TRAFİK KAZASI- MOTORLU BİSİKLETLERİN KULLANMASINDAN KAYNAKLANAN ZARARLAR- GÜVENCE HESABI

T.C
YARGITAY
11.HUKUK DAİRESİ
2007/11474 Esas

2009/420 Karar
Tarih 19.1.2009

– KARAYOLLARI TRAFİK GARANTİ FONU YÖNETMELİĞİ m.14
– 2918 sayılı KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU m.108

Özet: Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle Garanti Hesabından maddi tazminat talebine ilişkindir. Zorunlu mali sorumluluk sigortasına tabi motorlu araçların sebep olacakları zararları işletenin sorumluluğuna ilişkin kurallar uyarınca teminat tutarları dahilinde karşılamak üzere garanti hesabı oluşturulmuştur. Karayolları Trafik Garanti Sigortası Hesabı, motorlu bisikletlerin kullanmasından kaynaklanan zararları karşılamaz. Bu durumda kazaya karışan aracın motorlu bisiklet olup olmadığı araştırılmalıdır

Taraflar arasında görülen davada Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi`nce verilen 14.06.2007 tarih ve 2005/351 – 2007/670 sayılı kararın Yargıtay`ca incelenmesi davalı Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketler Birliği vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi G.G. tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra, işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, müvekkilinin benzin ücretini verdiği araçla işyerine götürülürken diğer bir aracın çarpması nedeniyle yaralandığını, uzun süre tedavi olduğunu, karşı aracın sigorta poliçesinin aranmasına rağmen bulunamadığını, bu nedenle Garanti Sigorta Hesabının davalı olarak gösterildiğini, diğer davalının ise müvekkilinin bulunduğu aracın sigorta şirketi olduğunu, müvekkilinin zararının davalılar tarafından karşılanması gerektiğini ileri sürerek, 18.000.-YTL`nın davalılardan tahsilini talep ve dava etmiş, yargılama sırasında ıslah ile 16.188.-YTL tedavi gideri ve 30.000.-YTL işgöremezlik zararı talep etmiştir.

Davalı Garanti Sigorta Hesabı vekili, poliçenin araştırılması, kusurların belirlenmesi, zararın ispatlanması gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosyadaki belgelere göre, davacının yolcu olarak bulunduğu sırada meydana gelen kazada işgöremezlik zararı ve tedavi harcamaları bulunduğu gerekçesiyle, 16.188.-YTL tedavi gideri zararı ile, 30.000.-YTL işgöremezlik zararının davalılardan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, davalı Türkiye Sigorta ve Reasürans Şirketleri Birliği vekili temyiz etmiştir.

1- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, mümeyyiz davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle Garanti Hesabından maddi tazminat istemine ilişkindir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu`nun 108`nci maddesine göre zorunlu mali sorumluluk sigortasına tabi motorlu araçların sebep olacakları zararlar, işletenin sorumluluğuna ilişkin kurallar uyarınca geçerli teminat tutarları dâhilinde ödenmek üzere garanti hesabı oluşturulmuştur. Bu kanuna göre oluşturulan Karayolu Trafik Garanti Sigortası Hesabı Yönetmeliği`nin 14/ı maddesine göre motorlu bisikletlerin kullanılmasından ileri gelen zararlar hesaptan karşılanmaz.

Somut olayda dosya içerisinde zarara neden olan araca ait açık bilgi yer almayıp, sadece ceza mahkemesi bilirkişi raporunda mobilet olarak tanımlanmaktadır. O halde mahkemece bu konu üzerinde araştırma yapılmak suretiyle zararın davalı Garanti Hesabının karşılayacağı zararlar içerisinde kalıp kalmadığının belirlenerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmesi doğru görülmemiştir.

3- Öte yandan Garanti Hesabı, limit dâhilinde sorumlu olup, olay tarihinde geçerli olan limitlerin belirlenerek davalı Garanti Hesabının sorumluluğunun belirlenmesi gerekirken yazılı olduğu şekilde limitin gösterilmemesi de doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1 numaralı bentte açıklanan nedenlerle, mümeyyiz davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, 2 ve 3 numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle mümeyyiz davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 19.01.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KASKO POLİÇESİNDE TEMİNAT ALTINA ALINAN SEL FELAKETİ NEDENİYLE OLUŞAN HASARIN ÖDENMESİ

16.06.2021 Tarih ve K-2021/135798 Sayılı Hakem Kararı

1. BAŞVURU KONUSU UYUŞMAZLIK VE YARGILAMA USULÜNE İLİŞKİN
BİLGİLER
1.1. Uyuşmazlık Konusu Olay ve Talep

Karara bağlanmak üzere Hakem heyetimize tevdi edilmiş bulunan uyuşmazlığın konusu, başvuranın XXX plakalı aracının 04.05.2020 tarihinde hasarlandığı iddiası ile Kasko Sigorta Poliçesinin bulunduğu XXX A.Ş.’den 19.374,00 TL hasar onarım bedelinin tazmini talebine ilişkindir.

1.2. Başvurunun Hakem Heyetine İntikaline ve İncelenmesine İlişkin Süreç dosyanın hakem heyetimize iletilmesi ile yargılamaya başlanmıştır. Dosya üzerinde yapılan tetkik sonucu uyuşmazlığın mahiyeti ve dosya mevcudu itibariyle duruşma yapılmasına gerek olmadığı kanaatine varılmış, uyuşmazlığın çözümü için 27.08.2021 tarihli ara karar ile başvuran vekili tarafından meydana gelen hasarın ne zaman, nerede ve nasıl oluştuğuna dair belgeler ile aracın hasarlandıktan sonra servise ilk giriş / kayıt tarihini gösterir evraklarının, başvuru konusu edilen hasar miktarını hesaplamaya yarar tüm belgelerin okunaklı suretlerinin dosyaya sunulmasına karar verilmiştir.

Ara karar 27.08.2021 tarihinde sistem üzerinden onaylanarak ve posta ile taraf vekillerine tebliğ edilmiştir.

Başvuran vekili tarafından 27.08.2021 tarihli e-postaya ekli hasar fotoğrafları, servis teklif dökümü, servis kabul formu, onarım faturası sunulmuştur.

Dosya içeriği ve taraf vekillerinin iddia / savunmaları dikkate alınarak uyuşmazlık hakkında karara varılmış ve yargılamaya son verilmiştir.

2. TARAFLARIN ORTAYA KOYDUĞU MADDİ VE HUKUKİ İDDİALAR

2.1. Başvuru Sahibinin İddia, Delil ve Talepleri Başvuran vekili 10.06.2021 tarihli başvuru formunda;

Müvekkili şirkete ait XXX plakalı aracın 04.05.2020 tarihinde XXX ’da meydana gelen yoğun yağış neticesinde müvekkili şirkete ait aracın maddi hasar gördüğünü, kasko sigortası kapsamında KDV dahil fatura tutarı olan 19.374,00 TL’nin ödenmesi gerektiğini, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla başvurunun kabulü ile 19.374,00 TL’nin temerrüt tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ve tahkim harç, giderleri ile vekalet ücretiyle birlikte taraflarına ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Başvuran vekili tarafından; vekaletname, hasar beyanı, sigorta şirketine gönderilen ihtarname ve e-postası, ruhsat, sürücü belgesi, kasko sigorta poliçesinin ilk sayfası, okunaksız onarım faturası vs. delil olarak sunulmuştur.

2.2. Sigorta Kuruluşunun İddia, Delil ve Talepleri
Sigorta şirketi vekilinin Komisyona sunduğu cevap dilekçesinde;
Başvuranın müvekkili şirkete başvurusu neticesinde yapılan inceleme üzerine rizikonun teminat kapsamında olmamasından ötürü başvurunun reddedildiğini, sigortalı araçta meydana gelen hasarın sel ve su baskınından kaynaklanmayıp aracın yüksek su birikintisinden geçmesinden kaynaklandığını, meteoroloji arşivinden görüleceği üzere rizikonun gerçekleştiği tarih olan 04.05.2020 tarihinde XXX ilinde sel ve su baskınına sebebiyet verecek bir yağışın gerçekleşmediğini, başvurunun reddine, yargılama masrafları ve 1/5 oranında hükmedilecek vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Sigorta şirketi vekili tarafından; meteoroloji bilgisi, poliçe, ret yazısı ve vekaletname delil olarak sunulmuştur.

3. UYUŞMAZLIĞA UYGULANACAK HÜKÜMLER

Uyuşmazlığın çözümü için 5684 Sayılı Sigortacılık Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Ticaret Kanunu, Türk Medeni Kanunu, Türk Borçlar Kanunu, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Yönetmeliği, Kasko Sigortası Genel Şartları ve Sigorta Poliçesi hükümleri dikkate alınmıştır.

4. DEĞERLENDİRME ve GEREKÇELİ KARAR

4.1 Değerlendirme

Uyuşmazlığa konu talep başvurana ait XXX Plakalı aracın hasarlanması iddiası ile ortaya çıkan hasar onarım bedelinin sigorta şirketi tarafından Kasko Sigorta Poliçesi kapsamında tazminine ilişkindir.

Dosyadaki belgelerin incelenmesinden, başvuranın kaza tarihi itibariyle araç maliki sıfatını taşıdığı, aleyhine başvuru yapılan sigorta şirketinin ise kaza tarihi itibariyle XXX Plakalı, XXX, 2017 Model Otomobilin 09.02.2020/09.02.2021 tarihleri arasını kapsar Kasko Sigorta Poliçesinin Rayiç Değer üzerinden sigortacısı olduğu anlaşılmaktadır.

