İNANÇ SÖZLEŞMESİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TESCİL TALEBİNDE DAVACININ BULUNABİLMESİ İÇİN DAVACIYA ALDIĞI BORÇ PARA MİKTARINI MAHKEME VEZNESİNE DEPO ETMESİ İÇİN ÖNEL VERİLMESİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2007/989
K. 2007/1712
T. 21.2.2007

4721/m.873,949
743/m.788,863
5.2.1947 Tarih 20/6 Sayılı İBK

ÖZET : Davacının karşılıklı edimler içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptalini adına tescilini isteyebilmesi için Borçlar Yasasının 81. maddesi uyarınca öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur.

Hal böyle olunca, davacıya aldığı borç para miktarını mahkeme veznesine depo etmesi için önel verilmesi yatırdığı taktirde bu paranın davalıya ödenmesi koşuluyla tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi gerekir.

DAVA : Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, davalıdan aldığı borcun teminatı olarak çekişme konusu taşınmazını tapuda davalı adına temlik ettiğini, borcunu davalının kızına ödediği halde taşınmazın kendisine iade edilmediğini ileri sürerek tapu iptali ve tescili isteğinde bulunmuştur.

Davalı, davacıya verdiği borcun teminatı olarak dava konusu taşınmazın tapuda adına temlik edildiğini, davacının borcunu ödemediğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, ödemenin kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi Şükran Dağlı İlgün’ün raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü:

KARAR : Davacı, davalıdan 4000,00 YTL.borç aldığını, bu bedele karşılık çekişme konusu taşınmazdaki 1/2 payını davalıya teminat olarak devrettiğini borcunu davalının kızı olan dava dışı Hayriye Ç’a ödediğini, davalı ile aralarında düzenledikleri 8.9.2001 tarihli belgede taşınmazın borcun teminatı olarak verildiğinin açıkça gösterildiğini, ancak, taşınmazın kendisine iade edilmediğini ileri sürerek tapu iptali ve tescili isteğinde bulunmuştur.

Davalı, 8.9.2001 tarihli belgeye istinaden davacıya 4000,00 YTL borç verdiğini, borç ödendiğinde iade edilmek üzere dava konusu taşınmazdaki 1/2 payın teminat olarak adına tapuda temlik edildiğini, ancak borcun ödenmediğini, davacı tarafından, yetkili temsilcisi olmayan dava dışı kızı Hayriye’ye yapıldığı iddia edilen ödemenin kendisini bağlamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, taşınmazdaki 1/2 payın davacının, davalıdan aldığı 4000,00 YTL borca karşılık olarak teminat amacıyla davalı adına tapuda tescil edildiği, bu hususun tarafların kabulünde olduğu ancak, davacı tarafından, borcun davalının yetkili temsilcisi olduğu iddia edilen dava dışı Hayriye Ç’a ödendiği belirtildiği, Hayriye Ç’ın davalı adına borcu tahsil etme yetkisinin bulunmadığı, davacının davalıya olan borcunun devam ettiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

İddianın açıklanan içerik ve niteliğine göre; davada inanç sözleşmesi hukuksal nedenine dayanıldığı açıktır. Bu tür bir iddianın 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kuşkusuzdur.

Bilindiği üzere; inançlı sözleşmeler inananın ( itimat edenin ) bir hakkını belirli bir süre veya amaçla inanılana ( mutemede ) geçirmeyi, inanılanın da inananın emir ve teminatlarına göre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi yüklendiği sözleşmeler olarak tanımlanabilir. İnançlı sözleşmelerdeki amaç gizlenmek, teminat, alacaklıdan mal kaçırmak, kanunların elverişsiz hükümlerinden kaçınmak, bir alacağın tahsili, malın idaresi, gibi nedenler olabilmektedir.

Uygulamada kredi sağlayan kurum ve kuruluşların istenilen miktarda ve süratte kredi vermemesi ihtiyaç sahiplerini bu kurum ve kuruluşların dışında kredi teminine zorlamakta, öte yandan verilen kredi teminat altına alacak kefalet ve ipotek, rehin gibi şahsi ve ayni teminatlar kredi veren kişi veya kişilerce yeterli görülmediğinden bu tür özel kişilerden alınan borç karşılığında taşınmazların teminat maksadıyla devredilmesi yoluna başvurulmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, bilimsel alanda karma inançlı işlem olarak nitelendirilen teminat maksadıyla devirler öteki inançlı işlemler gibi mülkiyeti inanılana nakleden geçerli işlemler olup, bu işlemle inanılan bir malikin hak ve yetkilerini kazanır ise de inanç sözleşmesinde kararlaştırılan yükümlülüklerini özellikle inançlı işlem sona erdikten başka bir anlatımla borç ödendikten sonra inanç konusunun, inanana iade etme borcunu yerine getirmesi gerekir. İnanılan en başta gelen bu yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirde inanan, inanç sözleşmesinden doğan borcunu tamamen ödemek suretiyle inanç konusunun kendisine iade edilmesini her zaman isteyebilir.

