tüm tıbbi belgeler dosyaya celp edildikten sonra aralarında bir nörologun da bulunduğu iş güvenliği uzmanlarından oluşan heyetten beyin kanamasının oluşmasında işyeri koşullarının etkili olup olmadığı, sigortalının kendi bünyesinden kaynaklanan nedenlerin ne kadar etkili olduğu konusunu da kapsayacak şekilde kusur raporu almak ve oluşacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, sair yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine 06/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
Mesut BALCI
Üye
H. KARA
Üye
B. SONER
Üye
B. AYDOĞAN
Üye
A. YENER
C.C

BONODA MALEN KAYDI YERİNE EV İÇİNDİR İBARESİNİN BULUNMASI- KAMBİYO SENEDİ VASFI

T.C.
Yargıtay
12. Hukuk Dairesi

Esas No:2012/26295
Karar No:2013/4039
K. Tarihi:14.02.2013

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi  tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu, alacaklı tarafından aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 5 günlük yasal süre içerisinde icra mahkemesine başvurarak, senedin teminat senedi olduğu kambiyo vasfında olmadığını ileri sürerek icra takibinin iptalini talep etmiştir.

Mahkemece; takip dayanağı olan bonoda ”ev içindir” ibaresinin yazılı olması nedeniyle alacağın tahsilinin yargılamayı gerektirdiği” gerekçesiyle davacının borca itirazının kabulü ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan ilişki “kambiyo ilişkisi” ismiyle anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu “kambiyo taahhüdü”nde bulunmuş olur. Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl/temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.

Bu genel açıklamadan sonra hemen belirtmek gerekirki; bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedidir. Bu nedenle bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır (TTK.m. 691/1).

Bonoda şekil şartları TTK’nun 688.maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” yada “emre muharrer senet” ibaresi, kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden yada malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir.

Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı“dır. Yinelemek gerekirse “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, mücerret bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının, varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştır (HGK 2003/19-781 E, 2003/768 K. ). Bonoda ki ”ev içindir” ibaresi malen kaydı gibi bir bedel kaydıdır.

Bu durumda senette “ev içindir” ibaresinin bulunması, T.T.K.’nun 688. maddesi uyarınca, bono niteliğini etkilemeyeceğinden takip dayanağı bono yasal unsurları içeren kambiyo senedi vasfındadır. Borçlu itirazının reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/02/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KREDİ BORCUNUN ÜÇÜNCÜ ŞAHIS TARAFINDAN KAPATILMASI- ALACAKLININ ZARARA UĞRATILMASI MAKSADIYLA MEVCUT EKSİLTME KASTI

T.C.
YARGITAY
19. Ceza Dairesi

TÜRK MİLLETİ ADINA
YARGITAY KARARI

Esas No : 2015/23652
Karar No : 2018/3558
Tebliğname No : IC – 2014/228155
İNCELENEN KARARIN;
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. İcra Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 18/04/2014
NUMARASI : 2014/43 (E) ve 2014/167 (K)
SANIK : Kerem Ö.
ŞİKAYETÇİ : T….Bankası A.Ş.
SUÇ : 2004 Sayılı Kanuna Aykırılık
SUÇ TARİHİ : 06/03/2013
HÜKÜM : Mahkumiyet
TEMYİZ EDEN : Sanık Müdafii
TEBLİĞNAMEDEKİ DÜŞÜNCE : Bozma

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun süresi, kararın niteliği ve suç tarihine göre dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak,
Sanık müdafii tarafından temyiz aşamasında sunulan dilekçe içeriğine göre 24/01/2014 tarihinde alacaklı bankaya suça konu taşınmazı devralan Ş.K. tarafından ödeme yapılarak sanığın tüm kredi borcunun kapatıldığının beyan edilmesi ve yapılan ödemelere ilişkin makbuzların dosyaya sunulması karşısında, takip dosyasındaki borç miktarı da dikkate alınarak sanığa nakit olarak ödenen paraların ve kredi borcunun akıbeti araştırılarak borcun ödenmemesinin alacaklıdan mal kaçırmak kastıyla olup olmadığı tartışılmak suretiyle sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu,
Kabule göre,
1-02.12.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 253. maddesinde değişiklik yapılarak madde içeriğinden “etkin pişmanlık hükümlerine yer verilen suçlar ile” ibaresinin çıkarılması nedeniyle özel bir etkin pişmanlık hükmü olan 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesinin aynı Kanun’un 331/1. maddesinde düzenlenen suç yönünden uzlaştırma kurumunun uygulanmasına engel teşkil etmemesi, suçun işlenmesinden sonra fail ile mağdur arasındaki çekişmeyi bir uzlaştırmacının girişimiyle kısa zamanda tarafların özgür iradeleriyle ve adli merciler daha fazla meşgul edilmeden sonuçlandırmayı amaçlayan uzlaştırmanın soruşturma ve kovuşturmalarda mutlaka öncelikle uygulanması zorunlu bir maddi ceza ve ceza muhakemesi hukuku kurumu olması ve İcra ve İflas Kanunu’nun 354. maddesinin yerine geçip anılan maddenin uygulanmasını ortadan kaldırmaması karşısında, sanık hakkında 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesiyle değişik CMK’nın 253, 254. maddelerinin uygulanması zorunluluğu,
2-Suça konu taşınmazın 06/03/2013 tarihinde devrolunması karşısında karar başlığında suç tarihinin 22/01/2014 olarak hatalı gösterilmesi, Bozmayı gerektirmiş ve sanık müdafiinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden HÜKMÜN 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca, BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 28/03/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
R. ÖZKEPİR
Üye
M. S. GÜNEY
Üye
S. ESEN
Üye
E. İSHAKOĞLU
Üye
M. BÖREKÇİ

Karşılaştırıldı: E.S

KUSUR ORANLARININ BELİRLENMESİ TEKNİK DEĞİL HUKUKİ BİR KONU OLDUĞU

TC.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2018/6414
KARAR: 2020/4591

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; davalıya zorunlu mali sorumluluk sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin yaralandığını ve malul kaldığını açıklayıp 48.140,00 TL’nin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, bozma ilamı, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre meydana gelen kazada davacının tam kusurlu olduğu, davalıya atfedilecek kusur bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan cismani zarara dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalıya sigortalı araç sürücüsünün meydana gelen kazada tam kusurlu olduğunu açıklayıp maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

Mahkemece kusur konusunda alınan raporda; davacının, kavşağa geldiği sırada trafiğin sıkışık olduğu ve arkasından gelen aracın (davalıya sigortalı) kendisinin sol ayağına çarptığını beyan etse de; davacı motosiklet sürücüsünün oğlunu da motosikletin önüne alarak seyrettiği meskun mahal, orta refüjle bölünmüş, aydınlatmanın bulunduğu yolda alacakaranlık vakitte, görgü tespit tutanağında kaza yeri olarak işaretlenen yere ve davalıya sigortalı aracın hasarlı kısımlarına göre davacının beyanının kazanın oluşumuna uygun düşmediği görüşüne varılarak, davacının seyir halinde olduğu sağ şeritten sol şeride yönelmeden evvel sol yakın gerisinden sol şeridi takiben doğru seyretmekte olan davalıya sigortalı aracı hızı ve konumuyla kendi yönetimindeki motosikletin arasındaki mesafeyi iyice kontrol etmeden geçmenin yasak olduğu yaya geçidinde şerit ihlali yaparak çarpması ile gerçekleşen kazada davacının %100 kusurlu olduğu, davalının sürücüsünün sol şerit üzerinde düz seyrederken sağ arka kapı kısmında çarpıldığı kazada kusursuz olduğu belirtilmiş, mahkemece rapor esas alınarak karar verilmiştir.

BK.53.(TBK.74) maddesinde haksız eylemin “kusur” öğesi konusunda hukuk hakimine tanınan yetkiler iki bölüm olup, birincisi “kusur bulunup bulunmadığına”, öteki “kusurun derecesini ve zararın tutarını belirlemeye” ilişkindir. Maddenin ilk cümlesine göre “kusurun varlığını” araştırmada yetkileri sınırlı olan hukuk hakimi, maddenin ikinci cümlesine göre “kusurun derecesini ve zarar tutarını belirlemede” tam bağımsız kılınmıştır.

HMK 266 madde (HUMK 275 md.) hükmüne göre kusur oranlarının belirlenmesi teknik değil hukuki bir konudur. Elde edilen teknik bulgulara göre hakim bu oranı belirlemede ihlal edilen kuralları gözönüne almalıdır.

Haksız fiilden dolayı sorumlu olabilmek için kusurun bulunması şarttır.

Davalıya sigortalı aracın sürücüsü kollukta alınan ifadesinde; önü sıra gitmekte olan motosikletin(davacının) araçları sollayarak geçtiğini gördüğünü, motosikletin arkasında ayrıca bir çocuk olduğunu, kavşağa geldikleri sırada sol şeritten giderken yolun sağında bir halk otobüsünün yolcu almış ve hareket haline geçmiş olduğunu, kendisinin de otobüse yaklaşmadan önce motosikletliyi(davacıyı) geçtiğini, bu sırada tahminince motosiklet sürücüsünün otobüsün hareket etmesi ile otobüse çarpmamak için sola kırmış olacak ki kendisinin kullandığı aracın arka tekerine çarpmasını dikiz aynasından gördüğünü beyan etmiştir.

Davalının bu beyanları dikkate alındığında kazanın ani ve birden gelişen bir olay neticesinde gerçekleşmediği, davalıya sigortalı aracın sürücüsünün trafik akışı içerisindeki olayları gözlemleyebilme ve görebilme imkanı olduğu, trafiğin sıkıştığını ve davacının trafik akışı içindeki seyrini görme imkanı olduğu, ani ve birden gelişen bir olay olmaması karşısında davalının da kazanın gerçekleşmemesi için alabileceği önlemler olduğu anlaşılmaktadır.

Buna göre davalının da meskun mahal içinde ön ilerisinde görüş alanı içinde sağ şerit üzerinde sıkışan trafik sebebi ile daha dikkatli ve tedbirli davranması, gerektiğinde trafik sıkışıklığının düzelmesi için daha yavaşlaması, ön ilerisinde sıkışan trafik içindeki davacı motosikletliyi geçmek yerine yolun daha genişlediği uygun zamanı beklemesi, trafik emniyeti açısından kontrollü takiple seyretmesi gerekirken gerekli tedbirleri almayarak seyrine devam etmesi nedeni ile meydana gelen kazada kusurlu olduğu kanaati hasıl olmuştur.

Buna göre mahkemece kusur konusunda rapor aldırılmasına gerek bulunmayıp dosya kapsamında bulunan delillere göre, davalıya sigortalı araç sürücüsünün de kusurlu olduğu kabul edilerek davalının kusurunun derecesi mahkemece belirlenerek hasıl olacak sonuca göre işin esasına girilerek karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 09/07/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BANKA ÇALIŞANININ VEKALETNAMEYLE BAŞVURAN AVUKATA MÜVEKKİLİ İLE İLGİLİ BİLGİ VE BELGE VERMEMESİ GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU

T.C
YARGITAY
19. CEZA DAİRESİ
ESAS: 2018/3834
KARAR: 2019/8944

“İçtihat Metni”
Görevi kötüye kullanma suçundan şüpheliler … ve … haklarında yürütülen soruşturma evresi sonucunda Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 23/08/2017 tarihli ve 2017/9592 soruşturma, 2015/4820 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazın reddine dair mercii Edirne 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2017 tarihli ve 2017/4395 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı’nın 24/01/2018 gün ve 2017/12612 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01/02/2018 gün ve KYB. 2018/8399 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

5271 sayılı Kanun’un 160. maddesi uyarınca, Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlaması gerektiği, aynı Kanun’un 170/2. maddesi gereğince yapacağı değerlendirme sonucunda, toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturduğu kanısına ulaştığında iddianame düzenleyerek kamu davası açacağı, aksi halde ise anılan Kanun’un 172. maddesi gereği kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vereceği, buna karşın Cumhuriyet savcısının 5271 sayılı Kanun’un kendisine yüklediği soruşturma görevini yerine getirmediği, ortada kanuna uygun bir soruşturmanın bulunmadığı durumda, anılan Kanun’un 173/3. maddesindeki koşullar oluşmadığından, itirazı inceleyen merciin Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmasını sağlamak maksadıyla itirazın kabulüne karar verebileceği yönündeki açıklamalar karşısında,

Dosya kapsamına göre, müşteki vekilinin Ziraat Bankası Süloğlu Şubesinden belge talebinde bulunduğu, banka tarafından verilen cevabi yazıda vekilin yetkili kılındığı 22/01/2009 tarihli ve 507 yevmiye nolu genel vekaletnamede, Ziraat Bankası Şubelerinden belge talep etme ilgili yetki verilmediğinden bahisle olumsuz cevap verildiği, alınan olumsuz cevap üzerine müşteki vekilince banka görevlileri hakkında suç duyurunda bulunulduğu, Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma evresi sonucunda, taraflar arasındaki olayın hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğundan bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de; 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 2/3. maddesindeki “Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir.” hükmü karşısında, müşteki vekilinin bankadan talep ettiği belgelerin kendisine verilmesi gerektiği hususunun kanundan kaynaklanan bir zorunluluk olduğu, ancak banka görevlilerinin bu talebi yerine getirmeyerek görevlerinin gereklerine aykırı davrandıkları anlaşılmakla, Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen takipsizlik kararının usul ve yasaya aykırı olduğu, bu nedenle itirazın kabûlü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,

Gereği görüşülüp düşünüldü:

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlığın amacı:” 2. maddesi;
“(Değişik birinci fıkra : 2/5/2001 – 4667/2 md.) Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.

Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.

(Değişik ikinci fıkra: 2/5/2001 – 4667/2 md.) Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir.” hükmünü amirdir.

1136 sayılı Kanun’un 2. maddesinde değişiklik yapan 4667 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde; “Savunmanın yargının temel unsurlarından birisi olduğu düşüncesinden hareketle, avukatlık mesleğinin günümüz koşullarına göre en iyi şekilde yapılabilmesi için tasarıyla avukatlara görevlerini yerine getirmelerinde yardımcı olacak kuruluşlara açıklık getirilerek bu kuruluşlardan bilgi ve belge toplama yetkisi verilmektedir…” şeklinde, madde gerekçesinde ise; “Avukatlık Kanunu’nun 2. Maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “adli merciler ve diğer resmi daireler” ibaresi yerine bu kurum ve kuruluşlar genişletilerek, “kamu iktisadi teşebbüsleri, kamu kurum ve kuruluşları, özel ve kamuya ait bankalar ve diğer kurum ve kuruluşlar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmakla yükümlü” tutulmuşlardır. Adli merciler tabiri ise, yargı organları şeklinde değiştirilmiş ve emniyet makamları da madde kapsamına alınmış, ayrıca avukatlara belge toplayabilme yetkisi verilmiştir…” şeklinde, kanun koyucunun amacı, kimleri avukatlara bilgi ve belge vermekle yükümlü (zorunlu) kıldığı açıkça belirtilmiştir(https://www2.tbmm.gov.tr/d21/1/1-0422.pdf).

Kanun metninden ve gerekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere; madde metninde yazılı kurum ve kuruluşların (özel veya kamuya ait bankalar dahil olmak üzere) avukatların görevini yerine getirmesinde gerek duyacağı bilgi ve belgeleri incelemelerine sunmak zorunda olduğu, vekaletname ibrazı halinde ise avukatlara müvekkilleriyle ilgili bu belgelerden örnek vermek zorunda olacakları düzenlenmiştir.

Suç ve şikayet tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nin “Görevi kötüye kullanma” başlıklı 257. maddesi;

“(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükümlerini amirdir.

Buna göre; TCK’nin 257. maddesinde yazılı “görevi kötüye kullanma” suçunun faili; “kamu görevlisi”dir.

5237 sayılı TCK’nin 6/(1)-c. maddesinde kamu görevlisi;
“…c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi,… Anlaşılır.” şeklinde açıkça tanımlanmıştır.
Suçun hukuki konusu; kamu görevlileri tarafından üstlenilen ve toplum adına icra edilen kamu görevidir. Bu nedenle, görevi kötüye kullanma suçunun mağduru da toplumdur. Suçun maddi unsuru (fiil); maddenin 1. fıkrasında “görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olmak ya da kişilere haksız bir menfaat sağlamak”, 2. fıkrasında ise; “görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olmak ya da kişilere haksız bir menfaat sağlamak” olarak belirtilmiştir.

5271 sayılı CMK’nin “Kamu davasını açma görevi” başlıklı 170. maddesi;

“(1) Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir.

(2) Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler.

(5) İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür.”,

“Kamu davasını açmada takdir yetkisi” başlıklı 171. maddesi;
“(1) Cezayı kaldıran şahsî sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektiren koşulların ya da şahsî cezasızlık sebebinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebilir.

(2) 253 üncü maddenin ondokuzuncu fıkrası hükümleri saklı kalmak üzere, Cumhuriyet savcısı, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olup, üst sınırı bir yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı, yeterli şüphenin varlığına rağmen, kamu davasının açılmasının beş yıl süreyle ertelenmesine karar verebilir. Suçtan zarar gören, bu karara 173 üncü madde hükümlerine göre itiraz edebilir…”

“Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesi;

“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.

(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmedikçe ve bu hususta sulh ceza hâkimliğince bir karar verilmedikçe, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz…” hükümlerini amirdir.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 28.04.2009 tarihli, 2009/6-35 E., 2009/103 K. sayılı kararında ve pek çok emsal kararında da belirtildiği üzere;

“…Soruşturma evresinin asıl yetkilisi olan Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez ceza yargılamasının temel amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için soruşturmaya başlayacaktır. Ancak soruşturma sırasında maddi gerçeğe ulaşmak için nasıl bir yol izleyeceğine ve hangi kanıtların toplanması gerektiğine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Aslında suçların çeşitliliği ve toplumsal yaşamın karmaşıklığı göz önüne alındığında böyle bir düzenlemenin çok da isabetli olmayacağı kuşkusuzdur. Cumhuriyet savcısının maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına yönelik olarak hangi tür olaylarda hangi yolları takip edeceğine ilişkin mevzuatta bir açıklık bulunmamakla birlikte bu husus tamamen bilinmeyen bir konu da değildir. Daha önce karşılaşılan benzer olaylardaki hareket tarzı yoluyla kazanılan ve mesleki birikim olarak isimlendirilebilecek tecrübe, yargısal kararlar ve öğreti, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için Cumhuriyet savcısının yolunu aydınlatmaktadır…” şeklinde soruşturma aşamasında hangi delillerin toplanabileceği hususunun Cumhuriyet savcısı tarafından, her olayın özelliğine göre mesleki bilgi ve birikimi çerçevesinde belirleneceği, bu husustaki takdir yetkisinin hiçbir zaman ucu açık veya keyfi bir yetki olarak kullanılamayacağı anlatılmaktadır.

Yukarıda yazılı mevzuat, gerekçe metni ve emsal içtihat ışığında, kanun yararına konu somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde;

Şikayetçi (suçtan zarar gören) vekilinin dilekçesinde adı geçen banka ile arasındaki yazışmaların birer örneğini, vekaletname suretini şikayet dilekçesine eklediği ve banka ile arasında yaşanan olayları delilleriyle anlattığı, ancak Cumhuriyet savcısı tarafından; ileri sürülen iddiaların doğruluğuna dair yapılan yazışmaların aslı gibi bir örneğinin ve konu hakkında başvurana neden bilgi verilmediğine dair savunmanın ilgili bankadan istenmediği, şüphelilerin bu hususta ifadesinin alınmasına başvurulmadığı, şikayet tarihinden (22.08.2017) bir gün sonra (23.08.2017) “avukatın bankadan istediği belgelerin temini için Sulh Hukuk Mahkemesinde bir delil tespiti davası açabileceği, bu nedenle taraflar arasındaki olayın bir hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğu” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar verildiği görülmektedir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun, sadece avukatlar için değil, avukatlar dışında ilgili görülen tüm muhataplar için de (özel veya kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere) uymaları gereken kuralları düzenlediği, banka çalışanlarının, vekalaletname ile başvuran mirasçı vekiline vefat eden babasının sigorta evraklarını vermemesi eyleminin, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu iddiası ile haklarında TCK’nin 257. maddesinde düzenlenen “görevi kötüye kullanma” suçundan kamu davası açılması için dosyada toplanan başvuru evrakı ve bankanın yazı cevabının yeterli şüpheyi oluşturacak delil olarak nitelendirilmesi gerekeceği, şayet kamu davası açmak için bunlarla yetinilemeyeceği kanaati hasıl olursa, bu kez yazışma belgelerinin aslı gibi onaylı örneğinin ilgili bankadan istenebileceği ve memurların bu şekilde cevap vermelerini gerektiren bir mevzuat veya emir varsa bunun araştırılması için ifadelerinin alınabileceği, bunun dışında sırf “uyuşmazlığın hukuki ihtilaf olduğu” gibi subjektif ve maddi dayanağı olmayan bir gerekçeyle kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar verilemeyeceği, somut olayda şikayetin bir gün sonrasında hiçbir işlem yapmaksızın kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veren Cumhuriyet savcılığının şikayetçi tarafından sunulan delillerin hangi gerekçeyle atılı suçu oluşturduğuna dair yeterli bir şüphe oluşturmayacağından bahsetmediği, keza itirazı inceleyen merciin başvuranı veya toplumu tatmin eden bir gerekçe olmaksızın itirazın reddine karar verdiği anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu nedenle yerinde görüldüğünden, Edirne 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2017 tarihli ve 2017/4395 değişik iş sayılı kararının CMK’nin 309/4-a. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin, kararı veren mahkeme tarafından, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yerine getirilmesine, 27/05/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

AYIP NEDENİYLE TAŞINMAZ SATIŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİ, MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/13-664
KARAR NO : 2017/573

Y A R G I T A Y İ L A M I

Taraflar arasındaki “ayıp nedeniyle taşınmaz satış sözleşmesinin feshi, maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesince (kapatılan Üsküdar 2. Asliye Hukuk Mahkemesince) davanın reddine dair verilen 20.09.2012 gün ve 2011/110 E., 2012/365 K. sayılı karar davacı vekillerinin temyizi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 06.11.2013 gün ve 2013/15624 E., 2013/27427 K. sayılı kararı ile ile;

“… Davacı, davalının 39 nolu parseldeki dairesini 102.000,00 TL bedelle 30.06.2010’da kendisine sattığını, davalının zemin kattaki bu dairede yıllardan beri oturduğunu, herhangi bir rutubet ve su basmasının söz konusu olmadığını taahhüt etmesine rağmen duvarların yağmur suları yüzünden kabarmaya başladığını, mahkeme aracılığıyla yaptırdığı tespitte dairedeki ayıbın gizli ayıp olduğu, hasar ve zarar toplamının 25.000,00 TL olduğunun ortaya çıktığını, tespit sonucu alınan bilirkişi raporunun davalıya tebliğ edildiğini, ancak davalının rapora itirazda bulunmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 30.60.2010 tarihli gayrimenkul satış sözleşmesinin feshine, satış bedeli olan 102.000,00 TL’nın ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile iadesine, tespit raporunda belirlenen miktardan az olmamak üzere belli bir miktarın satış bedelinden tenziline, taşınmazın alım satımı nedeni ile ödediği emlak komisyonu, tapu giderleri, konut kredisi faizi, avukatlık ücreti, tedavi giderleri olmak üzere 5.000,00 TL maddi, uğradığı manevi zarara karşılık olmak üzere 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, dava konusu dairenin yarı bodrum kat olup, ana taşınmazın 35 yıl önce, yapıldığı yılın imar ve inşaat tekniğine göre inşa edildiğini, davacının daireyi emlakçı nezaretinde 3 kez gezdiğini, alıcıdan gizlenen hiçbir hususun bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle, binanın temel bohçalama yalıtımı ile drenaj kanalının yapılmamasından, gizli veya açık ayıptan davalının sorumlu olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davanın dayanağı, Borçlar Kanunu’nun 217. maddesi delaletiyle BK’nun 202. maddesidir. Buna göre, “Satıcının tekeffülü altındaki satılanın ayıbı anlaşıldığı zaman alıcı muhayyerdir; dilerse satılanı redde hazır olduğunu beyanla satımın feshedilmesini, dilerse, satılanı alıkoyup kıymetinin noksanı mukabilinde semenin tenzil olunmasını dava eder. Hakim, alıcının satılanı ret davası üzerine hal icabı satımın feshini muhik göstermiyorsa semenin tenzili ile iktifa edebilir. Kıymetinin noksanı satılanın semenine müsavi ise alıcı ancak satımın feshini talep edebilir.” denilmektedir. Açıklandığı üzere, ayıba karşı tekeffül hükümleri uyarınca alıcı, ayıbın anlaşıldığı zaman dilerse fesih hakkını kullanır, dilerse bedel indirimi isteyebilir.

Davaya konu dairenin gizli ayıplı olduğu gerek tespit raporu gerekse mahkemece yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporuyla sabit olduğuna göre mahkemece, davacının öncelikli talebi olan fesih isteminin değerlendirilerek hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olduğu…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava ayıp nedeniyle taşınmaz satım sözleşmesinden dönme, olmadığı takdirde bedelden indirim yapılması ile maddi ve manevi tazminat isteklerine ilişkindir.

