“MUHATAP ŞİRKETİN YETKİLİSİNİN GEÇİCİ OLARAK ÇARŞIYA GİTTİĞİNİ BEYAN EDEN ŞİRKET DAİMİ ÇALIŞANI “ BEYANI VEREN KİŞİNİN ŞİRKETİN DAİMİ ÇALIŞANININ OLMADIĞI

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
ESAS:2011/8482
KARAR: 2013/13299

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ile ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı işyerinde 14.04.2000 tarihinden 2009 yılı sonuna kadar sürekli olarak çalıştığını, ekonomik sorunları gerekçe gösteren işverenin davacının ücretlerini ödemediğini, hizmet akdini haksız olarak feshettiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti ve ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Cevap dilekçesi verilmemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
Yargılamanın hukuka uygun ve sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunmanın özgürce ileri sürülebilmesi ve delillerin eksiksiz olarak toplanıp tartışılabilmesi, öncelikle tarafların yargılamadan haberdar edilmeleri ile olanaklıdır. Hasımsız davalar hariç olmak üzere, dava dilekçesi ile duruşma gün ve saati karşı tarafa tebliğ edilmeden ve taraf teşkili sağlanmadan davaya bakılamaz ve yargılama yapılamaz.
Davanın tarafları ile vekillerinin davaya ilişkin işlemleri öğrenebilmesi için, tebligatın usulüne uygun olarak yapılması, duruşma gün ve saatinin kendilerine bildirilmesi gerekmektedir. Duruşma günü ile tebligatın yapıldığı tarih arasında makul bir süre olmalıdır. Aksi takdirde tarafların hukuksal hakları kısıtlanmış olur.
Tebligat Kanununun 12 nci ve 13 üncü maddeleri uyarınca, tüzel kişilere tebliğ yetkili temsilcilerine, bunlar birden fazla ise yalnız birine yapılır. Temsile yetkili kişinin herhangi bir nedenle tebliğ yapıldığı sırada işyerinde bulunmaması veya bizzat alamayacak durumda olması halinde, kendisinden sonra gelen bir kimse veya evrak müdürüne, bu da olanaklı değilse, tüzel kişinin o yerdeki memur veya işçilerinden birine yapılmalıdır. Bu sıraya uyulması yasal zorunluluk olup, aksi takdirde tebligat usulsüz sayılacaktır. Tüzel kişiliği olmayan, ancak 4857 sayılı İş Kanununun 2 nci maddesi anlamında işveren sıfatını taşıyan kamu kurum ve kuruluşları adına çıkarılan tebligatın, kurumun yetkili temsilcisine yapılması gerekir (Dairemizin 03.11.2008 gün ve 2008/4948 Esas, 2008/29807 Karar sayılı ilamı).
Somut olayda, davalı şirkete, dava dilekçesinin “… Mah. 26. Sk. Kat:1 D:3 …/…” adresinde daimi çalışan olarak “…” adlı kişiye tebliğ edildiği, ıslah dilekçesi ve bilirkişi raporunun da aynı adrese tebliğe çıkartıldığı, ancak, “ismen tanınmadığı” gerekçesiyle bila olarak iade edildiği, bu kerre aynı adrese TK.’nun 35.maddesine göre tebliğ edildiği, gerekçeli kararın ise, aynı adrese tebliğe çıkartıldığı ve “Muhatap şirketin yetkilisinin geçici olarak çarşıya gittiğini beyan eden şirket daimi çalışanı “… tebliğ edilmiştir” kaşesi vurularak 22/12/2010 tarihinde tebliğ edildiği, davalı şirketin Ticaret Sicilindeki adresinin ise “… Mahallesi 78026 sokak N:8 Zemin kat 1170 …/…” olduğu, dava dilekçesini daimi çalışan diye tebellüğ eden …’in … 1.İş Mahkemesi’nde başka bir şirket aleyhine (… Yemekçilik Temizlik Turizm İnşaat Tıbbi Görüntüleme Bilgisayar Otomasyon ve Yönetim Sistemleri San Tic Ltd Şti aleyhine) işçilik alacaklarına ilişkin olarak dava açtığı, söz konusu dava dilekçesinde “10.09.2004’de işe başladığı, 29.09.2010 tarihinde de iş akdi feshedilene kadar aralıksız ve kesintisiz çalıştığını” belirtildiği anlaşıldığından, dava dilekçesini tebellüğ eden kişinin (…’in) işbu davadaki davalı şirketin daimi elemanı olmadığı sonucu ortaya çıktığından ve dolayısıyla dava ve ıslah dilekçesinin usulüne uygun olarak tebliğ edilmediği, hukuki dinlenilme hakkının kısıtlandığı anlaşıldığından, hükmün sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı, sair yönleri incelenmeksizin, BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 02.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ADRES KAYIT SİSTEMİNE GÖRE DÜZENLENECEK TEBLİĞ ZARFI AÇIK MAVİ RENKTE OLMASI GEREKTİĞİ

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO:2016/11780
KARAR NO:2017/2991
K. TARİHİ:1.3.2017

MAHKEMESİ :İCRA HUKUK MAHKEMESİ

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu tarafından, icra mahkemesine yapılan başvuruda; sair şikayetlerinin yanında ödeme emri tebliğ işleminin usulsüz olduğu da ileri sürülerek tebliğ tarihinin öğrenme tarihine göre düzeltilmesi talep edilmiş, mahkemece; tebliğ işleminin 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi kapsamında usulüne uygun olarak yapıldığı gerekçesiyle usulsüz tebliğ şikayetinin, süre aşımı nedeniyle de diğer şikayetlerin reddine karar verilmiştir.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Tebliğ İmkansızlığı ve Bilinen Adreste Tebligat” başlıklı 21/2.maddesi; ”Gösterilen adres muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi olup, muhatap o adreste hiç oturmamış veya o adresten sürekli olarak ayrılmış olsa dahi, tebliğ memuru, tebliğ olunacak evrakı, o yerin muhtar veya ihtiyar heyeti azasından birine veyahut zabıta amir veya memurlarına imza karşılığında teslim eder ve tesellüm edenin adresini ihtiva eden ihbarnameyi gösterilen adresteki binanın kapısına yapıştırır. İhbarnamenin kapıya yapıştırıldığı tarih, tebliğ tarihi sayılır” hükmünü, “Usulüne Aykırı Tebliğin Hükmü” başlıklı 32. maddesi de; ”Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebliğe muttali olmuş ise muteber sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihi addolunur” hükmünü içermektedir.

Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin “Bilinen adreste tebligat” başlıklı 16/2. maddesinde; ”Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Ayrıca başkaca adres araştırması yapılmaz. 79. maddenin ikinci fıkrasına göre renkli bastırılan tebliğ zarfında, adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek bu adrese tebligat yapılacağına dair meşruhata yer verilir” düzenlemesi, yine aynı Yönetmeliğin 79/2. maddesinde de; “Bu yönetmeliğe ekli örneklere göre bastırılacak evrakın beyaz renkte olması gerekir. Ancak 16. maddenin ikinci fıkrası uyarınca adres kayıt sistemine göre düzenlenecek tebliğ zarfı açık mavi renkte bastırılır” düzenlemesi yer almaktadır.

Somut olayda, mernis adresine çıkartılan tebligat evrakında, sadece adresin başında “mernis adresi” ibaresinin yazılı olduğu, bu şerh dışında, tebligatı çıkaran mercii tarafından tebliğ zarfı üzerine, 7201 sayılı Kanunun 23/1-8. ve Yönetmeliğin 16/2. maddesi kapsamında; “adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresi olduğu belirtilerek, bu adrese Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesi uyarınca tebligat yapılacağına dair meşruhat” verilmediği, ayrıca tebliğ zarfının beyaz renkli olduğu, dolayısıyla yapılan tebliğin, 7201 sayılı Kanunun 23/1-8. ve Tebligat Yönetmeliğinin 16/2. maddelerine aykırı olup usulsüz olduğu anlaşılmaktadır.

Usule aykırı tebliğin hükmü ise yukarıda yer aldığı gibi 7201 sayılı Kanunun 32. ve benzer düzenlemenin yer aldığı Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 53. maddelerinde düzenlenmiş olup, anılan maddelerde; tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatap tebliğe muttali olmuş ise geçerli sayılıp, muhatabın beyan ettiği tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edileceği belirtilmiştir.

O halde mahkemece, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca muhatabın beyan ettiği ıttıla tarihinin, tebliğ tarihi olarak kabulü ile, tebligat tarihinin buna göre düzeltilerek, borçlunun diğer şikayetlerinin esaslarının incelenmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BONODA MALEN-NAKDEN KAYDI YERİNE ‘EV İÇİNDİR’ YAZAR İSE YİNE DE KAMBİYO SENEDİ NİTELİĞİ KORUNUR

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2012/26295
KARAR NO:2013/4039
K. TARİHİ:14.02.2013

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu, alacaklı tarafından aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 5 günlük yasal süre içerisinde icra mahkemesine başvurarak, senedin teminat senedi olduğu kambiyo vasfında olmadığını ileri sürerek icra takibinin iptalini talep etmiştir.

Mahkemece; takip dayanağı olan bonoda ”ev içindir” ibaresinin yazılı olması nedeniyle alacağın tahsilinin yargılamayı gerektirdiği” gerekçesiyle davacının borca itirazının kabulü ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan ilişki “kambiyo ilişkisi” ismiyle anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu “kambiyo taahhüdü”nde bulunmuş olur. Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl/temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.
Bu genel açıklamadan sonra hemen belirtmek gerekirki; bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedidir. Bu nedenle bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır (TTK.m. 691/1).

Bonoda şekil şartları TTK’nun 688.maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” yada “emre muharrer senet” ibaresi, kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden yada malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir.

Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı”dır. Yinelemek gerekirse “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, mücerret bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının, varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştır (HGK 2003/19-781 E, 2003/768 K. ). Bonoda ki ”ev içindir” ibaresi malen kaydı gibi bir bedel kaydıdır.

Bu durumda senette “ev içindir” ibaresinin bulunması, T.T.K.’nun 688. maddesi uyarınca, bono niteliğini etkilemeyeceğinden takip dayanağı bono yasal unsurları içeren kambiyo senedi vasfındadır. Borçlu itirazının reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/02/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE BEYİN KANAMASI SONUCU ÖLÜM- İŞ KAZASI- DESTEKTEN YOKSUN KALMA TAZMİNATI TALEBİ

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2016/5106
KARAR NO : 2016/14745
Y A R G I T A Y İ L A M I
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bakırköy 21. İş Mahkemesi
TARİHİ : 01/10/2015
NUMARASI : 2013/502-2015/419
DAVACILAR : S. K. vs. Vek. Av.
DAVALI :1-…..Fabrikaları San. Tic. A.Ş. Vek.
2-….. Koruma Ve Güvenlik Hizmetleri Ltd Şti

Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle, davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davacılar vekilince istenilmesi ve de duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 06/12/2016 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalılardan İstanbul Asfalt Fabrikaları San. Tic. A.Ş vekili Avukat Yakup Çolak geldi. Davacılar ile diğer davalı adına gelen olmadı. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi Mehmet Fatih Kapusuzoğlu tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine
işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

K A R A R

Dava, sigortalının iş kazası sonucunda vefatı nedeniyle yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, olayın %100 kaçınılmazlıktan kaynaklandığı, işverenin kusursuz olduğundan bahisle davanın reddine verilmiştir.

Dosya kapsamından murisin beyin kanaması nedeniyle vefat ettiği, olayın iş kazası olduğunun tespitine dair mahkeme ilamının onanarak kesinleştiği, dosya kapsamında aralarında operatör doktor bir hekimin de bulunduğu heyetten kusur raporu alındığı, bu raporda beyin kanamasının meydana gelişinde %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu konusunda görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.

Kaçınılmazlık; hukuksal ve teknik anlamda; fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder. Olayın önlenemezliği hususunu açmak gerekirse; buradaki önlenemezlik olayla ilgili değildir. Önlenemezlik unsuru, tamamen davranış normu ve borca aykırılıkla ilgili olup alınabilinecek tüm tedbirler alınmış olunsa dahi bir davranış normunun veya sözleşmeden doğan bir borcun ihlalinin ifadesidir. Yani olay önlenemez olmasına rağmen bir davranış kuralına yada sözleşmeden doğan borca aykırılık önlenebiliyorsa artık kaçınılmazlıktan söz etme imkanı yoktur.
Bu açıklamalardan olarak somut olayda her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi kusur raporunda beyin kanaması neticesinde ölüm sonucunun ortaya çıkmasında %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüşe katılmak mümkün değildir.

Yapılacak iş, murisin vefatından önceki döneme ve vefatına ilişkin tüm tıbbi belgeler dosyaya celp edildikten sonra aralarında bir nörologun da bulunduğu iş güvenliği uzmanlarından oluşan heyetten beyin kanamasının oluşmasında işyeri koşullarının etkili olup olmadığı, sigortalının kendi bünyesinden kaynaklanan nedenlerin ne kadar etkili olduğu konusunu da kapsayacak şekilde kusur raporu almak ve oluşacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, sair yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine 06/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
Mesut BALCI
Üye
H. KARA
Üye
B. SONER
Üye
B. AYDOĞAN
Üye
A. YENER
C.C

BOZMA İLAMI KAPSAMI DIŞINDA KALAN ALACAK BÖLÜMLERİ YÖNÜNDEN TAKİBE DEVAM EDİLMESİ MÜMKÜNDÜR

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

 ESAS: 2005/4566,

KARAR: 2005/7049

KARAR TARİHİ : 1.4.2005 

ÖZET:Açık bir onama hükmü bulunmasa dahi, taleplerden biri veya daha fazlası hakkındaki temyiz itirazları Yargıtay’ca reddedilip kararın o bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmış ise, reddedilen temyiz itirazlarının ilgili bulunduğu karar bölümü onanmış sayılacağından alacaklının, bozma ilamı kapsamı dışında kalan alacak bölümleri yönünden takibe devam etmesi mümkündür.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : İstanbul 1. İş Mahkemesinin 27.05.2003 tarih ve 2003/257-484 sayılı ilamının hüküm bölümünde kıdem tazminatı 28.998,633 TL, ihbar tazminatı 6.000.000.000 TL. ve ücretli izin nedeniyle de 25.200.000.000 TL. olmak üzere toplam 60.198.633,771 TL alacağın 14.02.2000 tarihinden itibaren yürütülecek yasal faizi ve takdir edilen 3.107.945,351 TL. nispi avukatlık ücreti ile birlikte davalıdan alınıp davacıya ödenmesine karar verilmiştir.

Hükmün temyiz edilmesinden sonra Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 17.02.2004 tarih ve 2003/11355 , 2004/2576 sayılı ilamı ile sadece (izin alacağı) yönünden kararın bozulduğu anlaşılmaktadır. Anılan “Yargıtay” ilamının (1) no’lu bendinde açıkça, bozmanın sadece izin alacağından söz edilen (2) no’lu bende hasredildiği belirtilmiş ve borçlunun sair temyiz itirazları reddedilmiştir. Açık bir onama hükmü bulunmasa dahi, taleplerden biri veya daha fazlası hakkındaki yerel mahkeme kararına ilişkin temyiz itirazları Yargıtay’ca reddedilmiş ve böylece kararın o bölümü bozma kapsamı dışında bırakılmış ise, reddedilen temyiz itirazlarının ilgili bulunduğu karar bölümü onanmış sayılır. (Prof Dr. Baki Kuru HUMK 4. Baskı 1984, cilt4, shf, 3421) (HGK’nun 25.03.1992 tarih ve 1992/2-121 E, 1992/197 K) (HGK’ nun 23.10.2002 tarih ve 2002/11-633 E, 2002/847 K).

