HARİCİ SATIŞ SÖZLEŞMESİ, ARAÇ SATIŞ VAADİ OLARAK NİTELENDİRİLEMEZ- ARACIN UZUN SÜRE ALICI ELİNDE KALMASI NEDENİYLE DEĞER KAYBI TAZMİNATI TALEP EDİLEMEZ

T.C
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2686
KARAR: 2018/6122 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki asıl itirazın iptali – karşı alacak davasının yapılan yargılaması sonunda itirazın iptali davasının kısmen kabulüne, karşı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı-karşı davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– KARAR –

Davacı vekili, davalıdan 15.09.2011 tarihli araç satış sözleşmesi uyarınca 28.500,00 TL bedelle araç satın alındığını, aracın devrinin ödemeler bittikten sonra yapılacağının kararlaştırıldığını, sözleşme uyarınca 5.000 TL bedelle davacı aracının teslim edildiğini, kalan ödemelere ilişkin olarak 4 adet toplam 23.500,00 TL bedelli senetlerin verildiğini, senetlere ilişkin PTT vasıtası ile ve elden ödemeler yapıldığını,ancak davalının araç devrini yapmadığını, aracın başka bir alacaklı tarafından icra dosyasından haciz konularak geri alındığını, davalıya ödenen bedellerin tahsili için icra takibi başlatıldığını, davalının açılan bu takibe haksız olarak itiraz ettiğini belirterek itirazın iptali ile %20 icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacıya 27.100,00 TL bedelle araç satışı yapıldığını, davacının takasa verdiği aracın değerinin 3.600,00 TL olduğunu, yaptığı ödemelerin ise toplamının 11.322,00 TL olduğunu, başkaca ödeme yapmadığını, aracın müvekkili davalının alacaklısı tarafından haczedildiğini savunarak davanın reddini istemiş, açmış olduğu karşı dava ile de aracın 4 yıl davacı tarafından kullanıldığını,880 TL tutarlı motorlu taşıtlar vergisinin kendileri tarafından ödendiğini,aracın 4 yıllık kullanımdan dolayı yıpranmasından ötürü başka bir şahsa 15.000,00 TL bedelle satıldığını,araçta 12.100 TL değer kaybı olduğunu belirterek uğranılan toplam 12.980,00 TL zararın tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece,yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davalı-karşı davacının takasa konu aracın 3.600,00 TL ye satıldığına ilişkin noter satış sözleşmesi ile 880,00 TL motorlu taşıtlar vergisi makbuzunu ibraz ettiği, dava konusu aracın 23.10.2013 tarihinde … 1.Noterliğinde 15.000,00 TL ye satıldığı,davalı-karşı davacının zararının toplam 12.980,00 TL olduğu, davacı-karşı davalının araç devri ile birlikte toplam 14.922 TL ödeme yaptığı, davalı-karşı davacının iddialarını yazılı belgelerle kesin ve inandırıcı olarak ispatladığı gerekçesiyle asıl davanın kısmen kabulü ile 1.942,00 TL üzerinden takibin devamına, karşı davanın ise tümden kabulüne karar verilmiş, hüküm davacı-karşı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı-karşı davalı vekilinin asıl dava ve karşı davaya ilişkin aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Trafikte kayıtlı araçların satışı sözleşmesinin KTK 20/d’ye göre noterlikçe yapılması geçerlilik şartıdır.Diğer bir ifadeyle, adi yazılı veya sözlü satışlar daha sonradan noterlikçe resmi satış yapılmadığı sürece geçersizdir. Harici sözleşme “araç satış vaadi” şeklinde nitelendirilemez, alıcı yapılan bu sözleşmeye göre aracın kendi üzerine tescilini talep edemeyeceği gibi satıcı da satım bedelinin ödenmesini talep edemez.2918 sayılı Kanunun 20/d maddesi uyarınca harici satışlar geçersiz olup,herkes sebepsiz zenginleşme hükümleri gereğince verdiğini geri isteyebilir.Hukuken geçersiz sözleşmelerde taraflar aldıklarını aynı anda iade etmekle mükellef olduğu gözetilerek davacının davalıya ödediği bedelin tespit edilerek bu bedelin tahsiline karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
3-Davacı-karşı davalı vekilinin karşı dava yönünden temyizine gelince; geçersiz araç satış sözleşmesi nedeniyle davacı aracı kullanmış,davalı ise ödenen parayı kullanmıştır.Dava konusu edilen aracın davacının kullandığı sırada herhangi bir hasara uğradığı davalı tarafından ileri sürülmediği gibi, aracın davacı elinde değer kaybına uğradığının da ispatlanamamış olmasına göre değer kaybı adı altında tazminata hükmedilmesi de doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı-karşı davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde temyiz eden davacı-karşı davalıya iadesine, 27/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KONUT SİGORTA SÖZLEŞMESİNE DAYALI RÜCUEN ALACAK İSTEMİ- SİGORTACININ SORUMLU KİŞİ ALEYHİNE AÇACAĞI HALEFİYET DAVASININ TİCARİ DAVALARDAN OLMADIĞI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2743
KARAR:2019/849

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; davacı şirket nezdinde KREDİ KONUT SİGORTA POLİÇESİ ile sigortalı olduğu bodrum katta bulunan dairede, 03.05.2013 tarihinde sokakta yer alan Tiinin tıkanması ve dairenin mutfak, wc ve banyo giderlerinden geri tepme meydana geldiğini, meydana gelen hasar nedeniyle davacı şirketçe tarihinde 3.449,00 TL tazminat ödendiğini, kullanılmış suların toplanması, aklaştırılması ve zararsız biçimde uzaklaştırılması amacıyla kanalizasyon sisteminin yeterli seviyede yapılmamasından meydana gelen bu zarardan davalının sorumlu olduğunu, … İcra Müdürlüğünün … E. sayılı dosyasıyla yapılan ilamsız icra yapılan takibe, borca ve ferilerine davalının itiraz ettiğini, davalının itirazının haksız olduğunu belirterek 5.449,00-TL asıl alacağa, ödeme tarihinden takip tarihine kadar işlemiş ferilerine yapılan itirazın iptali ile takibin devamına, asıl alacağa faiz işletilmesine, davalının % 20 icra inkar tazminatına mahkumiyetine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; huzurdaki davanın süre yönünden reddi gerektiğini beyanla davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre;davanın kabulü ile 3.449,00 TL asıl alacak 142.02 işlemiş faiz yönünden kabulü ile … İcra Müdürlüğü … Esas sayılı dosyasından takibin kaldığı yerden devamına,Asıl alacak üzerinden %20 inkar tazminatının kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, konut sigorta sözleşmesine dayalı rücuen alacak istemine dair yapılan icra takibine itirazın iptali istemine ilişkindir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu’nun 22.3.1944 tarih 37 Esas 9 Karar R.G.3.7.1944 sayılı kararında bu husus “SİGORTACININ SORUMLU KİŞİ ALEYHİNE AÇACAĞI DAVA sigorta poliçesinden doğan bir dava değildir. Bu nedenle, halefiyet davası bir ticari dava sayılamaz. Bu dava, aynen sigortalı kimsenin sorumlu kişiye karşı açmış olduğu bir dava gibidir. Sigortalının muhtelif mahkemelerde dava açma hakkı varsa aynı hak sigortacının halefiyet hakkına dayanan rücu davası için de söz konusudur” şeklinde vurgulanmaktadır.

Bu durumda, davacının sigortalısının tacir olmadığı ve davanın sigorta sözleşmesinden değil, davalının kusuru ile gerçekleşmesine sebebiyet verdiği iddia edilen haksız fiilden kaynaklandığı anlaşılmakla, uyuşmazlığın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.
2-Bozma neden ve şekline göre,davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

VOLTAJ DALGALANMASI SONUCUNDA MUHTELİF EŞYANIN HASARLANMASI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/132
KARAR:2019/846

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekil; sigortalısı olan şirketin maliki olduğu otelde 21/09/2010 tarihinde voltaj dalgalanması sonucunda muhtelif eşyanın hasarlanması nedeniyle hasar bedellerinin sigortalısına ödendiğini, hasarın voltaj dalgalanması sonucu oluştuğunun da olay sonrası tutulan hasar tespit tutanaklarından anlaşıldığını, müvekkili sigortacının hasar bedelini ödemekle TTK 1472 maddeye göre sigortalısının haklarına halef olduğunu, sigortalısına 14/02/2011 tarihinde toplam 3.886,80 TL ödeme yapılıp, bunun zarar sorumlusu olan davalıdan ihtarname ile talep edilmesine rağmen ödenmemesi üzerine davalı borçlu hakkında … İcra Müdürlüğünün 2011/7899 sayılı dosyasında icra takibine giriştiklerini, davalı borçlunun haksız olarak borca itiraz ettiğini belirterek davalının haksız itirazının iptali ile takibin devamını ve %20’den az olmamak üzere inkar tazminatına hükmolunmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; sigortalının kendisine ait trafosu ve alçak gerilim tesisi ve branşman hattı bulunduğunu, sigortalının özel trafolu abone olup, bu abonelerin hat ve trafolarının bakım onarımlarının ve mülkiyetinin kendilerine ait olduğunu, bahsi geçen zararın da sigortalının kendi tesisinden ve kusurundan kaynaklandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre; sigortalı olan otelin müstakil trafolu olduğu dava konusu edilen hasarında voltaj dalgalanmasından meydana gelmediği anlaşılmakla sübuta ermeyen davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 16,70 TL kalan onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ARKA TEKERİN PATLAMASI SONUCU MEYDANA GELEN SES VE GÜRÜLTÜ (TOZ ) SONUCU DİĞER ARAÇ SÜRÜCÜSÜNÜN PANİKLEYEREK DİREKSİYON HAKİMİYETİNİ KAYBETMESİ NEDENİYLE MADDİ TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/5681
KARAR:2019/901

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki maddi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen hüküm davacılar vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili, 05/08/2012 tarihinde davacılar murisi … ‘nun yolcu olduğu davalıya trafik sigortalı aracın dava dışı … sevk ve idaresindeki aracın sol arka tekerinin patlamasıyla meydana gelen ses ve görüntü(toz) nedeni ile murisin yolcu olduğu sürücü … ‘ın panikleyerek korkuluklara çarpması sonucu meydana gelen trafik kazasında sürücü … hakkında mahkumiyet kararı verildiğini, muris Çetin’in ölümü nedeni ile eşi Çiğdem ile çocukları …, … ve … in murisin desteğinden yoksun kaldıklarını, desteğin muhtelif ayakkabı dükkanlarında çalışmasının yanı sıra son 2 sene içinde inşaat işlerinde kartonpiyer ve tadilat işlerinde çalışmakta olduğunu, sigorta şirketine yapılan başvuru neticesinde 101.135,00 TL ödeme yapıldığını beyanla fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 10.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; iddia, savunma, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davacı … yönünden maddi tazminat talebini içerir davanın kabulü ile
45.155,41 TL maddi tazminatın davalı … şirketinden poliçe limitiyle ve temerrüt tarihi olan 10.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili ile davacı …’na verilmesine, davacı … yönünden maddi tazminat talebini içerir davanın kabulü ile 760,40 TL maddi tazminatın davalı … şirketinden poliçe limitiyle ve temerrüt tarihi olan 10.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili ile davacı …’na verilmesine, davacı … yönünden maddi tazminat talebini içerir davanın kabulü ile 1.784,45 TL maddi tazminatın davalı … şirketinden poliçe limitiyle ve temerrüt tarihi olan 10.10.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsili ile davacı …’na verilmesine, davacı … yönünden maddi tazminat talebini içerir davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davacılar vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı 15,20 TL kalan onama harcının temyiz eden davacılardan alınmasına 05.02.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ELEKTRİK ÇARPMASI SONUCU ÖLÜM- KUSURSUZ SORUMLULUK- YAPIM BOZUKLUĞU- AĞIRLAŞTIRILMIŞ ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ-

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS:2003/4-144
KARAR:2003/161
TARİH:12.3.2003

ÖZET : Her ne kadar, bilirkişi raporlarına göre davalının bir yapım bozukluğunun bulunmadığı belirtilmekte ise de, olayların gidişatından insanların ve canlıların yaşamı için önemli bir tehdit oluşturan bu tür tesislerin bakım ve korunmasında, tesisin yerleşim yeri üzerinde bulunduğu da düşünüldüğünde, normalin üzerinde bir özen borcu bulunduğu sonucuna varılır. Davalı elektrik idaresi bu tür yüksek gerilim iletkenlerine güvenli yaklaşma sınırının aşılmamasını sağlayıcı önlemleri almalı, gerekli uyarı levhalarını herkesin kolaylıkla görebileceği yerlere koymalı, bu tesislerin can ve mal güvenliğine zarar vermemesi için, yerleşim yeri dışındaki tesislere oranla çok daha kısa aralıklarla kontrollerini yapmalıdır. Ne varki, somut olayda davalı idarenin bu bakım ve özen borcunu gereği gibi yerine getirmediği, söz konusu olaydan önce tele takılı bulunan uçurtmanın başkaları tarafından alınması sırasında doğabilecek tehlikeleri düşünerek, gereken denetimleri yaparak, bu tür engelleri kaldırmadığı anlaşıldığından, meydana gelen zarardan sorumlu olduğu, sorumluluğu kaldıracak nedenlerin ise bulunmadığı anlaşılmıştır.

DAVA : Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bağcılar Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 17.10.2001 gün ve 2000/1658-2001/2109 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 3.7.2002 gün ve 3618-8441 sayılı ilamı ile; ( …Dava, elektrik çarpması sonucu davacıların çocuğunun ölümü nedeni ile uğranılan zararın ödettirilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davalının kusuru bulunmadığından dava red edilmiştir. Karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının çocuğunun ölüm nedeninin elektrik çarpmasından kaynaklandığı yolunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık zararın meydana gelmesinde davalının kusuru olup olmadığı, diğer bir anlatımla tüm kusurun ölende bulunup bulunmadığında toplanmaktadır. Zarar, davacının sahibi ve denetiminde bulunan elektrik hattındaki çarpma sonucu meydana geldiği, ölenin eyleminin illiyeti kesebilecek düzeyde olduğu, davalı tarafından olayın oluş biçimi itibariyle kanıtlanamadığı gibi davalının sahip olduğu işletme itibari ile yüksek özen yükümlülüğü ile sorumlu olduğu, elektrik hattının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğine uygun yapılması yeterli olmayıp, bu konumunda sürdürülüp sürdürülmediğinin denetlenmesi, bu olaydan önce tele takılı bulunan uçurtmanın başkaları tarafından alınması sırasında doğan tehlike düşünülerek hatta gereken denetimi yaparak bu tür engelleri kaldırması gerekirken, bu konuda özensiz davranması itibariyle sorumludur. Takdir edilecek miktar kadar tazminata hükmedilmek üzere kararın bozulması gerekmektedir. Hüküm bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, Borçlar Yasasının 58. maddesine dayalı maddi ve manevi tazminat davasından ibarettir.

Davacı, oğlunun elektrik akımına kapılarak öldüğünü belirterek, maddi ve manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Davalı idare vekili, kusurlarının bulunmadığını, elektrik tesisinin mevzuata uygun olduğunu, kusursuz sorumluluk halinin de söz konusu olmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, TEAŞ’ın olayda kusurunun bulunmadığı, kazaya ölen çocuğun tele takılı uçurtmasının neden olduğu, dolayısıyla %100 oranında ölenin kusurlu olduğu, kusursuz sorumluluğun ise şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak kurulan hüküm, Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmuştur.

Borçlar Yasasının 58. maddesinde;Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazasındaki kusurundan dolayı mes’ul olur denmektedir. Burada, yasa koyucu bozuk yapılan bir yapı eserinden zarar görenleri, mümkün olduğu kadar basit ve dolaysız bir tazmin imkanı sağlayarak, onları korumaktadır. Bu anlamda sorumlu olabilecek malik, gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olabileceği gibi, kamu hukuku tüzel kişisi de olabilir.

BK. m. 58’de öngörülen sorumluluğun söz konusu olması için, söz konusu yapı eserinin, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden bir zarar doğması gereklidir.

Yapım bozukluğu, bir inşaatın kötü yapılmasını, imal ve inşaat zamanında uyulması gerekli olan teknik kurallara uyulmamış olmasını ifade eder. Bir yapı eserinin maliki, bunların hiç kimse ve hiçbir şey için tehlike taşımayacak şekilde yapılmasını ve işlemesini garanti etmekle yükümlüdür. Bu nedenle, bir yapı eserinde herhangi bir yapım bozukluğu olmasa bile, ek güvenlik ve koruma tertibatının bulunmaması, yine de bir yapım eksikliği sayılır. Bakımsızlık ve koruma eksikliği ise, bir inşaatın kullanmaya uygun ve tehlikeleri önleyecek biçimde korunmamasını ifade eder. Bakım eksikliği biçiminde açıklanabilecek olan bu durum, yapının tamamlanmasından sonra ortaya çıkar. Yapının tamamlanmasından sonra kendini gösteren ek güvenlik tertibatı ihtiyacının giderilmemesi de bir bakım eksikliğidir ( Prof. Dr. Haluk Tandoğan, Tehlike Sorumluluğu Kavramı ve Türk Hukukunda Tehlike Sorumluluklarının Düzenlenmesi Sorunu, Batider 1979, Cilt X sayı 2 sayfa:291-322 )

Bakımsızlıktan veya bakım eksikliğinden söz edebilmek için bir inşa eserinin bitmiş ve kullanım amacına özgülenmiş olması gerekir. Yapım eksikliği veya bakımsızlığın varlığı araştırılırken, durumun gerekleri ve özellikle bina veya yapı eserinin özgüleme amacı, üçüncü kişiler için taşıdığı tehlike derecesi gözönünde tutulmalıdır. Bu nedenle örneğin, birkaç evin yolunun geçtiği köprüyle, bir devlet yolu üzerindeki köprünün aynı sağlamlıkta olması gerekmediği gibi, daha çok kişinin yararlanacağı, etkileneceği, yada zarar görme ihtimali olan tesislerin yapımında, buna oranla çok daha sınırlı insanların etkileneceği tesislerin yapımı sırasında uyulması gerekli zorunlu koşullara oranla, daha fazlasına dikkat edilmelidir. Diğer bir ifadeyle, bir otelin merdivenleri yapılırken normal müstakil bir evin merdivenine göre çok daha güvenli olarak yapılmalıdır.

Malikin, bina yada tesisin tehlike taşımayacak bir durumda bulunmasını sağlama yükümlülüğü, yalnız onu kullananlara karşı değil, herkese karşı vardır.

Bir yapı yada tesisin planlarının onanmış ve idari makamlar tarafından yapılan denetimlerde, bu yapı eserinin inşaasında hiçbir sakınca görülmemiş olması, maliki BK. m. 58’deki sorumluluktan kurtarmaz. Buna göre malikten beklenen “normal ve objektif ölçülere ve icaplara göre” alması gerekli önemleri almaktır. Buna karşılık malik, kendi yapısına benzeyen başka yapılarda da aynı eksikliklerin bulunduğunu veya o yapıların maliklerinin de yapılarına kendisinden daha iyi bakamadıklarını ispat ederek sorumluluktan kurtulamaz ( Prof. Dr. Feyzi Necmettin Feyzioğlu, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, İstanbul 1976, cilt I sayfa:663 ).

Bir bina veya yapı eserini malikinin BK. m. 58’e göre sorumlu tutulabilmesi için, zararın, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden doğduğu ispatlanmalıdır. Buradaki ispat yükü zarar görene düşer. Bununla birlikte, illiyet bağını kesen hallerden birinin varlığı veya zarara yapım bozukluğu veya bakım eksikliği dışında ve bunların bir katkısı olmaksızın mücbir sebepten üçüncü bir kişinin kusurundan kaynaklanan başka bir kazanın sebep olduğu kanıtlanmadığı takdirde ispat yükü yerine getirilmiş sayılır.

Bazı hallerde zararın ortaya çıkış biçimi, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinin varlığını gösteren fiili bir karine oluşturur. Yapının yapımı ile ilgili mevzuata ve teknik kurallara uyulmadığı, alışılmış tedbirlerin alınmadığı ve resmi makamlarca yapılan denetimler sonucunda, bina ve yapı eserinin teknik niteliklerinin uygun görülmediği ispatlanırsa, bunlar eksikliğin ve illiyet bağının varlığına birer belirti sayılır. Keza, daha önce aynı zararların ortaya çıkması, zarar verici olaydan sonra yeni güvenlik tedbirlerinin alınmamış olması da birer belirti oluşturabilir. ( Yrd. Doç. Dr. Nevzat Koç, Bina ve Yapı Eseri Maliklerinin Hukuki Sorumluluğu ( BK. m. 58 ). Ankara 1990, sayfa 45 v.d. )

Bu açıklamaların ışığında somut olaya baktığımızda, davacının oğlu olan 8 yaşındaki Hakan, evinin yakınlarında ve mahalle içinde oynarken kaza meydana gelmiştir. Gerek hazırlık dosyası ve hemen olayın akabinde polisçe tutulan olay yeri tespit tutanağı, gerekse mahkemede alınan tanık beyanları bir arada değerlendirildiğinde, ölen çocuğun evinin yakınlarından ve yerleşim yeri üzerinden geçen yüksek gerilim teline daha önceden takılı bulunan uçurtmayı, iletken bir tel ile oradan kurtarmak isterken teldeki elektrik akımının ark yapması neticelinde, çocuğun elektrik akımına maruz kaldığı, ağır yaralandığı, daha sonra da kaldırıldığı hastanede öldüğü anlaşılmaktadır.

Her ne kadar, bilirkişi raporlarına göre davalının bir yapım bozukluğunun bulunmadığı belirtilmekte ise de, olayların gidişatından insanların ve canlıların yaşamı için önemli bir tehdit oluşturan bu tür tesislerin bakım ve korunmasında, tesisin yerleşim yeri üzerinde bulunduğu da düşünüldüğünde, normalin üzerinde bir özen borcu bulunduğu sonucuna varılır. Davalı elektrik idaresi bu tür yüksek gerilim iletkenlerine güvenli yaklaşma sınırının aşılmamasını sağlayıcı önlemleri almalı, gerekli uyarı levhalarını herkesin kolaylıkla görebileceği yerlere koymalı, bu tesislerin can ve mal güvenliğine zarar vermemesi için, yerleşim yeri dışındaki tesislere oranla çok daha kısa aralıklarla kontrollerini yapmalıdır. Ne varki, somut olayda davalı idarenin bu bakım ve özen borcunu gereği gibi yerine getirmediği, söz konusu olaydan önce tele takılı bulunan uçurtmanın başkaları tarafından alınması sırasında doğabilecek tehlikeleri düşünerek, gereken denetimleri yaparak, bu tür engelleri kaldırmadığı anlaşıldığından, meydana gelen zarardan sorumlu olduğu, sorumluluğu kaldıracak nedenlerin ise bulunmadığı anlaşılmıştır.

O halde, Hukuk Genel Kurulu’nca benimsenen bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının iadesine, 12.03.2003 gününde oybirliği ile karar verildi.

