BANKAYA İBRAZ EDİLEN ÇEKTE ALACAKLININ CİROSUNUN BULUNMAMASI-VEKALETEN İBRAZ-YETKİLİ HAMİL-

T.C.
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

ESAS NO : 2019/5404
KARAR NO : 2020/3869

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesi
TARİHİ : 18/01/2019
NUMARASI : 2018/1513-2019/116
DAVACI : Borçlu : S…… Kuyumculuk İletişim Petrol Tekstil Gıda Turizm Akaryakıt Sanayi Ve Ticaret Limited Şirketi Tarsus Şubesi
DAVALI : Alacaklı : Türkiye Vakıflar Bankası Türk Anonim Ortaklığı

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Bölge Adliye Mahkemesince verilen kararın müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hâkimi Elif Yurtseven tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Alacaklı tarafından iki adet çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile başlatılan takipte borçlunun, icra mahkemesine başvurusunda, alacaklının ibraz anında çekte cirosunun bulunmadığını, dolayısıyla yetkili hamil olmadığını ileri sürerek takibin iptalini talep ettiği, mahkemece, davanın reddine karar verildiği, borçlu tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince çeki elinde bulunduran bankanın takibe dayanak çekleri takasa fiziken veya elektronik ortamda ibraz ettiğine ilişkin çek arkasında herhangi bir ibarenin bulunmadığı ve takip yapan bankanın yetkili hamil olmadığı belirtilerek borçlunun istinaf başvurularının kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve takibin davacı (borçlu) yönünden iptaline hükmedildiği, bu kararın alacaklı tarafından temyiz edildiği anlaşılmaktadır.

6102 sayılı TTK’nun 790. maddesinde; “Cirosu kabil bir çeki elinde bulunduran kimse son ciro beyaz ciro olsa bile kendi hakkı müteselsil ve birbirine bağlı cirolardan anlaşıldığı takdirde yetkili hamil sayılır. Çizilmiş cirolar yazılmamış hükmündedir. Bir beyaz ciroyu diğer bir ciro takip ederse bu son ciroyu imzalayan kimse çeki beyaz ciro ile iktisap etmiş sayılır” düzenlemesi yer almaktadır.

Aynı Kanun’un 798. maddesine göre ise, çekin bir takas odasına ibrazı, ödeme için ibraz yerine geçer. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası Bankalararası Takas Odaları Merkezi Yönetmeliği’nin 14/B maddesinin ikinci fıkrasında; “Elektronik ortamda işlem yapan takas odalarında, bankalarca, muhatap bankalara fiziken ibraz edilmeyen çekler için birbirlerine vekalet vererek hesaben tesviye edilmek amacıyla işlem yapacak bankalar, Bankalararası Takas Odaları Merkezi Yönetim Kurulu’nca hazırlanan protokolü imzalamak suretiyle bu faaliyetlere katılabilirler” hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda takip alacaklısı Türkiye Vakıflar Bankası A.Ş’nin, ibraz işlemlerini, yukarıda belirtilen yönetmelik hükmü gereği muhatap Ekonomi Bankası adına vekaleten yaptığı görülmektedir. Takip alacaklısı Türkiye Vakıflar Bankası A.Ş, aynı zamanda muhatap banka durumunda olmadığından ve geçerli bir ibraz bulunduğundan, takip yapan bankanın yetkili hamil olduğunun kabulü gerekir.

ESAS NO : 2019/5404
KARAR NO : 2020/3869

O halde, Bölge Adliye Mahkemesince, alacaklı bankanın yetkili hamil olduğunun kabulü ile borçlunun istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 12. Hukuk Dairesinin 18.01.2019 tarihli, 2018/1513 E.- 2019/116 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK’nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK’nun 373/2. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 04.06.2020 gününde oy birliği ile karar verildi.

Başkan
A. TUNCAL
Üye
M. T. UYAR
Üye
S. MUTTA
Üye
İ. YAVUZ
Üye
A. AYAN

GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU- DAVA ZAMANAŞIMI SÜRESİ

T.C.
YARGITAY
9. Ceza Dairesi

TÜRK MİLLETİ ADINA
Y A R G I T A Y İ L A M I

Esas No : 2020/546
Karar No : 2020/40
Tebliğname No : 5 – 2014/74375

İNCELENEN KARARIN;
Mahkemesi : Şanlıurfa 2. Asliye Ceza Mahkemesi
Tarihi : 14/01/2014
Numarası : 2011/696 Esas ve 2014/29 Karar
Sanık : Özlem B.
Katılan : İbrahim Halil D.
Mağdur : Bedir D.
Suç : Görevi Kötüye Kullanma
Suç tarihi :14/07/2010
Hüküm : Beraat
Temyiz eden : Katılan vekili
Tebliğnamedeki düşünce : Onama

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelendi, gereği düşünüldü:

Sanığa isnat edilen görevi kötüye kullanma suçunun 5237 sayılı TCK’nın 257/1. maddesinde öngörülen cezasının üst sınırı itibarıyla aynı kanunun 66/1-e maddesine göre 8 yıllık asli dava zamanaşımı süresine tabi olduğu, zamanaşımını kesen son işlem olan 02/02/2012 tarihli sorgu ile temyiz incelemesi günü arasında bu sürenin gerçekleştiği, zamanaşımını kesen başkaca sebebin de bulunmadığı anlaşıldığından hükmün 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi ile yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden aynı Kanunun 322/1 ve 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddeleri gereğince sanık hakkında açılan kamu davasının zamanaşımı nedeniyle DÜŞMESİNE 26/02/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
M. ALİKANOĞLU O. ERDOĞAN F. YILDIRIM R. İNANÇ A. ÖZTÜRK
Kararına Uygundur
Yazı İşl. Md.
Y.B.

SİGORTALI ARACIN UĞRADIĞI HASARI ÖDEYEN SİGORTA ŞİRKETİNİN, ZARARIN İDARECE GİDERİLMESİ İSTEMİNDEN İBARET BULUNAN BİR RÜCUEN TAZMİNAT İSTEMİYLE AÇTIĞI DAVANIN, ADLİ YARGI YERİNDE ÇÖZÜMLENMESİ GEREKTİĞİ

T.C.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ
HUKUK BÖLÜMÜ

ESAS NO : 2014 / 484
KARAR NO : 2014 / 527
KARAR TR : 05.05.2014

ÖZET : Sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat istemiyle açtığı davanın, ADLİ YARGI YERİNDE çözümlenmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacı : Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi
Vekili : Av. F.G.
Davalı : Edirne Belediye Başkanlığı
Vekili : Av. A.A.

O L A Y : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacı Anadolu Anonim Türk Sigorta şirketinde 274029309 1-1 no’lu kasko sigortalısı olan A.K.’e ait 22…..plakalı aracın, 22.08.2010 tarihinde D.S.İ kavşağından Zübeyde Hanım caddesi üzeri Cumartesi Pazarı istikametine seyir halindeyken Trakya Birlik binasının yanından geçerken yaya kaldırım çalışması nedeniyle kökü zayıf kalan kaldırımdaki ağacın aracının üzerine devrilmesi sonucu maddi hasara maruz kaldığını, kaza mahallinde tutulan trafik kaza tutanağına göre olay anında ilgili yolda önlem alınmadığını, gerekli özeni bakım ve denetlemeyi yapmaması sebebiyle davalı idarenin asli kusurlu bulunduğunu, davalı idarenin 2918 sayılı kanunun 10. maddesi gereği ve 5126 sayılı Belediyeler Kanunu’nun 7. ve devamı maddeleri gereği yol üzerindeki ağaçların ve Belediye’nin görevleri arasında olan park ve bahçelerin bakım sorumluluğunun ihlali ile kaldırım çalışması yaptıktan sonra ağacın gövde ve kökünü desteklemeyerek çalışmalarında ihmal gösterdiği için hizmet kusuru işlediğini, sigortalı araçta davacı şirket tarafından yaptırılan ekspertiz sonucu faturaya göre 5.016,00-TL hasar tespit edildiğini, davacı şirketin bu hasar bedelini 11.10.2010 tarihinde sigortalılarına ödediğini, kasko tazminatını ödeyen davacı şirketin TTK’nun 1301. maddesine göre sigortalının haklarına halef olduğunu, bu nedenle 5.016,00-TL tazminatın 11.10.2010 tarihli 23/R226240 sayılı yazı ile davalı idareden talep edildiğini, davalının yazıyı 13.12.2010 tarihinde tebellüğ ettiğini, ancak cevap vermediğini ve ödeme yapmadığını ileri sürerek, bu nedenlerle davanın kabulü ile davalı Edirne Belediyesi’nin hukuka aykırı eylemi sonucu oluşan rücuya konu 5.016,00-TL tazminatın başvuru tarihi olan 13.12.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi istemiyle idari yargı yerinde dava açmıştır.

EDİRNE İDARE MAHKEMESİ : 29.7.2011 gün ve E: 2011/401, K: 2011/817 sayı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunundan doğan sorumluluk uyuşmazlıklarının görüm ve çözümünün adli yargının görev alanına girdiği açık olup, bakılan uyuşmazlığın da davacı şirketin kasko sigortalısı olan aracın karayolu üzerinde seyir halinde iken üzerine ağaç devrilmesi sonucu araçta oluşan ve davacı şirket tarafından sigortalısına ödenen maddi hasarın olayda kusuru olduğu öne sürülen davalıdan tazminine ilişkin olduğu anlaşıldığından, bakılan davanın görüm ve çözümünün adli yargının görev alanına girdiği, mahkemelerinin görevli olmadığı sonucuna varıldığı gerekçesiyle, davanın görev yönünden reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili bu kez aynı istemle adli yargı yerinde dava açmıştır.

Edirne 1. Asliye Hukuk Mahkemesi: 17.5.2012 gün ve E:2011/324, K:2012/196 sayı ile, davanın kabulüne, 5.016,00 TL tazminatın başvuru tarihi olan 13.12.2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiliyle davacı şirkete ödenmesine karar vermiş, bu karar davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Yargıtay 17. Hukuk Dairesi : 19.3.2013 gün ve E: 2012/13619, K: 2013/3687 sayı ile, kamu hizmeti görmekle yükümlü olan belediyenin, kamu hizmeti sırasında verdiği zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi olduğu, hizmet kusurundan dolayı açılan davaların 2577 sayılı İYUY.nın 2. maddesi hükmü uyarınca tam yargı davası olarak ikame edilmesi gerektiği, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup mahkemece kendiliğinden dikkate alınmasının zorunlu olduğu, mahkemece davalı belediye başkanlığı yönünden yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar vermiştir.

EDİRNE 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ: 3.10.2013 gün ve E : 2013/367, K: 2013/451 sayı ile, bozma kararına uyarak, hizmet kusurundan dolayı açılan davaların 2577 sayılı İYUY.nın 2. maddesi hükmü uyarınca tam yargı davası olarak ikame edilmesi gerektiği, görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup mahkemece kendiliğinden dikkate alınması zorunlu olduğu anlaşılmakla davanın yargı yolu farklılığı nedeniyle reddine karar vermek gerektiği gerekçesiyle davanın yargı yolu farklılığı nedeniyle reddine karar vermiş, bu karar kesinleşmiştir.

Davacı vekili, idari ve adli yargı yerlerince verilmiş olan görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğunu ileri sürdüğü olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

İNCELEME VE GEREKÇE:

Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Ali ÇOLAK, Bahri AYDOĞAN, Sıddık YILDIZ, Nurdane TOPUZ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 5.5.2014 günlü toplantısında:

l-İLK İNCELEME: Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre; adli ve idari yargı yerleri arasında 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari ve adli yargı dosyalarının 15. maddede belirtilen yönteme uygun olarak davacının istemi üzerine son görevsizlik kararını veren mahkemece Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderildiği ve usule ilişkin işlemlerde herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

II-ESASIN İNCELENMESİ: Raportör-Hakim Gülşen AKAR PEHLİVAN’ın, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Mehmet BAYHAN ile Danıştay Savcısı Mehmet Ali GÜMÜŞ davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Dava, sigortalı aracın uğradığı hasarı ödeyen sigorta şirketinin, zararın idarece giderilmesi isteminden ibaret bulunan bir rücuen tazminat davasıdır.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 1. maddesinde, Kanunun amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanunun trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı belirtilmiştir.

Öte yandan 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasanın 14. maddesiyle değişik 110. maddesinde “İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”; Geçici 21. maddesinde de “Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz” denilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden, dava dosyasında mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda; Şirkete sigortalı vasıtanın geçirdiği trafik kazası neticesinde hasarlandığı, bahis konusu olay neticesinde vasıtada maddi hasarın meydana geldiği; tespit edilen hasar bedelinin sigortalı vasıta sahibine ödendiği, olayın meydana gelişinde davalı idarenin kusurunun tespit edildiği, meydana gelen hasar nedeniyle sigortalısına tazminat ödeyen şirketin kusur nispetine göre faiziyle birlikte davalıdan tahsili istemiyle davanın açılmış olduğu anlaşılmaktadır.

2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, şu gerekçesi ile anılan kuralı Anayasaya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir: “… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…” (Any. Mah.nin 26.12.2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararı; R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147.)

Anayasa’nın 158 inci maddesinin son fıkrasında “ Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, yasa koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158 inci maddesi uyarınca, başta Mahkememiz olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

Bu durumda, 2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Açıklanan nedenlerle davanın görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu dolayısıyla, Edirne 1. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

S O N U Ç : Davanın görüm ve çözümünde ADLİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Edirne 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 3.10.2013 gün ve E : 2013/367, K: 2013/451 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 05.05.2014 gününde OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

SİGORTA SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN UYUŞMAZLIK- TİCARET KANUNUNDAN DOĞAN HUKUK DAVALARI- HIRSIZLIK NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ- AVANS FAİZİ

T.C.
YARGITAY
11. HUKUK DAİRESİ
E. 2004/9469
K. 2005/7229
T. 5.7.2005

• SİGORTA SÖZLEŞMESİNDEN KAYNAKLANAN UYUŞMAZLIK ( Mutlak Ticari İşlerden Olduğu – 01.01.2000 Tarihine Kadar Reeskont Faizi Bu Tarihten Sonra İse Reeskont Faizinden Fazla İse Avans Faiz Oranının Uygulanması Gereği )

• TÜM İŞ YERİ SİGORTA POLİÇESİ ( Gelen Hırsızlık Nedeniyle Tazminat Talebi – Mutlak Ticari Davalardan Olduğu)

• TİCARET KANUNUNDAN DOĞAN HUKUK DAVALARI ( Ticari Davalardan Olduğu )

• HIRSIZLIK NEDENİYLE TAZMİNAT TALEBİ ( Sigorta Sözleşmesinden Kaynaklanan Uyuşmazlıklar Da Mutlak Ticari Davalardan Olduğu )

• AVANS FAİZİ ( 01.01.2000 Tarihine Kadar Reeskont Faizi Bu Tarihten Sonra İse Reeskont Faizinden Fazla İse Avans Faiz Oranının Uygulanması Gereği )

6762/m. 4
3095/m. 2

ÖZET : Davacı, “Tüm İşyeri Sigorta Poliçesi” ile sigortalı işyerinde meydana gelen hırsızlık nedeniyle tazminat talebinde bulunmuştur. TTK’ya göre tarafların tacir olup olmadığına bakılmaksızın bu kanunda düzenlenen hususlardan doğan hukuk davaları ticari davalardandır. Sigorta sözleşmesinden kaynaklanan uyuşmazlıklar da mutlak ticari davalardandır. Ticari işlerde 01.01.2000 tarihine kadar reeskont faizi, bu tarihten sonra ise reeskont faizinden fazla ise avans faiz oranının uygulanması gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada İstanbul Asliye 7. Ticaret Mahkemesi’nce verilen 30.12.2003 tarih ve 2001/1488 – 2003/1882 sayılı kararın Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi taraf vekilleri tarafından istenmiş olmakla, duruşma için belirlenen 05.07.2005 günde davacı Avukatı N.S. ile davalı Avukatı M.Ş. gelip, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukatları dinlenildikten sonra, duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi A.S. tarafından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili, müvekkiline ait işyerinin davalı şirket nezdinde sigortalı olduğu dönemde, işyerinde meydana gelen hırsızlık olayı neticesinde toplam fatura değeri yaklaşık 50.000.000.000.TL, piyasa değeri yaklaşık 75.000.000.000.-TL tutarındaki vidala derinin çalındığını, davalı tarafından ödeme yapılmasına yanaşılmadığını ileri sürerek, 75.000.000.000.- TL sigorta tazminatının riziko tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının Tuzla’da bulunan D. firmasında bordrolu olarak çalışmakta olduğu ve hırsızlık olayının meydana geldiği iddia edilen işyerindeki gayri resmi ortağının A. olduğu, çiğ derinin Tuzla’dan temin edilip işlendikten sonra işyerine getirildiği ve burada ayakkabı-çanta imalatçılarına satıldığı, çalındığı iddia edilen malın büyük bir kısmının H. Et ve Gıda Tic. Ltd. Şti.’nden satın alındığı, çalındığı iddia edilen mallara ilişkin ödeme belgelerinin sunulamadığı, D. firmasında işlenen malın davacının Zeytinburnu’nda bulunan işyerine gönderildiğine dair nakliyeci faturası ve nakliyeciye yapılan ödemeye ilişkin hiçbir kayda rastlanamadığı, hırsızlık olayının fiilen gerçekleşmesinin de mümkün olmadığını belirterek, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporlarına nazaran, davacıya ait işyerinde bulunan derilerinin sigorta örtüsü altında olup, çalındığı gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile ( 58.339.032.660.- )TL sigorta tazminatının 11.07.2001 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

Karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davalı sigorta şirketi vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine karar verilmesi gerekmiştir.

2- Davacı vekilinin temyizine gelince; dava, Tüm İşyeri Sigorta Poliçesi ile sigortalı işyerinde meydana gelen hırsızlık hasarının tazmini istemine ilişkindir.

Davalı sigorta şirketi tacirdir. Bunun yanında, Türk Ticaret Kanunu’nun 4’üncü maddesine göre tarafların tacir olup olmadıklarına bakılmaksızın bu kanunda tanzim edilen hususlardan doğan hukuk davaları ticari davalardandır. Davacı ile davalı sigorta şirketi arasındaki uyuşmazlık mutlak ticari işlerden olan sigorta sözleşme sinden kaynaklanmaktadır. Ticari işlerde, 3095 Sayılı Kanunun 4489 Sayılı Kanun ile değiştirildiği 01.01.2000 tarihine kadar 3095 Sayılı Kanunun 2/3’üncü maddesi hükmü gereğince reeskont faizi, 01.01.2000 tarihinden sonraki dönemde ise 3095 Sayılı Kanunun 4489 Sayılı Kanun ile değişik 2/2’nci maddesi hükmü gözetilmek ve infaz aşamasında dikkate alınmak üzere reeskont faiz oranının üzerinde olduğu taktirde avans faiz oranının uygulanması gerekmektedir. O halde davalı sigorta şirketi hakkında uygulanacak temerrüt faizi oranının, talep edilen ticari faiz deyiminin 01.01.2000 tarihinden itibaren 3095 Sayılı Kanunun 2/2’nci maddesinde açıklanan avans faiz oranını ifade etmekte olması da gözetilerek, yukarıda açıklanan şekilde belirlenmesi gerekirken aksi düşünceler ile yasal faize hükmedilmiş bulunması da doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı sigorta şirketi vekilinin temyiz itirazlarının reddine, 2 numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, takdir edilen 400.00.- YTL duruşma vekillik ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, temyiz harcı peşin alındığından davalıdan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 05.07.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFODAN SIZAN YAĞ NEDENİYLE TRAFİK KAZASI- SÜREKLİ SAKATLIK TAZMİNATI

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/19142
KARAR NO : 2018/11884

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 07/07/2015
NUMARASI : 2011/243-2015/537
DAVACILAR : 1-Salih D.
2-Hanım D.
(kendi adlarına asaleten; Emine’ye velayeten)
3-Mustafa D.
4-Fehime D.
DAVALILAR : 1-Ahmet D.
2-Güvence Hesabı
3-Dicle Elektrik Dağıtım A.Ş.
4-Şanlıurfa Belediye Başkanlığı
BİRLEŞTİRİLEN DAVA
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 25/06/2015
NUMARASI : 2014/620-2015/504
DAVACILAR : 1-Salih D.
2-Hanım D.
(kendi adlarına asaleten; Emine’ye velayeten)
3-Mustafa D.
4-Fehime D.
DAVALILAR : 1-Ahmet D.
2-Halk Sigorta A.Ş.