Bu durumda, alacaklının bozma ilamı kapsamı dışında kalan alacak bölümleri yönünden takibe devam etmesi mümkün olup şikayetin kabulü yerine reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’un 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 01.04.2005 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE DİPLOMA İLE İŞE GİRMEK- EVRAKTA SAHTECİLİK VE KAMU KURUMUNU DOLANDIRICILIK

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS: 2015/12232
KARAR:2018/6255

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Resmi belgede sahtecilik, dolandırıcılık
HÜKÜM : Beraat

Sanık hakkında dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümleri katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanığın İTÜ Bilgisayar ve Bilişim Fakültesinden mezunmuş gibi sahte diploma düzenleyerek İskenderun ilçesinde faaliyet gösteren Limak Uluslararası Liman İşletmeciliği A.Ş’de işe girdiği ve 7 ay kadar çalıştığı, daha sonra diplomanın sahte olduğu anlaşılmakla katılan şirketin sanık hakkında şikayetçi olduğu sanık hakkında soruşturma yürütüldüğü ancak İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında fotokopiden ibaret bilgisayar çıktısı diploma örneğinin yetkili kamu görevlilerince onaylanmadığı bu nedenle hukuki sonuç doğurmayacağı ve belgenin kanıt gücü taşımadığı dolayısıyla iğfal kabiliyetinin bulunmadığı sanık hakkında resmi belgede sahtecilikten ayrıca dolandırıcılıktan kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği, anılan karara katılan tarafından itiraz edildiği ve itiraz sonucu anılan kararın Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesince kaldırılararak İskenderun 2. Asliye Ceza Mahkemesince yargılama yapıldığı somut olayda; suça konu diplomanın fotokopiden ibaret olup iğfal kabiliyeti taşımadığı ve her iki müsnet suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesine dayanan mahkemenin beraat yönünde kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin eksik inceleme ile hüküm kurulduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, sanık hakkında kurulan beraat hükümlerinin ONANMASINA, 03/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BİREYSEL KREDİ-HAYAT SİGORTASININ BANKACA YENİLENMEMESİ- ÖLÜMÜN GERÇEKLEŞMESİ- TAZMİNAT VE İSTİRDAT DAVASINDA GÖREVLİ MAHKEME

T.C
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/8920
KARAR:2019/1061

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki menfi tespit ve istirdat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde taraflar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacı,…Şubesinden 03/05/2011 tarihinde 45.000,00 TL’lik bireysel kredi kullanan merhum …’ın mirasçısı ve eşi olduğunu, eşinin hesabından para çekilerek eşinin hayat sigortası kapsamına alındığını, kredinin ilk taksitinden vefat tarihine kadar da kredi ödemelerinin ve hayat sigortası kesintilerinin maaşından kesildiğini, hatta vefat olayından sonra da banka tarafından maaş hesabından kesinti yapıldığını, eşinin hayat sigortası kapsamında iken 31/05/2013 tarihinde vefat ettiğini, bankanın hesabın kapatılmasını istediğini ve haklarını bilmemesinden dolayı da ödeme yaptığını, bankanın 1 yıldan fazla suretle hayat sigortası yapmakla kendisine ve eşine sigorta kapsamında oldukları güvencesi verdiğini, bildirim yapma ve bilgilendirme sorumluluğu olan bankanın mevcut sigortanın yenilenmediğini bildirmediğini beyan ederek, bu nedenle murisinin bankaya borçlu bulunmadığının tespiti ile haksız ve hukuki dayanaksız tahsil edilen 39.000,00 TL bedelin faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı ve davalı tarafça temyiz edilmiştir.
1-Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 4822 sayılı yasa ile değişik 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun amaç başlıklı 1. maddesinde yasanın amacı açıklandıktan sonra kapsam başlıklı 2. maddesinde “Bu kanun, birinci maddesinde belirtilen amaçlarla mal ve hizmet piyasalarında tüketicinin taraflardan birini oluşturduğu her türlü tüketici işlemini kapsar” hükmüne yer verilmiştir. Yasanın 3. maddesinde mal; alışverişe konu olan taşınır eşyayı, konut ve tatil amaçlı taşınmaz malları ve elektronik ortamda kullanılmak üzere hazırlanan yazılım, ses, görüntü ve benzeri gayri maddi malları, hizmet; bir ücret veya menfaat karşılığında yapılan mal sağlama dışındaki her türlü faaliyeti ifade eder denilmektedir. Satıcı; kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişileri, kredi veren; mevzuatları gereği tüketicilere nakit kredi vermeye yetkili olan banka, özel finans kuruluşu ve finansman şirketlerini kapsar. Tüketici ise bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen kullanan veya yararlanan gerçek yada tüzel kişiyi ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.

Bir hukuki işlemin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için yasanın amacı içerisinde yukarıda tanımları verilen taraflar arasında mal veya hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir. Yasada açıklandığı üzere Tüketici “bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan, veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişidir. Somut uyuşmazlıkta davacı, murisi …’ın davalı bankadan kullandığı konut kredisi nedeniyle davalı bankanın sigorta poliçesini yenileme yükümlülüğünü yerine getirmediğini beyan ederek davalı bankaya ödenen 39.000,00 TL’nin iadesine karar verilmesini etmiş olup, dava konusu olayda davacı murisin kullanmış olduğu konut kredisi sebebiyle tüketici konumundadır. Öyle olunca taraflar arasındaki ilişkinin 4077 sayılı yasa kapsamında kaldığı ve eldeki davaya bakma görevinin Tüketici Mahkemesine ait olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemenin görevi hususu kamu düzenine ilişkin olup, taraflar bu hususu ileri sürmese bile bunun mahkemece re’sen nazara alınması gerekir. O halde mahkemece, müstakil Tüketici Mahkemesi var ise davaya bakmakla Tüketici Mahkemeleri görevli olduğundan görevsizlik kararı verilmesi, müstakil Tüketici Mahkemesi yok ise ara kararı ile uyuşmazlığa Tüketici Mahkemesi sıfatı ile bakılmasına karar verilmek suretiyle uyuşmazlığın çözülmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın Asliye Hukuk Mahkemesi olarak görülmüş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre kararı temyiz eden davacının ve davalının temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle kararı temyiz eden davacı ve davalının temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan 27,70 TL harcın davacıya, 27,70 TL harcın davalıya iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/02/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi

VÜCUT VEYA SIHHAT ÜZERİNE İKA EDİLEN MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT ALACAKLARI HACZEDİLEMEZ

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

ESAS NO : 2017/4712
KARAR NO : 2017/10938

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 16. İcra Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 12/02/2016
NUMARASI : 2015/763-2016/109
DAVACI : BORÇLU : Selami G.
DAVALI : ALACAKLI : Ahmet Ali S.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Mustafa Özbek tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlu Selami G.aleyhine İstanbul Anadolu 12. İcra Dairesi’nin 2015/3275 Esas sayılı dosyasıyla başlatılan takipte, borçlunun alacaklı olduğu İstanbul Anadolu 16. İcra Dairesi’nin 2014/10990 E. sayılı dosya alacağı üzerine haciz konulduğu, haczedilen alacağın İİK’nun 82/11. maddesi kapsamında alacak olduğu ve haczedilemeyeceği iddia edilerek haczin kaldırılmasının talep edildiği, mahkemece, şikayetin kısmen kabulü ile haczin maddi tazminat ve faizi yönünden kaldırılmasına, manevi tazminat yönünden ise şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür.

2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 82/11. maddesi uyarınca; vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için tazminat olarak mutazarrırın kendisine veya ailesine toptan veya irat şeklinde verilen veya verilmesi lazım gelen paralar haczedilemez. İlgili maddede, maddi veye manevi tazminatlar yönünden ayrım yapılmadığı, vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için verilen veya verilmesi lazım gelen tüm paraların haczedilemeyeceğinin hüküm altına alındığı görülmektedir.

Somut olayda, borçlu Selami G.’ün, alacaklı olduğu ve haczin konulduğu İstanbul Anadolu 16. İcra Dairesi’nin 2014/10990 Esas sayılı dosyasıyla yapılan takipte, borçlular hakkında ilamlı takip yapıldığı ve takibe dayanak ilamın İstanbul Anadolu 15. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/524 E., 2014/115 K. sayılı ve 02/04/2014 tarihli kararı olduğu, kararda; “Maddi tazminat yönünden davacının fazlaya dair hakkı saklı kalmak üzere 3,00-TL. maddi tazminat ile 20.000,00-TL. manevi tazminatın olay tarihi olan 08/09/2009 tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine” şeklinde hüküm kurulduğu, hüküm altına alınan alacağın, müessir fiilden kaynaklı tazminatlar olduğu görülmüştür. Nitekim icra mahkemesince de kararın gerekçe kısmında bu hususa değinilmiştir.

O halde mahkemece, İİK’nun 82/11. maddesine aykırı olarak vücut veya sıhhat üzerine ika edilen zararlar için hükmedilen tüm (paralar) tazminatlar üzerine konulan haczin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken, yanlış değerlendirme ile manevi tazminat yönünden şikayetin reddi şeklinde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.09.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BORÇLUNUN ANNE VE BABASINA HACİZ İHBARNAMESİ GÖNDERİLEBİLECEĞİ- İCRA MÜDÜRÜNÜN TAKDİR HAKKININ BULUNMADIĞI

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİE. 2016/3856
K. 2016/19090
T. 19.9.2016

ÖZET : Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte alacaklının icra müdürlüğüne başvurarak borçlunun annesine haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinde bulunduğu, söz konusu istemin icra müdürlüğünün “borçlunun annesi alelade bir üçüncü kişi olmadığından gönderilecek haciz ihbarnamelerinin aile bireylerini küçük düşüreceği” gerekçesiyle reddine karar verildiği bu kararın şikayet edilmesi üzerine mahkemece borçlunun annesinin alelade bir üçüncü kişi olmadığı, akrabalar arasında sarih bir hukuki işlemin varlığını ispat külfetinin iddia edene ait olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür. İİK’nun 89. maddesinde düzenlenen “haciz ihbarnamesi” gönderilmesi kanunun emreden hükmü olup alacaklının talebi halinde icra müdürlüğünce bu talebin yerine getirilmesi gerekmekte olup icra memurunun bu hususta taktir hakkı yoktur. Kaldı ki üçüncü kişi, haciz ihbarnamesine itiraz etme hakkına da sahiptir.Mahkemece şikayetin kabulü ile yasaya aykırı müdürlük kararının kaldırılması gerekirken şikayetin reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla başlatılan takipte alacaklının icra müdürlüğüne başvurarak borçlunun annesine haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinde bulunduğu, söz konusu istemin icra müdürlüğünün 06.11.2015 tarihli kararıyla ve “borçlunun annesi alelade bir üçüncü kişi olmadığından gönderilecek haciz ihbarnamelerinin aile bireylerini küçük düşüreceği” gerekçesiyle reddine karar verildiği bu kararın şikayet edilmesi üzerine mahkemece borçlunun annesinin alelade bir üçüncü kişi olmadığı, akrabalar arasında sarih bir hukuki işlemin varlığını ispat külfetinin iddia edene ait olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği görülmüştür.

İİK’nun 89. maddesinde düzenlenen “haciz ihbarnamesi” gönderilmesi kanunun emreden hükmü olup alacaklının talebi halinde icra müdürlüğünce bu talebin yerine getirilmesi gerekmekte olup icra memurunun bu hususta taktir hakkı yoktur. Kaldı ki üçüncü kişi, haciz ihbarnamesine itiraz etme hakkına da sahiptir.

O halde mahkemece şikayetin kabulü ile yasaya aykırı müdürlük kararının kaldırılması gerekirken şikayetin reddine dair hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.09.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ÇİFTÇİLİK MESLEĞİ- ÇİFTÇİNİN TRAKTÖRÜ HACZEDİLMEZLİK İTİRAZI

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/15247
KARAR:2017/7892

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Borçlunun, geçimini çiftçilikle sağladığını ileri sürerek traktör üzerine konulan haczin kaldırılması istemiyle icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; traktörün sermaye ağırlıklı olduğu gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Başvuru bu hali ile, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 82. maddesinin birinci fıkrasının 4. bendine dayalı haczedilmezlik şikayetidir.

İİK’nun 82/1-4. bendinde; ”Borçlu çiftçi ise kendisinin ve ailesinin geçimi için zaruri olan arazi ve çift hayvanları ve nakil vasıtaları ve diğer eklenti ve ziraat aletlerinin…” haczedilemeyeceği belirtildikten sonra, aynı maddenin, 02.07.2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen üçüncü fıkrasında; ”Birinci fıkranın (2), (4), (7) ve (12) numaralı bentlerinde sayılan malların kıymetinin fazla olması durumunda, bedelinden haline münasip bir kısmı, ihtiyacını karşılayabilmesi amacıyla borçluya bırakılmak üzere haczedilerek satılır” hükmüne yer verilmiştir.

Borçlunun bu maddeden yararlanabilmesi için, asıl mesleğinin çiftçilik olması ve bilfiil bu işi yapması gerekir. Anılan maddeye göre, haczedilmemesi gereken taşınır ve taşınmaz mallar ve miktarları tespit edilirken, borçlunun ve ailesinin geçimi için zorunlu olup olmadığı ve tarımsal faaliyetini sürdürebilmesi için gerekli olup olmadığı hususunun göz önünde tutulması gerekmektedir. Traktör de bir ziraat aletidir ve haczi konusunda da belirtilen bu ilke geçerlidir. Bu gün, ülkemizde kara sabanla çiftçilik yapan çok az sayıda insan kalmıştır. Kara saban çağdaş bir tarım aleti olmadığı gibi, hayvanlarla nakil yapılması da çağdaş bir yöntem değildir. Bu itibarla teknolojideki gelişmeler nedeniyle verimliliği, kaliteyi ve kârlılığı arttıran, ekonomik hayata artı değerler kazandıran makineler de çiftçilerimiz için bir ihtiyaçtır. İİK’nun 82. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince, ekonomik hayatın sürekliliği, borçların bir an evvel ödenmesi, çiftçinin, kendisinin ve ailesinin sağlık içinde yaşamlarını sürdürebilmesi ve çiftçilik mesleğinin devamı için zorunlu, vazgeçilmez, çağın koşullarına uygun alet, edevat, makine ve benzer vasıtaların makul kıstaslar dahilinde haczedilmezlik kuralı kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.

İİK’nun 82. maddesine, üçüncü fıkranın eklenmesine ilişkin 6352 sayılı Kanun’un 16. maddesinin 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte, Dairemizce anılan hüküm gözetilerek içtihat değişikliğine gidilmiş olup, o tarihten itibaren süreklilik arz eden içtihatlarında, traktörün, İİK’nun 82. maddesinin birinci fıkrasının 4. bendi kapsamında çiftçiler için zorunlu nakil ve ziraat aleti olduğunun kabulü ile aynı maddenin üçüncü fıkrası doğrultusunda değerlendirme yapılarak sonuca gidilmesi gerektiği benimsenmiştir.

Bir traktörün borçlunun haline uygun olup olmadığı adı geçenin haciz anındaki sosyal durumuna ve borçlu ile ailesinin ihtiyaçlarına göre belirlenir. Buradaki “aile” terimi, geniş anlamda olup, borçlu ile birlikte aynı çatı altında yaşayan, bakmakla yükümlü olduğu kişileri kapsar. Mahkemece, şikayetçinin çiftçilik mesleğini devam ettirebilmesi için, bu mesleği icra ettiği arazinin miktar ve vasfı da dikkate alınarak traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa, şikayete konu traktörün kıymeti ile borçlunun haline münasip traktörü temin etmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, haczedilen traktörün kıymeti bundan fazla ise satılmasına karar verilmeli ve satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen traktör için gerekli olan miktar borçluya bırakılmalı, kalanı hak sahiplerine ödenmelidir. Bu kıstasları aşan nitelik ve evsaftaki traktör ise, maddede öngörülen amaca aykırıdır. Borçlunun büyük ölçekte tarım arazisine sahip olması, çok sayıda traktöre sahip olmasını gerektirmediği gibi, çok vasıflı ve birden fazla traktöre sahip olması da maddenin amacına aykırıdır.

