FAİZ MİKTARI AÇIKÇA BELİRTİLMEYEN TAAHHÜT GEÇERSİZDİR

T.C

YARGITAY
19. CEZA DAİRESİ
2015/17755 E. ,
2015/7461 K.

Ödeme şartını ihlâl suçundan sanık M.. C..’in, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair Didim İcra Ceza Mahkemesinin 23/09/2014 tarihli ve 2014/69 esas, 2014/108 karar sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin Didim 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 10/11/2014 tarihli ve 2014/25 değişik iş sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 08/07/2015 gün ve 46014 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16/09/2015 gün ve KYB. 2015-261482 sayılı ihbarnamesi ile daireye verilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre, 2004 sayılı Kanun’un 340. maddesi gereğince taahhüdü ihlal suçunun oluşması için taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faizin, vekalet ücreti, icra harç ve giderlerinin birlikte belirlenerek borçlunun taahhüdüne esas olan miktarın açıkça gösterilmesi gerektiğinden, 17/03/2014 tarihli taahhütnamede toplam faiz olarak gösterilen miktarın hangi dönemleri kapsadığı, icra takibinin kesinleştiği tarihten taahhüt tarihine kadar işlemiş ve taahhüt tarihinden son taksit tarihine kadar işleyecek faiz olup olmadığı konusunda herhangi bir açıklık olmadığı gibi ödeme tarihine kadar işleyecek faizin son taksite ekleneceğinin belirtilmiş olması karşısında sanık tarafından taahhüt edilen miktarın belirsiz hale geldiği cihetle, taahhüdün geçerli olmadığı anlaşıldığından sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü;

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizin de benimsediği 20/02/2001 tarih ve 2001/8-19 Esas, 2001/26 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; ödeme şartının ihlali eyleminin oluşabilmesi için, düzenlenen tutanakta, takibe konu olan borç miktarının, başvuru ve tahsil harcının, vekalet ücretinin, icra masrafları ile icra takibinin kesinleştiği tarihten taahhüt tarihine kadar işlemiş ve taahhüt tarihinden son ödeme tarihine kadar işleyecek faizin ayrıntılı olarak gösterilmesinin ve yine alacaklının son ödeme tarihine kadar işleyecek faizden feragat etmesi halinde ise bu beyanının da tutanağa ayrıca yazılmasının gerektiği, ödenecek toplam miktarın bu şekilde rakamsal olarak belirlenmesinden sonra, tarafların belirlenen miktar üzerinde icap ve kabulde bulunmasının zorunlu olduğu cihetle;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, Didim 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 10/11/2014 tarihli ve 2014/25 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309/4-d. maddesi uyarınca BOZULMASINA, kabahatli hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsi cezasının kaldırılmasına, 19/11/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İCRA MÜDÜRLÜĞÜNÜN TEHİRİ İCRA KARARI GETİRİLMESİ İÇİN VERDİĞİ MEHİL İÇİNDE TAKİBİN DURACAĞI VE HİÇ BİR İCRA TAKİP İŞLEMİ YAPILAMAYACAĞI

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/19385
K. 2017/11050
T. 20.9.2017

2004/m.36,89

ÖZET : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde Yargıtay 9. Hukuk Dairesince icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İHTİYATİ HACİZ -FAİZ ALACAĞI ASIL ALACAĞIN FER’İ NİTELİĞİNDE OLUP, ASIL ALACAK BAKIMINDAN MUACCELİYETİN GERÇEKLEŞMESİ HALİNDE BUNUN FER’İLERİ BAKIMINDAN DA MUACCELİYET ŞARTININ GERÇEKLEŞTİĞİ

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/4699
KARAR:2015/5439

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İskenderun 2. Asliye Hukuk Hakimliği
Tarihi :16.07.2014
Numarası :2014/73 D.iş -2014/72 D.iş

Yukarıda tarih ve numarası yazılı ihtiyati haciz talebinin kısmen kabulüne dair ara kararın temyizen tetkiki ihtiyati haciz talep edenler vekilince talep edilmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla temyiz dilekçesi ile dosyadaki tüm belgeler okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Talep, kesinleşmemiş mahkeme kararına dayalı olarak hüküm altına alınan alacak ve fer’ilerinin tahsili amacıyla ihtiyati haciz kararı verilmesi istemine ilişkin olup; mahkemece talebin kısmen kabulüne dair verilen karar, reddedilen kısım yönünden ihtiyati haciz talep edenler vekillerince temyiz edilmiştir.

İhtiyati haciz talep edenler vekilleri; İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı ilamıyla 272.095,20 TL asıl alacak, 12.238,87 TL masraf, 21.575,71 TL vekalet ücreti ve 16.021,00 TL harç olmak üzere toplam 321.930,78 TL alacağın borçlu F.. K..’dan tahsiline karar verildiğini, kararın kesinleşmediğini, asıl alacağın mahkeme kararında hükmedilen TC Merkez Bankası ticari reeskont faiz oranları üzerinden ve dava tarihinden itibaren hesaplanmış 629.017,97 TL faizinin bulunduğunu, alacaklarının vadesinin gelmiş ve rehinle temin edilmemiş bulunduğunu ifade ederek ihtiyati hacze karar verilmesini talep etmişlerdir.

Mahkemece yapılan inceleme neticesinde, 321.930,78 TL asıl alacak, masraf, vekalet ücreti ve harç yönünden ihtiyati haciz talebinin kabulüne, işlemiş faiz olarak talep edilen 629.017,97 TL yönünden alacağın muaccel ve likit olmadığı gerekçesiyle redde karar verilmiştir.

İhtiyati hacze dayanak olarak sunulan İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı kararında asıl alacağa yürütülecek faizin türü ve başlangıç tarihi açıkça gösterilmiştir. Faiz alacağı asıl alacağın fer’i niteliğinde olup, asıl alacak bakımından muacceliyetin gerçekleşmesi halinde bunun fer’ileri bakımından da muacceliyet şartının gerçekleştiği kabul edilmelidir. Bu yönüyle mahkemece, asıl alacağa yürütülecek faizin miktarı denetlenmek suretiyle asıl alacağa kararda gösterilen şekilde hesaplanacak faiz alacağı bakımından da ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken, aksi düşünce ile ihtiyati haciz kararı verilmesi bakımından mevzuatımızda şart olarak kabul edilmeyen likidite unsuru da yanlış değerlendirilmek suretiyle redde karar verilmiş olması doğru değildir.

Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle ihtiyati haciz talep edenler vekillerinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün ihtiyati haciz talep edenler yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden ihtiyati haciz talep edenlere geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 02.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFO BİNASINDA MEYDANA GELEN ELEKTRİK ÇARPMASI- HAKSIZ FİİLLERDE ZAMANAŞIMI- MUTLAK VE NİSPİ ZAMANAŞIMI-

T.C
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

ESAS:2018/2899
KARAR: 2019/6458

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : SAMSUN BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 5. HUKUK DAİRESİ

Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacı tarafın istinaf başvurusunun reddine yönelik olarak verilen karar, davacı vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmekle; duruşma günü olarak belirlenen 10/09/2019 tarihinde davacı vekili Av. … ile gerçek kişi davalılar vekili Av. … geldi. Başka gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunan vekillerin sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; 29/03/2006 tarihinde girdiği trafo binasında elektrik akımına kapılarak yaralandığını, olayla ilgili olarak yargılanan gerçek kişi davalıların Tekkeköy Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/22 esas sayılı dosyası ile cezalandırıldıklarını, davalılar hakkında maddi ve manevi zararlarının tazmini için Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı 2012/419 esas sayılı davada maddi zararının 285.000 TL olarak belirlendiğini, ayrıca 19/11/2008 tarihinde Adli Tıp Kurumundan alınan raporda % 100 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiğinin tespit edildiğini, mahkemece yapılan yargılama neticesinde taleple bağlı kalınarak 200.000 TL maddi tazminata hükmedildiğini, zarar hesabı yapılırken asgari ücretin baz alındığını, her altı ayda bir zarar miktarının arttığını, kaza nedeniyle tam özürlü olarak hayatına devam etmek zorunda kaldığını, kendi geçimini sağlayacak ekonomik kazançtan yoksun olduğunu ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 275.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiş; 23/07/2014 tarihli açıklama dilekçesinde; dava dilekçesindeki taleplerinin, 85.200 TL’sinin çalışma gücü kaybından doğan zarar, 150.000 TL’sinin bakıcı gideri, 39.780 TL’sinin ise bez giderine ilişkin olduğunu belirtmiş, 19/09/2016 tarihli ıslah dilekçesinde ise; kısmi davada verilen kararın derecaattan geçerek kesinleştiğini, zarar verenin davalı TEDAŞ olduğunun belirlenmiş olması nedeniyle davalı … yönünden davadan feragat ettiğini, çalışma gücü kaybından doğan zarar taleplerini 115.813,68 TL, bakıcı gideri taleplerini 365.316,87 TL, bez gideri taleplerini ise 2.810,40 TL artırdığını bildirerek, toplam 758.940,95 TL tazminatın diğer davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalı … EDAŞ; davanın zamanaşımına uğradığını, esas yönünden ise olayın davacının kusuruyla meydana geldiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Davalı …; davalı … ile akdettikleri işletme devir hakkı sözleşmesi gereğince kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, esas yönünden ise olayın meydana gelmesinde bir kusurunun bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiş; ıslaha karşı verdiği cevap dilekçesinde, dava ve ıslah dilekçesindeki taleplerin zamanaşımına uğradığını bildirmiş; 16/02/2017 tarihli dilekçesi ile de cevap dilekçesini ıslah ederek, davanın zamanaaşımı nedeniyle reddini talep etmiştir.

Davalılar …, …, …, …, … ve …; davanın zamanaşımına uğradığını, esas yönünden ise olayın meydana gelmesinde bir kusurlarının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemişlerdir.

İlk derece mahkemesince; 29/03/2006 tarihinde meydana gelen kaza nedeniyle, ceza zamanaşımı süresinin de dolmasından sonra dava açıldığı ve ıslah ile talep miktarının artırıldığı, gerçek kişi davalıların dava dilekçesiyle, davalı TEDAŞ’ın ise cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def’ini ileri sürdükleri, aynı olay nedeniyle açılan Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/419 esas sayılı dosyasında davacı vekilinin de katıldığı 29/09/2011 tarihli celsede … vekilinin yargılamaya katılarak işletme devir sözleşmesinin 7 nci maddesi gereğince davanın sorumluluğunun kurumlarına ait olduğunu belirttiği, aynı celsenin üç nolu ara kararı ile ihbar edilen TEDAŞ vekilinin HUMK’nın 50 nci maddesi gereğince davalı … EDAŞ’ın yerine kaim olmak üzere davaya kabulüne karar verildiği, bu tarihten sonra yapılan duruşmalara … vekilinin katılmadığı, davacı tarafından bu tarih itibariyle failin öğrenildiği, iki yıllık zamanaşımı süresinin de bu tarihten itibaren hesaplanması gerektiği, gerçek kişi davalıların eylemlerinin Türk Ceza Kanunu uyarınca cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunduğu, kanunda öngörülen cezanın türü ve süresi itibariyle sekiz yılık ceza zamanaşımı süresinin de 29/03/2014 tarihinde dolduğu, ayrıca dava dilekçesinde bahsedilmeyen alacak kalemlerinin dava dilekçesinin açıklanması yoluyla istenmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla bakıcı gideri ve bez parası yönünden ıslah edilen miktara itibar edilemeyeceği gerekçesiyle; davalı … EDAŞ hakkındaki davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın ise zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesinin kararına karşı, davacı vekili ile gerçek kişi davalılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

Bölge adliye mahkemesince; davacı vekili ile gerçek kişi davalılar vekilinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiş; karar, davacı vekili tarafından (davalı … yönünden) temyiz edilmiştir.

1- Dava, elektrik çarpması nedeni ile uğranılan maddi zararın tazmini istemine ilişkindir.
Maddi tazminat isteminin bağlı olduğu zamanaşımı süreleri, 6098 sayılı TBK’nın 72 nci (mülga 818 sayılı BK’nın 60 ıncı) maddesinde özel olarak düzenlenmiştir.

Tazminat ilişkisinden doğan talepler de hukuki nitelikleri itibariyle bir alacak hakkı olmakla birlikte, kanun koyucu bunları tabi oldukları zamanaşımı süresi yönünden, alacak haklarına ilişkin zamanaşımı süresini düzenleyen TBK’nın 146 ve devamı hükümlerinden ayırmıştır. Ancak, bu ayırma yalnız süreler ve bunların başlangıç anı yönünden olup, zamanaşımının durması, kesilmesi gibi konularda genel hükümler uygulanır.

TBK’nın 72 nci maddesinin birinci fıkrasında; “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” denilerek, mülga 818 sayılı BK’nın 60 ıncı maddesinde olduğu gibi üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüştür.

Görüleceği üzere, kanunda düzenlenen bu üç çeşit zamanaşımı süresi; sübjektif/nispi nitelikteki iki yıllık kısa zamanaşımı süresi, objektif /mutlak nitelikteki on yıllık uzun zamanaşımı süresi ile olağanüstü nitelikteki ceza zamanaşımı süresidir. Mülga 818 sayılı BK’da, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren bir yıl olarak düzenlenen kısa süreli zamanaşımı, yeni TBK’da iki yıl olarak hüküm altına alınmıştır.

Haksız eylemden kaynaklanan tazminat davalarında, özel kanunlarda başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça uygulanacak olan zamanaşımı süreleri, bu süreler olup, bunlar hem maddi hem de manevi tazminat istemi ile açılan davalar hakkında uygulanır.

TBK’nın 72 nci maddesinin birinci fıkrası, özellikle zamanaşımının başlangıç anını belirleyen bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Burada, uygulamada “kısa süreli zamanaşımı” olarak adlandırılan süre söz konusu olup, sürenin başlangıcı sübjektif bir koşula bağlanmıştır. Çünkü, sürenin başlaması; zarar görenin, zararı ve tazminat sorumlusu kişiyi öğrenmesi gibi sübjektif bir koşulun gerçekleşmesi ile mümkündür.

Mutlak nitelikteki uzun süreli zamanaşımının başlangıç tarihi ise, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Buna göre, tazminat istemi her halde eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren on yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Burada on yıllık sürenin başlangıç anı, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarih gibi objektif bir koşula bağlanmıştır.

TBK’nın 72 nci maddesinin birinci (mülga 818 sayılı BK’nın 60 ıncı maddesinin ikinci) fıkrasında düzenlenen üçüncü süre ise, ceza zamanaşımı süresidir. Zarara neden olan eylem, aynı zamanda ceza kanunları uyarınca suç teşkil eden bir eylem oluşturuyor ve bu eylem için ceza kanunlarının öngördüğü zamanaşımı süresi daha uzun bir süre ise, bu takdirde uygulanacak olan zamanaşımı süresi, o suçun bağlı olduğu ceza zamanaşımı süresidir. Ceza zamanaşımı süresinin başlangıç anı da, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir.

Somut olaya gelindiğinde, zarar verici eylem 29/03/2006 tarihinde gerçekleşmiş, maddi tazminat istemine konu işbu ek dava ise (sekiz yıllık) ceza zamanaşımı süresi içerisinde olmamakla birlikte, mutlak zamanaşımı süresi olan on yıllık süre dolmadan 09/06/2014 tarihinde açılmıştır.

Yukarıda değinildiği gibi, kısa süreli zamanaşımının başlaması için, zarar görenin, zarar ile birlikte zararın sorumlusunu (tazminat yükümlüsünü) da öğrenmesi gerekir. Zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması, bu iki koşulunda gerçekleşmesine bağlıdır. Bu koşullardan birinin gerçekleşmemesi hâlinde zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz. Zarar ve tazminat sorumlusundan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı süresi son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar.

Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; davacı tarafından 02/04/2007 tarihinde davalılar Yeşilırmak … ile (ceza yargılamasında mahkumiyetlerine karar verilen) …, …, …, …, … ve … aleyhine Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde elektrik çarpması nedeniyle kısmi maddi (ve manevi) tazminat istemli davanın açıldığı, davalı … …’ın 24/07/2006 tarihli işletme devir hakkı sözleşmesi uyarınca davayı ihbar ettiği … vekilinin 21/04/2011 havale tarihli dilekçeyle davaya taraf sıfatıyla katılma talebinde bulunduğu, mahkemece davacı vekilinin de hazır bulunduğu 29/09/2011 tarihli celsede verilen (3) nolu ara kararı ile ihbar edilen …’ın HUMK’nın 50 nci maddesi uyarınca davalı …’ın yerine kaim olmak üzere davalı olarak dava ve duruşmalara kabulüne karar verildiği, mahkemenin 29/05/2014 tarihli ve 2012/419 E. 2014/238 K. sayılı kararıyla 200.000 TL işgöremezlik tazminatının davalı … ve gerçek kişilerden tahsiline hükmedildiği, kararın davacı ile davalı gerçek kişiler ve TEDAŞ tarafından temyiz edildiği, davacı tarafça verilen temyiz dilekçesinde; davanın … …’a karşı açılmasına rağmen kararın davalı yanında yer alan … hakkında verildiğinin, olay tarihinde davalı …’ın … ile imzalanan sözleşme uyarınca olayın gerçekleştiği trafoyu devir alarak işlettiğinin, olay hakkında ceza mahkemesinde görülen davada sorumlu olduğu belirlenen … … hakkında karar verilmemesinin yerinde olmadığının ileri sürüldüğü, Dairemizin 24/02/2015 tarihli ve 2014/16633 E. 2015/2912 K. sayılı ilamıyla kararın onanmasına karar verildiği, işbu onama kararının davacı tarafa 30/03/2015 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda; davacı, tazminat yükümlüsünün davalı … olduğunu, dairemizin kısmi davaya ilişkin onama kararınının kendisine tebliğ edildiği 30/03/2015 tarihinde öğrenmiş bulunmaktadır. Nitekim, davacı 19/09/2016 tarihli ıslah dilekçesiyle, kısmi davada verilen kararın derecaattan geçerek kesinleştiğini, tazminat yükümlüsünün davalı TEDAŞ olduğunun belirlenmiş olması nedeniyle davalı … … yönünden davadan feragat ettiğini bildirmiş, davalı … ile gerçek kişi davalılar yönünden ise talebini artırmıştır.

İşbu ek dava ise, 09/06/2014 tarihinde (ve kısmi dava hakkında verilen 29/05/2014 tarihli kararın kesinleşmesinden önce) açılmıştır.