Kara Araçları Kasko Sigortası Genel Şartlarında;

“A -Sigortanın Kapsamı
A.1. Sigortanın Konusu
Bu sigorta ile sigortacı, sigortalının poliçede belirtilen ve karayolunda kullanma izni olan motorlu ve motorsuz kara araçlarından, römork veya karavanlardan iş makinelerinden, lastik tekerlekli traktörler, diğer zirai tarım makinelerinden doğan menfaatin aşağıda belirtilen risklerin gerçekleşmesi sonucunda doğrudan uğrayacağı maddi zararları teminat altına alır.

a) Aracın karayolunda veya demiryolunda kullanılabilen motorlu, motorsuz araçlarla çarpışması,
b) Gerek hareket gerek durma halinde iken sigortalının veya aracı kullananın iradesi dışında araca ani ve harici etkiler neticesinde sabit veya hareketli bir cismin çarpması veya aracın böyle bir cisme çarpması, devrilmesi, düşmesi, yuvarlanması gibi kazalar,
c) Üçüncü kişilerin kötü niyet veya muziplikle yaptıkları hareketler, ile fiil ehliyetine sahip olmayan kişilerin yol açacağı zararlar,
d) Aracın yanması,
e) Aracın veya araç parçalarının çalınması veya çalınmaya teşebbüs edilmesi

3.3. Sigorta Bedeli, Tazminatın Hesabı ve Ödenmesi
3.3.1. Sigorta Bedeli
3.3.1.1.Sigorta şirketi aracı hasar tarihi itibariyle rayiç değerine kadar teminat altına almıştır. Sigorta tazminatının hesabında sigortalı menfaatlerin rizikonun gerçekleşmesi anındaki rayiç değerleri esas tutulur.
3.3.2. Tazminatın Hesabı ve Ödenmesi
3.3.2.1. Hasar tazmininin ne şekilde yapılacağı poliçede açıkça belirtilir. Onarım yapılacak olması halinde poliçede, onarımın şirketçe belirlenecek servislerde veya sigortalı tarafından belirlenecek servislerden hangisinde yapılacağı hususu açıkça yer alır. Ayrıca hasarın tazmininde orijinal parça veya eşdeğer gibi parça seçeneklerinden
hangisinin kullanılacağı belirtilir. Bu yönde bir belirleme olmazsa sigortalının tercih ettiği tazmin yöntemi, servis ve parça esas alınır.” Şeklinde kasko sigorta poliçesinin kapsamı, konusu ve hasarın tazmin yöntemi belirtilmiştir.

Hakem heyetimizce 27.08.2021 tarihli ara karar ile;

Başvuran vekili tarafından,

• Meydana gelen hasarın ne zaman, nerede ve nasıl oluştuğuna dair belgeler ile aracın hasarlandıktan sonra servise ilk giriş/kayıt tarihini gösterir evraklarının,

• Başvuru konusu edilen hasar miktarını hesaplamaya yarar tüm belgelerin okunaklı suretlerinin, (fotoğraflar, ekspertiz raporu, onarım faturaları vs.) 1 (bir) haftalık kesin süre içinde sisteme yüklenerek dosyaya sunulmasına, aksi taktirde ispat kuralları gözetilerek başvurunun reddine karar verileceğinin başvuran vekiline ihtarına (ihtarat yapıldı.) karar verilmiştir.

Ara karar 27.08.2021 tarihinde sistem üzerinden onaylanarak ve e-posta ile taraflara tebliğ edilmiştir.

Başvuran vekili tarafından 27.08.2021 tarihli e-postaya ekli hasar fotoğrafları, servis teklif dökümü, servis kabul formu, onarım faturası sunulmuştur.

Hakem heyetimizce dosya içeriği nazara alınarak hüküm tesis edilmiştir.

4.2 Gerekçeli Karar
Başvuran şirkete ait araç sürücüsü 04.05.2020 tarihli hasar beyanında; Araçla su birikintisinden geçmesinden dolayı su sıçradığını ve aracından ses geldiği için aracı yetkili servise getirdiğini belirtmiştir. Başvuran vekili tarafından da başvuru dilekçesinde yoğun yağış sebebiyle araçta hasar oluştuğu beyan edilmiştir. Sigorta şirketi tarafından sunulan meteoroloji raporuna göre kaza tarihi olarak belirtilen 04.05.2020 tarihinde kaza yerinde yağış olmadığı görülmektedir.
Başvuran vekili tarafından sunulan belgelerin incelenmesinde ise; Sigortalı aracın su birikintisinden geçtiğine, su sıçradığına ve hasar tarihi olarak beyan edilen 04.05.2020 tarihinde aracın servise girdiğine ilişkin kayıt bulunmamaktadır.
Başvuran vekili tarafından ara karar ile sunulan Servis Kabul Formu; 05.05.2020 tarihli ve saat. 12.00’dır. Araçta Yapılması İstenenler;
1. Seyir halinde ve çukurlara girince arka soldan ses geliyor.
2. Alt takımlar kontrol
3. Egzoz bağlantısı kontrol
Başvuran şirkete ait araç sürücüsünün seyir halinde iken su birikintisinden geçtiğine ilişkin beyanı, başvuran vekilinin başvuru formundaki XXX’da meydana gelen yoğun yağış sebebiyle hasarın oluştuğuna ilişkin beyanına karşılık Servis kabul formu ve yapılması istenenler aracın çukurlara girmesinde ses sorunu olup, beyan ve servis kabul formundaki talepler ile hasarın oluştuğuna ilişkin tarih ve aracın servise girdiği tarih örtüşmemektedir.
6102 Sayılı TTK.’nın 1409/2. Bendine göre; “Sözleşmede öngörülen rizikolardan herhangi birinin veya bazılarının sigorta teminatı dışında kaldığını ispat yükü sigortacıya aittir.” Başvuran tarafın kaza tarihine ilişkin hasar bildirimi, işbu dosyaya sunulan beyanları ve sunulan belgelerin örtüşmediğinden ispat yükü yer değiştirmiştir.

6100 S. HMK.’nın 190/1. Bendi “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde olup, başvuran tarafça ispat yükümü yerine getirilmemiştir.

Türk Medeni Kanunu 2. maddesinde; “Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. ” denildikten sonra 3.maddesinde ise; “..durumun gereklerine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı” belirtilmiştir.

Yargıtay HGK. 2013/17-2303 Es. 05.06.2015 T. 2015/1497 K. Sayılı ilamı; “Dava, kasko sigorta poliçesinden kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir. Davacı aracı park alanı olarak kullanılmayan, çevresinde park halinde başka araçların bulunmadığı bir mahalde park ettiği daha sonra aracın park edilen yerde bulunmadığı ifade edilmiştir.
Sigorta şirketinin rizikonun ihbar edilenden farklı şekilde gerçekleştiğinin ispat edildiğinin kabulü gerekir. Bu durumda davacının rizikoyu iyiniyet kurallarına aykırı şekilde bildirdiği sabit olmuştur. Hal böyle olunca davanın reddine dair verilen direnme kararı yerindedir.” Şeklindedir.

İstanbul BAM. 8. HD. 2017/702 Es. 10.05.2018 T. ve 2018/484 K. Sayılı ilamına göre; “…sigortalı rizikonun gerçekleştiğine dair doğru ihbar mükellefiyetini kasten yerine getirmez veya iyi niyet kurallarına açıkça aykırı şekilde sigorta teminatı dışında kalan bir hususu sanki bu oluşan riziko teminat içinde kalmış gibi ihbar edildiği somut delillerle kanıtlanırsa, ispat külfeti yer değiştirip sigortalıya geçer.(HGK 10.12.1997 gün ve 1997/11-772-1043; HGK 16.12.1998 gün ve 1998/11-872-905; HGK 22.12.2010 gün ve 2010/17-655-688 sayılı ilâmları)” Başvuran vekili tarafından, rizikonun hangi tarihte ve ne şekilde meydana geldiği somut delillerle ispat edilemediğinden başvurunun reddine karar verilmiştir.

Başvurunun reddi sebebiyle 5684 S. Sigortacılık Kanununun 30/17. Bendi ile 24.11.2020 T. AAÜT.’nin 17/2. Bendi birlikte değerlendirilerek, sigorta şirketi lehine (4.080,00 TL / 5 = 816,00 TL) 816,00 TL olarak 1/5 oranında maktu vekalet ücreti taktir edilmiştir.

5. KARAR

Yapılan değerlendirmeler ve belirtilen gerekçeler neticesinde;
1- Başvuranın başvurusunun / davasının REDDİNE,
2- Başvuranın 350,00 TL başvuru ücretinden ibaret yargılama giderinin başvuran üzerinde bırakılmasına,
3- Sigorta şirketi vekille temsil edildiğinden 5684 S. Sigortacılık Kanunu’nun 30/17. Bendi ile AAÜT.’nin 17/2. bendi uyarınca 816,00 TL vekâlet ücretinin başvurandan tahsili ile XXX A.Ş.’ye ödenmesine,
5684 sayılı Kanunun 30/12. maddesi hükmü gereği, kararın bildirim tarihinden itibaren 10 gün içinde Sigorta Tahkim Komisyonu nezdinde itiraz yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 21.09.2021

DAVA AÇILMAYAN HALLER İLE DAVANIN SÜREDEN REDDİ HALİNDE ALTMIŞ GÜNLÜK SÜRENİN BİTMESİNDEN SONRA YETKİLİ İDARİ MAKAMLARCA CEVAP VERİLMESİ HALİNDE CEVABIN TEBLİĞİNDEN İTİBAREN DAVA AÇMA SÜRESİNİN YENİDEN İŞLEMEYE BAŞLAYACAĞI

T.C.
DANIŞTAY
2. DAİRE

E. 2008/1133
K. 2008/3470
T. 12.9.2008

• İDARİ İŞLEM TESİSİ ( Amacıyla Başvuran Davacının Bu Başvurusu Üzerine Dava Açma Süresi Geçirildikten Sonra İdarece Kendiliğinden Cevap Verilmesi Halinde Açılan Davanın Süresinde Olduğu )

• DAVA AÇMA SÜRESİ ( İdari İşlem Tesis Edilmesi Amacıyla Başvuran Davacının Bu Başvurusu Üzerine Dava Açma Süresi Geçirildikten Sonra İdarece Kendiliğinden Cevap Verilmesi Halinde Açılan Davanın Süresinde Olduğu )

2577/m.7,10

ÖZET : İdari işlem tesis edilmesi amacıyla başvuran davacının bu başvurusu üzerine, dava açma süresi geçirildikten sonra idarece kendiliğinden cevap verilmesi halinde, açılan davanın süresinde olduğu hakkında.

İsteğin Özeti : Ordu İdare Mahkemesi’nin 24.1.2008 günlü, E:2007/1341, K:2008/88 sayılı kararının dilekçede yazılı nedenlerle temyizen incelenerek bozulması isteminden ibarettir.

Cevabın Özeti : Temyizi istenen kararın yöntem ve yasaya uygun olduğu, bu nedenle istemin reddi gerekeceği yolundadır.