ELEKTRİK ÇARPMASI- BACAĞIN KESİLMESİ- TAZMİNAT- ELEKTRİK İDARESİNİN TEHLİKELİ İŞLETME NEDENİYLE SORUMLULUĞU

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

E. 2015/11346
K. 2015/18206
T. 17.11.2015

DAVA : Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, duruşmalı olarak incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle; daha önceden belirtilen 17.11.2015 duruşma günü için tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Av. M.. A.. geldi. Karşı taraf adına davalı vekili Av. Berna Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunanların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra işin incelenerek saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kâğıtlar okunarak, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

KARAR : Davacılar vekili dilekçesinde; Müvekkilleri Abdulvehap ve Nazdar’ın oğlu olan müvekkili A.. A..’ın, 22.03.2006 tarihinde okuldan eve döndüğü sırada davalı şirkete ait olup yere devrilmiş olan elektrik direğinin üzerinden geçmek istediği sırada elektrik akımına kapılarak ağır yaralandığını, halen tedavisi devam eden müvekkili Abdulkahhar’ın bacağının kesilme ihtimalinin olduğunu ileri sürerek; müvekkili Abdulkahhar’ın uğradığı işgöremezlik kaybı ve olası protez bedeli için 600.000 TL maddi ve 200.000 TL manevi tazminatın, müvekkilleri Abdulvehap ve Nazdar için 40.000’er TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde; olaydan bir gün önce davacıların yaşadığı köyde yakılan nevruz ateşi nedeniyle müvekkili şirkete ait gerilim hattını taşıyan ağaç direğin yanarak devrildiğini, bu durumun davaya konu olayın gerçekleşmesinden sonra müvekkili şirkete bildirildiğini, olayın meydana gelmesinde müvekkili şirketin bir kusurunun bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; (…Aşamalarda alınan tek ve heyet bilirkişi raporlarının sayısının 5 adet olduğu, her bir raporda farklı farklı oranlar belirlendiği, iki ayrı raporda davalının kusursuz olduğunun belirtildiği, en son alınan 26.07.2012 tarihli bilirkişi heyet raporunda da davalının kusursuz olduğunun belirlendiği, yine kusur durumunun belirlenebilmesi için olayın olduğu yer Cumhuriyet Başsavcılığı ve tüm ceza mahkemelerine defalarca müzekkereler yazıldığı, verilen tüm cevaplarda olay tarihi itibariyle böyle bir soruşturma dosyasının bulunmadığının bildirildiği, dolayısı ile ceza soruşturma ve kovuşturmasının bulunmadığının anlaşıldığı (yada olay tarihinde soruşturma makamlarına intikal etmediği), bu haliyle kusur durumunu belirlemekte mahkememizin dosyasında alınan raporlarla yetinileceği, her ne kadar davalının ağır özen yükümlülüğü gerektiren bir hizmet yürüttüğü, yaptığı iş itibarı ile her türlü önlemi alması gerektiği kabul edilse de, meydana gelen olayda davalı kuruma zamanında haber verilmediği, direk devrilmesine bağlı olarak gerçekleşen kazada ENH’nin gözetimi ve bakımının aksatıldığına dair bilirkişi raporlarında bir bulgu bulunmadığına dair değerlendirme yapıldığı anlaşıldığından, davalıya atfedilecek bir kusur olmadığı…) gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, elektrik çarpması nedeni ile uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemine ilişkindir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden; zararlandırıcı olaydan bir gün önce Nevruz Bayramı nedeniyle davalı idareye ait orta gerilim elektrik hattını taşıyan ağaç elektrik direğinin yanında köylülerce ateş yakıldığı, ateşin etkisi ile ağaç elektrik direğinin yanarak yere doğru eğildiği, ağaç direk üzerindeki elektrik tellerinin toprak yüzeyine yaklaştığı, elektrik tellerinin bulunduğu yerden geçen 13 yaşındaki davacı Abdukahhar’ın elektrik akımına kapılarak, genel çalışma gücünden % 22 oranında kaybetmiş sayılacak biçimde yaralandığı anlaşılmaktadır.

Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nde, orta gerilim elektrik hattının ağaç ahşap direk üzerinden taşınmasını yasaklayan bir düzenleme bulunmamakta ise de, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.03.2003 gün ve 2003/4-144 Esas; 2003/161 Karar sayılı kararında “…Borçlar Yasasının 58. maddesinde; Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazasındaki kusurundan dolayı mes’ul olur denmektedir. Burada, yasa koyucu bozuk yapılan bir yapı eserinden zarar görenleri, mümkün olduğu kadar basit ve dolaysız bir tazmin imkanı sağlayarak, onları korumaktadır. Bu anlamda sorumlu olabilecek malik, gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olabileceği gibi, kamu hukuku tüzel kişisi de olabilir.

BK. m. 58’de öngörülen sorumluluğun söz konusu olması için, söz konusu yapı eserinin, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden bir zarar doğması gereklidir.

Yapım bozukluğu, bir inşaatın kötü yapılmasını, imal ve inşaat zamanında uyulması gerekli olan teknik kurallara uyulmamış olmasını ifade eder. Bir yapı eserinin maliki, bunların hiç kimse ve hiçbir şey için tehlike taşımayacak şekilde yapılmasını ve işlemesini garanti etmekle yükümlüdür. Bu nedenle, bir yapı eserinde herhangi bir yapım bozukluğu olmasa bile, ek güvenlik ve koruma tertibatının bulunmaması, yine de bir yapım eksikliği sayılır. Bakımsızlık ve koruma eksikliği ise, bir inşaatın kullanmaya uygun ve tehlikeleri önleyecek biçimde korunmamasını ifade eder. Bakım eksikliği biçiminde açıklanabilecek olan bu durum, yapının tamamlanmasından sonra ortaya çıkar. Yapının tamamlanmasından sonra kendini gösteren ek güvenlik tertibatı ihtiyacının giderilmemesinin de bir bakım eksikliği… (Prof. Dr. Haluk , Tehlike Sorumluluğu Kavramı ve Türk Hukukunda Tehlike Sorumluluklarının Düzenlenmesi Sorunu, Batider 1979, Cilt: X, sayı: 2, sayfa: 291-322)…” olduğu belirtildiğinden; 35.000 kwh yük taşıyan orta gerilim elektrik hattının ağaç direk üzerinden taşınmasının tehlike yarattığı ve bu durumun yaralanma olayının meydana gelmesine katkıda bulunduğu kabul edilerek, davalının tehlikeli işletme faaliyetinden dolayı sorumlu tutulması, ancak davalının sorumlu tutulacağı tazminat miktarları belirlenirken, davalının tehlikeli işletme nedeniyle sorumlu olması, yaralanma olayının ve davacıların uğradığı zararın tamamının davalının eyleminden kaynaklanmamış olması gibi olgular gözetilerek, BK. nun 43. ve 44. (TBK. nun 51 ve 52.) maddeleri uyarınca yapılacak değerlendirmeye göre, belirlenecek tazminatlardan uygun oranda bir indirim yapılması suretiyle hüküm tesis edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasında vekille temsil edilen davacı taraf için duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre takdir edilen 1.100 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacıya verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacı tarafa iadesine, 17.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİLİK ALACAKLARI- BELİRSİZ ALACAK DAVASI- KISMİ DAVA- ZAMANAŞIMI DEFİ- HUKUKİ YARAR

T.C.
YARGITAY
22. HUKUK DAİRESİ
E. 2014/33903
K. 2016/18051
T. 16.6.2016

BELİRSİZ ALACAK DAVASI (İş Hukukundan Kaynaklanan Alacaklar Bakımından Baştan Belirli veya Belirsiz Alacak Davası Şeklinde Belirleme Yapmanın Kural Olarak Doğru ve Mümkün Olmadığı – Bu Sebeple İş Hukukunda da Belirsiz Alacak Davasının Açılabilmesinin Bu Davanın Açılması İçin Gerekli Şartların Varlığına Bağlı Olduğu)

HUKUKİ YARAR (Kıdem Tazminatı İle Manevi Tazminat İzin Şua İzin Alacağı Servis Ücreti Alacaklarının Gerçekte Belirlenebilir Alacaklar Olduğu – Belirsiz Alacak Davasına Konu Edilemeyecekleri Nazara Alınarak Hukuki Yarar Yokluğundan Davanın Usulden Reddi Gerektiği)

KISMİ DAVA (Fazla Çalışma Alacağı/Davanın Belirsiz Alacak Davası Olarak Açıldığının Dava Dilekçesi ve Harç Tamamlama Dilekçesinden Anlaşıldığı – Mahkemece Kısmi Dava Olarak Değerlendirilmesinin Doğru Olmadığı)

ZAMANAŞIMI DEF’İ (Fazla Çalışma Alacağının Belirsiz Alacak Davası Olarak Açıldığı – Davanın Açılması İle Alacağın Tamamına Dair Zamanaşımı Süresi Kesildiğinden Talebin Arttırılması Islah Olarak Nitelendirilip Islaha Karşı Zamanaşımı Definin Dikkate Alınmasının İsabetli Olmadığı)

FAZLA ÇALIŞMA (Arızi Çalışmaların Genelleştirilemeyeceği – Bu Sebeple Davacının Haftalık Kırk Beş Saat Çalıştığı Tarihe Kadar Yirmi Saat ve 5947 Sayılı Kanunun Yürürlük Tarihinden Sonra On Saat Fazla Mesai Yaptığının Kabulünün Dosya İçeriğine Daha Uygun Düşeceği)

İŞÇİLİK ALACAKLARI DAVASI (Talep Artırım Dilekçesi İle Talep Edilen Miktarlar Zamanaşımına Uğramayacağından Bu Miktarlara Göre Hüküm Kurulması Gerektiği Gözetilmeden Sonuca Gidilmesinin Usul ve Yasaya Aykırı Olduğu)

4857/m. 41
6100/m.107
3153/Ek Md. 1

ÖZET : Dava, işçilik alacakları istemine ilişkindir. İş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz. Keza aynı şey kısmi dava için de söz konusudur.

Somut olayda, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı dava dilekçesi ve harç tamamlama dilekçesinden anlaşılmaktadır. Bu sebeple mahkemece kısmi dava olarak değerlendirilmesi doğru olmamıştır. Dava belirsiz alacak davası olarak açıldığına göre davaya konu işçilik alacakları bakımından belirsiz alacak davası koşullarının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir. Davacı, çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını, ödenmeyen ücret alacağı miktarını, hak kazandığı yıllık izin süresini ve kaç gün ücretli izin kullandığını, şua izin süresini ve servis ücretini, manevi tazminat miktarını belirleyebilecek durumdadır.

Bu halde davaya konu kıdem tazminatı ile manevi tazminat izin, şua izin alacağı servis ücreti alacaklarının gerçekte belirlenebilir alacaklar olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri nazara alınarak, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken, yazılı şekilde kıdem tazminatı ile izin, şua izin alacağının esastan kabulüne ve servis ücreti ve manevi tazminatın ise esastan reddine karar verilmesi hatalı olmuştur. Somut olayda; hükme esas alınan bilirkişi raporunda tanık beyanları esas alınarak 08-18 arası 10 saatten bir saat ara dinlenme düşülmesi sonucu haftalık 45 saat çalışma yapıldığı haftada bir ve ayda dört kez 2 saat fazla çalışma yapıldığı belirtilerek davacının haftalık 47 saat çalıştığı tarihe kadar haftalık 22 saat ve bu tarih sonrası 12 saat üzerinden fazla mesai hesaplama yapılması ve mahkemece hüküm altına alınması doğru olmamıştır. Dosya içeriğine göre tanıklar mesainin 08.00-18.00 arası olduğunu belirtmiştir. Arızi çalışmalar genelleştirilemez. Bu sebeple davacının haftalık 45 saat çalıştığı tarihe kadar 20 saat ve 5947 Sayılı Kanunun yürülük tarihinden sonra 10 saat fazla mesai yaptığının kabulü dosya içeriğine daha uygun düşecektir.

Davacı temyizi yönünden; fazla çalışma alacağı belirsiz alacak davasına konu edilebilecek nitelikte alacak olduğu ve belirsiz alacak davası olarak açıldığı anlaşılmakla; davanın açılması ile alacağın tamamına dair zamanaşımı süresi kesildiğinden, 6100 Sayılı Kanun’un 107/2. maddesi gereğince talebin arttırılması ıslah olarak nitelendirilip ıslaha karşı zamanaşımı def’inin dikkate alınması isabetli olmamıştır. Talep arttırım dilekçesi ile talep edilen miktarlar zamanaşımına uğramayacağından, bu miktarlara göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, yıllık izin, fazla mesai, şua izni, servis ücreti ile manevi tazminat alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, istemi kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Davacı İsteminin Özeti:
Davacı, radyoterapi teknisyeni olarak çalıştığını iş sözleşmesini fazla mesai ücretlerinin ödenmemesi sebebi ile haklı sebeple feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı ile manevi tazminat, izin, fazla mesai, şua izin alacağı, servis ücret alacaklarını istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının fazla çalışma alacağı taleplerinin zamanaşımına uğradığını, iş sözleşmesini haksız sebeplerle sona erdiren davacının kıdem tazminatı talep etme hakkının bulunmadığını, müvekkili şirkette karşılığı ödenmemiş fazla mesai ücreti alacağının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Kararı davacı vekili ve davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-)Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.

1.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 Sayılı Kanun’un 107. maddesine göre,

“(1) Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafca belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayanmalıdır.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukuki yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukuki yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmi davaya dair yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hallerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

6100 Sayılı Kanun’un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.
Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması, bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır.

Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir.

Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).
Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirli veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına dair ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.

Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51,56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında,
Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirim yapılması gerekliliği kabul edilmektedir.

Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.
6100 Sayılı Kanun ile birlikte, yukarda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.

Zaman zaman, 6100 Sayılı Kanun ile birlikte kabul edilen belirsiz alacak davası ile kısmi davaya dair yeni düzenlemedeki sınırın tam olarak tespit edilemediği, birinin diğeri yerine kullanıldığı görülmektedir. Oysa bu iki davanın amacı ve niteliği ayrıdır. Alacak, belirli veya belirlenebilir ise, belirsiz alacak davası açılamaz; ancak şartları varsa kısmi dava açılması mümkündür.
Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirli alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür.

Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya dair 6100 Sayılı Kanun’un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya dair düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 Sayılı Kanun’un 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir. Aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir.

Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur. Böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454).

Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 Sayılı Kanun’un 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanunun 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir.

Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).
6100 Sayılı Kanun’un 110. maddesinde düzenlenen, davacının aynı davalıya karşı birbirinden bağımsız birden fazla asli talebini aynı dava dilekçesinde ileri sürmesi olarak tanımlanan davaların yığılması (objektif dava birleşmesi) halinde, talep sayısı sayısı kadar dava bulunduğu kabul edildiğinden ve aynı Kanun’un 297/2. maddesi uyarınca da her bir talep bakımından ayrı ayrı hüküm verilmesi gerektiğinden, bu durumda da dava dilekçesinde ileri sürülen taleplerin belirsiz alacak olup olmadığının her bir talep bakımından ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekecektir.

Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmi dava için de söz konusudur.

İş Hukukundan kaynaklanan davalarda sıkça karşılaşıldığı üzere, taraflar arasında çalışma süresi ve ücret miktarı yönlerinden uyuşmazlık bulunması, alacağı belirsiz hale getirmez. Keza, işçi çalışma süresini ve ücretini belirleyebilmektedir. İşçinin ne zamandan beri çalıştığını veya ücretinin ne kadar olduğunu bilmemesi hayatın olağan akışına da aykırıdır. İşçinin kendisinin bilmediği çalışma süresini, tanıkların bildiğini veya bilirkişinin bileceğini farzetmek ispat kurallarına da aykırıdır. Keza tarafın yeterli şekilde somutlaştırıp kendisinin bilgisinde dahi olmadığını belirttiği bir hususun mahkemece bilinmesini beklemek de mümkün değildir.

İşverenin maddi hukuktan doğan yükümlülüklerini (belge ve bordro düzenleme gibi) yerine getirmemesi, tuttuğu belgelerin gerçeği yansıtmaması, davadan önce işçinin alacaklarını inkar etmesi ya da ikrar etmekle beraber yerine getirmemesi davacıya kural olarak belirsiz alacak davası açma imkanını vermez. İşçi bu durumlarda dahi, alacağının miktarını veya değerini belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açamaz(Simil, s. 412).

Somut olayda, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı dava dilekçesi ve harç tamamlama dilekçesinden anlaşılmaktadır. Bu sebeple mahkemece kısmi dava olarak değerlendirilmesi doğru olmamıştır. Dava belirsiz alacak davası olarak açıldığına göre davaya konu işçilik alacakları bakımından belirsiz alacak davası koşullarının bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekir.

Davacı,davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını, ödenmeyen ücret alacağı miktarını, hak kazandığı yıllık izin süresini ve kaç gün ücretli izin kullandığını, şua izin süresini ve servis ücretini, manevi tazminat miktarını belirleyebilecek durumdadır. Bu halde davaya konu kıdem tazminatı ile manevi tazminat izin, şua izin alacağı servis ücreti alacaklarının gerçekte belirlenebilir alacaklar olduğu ve dolayısıyla belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri nazara alınarak, hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerekirken, yazılı şekilde kıdem tazminatı ile izin, şua izin alacağının esastan kabulüne ve servis ücreti ve manevi tazminatın ise esastan reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.

2-)Davacı işçinin 3153 Sayılı Radyoloji, Radiyom ve Elektrikle Tedavi ve Diğer Fizyoterapi Müesseseleri Hakkında Kanun ile 6.5.1939 tarihli 42013 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Radyoloji, Radyom ve Elektrikle Tedavi Müesseseleri Hakkında Nizamname uyarınca fazla çalışma ücretine hak kazanıp kazanmadığı hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

30.1.2010 tarihli ve 27478 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren, 5947 Sayılı Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 9. maddesiyle, 3153 Sayılı Kanuna eklenen, ek madde 1 hükmünde “İyonlaştırıcı radyasyonla teşhis, tedavi veya araştırmanın yapıldığı yerler ile bu iş veya işlemlerde çalışan personelin haftalık çalışma süresi 35 saattir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Somut olayda; hükme esas alınan bilirkişi raporunda tanık beyanları esas alınarak 08-18 arası 10 saatten bir saat ara dinlenme düşülmesi sonucu haftalık 45 saat çalışma yapıldığı haftada bir ve ayda dört kez 2 saat fazla çalışma yapıldığı belirtilerek davacının haftalık 47 saat çalıştığı 30.1.2010 tarihine kadar haftalık 22 saat ve bu tarih sonrası 12 saat üzerinden fazla mesai hesaplama yapılması ve mahkemece hüküm altına alınması doğru olmamıştır. Dosya içeriğne göre tanıklar mesainin 08.00-18.00 arası olduğunu belirtmiştir. Arızi çalışmalar genelleştirilemez. Bu sebeple davacının haftalık 45 saat çalıştığı 30.1.2010 tarihine kadar 20 saat ve 30.1.2010 tarihinden sonra 10 saat fazla mesai yaptığınını kabulü dosya içeriğine daha uygun düşecektir.

3-)Fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret alacakları yönünden, davacı haftada kaç saat fazla çalışma yaptığını, hangi hafta tatillerinde çalıştığını belirleyebilmekte ise de hakimin hesaplanan miktardan hangi oranda takdiri indirim yapacağını bilebilecek durumda değildir. Bu sebeple, fazla çalışma, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücret alacakları belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Davacı temyizi yönünden; fazla çalışma alacağı belirsiz alacak davasına konu edilebilecek nitelikte alacak olduğu ve belirsiz alacak davası olarak açıldığı anlaşılmakla; davanın açılması ile alacağın tamamına dair zamanaşımı süresi kesildiğinden, 6100 Sayılı Kanun’un 107/2. maddesi gereğince talebin arttırılması ıslah olarak nitelendirilip ıslaha karşı zamanaşımı def’inin dikkate alınması isabetli olmamıştır. Talep arttırım dilekçesi ile talep edilen miktarlar zamanaşımına uğramayacağından, bu miktarlara göre hüküm kurulması gerektiği gözetilmeden sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 16.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KAZA SEBEBİYLE MEYDANA GELEN DEĞER KAYBI ZARARI, KASKO SİGORTA POLİÇESİ TEMİNATI KAPSAMINDA BULUNMADIĞINDAN REDDİ GEREKİR

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/1102
KARAR:2018/12606

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, kararda yazılı nedenlerle, davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen hüküm, davalı vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davacıya ait olup davalı tarafından kasko sigorta poliçesiyle sigortalanan aracın, davacının kardeşi olan sürücü idaresindeyken yaptığı kazada hasara uğradığını, sürücünün tespit edilemediği ve alkollü olduğu gerekçesiyle davalının ödeme yapmadığını, ancak sürücünün alkollü olduğuna dair yapılmış bir tespit bulunmadığını ve davalının zarardan sorumlu olduğunu belirterek 27.277,00 TL. hasar bedeli ile 10.000,00 TL. amortisman payının davalıya başvuru ya da dava tarihinden işleyecek reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Davalı vekili, sigortalı araç üzerinde dain-i mürtehin kaydı olan şirketin davaya muvafakati alınmadığından davacının dava ehliyeti bulunmadığını, olayda alkollü sevk ve sürücü değişikliği sözkonusu olduğundan hasarın teminat dışı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davanın kısmen kabulü ile hasar ve amortisman payı alacağı olan 31.186,30 TL’nin temerrüt tarihi olan 04.08.2011’den işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına; davalı tarafın, davanın esasına karşı yasal cevap süresinde yetki ve görev itirazında bulunmadığı ve davanın açıldığı tarih dikkate alındığında, mahkemenin davada görevli ve yetkili olmasına; yargılama aşamasında, poliçede dain-i mürtehin kaydı bulunan dava dışı şirketin davanın açılmasına muvafakatinin alınmış olmasına; zararın teminat dışı olduğunu ispat yükü altında olan davalı sigortacının sunduğu delillerle bu ispatı sağlayamadığına ilişkin mahkeme kabulünün yerinde görülmesine göre; davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davaya konu edilen kaza nedeniyle sigortalı araçta meydana gelen hasar bedeli ile birlikte, araçta oluşan değer kaybının da davalı sigortacıdan tahsilini talep etmiş; mahkemece, benimsenen 03.12.2014 tarihli bilirkişi raporunda saptanan 4.000,00 TL’lik araç değer kaybı bedeli de dahil olacak biçimde maddi tazminat hüküm altına alınmıştır.