Hal böyle olunca, ilk derece mahkemesince; davacının, kısmi dava hakkında verilen kararın onanmasına ilişkin dairemiz kararının kendisine tebliğ edildiği tarih itibariyle uğradığı zararın failinin davalı … olduğunu öğrendiği, işbu ek davanın açıldığı tarih itibariyle, davalı … yönünden iki yıllık kısa zamanaşımı süresinin henüz işlemeye başlamadığı gözetilerek, işin esasının incelenmesi ve ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle davalı … yönünden de davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, HMK’nın 373 üncü maddesinin birinci bendi uyarınca, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.

2- Bozma nedenine göre, davacı tarafın diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nın 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanunun 371 inci maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle davacı tarafın diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 2.037 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davalı …’tan alınarak davacı tarafa verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 10/09/2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

(Muhalif)
(Muhalif)

KARŞI OY

Davacı … çarpması nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
Mahkemece davanın zamanaşımından reddine karar verilmiş, istinaf incelemesinde başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Uyuşmazlığa uygulanacak zamanaşımı süreleri BK 60.m hükümleridir. Kısa zamanaşımı süresi 1 yıl, uzun zamanaşımı süresi 10 yıldır. Bu davada; ceza zamanaşımı süresi olan 8 yıl uzun zamanaşımı süresi içinde kalmaktadır.

Davacı daha önce açtığı kısmi davada maddi zararının 200.000 TL’sini hüküm altına aldırmıştır. Açtığı bu ek dava ile kalan 275.000 TL’yi talep etmiştir.

Olay tarihi 29.03.2006, ilk dava tarihi 02.04.2007, ek dava tarihi 09.06.2014’dür. İlk dava görülürken 13.10.2010 tarihli bilirkişi tazminat raporu ile zarar miktarı 323.064,53 TL olarak belirlenmiş, bilahare 26.04.2013 ve 28.05.2014 tarihli ek bilirkişi raporlarıyla zarar 475.374,57 TL olarak belirlenmiştir. Şu halde davacı ilk dava yargılamasında zararı öğrenmiştir.

Zararı öğrenmekten amaç; zararın kapsamı ve esaslı unsurları hakkında davayı açmaya elverişli bütün şartları öğrenmektir. Yani açılacak bir davaya dayanak oluşturacak yeterlilik ve nitelikte bilgilerin elde edilmesidir. Zararın tüm kapsam ve ayrıntısı ile öğrenilmesi değildir. Davacıda, bilirkişi ek raporlarında belirtilen zarar miktarı olan 475.374,57 TL üzerinden asıl davada 200.000 TL hükmedilen miktar üzerine bakiye 275.000 TL’si için işbu ek davayı açmıştır. Tekkeköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/53 esas sayılı kısmi dava dosyasında, 13.10.2010 tarihli bilirkişi tazminat raporunun 02.12.2010 tarihinde duruşmada davacıya tebliği ve sonraki ek raporda miktarı değişmeyen 26.04.2013 tarihli bilirkişi tazminat ek raporunun 30.04.2013 tarihinde duruşmada davacı vekiline tebliği ile zararın kapsamı ve esaslı unsurları hakkında davayı açmaya elverişli bütün şartları öğrenmiş bu tarihte dava zamanaşımı işlemeye başlamış, davalı kurum için 1 yıllık kısa süre en son 30.04.2014 tarihinde, gerçek kişi davalılar için 8 yıllık uzamış ceza zamanaşımı olay tarihinden itibaren 29.03.2014 tarihinde sona erdiğinden, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.03.2016 tarih ve 2014/4-896 E., 2016/332 sayılı emsal içtihadı ve istinaf kararındaki gerekçelerde nazara alınarak bu tarihler geçtikten sonra 09.06.2014 tarihinde açılan ek davanın zamanaşımından reddi kararına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddi kararının ONANMASI gerektiği kanaatiyle çoğunluk görüşüne katılamıyoruz. 10.09.2019

EVLİLİK DIŞI DOĞAN BAŞKASINA AİT ÇOCUĞUN NÜFUSA KAYIT İŞLEMİ- EVLATLIK İLİŞKİSİNİN KALDIRILMASI

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS: 2010/21149
KARAR:2012/2202

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ :24.06.2010
NUMARASI :Esas no: 2007/31 Karar no:2010/316

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 09.02.2012 günü temyiz eden davacı S. Y.. vekili Av. S. G.. geldi. Karşı taraf davalı M. Y.. ile vekili ve diğer davalı Nüfus Müdürlüğü temsilcisi gelmedi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Davacı 28.05.1978 tarihinde bekar olarak ölen M. M..’nun evlilik dışı çocuğunu yanına alıp baktığını, sonra onu kendisi doğurmuş gibi nüfusuna tescil ettirdiğini beyanla, gerçek olmayan nüfus kaydının iptalini talep etmiştir.

Mahkeme ise davacının, davalıyı kimsesiz kalması sebebiyle yanına manevi evlatlık şeklinde almasını, beraber yaşamış olmalarını kanunen evlatlık ilişkisi kurulmuş olarak yorumlayarak, evlatlık ilişkisinin iptaline karar verilmesi talebi varmış gibi hüküm kurmuştur.

Davalının nüfusa tescil edildiği tarih olan 18.12.1981’de yürürlükte bulunan 743 sayılı Medeni Kanun uyarınca, hukuken geçerli bir evlatlık ilişkisi için mahkemece evlat edinmeye dair izin verilmiş olması ve noterce evlat edinme sözleşmesinin yapılmış olması gereklidir. Bu şartların varlığı halinde evlatlık ilişkisinin nüfusa tescil edilmemiş olması herhangi bir sakınca doğurmayacağı gibi, bahsedilen şartların yokluğunda evlatlık ilişkisinin nüfusa geçirilmesi de hukuki bir sonuç doğurmayacak, yok sayılan bir işlemle yanlış nüfus kaydı oluşmuş sayılacaktır.

Olayımızda ise evlatlık ilişkisinin aradığı kanuni koşullar bulunmadığı, davacının kimsesiz kalan davalıyı küçüklüğünde acıma duygusuyla yanına alıp kendisinin evlilik dışı ilişkisinden doğma çocuğu gibi gerçeğe aykırı bir beyanla tescil ettirmesi nedeniyle hukuka aykırı şekilde oluşan kaydın iptali istenmiştir.

Bu haliyle mahkemece davanın nüfusta yanlış beyanla oluşan anne adına dair kaydın iptali olarak kabul edilmesi, davalının gerçek annesi olarak bildirilen M. M..’nun mirasçılarının da davaya katılmalarının sağlanarak yargılamaya devam edilmesi gerekirken, hukuki yanılgı sonucu davanın evlatlık ilişkisinin iptali (kaldırılması) olarak kabul edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

2-Kabule göre de; evlatlık ilişkisinin iptali (kaldırılması) davasının Türk Medeni Kanununun ikinci kitabında yer alan davalardan olması sebebiyle Aile Mahkemesince görülmesi gerekirken Asliye Hukuk Mahkemesinde görülerek davanın esası hakkında karar verilmiş olması da usul ve yasaya aykırılık oluşturur.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1. bentte açıklanan sebeple BOZULMASINA, duruşma için taktir olunan 900 TL. vekalet ücretinin Melek’ten alınıp Selma’ya verilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.09.02.2012 (Prş.)

BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLARAK AÇILAN DAVANIN HUKUKİ YARAR YOKLUĞU SEBEBİ İLE USULDEN REDDEDİLMESİ DURUMUNDA, BU HATANIN “ DÜZELTİLEBİLİR BİR YANLIŞLIK ” OLDUĞUNUN KABULÜ İLE SONRADAN AYNI TALEPLERLE AÇILAN DAVADA DAVACININ 6098 SAYILI KANUNUN 158. MADDESİNDE DÜZENLENEN EK SÜREDEN FAYDALANMASI

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/27790
KARAR: 2020/825

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:İş Mahkemesi

DAVA TÜRÜ: ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacılar vekili, davacıların murisinin davalı Belediye bünyesinde vefat tarihi olan 26.01.2009 tarihine kadar çalıştığını çalıştığını, murisleri …sendikasına üye olmasına rağmen, sendikanın taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmadığını ileri sürerek, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan bir kısım alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz Başvurusu:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.2. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, daha önce açılan davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddi üzerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 158. maddesinde öngörülen sürede yeniden dava açılması halinde zamanaşımının ilk dava tarihine göre belirlenip belirlenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler belirlenmiş olup, anılan maddenin 2. fıkrasında alacaklının, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuş olması halinde zamanaşımı süresinin kesileceği düzenlenmiştir.Kanunun 158. maddesinde ise “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir. ” hükmü yer almaktadır.

Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 esas-karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir.

Bu noktada, belirsiz alacak davası olarak açılan davada, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddinin, 6098 sayılı Kanun’un 158. maddesinde düzenlenen “düzeltilebilir bir yanlışlık” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Kanun maddesinde yetkisizlik veya görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları ayrıca düzenlenmiş olup “düzeltilebilir bir yanlışlık” kavramı, yalnızca yetkisizlik ve görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları anlamında yorumlanamaz. Düzeltilebilmesi mümkün bir hata sebebi ile dava usulden reddedildiğinde, davacıya ek süre hakkı tanınması, hakkın doğası ve adil yargılanma hakkının doğal gereğidir. 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki hüküm, bazı usul hataları sebebi ile davanın reddi halinde doğabilecek adaletsizliğin önüne geçmek amacı ile düzenlenmiştir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile dava şartının eksik olması, yeni açılacak bir dava ile düzeltilebilir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddedilen davadan sonra aynı taleplerle açılacak davada, önceki dava maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Görev ve yetki de hukuki yarar gibi dava şartı olup, görev ve yetki bakımından dava şartı eksikliği sebebi ile verilen ret kararından sonra altmış günlük ek süre tanınmasına imkan veren Kanunun, aynı kapsamda sayılan hukuki yarar yokluğu sebebi ile ret halini “düzeltilemez bir yanlışlık” olarak kabul ettiğini söylemek adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz.

Davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararı bulunmadığı halde, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebi ile usulden reddedilmesi durumunda, bu hatanın “ düzeltilebilir bir yanlışlık ” olduğunun kabulü ile sonradan aynı taleplerle açılan davada davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesinde düzenlenen ek süreden faydalanması gerektiği kabul edilmelidir. Böylece Kanunda öngörülen altmış günlük süre içinde dava açıldığı takdirde, zamanaşımı yönünden ilk dava tarihinin dikkate alınması mümkün olabilecektir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8 maddesinde işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklar da ücret alacağı mahiyetinde oldukları için beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.Açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirilecek olursa; davacı kıdem tazminatı farkı, fark ücret, fark ikramiye, fark sosyal hak alacaklarının tahsili talebi ile … 3. İş Mahkemesinin 2015/434 esasına kayıtlı belirsiz alacak davasını açmış olup, mahkemece davanın kabulüne dair kararın Dairemizce bozulması üzerine, bozmaya uyularak davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir. Ret kararı ise, Dairemizin 2015/24447 E., 2015/29315 K. sayılı, 20.10.2015 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Davacı vekili, onama kararının 23.11.2015 tarihinde tebliğ edildiğini, onama kararının tebliğ tarihi dikkate alındığında, davanın altmış günlük ek süre içinde açıldığını ileri sürmüş ise de, iş mahkemelerinde karar düzeltme yolu kapalıdır. Mahkemece verilen karar, Yargıtay’ın onama kararı ile kesinleşir. Kanundaki istisnai düzenlemeler dışında, onama kararının taraflara tebliğ zorunluluğu da bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca altmış günlük sürenin başladığı tarihin, onama kararının tebliğ tarihi değil, onama tarihi olarak kabulü gerekir. Belirsiz alacak davasının usulden reddine dair mahkeme kararının, Dairemizin 20.10.2015 tarihli kararı ile onandığı, eldeki davanın ise 21.01.2016 tarihinde açıldığı dikkate alındığında altmış günlük sürenin geçtiği anlaşılmaktadır. Bu halde davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki ek süreden yararlanabilmesi mümkün değildir. Dava konusu fark ücret alacakları, fark ikramiye alacakları ve sosyal hak alacakları yönünden beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, davalının zamanaşımı savunmasına değer verilerek, bu alacakların zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 21.01.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

DAVACININ KENDİSİ GİBİ MİRASÇI KONUMUNDA OLAN DAVALILARA HUSUMET YÖNELTMEK SURETİYLE MİRAS PAYI ORANINDA TAPU İPTAL VE TESCİL İSTEMLİ DAVA AÇMASI MÜMKÜNDÜR

T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2018/4995
KARAR NO : 2021/57

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : HİLVAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/07/2018
NUMARASI : 2016/153-2018/100
DAVACI : EMİNE Z.
DAHİLİ DAVACI : AZİZE Z.
DAVALILAR : M. Z.V.D.
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen davada;

Davacı vasisi, kısıtlı Emine’nin bakıma muhtaç ve temyiz kudretinden yoksun olduğunu, kısıtlıya ait 13 parça taşınmazın vekil tayin ettiği gelini Perihan Z. tarafından Emine’nin oğulları olan davalılar Muzaffer ve Ramazan’a satış yoluyla temlik edildiğini, davalıların el ve işbirliği içinde hareket ettiklerini ileri sürüp tapu kayıtlarının iptali ile kısıtlı Emine Z. adına tescilini istemiş, aşamada Emine’nin ölümü üzerine istemini miras payına hasretmiştir.

Davalılar, vekâletin taşınmaz satışları için verildiğini, vekâletname ve satış tarihlerinde Emine’nin ehliyetli olduğunu, satış bedeli olarak 75.000-TL ödediklerini, ayrıca dahili davacı Azize’ye de 146 gr altın verdiklerini bildirip davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar Dairece; “…davacının kendisi gibi mirasçı konumunda olan davalılara husumet yöneltmek suretiyle miras payı oranında tapu iptal ve tescil istemli dava açması mümkündür. Hâl böyle olunca, işin esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davalının da mirasçı konumunda olduğu gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. ” gerekçesi ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda satış bedelinin ödendiği savunmasının kanıtlanamadığı, dava konusu 406 parselin ise dava tarihinde dava dışı 3. kişi adına kayıtlı olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile kısmen reddine karar verilmiştir.

Karar, davalılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 12.01.2021 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat gelmedi, temyiz edilen davacı vekili Avukat Kazım Aslan geldi, davetiye tebliğine rağmen mirasçılar Ahmet Z v.d. gelmedi, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi Hande Bozoklu tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak yazılı şekilde karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalılar vekilinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine.

Ancak, hemen belirtilmelidir ki, harç kamu düzeni ile ilgili olup temyiz edenin sıfatına bakılmaksızın re’sen gözetilmesi gereken hususlardandır.

Somut olayda; davacı vasisi, dava konusu taşınmazların kısıtlı adına tescili istemi ile eldeki davayı açmış, aşamada kısıtlının ölümü üzerine talebini miras payına hasretmiş olup mahkemece 12 parça taşınmaz yönünden davacı Azize’nin miras payı (1/8) oranında tapu iptal ve tescile karar verilmiş olmasına rağmen, 12 parça taşınmazın tamamının değeri (523.516,82-TL) üzerinden fazla harca hükmedilmesi doğru değildir.

Ne var ki, bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden; hükmün 4. fıkrası hükümden tamamen çıkarılarak yerine 4. fıkra olarak “Dosyada adli yardım isteği kabul edilerek harç alınmadığından 4.470,17-TL nispi karar-ilam harcının davalılardan tahsili ile hazineye gelir kaydına,” cümlesinin yazılmasına, davalıların bu yöne ilişkin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 438/7. maddesi uyarınca hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.01.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan V.
M. ÖZCAN
Üye
R. ÜLGER
Üye
T. T. GENÇ
Üye
İ. AYSAL
Üye
F. DEMİR

Okundu. 17.02.2021
A.A.

KARAR DÜZELTME YOLU KAPALI OLDUĞU HALDE İLAMDA AÇIK OLDUĞUNUN BELİRTİLMESİ İTİRAZ HAKKI TANIMAYACAĞI- FAZLA DÜZENLEME ORTAKLIK PAYI KESİNTİSİ NEDENİYLE TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2019/309
KARAR: 2019/880

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “fazla kesilen düzenleme ortaklık payı (DOP) nedeniyle tazminat” davasından dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 13.06.2016 tarihli ve 2016/118 E., 2016/191 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 06.11.2018 tarihli ve 2017/5-2019 E., 2018/1589 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davalı … vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinin uygulanması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece görevsizlik nedeniyle davanın usulden reddine dair verilen direnme kararının davacılar vekilince temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca oy çokluğu ile bozma kararı verilmiş, verilen bu karara karşı davalı … vekilince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce Özel Dairenin, davaya bakma görevinin adli yargıda olduğuna işaret eder nitelikteki bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda Yerel Mahkemece idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verildiği, verilen direnme kararının davacılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından, dava konusu 620 ada 18 parsel sayılı taşınmazda 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca … tarafından yapılan imar uygulaması sırasında %40 (DOP)’dan daha fazla oranda düzenleme ortaklık payı kesintisi yapıldığı, idarenin bu işlemi sonucu davacıların dava konusu hisse üzerindeki mülkiyetinin sona erdiği, idarenin söz konusu eyleminden kaynaklanan tazminat davalarında adli yargının görevli olduğu ve karar düzeltme yolunun açık olduğu belirtilerek oy çokluğu ile bozulduğu, bozma kararına karşı davalı … vekili tarafından karar düzeltme talebinde bulunulduğu anlaşılmakla, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 440/III-3 maddesindeki düzenleme ve dilekçenin kapsamı dikkate alınarak, bu talebe karşı karar düzeltme yoluna başvurulup başvurulamayacağı, Hukuk Genel Kurulu kararında karar düzeltme yolunun açık olduğuna yönelik ibarenin maddi hatadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususları ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

Burada Yargıtayca verilen hangi kararların kesin olduğunun açıklanmasında fayda bulunmaktadır. Şöyle ki,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 440/III. maddesi gereğince:

3-Usule ilişkin nihai kararlar hakkındaki Yargıtay Kararları için karar düzeltme istenemez;
a)Görevsizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

b)Yetkisizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).
c)Hâkimin reddi hakkındaki merci kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

d)Davanın açılmamış sayılması kararlarının (m.193/IV; m.194; m.409/V) temyizi üzerine verilen Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

e)Karşılık davanın açılmamış sayılması kararının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

f)Başka mahkemelerde açılmış olan davaların birleştirilmesi kararının temyizi üzerine verilen Yargıtay kararına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

g)Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin yargı yeri belirlemesine (merci tayinine) ilişkin kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

Yukarıda yer alan HUMK’nın 440/III-3. maddesinde karar düzeltilmesi yoluna gidilemeyecek Yargıtay kararları açıklanırken işin niteliği itibariyle “merci belirtilmesi kararları” bir tarafa bırakılırsa hep mahalli mahkeme kararı esas tutularak hangi Yargıtay kararları hakkında karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı gösterilmiştir.
Başka bir anlatımla Kanunun getirdiği düzenleme yönünden göreve ilişkin karar düzeltme yasağının işleyebilmesi için Yerel Mahkemece görevle ilgili bir karar verilmeli ve bu karar hakkında temyiz incelemesi ile Yargıtay Özel Dairesince de bir karar alınmalıdır.