Somut olayda, 16.11.2015 havale tarihli galerici-bilirkişi raporunda traktörün değeri tespit edilmiş “çiftçilik yapması için söz konusu traktörün işini görür durumda olduğu” rapor edilmiş ise de; anılan rapor, yukarıda açıklanan ilkelere uygun bulunmadığından hüküm kurmaya elverişli değildir.

Ayrıca, borçlunun asıl mesleğinin çiftçilik olup olmadığı mahkemece yeterince araştırılmadığı gibi, trafik kaydı üzerine haciz konulan ve fiili haciz işlemi de gerçekleştirilen traktörün kaydında, rehin işlemi olup olmadığının görülebilmesi amacıyla, takyidatlı trafik kaydının da istenmediği anlaşılmaktadır.

O halde mahkemece; yukarı belirtilen ilkeler ışığında gerekli araştırmalar yapıldıktan sonra, borçlunun ve ailesinin geçimini sağlaması için yeterli arazi miktarı ile arazi üzerinde yetiştirilebilen ürün de dikkate alınarak, borçlunun, İİK.’nun 82. maddesinin 1. fıkrasının 4.ve 7. bentleri kapsamında faaliyetlerini sürdürebilmesi için traktöre ihtiyacı olup olmadığı, ihtiyacı varsa şikayete konu traktörün kıymeti ve borçlunun haline münasip traktörü alabilmesi için gerekli bedel bilirkişilere tespit ettirildikten sonra, traktörün kıymeti, borçlunun haline münasip traktörün bedelinden fazla ise satılmasına, satış bedelinden yukarıda nitelikleri belirlenen traktörü alabilmesi için gerekli olan paranın borçluya bırakılmasına, kalanın hak sahiplerine ödenmesine karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırma ile ve yetersiz bilirkişi raporuna dayalı olarak yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.05.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DEPREM NEDENİYLE AĞIR HASAR GÖREREK YIKIMINA KARAR VERİLEN BİNANIN İMALİNDE KUSURLARI OLAN SORUMLULAR ALEYHİNE TAZMİNAT İSTEMİ

T.C
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/6740
KARAR:2018/7523

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı da…ın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatınca, davalı-… avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR

Davacılar, davalı …’un statik proje müellif ve teknik uygulama sorumulusu, davalı …’nin müteahhidi ve aynı zamanda kooperatif yönetim kurulu başkanı, diğer davalıların yönetim kurulu üyesi oldukları … Konut Yapı Koopereatifi tarafından inşa edilen taşınmazdan bedelini ödeyerek daire satın aldıklarını, deprem sırasında dairelerinin bulunduğu binanın yıkılacak şekilde ağır hasar görmesi sonucu AFAD tarafından verilen yıkım kararı sonucu binaların yıktırıldığını, davalıların yapıyı standartlara ve deprem yönetmeliğine uygun inşa etmemeleri nedeniyle kusurlu olduklarını ve ayıba karşı tekeffül hükümleri nedeniyle sorumlu olduklarını, ayrıca davalıların 1163 sayılı koperatifler kanunu’nun 98.maddesinin yollamasıyla eylem tarihinde yürürlükte olan mülga 6762 sayılı TTK’nın 336/5. maddelerine göre de sorumlu olduklarını, komşuları tarafından davalılar aleyhine … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2012/78 Esas sayılı dosyası ile açılan dava sonucunda 29.05.2014 tarihinde davalıların kusurlu olduklarını öğrendiklerini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dairelerin serbest piayasa rayiç değerine göre hesaplanacak yeniden yapım bedelinin davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı … …, zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüş, esastan da…ın reddini dilemiştir.

Diğer davalılar, zamanaşımının dolduğunu ileri sürmüş, ayrıca davada aktif ve pasif husumet ehliyetinin bulunmadığını da savunarak esastan da…ın reddini dilemiştir.

Mahkemece, zamanaşımı nedeniyle da…ın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar ve davalı … …tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, … depremi nedeniyle ağır hasar görerek yıkımına karar verilen binada bağımsız bölümleri bulunan davacıların, binanın imalinde kusurları olan davalılar aleyhine açtıkları tazminat istemine ilişkindir. Davacılar, davalılardan …’un dışındaki diğer davalılar aleyhine davasını, yüklenici ve dava dışı S.S. … Konut Yapı Kooperatifinin yöneticilerinin sorumluluğuna dayandırmıştır. 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu uyarınca bu davalıların sorumluluğuna gidilebilmesi için, davacıların, dava dışı kooperatiften konut satın almış olmaları, davalıların da anılan kooperatifin yöneticileri ve imal edilen binanın yüklenicileri olmaları gerekir. Bu durumda; kooperatifler konusunda uzman bir bilirkişi heyeti oluşturularak, davacıların kooperatif üyesi olup olmadıkları ve kooperatiften daire satın alıp almadıkları, davalıların ise kooperatif yönetim kurulu üyesi olup olmadıkları araştırması, tarafların aktif ve pasif husumet ehliyetlerinin olup olmadığı değerlendirilmesi bu hususlarda denetime elverişli rapor alınmadan ve görev hususunda bir değerlendirme yapılmadan eksik inceleme sonucu karar verildiği anlaşılmakta olup, mahkemece, yukarıda belirtilen eksiklikler tamamlanarak oluşacak uygun sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

2-Bozma nedenine göre davacılar ve davalı … …’un diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açıklanan nedenle davacılar ve davalı … …’un temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan 27,70 TL harcın davacılara, 27,70 TL harcın davalı-…’a iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

GENEL TEHLİKE DOĞURACAK ŞEKİLDE BİNA YIKILMASINA VE ÖLÜME NEDEN OLMA

T.C
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/14722
KARAR:2018/6434

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ(FİKRİ VE SINAI HAKLAR HUKUK MAHKEMESİ SIFATIYLA)
TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen 19/07/2016 tarih ve 2007/56-2016/347 sayılı kararın Yargıtayca incelenmesinin taraf vekilleri tarafından istenildiği ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacılar vekili, … Teknik Hizmetler Ltd. Şti. olarak 1997 yılında … Gıda Sanayi ve Pazarlama Ltd. Şti.’ ne … ‘nde bir idari bina ve bir … fabrikası projesi hazırladıklarını, henüz proje hazırlama aşamasında iken … Gıda Sanayi ve Pazarlama Ltd. Şti. ile davalıların yetkilisi oldukları yüklenici firma arasında inşaat sözleşmesi yapılarak inşaata başlandığını, yapılmakta olan inşaat ile uyuşmayan projelerinin de bu inşaatları ruhsatlandırmak için kullanıldığını, ayrıca başka bir firma tarafından hazırlanan … Depo Binası projesinin de kendileri tarafından hazırlanmış gibi gösterildiğini, ruhsattaki bina tanıtım bilgileri ile projeleri örtüşmediğini, yüklenici vasıtasıyla belediyeden yargıya intikal eden projelerin ve hesaplamaların da eksik olduğunu, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izinlerinde imzalarının bulunmadığını, mimari projede de mimar …’nın imzası ve meslek mührü ile belediye onayının bulunmadığını, kaçak olarak yapımına başlanan ve hazırladıkları projeyle örtüşmeyen, teknik olarak yetersiz ve güvensiz binanın 17/08/1999 tarihinde meydana gelen depremde yıkılarak biri iş sahibinin oğlu olmak üzere sekiz kişinin hayatını kaybettiğini ve haklarında … Ağır Ceza Mahkemesinde “Genel Tehlike Doğuracak Şekilde Bina Yıkılmasına ve Ölüme Neden Olma” suçundan yapılan yargılama sonucunda mahkumiyetlerine karar verildiğini, mesleki yönden büyük bir itibar ve gelir kaybına uğradıklarını, çevrelerinde oluşan intiba nedeniyle manevi yönden de kayba uğradıklarını, ayrıca yıllarca açılan davalarla uğraşmak zorunda kaldıklarını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ayrı ayrı 10.000,00 TL maddi, 25.000,00 TL manevi olmak üzere toplam 35.000,00 TL tazminata hükmedilmesini talep ve dava etmişlerdir.

Davalılar vekili, öncelikle husumet ve zamanaşımı itirazlarında bulunmuş, davacıların … Ağır Ceza Mahkemesindeki dava dosyasında verdikleri ifadelerinde bu inşaatın projelerini kendilerinin yaptıklarını, hatta zemin etüdünü de kendilerinin yaptıklarını kabul ve beyan ettiklerini, bu beyanlarının açılan davadaki iddiaları ile çeliştiğini, başlamış ve bitmiş bir inşaatın zemin etüdünü yapmanın mümkün olmadığını, müvekkillerinin bir kusuru olmadığını belirterek davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, toplanan deliller, yapılan inceleme ve değerlendirmede dava konusu inşaat ruhsatının 02/09/1997 tarihinde alındığı halde sözleşmenin 16/04/1997 tarihinde düzenlendiği, idari binanın zemin artı üç katı ve 13,47 m yüksekliğinde olduğu, oysa imar paftasında yüksekliğin 6,5 m olarak yapılması gerektiği ve mer-i imar planına aykırı yapılaşma bulunduğu, projesi hazırlanmadan yapım işine başlandığı, projeye aykırı olarak yük asansörü ve yükleme rampası ilavesi olduğu, ayrıca binaya ilave çatı katı yapıldığı, fındık fabrikası binasına ait mimari projenin proje çizim tarihindeki mimari proje düzenleme esaslarına genelinde uyduğu, idari binaya ait projenin ise uygulamaya esas proje olmayıp ön proje/avan proje niteliğinde çizildiği, dolayısıyla Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu 1. maddesi uyarınca davacı … tarafından çizilen mimari projenin ve davacı … tarafından çizilen statik projenin fikir ve sanat ürünü olduğu, kişinin projeyi çizmekle odaya ve belediyeye onaylatmadan telif hakkı sahibi olacağı, mevcut davada da mimari statik proje antetleri ile inşaat ruhsatı ve yapı kullanma izin belgelerinde arsa parsel numaraları ve mahalleri konularında farklılıklar bulunduğu, inşaat ruhsatında mimari ve statik proje hazırlayan yerleri bulunduğu halde imza yerleri bulunmadığı, davacıların haklarının binaların müteahhidi olan davalılar tarafından ihlal edildiği gerekçesiyle maddi tazminat talebi açısından sadece davacı … tarafından çizilen mimari proje dosyaya sunulduğundan, bilirkişi raporunda hesaplandığı şekilde davacı …’nın maddi tazminat talebi kısmen kabul edilmiş, statik projeyi çizen …’nın statik proje dosyaya sunulmadığından ispat edilemeyen maddi tazminat talebinin reddine, manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1- Davalı tarafça zamanaşımı def’inde bulunulduğu halde, mahkemece bu hususta olumlu ya da olumsuz bir karar verilmeksizin işin esası hakkında hüküm tesisi doğru görülmeyip bozmayı gerektirmiştir.

2- Ayrıca kabule göre de, davalı tarafça davacıların proje müellifi sıfatıyla yargılandıkları … Ağır Ceza Mahkemesinin 1999/7 Esas sayılı dosyasında verilen ve kesinleşen karar ile dava konusu projeler nedeniyle kusurlu bulundukları savunulduğuna göre, anılan ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararının dava tarihi itibariyle yürürlükteki 818 sayılı BK 53. maddesi kapsamında işbu davaya etkisinin de değerlendirilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmesi de isabetli değildir.

3- Bozma sebep ve şekline göre davacılar vekilinin tüm, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle kararın davalılar yararına BOZULMASINA, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin tüm, davalılar vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz eden taraflara iadesine, 17/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

STATİK PROJE VE DANIŞMANLIK HİZMETİ KARŞILIĞI DAİRE KOOPERATİFE ORTAK OLMA

T.C
YARGITAY
23. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/4007
KARAR:2019/104

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik verilen hükmün süresi içinde taraf vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili, davalının müvekkili kooperatifin üyesi olduğunu, geçmiş dönemlerdeki genel kurul kararlarıyla belirlenen aylık ödeme düzenine uymayan davalının 2012/Aralık ayına kadar ödenmeyen 39.769,00 TL. borcu bulunduğunu bu nedenle … 7. … Müdürlüğünün 2013/720 Esas sayılı dosyası ile takibe geçildiğini, ödeme emrine itiraz edilmesi üzerine takibin durduğunu ileri sürerek … 7. … Müdürlüğünün 2013/720 Esas sayılı dosyasıyla davalı hakkında başlatılan ilamsız … takibine karşı davalının itirazının iptali ile %20 den aşağı olmamak üzere … inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili ile kooperatif arasında 21/01/2009 tarihinde daire karşılığı … yapım sözleşmesi imzalandığını, sözleşme gereği müvekkilinin davacı kooperatife Statik Proje ve Danışmanlık hizmeti karşılığında inşaattan kura çekmek suretiyle ara kat dairesi verileceğinin kararlaştırıldığını, müvekkilinin sözleşme gereklerini eksiksiz yerine getirdiğini, kooperatife borcu bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece iddia, savunma, toplanan deliller ve tüm dosya kapsamına göre; borçların ödenmediği yapılan … takibinin yerinde olduğu, davalının aidat borcu bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1-Dava, aidat borcu nedeniyle itirazın iptali davası olup, uyuşmazlık davalının kooperatife peşin bedelli üye olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Davacı kooperatifin 25/6/2008 tarihli genel kurul toplantısının 7.maddesinde yönetim kuruluna malzeme ve işçilik alımı konusunda yetki verildiği ve bu yetkiye istinaden davacı ile davalı arasında 21/1/2009 tarihinde proje karşılığı daire satımı konusunda sözleşme imzalandığı Yönetim Kurulunun bu işleminin 20/6/2010 tarihinde yapılan 2009 yılı Olağan Genel kurul Toplantısının 6.maddesi ile kabul edildiği anlaşılmış olup bu haliyle davalının Kooperatife peşin ödemeli ortak olduğu sabit hale gelmiştir. Bu durumda davalının gerek yaptığı proje ve gerekse diğer ödemeleri göz önünde bulundurularak daire satım sözleşmesinde belirlenen daire bedelinin Kooperatife ödenip ödenmediği davacının bakiye alacağının bulunup bulunmadığının tespit edilmesi ve oluşacak sonuç çerçevesinde karar verilmesi gerekmektedir. Mahkemece inşaat mühendisi ve kooperatif konusunda uzman bilirkişilerinde bulunduğu 3 kişilik bilirkişi heyeti oluşturularak davalının peşin bedelli olduğu hususu da nazara alınarak uyuşmazlık konusu olarak tespit edilen ödemelerle ilgili ayrıntılı rapor alınarak bir sonuca varılması gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı gerekçe ile kısmen kabul kararı verilmesi doğru olmamış bozmayı gerektirmiştir.

2- Bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle bozma sebep ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına; peşin alınan harçların istek halinde temyiz edenlere iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.01.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

YÜKLENİCİNİN ARSA SAHİBİNDEN ÇİZİM BEDELİNİ VE HAFRİYATI İSTEYEBİLMESİ İÇİN BUNLARIN ARSA SAHİBİNİN MALVARLIĞINDA SEBEPSİZ ARTIŞA NEDEN OLMASININ GEREKMESİ

T.C.
YARGITAY
15. HUKUK DAİRESİ
E. 2003/3637
K. 2004/538
T. 9.2.2004

ÖZET : İstenebilecek olumsuz zarar,sözleşme yapılmamış olsa idi uğranılmayacak olan zararlardır ki güvenilen sözleşmenin kurulmaması yüzünden uğranılan zararları kapsar.