Danıştay Tetkik Hakimi : Hürriyet Micozkadıoğlu

Düşüncesi : Davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolundaki İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı : S. Sema Kabukçu

Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay İkinci Dairesi’nce temyize cevap dilekçesinin geldiği ve dosyanın tekemmül ettiği görülerek, yürütmenin durdurulması istemi hakkında bir karar verilmeksizin işin gereği düşünüldü:

KARAR : Dava, … İli, … İlçesi Milli Eğitim Müdürlüğünde Veri Hazırlama ve Kontrol İşletmeni olarak görev yapan davacının, … Merkez … Lisesine yer değiştirmek suretiyle atanmak üzere yaptığı başvurusunun reddine ilişkin 25.10.2007 günlü, 19674 sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Ordu İdare Mahkemesi’nin 24.1.2008 günlü, E:2007/1341, K:2008/88 sayılı kararıyla; 2577 sayılı Yasanın 10. maddesinin son cümlesinde geçen; “dava açılmaması veya davanın süreden reddi” hallerinden kasdedilenin, idari başvuru üzerine 60 gün içerisinde kesin olmayan bir cevabın verilmesiyle dava açmayan ve bekleyen kişinin, maddede öngörülen 6 aylık sürenin geçmesiyle dava açmaması veya 6 ay geçtikten sonra açılan davanın süreden reddi hali olduğu, bu bağlamda idari başvuruyu müteakip 60 gün içerisinde hiçbir cevap verilmemişse bu sürenin bitimini takiben ikinci 60 gün içinde dava açılması gerektiği, 2577 sayılı Yasanın 10. maddesi uyarınca idari başvurunun yapıldığı 12.4.2007 tarihinden 60 gün sonra isteğin zımnen reddedilmiş olduğunun kabulü ile bundan sonraki 60 gün içerisinde, fakat bu tarihin de Adli Tatil dönemine rastlaması sebebiyle en geç 12.9.2007 tarihinde dava açılması gerektiği halde 20.11.2007 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle dava süre aşımı yönünden reddedilmiştir.

Davacı, idarenin verdiği yanıt üzerine davanın süresinde açıldığını öne sürmekte ve İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulmasını istemektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 7 nci maddesinde, Danıştay’ da ve idare mahkemelerinde idari dava açma süresinin, kural olarak yazılı bildirimin yapıldığı tarihi izleyen günden itibaren altmış gün olduğuna işaret edilmiş; aynı Yasa’nın 10 uncu maddesinde ise; “İlgililer haklarında idari davaya konu olabilecek bir işlem veya eylemin yapılması için idari makamlara başvurabilirler. Altmış gün içinde bir cevap verilmezse istek reddedilmiş sayılır. İlgililer altmış günün bittiği tarihten itibaren dava açma süresi içinde, konusuna göre Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine dava açabilirler. Altmış günlük süre içinde idarece verilen cevap kesin değilse ilgili bu cevabı, isteminin reddi sayarak dava açabileceği gibi, kesin cevabı da bekleyebilir. Bu takdirde dava açma süresi işlemez. Ancak, bekleme süresi başvuru tarihinden itibaren altı ayı geçemez. Dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabilirler.” hükmü yer almıştır.

Dosyanın incelenmesinden, davacının 12.4.2007 günlü başvurusuyla … , Merkez … Lisesine atanmak istediği, isteminin … Kaymakamlığının aynı günlü yazısıyla Valiliğine bildirildiği, davacının 11.6.2007 günlü dilekçesiyle atanma isteğini yinelediği, bu isteminin de Kaymakamlığın 12.6.2007 günlü yazısıyla Valiliğe sunulduğu, Ordu Valiliğinin 25.10.2007 günlü, 19674 sayılı işlemi ile davacının isteminin reddedildiği, ret işleminin davacıya 6.11.2007 tarihinde tebliği üzerine 20.11.2007 tarihinde bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.

2577 sayılı Yasanın 10. maddesinin 2. fıkrasının son cümlesinde, dava açılmaması veya davanın süreden reddi hallerinde, altmış günlük sürenin bitmesinden sonra yetkili idari makamlarca cevap verilirse, cevabın tebliğinden itibaren altmış gün içinde dava açabileceğinin düzenlendiği, hakkında idari işlem yapılması amacıyla başvuran davacının bu başvurusu üzerine dava açma süresi geçirildikten sonra idarece kendiliğinden cevap verilerek başvurusunun reddedildiği, 2577 sayılı Yasa’nın 10. maddesinde açıklanan usule göre 6.11.2007 tarihinde tebellüğ ettiği işlemin iptali istemiyle 20.11.2007 tarihinde dava açtığı görülmekte olup; böylece yasal süresinde açıldığı anlaşılan davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle davacının temyiz isteminin kabulüyle Ordu İdare Mahkemesinin 24.1.2008 günlü, E:2007/1341, K:2008/88 sayılı kararının, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Kanunla değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen husus gözetilerek yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, kullanılmayan 22.90.-YTL yürütmeyi durdurma harcının isteği halinde davacıya verilmesine, 12.09.2008 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

TUTANAK TANIKLARININ DİNLENEREK, FOTOĞRAFTAN VE GEREKTİĞİNDE SANIK HAZIR EDİLMEK SURETİYLE TEŞHİS YAPTIRILARAK SUÇ KONUSU UYUŞTURUCU MADDELERİN BULUNDUĞU POŞETİ ARAÇTAN ATAN KİŞİNİN SANIK OLUP OLMADIĞININ TESPİT EDİLMESİ

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi

2021/7596 E. , 2021/9790 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Mahkûmiyet

Temyiz incelemesi, usulüne uygun tebligata rağmen müdafii duruşmaya gelmeyen sanık hakkında duruşmasız olarak yapılmıştır.

Dosya incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

1- … Cumhuriyet Başsavcılığı Adli Emanetinin 2015/6205 sırasında kayıtlı olan uyuşturucu maddelerin sarılı olduğu materyaller üzerinde, sanıktan usulüne uygun şekilde vücut izi (parmak, avuç izleri) ile genotip tespitine uygun örnekler (kan, tükrük, kıl vb.) alınarak, uzman kurum veya kuruluşa karşılaştırmalı vücut izi incelemesi ve karşılaştırmalı moleküler genetik inceleme yaptırılması,

2- Dinlenmeyen tutanak tanıkları … ve … tanık sıfatı ile dinlenerek, fotoğraftan ve gerektiğinde sanık hazır edilmek suretiyle teşhis yaptırılarak suç konusu uyuşturucu maddelerin bulunduğu poşeti … plakalı araçtan atan kişinin sanık olup olmadığının tespit edilmesi,

Sonucuna göre tüm deliller birlikte değerlendirilerek sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan hükmün BOZULMASINA, 07.10.2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

BOZMADAN ÖNCE SANIK HAKKINDA TEKERRÜR HÜKÜMLERİNİN UYGULANMAMIŞ OLMASININ KAZANILMIŞ HAK TEŞKİL EDECEĞİ

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
2020/4518 E. , 2021/9853 K.

“İçtihat Metni”
Mahkeme : … 4. Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hükümler : Mahkûmiyet

Dosya İncelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

Bozmaya uyulduğu, yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanıklar tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile aşağıda belirtilenler dışında yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1)Hükümden sonra 15/04/2020 tarihinde yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanunla TCK’nın 53. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle, bu maddenin uygulanması açısından, sanıkların durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

2)Bozmadan önce sanık … tarafından lehe temyiz edilen 09/07/2014 tarihli hükümde, sanık hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanmamış olmasının CMUK’nun 326/4. maddesi uyarınca kazanılmış hak teşkil edeceği gözetilmeden, bozmadan sonra sanık … hakkında hükmedilen cezanın TCK’nın 58/6. maddesi uyarınca mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine karar verilmesi, Kanuna aykırı, sanıklar ve müdafilerinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde olduğundan, CMUK’nun 321. maddesi gereğince hükümlerin BOZULMASINA; ancak bu aykırılıkların yeniden duruşma yapılmaksızın aynı Kanunun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan;

1)Sanıklar hakkında TCK’nın 53. maddesinin uygulanması ile ilgili bölümlerin hüküm fıkrasından çıkarılması ve yerlerine, “Anayasa Mahkemesinin 08/10/2015 tarihli iptal kararı ve 15/04/2020 tarihinde yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanunun 10. maddesi ile TCK’nın 53/3. fıkrasında yapılan değişiklikten sonra oluşan durumuna göre, sanık hakkında, TCK’nın 53. maddesinin 1 ve 2. fıkraları ile 3. fıkrasının birinci cümlesinin uygulanmasına” ibarelerinin yazılması,

2)Sanık … hakkında tekerrür uygulanmasına ilişkin “B)5-” ibareli bendin hüküm fıkrasından çıkarılması,
Suretiyle, hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 11/10/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

EVDE ODA İÇERİSİNDE SAKSILARA KENEVİR BİTKİSİ EKME – UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ

T.C
YARGITAY
20. Ceza Dairesi

2016/2065 E. , 2017/2756 K.

“İçtihat Metni”
Mahkeme : 12. Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : 1- Kenevir Ekme (sanık … hakkında)
2- Uyuşturucu madde ticareti yapma (Her iki sanık hakkında)
Hükümler : 1- Sanık … hakkında her iki suçtan; beraat
2- Sanık … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan; Mahkûmiyet

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

A- Sanık … hakkında uyuşturucu made ticareti suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün incelenmesinde ;

Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; sanık ve müdafinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA, hükmolunan ceza miktarı ile tutuklu kalınan süre göz önüne alınarak sanık hakkındaki salıverilme talebinin reddine,

B- Sanık … hakkında hint keneviri ekme ve uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından verilen beraat hükümlerinin incelenmesinde ;

İzmir Emniyet Müdürlüğünce yapılan çalışmalar sonucunda “İlimiz Narlıdere ilçesi 2.İnönü mahallesi …. Caddesi no:…sayılı adreste…numaralı GSM hattını kullanan… ve Narlıdere ilçesi 2.İnönü mahallesi Özkarakaya Caddesi no:25 sayılı adreste … isimli şahısların uyuşturucu maddelerden esrar maddesinin satışını ve ticaretini yaptığı, şahısların birbiriyle sürekli irtibatlı olduğu ve bu uyuşturucu maddeleri yukarıda belirtilen adreslerde, polise yakalanmamak için bazı zamanlarda… isimli şahsa ait numara … de, bazen ise …’na ait ..de bulunan dairede zula olarak tabir edilen yerde sakladıkları,…n kullanmış olduğu…ttı üzerinden anlaştığı uyuşturucu madde almak isteyen şahıslara … isimli şahıs tarafından bizzat götürüldüğü bazı şahıslara da no: 33’den ve 25’de bulunan dairelerden satış yaptığı … isimli şahsında uyuşturucu madde alımlarında …. … maddi olarak destek sağladığı ve beraber hareket ettikleri yönünde bilgi elde edilmiştir” şeklinde istihbari rapor düzenlendiği, edinilen bilgilere istinaden mahkemeden alınan arama kararına istinaden sanıkların adreslerinde arama işlemi yapıldığı, sanık …’a ait evde uyuşturucu maddeler ve hassas terazi bulunduğu, eşzamanlı olarak sanık …’e ait 25 numaralı daireye arama işlemi yapılmak üzere gidildiğinde sanık tarafından kapının açıldığı, sanığın evinde ele geçen esrar maddeleri dışında, bir odanın kenevir yetiştirilmek üzere tahsis edildiği, odaya kenevirlerin kolay yetişebilmesi için ısıtma ve sulama düzeneği kurulmuş olduğu, ayrıca oda içerisinde saksılara ekilmiş vaziyette 48 kök boyları 1-1,5 metre boylarında değişen kenevir bitkilerinin bulunması karşısında, diğer sanık … ve sanık …’in kendisini suçtan kurtarmaya yönelik beyanlarına itibar edilerek dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeyle, sanığın uyuşturucu ticareti yapma ve izinsiz kenevir ekme suçlarından beraatine karar verilmesi,Kanuna aykırı, Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükümlerin BOZULMASINA,02.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HAKİMİN KATİBE SÖVMESİ- ZİNCİRLEME ŞEKLİNDE GÖREVLİ MEMURA SÖVME SUÇU