“Görevle ilgili olarak karar düzeltme isteğine getirilen istisna mahalli mahkemenin görevsizlik kararı vermiş olması hâli içindir. Ancak, mahalli mahkeme esas hakkında karar (hüküm) vermiş ve Yargıtay (temyiz incelemesi sonucunda bu kararı görev yönünden bozmuş ise Yargıtayın bu bozma kararına karşı (m.440.III/1 deki iki istisnadan hiç biri söz konusu değilse) karar düzeltme yoluna başvurulabilir.”

Yukarıda değinilen yasal düzenlemeler dikkate alındığında 1086 sayılı HUMK’nın 440/III-3. maddesi uyarınca görevsizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Her ne kadar Hukuk Genel Kurulu kararında karar düzeltme yolunun açık olduğu belirtilmiş ise de bu hususun maddi hatadan kaynaklandığı kabul edilmelidir.

Kanunda karar düzeltme yolu kapalı olduğu öngörülen kararlara karşı maddi yanılgı ile bu hakkın verilmesi suretiyle bir taraf lehine oluşan haksız kazanım, bu kez karar düzeltme yolunun kapalı olması nedeniyle karşı taraf lehine oluşan kazanılmış hakkın ihlaline yol açabilecektir. Hemen belirtmek gerekir ki bu durum, hukuk devleti olmayı sağlayan ve belli bir kişiyi hedef almadan, aynı durumda olan herkese uygulanması gereken kurallar koymayı zorunlu kılan “kanunların genelliği” ve Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “eşitlik” ilkelerine de aykırılık oluşturacaktır.

Açıklanan nedenle Hukuk Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı karar düzeltme yolunun kapalı olması nedeniyle davalı … vekilinin karar düzeltme istemine ilişkin dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir.

S O N U Ç: Davalı … vekili tarafından verilen karar düzeltme istemine ilişkin dilekçesinin Hukuk Genel Kurulunca verilen kararın kesin olması nedeniyle REDDİNE, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 442/3. ve 4421 sayılı Kanun’un 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 370,00TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, karar düzeltme harcı peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 17.09.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

HUKUKİ YARAR YOKLUĞU NEDENİYLE RED KARARINDAN SONRA 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU 158 HÜKMÜNDEKİ EK SÜREDEN FAYDALANABİLİR

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/27790
KARAR: 2020/825 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:İş Mahkemesi

DAVA TÜRÜ: ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacılar vekili, davacıların murisinin davalı Belediye bünyesinde vefat tarihi olan 26.01.2009 tarihine kadar çalıştığını çalıştığını, murisleri …sendikasına üye olmasına rağmen, sendikanın taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmadığını ileri sürerek, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan bir kısım alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz Başvurusu:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.2. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, daha önce açılan davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddi üzerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 158. maddesinde öngörülen sürede yeniden dava açılması halinde zamanaşımının ilk dava tarihine göre belirlenip belirlenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler belirlenmiş olup, anılan maddenin 2. fıkrasında alacaklının, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuş olması halinde zamanaşımı süresinin kesileceği düzenlenmiştir.Kanunun 158. maddesinde ise “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir. ” hükmü yer almaktadır.

Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 esas-karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir.

Bu noktada, belirsiz alacak davası olarak açılan davada, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddinin, 6098 sayılı Kanun’un 158. maddesinde düzenlenen “düzeltilebilir bir yanlışlık” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Kanun maddesinde yetkisizlik veya görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları ayrıca düzenlenmiş olup “düzeltilebilir bir yanlışlık” kavramı, yalnızca yetkisizlik ve görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları anlamında yorumlanamaz. Düzeltilebilmesi mümkün bir hata sebebi ile dava usulden reddedildiğinde, davacıya ek süre hakkı tanınması, hakkın doğası ve adil yargılanma hakkının doğal gereğidir. 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki hüküm, bazı usul hataları sebebi ile davanın reddi halinde doğabilecek adaletsizliğin önüne geçmek amacı ile düzenlenmiştir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile dava şartının eksik olması, yeni açılacak bir dava ile düzeltilebilir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddedilen davadan sonra aynı taleplerle açılacak davada, önceki dava maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Görev ve yetki de hukuki yarar gibi dava şartı olup, görev ve yetki bakımından dava şartı eksikliği sebebi ile verilen ret kararından sonra altmış günlük ek süre tanınmasına imkan veren Kanunun, aynı kapsamda sayılan hukuki yarar yokluğu sebebi ile ret halini “düzeltilemez bir yanlışlık” olarak kabul ettiğini söylemek adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz.

Davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararı bulunmadığı halde, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebi ile usulden reddedilmesi durumunda, bu hatanın “ düzeltilebilir bir yanlışlık ” olduğunun kabulü ile sonradan aynı taleplerle açılan davada davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesinde düzenlenen ek süreden faydalanması gerektiği kabul edilmelidir. Böylece Kanunda öngörülen altmış günlük süre içinde dava açıldığı takdirde, zamanaşımı yönünden ilk dava tarihinin dikkate alınması mümkün olabilecektir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8 maddesinde işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklar da ücret alacağı mahiyetinde oldukları için beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.Açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirilecek olursa; davacı kıdem tazminatı farkı, fark ücret, fark ikramiye, fark sosyal hak alacaklarının tahsili talebi ile … 3. İş Mahkemesinin 2015/434 esasına kayıtlı belirsiz alacak davasını açmış olup, mahkemece davanın kabulüne dair kararın Dairemizce bozulması üzerine, bozmaya uyularak davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir. Ret kararı ise, Dairemizin 2015/24447 E., 2015/29315 K. sayılı, 20.10.2015 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Davacı vekili, onama kararının 23.11.2015 tarihinde tebliğ edildiğini, onama kararının tebliğ tarihi dikkate alındığında, davanın altmış günlük ek süre içinde açıldığını ileri sürmüş ise de, iş mahkemelerinde karar düzeltme yolu kapalıdır. Mahkemece verilen karar, Yargıtay’ın onama kararı ile kesinleşir. Kanundaki istisnai düzenlemeler dışında, onama kararının taraflara tebliğ zorunluluğu da bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca altmış günlük sürenin başladığı tarihin, onama kararının tebliğ tarihi değil, onama tarihi olarak kabulü gerekir. Belirsiz alacak davasının usulden reddine dair mahkeme kararının, Dairemizin 20.10.2015 tarihli kararı ile onandığı, eldeki davanın ise 21.01.2016 tarihinde açıldığı dikkate alındığında altmış günlük sürenin geçtiği anlaşılmaktadır. Bu halde davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki ek süreden yararlanabilmesi mümkün değildir. Dava konusu fark ücret alacakları, fark ikramiye alacakları ve sosyal hak alacakları yönünden beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, davalının zamanaşımı savunmasına değer verilerek, bu alacakların zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 21.01.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

BAKICI GİDERLERİ TAZMİNATI MURİSİN ÖLÜMÜNDEN SONRA İSTENEMEZ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/23517
KARAR: 2017/4741

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı tarafa sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin murisi … ‘ın 2 yıl %74 oranında sakat kaldıktan sonra kazaya bağlı olarak vefat ettiğini, davacının bu süre zarfında eşine bakıcı olarak baktığını, bu ölüm nedeniyle davalı aracın sigortalısından sakatlık tazminatı, destekten yoksun kalma tazminatı ve bakım tazminatı olarak 10.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiş, daha sonra bu davaya muris … ‘ın varisleri muvafakat vererek dahil olmuştur.

Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, ölüm ile kaza arasında illiyet bağı bulunmadığından destekten yoksun kalma tazminatı talebinin reddine, 5.498,31 TL sakatlık tazminatının tahsiline, bakıcı gideri talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davacının murisi … tarafından ölmeden önce açılmış cismani zarara dayalı dava bulunmamaktadır. Davacının ölümü üzerine davacının mirasçıları tarafından açılan davada, muris … ‘ın bu kaza nedeniyle maluliyetine ilişkin muris … adına tazminat talebinde bulunulmuştur. Kişilik hakları şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Murisin tarafından sağlığında davalıya karşı açılmış bir dava bulunmadığından açılan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 27/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İHTİYARİ DAVA ARKADAŞLARI ARASINDA, DAVACILAR YARARINA AYRI AYRI VEKALET ÜCRETİNE HÜKMEDİLMESİ

TÜRK MİLLETİ ADINA
T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2019/5419
KARAR NO : 2020/8297

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 27/06/2019
NUMARASI : 2019/53-2019/571
DAVACILAR : 1-R. A.
2-E. C.
DAVALI : Güvence Hesabı

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davacıların babası Muhittin A’in sürücüsü olduğu aracın karıştığı tek taraflı trafik kazasında araçta yolcu olarak bulunan müvekkillerinin annesi Yaze A’in vefat ettiğini, diğer müvekkilleri Esma ve Ayşe’nin ağır yaralandığını, kazada vefat eden Muhittin’in asli kusurlu olduğunu, davacıların Yaze A’in desteğinden yoksun kaldıklarını, Esma ve Ayşe’nin ağır yaralanarak iş ve güçten yoksun kaldıklarını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla her bir davacı için 1.000,00’er TL olmak üzere 7.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile davacı Esma için 500,00 TL, Ayşe için 500,00 TL olmak üzere tedavi gideri ile işgöremezlik tazminatı olmak üzere toplam 8.000,00 TL’nin ihbar tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiş, Yakup için 323,33 TL, Hamza için 10.142,42 TL, Ayşe için 19.313,73 TL, Helin için 24.116,30 TL, olmak üzere toplam 58.698,35 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve Esma için 57.276,36 TL, Ayşe için 150,000,00 TL olarak talepleri ıslah etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, Dairemizin ilgili bozma ilamına uyulmasına karar verilerek toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre;Davacı Esma A yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 1.000,00 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, Davacı Yakup A. yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 323,33 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, Davacı Hamza A. yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 10.142,42 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,Davacı Ayşe A. yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 19.313,73 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davacı Helin A. yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 24.116,30 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davacı Ayşe A. yönünden açılan iş göremezlik tazminatı talebinin kabulü ile 150.000,00 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,
Davacı Esma A. yönünden açılan iş göremezlik tazminatı talebinin kabulü ile 57.276,36 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,Davacılar Mehmet A. ve Rıdvan A. yönünden açılan destekden yoksun kalma tazminatı talebinin reddine, karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davacılar ihtiyari dava arkadaşları olduğundan, davacılar yararına ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, tüm tazminat toplamı üzerinden tek vekalet ücreti takdir edilmiş olması doğru olmayıp bozma sebebi ise de; bu yanılgının giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, hükmün 6100 sayılı HMK’nun geçici 3/II. maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK’nun 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE; (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün J bendinde yer alan “takdir olunan 21.680,32 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacılara verilmesine” ibaresinin çıkarılarak yerine “davacı Esma için 6.760,39 TL, davacı Yakup için 323,33 TL, davacı Hamza için 2.725,00 TL, davacı Helin için 3.893,95 TL, davacı Ayşe için 16.108,21 TL olmak üzere toplam 28.811,49 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak adı geçen davacılara verilmesine”ibaresinin yazılmasına ve hükmün bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA; peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine, 10/12/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
A.Ş.Sertkaya R.Eğri K.Özerdoğan M.Cebeci Ö.F.Aydıner

Karşılaştırıldı.
AG. S.A.

UYUŞTURUCU MADDE İTHAL ETME- ETKİN PİŞMANLIK HÜKÜMLERİ KAPSAMINDA SUÇ ATFI KARŞISINDA DİĞER SANIKLARIN SUÇU KABULLENMEMESİ – YARGILAMA YAPILMADAN CEZA TAYİNİ

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
ESAS: 2020/5563
KARAR: 2020/5969

“İçtihat Metni”
İtiraz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
İtiraz Edilen Daire Kararı : Yargıtay 20. Ceza Dairesinin 07/01/2020 –2018/3694 esas ve 2020/102 karar
Suç : Uyuşturucu madde ithal etme

İtiraz yazısı ile dava dosyası incelendi.

A) KONUYLA İLGİLİ BİLGİLER:
Uyuşturucu madde ithal etme suçundan sanıklar hakkında Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucu 06/10/2017 tarihli, 2017/48 esas ve 2017/332 karar sayı ile sanıkların mahkûmiyetine karar, bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 05/02/2018 tarihli ve 2018/121 esas 2018/265 karar sayılı kararı ile istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Hüküm sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay 20. Ceza Dairesince 07/01/2020 tarihli 2018/3694 esas ve 2020/102 karar sayı ile sanıklar hakkında verilen hükmün, oyçokluğu ile temyiz başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

B) İTİRAZ NEDENLERİ:

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz yazısında; “1- Anayasa’nın 141. maddesinin 3.fıkrası ile CMK’nın 230. maddesinin 1.fıkrası gereğince mahkeme kararlarının Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde ve gerekçeli olması, gerekçenin ise sanıkları varsa mağdurları, davanın diğer taraflarını ve herkesi inandırıcak tutarlılıkta olması, sanıkların lehindeki ve aleyhlerindeki deliller belirtilerek bu delillerin tartışılarak değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve rededilenlerin belirlenmesi, ulaşılan kanıya göre sanıkların sabit kabul edilen ve suç oluşturan eylemleri açıklanarak bunların nitelendirilmesi, sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının saptanması gereklidir. İncelenen dava ile ilgili Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararında ”’delillerin değerlendirilmesi ve gerekçe”’ bölümünde yer alan ”Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde” başlığı altında özetle, sanık …’nın yurt dışından hava yoluyla geldiği Atatürk havalimanında, valizinde farklı yoğunluk tespit edilmesi üzerine şühelenilerek yapılan aramada çay ambalajı görünümünde paketler içinde net 14.950 gram gelen FUB – AMB isimli sentetik kanabinoid ele geçirilmesine ilişkin olayın anlatıldığı, sanık …’nın yakalandığı ilk andan itibaren diğer sanıkların olayı gerçekleştirdiğini savunduğu, …’nın beyanı ile olayın diğer faillerinin ortaya çıkarıldığı, bu nedenle … hakkında etkin pişmanlık hükmünün uygulandığı, böylece diğer sanıklarında suçlarının …’nın beyanı doğrultusunda sabit kabul edildiği; sanık …’un, …’nın valizinde ele geçen uyuşturucu madde ile bir ilgisi bulunmadığını belirterek suçlamayı kabul etmemesine rağmen, …’in …’nın isteği üzerine ona seyahat acentasından uçak bileti alması, … yakalanınca …’in havaalanındaki ihtiyaçları ile yakından ilgilenmesi, sanıklar arasında atfı cürümde bulunmaya sebep olacak husumet bulunmadığı, …’nın telefon ve fotograf makinesi getirmek için gittiği yerden uyuşturucu madde getirmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, … ve …’in beyanlarının suçtan kurtulmaya yönelik beyanlar olup, sanıkların eyleminin bir bütün halinde uyuşturucu madde ithal etme suçunu oluşturduğu ve sanıkların fikir ve eylem birliği içinde üç kişi olarak atılı suçu işlediklerinden bahisle hüküm kurulduğu belirtilmiştir.
Oysa bu mahkumiyet gerekçesinde sadece …’nın eylemi ve sanık …’nın tek beyanı vardır, diğer sanık … bu tek beyanla ve bu beyana dayanak ”…’nın telefon ve fotoğraf makinesi getirmek için gittiği yerden uyuşturucu madde getirmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu” gerekçe yapılmak suretiyle mahkum edilmiştir.
Hayatın olağan akışı bu dosyada … için nasıl olmalıdır. ?
Bu olayda hayatın olağan akışı nedir ?
Bu kavram soyut niteliktedir. Karar gerekçesi olamaz.

Yine …’nın suç ortağı olduğu gerekçesiyle hakkında dava açılan ancak yurt dışında olup yakalanmadığı için hakkındaki dava tefrik edilen … Şahin isimli sanığın, suçla ilgili savunması alınıp yargılanmadan, … ve … ile birlikte suçu işlediği peşinen kabûl edilerek, buna ilişkin deliller gösterilip, tartışılmadan sanıkların fikir ve eylem birliği içinde üç (3) kişi olarak suçu işlediklerinden bahisle … ve … hakkında TCK’nın 188. maddesinin 5. fıkrası uyarınca cezaları artırılmıştır. Bunun gerekçesi de karar da yoktur.

Üçüncü sanığın (…’in) yargılaması yapılmadan suçu nasıl sabit kabul edilmiştir.? Belli değildir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.03.2005 gün ve 13-26 sayılı kararı başta olmak üzere konuyla ilgili tüm diğer yargısal kararlarda da duraksamasız olarak vurgulandığı üzere, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının, karşı oy da dahil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur.

Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 25.01.2011 tarihli 7/192 esas ve 1 numaralı kararında ifade edildiği üzere ”Hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun şekilde açıklanması biçiminde tanımlanan gerekçede, hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da, geçerli, yeterli ve yasal olması gerekir. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime olanak sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır.” şeklinde ifade edilmiştir. CMK’nın 289. maddesinin 1-g bendi uyarınca da yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçenin bulunmaması hukuka kesin aykırılık halini oluşturacaktır.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nce sanıklar … ve … hakkında yetersiz ve soyut gerekçe ile hüküm kurulması nedeniyle ve sanıkların, haklarındaki hükümleri istinaf etmeleri üzerine kararı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi’nin, sanıkların istinaf başvurularının esastan reddine ilişkin kararı da bu nedenle hukuka aykırı olduğundan sanıklar hakkındaki hükümler öncelikle bu yönden bozulmalıdır.