Davalı sigortacı tarafından sigortalı araçta kaza sebebiyle meydana gelen değer kaybı zararı, kasko sigorta poliçesi teminatı kapsamında bulunmamaktadır. Taraflar arasında düzenlenen poliçe ile de bunun aksine bir düzenleme getirilmemiş; araç değer kaybının teminat kapsamına alınması konusunda bir anlaşmaya varılmamıştır. Bu durumda karşısında mahkemece; davacı tarafın değer kaybına ilişkin talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının REDDİNE; (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 24/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI- ARAÇ DEĞER KAYBI- ARAÇTAN YOKSUN KALMA NEDENİYLE TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2991
KARAR:2018/12734

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkilinin Hollanda’da faaliyet gösteren araba kiralama şirketi olup davaya konu olayda hasar gören … plakalı aracın maliki olduğunu, aracını kiraya verdiği … ‘in davalının maliki ve sürücüsü olduğu … plakalı araçla çarpışması neticesinde trafik kazası meydana geldiğini, müvekkilinin aracın yürümesine engel tamiratları 876,48 TL’ye Türkiye’de yaptırdığını, diğer tamiratları da 6.300.70 Euro’ya Driessen Autoschade Firmasına yaptırdığını, müvekkilinin aracının kazanın meydana geldiği tarihte trafiğe çıkalı üç ay olduğunu, kaza sonucunda meydana gelen hasarlar sebebiyle aracın ikinci el piyasa değerinin çok düşmüş olduğunu, aracın Türkiye’deki tamirinin bir gün Hollanda’daki tamirin ise boya dahil sekiz gün sürmüş olduğunu, bu nedenle uğranılan zararın 1.350,00 TL civarında olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla Türkiye’de yapılan tamir bedeli, değer kaybı ve araç kullanamama karşılığında 2.000,00 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 04.08.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ve Hollanda’da harcanan tamir bedeli olarak da 6.300.00 Euro maddi tazminatın olay tarihi olan 04.08.2009 tarihinden itibaren dövize uygulanacak yasal faiziyle birlikte tahsil günündeki kur üzerinden TL değerinin davalılardan müştereken ve müteselsilen(davalı … şirketinin poliçe limitleri dahilinde) tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalılar vekilleri, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile davalı …’nın zorunlu mali mesuliyet sorumluluk sigortasındaki teminat limiti olan 10.000,00 TL ile sınırlı sorumlu olması kayıt ve şartı ile talep miktarı ile bağlı kalınarak 2.000,00 TL maddi tazminatın davalılardan 11.07.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, davalı ….’nin zorunlu mali mesuliyet sorumluluk sigortasındaki teminat limiti olan 10.000,00 TL ile sınırlı sorumlu olması kayıt ve şartı ile 4.470,29 Euro zararın 4.439,93 Euro’sunun davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, geriye kalan 30,36 Euro’dan davalı … şirketin sorumlu olması kaydı ile bu davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 4.470,29 Euro alacağa Devlet bankalarının Euro ile açılmış bir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz ile tahsiline, fiili ödeme günündeki kur üzerinden ödeme yapılmasına, karar verilmiş hüküm, davacı vekili ile davalı … vekili tarafından temyiz edilmiş, Dairenin 30/05/2017 tarih … E … K sayılı ilamı ile kararın bozulmasına karar verilmiş, yerel mahkemece bozmaya uygun yapılan yargılama sonucunda; davanın kısmen kabulü ile davalılar … ve Ak Sigorta’ya karşı açılan davanın kısmen kabulü ile sigorta şirketi olan davalı …’nın zorunlu mali mesuliyet sorumluluk sigortasındaki teminat limiti olan 10.000,00-TL ile sınırlı sorumlu olması kayıt ve şartı ile talep miktarı ile bağlı kalınarak 2.000,00-TL maddi tazminatın davalılardan 11.07.2008 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, davalı ….’nin zorunlu mali mesuliyet sorumluluk sigortasındaki teminat limiti olan 10.000,00-TL ile sınırlı sorumlu olması kayıt ve şartı ile 4.470,29-Euro zararın 4.439,93-Euro’sunun davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine, geriye kalan 30,36-Euro’dan davalı … şirketinin sorumlu olması kaydı ile bu davalıdan alınarak davacıya verilmesine, 4.470,29-Euro alacağa 11.07.2008 tarihinden itibaren işleyecek devlet Bankalarının Euro ile açılmış bir yıl vadeli mevduat hesabına ödediği en yüksek faiz ile tahsiline, fiili ödeme günündeki kur üzerinden ödeme yapılmasına, karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, mahkemece, uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına,delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, bozma ile kesinleşen yönlere ilişkin inceleme yapılmasının mümkün olmamasına göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 146,03 TL fazla alınan temyiz peşin harcının davacıya geri verilmesine, 25/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SINAVA GİRİŞ ÜCRETİNİN BANKA ÇALIŞANINA BİLDİRMESİNE RAĞMEN, ÇALIŞAN TARAFINDAN SINAV ÜCRETİNİN BAŞKA HESABA YATIRILMASI MANEVİ TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
Esas No:2016/4156
Karar No:2016/4233

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen davada …. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 29/05/2014 tarih ve 2013/214-2014/217 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili; müvekkilinin … giriş sınavına yatırması gereken sınav ücretinin, davalı banka personeli … tarafından …’nin başka bir hesabına yatırıldığını ve bu nedenle müvekkilinin mülakatı geçmesine rağmen yazılı sınava giremediğini, ayrıca gelecek dönem içinde yaşının geçmesi nedeniyle sınav şansının kalmadığını, davalıların hatası nedeniyle müvekkilinin yaptığı emek ve masrafların boşa gittiğini ve manevi olarak büyük hayal kırıklığı ve üzüntü yaşadığını ileri sürerek 15.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili; sınava girecek her adayın yatırmış olduğu ücretle ilgili inceleme ve kontrol etme yükümlülüğünün bulunduğunu, müvekkillerinin olayda bir kusurunun bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre; davacıya … tarafından tebliğ edilen ve sınav ücretinin yatırılacağı bankaların adının bulunduğu tebliğ belgesinde açıkça “sınav ücretini yatıran adayların banka şubesinden ayrılmadan önce kendilerine verilen banka dekontunu dikkatle incelemeleri, bilgilerinde yanlışlık yoksa, bankadan ayrılmaları, yanlışlık varsa mutlaka düzelttirerek bankadan ayrılmaları” hususunda ihtaratın mevcut olduğu, davalı banka tarafından davacıya verilen dekontun orta kısmında büyük harflerle “…. … Ödemesi” yazılı olduğu, bu durumda tüm kusurun davacıda olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, banka çalışanının dikkatsiz ve özensiz davranması sonucu uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemine ilişkindir. Davacının … sınavı için giriş ücreti yatıracağını davalı banka çalışanına bildirmesine rağmen, çalışan tarafından sınav ücretinin …’nin DGS hesabına yatırıldığı hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu durumda bir güven kurumu olarak basiretli tacir gibi davranması gereken davalı bankanın, objektif özen yükümlülüğünün yerine getirilmemesinden kaynaklanan hafif kusurlardan dahi sorumluluğu bulunmakta olup, banka çalışanı tarafından dava konusu ücretin yanlış hesaba yatırılmasından da sorumludur. Buna karşılık, davalı banka çalışanı …’ün de davacıya karşı haksız fiil hükümlerine göre sorumlu olduğunun kabulü gerekir. Ayrıca, davacı da kendisi için önemli olan böyle bir sınav nedeniyle banka tarafından verilen dekontu kontrol etmediği için kusurludur. Bu durumda, mahkemece, tarafların kusur oranı belirlenerek sonucuna göre hakkaniyete uygun manevi tazminata karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde tüm kusuru davacıya yükleyerek davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 18/04/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

İŞ KAZASINDA MANEVİ TAZMİNAT – MADDİ TAZMİNAT HESABINDA ÜCRET ARAŞTIRMASI – HESAPLAMADA EVLENME OLASILIĞININ HESAP TARİHİNE GÖRE BELİRLENMESİ

T.C.
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi

ESAS NO:2012/16867
KARAR NO:2013/12817

Davacıların maddi tazminat istemlerinin reddi, katsayı değişikliklerine bağlı olarak, sigorta tahsisleri peşin sermaye değerlerindeki artışlardan kaynaklanmakta olup, davacıların dava açarken bu hususu bilebilmeleri mümkün olmadığına göre, maddi tazminat istemelerinin reddi nedeniyle davalı yararına avukatlık ücreti tayini hatalı olmuştur.56

Davacı, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatının ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda;ilamda yazılı nedenlerle 88.825, 70 maddi ve manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine ilişkin hükmün süresi içinde tem-yizen incelenmesi davacılar vekilince duruşmalı temyiz edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 18/06/2013 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davacılar T. ve vekili Av. İ. ile karşı taraf N. Plastik Sanayi ve Ticaret Aş. Vekili Av. B. geldiler. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatların sözlü açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakim tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği konuşulup düşünüldü, ve aşağıdaki karar tespit edildi.

KARAR

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere, temyizin kapsamına ve temyiz nedenlerine göre, davacıların aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,

2- Dava 14.11.2007 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu ölen sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece sigortalının asgari ücret ile çalıştığı kabul edilerek yapılan hesaplama hükme esas alınmak suretiyle davacılardan T. Bakımından maddi tazminat isteminin kısmen kabulüne, davacı M’nin maddi zararının sigorta tahsisleri peşin sermaye değeri ile karşılandığından maddi tazminat isteminin reddine, davacı eş ve çocuklar ile anne bakımından manevi tazminat isteminin reddine, davacı eş ve çocuklar ile anne bakımından manevi tazminat isteminin kısmen kabulüne, davacı kardeşlerin manevi tazminat isteminin ise reddine karar verilmiş ve bu karar süresinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yerel mahkemece verilen karar aşağıda açıklanan nedenlerle hatalı olmuştur.

Davacılar murisinin ölümüyle sonuçlanan iş kazasında sigortalının %25 davalı işveren ile üretim müdürü ve vardiya amiri oldukları anlaşılan davalıların ise toplam olarak %75 oranında kusurlu olduğu dosya içeriğinden anlaşılmaktadır.

Gerek mülga BK’nın 47 ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı TBK’nın 56. maddesi hükmüne göre, Hakim: ölenin yakınlarına da manevi olarak uygun bir miktar paranın ödenmesine karar verebilir. Hakimin manevi zarar adı ile ölenin yakınlarına verilmesine karar vereceği para tutarı adalete uygun olmalıdır. Hükmedilecek bu para, zarara uğrayanda manevi huzuru doğurmayı gerçekleştirecek tazminata benzer bir fonksiyonu olan özgün bir nitelik taşır.Bir ceza olmadığı gibi, mamelek hukukuna ilişkin zararın karşılanmasını da amaç edinmemiştir. O halde, bu tazminatın sırrı onun amacına göre belirlenmelidir. Takdir edilecek miktar, mevcut halde elde edilmek istenilen tatmin duygusunun etkisine ulaşmak için gerekli olan kadar olmalıdır. 26.06.1966 günlü ve 7/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’nın gerekçesinde takdir olunacak manevi tazminatın tutarını etkileyecek özel hal ve şerler da açıkça gösterilmiştir. Bunlar her olaya göre değişebileceğinden hakim bu konuda takdir hakkını kullanırken ona etkili olan nedenleri de karar yerinde objektif ölçülere göre isabetli bir biçimde göstermelidir.

Manevi tazminatının tutarını belirleme görevi hakimin takdirine bırakılmış ise de hükmedilen tutarın uğranılan manevi zararla orantılı, duyulan üzüntüyü hafifletici olması gerekir

Hakimin bu takdir hakkını kullanırken, ülkenin ekonomik koşulları tarafların sosyal ve ekonomik durumları paranın satın alma gücü, tarafların kusur durumu olayın ağırlığı olay tarihi gibi özellikleri göz önünde tutması, bunun yanında olayın işverenin sağlığı ve güvenliği önlemlerini yeterince alınmamasından kaynaklandığı da gözetilerek gelişen hukuktaki yaklaşıma da uygun olarak tatmin duygusu yanında caydırıcılık uyandıran oranda manevi tazminat takdir edilmesi gerektiği açıkça ortadadır. (HGK 23.6.2004, 13/291-370)

Bu ilkeler gözetildiğinde davacı eş yararına hüküm altına alınan 30.000, 00 TL ise davacı çocuklar ile anneden her biri yararına hüküm altına alınan 15.000, 00 ‘er TL manevi tazminatın az olduğu açıkça belli olmaktadır. Öte yandan davacı kardeşlerin, sigortalının ölümü nedeniyle, manevi tazminatların az takdiri ve nenleri açıklanmaksızın kardeşlerin manevi tazminat istemlerinin reddi suretiyle yazılı şekilde hüküm kurması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

Maddi Tazminata gelince:

Mahkemece davacının asgari ücret ile çalıştığının kabul edilmesi hali için hak sahiplerinin şıkkı hükme esas alınmış ise de varılan bu sonuç hatalı olmuştur.

İş kazası sonucu ölüm nedeniyle hak sahiplerinin maddi tazminatlarının hesaplanmasında, gerçek ücretin esas alınması koşuldur, gerçek ücret ise; işçinin kıdemi ve yaptı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücret olup, işyeri veya sigorta kayıtlarına geçmiş ücret değildir. Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşleri bu doğrultudadır.

Somut olayda, davacının baskı makine operatörü olduğu dosyadaki bilgi ve belgelerden anlaşılmaktadır.Bu vasıftaki bir işçinin asgari ücretle çalışmasının hayatın olağan akışına ve yaşam deneyimlerine uygun düşmeyeceği açık-seçiktir. Öte yandan sigortalının yaşı ve mesleki kıdemi de dikkate alındığında asgari ücretin 1.824 katı ücretle çalıştığının kabul edilmek suretiyle hak sahiplerinin tazminatlarının hesaplandığı dosya içerisindeki bilgi ve belgelere uygun olduğu ortadadır.Hal böyle olunca 09.02.2012 tarihli hesap raporunun “B” şıkkındaki hesaplama esas alınarak hak sahiplerinin maddi tazminatlarının belirlenmesi gerekirken, asgari ücretle hesaplamanın yapıldığı “A” şıkkının davacıların tazminatlarının belirlenmesinde esas alınmak suretiyle sonuca gidilmesi usul ve yasaya aykırı olmuştur.

Maddi tazminatın hesaplanması sırasında davacı eşin yaşı, çocuk yasası, sosyal durumu dikkate alınarak ilerde evlenmesi ihtimali bulunmakta ise bir miktar indirim yapılması gerektiği Dairemizin ve giderek Yargıtay’ın yerleşmiş görüşlerindendir. Mahkemece hükme esas alınan hesap raporunda sağ eşin evlenme şansının bulunduğunun kabulü ile indirime gidilmesi isabetlidir. Ne var ki davacı eşin hesap tarihinde halen evlenmediği ortadadır. Hal böyle olunca sağ eşin yeniden evlenme ihtimalinin hesap tarihindeki yaşı dikkate alınarak belirlenmesi ve buna göre indirime gidilmesi yerine, olay tarihindeki yaşı dikkate alınmak suretiyle yeniden evlenme ihtimalinin yüksek belirlenmesi isabetsiz olmuştur.

Davanın kısmen kabulü ve kısmen reddi nedeniyle, yargılama giderleri bölüşülürken davacı tarafça yatırılan başvurma harcı ve peşin harcın da kabul ve ret oranında bölüştürülmesi isabetsizdir.Gerçekten iki tarafın kısmen haklı çıkması halinde yargılama giderlerinin paylaştırılacağına ilişkin HMK’nın 326/5 (HUMK’un 417/1) maddesindeki düzenleme yargılama harçları için uygulanamaz. Çünkü davanın reddi hariç harç daima davalıya yüklenir. Zira harç zaten haksız çıkılan oranda hüküm olunur.Yani mahkum edilen miktara göre verilir. Bu nedenle davanın kısmen reddi halinde reddedilen dava bölümü için ayrıca ret harcı verilmez.

Mahkemece yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan nedenle BOZULMASINA, davacılar yararına takdir edilen 990.00 TL duruşma Avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine 18.06.2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI SONUCU ÖLÜM- RÜCUAN TAZMİNAT- ZAMANAŞIMI SÜRESİ

T.C
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4200
KARAR:2018/6587

“İçtihat Metni”

Mahkemesi :İş Mahkemesi

Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davacı Kurumun sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
Dava, 27.04.2001 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat eden sigortalının haksahiplerine bağlanan gelirden oluşan Kurum zararının rücuan tahsili istemine ilişkin olup davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 26. maddesidir.
Öncelikle zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalabilmesini ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edebilme özelliği”ni ortadan kaldırır. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünden, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu da incelemesi mümkün değildir. Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ve inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölüme ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamında gelir. Kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kısım için zamanaşımını kesmez. Zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilir. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 23.10.2002 tarih, E: 2002/10-895, K: 2002/838; 05.03.2003 tarih, E: 2003/9-80, K: 2003/130; 12.07.2006 tarih, E: 2006/4-518, K: 2006/526 sayılı kararları)
506 sayılı Kanun’un 26’ncı maddesinde üçüncü kişiler aleyhine açılan rücu davalarının tabi olduğu zamanaşımı süresine ilişkin açık hüküm bulunmamaktadır. Üçüncü kişi ile sigortalı arasında akdi bir ilişki de söz konusu değildir. Ancak anılan maddenin ikinci fıkrasında Borçlar Kanunu’na yollamada bulunulmuştur. Hal böyle olunca; üçüncü kişiler aleyhine açılan davalar dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun 60’ıncı maddesinde gösterilen bir ve on yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Zamanaşımı başlangıcı ise; “zarar ve faile ıttıla” tarihidir. Bilindiği üzere zarar ve faile ıttılanın birlikte gerçekleşmesi gerekmekte olup, sadece birinin gerçekleşmesi bir yıllık zamanaşımı süresinin başlaması için yeterli değildir. Zarara ve faile ıttıla, Kurumun yetkili organının ıttılaı olduğundan, zararın ıttıla tarihi sigortalı ya da hak sahibine bağlanan gelirler yönünden tahsis onay tarihi, masraf ve ödemeler yönünden sarf ve ödeme tarihidir. Faile ıttılanın ise özel bir duyarlılıkla araştırılıp incelenmesi gerekmektedir. Uygulamada, devam eden ceza davasında verilen mahkûmiyet kararının kesinleştiği tarih, (hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi halinde kesinleşme tarihi)Kurum sigorta müfettişi veya Çalışma Bakanlığı iş müfettişi raporunun Kurumun yetkili makamlarına intikal tarihi ya da ilk rücu davasının açıldığı tarih, faile ıttıla tarihi olarak kabul edilmektedir.
Şüphesiz Kurumun işveren aleyhine açtığı rücu davalarında zamanaşımı süresi Borçlar Kanunu’nun 125. maddesi delaletiyle 10 yıl olup işbu zamanaşımı süresinin başlangıcı gelirler yönünden tahsis onay tarihi, masraf ve ödemeler yönünden ise sarf ve ödeme tarihleridir.
Borcu ortadan kaldırmamakla birlikte yerine getirmekten kaçınma yetkisi veren zamanaşımı defi, ancak bunu ileri süren taraf yönünden sonuç doğurmakta olup, bir başka anlatımla, mahkemece kendiliğinden gözetilemeyen ancak yasal süre içerisinde ileri sürüldüğü takdirde değerlendirilmesi gerekir.
Mahkemece, davalı … Aktaş yönünden zamanaşımının dolduğu bu sebepten verilen red kararı yerindeyse de işveren yönünden hizmet akdine dayalı zamanaşımı 10 yıl olup zamanaşımı süresinin dolmadığı gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, davacı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 17/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ARAÇ MALİKİ VE İŞLETENİN FARKLI OLDUĞU DURUMLARDA ADİ YAZILI SÖZLEŞME YETERLİ OLMAYIP, FARKLILIĞI İNANDIRICI BAŞKA DELİLLERLE DE KANITLANMASI GEREKİR.

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/18685
KARAR:2018/10272

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasında görülen tazminat davasının yapılan yargılaması sonucunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine dair verilen hükmün süresi içinde davalı … vekili ve davalı … Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, 02/12/2009 tarihinde müvekkili yönetimindeki araç ile davalılardan Volkan yönetimindeki aracın çarpışması sonucu meydana gelen kazada davalı …’ın tam kusurlu olduğunu, kaza sırasında müvekkilinin ağır yaralandığını ve kırıklar oluştuğunu, uzun süre tedavi gördüğünü, en az 4 ay çalışamadığını belirterek kazanç kaybı, araç bedeli ve tedavi giderleri yönünden fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 1.000,00 TL maddi tazminatın … şirketi poliçe teminat limiti ile sınırlı olmak üzere davalılardan müştereken ve müteselsilen, 10.000,00 TL manevi tazminatın davalılar … ve … Tic. Ltd. Şti’den olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davacı vekili, 27.02.2014 havale tarihli ıslah dilekçesi ile bilirkişi raporu doğrultusunda maddi tazminat talebini 1.319,65 TL olarak ıslah ettiklerini belirterek, maddi manevi tazminat taleplerine olay tarihinden itibaren faiz işletilmesini talep etmiş, talebine ilişkin ıslah harcını aynı gün yatırmıştır.

Davalı şirket vekili, müvekkilinin motorlu araç kiralama hizmeti veren firma olduğunu, kazaya karışan … plakalı aracın müvekkili şirket adına kayıtlı olduğunu, 17/11/2009 tarihinde 12 ay süre ile … AŞ’ye kiralandığını ve 17/11/2009 tarihinde aracın teslim edildiğini, araç kiralama bedelinin ilk ödemesinin fatura karşılığı kiracı tarafından yapıldığını, kira sözleşmesi ile ilgili vergi dairesine karşı yükümlülük yerine getirilerek sözleşmenin vergisinin yatırıldığını, kaza tarihinde aracın fiili hakimiyetinin kiracı şirkette olduğunu ve bu şirketin işleten sıfatıyla sorumlu olduğunu belirterek davanın kiracıya ihbarını ve neticede kendileri hakkında husumet yokluğundan davanın reddini talep etmiştir.

Davalı … vekili, kaza nedeniyle hasar dosyası açıldığını, araca pert total işlemi yapıldığını ve kusur oranına göre belirlenen 6.750,00 TL’nin davacı tarafa ödendiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … vekili, kazada kusuru bulunmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Dava, … AŞ’ye ihbar edilmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davanın kısmen kabul kısmen reddi ile, 819,65 TL maddi tazminatın davalılardan, 3.000,00 TL manevi tazminatın davalılar … ve Neziroğulları Ltd Şti’nden olay tarihi olan 02/12/2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile alınarak davacıya verilmesine, fazlaya dair taleplerinin reddine, dair karar verilmiş, hüküm, davalı … vekili ve davalı … Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından ayrı ayrı temyiz edilmiştir.

1-6100 Sayılı HMK.’nun geçici 3/2. maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK.’nun 427. maddesinde öngörülen kesinlik sınırı 01.01.2014 tarihinden itibaren 1.890,00 TL’ye çıkarılmıştır.

Temyize konu karar anılan yasanın yürürlüğünden sonra verilmiş olup davacı lehine hükmedilen 819,65 TL maddi tazminata dair karar kesin niteliktedir. Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 1.6.1990 gün 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca …’ca da temyiz isteminin reddine karar verilebileceğinden davalı … vekilinin davacı lehine hükmedilen maddi tazminata ilişkin temyiz dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, özellikle, ceza yargılaması sırasında alınan bilirkişi raporundaki kusur dağılımının oluşa ve dosya içeriğine uygun bulunmasına ve manevi tazminatın takdirinde B.K.nun 47.maddesindeki özel haller dikkate alınarak hak ve nasafet kuralları çerçevesinde hüküm kurulmuş olmasına göre, davalı … vekilinin davacı lehine hükmedilen manevi tazminat yönünden yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

3-Davalı … Tic. Ltd. Şti. vekilinin temyiz itirazları yönünden;

Dosyaya ibraz edilen 07.11.2009 tarihli kira sözleşmesine göre davalı … Tic. Ltd. Şti. ile … A.Ş. isimli firma arasında 12 aylığına 3 adet 0 km Renault yeni Symbol aracın aylık 3.270,00 TL+KDV karşılığında kiralandığı savunulmuştur.

2918 sayılı …’nin 3.maddesi gereği; İşleten: Araç sahibi olan veya mülkiyeti muhafaza kaydıyla satışta alıcı sıfatıyla sicilde kayıtlı görülen veya aracın uzun süreli kiralama, ariyet veya rehni gibi hallerde kiracı, ariyet veya rehin alan kişidir. Ancak ilgili tarafından başka bir kişinin aracı kendi hesabına ve tehlikesi kendisine ait olmak üzere işlettiği ve araç üzerinde fiili tasarrufu bulunduğu ispat edilirse, bu kimse işleten sayılır.

Trafik kazası sonucu 3.kişilerin zarar görmesi halinde taraflar arasında geçerli sayılabilecek sözleşmelere mutlak geçerlilik tanımak uygun düşmez. Noter onayı bulunmayan ve taraflarca her zaman tanzimi mümkün olan kira sözleşmesinin zarar gören kişilerin haklarını tehlikeye düşürmesi mümkün bulunduğundan araç maliki ve işleten olduğu iddia edilen kişinin farklı olduğu durumlarda bu farklılığın kabulü için sözleşme yeterli olmayıp, farklılığı inandırıcı başka delillerle de kanıtlanması gerekir.

Davalı … Tic. Ltd. Şti vekili cevap dilekçesinin ekinde ayrıca dosyaya Temlik Teyidi, 17.11.2009 tarihli … plakalı araç ile ilgili “Kiralanan Araç Teslim Formu”, 17.11.2009 tarihli ve 01.12.2009 tarihli davalı … Tic. Ltd. Şti. tarafından dava dışı … isimli firmaya düzenlenen faturalar ve … Vergi Dairesi Müdürlüğüne 2009 Kasım ayı için damga vergisine esas düzenlenen beyan mevcut olup, davalı … Tic. Ltd. Şti. vekilinin savunmasına ilişkin olarak davalı tarafın delilleri usulen toplandıktan sonra sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.