Yüklenici, arsa sahibinin mal varlığında artı bir değer yaratmışsa bu değerlerin iadesini sebepsiz zenginleşme hükümlerince talep edebilecektir. Yüklenicinin dava konusu yaptığı proje ve diğer masraflardan dolayı istemi de bu doğrultuda değerlendirilmelidir. Çizim bedeli olarak öngörülen bedeli yüklenicinin isteyebilmesi için bu projelerden arsa sahibinin gerçek bir yararı olması, yine ortada bir hafriyat varsa bununda arsa sahibinin mal varlığında sebepsiz zenginleşmeye neden olması gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı bozmaya uyularak verilen hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı-k.davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı avukatı gelmedi. Davalı vekili geldi. Temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davalı avukatı dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmıştı. Bu kerre dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Yanlar arasındaki 26.12.1995 günlü biçimine uygun düzenlenen sözleşmenin fesh edildiği çekişme konusu değildir. 14.8.2000 günlü bilirkişi raporuna göre bu fesihte, ruhsat alarak inşaata makul sürede başlamayan ve esasen mevcut üye sayısına göre sözleşmeyi uygulayabilme yeteneği bulunmayan davacı ve karşı davalı yüklenici kooperatif kusurludur.

Hal böyle olunca BK.106.maddesindeki seçimlik hakkını sözleşmeyi fesih doğrultusunda kullanan arsa sahibi sözleşmenin hükümsüzlüğünden kaynaklanan menfi ( olumsuz ) zararlarının tazminini yine aynı Yasanın 108.maddesine dayanarak isteyebilir.

Burada istenebilecek olumsuz zarar, sözleşme yapılmamış olsa idi uğranılmayacak olan zararlardır ki güvenilen sözleşmenin kurulmaması yüzünden uğranılan zararları kapsar. Somut olaydaki arsa sahibinin haksız toprak kaybına sebebiyet verilmesinden dolayı ( kazı ve hafriyat işlemleri ) istediği zarar bu kapsamda kalır. Kuşku yokki davacı yüklenici de dairemizin 26.4.2002 günlü bozma kararında da vurgulandığı üzere arsa sahibinin mal varlığında artı bir değer yaratmışsa bu değerlerin iadesini sebepsiz zenginleşme hükümlerince talep edebilecektir. Yüklenicinin dava konusu yaptığı proje ve diğer masraflardan dolayı istemi de bu doğrultuda değerlendirilmelidir. Burada önemli olan yüklenicinin gerçekten arsa sahibinin mal varlığında bir değer yaratıp yaratmadığının saptanmasıdır. Sorunu daha da somutlaştırmak gerekirse; bilirkişilerin raporda çizim bedeli olarak öngördükleri bedeli yüklenicinin isteyebilmesi için bu projelerden arsa sahibinin gerçek bir yararı olması, yine ortada bir hafriyat varsa bununda arsa sahibinin mal varlığında sebepsiz zenginleşmeye neden olması gerekir. Dosyada projeler olmamakla birlikte, projelerin ortak sayısı belirli bir yapı kooperatifi için düzenlendiği açık-seçiktir. Fesihten sonra arsa sahibinin bu projelerden yararlanması demek, aynı ortak sayısına ulaşmış bir kooperatifle yeni bir sözleşme yapma şansı bulması demektir. Keza, yine bilirkişi raporunda sözü edilen bir blokun hafriyatı bedelinin istenebilmesi de projenin uygulanabilme şansına bağlıdır. Hal böyle olunca gerek projelerde ve gerekse kazı işlemlerinde arsa sahibinin yararlanabileceğini kabul etmek hayatın olağan seyrine uygun düşmez. Mahkemece bu nedenle yüklenicinin proje çizim ve kazı işine ait talebinin reddi yerine bilirkişilerin soyut sözlerine bakılarak kabulü doğru olmamıştır. Ancak, yüklenicinin istek kalemleri arasında imar uygulaması masrafları da bulunduğundan ve bunların yapıldığının da dosya kapsamıyla sabit olduğundan, davacı yüklenici bu masrafların kendisince yapıldığını kanıtlayabilirse eskale edilmeksizin bulunacak imar masrafları hüküm altına alınmalıdır. O halde bilirkişilerden ek rapor alınarak imar masrafları ne ise bu miktar belirlenmeli, arsa sahibince açılan karşı dava da az yukarda ortaya konan olgular doğrultusunda değerlendirilip sonucuna uygun bir hüküm kurulmalıdır. Somut olaya uygun düşmeyen bazı nedenlerle davaların yazılı şekilde sonuçlandırılması doğru olmadığından karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle kararın temyiz eden davalı-k.davacı arsa sahibi lehine BOZULMASINA, 375 milyon TL. duruşma vekalet ücretinin davacı-k.davalı yükleniciden alınarak, davalı-k.davacı arsa sahibine verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalı-k.davacıya geri verilmesine, 9.2.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HIRSIZLIK – İŞYERİ DOKUNULMAZLIĞININ İHLALİ- MALA ZARAR VERME

T.C
YARGITAY
17. CEZA DAİRESİ
ESAS:2018/1842
KARAR:2018/6080

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Hırsızlık, işyeri dokunulmazlığının ihlali, mala zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet

Antalya Bölge Adliye Mahkemesince; verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararların niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Suça sürüklenen çocuk …’ın 07.11.2017 ve 23.01.2018 tarihli dilekçelerinde “…dosyamın onaylanmasını istiyorum” şeklindeki temyizden vazgeçme talebinin, vazgeçme tarihi itibari ile 18 yaşından küçük olan suça sürüklenen çocuk hakkında hüküm ifade etmeyeceği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesi gereğince suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz talebine üstünlük tanınarak yapılan incelemede;

Sanık müdafiinin 22.01.2018 tarihli temyiz ve eski hale getirme talepli dilekçesinde, “Müvekkil … hakkında sayın mahkemeniz tarafından verilen karar tebliğ mazbatasında yazdığı üzere 10.07.2017 tarihinde iş yerinde daimi çalışana tebliğ ibaresi belirtilerek … … isimli şahsa tebliğ edilmiştir. İstinaf başvuru dilekçemde, süre tutum dilekçemde ve son duruşmada sunmuş olduğum yetki belgesinde belirtildiği üzere iş yerimin adresi Bahçelievler Mah. ….t/ANTALYA’dır. Bu durum vergi levham ile de sabittir. Bu adreste meslektaşım Avukat … …. … ile birlikte çalışmaktayız ve iş yerinde hiçbir zaman bir çalışanımız olmamıştır. Tebligatın ise Bahçelievler Mah. ….’daki meslektaşımız Av. … … çalışanına yapılmış olduğunu 19.01.2018 tarihinde sistemden öğrenmiş bulunmaktayım. Kararı tebellüğ eden … … Av. … … sigortalı çalışanı olduğuna ilişkin SGK evrakını ekte sunuyorum. Zabıta ve SGK araştırması ile de bu durum tarafınızdan açıklığa kavuşturulacaktır. Tebligat mazbatasındaki adres ise avukat olarak ilk çalıştığım yerin adresidir ve tebliğ alan kişi tebliğ zarfında adresi yazılı iş yeri olan … …. Bürosu’nda da hiç çalışmamıştır. Tebligat bu adrese de yapılmamıştır. Yukarıda açıkladığım sebeplerle tarafıma yapılmış olduğu iddia edilen tebligat, Tebligat Kanunu’na göre geçersiz olup, öğrenme tarihim olan 19.01.2018 tarihinin temyiz süremin başlangıç tarihi olarak kabul edilmesini talep ediyorum” eski hale getirme taleplerini belirttiği, ekte sunmuş olduğu SGK evrakı incelendiğinde tebliğ yapılan … … Av. … … çalışanı olduğu, müdafinin istinaf başvuru dilekçesinde adres olarak Bahçelievler Mah…. Manavgat/ANTALYA adresini gösterdiği, istinaf ilamının ise müdafiinin eski adresine gönderildiği anlaşılmakla suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz ve eski hale getirme talebi kabul edilerek yapılan incelemede;

Suça sürüklenen çocuk hakkında mala zarar verme suçundan kurulan ve 5271 sayılı CMK’nın 272-3.c maddesine göre istinaf yoluna başvurulamayacak olan hüküm ile ilgili olarak istinaf başvurusunun reddine dair kararın aynı Kanun’un 279. maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna tabi olduğunu tesbitle;

I-Suça sürüklenen çocuk hakkında işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;

Hükmolunan cezanın miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizleri mümkün olmadığından, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE,

II-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;

5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.”, aynı Kanun’un 294. maddesinin ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.” ve aynı Kanun’un 301. maddesinin ”Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin ceza miktarının fazla olduğuna yönelik olduğu belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede;

Mahkemenin alt sınırdan uzaklaşma gerekçesinin yeterli olduğu, suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, istinaf isteminin esastan reddine dair karar hukuka uygun bulunduğundan, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz nedenlerinin reddiyle, CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİNE, 30.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

CEZA HUKUKUNDA ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR KARİNESİ-HIRSIZLIK SUÇUNDA KESİN VE İNANDIRICI DELİL


T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS NO: 2012/6-1309
KARAR NO: 2013/258

Hırsızlık suçundan sanık Semih ‘in 5237 sayılı TCK’nun 142/2-g, 143 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 01.10.2009 gün ve 142-930 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 23.02.2012 gün ve 3044-3722 sayı ile;

“…Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1-Kolluk tarafından düzenlenen ve mağdurun anlatımı ile örtüşen olay yeri çizelgesine göre, hayvanların çalındığı ahırın mağdura ait evin bitişiğinde olduğunun anlaşılması nedeniyle, suçun 5237 sayılı TCK’nın 142. maddesinin (1-b) fıkra ve bendine uyduğu gözetilmeden, aynı Yasa maddesinin uygulama yeri olmayan (2-g) fıkra ve bendi ile hüküm kurulması,

2-Suçun gece vakti işlendiğine ilişkin kuşkudan uzak, hukuka uygun, kuvvetli ve inandırıcı kanıtlar karar yerinde açıklanıp tartışılmadan, sadece gece saat 02.00 sıralarında köy yerinde bir minibüsün dolaştığı bilgisine dayanılarak 5237 sayılı TCK’nın 143/1. maddesi ile cezada arttırma yapılması,” isabetsizliğinden oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiş, Daire Üyesi M. Simavlı, sanığın eyleminin sübuta ermediği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 17.04.2012 gün ve 319708 sayı ile;

“…Gerek hazırlık aşamasında gerekse yargılama aşamasında yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğine dair mahkumiyete yeterli ve inandırıcı şüpheden arındırılmış kesin kanıtlara ulaşılamamıştır. Zira hakkında beraat kararı verilen Orhan ‘ın suçtan kurtulmak amacıyla suça konu hayvanları sanık Semih ‘den satın aldığını söyleme ihtimali mevcuttur. Adı geçen şahsın tanık olarak gösterdiği şahıslardan sadece Cihan ‘ın kendi beyanını kısmen doğrulamasına karşın, adı geçen tanık Cihan ‘ın hakkında beraat kararı verilen Orhan ile birlikte hareket ettiğinin Murat tarafından iddia edildiği gibi tanık Cihan ‘ın aşamalardaki ifadeleri arasında çok büyük çelişkiler bulunmaktadır. Benzer olaylarda sanık ya da sanıkları sadece olay nedeniyle tanıyan tanıkların dosya içeriğine uygun iddialarına üstünlük tanınması gerektiği konusunda gerek uygulamada gerekse teoride herhangi bir duraksamanın mevcut olmamasına karşın, incelemeye konu eylemde olduğu gibi sanık ya da sanıkları önceden tanıyan tanık ya da tanıkların beyanlarının daha kuşkulu karşılandığı bilinen bir gerçektir. Yerel mahkemenin toplanan deliller ışığında sanık Semih hakkında verdiği mahkumiyet kararının yerleşik içtihatlara aykırı olacağı gibi oldukça sakıncalı sonuçlara yol açacağı da açıktır. Zira benzer olaylarda suça konu eşyalarla birlikte yakalanan herhangi bir şahısın, bir tanık dinleterek suçtan rahatlıkla kurtulabileceği gibi olayla hiç bir ilgisi olmayan kişinin mahkumiyetine de neden olmasının önü bir anlamda açılacaktır. Bu duruma çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesi düşünülemez.

Hakkında beraat kararı verilen Orhan ‘ın şüpheli davranışları, tanık olarak dinlenmesini istediği Murat ile Hakan ‘ın kendisini doğrulamamaları, kendisini doğrulayan Cihan ‘ın ise aşamalardaki ifadeleri arasındaki çok büyük çelişkiler ve sanık Semih ‘in kayınpederi olmasına karşın, adı geçeni koruma güdüsüyle hareket etmediği açıkça anlaşılan Murat ‘un dosya içeriğine uygun beyanları sanık Semih başlangıç aşamasından itibaren mevcut olan şüpheyi iyice artırmıştır.

Bütün ihtimalleri değerlendirmek zorunda olan mahkeme tarafından çelişkiler ve tereddütler giderilmediği gibi suça konu hayvanları ahırında bulunduran Orhan ‘ın savunmasının, hangi nedenle yüklenen suçu işlemediğini beyan eden sanık Semih ‘in savunmasına üstün kılındığı karar yerinde denetime olanak sağlayacak ve başta davanın tarafları olmak üzere herkesi ikna edecek şekilde açıklanmamıştır. Denetimden yoksun gerekçe ile mahkumiyet kararı verilmesi suretiyle Anayasanın 141, CYY’nın 34, 230. maddeleri ile 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi delaletiyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 308/7. maddesine aykırı davranılmıştır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 27.09.2012 gün ve 16931-16172 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TEBLİĞİN TÜZEL KİŞİNİN YETKİLİSİNDEN SONRA GELEN KİMSE VEYA EVRAK MÜDÜRÜ, BU KABİL İŞLERLE VAZİFELENDİRİLMİŞ BİRİNE YAPILACAĞI BUNLARDAN BİRİNİN BULUNMAMASI DURUMUNDA DURUMUN TESPİT EDİLEREK O YERDEKİ MEMUR VEYA MÜSTAHDEME YAPILMASI ZORUNLULUĞU

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

ESAS:2016/12510

KARAR:2017/3944

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Şikayet eden 3. kişi, kendisine gönderilen İİK.nun 89/1 haciz ihbarnamesine ilişkin tebligat ile diğer tebligatların usulsüz olduğunu bu nedenle, hacizlerin fekkini talep etmiş, mahkemece, usulsüz tebliğ şikayetinin kabulü ile 89/1 haciz ihbarnamesinin 13/07/2015 tarihinde tebliğ edildiğinin tespitine ve fazlaya ilişkin talebin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 12. maddesine göre, hükmi şahıslara tebligat selahiyetli mümessillerine, bunlar birden fazla ise yalnız birine yapılır. Aynı Kanunun 13. maddesine göre de, tebliğ yapılacak bu kişiler, herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde işyerinde bulunmadıkları veya o sırada evrakı bizzat alamayacak bir halde oldukları takdirde, tebliğ orada hazır bulunan memur ve müstahdemlerinden birine yapılır. Tebligat Kanunu’nun uygulanmasına dair yönetmeliğin 21. maddesinde de, tüzel kişi adına, tebligatı kabul edecek kişi herhangi bir sebeple mutad iş saatlerinde bulunmadığı veya o sırada evrakı bizzat alamayacak durumda olduğu takdirde tebliğin, orada hazır bulunan memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı, kendisine tebliğ yapılacak memur veya müstahdemin tüzel kişinin o yerdeki teşkilatı veya personeli içinde vazife itibariyle tüzel kişinin yetkilisinden sonra gelen kimse veya evrak müdürü gibi esasen bu kabil işlerle vazifelendirilmiş biri olması lazım geldiği, bunların da bulunmadığı tebliğ mazbatasında tespit edilmek şartıyla, o yerdeki diğer memur veya müstahdemlerinden birine yapılacağı hüküm altına alınmıştır.