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacılar vekili ile davalılar Ahmet D. ve Halk Sigorta A.Ş. vekilleri tarafından talep edilmiş, davacılar vekilince de duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 04.12.2018 Salı günü asıl ve birleşen davada davacılar vekili Av. Selim Hartavi geldi. Asıl ve birleşen davada davalılar tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacılar vekili dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü.

-K A R A R-

Asıl davada, davacılar vekili; davalı Ahmet’in işleten/ sürücüsü olduğu aracın, davalı elektrik idaresine ait trafodan sızan kaygan maddenin yolu kayganlaştırması nedeniyle davacılar Salih, Hanım ve Emine’ye çarpması sonucu oluşan kazada davacıların ağır biçimde yaralandıklarını, geçici ve daimi işgücü kaybına uğrayan davacıların zararlarından davalıların sorumlu olduğunu, davalı belediyenin de yola ilişkin sorumluluğu nedeniyle zarardan sorumlu olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.500,00 TL. maddi ve toplam 65.000,00 TL. manevi tazminatın dava tarihinden işleyecek faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmiştir.

Birleşen davada, davacılar vekili; asıl davaya konu kaza sonucu yaralanarak sürekli işgücü kaybına uğrayan davacıların zararından davalıların da sorumlu olduğunu belirterek belirsiz alacak davası olarak açtıkları davada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL. maddi tazminatın kaza (sigortacı için dava) tarihinden işleyecek ticari faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmiştir.

Davalı Güvence Hesabı vekili, davaya konu kazayı yapan aracın trafik sigortası bulunduğundan kendilerine husumet düşmeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı sigorta şirketi vekili, sigortalının kusuru oranında ve poliçe limitiyle sınırlı biçimde zarardan sorumlu olduklarını, tedavi giderlerinden SGK’nın sorumlu olduğunu, kusur ve maluliyet ile tazminat konularında yetkili kurullardan rapor alınması gerektiğini, ticari faiz isteminin yersiz olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı DEDAŞ vekili, davaya konu kazanın yolun kaygan olması nedeniyle meydana geldiğini ve yoldan sorumlu idare zarardan sorumlu olduğundan kendilerine husumet düşmeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekili, davada idari yargının görevli olduğunu, patlayan trafodan sızan yağın temizliği için gerekli çalışmaları yaptıkları sırada ve tüm uyarılara rağmen yola giren sürücünün kusuru ile kaza gerçekleştiğinden belediyelerinin kusursuz olduğunu, istenen manevi tazminatların fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı Ahmet D. vekili, davalı idarelerin kusuru ile kazanın gerçekleştiğini ve davalının kazada kusuru bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davalı DEDAŞ, Şanlıurfa Belediye Başkanlığı ve Güvence Hesabı hakkındaki davanın reddine; davacılar Hanım, Mustafa, Fehmi ve Emine’nin maddi tazminat isteminin reddine; birleşen davadaki maddi tazminat isteminin kabulü ile 35.000,00 TL’nin, 1.000,00 TL’lik kısmının davalı Halk Sigorta A.Ş’den ve 34.000,00 TL’lik kısmının davalı Ahmet D.’dan dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili, davalı Halk Sigorta A.Ş. vekili, davalı Ahmet D. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içerisinde mevcut olan muhtarlık yazısı ile diğer belgelere istinaden, 6100 sayılı HMK’nun 336. maddesi uyarınca, davacılar vekilinin adli yardım talebinin kabulüne karar verilerek yapılan inceleme sonunda;

1-Asıl dava, trafik kazası sonucu oluşan cismani zarar nedeniyle, işgöremezlik tazminatı ve manevi tazminat; birleşen dava ise, işgöremezlik tazminatı istemine ilişkindir.

Davacı taraf, 1086 sayılı HUMK’nun yürürlükte olduğu tarihte, fazlaya ilişki haklarını saklı tutarak kısmi dava şeklinde açtığı asıl davada, davacılar Salih, Hanım ve Emine için 500,00’er TL. işgöremezlik tazminatı isteminde bulunmuş; 6100 sayılı HMK’nun 107. maddesi gereği, belirsiz alacak davası olarak açtığı birleşen davada ise, yine davacılar Salih, Hanım ve Emine için toplam 1.000,00 TL. işgöremezlik tazminatı isteminde bulunmuştur. Davacıların maddi tazminat alacaklarının hesaplanması için alınan 20.05.2014 tarihli bilirkişi raporunda, sadece davacı Salih yönünden tazminat hesabının yapıldığı ve toplam 35.472,61 TL. tazminat saptandığı; davacı tarafça gerek asıl davada ıslah dilekçesi verilerek maddi tazminat miktarı artırılmadığı, gerekse birleşen davada talep artırım dilekçesi verilip eksik harç yatırılarak dava değeri artırılmadığı halde, mahkemece 35.000,00 TL. maddi tazminat yönünden kabul kararı verildiği görülmektedir.

6100 sayılı HMK’nun 26/1. maddesindeki “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir” düzenlemesi göz önünde bulundurulduğunda; asıl davada ıslah ve birleşen davada talep artırımı yoluyla, maddi tazminata ilişkin dava değeri yükseltilmediği halde, davacı tarafın talebi aşılarak, maddi tazminat hakkında yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve kararın bozulması gerekmiştir.

2-T.C. Anayasası’nın 36/1. maddesinde “Herkes meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı merciileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” düzenlemesine; 6100 sayılı HMK’nun 27. maddesinde “Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.Bu hak; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını içerir” düzenlemesine yer verilmiştir.

Bir davanın görülmesi için taraf teşkilinin sağlanması esas olup, hakimin bu hususu re’sen gözetmesi gerekir. Yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi, davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılamanın aşamalarından haberdar edilmesi ile mümkündür.

Adil yargılanma hakkının kapsamında yer alan savunma haklarının etkin biçimde kullanılmasını teminen konulan yasal düzenlemelerden biri de, davada esaslı işlem olan bilirkişi raporlarının taraflara tebliğine ilişkin düzenlemedir. 6100 sayılı HMK’nun 280/1. maddesi “Bilirkişi, raporunu, varsa kendisine incelenmek üzere teslim edilen şeylerle birlikte bir dizi pusulasına bağlı olarak mahkemeye verir; verildiği tarih rapora yazılır ve duruşma gününden önce birer örneği taraflara tebliğ edilir” hükmünü amirdir. Anılan tüm bu yasal düzenlemelerde, davada taraf olanların haklarının korunması amaçlanmış olup tarafların yargılama süreçlerine etkin katılımının sağlanması ise, mahkemece yapılan tüm tebligatların usulüne uygun olması ile sağlanabilecektir.

Somut olayda; hükme esas alınan kusur, maluliyet ve hesap raporlarının, birleşen davanın davalısı Halk Sigorta A.Ş’ye tebliğ edilmediği görülmektedir. Yukarıda anılan yasal düzenlemeler gereği, davacıların işgöremezlik oran ve sürelerinin belirlenmesine ilişkin maluliyet raporu, kusur raporu ve hesap bilirkişi raporunun usulüne uygun şekilde tebliği ile davalının savunma hakkını kullanması ve raporlara karşı varsa itirazlarını bildirmesinin sağlanması, itirazlarının değerlendirilerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, usulünce yapılmış tebligat olmadan ve davalı Halk Sigorta A.Ş’nin savunma haklarını da kısıtlar biçimde yargılamaya devam edilip yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.

3-Davacılar vekili, asıl davada tüm davacılar için toplam 65.000,00 TL. manevi tazminat isteminde bulunmuş; mahkeme tarafından, davacıların manevi tazminat talepleri hakkında olumlu ya da olumsuz hüküm tesis edilmemiştir.

HMK’nun 297/2. maddesinde “hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” denilmek suretiyle hükmün kapsamı düzenlenmiştir. Anılan yasal düzenleme gereği, davacı tarafın taleplerinden herbiri hakkında olumlu ya da olumsuz hüküm tesis edilmesi ve hükmün gerekçesinde taleplerden kabul edilenlerin neden kabul edildiği ve reddolunanların hangi sebeple reddedildiğinin açıklanması gerekir.

HMK’nun 297. maddesine aykırı biçimde, davacıların asıl davaya konu ettiği manevi tazminat istemleri hakkında, olumlu ya da olumsuz hüküm tesis edilmeyişi de bozmayı gerektirmiştir.

4-Bozma ilamının kapsam ve şekline göre; davacılar vekili, davalı Halk Sigorta A.Ş. vekili ve davalı Ahmet D. vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda (1), (2) ve (3) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle, davacılar vekili, davalı Halk Sigorta A.Ş. vekili ve davalı Ahmet D. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA; (4) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekili, davalı Halk Sigorta A.Ş. vekili ve davalı Ahmet D. vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 1.630,00 TL vekalet ücretinin asıl ve birleşen davada davalılardan alınarak duruşmada vekille temsil olunan asıl ve birleşen davada davacılara verilmesine, duruşmada vekille temsil olunmayan davalılar Ahmet D. ve Halk Sigorta A.Ş. yararına vekalet ücreti takdirine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalılar Halk Sigorta A.Ş. ile davalı Ahmet D.’a geri verilmesine 10/12/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
A.Ş.Sertkaya B.Demirel M.Özcan B.Aydın M.Erol

Karşılaştırıldı.
E.G S.D

AİLE KONUTU NİTELİĞİNDE OLAN TAŞINMAZ ÜZERİNDE KONULAN İPOTEĞİN BAĞLAYICILIĞI BULUNMADIĞINDAN CEBRİ İCRA YOLUYLA İHALE EDİLİP SATILMIŞ OLSA BİLE TAPU KAYDININ İPTALİ GEREKTİĞİ

TC
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2019/318
KARAR: 2019/1238

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

Taraflar arasında görülen “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Küçükçekmece 5. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 03.05.2016 tarih ve 2015/429 E., 2016/307 K. sayılı karar davalılardan banka vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 11.07.2017 tarih ve 2016/22562 E., 2017/8749 K. sayılı kararı ile;

“…1-Davacı, davalı eşinin malik olduğu aile konutu üzerine diğer davalı banka lehine ipotek tesis ettirmiş olduğunu, bu işleme rızasının bulunmadığını, davaya konu taşınmazın cebri icra takibi neticesinde banka tarafından alacağına mahsuben alındığını belirterek banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eşi adına tapuya kayıt ve tescilini istemiştir. İpotek 13.08.2012 tarihinde tesis edilmiş, dava 13.05.2015 tarihinde açılmıştır. İpotek tesis edilen taşınmaz ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takip sonucu 07.04.2015 tarihli ihale ile cebri icra sonucu davalı bankaya satılmış, satış işlemi kesinleşmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 705. maddesinde “taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur. Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma halleri ile kanunda öngörülen diğer hallerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır” hükmü yer almaktadır. Dava konusu taşınmaz cebri icra sonucu satılmakla, davalı erkek adına kayıtlı olmaktan çıkmış, davalı bankanın mülkiyetine geçmiştir. Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca işlem diğer eşin rızasına bağlı olmaktan çıkmış, dava açıldığı tarih itibariyle taşınmaz aile konutu niteliğini yitirmiş durumdadır. Açıklanan sebeple davacının tapu iptali ve tescil talebinin reddine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerekmiştir.

2- Davacı, dava dilekçesinde tapu iptali ve tescil isteminin kabul edilmemesi halinde taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesini talep etmiştir. Yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple tapu iptali ve tescili isteminin reddi gerektiği nazara alındığında görev hususu da düşünülerek, deliller değerlendirilip davacının taşınmazın ekonomik karşılığının ödenmesi talebi yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi istemine ilişkindir.

Davacı vekili; dava konusu taşınmazın 2008 yılında satın alındığını, o tarihten beri aile konutu olarak kullanıldığını, davalı eşin müvekkilinin bilgisi dışında 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin borçlarına karşılık olmak üzere davalı banka lehine taşınmazda ipotek tesisine izin verdiğini, müvekkilinin kıymet takdir raporunu görünce ipotek işleminden haberdar olduğunu, ipotek işlemine açık rızasının bulunmadığını, ipoteğin kaldırılması için Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesine ait 2015/234 esas sayılı davayı açtıklarını, ancak taşınmazın icra takibi sonucu ihale ile davalı banka adına tesciline karar verildiği için ipoteğin kaldırılması davasının geçerliliğinin kalmadığını ileri sürerek davalı banka adına olan tapu kaydının iptali ile taşınmazın davalı eş adına tesciline, olmadığı takdirde ise taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı banka vekili; dava konusu taşınmazın alacağa mahsuben banka adına tescil edildiğini, davacının kötü niyetli olduğunu, TMK’nın 194. maddesi uyarınca husumet ehliyetinin bulunmadığını, aynı mahiyette Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesinde görülen bir dava olduğundan derdestlik itirazında bulunduklarını, tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmadığı için iyi niyetli olduklarını belirterek davanın öncelikle usulden, aksi hâlde esastan reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece; taşınmazın satın alındığı tarihten beri aile konutu olarak kullanıldığı, davalı bankanın ipoteğin tesisinden önce ekspertiz raporu ile taşınmazın özelliklerini ve mesken olduğunu tespit ettiği, bu tespite rağmen aile konutu olan dava konusu taşınmaz üzerinde davalı banka lehine ipotek tesis edildiği, bu işlem sırasında davalı banka tarafından davacı eşin açık rızasının alınmadığı; davalı banka vekili tarafından gerek ekspertiz raporu hazırlanırken gerekse kıymet takdirinde taşınmazın iç mekanın da incelendiği, bu nedenle davacının ipotek işleminden haberdar olduğu, işlem yapılmadan uzun yıllar ipotekle takyit edilmesine rıza göstererek ipotek tesisine ve kredi kullandırılmasına olanak sağladığı, kredinin ödenmemesi nedeniyle başlatılan icra takibi sonucu taşınmazın banka adına tescilinden sonra bu davayı açtığı, davacının kötü niyetli davrandığı ileri sürülmüş ise de, davacının huzuruyla bu işlemlerin yapıldığına ilişkin dosyaya bir delil sunulmadığı gibi aksi ispat edilemeyen yeminli tanık beyanlarında da davacının ipotek işleminden haberinin olmadığının ifade edildiği, taşınmazın aile konutu olduğu bilinmesine rağmen davacı eşin açık rızasını alınmadan ipotek tesis edilmesi nedeniyle davalı banka yönünden TMK’nın 1023. maddesinin uygulanmasının söz konusu olamayacağı, davalı banka lehine tesis edilen ipotek işleminin geçersiz olduğu ve buna bağlı olarak davalı bankanın icra takibi sonucu dava konusu taşınmazı iktisap ederken de taşınmazın aile konutu olduğundan ve davacı eşin açık rızasının bulunmadığından haberdar olması sebebiyle davacı eşin, bu davayı açma hakkının bulunduğu, ihalenin feshi davası açılmamasının sonuca etkili olmadığı, öte yandan davacının daha önce Küçükçekmece 6. Aile Mahkemesine açtığı ipoteğin kaldırılması davasının açılmamış sayılmasına karar verildiği, bu davanın TMK’nın 194. maddesine dayanmakla birlikte taleplerin farklı olması nedeniyle davalı banka vekilinin derdestlik iddiasının yerinde olmadığı gerekçesiyle dava konusu taşınmazın davalı banka adına olan tapu kaydının iptali ile davalı eş adına tesciline karar verilmiştir.

Davalı banka vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçeyle bozulmuştur.

Mahkemece ilk kararda yer alan gerekçeye yer verildikten sonra; cebri icra ile yapılan satış sonucu taşınmazın mülkiyetinin tescilden önce davalı bankaya geçmiş olmasının taşınmazın aile konutu niteliğini ortadan kaldırmayacağı, aksi hâlde TMK’nın 194. maddesinin uygulama alanının kalmayacağı, söz konusu Kanun maddesinde cebri icra yolu ile gerçekleşen satışlara ilişkin açık bir hükmün yer almadığı, kaldı ki Özel Dairenin yerleşik içtihadı ile hareket edilse dahi lehine ipotek tesis edilen banka tarafından taşınmaz alacağa mahsuben satın alındığı için farklı bir değerlendirme yapılması gerektiği, davacı tarafından taşınmazın aile konutu olduğu iddiasıyla açılan ipoteğin kaldırılması davasına rağmen davalı bankanın icra takibine devam edip taşınmazın cebri icra ile satılmasına neden olduğu, kesin hükümsüzlük ile geçersiz olan ipotek dayanak yapılarak başlatılan takip sonucu davalı banka tarafından aile konutunun mülkiyetinin kazanılması söz konusu olup TMK’nın 1024. maddesinde tanımlanan yolsuz tescil hükümlerinin uygulanmasının gerektiği, icra takibinin ve ihalenin kesinleşmiş olmasının tescile hukuki geçerlilik sağlamayacağı, Türk hukuk sisteminde illilik prensibinin esas olduğu, cebri icra satışının kesinleşmiş olmasının yolsuz tescil nedenini ortadan kaldırmayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir

Direnme kararı, davalı banka vekilince temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla yapılan takip sonucu dava tarihinden önce davalı banka adına alacağına mahsuben (cebri icra yoluyla) ihale edilen dava konusu taşınmazın Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca tapu kaydının iptali ile davalı eş adına tesciline karar verilip verilmeyeceği, burada varılacak sonuca göre davacının taşınmazın ekonomik karşılığının en yüksek faizi ile ödenmesi isteminin değerlendirilip değerlendirilmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne ilişkin öncelikle ilgili yasal düzenlemelerin incelenmesi gerekmektedir.

Türk Medeni Kanunu’nun “Eşlerin hukuki işlemleri” başlıklı 193. maddesi; “Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukukî işlemi yapabilir.” şeklindedir.

TMK’nın 194. maddesinin birinci fıkrası; “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” hükmünü içermektedir. Aile konutunun tanımına ise anılan maddenin gerekçesinde yer verilmiş; aile konutu “eşlerin bütün yaşam faaliyetlerini gerçekleştirdiği, yaşantısına buna göre yön verdiği, acı ve tatlı günleri içinde yaşadığı anılarla dolu bir alan” olarak tanımlanmıştır.

TMK’nın 193. maddesi dikkate alındığında kural olarak eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlem yapma serbestisi kabul edilmişken, aynı Kanun’un 194. maddesi ile bu kurala istisna getirilmiş ve aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması esası kabul edilmiştir. Bu düzenleme ile malik olmayan eşe, aile konutu ile ilgili tapu kütüğüne şerh verilmesini isteme hakkı tanınmış, eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü “aile birliğinin’’ korunması amacıyla sınırlandırılmıştır. Tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa dahi aile konutuna ilişkin olarak; eşlerden biri diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutuyla ilgili kira sözleşmesini feshedemeyecek, aile konutunu devredemeyecek ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamayacaktır. Malik olmayan eşin izni için şekil şartı bulunmamakla birlikte, iznin açık olması gerekmektedir. Açık rızanın varlığını ispat yükü ise aile konutu ile ilgili tasarrufta bulunana aittir.

Öte yandan; TMK’nın 194. maddesinde öngörülen sınırlandırma, taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulduğu için değil, konut aile konutu vasfı taşıdığı için getirilmiştir. Bu sebeple taşınmazın tapu kaydında aile konutu şerhi bulunmasa bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Nitekim aile konutu şerhi kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Aksi düşünce ile tasarruf yetkisine ilişkin sınırlamanın şerh ile başlayacağı kabul edilmiş olur. Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, emredici niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da bu vasıf ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.

Eş söyleyişle aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde tek başına aile konutunu ayni bir hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma ancak diğer eşin açık rızası alınarak yapılabilir. Nitekim bu ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 24.05.2017 tarih, 2017/2-1604 E. ve 2017/967 K. sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Mülkiyet hakkının kazanılması ve yolsuz tescil ile ilgili hukuki düzenlemelere gelince;
TMK’nın 705. maddesinde; “Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması tescille olur.

Miras, mahkeme kararı, cebri icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır” hükmü ile mülkiyet hakkının hangi durumlarda iktisap edileceği belirlenmiştir.

TMK’nın “İyiniyetli üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1023. maddesi ise; “Tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka aynî hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” hükmüne haiz olup, bu düzenleme ile tapu kütüğüne güven ilkesine dayalı olarak yapılan iyiniyetli iktisap koruma altına alınmıştır.

TMK’nın 1023. maddesine göre; tapu sicilinde ismi geçen kişinin gerçek hak sahibi olduğuna inanan veya kendinden beklenen tüm özeni göstermesine rağmen gerçek malik olmadığını, tapu sicilinde yolsuzluk bulunduğunu bilmesi imkânsız olan kişinin iktisabı korunur. Üçüncü şahıs, yolsuz tescil ile ilgisi bulunmayan, yolsuz işleme taraf olarak katılmamış olan kişidir. Üçüncü şahıs yolsuz kayda dayanarak ayni hak iktisap ederken, tescilin yolsuzluğunu bilmemeli ve bilebilecek durumda olmamalıdır (Kılıç, H., Son Değişikliklerle Gayrimenkul Davaları, Ankara 2007, 4. Baskı, 4. Cilt, s. 4416). Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Sözü edilen iyi niyet, aynı Kanun’un 3. maddesinde deyimini bulan sübjektif iyi niyettir.