O halde mahkemece yapılacak iş; yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerde göz önünde bulundurularak, davalı taraf aracı üzerinde fiili hakimiyet ve ekonomik yararlanmanın kime ait olduğu, kira sözleşmesinin ve kira bedelinin maliye ve vergi Dairelerine bildirilip bildirilmediği, ibraz edilen sözleşme yükümlülüklerinin kim tarafından yerine getirildiği, gerektiğinde işleten ve kiracının varsa ticari defter ve kayıtları üzerinde bilirkişi marifetiyle inceleme yaptırılmak suretiyle kira sözleşmesinin, fatura, ruhsat, cari hesap hareketleri gibi yan delillerle desteklenip desteklenmediği, işletenlik sıfatının kimde bulunduğu, hususları tartışılarak varılacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin davacı lehine hükmedilen maddi tazminata ilişkin temyiz dilekçesinin mahkeme hükmünün kesin olması nedeniyle REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin davacı lehine hükmedilen manevi tazminata ilişkin tüm temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … Tic. Ltd. Şti. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, aşağıda dökümü yazılı 139,00 TL kalan onama harcının temyiz eden davalı …’den alınmasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalı… Tic. Ltd. Şti’ne geri verilmesine 07/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

USUL EKONOMİSİ GEREĞİNCE BİRLİKTE DAVA AÇAN İHTİYARİ DAVA ARKADAŞLARI İÇİN HER BİR DAVACI YÖNÜNDEN HÜKMEDİLEN TAZMİNAT MİKTARINA GÖRE AYRI AYRI VEKALET ÜCRETİ TAKDİR EDİLMESİ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/1067
KARAR:2018/10916

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki maddi tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne ilişkin verilen hüküm davacılar vekili ve katılma yoluyla davalı vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacılar vekili, 08/11/2012 tarihinde dava dışı … sevk ve idaresindeki kamyonet ile meydana gelen tek taraflı trafik kazasında davacı …’nin eşi, davacı …’ın oğlu ve diğer davacıların babası olan yolcu … nin vefat ettiğini, kazanın oluşumunda sürücünün kusurlu olduğunu, davacıların destekten yoksun kaldıklarını, aracın trafik sigorta poliçesinin bulunmadığını, davalıya ihtarnamenin 26.12.2012 tarihinde tebliğ edildiğini, yapılan başvurunun sonuçsuz kaldığını beyanla şimdilik davacı eş için 500,00 TL, diğer davacılar için 100,00’er TL destekten yoksun kalma tazminatının 8 iş günü sonrası olan 09.01.2013 tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, kusura itiraz ederek davacılar tarafından noksan belgelerin ikmali yapılmadığı için ödeme yapılmadığını beyanla davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; iddia, savunma, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davacının davasının ıslah edilen değer ile birlikte kabulü ile 114.461,86 TL’nin davalıdan tahsiline, bu bedelden 1.000,00 TL’sine dava tarihinden itibaren ıslah edilen 113.461,86 TL’sine ıslah tarihi 26.05.2015 tarihi itibariyle avans faizi uygulanmasına, dosyada talep edilen dava dilekçesindeki ve ıslah edilen dilekçe kapsamındaki istemler doğrultusunda 1.000,00 TL’den 500,00 TL’sinin davacı …, 100,00’er TL’sinin Ramazan, Serdar, Hasan, Yılmaz ve Baba … için, 79.020,12 TL’sinin Fadime, 1.962,87 TL’sinin Ramazan, 3.664,66 TL’sinin Serdar, 8.573,67 TL’sinin Hasan, 13.214,92 TL’sinin Yılmaz, 8.025,62 TL’sinin davacı baba … yönünden takdirine karar verilmiş; hüküm davacılar vekili ve katılma yoluyla davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde, özellikle oluşa uygun olarak düzenlenen uzman bilirkişi raporunda belirtilen kusur oranının ve maddi tazminata ilişkin hesaplamanın hükme esas alınmasında bir usulsüzlük bulunmamasına ve karar başlığında dava tarihinin 09.01.2013 olarak yazılması gerekirken mahallinde düzeltilebilir hata olmasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, trafik kazası sonucunda ölüm nedeni ile yakınlarının maddi tazminat istemine ilişkindir. Davacılar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmadığı, aralarında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunanların usul ekonomisi ilkesi dikkate alınarak birlikte dava açtıkları durumda da esasen birden fazla dava olduğu dikkate alınarak; her bir davacı yönünden lehine hükmedilen tazminat miktarına göre kendisini vekille temsil ettiren davacı lehine ayrı ayrı vekalet ücreti takdir edilmesi gerekmektedir.
Somut olayda; mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş; davacılar yararına toplam miktar üzerinden tek 11.556,95 TL vekalet ücreti belirlenmiş, yine davacı taraf dava dilekçesine ve ıslah dilekçesine konu ettiği bedeller için sigorta şirketine başvuru tarihinden itibaren 8 iş günü sonrası olan 09.09.2013 için temerrüt faizine karar verilmesini talep etmiş; mahkemece, dava dilekçesindeki bedel için dava ve ıslah dilekçesindeki bedel için ıslah tarihinden geçerli olmak üzere temerrüt faizine karar vermiştir. Davacı tarafın talebine göre; tüm tazminata dava tarihinden faiz yürütülmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değil ise de bu yanılgıların giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, hükmün 6100 sayılı HMK.nun geçici 3/2 maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK.’nun 438/7.maddesi uyarınca düzeltilerek onanması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün 1 numaralı bendinde “bu bedelden 1.000,00 TL’sine dava tarihinden itibaren ıslah edilen 113.461,86 TL’sine ıslah tarihi 26.05.2015 tarihi itibariyle avans faizi uygulanmasına,” ibaresinin çıkarılarak yerine “hükmedilen bedellere dava tarihinden itibaren avans faizi uygulanmasına” ibaresinin eklenmesine, hükmün 2 numaralı bendinde yer alan “1.000,00 TL’den 500,00 TL’sinin davacı …, 100,00’er TL’sinin Ramazan, Serdar, Hasan, Yılmaz ve Baba … için” ibaresinin çıkarılmasına, hükmün 3 numaralı bendinde yer alan “11.556,95 TL vekalet ücretinin” ibaresinin çıkarılarak yerine “davacı … için 8.992,21 TL vekalet ücretinin, davacı … için 1.500,00 TL vekalet ücretinin, davacı … için 1.500,00 TL vekalet ücretinin, davacı … için 1.500,00 TL vekalet ücretinin, davacı … için 1.585,79 TL vekalet ücretinin, davacı baba Ramazan için 1.500,00 TL vekalet ücretinin” ibaresinin yazılmasına ve hükmün bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine, aşağıda dökümü yazılı 5.864,17 TL kalan onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına 20/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI – ALACAKLI BORÇLU SIFATININ BİRLEŞMESİ – YÜZDE YÜZ TAM KUSUR

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/3682
KARAR: 2018/12746

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacılar (vasisi) vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

K A R A R

Davacı vekili, müvekkilerinin murisi … ‘ün 30/03/2007 tarihinde (sigorta poliçesi olmayan) … plakalı araç ile … plakalı araca çarparak kaza yapması sonucunda vefat ettiğini, vefat nedeniyle … ve …’ın babalarının desteğinden yoksun kaldıklarını, talep edilen destek zararının, ölenin değil üçüncü kişi durumundaki destek tazminatı isteklilerinin zararı olup salt miras yolu ile geçen bir hak olmadığını, doğrudan davacılar üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki kusurun davacılara yansıtılamayacağını belirterek ve fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak çocuklar … için 5.000,00 TL ve … için 5.000,00 TL olmak üzere toplam 10.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının olay tarihinden itibaren avans faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, yargılama sırasında talebini yükseltmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının desteği/muris … l’ün kazanın oluşumunda tam kusurlu olduğu, alacaklı ve borçlu sıfatlarının aynı kişide birleşmesi nedeniyle borçluluk durumunun sona ereceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm davacılar (vasisi) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davacılar murisinin trafik kazası sonucunda ölümü nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Davacı taraf, çift taraflı kazada ölen murisinin desteğinden yoksun kaldığını iddia ederek tazminat isteminde bulunmaktadır. Davacıların talebi ve iddia ettikleri zarar, ölenin mirasçısı sıfatlarına değil, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatına dayanmaktadır. Dolayısıyla, davacıların ölenin mirasçısı sıfatına dayanmayan, doğrudan davacılar üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki desteğin kusuru davacılara yansıtılamayacak, sürücü desteğin tam kusurlu olması, onun desteğinden yoksun kalan davacıları etkilemeyecektir (HGK’nın 15.6.2011 gün 2011/17-142 E 411 K, 22.2.2012 gün 2011/17-787 E 2012/92 K, 16.1.2013 gün ve 2012/17-1491 E 2013/74 K sayılı ilamları uyarınca).
Bu durum karşısında; davacıların, zarar gören 3. kişi sıfatına dayanan zarar giderim talebi nedeniyle davacılar desteğinin kazadaki kusurunun davacılara yansıtılamayacağı, desteğin idaresindeki aracın ZMSS poliçesi bulunmadığı için davalı …’nın zarardan sorumlu olduğu, davalının ödeme yapması halinde de davacılara rücu imkanının bulunmadığı, hususları gözetilerek; işin esasının incelenmesi ve davacıların tazminat talebinin değerlendirilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ve hatalı gerekçeyle yazılı olduğu şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacılar (vasisi) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 25/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞ KAZASI- DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI- KUSUR TESPİTİ-ASIL İŞVEREN ALT İŞVEREN

T.C
YAGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/4965
KARAR:2018/9455

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Davacılar, murisinin iş kazası sonucu ………ünden doğan maddi ve manevi ……ın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.
Hükmün davacılar ve davalılardan … ile … vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar verildi.

K A R A R

Dosyadaki yazılara, kanuni gerektirici sebeplere, temyiz kapsamına ve nedenlerine göre davalı … ve …… Çağlar vekillerinin tüm, davacılar vekilinin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar verilmiştir.
Dava, iş kazası sonucu vefat eden …lının ……… ile iki …… adına maddi ve manevi zararların giderilmesi istemine ilişkindir.
Mahkemenin 23/06/2017 tarih 2012/69 esas 2017/486 karar sayılı hükmünde, davacı …… yönünden maddi …… talebinin reddine, 75.000,00TL manevi …… talebinin kabulüne; davacı anne için 25.000,00TL maddi, 75,000,00TL manevi ……ın kabulüne; davacı iki kardeşten her biri lehine 15,000,00TL manevi ……ın davalılar …… ve ……’dan müteselsilen tahsiline hükmedilmiş; davalı …… …… AŞ yönünden ise işin tümüyle devri ve bu işte kendi işçilerini çalıştırmadığı gerekçeleri ile davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda;
1-Mahkemece, davacı ……ya ……… Kurumu tarafından gelir bağlanmadığından bahisle destek olgusu ispat edilemediği gerekçesi ile maddi …… istemlerinin reddine karar verilmiştir.
Yargıtay ……… Büyük Genel Kurulu’nun 22/06/2018 tarih 2016/5 E – 2018/6 sayılı kararında, ………nun haksız fiil ve veya akde aykırılık sonucu ölmesi nedeniyle açtığı destekten yoksun kalma ……ı davalarında, destek ilişkisinin varlığının ispatı için ……’dan gelir bağlanması şartının aranmayacağı, destekten yoksun kalma ……ı davalarında çocukların …… ve/veya ……ya destek olduklarının karine olarak kabulünün gerektiği kabul edilmiştir.
Destekten yoksun kalma ……ı; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 53. maddesinin 3. bendinde düzenlenmiş olup, “……… halinde ……in desteğinden yoksun kalan kişilerin bu sebeple uğradıkları kayıpların tazmini gerekmektedir”. Bu maddeye göre, haksız fiilin doğrudan doğruya muhatabı olmayan, ancak bu haksız fiil nedeniyle ortaya çıkan ……… olayından zarar gören ya da ileride zarar görmesi güçlü olasılık içinde bulunan kimselere …… hakkı tanınmıştır.
……… Kararının gerekçesine göre; ”Destekten yoksun kalma ……ının doğumu için destek ile …… talebinde bulunan kişi arasında bir destek ilişkisi bulunmalıdır. Burada bahsedilen destek ilişkisi hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar. Destek ilişkisinin varlığında destek olunanın ihtiyaçlarının sürekli ve düzenli olarak karşılanması yer almaktadır. Burada ifade edilmek istenen süreklilik ve düzenlilik hali yardımın belirlenen zamanlarda ve belirli miktarlarda yapılması değil, eğer destek ölmeseydi yardımların devam edeceğine dair bir beklentinin bulunmasıdır. Eğer yardım devamlı destek saiki ile değil de, tek seferlik, geçici, düzensiz ya da gelişigüzel zamanlarda yapılıyor ve ileride yardımın devam edeceğine dair bir beklenti yaratmıyorsa , bu durumda desteğin sürekli ve düzenli olduğundan bahsetmek mümkün olmayacaktır”.
Türk Borçlar Kanununun ilgili hükümlerinden anlaşıldığı üzere; destekten yoksun kalma ……ının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan yardımdır. Bu ……ın amacı, ……… olayı olmasaydı ……in yardımda bulunduğu kimselere yardımda bulunmaya devam edeceğinin düşünülmesi ve ……… olayının bu süreci kesmesi sonucu destekten yararl……n kimselerin uğradıkları zararın peşin ve toptan şekilde tazmin edilmesi, bu kimselerin ……… olayından önceki durumlarına kavuşturulmasıdır. Eş deyişle amaç; destekten yoksun kalanların, desteğin ………ünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır.
Burada önemle üzerinde durulması gereken husus, …lının destek gücünün, …… ve/veya ……nın destek ihtiyacı ile beklenilen destek şeklinin ve miktarının yaşam deneylerine uygun olması gereğidir.
Öte yandan; …lının iş kazası ve meslek hastalığı nedeniyle ………ü hâlinde …… ve/veya ……ya ……… geliri bağl……bilmesi için 5510 sayılı Kanunun 34/d maddesindeki koşulların gerçekleşmiş olması gerekir. Bu maddeye göre; “Hak sahibi eş ve çocuklardan artan hisse bulunması halinde her türlü kazanç ve irattan elde etmiş olduğu gelirinin asgari ücretin net tutarından daha az olması ve diğer çocuklarından hak kazanılan gelir ve aylıklar hariç olmak üzere gelir ve/veya aylık bağlanmamış olması şartıyla ………ya toplam % 25’i oranında; ………nın 65 yaşın üstünde olması halinde ise artan hisseye bakılmaksızın yukarıdaki şartlarla toplam % 25’i, oranında aylık bağlanır”.
……… Kurumu tarafından iş kazası veya meslek hastalığı sonucu …lının ………ü nedeniyle gelir bağlanması halinde; yapılan ödemeler ve bağl……n gelirin Türk Borçlar Kanununun 55. maddesine göre Kurum tarafından rücu edilebilen kısmı belirlenen destekten yoksun kalma zararından indirilecektir.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 50. maddesi hükmüne göre; “Zarar gören, zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Uğranılan zararın miktarı tam olarak ispat edilemiyorsa hâkim, olayların olağan akışını ve zarar görenin aldığı önlemleri göz önünde tutarak, zararın miktarını hakkaniyete uygun olarak belirler”.
Türk Borçlar Kanunu’nun 51. maddesine göre ise; “Hâkim, ……ın kapsamını ve ödenme biçimini, durumun gereğini ve özellikle kusurun ağırlığını göz önüne alarak belirler”.
………ya ……… geliri bağlanıp bağlanmaması, destek ilişkisinin varlığı yönünden olmasa da ……ın belirlenmesi noktasında dikkate alınmalıdır. Zira asgari ücretin altında geliri bulunan ve ……… Kurumunca gelir bağl……n …… ve/veya ……nın destek ihtiyacının bulunduğu ve …… …lının maddi destekte bulunduğunun karine olarak kabulü gerektiği Dairemizin yerleşmiş görüşlerindendir.
Kurumca gelir bağlanmayan davacı …… ve/veya ……ya …lının fiili desteği kanıtlanmadan, …lının gelirinden bir b………ünün pay olarak ayrılacağının kabulü, ……in desteğinden fiilen yararl……n eş ve çocukların destek zararlarının karşıl……maması sonucunu doğurur.
Bakım gücü-bakım ihtiyacı; bu konuda önemli olan, kimlerin yardımcı, kimlerin yardım gören olabilmeye elverişli oldukları değildir; somut olaylar ve belirli kişiler bakımından geleceğe uz……cak ve gelecekte dahi mümkün olabilecek biçimde kimlerin gerçekten yardımcı, kimlerin yardım gören olduklarıdır. Yardımcı (=destek) kavramı, bakım gücünü; yardım gören kavramı ise bakım ihtiyacını gerektirdiğinden, şayet bakım gücü yoksa destekten; bakım ihtiyacı mevcut değilse, yardım görenden söz edilemez. Bundan başka aradaki sıkı ilişki dolayısıyla birinin yokluğu durumunda diğerinin varlığı da düşünülemez. Bu yönden, destekten yoksun kalma davasında davalı taraf, bakım gücü ve bakım ihtiyacının olayda var olmadığını savunabilir. Tazmin alacaklısı sıfatiyle dava açmış olan davacı, yaşam deneyimleri ve olayların olağan yürüyüşü nedeniyle ispat yükünün yer değiştirmesi durumu söz konusu bulunmadıkça bakım gücünü ve bakım ihtiyacını ispat zorundadır (…… Çenberci, İş Kanunu Şerhi-1978 ……, shf 846 ve devamı).
Bu durumda; destekten yoksun kalınan zararın belirlenmesinde, …… …lının elde ettiği gelirin miktarına göre destek gücünün kapsamının ne olduğu, sürekli ve düzenli destek olup olmadığı ve davacıların destek ihtiyacının bulunup bulunmadığı varsa bu ihtiyacın ne şekilde karşılandığının dikkate alınması gerekir.
……… Kararında söz edildiği gibi, bakma kavramı; “Para ve para ile ölçülebilecek bir değer olabileceği gibi bir hizmet ifası ve yahut benzeri yardımlar şeklinde olabilir. Bu nedenle, desteğin yardımının yanızca parasal nitelikte olması bakım gücünün varlığı için koşul değildir”. Ancak aksi kanıtlanmadıkça, …lının ileride yapacağı farazi desteklerden olan; ………sının bakım ihtiyacı ileride gerçekleşirse bakım ihtiyacını gidermek, bazen ziyaret etmek, evlerinde yardım etmek, kendilerine alışveriş yapmak, yemek yapmak vs. gibi destekler hesapl……bilir nitelikte değildir.
Somut olaya gelince; Davacı …… için “her türlü kazanç ve irattan elde etmiş olduğu gelirinin asgari ücretin net tutarından daha az olması ve diğer çocuklarından hak kazanılan gelir ve aylıklar hariç olmak üzere gelir ve/veya aylık bağlanmamış olması şartını” taşımadığı gerekçesi ile ……… Kurumunca ……… geliri bağlanmadığı açıktır. Türk Borçlar Kanununun 50. maddesi hükmüne göre; …… …lının gelirinden sürekli destekte bulunduğu ileri sürülüp, Türk Borçlar Kanununun 55. maddesine göre maddi delillerle hesapl……bilir sürekli ve düzenli fiili bir desteğin varlığı da kanıtlanmamıştır.
Bu durumda; Mahkemece, farazi desteğin karine olduğu kabul edilerek, Türk Borçlar Kanununun 50. ve 51. Maddeleri uyarınca, somut olayın özelliğine göre davacı …… ve/veya ……nın birbirlerine desteği ile varsa diğer çocuklarından alabilecekleri destek de dikkate alınarak hakkaniyete uygun makul bir maddi ……a hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
2-Somut olayda uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle asıl işveren-alt işveren kavramlarının açıklanması gerekir.
İş kazalarından kaynakl……n …… davalarının özelliği gereği, kaza tarihinde yürürlükte bulunan İş Kanunu’nun 77. maddesinin öngördüğü koşulları göz önünde tutarak ve özellikle yapılan işin niteliğine göre, işyerinde uygulanması gereken tedbirlerin neler olduğu………Tüzüğü’nün ilgili maddelerinin göz önünde tutulmak suretiyle,incelenmesi,işverenin hangi önlemi almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı, gibi hususlar ayrıntılı bir biçimde incelenmek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranının hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek biçimde belirlenmesi gerekir. (Hukuk Genel Kurulunun 16.06.2004 gün ve 2004/21-365 E.-369 K.sayılı kararı da aynı yöndedir ).
Bu açıklamadan olarak şüphesiz ki tarafların kusur durumu irdelenirken konusunda ehil bilirkişilere olayı inceletmek kadar olaya neden olan tüm saiklerin bir bütün olarak ele alınması ve bu kapsamda da taraflarca ortaya konulan iddia ve savunmalar ile tüm delillerin titizlikle değerlendirilerek kusurun aidiyeti ve oranına dair raporun oluşa uygun olup olmadığının tespiti gerekir. Kusur oranlarının kesin olarak tespiti hem maddi hem de manevi …… miktarını doğrudan etkilemesi bakımından önem taşımaktadır. Zira maddi …… davalarında …lının kazanç kaybının hesaplanmasında davacının kendi kusuru oranında tespit olunan kazanç kaybından indirim yapılacağı gibi yine manevi …… davalarında hükmedilecek miktarının takdirinde tarafların kusur durumu yine mahkemece öncelikle dikkate alınacaktır.
Ayrıca yargılamaya konu ihtilafın sağlıklı biçimde çözülmesi için asıl işveren-alt işveren kavramlarının açıklanmasında fayda bulunmaktadır.
4857 sayılı Kanun’un 2.maddesine göre bir iş sözleşmesine day……rak çalışan gerçek kişiye işçi, işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara işveren, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkiye iş ilişkisi denir.
İş Kanunu’nun 2.maddesinin 7.fıkrasına göre bir işverenden, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin yardımcı işlerinde veya asıl işin bir b………ünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işlerde iş alan ve bu iş için görevlendirdiği işçilerini sadece bu işyerinde aldığı işte çalıştıran diğer işveren ile iş aldığı işveren arasında kurulan ilişkiye asıl işveren-alt işveren ilişkisi denir. Bu ilişkide asıl işveren, alt işverenin işçilerine karşı o işyeri ile ilgili olarak bu Kanundan, iş sözleşmesinden veya alt işverenin taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden doğan yükümlülüklerinden alt işveren ile birlikte sorumludur.
5510 sayılı Kanun’un 12/6.maddesi ile de asıl işveren, bu Kanunun işverene yüklediği yükümlülüklerden dolayı alt işveren ile birlikte sorumlu tutulmuştur.
4857 sayılı Kanun’un 2/7.maddesi ile işçilerin İş Kanunu’ndan, sözleşmeden ve toplu iş sözleşmesinden doğan hakları, 5510 sayılı Kanun’un 12/6.maddesi ile de Kurumun alacakları ve işçinin ……… hakkı daha geniş koruma-güvence altına alınmak istenmiştir. Aksi halde, 4857 veya 5510 sayılı Kanun’dan kaynakl……n yükümlülüklerinden kaçmak isteyen işverenlerin işin b……… veya eklentilerini muvazaalı bir biçimde başka kişilere vermek suretiyle yükümlülüklerinden kaçması mümkün olurdu.
Asıl işveren ile alt işverenin birlikte sorumluluğu “müteselsil sorumluluktur”. Asıl işveren, doğrudan bir hizmet sözleşmesi bulunmamakla birlikte İş Kanunu’nun 2.maddesinin 6.fıkrası gereğince alt işverenin işçilerinin iş kazası veya meslek hastalığı nedeniyle uğrayacakları maddi ve manevi zarardan alt işveren ile birlikte müteselsilen sorumludur. Bu nedenle meslek hastalığına veya iş kazasına uğrayan alt işverenin işçisi veya ………ü halinde mirasçıları …… davasını müteselsil sorumlu olan asıl işveren ve alt işverene karşı birlikte açabilecekleri gibi yalnızca asıl işverene veya alt işverene karşı da açabilirler.
Öte yandan asıl işveren ile alt işveren arasında yapılan sözleşme ile iş kazası veya meslek hastalığına bağlı maddi ve manevi …… sorumluluğunun alt işverene ait olduğunun kararlaştırılması; bu sözleşmenin tarafı olmayan işçi veya mirasçıları da bağlamaz.
Alt işverenden söz edebilmek ve asıl işvereni, aracının borçlarından sorumlu tutabilmek için bir takım zorunlu unsurlar bulunmaktadır.
a) İşyerinde işçi çalıştıran bir asıl işveren bulunmalıdır. …lı çalıştırmayan “işveren” sıfatını kaz……mayacağı için, bu durumdaki kişilerden iş alanlar da aracı sayılmayacak ve anılan madde kapsamında dayanışmalı sorumluluk doğmayacaktır.
b) Bir başka işveren, işyerinde yürüttüğü mal veya hizmet üretimine ilişkin bir işte veya bir işin b……… veya eklentilerinde iş almalı ve …lı çalıştırmalıdır.
c) İşverenlik sıfatını, alınan işte ve o iş nedeniyle …lı çalıştırılması sonucunda kazanmış olması ar……caktır. Bu kişinin diğer bir takım işyerlerinde çalıştırdığı …lılar nedeniyle kazandığı işverenlik sıfatının sonuca etkisi bulunmamaktadır.
d) İşverenden alınan iş, işverenin …lı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir işyeri olarak değerlendirilebilecek nitelikte olmamalıdır, aksi halde iş alan kimse aracı değil, bağımsız işveren niteliğinde bulunacaktır.
e) İşin bütünü başka bir işverene bırakıldığında, iş ……htar teslimi verildiğinde veya işveren kendisi …lı çalıştırmaksızın işi bölerek ihale suretiyle farklı kişilere vermişse, iş sahibi (ihale makamı) Yasanın tanımladığı anlamda asıl işveren olmayacağından, bir alt-üst işveren ilişkisi bulunmayacaktır.
f) Alt işverenin aldığı iş, işverenin asıl işinin b……… ve eklentilerindeki işin bir kesimi yada yardımcı işler kapsamında bulunmalıdır. Asıl işverenden alınan iş, onun …lı çalıştırdığı işe göre ayrı ve bağımsız bir nitelik taşımaktaysa, işi alan kimse alt işveren değil, bağımsız işveren sayılacaktır. Bu noktada belirleyici yön; yapılan işin, diğerinin bütünleyici, yardımcı parçası olup olmadığıdır. İşyerindeki üretimle ilgili olmayan ve asıl işin tamamlayıcısı niteliğinde bulunmayan bir işin üstlenilmesi halinde, alt işverenden söz etme ol……ğı kalmayacak, ortada iki bağımsız işveren bulunacaktır. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 24.05.1995 gün ve 1995/9-273-548 sayılı kararı da aynı yöndedir.)
Bu açıklamalardan yola çıkılarak, davalı …… S……yi AŞ tarafından un fabrikasının yanında çelik konstrüksiyon buğday silosu inşaatında, 17 yaşındaki davacılar murisi çocuk işçinin çalıştırıldığı, sağlık raporunun alınmadığı, iş sağlığı ve güvenliği hususlarında tedbirlerin yeterince alınmadığı, tüm kişisel koruyucu malzemelerin teslimi konusunda ihmallerin bulunduğu, gözetim ve denetim yükümlülüklerini ihlal edildiği anlaşılmakla, davalı …… S……yi AŞ’nin hükme bağl……n ……lardan asıl işveren olarak müteselsilen sorumlu sayılması gerekirken, aksine değerlendirme ile hükme varılması hatalıdır.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözardı edilerek yazılı şekilde karar verilmesi usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacılar vekilinin bu yönlere ilişkin temyiz itirazları kabul edilmelidir ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıkl……n nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edenlerden davacılara iadesine, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz eden davalılar … ve …’a yükletilmesine, 18/12/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ELEKTRİK ÇARPMASI NEDENİYLE YARALANMA- RUHSATSIZ YAPI- ANNE BABANIN GÖZETİMİ VE DENETİM ÖDEVLERİNİ GEREĞİ GİBİ YERİNE GETİRMEMELERİ KÜÇÜĞE KUSUR OLARAK YANSITILAMAZ.