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS:2006/4.MD-251
KARAR: 2006/324

• HÜKMÜN BOZULMASI
• ZİNCİRLEME ŞEKLİNDE GÖREVLİ MEMURA SÖVME SUÇU

“İçtihat Metni”

Zincirleme biçimde görevliye sövme suçundan sanık N… U… Ş…’nın beraatine ilişkin olarak Yargıtay 4. Ceza Dairesinden verilen 13.07.2006 gün ve 26-19 sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay C.Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının “hükmün bozulması” görüşünü içeren 31.10.2006 gün ve 138811 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği görüşülüp düşünüldü.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

İncelenen dosyada;

B… Ağır Ceza Mahkemesi üyesi sanık N… U… Ş…’nın, aynı mahkemenin zabıt katibi mağdur Ö… S… U…’a mahkeme kaleminde, diğer personelin de hazır bulunduğu bir ortamda “şişko” diye hitap edip “sen dincisin, para harcamazsın, hadi seninle içmeye gidelim” dediği, sonraki günlerde de adıyla seslenmeyip “şişko” diye hitap etmeyi sürdürdüğü, yine bir başka tarihte naip hakim sıfatıyla keşfe gittiğinde görevli zabıt katibi mağdur Ö…’e “aptal herif, size laf söyleyince çarşafa dolanıyorsunuz” diyerek aşağıladığı, sanıkla kısa süre birlikte görev yapan ve suç atması için kabul edilebilir bir neden bulunmayan mağdur Ö… S… U…’un aşamalarda değişmeyen istikrarlı anlatımları, sanığın “ağır ceza katibi Ö… S… U…’a, şişko, adam gibi yaz diyerek kırıcı davrandığı, bunun da yaşadığı olağandışı stres ve koşullardan kaynaklandığına” dair adalet başmüfettişine verdiği 20.12.2004 tarihli yazılı savunmasında ve yine “katip Ö… S… U…’u fırçaladığına, sert şekilde uyardığına” ilişkin olarak duruşmada savunma yerine geçmek üzere verdiği 11.05.2006 tarihli dilekçesindeki kaçamaklı ikrarı, mahkeme kaleminde gerçekleşen olaya ilişkin olarak diğer suçlamaların mağdurları Z… Ü… ve G… T…’un anlatımları ile keşifteki eylemin tanıkları F… Ö…, H… K… ve M…K…’ün ifadeleriyle kanıtlanmış bulunmaktadır.

Suç tarihinden çok kısa bir süre önce bu göreve atanmış bulunan sanığın mahkeme kaleminde gerçekleşen konuşma öncesinde diğer personele yönelik olarak da olumsuz söz ve davranışlar sergilemesi, olağan duyarlılıkla değerlendirildiğinde bir kamu görevlisinin kendisini aşağılanmış sayacağı nitelikteki “şişko” hitabını mağdurun alınganlık gösterdiğini bilerek ve yazı işleri müdürünün uyarısına karşın ısrarla her fırsatta ve çalışma ortamında yinelemiş olması karşısında, beraat kararında belirtilenin aksine bu sözlerin şaka yollu söylenmediği, maiyetinde çalışan ve henüz aday memur olması nedeniyle mukabele gücünden mahrum bulunan mağdur Ö…’i aşağıladığını bilerek bu hitabı sürdüren sanığın, neticeyi “bilme” ve “isteme”den ibaret suç kastı ile hareket ettiği anlaşıldığından, Yargıtay C.savcısının temyiz itirazının kabulü ile Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen beraat hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Kurul Üyesi; temyiz itirazının reddi gerektiğini belirterek karşı oy kullanmıştır.

Öte yandan, bizzat sanığın 20.12.2004 tarihli dilekçesinde; haksız bir tasarrufla B… Ağır Ceza Mahkemesi üyeliğine atandığını, bu atama nedeniyle herkesin kendisine önyargılı baktığını, yaşadıklarından dolayı normal olmadığını, bir kaç ay önce depresyon tedavisi gördüğünü, halen de ilaç kullanmayı sürdürdüğünü, bir kısım davranışlarının ve tepkilerinin aşırı olduğunu, diğer insanların kullandıkları cümleleri daha sert kullandığını, başka birisi söylediği takdirde kimsenin alınmayacağı insancıl davranışlar olarak nitelendireceği veya espri olarak algılayacağı hususların, kendisinin davranışlarındaki sertlik ve insanların ağır ceza üyesi olmuş birine karşı duydukları önyargı yahut da kendisini yeterince tanımamaları nedeniyle yanlış anlaşıldığını, kendisine yönelik isnatlar içinde haklılık payı bulunan tek hususun ağır ceza mahkemesi katibi Ö… S… U…’a, “şişko, adam gibi yaz” diyerek kırıcı davranması olduğunu, bunun da yaşadığı olağandışı stres ve koşullardan kaynaklandığını belirtmesi karşısında, şuurunun tetkiki ile, açıkladığı rahatsızlığının, işlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılamasını ortadan kaldıracak veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azalmasına neden olacak nitelikte bulunup bulunmadığı hususunda uzman bilirkişiden rapor aldırılması gerekli görüldüğünden, hüküm bu nedenle de bozulmalıdır.

Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Kurul Üyesi ise; sanığın şuurunun tetkikine ve bu hususta bilirkişiden mütalaa alınmasına gerek bulunmadığını belirterek karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay C.savcısının temyiz itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 13.07.2006 gün ve 26-19 sayılı hükmünün BOZULMASINA,
3- Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.12.2006 günü oyçokluğuyla tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak karar verildi.

ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU’NA MUHALEFET- TABANCADA BULUNMASI GEREKEN AZAMİ NAMLU UZUNLUĞU VE TÜM UZUNLUK

T.C.

YARGITAY

8.CEZA DAİRESİ

ESAS:2003/301

KARAR:2004/6900

TARİH:20.9.2004

ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU’NA MUHALEFET ( Tabancada Bulunması Gereken Azami Namlu Uzunluğu ve Tüm Uzunluk )

TABANCA NİTELİĞİNİN ARAŞTIRILMASI ( Namlu Uzunluğu ve Tüm Uzunluk Konusundaki Azami Sınırlar )

NAMLU UZUNLUĞU VE TÜM UZUNLUK HUSUSLARINDA BULUNMASI GEREKEN AZAMİ SINIRLAR ( Tabanca Niteliğinin Tesbitinde )

6136/m.1,13

ÖZET : Barut veya bu neviden bir patlayıcı ile gülle, mermi, saçma veya füze ile gaz ya da diğer nesneleri atabilen ateşli silahların tabanca sayılabilmesi için namlu uzunluğunun fişek yatağı hariç 30 cm’den ve tüm uzunluğunun 50 cm’den fazla olmaması gerekir. 26.10.2001 günlü Adli Tıp Kurumu Fizik Balistik İhtisas Dairesi raporunda fişek yatağı dahil 19 cm. namlu uzunluğunda bulunduğu açıklanan silahın tüm uzunluğunun belirtilmemiş olması karşısında; anılan hususun saptanmasından sonra dava konusu silahın 6136 Sayılı Yasa kapsamında bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi isabetsizdir.

DAVA : 6136 Sayılı Kanuna aykırılıktan sanık Z’nin yapılan yargılanması sonunda; hükümlülüğüne ve zoralıma dair Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nden verilen 03.12.2001 gün ve 1160 Esas, 1842 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığı’ndan tebliğname ile 07.01.2003 günü daireye gönderilmekle incelenip gereği düşünüldü:

KARAR : Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Yönetmeliğin 06.12.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2. maddesinin ( t ) bendinde yapılan değişiklik uyarınca barut veya bu nev’iden bir patlayıcı ve itici güç ile gülle, mermi, saçma veya füze ile gaz ya da diğer nesneleri atabilen ateşli silahların 6136 Sayılı Yasa kapsamında tabanca sayılabilmesi için namlu uzunluğunun fişek yatağı hariç 30 cm.’den ve tüm uzunluğunun 50 cm.’den fazla olamayacağı kuralı getirilmiş olmakla, 26.10.2001 günlü Adli Tıp Kurumu Fizik Balistik İhtisas Dairesi raporunda fişek yatağı dahil 19 cm. namlu uzunluğunda bulunduğu açıklanan silahın tüm uzunluğunun belirtilmemiş olması karşısında; anılan hususun saptanmasından sonra dava konusu silahın 6136 Sayılı Yasa kapsamında bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı BOZULMASINA, 20.09.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DAVA DİLEKÇESİNDE FAZLAYA İLİŞKİN HAKLARIN SAKLI TUTULMASI DAVANIN BELİRSİZ ALACAK DAVASI NİTELİĞİNİ ORTADAN KALDIRMAZ

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
BAŞKANLIĞI

ESAS NO : 2021/4339
KARAR NO : 2021/8022

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 04/02/2021
NUMARASI : 2019/93-2021/126
DAVACILAR :1- BAHAR A., 2- SİNAN A.
VEKİLİ : AV.SELİM HARTAVİ
DAVALI : DİCLE ELEKTRİK DAĞITIM A.Ş. VEK.AV.VELAT KARAHAN

Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacılar vekilince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y    K A R A R I

Davacılar; 12/03/2010 tarihinde evlerinin damına çıkan çocukları İslim ve Kadir A’ın binanın yakınından geçmekte olan enerji nakil hattına temas etmeleri nedeniyle yaralandıklarını, vücutlarının çeşitli bölgelerinde kalıcı yanık izleri kaldığı gibi uzuv kaybı da oluştuğunu ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, iş göremezlik, tedavi ve estetik ameliyat giderleri nedeniyle şimdilik çocukları için 1.000’er TL olmak üzere toplam 2.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, davacı Kadir A. yönünden 29/12/2020 tarihli ıslah (belirsiz alacak davasına göre bedel artırımı) dilekçesi ile iş göremezlik tazminatı 26.678,91 TL’ye artırılmıştır.