Davacı vekili davalının Üsküdar’da bizzat kullandığı zemin kat daireyi 30.06.2010 tarihinde 102.000,00-TL bedel karşılığında müvekkili davacıya sattığını, meskenin 05.08.2010 tarihinde teslim edildiğini, müvekkilinin sözleşme öncesi görüşmeler sırasında davalıya dairede rutubet olup olmadığını sorduğunu, davalının uzun yıllar dairede bizzat oturduğunu, herhangi bir rutubet veya su basma olayının söz konusu olmadığını beyan ve taahhüt ettiğini, ancak ilk yağmurda daire duvarlarının yağmur sularından nem aldığını ve boyalarının kabardığını, müvekkilinin durumu davalıya bildirildiğini ancak davalının yapacak bir şey olmadığını söylediğini, bu durumun Üsküdar 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2010/1.1 D.İş dosyası ile tespit edildiğini, bilirkişinin hasar ve zararın gizli ayıptan kaynaklandığını; onarım bedelinin 25.000,00-TL, giderilme süresinin 2,5 ay olarak belirlendiğini beyanla 30.06.2010 tarihli satış sözleşmesinin feshi ile satış bedelinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte müvekkiline iadesine veya tespit dosyasında bilirkişinin belirlediği miktardan az olmamak üzere hakkaniyet ölçüleri dahilinde belirli miktarın satış bedelinden tenziline, maddi ve manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili müvekkilinin taşınmazda teyzesi, eşi ve iki çocuğu ile birlikte 2,5 yıl oturduğunu, bağımsız bölümün 35 yıl önceki inşaat şart ve tekniğine göre inşa edilmiş binanın yarı bodrum kat dairesi olduğunu, dairenin emlak komisyoncusu aracılığıyla satış arz edildiğini, alıcı davacının daireyi üç kez gezdiğini ve kendisinden hiçbir hususun gizlenmediğini, davacının satıştan bir gün önce daireyi boyatarak taşındığını, taşınmazın bodrum kat oluşu, dış duvarlarının toprakla temas etmesi, koruyucu drenaj ve duvar mantolamasının bulunmamasının gizli veya açık ayıp hükmünde değerlendirilemeyeceğini, alıcının bu konumdaki taşınmazı bilerek ve görerek aldığını, davacının yaşadığı sorunun tamamı ile kat mülkiyeti çerçevesinde çözüme kavuşturulacak bir sorun olduğunu, dairenin iç mekânı ile ilgili bir sorun olmadığını, ortak alan sayılan dış duvarların su yalıtımının apartman yönetimi veya kat malikleri kurulunun kararı ile yapılabileceğini, sorumluluğun arsa payına göre olduğunu beyan ederek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece dava konusu dairenin çok eski bir binanın bodrum katı olduğu, böyle bir taşınmazın satın alınmasında alıcının binanın nem alabileceğini, sel basabileceğini ülkemiz şartlarında düşünüp öngörmesi gerektiği, davalının davacıyı satın almadan önce yanıltıp kandırdığına ilişkin yeterli kanıtlar sunulmadığı, tanıkların davacının çok yakınları olması nedeniyle beyanlarının yeterli kanıt oluşturmadığı, aksine beyanda bulunan davalı tanıklarının beyanları ile binanın konumu ve satış bedeli nazara alındığında satış işleminde iptali gerektirir bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, karar davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile bozulmuştur.

Mahkemece önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık satışa konu bağımsız bölümün gizli ayıplı olup olmadığı, ayıba karşı tekeffül hükümleri uyarınca davalının zarardan sorumluluğunun bulunup bulunmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının sözleşmeden dönme isteminin değerlendirilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığa olay tarihinde yürürlükte olan (mülga) 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

Satım sözleşmesi Borçlar Kanununun 182. maddesinde “satım bir akittir ki onunla satıcı satılanın iltizam ettiği semen mukabilinde alıcıya teslim ve mülkiyeti ona nakleylemek borcunu tahammül eder” şeklinde tanımlanmıştır. Satım sözleşmesi synallagmatik, başka deyişle tam iki tarafa karşılıklı borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Tam iki yanlı sözleşmelerde, her iki yan birbirine karşı bir aslı edim ile çeşitli yan ve tali edimler yüklenirler. Eş deyişle bu sözleşmeler nitelikleri gereği yanlardan her birini zorunlu olarak alacaklı ve borçlu kılar. Yanlardan her biri karşı edimi elde etmek için borç altına girer. Satıcının malın teslimi ve mülkiyetinin alıcıya geçirilmesi yükümlülüğü yanında satılanın ayıplardan ari olmasını sağlama yükümlülüğü de bulunmaktadır.

Bu noktada uyuşmazlığın temelinde oluşturan “ayıp ve ayıba karışı tekeffül” kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:

Ayıba ilişkin hukuki düzenleme, dava konusu uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 194. maddesinde yer almaktadır. Düzenlemede “ Satıcı alıcıya karşı satılanın zikir ve vaadettiği vasıflarını mütekeffil olduğu gibi maddi veya hukuki bir sebeple kıymetini veya maksut olan menfaatini izale veya ehemmiyetli bir surette tenkis eden ayıplardan salim bulunmasını da mütekeffildir. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan mesuldür.” denilmektedir.

Öğretide ayıp satılanda, hasarın geçtiği anda, vaad edilen nitelikleri bir diğer ifadeyle bulunması gereken bir özelliğin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bir kusurun ya da eksikliğin bulunması ya da dürüstlük kuralı gereğince ondan beklenen lüzumlu vasıfları taşımaması hali olarak tanımlanmakta ve maddi, hukuki ya da ekonomik ayıp şeklinde sınıflandırılmaktadır. Maddi ayıp bir malda madden hata bulunmasıdır. (örneğin malın yırtık, kırık, bozuk, lekeli olması gibi).

Hukuki ayıp malın kullanımının hukuken sınırlandırılmış olmasıdır (malın üzerinde rehin, haciz, intifa hakkı gibi kısıtlamalar bulunması gibi). Ekonomik ayıp ise; malın iktisadi vasıflarında eksiklik olmasıdır.

Ayıba ilişkin diğer sınıflandırma, ayıbın açık ve gizli olup olmamasına göre yapılmaktadır. Açık ayıp hemen ilk başta ya da yüzeysel bir muayene ile tespit edilebilen ayıptır. Durumun gerekli kıldığı, muayene ile anlaşılamayan ayıpla, gizli ayıptır.

Alıcı gizli ayıpları araştırmakla yükümlü değil ise ayıp meydana çıkar çıkmaz hemen ihbar etmelidir (DOMANİÇ, H.:Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C.I, İstanbul 1988, s.155;YAVUZ, N.: Ayıplı İfa, 2.b., Ankara 2010, s. 107;KARAKAŞ, C.F.: Ticari Satımda Ayıp İhbarının Süresi ve Şekli, XXII. Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Ankara 2006, s.172).

Eğer alıcı iğfal edilmiş yani maldaki ayıp ondan bilerek saklanmış ise Kanunu öngördüğü çözüm satıcı bakımından ağırlaştırılmış bir sorumluluğu gerektirmektedir. Nitekim 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 200. maddesine (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 225. maddesine ) göre, alıcıyı iğfal etmiş olan satıcı, ayıbın kendisine vaktinde ihbar edilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz.

Ayıba ilişkin bu genel açıklamalardan sonra hemen belirtmek gerekir ki satıcının ayıptan sorumluluğuna da “ayıba karşı tekeffül” denmektedir. Ayıba karşı tekeffül şartlarının gerçekleşmesi durumunda alıcıya Borçlar Kanunu’nun 202 ve 203. maddelerinde seçimlik haklar tanınmıştır. Buna göre alıcı sözleşmeden dönebileceği gibi semenin indirilmesini ya da malın ayıpsız bir misli ile değiştirilmesini de isteyebilir. Tüketicinin korunmasına ilişkin düzenlemeler de alıcının malın onarılmasını isteme hakkına sahip olduğu da benimsenmiştir (6502 s. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m.11/c).

Ayıba karşı tekeffüle ilişkin kuralların uygulanabilmesi için satıcının kusurlu olması şart değildir. Gerçekten de Borçlar Kanunu’nun 194 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre satıcı, ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur.

Alıcı ihbar külfetini yerine getirmişse artık alıcının ayıpları bildiği ya da bilmesi gerektiği konusunda ispat yükü satıcıya aittir.

Zira bu suretle satıcı yasal olarak kendisine düşen bir sorumluluğu reddetmektedir.

Somut olaya gelince; davacı, yanlar arasında yapılan taşınmaz satış sözleşmesi konusu bağımsız bölümde sonradan ortaya “gizli ayıplar” çıktığını ileri sürerek öncelikle satış sözleşmesinden döndüğünü bildirmiştir. Dava konusu bağımsız bölümün gizli ayıplı olduğu delil tespiti dosyasına sunulan bilirkişi raporu ve mahkemece yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporuyla sabittir. Davacı da gizli ayıp nedeniyle Borçlar Kanunu’nun 202 inci maddesinden kaynaklanan seçim hakkını sözleşmeden dönme yolunda kullanmıştır. Hal böyle olunca mahkemece, davacının öncelikli talebi olan dönme isteminin değerlendirilerek hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerekirken gizli ayıptan davalının sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

O halde belirtilen bu maddi ve yasal olgular gözetildiğinde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere 29.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI – İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN KISMİ ÖDEME ÖNCELİKLE MUACCEL OLAN BORÇ İÇİN YAPILMIŞ SAYILIR

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
2012/11984 E.
2014/17255 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : DENİZLİ 2. İŞ MAHKEMESİ
TARİHİ : 22/12/2011
NUMARASI : 2009/197-2011/679

DAVA :Davacı, kıdem tazminatı, ücret alacağı, fazla mesai ücreti, genel tatil ücreti, hafta tatil ücreti ve izin ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A)Davacı isteminin özeti:

Davacı vekili, davacının tekstil işçisi olarak asgari ücretle çalıştığını, ısrarlı talepleri sonucu maaş ve fazla mesaisine mahsuben 5.000 TL ödeme yapıldığını iddia ederek kıdem tazminatı, ücret, fazla mesai, genel tatil, hafta tatili ve izin ücreti alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

B)Davalı cevabının özeti:
Davalı vekili, zamanaşımı savunmasında bulunarak, davacının fazla mesai yapmadığını, paket bölümünde vardiyalı olarak çalıştığını, şayet fazla mesai yapmış ise bordroları ile aldığını, genel tatil ve hafta tatili ücreti alacağı bulunmadığını, tüm izinlerini kullandığını, kıdem tazminatı alacağı bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C)Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, iş akdinin İş Kanunu madde 24/II-e uyarınca haklı nedenle feshedildiği gerekçesiyle kıdem tazminatı, ücret ve genel tatil ücreti alacaklarının tahsiline, fazla mesai, yıllık izin ve hafta tatili ücreti talebinin reddine karar verilmiştir.
D)Temyiz:
Karar taraflarca temyiz edilmiştir.

E)Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı yasal gerektirici nedenlere göre tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, işveren tarafından yapılan kısmi ödemenin işçinin hangi alacağına mahsup edileceği noktasında toplanmaktadır.

I. Normatif Dayanak
Uyuşmazlığın normatif dayanağı Borçlar Kanununun 84–86 maddeleridir. Borçlar Kanununun 84 üncü maddesinde “Borçlu faiz veya masrafları tediyede gecikmiş değil ise kısmen icra eylediği tediyeyi resülmale mahsup edebilir. Alacaklı alacağın bir kısmı için kefalet, rehin veya sair teminat almış ise borçlu kısmen icra eylediği tediyeyi temin edilen veya teminatı daha iyi olan kısma mahsup etmek hakkını haiz değildir” kuralına yer verilmiş;
85 inci maddesinde “birden fazla borcu bulunan borçlu, borçları ödemek zamanında bu borçlardan hangisini tediye etmek istediğini alacaklıya beyan etmek hakkını haizdir. Borçlu beyanatta bulunmadığı surette vuku bulan tediye kendisi tarafından derhal itiraz edilmiş olmadıkça alacaklının makbuzda irae ettiği borca mahsup edilmiş olur” hükmü öngörülmüş, 86 ncı maddede ise “kanunen muteber bir beyan vaki olmadığı yahut makbuzda bir güna mahsup gösterilmediği takdirde, tediye muaccel olan borca mahsup edilir. Müteaddit borçlar muaccel ise tediye, borçlu aleyhinde birinci olarak takip edilen borca mahsup edilir. Takibat vaki olmamış ise tediye, vadesi iptida hulül etmiş olan borca mahsup edilir. Müteaddit borçların vadeleri aynı zamanda hulül etmiş ise mahsup mütenasiben vaki olur. Hiç bir borcun vadesi hulül etmemiş ise alacaklı için en az teminatı haiz olan borca mahsup edilir” kuralı düzenlenmiştir.

II. Genel Hükümler Yönünden Değerlendirme
Borçlar Kanununun yukarıda belirtilen hükümleri öncelikle muacceliyet ve temerrüt kavramlarının açıklanmasını gerektirmektedir.

Muacceliyet, alacaklının borçludan borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir. Borç muaccel olmadan borçlu temerrüdü söz konusu olmaz.

Temerrüt, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hale gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir. Kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüde düşer (BK. m. 101/1). Başka bir ifadeyle, temerrütten söz edilebilmesi için, öncelikle muaccel bir borcun ve alacaklının o borca yönelik ihtarının bulunması gerekir. Kural böyle olmakla birlikte, borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarının gerekmediği bazı durumlar da vardır: Örneğin, ifa gününün taraflarca birlikte kararlaştırıldığı (BK. m.101/2), borçlunun borcu ifa etmeyeceğini bildirmiş olduğu veya hal ya da durumundan bu sonuca varılabildiği (BK. m.107/1) durumlarda, temerrüdün gerçekleşmesi için alacaklının ihtarına gerek yoktur.