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
BAŞKANLIĞI

ESAS NO : 2017/869
KARAR NO : 2018/12895

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 09/02/2016
NUMARASI : 2012/666-2016/94
DAVACILAR : 1-B.ASLAN, 2- S. ASLAN VEK.AV.SELİM HARTAVİ
DAVALI : …… İL MÜDÜRLÜĞÜ .

Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda; davanın reddine yönelik olarak verilen hüküm, davacılar vekili tarafından duruşma istemli olarak temyiz edilmekle; duruşma günü olarak belirlenen 18/12/2018 tarihinde davacılar vekili Av. Selim Hartavi geldi. Başka gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunan vekilin sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y       K A R A R I

Davacılar; 12/03/2010 tarihinde evlerinin damına çıkan çocukları İslim ve Kadir Aslan’ın binanın yakınından geçmekte olan enerji nakil hattına temas etmeleri nedeniyle yaralandıklarını, vücutlarının çeşitli bölgelerinde kalıcı yanık izleri kaldığı gibi uzuv kaybı da oluştuğunu ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, işgöremezlik, tedavi ve estetik ameliyat giderleri nedeniyle şimdilik çocukları için 1.000’er TL olmak üzere toplam 2.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiştir.
Davalı; meydana gelen olayda bir kusurlarının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; olayın meydana geldiği yapıyı kaçak ve imara aykırı inşa etmiş olan davacılar Sinan ve Bahar Aslan’ın kusurlu oldukları, davalıya izafe edilecek herhangi bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacının sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Dava, elektrik çarpması nedeni ile uğranılan maddi zararın tazmini istemine ilişkindir.

Kural olarak bir küçüğün uğradığı zararda ana babanın birlikte kusurunun bulunması, sorumlu kişinin küçüğe ödeyeceği tazminatın reddedilmesini gerektirmez. Değişik bir ifade ile kanuni temsilcilerin gözetimi ve denetim ödevlerini gereği gibi yerine getirmemeleri ya da eksik getirmiş olmaları, temyiz yeteneğinden yoksun olan küçüğe kendi kusuru olarak izafe olunamaz. Bu itibarla tazminat davasını, küçüğün yasal temsilcileri olarak koğuşturmaları da durumu değiştirmez. Keza sorumlu kişinin küçüğe borçlu olduğu tazminat edimlerinin geçici olarak, yasal temsilci olan ana babaya ödenmesi olgusu da sonuca etkili değildir. Çünkü, bu tazminat ana babanın mal varlığından ayrı olan küçüğün mal varlığına girecektir; ana baba bu mal varlığının değerlerini, amaca aykırı harcamalarda bulunmak, özellikle kendi borçlarını ödemek ve bu arada sorumlu kişinin kendilerine karşı ileri sürebileceği rücu taleplerini karşılamak için kullanamazlar.

Diğer taraftan, olay tarihinde yürürlükte olan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 58 inci maddesinde; “Bir bina veya imal olunan herhangi bir şeyin maliki, o şeyin fena yapılmasından yahut muhafazasındaki kusurundan dolayı mesul olur.” denmektedir. Enerji nakil hatları da, Borçlar Kanunu’nun 58 inci maddesi uyarınca imal olunan şey kapsamında olduğundan, enerji nakil hattının maliki olan davalı, bu tesisin korunmasından, dolayısıyla bakım ve onarım eksikliğinden doğan zarardan kusursuz olarak sorumludur. Burada, yasa koyucu bozuk yapılan bir yapı eserinden zarar görenleri, mümkün olduğu kadar basit ve dolaysız bir tazmin imkanı sağlayarak, onları korumaktadır.

Borçlar Kanunu’nun 58 inci maddesinde öngörülen sorumluluğun söz konusu olması için, söz konusu yapı eserinin, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinden bir zarar doğması gereklidir.

Yapım bozukluğu, bir inşaatın kötü yapılmasını, imal ve inşaat zamanında uyulması gerekli olan teknik kurallara uyulmamış olmasını ifade eder. Bir yapı eserinin maliki, bunların hiç kimseye hiçbir şey için tehlike taşımayacak şekilde yapılmasını ve işlemesini garanti etmekle yükümlüdür. Bu nedenle, bir yapı eserinde herhangi bir yapım bozukluğu olmasa bile, ek güvenlik ve koruma tertibatının bulunmaması, yine de bir yapım eksikliği sayılır. Bakımsızlık ve koruma eksikliği ise, bir inşaatın kullanmaya uygun ve tehlikeleri önleyecek biçimde korunmamasını ifade eder. Bakım eksikliği biçiminde açıklanabilecek olan bu durum, yapının tamamlanmasından sonra ortaya çıkar. Yapının tamamlanmasından sonra kendini gösteren ek güvenlik tertibatı ihtiyacının giderilmemesi de bir bakım eksikliğidir.

Bakımsızlıktan veya bakım eksikliğinden söz edebilmek için bir inşa eserinin bitmiş ve kullanım amacına özgülenmiş olması gerekir. Yapım eksikliği veya bakımsızlığın varlığı araştırılırken, durumun gerekleri ve özellikle bina veya yapı eserinin özgüleme amacı, üçüncü kişiler için taşıdığı tehlike derecesi göz önünde tutulmalıdır. Bu nedenle, daha çok kişinin yararlanacağı, etkileneceği, yada zarar görme ihtimali olan tesislerin yapımında, buna oranla çok daha sınırlı insanların etkileneceği tesislerin yapımı sırasında uyulması gerekli zorunlu koşullara oranla, daha fazlasına dikkat edilmelidir.

Malikin, bina yada tesisin tehlike taşımayacak bir durumda bulunmasını sağlama yükümlülüğü, yalnız onu kullananlara karşı değil, herkese karşı vardır

Bazı hallerde zararın ortaya çıkış biçimi, yapım bozukluğu veya bakım eksikliğinin varlığını gösteren fiili bir karine oluşturur.Yapının yapımı ile ilgili mevzuata ve teknik kurallara uyulmadığı, alışılmış tedbirlerin alınmadığı ve resmi makamlarca yapılan denetimler sonucunda, bina ve yapı eserinin teknik niteliklerinin uygun görülmediği ispatlanırsa, bunlar eksikliğin ve illiyet bağının varlığına birer belirti sayılır(Hukuk Genel Kurulu’nun 12.03.2003 tarihli ve 2003/4-144 Esas 2003/161 Karar sayılı ilamı da aynı yöndedir).

Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; 2002 ve 2004 doğumlu olan davacılar İslim ve Kadir Aslan’ın evlerinin damında bulundukları sırada, 1980’li yıllarda inşa edilen ve evlerinin 30 cm yakınından geçen yüksek gerilim hattı nedeniyle elektrik akımına kapılarak yaralandıkları, davacıların kanuni temsilcileri tarafından yapılan evin ise daha sonraki bir tarihte ruhsatsız olarak inşa edildiği anlaşılmaktadır.

Şu durumda; dava ehliyetine sahip olmadıkları için kanuni temsilcileri tarafından temsil edilen davacıların, yaralanmalarına neden olan olayın gerçekleşmesinde bir kusurlarının bulunmadığı ortadadır.

Bundan ayrı, insanların ve canlıların yaşamı için önemli bir tehdit oluşturan bu tür enerji hatlarının bakım ve korunmasında, bunların yerleşim yeri üzerinde bulunduğu da düşünüldüğünde, normalin üzerinde bir özen borcu bulunan davalı şirketin, daha sonradan Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinde belirtilen mesafelere uymadan yapılan bina nedeniyle gerekli ek önlemleri almadığı, dolayısıyla eneji hattının tehlike taşımayacak bir durumda bulunmasını sağlama yükümlülüğünü yerine getirmediği ancak olayın meydana gelmesinden sonra enerji hatlarını yer altına almak suretiyle gerekli tedbiri aldığı, dosyadaki bilgi ve belgelerle sabittir.

Hal böyle olunca, mahkemece; Borçlar Kanunu’nun 58 inci maddesi uyarınca imal ettiği enerji nakil hattı üzerinde gerekli bakım ve gözetim borcunu yerine getirmeyen davalının, davacıların uğradığı zararı tazminle yükümlü olduğu gözetilerek, zarar kalemleri hakkında bilirkişiden rapor aldırılması ve varılacak sonuca göre zarar kapsamının belirlenmesi gerekirken, kararın başlık kısmında davacı olarak gösterilen kanuni temsilcilerin kusurlu olduğu yönündeki yanılgılı değerlendirme ve eksik inceleme ile davanın tümden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

SONUÇ: Yukarıda birinci bendde açıklanan nedenlerle davacıların sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bendde açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428 inci maddesi gereğince davacılar yararına BOZULMASINA, 1.630 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacılara verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440 ıncı maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18/12/2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan
M. DUMAN
Üye
F. PINARCI
Üye
G.KAHRAMAN
Üye
E. ATEŞ
Üye
F. TEMEL

HH/YÖ.
Karşılaştırıldı:

DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI -MİRASIN REDDİ – HAKKIN KÖTÜYE KULLANILMASI NİTELİĞİNDE OLMADIĞI

T.C.

YARGITAY

HUKUK GENEL KURULU

ESAS:2007/4-222

KARAR: 2007/222

TARİH: 18.4.2007

818/m.45

ÖZET : Dava, trafik kazası nedeniyle maddi, manevi ve destekten yoksun kalma tazminatına ilişkindir. Destekten yoksun kalma tazminatı niteliği itibari ile bağımsız bir hak olduğundan, mirasın reddedilmiş olması bu tazminatın talep edilmesine engel değildir.

DAVA : Taraflar arasındaki “Maddi ve Manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Asliye 1.Hukuk Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 16.03.2004 gün ve 2001/477 E. 2004/64 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4.Hukuk Dairesinin 21.06.2005 gün ve 2005/2523-6823 sayılı ilamı ile;

( … Dava, trafik kazası nedeniyle maddi, manevi ve destekten yoksun kalma tazminatına ilişkindir.

Davacılardan İlgen Gazeteci, dava konusu trafik kazasında yaralandığını ayrıca eşini kaybettiğini ileri sürerek gerek kendisinin yaralanması gerekse eşinin ölümü nedeniyle destekten yoksun kalma, maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davacı Şuhay Nakipoğlu’da kendisinin yaralanması ve eniştesinin ölmesi nedeniyle maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkemece dava kısmen kabul edilmiş, davalıların temyizi üzerine yerel mahkeme kararı vekalet ücreti yönünden düzeltmek suretiyle oyçokluğuyla onanmıştır.

Onama kararına karşı davalılar karar düzeltme isteminde bulunmuşlardır.

1- Temyiz ilamında bildirilen gerektirici nedenler karşısında Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun değişik 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birine uygun olmayan davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan karar düzeltme istemleri reddedilmelidir.

2- Davalıların diğer karar düzeltme istemlerine gelince;

Davacı İlgen Gazeteci eşinin ölümü nedeniyle fazlaya dair talep hakkı saklı kalmak kaydıyla şimdilik 500.000.000 lira destekten yoksun kalma tazminatı istemiş, mahkemece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucunda davacının zararı 40.961.488.996 lira olarak belirlenmiş mahkemece taleple bağlı kalınarak 500.000.000 lira destekten yoksun kalma tazminatına hükmedilmiştir.

Davacı İlgen Gazeteci 22.02.2001 tarihli veraset ilamını dosyaya ibraz ederek talepte bulunmuş ise de mirası reddettiğinin belirlenmesi üzerine 29.06.2001 tarihli yeni veraset belgesi düzenlendiği daha sonra anlaşılmıştır. Şu durumda davacı İlgen Gazeteci mirası reddettiğine göre ölen eşinden dolayı destekten yoksun kalma tazminatı istemi MK.nun 2. maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralı ile bağdaşmamaktadır.

Aksinin kabulü halinde kendisi karşı tarafa tazminat ödemekten kurtulacak ancak karşı taraftan ölen eşi nedeniyle tazminat alabilecektir ki bu da hakkının kötüye kullanılması niteliğinde olup hakkaniyete aykırıdır, yasa ise hakkın kötüye kullanılmasına olanak vermemelidir. O halde davacı İlgen Gazetecinin destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin talebinin reddi gerekir. Bu nedenle davalıların bu yöndeki karar düzeltme istemlerinin kabulü gerekmiştir… ) ,

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, trafik kazası nedeniyle maddi, manevi ve destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Davacılar İlgen Gazeteci ve Şuay Nakipoğlu vekili; müvekkillerinin de içinde bulunduğu aracın, davacı İlgen’in eşi H.Şefik Gazeteci’nin sevk ve idaresinde iken, davalı Uğur Pişan tarafından kullanılan araçla çarpışması neticesinde müvekkillerinin yaralandığını, ayrıca davacı İlgen Gazeteci’nin eşini kaybettiğini; uzman göz doktoru ve aynı zamanda cerrah olan eşi kaza nedeni ile vefat etmiş olmasa idi, gerek Türkiye’de kurmuş oldukları düzen açısından, gerekse İsviçre’den almış olduğu teklif üzerine yurt dışı yaşantıları olacağı gözönüne alındığında, müvekkili İlgen Gazeteci’nin büyük bir destekten mahrum kaldığını ileri sürerek; her iki davacı yönünden maddi ve manevi tazminat taleplerinin yanı sıra, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile davacı İlgen Gazeteci için 500.000.000 TL destekten yoksun kalma tazminatının davalılardan müştereken ve müteselsilen olay tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili; davacı İlgen Gazeteci’nin eşinin olayda 5/8 oranında kusurlu olduğunu, aynı zamanda tıp doktoru olan davacının, ölen eşin desteğine ihtiyaç duymayacak ölçüde gelire sahip bulunduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini cevaben bildirmiştir.

Mahkemenin, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporunu benimsemek suretiyle ve “davacı İlgen Gazeteci’nin destekten yoksunluk sebebiyle nihai ve gerçek zararının 40.961.488.996 TL olarak belirlendiği” gerekçesiyle, her iki davacının diğer maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulü yanında, “davacının talebi ile bağlı kalınarak 500.000.000 lira destekten yoksun kalma tazminatının 28.01.2001 olay tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacı İlgen Gazeteci’ye verilmesine” dair verdiği karar; Özel Dairece yukarıda açıklanan nedenle bozulmuş, Yerel Mahkemece “destekten yoksun kalma tazminatının bağımsız bir hak olup, doğrudan doğruya desteğini yitirenlerin kişiliğinden doğduğu, mirasçılık niteliğine bağlı bulunmadığı ve bu itibarla mirasın reddinin de destekten yoksun kalma tazminatını etkilemeyeceği” gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Davacıların da içinde bulunduğu aracın sürücüsü ve aynı zamanda davacılardan İlgen Gazeteci’nin eşi olan Hüseyin Şefik Gazeteci’nin dava konusu trafik kazasında vefat etmiş olması ve davacıların da yaralanması nedeniyle; kazaya karışan diğer aracın sürücüsü ve kayıt maliki davalılar aleyhine maddi, manevi ve destekten yoksun kalma tazminatı talebi ile görülmekte olan dava açılmış; davacı İlgen Gazeteci, kendisinin de mirasçı bulunduğu 22.02.2001 tarihli veraset ilamını dosyaya ibraz ederek talepte bulunmuş ise de, murisin mirasını 24.05.2001 tarihinde reddettiğinin belirlenmesi üzerine, 29.06.2001 tarihli yeni veraset belgesi düzenlendiği ve bu veraset ilamına göre mirasçı olmadığı daha sonra anlaşılmıştır.

Açıklanan maddi olgu, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; destekten yoksun kalma tazminatının, mirasçılık sıfatına bağlı bir hak olup olmadığı; dolayısıyla davacı İlgen Gazeteci’nin, ölen eşin mirasını reddetmiş olmasının, destekten yoksun kalma tazminatı verilmesine engel yasal bir neden oluşturulup oluşturmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, destekten yoksun kalma tazminatına ilişkin yasal düzenleme ve bu tazminatın hukuki niteliğinin üzerinde durulmasında yarar vardır.

Destekten yoksun kalma tazminatı 818 sayılı Borçlar Kanununun 45/2. maddesinde düzenlenmiş olup, “Ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir” şeklinde hükme bağlanmıştır.

Bu maddede, haksız fiilin doğrudan doğruya muhatabı olmayan, ancak bu haksız fil nedeniyle ortaya çıkan ölüm olayından zarar gören yada ileride zarar görmesi güçlü olasılık içinde bulunan kimselere tazminat hakkı tanınmıştır.

Yasa metninden de anlaşıldığı üzere; destekten yoksun kalma tazminatının konusu, desteğin yitirilmesi nedeniyle yoksun kalınan yardımdır. Bu tazminatın amacı, ölüm olayı olmasaydı ölenin yardımda bulunduğu kimselere yardımda bulunmaya devam edeceğinin düşünülmesi ve ölüm olayının bu süreci kesmesi sonucu destekten yararlanan kimselerin uğradıkları zararın peşin ve toptan şekilde tazmin edilmesi, bu kimselerin ölüm olayından önceki durumlarına kavuşturulmasıdır. Eş söyleyişle amaç, destekten yoksun kalanların desteğin ölümünden önceki yaşamlarındaki sosyal ve ekonomik durumlarının korunmasıdır.

Şu hale göre; “destek” sayılabilmek için, yardımın eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli bir biçimde devam edeceğinin anlaşılması yeterlidir. Destek kavramının dayanağı hukuksal bir ilişki değil eylemli bir durum olduğundan, akrabalığa ve yasanın nafaka ile miras ilişkisi hakkındaki hükümlerine dayanmaz.

Nitekim, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06.03.1978 tarih ve 1/3 sayılı kararının gerekçesinde; “Destekten Yoksun Kalma Tazminatı eylemin karşılığı olan bir ceza olmayıp, ölüm sonucu ölenin yardımından yoksun kalan kimsenin muhtaç duruma düşmesini önlemek ve yaşamının, desteğin ölümünden önceki düzeyde tutulması amacına yönelik sosyal karakterde kendine özgü bir tazminat olduğu” vurgulanmıştır.

Genel Kurulu’nun 21.04.1982 gün, 1979/4-1528 E., 412 K. sayılı kararında; “BK.nun 45. maddesinde sözü geçen destek kavramı hukuksal bir ilişkiyi değil, eylemli bir durumu hedef tutar ve ne hısımlığa ne de yasanın nafaka hakkındaki hükümlerine dayanır, sadece eylemli ve düzenli olarak geçimini kısmen veya tamamen sağlayacak şekilde yardım eden ve olayların olağan akışına göre eğer ölüm vuku bulmasaydı, az çok yakın bir gelecekte de bu yardımı sağlayacak olan kimse destek sayılır. O halde destek sayılabilmek için yardımın eylemli olması ve ölümden sonra da düzenli bir biçimde devam edeceğinin anlaşılması yeterli görülür” ilkesi benimsenmiştir.

O halde, destekten yoksun kalma tazminatı ölüm ile ortaya çıkmasına rağmen, miras bırakanın şahsından doğan ve mirasçılara geçen bir hak değil, doğrudan bu kimselerin kendisinden doğan bağımsız bir haktır.

Diğer bir ifadeyle, destekten yoksun kalma tazminatı niteliği itibariyle; üçüncü kişilere, desteğin gelir ve yardımından yoksun kalmaları nedeniyle tanınmış, bağımsız bir hak olup, mirasçılık sıfatı ve miras hukuku ile ilgisi yoktur. Çünkü bu hak, mirasçılık sıfatından değil, eylemli olarak destek olanın ölümü nedeniyle, onun gelir ve yardımından yoksun kalma yada farazi destek olma olgusundan kaynaklanmaktadır ( YHGK. 25.05.1984 gün, E: 1982/9-301, K:1984/619 )

Bu itibarla, Borçlar Kanununun 45/1. maddesinde desteğin yardımından yoksun kalan “diğer kimseler” tabirinden, ölenle aralarında yakın ilişki bulunan anası, babası, eşi, çocukları, kardeşleri, nişanlısı, hatta evlilik dışı birlikte yaşadığı kimsenin anlaşılması gerektiği; miras hukuku ile ilgili olmadığı için de, mirasçı olmak veya ölen yönünden nafaka borçlusu bulunmak zorunluluğunun bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır ( Turgut Uygur, Açıklamalı İçtihatlı Borçlar Kanunu Sorumluluk ve Tazminat Hukuku, Ankara 2003, 2.Cilt, s:2062 ) . Bu haliyle Maddenin ikinci fıkrasında, destekten yoksun kalma tazminatı talep edebilecek kimseler yönünden herhangi bir sınırlama yapılmadığı ve müteveffanın yardımından mahrum kalma esasının kabul edildiği kuşkusuzdur.

Sonuç olarak, destekten yoksun kalma tazminatı nitelik itibariyle bağımsız bir hak olup; ölen kimse ile davacı arasında kanuni veya akdi bir bakım yükümlülüğü, mirasçılık yada akrabalık ilişkisi bulunması gerekmediğinden; mirasın reddedilmiş olması, destekten yoksun kalma davasının açılmasına ve incelenip hasıl olacak sonuç uyarınca esasına ilişkin karar verilmesine engel, yasal bir neden değildir.

Somut olayda; davacı İlgen Gazeteci, trafik kazasında ölen Hüseyin Şefik Gazeteci’nin eşidir. Baştan beri yapılan açıklamalar ve değinilen ilkeler itibariyle, ölenin yakını olan davacının, ölen eşin mirasını reddetmiş olması, eş söyleyişle mirasçı sıfatını taşımaması destekten yoksunluk talebinde bulunmasına engel değildir.