Davalı; meydana gelen olayda bir kusurlarının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; olayın meydana geldiği yapıyı kaçak ve imara aykırı inşa etmiş olan davacılar Sinan ve Bahar A’ın kusurlu oldukları, davalıya izafe edilecek herhangi bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar davacıların temyizi üzerine; Dairece verilen 18/12/2018 tarihli ve 2017/869 E. 2018/12895 K. sayılı kararla; davacının sair temyiz itirazlarının reddedildikten sonra, (2) nolu bendinde dava ehliyetine sahip olmadıkları için kanuni temsilcileri tarafından temsil edilen davacıların, yaralanmalarına neden olan olayın gerçekleşmesinde bir kusurlarının bulunmadığı, davalı şirketin Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinde belirtilen mesafelere uymadan yapılan bina nedeniyle gerekli ek önlemleri almadığı, dolayısıyla enerji hattının tehlike taşımayacak bir durumda bulunmasını sağlama yükümlülüğünü yerine getirmediği ancak olayın meydana gelmesinden sonra enerji hatlarını yer altına almak suretiyle gerekli tedbiri aldığı, gerekli bakım ve gözetim borcunu yerine getirmeyen davalının davacıların uğradığı zararı tazminle yükümlü olduğu gözetilerek, zarar kalemleri hakkında bilirkişiden rapor aldırılması ve varılacak sonuca göre zarar kapsamının belirlenmesi gerekçesiyle bozulmuştur.

Bozma ilamına uyulduktan sonra mahkemece; davacılar İslim ve Kadir yönünden talep edilen estetik ameliyatı giderleri ve diğer tedavi giderleri ile davacı İslim yönünden geçici iş göremezlik ve kalıcı iş göremezlik talepleri yönünden davanın açılmamış sayılmasına, davacı Kadir kaza tarihinde 18 yaşından küçük olduğundan geçici iş göremezlik talebinin reddine, davacı Kadir’in kalıcı iş göremezlik tazminatı talebinin kısmen kabulü ile 990 TL kalıcı iş göremezlik tazminatının kaza tarihi olan 12/3/2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, bakiye 25.688,91 TL ‘lik kısım yönünden davanın zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

Anılan madde;

“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklinde düzenlenmiş olup, 28/7/2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunu’nun 7 nci maddesi ile HMK’nın 107 maddesinin ikinci fıkrası; “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş, üçüncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

Zira zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiğinden, davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacaktır (Pekcanıtez, H.: Belirsiz Alacak Davası, 2011, s. 26-31).

Diğer taraftan belirsiz alacak davasını açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle geldikten sonra kesin talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi genellikle geçici talep sonucunun artırılması şeklinde olacaktır. Kanun talep sonucunun artırılmasına açıkça izin verdiğinden, ayrıca karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek bulunmamaktadır. Davacı tarafça talep sonucunun kesinleştirilmesi üzerine geçici talep sonucu değil, kesin talep sonucu esas alınmalıdır (Pekcanıtez, s. 56). HGK 15/6/2021 tarihli ve 2019/467 E. 2021/775 K. sayılı kararı da aynı yöndedir.
Somut olayda; dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin hakların saklı kalması kaydıyla, iş göremezlik giderleri 6100 sayılı yasanın 107 nci maddesine göre belirleneceğinden, davacı Kadir için 1.000 TL diğer davacı İslim için 1.000 TL olmak üzere toplamda 2.000 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 12/03/2010 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile talepte bulunulduğu, 29/12/2019 tarihli sehven ıslah dilekçesi olarak adlandırılan talep artırım dilekçesi ile iş göremezlik tazminatı talebinin 26.678,91 TL olarak artırıldığı, davalı tarafın zamanaşımı def’i üzerine bakiye kısmın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verildiği görülmektedir.

Buna göre; dava dilekçesinde açıkça HMK 107 nci maddesine göre dava açıldığı belirtildiğinden, davanın belirsiz alacak davası olarak kabul edilmesi, zamanaşımı süresinin belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiği, diğer bir anlatımla davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacağı davacının halen artırım dilekçesindeki talebi dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde artırılan talebin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nın 428 inci maddesi gereğince davacı Kadir yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440 ıncı maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 8/9/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

TAZMİNAT HESAPLARINDA BAKİYE ÖMRÜN BELİRLENMESİNDE TRH 2010 TABLOSUNUN ESAS ALINMASININ GÜNCELLENEN ÜLKE GERÇEKLERİNE DAHA UYGUN OLACAĞI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS: 2020/2598
KARAR: 2021/34

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.
Hukuk Dairesi

Taraflar arasındaki sigorta tahkim davasının yapılan yargılaması sonunda; Sigorta Tahkim komisyonu İtiraz Hakem heyetince verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalıya trafik sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin desteğinin öldüğünü açıklayıp fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 5.500,00 TL’nin tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini 196.408,00 TL’ye yükseltmiştir.

Dvalı vekili, talebin reddini savunmuştur.

Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakemince, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; taleple bağlı kalınarak 5.500,00 TL’nin tahsiline karar verilmiş, anılan karara karşı itiraz edilmesi üzerine İtiraz Hakem Heyetince başvuru sahibi vekilinin itirazının kabulü ile Hakem Heyetince verilen kararın kaldırılmasına, başvurunun kısmen kabulü ile 147.666,00 TL’nin tahsiline karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.2020 tarih, 2019/4-2019/1 sayılı kararı ile 5684 Sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 30. maddesi ile kurulan Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetinin Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra itiraz üzerine verilen kararlarının temyiz kanun yoluna
tabi olduğu kararlaştırıldığından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının kaldırılarak davalı vekilinin Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesi gerekmiştir.

2-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

3-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin desteğinin meydana gelen kazada öldüğünü açıklayıp destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunmuş, tazminatın belirlenmesi amacı ile bilirkişiden rapor alınmış, alınan raporda davacının ve desteğin kaza tarihinden sonraki muhtemel yaşam süresi belirlenmesinde 1931 tarihli PMF yaşam tablosu dikkate alınarak hesaplama yapılmış, hakem heyetince bu rapor hükme esas alınmıştır.

Gerçek zarar miktarı; hak sahiplerinin ve desteğin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır.

Desteğin veya hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda Fransa’dan alınan 1931 tarihli “PMF” cetvelleri ile saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmalarıyla “TRH 2010” adı verilen “Ulusal Mortalite Tablosu” hazırlanmış olup, Sosyal Güvenlik Kurumu’nca da ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu durumda diğer kurumlar ile Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve yine bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içermesi de göz önüne alındığında, Dairemizce de tazminat hesaplarında bakiye ömrün belirlenmesinde TRH 2010 tablosunun esas alınmasının güncellenen ülke gerçeklerine daha uygun olacağına karar verilmiştir.

Buna göre temyiz edenin sıfatına göre, davacı tarafından kararın temyiz edilmediği de dikkate alınarak, kazanılmış haklar gözetilerek (tazminata esas alınan gelir, esas alınan asgari ücret yılı, işlemiş/işleyecek dönem tarihleri gibi) davacının ve desteğin muhtemel bakiye yaşam süresinin TRH 2010 Yaşam Tablosu’na göre belirlenmesi suretiyle tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişiden ek rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ:Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının KALDIRILMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile İtiraz Hakem Heyeti kararının BOZULMASINA, dosyanın saklama kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 14/01/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN DOLMASINDAN SONRA ALACAKLIYA YÖNELTİLEN BORÇ İKRARI ZAMANAŞIMI DEFİNDEN ZIMNİ (ÖRTÜLÜ) FERAGAT ANLAMINA GELİR

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2013/2202
KARAR: 2015/2362

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi

Taraflar arasındaki “işçilik alacakları” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Zonguldak 1. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 19.04.2012 gün ve 2011/808 E. 2012/248 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 12.02.2013 gün ve 2012/12739 E. 2013/2602 K. sayılı ilamı ile;

“…Davacı vekili, davacının iş sözleşmesinin emeklilik sebebi ile sona erdiğini, fazlaya dair talep ve dava hakları saklı kalmak ve 818 sayılı Borçlar Kanunu 84. maddeye göre hesaplama yapılması kaydıyla 7.090,58 TL ücret alacağı ile süresinde ödenmemesi sebebiyle tahakkuk tarihi ile dava tarihi arasında geçen süre için alacağın temerrüt tarihinden dava tarihine kadar faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili davacı tarafından Zonguldak 3. İcra Müdürlüğünün 2011/3751 esasına kayıtlı icra takibi başlatıldığını, kanuni süresi içerisinde takibe konu alacağın 7.089,58 TL’lik kısmını zamanaşımı sebebiyle itiraz edildiği, itiraz edilen kısım yönüyle takibin durdurulduğu, temerrüde düşürüldükleri 10.12.2010 ihtirazi kayıt tarihinden geriye doğru beş yıl öncesinde doğan ve takip konusu edilen alacakların 818 sayılı Kanun’un 84. maddesi uygulanmak suretiyle faiziyle birlikte talep edilmesinin mevzuata aykırı olduğundan bahisle davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece davalı … Başkanlığının 27.12.2010 tarihli belge ile dava konusu edilen zamanaşımı süresi dolmuş 2005 yılı maaş alacaklarını ikrar ettiği, davalının ikrar etmiş olduğu ücret alacağına daha sonradan zamanaşımı def’ini ileri sürmesi çelişkili davranış niteliğinde olup aynı zamanda hakkın kötüye kullanılması niteliğinde değerlendirilerek asıl ve birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.

Karar davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

4857 sayılı İş Kanunu’ndan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Kanun’da ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı Kanun’un 32/8. maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacaklar, dava tarihi itibariyle yürürlükte bulanan mülga 818 sayılı Kanun’un 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir.