Somut olayda 89/1-2-3 haciz ihbarnameleri şikayetçiye,” Gösterilen adreste işyerinin daimi çalışanı…imzasına tebliğ edildi ” şerhinin yer aldığı görülmektedir. Tebliğ işlemi yukarıda açıklanan TK’nun 12 ve 13. maddeleri ile Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 21. maddesinde düzenlenen tüzel kişilere tebligat usulüne aykırı olarak borçlu şirketin yetkilisinin bulunup bulunmadığı tespit edilmeksizin daimi çalışana tebliğ gerçekleştirildiğinden yapılan tebligat usulsüzdür.

O halde mahkemece tebligatların usulsüzlüğü kabul edildiğine göre, TK’nun 32. maddesi uyarınca öğrenme tarihinin tespitiyle, 89/1 haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihinin bu tarihe göre düzeltilmesine ,usulüne uygun olarak 89/1 haciz ihbarnamesi çıkarılmadan 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnameleri çıkarılamayacağından veya çıkarılmış olsa bile hükümsüz sayılacaklarından 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnamelerinin iptaline ve hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 16/03/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

GEREK TEBLİGATIN TARİHİ, GEREKSE KİME YAPILDIĞI HUSUSUNDA ÇELİŞKİ MEVCUT OLMASI HALİNDE TEBLİĞİN USULSUZ OLDUĞU

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/1941
KARAR:2019/392 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi : Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı olan bölge adliye mahkemesi hukuk dairesince verilen kararın temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla dosyadaki kağıtlar okundu işin gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Dava düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayalı sözleşmenin geriye etkili olarak feshi ve tapudaki şerhin kaldırılması istemine ilişkindir. Yerel mahkemece davanın kabulüne dair verilen hüküm davalı vekilince istinaf edilmiş, … Bölge Adliye Mahkemesi 7. Hukuk Dairesi’nce başvurunun esastan reddine dair verilen karar, davalı vekili tarafından temyiz olunmuştur.

Davalı tarafından temyiz harcının eksik yatırılmış olması üzerine çıkartılan temyiz harcının ikmali muhtırası, dosyada bulunan tebliğ mazbatasında; 20.02.2018 tarihinde davalı vekili Avukat …’ın adresinde muhattabın bizzat kendisine tebliğ edildi şeklinde belirtilmiş, eksik temyiz harcı 26.02.2018 tarihinde ikmal edilmiştir. Davacı vekilinin 11.06.2018 tarihli dilekçe ekinde ibraz etmiş olduğu 04.05.2018 tarihli … … Başmüdürlüğü yazısında, söz konusu muhtıranın 16.02.2018 tarihinde işyerinde daimi çalışana tebliğ edildiği bilgisinin verildiği, bu haliyle gerek tebligatın tarihi, gerekse kime yapıldığı hususunda çelişki mevcut olduğu anlaşıldığından, gerçek tebliğ tarihi ile tebligatın yapıldığı şahsın araştırılmak suretiyle tebligattaki çelişkilerin giderilmesi ve özellikle tebligatın hangi tarihte yapıldığının kesin biçimde saptanması ile tebligat iadesine ilişkin kayıtlarda incelenerek ve dayanakları gösterilerek tutanağa bağlandıktan sonra dosyanın Dairemize gönderilmesi için Bölge Adliye Mahkemesi’ne GERİ ÇEVRİLMESİNE, 04.02.2019 gününde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

AİLE KONUTUNUN FİNANSMANI İÇİN KULLANILAN “KONUT KREDİSİNİN” GÜVENCESİ OLARAK TESİS EDİLEN İPOTEK İÇİN KONUT ÜZERİNDEKİ “HAKLARIN SINIRLANMASINA” İLİŞKİN TASARRUF İŞLEMİ, DİĞER EŞİN AÇIK RIZASINA BAĞLI DEĞİLDİR

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/7329
KARAR:2018/14892

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İpoteğin Kaldırılması-Aile Konutu Şerhi Konulması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından, 09.03.2010 tarihli ipoteğin kaldırılması talebinin reddi ve kabul edilen ipotek davasındaki vekalet ücreti yönünden; davalı banka tarafından ise, 25.01.2006 tarihli ipoteğin kaldırılması talebinin kabulü ve ihtiyati tedbir talebi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kadının 09.03.2010 tarihli ipoteğin kaldırılması talebinin reddine yönelik temyiz itirazları ile davalı bankanın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Dava konusu 25.01.2006 tarihli ipotek, aile konutunun finansmanı için kullanılan “konut kredisinin” güvencesi amacıyla tesis edilmiştir. Bu halde, ipoteğin güvenceye aldığı borç konutun borcudur. Böyle bir durumda, konut üzerindeki “Hakların sınırlanmasına” ilişkin tasarruf işlemi, diğer eşin açık rızasına bağlı değildir. Çünkü, davalı bankanın sağladığı kredi ile konut temin edilmiştir. Ayrıca dava konusu ipotek bedelinin, dava tarihinden önce 11.06.2012 tarihinde ödendiği ve davanın konusuz kaldığı anlaşılmaktadır. Buna göre, konusuz hale gelen dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi, tarafların haklılık durumunun değerlendirilmesi, dava tarihindeki haklılık durumuna göre vekalet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, bozma sebebine göre davacı kadının vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran Anadolu Bank A.Ş’ye geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 25.12.2018 (Salı)

AİLE KONUTU ŞERHİNİN BULUNMASA BİLE EŞLERDEN BİRİNİN AÇIK RIZASININ BULUNMAMASI DURUMUNDA İPOTEĞİN KALDIRILMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2063
KARAR:2018/15016

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İpoteğin Kaldırılması ve Aile Konutu Şerhi

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından, ipoteğin kaldırılması davasının reddi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, ipoteğin kaldırılması isteğine ilişkindir. Davacı malik olmayan eş, aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, malik olan davalı eş tarafından “açık rızası bulunmadan” ipotek ettirildiğini ileri sürerek, aile konutı üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.
Türk Medeni Kanunu madde 194 hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi “Konulmuş olmasa da” eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğı için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Zira dava konusu taşınmaz şerh konulmasa dahî aile konutudur. Eş söyleyişle şerh konulduğu için aile konutu olmamakla aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “Kurucu” değil “Açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır.
Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “Emredici” niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.
Türk Medeni Kanunu madde 193. hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte Türk Medeni Kanunu 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlen özgürlüğü, “Aile birliğinin korunması” amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin “Açık rızası bulunmadıkça” aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun ipotek edilmesi gibi “Tek başına” bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma “Ancak diğer eşin açık rızası alınarak” yapılabilir.
Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “Açık” olması gerekir.
Her ne kadar ipotek doğrudan doğruya aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyorsa da, hak sahibi eşin kötüniyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi nedeniyle ipotek işlemine diğer eşin “Açık rızası” şarttır.
Somut olayda, ipotek tesis edilirken davacı eşin açık rızası alınmamıştır.
Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde eşin “Açık rızası” alınmadan yapılan işlemin “Geçerli olduğunu” kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin “Açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “Geçersiz olduğunu” kabul etmek zorundadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 13.12.2018 (Prş.)

MAL REJİMİNİN TASFİYESİ- KATKI PAYI ALACAĞI- MUVAZAALI SATIŞ-BEDELİ ÖDENEREK SATIN ALINAN TAŞINMAZIN TAŞINMAZIN OLARAK BAĞIŞ KABUL EDİLEMEYECEĞİ

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/19808
KARAR:2019/148

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Katılma Alacağı

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne birleşen davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davalı-birleşen davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

..K. A R A R

Davacı-birleşen davada davalı … vekili, dava dilekçesinde belirtilen …’de 114 ada 30 parseldeki 6 nolu bağımsız bölüm ile …’de 1106 ada 1 parseldeki 7 nolu bağımsız bölümün edinilmiş mal olduğunu, söz konusu taşınmazların boşanma dava tarihinden önce son 1-2 ay içinde davacıdan mal kaçırma amacıyla satıldığını açıklayarak mal rejiminin tasfiyesi ile fazlaya ilişkin haklar saklı olmak üzere …’deki taşınmaz için 30.000 TL ve …’deki taşınmaz için 112.500 TL olmak üzere toplam 142.500 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, 03.05.2016 tarihli dilekçesi ile talebini toplamda 336.450 TL’ye yükseltmiş, birleşen davanın reddini savunmuştur.

Davalı-birleşen davada davacı … vekili, davanın reddini savunmuş, birleşen dava dilekçesinde belirtilen …’de 336 ada 2 parseldeki 6 nolu bağımsız bölümün 2002 yılından önce evlilik birliği içinde müvekkili tarafından alındığını, fakat Satiye adına tescil edildiğini ve Satiye tarafından muvazaalı olarak satıldığını açıklayarak, mal rejiminin tasfiyesi ile taşınmazın yarı oranındaki hissesinin birleşen davacı adına tesciline yahut birleşen davacının payına düşen bedelin iadesine karar verilmesini istemiş, dava değerini 10.000 TL olarak göstererek bu değer üzerinden peşin harç yatırmış, 19.11.2015 tarihli dilekçe ile talebini toplamda 165.000 TL’ye yükseltmiştir.

Mahkemece davacının davasının kabulüne 336.450 TL katılım alacağından 142.500 TL’sinin davalıdan tahsiline, 193.950 TL’sinin ise karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, birleşen davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı-birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1. a) Davalı-birleşen davada davacı vekilinin tasfiyeye konu …’de 114 ada 30 parseldeki 6 nolu bağımsız bölüme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 Sayılı HMK mad.33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.

Eşler, 24.01.1973 tarihinde evlenmiş, 05.10.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK mad.225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 Sayılı TMK’nin yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 Sayılı TKM mad.170), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 Sayılı Yasa mad.10, TMK mad.202/1). Tasfiyeye konu 114 ada 30 parseldeki 6 nolu bağımsız bölüm, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 11.03.2009 tarihinde satın alınarak davalı eş adına tescil edilmiş, boşanma dava tarihinden önce 31.08.2012 tarihinde 3.kişiye satılarak devredilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK mad.179).

Mahkemece, taşınmazın devrinin muvazaalı olduğu, hükme esas alınan bilirkişi raporundan hareketle devir tarihindeki değeri olan 72.900 TL’nin edinilmiş mallara eklenmesi gerektiği gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmişse de, gerekçe dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Şöyle ki, tasfiyeye konu taşınmaz davalı eş adına kayıtlı iken boşanma dava tarihinden önce 31.08.2012 tarihinde 3.kişiye satılarak devredilmiş olup, davalı eş borçları nedeniye taşınmazı sattığını savunmuş ve 30.12.2014 tarihli yargılama oturumunda banka yazıları ve dekontları ile icra müdürlüğü yazıları olmak üzere muhtelif sayıda borç ödeme belgelerini dosyaya ibraz etmiştir. Ne var ki, Mahkemece söz konusu savunma üzerinde yeterince durulmamış, bu yönde yeterli inceleme ve araştırma yapılmamıştır. Mahkemece söz konusu savunmaya yönelik belgelerin getirtilerek dosya arasına konulması, hüküm kurulurken göz önünde bulundurulması, savunma üzerinde durulup tartışılıp değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

b) Davalı-birleşen davada davacı vekilinin tasfiyeye konu …’deki 1106 ada 1 parseldeki 7 nolu bağımsız bölüme yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Mahkemece taşınmazın boşanma dava tarihi itibariyle davalının malvarlığında olup en son belirlenen sürüm değerinin tasfiye hesabında yer alacağı, bu değerin 600.000 TL olduğu gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmişse de, gerekçe dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Şöyle ki, davacı vekili dava dilekçesinde, anılan taşınmazın davalı eş tarafından satıldığını, satışından elde edilen gelirin yarısının yasal olarak davacıya ait olduğunu iddia etmiş, davalı vekili ise cevap dilekçesinde, tasfiyeye konu taşınmazın birikmiş borçlardan kaynaklanan icra takiplerini sonlandırmak üzere davalı eş tarafından satıldığını savunmuştur. 2012/85 esas sayılı aile konutu şerhi konulması davasında mahkemece celp edilen 03.02.2012 tarihli tapu kaydı, dosya arasındaki 07.11.2014 tarihli değer raporu ekinde yer almakta olup, tasfiyeye konu taşınmaz davalı eş adına kayıtlı gözükmektedir. Taraflarca tasfiyeye konu taşınmazın satıldığı ileri sürülmesine rağmen mahkemece son maliki gösterir tapu kaydı ilgili Tapu Müdürlüğünden celp edilmemiştir. Mahkemece ilgili Tapu Müdürlüğünden son maliki gösterir tapu kaydı ile varsa tedavüle esas kayıtlar getirtilerek dosya arasına konulması ve hüküm kurulurken göz önünde bulundurulması gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

c) Davalı-birleşen davada davacı vekilinin tasfiyeye konu …’deki 336 ada 2 parseldeki 6 nolu bağımsız bölüme yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Mahkemece, her ne kadar birleşen davada davacı tarafından taşınmazın devrinin muvazaalı olduğu, mal kaçırma kastıyla yapıldığı, birleşen davada davalının geliri olmadığı, bu taşınmazın kendi çalışması karşılığında alındığı, birleşen davada davalı üzerine kaydedildiği iddia edilmiş ise de, … 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/495 E. sayılı dava dosyası ile bu konuda açılan muvazaa nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davasının muvazaa ispat edilemediğinden reddine karar verildiği, devirde muvazaa bulunmadığı kanaatine varıldığı, taşınmazın 14.09.1999 tarihinde satın alındığı, birleşen davacının iddiasına göre taşınmazın kendisi tarafından birleşen davalı üzerine kayıtlandığı, bu iddiaya göre taşınmazın birleşen davalıya hibe edildiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu durumda da birleşen davalının kişisel malı olduğu ve tasfiyeye girmeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olup, bu gerekçe kısmen dosya kapsamı ile örtüşmemektedir.

Şöyle ki; 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 285. maddesine göre bağış (hibe), bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, mal varlığından bağışlanana karşılıksız olarak kazandırma yapması olarak tanımlanmıştır. Öğretide ise, bağışlayanın bir karşılık (ivaz) almaksızın, bağışlananın mal varlığında bir artış sağlamak, zenginleştirmek amacıyla mal varlığından belirli değerleri ona vermesi olarak tarif edilmiştir (Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, … 2013, s. 344, Yavuz, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 6. B., … 2002, s. 222). Her somut olayın özelliklerine göre, bağış iradesi açıkça ortaya konulabileceği gibi gizli (örtülü) şekilde de yapılabilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de kazandırmanın salt bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirilemez. Ahlaki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz (TBK mad.285/3).

Evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancının hakim olduğu düşünceyle, ortak yaşamı ve geleceği güvence altına almak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışmayla ve karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun olarak eşlerin birlikte yatırım yapmaları bağış olarak değerlendirilemez. Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Gelecekte aile üyelerinin yararlanacakları beklentisiyle birlikte malvarlığı edinme çabaları, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır.

Bu açıklamalar nedeniyle, devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak değerlendirilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir.