TMK’nın 1023. maddesi uyarınca, üçüncü kişinin iyi niyetinin varlığı tek başına kazanımın korunması için yeterli olmayıp, yasadaki diğer koşulların da bulunması gerekmektedir. TMK’nın 1023. maddesinin uygulanabilmesi için “kazananın üçüncü kişi olması”, “üçüncü kişinin sicildeki yolsuz bir tescile dayanmış olması”, “üçüncü kişinin bir aynî hak kazanmış olması”, “üçüncü kişinin aynî hakkı iyi niyetle kazanmış olması” ve “üçüncü kişinin kazanımında tasarruf yetkisi dışında diğer geçerlilik unsurlarının mevcut olması” şartlarının varlığı aranır (Sirmen. A.L., Eşya Hukuku, Ankara 2017, s.196-201). TMK’nın 1023. maddesinde korunan iyi niyet, sadece tasarruf yetkisinin bulunmamasının yarattığı eksikliği gidermektedir. Bu hâlde iyi niyet, tapudaki kaydın doğru olduğuna yöneliktir. İyi niyetli üçüncü kişinin kendi kazanımının korunması, aynî hak üzerinde tasarrufta bulunan kişinin bu konudaki yetkisizliği dışında, diğer bütün unsurlarının geçerli olmasına bağlıdır. Diğer bir anlatımla, üçüncü kişinin kazanımını sakatlayacak sebepler bulunmamalıdır. Üçüncü kişi adına yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde ise aynî hakkın kazanılması, iyi niyet bulunsa bile mümkün olmayacaktır.

Öte yandan aynı Kanunun “İyiniyetli olmayan üçüncü kişilere karşı” başlıklı 1024. maddesi ise; “Bir aynî hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz.

Bağlayıcı olmayan bir hukukî işleme dayanan veya hukukî sebepten yoksun bulunan tescil yolsuzdur.

Böyle bir tescil yüzünden aynî hakkı zedelenen kimse, tescilin yolsuz olduğunu iyi niyetli olmayan üçüncü kişilere karşı doğrudan doğruya ileri sürebilir” hükmünü içermektedir. Bu madde ile de yolsuz tescil tanımlanarak, yolsuz tescili bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişinin bu tescille aynî hak kazanamayacağına vurgu yapılmıştır.

Bilindiği üzere; tapu sicilinin tutulması prensiplerinden ilki tescil, ikincisi sicilin aleniliği (güvenilirliliği), üçüncüsü sicilin tutulması nedeniyle hazinenin kusursuz sorumluluğu ve sonuncusu ise sicilin, bir başka ifade ile tescilin, geçerli bir işleme dayalı olması yani sicilin illetten mücerret olmamasıdır.

Türk hukuk sisteminde tapu kayıtlarının oluşumunda “illilik”, diğer bir anlatımla “hukuki sebebe bağlılık” prensibi esas alınmış olup, bu prensip uyarınca tescilin geçerli ve haklı bir sebebe dayanması zorunluluğu bulunmaktadır. Hukuki sebebe dayanmayan işlemler geçerli değildir. TMK’nın 1024. maddesi bu tescili yolsuz tescil olarak ifade eder.

Bu durumda; Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi uyarınca malik olan eş tarafından diğer eşin açık rızası alınmadan aile konutu üzerindeki hakların sınırlandırılması durumunda yapılan bu işlemin “geçerli” kabul edilemeyeceği emredici hüküm gereğidir. Diğer eşin geçerli olmayan işlemin iptali için dava açabileceği kuşkusuzdur.

Diğer yandan taşınmazın aile konutu niteliği gerek iradi temliklerle, gerekse cebri icra sonucu (ihale yoluyla) mülkiyetin kazanılmasıyla kaybedilmektedir. Ne var ki bu durum geçersiz olan işleme “geçerlilik” kazandırmayacaktır. Başka bir ifade ile “ölü işlem” diriltilemeyecektir. Aynı ilkelere Hukuk Genel Kurulunun 13.12.2017 tarih, 2017/2-2906 E. ve 2017/1723 K. sayılı kararında da yer verilmiştir.

Öyleyse, “geçersiz” bir işlemin icra takibine konu edilmesi ve buna bağlı olarak yapılan cebri ihale sonucu taşınmazın mülkiyetinin işlemin tarafı olan kişiye intikal etmesi hâlinde; ihale edilen kişinin işlemin geçersiz olduğunu bilmesi durumunda lehine oluşan tescilin de yolsuz olduğunu bilen veya bilmesi gereken durumunda olacağı da tartışmasızdır.

Yapılan açıklamalar çerçevesinde somut olaya gelince; dava konusu taşınmazın satın alındığı tarihten itibaren aile konutu olarak kullanıldığı, 24.02.2012 tarihinde ekspertiz incelemesinin yapıldığı, ekspertiz incelemesinde taşınmazın iç mekanının gezildiği ve raporda konut olarak kullanıldığının da belirtildiği, aile konutu olarak kullanıldığı tespit edilmesine rağmen davacının açık rızası alınmadan 13.08.2012 tarihinde dava dışı şirketin kullanmış olduğu krediye teminat olmak üzere 500.000,00TL bedelli davalı banka lehine ipotek tesis edildiği, davalı banka tarafından dava dışı şirket ve davalı … aleyhine ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi başlatıldığı ve bu takip dosyasında dava konusu taşınmaza ilişkin alınan kıymet takdir raporunun tebliği için davalı eş Giyasettin’e çıkarılan tebligatın 17.12.2014 tarihinde davacıya tebliği ile davacının ipotek işleminden haberdar olduğu anlaşılmaktadır.

Davacı tarafından eldeki davadan önce 18.03.2015 tarihinde ipoteğin kaldırılması davası açılmasına rağmen davalı banka lehine tesis edilen ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla başlatılan icra takibi sonucunda dava konusu taşınmaz alacağına mahsuben davalı bankaya 07.04.2015 tarihinde ihale edilmiş ve 25.05.2015 tarihinde de tapuya tescil edilmiştir. Davalı banka tarafından çekişmeli taşınmazın aile konutu olduğu yapılan ekspertiz incelemesi ile öğrenilmiş olduğu hâlde davacının açık rızası alınmamış, TMK’nın 194. maddesinde öngörülen açık hükme uyulmayarak banka lehine ipotek tesis edilmiştir. Sonrasında yapılan icra takibi sonucu taşınmazın mülkiyeti alacağa mahsuben cebri ihaleyle bankaya geçmiş ise de, davalı bankanın TMK’nın 1023. maddesinin koruyuculuğundan yararlanamayacağı açıktır. Nitekim illilik prensibi gereğince asıl işlem olan ipotek baştan itibaren geçersiz olduğu için buna bağlı olarak banka adına cebri ihale sonucu yapılan tescil de yolsuz tescil niteliğinde olduğundan ihalenin feshi davasının açılıp açılmamasının da bir önemi bulunmamaktadır.

Bu itibarla, aile konutu niteliğinde olduğu hususunda duraksama bulunmayan taşınmaz için davacının açık rızası alınmadan, TMK’nın 194/1. maddesine aykırı olarak tesis edilen ipotek işleminin bağlayıcılığı bulunmadığından cebri icra sonucu davalı banka adına ihale edilen taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalı eş Giyasettin adına tesciline karar verilmesi anılan maddenin amacına da uygundur.

Davalı …’in adının kısa karar ve gerekçeli kararın hüküm kısmında Gıyasettin olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde kabul edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, davanın TMK’nın 194. maddesine dayalı olduğu ve bu madde uyarınca karar verildiği, iradi tasarruflarda aile konutu iddiasına dayalı tapu iptal ve tescil davasının açılabileceği, aynı Kanunun 705. maddesinde yer alan cebri icra satışlarında TMK’nın 194. maddesinin uygulanamayacağı, dava konusu taşınmazın dava tarihinden önce kesinleşen ihale ile banka adına tescil edildiği, dava tarihinde taşınmazın aile konutu olmadığı, direnme gerekçesinde illiyet prensibinden ve yolsuz tescilden bahsedildiği, aile mahkemesinin yolsuz tescil iddiasını inceleyemeyeceği, açıklanan nedenlerle direnme kararının bozulması gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

O hâlde, yukarıda açıklanan ilkeler ve gerekçelerle direnme kararı usul ve yasaya uygun olup onanması gerekmektedir.

S O N U Ç: Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı davalı …Ş. vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (14.857,42TL) harcın temyiz edenden alınmasına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 28.11.2019 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, dava konusu olan 394 ada, 7 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan 3 nolu bağımsız bölümün, tapu kayıt maliki ve davacının eşi olan davalı … tarafından diğer davalı olan banka lehine 13/08/2012 tarihinde kurdurulan ipotek sonucu, banka tarafından yürütülen ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile yapılan takip nedeniyle ihale ile banka üzerinde oluşturulan tapu kaydının taşınmazın aile konutu olması nedeniyle Medeni Kanunun 194. maddesi uyarınca tapu kaydının iptali ile davalı eş üzerine kayıt edilip edilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Medeni Kanunun 193. maddesi uyarınca ”kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her türlü hukuki işlemi yapabilir. ”Medeni Kanunun 194. maddesi ise ”Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz” hükmünü düzenlemiştir. Kural olarak bir eş eşinin ya da yetkili makamın onayı olmadan her türlü hukuki işlemi yapabilir, hâkimin müdahalesine gerek yoktur. Ancak Medeni kanuna 01/01/2002 tarihinde getirilen 194. madde eşlerin fiil ehliyetlerine getirilen bir sınırlamadır. Eş, üzerinde kayıtlı bulunan taşınmazını eşinin hem de açık rızası olmadan üzerindeki hakları sınırlandıramayacaktır. Evlilik devam ettiği sürece ve taşınmaz aile konutu niteliğini kaybetmediği müddetçe bu korumadan yararlanacaktır.

Kanun koyucunun amacı ailenin bütün olarak korunmasıdır. Ailenin barınması konusunda malik olan eşin düşüncesiz davranışları ile ailenin ortada kalmasını, yuvanın dağılmasını önlemektir. Bu nedenledir ki iyi niyet iddiası dahi dinlenemez.

Gerek dava dilekçesindeki davacının iddiası, gerek yerel mahkeme gerekse özel daire davanın Medeni Kanunun 194. maddesinde düzenlenen ve aile konutundan kaynaklanan tapu iptali ve tescil davası olduğu konusunda hem fikirdir. Hukuk Genel Kurulunun nitelendirmesinde de bir farklılık bulunmamaktadır. Taraflar evli kaldığı ve taşınmaz aile konutu niteliğini kaybetmediği sürece bu koruma devam edecektir.

Yasal düzenlemeler ışığında somut olayı incelediğimizde; tarafların aile konutu üzerinde malik olan davalı eş tarafından davacının kardeşinin bankadan çektiği kredi nedeniyle 13/08/2012 tarihinde ipotek ettirildi. Banka tarafından ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle yapılan takip sonucunda 07/04/2015 tarihinde davalı bankaya ihale edildi, taşınmaz cebri icra yolu ile bankanın mülkiyetine geçmiş oldu ve Medeni Kanunun 705/2. maddesi uyarınca banka mülkiyeti ihale ile birlikte kazandı. Taşınmaz artık eş üzerinde kayıtlı olmaktan çıkıp 3. kişi olan bankanın mülkiyetine geçmiştir. Kanun ifadesi açıkça ”eş üzerinde kayıtlı taşınmaz”dan bahseder, eş üzerinde kayıtlı olmayan bir taşınmazın aile konutu olma özelliğini yitirdiği ve bu düzenlemenin korumasından yararlanamayacağı açıktır.

Aile konutu olması için hem eş adına kayıtlı olacak, hemde evlilik halen ayakta bulunacak iki şart birden gerçekleşmeden taşınmaza aile konutu niteliğini vermek yasal olarak mümkün değildir. Eşlerden birinin ölümü ya da evliliğin başka bir nedenle sona ermesi hâlinde de, eşlerin aile hayatlarını devam ettirdikleri yerin eskiden aile konutu olarak kullanılması nasıl artık taşınmazın aile konutu olmaktan çıkartıyor ise, 3. kişi adına tescil edilen bir konutta artık aile konutu niteliğini kaybedecektir (Hukuk Genel Kurulunun 13/12/2017 tarih, 2017/2-2810 Esas, 2017/1721 karar sayılı ilamı aynı hususları belirtmektedir.).

İpoteğin eşin rızası olmadan kurulmuş olması nedeniyle ipoteğin hükümsüz olduğu bu nedenle yolsuz tescil olduğu iddiası her zaman ileri sürülebilir ancak bu konuyu inceleme görevi aile mahkemesinin değil asliye hukuk mahkemesinin görevine girmektedir, zaten bu uyuşmazlığı inceleyecek Özel Dairede Yüksek 2. Hukuk Dairesi olmayıp Yüksek 1. Hukuk Dairesidir. Yerel Mahkeme kendi içinde de çelişkiye düşmüştür. İlk kararında tamamen aile konutu üzerinden yargılama ve değerlendirme yapıp gerekçe oluşturmuşken, bozma sonrası kendi yargılama ve görev alanına girmeyip asliye hukuk mahkemesinin görev alanına giren yolsuz tescile dayanarak hüküm kurmuştur.

Sonuç olarak cebri icra ile taşınmaz mülkiyetini davalı eş kaybetmiştir. Taşınmaz artık aile konutu değildir bu nedenle de Medeni Kanun 194. maddede düzenlenen korumadan artık yararlanamaz. Davacı davasını yanlış hukuki nedene dayandırmıştır. Mahkeme ise direnmesinde davanın nedenini farklı yorumlamış, bu yoruma göre görevsizlik kararı vermesi gerekirken işin esasına girip karar vermiş bulunmaktadır.
Yukarıda açıklanan gerekçelerle, yerel mahkemenin direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, sayın çoğunluğun onama gerekçesine katılınmamıştır.

İCRA KEFALETİ GEÇERLİLİK ŞEKLİ- MENFİ TESPİT DAVASI

T.C
YARGITAY
19.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:1997/5792
KARAR NO:1997/10677
TARİH:15.12.1997

818-Borçlar Kanunu/483

2004-İcra Ve İflas Kanunu ( İİK)/38

KEFALETİN GEÇERLİLİK ŞEKLİ

ÖZET :İcra Kefaletinin Şekli Hakkında İcra İflas Kanununda Özel Bir Hüküm Bulunmadığından, Borçlar Kanunun 483 Ve Takip Eden Maddeleri Hükümleri Gözetildiğinde, Yazılı Şekilde Olması Ve Kefalet Taahhüdünün Altında Kefilin İmzasının Bulunması Yeterlidir.

DAVA : Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR: Davacı vekili, Ömer Gülhan tarafından davalı lehine keşide edilen 150.000.000.- TL.’lık bir çeke dayalı olarak davalının keşideci aleyhine ihtiyati haciz kararı aldığını; bunu ise müvekkili davacı şirketin işyerinde infaza giriştiğini; bu infazın fiilen davacı müvekkili şirkete yönelik olarak gerçekleştirilmeye çalışılmasının baskısı altında şirket temsilcisinin şirketle alakası bulunmayan borcu kabul edip 50.000.000.- TL.’lık bölümünü peşinen ödemek ve bakiyesi hakkında da taahhütte bulunmak mecburiyetinde kaldığını; ihtiyati haczin icra takibine dönüştürülmesi ile davacı müvekkiline örnek 53 icra emri gönderildiğini; davalıya borçlu olanın davacı şirket olmaması nedeniyle icra emri tebliğinin doğru olmadığını; kaldı ki borcun, asıl borçlu Ömer Gülhan tarafından ödendiğini belirterek; davacı şirketin davalıya borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.

Davalı; davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş hüküm, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.

İ.İ.K.nun 38. maddesi hükümleri icra kefaletlerinin müteselsil kefalet hükmünde olduğunu ve ilamların icrası hakkındaki hükümlere tabi bulunduğunu düzenlemektedir. Amacı, icra takibine konu edilen ve anında ödenemeyen bir borcun üçüncü kişi ( icra kefili ) tarafından ödenmesini sağlamaya yöneliktir. İcra kefaletinin şekli hakkında İİK’nda özel bir hüküm bulunmadığından, BK.nun 483 ve takip eden maddeleri hükümleri gözetildiğinde, yazılı şekilde olması ve kefalet taahhüdünün altında kefilin imzasının bulunması yeterlidir.

İcra dosyası içindeki icra zaptında imzası bulunan Sıtkı Ayanoğlu’nun davacı şirketi temsile yetkili bulunduğu tartışmasız olup, ihtiyati haciz kararının, takip konusu çekin keşidecisi durumunda olan Ömer Gülhan aleyhine alınıp uygulandığı ve takibin de adı geçen aleyhine yapılıp ödeme emri gönderildiği, davacı şirket aleyhine ise icra zaptındaki beyanına dayalı olarak örnek 53 icra emri gönderildiği gözetildiğinde; davacı şirket temsilcisinin icra zaptına dercolunan, borcun kabul edildiğine ve peşin ödediği 50.000.000.- TL.’nın dışında kalan kısmı belirlenen vadede ödeyeceğine ilişkin beyanının; davacı şirketi bağlayacağı ve sonuç olarak icra kefaleti niteliğinde olduğu kuşkusuzdur.

Bu durumda mahkemece davanın reddi gerekirken yasal olmayan gerekçelerle kabulünde isabet görülmeyip davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenle kararın davalı yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin harcın istek halinde iadesine, 15.12.1997 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HACİZ İHBARNAMESİ HAKSIZ FİİLE DAYALI TAZMİNAT

T.C.

 YARGITAY

12. HUKUK DAİRESİ

E. 2006/19147

K. 2006/22468

T. 28.11.2006

• HACİZ İHBARNAMESİ ( Üçüncü Kişi 1. Haciz İhbarnamesinde İstenen Miktardan Fazla Tazminatla Sorumlu Tutulamayacağı )

• GERÇEĞE AYKIRI BEYAN ( Haksız Fiile Dayalı Talep – Tazminat Miktarı 1. Haciz İhbarnamesinde İstenen Miktarı Aşamayacağı )

• HAKSIZ FİİLE DAYALI TAZMİNAT ( Tazminat Miktarı 1. Haciz İhbarnamesinde İstenen Miktarı Aşamayacağı )

2004/m.89

ÖZET : İİK’nun 89/4. maddesinde öngörülen tazminat, üçüncü kişinin gerçeğe aykırı beyanından kaynaklanan, haksız fiile dayalı bir taleptir. Tazminat miktarı 1. haciz ihbarnamesinde istenen miktarı aşamaz. Üçüncü kişinin takip borçlusuna daha az borçlu olduğu tespit edilmişse tazminat bu miktar kadardır.

DAVA : Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki üçüncü kişi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de; İİK’nun 89/4. maddesi hükmünde öngörülen tazminat üçüncü kişinin gerçeğe aykırı beyanından kaynaklanan ve haksız fiile dayalı bir istektir. Tazminat miktarı 1. haciz ihbarı ile istenen miktarı aşamaz. Adı geçenin takip borçlusuna daha az borçlu olduğu tespit edilmiş ise, tazminat bu miktar kadardır ( Baki Kuru, İcra İflas Hukuku EI Kitabı, İstanbul 2004, s. 421 vd. ).

Bu durumda birinci haciz ihbarnamesi ile üçüncü kişiden yatırılması istenen borç miktarı 33.000.- YTL kadar alacaklı lehine tazminata hükmedilmesi gerekirken sözü edilen miktarı aşacak şekilde 50.500,00.- YTL tazminatın davalı 3. kişiden alınarak alacaklıya ödenmesi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Üçüncü kişinin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK. 366 ve HUMK 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), 28.11.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TAHLİYE TAAHHÜDÜNDE YAZILI KİRA SÖZLEŞMESİ ŞARTI YOKTUR

T.C.

 YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

Esas: 1980/6588

Karar: 1980/7848

Karar Tarihi: 05.11.1980

ÖZET: Hukuki işlemler için kanunun öngördüğü şekil şartlarına uymak zorunlu ise de gerek Borçlar Kanunun ve gerekse 6570 sayılı Kanun, kira sözleşmeleri için şekil şartı öngörmemiştir. Akdin sıhhati kanunda sarahat olmadıkça hiçbir şekle tabi değildir. Kira sözleşmelerinin yazılı olmasının gerektiği hususundaki görüşte isabet yoktur.