İnananın inanç sözleşmesinden kaynaklanan bu kişisel hakkını ancak akdine karşı ileri sürebilmekte, inanç konusunun üçüncü kişilere devredilmesi halinde kural olarak onlardan isteyebileceği bir hakkı bulunmamaktadır.

Ancak, inanılan ile üçüncü kişi, inananın inanç borcunu tekrar alma hakkını ortadan kaldırmak amacıyla el ve düşünce birliği içerisinde muvazaalı bir işlem ( sözleşme ) yapmaları halinde inananın söz konusu sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersiz olduğundan bahisle üçüncü kişi aleyhine dava açabileceği de kuşkusuzdur. İnançlı işlem inanç sözleşmesine dayandığından sözleşmelere ilişkin zaman aşımı hükümlerinin inançlı işlemlere de uygulanacağı bu sürenin inançlı işlemin türüne göre kıyasen tatbik edilerek vekalet ve rehin hükümlerine göre belirleneceği gerek uygulamada gerekse doktrinde baskın görüş olarak benimsenmektedir. Ne var ki, zamanaşımı süresinin başlaması için inanç ilişkisi sona ermeli veya alacak muaccel hale gelmelidir. Bu itibarla inanç sözleşmesi sona ermediği inanç konusu inanılanda, alınan para inananda kaldığı sürece zamanaşımı süresinin başlamasına olanak yoktur. Açıklanan kuralın doğal sonucu olarak taraflar borcun ödenmesi için bir süre kararlaştırmış ve borç bu süre içerisinde ödenmemiş olsa dahi inanç ilişkisi devam ettiğinden inanç konusunun iadesi için dava açılabilir. İnanılan, kararlaştırılan süresinin geçtiğinden bahisle inanç konusunu iade etme yükümlülüğünün sona erdiğini ileri sürerek iade borcunu yerine getirmemezlik yapamaz. Keza kararlaştırılan süre içerisinde borcun ödenmemesi halinde inanç konusunun inanılana geçeceği, inananın dava açamayacağı yönünde inananın müzayakasından yararlanılarak sözleşmeye konulan böyle bir koşul MK.nun 873 ( eski MK. 788 ) ve 949 ( eski 863 ) maddelerinin buyurucu hükümlerine aykırı düşeceğinden geçersiz olup, sözleşme serbestisi kuralına dayanılamaz. Aksinin kabulü halinde borç veren borç alanın darda kalmasından yararlanarak daima inanç sözleşmelerine böyle bir hüküm koymak suretiyle söz konusu madde hükümlerinden kurtulma ve borç verdiği kişinin malını ve hakkını çok az bir bedel ile eline geçirme onu istismar etme olanağını elde etmiş olur ki bu husus sözleşme hukukunun genel prensiplerine, ahlaka, kanun koyucunun amacına ters bir sonuç doğurur ve tefeciliği teşvik eder. Nitekim, böyle sözleşmelerin batıl olduğu BK.nun 19 ve 20. maddelerinde hükme bağlanmıştır.

Somut olaya gelince; çekişme konusu 130 ada 7 parsel sayılı taşınmazdaki 2.kat 7 nolu büronun kat irtifakına ayrılan 8/160 arsa payın 1/2 payının dava dışı şirket adına kayıtlı iken, davacının şirkete yaptığı işin karşılığı olarak mülkiyetinin davacıya devredilmesi gerekirken, davacının isteği üzerine dava dışı şirket tarafından 12.9.2001 tarihli resmi akitle 200.000.000 TL.bedelle satış suretiyle davalıya devredildiği kayden sabittir.

Tarafların 8.9.2001 tarihinde haricen düzenledikleri belgeye göre de, davalı tarafından davacıya ödenen 4.000.000.000 TL. ( 4000,00 YTL ) borca karşılık teminat olarak dükkan tapusunun davalıya verileceği, para geri ödendiğinde dükkanın geri verileceğinin kararlaştırıldığı anlaşılmaktadır.

Toplanan deliller ve belirlenen bu olgular birlikte değerlendirildiğinde, anılan belgenin ( 8.9.2001 tarihli belge ) iddiayı kanıtlar nitelikte yazılı belge olduğunda kuşku yoktur. Ancak, davacının karşılıklı edimler içeren inanç sözleşmesine dayanarak taşınmazın tapu kaydının iptalini adına tescilini isteyebilmesi için Borçlar Yasasının 81. maddesi uyarınca öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur.

Hal böyle olunca, davacıya aldığı borç para miktarını mahkeme veznesine depo etmesi için önel verilmesi yatırdığı taktirde bu paranın davalıya ödenmesi koşuluyla tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesi gerekirken, değinilen bu yön üzerinde durulmaksızın yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.