Tek bir borç ilişkisinin söz konusu olduğu durumlarda, borçlu para borcunun faiz ve masraflarını ödemede temerrüde düşmemişse yaptığı kısmi ödemeyi anapara borcuna mahsup etme hakkına sahiptir. Ancak, para borcunun bir kısmı için kefalet, rehin veya benzeri bir teminat verilmişse, yapılan kısmi ödemenin teminatlı olan borca mahsubu istenemez. Bu durumda, kısmi ödemenin teminatsız olan ya da teminatı daha az olan borca mahsubu gerekir. Borçlu, faiz ve masrafları ödemede temerrüde düşmüşse yaptığı kısmi ödeme öncelikle gecikmiş faiz ve masraf borçlarına mahsup edilecektir. Hukuk Genel Kurulunun 27.9.2000 tarih ve 2000/12-1148 esas, 2000/1193 karar sayılı ilamında da vurgulandığı üzere, Borçlar Kanununun 84 üncü maddesi gereğince, ödemelerin öncelikle asıl alacaktan düşülebilmesi için, borçlunun faiz ve masrafları ödemede gecikmemiş olması zorunludur. Gecikme ve alacaklının iradesini açıklaması halinde, ödenen kısmın öncelikle faizden düşülmesi gerekir. İcra takibi, ödemeye ihtirazi kayıt konulması irade açıklamasıdır.

Birden fazla borcu bulunan borçlunun yaptığı ödeme, ifa zamanında beyan ettiği borca mahsup edilir. Borçlu, ödeme sırasında, yapılan ödemenin hangi borca ilişkin olduğunu beyan etmemiş veya alacaklının makbuzda belirttiği borca derhal itirazda bulunmamışsa makbuzda belirtilen borca mahsup edilmelidir.

Birden fazla para borcunun bulunduğu bir borç ilişkisinde, borçlunun, yapılan kısmi ödemenin hangi borç için mahsup edildiğini belirtmemesi, alacaklının da ödemenin hangi borca ilişkin olduğunu makbuzda göstermemesi durumunda, kısmi ödemenin hangi borca mahsup edileceği sorunu Borçlar Kanununun 86ncı maddesine göre çözümlenmelidir. Bu gibi durumlarda, kısmi ödeme öncelikle muaccel olan borç için yapılmış sayılır. Ödeme zamanında birden fazla borç muaccel hale gelmişse, ödeme ilk takibe konulan borca mahsup edilir. Muaccel olan borçlardan hiçbiri takibe verilmemişse kısmi ödeme ifa zamanı önce gelen borca mahsup edilmiş sayılır. Borçların ifa zamanları (vadeleri) aynı günde gelmişse yapılan kısmi ödeme borçların miktarlarıyla orantılı olarak mahsup edilir. Borçlardan hiçbirinin ifa zamanı gelmemişse, kısmi ödeme alacaklı için güvencesi en az olan borca mahsup edilmiş sayılır.

III. İşçi Alacakları Yönünden Değerlendirme

İş sözleşmesinden doğan para borçlarının kısmi ifasında, mahsubun ne şekilde yapılacağı ile ilgili 4857 sayılı İş Kanununda özel bir düzenleme bulunmadığından, Borçlar Kanununun yukarıda belirtilen genel hükümleri kapsamında sorun çözümlenmektedir. İşçinin işverenden bir alacağının, örneğin sadece kıdem tazminatı alacağının bulunduğu durumlarda, kısmi ödeme nedeniyle mahsup işlemi Borçlar Kanununun 84 üncü maddesi çerçevesinde yapılacaktır. Dairemiz uygulamasına göre, temerrüde düşmüş olan işverenin yaptığı kısmi ödeme işçinin bu hususta beyanda bulunup bulunmadığına bakılmaksızın öncelikle faiz ve masraflara mahsup edilmelidir.

Borcun taksitle ödenmesi konusunda yapılan anlaşma aksi öngörülmemişse, kural olarak, işçinin faiz talebinden vazgeçtiğini kapsar. Ancak, bu sonuç işverenin taksit anlaşmasına uygun hareket etmesine bağlıdır. İşverenin taksitlerden birini zamanında ödememesi halinde, işçinin faizle ilgili feragati geçersiz hale gelir ve sadece ödenmeyen taksit için değil, tüm alacak için faiz talep hakkı doğacaktır. Bu durumda ödenmiş olan önceki taksitlerin öncelikle faiz ve masraflara mahsubu gerekecektir. Kuşkusuz taksit sözleşmesinin işçinin serbest iradesi ile meydana gelmesi gerekir.

İşçinin birden fazla alacağının söz konusu olması halinde, yapılan kısmi ödemenin hangi alacağa ilişkin olduğu işveren tarafından ödeme sırasında belirtilmemiş ve işçi tarafından da bu husus makbuzda gösterilmemiş ise, mahsup işlemi Borçlar Kanununun 86 ncı maddesine göre yapılacaktır. İş Kanununda işçinin sözleşme ve kanundan doğan alacaklarının muacceliyet ve vade zamanları konusunda değişik hükümler öngörülmüştür.

4857 sayılı İş Kanununa göre ücret en geç ayda bir ödenir (m.32/5). İş hukuku mevzuatımızda Basın İş Kanununun 14 üncü maddesi hariç, ücretin peşin ödeneceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle ücret, çalışılan ayı takip eden aybaşında muaccel hale gelmektedir. Fazla mesai, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin muacceliyet tarihleri normal aylık ücret gibidir. İşçinin ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti sözleşmenin feshi ile muaccel hale gelir.

1475 sayılı İş Kanununun 14 ve 4857 sayılı İş Kanunun 120 nci maddesi uyarınca, işveren kıdem tazminatı borcu bakımından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihte temerrüde düşer. Yukarıda belirtilen diğer tazminat ve alacaklar bakımından ise, tarafların sözleşme ile kararlaştırdıkları ödeme zamanı ya da işçi tarafından gönderilecek ihtarnamede belirtilen ödeme günü itibariyle işverenin temerrüdü gerçekleşir.

Buna göre örneğin, 5.000 TL ihbar tazminatı, 7.500 TL kıdem tazminatı, 2.500 TL ücret, 2.000 TL fazla mesai ve 500 TL yıllık izin ücreti alacağı olmak üzere takibe konu yapılmamış toplam 17.500 TL alacağı olan bir işçiye işveren tarafından yapılacak 15.000 TL lik bir kısmi ödeme, öncelikle muaccel olan normal aylık ücret ve fazla mesai alacağına ilişkin borçlarına mahsup edilmelidir. Kalan miktar ihbar ve kıdem tazminatı ile izin ücreti borcuna mahsup edilecektir. Anılan borçların muacceliyet tarihleri aynı olduğundan, temerrüt tarihi önce gerçekleşmiş olan borca yani kıdem tazminatına mahsup edilecektir. Kalan 3.000 TL lik ödemenin, ihbar ve izin ücreti borcuna mahsubu anılan borçların muacceliyet ve temerrüt tarihlerinin aynı olması nedeni ile miktarları ile orantılı olarak yapılacaktır. Kalan toplam borç 5.500 TL olup, ihbar tazminatının bu miktara oranı 5.000/5.500 = 10/11, izin ücretinin oranı 500/5.500 = 1/11 olmakla, 3.000 X 10/11 = 2.727 TL ihbar tazminatına, 3.000 X 1/11 = 273 TL izin alacağına mahsup edilecektir. Böylece işverenin 2.273 TL ihbar tazminatı, 227 TL izin ücreti olmak üzere toplam 2.500 TL borcu kalmış olacaktır.

Somut olayda, davacı vekili dava dilekçesinde müvekkilinin 2008 yılı Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül ayından ise 13 günlük maaşının ödenmediğini, ısrarlı talepleri sonucu kendisine maaş ve fazla mesaisine mahsuben toplamda 5.000 TL ödeme yapıldığını iddia etmiştir.

Davacı asil 16.12.2010 tarihli duruşmada: “ Davalı işyerince kıdem tazminatı ile ilgili olarak 2738,98 TL’lik ödeme ile ilgili belge altındaki imza bana aittir, belgede bahsi geçen miktarı aldım, yine kıdem tazminatına mahsuben yapılan 500,00 TL’lik ödeme benim adına ablam Gülhan Ceylan tarafından alınmıştır, 500,00 TL’lik belge altındaki imza ablama aittir, iş akdimin feshinden sonra tarafıma işyerince toplam 5000,00 TL’lik ödemede bulunulmuştur, ancak bana yapılan ödeme sırasında bu ödemelerin ücret alacağına mahsuben yapıldığı bildirilmiştir, kıdem tazminatı ödemesine ilişkin belge altındaki imza tarafıma ait olmakla birlikte ben iş akdimin feshinden sonra kıdem tazminatı ödemesine ilişkin herhangi bir belgeye imza atmadım, bu belge tarafımdan işe girişte alınan ve işyerince imzalatılan belgeler arasında imzalatılmış olabilir” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Dosyada bulunan avukat bilirkişiden alınan ilk raporda, davacının kıdem tazminatı alacağının 2.901,34 TL brüt, ücret alacağının ise 5.183,28 TL brüt olduğu, davacı açıklamasına göre ödenen 5.000 TL ücret alacağından mahsup edilerek sonuçta davacının 2.901,34 TL Brüt kıdem tazminatı, 183,00 TL Brüt ücret ve 338,21 TL Brüt genel tatil alacağı hesaplandığı, yıllık izin ve fazla mesai alacağı bulunmadığı sonucuna varıldığı,

SMMM bilirkişiden alınan ikinci raporda ise, davalı şirkete ait ticari defter ve belgelere göre Ocak-Eylül 2008 dönemine ilişkin ücret bordrolarındaki 9 aylık brüt ücretin 5.061,90 TL, net 4.041,49 TL olduğu, şirket defterlerinde davacı adına tahakkuk ettirilen kıdem tazminatının 2.738,98 TL Net olduğu, aynı tarihte 100 kasa hesabından nakit ödeme kaydı yapılmak suretiyle kapatıldığı ancak bu ödeme kaydına dayanak olabilecek nitelikte bir belgeye rastlanmadığı, davalı şirketin ticari defter ve belgelerinde davacının kıdem tazminatı ve ücret alacağı toplamının 6.780,47 TL olduğu, makbuzlar ile davacının kıdem tazminatına mahsuben (200,00 + 500,00 + 200,00) = 900 TL ve davalı şirket ortağının banka hesabından 4.316,00 TL olmak üzere davacı adına yapılan toplam ödeme miktarının 5.216,00 TL olduğu, ancak sadece 01.12.2008 tarihindeki 200 TL’lik ödeme bedelinin ticari defterlerde kayıtlı olduğu, ayrıca ara kararda belirtildiği üzere davacıya 5.000 TL’lik ücret ödemesi yapıldığına ilişkin herhangi bir kayıt ve belgeye de rastlanmadığı, davacının bakiye alacağının 6.780,47 TL – 5.216,00 TL = 1.564,47 TL olduğu genel tatil ücreti ile birlikte 1.902,42 TL olduğu 01.06.2010 tarihli raporda davacının bakiye alacağının 3.422,83 TL olarak belirlendiğinin ifade edildiği,

SMMM bilirkişiden alınan ek raporun sonuç kısmında ise: Davacının ücret alacağı 4.041,49 TL, kıdem tazminatı alacağı 2.738,98 TL, genel tatil alacağı 338,21 TL olmak üzere toplam 7.118,68 TL alacağı bulunduğu, işten ayrıldıktan sonra yapılan belgeli ödemeler toplamının 5.216,00 TL olduğu, bu belgelerden sadece 01.12.2008 tarihli ödeme belgesinin ticari defterlere intikal ettirildiği, davacının bakiye alacağının 7.118,68 TL – 5.216,00 TL = 1.902,68 TL olduğunun ifade edildiği,

Avukat bilirkişiden alınan ek raporda ise, davacının toplam alacağının 7.118,68 TL Net olduğu, buna göre yapılan 5.216,00 TL net ödemenin muacceliyet durumuna ve oranlarına göre :

Net 3.964,16 TL’nin ücret alacağı, Net 153,78 TL’nin genel tatil ücreti ve bakiye 1.008,06 TL’nin kıdem tazminatı olarak ödendiği kabulü ile davacının bakiye 77,33 TL Net ücret, 76,2 TL Net genel tatil ücreti ve 1.730,92 TL Net kıdem tazminatı alacağı hesaplandığı ve mahkemece bu hesaplamaya itibarla hüküm kurulduğu tespit edilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davacının, iş akdinin işçi tarafından haklı nedenle feshi karşısında kıdem tazminatına hak kazandığı ve davacıya ödeme belgeleri ile 2.738,98 TL + 500 TL olmak üzere toplam 3.238,98 TL Net kıdem tazminatı ödemesi yapıldığı tartışmasızdır.

Dosyada sorun, dava dilekçesinde ücret ve fazla mesai karşılığı ödendiği belirtilen 5.000 TL’nin hangi alacak kaleminden mahsubunun yapılacağıdır.

Yukarıdaki açıklamalar karşısında davacının kıdem tazminatının ödendiği kabul edilmelidir.

İşveren, ödemeyi neye karşılık yaptığını ispatlamak durumundadır.

Ödenen paranın neye karşılık olduğu taraflar arasında ihtilaflı ise, mahsup işlemi yukarıdaki esaslara göre yapılır.