Mahkemece davacının dava konusu ettiği ücret alacaklarının davalı … tarafından davacı vekilinin 10.12.2010 tarihli yazılı talebi üzerine düzenlenen 27.12.2010 tarihli belgede zamanaşımı süresi dolan dava konusu 2005 yılına ait ücret alacaklarını miktar olarak gösterildiği, borcun ikrar edildiği kabul edilen belge mali hizmetler müdür vekili tarafından düzenlenmiştir.

Davacı … işyerindeki çalışmaları karşılığı ücret alacaklarını talep etmiş olup 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 37. maddesi gereğince belediye tüzel kişiliğinin temsilcisi belediye başkanıdır. Yine aynı Kanun’un 38. maddesinde belediye başkanlarının görevleri sayılmış; buna göre belediyeyi davacı veya davalı olarak da yargı yerlerinde temsil etmek veya vekil tayin etmek belediye başkanının görevleri arasında sayılmıştır. Mahkemece borç ikrarı kabul edilen belediye mali hizmetler müdür vekili tarafından düzenlenen 27.12.2010 tarihli belge davalı belediyeyi temsile yetkili kişi tarafından düzenlenmediğinden davalı … yönünden zamanaşımını kesen borç ikrarı niteliği taşımaz. Mahkemece zamanaşımı davalı belediyenin def’i dikkate alınarak gerekirse hesap bilirkişisinden ek rapor alınmalı, alınacak rapor dosyadaki diğer delillerle birlikte yeniden değerlendirmeye tabi tutularak sonucuna göre karar verilmelidir.

Mahkemece eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili asıl ve birleştirilen dava dilekçesinde özetle; davacının iş sözleşmesinin emeklilik sebebi ile sona erdiğini, ödenmeyen 7.090,58 TL ücret alacağının faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … Başkanlığı vekili cevap dilekçesinde özetle; alacağın 7.089,58 TL’lik kısmının zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, davalı … Başkanlığının 27.12.2010 tarihli belge ile dava konusu edilen zamanaşımı süresi dolmuş 2005 yılı maaş alacaklarını ikrar ettiği, davalının ikrar etmiş olduğu ücret alacağına daha sonra zamanaşımı def’ini ileri sürmesinin çelişkili davranış niteliğinde olup aynı zamanda hakkın kötüye kullanılması olduğu gerekçesiyle asıl ve birleşen davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş; mahkemece önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.

Direnme hükmü davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne getirilen uyuşmazlık; davacının talebi üzerine davalı Belediyenin Mali Hizmetler Müdür V.Y sıfatıyla düzenlenen 27.12.2010 tarihli belgenin davalı … Başkanlığı yönünden zamanaşımından feragat içeren borç ikrarı niteliğinde olup olmadığı, varılacak sonuca göre işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır.

Bu konuda, öncelikle mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK)’nun zamanaşımını düzenleyen hükümlerinin incelenmesinde yarar bulunmaktadır.

Bilindiği üzere zamanaşımı en basit anlatımla yasanın öngördüğü belli bir sürenin geçmesiyle, bir hakkın kazanılmasına veya bir borçtan kurtulunmasına olanak veren bir hukuki müessesedir. Borçtan kurtulma olanağı tanıyan yönüyle zamanaşımı, maddi hukuka ilişkin bir müessese değildir; borçluya borçtan kurtulmasını sağlayacak savunma vasıtalarını sunarsa da, gerçekte bizatihi kendisi borcu ortadan kaldırmaz; sadece, alacağın istenebilmesi hakkını zaman itibariyle sınırlar. Borç varlığını sürdürdüğü halde, borçlu zamanaşımı müessesesine dayanarak, artık o borcun kendisinden istenilemeyeceğini savunabilir; yargılama usulüne ilişkin kurallar borçluya böyle bir def’ide (zamanaşımı def’inde) bulunma olanağı tanır. Zamanaşımına uğrayan borç, eksik bir borçtur. Zamanaşımı müessesesinin bu yapısının (borcu değil, sadece onun alacaklı tarafından talep edilmesi olanağını ortadan kaldırmasının ve yine sadece borçlu tarafından ileri sürülebilecek bir olgu olmasının) doğal sonucu olarak, borçlu tarafından yasal süre içerisinde böyle bir def’ide bulunulmadığı takdirde, hakim tarafından kendiliğinden gözetilemez.

4857 sayılı İş Kanunundan önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı İş Kanununda ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanununun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak 1475 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde de tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacaklarının, Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabi olacağı tartışmasız olarak öğreti ve uygulama tarafından kabul edilmiştir.

Bu durumda somut olay kapsamında Borçlar Kanununun zamanaşımını kesen ve zamanaşımından feragati düzenleyen hükümlerine değinmekte de fayda bulunmakta olup anılan Kanunun 133. maddesinde, zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), bu nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı ancak işlemekte olan zamanaşımını keser, farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.

Borçlar Kanununun 139. maddesi ise zamanaşımından feragati düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defiyi geri almasıyla da mümkündür.

Zamanaşımı süresinin dolmasından sonra alacaklıya yöneltilen borç ikrarının, zamanaşımı definden zımni (örtülü) feragat anlamına geldiği, öğretideki baskın görüşlerle ve yargı inançlarıyla da doğrulanmaktadır ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19/11/1963 T. 5924-6419 sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.

Dahası, zamanaşımı süresinin dolmasından sonra alacaklıya karşı bir borç ikrarında bulunan borçlunun, bu borç ikrarına dayanılarak açılan davada zamanaşımı defini ileri sürmesi, çelişkili davranış yasağını oluşturur. Bu durum Medeni Kanunun 2 nci maddesine aykırı olup hukuken korunamaz (HGK’nun 23.02.2000 gün ve 2000/15-71 E, 2000/116 K ).

Somut olayda; davacı vekili tarafından 10.10.2010 tarihli dilekçe ile işçilik alacaklarının ödenmesi ve miktarını belirten bir belge verilmesi istemi üzerine “Mali Hizmetler Müdür V.Y” tarafından 2005- 2010 yılları arası maaş ve ikramiye alacaklarının 27.957,85 TL olduğunu gösteren bir belge verilmiş, davacı vekili bu belge ile ilamsız takip başlatmış olup davalı … vekili 24.06.2005-23.11.2005 arasındaki 7089,58 TL yönünden zamanaşımı nedeniyle kısmi itirazda bulunmuştur. Davacı, ilamsız icra takibine konu edilen ve itiraza uğrayan kısım yönünden görülmekte olan alacak davasını açmıştır.

Bu durumda anılan belgenin davalı … Başkanlığını bağlayan borç ikrarı niteliğinde olup olmadığı yönünden 5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nun ilgili hükümleri de değerlendirilmelidir.

5393 sayılı Belediyeler Kanunu’nun: “ Belediye Başkanı ” başlıklı 37.maddesinde:

“Belediye başkanı, belediye idaresinin başı ve belediye tüzel kişiliğinin temsilcisidir. Belediye başkanı, ilgili kanunda gösterilen esas ve usûllere göre seçilir.

Belediye başkanı, görevinin devamı süresince siyasî partilerin yönetim ve denetim organlarında görev alamaz; profesyonel spor kulüplerinin başkanlığını yapamaz ve yönetiminde bulunamaz.” hükmü yer almaktadır.

“Belediye Başkanının Görev Ve Yetkileri” başlıklı 38.maddesinin (a) ve ( c) bentleri uyarınca;

“Belediye başkanının görev ve yetkileri şunlardır:

a) Belediye teşkilâtının en üst amiri olarak belediye teşkilâtını sevk ve idare etmek, belediyenin hak ve menfaatlerini korumak.

c) Belediyeyi Devlet dairelerinde ve törenlerde, davacı veya davalı olarak da yargı yerlerinde temsil etmek veya vekil tayin etmek.”

Ayrıca Kanunun “ Yetki Devri ” başlıklı 42.maddesinde:

“Belediye başkanı, görev ve yetkilerinden bir kısmını uygun gördüğü takdirde, yöneticilik sıfatı bulunan belediye görevlilerine devredebilir.”denilmektedir.

Açıklanan bu yasal düzenlemeler ortaya koymaktadır ki, belediye tüzel kişiliğini temsil ile yetkili kişi “Belediye Başkanı” dır. Görev ile yetkilerinden bir kısmını uygun gördüğü takdirde ancak “yöneticilik sıfatı bulunan” belediye görevlilerine devredebilir.

O halde mahkemece, 27.12.2010 tarihli belgenin yetkili kişilerce düzenlenip düzenlenmediği, dolayısı ile davalı … Başkanlığı yönünden borç ikrarını havi bağlayıcı bir belge olup olmadığı araştırılmak sureti ile oluşan sonuca göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile önceki kararda direnilmesi doğru değildir.

Bu nedenle direnme kararı belirtilen değişik gerekçeyle bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda belirtilen değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 04.11.2015 gününde yapılan ikinci görüşmede oybirliği ile karar verildi.

HIRSIZLIK İDDİASINA KONU ÇEK- AĞIR KUSURLU HAMİL- ÇEKİN İSTİRDATI İSTEMİ

T.C.

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ

12. HUKUK DAİRESİ

E. 2018/1227

K. 2020/321

T. 12.3.2020

ÖZET : Dava, 6102 Sayılı TTK’nın 792. maddesi uyarınca çek istirdatı istemine ilişkindir.

Davalının farklı çok sayıda olayda, hırsızlık yoluyla elden çıkan çekleri benzer cirantalardan ciro yoluyla devralıp, bir çoğunu son hamil olarak farklı kişiler/firmalar aleyhine icra takiplerine konu ettiği sabit olup, bu durumda bir tacir olarak basiretli davranması gereken davalının, keşidecileri ve lehdar-cirantaları farklı olan çok sayıda hırsızlık iddiasına konu çeki yeterli araştırmayı yapmadan iktisabında ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekmiştir. O halde ilk derece mahkemesince ağır kusurlu olarak iktisap edilen çekin davalıdan istirdatına karar verilmesi gerekirken, talebin reddine karar verilmesi doğru görülmemiş ise de, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüyle hükmün kaldırılmasına ve davanın kabulüne dair karar verilmiştir.