Hal böyle olunca; Yerel Mahkemece, mirası reddeden davacı İlgen Gazeteci’nin destekten yoksun kalma davasının incelenip, esasına ilişkin karar verilmesi gerektiği yönündeki direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.

Ne var ki hükmedilen destekten yoksun kalma tazminatı yönünden işin esası incelenmediğinden, bu yönden inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme uygun bulunduğundan, davalı vekilinin tazminat yönünden işin esasına ilişkin diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 4.HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 18.04.2007 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

TRAFİK KAZASI- İBRANIN GEÇERSİZLİĞİ İKİ YILLIK HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE İÇERİSİNDE TALEP EDİLMEDİĞİNDEN DAVANIN REDDİ GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
17.HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2015/8148 E.
KARAR: 2018/1602 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, müvekkilinin 20.12.2007 tarihinde … sevk ve idaresinde olup davalıya sigortalı bulunan …plakalı araçta yolcu olarak bulunmakta iken dava dışı …’un sevk ve idaresindeki … plakalı araçla çarpışmaları sonucunda sakat kaldığını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 3.000,00 TL maddi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, yargılama sırasında talebini 27.186,79 TL’ye yükseltmiştir.

Davalı vekili, … plakalı aracın 11.02.2007-2008 vadeli Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigorta Poliçesi ile müvekkili şirket nezdinde sigortalı olduğunu,davacı tarafın başvurusu üzerine dava konusu kaza nedeni ile müvekkili şirket nezdinde hasar dosyası açıldığını ve hesaplanan 36.830,00 TL maluliyet tazminatının davacıya tam ve eksiksiz olarak müvekkili şirket tarafından 25.12.2009 tarihinde ödendiğini, bu ödeme nedeni ile hak sahipleri tarafından müvekkili şirketin tamamen ibra edildiğini, hukuki sorumluluğunu tam ve eksiksiz olarak yerine getirmiş olan müvekkili şirketin davacılara karşı karşılamakla yükümlü olduğu başkaca bir sorumluluğu bulunmadığını, bu nedenle hakkında ikame edilen davanın haksız ve hukuka aykırı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacının davasının ıslah edilmiş hali ile kabulü ile 27.186,79 TL’nin temerrüt tarihi olan 28.09.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine, karar verilmiş; hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1-Dava, trafik kazası sonucu oluşan cismani zarar nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.Davacı taraf, davalıya trafik sigortalı aracın cismani zarara neden olması nedeniyle, davalının ZMSS poliçesi gereği zarardan sorumlu olduğunu iddia ederek davalıya husumet yöneltmiş; davalı … şirketi, davacının cismani zarara uğramasıyla sonuçlanan kazayı yapan ve şirketleri tarafından trafik sigortası yapılan aracın sebep olduğu zararı davacıya ödeyip ibra edildiklerini savunmuş; mahkemece, davalı tarafından davacıya kısmi ödeme yapılmış olmakla birlikte, davacının bakiye zarar alacağı hususunda açık nispetsizlik durumu oluştuğu gerekçesiyle, davalının ibra savunmasına itibar edilemeyerek tazminata hükmedilmiştir.

KTK’nın 111. maddesi uyarınca, tazminat miktarlarına ilişkin olup da yetersiz veya fahiş olduğu açıkça belli olan anlaşmalar veya uzlaşmalar, yapıldıkları tarihten itibaren 2 yıl içinde iptal edilebilirler. Yasa’nın bu hükmünden yararlanmak için ibra belgesinin iptalinin açıkça ve ayrıca istenmesine gerek olmayıp, dava sırasında bu husus ileri sürülebileceği gibi, yapıldığı tarihten itibaren 2 yıl içinde hükümlerinin kabul edilmediğine ilişkin bir irade açıklaması da yeterlidir. Yasada belirtilen 2 yıllık süre hak düşürücü süre olup, mahkemece re’sen dikkate alınmalıdır.

Somut olaya bakıldığında; kazada cismani zarara uğrayan davacıya poliçe hükümleri gereğince davadan önce ödeme yapıldığı, taraflar arasında bila tarihli ibraname imzalandığı ve imzalanan ibranamenin (davalı yanca istenen diğer evrakla birlikte) davacı tarafından 3/12/2009 tarihli dilekçe ekinde davalıya gönderildiği ve bu dilekçenin de 4/12/2009 tarihinde davalıya ulaştığı anlaşılmaktadır.Davalı tarafından hesaplanan 36.830,00 TL tazminatın davacıya 25.12.2009 tarihinde ödendiği ve ibranamenin davacı tarafından imzalandığı mahkemeninde kabulündedir.

Bu itibarla, davacı tarafından imzalı ibraname bulunmasına ve eldeki davanın 03.10.2013 tarihinde açılmış olmasına göre, KTK’nın 111. maddesinde öngörülen 2 yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği gözetilmek suretiyle davacının tazminat talebinin, hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle 2 yıllık süre geçsede davanın açılabileceğinin kabulü ve yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

2-Bozma ilamının kapsam ve şekline göre; davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA; (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 7.3.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞSİZ OLMAK TEDBİR NAFAKASINA ENGEL OLMADIĞI GİBİ KADIN KUSURLU OLSA DA TEDBİR NAFAKASI ALIR

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

ESAS: 2017/1891
KARAR: 2018/1577 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi

Taraflar arasındaki karşılıklı “boşanma” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 4. Aile Mahkemesince “davacı-karşı davalı erkeğin davasının kabulüne, davalı-karşı davacı kadının davasının reddine” dair verilen 21.09.2012 tarihli ve 2011/1096 E., 2012/1186 K. sayılı karar davalı – karşı davacı (kadın) vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 12.11.2013 tarihli ve 2013/1834 E., 2013/26011 K. sayılı kararı ile:
“…1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı kadının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Yerel mahkeme tarafından davalı-karşı davacı kadın yararına 23.11.2011 tarihli ara kararı ile aylık 500 TL. tedbir nafakası takdir edilmiş, ancak mahkemece 19.12.2011 tarihli ara kararı ile davacı-karşı davalı kocanın işsiz olması ve hiçbir gelirinin bulunmadığı gerekçesiyle bu tarihten geçerli olarak tedbir nafakasının durdurulmasına karar verilmiştir. Davacı-karşı davalı kocanın işsiz olması ve gelirinin bulunmaması hükmedilen tedbir nafakasının tamamıyla kaldırılmasını gerektirmez. Bu durum ancak daha önce takdir edilen nafakanın indirilmesi için bir gerekçe olabilir. Bu durumda yargılama sırasında geçim için ihtiyaçları devam eden davalı-davacı kadın yararına Türk Medeni Kanunun 169. maddesi gereğince 19.12.2011 tarihinden geçerli olmak üzere tedbir nafakasına hükmedilmemesi doğru görülmemiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek temyiz dilekçesinin süresinde verildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl ve karşı dava, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 166/1. maddesi uyarınca açılan evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma isteklerine ilişkindir.
Davacı-karşı davalı (erkek) vekili, davalının müvekkiline güleryüz göstermediğini, tüm vaktini internette geçirdiğini, hakaret ettiğini, sadakatsiz davranışlar içine girdiğini, bu nedenle evlilik birliğinin sarsıldığını ileri sürerek tarafların boşanmalarına, kararın kesinleşmesinden itibaren 25.000,00 TL maddi tazminat ile 50.000,00 TL manevi tazminatın faiz ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı-karşı davacı (kadın) vekili, erkek eşin birlik görevlerini yerine getirmediğini, her tartışmada müvekkilini evden kovduğunu, en son davacının agresifliğinden korkan müvekkilinin annesine sığındığını, bir süre sonra evin eşyalarının satıldığını öğrendiğini ileri sürerek boşanmalarına karar verilmesini ve müvekkili yararına 50.000,00 TL maddi tazminat ile 50.000,00 TL manevi tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece, boşanmaya sebep olaylarda erkek yönünden ispatlanmış bir kusur bulunmadığı, kadının ise evlilik birliğinin kutsallığı ile bağdaşmayacak şekilde üçüncü bir kişi ile aşk ve gönül ilişkisi içerisinde olduğu gerekçesiyle davalı-karşı davacı kadının davasının reddine, davacı-karşı davalı (erkeğin) boşanma davasının kabulüne, erkek yararına 5.000,00 TL maddi tazminat (TMK m.174/1) ve 5.000,00 TL (TMK m.174/2) manevi tazminata karar verilmiş, kadının maddi ve manevi tazminat talepleri ise reddedilmiştir.
Davalı-karşı davacı (kadın) vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçe ile tedbir nafakası yönünden bozulmuştur.
Mahkemece, davacı-karşı davalı erkeğin çalışmadığı, sabit bir gelirinin olmadığı, kadının da dava tarihinde çalışmadığı, bozmadan sonraki taraf anlatımına göre bir süre işe girip tekrar çıktığı, kadının duruşmada gözlenen görüntü ve yapısı itibariyle çalışıp kazanç elde edebilecek görüntüsü olduğu belirtilerek direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı-karşı davacı (kadın) vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı-karşı davacı kadın yararına ara kararla hükmedilen tedbir nafakasının kaldırılması koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “Geçici önlemler” başlıklı 169. maddesi:
“Boşanma veya ayrılık davası açılınca hâkim, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, eşlerin mallarının yönetimine ve çocukların bakım ve korunmasına ilişkin geçici önlemleri re’sen alır.” hükmünü içermektedir.
Bu madde, yasal gerekçesinde de işaret olunduğu üzere, yürürlükten kaldırılan 743 sayılı Medeni Kanunu’nun 137. maddesinin sadeleştirilmiş şekli olup, mahiyeti itibariyle herhangi bir değişikliğe uğramamıştır. Böylece, öteden beri uygulanagelen bu hükme göre hâkimin, bu konuda bir talebin varlığını aramaksızın, davanın devamı süresince gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına, geçimine, mallarının yönetimine ilişkin geçici önlemleri resen alması gerekir.
Bu geçici önlemlerden birisi de tedbir nafakasıdır.
Tedbir nafakası, talebe bağlı olmaksızın (resen) takdir edilir ve geçici bir önlem olarak davanın başından itibaren karar kesinleşene kadar hüküm altına alınır.
Dolayısıyla tedbir nafakası takdirine ilişkin kararın, davanın açıldığı tarih itibariyle tarafların ekonomik ve sosyal durumlarına ilişkin araştırma sonuçlarının dosyaya gelişini takiben hemen verilmesi gerekir.
Boşanma ve ayrılık davalarında, tarafların kusur durumu hiçbir şekilde tedbir nafakasının takdirine etkili bir unsur değildir. Kusurlu eş yararına dahi, bu tedbirlerin alınması mümkündür. Yine, her iki tarafın da gelirinin bulunması tedbir nafakası verilmesini engelleyici bir hâl değildir. Ancak eşlerin ekonomik güçlerinin birbirine yakın olması durumu söz konusu ise bu durumda geçici tedbir nafakası verme zorunluluğunun ortadan kalkacağı söylenebilir.
Ayrıca belirtilmelidir ki, Yargıtay içtihatları ile bir başkası ile evlilik dışı birliktelik yaşayan eşe tedbir nafakası verilmeyeceği hususu benimsenmiştir.
TMK’nın 169. maddesi uyarınca takdir edilen tedbir nafakası, açılan boşanma davası kapsamında alınan geçici nitelikteki bir önlem olarak hâkim tarafından yargılama sırasında kaldırılmadığı takdirde boşanma davasında verilen kararın kesinleşmesi ile kendiliğinden sona erer.
Bu ilkeler kapsamında somut olay değerlendirildiğinde, tarafların 20.02.2011 tarihinde evlendikleri, aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle karşılıklı olarak boşanma davası açtıkları anlaşılmaktadır. Mahkemece 23.11.2011 tarihli ara karar ile davalı-karşı davacı kadın yararına 500,00 TL tedbir nafakasına hükmedilmiş ise de akabinde 19.12.2011 tarihli ara karar ile “kocanın işsiz olduğu, hiç bir gelirinin bulunmadığı” belirtilmek suretiyle sözü edilen tarih itibariyle tedbir nafakasının geçici olarak durdurulmasına karar verilmiştir. Nihai yargılama sonunda ise davacı-karşı davalı erkeğin boşanmaya yol açan olaylarda bir kusurunun bulunmadığı, davalı-karşı davacı kadının ise başkası ile aşk ve gönül ilişkisi içerisine girdiği, bu sebeple tam kusurlu olduğu gerekçesiyle, erkeğin davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına, kadının davasının ise reddine karar verilmiştir. Kararın temyizi üzerine Özel Dairece yapılan incelemede; mahkemenin boşanma ve kusur belirlemesine ilişkin gerekçesi onanmak suretiyle kesinleşmiş, karar sadece “tedbir nafakasına” ilişkin olarak bozulmuştur. Yukarıda da açıklandığı üzere mahkemenin direnme gerekçesinin aksine erkeğin gelirinin bulunmaması, kadının çalışıyor olması veya kusur durumu kadın yararına tedbir nafakası hükmedilmesine engel teşkil eden vakıalar değildir.
Hâl böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı-karşı davacı (kadın) vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca tebliğden itibaren on beş günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 25.10.2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

ISLAH YOLUYLA TANIK LİSTESİ VERİLEMEZ – İŞÇİ ALACAKLARI

T.C.
Yargıtay
9. Hukuk Dairesi

Esas No:2017/8166
Karar No:2018/12089

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ALACAK
Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:YARGITAY KARARIA) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının davalı işyerinde 12.02.2008-03.10.2011 tarihleri arasında gemlik körfezinde bulunan … A.Ş.’ye ait limanda sapancı olarak çalıştığını, fazla mesai, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin ödenmemesi nedeniyle iş akdini feshettiğini ileri sürerek kıdem tazminatı ile fazla çalışma ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarını istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının ücret, fazla mesai, hafta tatili, milli bayram ücret alacağının bulunmadığını, ihtirazi kayıtsız olarak imzaladığı bordro ve hesap pusulasıyla karşılığını aldığını ve dini bayramlarda çalışılmadığını, iş akdini feshettiğine dair ihbar ve ihtar bulunmadığını, davacının 03.10.2011 tarihinden itibaren mazeret ve herhangi bir neden olmaksızın işe gelmediğini, tutanak altına alındığını ve iş akdinin feshedildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı taraflar temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davacının tüm, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Taraflar, davanın veya savunmanın genişletilmesi yasağı sebebiyle yapamadıkları usul işlemlerini, karşı tarafın rızasına gerek duymadan ıslah yoluyla yapabilirler.
Islah, tek taraflı bir usul işlemi olup, karşı tarafın kabulüne bağlı değildir. Ancak Dairemiz yerleşik kararlarına göre ek dava niteliğinde olduğundan 6100 sayılı HMK’nın 177. maddesi uyarınca ıslah dilekçesinin karşı tarafa tebliği gereklidir.
Islah ile; vakıalar, dava konusu ve talep sonucu değiştirilebilir. Islah yoluyla tanık listesi verilemez.
Davacı dava dilekçesinde deliller kısmında tanık deliline dayanmadığı gibi ön inceleme aşamasında da tanık listesi sunmamış, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporundan sonra delil listesinin ıslahı ile tanık deliline başvurduğunu belirtmiş, mahkemece bu doğrultuda davacı tanıkları dinlenerek fazla mesai ücret alacağının kabulüne karar verilmiştir.
Davacı delil listesinde dayanmadığı gibi ön inceleme aşamasında da ileri sürmediği tanık deliline bu şekilde ıslah yoluyla dayanamayacağından tanıkların mahkemece dinlenerek hükme esas alınması hatalıdır.
Mahkemece, davalı tanık beyanlarına göre işyerinde 3 vardiya halinde çalışıldığının,davacının haftalık 45 saati aşan çalışmanın bulunmadığı ve 18.02.2010 sonrası dosyaya sunulan giriş çıkış kayıtlarına göre tahakkuk etmesi gereken fazla mesai ücretlerinin de bordroda ödendiği anlaşıldığından fazla mesai yapıldığının davacı tarafca ispat edilememesi nedeniyle reddi gerekirken ıslah yoluyla ileri sürülmesi mümkün olmayan davacı tanıklarının dinlenerek fazla mesaiye hükmedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 29.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SÜRESİNDE VERİLMEYEN CEVAP DİLEKÇESİNİN ISLAH EDİLMESİ SURETİYLE ZAMANAŞIMI DEFİN DE BULUNULMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR

T.C

YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
Esas: 2017 / 1093
Karar: 2017 / 1090
Karar Tarihi: 07.06.2017

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

YARGITAY KARARI:

Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul (Kapatılan) 33. Asliye Ticaret Mahkemesince davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen 04.06.2013 gün ve 2011/403 E., 2013/130 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 09.12.2013 gün ve 2013/18956 E., 2013/17348 K. sayılı ilamı ile;

(…Davacı vekili, müvekkiline ait, davalıya kasko sigortalı aracın trafik kazası sonucu hasarlandığını belirtip davalının yapılan başvuruya rağmen uzun süre müvekkilini oyaladığını bildirerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere 20.000,00 TL tazminatın 19.11.2008 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı … şirketi vekili, ıslahla zamanaşımı definde bulunup, husumete ve hasar miktarına itiraz ederek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece tüm dosya kapsamına göre davacının tazminat isteminin zaman aşımına uğradığı, davalının ıslah yolu ile zamanaşımı definde bulunabileceği belirtilerek davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davalı vekili 19.09.2011 günlü dava dilekçesi tebliği üzerine süresinden sonra 17.10.2011 tarihinde verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı definde bulunmuş, bunun kabul edilmemesi halinde ıslah yoluyla zamanaşımı defi taleplerinin kabul edilmesini istemiştir. Davacı vekili ıslah yoluyla zamanaşımı defi talebinin 11.11.2011 tarihinde tebliği üzerine süresinde 14.11.2011 tarihinde ıslah yoluyla zamanaşımı defi talebine muvafakat etmediklerini bildirmiştir.

Bir davada cevap dilekçesinin verilmesi usuli bir işlemdir. Davalı, cevap dilekçesinde ileri sürmediği bir savunmayı özellikle zamanaşımı defini cevap dilekçesini ıslah ederek ıslah edilmiş bu cevap dilekçesiyle ileri sürebilir. Ancak davalının bu nitelikte bir ıslah işlemini yapabilmesi, her şeyden evvel daha önce süresinde verilmiş bir cevap dilekçesinin varlığını gerektirir. Somut olayda, davalı davaya yasal cevap süresi içinde cevap vermemiş, esasen bu dilekçede ileri sürülen zamanaşımı defi de davacının savunmasının genişletilmesi itirazı ile karşılaşmıştır. Davalı ıslah yoluyla süresinde verilmeyen cevap dilekçesini, süresinde verilmiş hale getirmek için ıslah yolunu kullanamayacaktır. Bu durumda mahkemece davalının süresi içinde zamanaşımı definde bulunmadığı gözetilerek işin esasına girilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu biçimde hüküm kurulması doğru görülmemiştir…)

gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davalı şirketin kasko sigortasını yaptığı davacıya ait aracın kaza sonucunda ağır şekilde hasar gördüğünü, davalının hasarlı aracı kendi otoparkına çektiğini, hasar bedelini ödemek için de davacıdan vergi borçlarının ödendiğine dair belge istediğini, ekonomik nedenlerle vergi borçlarının ödenemediğini, müvekkilini uzun süre oyalayan davalının sigortalı aracı iade ederek zararı ödemeyeceğini bildirdiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 20.000,00 TL tazminatın avans faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı şirket vekili, aracın kasko sigortasının davalı şirket nezdinde yapıldığını, ancak davacının kasko sigorta poliçesinden doğan alacaklarının zamanaşımına uğradığını, kaza tarihinden itibaren iki yıllık sürenin dolduğunu, davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini, zamanaşımı itirazlarının kabul edilmemesi halinde ise savunmalarını zamanaşımı yönünden ıslah ettiklerini ve ıslah yolu ile zamanaşımı definde bulunduklarını, davacının husumet ehliyetinin de bulunmadığını belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece davalının ıslah yolu ile zamanaşımı definde bulunabileceği ve davacının tazminat isteminin zamanaşımına uğradığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyiz isteminde bulunması üzerine karar, Özel Dairece yukarıya metni aynen alınan gerekçe ile bozulmuştur.

Mahkemece önceki gerekçeler genişletilmek suretiyle ilk hükümde direnilmiş, direnme kararı davacı vekilince temyize getirilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, yasal süresi içerisinde cevap dilekçesi sunmayan davalının, süresinden sonra verdiği cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def`inde bulunup bulunamayacağı, diğer bir deyişle süresinde cevap dilekçesi vermeyen davalının ıslah yolu ile zamanaşımı def`ini ileri sürüp süremeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle “zamanaşımı” kavramı ile ilgili genel bir açıklama yapılmasında yarar vardır.

Bilindiği üzere özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde yasanın kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 146-161 (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun 125-140.) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def`ide bulunması gerekir (HGK’nun 05.05.2010 gün ve 2010/8-231 E., 255 K. sayılı ilamı).

Zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def`i olup; usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt:2, s.1761; Von Tuhr: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Canbolat: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.).

Zamanaşımı def`i, davalının aslında var olan bir borcunu özel bir nedenle yerine getirmekten kaçınmasına olanak veren bir haktır. Bu hakkı kullanıp kullanmamak tamamen borçluya kalmıştır. Diğer bir anlatımla, davalı tarafından zamanaşımı def`i ileri sürülmedikçe, o hak ve alacak için yasanın öngördüğü zamanaşımı süresi dolmuş olsa bile hakim bunu kendiliğinden göz önüne alamaz ( BK m.140, TBK m.161).

Maddi hukuktan kaynaklanan bir def`i ve savunma aracı olan zamanaşımının yargılamanın hangi aşamasında ileri sürülmesi gerektiği konusunda ise gerek eldeki davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunun (HUMK)`da gerekse yargılamanın devamı sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun (HMK)`da açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Zamanaşımı, kanunda (HUMK m.187, HMK m.116) sınırlı olarak sayılan ilk itirazlardan olmadığından cevap dilekçesi ile ileri sürülme zorunluluğu bulunmamaktadır. İlk itirazların karşı taraf muvafakat etse bile esasa cevap süresi geçtikten sonra ileri sürülmesi mümkün değildir. Buna karşın, esasa cevap süresi geçirilse bile zamanaşımı def`i ileri sürülebilir. Ne var ki bir savunma aracı olan zamanaşımı def`inin, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağının başladığı ana kadar ileri sürülmesi gerekmektedir. Bu ana kadar ileri sürülmeyen zamanaşımı def`inin sonradan ileri sürülmesi savunmanın genişletilmesi niteliğinde olacağından, mahkemece dikkate alınabilmesi davacının itirazı ile karşılaşmaması koşuluna bağlıdır.

Öğreti ve uygulamada “savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı” olarak adlandırılan bu yasak, davalının savunmasında ileri sürdüğü olgular, istemler ve itirazlarını sonradan genişletmesi ya da değiştirmesinin mümkün olmaması demektir. Kanunda gösterilen istisnalar dışında davacı davasını genişletip değiştiremeyeceği gibi davalı da savunmasını genişletip değiştiremez. Bu yasak, usul hukukunda benimsenen teksif ilkesinin önemli bir sonucu olup, bu yasağın hangi anda başladığını belirlemek için yasal düzenlemelere bakmak gerekmektedir.

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK`nın 202. maddesi:

“Davalı cevap dilekçesinde karşılık dava da dahil olmak üzere bütün iddia ve savunmaları ile sebeplerini birlikte bildirmeye mecburdur.

Müddeaaleyh cevap layihasını hasmına tebliğ ettirdikten sonra onun muvafakatı olmaksızın müdafaa sebeplerini tevsi veya tebdil edemez.

Ancak ıslah haliyle 186 ncı madde hükmü müstesnadır.” hükmünü içermektedir.