Bağışlamanın yukarıda açıklanan öğeleri gözetildiğinde, bir eşin diğer eşe ait bir malvarlığına yaptığı her katkının ya da kazandırmanın bağışlama olmayacağı kabul edilmektedir (Gümüş, M. Alper: 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre Borçlar Hukuku Özel Hükümler, C. 1, 3. B., … 2013, s. 205; Zeytin, Zafer:Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, 2.B., … 2008, s. 144).

Somut olayda; birleşen davacı vekili dava dilekçesinde, birleşen davalının ev hanımı olup geliri bulunmadığını, tasfiyeye konu taşınmazın birleşen davacı tarafından satın alındığını, fakat tapuda birleşen davalı adına kaydettirildiğini iddia etmiştir. Dairemizin uygulamalarına göre, duraksamaya yer vermeyecek şekilde bağış iradesini ortaya koyacak beyan ve davranış yoksa, salt davacı tarafından bedeli ödenerek taşınmazın davalı adına tescil edilmesi işlemi tek başına bağış olarak kabul edilmesi için yeterli değildir. Bu itibarla eldeki davada davacının ve davalının beyanlarının bağış iradesini gösterir nitelik taşımadığı anlaşılmaktadır.
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 Sayılı HMK mad. 33). İddianın ileri sürülüş şekli ve taşınmazın 14/09/1999 edinme tarihine göre dava, katkı payı alacağı isteğine ilişkindir.

01.01.2002 tarihinden önce 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin (TKM) yürürlükte olduğu dönemde, eşler arasında yasal mal ayrılığı rejimi geçerliydi (TKM mad.170). TKM’de, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme mevcut olmadığından, eşlerin bu dönemde edindikleri mal varlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlık, aynı kanunun 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak “katkı payı alacağı” hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulacaktır. Zira Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir (eBK mad.544, TBK mad.646).

Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM mad.186/1). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır (TKM mad.189). Kadın veya kocanın, diğerinin mal rejiminin devamı sırasında edindiği mal varlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteyebilmesi için, mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir. Bu katkı, ziynet, miras veya bağış yoluyla elde edilen başka mal varlıklarının kullanılması ile toplu olarak yapılabileceği gibi, çalışan eşin gelirleriyle de yapılması mümkündür. Çalışarak, düzenli ve sürekli gelire (maaş, gündelik, kar payı vb.) sahip eşin, aksi kanıtlanmadıkça diğer eşin sahip olduğu mal varlığına yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtayın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir.

Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu mala, eşlerin, hem başka mal varlıkları (ziynet, miras, bağış vb.) kullanılarak, hem de çalışma karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının ileri sürüldüğü durumlarda; öncelikle, tasfiyeye konu malın edinildiği tarih itibarıyla başka mal varlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının, dava konusu malın bedelinin tamamı karşısındaki oranı saptanmalıdır. Bundan sonra da, kalan miktara her bir eşin çalışmaları ile elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının kabulü ile oranları ayrı ayrı belirlenmelidir.

Buna göre, öncelikle toplu katkının satın alma tarihindeki parasal değeri ile tasfiyesi istenen malın hem edinme bedeli hem de dava tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri ayrı ayrı tespit edilmelidir.

Dava konusu mal varlığına, başka mal varlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının dışında kalan bölümüne eşlerin çalışmaları karşılığı elde edilen düzenli gelirlerle yapılan katkı oranının belirlenmesi bakımından ise; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışma sabit olmasına rağmen, çalışılan bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup belirlenerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı saptanmalıdır. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları ile ayrıca kocanın 743 Sayılı TKM’nin 152. maddesi gereğince evi geçindirme yükümlülüğü nedeniyle yapabileceği harcama kendi gelirlerinden düşülerek ayrı ayrı yapabilecekleri tasarruf miktarları tespit edilmeli, daha sonra her bir eşin tespit edilen tasarruf miktarının birlikte gerçekleştirdikleri toplam tasarruf miktarı içindeki oranı belirlenmelidir. Bulunan bu oranlar, eşlerin çalışmaları karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle tasfiye konusu mal varlığına yaptıkları katkı oranını göstermektedir.

Yukarıda açıklanan yöntemlerden yararlanılarak ayrı ayrı tespit edilen toplu para ve düzenli gelirlerle yapılan katkı oranları, birleştirilmek suretiyle değerlendirilerek, tasfiyeye konu mal varlığının dava tarihindeki sürüm (rayiç) değeri ile çarpılarak her bir eşin katkı payı alacağı miktarı bulunur.

Açıklanan değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır.

Tasfiyeye konu taşınmaz hakkında … 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/495 esas sayılı dava dosyası ile muvazaa nedeniyle tapu iptal tescil davası görülmekte ise de, anılan taşınmazın boşanma dava tarihinden önce satıldığı taraflarca ve bir kısım tanıklarca da beyan edilmektedir. Zira anılan taşınmaza ilişkin tapu kaydından taşınmazın 14.09.1999 tarihinde davacı-birleşen davada davalı kadın adına satın alındığı, boşanma dava tarihinden 11 gün önce 24.09.2012 tarihinde 3. kişiye satıldığı anlaşılmaktadır. Satış bedelinin 11 günlük süre içerisinde harcanması hayatın olağan akışına uygun olmadığı gibi birleşen davalı tarafça da bu durumun aksi kanıtlanamadığından mahkemece anılan taşınmazın mal rejiminin sona erdiği tarihte mevcut olduğu kabul edilerek tasfiyede göz önünde bulundurulması, iddia ve savunma çerçevesinde yukarıda belirtilen Daire ilke ve uygulamalarına göre tarafların katkı oranları belirlendikten sonra talep miktarı da gözetilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi de doğru olmamıştır.

SONUÇ: Davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının yukarıda (1-a), (1-b) ve (1-c) nolu bentte yazılı nedenlerle kabulüyle hükmün 6100 Sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 09.01.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

TAPU KAYDINDA İSİM DÜZELTİM DAVASI- KİMLİK BİLGİLERİ DÜZELTİLİRKEN, TAŞINMAZ MALİKİNİN DEĞİŞMEMESİ VE MÜLKİYET AKTARIMINA NEDEN OLUNMAMASI GEREKİR

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
ESAS:2017/1129
KARAR:2018/9900

“İçtihat Metni”
….

Taraflar arasında görülen tapu kaydında düzeltim davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ….’un raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, tapu kaydında düzeltim isteğine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan annesi … …. ait 1011 parsel sayılı taşınmaza ait tapu kaydında malik isminin “ ….. olarak yazıldığını ileri sürerek, anılan kaydın nüfus kayıtlarına uygun şekilde….. olarak düzeltilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddianın ispatlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Toplanan deliller ve dosya içeriğinden eski 1011 parsel (yeni 206 ada 61 parsel ) sayılı, tarla vasıflı 4.747,82 m2 büyüklüğündeki taşınmazın tamamının “ ….l” adına kayıtlı olduğu, taşınmazın kadastro tutanağının edinme sebebi olarak “ senetsizden, tapu kaydı bulunmayan bu gayrımenkul … kızı …. ‘nın satın almak suretiyle tahminen 50 seneyi mütecaviz bir zamandan beri nizasız ve fasılasız malik sıfatıyla zilyedinde iken 1945 yılında kızı ……. kayıtsız ve şartsız bağışladığı ve vergi kaydında bu yere ait olduğu ve … …..da halen nizasız ve fasılasız malik sıfatıyla zilyedinde ve tasarrufunda olduğu” hususunun belirtildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere tapu kaydında düzeltim davalarında taşınmazların, kadastro tespiti ya da tapuya tescili sırasında mülkiyet hakkı sahibinin adı, soyadı, baba adı gibi kimlik bilgilerinin kayda eksik ya da hatalı işlenmesi, kayıt düzeltme taleplerinin kaynağını oluşturur. Bu tür işlerde kimlik bilgileri düzeltilirken, taşınmaz malikinin değişmemesi, diğer bir anlatımla mülkiyet aktarımına neden olunmaması gerekir.

Hemen belirtmek gerekir ki, Bakanlar Kurulunun 27.07.2013 tarih ve 2013/5150 sayılı kararı ile kabul edilerek 17.08.2013 tarih ve 28738 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren yeni Tapu Sicili Tüzüğünün 75. maddesinde ‘’ (1) Kadastro çalışmalarından kaynaklanan malikin veya hak sahibinin adı, soyadı ve baba adına ilişkin tapu kütüğündeki yazım hataları ilgilisinin başvurusu üzerine;

a) Senetsizden tespitlerde; nüfus kayıt örneği ve taşınmazın bulunduğu belediye veya muhtarlıktan alınacak fotoğraflı ilmühaber,

b) Kayda dayalı tespitlerde; dayanağı kayıt ve belgeler, incelenmek ve gerektiğinde tanık ve varsa tespit bilirkişileri dinlemek ve zeminde inceleme yapmak suretiyle istemin gerçek hak sahibinden geldiği belirlenirse, istem yevmiye defterine kaydedilerek düzeltilir.

(2) Zeminde inceleme, kadastro müdürlüğü teknik personeli ile birlikte yapılır ve inceleme neticesinde teknik rapor düzenlenir. Zeminde incelemede, komşu parsel malikleri, muhtar ve diğer ilgililer dinlenir; vergi kaydı ve diğer her türlü bilgi ve belgeden yararlanılır.

(3) Tapu sicilindeki bilgilerin güncellenmesi ve eksikliklerin giderilmesinde de yukarıdaki fıkralar uygulanır.

(4) Bu madde hükümleri uyarınca kayıt düzeltmeleri için müdürlüklere başvuru yapılması zorunludur. ‘’ düzenlemesine yer verilmiştir.

Yukarıda anılan Tüzüğün 75/4. maddesinde düzenlendiği üzere tapu kaydında düzeltim istemli bir dava açmadan evvel müdürlüklere başvuru yapılması zorunlu tutulmuş ise de, bu zorunluluğun müdürlüğün verdiği kararlara karşı itiraz yollarının tüketilmesi aşamasını kapsamadığı ortadadır.

O halde eldeki davada, davacıların tapu müdürlüğüne başvuru zorunluluğunu yerine getirdiği anlaşılmakla işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerektiği kuşkusuzdur.

Öte yandan, taşınmazların, kadastro tespiti ya da tapuya tescili sırasında mülkiyet hakkı sahibinin adı, soyadı, baba adı gibi kimlik bilgilerinin kayda eksik ya da hatalı işlenmesi, kayıt düzeltme taleplerinin kaynağını oluşturur. Bu tür işlerde kimlik bilgileri düzeltilirken, taşınmaz malikinin değişmemesi, diğer bir anlatımla mülkiyet aktarımına neden olunmaması gerekir.

Bu tür işler, 6100 sayılı HMK’nin 382/9-ç maddesi gereğince çekişmesiz yargı usulüne göre sulh hukuk mahkemesinde ve taşınmazın aynına ilişkin bulunduğundan, aynı Kanunun 12. maddesi uyarınca taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde görülür ve işin niteliği itibarıyla maktu harç alınır.

Tapuda kayıt düzeltilmesi ve tespit taleplerini, tapu maliki ile mirasçıları isteyebilir.

Bunun yanı sıra, 01.01.2002 tarihinde yürürlüğe giren Türk Medeni Kanununun 702. maddesinin son fıkrası gereğince ortaklardan her birinin topluluğa giren hakların korunmasını sağlayabileceği ve bu korumadan bütün ortakların yararlanabileceği öngörüldüğünden elbirliği mülkiyetinde, ortaklardan her hangi biri de tek başına tapuda murisin kimlik bilgilerinin düzeltmesini isteyebilir. Ayrıca bu işlerin, bir başka dava nedeniyle verilen yetkiye dayanılarak açılması da mümkündür. Böyle bir yetki verildiğinde yetkiye dayanarak talep eden kişinin takip yetkisi vardır.

HMK’nin geçici birinci maddesi gereğince “Bu Kanunun yargı yolu ve göreve ilişkin hükümleri, Kanunun yürürlüğe girmesinden önceki tarihte açılmış olan davalarda uygulanmayacağından” kanunun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra yapılan taleplerin tapu müdürlüğüne ilgili sıfatıyla yöneltilerek yapılması gerekir.

Bu tür işlerde mahkemece sağlıklı bir inceleme yapılmalı ve kayıt maliki ile ismi düzeltilecek kişinin aynı kişi olduğu kuşkuya yer vermeyecek şekilde saptanmalıdır. Bu saptama yapılırken de aşağıda açıklanan yöntem izlenmelidir:
1-Kimlik bilgilerinde düzeltme yapılması veya tespiti istenen talep konusu taşınmazların tapu kayıtları (ilk tesis ve tedavülleriyle) ve kadastro tutanakları (tespit ve tescile esas alınan tüm dayanak belgeleriyle) ayrıca taşınmazlar kadastrodan sonra edinilmişse buna ilişkin tüm belgeler ile birlikte getirtilmelidir.

2-Nüfus müdürlüğünden, talep konusu taşınmazların tapu kayıtlarında malik olarak görünen kişi ile aynı kimlik bilgilerine sahip bir başka kişi veya kişilerin nüfus kayıtlarında bulunup bulunmadığı araştırılmalı, mevcut ise bu kişi veya kişiler duruşmaya çağrılarak telep konusu taşınmazlarda mülkiyet hakkı iddiaları bulunup bulunmadığı kendilerinden sorulmalı, kaydı düzeltilecek kişilerin nüfus kayıtları, tapu kayıtları ve dayanakları ile bağlantı kurulacak şekilde incelenmelidir.

3-Taşınmazın bulunduğu yerleşim yerinde zabıta aracılığı ile kayıt maliki ile aynı ismi taşıyan başka kişi veya kişilerin bulunup bulunmadığı da araştırılmalıdır.

4-İstem konusunda tanıklar dinlenmelidir.

5-Tüm bu araştırmalar sonucu hâlâ kesin bir kanaat oluşmamış ise mahallinde keşif yapılarak; tanıklar ve varsa tespit bilirkişileri taşınmaz başında dinlenmelidir.

Açıklanan bu hususlar çerçevesinde yapılacak inceleme ve araştırma sonucu, tapu ve nüfus bilgileri arasında bağlantı ve tutarlılık sağlandığında talebin kabulü yoluna gidilmelidir.

Talebin niteliği gereğince, yargılama harcı ve vekâlet ücreti maktu olarak belirlenmelidir.

Tapu müdürlüğü ilgili sıfatıyla yasal hasım olduğundan yargılama giderlerinden ve yargılama giderlerinden olan vekalet ücretinden sorumlu tutulmamalıdır.

Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hükme yeterli ve elverişli olduğunu söyleyebilme olanağı bulunmamaktadır.