2- 6545 sayılı Kanun ile TCK’nın 188. maddesine eklenen 5. fıkra gereğince ”suçun üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde ceza artırılacaktır”. TCK ‘nın 37. maddesinin 1. fıkrasına göre suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden herbiri fail olarak sorumludur. Müşterek faillikte birden fazla kişi birlikte suç işleme kararını vermekte ve fiil üzerinde ortak hakimiyet kurmaktadır. Kısaca müşterek faillerin herbiri suç ortağıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.03.1996 tarih ve 1996/1-25 esas ve 35 sayılı kararındada belirtildiği üzere faillerin bir suç işleme hususunda suçun işlenmesinden önce veya işlediği sırada ortak bir irade ile hareket etmeleri ve suçun icrasında doğrudan doğruya etkili olan hareketleri gerçekleştirmeleri halinde müşterek faillik söz konusu olur. 5237 sayılı TCK’da suça iştirak faillik ve şerikliği kapsayan bir kavram olarak kabul edilmiştir. Şeriklik azmettirme ve yardım etmeyi kapsamaktadır. İştirak halinde işlenen suçlarda failler ile şerikler arasında cezalandırma bakımından ayrım yapılmıştır. Doktrinde şerik bir suçun işlenişine katılan fakat gerçekleştirmiş olduğu katkıyla suçun kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde hakimiyet kuramayanlar biçiminde tanımlanmaktadır. Şerik azmettiren veya yardım edendir. Şeriklerin cezalandırılabilmesi ise TCK’nın 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı ile mümkün olmaktadır. TCK’nın 188/5. fıkrasındaki durum ise suçun işleniş şekli açısından TCK’nın 37. maddesi gereğince müşterek faillik durumunun mevcut olmasıdır. Kısaca şerikler (suça azmettiren veya yardım edenler) bu sayıya dahil olamazlar.

Kural olarak suçun birlikte işlenmesi şeklindeki nitelikli halin oluşabilmesi için faillerin icra hareketlerini müşterek fail olarak birlikte gerçekleştirmeleri ve bir eylem birliği içerisinde hareket etmeleri gerekir. Dosya kapsamına göre sanık …’nın uyuşturucu madde ithal etme eyleminde fail olarak yer aldığı değerlendirilen … ile henüz yakalanmayan ve yargılanmayan, hakkındaki dava tefrik olunan sanık … Şahin’in fail veya şerik olup olmadığı hususu açıkça belirlenmemiş, suçla bağlantılarını gösteren hertürlü şüpheden uzak mahkûmiyetlerine yeterli kesin ve inandırıcı deliller gösterilip tartışılmamıştır. Bu bağlamda hukuki statüleri belli olmayan … ve …’nün, …’nın eylemine iştirak ettiklerini gösterir hertürlü şüpheden uzak somut bir ispata dayalı delil bulunmamasına rağmen, TCK’nın 188. maddesinin 5. fıkrası uyarınca arttırım yapılmasıda hukuka aykırıdır.

Ayrıca Sanıklar … ve … hakkında TCK’nın 188. maddesinin 5. fıkrasının uygulanmasıyla birlikte yakalanmayan ve yargılanmayan … Şahin, hakkında hüküm kurulmadan mahkûm edilmiş olmaktadır. Karar bu nedenle de bozulmalıdır.

3- Uyuşturucu madde ticareti yapma, temin etme, ithal ve ihraç etme suçlarında TCK’nın 192. maddesinin 3. fıkrasında yer alan etkin pişmanlık hükmünün uygulanabilmesi için, faillerden biri yada birden fazlasının işlediği suçla ilgili (bağlantılı) başka birisinin anılan suçu işlediğini beyan etmiş olması halinde ya bu kişi/kişilerin yakalanarak yargılanıp mahkûm edilmiş olması ya da bildirdiği kişi veya kişilerin suç ortağı olduğunun ispatını sağlayacak biçimde kesin ve somut delil bulunması gerekir. Aksi halde suçlanan kişiye iftira atılmış olacaktır. Dosyamıza konu olayda sanık …’nın uyuşturucu madde ithal etme eylemine diğer sanık … ve henüz yargılaması yapılmamış yakalamalı sanık …’in iştirak ettiklerine ilişkin …’nın beyanı dışında suçlarının subutunu sağlayacak nitelikte somut deliller gösterilememiştir. Var olduğu kabul edilmiş ise mahkemece bunların gösterilip tartışılmadığı aşikardır. Bu nedenle sanık … hakkında TCK’nın 192/3. maddesi uygulanması bu aşamada doğru değildir. Kazanılmış usuli hak korunmak suretiyle hükümden TCK 192/3 maddesinin uygulanmasına dair kısmın da çıkartılması gerekmektedir.

Açıkladığımız bu gerekçelerle sanıklar hakkındaki hükümlerin bozulması gerekirken istinaf talebinin esastan reddi suretiyle onanması usul ve yasalara aykırıdır.

Yüksek Dairenizin itiraza konu 07.01.2020 tarih ve 2018/3694 esas 2020/102 karar sayılı ilamının CMK 308/2-3 maddesi kapsamında itirazımıza binaen incelenmesi ve yerel mahkeme hükmünün BOZULMASINA karar verilmesi,
İtirazımızın yerinde görülmeyip reddi halinde yukarıda arz ettiğimiz itiraz nedenlerimizin bir kez de CMK 308/1-3 maddesi uyarınca Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunca tartışılması ve ilamın talebimiz doğrultusunda BOZULMASI için dosyanın YÜKSEK YARGITAY CEZA GENEL KURULUNA tevdii itirazen arz ve talep olunur.” denilerek, Yargıtay 20. Ceza Dairesinin sanıklar hakkındaki temyiz istemlerinin esastan reddi kararlarının kaldırılması, aksi takdirde dosyanın itiraz incelenmesi için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi istenmiştir.

C) CUMHURİYET BAŞSAVCISININ İTİRAZIYLA İLGİLİ YASA HÜKÜMLERİ:

1-5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi:
(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu’na itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.
(2) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
(3) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderir.
2-5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici 5. maddesi (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen):
(1) Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308 inci maddesinde yapılan değişiklikler, bu Kanunun yayımı tarihinde Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bulunan ve henüz karara bağlanmamış dosyalar hakkında da uygulanır.

D) İTİRAZIN VE KONUNUN İRDELENMESİ:

Dairemizin itiraza konu kararının itiraz yazısında ileri sürülen tüm nedenler tartışılıp değerlendirilerek verildiği dolayısı ile kararda bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı yerinde görülmemiştir.
İtirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar vermek gerekmektedir.

E) KARAR:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının yerinde görülmediğine,
2- 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinin 2. fıkrası uyarınca itirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna GÖNDERİLMESİNE, 21/10/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMA DEĞİŞEN SUÇ VASFI NEDENİYLE KULLANMAK İÇİN UYUŞTURUCU MADDE BULUNDURMA SUÇUNDAN MAHKÛMİYET

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
ESAS: 2019/6294
KARAR: 2020/6200

“İçtihat Metni”
Mahkeme : Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Değişen suç vasfı nedeniyle kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan mahkûmiyet

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipinin doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Hükümden önce 28.06.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunun 68. maddesi ile değiştirilen TCK’nın 191. maddesi ve aynı Kanunun 85. maddesi ile eklenen 5320 sayılı Kanunun geçici 7. maddesi sanık lehine hükümler içermekte olup, öncelikle; 6545 sayılı Kanunun 68. maddesi ile değiştirilen TCK’nın 191. maddesinin 5. fıkrası ve aynı Kanunun 85. maddesi ile eklenen 5320 sayılı Kanunun geçici 7. maddesinin, olaya tatbik kabiliyeti bulunup bulunmadığının tesbiti açısından; sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan dolayı bu suç tarihinden önce açılmış başka dava olup olmadığının, varsa sanığın bu suçu diğer davaya konu olan suç nedeniyle verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işleyip işlemediğinin ve önceki dava sonucunun araştırılması, gerektiğinde Denetimli Serbestlik Müdürlüğünden suç tarihinde sanığın infazda olan başka bir tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri kararlarının bulunup bulunmadığı sorulup belirlendikten sonra;
a) Sanık bu suçu, daha önce işlediği aynı nitelikteki başka bir suçtan dolayı yapılan kovuşturma aşamasında hükmolunan tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş ve önceki suçtan mahkûmiyet kararı verilmiş ise, 6545 sayılı Kanunun 68. maddesi ile değiştirilen TCK’nın 191. maddesinin 5. fıkrasında öngörülen “Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, dördüncü fıkra uyarınca ihlâl nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz” hükmü uyarınca, ikinci suçtan açılan bu davanın kovuşturma şartının ortadan kalkması nedeniyle, CMK’nın 223. maddesinin 8. fıkrası uyarınca “davanın düşmesine”,
b) Sanık hakkında, bu suç tarihinden önce, aynı suçtan açılmış başka dava yoksa veya sanık bu suçu daha önce işlediği suçtan dolayı verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş değilse veya daha önce işlediği suçtan dolayı yapılan kovuşturma aşamasında hükmolunan tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş ve önceki suçtan mahkûmiyet dışında bir hüküm verilmiş ise, daha önceki tarihlerde işlediği aynı suçtan dolayı verilmiş olan tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri kararları ve önceki hükümlülükleri dikkate alınmaksızın, bu suç nedeniyle doğrudan tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmamış olan sanık hakkında, 6545 sayılı Kanunun 68. maddesi ile değişik TCK’nın 191. maddesi ve aynı Kanunun 85. maddesi ile eklenen 5320 sayılı Kanunun geçici 7. maddesinin 2. fıkrası çerçevesinde suç tarihi itibarıyla, 5560 sayılı Yasa ile değişik TCK’nın 191. maddesine göre ceza takdir edilip “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına”,
Karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile hüküm kurulması,
2- Teknik yöntemlerle uyuşturucu madde kullandığı tespit edilmeyen ve üzerinde de uyuşturucu madde ele geçmeyen sanığın, aleyhinde yeterli ve kesin delil bulunmadığı aşamada, inceleme dışı sanık …’ya ait ve onun kullanımında olan araçta ele geçen uyuşturucunun kendisine ait olduğunu söyleyerek suçunun ortaya çıkmasına hizmet ve yardım etmesi nedeniyle hakkında etkin pişmanlıkla ilgili TCK’nın 192. maddesinin 3. fıkrasının uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,
3- Hükümden sonra 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı hükmü ile 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi ve 7242 sayılı Kanunun 10. maddesinde yapılan değişiklikler nedeniyle, bu maddenin uygulanması açısından, sanığın durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün BOZULMASINA, 22/10/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ – EYLEMLERİN TEK SUÇ, İKİ AYRI SUÇ YA DA ZİNCİRLEME SUÇ OLUŞTURUP OLUŞTURMADIĞI- YABANCILARIN KAYITLARI SIRASINDA KİMLİĞİNE İLİŞKİN BELGE SUNAMAYAN YABANCININ, AKSİ İSPAT EDİLİNCEYE KADAR BEYANININ ESAS ALINACAĞI

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
ESAS: 2020/3300
KARAR: 2020/6216

“İçtihat Metni”
Mahkeme :. Ceza Dairesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma

Hükümler : 1- Mahkûmiyet: Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 10/07/2019 tarih, 2018/561 esas ve 2019/300 sayılı kararı
2- Düzeltilerek istinaf başvurularının esastan reddi: Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin 09/10/2019 tarih 2019/1759 esas ve 2019/1175 sayılı kararı

Bölge Adliye Mahkemesi’nce verilen hüküm temyiz edenlerin sıfatı, başvuruların süresi, kararın niteliği ve temyiz sebeplerine göre incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

A) Sanıklar … ve … hakkında kurulan hükümlerin incelenmesi:
5271 sayılı CMK’nın 288. ve 294. maddelerinde yer alan düzenlemeler ile, CMK’nın 289. maddesinde sayılan kesin hukuka aykırılık halleri dikkate alınarak, sanıklar ve müdafilerinin temyiz istemlerinin hükmün hukuki yönüne ilişkin olduğu belirlenerek anılan sebeplere bağlı olarak yapılan incelemede,

Sanıklar hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan hükme ilişkin yapılan düzeltilerek istinaf başvurularının esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin kararı hukuka uygun bulunduğundan, sanıklar ve müdafilerinin yerinde görülmeyen temyiz istemlerinin CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, hükmolunan ceza miktarı ile tutuklu kalınan süre nazara alınarak, sanık … hakkındaki tahliye talebinin reddine,

B) Sanık … hakkında kurulan hükmün incelenmesinde;
Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipinin doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; sanık ve müdafiinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Sanık hakkında 23/09/2018 tarihli uyuşturucu madde ticareti yapma eylemi nedeniyle 23/10/2018 tarihli iddianame ile açılan kamu davası sonucunda temyiz incelemesine konu mahkumiyet hükmünün verildiği, UYAP sistemi üzerinden yapılan sorgulamada ise sanığın 15/10/2018 ve 13/11/2018 tarihli uyuşturucu madde ticareti yapma eylemleri nedeniyle 30/01/2019 tarihli iddianame ile açılan kamu davası sonucunda Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22/09/2020 tarih 2019/59 esas ve 2020/237 sayılı karar ile sanık hakkında mahkumiyet hükmü verildiği, sanığın temyiz incelemesine konu 23/09/2018 tarihli eyleminden sonra henüz iddianame tanzim edilmeden Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22/09/2020 tarih 2019/59 esas ve 2020/237 sayılı kararına konu olan 15/10/2018 tarihli eylemi işlediği, böylece 23/09/2018 ve 15/10/2018 tarihli eylemleri arasında hukuki kesinti bulunmadığı anlaşılmakla; Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22/09/2020 tarihli 2019/59 esas ve 2020/237 karar sayılı dosyasının aslının yada onaylı suretinin hukuki denetime imkan verecek şekilde getirtilip, derdest ise birleştirilmesi, hüküm verilmiş ve kesinleşmiş ise, incelenerek, sonucuna göre tüm deliller birlikte değerlendirilip, eylemlerin tek suç, iki ayrı suç ya da zincirleme suç oluşturup oluşturmadığı tartışılıp değerlendirildikten sonra sanığın hukukî durumunun belirlenmesi, belirtilen suçların zincirleme suç oluşturduğunun kabul edilmesi durumunda; ağır sonuç doğuran suç esas alınarak belirlenecek cezanın, zincirleme suç nedeniyle TCK’nın 43. maddesi gereğince artırılması ve böylece bulunacak sonuç cezanın, kesinleşen hükümdeki sonuç cezadan “fazla olması halinde” aradaki fark kadar “ek cezaya hükmolunması”, aksi halde “ek ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik araştırma ile hüküm kurulması,

Kanuna aykırı, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA,

C) Sanık … hakkında kurulan hükmün incelenmesinde;
5271 sayılı CMK’nın 288. ve 294. maddelerinde yer alan düzenlemeler ile CMK’nın 289. maddesinde sayılan kesin hukuka aykırılık halleri dikkate alınarak sanık ve müdafiinin temyiz dilekçesindeki temyiz sebeplerinin hükmün hukuki yönüne ilişkin olduğu belirlenerek anılan sebeplere bağlı olarak yapılan incelemede,

Sanığın kimliğini ispat edecek herhangi bir belge bulunmadığı, sanığın kimlik tespitine yönelik başkaca bir işlem yapılmadığının anlaşılması karşısında, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21/04/2015 tarih ve 2014/10-623 esas, 2015/117 sayılı kararında da yabancı uyruklu olup, yakalandığında üzerinde herhangi bir kimlik belgesi çıkmayan sanığın nüfus ve adli sicil kayıtları ile ilgili hiçbir araştırma yapılmadan sadece beyan edilen kimlik bilgilerine dayanılarak hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır denilmiştir.

6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesinde geçici koruma “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.” şeklinde hüküm altına alınmış, bu kişilerin Türkiye’ye kabulü, Türkiye’de kalışı, hak ve yükümlülüklerinin Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.

6458 sayılı Kanun’un 91. maddesi uyarınca çıkartılan Geçici Koruma Yönetmeliği’nin (Bakanlar Kurulu Kararının Tarihi: 13/10/2014 No: 2014/6883 Dayandığı Kanunun Tarihi: 04/04/2013 No: 6458 Yayımlandığı Resmi Gazete’nin Tarihi: 22/10/2014 No: 29153) 21. maddesinde; bu Yönetmelik kapsamındaki yabancıların kayıtları sırasında kimliğine ilişkin belge sunamayan yabancının, aksi ispat edilinceye kadar beyanının esas alınacağı, fotoğraf, parmak izi ya da kimlik tespitine elverişli diğer biyometrik verilerin esas alınıp merkezi veri tabanına kaydedileceği, mevcut biyometrik verilerle eşleştirileceği, kayıt altına alınan yabancıların bilgilerinin derhal Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne bildirileceği, yabancıların kayıt bilgilerinin doğum, ölüm, evlilik, boşanma, gönüllü geri dönüş gibi hallerde güncelleneceği, adres kayıt sistemine kaydedilecekleri düzenlemeleri getirilmiş, 22. maddesinde ise; kayıt işlemleri tamamlananlara, valilikler tarafından geçici koruma kimlik belgesi düzenleneceği, geçici koruma kimlik belgesi verilenlere, 25/04/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu kapsamında yabancı kimlik numarası verileceği belirtilmiştir.6458 sayılı Kanun’un 121. maddesine dayanılarak çıkartılan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik 17 Mart 2016 tarih ve 29656 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Somut olayımızda ise; Afgan uyruklu sanığa ait nüfus ve adli sicil kayıtlarının, sanığın vatandaşı olduğu ülkeden, gerektiğinde uluslararası kurum ve kuruluşlardan genelgeler doğrultusunda temin edilip, sanığın resmi kimlik bilgilerinin temin edilmesi, temin edilemediği takdirde soruşturma makamınca sanığın beyanı üzerine tespit edilen kimlik bilgileri, dosya içerisindeki parmak izi ve fotoğraf kayıt formu ile sanığın temin edilen fotoğraflarının Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne gönderilerek Geçici Koruma Yönetmeliğinin 21 ve 22. maddeleri uyarınca sanığın Türkiye’ye kabul edilen yabancılardan olup olmadığının ve varsa yabancı kimlik numarası ile adres kayıt sistemindeki kayıtlarının tespit edilmesi, şayet kimliği bu şekilde belirlenmiyorsa 6458 sayılı Kanun’un 91. maddesi uyarınca çıkartılan Geçici Koruma Yönetmeliği’nin 21. ve 22. maddesi gereğince gerekli kayıtlarının yapılıp geçici koruma belgesi çıkarılıp gönderilmesi istenilerek belirlenen kimliği esas alınıp, hükümlülüğüne karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık ve müdafiinin temyiz istekleri yerinde görülmüş olduğundan hükmün CMK’nın 302. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine ve tutuklama koşullarında bir değişiklik bulunmamasına göre sanık hakkındaki tahliye talebinin reddine,

28/02/2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7165 sayılı Kanun’un 8. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 304/1. maddesi uyarınca dosyanın Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne; kararın bir örneğinin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine gönderilmesine, 22/10/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMA – TEMYİZ SÜRESİ

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS: 2019/403
KARAR: 2020/480 K.