SONUÇ : Davacının temyiz itirazı yerindedir, kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.02.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MURİS MUVAZAASI HUKUKSAL NEDENİNE DAYALI TAPU İPTALİ VE TAKYİDATLARDAN ARİ OLARAK MİRAS PAYI ORANINDA TESCİL İSTEMİ

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/13391
KARAR:2018/12757 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı … Kara vekili ve davalılar …, … vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 25.09.2018 … günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı … vekili Avukat … ile temyiz edilen davacı vekili Avukat …… Kaplanseren geldiler, davetiye tebliğine rağmen diğer temyiz eden davalılar … v.d. vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve takyidatlardan ari olarak miras payı oranında tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakanı……’nin kayden maliki olduğu 371 ada 20 parsel sayılı taşınmazı 21.03.2006 tarihinde davalı …’e satış suretiyle devrettiğini, adı geçenin de 22.04.2010 tarihinde 45.000,00 TL’si peşin 100.000,00 TL’si taşınmaz üzerinde 1. derecede ipotek tesis edilerek 145.000,00 TL bedelli olarak davalı …’a aktardığını,……un da taşınmaz üzerinde 16.05.2012 tarihinde davalı … lehine 2. derecede 400.000 TL bedelli ipotek tesis ettirdiğini, devirlerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı, ipotek tesis işlemlerinin ise muvazaayı gizleme amaçlı olduğunu ileri sürerek davalı adına olan tapu kaydının iptali ile takyidatlarından ari olarak miras payı oranında adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar, mirasbırakan……’nin çocuklarının paraya ihtiyaç duyması nedeniyle dava konusu taşınmazı arkadaşı olan davalı …’e sattığını, satış bedelinin … havalesi ile ödendiğini, taşınmazda oturan mirasbırakan ve oğulları davalı … ile dava dışı ……’e ……’ün taşınmazı kiraya verdiğini, semtin uzak oluşu ve kira gelirinin düşük olması nedeniyle ilan asmak ve internette de ilana vermek suretiyle dava konusu parseli satışa çıkardığını, davalı …’un satış bedelini davalı …’dan aldığı borç para ile ödediğini, bu nedenle taşınmaz kaydında ipotek tesis edildiğini, devirlerin ve ipotek tesisi işlemlerinin muvazaalı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, muvazaa iddiasının kanıtlandığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan……’nin kayden maliki olduğu çekişme konusu 371 ada 20 parsel sayılı taşınmazı 21.03.2006 tarihinde davalı …’e, adı geçenin de 22.04.2010 tarihinde satış bedelinin 45.000 TL’si peşin ve kalan 100.000 TL için lehine ve faizsiz ipotek tesisi ile davalı …’a satış suretiyle devrettiği,……un da 16.05.2012 tarihinde taşınmazda davalı … lehine 400.000 TL bedelli, 2. derecede, faizsiz ipotek tesis ettirdiği, 1938 doğumlu mirasbırakan……’nin 10.05.2012 tarihinde öldüğü ve geriye davacı …… …… ile davalı …… …… ve dava dışı çocukları …… ve ……’in kaldığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada mirasbırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında vurgulandığı gibi, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun 706, Türk Borçlar Kanunu’nun 237. (Borçlar Kanunu’nun 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de, …… ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı hususlarının araştırılmasında ve satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Ayrıca, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 190. maddesine göre; ”İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir.”, TMK’nun 6. maddesine göre ise; ”Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür. ” şeklindedir.

Somut olayda; davalı tarafça dosyaya sunulan davalı …… tarafından mirasbırakan……’nin … …sı hesabına yatırılan 20.000 TL bedelli, 14.04.2006 tarihli ve açıklamasında “… Gayrimenkul satışı ile ilgili teslimat” yazan ve 04.05.2006 tarihli ve 70.000 TL bedelli dekontlar, davalı … tarafından davalı …’ın … hesabına “ipotek borcuna mahsuben” yatırıldığı anlaşılan paralara ilişkin … dekontları, dava konusu taşınmazın satışı konusunda davalı …’ün gazete ve internette verdiği ilanlar ile mirasbırakan……’nin dava dışı çocukları …… ve ……’nın mirasbırakanın davalı …’e yaptığı temlikin mal kaçırma amaçlı olmadığı ve satış parasını da çocukları arasında paylaştırdığına ilişkin beyanları birlikte değerlendirildiğinde mirasbırakanın mirastan mal kaçırma kastıyla hareket etmediği ve işlemin gerçek satış olduğu sonucuna varılmaktadır.

Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile kabul edilmesi isabetsizdir.

SONUÇ:Davalıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 30.12.2017 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden davalı … vekili için 1.630.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version