DAVA : Davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün taraf vekillerince istinaf edilmesi üzerine düzenlenen rapor ve dosya kapsamı incelenip gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : DAVA: Davacı vekili, müvekkilinin aralarındaki ticari ilişkiye bianen dava dışı …Ltd. Şti’nden ciro ile aldığı 05.05.2017 tarihli 9.120-TL bedelli … numaralı çeki, yine ticari ilişki içinde olduğu dava dışı … A.Ş.’ne gönderilmek üzere kargoya verdiğini, ancak kargo ile taşınması sırasında müvekkilinin hamili olduğu çeklerin çalındığını, aynı gün suç duyurusunda bulunulduğunu, daha sonra zayi nedeniyle çek iptali davası açıldığını, ödeme yasağı kararına rağmen çekin bankaya ibraz edildiğinin ve icra takibine konu edildiğinin öğrenildiğini, çekin …A.Ş.’ne ulaşamaması nedeniyle ciro silsilesinin koptuğunu ve kötüniyetli firmaların eline geçtiğini, müvekkilinin bu firmalarla ticari ilişkisinin bulunmadığını, yine müvekkiline ait olup çalınan ve çek iptali davalarına konu edilen farklı çeklerin de bulunduğunu, bu çeklerin ciro silsilesinin aynı olduğunu ve davalı tarafından bankaya ibraz edildiğini, bu durumun hayatın olağan akışına aykırı olduğunu ve davalının kötüniyetli olduğunu ortaya koyduğunu ileri sürerek dava konusu çekin istirdatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

CEVAP: Davalı vekili yasal süreden sonra sunduğu beyan dilekçesinde, müvekkilinin dava konusu çekte meşru ve iyiniyetli hamil olduğunu, çekin aralarındaki ticari ilişki nedeniyle dava dışı … Ltd. Şti. tarafından müvekkiline ciro ile teslim edildiğini, davacının defilerinin müvekkiline karşı ileri sürülemeyeceğini savunarak davanın reddini ve davacı aleyhine kötüniyet tazminatına hükmedilmesini istemiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonucunda, dava konusu çek üzerinde davacının cirosunun bulunduğu, ciro silsilesinde bir eksiklik olmadığı, son cironun da davalıya ait olduğu, davacının, kendisinin yetkili hamili olduğunu kanıtlaması yanında, yeni hamilin çeki kötü niyetle iktisap etmiş olduğunu veya iktisapta ağır kusurlu bulunduğunu kanıtlaması gerektiği, ancak davalı hamilin çeki kötü niyetle iktisap etmiş olduğunu veya iktisapta ağır kusurlu bulunduğunu kanıtlayacak nitelikte delil sunmadığı, davacı kendi ticari defterleri üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmasını istemiş ise de çekin davacı ticari defterlerinde kayıtlı olması davalının kötüniyet veya iktisapta ağır kusurlu olduğunu ispata yetmeyeceğinden bu yöndeki talebin yerinde bulunmadığı, diğer yandan çekin çalınması ile ilgili ceza soruşturmasının davalı ile ilgili olmaması nedeniyle neticesinin beklenmesine gerek görülmediği gerekçesiyle davanın reddine, koşulları bulunmadığından İİK 72.m. uyarınca tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

İSTİNAF SEBEPLERİ: Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 1-Çekin gönderildiği firma ile müvekkili arasındaki ticari ilişkiyi kanıtlar nitelikteki delillerin sunulduğunu, çekin …. A.Ş.’ne ulaşamadığını ve ciro silsilesinin koptuğunu, daha sonra kötüniyetli olan firmaların eline geçtiğini, müvekkilinin kendisinden sonra gelen cirantalarla ticari ilişkisinin olmadığını, tüm bu hususların ve ayrıca davalının diğer cirantalarla ticari ilişkisinin olup olmadığının ticari defterlerin incelenmesi ile ortaya çıkacağını, ancak başta ticari defter ve kayıtlar olmak üzere hiçbir delillerinin toplanmadığını,2-Davalı hakkında yürütülen ceza soruşturma dosyasının incelenmediğini belirterek hükmün kaldırılmasını istemiştir. Davalı vekili katılma yoluyla istinaf dilekçesinde özetle; müvekkilinin tazminat talebinin reddinin doğru olmadığını belirterek İİK 72/4 m. uyarınca müvekkili lehine tazminata hükmedilmesini istemiştir.

GEREKÇE: Dava, 6102 Sayılı TTK’nın 792. maddesi uyarınca çek istirdatı istemine ilişkindir.

Davacı, aralarındaki ticari ilişkiye bianen dava dışı … Ltd. Şti’nden ciro ile aldığı dava konusu çeki, yine ticari ilişki içinde olduğu dava dışı … A.Ş.’ne gönderilmek üzere kargoya verdiğini, ancak kargo ile taşınması sırasında kendisinin hamili olduğu çeklerin çalındığını ve kötüniyetli firmaların eline geçtiğini, davalının da çeki iktisabında kötüniyetli olduğunu ileri sürmüş, davalı yasal sürede davaya cevap vermemiştir.

Dava konusu çek incelendiğinde, … numaralı 05.05.2017 tarihli 9.120-TL bedelli keşidecisi …..Ltd. Şti., lehdarı … Ltd. Şti. olan, arka sayfasında sırasıyla …’ın, davacının, dava dışı firmaların ve en son davalının cirosu olan, süresinde ibraz edilmiş ancak ödeme yasağı nedeniyle işlem yapılamamış olan bir çek olduğu görülmüştür. 6102 Sayılı TTK’nın 792. maddesinde “Çek, herhangi bir suretle hamilin elinden çıkmış bulunursa, ister hamile yazılı, ister ciro yoluyla devredilebilen bir çek söz konusu olup da hamil hakkını 790. maddeye göre ispat etsin, çek eline geçmiş bulunan yeni hamil ancak çeki kötüniyetle iktisap etmiş olduğu veya iktisapta ağır bir kusuru bulunduğu takdirde o çeki geri vermekle yükümlüdür.” hükmü düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca ispat yükü, çekin yetkili hamili olduğunu ve çekin rızası hilafına elinden çıktığını ileri süren davacıya ait olup, davacının bu hususların yanı sıra ayrıca davalının çeki kötüniyetle iktisap etmiş olduğunu veya iktisapta ağır kusurlu bulunduğunu ileri sürüp kanıtlaması gerekmektedir. Davacı çekte taraf olduğundan, yetkili hamil olduğunu ispat ettiğinin kabulü gerekmiş, ayrıca dosya kapsamında mevcut kargo firması görevlisinin kolluk beyanından ve kargo firmasının davacıya gönderdiği e-postadan 23.02.2017 tarihinde davacı çeklerinin rızası hilafına elinden çıktığı kanaatine varılmıştır. Dosya kapsamında mevcut delillerden aksi yönde bir bilgiye rastlanılmadığı gibi davalının da aksi yönde bir savunması olmamıştır. Bu durumda davacının, davalının çeki kötüniyetli veya ağır kusurlu olarak iktisap ettiğini ispat etmesi gerekir. Bununla birlikte davalının çeki edinme nedenini açıklama mecburiyeti bulunmamaktadır, aksi düşüncenin kabulü çekin “mücerretlik” vasfını ortadan kaldırır. Dosya kapsamı incelendiğinde davacının taraf olduğu ve dava konusu edilmeyen farklı çeklerin de benzer ciro silsileleriyle davalıya geçtiği ve davalı tarafından bankaya ibraz edildiği görülmüş, bunun üzerine UYAP’nda yapılan tespitler itibariyle, davalı taraf hakkında farklı hırsızlık suçlarına konu çok sayıda çeki elinde bulundurması nedeniyle başlatılan ceza soruşturmalarının ve ceza davasının henüz sonuçlanmadığı görülmüş ise de, davalının farklı çok sayıda olayda, hırsızlık yoluyla elden çıkan çekleri benzer cirantalardan ciro yoluyla devralıp, bir çoğunu son hamil olarak farklı kişiler/firmalar aleyhine icra takiplerine konu ettiği sabittir. Bu durumda bir tacir olarak basiretli davranması gereken davalının, keşidecileri ve lehdar-cirantaları farklı olan çok sayıda hırsızlık iddiasına konu çeki yeterli araştırmayı yapmadan iktisabında ağır kusurlu olduğunun kabulü gerekmiştir.

O halde ilk derece mahkemesince ağır kusurlu olarak iktisap edilen çekin davalıdan istirdatına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş ise de, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, davalı vekilinin katılma yoluyla istinaf başvurusunun esastan reddine, davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüyle HMK 353(1)b-2 m. uyarınca hükmün kaldırılmasına ve davanın kabulüne dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle: Davalı vekilinin katılma yoluyla istinaf başvurusunun HMK 353(1)b-1 m. uyarınca ESASTAN REDDİNE,

Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜNE; Bakırköy 4.Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 06/03/2018 tarihli 2017/447 Esas 2018/255 Karar sayılı hükmünün HMK 353(1)b-2 gereği KALDIRILMASINA;

“Davanın KABULÜ ile; dava konusu … Bankası A.Ş. Kumluca Antalya Şubesi’ne ait keşidecisi … Tic. Ve San. Ltd. Şti. olan … numaralı 05.05.2017 tarihli 9.120-TL bedelli çekin davalıdan İSTİRDATI ile davacıya verilmesine,

” İlk Derece Yargılamasına ilişkin olarak;” Alınması gereken 622,98- TL nispi harçtan 155,75- TL peşin nisbi harcın mahsubu ile bakiye 467,23- TL nispi karar ve ilam harcının davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,

Davacı tarafından ödenen toplam 155,75- TL harcın davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,

Davacı tarafından ödenen 36-TL ilk masraf ile 111,30-TL tebligat ve müzekkere gideri olmak üzere toplam 147,30-yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, Davacı vekili için hüküm tarihinde yürürlükte olan AAÜT uyarınca takdir olunan 3.400- TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,

Talep halinde kullanılmayan gider avansının yatıran tarafa iadesine

“İstinaf yoluna başvuran davacı tarafından yatırılan 35,90- TL peşin istinaf karar harcının istek halinde kendisine iadesine, istinaf başvuru harcı olarak yatırılan 98,10- TL’nin hazineye irad kaydına,

Davacı tarafça istinaf aşamasında yapılan toplam 73-TL istinaf yargılama giderinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda HMK’nun 362(1)-a maddesi uyarınca kesin olmak üzere oybirliği ile karar verildi. 12.03.2020