“İçtihat Metni”
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 10. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Sayısı : 250-53

Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık …’ın, TCK’nın 188/3, 62, 52/2, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis ve 1000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, müsadereye ve mahsuba ilişkin Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 14.11.2014 tarihli ve 159-425 sayılı hükmün, sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 10.04.2017 tarih ve 173-1399 sayı ile “İletişim tespit tutanakları sanığa duruşmada okunarak diyeceklerinin sorulması ve CMK’nın 230/1. maddesi gereğince hükmün gerekçe bölümünde, sanığın lehindeki ve aleyhindeki delillerin belirtilmesi, bu kapsamda sanığın hangi tarihte kiminle ne şekilde telefon konuşması yaptığının ve bu konuşmaların nasıl yorumlandıklarının açıklanması ve gerçekleşen somut olgularla bağlantılarının gösterilmesi, tüm delillerin ayrı ayrı tartışılarak değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilenlerin belirlenmesi, ulaşılan kanıya göre sanığın sabit kabul edilen fiilleri açıklanarak bunun nitelendirilmesi, sonucuna göre sanığın hukukî durumunun belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Bozmaya uyulmasına karar veren Yerel Mahkemece 12.02.2018 tarih ve 250-53 sayı ile; sanık …’ın, TCK’nın 188/3, 62, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis ve 1000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye, hak yoksunluğuna, müsadereye ve mahsuba karar verilmiş, hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 27.03.2019 tarih ve 5623-1878 sayı ile; “05.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile 5271 sayılı Kanun’un 291. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ‘yedi’ ibaresi ‘on beş’ şeklinde değiştirilmiş olup ilk derece mahkemesinden verilen kararlar için ayrı, Bölge Adliye Mahkemesinden verilen kararlar için ayrı temyiz süresi öngörülemeyeceğinden, sonradan yürürlüğe giren ve sanık lehine olan bu değişikliğin ilk derece mahkemesi kararlarına da uygulanması gerektiği cihetle tebliğnamedeki temyiz isteminin reddi düşüncesine iştirak edilmemiştir.” şeklindeki değerlendirme ile hükmün “onanmasına” karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 09.05.2019 tarih ve 2018/87783 sayı ile;
“…Yerel Mahkeme tarafından, uyuşturucu madde itcareti yapma suçundan sanık hakkında TCK 188/3, 62, 52/2-4, 53/1-2-3, 63, 54/4. maddeleri gereğince 6 yıl 8 ay hapis ve 1.000 TL adli para cezası ile tecziyesine karar verilmiştir.

Karar yoklukta verilmiş olup sanığa 18.6.2018 tarihinde tebliğ olunmuş, sanık hükmü 27.6.2018 tarihinde temyiz etmiştir.

Çözümlenmesi gereken sorun, temyiz isteği süresinde midir? Esastan inceleme yapılmalı mıdır?
05.08.2017 tarihli 7035 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesine göre temyiz süresi 15 gündür.

5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesine göre, Bölge Adliye Mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ila 326. maddeleri uygulanacaktır.

1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 311. maddelerine göre, yoklukta verilen kararların temyiz süresi bir haftadır.

İnceleme konusu Yerel Mahkeme kararı bozma üzerine verilmiştir. İlk hüküm 14.11.2014 tarihli olup 10.4.2017 tarihli daire kararı ile hüküm bozulmuştur.

12.2.2018 tarihli kararın temyiz süresinin, 1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 311. maddeleri hükümlerine göre saptanacağı düşünülmüştür.

12.2.2018 tarihli hüküm 5271 sayılı Yasa’nın 34/2. maddesine uygun olarak açıklanmıştır. Kararda başvurulacak yasa yolu, süresi, merci ve şekli belirtilmiştir. Yanıltıcı ibare yoktur. Hüküm 18.6.2018 tarihinde geçerli tebliğ olunmuş, sanık bir hafta geçtikten sonra 27.6.2018 günü hükmü temyiz etmiştir.1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 311. maddeleri hükümlerine göre temyiz süresi geçmiştir.

Bu sebeple, sanığın temyiz isteğinin 5320 sayılı Yasa’nın 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddeleri uyarınca reddine karar verilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince 18.06.2019 tarih ve 1642-3987 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

İtirazın kapsamına göre inceleme sanık … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan verilen 14.11.2014 tarihli mahkûmiyet hükmünün, sanık müdafisinin temyizi üzerine Özel Dairenin 10.04.2017 tarihli ilamı ile bozulması sonrasında, bozmaya uyan Yerel Mahkemece 12.02.2018 tarihinde sanığın mahkûmiyetine karar verildiği, yokluğunda verilen hükmün 18.06.2018 tarihinde tebliği üzerine sanık tarafından 27.06.2018 tarihinde temyiz edildiği anlaşılan dosyada; temyiz süresinin 1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 311. maddeleri uyarınca “bir hafta” mı, yoksa 05.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin 1. fıkrası uyarınca “on beş” gün mü olduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesince 14.11.2014 tarih ve 159-425 sayı ile sanık …’ın TCK’nın 188/3, 62, 52/2, 53,54 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis ve 1000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,

Hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 10.04.2017 tarih ve 173-1399 sayı ile bozulduğu,

Bozmaya uyulmasına karar veren Yerel Mahkemece 12.02.2018 tarih ve 250-53 sayı ile sanık …’ın TCK’nın 188/3, 62, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis ve 1000 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği,

Hükmün son paragrafında; “…sanık … ve müdafii Av. …’ün yokluklarında, Cumhuriyet savcısı …’un katılımı ile isteme uygun olarak, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlürlük ve Uygulaması Hakkında Kanun’un 8/1. ve 1412 sayılı CMUK’nın 310/1. maddeleri uyarınca sanık … yönünden tefhim, sanıklar … ve … yönlerinden tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde, mahkememize ya da en yakın mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle…, Yargıtay ilgili Ceza Dairesine temyiz yolu açık olmak üzere” şeklinde açıklamalara yer verildiği,

02.04.2018 tarihli dilekçesi ile vekillikten istifa ettiğini bildiren sanık müdafisinin dilekçesinin 10.04.2018 tarihinde sanığa tebliğ edildiği,

Yoklukta verilen hükmün 18.06.2018 tarihinde sanığa tebliği sonrasında 27.06.2018 tarihli dilekçe ile sanık tarafından temyiz kanun yoluna başvurulduğu,

Dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 27.03.2019 tarih ve sayı ile; “05.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanunun 21. maddesi ile 5271 sayılı Kanunun 291. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “yedi“ ibaresi “on beş“ şeklinde değiştirilmiş olup, ilk derece mahkemesinden verilen kararlar için ayrı, Bölge Adliye Mahkemesinden verilen kararlar için ayrı temyiz süresi öngörülemeyeceğinden, sonradan yürürlüğe giren ve sanık lehine olan bu değişikliğin ilk derece mahkemesi kararlarına da uygulanması gerektiği” şeklindeki değerlendirme ile hükmün onanmasına karar verildiği,

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 09.05.2019 tarih ve 2018/87783 sayı ile “5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesine göre 5235 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca karar kesinleşinceye kadar CMUK’nın 322. maddesinin 4, 5 ve 6. fıkraları hariç olmak üzere 305 ila 326. maddelerinin uygulanması gerektiğinden ve 1412 sayılı CMUK’nın 310 ve 311. maddelerinde temyiz süresinin “bir hafta” olarak belirtilmesi karşısında, onama kararının kaldırılarak süreden sonra yapılan temyiz isteğinin reddine karar verilmesi gerektiği…” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu,

Anlaşılmaktadır.

07.10.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmiş, böylece ülkemizde fiilen üç dereceli yargı sistemine geçilmiştir.

1412 sayılı CMUK’da olağan kanun yolları olarak itiraz ve temyize yer verilmişken, 5271 sayılı CMK’da itiraz, istinaf ve temyiz olağan kanun yolları olarak düzenlenmiştir.

5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 18. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca 5271 sayılı CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 1412 sayılı CMUK yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak yeni usul yasası sisteminde, yasa yolları içinde istinafa yer verilmesi ve bölge adliye mahkemelerinin 20.07.2016 tarihinden sonra göreve başlaması nedeniyle 5320 sayılı Kanun’un “Temyiz ve karar düzeltme” başlıklı 8. maddesinin birinci fıkrasında; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddeleri uygulanır.” hükmüne yer verilmek suretiyle bölge adliye mahkemelerinin göreve başlamasından önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında 1412 sayılı CMUK’nın 305 ila 326. maddelerinin uygulanacağı öngörülmüştür. Başka bir anlatımla, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.

Uyuşmazlık konusu olayda istek şartının gerçekleştiği konusunda bir tereddüt bulunmadığından temyiz davasının açılabilmesi için gerekli şartlardan diğeri olan süre şartının gerçekleşip gerçekleşmediği üzerinde durulması gerekmektedir.

1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre, hükmün tefhiminden, tefhim edilmemiş ise tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi, anılan maddenin üçüncü fıkrasındaki farklı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar bakımından bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlayacaktır.

5271 sayılı CMK’nın 291. maddesi uyarınca da temyiz davası açılması için yedi günlük bir süre öngörülmüş iken 05.08.2017 tarihli ve 30145 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7035 sayılı Kanun’un 21. maddesiyle 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “yedi” ibaresi “on beş” şeklinde değiştirilerek temyiz süresi on beş güne çıkarılmış, anılan madde gerekçesinde; “Madde ile 5271 sayılı CMK’nın 291. maddesinin birinci fıkrasında yapılan değişiklikle tarafların temyiz haklarını daha etkin kullanabilmeleri amacıyla temyiz isteminde bulunma süresi yedi günden on beş güne çıkarılmaktadır.” açıklamalarına yer verilmiştir.

Görüldüğü gibi 05.08.2017 tarihinde ve sonrasında verilip istinaf sonrası temyiz denetimine tabi olan kararlara yönelik temyiz süresinin on beş gün olacağı hususunda her herhangi bir kuşku bulunmamakla birlikte, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce Yargıtayın temyiz incelemesinden geçen ve bozma üzerine 05.08.2017 tarihinde ve sonrasında yeniden verilen kararların temyiz süresinin ne olacağı hususunda Kanunda açıkça bir düzenleme bulunmamaktadır.

Bilindiği üzere, usul kanunlarının zaman bakımından uygulanmasında asıl olan, aksi kanunda açıkça düzenlenmiş bulunmadıkça “hemen ve derhâl uygulanma” ilkesidir. Anılan ilke uyarınca usul işlemleri yapıldıkları sırada yürürlükte olan muhakeme kanunu hükümlerine tabi olacaktır. Usul kanunlarında yapılan değişiklikler, yasa yürürlüğe girdikten sonra yapılacak işlemler hakkında uygulanacak olup maddi ceza hukuku kurallarının aksine geçmişe yürümezler. O hâlde ceza yargılaması sırasında, kanunlarda değişiklik yapılması veyahut dayanılan bir usul kuralına ilişkin kanun hükmünün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesi hâlinde, yeni kanun veya iptal sonucu ortaya çıkan usul prosedür, devam etmekte olan işlemlere uygulanacak ancak 5320 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ikinci fıkrasında ifade edilen bu durum önceki kanunun yürürlükte bulunduğu dönemde o kanuna uygun olarak gerçekleştirilen işlemlerin geçersizliği neticesini doğurmayacağı gibi yenilenmesini de gerektirmeyecektir.

Bununla birlikte, 5271 sayılı CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 1412 sayılı CMUK’nın yürürlükten kaldırılmasına rağmen 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası ile bölge adliye mahkemelerinin Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ila 326. maddelerinin uygulanacağına ilişkin istisnai bir düzenlemeye yer verilmesi karşısında, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar bakımından hemen ve derhal uygulama ilkesi geçerli olmayacak, bu kararlar kesinleşinceye kadar Kanun’daki açık ve emredici düzenleme uyarınca 1412 sayılı CMUK’nın temyize ilişkin hükümleri uygulanmaya devam edecektir.
Gelinen aşamada ifade etmek gerekir ki, istinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dâhil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’dan farklı şekilde, resen temyiz tercihinden vazgeçerek temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür. Bu bağlamda, temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekmekte olup dilekçenin herhangi bir temyiz sebebi içermemesi durumunda temyiz isteminin reddi sonucu doğacağından madde gerekçesinde de ifade edildiği gibi tarafların temyiz haklarını daha etkin kullanabilmeleri amacıyla temyiz isteminde bulunma süresi yedi günden on beş güne çıkarılmıştır. Başka bir anlatımla, kanun koyucunun, bölge adliye mahkemelerinin faaliyete başlama tarihinden sonra 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanacağı hâllerde, temyizde sebep gösterme zorunluluğunu da dikkate alarak temyiz süresini yedi günden on beş güne çıkardığı anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, 7035 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin birinci fıkrası ile; “Bu Kanunla, 5271 sayılı Kanun’un 291. maddesi ile 6100 sayılı Kanun’un 361. maddesinde temyiz sürelerine ilişkin olarak yapılan değişiklikler, bu Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte ve sonrasında verilen kararlar hakkında uygulanır.” hükmü öngörülmüş olup 1412 sayılı CMUK’nın temyiz süresine ilişkin hükümlerine de atıf yapma imkânı bulunan kanun koyucunun bilinçli bir tercih göstererek bu yönde bir düzenlemeye yer vermemesi dikkate alındığında, istinaf öncesi veya sonrası ayrımı yapılmaksızın 05.08.2017 tarihinden sonra verilen tüm kararların on beş günlük temyiz süresine tabi olduğu sonucuna ulaşılması da mümkün görünmemektedir.

Öte yandan, ayrıntılarına Ceza Genel Kurulunun 04.06.1984 tarihli ve 2-196 sayılı kararında yer verildiği üzere, ilgili kişinin yüzüne karşı verilen bir hükme yönelik yasal temyiz süresi, tefhimle birlikte başlamakta olup sonradan yapılan karar tebliği, temyiz süresini yeniden başlatmayacaktır. Ancak, tefhim ile birlikte temyiz süresinin işlemeye başlaması için kanun yolu bildiriminin Kanun’un öngördüğü şekilde ve ilgiliyi yanıltmayacak biçimde yapılması gerekmektedir. Anayasanın 40/2. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 34/2, 231/2 ve 232/6. maddeleri uyarınca gerek yüze karşı, gerekse yoklukta verilen hüküm ve kararlarda, başvurulacak kanun yolu süresi, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açıkça belirtilmesi zorunludur. Yanılgılı bildirim nedeniyle temyiz hakkının etkin kullanılmasının engellendiği hâllerde temyiz isteminde bulunan bu yanılgısından faydalanması gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır. Örneğin, yasal temyiz süresi yedi gün olduğu hâlde Yerel Mahkemece, kanun yolu süresinin on beş gün şeklinde hatalı olarak gösterildiği durumlarda temyiz edenin yedinci günden sonra verdiği dilekçesinin kabul edilerek temyiz incelemesi yapılması gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

5271 sayılı CMK’nın 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine, 1412 sayılı CMUK yürürlükten kaldırılmasına rağmen, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesinin birinci fıkrası ile bölge adliye mahkemelerinin Resmî Gazete’de ilân edilecek göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin dördüncü, beşinci ve altıncı fıkraları hariç olmak üzere, 305 ilâ 326. maddelerinin uygulanacağına ilişkin istisnai bir düzenlemeye yer verilmesi, 7035 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin birinci fıkrası yasalaşırken 1412 sayılı CMUK’nın temyiz süresine ilişkin hükümlerine de atıf yapma imkânı bulunan kanun koyucunun bilinçli bir tercih göstererek bu yönde bir düzenlemeye yer vermemesi karşısında; 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanma imkânının bulunmadığı, temyiz süresinin 1412 sayılı CMUK’nın 310. maddesine göre bir hafta olduğu, yoklukta verilmesi nedeniyle 18.06.2018 tarihinde sanığa tebliğ edilen ve kanun yolu bildirimi de yasaya uygun şekilde yapılan karara yönelik, sanığın 27.06.2018 tarihinde gerçekleştirdiği temyiz isteminin “bir haftalık” süresinden sonra olduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; itirazın reddine karar verilmesi gerektiği düşünceleri ile karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 10. Ceza Dairesinin 27.03.2019 tarihli ve 5623-1878 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Sanığın, Ankara 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.02.2018 tarihli ve 250-53 sayılı uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine yönelik temyiz isteminin, 5320 sayılı Kanun’un 8/1 ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddeleri uyarınca süre yönünden REDDİNE,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 26.11.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

TAKSİRLE ÖLDÜRME, UYUŞTURUCU VEYA UYARICI MADDE İMAL VE TİCARETİ

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi
ESAS: 2019/7664
KARAR: 2020/6739

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle Öldürme, Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İmal ve Ticareti
Hüküm : CMK’nın 223/2-e maddesi uyarınca beraat

Taksirle öldürme ve uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçlarından sanığın beraatine ilişkin hüküm katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Katılan vekili tarafından temyiz incelemesine konu edilen eylemlere ilişkin mahkeme kararındaki nitelendirmeye, 28.06.2014 tarihli ve 29044 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunun 31. maddesi ile değişik Yargıtay Kanununun 14. maddesindeki; “Ceza dairelerinde: a) Daireler arasındaki iş bölümünün belirlenmesinde mahkeme kararındaki nitelendirme, mahkûmiyet dışındaki kararlarda ise iddianamede veya iddianame yerine geçen belgedeki nitelendirme esas alınır. b) Çeşitli suçlara ait davalarda, suçların en ağırını incelemeye yetkili olan daire görevlidir.” hükmüne, tebliğname tarihi dikkate alındığında; 10 yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmi bin güne kadar adli para cezası yaptırımı öngören TCK’nın 188/3. madde ve fıkrasındaki uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçunun cezasının, TCK’nın 85/1. madde ve fıkrasındaki, suç tarihi itibariyle 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası yaptırımı öngören taksirle öldürme suçunun cezasından daha ağır olmasına göre, 6572 sayılı Kanunun 27. maddesi ile 2797 sayılı Yargıtay Kanununa eklenen geçici 14. madde uyarınca yeniden oluşturulan Yargıtay Büyük Genel Kurulu tarafından kabul edilerek 31/01/2019 gün ve 30672 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ve 30/05/2019 olan tebliğname tarihinde yürürlükte bulunan 30/01/2019 gün ve 2019/1 sayılı iş bölümü kararı gereğince temyize konu hükümlerin incelenmesi görevi Yargıtay 10. Ceza Dairesine ait bulunduğundan, Dairemizin GÖREVSİZLİĞİNE, dosyanın ilgili Daireye GÖNDERİLMESİNE; 07/12/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KORUMA TEDBİRLERİ NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT-UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi
ESAS: 2020/1700
KARAR: 2020/7313

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Dava : Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat
Hüküm : Davacının tazminat talebinin kısmen kabulü ile 2.500 TL maddi ve 3.500 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine

Davacının tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Tazminat talebinin dayanağı olan Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/141 Esas – 2010/137 Karar sayılı ceza dosyası kapsamında, davacının uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 07/04/2009 – 30/12/2009 tarihleri arasında gözaltı ile birlikte 267 gün tutuklu kaldığı, yapılan yargılama sonunda beraatine hükmedildiği, beraat hükmünün 29/04/2010 tarihinde kesinleştiği, tutuklama tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK’nın 142. maddesinde öngörülen süre içinde yetkili ve görevli mahkemeye davanın açıldığı ve kanunda öngörülen yasal şartların oluştuğu,

Davacının 15.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminatın gözaltına alınma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile ödenmesi talebine ilişkin söz konusu davada, yerel mahkemece 2.500 TL maddi, 3.500 TL manevi tazminatın gözaltına alınma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan alınarak davacıya ödenmesine hükmedildiği anlaşılmakla;

Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Dosya içeriğine göre; davacının tutuklu kaldığı sürelerin tamamının Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/711 Esas – 2011/186 Karar sayılı ceza dosyasındaki mahkumiyetinden mahsubuna karar verildiği dikkate alınarak, 5271 sayılı CMK’nın 144/1-a maddesinin yürürlükten kaldırılması nedeniyle mahsup tazminata engel oluşturmayacak ise de, haklarında mahsup işlemi yapılmayan kişilerle tutukluluğu diğer bir mahkumiyetinden mahsup edilenler arasındaki dengenin, hak ve nesafetin sağlanması gerektiği göz önünde bulundurularak davacı lehine makul bir miktar maddi ve manevi tazminata hükmolunması gerekirken, yazılı şekilde fazla maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi,

2- Gerekçeli karar başlığında, ”16/06/2010” olan dava tarihinin ”02/07/2019” olarak yazılması ve hükmün verildiği duruşmaya iştirak eden Cumhuriyet savcısının isim ve sicil bilgilerinin yazılmaması,

Kanuna aykırı olup, davalı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, 21/12/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SANAL ORTAMDA KREDİ KARTI ALIŞVERİŞİ- ÜRÜNLERİN TESLİM EDİLMEMESİ NEDENİYLE ÖDENEN BEDELİN BANKANIN SORUMLULUĞUNDA OLDUĞU

T.C
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/1953
KARAR: 2017/2895

“İçtihat Metni”

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı, sihirlikazan.com sitesinden toplam 11.900,48 TL tutarlı 2 ayrı alışveriş yaptığını, alışverişinde davalı banka tarafından verilmiş kredi kartını kullandığını, satın aldığı ürünlerin teslim edilmemesi üzerine davalı bankaya başvurarak chargeback kuralları gereğince ödediği bedelin kredi kartına iadesini talep ettiğini ancak davalı bankanın haksız yere talebi reddettiğini ileri sürerek, 11.900,48 TL’nin yasal faiziyle iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, satım ilişkisinin tarafı olmayan müvekkili bankaya husumet yöneltilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, yapılan yargılama ve benimsenen bilirkişi raporlarına göre, bankanın chargeback kuralını işletmesi gerekirken işletmeyerek kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, 8.898,03 TL ve 2.996,49 TL tutarlı alışveriş bedellerinin taksit ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 10/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BOŞANMA – YETKİ İTİRAZI- YETKİLİ MAHKEME

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2017/2488
KARAR: 2018/1854

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

Taraflar arasındaki “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Malatya 1. Aile Mahkemesince “mahkemenin yetkisizliğine” dair verilen 17.06.2014 tarihli ve 2013/799 E., 2014/485 K. sayılı karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 09.04.2015 tarihli ve 2014/22065 E., 2015/7209 K. sayılı kararı ile;

“…Boşanma veya ayrılık davaları eşlerin son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinde açılabileceği gibi, eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir (TMK m. 168). Bu yerlerden birini tercih davaya açana aittir.

Tarafların son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yerin Elazığ olduğu anlaşılmakta ise de davacının, dava tarihi itibariyle yerleşim yeri adresinin Malatya’da olduğu görülmektedir. Merkezi Adres Kayıt Sisteminde bulunan yerleşim yeri adresine ilişkin beyan aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir (5490 s. Nüfus Hizmetleri Kanunu m. 50, Adres Kayıt Sistemi Yönetmeliği m. 13/1). Davalı, bu karinenin aksini gösteren bir delil getirmemiştir. Bu halde işin esasının incelenmesi gerekirken, yetersiz gerekçeyle yetkisizlik kararı verilmesi doğru bulunmamıştır…”

gerekçesiyle karar oy çokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 166/1 m. boşanma ve ferilerine ilişkindir.

Davacı vekili, davalının anne ve babasının evliliğe müdahale ettiğini, davalının da ailesinin etkisinde kalarak hareket ettiğini, bu hırsla zaman zaman müvekkilini tartaklayıp vurduğunu, müvekkilinin ailesi ile de görüşmesini istemediğini, davalının sorumsuz bir eş ve anne profili çizdiğini, davalının evi terk ettiğini, davalı ve ailesinin müvekkiline iftira atarak ve mesnetsiz ithamlarla evliliğe son vermek istediklerini belirterek boşanma kararı ve müşterek çocuğun velayet hakkının müvekkiline verilmesini, çocuk için aylık 500.00TL nafakaya, müvekkili yararına 15.000.00TL maddi ve 15.000.00TL manevi tazminata hükmedilmesini ve 10.000,00TL değerindeki şahsi eşyanın iadesini veya değerinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir..

Davalı süresinde verdiği cevap dilekçesinde, tarafların evliliğin ilk döneminden itibaren Elazığ ilinde ikamet ettiklerini, 15.12.2012 tarihli kira sözleşmesinden de görüleceği üzere tarafların dava açılana kadar Elazığ ilinde bulunan konutta yaşamlarını devam ettirdiklerini, bu nedenle yetkili mahkemenin Elazığ mahkemeleri olduğunu belirterek öncelikle yetkisizlik kararı verilmesi gerektiğini, yetki konusunda karar verildikten sonra ayrıntılı beyanda bulunacağını belirtmiştir.

Davacı vekili ise cevaba cevap dilekçesinde; TMK’nın 168. maddesi uyarınca boşanma davalarında eşlerden birinin yerleşim yeri mahkemesinin yetkili olduğunu, açılan davanın da müvekkilinin yerleşim yerinde açılması sebebiyle yetki itirazının dinlenmeyeceğini belirterek davalının iddia ve taleplerinin reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece; tarafların 2009 yılından bu yana Tunceli Üniversitesi Mühendislik Fakültesinde araştırma görevlisi olarak çalıştıkları, birlikte son ikamet ettikleri yerin Elazığ olduğu, Malatya’da ortak ikametlerinin bulunmadığı, çalışma yerinin Tunceli olması nedeniyle tarafların yalnız başlarına oluşturdukları ikamet yerinin boşanma davasında yetkili olamayacağı gerekçesiyle yetki itirazının kabulü ile mahkemenin yetkisizliğine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında gösterilen gerekçeyle oy çokluğu ile bozulmuştur.

Yerel mahkemece davacının mernis kaydını dava sırasında Malatya’ya almış olmasının Malatya mahkemelerini yetkili kılmayacağı belirtilerek önceki gerekçelerle verilen direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, boşanma davasına konu olayda davacının ikamet adresinin Elazığ İli mi yoksa Malatya ili mi olduğu, burada varılacak sonuca göre davalının yetkisizlik ilk itirazının kabulünün doğru olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 5. maddesine göre mahkemelerin yetkisi, diğer kanunlarda yer alan yetkiye ilişkin hükümler saklı kalmak üzere, bu Kanundaki hükümlere tabidir. Sözü edilen Kanunun 6. maddesinde de genel yetkili mahkeme “davalı gerçek kişinin davanın açıldığı tarihteki yerleşim yeri mahkemesi” şeklinde düzenlemiştir.
Buna karşılık 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda, boşanma ve ayrılık davalarında yetki konusunda özel bir düzenleme getirmiştir.

Şöyle ki, TMK’nın 168.maddesi gereğince, boşanma ve ayrılık davalarında eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.

Boşanma davalarında madde metninde de anlaşıldığı üzere taraflara tanınmış bir seçimlik hakkın varlığı söz konusu olduğundan bu hüküm kesin yetki kuralı niteliğinde değildir. Bilindiği üzere yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması dava koşuludur (HMK m. 114/1-ç) ve dava şartlarının mevcut olup olmadığı davanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden araştırılır (HMK m. 115/1). Oysa boşanma davalarında yetki kamu düzenine ilişkin olmadığından yetki itirazı süresinde ve usulüne uygun şekilde ileri sürülmedikçe mahkemenin kendiliğinden araştırma yapıp, yetkisizlik kararı vermesi olanağı da bulunmamaktadır.

Yukarıda da ifade edildiği üzere, boşanma ve ayrılık davasında yetki hususunda tercih hakkı boşanma davasını açan kişiye aittir ve davacı dilerse kendi yerleşim yerinde, dilerse davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesinde dava açabilir.

6100 sayılı HMK’da yer alan genel yetki kuralından ayrılan ve davanın, eşlerden birinin yerleşim yerinde açılabileceğine ilişkin TMK ile getirilen bu düzenleme karşısında “yerleşim yeri” olgusunun açıklanmasında yarar vardır.

TMK’nın 19. maddesi; “Yerleşim yeri bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir. Bir kimsenin aynı zamanda birden çok yerleşim yeri olamaz” hükmünü içermektedir.

Bir kişinin bir yere bağlılığını ifade eden yerleşim yerinin belirlenmesinde kişinin yaşamında ağırlık merkezini oluşturan iş ve aile ilişkilerinin toplandığı yerin belirlenmesi önem kazanır. Kişinin sürekli de olsa belirli bir yerde olan her ilişkisini, yerleşim yerine delil olarak kabul etmek doğru olmaz. Açıktır ki, bir yerde bulunmak bu süre neye ulaşırsa ulaşsın o yerin yerleşim yeri olduğunu göstermez. O yerde oturmanın yanında sürekli kalma amacının da eklenmesi ve bunun ispatlanması gerekir (Oğuzman, K./Seliçi, Ö./ Oktay Özdemir, S: Kişiler Hukuku (Gerçek ve Tüzel Kişiler), İstanbul 2018, s. 143-146).

TMK’nın 20. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Bir yerleşim yerinin değiştirilmesi yenisinin edinilmesine bağlıdır” düzenlemesine göre de bir kimse ancak yeni bir yerleşim yeri kurmakla eski yerleşim yeriyle olan ilişkisini sonlandırabilir.

Öte yandan 15.08.2007 yürürlük tarihli Adres Kayıt Sistemi Yönetmeliğinin 13. maddesinin birinci fıkrasında “Yerleşim yeri ve diğer adreslerin tutulmasında kişilerin adres beyan formundaki yazılı beyanı esas alınır. Bildirim nüfus müdürlüklerine, kurumlara ve dış temsilciliklere şahsen yapılır. Adres beyan formundaki bildirimler aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir.” düzenlemesi yer almaktadır.

Şu hâlde, aksi kanıtlanıncaya kadar merkezi adres kayıt sisteminde kayıtlı olan yerleşim yerine ilişkin beyan geçerlidir.

Yukarıda açıklandığı üzere tek başına nüfus kaydının nakli sürekli kalma niyetinin varlığını kabule yeterli değildir. Nüfus kaydı dışında çeşitli unsurlar da o yerin hayat merkezi olarak seçildiğini gösterebilir (Oğuzman/ Seliçi/ Oktay Özdemir, s.148).

Bu açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; tarafların Tunceli ilinde öğretim görevlisi olarak çalıştıkları, evliliğin başlangıcında Elazığ’da ikamet ettikleri, daha sonra Malatya’ya taşındıkları ancak davalı kadının işe geliş gidiş yapmasının zorluğu nedeniyle yeniden Elazığ’a taşındıkları ve birlikte son kez ikamet ettikleri yerin Elazığ ili olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak davacı bu davayı yerleşim yeri olan Malatya ilinde açtığını ifade ettiğine göre yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler dikkate alındığında davacının Malatya ilini yerleşim yeri olarak belirlediğini kabule yeter delilin olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.

Dava 13.11.2013 tarihinde açılmış olup, dosya içerisinde bulunan nüfus kaydında davacının yerleşim yerinin davadan önce 11.10.2013 tarihi itibariyle “Beydağı Mah. Gönültaş (Kanalboyu) Cad. No. 239, İçkapı n.2 Malatya” olduğu, tanık beyanlarına göre de davacının Malatya ilinde doktora yaptığı, ailesinin orada yaşadığı, taraflar arasında ayrılığa sebebiyet veren son olayın 09.11.2013 tarihinde Elazığ’da gerçekleştiği, davacının bu olaydan sonra ortak ikametgâhtan ayrılarak ailesi ile birlikte yaşadığı Malatya iline gittiği anlaşılmaktadır. Bu durumda davacının Malatya ilini yerleşim yeri olarak belirlediği, davalının aksini kanıtlayamadığı, davanın yetkili yerde açıldığının kabulü gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davacının, dava tarihinden bir ay önce ikametgâh kaydını Malatya’ya aldırmış gözükmesine rağmen davadan beş gün önce davalı ile yaşadığı ortak konut olan Elazığ’da yaşadığı, davacının Malatya’da ikamet etmediği, TMK’nın 2. maddesi gözetilerek direnme kararının onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Hâl böyle olunca Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru olmamıştır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/3. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 06.12.2018 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

KARŞI OY

Dava; evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle Türk Medeni Kanunu’nun 166/1.m. gereğince açılmış boşanma davasıdır.

Dava Malatya’da açılmıştır. Davalı süresi içinde yetki itirazında bulunmuş, Yerel Mahkemece Elazığ mahkemelerinin yetkili olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı verilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, yetkili mahkemenin neresi olduğuna ilişkindir.

Taraflar Elazığ’da otururken davacı mernis adresini Malatya’ya almak suretiyle orada dava açmıştır.

Bilindiği üzere boşanma davalarında yetki hususu TMK 168. m.de “ Boşanma veya ayrılık davalarında yetkili mahkeme, eşlerden birinin yerleşim yeri veya davadan önce son defa altı aydan beri birlikte oturdukları yer mahkemesidir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Adres Kayıt Yönetmeliğinin 13. m. ise “ Yerleşim yeri ve diğer adreslerin tutulmasında kişilerin adres beyan formundaki yazılı beyanı esas alınır. Bildirim nüfus müdürlüklerine, kurumlara ve dış temsilciliklere şahsen yapılır. Adres beyan formundaki bildirimler aksi sabit oluncaya kadar geçerlidir….” hükmünü getirmiştir.

Yerleşim yerinin neresi olduğuna baktığımızda, TMK 19. m. si “Yerleşim yeri bir kimsenin sürekli kalma niyetiyle oturduğu yerdir. Bir kimsenin aynı zamanda birden çok yerleşim yeri olamaz . Bu kural ticari ve sınai kuruluşlar hakkında uygulanmaz.” demektedir.

Davacı, Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemine adresini 11.10. 2013 tarihinde almış, davayı ise 13.11.2013 tarihinde açmıştır.

Yine davacı, emniyette verdiği 09.11.2013 tarihli ifadesinde adres olarak Elazığ’daki müşterek oturulan konut adresini bildirmekle birlikte “Eşim Zümra..ile beraber yaşamakta olduğumuz ….adreste bulunduğumuz sırada…” demek suretiyle ikamet adresini Elazığ olarak bildirmiştir.

Davacı tanığı Gülsüm, “…davalının Malatya’dan Tunceli’ye gidip gelmesi zor olduğu için tekrar birlikte Elazığ’a taşındılar..tarafların müşterek evi halen Elazığ’da durmaktadır. Abim baba evinde yani bizimle birlikte yaşamaktadır..”

Davacı tanığı Hasan Fehmi, “…Tarafların müşterek evleri halen Elazığ’da olgunlar mahallesinde bulunmaktadır.” şeklinde beyanda bulunmuşlardır.

Bu yasal düzenlemeler ve deliller karşısında somut olaya döndüğümüzde; tarafların her ikisi de Tunceli’de üniversitede görevli olup Elazığ’da otururken, geçici bir süre Malatya’ya taşındıktan sonra tekrar Elazığ’a dönmüşlerdir.

Tanık beyanından da anlaşıldığı üzere davacının mernis adresi babasının adresi olup davadan yaklaşık bir ay önce alınmıştır. Buna rağmen davadan iki gün önceki ifadesinde davacı adres olarak Elazığ’ı bildirmiştir.

Davacı, adres olarak mernis adresini bildirmişse de bunun aksinin ispatı her zaman mümkündür. Şahsın yerleşim yeri sürekli kalma niyetiyle oturulan yer olduğuna göre, davacının da sürekli oturduğu yer müşterek ikametgahtır. Davacının sürekli oturmak niyetiyle her zaman yeni bir ikametgah edinmesi mümkündür. Ancak edinilen bu yeni yerleşim yeri sürekli oturma amaçlı olmalı, boşanma davasını bir başka yere taşıma amacı gütmemelidir. Bunun aksinin kabulü hâlinde eşlerden boşanma davası açmak isteyen her zaman yerleşim yerini bir başka yere taşıyabilecek, davalının mahkeme huzurunda kendisini savunmasını güçleştirebilecektir.

Örneğin Hakkari’de ikamet edip çalışan eş boşanma amacıyla mernis adresini Edirne’ye taşıyarak hemen arkasından da Edirne’de boşanma davası açsa, davalının (hele hele ekonomik gücü yoksa) kendisini savunma imkanı neredeyse ortadan kaldırılacaktır.

TMK 2. maddesi “Herkes, hakkını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” demektedir.

Hukuk düzeni hiç bir zaman kötü niyeti korumamış, daima mahkum etmiştir. Bu nedenle somut uyuşmazlıkta da davacı, dava açarken müşterek ikamet yerine kısa süre önce adresini taşıdığı babasına ait yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinde dava açmasının iyi niyetli olmadığı, gerçekten orada ikamet etmeyi amaçlamadığı, bunun sonucunda yetki itirazının yerinde olduğu kanaatinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun aksi yöndeki kararına katılmıyoruz.