Davacı aldığını inkâr etmediği 5.000 TL’nin ücret alacağına karşılık olduğunu belirtmiştir. Davalı taraf bunun aksini kanıtlayamamıştır. Ayrıca ücret alacağı kıdem tazminatından daha önce muacceldir. Bu nedenle 5.000 TL ödemenin öncelikle ücret alacağına mahsup edilerek sonucuna göre karar verilmelidir.

F)Sonuç:
Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.05.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

HACİZ İHBARNAMESİNE İTİRAZ- BORÇLUNUN HACİZ İHBARNAMESİNİN ÜÇÜNCÜ KİŞİYE TEBLİĞİ TARİHİ İTİBARİYLE ÜÇÜNCÜ KİŞİ NEZDİNDE MADDİ ANLAMDA İSTENEBİLİR BİR ALACAĞIN BULUNMASI GEREKTİĞİ

T.C

YARGITAY
12.HUKUK DAİRESİ
Esas: 2017/ 8109
Karar: 2017 / 14735
Karar Tarihi: 28.11.2017

(2004 S. K. m. 68, 89)

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin davalılar tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından, üçüncü kişi konumunda bulunan davalının, İİK`nun 89/1. maddesi uyarınca gönderilen haciz ihbarnamesine karşı süresinde yapmış olduğu itirazın gerçeğe aykırı olduğu ileri sürülerek İİK`nun 89/4. maddesi gereğince tazminat talep edildiği, mahkemece, borçlunun imalat bedeli nedeni ile davalılardan alacaklı olduğu gerekçesi ile davanın kabulü ile talep edilen 72.350,00 TL tazminatın davalılardan alınarak davacıya verilmesine karar verildiği görülmektedir.

İİK`nun 89/4. maddesinde; “Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesine müddeti içinde itiraz ederse, alacaklı, üçüncü şahsın verdiği cevabın aksini icra mahkemesinde ispat ederek üçüncü şahsın 338. maddesinin 1. fıkrası hükmüne göre cezalandırılmasını ve ayrıca tazminata mahkum edilmesini isteyebilir. İcra mahkemesi tazminat hakkındaki davayı genel hükümlere göre halleder” düzenlemesi yer almaktadır. Kanun hükmünde yer alan tazminatın konusu, haciz ihbarnamesine karşı üçüncü kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunması sebebiyle takip alacaklısının uğradığı zarardır. Bu davada üçüncü kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunu davacı takip alacaklısı ispat etmelidir. Üçüncü kişinin beyanının aksi, İİK`nun 68. maddesinde sayılan belgelere bağlı olmaksızın her türlü delille ispat edilebilir. Anılan maddenin açık hükmü gereğince; icra mahkemesince, genel hükümlere göre yargılama yapılarak sonuca gidilmelidir.

Somut olayda, davalı üçüncü kişilerce 89/1. haciz ihbarnamesine süresinde yapılan 13.03.2009 tarihli itirazlarında; borçlu ile aralarında düzenlenen kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereği borçlunun müteahhit sıfatı ile başladığı inşaatı bitirmekte temerrüde düştüğünü, borçlu ile aralarında düzenlenen ek sözleşme ile verilen süreye rağmen borçlunun sözleşmeden doğan edimini yerine getirmemesi nedeni ile borçlu aleyhine … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi`nin 2008/181 E. sayılı dosyasında sözleşmelerin geriye etkili feshi için dava açıldığını ve bu davanın halen devam ettiğini, borçlunun sözleşmeden doğan edimlerini yerine getirmemesi nedeni ile kendilerinden hak ve alacağı olmadığı yönünde itiraz ettikleri anlaşılmıştır.

Borçlu ve davalılar arasında düzenlenen … 6. Noterliği`nin 06.05.2004 ve 17179 yevmiye nolu düzenleme şeklinde taşınmaz mal satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesi nedeniyle müteahhit borçluya ek süre vermek üzere düzenlenen 18.07.2016 tarihli 30776 yevmiye sayılı ek sözleşme ile; “müteahhit inşaatı sürede teslim edemeyeceğinden kendisine 15.06.2007 tarihine kadar ek süre verildiği, bu sözleşmede esas sözleşmenin şartlarının geçerli olduğu, verilen bu süreye rağmen mücbir sebep dışında inşaat bitirilip teslim edilmezse müteahhidin bugüne kadar yaptığı işlerden ve bu gayrimenkulden hiçbir hak ve alacak talep etmeyeceği”nin hükme bağlandığı anlaşılmıştır.

Davalılar tarafından borçlu aleyhine sözleşmelerin feshi için açılan … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi`nin 2008/181 E. sayılı dosyasında verilen 29.11.2012 tarih 2009/562 sayılı karar ile taraflar arasındaki taşınmaz Satış Vaadi ve Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi ile 18.07.2006 tarih ve 30676 yevmiye nolu düzenleme şeklindeki ek sözleşmenin geriye etkili olarak feshine karar verildiği, bu kararın 02.05.2013 tarihinde kesinleştiği görülmektedir.

Mahkemenin alacaklının yararına İİK`nun 89/4. maddesine dayalı olarak tazminata hükmedilebilmesi için;haciz ihbarnamesine yapılan itirazın haksızlığının alacaklı tarafından ispatlanması gerekir. Borçlunun haciz ihbarnamesinin üçüncü kişiye tebliği tarihi itibariyle üçüncü kişi nezdinde maddi anlamda istenebilir bir alacağın bulunması gerekir. Üçüncü kişinin sorumluluğu haciz ihbarnamesinin kendisine ulaştığı tarihteki mevcut fiili durum ile sınırlıdır.

İİK`nun 89/1. maddesi gereğince tebliğ edilen haciz ihbarına yapılan itiraz tarihi itibariyle borçlunun üçüncü kişiler nezdinde doğmuş bir alacağı yoktur. İtiraz tarihi itibariyle kat karşılığı inşaat sözleşmesinin ve ek sözleşmenin geriye etkili feshi için açılan sözleşmenin feshi davası henüz derdesttir. İtiraz tarihi itibariyle üçüncü kişilerin itirazı haksız değildir.

Mahkemece yapılan tespitte 89/1. haciz ihbarnamesine itiraz tarihi itibariyle borçlunun üçüncü kişiler nezdinde doğmuş bir alacağının bulunduğu belirlenemediğinden davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile davanın kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

Sonuç: Davalıların temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK`nun 366 ve HUMK`nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.11.2017 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

SAHTE BANKA TEMİNAT MEKTUBU BANKANIN SORUMLULUĞUNU OLUŞTURMAYACAĞI

T.C

YARGITAY

11.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2013/7193

KARAR: 2014/13687

MAHKEMESİ :TİCARET MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada … 13. Asliye Ticaret Mahkemesi’nce bozmaya uyularak verilen 24/12/2012 tarih ve 2009/180-2012/381 sayılı kararın duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş olup, duruşma için belirlenen 03.09.2014 günü başkaca gelen olmadığı yoklama ile anlaşılıp hazır bulunan davacı vekili Av. … dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakıldı. Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkili şirketin …. ile başlattığı ticari ilişkide yapılan ürün alımları karşılığı doğan 483.960.387.000 TL’sı ana para alacağı nedeniyle, borçlu şirket tarafından tarafına tevdii olunan banka teminat mektubunun paraya çevrilmesini davalı banka … Şubesi’nden talep ettiğini, ancak anılan banka şubesince teminat mektubu ve teyit yazısının kendileri tarafından düzenlenmediği gerekçesiyle teminat mektubunun nakde çevrilmesinden imtina edildiğini, müvekkilince yapılan suç duyurusu üzerine … Kriminal Polis Laboratuarı tarafından yapılan incelemede teminat mektubu ve teyit mektubu üzerinde yer alan kaşelerin … Şubesi’ne ait olduğunun belirlenip,diğer sanıklar yanında banka görevlileri hakkında da ceza davası açıldığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 483.960,39 YTL’nın işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, sahte teminat mektubu nedeniyle bankanın sorumlu tutulamayacağını, davacı tarafın bir zarara uğramış ise bunun sorumlusunun olayın tamamen dışında bulunan banka değil, sahte imza ve mühürler ile sahte teminat mektubunu düzenleyen dava dışı … şirketi ile mektubun geçerliliğini araştırmayan şirket olduğunu, kaldı ki, ilgili şubenin prosedür gereği bu tutardaki bir mektubu düzenlemeye yetkisi bulunmadığı ve bu miktardaki bir mektubun ancak genel müdürlükten verilebileceği de nazara alındığında davacının zararın oluşmasında ağır kusurlu olduğunu, davanın zamanaşımına uğradığını belirterek, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece davanın reddine dair verilen kararın davacı vekilince temyizi üzerine karar Dairemizin 2007/5632 E,2008/14112 K sayılı ilamıyla bozulmuş mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda gerek teminat mektubu ve gerek teyit mektubunun üzerinde yer alan imzaların davalı banka görevlilerine ait olmadığı, ancak bu teminat mektubu ve teyit yazısında bulunan mühür ve kaşelerin bankanın orijinal mühür ve kaşesine benzediği tartışmasız ise de, günümüz teknolojisi ve bilgisayarlarıyla orijinal gibi mühür ve kaşelerin yapılmasının mümkün olduğu ve salt mühür ve kaşenin orijinal mühür ve kaşeye benzemesinin bankanın sorumluluğunu doğurmayacağı, davacının kendisine teminat mektubuyla verilen teyit yazısından kuşkulanması veya her halükarda teminat mektubunun gerçek olup, olmadığını araştırması gerektiği, bankadan bu yolda araştırma yapsaydı aynı seri numaralı teminat mektubunun daha önce kullanılmış olduğundan sahteliği kolaylıkla anlayabileceği, tüm kusurun davacıda olduğu,bu hususun ceza dosyası kapsamıyla da belirlendiği gerekçeleriyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin bütün temyiz itirazları yerinde değildir.

SONUÇ :Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 0,90 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 12.09.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

DOĞUM ESNASINDA OMUZ TAKILMASI- ADLİ TIP KURUMU RAPORUNUN YETERSİZLİĞİ- HEKİMİN KUSURUNUN TESPİTİ

T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
Esas : 2015/1300
Karar : 2016/6320
Tarih : 01.03.2016

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacılar, oğulları …’nın 26.5.2010’da davalı …. tarafından işletilen hastanede doğduğunu, 4.750 gr ağırlığındaki bir bebeğin doğumunun sezaryenle yapılması gerekirken davalı doktorun normal doğum yaptırarak, bebeğin doğum sırasında omuzunun takılması nedeniyle doğum esnasında yapılan aşırı zorlama neticesinde bebeğin sağ kolunun felç geçirdiğini ve iş göremez hele geldiğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla davacı küçük … için 10.000,00 TL maddi, 200.000,00 TL manevi; davacı … için 5.000,00 maddi, 50.000,00 manevi; davacı … için 5.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar, davalı hastanede diğer davalı doktor tarafından gerçekleştirilen doğum nedeniyle çocuklarının sağ kolunda kalıcı sağlık sorunu yaşadığını ileri sürerek, duydukları üzüntü ve uğradıkları zarar nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Uyuşmazlık, bebekte oluşan sağlık sorununun doğum sırasında davalı doktorun herhangi bir kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı noktasında toplanmaktadır. Davanın temeli, doğumu üstlenen doktor ve hastanenin sorumluluğuna ilişkin olup, bir davada dayanılan olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini arayıp bulmak hâkimin doğrudan görevidir. (6100 sayılı HMK. 33.md.). Dava, davalı özel hastane ve doktorun vekillik sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırılık olgusuna dayanmaktadır (818 sayılı BK. 386, 390.md.). Vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır.(BK.390/11) Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur. (BK.321/1 ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları (hafifte olsa) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastanın zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Doktor tıbbi çalışmalarda bulunurken bazı mesleki şartları yerine getirmek hastanın durumuna değer vermek, tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak tedaviyi her türlü ihtiyat tedbirlerini alarak yapmak zorundadır.

Doktor ufak bir tereddüt gösteren durumlarda bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve orada koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken hastanın özelliklerini göz önünde tutmalı onu gereksiz risk altına sokmamalı en emin yolu tercih etmelidir. Gerçekte de mesleki bir iş gören; doktor olan vekilden, ona güvenen müvekkil titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Bu özeni göstermeyen bir vekil, BK. 394/1 uyarınca vekâleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.

Somut olayda, davacı annenin davalı hastaneye yatırıldığı ve doğumun davalı doktor tarafından gerçekleştirildiği sabittir. Mahkemece alınan Adli Tıp Kurumu Raporunda, annenin 26.05.2010 tarihinde ağrılı gebe olarak hastaneye geldiği ve bebeğin doğum ağırlığının 4.750 gr olduğu, doğum esnasında bebekte omuz takılmasına bağlı sağ brakial brakial pleksus zedelenmesinin doğumun bir komplikasyonu olarak meydana geldiği ve yapılan işlemlerin tıp kurallarına uygun olduğu belirtilmiştir. Mahkemece bu rapora itibar edilerek hüküm kurulmuş ise de davacılar, rapor düzenleyen bilirkişi heyetinde sadece bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı doktor bulunduğunu ve düzenlenen raporun yetersiz olduğunu ileri sürmüşlerdir. Anılan rapor, bu tip komplikasyona ne gibi durumlarda rastlandığı, doğum sırasında herhangi bir hata, ihmal olup olmadığı, gerekli özenin gösterilip gösterilmediği konularında yeterli açıklama içermediğinden, olayda davalıların kusurlu olup olmadığının tespitine yeterli değildir. Bu rapora dayanılarak hüküm kurulamaz.