(818 S. K. m. 11, 20, 23, 28, 29) (2004 S. K. m. 272) (743 S. K. m. 2)

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı mercii kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından temyiz olunması üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye 7.8.1980 tarihinde gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

Karar: Takip, noterlikçe tasdik edilmiş olan 24.1.1980 tarihli tahliye taahhüdüne dayanmaktadır. Borçlu, alacaklının 12.7.1979 tarihinde tahliye taahhüdü aldığını ve taahhüde göre 5.10.1979 tarihinde kiralanan yerin tahliye edilmesinin gerektiğini, buna rağmen bu tahliye taahhüdünün tahliye tehdidi altında verilmesi nedeniyle geçersiz olduğunu beyanla itiraz etmiştir.

Tetkik mercii İİK.’nun 272. maddesi ile bunu izleyen maddelerin uygulanabilmesi için yazılı kira sözleşmesi yapılmış olmasının zorunlu olduğu alınan tahliye taahhüdüne kiralayanın iyi niyetli sayılmayacağı gerekçesine dayanarak alacaklının tahliye isteğinin reddine karar verilmiş ve bu karar alacaklı tarafından temyiz edilmiştir. Hukuki işlemler için kanunun öngördüğü şekil şartlarına uymak zorunlu ise de gerek Borçlar Kanunun ve gerekse 6570 sayılı Kira Kanunu, kira sözleşmeleri için şekil şartı öngörmemiştir. Borçlar Kanunun 11. maddesi (akdin sıhhati kanunda sarahat olmadıkça hiç bir şekle tabi değildir) şeklinde olduğundan kira sözleşmelerinin yazılı olmasının gerektiği hususundaki görüşte isabet yoktur. Diğer taraftan tahliye taahhüdünde bulunanın kiracı olarak kabulü gerekeceği gibi borçlu vekili itiraz dilekçesinde (müvekkilem uzun süreden bu yana tahliyesi istenen yerde kiracı olarak bulunmaktadır) demek suretiyle kiracılık durumunu da açıkça kabul etmiştir. Tahliye taahhütlerinin butlan nedeniyle (B.K. 20) ve Kira Kanunun hükümlerine göre geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hususunda Yargıtayın ilgili daireleri arasında görüş birliği bulunmaktadır. Buradaki fesat (BK. 23,28,29) ve hakkın kötüye kullanılmaması (M.K.2) nedeniyle geçersiz olduğu yolundaki iddiaların araştırılması ve saptanması ise tetkik merciinin görevi dışında kalmaktadır.

Sonuç: Bu hususlar gözönünde tutularak borçlunun itirazının kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken alacaklının iyi niyetle olmadığından bahisle itirazın kaldırılması talebinin reddine karar verilmesi isabetsiz, temyiz itirazları yerinde olduğundan temyiz olunan mercii kararının İİK.’nun 366 ve HUMK.’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, 5.11.1980 gününde, oybirliği ile karar verildi.

SIRA CETVELİNİN İPTALİ ŞİKAYETİ-ALACAĞININ ÜST SINIR İPOTEĞİ KAPSAMINDA KALDIĞI İDDİASI

T.C.

YARGITAY

23.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2015/2344

KARAR: 2015/6488

TARİH: 12.10.2015

2004/m.142/1-son

4721/m.851/1,875,881/1

ÖZET : Şikayet, şikayetçi bankanın kredi kartı ve bireysel krediden kaynaklanan alacağının üst sınır ipoteği kapsamında kaldığı iddiasıyla sıra cetvelinin iptaline ilişkindir. İpoteğin bir üst limit ipoteği olup olmadığını belirlemek İcra Mahkemesi’nin görevine girmektedir. Diğer anlatımla şikayetçinin, kendisine ipotek limitinden daha az pay ayrıldığı iddiasına dayalı bu itirazı üzerine, mahkemece ipoteğin kapsamının incelenmesi gerekeceğinden bu itiraz, alacağın doğumuna ve miktarına değil, sıraya yönelik olup, icra mahkemesi görevlidir. Bu nedenlerle, mahkemece şikayet olunanın görev itirazı hususunda herhangi bir karar verilmemiş ise de, görevli olduğunun kabulü ile uyuşmazlığın esasının incelenmesi doğru olmuştur.

DAVA : Taraflar arasındaki sıra cetveline şikayetin yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı şikayetin kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde şikayet olunan vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Şikayetçi vekili, şikayet dışı borçlu H. D. hakkında İzmir 8. İcra Müdürlüğü’nün 2014/7233 Esas sayılı dosyası üzerinden başlatılan takip nedeniyle borçlu adına kayıtlı ipotekli taşınmazın, alacağa mahsuben 10.12.2014 tarihinde üçüncü şahıs G. G.’e satıldığını, ihalenin kesinleşmesi üzerine satış bedelinden gerekli yasal kesintiler yapıldıktan sonra kalan miktarın dağıtılması için İzmir 8. İcra Müdürlüğü’nce 25.12.2014 tarihinde sıra cetveli düzenlendiğini, bu sıra cetvelinde 1. sıra ipotek alacaklısı olmaları nedeniyle taraflarına takibe konu alacak miktarı kadar pay ayrıldığını, oysaki borçlunun takibe konu konut finansman kredisi dışında ve fakat ipotek limiti dahilinde 56.183,00 TL daha borcu bulunduğunu, icra müdürlüğünce limit ipoteği dahilindeki bu alacak için takip yapılmadığı gerekçesi ile taraflarına pay ayrılmadığını, alacağını ipotek limiti dahilinde olması nedeniyle satış bedelinden pay ayrılması için ayrıca takip yapılmasına gerek olmadığını, taşınmaz üzerinde müvekkil banka lehine 1. derece limit ipoteği bulunduğunu, bu nedenle 25.12.2014 günlü sıra cetvelinin usul ve yasaya aykırı olduğunu ileri sürerek, sıra cetvelinin iptali ile yeniden sıra cetveli düzenlenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Şikayet olunan vekili, şikayetçinin, alacaklarının sıra cetvelinde hiç yer almadığı iddiasıyla sıra cetvelinin iptalini talep ettiğini, bu nedenle genel mahkemelerin görevli olduğunu, kredi kartlarından ve bireysel kredilerden doğan bu alacakları için icra takibi yapılmadığından bu alacakların sıra cetvelinde yer almamasının yasalara uygun olduğunu, şikayetin haksız olduğunu savunarak, şikayetin reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; şikayetçi tarafça şikayet dışı borçlu H. D. hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip başlatıldığı, takibin kesinleşmesi üzerine borçlu adına kayıtlı taşınmazın 10.12.2014 tarihinde açık arttırma yoluyla satıldığı, icra müdürlüğünce şatış bedelinin şikayetçi ipotek alacaklısı ile şikayet olunan vergi dairesi arasında paylaştırıldığı, takibe dayanak 08.10.2010 tarih 16724 yevmiye sayılı ipotek akit tablosu incelendiğinde söz konusu ipoteğin 190.000,00 TL bedelli ve üst sınır ipoteği olduğu, takip konusu alacak miktarının 41.465,14 TL olduğu, satış tarihi itibariyle alacak miktarının 53.425,42 TL ‘ye ulaştığı, söz konusu satış bedelinden kalan miktarın ise yani paylaşıma konu miktarın ise 130.746,00 TL olduğu, bu miktarın 53.425,42 TL’sinin şikayetçi ipotek alacaklısına, kalan 77.302,58 TL’sinin ise 2. sırada haczi bulunan şikayet olunana ödenmesine karar verildiği, üst sınır ipoteğinde limit dahilinde şikayetçi bankanın kalan asıl alacakları ve fer’ileri toplamı için ayrı bir icra takibi yapıp haciz koydurmasına gerek kalmaksızın alacağının ilk sırada ödenmesinin mümkün bulunduğu, bu nedenle icra müdürlüğünün 25.12.2014 günlü sıra cetvelindeki gerekçesinin usulüne uygun olmadığı gerekçesiyle, şikayetin kabulü ile sıra cetvelinin iptaline karar verilmiştir.

Kararı, şikayet olunan vekili temyiz etmiştir.

Şikayet, şikayetçi bankanın kredi kartı ve bireysel krediden kaynaklanan alacağının üst sınır ipoteği kapsammda kaldığı iddiasıyla sıra cetvelinin iptaline ilişkindir.

Borçluya ait mahcuz satış bedelinin bütün alacaklıların alacağını karşılamaması halinde düzenlenecek sıra cetveline itiraz, alacağın; esas ve miktarına ya da bununla birlikte sıraya yönelikse dava yoluyla genel mahkemede ( İİK’nın m. 142/1 ), itiraz sadece sıraya yönelikse şikayet yoluyla icra mahkemesinde ( İİK’nın m. 142 /son ) ileri sürülmelidir.

Dairemizin 16.09.2014 tarih ve 5836 E., 5652 K; 10.12.2014 tarih ve 10197 E., 8047K. sayılı ilamında da açıklandığı üzere;

Öncelikle, ipotek kavramı üzerinde durulması ve kesin borç ( anapara ) ipoteği ile üst limit ( maksimal ) ipoteği arasındaki ayrımın ortaya konulması gerekmektedir.

İpotek ile sağlanan amaç alacağa teminat sağlamaktır. İpotek, rehni verenle alacaklı arasında yapılacak resmi senede dayanır. Rehin hakkı, ayni hak olarak bu senede dayanılarak tapu kütüğüne yapılacak tescille doğar. Doğmuş bir alacağı teminat altına almak için kurulan ipotek kesin borç ipoteğidir. İlerde doğacak ve doğması muhtemel alacaklar için kurulan ipotek ise üst limit ipoteğidir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 881/1. maddesi hükmüne göre; “Halen mevcut olan veya henüz doğmamış olmakla beraber doğması kesin veya olası bulunan herhangi bir alacak, ipotekle güvence altma alınabilir.” Aynı Kanun’un 851/1. maddesi gereğince, ” Taşınmaz rehni, miktarı Türk parası ile gösterilen belli bir alacak için kurulabilir. Alacağın miktarının belli olmaması ; halinde, alacaklının bütün istemlerini karşılayacak şekilde taşınmazın güvence altına alacağı üst sımr taraflarca belirtilir.”

Kesin borç ve üst sınır ipoteği ayrımı, ipotekle alacak arasındaki ilişkinin yoğunluğu esas alınmak suretiyle yapılmıştır. İpotek tesis edilirken alacağın miktarının belirli ve borcun mevcut olması kaydıyla ipotek miktarı dışındaki faiz ve takip giderlerinin de rehin teminatından yararlanacağının öngörülmüş olması halinde, tarafların anapara ipoteği kurmak istedikleri kabul edilebilir. Rehin sözleşmesinde ipoteğin alacağa bağlı olarak limitli tesis edildiği hallerde üst sınır ipoteği olduğu kabul edilmelidir. İpoteğin kesin borç veya üst sınır ipoteği olması yapılacak takibin türü bakımından önem taşımaktadır.

Kesin borç ipoteğinde temel ilişkiden ( borç ilişkisinden ) doğan bir alacak teminat altına alınmaktadır. Temel borç ilişkisinin geçersiz olması nedeniyle alacak doğmamışsa yapılan tescil görünürde alacaklı lehine bir rehin hakkı doğurmaz. Rehin sözleşmesinde temel borç ilişkisinin gösterilmesi geçerlilik şartı olmamakla beraber hangi alacak için rehin kurulduğunun ispatını kolaylaştırır. Paraya çevirme anında geçerli bir alacağın varlığı rehin hakkının kullanılması için zorunludur. Alacak mevcut değilse, tescil edilmiş ipotek alacaklı için güvence oluşturmaz. Bu halde hakkın kullanılmasında ipoteğin alacağa bağlılığı mutlaktır.

Üst sınır ipoteği, ileride doğacak veya doğması muhtemel olan bir alacağın teminatı olarak tesis edildiği için bu belirsizliğin ileride getireceği sorunları önlemek amacıyla taşınmazın bu belirsiz borca azami ne miktar için teminat teşkil edeceği ipotek akit tablosunda bir limitle belirlenir. İşte bu nedenledir ki ileride vücut bulacak ana borç ile buna eklenecek faiz, icra takip giderleri ile yanlarca kararlaştırılan diğer fer’ileri, yani TMK’nın 875. maddesinde belirtilen ve ipotekle teminat altına alınan toplam borç miktarı, bu tür ipotekte tarafların ipotek tesis edilirken rızaları ile tespit edilen bu limiti aşması mümkün değildir. Bu özellik üst sınır ipoteğini kesin borç ipoteğinden ayıran önemli bir unsur olmaktadır. Zira, kesin borç ipoteğinde ipotek akit tablosunda belirtilen ana alacaktan başka TMK’nın 875. maddesi uyarınca takip giderleri ile faiz ve diğer fer’ileri de teminat kapsamına girmektedir. Üst sınır ipoteğindeki bu ana ilke başlangıçta belirli olmayan bir borca giren ve taşınmazında alacaklı lehine ipotek tesis ettiren borçlu veya borçlu lehine ipotek veren üçüncü kişiler bakımından önem taşıdığı gibi tapu sicilinde kayıtlı ipotek limitine itibar ederek aynı taşınmazda alacakları için ipotek tesis ettirecek üçüncü kişiler yönünden de tapu sicilindeki kayda itibar edilmesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. ( YHGK’nm 22.02.2012 tarih ve 12-778 E., 94 K, sayılı ilamı bu yöndedir. )

İpotek akit tablosunda limit miktarı saptandıktan sonra, “bu meblağa ilaveten ve ayrıca” ibareleri ile ipoteğin kapsamını genişleten kayıtların eklenmesinin, üst sınır ipoteği olarak tesis edilen ipoteğin türünü anapara ipoteğine dönüştürmesi mümkün değildir.

Zira, TMK’nın emredici nitelikteki 851, 881, 875 ve 876. maddeleri hükümlerini bertaraf etmeye yönelik bu kayıtların hukuki sonuç doğurmaları kabul edilemez. ( YHGK’nın 24.05.1989 tarih ve 111-294 E., 378 K. sayılı ilamı bu yöndedir. ) Bu husus, üst sınır ipoteği yönünden kamu düzenine ilişkin olup, süresiz şikayete tabidir ve icra mahkemesince kendiliğinden nazara alınmalıdır. “İpotek kesin borç ipoteği ise, itiraz, süresi içinde olmadığından süre yönünden reddi, üst sınır ipoteği ise kamu düzeni ile ilgisi olması nedeni ile itiraz ve şikayetin süreye bağlı olmadan incelenmesi gerekir.” 12.HD. 04.05.1992, 11390 E, 6000 K. ( Kuru, İcra, C.3, s.2427 dn95d ). Diğer anlatımla, bu ve 12. HD. 26.11.1999, 13828/15115; 12.HD. 09.11.1999, 13025/13863; 12. HD. 01.11.1999, 13412/13233; 12.HD. 22.10.1999, 11726/12747; 12.HD, 22.05.1997, 5095/5972 sayılı ilamlarında, borçlunun 7 gün içinde ödeme emrine itiraz etmemiş olması halinde dahi, icra dairesinin, sıra cetvelini düzenlerken, takibin alacağın tamamı üzerinden kesinleşmiş olmasına rağmen, sıra cetvelinde takip alacaklısının alacağını yalnız, ipotek limiti içinde kalan miktar kadar nazara alınması gerektiğine karar verilmiştir. “Azami limitli ipoteklerde MK.nın 790. maddesinin hükümleri geniş anlamda uygulanamaz ve ipotek veren üçüncü şahısların sorumlulukları azami ipotek miktarı ile sınırlı olur. Teminat ipoteği veren üçüncü kişinin takibe itiraz etmemesi halinde dahi, başka alacaklıların menfaatlerinin muhtel olabileceği durumlarda derece kararının tanzimi sırasında azami limit miktarının nazara alınması gerekir”. 12.HD.10.03.1987, 648/3326 ( Uyar, Rehnin Paraya Çevrilmesi, s.296 ). Kuru ise icra memurunun bu tür bir yetkisi olmadığı, buna sıra cetveline karşı itiraz biçiminde varsa diğer alacaklıların itiraz edebileceği görüşündedir. ( Age. sh. 2431 ) İÎK.m.45 gibi üst sınır ipoteğinin kapsamını icra memuru kendiliğinden; nazara alabilmelidir. Bu maddi hukuk bakımından bir araştırmayı da gerektirmemekte, takip talebine eklenen resmi senetten anlaşılabilmektedir. Nitekim kambiyo senetlerine özgü takipte de İcra memuru bu senedin kambiyo senedi olup olmadığım araştırmaktadır. ( Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Bankacılar Dergisi, 33. Sayı, 2000 yılı, sh 50 ).

Öte yandan, üst sınır ipoteğinde limit fazlası alacak için alacaklı tarafından ayrıca takip yapılarak haciz konulmadığı sürece, üst sınır limitinden fazla pay ayrılamaz. Diğer anlatımla, üst sınırı aşan alacaklar, teminattan faydalanmazlar ve adi alacak olarak kalırlar. ( Yargıtay 19. H.D.’nin 29.03.2001 tarih ve 1115 E., 2301 K; 14.02.2002 tarih ve 7426 E., 1131 K. sayılı sayılı ilamları bu yöndedir. Ayrıca; Bkz. Prof. Dr. Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku, El Kitabı, 2. Baskı, 2013, sh. 988 ) Yargıtay 19. H.D.’nin 10.11.2005 tarih ve 5720 E., 11011 K; 27.01.2006 tarih ve 9141 E., 581 K. sayılı ilamlarında da açıklandığı üzere, üst sımr ipotek limitine kadar olan alacak ve fer’ileri toplamı için ayrı bir takibe ve hacze gerek bulunmamaktadır.

Somut olayda, şikayetçi tarafın üst sınır ipoteği limiti kapsamında kendisine pay ayrılmadığına dair istemi, icra müdürünün paylaştırma yapılırken alacağın hesaplanmasına ilişkin takip hukuku kurallarını yanlış uygulamasına yönelik olup; şikayet olunan alacağının hiç ya da gösterilen miktarda bulunmadığına yönelik olmadığından, itiraz alacağın doğumuna ve esasına yönelik değildir. İpoteğin bir üst limit ipoteği olup olmadığını belirlemek İcra Mahkemesi’nin görevine girmektedir. Diğer anlatımla şikayetçinin, kendisine ipotek limitinden daha az pay ayrıldığı iddiasına dayalı bu itirazı üzerine, mahkemece ipoteğin kapsamının incelenmesi gerekeceğinden bu itiraz, alacağın doğumuna ve miktarına değil, sıraya yönelik olup, icra mahkemesi görevlidir. Bu nedenlerle, mahkemece şikayet olunanın görev itirazı hususunda herhangi bir karar verilmemiş ise de, görevli olduğunun kabulü ile uyuşmazlığın esasının incelenmesi doğru olmuştur.

Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, şikayet olunan vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, şikayet olunan vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan İcra Mahkemesi kararının İİK’nın 366. maddesi uyarınca ONANMASINA, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TAHSİL HARCI BORÇLUDAN TAHSİL EDİLİR

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2015/14210

KARAR: 2015/27809

TARİH: 12.11.2015

Alacaklının Haricen Ödeme talebi üzerine sadece Borçluya Muhtıra Çıkartılarak Tahsil Harcını Talep Edilmesi Gerekirken hem Borçlu hemde Alacaklıya Tahsil Harcı İçin Müzekkere Yazılmasının İsabetsizdir.

İİK nun 15 ve 492 maddenin 28. Maddesi…..

Konu özeti: Harç, yapılan bir hizmet karşılığı olarak devletin aldığı paradır. Medeni Usul Hukukunda olduğu gibi, icra hukukunda da harç ve giderler sonuçta haksız çıkan tarafa yükletilir.Tahsil harcı, alacağın ödenmesi sırasında yatırılan paradan tahsil edilir. Aksine hüküm bulunmadıkça, İcra ve iflas hukukundan kaynaklanan bütün harç ve masraflar borçluya ait olup, bunların neticede ayrıca hüküm ve takibe hacet kalmaksızın borçludan tahsil olunur.

Görülen dava : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Karar : Alacaklı tarafından takip borçluları hakkında ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibi yapıldığı, borçlular tarafından borca kısmi itiraz edildiği, alacaklı tarafından nakdi kredi alacaklarını teşkil eden borçlularca itiraz edilmeyen 226.232,36 TL’lik bölümün borçlularca Avukatlık Ücreti hariç olmak üzere bankalarına haricen ödendiğini, icra müdürlüğüne bu konuda bildirim yapıldığı, toplam 298.674,91 TL haricen ödemeye dair borçluların ödemekle yükümlü oldukları harçların borçlulardan istenilmesi için gereğinin yapılması ve bundan sonraki yapılacak işlemlerde ödenmeyen Avukatlık Ücretinin göz önünde tutulmasının istendiği, icra müdürlüğünün 25.03.2015 tarihli kararı verdiği, tüm harç ve giderlerin borçluya ait bulunduğu, tahsil harcını ödemekle yükümlü borçluya muhtıra çıkarılması gerekirken bu yapılmadan harç müzekkeresi düzenlenerek vergi dairesine bildirim yapılmasının yasaya aykırı olduğunu, icra müdürlüğü kararının iptalini istediği anlaşılmaktadır.