TAŞINIR REHNİNİN PARAYA ÇEVRİLMESİ YOLUYLA İLAMSIZ TAKİP- BORCA İTİRAZ- ARAÇ ÜZERİNDEKİ YAKALAMA ŞERHİNİN KALDIRILMASI

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/178
KARAR:2013/4852

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR

Şikayetçi borçlu vekili tarafından;… 7. İcra Müdürlüğü’nün 2012/19470 Esas sayılı dosyası ile borçlu aleyhine taşınır rehninin paraya çevrilmesi yolu ile takipte bulunulduğunu, borçlu … takipten önce öldüğünü, ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağını, asıl borçlu hakkında takibe girişilemediği müddetçe rehin verildiğini kabul etmemekle beraber rehin veren aleyhine de takip yapılmayacağını, İcra Müdürlüğü’ne bu sebeplerle ve borca, ferilerine, faize, rehin hakkına, rehin sözleşmesine, yetki, imza ve yazıya itiraz edilmesi üzerine takibin durdurulduğunu, fakat araç üzerindeki yakalama şerhinin kaldırılmadığını, takip kesinleşmeden araç üzerine yakalama şerhi konulduğunu belirterek takibin iptalini ve yakalama şerhinin kaldırılmasını talep etmiştir

Mahkemece, borçlunun icra takibinden önce takip borçlusu … ilgili mirasın reddinin tespiti için dava açtığı ve mirasın reddedildiğinin tespiti kararının kesinleştiği, bu nedenle … mirasını reddeden davacının ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağından bahisle takibin iptalini talep etme sıfatı bulunmadığından ve davacı takip borçlusunun itirazı üzerine davacı yönünden takip olduğu yerde duracağından yakalama şerhinin kaldırılması talebinin reddine ilişkin icra müdürlüğünün vermiş olduğu kararda yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilerek şikayetin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İlamsız takipte her türlü itiraz İcra Müdürlüğü’ne yapılabileceğinden ve bu itirazlar hakkında alacaklı talep ettiği takdirde itirazın kaldırılması ve itirazın iptali yargılaması sırasında inceleme yapılabileceğinden sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

İcra dosyasının incelenmesinde takibin, taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluyla ilamsız takip olduğu, 20.09.2012 tarihinde aracın kaydına yakalama şerhinin konulmasına karar verildiği ve yakalama şerhinin işlendiği anlaşılmıştır .

Taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluna ilişkin ilamsız takiplerde İİK.nun 147. maddesi göndermesi ile uygulanması gereken aynı Yasanın 62 ila 72. maddelerine göre süresi içinde yapılan itiraz ile takip durur, yapılan takiple birlikte rehinli aracın kaydı üzerine rehinli takibe başlandığına dair şerh verilmesi mümkün ise de; İİK’nun 150/d maddesindeki, satış hazırlıkları başlıklı kıymet taktiri ile ilgili hükmün, gayrimenkuller için uygulanacak ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takiplere ilişkin olduğu, müşterek hükümler arasında yer almadığı, İİK.nun 150/h maddesinden 153. maddeye kadar müşterek hükümler arasında, belirtilen hususun düzenlenmediği, paraya çevrilme usulüyle ilgili atıf yapılan ve kıyasen uygulanacak hükümlerinde açıkça düzenlendiği, İİK.nun 150/g maddesinde, İİK.nun 150/d maddesinin kıyasen uygulanacak hükümler arasında bulunmadığı, kıyasen uygulanacağı belirtilen İİK.nun 92. madde de dahil diğer maddelerin ancak takibin kesinleşmesinden sonraki safhada uygulanabileceği, itiraz üzerine durması gereken takiplerde icra müdürlüğünce takiple birlikte kıymet taktiri için veya başka gerekçelerle rehin konusu aracın yakalanıp muhafaza altına alınması yönünde tedbirler uygulanamayacağı, belirtilen tedbirlerin ancak takibin rehnin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip olması halinde uygulanabileceği ve ilamsız takipte takip kesinleşmeden rehinli menkul muhafazaya alınmayacağından şikayetin bu yönden kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde şikayetin tümden reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle, İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 02.04.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ- İŞ KAZASI SONUCU UĞRANILAN MALULİYET ORANININ TESBİTİNİN UZUN SÜRMESİKISMİ DAVANIN ZAMANAŞIMINI DURDURMAMASI-ZAMANAŞIMI SÜRESİ VE BAŞLANGICI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2000/21-1609
K. 2000/1699
T. 15.11.2000

ÖZET : Uyuşmazlık, görülmekte olan ve olay tarihinden yaklaşık 15 yıl sonra açılan davanın, zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusuna ilişkindir. Olumlu tespit davası, zamanaşımını keser. Ancak kısmi eda davasının, tespit davası olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Somut olayda, iş kazası sonucu beden gücü kaydı nedeniyle tazminat talep edilmiştir. Beden gücü kayıp oranının tartışmalı olması nedeniyle sorunun çözümü için adli tıptan görüş sorulmuş ve davacının son ve kesin durumu bu aşamadan sonra tespit edilmiştir.

Davacı ortaya çıkan bu yeni ve kesin olguya dayanarak dava açtığına göre davanın zamanaşımına uğradığının kabulü hatalıdır.

DAVA: Taraflar arasındaki “maddi-manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3. İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 27.4.2000 gün ve 2000/261 E–299 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 11.7.2000 gün ve 2000/4536–5588 sayılı ilamiyle; ( …Dava, nitelikçe iş kazası sonucu uğranılan beden gücü kaybı nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Zararlandırıcı sigorta olayı sonucu davacının %46,2.oranında sürekli iş göremezliğe maruz kaldığı, olayda davalının %60 oranında kusurlu olduğu, zararlandırıcı olayın 1.12.1985 tarihinde meydana geldiği, işbu davanın ise 3.3.2000 tarihinde açıldığı, yöntemince zamanaşımı definde bulunulduğu uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, Ankara 3. İş Mahkemesine, davacı tarafından açilan 1995/ 1061 sayılı davanın kısmi eda davası niteliğinde mi yoksa “olumlu tespit” davası niteliğinde mi, giderek, anılan davanın Borçlar Kanununun 133/2. maddesi gereğince zamanaşımını Ankara 3. İş Mahkemesi’ne açılan 2000/261 esasında kayıtlı iş bu dava yönünden de kesip kesmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Gerçekten, olumlu tesbit davasının zamanaşımını keseceği hem öğretide, hem de yerleşik Yargıtay kararlarında kabul edildiği tartışmasızdır. Öte yandan, olumlu tespit davasının ise alacaklı tarafından açılan ve hukuki münasebetin varlığının saptanmasına yönelik olduğu “eda” istemini içermediği söz götürmez.

Somut olayda; davacının Ankara 3. İş Mahkemesi’ne açmış olduğu 1995/1061 sayılı davanın ikinci kısmi eda davası niteliğinde olduğu, olumlu tespit davası niteliğinde olmadığı, kesinleşen karar içeriğinden anlaşılmaktadır. Bundan başka, kısmi davalarda; Mahkeme, görevi gereğince davacının işverenden isteyebileceği tazminat miktarının tavanını belirlemekle yükümlü olduğu tartışmasızdır. Bütün bunlardan başka, kısmi davada, ayrıca tazminatın miktarının belirlenmesini istemek ve bu belirlemeye yönelik istemi, olumlu tespit davası olarak nitelemek “eda davası” açmak imkânı varken tesbit davası açılamaz” yolundaki kamu düzeni ile ilgili ilkeye aykırı olacağı açıktır.

Hal böyle olunca, davacının açmış olduğu ve kesinleşen davalar “kısmi dava” niteliğinde olup “olumlu tesbit” davası niteliğinde olmadığından 2000/261 sayılı dava yönünden, zamanaşımını kesmeyeceği, açık-seçiktir. Başka bir anlatımla, kısmi davalarda zamanaşımı, yalnızca dava edilen kısım için kesilir ve dava dışı bırakılan kısım için zamanaşımı işlemeye devam eder. Ek davanın zamanaşımı süresinde açılması gerekir.

Oysa, ek davanın Borçlar Kanununun 125. maddesinin öngördüğü 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığı ortadadır.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın ve özellikle kesinleşen kısmi davaları olumlu tesbit davası olarak nitelendirmek suretiyle iş bu ek davanın 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığı gözardı edilerek işin esasına girip yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK.’nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : 1- Davacı vekili önceki hükmü temyiz etmediğinden hakkındaki karar kesinleşmiş olup temyiz itirazının reddi gerekir.

2- Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; görülmekte olan ve olay tarihinden yaklaşık on beş yıl sonra açılan bu davanın; zaman aşımına uğrayıp uğramadığı konusuna ilişkindir. Yerel Mahkeme; zamanaşımı süresi içerisinde açılan önceki davanın maddi zararın miktarı yönünden bir sorumluluğun tespiti davası niteliği taşıdığını ve tespit davalarının zaman aşımını keseceği görüşü ile maddi tazminat istemini kabul etmiş, Özel Daire ise, ortada bir kısmi eda davasının bulunduğunu, o nedenle davanın zamanaşımına uğradığını ve dinlenemeyeceği görüşü ile yerel mahkeme kararını bozmuştur.

Öncelikle belirtelim ki, kısmi eda davası olarak açılan bir davayı tesbit davası olarak nitelemek ve buna bağlı sonuç çıkarmak, Yargıtay’ın bu güne değin sürdürdüğü uygulamayla bağdaşmaz. Ne var ki, dava konusu olayın kendine özgü durumu özellikle davacının yeni bir olgu olarak ortaya çıkan, beden gücü kayıp oranı ve buna bağlı dava hakkı göz önünde tutulduğunda olumlu sonuca ulaşılması gerekir.

Gerçekten, davacının 18.10.1990 tarihinde %79 olarak kabul edilen beden gücü kayıp oranı; daha sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Başkanlığı’nın 3 kişilik kurul raporu ile %100 olarak belirlenmiştir. Davacının, beden gücü kayıp oranının tartışmalı bulunması ve iyileşme gösterdiği iddia ve dava edilmesi üzerine bu kerre, sorunun çözümü için Adli Tıp Kurumundan görüş sorulmuş ve bu Kurum, davacının son ve kesin durumunu 22.9.1999 tarihinde %46,2 beden gücü kayıp oranı olarak saptamıştır. İşte davacı ortaya çıkan bu yeni ve kesin olguya dayalı olarak zamanaşımını kesmek amacıyla istemde bulunduğuna göre davanın zaman aşımına uğradığını kabul etmek mümkün değildir.

Belirtilen neden ve gerekçelerle yerel mahkemenin direnme kararı uygun bulunmakla; işin-esası incelenmek üzere dosya dairesine gönderilmelidir.

SONUÇ : 1- Davacı vekili önceki hükmü temyiz etmediğinden hakkındaki karar kesinleşmiş olduğundan temyiz itirazının REDDİNE, istek halinde temyiz harcının iadesine,

2- Yerel mahkemenin direnme kararı uygun bulunmakla işin esası incelenmek üzere dosyanın 21. HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 15.11.2000 gününde ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

Karşı Oy Yazısı

Yakup’un vekilince davacı şirket aleyhine 16.7.1990 tarihli dava dilekçesi ile; müvekkilinin davalının Suudi Arabistan / Riyad şantiyesinde hizmet sözleşmesi ile çalıştığı sırada, 1.12.1985 tarihinde uğradığı iş kazasında felç olduğundan söz edilerek, fazlaya ilişkin hak saklı kalmak üzere şimdilik 1.000.000 maddi, 100.000 manevi tazminatın olay tarihi olan 1.12.1985’ten itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili için Ankara 6. İş Mahkemesi’nde açılan 1990/2281 esas sayılı davanın; izlenmemesi nedeniyle 30.12.1994 tarihinde HUMK.’nun 409. maddesine göre işlemden kaldırılmasına, 10.4.1995 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Yakup vekili 28.4.1995 tarihli yeni bir dava dilekçesi ile Ankara İş Mahkemesi’nde davalı şirket aleyhine yine fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak, aynı nedenlere dayalı biçimde 1.000.000 maddi 200.000 milyon lira manevi tazminatın 1.12.1985 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili için yeniden dava açmıştır. Ankara 3. İş Mahkemesi’nin 1995/1061 esasına kaydı yapılan davanın devamı sırasında; davacı vekili bu dosya ile saptanan duruma göre, “Davamız 1995/1061 esasında ortaya çıkan .ve.talep dışında kalan tazminatın tahsiline ilişkindir” diyerek 3.000.000.000 TL maddi tazminat istemli ve “Davalının sorumluluğunun ve sorumlu olduğu maddi tazminat istemli ve “Davalının sorumluluğunun ve sorumlu olduğu maddi tazminat tutarının tesbitine” de karar verilmesini içeren 8.9.1995 tarihli dilekçe ile Ankara 3. İş Mahkemesi’nde 1995/2654 esas sayılı sayısını alan yeni bir ek dava daha açmış ve bu dava 19.10.1995 tarihinde 1995/3056 sayılı kararla aynı mahkemenin 1995/1061 esas sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Sonuçta da; mahkemece 1.12.1999 tarihinde 3.001.000.000 TL maddi ve 200.000 TL manevi tazminatın 1.12.1985 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline ve bunun yanı sıra “Davalının maddi tazminat açısından sorumluluk sınırının 19.487.307.791 TL olduğunun tesbitine” karar verilmiş ve temyizi üzerine de karar 20. Hukuk Dairesi’nin 1.2.2000 tarih ve 1999/9160-2000/482 sayılı ilamı ile onanınıştır.

Bu onama sonrasında davacı vekilince 3.3.2000 tarihli dava dilekçesi ile bu kez Ankara 3. İş Mahkemesi’nde 2000/647 esas sayı ile 1.12.1985 tarihinde meydana gelen iş kazasındaki cismani zarar nedeniyle bakiye 16.486.307.791 TL.’nin tahsili ve 1.12.1985 tarihinden itibaren, 3095 sayılı yaşanın 15.12.1999 tarih ve 4489 sayılı kanunla değişik hükümlerinde öngörülen en yüksek oranda ve tahsil tarihine kadar bu oranlarda meydana gelecek değişiklikleri kapsayacak şekilde faiz yürütülmesi için dava açılmış ve davalı vekilince bu davaya karşı zamanaşımı defınde bulunulmuşsa da, mahkemece zamanaşımı defı yerinde görülmeyerek 27.4.2000 tarihinde 2000/299 sayılı kararla davanın kabulüne ve 16.486.307.791 TL.’nin 1.12.1985 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Temyiz üzerine 20. Hukuk Dairesince bu karar, metni yukarıya alınan gerekçe;ye göre özetle bu son davanın 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığından söz ederek bozulmuş; ancak mahkemece bozmaya karşı direnmeye karar verilerek dava Hukuk Genel Kurulunun önüne gelmiştir.

Yerel Mahkemenin direnme gerekçesi, önceki davanın yani 1995/1061 esaslı dava ile birleştirilen 1995/2654 esas sayılı dava ile istenen sorumluluğun tesbiti isteminin bir olumlu tespit davası olduğu ve bu niteliği itiban ile zamanaşımı kesmiş bulunduğudur.

Öğreti olumlu tesbit davalarının zamanaşımını kestiği kabul edilmektedir. ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 2, 5. Baskı İstanbul 1990 sh: 1139 ). O halde burada üzerinde durulacak konu 1995/1061 sayılı ek dava ile birleştirilip Sonuçlandınlan 1995/2654 sayılı davayla vaki istemin olumlu bir tespit davası olup olmadığıdır.

Yine öğretiye göre en yalın tanımı ile “Bir hukuki ilişkinin mevcut olduğunun tespiti için açılan davaya müspet ( olumlu ) tespit davası denir.” ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 1, 5. Baskı İstanbul 1990, s. 933 )

Öğretide ve uygulamanın tespit davaları ile ilgili olarak ittifak ettiği bir diğer husus ta, eda davası açılması mümkün olan hallerde tespit davası açılamayacağı ilkesidir. Bu saptamalar ışığında safahatı yukarıda özetlenen davalara bakacak olursak; Davacının 1995/1061 esas sayılı dava devam ederken açtığı ve bu dava ile birleştirilen 1999/2654 esas sayılı dosyadaki 3.000.000.000 TL.’lik maddi tazminat istemi bir kısmi ( Ek ) davadır. Aynı dilekçe ile istediği davalının sorumluluğunun ve sorumlu olduğu maddi tazminat tutarının tesbitine ilişkin istemi ise bir hukuki ilişkiılin mevcut olduğunun saptanması niteliğinde olmadığından olumlu tespit davası olarak kabul değerlendirilemez. Hal böyle olunca da zamanaşımını kestiğinden söz edilemez.

Davacı vekili, 3.000.000.000 maddi tazminatı istediği gerekçelerle daha fazla maddi tazminatı da isteyebilirdi. Nitekim 1995/2654 esas sayılı davayı açarken, “Davamız 1995/1061 esasında ortaya çıkan ve talep dışında kalan tazminatın tahsiline ilişkindir” diyerek durumu açıkça ortaya koymuş ve bilinen olguya dayanarak saklı tuttuğu maddi tazminat isteminin ikinci aşamasını talep etmiştir. Davacı vekilinin istemde bulunmasına engel bir durum yoktur; eda davası daha fazla miktar için açılmasına mani bir halde bulunmamaktadır.

Bu nedenlerle Yüksek Özel Dairenin bozma gerekçesini aynen benimsediğimden sayın çoğunluğun onama yolundaki görüşüne katılamıyorum. Yerel Mahkeme kararının bozulması düşüncesindeyim.