O halde mahkemece, gerek davalı hastanedeki doğuma ve tedaviye gerekse bebeğin sonradan götürüldüğü diğer hastanede yapılan tedavilere ilişkin tüm bilgiler, varsa çekilen filmler, inceleme raporları, epikriz ve Adli Tıp Kurumundan alınan raporun birlikte gönderilip, üniversite öğretim üyelerinden oluşturulacak konusunda uzman, akademik kariyere sahip üç kişilik bilirkişi kurulundan, doğum sonrasında bebekte sağ kolda oluşan fonksiyon kaybından dolayı doktora atfı kabil bir kusur olup olmadığı konusunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkemeye Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davacılar yararına BOZULMASINA, peşin alınan 25,20 TL harcın istek halinde iadesine, 01/03/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TASARRUFUN İPTALİ – YETKİ İTİRAZI- ZORUNLU DAVA ARKADAŞLARI USUL İŞLEMLERİNİ BİRLİKTE YAPMA ZORUNLULUĞU

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2016/4248
KARAR NO : 2018/7765

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 18/06/2015
NUMARASI : 2014/173-2015/385
DAVACI : Mehmet S.S.
DAVALILAR : 1-Ömer Ç.
2-O.Ç.

Taraflar arasındaki tasarrufun iptali davasının yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerle mahkemenin yetkisiz olduğuna dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı alacaklı vekili, davalı Ömer Ç. hakkında Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2010/3570 sayılı dosyası ile takip başlattıklarını, takibin semeresiz kaldığını, davalı Ömer’in davalı Osman ile anlaşarak Aleyhine Kayseri 3. İcra Müdürlüğü’nün 2012/4248 sayılı dosyası ile takip başlatıldığını, davalı Osman ile Ömer arasında herhangi bir borç ilişkisi bulunmadığını belirterek muvazaalı olan Kayseri 3. İcra Müdürlüğü’nün 2012/4248 sayılı takibinin iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, yetkisizlik nedeniyle davanın reddine, talep halinde dosyanın Kayseri Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava muvazaalı icra takibinin iptaline ilişkindir.

İptal davaları için yasada özel bir düzenleme öngörülmediğinden davanın HMK’nun 6.maddesi gereğince davalının davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesinde açılması gerekir. Aynı Yasa’nın 7/1. maddesi gereğince de davalı birden fazla ise dava bunlardan birinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir. İİK’nun 282.maddesi gereğince davalı borçlu ile doğrudan veya dolaylı işlem yapan 3.kişiler arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunduğundan ve zorunlu dava arkadaşları usul işlemlerini birlikte yapmak zorunda olduklarından yetki itirazının davalılarca birlikte ileri sürülmesi yasa gereğidir. Yalnız bir davalı tarafından ileri sürülen yetki itirazı hukuki sonuç doğurmaz.

Öte yandan HMK’nun 19/2 maddesine göre bu yetki kesin yetki kuralı olmadığından taraflarca süresi içerisinde usulüne uygun olarak itiraz halinde mahkemece dikkate alınır. Yine aynı madde de yetki itirazının cevap dilekçesi ile ileri sürülmesi gerektiği belirtilmiştir. Yetki itirazı ilk itirazlardan olup (HMK.md.116/1-a) davalıların, yetki itirazlarını dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık cevap süresi içerisinde ileri sürmeleri gerekir. (HMK.md.117,317-319).

İptal davaları basit yargılama usulüne tabi olup yetki itirazının en geç dava dilekçesinin tebliğ tarihinden itibaren iki haftalık cevap süresi içerisinde yapılması gerekir. Somut olayda, davalı borçlu Ömer’e dava dilekçesi 17.03.2014 tarihinde eşinin imzasına tebliğ edilmiştir. Aynı şekilde üçüncü kişi davalı Osman’a da dava dilekçesi 02.05.2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup süresi içerisinde her iki davalı da cevap dilekçesi sunmamıştır. 21.10.2014 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasında her iki davalı vekili de hazır olup yetki itirazında bulunmamışlar, tahkikata geçilmesini talep etmişler ve aynı celse tahkikata geçilmesine karar verilmiştir. Davalı Ömer vekilinin bu aşamadan sonra 10.02.2015 tarihinde sunmuş olduğu beyanla yetki itirazında bulunması mümkün değildir. Bu durumda usulüne uygun yetki itirazı bulunmadığından yetki itirazının reddi ile işin esasına girilerek taraf delillerinin toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde yetkisizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 13/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SEZERYAN DOĞUM KARARININ GEÇ ALINMASI-HEKİM HATASI

T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
Esas : 2016/26439
Karar : 2020/1797
Tarih : 11.02.2020

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR: Davacılar, …’in 08/12/2006 tarihinde davalıya ait hastanede, davalı Dr. …’ın gözetiminde gerçekleşen doğumla bir kız bebek dünyaya getirdiğini, hamileliği sırasında tüm kontrollerini düzenli olarak yaptırdığını, doğum için hastaneye yatırıldığı gün doğumun sorunlu olabileceği, sezeryan yapılması gerektiğinin bildirildiğini, ancak sezeryan kararı doktor tarafından geç alındığından bebeğin uzun süre oksijensiz kalarak beyin hücrelerinin hasar gördüğünü, doğumdan sonra bebeğin küveze konulmasının gerektiğini, bu sebeple …’a nakledildiğini, daha sonra küçüğün tedavisine üniversitesi hastanelerinde devam edildiğini, burada yapılan tetkiklerde bebeğin doğum sırasında oksijensiz kalmasının beyninde yarattığı hasarın MR ile tespit edildiğini, küçüğün sakat kalmasında doğumu gerçekleştiren doktor ve hastanenin kusurlu olduğunu, hastaneye yaklaşık saat 21.00’da yattığını, ancak doğumun sabaha karşı 06:00 da gerçekleştiğini, operasyonu yürüten doktorun sezeryan kararını daha erken vermiş olsaydı, hamilelik sürecinde gayet sağlıklı gelişmiş olan bebeğin sağlıklı dünyaya geleceğini, doğumdan sonra bebeğin hastanede iyi bakılmadığını, bu nedenle başka bir hastaneye nakil edildiğini ileri sürerek manevi tazminatana ilişkin hakları ile maddi tazminattan fazlaya ait talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 3.000,00-TL tedavi ve bakım giderleri, 4.000,00-TL daimi iş göremezlik tazminatı olmak üzere toplam 7.000,00-TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir.

Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın reddinekarar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, teşhis ve tedavi hizmetini üstlenen doktor ve özel hastanenin sorumluluğuna ilişkin olup, bir davada dayanılan olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini arayıp bulmak hâkimin doğrudan görevidir. (1086 sayılı HUMK. 76.md., 6100 sayılı HMK. 33.md.) Dava, davalı özel hastaneve doktorun vekillik sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırılık olgusuna dayanmaktadır (dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK. 386, 390. md.) vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. (BK.390/11) vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur. (BK.321/1) o nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları (hafifte olsa) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastanın zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Doktor tıbbi çalışmalarda bulunurken bazı mesleki şartları yerine getirmek hastanın durumuna değer vermek, tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak tedaviyi her türlü ihtiyat tedbirlerini alarak yapmak zorundadır. Doktor ufak bir tereddüt gösteren durumlarda bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve orada koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken hastanın özelliklerini göz önünde tutmalı onu gereksiz risk altına sokmamalı en emin yolu tercih etmelidir. Gerçekte de mesleki bir iş gören; doktor olan vekilden, ona güvenen müvekkil titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Titiz, özen göstermeyen bir vekil, BK. 394/1 uyarınca vekâleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.

Somut uyuşmazlıkta, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’ndan alınan raporda, mevcut tıbbı belgele göre ilk normal doğum kararının doğru olduğu, ilerlemeyen travay nedeniyle sezaryen kararının doğru olduğu, ilgili hekime ve hastaneye kusur atfedilemeyeceği bildirilmiştir. Davacıların itirazı üzerine alınan heyet raporunda da; bebekte gelişen serebral palsi klinik tablosu ile ilgili olarak doğum hekiminin suçlanamayacağı mütalaa edilmiştir. Mahkemece, raporlar hükme esas alınmak suretiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; davacılar itirazlarında davalı doktorun doğum esnasında pratisyen doktor olarak davalı hastanede çalıştığını, kadın doğum uzmanın doğum sırasında yer almadığını bildirmişlerdir.

Hal böyle olunca, mahkemece davacının iddiaları üzerinde durularak, davalı doktorun uzmanlığına ilişkin bilgi ve belgelerin ilgili yerlerden celbi ile, doktorun doğumun gerçekleştiği tarih itibariyle tıbbın gerek ve kurallarına göre bu doğuma müdahale ve doğumu gerçekleştirmeye özellikle de sezeryanla bebeğin doğurtulmasına ehil olup olmadığı, olayda doktor ve hastaneye kusur izafe edilip edilmeyeceği araştırılarak, gerektiğinde denetimine elverişli yeniden veya ek rapor alınmak suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 29,20 TL harcın istek halinde davacılara iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/02/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KAMULAŞTIRMA BEDEL TESPİTİ VE TESCİL DAVASI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
6. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/352
KARAR NO : 2020/924
KARAR TARİHİ : 07/10/2020

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
NUMARASI : 2013/573 Esas, 2018/498 Karar
TARİHİ : 05/06/2018
DAVACI :1- Şanlıurfa Belediye Başkanlığı (Yerine)6360 Sayılı yasa uyarınca Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü
DAVALILAR : 1- İbrahim Halil A.
2- Münir T.
VEKİLİ : Av. Selim Hartavi
DAVA TÜRÜ : Kamulaştırma (Bedel Tespiti Ve Tescil)
DAVANIN TARİHİ : 26/09/2013
İSTİNAF KARARININ
YAZILDIĞI TARİH : 07/10/2020

İstinaf incelemesine konu dava, kamulaştırma bedelinin tesbiti ve idare adına tescil davası olup, ilk derece mahkemesi tarafından davanın kabulüne karar verilmiş ve taraf vekilleri tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş olmakla yapılan inceleme sonucunda;
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :
Tarafların İddia ve Savunmalarının Özeti:Davacı vekilinin ilk derece mahkemesine sunmuş olduğu dava dilekçesinde özetle; Şanlıurfa Belediyesince imara açılan Yenice Direkli ve Maşuk Bölgelerinin alt yapı projesi ile içme suyu şebekelerinin ana isale hatları projesi kapsamında davalıların da maliki olduğu Şanlıurfa İli, Merkez İlçesi, Dağeteği Köyü, 442 parsel sayılı taşınmazın 417,80m2 daimi irtifak hakkının acele kamulaştırmasına dair el koyma kararı alındığını, kamulaştırma kanunu uyarınca tespit edilen bedelin bankaya bloke edildiğini, bu bedelin taşınmazın gerçek değerinden yüksek olduğunu, fazla yatırılan meblağın iadesi gerekmekte olduğunu, ecele el koyma davasında yapılan tespitleri kabul etmediklerini, öncelikle %200 değer artışını kabul etmenin mümkün olmadığını, yapılacak keşif ve aldırılacak bilirkişi raporu ile taşınmazın gerçek değerinin ortaya çıkacağını belirterek davalılar adına kayıtlı Şanlıurfa İli, Merkez İlçesi, Dağeteği Köyü 442 parsel sayılı taşınmazın 417,80m2 daimi irtifak hakkı kamulaştırma bedelinin tespitine dava konusu Dağeteği Köyü 442 parsel sayılı taşınmazın 417,80 m2 daimi irtifak hakkı nedeniyle taşınmazın kamulaştırılan kısmının müvekkili adına tesciline karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

Davalı vekilinin ilk derece mahkemesine sunmuş olduğu cevap dilekçesinde özetle; Kamulaştırma kanunu 7 ve 8 maddeleri bedel tespiti ve tescil davası için dava şartı niteliğinde olduğundan bu hükümlere riayet edilmeden açılan davanın ön şart yokluğundan reddedilmesi gerektiğini, idarenin kamulaştırılan taşınmaz malın bedelinin tespitini ve idare adına tescilini mahkemeden istemi hakkının doğması için öncelikle yasanın 8.madde hükmü uyarınca mal sahibi ile anlaşma yolu ile satın alma girişiminin sonuçsuz kalması gerektiğini, dava konusu alan mücavir alan sınırları içerisinde yer alıp imar planı içerisinde belediyenin tüm hizmetlerinden yararlanmakta olduğunu, davalı idare tarafından yapılan kısmi kamulaştırma işlemi dava konusu taşınmazın değer azalışına sebebiyet verdiğini öncelikle dava şartı yokluğundan reddine mahkeme aksi kanaatte ise dava konusu taşınmazın gerçek bedelinin tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:

İlk derece mahkemesinde yapılan yargılama sonucunda davanın kabulü ile; Şanlıurfa İli, Merkez Dağeteği Mahallesi 442 parsel sayılı davalılar adına kayıtlı taşınmazın fen bilirkişisi Recep Sürücü tarafından hazırlanan 19/01/2018 tarihli rapor krokide A harfi ile işaretli ve mavi renk ile taranan 417,80m2 yüz ölçümündeki bölümü yönünden davacı Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı ŞUSKİ Genel Müdürlüğü lehine daimi irtifak hakkının tesisine ve bu hakkın tapuya kayıt ve tesciline, Şanlıurfa İli, Merkez Dağeteği Mahallesi 442 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişisi Recep Sürücü tarafından hazırlanan 19/01/2018 tarihli rapor krokide A harfi ile işaretli ve mavi renk ile taranan 417,80m2 yüz ölçümündeki bölümünün irtifak kamulaştırması kapsamında kamulaştırma bedelinin 55.453,36-TL olarak tespitine, dair karar verilmiştir.