Harç, yapılan bir hizmet karşılığı olarak devletin aldığı paradır. Medeni Usul Hukukunda olduğu gibi, icra hukukunda da harç ve giderler sonuçta haksız çıkan tarafa yükletilir. 492 Sayılı Harçlar Kanunu’nun 28/b maddesine göre, tahsil harcı, alacağın ödenmesi sırasında yatırılan paradan tahsil edilir.

İcra ve İflas Kanunu’nun 15. maddesi ise, kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, bütün harç ve masrafların borçluya ait olduğunu, bunların neticede ayrıca hüküm ve takibe hacet kalmaksızın borçludan tahsil olunacağını öngörmektedir.

Bu durumda icra dosyasına bildirilen haricen ödemelerle ilgili olarak borçluya muhtıra çıkartılarak tahsil harcına talep edilmesi gerekirken hem borçlu hem alacaklıya tahsil harcı için icra müdürlüğünce müzekkere yazılması isabetsizdir.

O halde icra mahkemesince şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddi yönündeki kararı isabetsizdir.

NİHAİ KARAR : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BOZMADAN SONRA ISLAH YAPILABİLECEĞİNE İLİŞKİN KARAR

T.C
YARGITAY

10. HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2015/2911
KARAR:2015/4657

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, rücuen tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün, davacı… Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi ……. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Mahkemece, bozma ilamı sonrası ıslah yapılamayacağı gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 16.03.2005 tarihli 2005/13-97-150 sayılı ilamında ayrıntıları açıklandığı üzere; ıslah, taraflardan birinin usule ilişkin bir işlemini, bir defaya mahsus olmak üzere kısmen veya tamamen düzeltmesine olanak tanıyan ve karşı tarafın onayını gerektirmeyen bir yoldur. Hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177’nci maddesinde (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 84’üncü maddesi), ıslahın, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği belirtilmiştir. Bu bağlamda, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177’nci maddesindeki kuralın ve o çerçevede tahkikat kavramının irdelenmesinde yarar vardır.

Tahkikat kavramı, layihalarla ve öninceleme aşamasında yeterince aydınlanmamış olan bir davada, tahkikat açılmasıyla başlayıp, çekişmeli yönlere ilişkin taraf delillerinin toplanmasıyla biten ve uygulamada, davaların çoğunda gerçekleşen bir evreyi ifade etmektedir. Vurgulanmalıdır ki; tahkikat evresi, bozmanın içerik ve kapsamına göre, bazı hallerde bozmadan sonra da gerçekleşebilir. Ancak, 177’nci maddedeki, “tahkikatın sona ermesine kadar” ifadesinden, Kanunun tahkikat ve hüküm arasında düzenlediği yargılama evresinde ıslaha izin vermediği sonucu çıkarılabilmektedir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme büyük Genel Kurulu’nun 04.02.1948 gün ve 1944/10 E. 1948/3 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına baktığımızda; ıslahın, iyiniyetli tarafın, davayı açtıktan veya kendisine karşı bir dava açıldıktan sonra öğrendiği olgularla ilgili yanlışlıklarını düzeltmesine, eksiklikleri tamamlamasına, bu çerçevede yeni deliller sunabilmesine olanak sağlayan bir kurum olduğu anlaşılmaktadır. Ne var ki; taraflardan birine davanın herhangi bir aşamasında ıslah olanağı tanınması, davaların sonu alınamayacak şekilde uzamasına neden olmak gibi bir sakıncayı da içermektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177’nci maddesinde ıslahın yalnızca tahkikat bitinceye kadar yapılabileceği öngörüldüğüne ve temyiz faslında da, bozmadan sonra dahi ıslahın olanaklı bulunduğuna dair açık veya örtülü bir hüküm yer almadığına göre, Kanunun bu olanağı bir devre ve zaman ile sınırlandırdığı kabul edilmelidir. Dolayısıyla, 177’nci maddenin soyut iznine bakılarak, bu istisnai yolun bozmadan sonraki aşamalara da yaygınlaştırılması, bozmaya uyulmasıyla kazanılan hakları ihlal edebileceği gibi, davanın tamamen ıslah edildiği hallerde, işin sonuçlandırılmasını da güçleştirir. O halde, ıslahla ilgili kuralların, yargılamanın sadeliği, basitliği ve çabukluğunu amaçlayan diğer usul hukuku ilkeleriyle bağdaşacak şekilde yorumlanması; bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılması zorunludur.

Bu saptamalar ışığında, anılan İçtihadı Birleştirme Kararında bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı sonucuna varılırken, Hukuk Muhakemelerini Kanunu’nun 177’nci maddesindeki kural yanında, bozmaya uyulmakla oluşan usuli kazanılmış hakların ihlali endişesinin de etken olduğu görülmektedir. Bu endişenin nedeni şudur: Bir davada verilen hükme yönelik bozma ilamı doğaldır ki, bozmanın kapsam ve gerekçelerine bağlı olarak değişebilmekle birlikte genellikle, tarafların hak ve borçlarının hukuksal dayanak, nitelik, miktar ve kapsamları gibi yönlerde, davanın ondan sonraki seyrini belirler; Mahkemece bozmaya uyulması halinde, uyma sonrasında hangi işlemlerin ve araştırmaların yapılması gerektiğini ortaya koyar. Dolayısıyla, mahkemenin bozmaya uyması, davanın artık bozmada gösterilen yön, kapsam ve sınırlar çerçevesinde sonuçlandırılacağı anlamını taşır. O nedenle de, uyma kararı, bozma kendisinin yararına olan taraf bakımından usuli kazanılmış hak oluşturur ve mahkeme uyduğu bozma kararının gereklerini yerine getirmekle yükümlü hale gelir. Davanın, bu şekilde, uyulan bozmanın öngördüğü yön ve içeriğe bürünmesinden sonra, salt Kanunun tanıdığı yetkiye dayanılarak, taraflardan birinin ıslah yoluna gitmesi, her davanın kendine özgü yapısı içerisinde, bozmayla diğer taraf yararına oluşan usuli kazanılmış hakkın ortadan kalkması ya da sınırlanması, zayıflaması sonucuna yol açabilir.

Açıktır ki, söz konusu sakıncaların doğabilmesi için, her şeyden önce, ortada, hakkında tahkikat yapılmış, hükme bağlanmış ve kurulan hüküm Yargıtay tarafından hukuka uygunluk yönünden denetlenerek bozulmuş istem/istemler bulunmalıdır.

Önemle belirtilmelidir ki; İçtihadı Birleştirme Kararları konularıyla sınırlı, gerekçeleriyle açıklayıcı ve sonuçlarıyla bağlayıcı nitelik taşırlar.

Yukarıdaki açıklamaların somut olay bakımından ortaya koyduğu sonuç şudur: İçtihadı Birleştirme Kararıyla kabul edilen, bozmadan sonra ıslahın mümkün olmadığı yönündeki kural, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 177’nci maddesi hükmüyle birlikte değerlendirildiğinde, bir davadaki istem/istemler hakkında mahkemece tahkikat (tarafların duruşmaya çağrılmaları, çekişmeli yönlere ilişkin delillerin toplanması, toplanan delillerin değerlendirilmesi) yapılarak, bunların ortaya koyduğu sonuç çerçevesinde bir hüküm kurulduğu ve Yargıtay’ın ilgili Dairesinin de, kurulan bu hükmü, herhangi bir nedenle usul ve yasaya aykırı görerek bozduğu hallerle sınırlı bir içeriktedir.

Dairemizin bozma kararına uyulduktan sonra yapılan yargılamada, tahkikat evresinin bitmemiş olması nedeniyle davacının davasını ıslah etmesinin mümkün olduğu gözetilmeksizin, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma sebebidir.

O halde, davacı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 12.03.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İLAMIN BOZULMASI İLE, İLAMIN İCRASI SADECE OLDUĞU YERDE DURUR; YOKSA, İLAMLI İCRA TAKİBİ İPTAL EDİLMEZ.

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2009/452
KARAR: 2009/466

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Zonguldak İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 22/04/2009
NUMARASI : 2008/525-2009/256

Taraflar arasındaki “Faize İtiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zonguldak İcra Mahkemesince davanın reddine dair verilen 16.4.2008 gün ve 2006/388-2008/182 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin 6.10.2008 gün ve 13734-16514 sayılı ilamı ile; (…İİK.’nun 40. maddesi gereğince bir ilamın Yargıtay incelenmesi sonunda bozulması icra işlemlerini olduğu yerde durdurur.
Takibin, itiraz edilmeksizin kesinleşmesi veya itiraz nedenlerinin yerinde görülerek örneğin, talep edilen faiz oranlarının yasaya uygun hale getirilmesinden sonra, yeniden bir karar verilmesi halinde, takip itiraz üzerine inceleme yapan icra mahkemesi kararında yer alan kurallara göre devam edecektir.
Somut olayda, borçlu vekili tarafından talep edilen faiz oranlarına karşı çıkıldığı görülmektedir. Bu itirazın sonuçlandırılmaması halinde faiz oranları kesinleşecek ve bozmadan sonra hükmedilecek miktara kesinleşen faiz oranlarının uygulanması gerekecektir.
O halde, takip İİK’nun 40. maddesi gereğince durmuş olsa bile, itiraz nedenlerinin incelenmesinde borçlunun hukuki yararı vardır.
Mahkemece, işin esası incelenerek sonucuna göre bir karar verilmelidir. Eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN: Davacı vekil

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, ilamlı icra takibinde talep edilen faiz oran ve miktarına itirazdan ibarettir.

Davalı/alacaklı tarafından davacı/borçlu aleyhine Mengen Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi’nin 13.07.2006 gün ve 2006/42 Esas 2006/64 Karar sayılı ilamına dayanılarak 08.11.2006 tarihinde ilamlı icra takibine girişilmiş; davacı/borçlu tarafından eldeki dava ile “İcra emrinde talep edilen faiz oranının ve miktarının fazla hesaplandığı” ileri sürülerek, 21.11.2006 tarihinde faize itiraz edilmiştir.

Takip dayanağı ilamın yargılama sırasında bozulması üzerine Yerel Mahkemece, “takip dayanağı ilamın bozulmuş olması nedeniyle, İcra ve İflas Kanunu’nun 40. maddesi uyarınca icra işlemlerinin olduğu yerde duracağı” gerekçesiyle “davanın reddine” dair verdiği karar, Özel Daire’ce yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş; Mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Takibe konu olan ilam, Mengen Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi’nce verilmiş olan, iş kazası nedeniyle sürekli iş göremezlik derecesinin tespiti ile iş kazasının meydana geldiği tarihten itibaren ödenmeyen sürekli iş göremezlik gelirinin tahsiline ilişkindir. Belirtilen Mahkemenin 13.07.2006 gün ve 2006/42 Esas 2006/64 Karar sayılı ilamı ile “Davacının geçirdiği iş kazası sonucu 16.9.1996 tarihi itibariyle %32 oranında malul kaldığının tespitine; Hak kazandığı maluliyet aylıklarından 37,08 YTL sinin 21.12.1996 tarihinden, 257,28 YTL sinin 31.12.1997 tarihinden, 489,96 YTL sinin 31.12.1998 tarihinden, 998,24 YTL sinin 31.12.1999 tarihinden, 1202,70 YTL sinin 31.12.2000 tarihinden, 1.888,76 YTL sinin 31.12.2001 tarihinden, 2.739,70 YTL sinin 31.12.2002 tarihinden, 3.466,82 YTL sinin 31.12.2003 tarihinden, 4.124,76 YTL sinin 31.12.2004 tarihinden, 4.896 YTL sinin 31.12.2005 tarihinden, 864,92 YTL sinin 28.02.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı idareden alınarak davacıya verilmesine; Toplam 317,99 YTL sosyal yardım zammının hak ediş tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı idareden alınarak davacıya verilmesine; 26.02.2006 tarihinden itibaren tespit edilen %32 maluliyet üzerinden davalı idarece genelge ve katsayı artışları nazara alınmak suretiyle daimi iş kazası maluliyet aylığı bağlanmasına” karar verilmiştir.

Anılan hükmün alacaklı tarafça takibe konulmasından sonra, borçlu tarafından eldeki dava ile faiz oran ve miktarına itiraz edilmiş; yargılama sırasında takip dayanağı ilam, 10. Hukuk Dairesince yapılan temyiz incelemesi sonunda, davacının sürekli iş göremezlik gelirinin belirlenmesinde uygulanacak prosedüre ilişkin olarak 506 sayılı Yasanın 109. maddesi uyarınca inceleme yapılması ve raporlar alınması, bundan sonra 506 sayılı Yasanın 19. maddesi gözetilerek sürekli iş göremezlik gelirinin başlangıç tarihini belirlenmesi, davacıya 01.07.1999-01.06.2003 tarihleri arasındaki dönemde malullük aylığı ödendiği ve söz konusu aylıkların yapılan kontrol ve muayene sonucuna istinaden kesildiği gözetilerek sigortalıya bağlanacak sürekli iş göremezlik geliri belirlenirken de anılan dönemdeki aylık ödemeleri dikkate alınarak 506 sayılı Yasanın 92.maddesi gözetilmesi suretiyle hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle, esasa ilişkin nedenlerle ve araştırmaya dayalı olarak bozulmuştur.
Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; görülmekte olan davada davacı/borçlunun itiraz nedenlerinin incelenmesinde hukuki yararının bulunup bulunmadığı, bu bağlamda Mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle belirtilmelidir ki, kural olarak; alacaklının, elindeki ilama dayanarak ilamlı icra takibi yapabilmesi için hükmün kesinleşmiş olması şart değildir. Hüküm kesinleşmeden de alacaklı ilamlı takip yoluna başvurabilir.
Yine, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 443/1 maddesi gereğince kural olarak, temyiz edilmiş olması da ilamın icrasını durdurmaz.
Bu halde, bir taraftan Yargıtay’da temyiz incelemesi yapılırken, diğer taraftan icra dairesi, ilamın icrasına devam eder. İlamın icrası devam ederken Yargıtay’ca hükmün bozulması halinde ne olacağı sorusunun cevabı ise, İcra ve İflas Kanunu’nun 40. maddesinde düzenlenmiştir.
İcra işlemleri devam ederken (ilam hükmü tamamen icra edilmeden önce) ilamın bozulması halinde, icra işlemleri olduğu yerde durur (İ.İ.K m.40/1). Bu hükme göre, ilamın bozulması ile, ilamın icrası sadece olduğu yerde durur; yoksa, ilamlı icra takibi iptal edilmez.

Hükmün kısmen bozulması ve kısmen onanması halinde, bozulan kısmı için icra işlemleri olduğu yerde durur, hükmün onanan kısmı için ise icra işlemlerine devam edilir.

Bir başka yönüyle, mahkeme bozma kararına uyarak yeni bir karar verirse, alacaklı bu yeni ilamın da kesinleşmeden icrasını isteyebilir. Alacaklı, bu yeni ilamın icrasını derdest icra takibi dosyasında isteyebileceği gibi, yeni bir ilamlı icra takibi yapmasına da engel yoktur.
Mahkemece bozma kararına karşı direnme kararı verilmesi halinde ise, bununla bozma kararı hükümsüz kalır ve bu nedenle bozma ile icranın durması sonucu da ortadan kalkar. Alacaklı, direnme kararına dayanarak, bozma ile durmuş bulunan ilamlı icra takibine aynı dosyada devam edilmesini isteyebilir.
Bozma kararına uyan mahkeme, nitelik ve miktar itibariyle bozulan karara uygun yeni bir karar verirse, alacaklının bu yeni ilamın icrasını derdest icra takibi dosyasında istemesi halinde, borçluya yeniden icra emri gönderilmesine gerek yoktur.
Aksi halde, bozma ilamına uyan mahkemece bozmadan sonra verilen yeni ilamda müddeabih ve eklentilerinin değiştirilmesi durumunda, derdest icra takibi dosyasında borçluya ilk icra emri kapsamı dışında yeni bir icra emri gönderilmesi zorunludur.
Bu noktada, borçluya ilk icra emri kapsamı dışında yeni bir icra emri gönderileceğinden, yeni icra emrinin tebliği üzerine borçlunun yeniden itiraz hakkı bulunduğu kuşkusuzdur. Şu halde borçlunun, icra emrinde talep edilen faiz oran ve miktarına yeni icra emrinin tebliği üzerine itiraz edebileceği de her türlü duraksamadan uzaktır.
Somut olayda; takibe dayanak ilamın icrası devam ederken hüküm esasa ilişkin nedenlerle araştırmaya yönelik olarak bozulmuş olup, İcra ve İflas Kanunu’nun 40. maddesinin 1. fıkrası uyarınca takip kendiliğinden durmuştur. İlk hükmün bozulmuş olması nedeniyle ortada tespit edilmiş bir alacak ve faiz başlangıç tarihinin bulunmadığı belirgindir.
Yukarıda açıklanan bozma ilamının kapsamına göre, bozmadan sonra yapılacak yargılama sonucunda verilecek olan hükümde alacaklının iş göremezlik derecesi, iş göremezlik gelirinin başlangıcı ile faiz başlangıç tarihleri değişeceğinden, alacaklı derdest icra takibi dosyasında bu yeni ilamın icrasını isteyebilecektir. Borçlunun, yeni icra emrinin tebliği üzerine faiz oran ve miktarına yeniden itiraz hakkı bulunmakla, faize ilişkin itirazının o aşamada çözümlenebileceği açıktır.
Hal böyle olunca; bozmayla ortadan kalkan ilamın icrası yönünden davacı/borçlunun itiraz nedenlerinin incelenmesinde, bu aşamada bir hukuki yararı bulunmadığından; Mahkemece davanın reddine dair verilen kararda direnilmiş olması yukarıda açıklanan gerekçelerle sonucu itibariyle doğrudur. O halde, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı/borçlu vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, 04.11.2009 gününde oybirliği ile karar verildi.

KASTEN YARALAMA NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT- PARMAK KISITLILIĞI NEDENİYLE OLUŞAN BEDEN GÜCÜ KAYBI

T.C
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2019/49
KARAR: 2019/5763

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 31/05/2013 gününde verilen dilekçe ile kasten yaralama nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; maddi tazminat isteminin reddine, manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne dair verilen 23/10/2018 günlü kararın Yargıtayda duruşmalı olarak incelenmesi davacı vekili tarafından, duruşmasız olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle daha önceden belirlenen 03/12/2019 duruşma günü için yapılan tebligat üzerine duruşmalı temyiz eden davacı vekili Avukat … ile karşı taraftan davalı vekili Avukat … geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra taraflara duruşmanın bittiği bildirildi. Dosyanın görüşülmesine geçildi. Tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

1)Dosyadaki yazılara, kararın bozmaya uygun olmasına, delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde görülmeyen davalının, manevi tazminata ilişkin hükme yönelik temyiz itirazları reddedilmelidir.

2)Davacının temyiz itirazlarına gelince;
Dava, kasten yaralama nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Davacı, 24/08/2012 tarihinde davalının kendisini darp ettiğini ve sol el ikinci parmağını kırması sonucu parmağının eğri kaldığını belirterek, maddi ve manevi zararının giderilmesini istemiştir.