Mehmet Handan Surlu – 14. Hukuk Dairesi Üyesi

ÇAĞRI MERKEZİ ÇALIŞANI- ÇAĞRIYI YARIDA KESİP MÜŞTERİYE YANIT VERMEME-İŞ AKDİNİN FESHİ- KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/998 Esas
KARAR NO : 2020/1329 Karar

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : EMSAL SERGEN (31437)
ÜYE : ZERRİN ÇELEBİ ERASLAN (38694)
ÜYE : RUVEYDA KÜRKÇÜ (118960)
KATİP : İBRAHİM ÇÖVEN (243620)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 2. İŞ MAHKEMESİ
TARİHİ : 13/02/2019
NUMARASI : 2017/210 Esas 2019/68 Karar
DAVACI : S. S.
VEKİLLERİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cad. 160. Sok. Güven İş Merkezi Kat:4 Daire 7 Haliliye/Şanlıurfa 63300
DAVALI : T..VE İŞ SÜREÇLERİ DIŞ KYNK HİZ TİC. A.Ş
VEKİLİ : Av. ……
DAVANIN KONUSU : Alacak (İşçi İle İşveren İlişkisinden Kaynaklanan)
İSTİNAF YOLUNA
BAŞVURAN : Davalı Vekili ve Davacı Vekili
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 09/12/2020
GEREKÇELİ KARAR
YAZIM TARİHİ : 09/12/2020

İlk derece mahkemesince verilen karara karşı davalı vekili ve davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere Dairemize gelmiş olmakla dosya incelendi, yapılan müzakere sonunda gereği düşünüldü;

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :

Davacı vekili dava dilekçesi ile davacının, davalıya ait iş yerinde 26/12/2015 – 29/03/2017 tarihleri arasında çağrı personeli olarak çalıştığını, son ücretinin 1.900,00 TL olduğunu, iş akdinin haksız olarak işveren tarafça feshedildiğini beyanla kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil, hafta tatili ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesi ile iş akdinin haklı neden ile sona erdirildiğini, karşıladığı çağrılarda konuşmayı yarıda kesip abonelere cevap vermediğini, kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamayacağını, fazla mesai alacağının bulunmadığını, işyerinde dini ulusal bayram ve genel tatillerde çalışma olmadığını, yapıldığında ise ücretinin ödendiğini, davacının hafta tatili ücretine hak kazanamadığını, yıllık izinlerinin kullandığını, kullanmadıklarının ücretinin ödendiğini, zamanaşımı itirazında bulunduklarını bildirerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :

Mahkemece davacının iş akdinin geçerli neden ile feshedildiği kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı, yıllık izin alacağının olmadığı, hafta tatilini kullandığı, fazla mesai ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti iddialarının ispatlandığı gerekçeleriyle;

“Davanın kısmen KABUL kısmen REDDİNE,

3.167,02 TL Brüt kıdem tazminatı alacağı,
2.344,16 TL Brüt İhbar Tazminatı alacağı,
1.497,69 TL Brüt fazla mesai ücreti alacağı,
38,43 TL Brüt Ulusal Bayram Genel tatil Ücreti alacağı toplam 7.047,30 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine,
Kıdem tazminatına iş akdinin feshi tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden faiz yürütülmesine,
800,00 TL İhbar Tazminatı alacağına dava tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine,
1.544,16 TL İhbar Tazminatı alacağına temerrüt tarihi olan 08/04/2017 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine,
1.000,00 TL fazla mesai ücreti,
38,43 TL Ulusal bayram Genel Tatil ücreti alacağına alacağına dava tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden faiz yürütülmesine,
497,69 TL fazla mesai ücreti alacağına temerrüt tarihi olan 08/04/2017 tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden faiz yürütülmesine,
Davacının fazlaya ilişkin taleplerinin reddine,” karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :

Davalı vekili istinaf dilekçesi ile davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddi gerektiğini, belirsiz alacak davasının ıslah ile artırılmasının söz konusu olamayacağını, davacının alacaklarının tam ve kesin olarak belirlenebilir olduğunun usulüne uygun yapılmayan ıslahın reddi gerektiğini Yerel Mahkemece kararın yetersiz bilirkişi raporu ve eksik incelemeye dayandığını, mahkemece kararın dosyaya sundukları belgeler incelenmeden tanıkların beyanlarına vesair delillerine itibar edilmeden hüküm kurulduğunu davacının fazla mesai alacağının olmadığını, bazı haftalarda 45 saati aşan çalışması olsa da bu çalışmaların denkleştirmeye tabi tutulduğunu ayrıca İş Sözleşmesinin 4/8.maddesi uyarınca İş Kanunu 41 de belirtilen süre içerisinde kalmak şartı ile yapılacak fazla mesai için ek ücret talep edilemeyeceğini, davacının kıdem ve ihbar tazminatı ve bunlara bağlı faize hak kazanamadığı, davacının iş akdinin vazifesini hiç yapmamış olması sebebi ile haklı neden ile feshedildiğini, somut olayda yetersiz ifa değil hiç ifa edilmeme durumunun söz konusu olduğunu, davacının çağrılara cevap vermediğini, görevinin hiç ifa edilmediğini, kıdem tazminatı hesabında hata yapıldığını, kıdeme esas ücrete primin dahil edildiğini, primin süreklilik ve kararlılık arz etmediğini, mahkemenin söz konusu tazminatlar için faizin başlangıç tarihine ilişkin yapmış olduğu değerlendirmenin hatalı olduğunu, ıslah dilekçesinde taleplerin net mi brüt mü olduğunun açıklanmadığını, faiz başlangıç tarihinin temerrüt tarihi olarak belirlendiğini, faizin başlangıcının ıslah tarihi olması gerektiğini, davacının ulusal bayram ve genel tatil alacağının olmadığını bahsi geçen ödemelerin bordrolarda görüleceği üzere davacıya ödendiğini, belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı vekili istinaf dilekçesi ile fazla mesai yönünden hesaplama ve değerlendirmelerin doğru olmadığını dava dilekçesinde davacının davalı işyerinde 10:00-20:00 saatleri arasında çalışma yaptığı halde fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğinin belirtildiğini, bu hususların tanık Arife C.in beyanı ile doğrulandığını, aynı işverene karşı açılan Şanlıurfa 1. İş Mahkemesinin 2017/209 Esas sayılı dosyasında tanık Yusuf Y.’in beyanında normal mesainin 10:00 – 20:00 saatleri arasında olduğuna ilişkin beyanda bulunduğunu, iş bu tanığın bu dava dosyasında yalan beyanda bulunduğunu, bu sebeple bu tanığın beyanları esas alınarak hesaplama yapılmasının doğru olmadığını, esas alınsa bile haftanın 2-3 günü 10:00 – 20:00 saatleri arasında çalışma olduğu esas alınarak fazla mesainin hesaplanması gerektiğini, mahkemece Şanlıurfa 1. İş Mahkemesinin 2017/2019 Esas sayılı dosyasının dosya kapsamına alınarak bu dava dosyasının davacısı Arife C’in davacı ile aynı birimde çalıştığı ve aynı mahiyette fazla mesai yaptıkları hususu nazara alındığında bilirkişi tarafından haftanın 6 günü 10:00 – 20:00 saatleri arasında çalışma yapıldığı şeklinde hesaplama yapılması gerekirken bu şekilde hesaplama yapılmadığını belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve HUKUKİ SEBEPLER :

Dava, kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil, hafta tatili ve yıllık izin ücreti alacaklarının tahsili talebine ilişkindir. Mahkemece isteklerin kısmen kabul, kısmen reddine karar verilmiş, karara karşı davalı vekili ve davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Dairemizce istinaf incelemesi HMK 355 ve 357. maddesi gereğince istinaf sebepleri ile bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususları da gözetilerek yapılmıştır.
Dava kısmi dava olarak açılmıştır. Davacı vekili davacının 26/12/2015 -29/03/2017 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığını, iş akdinin haksız olarak feshedildiğini beyan etmiş davalı vekili ise aboneler ile ilgili görüşmelerde çağrılara cevap vermediğini, karşıladığı çağrılarda abonelere cevap vermediğini ikna çabası içerisine girmediğini bu sebeplerle iş akdinin İş Kanunu 25. maddesi gereğince haklı nedenle feshedildiğini bildirmiştir. İş akdi fesih bildiriminde 25/03/2017 tarihinde 2 abone 27/03/2017 tarihinde 1 abone ile yaptığı görüşmelerde çağrılara cevap vermediği veya konuşmaları yarıda kesip abonelere cevap vermediği görevi kötüye kullanarak ikna çabası içine girmediği, ve gelen datalara işlem yapmadan ulaşılamadığı statüsüne girdiği gerekçeleri ile İş Kanunu 25.maddesi uyarısınca feshedildiğinin bildirildiği anlaşılmıştır. Dosya içerisinde 27/03/2017 ve 25/03/2017 tarihinde kendisine düşen çağrılara cevap vermeyip ve konuşmayı yarıda kesip abonelere cevap vermediği ve kendisine verilen görevi kötüye kullanarak dataya işlem yapmadan ulaşılamadı statüsüne girdiğine ilişkin 3 adet tutanak bulunduğu, tutanak tanığı Ömer Faruk Y.’ın mahkemede dinlendiği, davacı işini gereği gibi yapmadığını bildirdiği, davacının eylemlerinin haklı fesih ağırlığında olmayıp geçerli fesih sebebi olabileceği, davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı değerlendirilmiştir.
Bilirkişi tarafından tarafından taraf tanık beyanlarına göre fazla mesai ücreti hesaplanmış olup aykırılık bulunmamaktadır. Davalı tarafından denkleştirme yapıldığı iddiasının ispatlanamadığı, denkleştirme yapılan 2 aylık döneme ilişkin bir delilin dosyaya sunulmadığı ve davalı işyerinde her hafta haftalık yasal çalışma süresinin aşıldığı görülmüştür.
Bordrolarda davacıya performans prim ödemesinin yapıldığı görüldüğünden prim ödemelerinin tazminata esas ücret içinde değerlendirilmesinde bir aykırılık bulunmamaktadır.
Mahkemece kıdem tazminatına ilişkin olarak iş akdinin fesih tarihinden itibaren diğer alacaklar yönünden dava ve temerrüt tarihinden itibaren faize hükmedilmiş olup davalının bu yöndeki istinafı yerinde değildir.
Davacı tanık beyanlarına göre davacının dini bayramlar dışında kalan ulusal bayram ve genel tatillerde çalıştığı ancak tespit edilen ücretin ödendiğinin davalı tarafından ispat edilemediği görülmüştür.
Bu sebeplerle davalı vekili ve davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere

1)Hakkında istinaf başvurusunda bulunulan ilk derece mahkemesi kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davalı vekili ve davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2)Alınması gerekli istinaf karar ilam harcı 54,40 TL’den davacı tarafça başlangıçta yatırılan 44,40 TL’nin mahsubu ile bakiye 10,00 TL’nin davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3)Alınması gerekli istinaf karar ilam harcı 481,40 TL’den davalı tarafça başlangıçta yatırılan 121,00 TL’nin mahsubu ile bakiye 360,40 TL’nin davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
4)İstinaf yargılaması duruşmasız yapıldığından istinaf yargılaması için vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
5)Kararın taraflara tebliği ile harç tahsil müzekkeresi yazılması işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine,
6)Taraflarca yatırılan kullanılmayan gider avansının yatırana iadesine,
Dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 7036 sayılı Kanun’un 8. maddesi ve 6100 sayılı HMK’nın 362.maddesi gereğince miktar itibariyle KESİN olmak üzere 09/12/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Emsal SERGEN Zerrin Çelebi ERASLAN Ruveyda KÜRKÇÜ İbrahim ÇÖVEN
Başkan Üye Üye Katip
31437 38694 118960 243620
¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır

Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu Kapsamında E-İmza ile imzalanmıştır.

VERESİYE AKARYAKIT SENETLERİNE DAYALI İCRA TAKİBİ- İTİRAZIN İPTALİ- İMZAYA İTİRAZ

T.C.
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/1066
KARAR NO : 2015/12808

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Bozova Asliye Hukuk Mahkemesi (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla)
TARİHİ : 12/09/2014
NUMARASI : 2010/201-2014/550
DAVACI : B…. AŞ.
DAVALI : Emin B. vek. Av. Selim Hartavi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili; müvekkilinin veresiye akaryakıt satışından kaynaklanan alacağının tahsili için davalı aleyhine yapılan icra takibinin davalının süresinden sonra ve haksız itirazı ile durduğunu belirterek, itirazının iptali ile icra takibinin devamına ve %40 icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı; asıl alacağın zamanaşımına uğradığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; Bozova İcra Mahkemesi’nin 2010/9 E.-2010/6 K. sayılı kararı ile davalı borçlu tarafından yapılan şikayetin kabulü ile ödeme emrine ilişkin tebligatın davalı borçluya 22.04.2010 tarihinde yapılmış sayılmasına karar verildiği ve bu kararın Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin ilamı ile onandığı, bu suretle davalının itirazının süresinde olduğu, itirazın iptali davasının da süresinde açıldığı, davalının dosyada mevcut belgelerdeki imzaların kendisine ait olmadığını beyan ederek imza incelemesi istemesi üzerine imza ve yazı örneklerinin alınması için çıkarılan ihtaratlı davetiyenin davalıya tebliğ edilmesine rağmen belirtilen duruşma gün ve saatinde hazır bulunmadığı davacı tarafından düzenlenen 6 adet faturanın davalıya tebliğ edildiğine dair bir belge olmadığı veresiye akaryakıt senetlerine göre faturalara konu akaryakıtın davalıya ait 63 YF 447 plakalı araç için verildiği, veresiye akaryakıt senetlerinin bir kısmında teslim alan olarak davalının adı ve imzasının bulunduğu, bir kısmında ise dava dışı Kasım Özbay, Müslüm Babacan, Selahattin Pişkin isimli şoförlerin imzasının bulunduğu, bununla birlikte alacağa konu faturaların altlarının davacı alacaklı tarafından imzalandığının görüldüğü, bu tip kapalı faturaların bedellerinin alınmasına müteakip tanzim eden tarafından imzalandığının kabulü gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Davacı iddiasını yazılı belge ile kanıtlayamamıştır, ancak dava tarihi itibarıyla dava dilekçesinde açıkça yemin deliline dayanmış olduğundan mahkemece bu hakkı hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine,15.10.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Vekili Üye Üye Üye Üye
Uğur Sayın M.B.Selçuk A.H.Güler D.İ.Toros F.Akyüz

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
Esas No:2014/23076
Karar No:2015/18932
Karar Tarihi: 28.05.2015

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

ÖZET: Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

(1475 S. K. m. 14) (4857 S. K. m. 17, 25, 41, 46)

Dava ve Karar: Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, ücret alacağıyla fazla mesai ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. Bulut tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı avukat yanında katip olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini iddia ederek bir kısım işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili davacının iddialarının yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini haksız feshettiğini belirterek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedilip feshedilmediği uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır.

Somut olayda, davacının iş sözleşmesinin icra takip dosyasından borçlu olarak gözüken kişiden 350,00 TL’yi harç parası alarak bunu yatırmayıp uhdesinde tuttuğu gerekçesiyle feshedilmiştir. Parayı verdiğini iddia eden icra takip dosyası borçlusu olan davalı tanığı bunu doğruladığı gibi davacıyla telefon görüşmesinde davacının parayı aldığını kabul ettiğini de doğrulamıştır. Aynı şekilde dosyada bu yönde bir tutanak ve davalı tanığı Gökhan’ın beyanları da bulunmaktadır. Daha sonra söz konusu, harcın davalı avukat tarafından yatırılarak borçlu üzerindeki haczin kaldırıldığı da anlaşılmaktadır. Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.05.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İLAMA DAYALI İHTİYATİ HACİZLERDE TEMİNAT ARANMAZ- TEMİNAT ALINMAYACAĞINA İLİŞKİN İSTİSNAİ HÜKÜMLER

T.C YARGITAY
19.Hukuk Dairesi
Esas: 2009 / 11811
Karar: 2010 / 1632
Karar Tarihi: 07.02.2010
ÖZET: Kural olarak teminatsız ihtiyati haciz kararı verilemez ise de; kanunlarda teminat alınmayacağına ilişkin istisnai hükümlerin bulunması halinde, bu istisnai hükümlerin amacı ve kapsamı ile sınırlı olarak teminat aranmaksızın ihtiyati haciz kararı verilebilir.(1086 S. K. m. 96) (2004 S. K. m. 259, 301) (4603 S. K. Geç. m. 4) (5411 S. K. m. 140)
Dava: Taraflar arasındaki ihtiyati hacze itiraz isteminin incelenmesi sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı Mustafa D. hakkındaki ihtiyati haczin kaldırılmasına, diğer borçlulara ilişkin itirazın reddine yönelik olarak verilen kararın süresi içinde muterizler vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
Karar: İhtiyati haciz isteyen vekili, genel kredi sözleşmesi uyarınca E. Müh. İnş. Taah. San. Tic. A.Ş.`ye kullandırılan kredilerin ödenmemesi üzerine hesabın kat edildiğini belirterek, müteselsil kefiller hakkında ihtiyati haciz isteminde bulunmuş, talep uygun görülerek mahkemece ihtiyati haciz kararı verilmiştir.
İhtiyati hacze itiraz edenler vekili, alacağın ipotekle güvence altına alındığını, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibine başlandığını, mükerrer icra takibinde bulunulduğunu, bankanın gönderdiği ihtarnameye itiraz edildiğini, ihtiyati hacze konu alacak hesabının kat edilmediğini belirterek ihtiyati haczin kaldırılmasını talep etmiştir.
Mahkemece, kefillerin borcunun temini amacıyla tesis edilmiş bir ipotek bulunmadığı, bankanın hesabı kat etmesiyle alacağın muaccel hale geldiğini, Mustafa D.`nun ihtiyati haciz kararı verildiği tarihte ölü olduğu belirtilerek Mustafa D. hakkındaki ihtiyati haczin kaldırılmasına, diğer borçlulara ilişkin itirazın reddine karar verilmiş, hüküm muterizler vekili tarafından temyiz edilmiştir.
İcra ve İflas Kanunu`nun 259`uncu maddesi uyarınca, <İhtiyati haciz isteyen alacaklı hacizde haksız çıktığı takdirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96 ncı maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur. -Ancak alacak bir ilama müstenid ise teminat aranmaz.-Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya müstenid ise mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder.> Bu emredici hüküm uyarınca ihtiyati haciz isteyenin teminat yatırması bir zorunluluk olup, genel kredi sözleşmesinde bu emredici hükme aykırı olarak konulan kayıt geçersizdir. Teminatın amacı, anılan kanun hükmünde açıkça belirtildiği üzere hem borçlunun hem de üçüncü kişilerin ihtiyati haczin haksızlığının anlaşılması hâlinde uğradıkları zararların güvence altına alınmasıdır. Teminat olarak nelerin gösterilebileceği Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 96`ncı maddesinde sayılmıştır.
Kural olarak teminatsız ihtiyati haciz kararı verilemez ise de; kanunlarda teminat alınmayacağına ilişkin istisnai hükümlerin bulunması halinde, bu istisnaî hükümlerin amacı ve kapsamı ile sınırlı olarak teminat aranmaksızın ihtiyati haciz kararı verilebilir. İİK`nın 259`uncu maddesinde ilama dayanan alacaklarda teminat aranmayacağı, ilam niteliğindeki belgelerden doğan alacaklarda ise teminatın gerekip gerekmediğinin hakiminin takdirine bağlı olduğu belirtilmiştir. İİK`nın 301, II hükmünde de konkordatonun reddi halinde teminatsız ihtiyati haciz kararı verileceği öngörülmüştür. Teminatsız ihtiyati haciz kararı verilebileceğine ilişkin istisnai hükümler İİK dışında bazı özel kanun hükümlerinde de yer almaktadır. Örneğin, Bankacılık Kanununun 140,IV hükmünde kamu tüzel kişiliği olan Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu`na, aynı Kanunun geçici 13`üncü maddesinde, sermayesinin yandan fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan ya da hisselerinin çoğunluğu üzerinde bu kurum ve kuruluşların idare ve temsil yetkisi bulunan ve özel kanunla kurulmuş bankalara (Tasfiye Halinde T. Emlak Bankası A.Ş. dahil), 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi Ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunun Geçici Madde 4,II hükmü uyarınca Kanunun adında sayılan bankalara, bu konuda istisna tanınmıştır. Bu nedenlerle Kanunda açıkça tanınan istisnalar dışında teminat gösterilmeksizin ihtiyati haciz kararı verilemez. Mahkemece, bu yönler gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenle ihtiyati hacze itiraz edenler vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 07.02.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.
Exit mobile version