Taraflarca İleri Sürülen İstinaf Sebepleri:

1-)Davacı vekili tarafından yasal süresi içerisinde ilk derece mahkemesi kararına karşı özet olarak ;
-İlk derece mahkemesince verilen kararın usul ve yasaya aykırı olduğu,
-Dava konusu taşınmaz bakımında acele el koyma kararı alınması nedeniyle bilirkişi raporunda irtifak bedeli belirlenmiş davalının söz konusu ücreti bankadan tahsil ettiği ancak tapuda ferağa yanaşmadığından davanın ikame edildiği,
-Hükme esas alınan bilirkişi raporunun gerçeklikten uzak usul ve yasaya aykırı olarak hazırlandığı ve hükme esas alınamayacak nitelikte olduğu,
-Dava konusu taşınmazı arsa olarak değerlendirmenin hatalı olduğu,
-Dava konusu taşınmaza emsal olarak alınan taşınmazın uygun emsal olmadığı,
-Acele el koyma dosyasında alının bilirkişi raporunun, dosyada alınan bilirkişi raporundan daha nesnel ve güncel olduğu, gerekçeleri ile istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
2-)Davalılar vekili tarafından yasal süresi içerisinde ilk derece mahkemesi kararına karşı özet olarak ;
-İlk derece mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığı,
-Dava konusu taşınmaza emsal alınan taşınmazın kıymetini olumlu/olumsuz etkileyen hiç bir unsur belirtilmediği,
-Dava konusu taşınmazın talep fazlalığı olan bir bölge içerisinde olup olmadığı konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmadığı,
-İlk derece mahkemesince hükme esas alınan raporlar arasında birim fiyat yönünden çelişki bulunmakta olup bu çelişki de giderilmediği,
– Dava konusu taşınmaza dop oranının %40 şeklinde mutlak olarak esas alınması doğru olmadığı,
-Anapara üzerinden faiz işletilmesi gerekirken bakiye alacak yönünden faiz işletilmesinin yasaya aykırı olduğu gerekçeleri ile istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe:
Bölge Adliye Mahkemesince istinaf talebinin değerlendirilerek incelemeye alınabilmesi için 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesinde sayılan ön inceleme koşullarının gerçekleşmiş olması zorunludur. Bu maddede sayılan koşullardan birinin mevcut olmaması halinde istinaf başvurusunun reddedilmesi gerekir. Bu şartlar kamu düzeninden olup yargılamanın her aşamasında re’sen dikkate alınmaktadır. İstinaf talebine konu eldeki dosya kapsamı incelendiğinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 352. maddesinde sayılan ön inceleme koşullarında herhangi bir eksiklik bulunmadığı, istinaf talebinin kabul edilebilir olduğu tespit edilmiştir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a maddesinde 6 bent halinde belirtilen koşulların varlığı durumunda ise davanın esası incelenmeden ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine karar verileceği aynı maddede düzenlenmiştir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-a maddesi 6. bendinde, tarafların davanın esasıyla ilgili olarak gösterdikleri delillerin hiçbiri toplanmadan veya gösterilen deliller hiç değerlendirilmeden ilk derece mahkemesince karar verilmiş olması istinaf aşamasında duruşma yapılmadan istinaf başvurusunun kabulüne dair karar verilecek usul hatası olarak kabul edilmiştir.
İstinaf incelemesine konu dava :Kamulaştırma Kanunundan doğan kamulaştırma bedeli tesbit ve tescil davasıdır.
İstinaf talebine konu kamulaştırma bedel tespiti ve tescil kararına ilişkin dava dosyası incelendiğinde, aşağıda belirtilen hususlarda delillerin eksik toplandığı ve ayrıca ilk derece Mahkemesi kararında esaslı değerlendirme noksanlık ve hatalarının olduğu görülmüştür.
Şöyle ki :
1-)İlk derece mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi raporunun yasaya uygun olarak hazırlanmadığı ve dolayısı ile hüküm kurmaya uygun olmadığı anlaşılmıştır.
Aynı kamulaştırma nedeniyle aynı mahallede bulunan 530 parsel sayılı taşınmazın kamulaştırma bedelinin tespiti için açılan ve Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk mahkemesi’nin 2013/568 Esas ve 2017/507 Karar sayılı dosyası üzerinden yapılan yargılamada davaya konu taşınmaz arsa olarak değerlendirilmek suretiyle 2013 olan dava tarihi itibariyle metrekare birim değeri 439.73 TLm2 olarak tesbit edilmiş ve kararın istinaf edilmesi üzerine Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesi tarafından istinaf incelemesi yapılarak (Dairenin 2017/937 Esas – 2017/732 Karar sayılı dava dosyasında) aynı değerlendirme tarihi itibariyle 439,73 TL/m² değeri uygun bulunmuş ve istinaf isteminin reddine karar verilmiş olup,iş bu kararının temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 5.H.D. 2018/663 Esas ve 2019/13890 Karar sayılı ilamı ile bölge adliye mahkemesince verilen kararın onandığı anlaşılmıştır.
Böylece aynı kamulaştırma planında birbirine yakın olan iki taşınmaz arasında metrekare bedeli yönünden çelişki yaratılmış ve dava konusu taşınmaza bu taşınmazdan daha düşük bedel verilmesinin gerekçesi tartışılmadan davaya konu taşınmazın metrakaresinin 266,50 TL olarak tespiti uygun görülmemiştir.
Bu nedenle taraflara dava konusu taşınmaza yakın bölgelerden ve yakın zaman içinde satışı yapılan benzer yüzölçümlü satışları bildirmeleri için imkan tanınması, lüzumu halinde resen emsal celbi yoluna gidilmesi, dava konusu taşınmazın, değerlendirme tarihi itibariyle, emsal alınacak taşınmazın ise satış tarihi itibariyle imar ya da kadastro parselleri olup olmadığı ilgili Belediye Başkanlığı ve Tapu Müdürlüğünden sorulması, ayrıca dava konusu taşınmazın; imar planındaki konumu, emsallere olan mesafesini de gösterir krokisi ve dava konusu taşınmaz ile emsal taşınmazların resen belirlenen vergi değerleri ve emsal taşınmazların satış akit tablosu getirtilerek, dava konusu taşınmazın değerlendirmeye esas alınacak emsallere göre ayrı ayrı üstün ve eksik yönleri ve oranları açıklanmak suretiyle yapılacak karşılaştırma sonucu değerinin belirlenmesi bakımından, 24/11/2016 tarihli 29898 sayılı Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 6754 sayılı Bilirkişilik Kanunu md. 39 ile değiştirilen 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 15. maddesindeki yeni düzenlemeler de nazara alınarak yasaya uygun şekilde yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu ile mahallinde keşif yapılarak alınacak rapor sonucuna göre hüküm kurulması gerektiği halde açıklanan hususlara uygun olmayan bilirkişi raporuna göre hüküm kurulması yasaya uygun görülmemiştir. (Aynı yönde Yargıtay 5. Hukuk Dairesi’nin 2012/23037 E ve 2013/748 K sayılı ilamı) yasaya uygun görülmemiştir.
2-)Dosyaya sunulan istinaf dilekçesinde davaya konu taşınmazın imar uygulamasına tabi tutulduğu iddia edilmiş olup,ilk derece mahkemesince yeniden yapılacak değerlendirmede dava konusu taşınmazın imar uygulamasına tabi tutulup tutulmadığı, tabi ise imar uygulama çalışmalarının bitip bitmediği araştırılarak, uygulamanın tamamlandığı anlaşılır ise imar uygulaması sonucu oluşan yeni parsel yada parsellerin tapu kayıtları, ölçekli krokileri ve imar durumları ilgili kurumlardan getirtildikten sonra mahallinde yeniden keşif yapılarak, yeni tapu kayıtlarına göre dava edilen kısmın imarda kamuya tahsis edilip edilmediği hususları belirlenerek sonucuna göre karar verilmesi gerekmektedir.
Kabule göre de:
3-)Dava konusu taşınmazın kamulaştırma (değerlendirme) tarihi olan 26/09/2013 tarihi, emsal taşınmazın ise 10/10/2012 olan satış tarihi itibariyle imar düzenlemesi sonucu meydana gelen imar parselleri olup olmadıklarının, imar parseli iseler düzenleme ortaklık payının düşülüp düşülmediğinin, düşülmüş ise oranının belediye, imar ve tapu müdürlüklerinden sorulup hükme esas alınan bilirkişi raporu denetlenmeden,
4-)Somut emsal alınarak incelenen Karaköprü Mahallesi, 4174 ada, 3 parsel sayılı taşınmazın bulunduğu cadde veya sokak itibariyle belediyece belirlenen 2013 yılı emlak vergisine esas asgari m² değerlerinin belediye başkanlığından sorulup bilirkişi raporu denetlenmeden,
5-)Dava konusu taşınmaza emsal alınarak incelenen Karaköprü Mahallesi, 4174 ada, 3 parsel sayılı taşınmazın 10/10/2012 tarihli satışına ilişkin (alıcı, satıcı, satış bedeli ve miktarını gösterir) tapu kaydı ve akit tablosunun ilgili tapu müdürlüğünden getirtilip hükme esas bilirkişi raporu denetlenmeden hüküm kurulmuş olması doğru görülmemiştir.
6-) Dava konusu taşınmazlar üzerinde bulunan TEDAŞ lehine eski irtifak hakkı nedeniyle taşınmazın değerinde oluşturması kaçınılmaz olan değer kaybı yönünden bilirkişi kurulundan rapor alınması gerektiğinin düşünülmemesi doğru görülmemiştir.
7-) Dairemizce verilen kaldırma kararı sonrası ilk derece mahkemesince devam edilecek yargılamada 7139 sayılı Kanunla değişik Kamulaştırma Kanununun 10/8 fıkrası gereğince bankaya hak sahibi adına yatırılacak bedel bakımından; 7139 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik hükümlerine göre işlem yapılması gerektiği hususunun da nazara alınması gerekmektedir.
Yukarıda ayrıntılı olarak belirtildiği üzere davanın çözümünü sağlayacak ve esasına etki edecek nitelikteki deliller usulünce ve tam manasıyla toplanmadan ve bilirkişi raporu yanlış değerlendirilmek suretiyle kamulaştırma bedeli tespit edilerek hüküm kurulmuş olduğundan ilk derece mahkemesi kararının, duruşma yapılmaksızın, kaldırılması ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren mahkemeye iadesi için HMK 353/1-a maddesinin 6.bendi uyarınca aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

K A R A R : (Yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan sebeplerle)
1-) Tarafların istinaf başvurularının yukarıda belirtilen sebeplerle KABULÜNE;6100 sayılı HMK md. 353/1-a-6 gereğince Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 05/06/2018 tarihli, 2013/573 Esas, 2018/498 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,

2-)Dosyanın, davanın yukarıda belirtilen hususlar değerlendirilerek yeniden görülmesi için MAHKEMESİNE İADESİNE,

3-)Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 2/2. maddesi gereğince ve dairemizce dosya hakkında duruşma yapılmaksızın karar verilmesi gözetilerek; TARAF VEKİLİ LEHİNE VEKALET ÜCRETİ TAKDİRİNE YER OLMADIĞINA,

4-)Taraflarca yatırılan istinaf karar harcının (maktu) karar kesinleştiğinde ve talep halinde iadesine,

5-) Taraflarca yapılan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince yeniden yapılacak yargılama sonucu verilecek nihai kararda dikkate alınmasına,

6-) Taraflarca yatırılan gider avansından arta kalan miktarların ilgilisine İADESİNE,

7-)Kararın kesin olması nedeniyle, davanın taraflarına tebligatların İlk Derece Mahkemesi tarafından yapılmasına,
Dair; tarafların yokluğunda, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, HMK md. 353/1-a maddesinin 6. bendi uyarınca kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 07/10/2020

HAKSIZ EYLEM FAİLİ İHTARA GEREK OLMAKSIZIN ZARARIN DOĞDUĞU ANDA TEMERRÜDE DÜŞMÜŞ SAYILIR- ZARAR GÖREN, GEREK KISMİ DAVAYA GEREKSE SONRADAN AÇTIĞI EK DAVAYA VEYA ISLAHA KONU ETTİĞİ KISIM İÇİN HAKSIZ FİİL TARİHİNDEN İTİBAREN TEMERRÜT FAİZİ İSTEME HAKKINA SAHİPTİR.