Davalı ise davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece maddi tazminat isteminin kabulüne ve manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne dair verilen 16/12/2014 tarihli ilk kararın davalı vekilince temyizi üzerine, Dairemizin 20/04/2016 gün ve 2015/6818 esas, 2016/5342 karar sayılı ilamı ile “davacı hakkında düzenlenen tek hekim imzalı rapora davalının itiraz etmiş olması da nazara alınarak, davacının yaşı ve meslek grubu dikkate alınarak maluliyet raporunun … Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan alınarak sonucuna göre zarar kapsamının belirlenmesi gerektiği” şeklindeki gerekçe ile bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, “… Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun 23/07/2018 tarihli raporuyla, davacının ikinci parmağındaki hareket kısıtlılığına ait travmanın 5 yıl önceye ait olduğunun … Eğitim ve Araştırma Hastanesi uzman hekimi tarafından düzenlenen 05/03/2013 tarihli epikriz raporunda kayıtlı olduğunun anlaşılması nedeniyle davacının parmağındaki hareket kısıtlılığının davaya konu olayla illiyet bağı bulunmadığının tespit edildiği, bu nedenle davacının davaya konu olay nedeniyle herhangi bir maluliyetinin bulunmadığı” gerekçesiyle davacının maddi tazminat isteminin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyanın incelenmesinde; mahkemece bozmaya uyularak davacının maluliyet raporunun … Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan alınmasına karar verilmiş, … Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu ise tüm tıbbi evrak ve grafilerin temini ile davacının bir tıp fakültesi ya da eğitim araştırma hastanesine sevki sağlanarak, yeni bir ortopedi muayenesi sonucu düzenlenecek raporun ve yeni çekilecek grafilerin gönderilmesi için evrakın geri çevrilmesine karar vermiş, bunun üzerine davacının gönderildiği … Eğitim ve Araştırma Hastanesinde ortopedi uzmanı Op. Dr. …’dan 10/05/2017 tarihli rapor alınmış, bu raporda hasta geçmişi kısmında “…… isimli hasta 5 yıl önce sol el 2 parmağını geri bükmüşler, o zamandan beri sol el 2 parmakta ağrı oluyormuş ve 2 parmakta hareketlerinde kısıtlılık kalmış…” ifadesine yer verilen ve davacının parmak eklem açıklıklarını gösterir rapor ve yeni çekilen röntgen filmi tekrar … Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir.

… Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu ise davacıyı 07/05/2018 günü muayene ederek hazırladığı 23/07/2018 tarihli raporunun 6. bendinde ilk olarak davacı hakkında … Eğitim ve Araştırma Hastanesinde düzenlenen 05/03/2013 tarih ve 1665/4670059 protokol numarası ile düzenlenmiş epikriz raporunda eklem ağrısı şikayeti tanısı konulduğunu belirtmiş, yine 05/03/2013 tarih ve 1665/4670059 protokol numarası ile düzenlenmiş epikriz raporunda şeklinde başlayan raporun 7. bendinde ise “… isimli hasta 5 yıl önce sol el 2 parmağını geri bükmüşler, o zamandan beri sol el 2 parmakta ağrı oluyormuş ve 2 parmakta hareketlerinde kısıtlılık kalmış” şeklindeki hasta geçmişi ile başlayan ancak davacının 07/05/2018 tarihinde aynı hastanede muayenesi sonucu düzenlenen yeni tarihli rapor içeriğine yer verilmiştir. Ancak, 05/03/2013 tarihli epikriz raporunda yaralanmanın 5 yıl önce gerçekleştiği yönünde bir ifade bulunmamaktadır. Böylece … Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunca düzenlenen 23/07/2018 tarihli raporda, davacının daha önceki raporları ve rapor tarihleri birbirine karıştırılmak suretiyle, davacının parmağındaki hareket kısıtlılığına sebep olan yaralanmanın, 2013 yılından geriye doğru 5 yıl önce gerçekleştiği ve davaya konu 24/08/2012 tarihli yaralanmayla illiyet bağı bulunmadığı sonucuna varılmıştır. Mahkemece, bu rapordaki sonuç benimsenerek hüküm kurulmuştur.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, … Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunca düzenlenen 23/07/2018 tarihli rapor maddi hata içermekte olup usule uygun değildir. Şu halde mahkemece, davaya konu yaralanmaya bağlı parmağında hareket kısıtlılığı iddiasına ilişkin olarak davacının, beden gücü kaybı olup olmadığını bildirir yeniden Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulundan maluliyet raporu alınmalı ve alınacak rapordan sonra sonucuna göre hüküm kurulmalıdır. Mahkemece, maddi hata içeren rapora dayalı olarak hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) sayılı bentte açıklanan nedenle davacı yararına BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacının diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, davalının temyiz itirazlarının ise ilk bentte açıklanan nedenlerle reddine ve davacı yararına takdir olunan 2.037,00 TL duruşma avukatlık ücretinin davalıya yükletilmesine, davacıdan peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 03/12/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

PARMAK KIRIĞI – BEDEN GÜCÜ KAYBI NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2016/11506
KARAR:2018/7411

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 30/11/2012 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 21/06/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.
Dava, kasten yaralama eylemi nedenine dayalı maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin reddine karar verilmiş, hüküm; davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, olay tarihinde davacı ile davalı arasında çıkan kavgada müvekkilinin parmağının kırıldığını, bacağında kesi meydana geldiğini ve kalıcı sinir yaralanmasına neden olduğunu, bu nedenle bir ameliyat geçirdiğini, 90 günden fazla iş görmez raporu aldığını, müvekkilinin hem bedenen, hem de ruhen derin acılar çektiğini, öğretmenlik yapmakta olan müvekkilinin bacağındaki yaranın ayakta durmasını oldukça güçleştirdiğini ve iş gücü kaybına uğradığını, bu nedenle müvekkili lehine maddi ve manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, hükme esas alınan 22/10/2015 tarihli Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu raporu doğrultusunda, davacının 01/03/2011 tarihinde geçirmiş olduğu darp olayı sonucu olduğu bildirilen arızası, 11/10/2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği hükümleri muvacehesinde maluliyetine neden olacak düzeyde araz bırakmadan iyileşmiş olduğu bu nedenle maluliyet tayinine mahal olmadığı, iyileşme süresinin 01/03/2011 tarihinden itibaren 3 (üç) aya kadar uzayabileceği, kişide saptanan peroneal sinir arızası ile 01/03/2011 tarihli maruz kaldığı darp olayı arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Toplanan tüm deliller ve özellikle ceza mahkemesince yapılan yargılama sırasında davalıya atfedilen ve sübut bulan eylemler birlikte değerlendirildiğinde, davalının davacıya yönelik etkili eylemi sonucu beden gücü kaybı oluşmadan iyileştiği sabitse de, davacının parmağının kırıldığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle, mahkemece davacının dilekçesindeki talepler de dikkate alınmak suretiyle, davacının parmağının kırıldığı gözetilerek maddi ve manevi zararının tespiti ile sonuca gidilmesi gerekirken davanın tümden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 28/11/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

TAPU İPTALİ VE TESCİL- TAPU KÜTÜĞÜNDE KAYITLI TAŞINMAZ MALİKİNİN TESPİT EDİLEMEMESİ VEYA ÖLÜ OLMASI- KAZANDIRICI ZAMANAŞIMINA DAYALI ZİLYETLİK

T.C.
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2016/16646
KARAR NO : 2020/1724

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 29/06/2016
NUMARASI : 2007/544-2016/574
DAVACI : M. Necmi Y.
VEKİLİ: Av. Selim Hartavi
DAVALI : Maliye Hazinesi vs.
DAVA TÜRÜ : Tapu İptali ve Tescil

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup hükmün davalılar tarafından ayrı ayrı temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

KARAR

Davacı vekili, dava konusu 311 ada 25 parsel sayılı taşınmazın vekil edeni tarafından 1975 yılından bu yana (32 yıl) malik sıfatıyla, davasız, aralıksız kullanıldığını ve Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 713/2. maddesindeki şartların oluştuğunu belirterek, bahsi geçen taşınmazın tapu kaydının iptali ile vekil edeni adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulüne, 311 ada 25 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiş olup; hüküm, davalılar tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.
Dava, TMK’nin 713/2. maddesinde düzenlenen ölüm ve bilinmeme nedenlerine dayanılarak açılan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Dosya kapsamı ve toplanan delillerden; dava konusu 311 ada 25 parsel sayılı avlulu kargir ev niteliğindeki taşınmazın tapulama çalışmalarında, 14.01.1963 tarihinde Süleyman kızı Fatma adına tespit edildiği, Fatma’nın ölü olduğunun şerh düşüldüğü ve tespitin 29.08.1963 tarihinde kesinleştiği, yapılan yargılamada davacı tarafın Mahkemece verilen süre içinde kayıt malikinin hasımlı mirasçılık belgesini almak için açtığı davanın “..yapılan bütün araştırmaya rağmen ölü Süleyman kızı Fatma’nın mirasçıları tespit edilemediğinden..” şeklindeki gerekçeyle reddine karar verildiği ve sonrasında da herhangi bir mirasçılık belgesi ibraz edilmediği anlaşılmıştır.

Kural olarak, tapulu bir taşınmazın veya tapuda kayıtlı bir payın kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün değildir. Ancak, kanunun açıkça izin verdiği ve düzenlediği ayrık durumlarda tapulu bir yerin veya tapuda kayıtlı bir payın koşulları oluştuğu takdirde kazandırıcı zamanaşımı ve zilyetlik yoluyla edinilmesi mümkün olabilir. Kanunun açıkça izin verdiği hallerden biri de TMK’nin 713/2. maddesindeki düzenlemedir. Anılan madde de, “aynı koşullar altında, maliki tapu kütüğünden anlaşılmayan veya 20 yıl önce ölmüş ….bir kimse adına kayıtlı bulunan taşınmazın tamamının veya bölünmesinde sakınca olmayan bir parçasının zilyedi de o taşınmazın tamamı, bir parçası veya bir payı üzerindeki mülkiyet hakkının tapu kütüğüne tesciline karar verilmesini isteyebilir” denilmiştir.

Kanundaki “…Maliki tapu kütüğünden anlaşılamayan…” düzenlemesinden; tapu kaydının hukuki durumunun açık olmaması, Yargıtay İçtihatlarına göre, tapu kütüğündeki bilgi ve belgelerden genel olarak gerekli dikkati gösteren kişilerin malikin kim olduğunu anlayamayacağı haller amaçlanmıştır. Tapu kütüğündeki malik sütununun boş ve açık bırakılması, malik adının müphem ve yetersiz gösterilmesi, böyle bir kişinin hiç yaşamamış ve kaydının herhangi bir yerde bulunmaması, malik adının silinmiş ve yenisinin yazılmamış olması gibi hallerde malikin tapu kütüğünden anlaşılamadığı sonucuna varılabilir (Yargıtay HGK’nin 10.4.1991 tarihli ve 1991/8-51 Esas, 194 Karar, 15.04.2011 tarihli ve 2011/8-111 Esas, 2011/180 Karar sayılı ilamları). Soyut ve nam-ı mevhum(sanal, mevcut olmayan hayali kişi) bir kişi adına sicil oluşturulmuş olması halinde de, maliki tapu sicilinden anlaşılamayan kişiden söz edilebilir.

Kayıt malikinin, tanınmıyor, hatırlanmıyor olması, adresinin tespit edilememesi, tebligat yapılamaması, uzun yıllar önce taşınmış ya da ölmüş olması, mirasçılarının belirlenememesi gibi hususlar o kişinin tapu kütüğünde maliki bilinmeyen kişi olarak nitelendirilmesini gerektirmez. Yine, tapu sicili ekindeki kadastro tutanağı, tedavül(el değiştirme) ve bunlara esas kayıt ve belgelerden tapu malikine ilişkin bilginin mevcut olması durumunda da bilinmeyen kişi olarak kabul edilemez.

Somut uyuşmazlıkta; her ne kadar Mahkemece, gerekçe bölümünde davanın, malikin tapu kaydından kim olduğunun anlaşılamadığı sebebine dayanılarak açıldığı kabul edilerek, kayıt malikinin bilinmeyen kişi olduğundan hareketle yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmiş ise de; verilen karar dosya kapsamı ve toplanan delillerle uyuşmamaktadır. Şöyle ki; dava konusu 311 ada 25 parsel 1963 yılında tapulama çalışmalarında, 1945 tarihli vergi kaydı ile Kanuni Sani 290 tarih 142 sıra nolu tapu kaydı uygulanmak suretiyle Süleyman kızı Fatma adına tespit ve tescil edilmiş, kayıt malikinin ölü olduğu da belirtilmek suretiyle tutulan tutanak 29.08.1963 tarihinde kesinleşmiştir.

Neticeten; az yukarıda yazılı Daire ve Yargıtay uygulamaları doğrultusunda, dayanak tapu kaydı, kadastro tutanağı ve dosya kapsamına göre, kayıt malikinin kanun anlamında bilinen kişi olduğu açıktır. Mahkemenin bu nedenle davanın kabulüne karar vermesi doğru olmamıştır.

Bundan ayrı; davacı yan TMK 713/2’de düzenlenen bilinmeme ve ölüm nedenlerinin her ikisine birden dayanmıştır. Ne var ki; Mahkemece, kayıt malikinin ölmüş olması sebebi bakımından herhangi bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. O halde; yukarıda yazılı ilkeler, davacının açtığı ve reddedilen mirasçılık belgesine ilişkin dosya ve toplanmış toplanacak deliller hep birlikte değerlendirilerek bu sebep bakımından olumlu olumsuz bir hüküm kurmak üzere kararın bozulması gerekmiştir.

Diğer yandan; TMK’nin 713/2. maddesine dayanan davalarda bilinmeme sebebi bakımından son mirasçının sıfatı ve tapu kütüğünün tutulmasından sorumlu olması sebebiyle Hazinenin; ölüm sebebi bakımından ise kayıt malikinin mirasçıları veya TMK’nin 501.maddesi gereğince Hazinenin davada yer alması gerekmekte olup, davalı Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı ile Eyyübiye Belediye Başkanlığı yönünden pasif husumet ehliyeti yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, bu hususun gözden kaçırılmış olması da isabetli olmamıştır.

SONUÇ: Davalı taraf vekillerinin temyiz itirazlarının yukarıda yazılı nedenlerle kabulüyle hükmün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edenlere ayrı ayrı iadesine 24.02.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.
Başkan
F. AKÇİN
Üye
E. SARICALAR
Üye
M. K. ÇETİN
Üye
N. MERAL
Üye
A. SEZER

NE
Karşılaştırıldı

MENFİ TESPİT DAVALARINDA ARABULUCU – BİR MİKTAR ALACAĞIN TAHSİLİ TALEBİ OLMADIĞINDAN, TİCARİ DAVA NİTELİĞİNDEKİ MENFİ TESPİT DAVALARININ AÇILABİLMESİ İÇİN ARABULUCUYA BAŞVURU ZORUNLULUĞU BULUNMADIĞI-

T.C.
İSTANBUL
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
14. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO: 2019/521,
KARAR NO : 2019/423
KARAR TARİHİ: 21.03.2019

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN MAHKEMESİ: İSTANBUL 7. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

TARİHİ: 01/02/2019

NUMARASI: 2019/52 E. – 2019 /44 K.

DAVANIN KONUSU: Menfi Tespit (Alım Satım)

Taraflar arasında görülen menfi tespit davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda, ilamda yazılı nedenlerle davanın reddine ilişkin verilen hükme karşı davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi.

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ

Davacı asil dava dilekçesinde özetle: Davalı yanca İstanbul 10. İcra Müdürlüğünün 2017/6592 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığını ve ödeme emrinin tebliğinden sonra yasal süresi içerisinde icra takibine itiraz ettiğini ve İstanbul 4. İcra Hukuk Mahkemesinin 2018/769 esas sayılı dosyası ile dava açtığını, davaya konu borcu ödediğini, davalı yana borcunun bulunmadığını belirterek, İstanbul 10. İcra Müdürlüğünün 2018/769 esas sayılı dosyası, GOP 3. İcra Müdürlüğünün 2018/13 talimat dosyalarında ihtiyati tedbir kararı verilmesini, davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden, dosya üzerinden karar verilmiş olduğundan, cevap dilekçesi bulunmamaktadır.

İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARININ ÖZETİ

İlk derece mahkemesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda; 7155 sayılı Kanun’un 20. maddesi, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’na eklenen 5/A maddesi ve 7155 Sayılı Kanun’un 23. maddesi ile 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’na eklenen 18/A-2 maddesi uyarınca, arabulucuya başvurulmadan dava açılmış olması karşısında, davanın Türk Ticaret Kanunu’nun 5/A, 6325 sayılı Kanunun 18/A-2, Hukuk Mahkemeleri Kanunu’nun 114/2 ve 115/2 maddeleri uyarınca dava şartı yokluğu nedeni ile usulden reddine karar verilmiştir.
Bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ

Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle;

Müvekkilinin iş bu davayı açmadan önce arabulucuya başvurduğunu, buna ilişkin belgelerin ve arabulucu tarafından düzenlenen son tutanağın dava dilekçesi ekinde sunulmasına rağmen, mahkemenin bu belgeleri incelemeden karar verdiğini, dava şartı eksikliği bulunmadığını belirterek, ilk derece mahkemesinin usul ve yasaya aykırı kararının kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE

Dava hukuki niteliği itibariyle, İİK’nın 72. maddesi uyarınca, icra takibinden sonra açılmış menfi tespit davasıdır.

İlk derece mahkemesince, davanın ticari dava olup arabulucuya başvurulmadan dava açıldığı, TTK’nın 5/A maddesindeki dava şartının bulunmadığı gerekçesiyle, HMK’nın 115/2. maddesi uyarınca davanın usulden reddine karar verilmiş, bu karara karşı davacı vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, davacı vekili tarafından ileri sürülen istinaf nedenleri ve kamu düzeni yönüyle sınırlı olarak yapılmıştır.

6/12/2018 tarihli, 7155 sayılı Kanun’un 20. maddesiyle TTK’ya eklenen 5/A maddesi uyarınca, “(1) Bu Kanunun 4 üncü maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.”

6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’ nun 18/A maddesi uyarınca, “(1) İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır.

(2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.”

Bu hukuki açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde: Davacının iş bu davadaki talebi, menfi tespit istemine ilişkindir. TTK’nın 5/A maddesine göre, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Davanın konusu (müddeabih), dava dilekçesindeki talep sonucu, yani neticei talep esas alınarak belirlenir. Neticei talebin bir para alacağının tahsili veya tazminat olduğu durumlarda, arabulucuya başvuru yapılmış olması dava şartaıdır.

Menfi tespit davaları bu kapsamda değerlendirilemez. Çünkü, menfi tespit davalarında, bir miktar alacağın tahsili talebi yoktur. Yani, ticari dava niteliğindeki menfi tespit davalarının açılabilmesi için arabulucuya başvuru zorunluluğu bulunmamaktadır. İlk derece mahkemesinin karar gerekçesi bu nedenle usul ve yasaya aykırıdır.

Diğer taraftan, somut olayda davacının, iş bu davayı açmadan önce (ihtiyari olarak) arabulucuya başvurduğu, arabulucunun katılımıyla düzenlenmiş olan anlaşmaya varılamadığına ilişkin tutanağın dava dilekçesine eklendiği, istinafa konu kararın bu yönüyle de usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşılmaktadır.

Açıklanan bu gerekçelerle, ilk derece mahkemesince dava şartlarına aykırı karar verildiği anlaşılmakla, HMK’nın 353/1.a.4. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair aşağıdaki karar verilmiştir.

KARAR :Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

1- HMK 353/1.a.4. maddesi uyarınca, işin esası incelenmeksizin, İlk Derece Mahkemesi kararının KALDIRILMASINA,

2- Davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine,

3- Taraflarca yatırılan istinaf peşin harçlarının ilk derece mahkemesi tarafından, talep halinde iadesine,

4- Taraflarca istinaf başvurusu için yapılan yargılama giderlerinin esas hükümle birlikte, İlk Derece Mahkemesi tarafından, yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine,

5- Gerekçeli kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine dair;

HMK’nın 353/1.a.6. maddesi uyarınca, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, 21/03/2019 tarihinde, oy birliğiyle ve kesin olarak karar verildi.

KANUN YOLU: HMK’nın 353/1.a. maddesi uyarınca karar kesindir.

SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA- ETKİN PİŞMANLIK

T.C
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ
ESAS: 2019/5841
KARAR: 2019/7025

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma
Hüküm :TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 3, 5/1, TCK’nın 62/1, 53, 58/9, 63. maddeleri gereği
mahkumiyetine dair istinaf başvurusunun esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle;
Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü;
Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
Dosya kapsamında bulunan ve hükme esas alınan hukuka uygun şekilde elde edilmiş delillere göre sanığın örgüt üyesi olarak kabulünde isabetsizlik bulunmadığından yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme, örgüte üye olma, üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme veya örgüte bilerek isteyerek yardım etme suçlarında etkin pişmanlık, şahsi cezasızlık veya cezadan indirim yapılması gereken haller olarak kabul edilmiştir.
Amaç suçun işlenişine iştirak etmeksizin, hakkında bir soruşturma başlamadan önce örgütten gönüllü olarak ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde (221/2 m.), hakkında soruşturma başladıktan sonra, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyetleri çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi (221/4 m. ilk cümle), verilen bilgilerin samimi ve örgütlü suçlarla mücadelede yararlı olması halinde, sanık yakalandıktan sonra pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının önemli ölçüde yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde (221/3 m.), sanık hakkında şahsi cezasızlık nedeni uygulanacaktır.
Amaç suça elverişli vahim nitelikte sayılan eylemler gerçekleştirilmeden yakalanan, örgüt kuran, yöneten, örgüte üye olan, üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek isteyerek yardım edenlerin örgütün yapısı ve faaliyetleri hakkında bilgi vermesi halinde cezadan indirim yapılacaktır (221/4. fıkra 2. cümle).
Bu açıklamalar karşısında tüm dosya kapsamı değerlendirildiğinde;
Sanığın tüm aşamalarda etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak istediğini beyanla, örgüte katılışı, örgütsel faaliyetleri ve bildiği örgüt mensuplarına ilişkin bilgi vererek, kendisinin sabit hattan arandığını ifade edip, mahrem imamın kod ismini bildiren sanığın, etkin pişmanlıktan yararlandırılmaması için bu beyanlarının samimi olmadığı ve örgütün faaliyetlerini ve mensuplarını gizlemek istediği iradesinin açıkça ortaya konulması gerektiği, daha önce deşifre olmuş örgüt mensuplarının isimlerinin ifadede yer almış olması nedeniyle etkin pişmanlıktan yararlanamayacağına ilişkin kabulün yasanın gerekçesi ve amacına hizmet etmeyeceği gibi, yerleşik uygulamalara da aykırı olacağı gözetilerek;
Gerektiği takdirde sanığın beyanlarına başvurup ifadesinde geçen mahrem imam da teşhis ettirilerek, ayrıca sabit hat ve ardışık aramaya ilişkin ilgili emniyet birimlerince araştırma yapılmak suretiyle sanığın hukuki konumunun buna göre belirlenmesi gerekirken yetersiz gerekçeyle yazılı olduğu şekilde karar verilmesi;
Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, atılı suç için kanun maddelerinde öngörülen ceza miktarı ve mevcut delil durumu gözetilerek tutukluluk halinin devamına, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304. maddesi uyarınca dosyanın Şanlıurfa 5. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI – GÜÇ KAYBI TAZMİNATI- ZARARIN MAĞDUR TARAFINDAN GİDERİLMESİ

T.C.
YARGITAY
4.HUKUK DAİRESİ

ESAS NO. 1982/3059
KARAR NO. 1982/3938
TARİHİ. 19.4.1982

818/m.41

DAVA VE KARAR : Davacı Necati, yaralanmasına neden olan trafik olayı sonunda çalışma gücünü %35 oranında kalıcı olarak kaybettiğini ileri sürerek 753.500 lira maddi tazminat isteğinde de bulunmuştur. Mahkeme, davacının beden gücünde azalmaya rağmen, çalışma karşılığında gelirinde bir azalma olmadığını tartışarak bu yoldaki isteğin reddine karar vermiştir.

Yaralanmalar nedeniyle kişilerin beden bütünlüğünde kalıcı olarak gerçekleşen sakatlıkların beden gücü kaybına neden olduğu ve bunun sonucu kişinin mal varlığında eylemli olarak eksilme meydana gelmiş ise, bunun tazmin ettirileceği tartışmasızdır. Sorun; olayımızda olduğu gibi beden gücü kaybına rağmen kişinin gelirinde ( mal varlığında ) bir eksilme olmamış ise ortaya çıkmaktadır. Bu gün uygulamada, kişinin kalıcı sakatlıkları nedeniyle oluşan beden gücü kaybı nedeniyle, gelirinde ve dolayısıyla mal varlığında bir eksilme meydana gelmemiş olsa dahi, tazminatın gerekeceği kabul edilmekte ve bu, güç ( efor ) kaybı tazminatı diye adlandırılmaktadır. Bu kabul, ilk bakışta sorumluluk hukukunun, zarar kavramına ters düştüğü ileri sürülebilir. Ancak, burada beden gücü kaybına uğrayan kişinin aynı işi zarardan önceki durumuna ve diğer kişilere göre daha fazla bir güç ( efor ) sarfıyla yaptığı gerçeğinden hareket edilerek bir anlamda zararı, bu fazladan sarf edilen gücün oluşturduğu kabul edilmektedir.

Bu kabul tarzının ortaya çıkardığı sonuç, tazminat hukuku kavram ve kurallarına uygundur. Bilindiği gibi, hukuka aykırı olarak gerçekleşen zararın, zarar görenin kendi imkanlarıyla giderilmesi, sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Kişinin oluşan beden gücü kaybı sonucu meydana gelmesi kaçınılmaz zararı ( gelir azalması ), bizzat kendisinin “daha fazla bir güç” harcayarak gidermesi sorumluluktan kurtarma aracı olarak kullanılmamalıdır. Aksi görüş, zarar gören yerine, hukuka aykırı eylemle zarar veren kişinin korunmasını ortaya çıkarır ki, bu da hak ve adalet ölçülerine ters düşer.

O halde, mahkemenin sorumluluk hukukunda kökleşmiş uygulamayı göz önüne almaksızın ve zarar kavramının belirlenmesinde hataya düşerek vardığı sonuç usul ve yasaya aykırı olup, hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle temyiz eden davacı Necati yararına ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.

SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA- TERÖR ÖRGÜTÜ PROPAGANDASI YAPMA- ETKİN PİŞMANLIK

T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ

ESAS NO :2018/1418
KARAR NO :2018/1455
TARİHİ :09/05/2018

Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Silahlı terör örgütüne üye olma, Terör örgütü
propagandası yapma
Hüküm : 1-3713 sayılı Kanunun 7/1. maddesi delaleti ile
TCK’nın 314/2, 53 ve 3713 sayılı Kanunun 5. maddesi
uyarınca mahkumiyet,
2-3713 sayılı Kanunun 7/2-b ile TCK’nın 53 ve 63.
maddeleri uyarınca mahkumiyet

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
I-Terör örgütü propagandası yapma suçundan hükmedilen mahkumiyet kararına yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;
Sanığın üzerine atılı terör örgütü propagandası yapma suçunu zincirleme şekilde işlediğinin anlaşılması karşısında, TCK’nın 43. maddesi ile uygulama yapılmaması aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamış; Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 K. sayılı iptal kararının, TCK’nın 53. maddesinin uygulanması yönünden infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, oybirliğiyle;
II-Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hükmedilen mahkumiyet kararına yönelik temyiz taleplerinin incelenmesinde;
1-Sanığın 29.09.2016 havale tarihli dilekçesi ve 07.11.2016 tarihinde CİMER’e gönderdiği elektronik posta ile örgüte katıldığını ve etkin pişmanlıktan faydalanmak istediğini beyan etmesi karşısında; sanığın yeniden ifadesinin alınması, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde örgütteki konum ve faaliyetine uygun nitelikte faydalı bilgi verip vermediğinin ilgili kurumlardan sorulmasından sonra TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin sanık hakkında uygulanıp uygulanmayacağının değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
2-Kabul ve uygulamaya göre de;
a-Silahlı terör örgütü üyesi olduğu kabul edilen sanık hakkında TCK’nın 58/9. maddesi ile uygulama yapılması gerektiğinin ve hüküm tesis edilirken delalet maddesi olarak 3713 sayılı Kanunun 7/1. maddesinin gösterilmeyeceğinin düşünülmemesi,
b-Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 tarih, 2014/140 E. 2015/85 sayılı iptal kararı ile TCK’nın 53. maddesindeki bazı düzenlemelerin iptal edilmiş olması nedeniyle bu karar doğrultusunda hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 09.05.2018 tarihinde Üye …’ın verilen kararın 2 nolu bozma nedenleri itibariyle düzeltilerek onanması gerektiğine dair karşı oyu ve oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY:

5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde “etkin pişmanlık başlığı altında suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olmak ya da üye olmamakla beraber örgüt adına suç işlemek veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçları ile ilgili olarak etkin pişmanlık hali düzenlenmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.04.2008 gün ve 2008/9-18-78 E.K. sayılı kararının gerekçesinde de vurgulandığı üzere, terör örgütlerinin insan kaynağının kurutulabilmesi, alınabilecek diğer tedbirlerle birlikte bu örgütlerin etkisizleştirilip ortadan kaldırılmaları, geçmişte meydana gelen terör eylemlerinin aydınlatılabilmesi, gelecekte işleyebilecekleri suçların engellenmesi ve terör örgütüne üye olanların tekrar topluma kazandırılabilmeleri bakımından 05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun kabul edilerek yürürlüğe konulmuştur. Bu Kanunun iki yıllık yürürlük süresinin bitmesi üzerine aynı amaçlara yönelik olarak 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun çıkarılmış, Kanunun 1. maddesi süreli, diğer maddeleri ise süresiz olarak yürürlüğe girmiştir. Anılan 1. maddenin sona eren yürürlük süresi zaman içinde 3618, 3853, 4085, 4450 ve 4537 sayılı Yasalarla uzatılmış ve beklenen amaca ulaşılamaması nedeniyle bu kez 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu 06.08.2003 tarihinde yürürlüğe konulmuştur. Son olarak da 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde etkin pişmanlık hükümleri düzenlenmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 01.04.1991 gün ve 9/41-105 E.K. sayılı içtihadında da belirtildiği üzere; Topluma kazandırma Kanunlarının çıkarılmasında kanun koyucunun amacı örgütlerin çökertilmesini ve dağılmalarını sağlamak, suç işlemeyi önlemek, mensup olduğu yasa dışı örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olanları ve işlediği suçtan pişmanlık duyanları cezalandırmayarak yeniden topluma kazandırmaktır.
5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlıkta gönüllü ayrılma, teslim olma, yakalanma ve kurucular ve yöneticiler için örgütü dağıtma ya da dağılmasının sağlama hali olarak ayrı ayrı düzenleme getirmiştir. Yapılan düzenlemede her durum ayrı ayrı koşullara bağlanmıştır.
Buna göre;
a-TCK’nın 221. maddesinin 1. fıkrasının uygulanabilmesi için, fail örgütün kurucusu ya da yöneticisi olmalı, örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmamış ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olmalı ve fail örgütü dağıtmalı veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlamalıdır.
Bu koşulların birlikte gerçekleşmesi halinde cezaya hükmolunmayacaktır. Failin etkin pişmanlıktan yararlanabilmesi için ön koşul örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmemiş olmasıdır. Soruşturmaya başlanmış ya da örgütün faaliyeti çerçevesinde amaç suça yönelik suç işlenmişse birinci fıkranın uygulanması mümkün değildir.
b-TCK’nın 221/2. maddenin uygulanabilmesi için,fail örgüt üyesi olmalı, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olmalı, örgütten gönüllü olarak ayrılmış olmalı, örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmelidir.
Failin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olması “ön koşul ise de, “herhangi bir suç örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenebilen her türlü suç olarak algılanamaz. Herhangi bir suç kavramından TCK’nın 302 ya da 309 maddelerdeki amaç suçları anlamak gerekir. Bu fıkra uygulamasında failin bilgi vermesi aranmaz sadece örgütten gönüllü olarak çekildiğini yetkili makamlara bildirme yeter sayılır.
Kanunda veya kanun gerekçesinde ilgili makamın hangi makam olduğu belirtilmemiş, örnekseme de yapılmamıştır. Bu nedenle ilgili makamlar ibaresini geniş yorumlamak gerekmektedir. Soruşturma ve kovuşturma yetkisi bulunan makamlar ile suçun önlenmesine ilişkin görev yapan tüm birimler ile bu birimlerle bu makamlara ayrılma iradesini iletebilecek tüm devlet organları bu kapsam içerisinde kabul edilmelidirler. Madde başlığı etkin pişmanlık olduğu için etkin pişmanlığın sergilenip sergilenmediğinin takdiri için kişinin şahsen başvurusunun olması gerektiğini kabul etmek gerekir.
c-TCK 221/3. maddenin uygulanabilmesi için; Fail örgüt üyesi olmalı, Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olmalı, Yakalanmış olmalı, Pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermelidir. Bu dört şartın da birlikte gerçekleşmesi halinde cezaya hükmolunmayacaktır. Yine herhangi bir suç kavramından sadece TCK’nın 302 ya da 309 maddelerdeki niteliğindeki amaç suçları anlamak gerekir.
Yakalanan failin etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanabilmesi için pişmanlık duyarak örgütün dağılmasına veya mensuplarının yakalanmasına elverişli bilgi de vermesi gerekir. Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere verilen bilginin örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli olup olmadığının taktiri mahkemeye aittir. Mahkeme bunu dosya, sanığın örgüt içerisindeki konumu ve verdiği bilgilerin sonuçlarına göre değerlendirecektir.
d-TCK 221. maddesinin 4. fıkranın birinci cümlesinde teslim olan faillerin, ikinci cümlesinde ise yakalanan faillerin durumu düzenlenmiştir. Kanun koyucu tarafından maddenin dördüncü fıkra gerekçesi; Kişi, suç işlemek için kurulmuş olan örgütün kurucusu, yöneticisi veya üyesi olmakla birlikte, örgütün ulaştığı yapılanma itibarıyla dağılmasını sağlama imkanından yoksun olabilir. Bu durumda bile, söz konusu sıfatları taşıyan kişilerin belli şartlarda etkin pişmanlıktan yararlanması sağlanabilmelidir. Bu düşüncelerle maddenin dördüncü fıkrası düzenlenmiştir” şeklinde ifade edilmiştir. Bu nedenle de örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş ve yakalanmış olan fail pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi verememiş ancak örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermiş ise 4. fıkra uyarınca cezasından indirim yapılacaktır.
aa-TCK 221/4. maddesinin 1. cümlesinin uygulanabilmesi için; fail örgütün kurucusu, yöneticisi, örgüt üyesi, ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden olmalı, gönüllü olarak teslim olmalı, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermelidir.
Bu üç şartın gerçekleşmesi halinde kişi hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz.
221. maddenin ikinci fıkrasında örgütten ayrılan faillerin durumu düzenlenmiş iken dördüncü fıkrada teslim olan örgüt üyelerinin durumu düzenlenmiştir.
Failin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmemiş olması ön koşulu bu fıkrada düzenlenmemiştir. Belirtilen koşulların oluşması halinde fail hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve örgüte bilerek isteyerek yardım etme suçlarından dolayı cezaya hükmolunmayacaktır.
bb-TCK 221/4. maddesinin 2. cümlesinin uygulanabilmesi için; failin örgütün kurucusu, yöneticisi, örgüt üyesi ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden olmalı; yakalanmış olmalı, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermelidir.
Bu koşulların birlikte gerçekleşmesi halinde kişi hakkında örgüt kurmak, yönetmek örgüte üye olmak suçundan dolayı ya da örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme ve örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek suçlarından tayin edilecek cezalardan indirim öngörülmüştür. Burada amaçlanan madde gerekçesinden anlaşıldığı üzere kişinin örgütün ulaştığı yapılanma itibarıyla dağılmasını sağlama imkanından yoksun olması durumunda söz konusu sıfatları taşıyan bu kişilerin belli şartlarda etkin pişmanlıktan yararlanmasını sağlayabilmektir.
5237 sayılı TCK’nın 314. maddesinin 3. fıkrasında “suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler bu suç açısından da aynen uygulanır hükmü mevcut olup; örgüt kurma suçu kapsamında bulunan 5237 sayılı TCK’nın etkin pişmanlığa ilişkin 221. maddesinde 765 sayılı TCK’nın 170. maddesinin uygulanabilmesi için aranan silahlı örgüt tarafından amaç suçun işlenmemiş ya da amaç suçun işlenilmesine kalkışılmamış olması gerektiğine ilişkin bir koşul öngörülmemiştir. Bu nedenle başka örgüt mensupları tarafından amaç suçun işlenmesine kalkışılmış olsa bile fail bu eylem ya da eylemlere iştirak etmedikçe koşulları bulunduğu takdirde TCK’nın 221. maddesinin hükümlerinden yararlanabilecektir.
Failin pişmanlığının gerekip gerekmediği fıkra metninde açıklanmamıştır. TCK’nın 221. madde başlığı etkin pişmanlıktır. Kanun metni başlıkla birlikte değerlendirildiğinde samimi bir irade ile pişmanlığını belirtip sergilemesi gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Kanunun gerekçesinde de vurgulandığı üzere failin etkin pişmanlığını samimi olarak sergileyip sergilemediğini hakim taktir edecektir. Bu kapsamda örgüt ilişkisi içinde olup kendiliğinden örgütten ayrılarak teslim olan falin örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak edip etmediği ve yaptığı açıklamaların konum ve faaliyetlerine uygun olup olmadığı ve eldeki mevcut bilgilerle örtüşüp örtüşmediği Emniyet Genel Müdürlüğünden sorulup araştırıldıktan sonra hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekir.
Yargıtay’ın 765 sayılı TCK’nın yürürlükte olduğu dönemde çıkartılan Topluma Kazandırma Kanunlarından itibaren süregelen yerleşik uygulamalarına göre; 5237 sayılı TCK’nın etkin pişmanlığa ilişkin 221. maddesinin amaç, kapsam ve madde gerekçesi birlikte nazara alındığında, 5237 sayılı TCK’nın 302 ve 309 maddelerinde yazılı amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli bir suç işleyen; silahlı terör örgütünün üyesi olduğu anlaşıldığı halde, kovuşturma aşamasında önceki ifadelerini ve suçlamayı reddedip, örgüt üyesi olmadığını beyan eden; atılı suçlamayı reddeden; kolluk ifadelerini daha sonra değiştirip geri alan; güvenlik güçlerince yakalanarak ele geçirilen ve örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili kanunun aradığı anlamda yeterli bilgi vermeyen; açıklamaları ile terör örgütünün dağılmasına, meydana çıkarılmasına yardım etmeyen yahut terör örgütünün amaçladığı suçun işlenmesine de engel olmayan; pişmanlık duyarak örgütün dağılmasına veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermeyen; güvenlik güçlerince yakalanan ve kanunun aradığı anlamda pişmanlık duyarak yeterli bilgi vermeyen failler hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması mümkün değildir.
Somut olayda sanık terör amaçlı kayıp şahıs olarak aranırken yapılan istihbari çalışma ile …’ın evinde yakalanmış olup, kolluk, C. savcılığı, sorgu ve duruşma ifade ve savunmalarında suçlamayı kabul etmemiş, mahkumiyet hükmünden sonra CİMER verdiği 07.11.2016 tarihli ve Osmaniye 2. Ağır Ceza Mahkemesine verdiği 28.09.2016 tarihli dilekçede 2014 yılı ramazan ayında PKK örgütünün kır kadrosuna katılıp 2015 yılı Kurban bayramından önce örgütten kaçtığını ancak teslim olmayıp bir süre akrabalarının evlerinde kaldıklarını ve ağabeyinin evinde iken yakalandığını beyan etmiş bunun dışında örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ve örgütün kır kadrosunda kaldığı dönem içerisinde tanıdığı örgüt mensuplarına ilişkin tek bir bilgi vermediği gibi dilekçesinde bilgiyi ileride vereceği yolunda da bir beyanda bulunmamıştır. Dosya içerisinde bulunan … Kod …’in beyanlarından sanığın örgütün kır kadrosundan sağlık sorunları nedeniyle ayrıldığı anlaşılmaktadır. Örgüt üyelerinin etkin pişmanlık kurumunu kullanarak yargılamayı uzatma amacına dönük girişimlerinin önlenmesi bakımından örgüt üyeliği suçundan mahkumiyet hükmü kurulduktan sonra kanun yolu aşamasında etkin pişmanlıkta bulunan sanığın bu talebinin en azından dilekçesinde örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlara ilişkin bilgi vermesi gerekir ki mahkumiyet hükmü bu nedenle bozulabilsin somut olayda hiç bir bilgi verilmediği gibi ileriye dönük olarak bilgi vereceği yönünde de beyanı yoktur. Mevcut durumda TCK’nın 221/4-2. cümlesi de dahil olmak üzere TCK’nın 221 maddesinin uygulanma koşulları gerçekleşmediği anlaşılmakla sayın çoğunluğun bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

AİLE KONUTU TAŞINMAZIN TAPU KAYDININ İPTALİ- NİSPİ HARÇ – NİSPİ VEKALET ÜCRETİ

T.C
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2018/3260
KARAR: 2019/2439

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi
DAVALILAR : 1-… 2-…
DAVA TÜRÜ : Tapu İptali ve Tescil-Aile Konutu Şerhi Konulması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı tarafından tapu iptal-tescil davasının ve aile konutu şerhi davasının reddedilen bölümleri yönünden; davalılardan … tarafından ise; aile konutu şerhi ve tapu iptal tescil davasının kabul edilen bölümü ile, harç, yargılama giderleri ve vekalet ücreti yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacının tüm, davalı …’nün aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Davacı tarafından dava konusu 494 ada 6 parsel sayılı taşınmazın aile konutu olduğu, davalı eski malik eşi Mehmet tarafından rızası alınmadan diğer davalı …’ye satıldığı iddia edilerek taşınmazın Halize adına olan tapu kaydının iptali ile eski malik eş Mehmet adına kayıt ve tescili ile taşınmaza aile konutu şerhi konulması talep edilmiş, ilk derece mahkemesince davanının kabulü ile dava konusu 494 ada 6 parsel sayılı taşınmazın Halize adına olan tapu kaydının iptali ile davalı … adına tesciline ve taşınmazın tapu kaydına aile konutu şerhi konulmasına karar verilmiş, davalılardan Halize tarafından istinaf talebinde bulunulması üzerine ise … Bölge Adliye Mahkemesi 2. Hukuk Dairesi tarafından hükmün kaldırılarak, davanın kabulü ile 494 ada 6 parsel sayılı kargir ev vasfındaki taşınmaz üzerinde bulunan üç katlı binanın 3. katındaki meskenin tapu kaydının iptali ile davalı eş Mehmet adına tesciline ve aynı taşınmaz bölümü üzerine aile konutu şerhi konulmasına, karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden dava konusu taşınmaz üzerinde alt kat, orta kat ve çatı katından oluşan binanın bulunduğu, üç katlı binanın 3. katındaki meskenin aile konutu olarak kullanıldığı ve bölge adliye mahkemesince de bu bölüm yönünden tapu kaydının iptali ile aile konutu şerhi konulmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Açıklanan sebeplerle bilirkişilerden ek rapor alınmak suretiyle aile konutu olarak kullanılan ve tapu iptali ile eski malik adına kayıt edilmesine karar verilen katın değerinin belirlenerek, bu değer üzerinden (oranlama yapılarak) nispi karar ilam harcı, yargılama giderine ve vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın davacıya yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 176.60 TL temyiz başvuru harcı peşin yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran davalı …’ye geri verilmesine, dosyanın ilgili bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine oybirliğiyle karar verildi. 07.03.2019 (Prş.)

BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA BOZMADAN SONRA “TALEP ARTIRIM DİLEKÇESİ” İLE TALEP SONUCU ARTTIRILABİLİR. HUKUKİ NİTELİK İTİBARİYLE TALEP ARTIRIM İŞLEMİ ISLAH DEĞİLDİR..

               TC
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2017/14704
KARAR:2018/19438

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Aile Mahkemesi

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonucunda Mahkemece verilen davanın kabulüne dair kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 17.05.2017 gün ve … Esas, 2017/7268 Karar sayılı ilamı ile bozulmasına karar verilmişti. Taraf vekilleri tarafından süresinde kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosya incelendi gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı … vekili, 21.05.2012 havale tarihli dava dilekçesinde; davanın belirsiz alacak davası olduğunu belirterek, evlilik birliği içinde edinilen 5054 ada 1 parselde 1 numaralı, 1991 ada 1 parselde 5 numaralı bağımsız bölümler ile …plaka sayılı araçtan kaynaklanan katılma alacağı ve katkı payı alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemenin davanın reddine dair ilk kararı, davacı vekilinin temyizi üzerine Daire’nin 23.05.2013 tarih, … Esas-2013/7769 Karar sayılı ilamı ile “… Somut olayda taraflar arasında devam eden boşanma davası bulunduğu saptanmış olup bu boşanma davasının açılmasıyla davacının mal rejiminden kaynaklanan alacak hakkı doğmuştur. Ancak tasfiyeye karar verilebilmesi için boşanma davasının sonucunun beklenmesi ve HGK’nin 27.06.2012 tarih 2012/ 8-268 Esas, 2012/ 420 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere boşanma davasının bekletici mesele yapılarak, boşanma davasının olumlu sonuçlanması halinde toplanacak delillere göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir…” gereğine işaret edilerek bozulmuştur. Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne, 27.000,00 TL katkı payı alacağının dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte, 40.250,00 TL katılma alacağının karar tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dairenin 17.05.2017 tarih … Esas ve 2017/7268 Karar sayılı ilamıyla; “…HMK’nin 177.maddesine göre ıslah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilirse de; 04.02.1948 tarih ve 1944/10 Esas-1948/3 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağına ilişkindir. İçtihadı Birleştirme Kararları, adeta kanun hükmünde olup, ilke kararlarıdır ve benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar (Yarg.Kan.mad.45/5). Durum böyle iken, mahkemece bozma kararından sonra ıslah yapılamayacağına ilişkin az yukarıda açıklanan İçtihadı Birleştirme Kararı göz önüne alınmadan bozma sonrası yapılan ıslahla arttırılan miktarı da kapsar şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır…”gereğine işaret edilerek verilen ikinci karar da bozulmuştur. Her iki taraf vekilince bozma kararının düzeltilmesi istenildiğinden dosya yeniden incelenmiştir.

Dava, katkı payı ve katılma alacağı isteklerine ilişkin olup, 21.05.2012 tarihinde açılmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesi ” Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir…” hükmü ile belirsiz alacak davası düzenlenmiştir.

Davanın açıldığı 21.05.2012 tarihi itibariyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüktedir. Belirsiz alacak davası,yukarıda belirtildiği üzere, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle kabul edilmiştir. Bu durumda eldeki davanın açıldığı tarihte Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlükte olduğuna göre, belirsiz alacak davası ile ilgili hükümlerin uygulanması gerekir. Dairece, ilk bozma ilamından sonra ıslah yapılamayacağına işaret edilerek Mahkemece verilen karar yeniden bozulmuş ise de dava belirsiz alacak davası olduğundan davacı tarafça sunulan 29.12.2014 havale tarihli dilekçenin ıslah dilekçesi değil, talep açıklama dilekçesi olduğu kabul edilmelidir. Bu nedenle Daire’nin bu hususa yönelen bozma kararı yerinde olmadığından, bozma kararının kaldırılması ve davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

Davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

1. Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına, mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine ve takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2. Davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;

a. 1991 ada 1 parselde bulunan 5 numaralı bağımsız bölüme ilişkin olarak; Mahkemece, davalı adına kayıtlı 5 numaralı bağımsız bölümün edinme tarihi itibariyle edinilmiş mal olduğu kabul edilerek davacı lehine katılma alacağına hükmedilmiş ise de, dosya kapsamı incelendiğinde toplanan delillerin hüküm kurmaya elverişli olmadığı anlaşılmaktadır. Tasfiyeye konu edilen 5 numaralı bağımsız bölümün tapu kaydından 21.08.2007 tarihinde davalı adına tescil edildiği sabittir. Ancak davalı tarafça bu taşınmazın alımında … Şubesinde bulunan parasının kullanıldığı, söz konusu paranın 2002 yılından önceki birikimleri ile oluşturduğu vadeli hesabından geldiği savunulmuş, buna yönelik bir kısım evrak da dosyaya sunulmuştur. Mahkemece, davalının bildirdiği banka hesabındaki para ve paranın kaynağı ile taşınmazın edinilmesinde kullanılıp kullanılmadığı yönünde gereği gibi araştırma ve inceleme yapılmamıştır. Mahkemece bildirilen banka hesapları ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

b. … plaka sayılı araca ilişkin olarak; davalı bu aracın edinilmesi için önceden adına kayıtlı … plaka sayılı aracın takasa verildiğini, aracın takas karşılığı 10.000,00 TL’ye sayıldığını, araç bedelinin kalan 11.000,00 TL’sinin de kendisi tarafından banka havalesi ile gönderildiğini, bu nedenle edinilmiş mal niteliğinde olmadığını açıklayarak kişisel mal savunmasında bulunmuş, aracın trafik kayıtlarına delil olarak dayanmıştır. Ne var ki, mahkemece, bahsi geçen aracın kayıtları getirtilmemiş, kişisel mal savunması üzerinde yeterince durulmamıştır. Mahkemece … plaka sayılı araca ilişkin kayıtlar getirtilip tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması da doğru olmadığından hükmün (2) numaralı bentte açıklanan sebeplerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle her iki taraf vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Daire’nin 17.05.2017 tarih … Esas 2017/7268 Karar sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA, davalı vekilinin temyiz itirazları yukarıda (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden, Yerel Mahkeme hükmünün 6100 Sayılı HMK’nin Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının yukarıda (1) numaralı bentte yazılı nedenlerle REDDİNE, 27,70 TL peşin harcın istek halinde karar düzeltme isteyenlere ayrı ayrı iadesine 29.11.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

KATILMA ALACAĞI-BANKA KREDİSİ İLE ALINAN ARAÇ-HESAPLAMA YÖNTEMİ

T.C
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2019/6186
KARAR:2019/11679

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

DAVA TÜRÜ : Katılma Alacağı

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada bozma sonrası yapılan yargılama sonunda Mahkemece, asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiş olup, hükmün davacı-birleşen dosyada davacı … vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

K A R A R

Davacı … vekili, evlilik birliği içinde davalı adına edinilen … plakalı araç nedeniyle 1.000,00 TL alacağın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, birleşen dava dilekçesinde de, evlilik birliği içinde davalı adına edinilen … plakalı araç nedeniyle 12.000,00 TL alacağın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur

Mahkemece, bozma sonrası yapılan yargılama sonucunda, davacının aracın alınmasına katkısını ispatlayamadığı gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 Sayılı HMK mad. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.

Tasfiyeye konu malın, bedelinin tamamının ya da bir kısmının kredi ile karşılanması durumunda, kredi veren kuruluşa yapılan geri ödemelerin isabet ettiği dönemden, miktarından ve taksit sayısından hareketle mal rejiminin tasfiyesi sonucunda eşlerin alacak miktarları belirlenir. 4721 Sayılı TMK’nin 202/1. maddesi gereğince edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde yapılan ödemelerde, eşler lehine değer artış payı ve/veya artık değere katılma alacağı hakları doğabilecektir. Kredi borcu ödemelerinin bir kısmının mal rejiminin devamı süresince, bir kısmının da daha sonraki tarihlerde yapılmasında, mal rejiminin geçerli olduğu dönemin sonrasına sarkan ödemeler, dava konusu taşınmazın borcu kabul edilerek tasfiye gerçekleştirilir.

Yukarıda açıklandığı gibi iki döneme yayılan kredi borcu ödeme tablosu mevcut olduğunda; öncelikle, mal rejiminin sona erdiği tarihte henüz vadesi gelmediği için ödenmemiş kredi borç miktarının, toplam kredi borcuna oranı bulunur. Sonra bulunan bu kredi borç oranının, taşınmazın toplam satın alım bedeli karşısındaki oranına dönüşümü gerçekleştirilir. Tespit edilen bu oranın, taşınmazın tasfiye tarihindeki (karara en yakın) sürüm (rayiç) değeri ile çarpılmasıyla borç miktarı belirlenir. Bu ilke ve esaslara göre saptanan taşınmazın borç miktarı, tasfiye tarihindeki sürüm değerinden düşüldükten sonra kalan miktar, değer artış payı ve/veya artık değere katılma alacağı hesaplamasında göz önünde bulundurulur.

Buna göre; öncelikle, tasfiyeye konu malın satın alma bedeli, bunun krediyle ve varsa kredi dışında eşlerin kendi imkanları ile karşıladıkları miktarlar ve oranları ile tasfiye (karara en yakın) tarihindeki sürüm (rayiç) değeri ayrı ayrı belirlenmelidir.

Açıklamalar doğrultusunda hesaplama yapılabilmesi için, iddia ve savunma çerçevesinde, malın satın alınmasına ilişkin akit tablosuyla birlikte tapu/trafik kaydı, kredi sözleşmesi ve kredi borcu ödeme tablosu dahil finans kuruluşu kayıtları, ihtiyaç duyulması halinde eşlerin malın alınmasında katkı olarak kullandıklarını ileri sürdükleri mal varlıklarına ilişkin sair belgeler bulundukları yerlerden getirtilerek uyuşmazlığın çözümünde göz önünde bulundurulmalıdır. Uyuşmazlığın çözümünde kullanılabilecek belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden oluşan kurulundan da yardım alınmalıdır.

Somut olaya gelince; eşler, 20.05.2008 tarihinde evlenmiş, 12.09.2013 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK mad.225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 Sayılı Yasa mad.10, TMK mad.202/1).Tasfiyeye konu … plakalı araç, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 05/05/2010 tarihinde satın alınarak, davalı eş adına tescil edilmiş, 08.07.2013 tarihinde 3.kişiye satılarak devredilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır(TMK mad.179).

Yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler uyarınca yapılan incelemede;

Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; dava dilekçeleri ve tüm beyanlar ile trafik kaydı ve kredi evrakları birlikte değerlendirildiğinde, dava, artık değere katılma alacağı isteğine olduğundan Mahkemenin gerekçesi yerinde değildir. Ayrıca, 23.03.2017 tarihli ilamında sadece davalının savunmasında belirttiği krediler yönünden araştırma yapılması için bozma yapılmış, ne var ki bozmaya uyulmasına rağmen bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir. O halde, Mahkemece, aracın alınmasında kullanılan TEB’den çekilen araç kredisi ile araç kredisinin kapatılmasında kullanılan, boşanma dava tarihine kadar 3 aylık taksiti ödenen toplam 12 ay vadeli 7.500,00 TL bedelli …’tan çekilen kredinin, aracın satın alma bedeli, bunun kredi ile karşılanan miktarı ile araç kredisinin kapatılması için kullanılan …’tan çekilen kredinin kredi borcunun miktarı ve kredi borcunun oranı ayrı ayrı belirlenerek, yukarıda belirtilen Dairemiz ilke ve esasları uyarınca değerlendirme yapılarak, gerektiğinde bu hususta konusunda uzman bilirkişiden gerekçeli ve denetime açık ayrıntılı rapor alınarak hasıl olacak sonuca göre, iddia ve savunma çerçevesinde katılma alacağı talebi hakkında karar verilmesi gerekirken, talebin niteliğinde de hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazları yukarıda açıklanan sebeplerle yerinde görüldüğünden kabulü ile 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 24.12.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

HAKSIZ EYLEM NEDENİYLE TAZMİNAT – PARMAK KIRIĞI – İŞ GÜCÜ KAYBI

T.C
YARGITAY
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2016/11506
KARAR:2018/7411

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 30/11/2012 gününde verilen dilekçe ile haksız eylem nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 21/06/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, kasten yaralama eylemi nedenine dayalı maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, istemin reddine karar verilmiş, hüküm; davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili, olay tarihinde davacı ile davalı arasında çıkan kavgada müvekkilinin parmağının kırıldığını, bacağında kesi meydana geldiğini ve kalıcı sinir yaralanmasına neden olduğunu, bu nedenle bir ameliyat geçirdiğini, 90 günden fazla iş görmez raporu aldığını, müvekkilinin hem bedenen, hem de ruhen derin acılar çektiğini, öğretmenlik yapmakta olan müvekkilinin bacağındaki yaranın ayakta durmasını oldukça güçleştirdiğini ve iş gücü kaybına uğradığını, bu nedenle müvekkili lehine maddi ve manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesi talebinde bulunmuştur.

Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, hükme esas alınan 22/10/2015 tarihli Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu raporu doğrultusunda, davacının 01/03/2011 tarihinde geçirmiş olduğu darp olayı sonucu olduğu bildirilen arızası, 11/10/2008 tarih ve 27021 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği hükümleri muvacehesinde maluliyetine neden olacak düzeyde araz bırakmadan iyileşmiş olduğu bu nedenle maluliyet tayinine mahal olmadığı, iyileşme süresinin 01/03/2011 tarihinden itibaren 3 (üç) aya kadar uzayabileceği, kişide saptanan peroneal sinir arızası ile 01/03/2011 tarihli maruz kaldığı darp olayı arasında illiyet bağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Toplanan tüm deliller ve özellikle ceza mahkemesince yapılan yargılama sırasında davalıya atfedilen ve sübut bulan eylemler birlikte değerlendirildiğinde, davalının davacıya yönelik etkili eylemi sonucu beden gücü kaybı oluşmadan iyileştiği sabitse de, davacının parmağının kırıldığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle, mahkemece davacının dilekçesindeki talepler de dikkate alınmak suretiyle, davacının parmağının kırıldığı gözetilerek maddi ve manevi zararının tespiti ile sonuca gidilmesi gerekirken davanın tümden reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 28/11/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

İSTİFADAN SONRADA İŞYERİNDE KESİNTİSİZ ÇALIŞMANIN SÜRMESİ İŞ SÖZLEŞMESİNİN İSTİFAYLA SONA ERDİĞİNİN KABUL EDİLEMEYECEĞİ GEÇERSİZ FESİH

T.C
YARGITAY
9.HUKUK DAİRESİ

Esas No: 2006/25699
Karar No: 2006/32649
Tarihi: 11.12.2006

İSTİFADAN SONRADA İŞYERİNDE KESİNTİSİZ ÇALIŞMANIN SÜRMESİ
İŞ SÖZLEŞMESİNİN İSTİFAYLA SONA ERDİĞİNİN KABUL EDİLEMEYECEĞİ
GEÇERSİZ FESİH

ÖZETİ: Mevcut olgulara göre davacı istifa dilekçesi verdikten sonra tarafların anlaşması ile ara vermeden çalışmasına devam etmiş, daha sonra 2.7.2005 tarihinde iş sözleşmesi davalı işverence feshedilmiştir. Bu nedenle, feshin davacının istifası ile son bulduğunu kabul etme olanağı bulunmamaktadır. Davalı işverence iş sözleşmesi geçerli nedenle feshedilmiş olup, davacının işe iade isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddedilmesi hatalıdır.

DAVA: Davacı, feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, davayı reddetmiştir.
Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü

Davacı işçi. iş sözleşmesinin geçerli neden olmadan işverence feshedildiğini ileri sürerek feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini, işe başlatılmama halinde ödenmesi gereken tazminat ile boşta: geçen süre ücretinin belirlenmesini istemiştir.

Davalı işveren, davacının şantiye seli olup, işveren vekili olduğunu, istifa suretiyle iş sözleşmesinin sona erdiğini belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece davacının istifa suretiyle işten, ayrıldığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

[u]Davalı tanıklarının beyanlarına göre davacının işe alma ve işçi çıkarma yetkisi yoktur. Bu nedenle işveren vekili olduğu kabul edilemez. Oto yandan, dosya içeriğine göre davacı 12.5.2005 tarihinde istifa dilekçesi vermiş ise de daha: sonra tarafların anlaşması ile fesih iradesi ortadan kaldırılmıştır. İstifa dilekçesi üzerine yakınan “54 gün sonra ayrılması uygundur” ibaresinin davacı tarafından kabul edildiğine ilişkin kanıt bulunmamaktadır. Davacı anılan ibarenin bilgisi haricinde yazıldığını ileri sürmüştür. Davalı tanıkları da istifa dilekçesini verdikten sonra davacının ara vermeden çalışmaya devam ettiğini, ancak daha sonra tarafların anlaşamaması nedeni ile davacının çıkışının verildiğini açıklamışlardır. Mevcut olgulara göre davacı istifa dilekçesi verdikten sonra tarafların anlaşması ile ara vermeden çalışmasına devam etmiş, daha sonra 2.7.2005 tarihinde iş sözleşmesi davalı işverence feshedilmiştir. Bu nedenle, feshin davacının istilası ile son bulduğunu kabul etme olanağı bulunmamaktadır. Davalı işverence iş sözleşmesi geçerli nedenle feshedilmiş olup, davacının işe iade isteğinin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile reddedilmesi hatalıdır. Belirtilen nedenlerle, 4857 sayılı İş Kanunun 20.maddesinin 3.fıkrası uyarınca, ‘hükmün bozulmak sureliyle ortadan kaldırılması ve aşağıdaki gibi karar verilmesi gerekmiştir.[/u]

HÜKÜM: Yukarıda belirtilen nedenlerle;
l-) İstanbul I. İş Mahkemesinin 11.7.2006 gün ve 691-483 sayılı kararının bozularak ortadan kaldırılmasına.
2-) İşverence yapılan feshin geçersizliğine ve davacının işe iadesine,
3-) Davacının yasal sürede işe başvurmasına rağmen, işverenin süresi içinde işe başlatmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının fesih nedeni ve kıdemi dikkate alınarak 4 aylık ücreti olarak belirlenmesine,
4-) Davacının işe iade için işverene süresi içinde başvurması halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aylık ücret ve diğer haklarının davacıya ödenmesi gerekliğinin belirlenmesine,
Davacının işe başlatılması halinde varsa ödenen ihbar ve kıdem tazminatının bu alacaktan mahsubuna,
5-) Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
6-) Davacı vekille temsil edildiğinden, karar tarihinde yürürlükte olan tarifeye göre 400.YTL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
7-) Davacı tardından yapılan (31.40) YİL yargılama giderinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
8- Peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, kesin olarak, oybirliğiyle 11.12.2006 tarihinde karar verildi.

Exit mobile version