Görüleceği üzere HUMK`nın yürürlükte olduğu dönemde savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin davalıya tebliği ile başlamaktadır. Davalı taraf cevap dilekçesinde tüm savunmalarını sebepleriyle beraber bildirmek zorundadır. Cevap dilekçesinin davacıya tebliğinden sonra savunma sebepleri genişletilemez ve değiştirilemez; eş söyleyişle, cevap dilekçesinde bildirilmeyen def’iler ileri sürülemez; ayrıca, cevap dilekçesindeki savunmanın dayandırıldığı olgular da genişletilemez ve değiştirilemez. Bu nedenle HUMK`nın uygulandığı dönemde zamanaşımı itirazı davanın başında, süresinde verilecek cevap dilekçesinde (veya sözlü yargılama usulünde ilk oturumda esasa girişilmeden önce) yapılabilmekte idi. Ancak, bu yasağın istisnaları da aynı maddenin 3. fıkrasında gösterilmiş ve ıslah da bu istisnalar arasında sayılarak, ıslahla savunma sebeplerinin genişletilip veya değiştirilebileceği kabul edilmiştir.

Nitekim, Hukuk Genel Kurulunun 06.04.2011 gün ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı kararı ile 12.06.2013 gün ve 2012/10-1633 E., 2013/825 K. sayılı kararlarında süresinde davaya cevap vermekle beraber, zamanaşımı savunmasında bulunmayan davalının bu savunmasını ıslah suretiyle sonradan ileri sürebileceği, sonradan ıslahla ileri sürmesinde usule aykırı bir yönün bulunmadığı kabul edilmiştir.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda ise iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı 141. maddede hüküm altına alınmış olup, anılan maddede;

” (1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

(2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” düzenlemesine yer verilerek, yargılamanın aşamalarına göre bir ayrım yapılmıştır.

Bu yeni düzenlemede, yargılamanın ilk kesiti olan dilekçelerin teatisi (verilmesi) aşamasında iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı söz konusu değildir. Tarafların cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile iddia ve savunmalarını serbestçe genişletmesi yahut değiştirmesi mümkündür. Savunmayı genişletme veya değiştirme yasağı ikinci cevap dilekçesinin verilmesi ile başlar. Ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile savunma genişletilebilir ya da değiştirilebilir. Şayet davacı ön inceleme duruşmasına mazeretsiz olarak gelmezse davalı yine savunmasını serbestçe (davacının muvafakati aranmaksızın) değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra ise iddia veya savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasaktır. Bu yasağın istisnaları yine maddenin son fıkrasında açıklanmış ve karşı tarafın açık muvafakati ya da ıslah suretiyle iddia ve savunmanın genişletilip, değiştirilebileceği kabul edilmiştir.

Belirtmek gerekir ki 6100 sayılı HMK`nın sistematiği içerisinde; tahkikat aşamasına geçilmeden önce tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlık konularının çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılması hedeflenmiştir

Tüm bu açıklamalar kapsamında uyuşmazlığa dönülecek olursa, davaya yasal süresi içerisinde cevap vermemiş olan davalının süresinden sonra vereceği cevap dilekçesi ile zamanaşımı def`inde bulunabilmesi ancak davacının muvafakat etmesi ile mümkündür. Aksi halde savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşan zamanaşımı def`ine değer verilemez. HUMK`nın 202. maddesi uyarınca davacının açık ya da zımni muvafakati yeterli iken, 6100 sayılı HMK`nın yürürlüğünden sonra tarafların açık muvafakati olmadığı sürece iddia ve savunma genişletilemeyeceğinden, davacının açık muvafakati olmadığı sürece zamanaşımı savunması dikkate alınamaz.

Eldeki davada; henüz 1086 sayılı HUMK`nın yürürlükte olduğu 19.09.2011 tarihinde dava dilekçesi davalı yana tebliğ edilmiş, davalı tarafça yasal süresi içerisinde davaya cevap verilmemiş, süresinden sonra 17.10.2011 tarihinde sunulan cevap dilekçesinde ileri sürülen zamanaşımı def`i de savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşılaşmış ve davacı vekili 14.11.2011 tarihli dilekçesinde savunmanın genişletilmesi niteliğindeki zamanaşımı itirazına muvafakat etmediklerini bildirmiştir. Ancak, davalı vekili süresinden sonra verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı def`inin kabul edilmemesi halinde savunmalarını zamanaşımı yönünden ıslah ettiklerini belirterek, aynı zamanda ıslah suretiyle de zamanaşımı def`inde bulunmuştur. Bu nedenle, uyuşmazlığın çözümü için yasal süresinden sonra cevap dilekçesinin ibrazı ile hiç cevap dilekçesi verilmemiş olması hallerinde, ıslah yoluyla sonradan zamanaşımı def`inin ileri sürülüp sürülemeyeceği hususunun tartışılması gerekmektedir.

Bunun için de öncelikle “ıslah” ile ilgili kısa bir açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.

Kavram olarak ıslah; taraflardan birinin yapmış olduğu usul işleminin tamamen veya kısmen düzeltilmesidir (6100 sayılı HMK. m. 176, mülga 1086 sayılı HUMK. m.83).

Islah müessesi, dava değiştirme, başka deyişle iddia ve müdafaanın değiştirilmesi veya genişletilmesi yasağını bertaraf eden bir imkandır. Zira bu suretle, aslında yasal itiraz ile karşılaşılabilecek olan herhangi bir taraf muamelesi, ıslah kurumu yardımı ile artık bu itirazı davet etmeksizin yapabilmektedir (Üstündağ S: Medeni Yargılama Hukuku, C.I.II.B.5, İstanbul 1992, s.534).

Islah, mahkemeye yöneltilen tek taraflı ve açık bir irade beyanı olduğundan, yasal şartları yerine getirildiği takdirde karşı tarafın ya da mahkemenin kabulüne bağlı olmaksızın yapılabilir. İddia ve savunmayı değiştirme ya da genişletme sayılmayan hallerde veya karşı tarafın genişletme ve değiştirmeye rıza gösterdiği hallerde ıslaha başvurmaya gerek olmadığı açıktır.

Davanın tamamen ıslahı mümkün olduğu gibi kısmen ıslahı da mümkündür. Ancak ıslahın yapılması zamanı bakımından Kanunda sınırlandırılmış ve HMK`nın “ıslahın zamanı ve şekli” başlıklı 177. maddesinin 1. fıkrasında tahkikatın sona ermesine kadar ıslahın yapılabileceği düzenlenmiştir. (Mülga 1086 s. HUMK. m. 84) Yine ıslahın sayısı da sınırlandırılmış ve HMK`nın 176. maddesinin 2. fıkrasında aynı davada, tarafların ancak bir kez ıslah yoluna başvurabilecekleri düzenleme altına alınmıştır.

Islahın konusu tarafların yaptıkları kendi usul işlemleridir. Taraflar ıslahla, dilekçelerinde belirttikleri vakıaları, dava konusunu, talep sonucunu değiştirebilirler.

Islahın amacı yargılama sürecinde şekil ve süreye aykırılık sebebiyle ortaya çıkabilecek maddi hak kayıplarını ortadan kaldırmak olduğundan, hak ve alacağı bu sürecin dışında ortadan kaldırmış olan işlemlerin, yani maddi hukuk işlemlerinin ıslah yoluyla düzeltilebilmesi elbette ki mümkün değildir. Bir başka deyişle, maddi hakkı sona erdiren maddi hukuk işlemleri, ıslahla düzeltilemez. Feragat, kabul, sulh gibi işlemler velev ki dava içinde yapılsın, asıl hakkı ortadan kaldırdıklarından, usul işlemi olduğu kadar (davayı etkilediği için usul işlemidir) maddi hukuk işlemi mahiyetini de taşımaktadır ve bu sebeple, bu işlemlerin ıslah yoluyla düzeltilmesi imkansızdır. Çünkü ıslah, yargılama hukukunun şekle ve süreye bağlılığından kaynaklanan zımni hak kayıplarının telafisi için öngörülmüş bir müessesedir. Açık bir irade beyanı ile terk edilen haklar, maddi gerçeğin şekle feda edilmesi gibi bir sonuç doğurmadığı için ıslahın konusu olamaz.

Az yukarıda değinildiği üzere ıslahın konusunu tarafların yaptıkları usul işlemleri oluşturduğundan taraflardan birinin ıslah yoluna başvurabilmesi için daha önce yapmış olduğu bir usul işleminin bulunması gerekir. Gerek mülga 1086 sayılı HUMK`nın 83. maddesinde gerekse yargılama sırasında yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK`nın 176. maddesinde taraflardan her birinin yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu nedenle cevap dilekçesinin ıslahı için öncelikle yapılması gereken usul işlemi davaya cevap vermekten ibarettir. Cevap dilekçesinin hiç verilmemiş olması halinde ortada ıslah edilmesi mümkün bir usul işleminin varlığından söz edilemez. Aksi halde, suskun kalınarak hiç cevap verilmemiş olması halinin bir usul işlemi olarak kabulü gerekir. Bu çerçevede süresi geçtikten sonra yapılan ve karşı çıkılan savunmanın da hiç yapılmamış gibi olduğunu ve aynı hukuki sonucu doğuracağını belirtmek gerekir. Usul işleminin ıslahla düzeltilmesi öncelikle geçerli bir hukuki işlemin varlığını gerektirdiğinden, yapılmamış hükmünde sayılan bir usul işleminin ıslahla düzeltilmesi de düşünülemez.

Bu aşamada süresinde cevap dilekçesi verilmemesinin doğuracağı sonuca da değinmek gerekmektedir.

Bilindiği üzere davalı, davaya cevap vermek zorunda değildir. Davanın cevapsız bırakılması ya da süresi içinde cevap dilekçesi verilmemesi halinde davalının, davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü vakıaların tamamını inkar etmiş sayılacağı 6100 sayılı HMK`nın 128. maddesinde düzenleme altına alınmıştır. Bu kural, HUMK`nın yürürlükte olduğu dönemde de öğreti ve yargı kararlar ile kabul edilmiştir. Ancak, süresinde cevap dilekçesi vermemek suretiyle davanın inkarı ileri sürülen vakıaların inkarı niteliğinde olup, bu inkarın zamanaşımı def`ini de kapsadığı söylenemez.

Ayrıca, davalının süresinden sonra verdiği cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def`inde bulunabileceğini kabul etmek ıslah ile kaçırılmış olan sürenin geri getirilmesi, daha doğrusu ıslah ile davaya cevap verilmesi sonucunu doğuracaktır. Oysa ki kanun ile belirlenen süreler kesin olup, ıslah kaçırılmış olan süreleri geri getiren bir yol değildir.

Hal böyle olunca, yasal süresi geçtikten sonra verilen ve davacı tarafın itirazı ile karşılaştığı için hiç verilmemiş sayılan cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle zamanaşımı def`inin ileri sürülemeyeceği kurul çoğunluğunca kabul edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında bir kısım üyeler tarafından, uyuşmazlığın çözümünde süresinde cevap vermiş ve fakat zamanaşımı def`ini ileri sürmemiş davalı ile süresinde cevap vermeyen davalı arasında bir ayrım yapılmasının doğru olmadığı, böyle bir ayrımın hukuki temelinin bulunmadığı, keza süresinde cevap vermeyen davalının kanun gereği davacının ileri sürdüğü tüm vakıaları inkar etmiş sayılacağı, böyle olunca da süresinde cevap vermek suretiyle yapılan maddi vakıaların inkarı ile hiç cevap vermemek suretiyle yapılan inkar arasında bir farkın bulunmadığı, her iki durumda da aynı hukuki sonucun doğduğu, süresinde cevap verip zamanaşımı def`inde bulunmayan davalının sonradan ıslah ile zamanaşımı savunmasını ileri sürebileceği kabul edildiğine göre süresinde cevap vermeyen davalının da ıslah yoluna başvurarak bu olanaktan yararlanması gerektiği, çünkü ıslahın iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnası olup, davanın taraflarına ihmal ettiği, yapmadığı ya da yapamadığı işlemleri yapabilme, tamamlayabilme imkanını tanıdığını, bu nedenle yerel mahkemenin zamanaşımı def`ini incelemesinin yerinde olduğu ve kararın onanması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

O halde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, mahkemece önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere 07.06.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Zamanaşımı, bir hakkın istenebilirliğini ortadan kaldıran bir savunma olgusudur. Zamanaşımı def`i ileri sürülmedikçe kendiliğinden nazara alınamaz. Zamanaşımı savunmanın esasa cevap süresi içinde ileri sürülmesi gerekir. Cevap süresi, dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki haftadır. Cevap süresinin uzatılmasına karar verilmesi halinde de uzatılan cevap süresi içinde ileri sürülebilir. Süresinden sonra ileri sürülen zamanaşımı def`i savunmanın değiştirilmesi, genişletilmesi mahiyetindedir. 6100 s. HMK 141. maddesi uyarınca ön inceleme aşaması tamamlandıktan sonra karşı tarafın açık muvafakatı veya ıslah olmadıkça savunma genişletilemez, değiştirilemez. 6100 s. HMK`nın 177. maddesinde ıslahın tahkikatın sona ermesine kadar yapılabileceği belirtilmiştir.

Somut olayda davalı vekili süresinde cevap dilekçesi vermemiş, sonradan verdiği cevap dilekçesinde zamanaşımı def`inde bulunmuş, bunun kabul edilmemesi halinde savunmalarını zamanaşımı def`i yönünden ıslah ettiklerini belirterek ıslah yoluyla zamanaşımı savunmalarının kabul edilmesini istemiştir. Davacı vekili, savunmanın genişletilmesine muvafakat etmediklerini, ıslah yoluyla da zamanaşımı def`inde bulunulamayacağını, süresinde verilen bir cevap dilekçesi de olmadığından ıslah edilemeyeceğini beyan etmiştir.

Süresinde cevap dilekçesi verilmemesi halinde davalı davacının ileri sürdüğü vakıaları inkâr etmiş sayılır. (HMK 128. md.) Cevap dilekçesi verilerek, ileri sürülen vakıaların inkâr edilmesi ile cevap dilekçesi vermemek suretiyle vakıaların inkar edilmesi, aynı neticeyi doğurmaktadır. Davacının ileri sürdüğü vakıalar cevap dilekçesiyle inkâr edildiğinde zamanaşımı defi ıslah yoluyla ileri sürülebilmektedir. HMK 141. maddesi uyarınca, cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemişse davacının muvafakatı ile zamanaşımı defi ileri sürülebilir. Yine HMK 141/2. maddesi uyarınca, cevap dilekçesinin ıslahı suretiyle de zamanaşımı defi ileri sürülerek savunma genişletilebilir, değiştirilebilir. HGK`nun 19.2.958 gün 4-23 e – 16. k, 13.2.963 gün 4-51 e, 19 k. s. ve 4.6.2011 gün 2010/9-629 e – 2011/70 k. s. ilamlarında da ıslah yoluyla zamanaşımı def`inin ileri sürülebileceği kabul edilmiştir. Hiç cevap dilekçesi verilmemiş olması halinde ıslahla zamanaşımı savunması yapılıp yapılamayacağı hususu HGK kararlarında tartışma dışı bırakılmıştır.

Cevap dilekçesi verilmemesi ile iddia edilen vakıalar inkâr edilmiş sayıldığından, zamanaşımı def`inin sonradan ileri sürülmesi savunmanın değiştirilmesi, genişletilmesi mahiyetinde olup ancak davacının açık muvafakatı ile yapılabilir. 6100 s. HMK`nın 141/2. maddesinde, ıslah müessesesi, bir tarafın savunmanın genişletilmesi, değiştirilmesine açık muvafakat etmemesi halinde başvurulan bir usul işlemi olarak istisna tutulmuştur. HMK 177. maddesinde de tahkikat tamamlanıncaya kadar ıslah yapılabileceği belirtildiğine göre süresinde cevap dilekçesi vermeyen davalı da ıslah yoluna başvurarak tahkikat bitinceye kadar zamanaşımı savunmasında bulunabilir. Davalının ıslah yoluna başvurmasına engel bir kanun hükmü yoktur. Hiç cevap dilekçesi vermemiş olan davalı ile cevap dilekçesi vermiş ve fakat zamanaşımı def`i ileri sürmemiş olan davalı bakımından bir ayrım yapmamak gerekir. Böyle bir ayrımın hukuki temeli olmadığı gibi ıslah; tarafın ihmal ettiği, yapmadığı ya da yapamadığı işlemleri yapabilmesine, tamamlayabilmesine imkan verdiğinden, cevap dilekçesi vermemiş olan davalı da ıslah suretiyle zamanaşımı def`ini ileri sürebilmelidir. (Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez Pekcanıtez Usûl – Medeni Usûl Hukuku 15. Bası …. cilt 2. syf. 1265,) (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı syf. 1856, 1857, 4016, 4038.)

Açıklanan nedenlerle Mahkemenin ıslah dilekçesiyle ileri sürülen zamanaşımı def`ini incelemesi yerinde olup, değerli çoğunluğun aksi düşünceyle kararı bozan görüşüne katılmıyorum.

HATALI ENJEKSİYON- SAKATLIK TAZMİNATI

T.C

YARGITAY

13.Hukuk Dairesi

ESAS:2016/14676

KARAR:2018/6278

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

K A R A R

Davacı, 2009 yılında göğüs kanserine yakalandığını ve kısa sürede hastalığın akciğerlere yayıldığını, yoğun tedaviler sonucunda 2011 yılı başlarında göğüs ve akciğerdeki kanser hastalığında gerileme ve iyileşme dönemine girildiğini, hastalığı ile ilgili 13.9.2011 tarihinde göğsündeki kanser hücrelerinde tekrarlama olup olmadığının kontrolü için davalı şirkete ait hastaneye muayene için gittiğini ve yapılan ameliyatla göğsünden parça alındığını, sonraki gün taburcu edilirken servis hemşiresi tarafından yapılan ağrı kesici iğnenin sinire isabet etmesi nedeniyle bacağında şişme ile birlikte hissizlik oluştuğunu, farklı hastanede yapılan kontrolde en az %30 organ yitimi yaşanabileceği ve organ yitimini en aza indirebilme için fizik tedaviye başlanması gerektiğinin bildirildiğini, bunun üzerine özel bir fizik tedavi merkezinde tedavi görmeye başladığını ve en az 10 ay daha tedavi göreceğini, … tarafından karşılanmayan tedavi ve ulaşım giderlerine yönelik harcama yaptığını ve tedavi süresince yapmaya devam edeceğini, yürüyemediği için günlük yaşamını tek başına idame ettiremediğinden yardımcıya ihtiyaç duyduğunu, organ yitiminin en aza indirilebilmesi için uygulanan tedavide kemoterapinin hücre öldürücü etkisinin organ kaybının önüne geçilebilmesi için hücre yenilenmesi ve hızlandırılmasını sağlayan ilaçlarla ters düştüğünden iki tedavinin birbiri ile çakıştığını ve birbirini etkisiz hale getirdiğini, davalı şirkete ait hastane çalışanlarının ağır ihmali nedeniyle yaşanan bu durum nedeniyle maddi ve manevi anlamda zarara uğradığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla oluşmuş veya oluşacak toplam tedavi gideri karşılığı 58.032,00 TL, gündelik hizmetlerinde yardımcıya ödenmesi gereken bedel karşılığı 6.000,00 TL ve efor tazminatı karşılığı 15.000, TL olmak üzere toplam 79.032,00 TL maddi tazminat ile 100.000,00 TL manevi tazminatın faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş; ıslahla birlikte efor tazminatı yönünden talep sonucunu 57.807,91 TL’na yükseltmiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, maddi tazminat talebinin kısmen kabulüne, 57.807,91 TL sürekli iş göremezlik tazminatı ile 25.257,67 TL ulaşım ve tedavi giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 30.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, davalı hastanede yapılan operasyon sonrası uygulanan enjeksiyon nedeniyle bacakta sakatlık oluştuğu iddiasıyla istenilen maddi ve manevi tazminata ilişkindir. Taraflar arasındaki ilişki vekalet sözleşmesidir. Vekil, vekalet görevini yerine getirirken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. O nedenle, vekil konumunda olan davalının bilim ve teknolojinin getirdiği bütün imkanları kullanmak suretiyle özen borcunu yerine getirmeleri gerekir.

1-Somut olayda, davacının meme kanseri olduğu ve hastalığın kontrolü amacıyla davalı hastaneye gittiğinde yapılan operasyon sonrası servis hemşire tarafından davacının kalça kısmına uygulanan ağrı kesici iğne neticesinde, sol bacakta, ayakta ağrı ve hissizliğin ortaya çıktığı anlaşılmakta olup, davacı, yapılan iğnenin bacaktaki sinire isabet etmesi sonucu davalı hastane çalışanlarının kusurlu davranışı sonucu mevcut durumun meydana geldiğini ileri sürmüş; davalı ise, enjeksiyonun kalça bölgesinde doğru yere uygulandığını, hastanın çok zayıf olması nedeniyle siyatik sinir travmasına, enjeksiyon travmasından çok yapılan ilacın sinire yakın komşuluğu nedeniyle nöropraksi oluşumuna bağlı bir komplikasyon olduğunu savunmuştur. Mahkemece yapılan yargılama kapsamında kusur durumunun tespiti amacıyla … Adli Tıp Kurumundan alınan bilirkişi raporu esas alınarak, davacıya uygulanan ağrı kesici enjeksiyon nedeniyle meydana gelen sinir yaralanmasında davalı hastanenin tam kusurlu olduğu edilip hesaplanan bedel üzerinden davanın kısmen kabulüne karar verilmiş ise de; bilirkişi raporu incelendiğinde, özellikle raporun tek kişi tarafından hazırlandığı ve içerik olarak olayı tüm yönleriyle aydınlatacak ve itirazları giderecek mahiyette olmadığı anlaşılmakta olup, bu haliyle rapor hüküm kurmaya elverişli olmayıp varılan sonuç hatalıdır. O halde mahkemece, davacının enjeksiyon öncesi mevcut hastalığı, fiziksel durumu ve yaşı da dikkate alınarak, davacıya uygulanan enjeksiyonun doğru yere yapılıp yapılmadığı ile ilgili tüm bilgi ve belgeler, hastane kayıtları, çekilen tüm filmler, epikriz ve Adli Tıp Raporları da birlikte gönderilerek, Üniversite Öğretim Üyelerinden oluşturulacak, konusunda uzman, akademik kariyere sahip üç kişilik bilirkişi kurulundan, davacıya yapılan enjeksiyonun usulüne uygun olarak yapılıp yapılmadığı, hastada oluşan hasarın, “enjeksiyonun hatalı uygulanması”na bağlı olarak gelişebileceği ve bunların gelişme olasılıkları, kas içine ve usulüne uygun olarak yapılan bir enjeksiyon sonrasında “nöropati” gelişmesinin mümkün olup olamayacağı, mümkünse, bu durumun meydana getireceği bulguların neler olduğu, enjeksiyon öncesinde yapılması gereken muayenenin ve sonrasında yapılması gereken tüm tıbbi müdahalelerin yapılıp yapılmadığı, olayda davalıya atfı kabil bir kusur bulunup bulunmadığı konusunda, nedenlerini açıklayıcı, taraf, mahkeme ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak az yukarda açıklanan ilke ve esaslara göre davalı hastane çalışanlarının kusurlu olup olmadıkları belirlenmeli, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken değinilen bu yön gözardı edilerek eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenle davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi

DAVA DİLEKÇESİNDE FAZLAYA İLİŞKİN HAKLAR SAKLI TUTULMASI KISMİ DAVA ÖZELLİĞİ GÖSTERDİĞİNDEN HEM DAVA HEM ISLAH HEM DE EK DAVA YAPILDIĞI AÇILDIĞI TARİHTE AYRI AYRI ZAMAN AŞIMINI KESER.