T.C
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

ESAS:2020/136
KARAR:2020/1901

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz, davacı vekili tarafından katılma yoluyla temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; 17/04/2008 olay günü çalışmakta iken, davalı şirketin bakım ve sorumluluğunda bulunan elektrik direğindeki akıma kapılarak ağır şekilde yaralandığını, olayla ilgili soruşturma başlatıldığını, vücut fonksiyonlarını % 51 oranında kaybettiğini, olay nedeniyle elem, ızdırap ve üzüntü yaşadığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 2.000,00 TL maddi, 20.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; 28/04/2011 havale tarihli dilekçesi ile maddi tazminat talebini 111.144,92 TL’ye yükseltilmiştir.

Davalı; davalı şirkete husumet yöneltilemeyeceğini; 17/04/2008 olay tarihinde, olayın meydana geldiği binanın üst kat dış cephesinin davacı tarafından boyanması sırasında, davacının elinde bulunan 2 metre uzunluğundaki demir boru ekli fırçanın orta gerilime temas etmesi sonucu, davacının elektrik akımına kapıldığını, olaya konu OG hattının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nde belirtilen güvenlik mesafesine uygun tesis edildiğini, enerji nakil hatlarının bakım ve onarımlarının periyodik olarak yapıldığını, bu nedenle meydana gelen olayda davalı şirketin herhangi bir ihmal veya kusurunun bulunmadığını; davacı boyacı olup işçi olarak istihdam edildiğini, işveren olarak boyama işini yaptıran şahsın gerekli tedbirleri almakla yükümlü olduğunu ,olayın meydana gelmesinde işverenin ve dikkatsiz çalışan davacının kusurlu olduğunu, yapı ruhsatı olmayan ve yapı kullanma izni bulunmayan binalara hizmet götüren ilgili belediyenin de ayrıca kusurlu olduğunu savunarak; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde ve alınan ATK raporu ile; 03/12/2018 tarihli aktüerya raporu doğrultusunda; davacının olay günü çalışmakta iken , elektrik direklerinden sarkan tellerdeki akıma kapılarak ağır şekilde yaralandığı, % 5,1 oranında meslekte kazanma gücünü kaybetmiş sayılacağı, gerçekleşen olayda davacının da % 25 oranında kusurlu olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, 2.000,00 TL maddi tazminatın 17/04/2008 olay tarihinden itibaren, 27.687,27 TL maddi tazminatın ise ıslah tarihi olan 28/04/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte; 20.000,00 TL manevi tazminatın ise 17/04/2008 olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz, davacı vekili tarafından katılma yoluyla temyiz edilmiştir.

Dava; elektrik çarpması nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
1-) Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozma kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün olmamasına göre, davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

edilmiştir. Yine dosya içerisinde bulunan … Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği’nin 08/06/2010 tarihli raporunda ise sürekli maluliyet oranı % 41 olarak belirlenmiştir. Mahkemece hükme esas alınan ATK raporu ile diğer bahse konu raporlar arasında önemli oranda farklılık mevcut olup, ATK 3. İhtisas Kurulu’nun 23/08/2017 tarihli raporu, davacının maluliyet durumunu belirlemek açısından hüküm kurmaya elverişli değildir.

Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 15/a maddesinde verilen görev gereği, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan, olay tarihinde yürürlükte bulunan Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü dikkate alınarak, geçici iş göremezlik süresi ve maluliyet oranının belirlenmesi gereği, raporlar arasındaki çelişkiyi giderecek şekilde, ayrıntılı, gerekçeli, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

3-) Kabule göre de;
Haksız eylem faili, ihtar ve ihbara gerek olmaksızın, zararın doğduğu anda, başka bir anlatımla haksız eylem tarihinden itibaren zararın tamamı için temerrüde düşmüş sayılır. Dolayısıyla, zarar gören, gerek kısmi davaya gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak haksız fiil tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahiptir.

Somut olayda; uyuşmazlık, haksız eylemden kaynaklanmaktadır. Davacı, dava dilekçesinde hükmedilecek tazminata haksız eylem tarihinden itibaren faiz yürütülmesi isteminde bulunmuştur. Mahkemece, ıslaha konu edilen kısma ilişkin hükmedilecek tazminata da haksız fiil tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesi gerekirken, ıslah tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nın 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/03/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

FOTOSELLİ AYDINLATMA DİREĞİNDE BULUNAN KAÇAK ELEKTRİK NEDENİYLE ELEKTRİK ÇARPMASI SONUCU ÖLÜM – USULİ KAZANILMIŞ HAK

T.C
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2020/445
KARAR:2020/2150

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacılar; davacılardan … ve …’nun oğlu…ve …’nun kardeşi olan Ersin Kordu’nun 06.10.2005 tarihinde,… meydanı… Büyükşehir Belediyesinin önündeki anayoldan karşıdan karşıya geçmek isterken, yolun ortasında bulunan demir refüj üzerinden atlamak amacı ile aydınlatma direğini tuttuğunda direkteki elektrik kaçağı nedeni ile akıma kapılarak vefat ettiğini, aydınlatma direğinin bakım ve onarımını gereği gibi yerine getirmeyen davalının kazanın meydana gelmesinde tam kusurlu olduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile … ve … lehine ayrı ayrı 50.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminatın,… ve …’nun her biri lehine 25.000 TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı; öncelikle davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini, bunun yanında, olayda kusur ve sorumluluğunun bulunmadığını, dava konusu olayın meydana geldiği yerde bulunan aydınlatma direkleri her ne kadar kendilerine ait ise de meydana gelen olayın elektrik çarpması ile ilgisi bulunmadığını, dava konusu olayın olduğu saat dikkate alındığında hava aydınlanmış durumda olduğundan sistemin fotosel düzeneği sayesinde enerjiyi kapattığını, yapmış oldukları araştırmalarda olay yerinde bulunan elektrik direğinde herhangi bir kaçağın bulunmadığının belirlendiğini, ayrıca talebin de fahiş olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece; bilirkişi raporu hükme esas alınarak, davalı şirketin meydana gelen olayda %100 kusurlu olduğu kabul edilmek suretiyle davanın kısmen kabulüne, davacı … için 46.335,78 TL, davacı … için 42.875,02 TL maddi tazminatın, … için 15.000,00 TL, … için 15.000,00 TL, … için 5.000,00 TL ve … için 5.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 06.10.2005 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm; taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

Dairemizin 25.01.2016 tarih 2015/1985 E. – 2016/557 K. sayılı ilamı ile; davalı kurum açısından, yapı malikinin sorumluluğuna ve tehlike sorumluluğuna davacılar açısından ise, desteklerinin olaydaki bölüşük kusuruna ilişkin değerlendirmeler içeren, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli, tarafların kusur oranlarının da gerekçeleriyle açıklandığı, önceki bilirkişiler dışında oluşturulacak üç kişilik uzman bilirkişi kuruluna rapor hazırlatılarak, varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi için hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozmaya uyma kararı verilerek yapılan yargılama sonucunda; bozmadan sonra alınan bilirkişi heyet raporu hükme esas alınarak davanın kısmen kabulüne, davacı … için 46.335,78 TL, davacı … için 42.875,02 TL maddi tazminatın, … için 15.000,00 TL, … için 15.000,00 TL, … için 5.000,00 TL ve … için 5.000,00 TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 06.10.2005 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm; davalı tarafça temyiz edilmiştir.

Dairemizin 2018/3662 Esas – 2018/9195 Karar sayılı ve 27/09/2018 tarihli kararı ile; “…Buna göre; anılan bilirkişi raporunda müteveffa …’nun yaya geçişi yasaklanmış bir yerden geçmek şeklinde gerçekleşen fiili yalnızca ceza hukuku anlamında irdelenmiş, tazminat hukukunda bu fiilin kusur oluşturup oluşturmadığı tartışılmamıştır. Bu hali ile rapor yetersiz olup, hükme esas alınmaya elverişli değildir. O halde mahkemece; Dairemizin 25.01.2016 tarih 2015/1985 E. – 2016/557 K. sayılı ilamında belirtildiği üzere, davacılar açısından, desteklerinin olaydaki bölüşük kusuruna ilişkin değerlendirmeler içeren, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli, önceki bilirkişiler dışında oluşturulacak üç kişilik uzman bilirkişi kurulundan rapor alınarak, varılacak sonuca uygun bir karar verilmelidir…” gerekçesi ile bozulmuştur. Mahkemece, bozma kararına uyulmuş, üç elektrik mühendisi tarafından hazırlanan bilirkişi kurulu raporu dayanak alınarak hüküm oluşturulmuştur .

Mahkemece, davacı … için 46.435,78.-TL, davacı … için 42.785,02.-TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacılara verilmesine, manevi tazminat talebi yönünden; … için 15.000,00.-TL, … için 15.000,00.-TL manevi tazminatın kaza tarihi olan 06.10.2005 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacılara verilmesine, Sibel ve … için 5.000,00.-er TL’den toplam 10.000,00.-TL manevi tazminatın yine kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir .

09.05.1960 tarih, 1960/21 Esas, 1960/9 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nda; Yargıtay bozma kararına uyulmakla orada belirtilen biçimde işlem yapılması yolunda lehine bozma yapılan taraf yararına usulî kazanılmış hak, aynı doğrultuda işlem yapılması yolunda yerel mahkeme için de zorunluluk doğacağı, usulî kazanılmış hakka ilişkin açık kanun hükmü olmasa da temyiz sonucu verilecek bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan amacı ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında hukuki alanda istikrar amacıyla kabul edilmiş bulunması bakımından usulî kazanılmış hak müessesesi usul hukukunun dayandığı ana esaslardan olup kamu düzeniyle de ilgili olduğu belirtilmiştir. 6100 sayılı HMK’da da usulî kazanılmış hakka ilişkin açık bir düzenleme bulunmamakta ise de bu ilkenin uygulanma gerekliliği HMK hükümleri karşısında da varlığını sürdürmektedir. Yargıtay’ın bozma kararına uyan mahkeme, bozma kararı uyarınca işlem yapmak ve hüküm vermek zorundadır. Çünkü, mahkemenin bozma kararına uyması ile, bozma kararı lehine olan taraf yararına bir usulî müktesep hak doğmuştur.

Yargısal ve bilimsel içtihatlarda “usulî kazanılmış hak” ya da “usulî müktesep hak” olarak adlandırılan bu ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 10.02.1988 tarih, 1987/2-520 Esas, 1988/89 Karar sayılı ilâmında “Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen bozma gereğince işlem yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisinin lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak denilmektedir…” şeklinde tanımlanmaktadır.

Somut olayda, davacıların desteğinin bölüşük kusurunun değerlendirilmesi gerektiği konusunda davalı yararına oluşmuş kazanılmış hak bulunmaktadır .

Mahkemece; davacıların desteklerinin olaydaki bölüşük kusuruna ilişkin değerlendirmeler içeren, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli, tarafların kusur oranlarının da gerekçeleriyle açıklandığı, önceki bilirkişiler dışında oluşturulacak üç kişilik uzman bilirkişi kuruluna (içinde trafik kuralları konusunda uzman bilirkişiye de yer verilerek) rapor hazırlatılarak, varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken; eksik araştırma, inceleme ve yetersiz rapor doğrultusunda hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10/03/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

ELEKTRİK ABONE SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLI ALACAK 10 YILIK ZAMANAŞIMI SÜRESİNE TABİDİR

T.C
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
ESAS : 2013/18334
KARAR : 2014/3080
TARİH : 27.02.2014

Davacı, davalının elektrik abonesi olduğunu, elektrik tüketiminden kaynaklanan borcun zamanaşımına uğramasına rağmen davalı tarafından aleyhine icra takibi başlatıldığını öne sürerek, davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, abonelik sözleşmesine istinaden elektrik kullanan davacının borcunu ödemediğini savunmuştur.

Mahkemece, elektrik enerjisi kullanım bedeli olarak tahakkuk ettirilen bedellerin 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu 34 üncü maddesi gereğince 5 yıl içerisinde alacaklı tarafından talep edilmediği, bu nedenle davalının tahakkuk ettirdiği takibe konu alacağın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın kabulüyle davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmiştir.

Kararı taraflar temyiz etmiştir.

Somut olayda, taraflar arasında abonelik sözleşmesi bulunduğu konusunda uyuşmazlık yoktur. Dava konusu ihtilafta uygulanacak zamanaşımı süresi, taraflar arasında sözleşme ilişkisi bulunması nedeniyle BK. 125. (yeni TBK.146) maddesi gereğince 10 YILDIR. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun dava konusu uyuşmazlıkta uygulanması söz konusu değildir.

Hal böyle olunca, mahkemece mevcut sözleşme ilişkisi nedeniyle BK.nun 125 inci maddesi uyarınca 10 yıllık zamanaşımı uygulanması gerektiği göz önüne alınmak suretiyle karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle zamanaşımı nedeniyle davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiş, bozma nedenine göre de, tarafların sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün HUMK.nun 428 inci maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 27.02.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.)

Exit mobile version