Hâl böyle olunca, yukarıdaki ilkeler doğrultusunda araştırma ve inceleme yapılması, tapulama tutanağında belirtilen 784 tahrir sıra nolu vergi kaydının ilgili merciinden istenmesi, yörede …. adında kişiler bulunup bulunmadığının zabıtaca, ayrıca kayıt maliki gözüken “ ….. kızı …… adında kayıtlı kişilerin olup olmadığının nüfus müdürlüğünden de araştırılması, gerektiğinde yerinde keşif yapılarak çekişmeli taşınmazın kim ya da kimler tarafından kullanıldığının saptanması, mahalli bilirkişiler belirlenerek keşif yerinde dinlenilmesi, böylelikle taşınmazın maliki ile davacının mirasbırakanının aynı kişi olup olmadığının duraksamaya yer bırakmayacak şekilde saptanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

SONUÇ:Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

TAHSİS EDİLEN YAYLANIN KİRALANARAK YAYLADAN YARARLANMA HAKKI- ELATMANIN ÖNLENMESİ-YIKIM

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/1814
KARAR:2018/13333 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Elatmanın Önlenmesi-Yıkım

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş olup, hükmün duruşma yapılması suretiyle Yargıtay’ca incelenmesi bir kısım davalılar vekili ve asli müdahil vekili tarafından istenilmiştir. Dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 29.05.2018 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü temyiz eden … vekili Avukat … geldi. … vekili Avukat …geldi. … Bölge Müdürlüğü vekili Avukat … geldi, karşı taraftan … ve … bizzat geldiler. … bizzat ve vekili Avukat …geldiler. Duruşmaya başlanarak temyiz isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan ve hazır bulunanların sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek; dosya incelendi, gereği düşünüldü:

KARAR

Davacılar, … yaylası olarak maruf yaylanın … Komisyonunun 22.11.1958 günlü ve 60 numaralı kararı ile … köylerinden 12 aile ile birlikte 63 aileye intifa edilmek üzere dava dışı … köyü adına tahsis edildiğini, tahsis kararına göre … yaylasından … Köyünden 7, … Köyünden 3, … Köyünden 5 ve … Köyünden 1 ailenin istifade edeceğini, tahsis kararında adı geçen …’ın davacılardan …’ın babası, …’ın davacı …’ın dedesi, …’ın ise davacı …’a kira sözleşmesi ile kanuni intifa hakkını kullanmak üzere kiralayan şahıs olduğunu, davalıların … yaylasından yararlanma haklarının olmadığını, buna rağmen ev ve yapılar inşa etmek suretiyle çekişme konusu taşınmaza elattıklarını ileri sürerek, davalıların haksız elatmalarının önlenmesine ve yapıların yıkılmasına karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar, aralarında daha önceden sonuçlanan davalar sonucu kesin hüküm oluştuğunu, kendilerinin de yayladan yararlanma haklarının bulunduğunu belirterek, davanın reddini savunmuşlardır.

Davaya müdahil olarak katılan …Müdürlüğü, taşınmazın Camii Şerifi, …Vakfı ve … vakfına ait olduğunu ileri sürerek çekişmeli taşınmazın adlarına tescilini talep etmiştir.
Dava, yararlanma hakkına dayalı yaylaya elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, davacıların dava konusu yayladan yararlanma hakkının bulunduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davalıların elatmalarının önlenmesine ve davalılar tarafından yapılan yapıların yıkılmasına dair verilen karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 10.11.2009 günlü 2009/8786-12562 sayılı kararı ile “… somut uyuşmazlıkta davacılar, iddialarını … 47 numaralı Toprak Komisyonunun 22.11.1958 tarihli ve 60 sayılı kararına dayandırmıştır. Gerçekten, adı geçen kararda … yaylasının … köyünden 63 büyükbaş 520 küçükbaş hayvan varlığı olan 7 aileye, … köyünden 26 büyükbaş 80 küçükbaş hayvan varlığı olan 3 aile, Tekke köyünden 35 büyükbaş 150 küçükbaş hayvan varlığı olan 5 aile ile … köyünden 12 büyükbaş hayvan varlığı olan 1 aileye intifa hakkının verildiği anlaşılmaktadır. Görülüyor ki, 4753 sayılı Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu ile tahsise yetkili makam olan toprak tevzi komisyonu çekişme konusu … yaylasının intifa hakkını sadece davacılar ile bağlantısı kurulan ve komisyon kararına ek listede adı geçen kişilere değil yine ekli listede isminden söz edilen Çağlayan, Sinanlı, Tekke ve … köyünden başkaca kişilere de bırakmıştır.

Diğer taraftan davacılar … Asliye Hukuk Mahkemesinin 2000/48, aynı yer Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/11 ve 2001/15 esasında kayıtlı açtıkları davaların lehlerine güçlü delil olduğunu ileri sürmüşlerse de, anılan dava dosyalarının incelenmesinden; mahkeme kararları ile davacıların lehine olan intifa hakları üzerinde … Köyü Tüzel Kişiliğinin çıkardığı muarazanın giderilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Bu ilamlar davacılara sadece diğer intifa hakkı sahipleri gibi … yaylasından müştereken yararlanmaları hakkını sağlar.

Davacılara ilamların sağladığı hak bir mülkiyet hakkı olmadığından ve çekişmeli … yaylasında … Komisyonunun 22.11.1958 gün ve 60 sayılı kararında adları geçen davacılar dışındaki kişilerinde intifa hakları bulunduğundan bu yerde mandıra, suluk, sundurma ve süreklilik göstermeyen sığınacak bina, ağıllar ile sosyal tesislerin yer alması olağandır. Bu gibi yapılar yaylaktan yararlanmanın gerektirdiği bir sonuçtur. Dolayısıyla …yaylasından müştereken yararlanma hakkı bulunan davacılar yaylada bulunması olağan yapıların kaldırılmasını isteyemez. Yapılan bu açıklamalara göre mahkemece davanın reddi gerekirken daha önceki ilamlarla davacılara tanınan intifa hakkı mülkiyet hakkı gibi değerlendirilerek istemin hüküm altına alınması doğru görülmediğinden hükmün bozulması gerekmiştir. ” gerekçesiyle bozulmuştur.

Bu defa davacılar tarafından karar düzeltme isteği sonucunda Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 23.02.2011 günlü 2011/1608-1958 sayılı kararı ile ” Ne var ki, çekişmeli Yayla’dan yararlanma hakkı tanıyan Toprak Komisyonu Kararının eldeki davanın davalılarını kapsayıp kapsamadığı yönünden yerel mahkemece hükme yeterli bir soruşturma yapılmış değildir.

Hal böyle olunca, davalıların 22.11.1958 tarih, 60 Sayılı Karar kapsamında yer alıp almadıklarının, diğer bir deyişle çekişmeli Yayla’dan yararlanma hakları bulunup bulunmadığının kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilmek suretiyle hüküm kurulması isabetsizdir. Açıklanan hususlar, karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan incelemede saptandığından; davacıların karar düzeltme isteğinin HUMK.’nun 440. maddesi uyarınca kabulüne, 14. Hukuk Dairesinin 10.11.2009 tarih 8786-12562 sayılı ilamının ortadan kaldırılmasına …” gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda davalıların çekişme konusu yaylada kullanma hakkı tanınan ailelerden olmadıkları gerekçesiyle davalı …’ ye yönelik davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davalılar bakımından davanın kabulü ile elatmalarının önlenmesine ve davalılar tarafından yapılan yapıların yıkılmasına, asli müdahil …Müdürlüğü’nün davasının reddine dair verilen karar, bir kısım davalılar vekili ve müdahil vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre müdahil …Müdürlüğü’nün temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2- Bir kısım davalılar vekilinin temyiz itirazına gelince;

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, … 47 numaralı Toprak Komisyonunun 22.11.1958 tarih, 60 sayılı kararından; çekişme konusu … Yaylası’nda … Köyü’nden 63 büyükbaş 520 küçükbaş hayvan varlığı olan 7 aileye, … Köyü’nden 26 büyükbaş 80 küçükbaş hayvan varlığı olan 3 aileye, Tekke Köyü’nden 35 büyükbaş 150 küçükbaş hayvan varlığı olan 5 aileye ve … Köyü’nden 12 büyükbaş hayvan varlığı olan 1 aileye intifa hakkı tanındığı, davacılardan …’ın kira sözleşmesi ile kanuni intifa hakkını kullanmak üzere kiralayan olduğu, dosya içeriğine alınan dava dosyalarının ;

a) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1953/112 E sayılı dosyası ile davacının … Köyü muhtarı … davalıların … v.d. olan elatmanın önlenmesi istekli davada mahkemece 25.05.1956 günlü 1956/65K sayılı ilamı ile davanın reddine dair verilen karar Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 24.11.1956 gün ve 1956/7546-5930 sayılı ilamı ile 1234 tarihli hücceti şeriye ve 1268 tarihli mektubun da nazara alınarak inceleme yapılması gerekçesiyle bozulduğu, bozma ilamınca 1957/98 E numarasını alan dosyada 1971/16 K sayılı ilamla 1234 ve 1236 tarihli hüccetler ve 1268 tarihli mektup içeriğine göre elatmanın önlenmesi davasının kabulüne karar verilerek kararın Yargıtay 1.Hukuk Dairesi’nin 02.03.1972 günlü 1972/1095-1124 sayılı ilamı ile bir kısım davalıların süresi geçtiğinden temyiz dilekçelerinin reddine, diğer davalıların temyiz itirzlarının reddiyle hükmün onanmasına karar verildiği, karar düzeltme isteğinin anılan Daire’nin 20.10.1972 günlü 1972/8081-6863 sayılı kararla reddine karar verildiği,

b) Yukarıda anılan mahkeme ilamına karşı davalılar … v.d.’nın 25.04.1973 tarihinde yargılamanın yenilenmesini talep ederek aşamalarda dosya numarasının1978/35E olduğu, Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 23.05.1985 tarihli merci tayini kararı sonucunda dosyanın … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1985/77E numarasını alarak anılan mahkemece 1989/27K sayılı kararı ile şeri ilamda adı geçen yerin Köknarderesi olmadığı gerekçesiyle yargılamanın yenilenmesi koşulları oluşmadığından davanın reddine karar verilerek, kararın Yargıtay 14. Hukuk Dairesi’nin 14.11.1989 günlü 1989/4819-9607 sayılı kararı ile onandığı,

c) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1976/18 D.iş sayılı dosyası ile davacılar … v.d. ‘nın aleyhine tedbir istenilen … Köyü Tüzelkişiliği’ne karşı açacakları elatmanın önlenmesi davasının sonuçlanıncaya kadar evlerin yıkılmasının engellenmesi amacıyla tedbir istenilmesi üzerine, mahkemece 09.06.1976 günlü karar ile isteğin kabulüne karar verildiği,

ç) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1977/6 D.iş sayılı dosyası ile davacılar … v.d. ‘nın … Köyü Tüzelkişiliği aleyhine tedbir istenildiği mahkemenin 10.06.1977 tarihli kararı ile tedbir isteğinin hüküm altına alındığı,

d) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1976/55E ve 1982/K sayılı dosyasında davacıların … v.d. davalının … Köyü Tüzelkişiliği olan yaylaya elatmanın önlenmesi istekli davada mahkemece davanın idari yargıda açılması gereken davalardan olduğu gerekçesiyle davanın görev yönünden reddine dair verilen karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 29.11.1982 günlü 1982/4692-6753 sayılı ilamı ile davanın asliye hukuk mahkemelerinde görülmesi gerektiği gerekçesiyle bozularak dava dosyası 1983/9E numarasını aldığı ve görevli olarak … Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderildiği, bu defa …Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1985/75E ve 1989/88K sayılı dosyası ile davanın mahkemece 19.04.1989 günlü karar ile reddine karar verildiği, kararın Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 1989/4817-9606 sayılı ilamı ile onanmasına karar verilerek, karar düzeltme isteğinin 16.03.1990 günlü 1990/339-2701 sayılı ilamı ile reddine karar verildiği, davacılar … … v.d. tarafından yargılamanın yenilenmesi talep edilse de talebin mahkemece 27.04.2001 günlü 2000/19E ve 2001/27K sayılı ilamı ile reddine karar verildiği,

e) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1996/58E ve 1999/24K sayılı dosyasında davacılar … v.d. davalı … Köyü Tüzelkişiliği arasında yaylaya elatmanın önlenmesi istekli davada mahkemece davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verildiği, kararın Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 02.11.1999 gün ve 1999/5763-7448 sayılı ilamı ile onanmasına karar verildikten sonra karar düzeltme isteği üzerine tahsis kararının hukuki geçerliliğini koruduğu ve … oğlu … mirasçısı olduğunu kanıtlayan …’ın davasının kabul edilmesi gerektiği diğer davacılar … ve …’in babaları sağ olduğundan bunların tahsis listesinde gösterilen aile reislerine nisbeten mirasçılıkları henüz doğmadığından karar düzeltme istekleri yerinde görülmediği yönünde 12.07.2000 günlü 2000/1344-4815 sayılı ilamı ile karar düzeltme isteğini adı geçen davacı yönünden kabul ettiği, davanın 2000/48E ve 2002/34K sayılı ilam ile davacı … bakımından davanın kabulüne karar verilerek Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 10.12.2002 günlü 2002/7763-8336 sayılı ilamı ile onanmasına karar verilerek, karar düzeltme isteğinin anılan Dairece 18.04.2003 günlü 2003/2482-3256 sayılı ilamla reddine karar verildiği,

f) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1996/59E ve 1999/25K sayılı dosyasında davacılar … Köyü Tüzelkişiği ve … davalı … Köyü Tüzelkişiliği arasında köknarderesi yaylasına davalıların elatmasının önlenmesi isteği ile açılan davanın mahkemece … Köyü Tüzelkişiliği bakımından kesin hüküm bulunduğu gerekçesiyle reddine, davacı … bakımından husumet nedeni ile reddine karar verildiği, kararın Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 02.11.1999 günlü 1999/5761-7447 sayılı ilamı ile onanmasına karar verildiği, karar düzeltme isteğinin anılan Dairece 12.07.2000 günlü 2000/1343-4814 sayılı kararla reddine karar verildiği,

g) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/15E ve 2002/35K sayılı dosyası ile davacılar … v.d.’nın davalı … Köyü Tüzelkişiliği aleyhine Alçakbel yaylasına elatmanın önlenmesi isteği ile açılan davada mahkemece davacı …’ın davasının kabulüne davacı …’ın davasının reddine dair verilen karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 10.12.2002 günlü 2002/7764-8338K sayılı ilamı ile kullanım hakkının kiralanmasının mümkün olduğu bu suretle davacı …’ın davasının dinlenme olanağı bulunduğu gerekçesiyle bozularak mahkemece 2003/11E ve 2003/22K sayılı ilamı ile davanın diğer davacı … bakımından da kabulüne karar verilmiş, karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 13.01.2004 günlü 2003/7877E ve 2004/114K sayılı ilamı ile onanmasına karar verilerek, karar düzeltme isteğinin de 12.10.2004 günü reddine karar verildiği,

ğ) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/3-4 D.iş sayılı dosyasında tedbir isteyen …’ın aleyhine tedbir istenilen … Köyü Tüzelkişiliği’ne karşı çekişmeli taşınmazın kullanım hakkına ilişkin dava süresince bina yapılmasının engellenmesi amacıyla tedbir talep ettiği, mahkemece 05.06.2001 tarihinde talebin kabulüne karar verildiği

h) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2002/7-8 D.iş sayılı dosyasında tedbir isteyen …’ın aleyhine tedbir istenilen …’e karşı çekişmeli taşınmaza inşa edilen evin yapımının durdurulması amacıyla açılan davanın mahkemenin 2000/48E sayılı dosyasının kesinleşmesine kadar 04.07.2002 tarihinde tedbire karar verildiği,

ı) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2003/27E sayılı dosyası ile davacılar … v.d. davalı … Köyü Tüzelkişiliği’ne karşı yapıların yıkılması istekli davada mahkemece 2004/16K sayılı ilam ile elatmanın önlenmesi kararının köy tüzelkişiliği aleyhine verildiği, yapıların gerçek kişilere ait olduğu gerekçesiyle davacılar … ve …’in davasının husumet yokluğundan reddine davacı … bakımından süresinde yenilenmediği gerekçesiyle davanın açılmamış sayılmasına dair verilen karar Yargıtay 14.Hukuk Dairesi’nin 10.05.2005 günlü 2005/1228-4486 sayılı ilamı ile onanarak taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulmadığından 29.06.2005 tarihinde kesinleştiği,

i) … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2004/6-8 D.iş sayılı dosyası ile davacılar … v.d.’nın dava konusu yaylaya mütecaviz kimselerin isim ve evlerinin tespitinin istenildiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, bozma kararına uyulmuş olmakla kazanılmış hak (usûli müktesep hak) kuralı uyarınca bozma kararında gösterilen şekilde inceleme yapılarak belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verilmesi zorunludur. Bu hususun kamu düzeniyle ilgili olduğu tartışmasızdır.