T.C
YARGITAY
21. Hukuk Dairesi
ESAS: 2017/4902
KARAR: 2018/9494

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : …….. Mahkemesi 6. Hukuk Dairesi

A)Davacı İstemi;
Davacı taraf iş kazası nedeniyle sigortalının ölümünden dolayı doğan maddi ve manevi zararlarının tazminini talep etmiştir.
B)Davalıların Cevapları;
Davalı taraf davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
C)İlk Derece Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı:
“Dava iş kazası nedeni ile maddi tazminat istemine ilişkindir. iş kazası 08/01/2004 tarihinde gerçekleşmiştir.
…….. 9. İş Mahkemesinin 2006/307 E. – 2007/404 K. Sayılı Kesinleşen ilamı ile aynı taraflar arasında aynı iş kazasına ilişkin olay sebebi ile manevi tazminat istendiği bu dosyada davalı iş verenin DSİ’nin %70 , davacı işçinin %30 oranında kusurlu kabul edildiği ,kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2007/17986 – 20659 İlamı ile onandığı kusur oranının bu suretle taraflar için kesin hüküm ile belirlenmiş olduğu anlaşılmıştır.
…….. tarafından davacının sürekli iş göremezlik oranı % 60 olarak belirlenmiştir. Bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri bildirilmiştir.
Davacı davalı iş verene ait …….. 13. Bölge Müdürlüğünde …….. olarak çalışmakta iken meydana gelen iş kazası sonucu sağ elini kayıp ederek, sürekli iş göremez hale geldiğinden davalı iş veren işçinin zararından sorumludur. İşçiye ait kusur oranı ve geçici + sürekli iş göremezlik ödeneklerinin kurumca rücu edilebilecek kısmının indirilmesinden sonra davacının , karşılanmamış gerçek zararın 206.808,46 TL olarak hesap edildiği anlaşılmaktadır.
Ancak davacı gerçek zararının zaman aşımına uğramayan kısmını talep edebilir.
Dava haksız fiilden kaynaklandığından 10 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Birleşen dava ve ıslaha karşı süresinde davalı tarafça zamanaşımı itirazında bulunulmuştur. Davacı dava ve birleşen davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı bu sebeple zaman aşımının ilk davanın açıldığı tarihte kesilmiş olduğunu belirtmektedir. Ancak dava dilekçesinde fazlaya ilişkin haklar saklı tutulmak sureti ile maddi tazminat istenilmiş olup , istek bu hali ile kısmi dava özelliği göstermektedir. Dolayısı ile hem dava hem ıslah hem de ek dava yapıldığı / açıldığı tarihte ayrı ayrı zaman aşımını keser. Bu sebeple dava 10 yıllık zaman aşımı süresinde açılmış ise de ; ıslah ve birleşen ek dava bu süreden sonra açıldığından zaman aşımına uğramıştır. ( Yargıtay 21. HD. 20/06/2016 tarih 2015/16005- 2016/10190 sayılı içtihat)
Buna göre iş kazasının tarihine , davacının sosyo ekonomik durumuna, maluliyet oranına nazaran davacının zaman aşımına uğramayan 30.000,00 TL ‘lik maddi tazminat isteğinin kabulüne , Zaman aşımına uğrayan ıslah ile artırılan kısım ile birleşen ek davanın reddine, olay haksız fiilden kaynaklandığından , olay tarihinden itibaren yasal faiz uygulanmasına, böylelikle davanın kısmen kabulüne ilişkin dair , aşağıdaki şekli ile karar verilmiştir. ” şeklinde belirtilmiştir.
Hüküm Fıkrasında ise özetle;
“1-30,000,00 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 08/01/2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
2- Fazlaya ilişkin isteğin ve birleşen davanın reddine” karar verilmiştir.
D) …….. Başvurusu
Kararın davacı vekilince 02/12/2016 tarihli …….. dilekçesiyle, davalı vekilince ise 01/12/2016 tarihli süre tutum ve 18/01/2017 tarihli gerekçeli …….. dilekçesiyle, …….. kanun yoluna götürüldüğü anlaşılmaktadır. .
E)…….. Mahkemesi Gerekçesi ve Kararı ;
“Davalı vekili gerekçeli …….. dilekçesini, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 8 günlük yasal süresinden sonra vermiştir.
Davalı vekilinin gerekçeli …….. dilekçesini gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 8 günlük yasal süresinden sonra verdiği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 355. maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırı bir husus da saptanmadığı anlaşılmaktadır.
Davacının ……..ı yönünden ise, taraflar arasında davanın belirsiz alacak davası olarak açılıp açılmadığı, buna bağlı olarak ıslah ile artırılan ve ek dava ile istenilen miktarların zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konularında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Belirsiz alacak davası 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre, davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir. Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir. Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir. Aynı Kanunun 109. maddesinde ise, kısmi dava düzenlenmiş olup, buna göre de talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir. Dava açıldığı tarihte 6100 sayılı Kanun yürürlükte bulunup, maddi tazminat istemli davanın niteliğine göre belirsiz alacak davası veya kısmi dava olarak açılması mümkündür. Bu gibi durumlarda, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığından söz edebilmek için dava dilekçesinde açıkça buna dayanıldığının belirtilmesi ya da dava dilekçesinin içeriğinden kısmi dava değil, belirsiz alacak davası olarak açıldığının anlaşılması gerekir.
İş kazası sonucu oluşan maddi zararın miktarı yalnızca zarar görenin iradesi ile belirlenmez. Maddi tazminatın miktarı, tarafların kusur oranı, sorumluluk koşulları, zarar ve tazminata doğrudan etkili olan işçinin net geliri, bakiye ömrü, işgörebilirlik çağı, işgöremezlik oranı, Kurumca bağlanan gelirin peşin sermaye değeri gibi tüm verilerin hiçbir kuşku ve duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmesine bağlıdır. Öte yandan, maddi tazminat davasında kusur oranlarının belirlenmesi için bilirkişi incelemesi yaptırılması gerektiği gibi tazminatın hesaplanması için ayrı bir bilirkişi incelemesi de yaptırılması gerekir. O halde, iş kazası sonucu zarar gören davacının, davanın açıldığı tarihte tazminat alacağının miktarını tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği anlaşılmakla davacının hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabileceği gibi maddi zararının belirlenmesi için 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesine göre tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.
Belirsiz alacak davası ise, mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır. Maddenin gerekçesine göre ise, alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu konuda rastgele bir miktarı talep etmesi doğru olmaz. Örneğin, işveren ve…….. Kurumu kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir işçi, çalışma süresini 12 yıl ve ücretini net 2.000,00.-TL olarak açıklamak suretiyle kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre belirlenebilen miktar talep edilmelidir. Başka bir anlatımla, tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00.-TL) gösterilmesi halinde, davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru olmaz.
Tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında, işverenin vereceği cevap, ön inceleme aşamasında bu yönde uzlaşı veya tahkikat aşamasında belirsizlik ortadan kalktığında, 6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesine göre davacı miktarı arttırabilir ve alacağın tümünün tahsilini talep edebilir. Bu aşamada iddianın genişletilmesi yasağı devreye girmez.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesine göre, alacak belirli hale geldiğinde artırım, sadece bir kez yapılabilir. İkinci kez artırım yapılmak istenirse, iddianın genişletilmesi yasağı ile karşı karşıya kalınır.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 157. maddesi uyarınca, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Bu nedenle yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, davacının talep artırım dilekçesi üzerine ileri sürülen zamanaşımı definin de sonuca bir etkisi olmaz.
Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir. Belirtmek gerekir ki, belirsiz alacak davasının alacaklıya sağladığı bütün imkanlar bir tek tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında ortaya çıkar.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği 6100 sayılı Kanun’un 107/3. maddesinde kabul edilmiş olmakla, davanın miktar belirtmeden açılması da imkan dahilindedir. Bu halde hukuki yarar yokluğu ile ilgili tartışmalara mahal vermemek için, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin son cümlesinde, belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın bulunduğu ifade edilmiştir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesinde açıklanmıştır.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine 6100 sayılı Kanun’un 107/2. maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde uygulama alanı bulabilir. Ancak, belirsiz alacak tespit davasında yapılan yargılama ile alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın tahsili talep edilebilir.
Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır. Belirsiz alacak davası ile kesilmiş olan zamanaşımı yargılama sırasındaki işlemler ve hakimin her kararı ile kesileceğinden ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı defi sonuca etkili değildir.
6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesine göre, belirsiz alacak davasının, kısmen eda davasıyla birlikte külli tespit davası olarak da açılabilmesi imkan dahilindedir. O halde, belirsiz alacak davasında bir miktarın tahsili yanında, kalan tutarın tespiti istenebilecek ve yargılama sırasında belirlendiğinde kalan miktar da talep edilebilecektir.
Bunun tam eda davasından farkı, belirlenebilen miktarın talebi yerine, kısmi bir miktarın istenebilmesidir. Örneğin belirsiz bir alacak için alacaklı tarafından belirsiz alacak davası açıldığında ve 100,00.-TL için tahsil, kalan miktarı için ise alacağın tespiti istendiğinde kısmi eda külli tespit davasından sözedilir. Zira, alacaklı işveren veya resmi kurum kayıtlarında geçen belirleyebildiği miktarı davaya konu etmek yerine, farazi bir miktar için talepte bulunmuştur. Sözü edilen davanın kısmi davadan farkı ise, alacaklının kısmi dava açtığını belirtmeksizin belirsiz alacak davasından söz ederek taleplerde bulunmasına dayanır. Yukarıda açıklandığı üzere belirsiz bir alacak için alacaklının açıkça kısmi dava açtığını belirterek talepte bulunması veya belirsiz alacaktan söz edilmeksizin kısmi taleplerde bulunulması halinde davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilir.
Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle, yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmının sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.
Somut olayda, davacı vekili 15.07.2013 havale tarihli dava dilekçesinde, davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını açıkça belirtmiştir. Ayrıca, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporuna göre alacak miktarının artırılması talepli dilekçesinde de, “belirsiz alacak davasındaki” taleplerini artırdığını belirterek, davasının belirsiz alacak davası olduğunu açıkça beyan etmiştir. Dava dilekçesinin içeriğine göre, bu davanın kısmi eda külli tespit davası olduğu açıktır. Kısmi eda külli tespit davası açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesileceğinden, Mahkemenin yargılama sırasındaki işleminden veya hakimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağı için yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Hal böyle olunca Mahkemece, ıslah edilen miktar ile birleşen ek davanın zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.” şeklindedir.
Hüküm Fıkrasında ise özetle;
“6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-2. maddesi gereğince;
1-Davalının ileri sürdüğü …….. sebepleri yerinde görülmediğinden ESASTAN REDDİNE,

2-Davacının …….. başvurusunun kabulü ile ilk derece Mahkemesi kararının KALDIRILMASINA,
3-a)DAVANIN KABULÜNE, 165.000,00.-TL maddi tazminatın olay tarihi olan 08/01/2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,
b)BİRLEŞEN DAVANIN KABULÜNE,
41.808,46.-TL maddi tazminatın olay tarihi olan 08/01/2004 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınıp davacıya verilmesine,” karar verilmiştir.
F) Delillerin Değerlendirilmesi ve Gerekçe;
Dava, sigortalının iş kazasından maluliyete uğraması nedeniyle maddi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
Somut olayda öncelikle çözüme kavuşturulması gereken konu uygulanması gereken …….. süresi ile davalı vekilinin gerekçeli …….. dilekçesini süresinde sunup sunmadığı noktasıdır.
Bilindiği üzere yerel mahkemenin karar tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 8/2.maddesine “…….. yoluna başvurma süresi, karar yüze karşı verilmişse nihaî kararın taraflara tefhimi, yokluklarında verilmiş ise tebliği tarihinden itibaren sekiz gündür”. Aynı Kanunun 15. maddesine göre ise bu Kanunda açıklık bulunmıyan hallerde Hukuk Muhakemeleri Kanunun hükümleri uygulanıcağına işaret edilmiştir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 321.maddesinin 2.fıkrasına göre ise kararın tefhimi için hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanamadığı ve bu nedenle zorunlu olarak hüküm özetinin tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir. Bu hüküm doğrultusunda, hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte tefhim edilmediği hallerde gerekçeli kararın taraflara tebliği zorunludur (Anayasa Mahkemesi Başkanlığı’nın (İkinci Bölüm) 20.03.2014 gün ve 2012/1034 Başvuru sayılı kararı da aynı yöndedir).
Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda (hüküm özeti) hükmün tüm unsurları yer almakla birlikte kararın gerekçesinin tefhim edilememesi halinde temyiz süresi gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlar. Ancak, hüküm tüm unsurları ve gerekçesi ile birlikte tefhim edilmiş ise artık hükmün HMK’nın 321/2 maddesine göre usulüne uygun ve eksiksiz bir biçimde tefhim edildiği kabul edilir ve temyiz süresi tefhim tarihinden itibaren başlar. 5521 sayılı Kanun‘un 8.maddesinde yer alan ve temyiz süresinin başlangıcına esas alınan tefhim kavramının “hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklandığı hal“ olarak anlaşılması zorunludur.
Tarafların, gerekçeli karar tebliğ edilmeden önce, temyiz süre tutum dilekçesi veye gerekçeli temyiz dilekçesi sunmak suretiyle kararı temyiz ettikleri hallerde dahi, kararın gerekçesini dikkate alarak yeni temyiz gerekçelerine dayanmaları mümkün olduğundan, bu gibi hallerde bile gerekçeli kararın taraflara tebliği gerekir.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
O halde, somut olayda her ne kadar kısa karar 25/11/2016 tarihli celsede tefhim edilmiş ise de; kararın tüm unsurları ile beraber tefhim edilmediği ve …….. kanun yolu süresinin kararın tebliğinden itibaren işleyeceği açıktır.
6100 sayılı HMK’nun 343/1.maddesine göre “…….. dilekçesi, kararı veren mahkemeye veya başka bir yer mahkemesine verilebilir. …….. dilekçesi hangi mahkemeye verilmişse, o mahkemece …….. mahkemesi başvuru defterine kaydolunur ve başvurana ücretsiz bir alındı belgesi verilir.” aynı maddenin 3. fıkrasının yollamasıyla uygulanan 118. madde hükmü gereğince …….. dilekçesinin kaydedildiği tarih itibariyle …….. başvurusunun yapılmış sayılacağı açıktır.
Davanın tümden kabul veya tümden reddedildiği hallerde, reddedilen bir talebi bulunmadığından davacının veya davacı yararına kurulan bir hüküm bulunmadığından davalının kararı temyizde ilke olarak hukuki yararı bulunmadığı kabul edilmekte ise de tarafların kararın gerekçesini temyiz etme hakları bulunduğundan gerekçeli karar taraflara tebliğ edilmelidir.
Nitekim davacı ve davalı vekilinin kararın tefhiminden itibaren yasal süresi içerisinde sundukları …….. yoluna başvurularına dair süre tutum dilekçeleri ile kararı …….. ettiklerini beyan ettikleri anlaşılmaktadır.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/09/2018 tarih ve 2018/9-584 E- 2018/1332 K sayılı ilamında da belirtildiği üzere;
1982 Anayasasının “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36’ncı maddesi uyarınca, “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”Ayrıca Anayasanın 90’ıncı maddesinin son fıkrasında usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmaların kanun hükmünde olduğu, bunlar hakkında anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamayacağı, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümlerinin esas alınacağı ifade edilmiştir.
Bu bağlamda ülkemizin de taraf olduğu………… Sözleşmesinin (……..) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı ayrıntılı yer almış olup, gerek Anayasa gerekse …….. düzenlemelerine koşut olarak da 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 27’nci maddesinde hukuki dinlenilme hakkı düzenlenmiştir.
HMK’nın 27’nci maddesi uyarınca;
“(1) Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.
(2) Bu hak;
a) Yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını,
b) Açıklama ve ispat hakkını,
c) Mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini, içerir”.
Hukuki dinlenilme hakkı çoğunlukla “iddia ve savunma hakkı” olarak bilinmektedir. Ancak bu hak iddia ve savunma hakkı kavramına göre daha geniş ve üst bir kavramdır.
Hakkın temel unsurları maddede tek tek belirtilmiş, böylece uygulamada bu temel yargısal hak konusundaki tereddütlerin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Bunlardan ilki “bilgilenme hakkı” dır. Bu çerçevede, öncelikle tarafların gerek yargı organlarınca gerek karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir. Hak sahibinin kendisi ile ilgili yargılama ve yargılamanın içeriği hakkında tam bir şekilde bilgi sahibi olması sağlanmalıdır. Tarafın bilgi sahibi olmadığı işlemler, belge ve bilgiler yargılamada esas alınamaz. Bilgilenmenin şekli bakımından, hukuki dinlenilme hakkına uygun davranılmalı, ilgilinin bilgilenmesi şeklen değil, gerçek anlamda sağlanmaya çalışılmalıdır.
Bu hakkın ikinci unsuru, “açıklama ve ispat hakkı”dır. Taraflar, yargılamayla ilgili açıklamada bulunma, bu çerçevede iddia ve savunmalarını ileri sürme ve ispat etme hakkına sahiptirler. Her iki taraf da bu haktan eşit şekilde yararlanırlar. Bu durum “silahların eşitliği ilkesi” olarak da ifade edilmektedir…………. Sözleşmesi’nin (……..) adil yargılanma hakkını düzenleyen 6’ncı maddesinin birinci bendinin ilk cümlesinde yer alan silahların eşitliği ilkesi, yine ……..’ne göre, mahkeme önünde sahip olunan hak ve vecibeler bakımından taraflar arasında tam bir eşitliğin bulunması ve bu dengenin bütün yargılama boyunca korunmasıdır. Başka bir deyişle, silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarından birini diğeri karşısında avantajsız bir duruma düşürmeyecek şekilde her iki tarafın deliller de dâhil olmak üzere, iddia ve savunmasını ortaya koymak için makul bir olanağa sahip olması, tarafların denge içinde olması demektir. Söz konusu ilke tarafların usulüne uygun olarak mahkemenin önüne gelmelerini sağlayan tebligat işlemi açısından da önemlidir. Çünkü ancak hukuka uygun bir usulde gerçekleşen tebligat üzerine, durumdan haberdar olan taraflar iddia ve savunmalarını eşit şekilde yapabileceklerdir.
Hukuki dinlenilme hakkının üçüncü unsuru, “tarafların iddia ve savunmalarını yargı organlarının tam olarak dikkate alıp değerlendirmesi”dir. Bu değerlendirmenin de karar gerekçesinde yapılması gerekir (6100 sayılı HMK’nın gerekçesi m. 32). Yargılama bakımından, sadece bir tarafın dinlenip diğerinin dinlenmemesi, tek yönlü karar verilmesi demektir. Yargılamada yer alan taraflar yargılamanın objesi değil, süjesidir. Hukukî dinlenilme hakkı doğru karar verilmesinin garantisidir; bu nedenle, haksızlığa karşı koyabilme imkânı tanır. Bu hak, hukuk devletinin, insan onurunun korunması ve eşitlik ilkesinin, hak arama özgürlüğünün, adil yargılanma hakkının bir gereğidir.
Bütün bu açıklamalar doğrultusunda, …….. Mahkemesinin …….. başvurusunu incelediği 03/05/2017 tarihi itibariyle dosya kapsamına girmiş ve kararın tebliği tarihinden itibaren de makul bir süre içerisinde sunulmuş olan davalı …….. isteminin gerekçelerini içeren 18/01/2017 tarihli dilekçesi incelenmek suretiyle, davalının …….. talebi yönünden de işin esasına geçilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde davalı …….. başvurusunun gerekçelerinin 8 günlük sürede ibraz edilmemesi ve kamu düzenine bir aykırılık da olmadığına işaretle davalı …….. isteminin esastan reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.
…….. Mahkemesince yapılacak iş, davalı vekilinin gerekçeli …….. sebeplerinin makul süre içerisinde sunulduğu değerlendirmek suretiyle gerekçeli …….. başvurusu hakkında bir karar vermekten ibarettir.
O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve davalı vekilinin bu aşamada temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin …….. Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz olunan …….. Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın davalı vekilinin gerekçeli …….. dilekçesi incelenmek üzere …….. Mahkemesine gönderilmesine, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, 20/12/2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

KISMİ EDA KÜLLİ TESPİT TALEPLİ BELİRSİZ ALACAK DAVASI- TALEP ARTIRIMINA KARŞI YAPILAN ZAMANAŞIMI DEF’İ HUKUKİ SONUÇ DOĞURMAZ.

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS: 2015/26828
KARAR:2018/22139

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar avukatlarınca istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili; müvekkilinin davalı işyerinde 02/03/2009-13/05/2011 tarihleri arasında lojistik ve idari işler direktörü olarak çalıştığını, net 5.000,00 TL ücretinin olduğunu, bordroda yarısının gösterilip bankadan ödendiğini diğer yarısının elden ödendiğini, ayrıca prim, asgari geçim indirimi, servis ve bir öğün yemek verildiğini, iş akdinin haklı ve geçerli neden olmaksızın feshedilmesi üzerine Bakırköy 1. İş Mahkemesinin 2011/373 E. sayılı dosyası ile dava açıldığını, işe iadesine karar verildiğini ve verilen kararın onanarak kesinleştiğini, 12.06.2013 tarihli ihtarname ile işe iade talebinde bulunulduğunu, davalının 21.06.2013 tarihli ihtarname ile işe başlama istemini kabul ettiğini, deponun …’e taşındığını ve davacının burada işe başlamasının istendiğini, 02.07.2013 tarihli ihtarname ile mahkeme kararına uygun davet olmadığının, iş koşullarında esaslı değişiklik olduğunun ve davetin samimi olmadığının belirtilerek alacakların ödenmesinin talep edildiğini, davalının 18.07.2013 tarihli ihtarname ile aynı hususları yinelediğini, davacının işten çıkartılmadan önce davalının Küçükköy’deki işyerinde çalıştığını ve … ile burası arasında 50 km mesafenin olduğunu, ulaşım bakımından elverişsiz olup gidip gelmenin 3 saatten fazla sürdüğünü, işten çıkartılırken kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, izin ücreti ve prim adı altında bir kısım ödeme yapıldığını ancak fazla çalışma ücreti, bayram ve genel tatil ücretinin ödenmediğini, 2008 yılından itibaren işyerinde hafta içi 08:00-18:00 saatleri arasında çalışıldığını, haftasonu çalışılmadığını, yarım saat öğle molasının olduğunu, ancak depoya mal geldiğinde yada gönderildiğinde iş bitmeden ayrılmasının mümkün olmadığını, çoğu zaman haftada 2-3 gün saat 21:00-22:00’ye kadar çalışmanın olduğunu, ulusal bayramlarda da çalışıldığını, fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğini, yıllık izin ücretinin ise eksik ödendiğini iddia ederek, fark kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, fazla mesai ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti, boşta geçen süre ücreti ve işe başlatmama tazminatı alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:Davalı vekili, zamanaşımı def’inde bulunduklarını, davacının işe iade başvurusunun kabul edildiğini ancak davacının davete icabet etmediğini, davacının depo elemanı olarak çalıştığını, işe iade davası sürecinde deponun Yassıören Mah. … Cd. No:90 Arnavutköy adresine taşındığını, nakilden sonra Küçükköy’de depo kalmadığını, şirkete ait tek deponun Arnavutköy’de bulunduğunu, davacının iş tanımında ve ücretinde esaslı değişikliğin olmadığını, işe iade davetinin kabul edilmemesinin davacının talebinin iyi niyetli olmadığını gösterdiğini, yapılan tüm mesailerinin karşılığının ödendiğini, maaşının tamamının eksiksiz olarak bordroda göründüğü şekli ile bankadan ödendiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz: Kararı yasal süresi içinde taraf vekilleri temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının tüm, davacının aşağıdaki bendlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta dava açılış şekli itibariyle kısmi eda külli tespit talepli belirsiz alacak davasıdır. Davacının yaptığı ıslah olmayıp, talep artırımı ile alacağın belirli hale getirilmesidir. Belirsiz alacak davasının bütün türlerinde dava açılmakla zamanaşımı kesilir. Talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’i hukuki sonuç doğurmaz.

Bu nedenle talep artırımına karşı yapılan zamanaşımı def’inin dikkate alınmaması gerekirken hukukî değer taşımayan zamanaşımına def’ine göre karar verilmesi isabetsizdir.

3-Dosyadaki bilgi ve belgelerden, kesinleşen işe iade kararı sonrası davacının süresi içerisinde işverene müraacatı üzerine işveren tarafından Arnavutköy’deki yeni depo adresinde işe başlamasının istenildiği, davacının daha önce çalıştığı ve iş akdinin feshedildiği işyeri adresinin Küçükköy Gaziosmanpaşa’da olduğu, davacının da bu nedenle işverenin davetinin samimi olmadığı ve iş koşullarında esaslı değişiklik yapıldığı gerekçesiyle yasal haklarını talep ettiği anlaşılmaktadır.

İşveren tarafından yeni çalışma yeri olarak bildirilen Arnavutköy adresinin davacının önceki çalıştığı adrese ve ikamet adresine çok uzak bir adres olması nedeniyle işyeri çalışma şartlarında esaslı değişiklik olduğundan, davacının işe başlatmama tazminatı talebinin kabulü yerine yazılı gerekçeyle reddine karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 03/12/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Exit mobile version