Ne var ki; mahkemece bozma kararına uyulmasına rağmen, bozma gerekleri tam olarak yerine getirilmemiştir.

Şöyle ki, bozma kararı uyarınca Toprak Tevzi Komisyonunun 22.11.1958 günlü ve 60 numaralı kararına ekli listede adı geçen ailelerin davalıları kapsayıp kapsamadığı tespit edilmiş değildir.

Hal böyle olunca, davalılar vekilinin sunduğu ve sunacağı veraset ilamları ile 60 numaralı komisyon kararı uyarınca davalıların yaylada intifa hakkı sahibi ailelerden veya mirasçılardan olup olmadığının kesin olarak tespit edilmesi gerektiği halde bu yönde denetime elverişli bilirkişi raporu alınması gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek sonuca gidilmesi doğru değildir.

3- Bilindiği gibi elatma haksız eylem olup, elatmanın önlenmesi davaları da fiilen elatan kişi ya da kişiler aleyhine açılır.

Somut olayda ise; mahkemece hükme yeterli bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.

Şöyle ki; davalıların elatmalarının önlenmesine ve yıkıma karar verildiği halde hangi davalının nereyi kullandığı ve hangi yapıların davalılar tarafından kullanıldığı tespit edilmiş değildir.

Hal böyle olunca, aralarında harita mühendisi, inşaat mühendisi ve … mühendisinin de bulunduğu alanında uzman üç kişilik bilirkişi heyeti oluşturulmak suretiyle mahallinde yeniden keşif yapılması, elatılan yerin tespit edilmesi hangi davalının hangi evi kullandığının saptanması, her bir nokta krokiye yansıtılarak işaretlenmesi, toplanacak olan delillerin toplanan diğer delillerle birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ve inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.

4- Kabule göre de, çekişme konusu taşınmazda kadastro çalışması ve mera komisyonu çalışması yapılıp yapılmadığı ve bu hususta tutanak tanzim edilip edilmediğinin saptanmamış olması da doğru değildir.

SONUÇ: Bir kısım davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz olunan kararın (2), (3) ve (4) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müdahil Müdürlüğü’nün temyiz itirazlarının (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle REDDİNE, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 1.630,00 TL Avukatlık Ücreti’nin davacılardan alınarak Yargıtay duruşmasında avukat marifetiyle temsil olunan davalılara verilmesine, taraflarca HUMK’nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 29.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİLİ- İNANILANIN TAŞINMAZI ÜÇÜNCÜ KİŞİYE SATMASI

T.C

YARGITAY

1. HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2006/3653

KARAR: 2006/5292

Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptal-tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, sözleşme uyarınca alınan borç para miktarının belirtilen ödeme tarihinden yasal faizi ile birlikte davalı Mehmet’e ödenmek suretiyle çekişmeli taşınmazın tapusunun iptali ile temlik alan Nazife adına tesciline karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden, toplanan delillerden dava konusu 1 parsel sayılı taşınmazdaki 3 nolu dubleks dükkânın davacı Serkan ile davalı Mehmet arasında düzenlenen “sözleşme” başlıklı tarihsiz belge uyarınca davalı Mehmet’e 12.12.2000 tarihinde satış suretiyle temlik edildiği, bilahare anılan yerin 21.03.2002 tarihli akitle dava dışı taşınmazlarla birlikte vekili Nihat aracılığıyla Yüksel’e satış yoluyla intikal ettirildiği görülmektedir.

Öte yandan davacının Borçlar Kanunu’nun 162. maddesi uyarınca eldeki davadaki hakkını Nazife’ye temlik ettiği de anlaşılmaktadır.

Davacı, söz konusu ilişki içerisinde temlik ettiği taşınmaza ilişkin isteğini inanç sözleşmesine dayandırmıştır.

Bilindiği üzere; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırın bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı,aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı) gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.

Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan TMK’nın 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel Kurulu’nun 23.05.1990 gün ve 1990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir.

Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir (Borçlar Kanunu m. 81). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanunu’nun 19 ve 20. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ifa uğruna edim” olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkânsız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraflarına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.

Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar ya da şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğuracağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluşturmayacağıdır.

Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan muvazaa ve nam-ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.

Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına gerçek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gibi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan gerçeği gizleme gayesi güdülebileceği, “kötüniyetli ve haksız gizlemeler” dışında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mevcut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması niteliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsil ve vekalet ilişkisinde, mülkiyette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzeltme amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmolunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun “müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur” hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam-ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteliğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse konu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasası’nın 18. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam-ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile isbatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.

İçtihadı Bileştirme Kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağlayıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam-ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam-ı müstear başlıkları altında nitelendirilegelmektedir.

Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından tarafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etmesi açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.

İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi ve en geç sözleşme konusu işlem tarihinde düzenlenmiş olması gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletilmesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılmaz.

Somut olaya gelince; taraflar arasındaki “sözleşme” başlıklı belgenin yukarıda açıklanan 05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında belirtilen anlamda inanç sözleşmesi niteliğini taşıdığı sonucuna varılmaktadır.

Yine yukarıda ifade edildiği üzere, inanç sözleşmesi ile taşınmazı temellük eden kişinin taşınmazı 3. kişiye temlikine bir engel yoktur. Nitekim davalı Mehmet, taşınmazı Yüksel’e satış suretiyle devretmiştir. Bu temlikin taraflar arasında mevcut olan sözleşmeyi hükümsüz kılmaya yönelik olduğu iddiası da kanıtlanmış değildir.

Bütün bu olgular karşısında mahkemece yapılacak işin; davacı Serkan’ın davalı Mehmet’ten aldığı borcun sözleşmede belirlenen ödeme tarihinden itibaren dava tarihine kadar ulaştığı faizli bakiyesi ile o tarih itibariyle temlik konusu taşınmazın değerinin belirlenmesi, borcun taşınmazın değerinden mahsubu ile bakiyesinin inanç sözleşmesinin tarafı olan davalı Mehmet’ten tahsili ile temlik alan davacı Nazife’ye ödenmesinden ibaret olacağı kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan hususlar gözetilmek suretiyle gerekli araştırmanın yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

SONUÇ:Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK’nın 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine 08.05.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL TALEBİNDE DAVACININ BULUNABİLMESİ İÇİN DAVACIYA ALDIĞI BORÇ PARA MİKTARINI MAHKEME VEZNESİNE DEPO ETMESİ İÇİN ÖNEL VERİLMESİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/989
K. 2007/1712
T. 21.2.2007

4721/m.873,949
743/m.788,863
5.2.1947 Tarih 20/6 Sayılı İBK

ÖZET : Davacının karşılıklı edimler içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptalini adına tescilini isteyebilmesi için Borçlar Yasasının 81. maddesi uyarınca öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur.

Hal böyle olunca, davacıya aldığı borç para miktarını mahkeme veznesine depo etmesi için önel verilmesi yatırdığı taktirde bu paranın davalıya ödenmesi koşuluyla tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, davalıdan aldığı borcun teminatı olarak çekişme konusu taşınmazını tapuda davalı adına temlik ettiğini, borcunu davalının kızına ödediği halde taşınmazın kendisine iade edilmediğini ileri sürerek tapu iptali ve tescili isteğinde bulunmuştur.

Davalı, davacıya verdiği borcun teminatı olarak dava konusu taşınmazın tapuda adına temlik edildiğini, davacının borcunu ödemediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, ödemenin kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Şükran Dağlı İlgün’ün raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı, davalıdan 4000,00 YTL.borç aldığını, bu bedele karşılık çekişme konusu taşınmazdaki 1/2 payını davalıya teminat olarak devrettiğini borcunu davalının kızı olan dava dışı Hayriye Ç’a ödediğini, davalı ile aralarında düzenledikleri 8.9.2001 tarihli belgede taşınmazın borcun teminatı olarak verildiğinin açıkça gösterildiğini, ancak, taşınmazın kendisine iade edilmediğini ileri sürerek tapu iptali ve tescili isteğinde bulunmuştur.

Davalı, 8.9.2001 tarihli belgeye istinaden davacıya 4000,00 YTL borç verdiğini, borç ödendiğinde iade edilmek üzere dava konusu taşınmazdaki 1/2 payın teminat olarak adına tapuda temlik edildiğini, ancak borcun ödenmediğini, davacı tarafından, yetkili temsilcisi olmayan dava dışı kızı Hayriye’ye yapıldığı iddia edilen ödemenin kendisini bağlamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, taşınmazdaki 1/2 payın davacının, davalıdan aldığı 4000,00 YTL borca karşılık olarak teminat amacıyla davalı adına tapuda tescil edildiği, bu hususun tarafların kabulünde olduğu ancak, davacı tarafından, borcun davalının yetkili temsilcisi olduğu iddia edilen dava dışı Hayriye Ç’a ödendiği belirtildiği, Hayriye Ç’ın davalı adına borcu tahsil etme yetkisinin bulunmadığı, davacının davalıya olan borcunun devam ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

İddianın açıklanan içerik ve niteliğine göre; davada inanç sözleşmesi hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır. Bu tür bir iddianın 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kuşkusuzdur.

Bilindiği üzere; inançlı sözleşmeler inananın ( itimat edenin ) bir hakkını belirli bir süre veya amaçla inanılana ( mutemede ) geçirmeyi, inanılanın da inananın emir ve teminatlarına göre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi yüklendiği sözleşmeler olarak tanımlanabilir. İnançlı sözleşmelerdeki amaç gizlenmek, teminat, alacaklıdan mal kaçırmak, kanunların elverişsiz hükümlerinden kaçınmak, bir alacağın tahsili, malın idaresi, gibi nedenler olabilmektedir.

Uygulamada kredi sağlayan kurum ve kuruluşların istenilen miktarda ve süratte kredi vermemesi ihtiyaç sahiplerini bu kurum ve kuruluşların dışında kredi teminine zorlamakta, öte yandan verilen kredi teminat altına alacak kefalet ve ipotek, rehin gibi şahsi ve ayni teminatlar kredi veren kişi veya kişilerce yeterli görülmediğinden bu tür özel kişilerden alınan borç karşılığında taşınmazların teminat maksadıyla devredilmesi yoluna başvurulmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, bilimsel alanda karma inançlı işlem olarak nitelendirilen teminat maksadıyla devirler öteki inançlı işlemler gibi mülkiyeti inanılana nakleden geçerli işlemler olup, bu işlemle inanılan bir malikin hak ve yetkilerini kazanır ise de inanç sözleşmesinde kararlaştırılan yükümlülüklerini özellikle inançlı işlem sona erdikten başka bir anlatımla borç ödendikten sonra inanç konusunun, inanana iade etme borcunu yerine getirmesi gerekir. İnanılan en başta gelen bu yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirde inanan, inanç sözleşmesinden doğan borcunu tamamen ödemek suretiyle inanç konusunun kendisine iade edilmesini her zaman isteyebilir.

İnananın inanç sözleşmesinden kaynaklanan bu kişisel hakkını ancak akdine karşı ileri sürebilmekte, inanç konusunun üçüncü kişilere devredilmesi halinde kural olarak onlardan isteyebileceği bir hakkı bulunmamaktadır.

Ancak, inanılan ile üçüncü kişi, inananın inanç borcunu tekrar alma hakkını ortadan kaldırmak amacıyla el ve düşünce birliği içerisinde muvazaalı bir işlem ( sözleşme ) yapmaları halinde inananın söz konusu sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersiz olduğundan bahisle üçüncü kişi aleyhine dava açabileceği de kuşkusuzdur. İnançlı işlem inanç sözleşmesine dayandığından sözleşmelere ilişkin zaman aşımı hükümlerinin inançlı işlemlere de uygulanacağı bu sürenin inançlı işlemin türüne göre kıyasen tatbik edilerek vekalet ve rehin hükümlerine göre belirleneceği gerek uygulamada gerekse doktrinde baskın görüş olarak benimsenmektedir. Ne var ki, zamanaşımı süresinin başlaması için inanç ilişkisi sona ermeli veya alacak muaccel hale gelmelidir. Bu itibarla inanç sözleşmesi sona ermediği inanç konusu inanılanda, alınan para inananda kaldığı sürece zamanaşımı süresinin başlamasına olanak yoktur. Açıklanan kuralın doğal sonucu olarak taraflar borcun ödenmesi için bir süre kararlaştırmış ve borç bu süre içerisinde ödenmemiş olsa dahi inanç ilişkisi devam ettiğinden inanç konusunun iadesi için dava açılabilir. İnanılan, kararlaştırılan süresinin geçtiğinden bahisle inanç konusunu iade etme yükümlülüğünün sona erdiğini ileri sürerek iade borcunu yerine getirmemezlik yapamaz. Keza kararlaştırılan süre içerisinde borcun ödenmemesi halinde inanç konusunun inanılana geçeceği, inananın dava açamayacağı yönünde inananın müzayakasından yararlanılarak sözleşmeye konulan böyle bir koşul MK.nun 873 ( eski MK. 788 ) ve 949 ( eski 863 ) maddelerinin buyurucu hükümlerine aykırı düşeceğinden geçersiz olup, sözleşme serbestisi kuralına dayanılamaz. Aksinin kabulü halinde borç veren borç alanın darda kalmasından yararlanarak daima inanç sözleşmelerine böyle bir hüküm koymak suretiyle söz konusu madde hükümlerinden kurtulma ve borç verdiği kişinin malını ve hakkını çok az bir bedel ile eline geçirme onu istismar etme olanağını elde etmiş olur ki bu husus sözleşme hukukunun genel prensiplerine, ahlaka, kanun koyucunun amacına ters bir sonuç doğurur ve tefeciliği teşvik eder. Nitekim, böyle sözleşmelerin batıl olduğu BK.nun 19 ve 20. maddelerinde hükme bağlanmıştır.

Somut olaya gelince; çekişme konusu 130 ada 7 parsel sayılı taşınmazdaki 2.kat 7 nolu büronun kat irtifakına ayrılan 8/160 arsa payın 1/2 payının dava dışı şirket adına kayıtlı iken, davacının şirkete yaptığı işin karşılığı olarak mülkiyetinin davacıya devredilmesi gerekirken, davacının isteği üzerine dava dışı şirket tarafından 12.9.2001 tarihli resmi akitle 200.000.000 TL.bedelle satış suretiyle davalıya devredildiği kayden sabittir.

Tarafların 8.9.2001 tarihinde haricen düzenledikleri belgeye göre de, davalı tarafından davacıya ödenen 4.000.000.000 TL. ( 4000,00 YTL ) borca karşılık teminat olarak dükkan tapusunun davalıya verileceği, para geri ödendiğinde dükkanın geri verileceğinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.

Toplanan deliller ve belirlenen bu olgular birlikte değerlendirildiğinde, anılan belgenin ( 8.9.2001 tarihli belge ) iddiayı kanıtlar nitelikte yazılı belge olduğunda kuşku yoktur. Ancak, davacının karşılıklı edimler içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptalini adına tescilini isteyebilmesi için Borçlar Yasasının 81. maddesi uyarınca öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur.

Hal böyle olunca, davacıya aldığı borç para miktarını mahkeme veznesine depo etmesi için önel verilmesi yatırdığı taktirde bu paranın davalıya ödenmesi koşuluyla tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi gerekirken, değinilen bu yön üzerinde durulmaksızın yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.

SONUÇ : Davacının temyiz itirazı yerindedir, kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.02.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version