DERDESTLİK HALİNDE İKİNCİ AÇILAN DAVANIN REDDİ GEREKTİĞİ

T.C.
D A N I Ş T A Y
Onbeşinci Daire
Esas No : 2011/358
Karar No : 2011/1493
Özeti : Tarafları, konusu ve sebebi aynı olan bir dava görülmekte iken, ikinci davanın esasının derdestlik nedeniyle incelenemeyeceği hakkında.
Temyiz Eden (Davalı) : Gümrük ve Ticaret Bakanlığı (Sanayi ve Ticaret Bakanlığı)
Karşı Taraf (Davacı) : … Gıda Sanayi ve Ticaret A.Ş.
Vekili : Av. …
İstemin Özeti : Ankara 15. İdare Mahkemesinin 26.03.2008 tarih ve E:2007/1082, K:2008/444 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.
Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi : Uyuşmazlıkta, dava konusu işlemin iptali istemiyle bakılmakta olan dava açılmadan önce, davacı tarafından aynı işleme karşı açılmış derdest bir davanın da bulunduğu görülmektedir.
Bu itibarla, davanın derdestlik nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, işinesasının incelenmesi suretiyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen temyize konu kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.
Danıştay Savcısı Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdarî Yargılama Usulü Kanunu’nun 49’uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.
Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerdenhiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Hüküm veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce işin gereği görüşüldü:
08.06.2011 tarih ve 27958 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanan 635 ve 640 sayılı Kanun Hükmünde Kararnameler uyarınca Sanayi ve Ticaret Bakanlığı’nın tüzel kişiliğinin kaldırıldığı ve Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın kurularak Tüketicinin Korunması ve Piyasa Gözetimi Genel Müdürlüğü’nün adı geçen Bakanlığa bağlandığı anlaşıldığından, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı’nın davacı idare olarak kabul edilmesinden sonra işin esasına geçildi:
Dava, davacı şirkete ait “…-Bayanlara Özel” adlı bitkisel çay karışımına ilişkin 19.06.2005 tarihli … Gazetesi’nin Pazar Eki’nde yayımlanan reklâm nedeniyle 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 16’ncı maddesinin ihlâl edildiğinden bahisle, aynı Kanun’un 17. ve 25. maddesinin 8. ve son fıkrası uyarınca iki kat olarak 100.024,40-TL idarî para cezası verilmesi ve anılan reklâmın durdurulmasına ilişkin Reklâm Kurulu’nun 09.05.2006 tarih ve 128 sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.
Ankara 15. İdare Mahkemesince; davacı şirkete ait “…-Bayanlara Özel” adlı bitkisel çay karışımına ilişkin 19.06.2005 tarihli … Gazetesi’nin Pazar Eki’nde yayımlanan reklâmda kullanılan ifadelerin, tüketicileri aldatıcı veya yanıltıcı olmadığı ve mevzuat hükümlerine aykırılık teşkil etmediğinden, dava konusu işlemde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verilmiştir.
Davalı idare tarafından, hukuka uyarlık bulunmadığı ileri sürülerek, anılan idare mahkemesi kararının temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.
Dosyanın incelenmesinden, davacı tarafından, Reklâm Kurulu’nun 09.05.2006 tarih ve 128 sayılı kararının iptali istemiyle Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin E:2006/2089 sayılı dosyasında kayıtlı davanın açıldığı; anılan dava derdest iken, bu kez aynı işlemin iptali istemiyle temyizen incelenmekte olan ve Ankara 15. İdare Mahkemesinin E:2007/1082 sayılı dosyasında karara bağlanan işbu davanın açıldığı; davacının dilekçesinde daha önce Ankara 9. İdare Mahkemesinin E:2006/2089 sayılı dosyasında kayıtlı davayı açtığını belirtmesine karşın, Mahkemece bu husus değerlendirilmeden uyuşmazlığın esası incelenerek temyize konu kararla dava konusu işlemin iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.
Tarafları, konusu ve sebebi aynı olan bir dava görülmekte iken, ikinci davanınesasının derdestlik nedeniyle incelenemeyeceği usul hukukunun genel ilkelerindendir.
 Bu durumda, Reklâm Kurulu’nun 09.05.2006 tarih ve 128 sayılı kararının iptali istemiyle Ankara 9. İdare Mahkemesi’nin E:2006/2089 sayılı dosyasında açılan dava derdest iken, aynı işlemin iptali istemiyle aynı davacı tarafından Ankara 15. İdare Mahkemesinin E:2007/1082 sayılı dosyasında mükerrer olarak açılan bu davanın esasının incelenme olanağı bulunmadığından, derdestlik nedeniyle davanın reddi gerekirken, işin esasının incelenmesi suretiyle dava konusu işlemin iptali yolunda verilen temyize konu kararda hukuka uyarlık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile Ankara 15. İdare Mahkemesinin 26.03.2008 tarih ve E:2007/1082, K:2008/444 sayılı kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkeme’ye gönderilmesine, 20.09.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KREDİ SÖZLEŞMESİ- KEFALET – MENFİ TESPİT DAVASI – ARABULUCUYA BAŞVURUNUN ZORUNLU OLUP OLMADIĞI

T.C.
YARGITAY
11.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2020/4396
KARAR NO : 2021/3198

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : ****** BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ ****. HUKUK DAİRESİ
TARİHİ : ******
NUMARASI : ******
DAVACI : R. S.
VEKİLİ : AV. *****
DAVALI : ****** BANKASI A.Ş.
VEKİLİ : AV. *****

TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada ***** Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen **** tarih ve **** E. – **** K. sayılı kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair **** Bölge Adliye Mahkemesi ***. Hukuk Dairesi’nce verilen **** tarih ve **** E- **** K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için mahalline gönderilen dosyanın eksikliklerin giderilmesinden sonra gönderildiği anlaşılmakla, 6100 sayılı Kanun’un 369. maddesi gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle dava dosyası için Tetkik Hakimi **** tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, davalı banka şubesinde 2010 yılında Genel Tarımsal Kredi Sözleşmesine kefil olarak imza attığını, söz konusu kredi sözleşmesine ilişkin imzası bulunan dosya kapatıldığı halde, imzasının, beyanının ve kabulünün bulunmayan başka bir dönemsel Genel Tarımsal Kredi Sözleşmesine ilişkin kendisinin yükümlülüklerini devam ettirdiğini ve kefil gösterdiğini tespit ettiğini, belirterek icra dosyasında borcunun olmadığının tespitine, kendisinden haksız yere tahsil edilen paranın yasal faizi ile tarafına ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddine, % 40 kötü niyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılamaya göre, bankacılık işlemi niteliğindeki tarımsal kredi sözleşmesinden kaynaklı alacağın tahsiline yönelik yapılan ilamsız icra takibinin dayanağı olan tarımsal kredi sözleşmesinde davacının kefilliğinin bulunmamasına dayalı olarak menfi tespit davası açıldığı, Tarımsal Kredi Sözleşmesi’ne dayalı davalar TTK’nın 4/1-f maddesi kapsamında mutlak ticari dava niteliği bulunduğundan görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesi olduğu, yargı çevresinde münferit yargılama yapan ticaret mahkemesi bulunmadığından davaya Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla bakıldığı, diğer yandan eldeki davanın 6102 sayılı TTK nun 5/A maddesi kapsamında dava şartı arabuluculuğa tabi davalardan olduğunun anlaşıldığı, davacının dava açmadan önce arabuluculuğa başvurmadığı, davada davacının dava açmadan önce 6102 sayılı TTK’nın 5/A maddesi kapsamında dava şartı arabulucuya başvurmadan dava açtığının anlaşıldığı gerekçesiyle, davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine, davaya esastan karar verilmediğinden davalının kötüniyet tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

Karara karşı taraf vekillerince istinaf talebinde bulunulmuştur.

Bölge adliye mahkemesince, davacı, dava açmadan önce arabuluculuğa başvurduğuna dair beyanda bulunmadığı gibi dosya içerisinde de arabuluculağa başvuruya (ve sona ermesine) ilişkin belge de bulunmadığı, bu durumda 6325 sayılı yasanın 18/A-2 maddesine göre davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmesinde yasaya aykırı bir hal söz konusu olmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Bir ticari davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olmasının dava şartı olabilmesi bazı koşulların gerçekleşmesine bağlıdır.

Buna göre; (a) Öncelikle konusu, bir miktar paranın ödenmesi olmalı, (b) Sonra dava konusu olan bir miktar paranın ödenmesi için yapılan talep, bir alacak veya tazminat talebi olarak ileri sürülmelidir. Bu koşulların bulunması halinde dava açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olacaktır. Bu koşulların gerçekleşmediği ticari davalarda davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olarak kabul edilmeyecektir.

Kanun maddesinin metni ve gerekçesi bu kadar açık ve net olup zorlamayla da olsa genişletici bir yorum yapılmasına elverişli değildir. Zaten ileri ve özgürlükçü hukuk düzenlerinde zorunlu ve emredici kuralların dar yorumlanması esastır. Menfi tespit davalarının ticari bir dava olduğu için TTK nun 5/A maddesi kapsamına alınması ve böyle bir davayı açmak isteyen kişinin önce arabulucuya başvurmaya zorlanması, kanuna aykırı olduğu gibi sayısız hukuki sakıncalara da neden olacaktır. Bu itibarla kanun hükmünde öngörülen açık ifadelere rağmen dava şartı arabuluculuğun uygulama alanının genişletilmesi doğru değildir.

HMK nın 106. maddesinde düzenlenen tespit davasının özel bir şekli olan menfi tespit davası, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davası olarak nitelendirilemez. Bu dava sonucunda, borçlunun borçlu olmadığının anlaşılması halinde borçlu olunmayan kısım belirtilmek suretiyle olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştüğü hâllerde dahi olumsuz tespit hükmü kurulması gerekmektedir. Başka bir deyişle, menfi tespit davasının niteliği gereği verilen kararlarda, yalnızca davacının borçlu olup olmadığı belirlenmekte, borçlu olmadığı kısma ilişkin olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Bu hüküm, herhangi bir alacağın tahsilini gerektirir nitelikte bir ilam olmadığından esasa yönelik olarak İİK’nın 32. maddesi uyarınca doğrudan ilamların icrası yolu ile takibe konulamaz. Oysa arabuluculuk sonucu verilen kararlar ilam hükmünde olup, cebri icra yoluna başvurulabilecek niteliktedir. Ancak menfi tespit davaları sonucunda verilen hükümler esasa yönelik olarak cebri icraya konu edilip infaz edilemeyeceğinden, ticari davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan Yasa Koyucu nun bilinçli olarak menfi tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece arabulucuya başvurulmadığından davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalının temyiz isteminin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 01.04.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KARAYOLUNDA MEYDANA GELEN TRAFİK KAZASINDA UĞRANILAN ZARARIN TAZMİNİ İSTEMİYLE AÇILAN DAVANIN, 2918 SAYILI KARAYOLLARI TRAFİK KANUNU’NUN 19/01/2011 TARİHİNDE YÜRÜRLÜĞE GİREN 110. MADDESİ KAPSAMINDA ADLİ YARGI YERİNDE GÖRÜLMESİ GEREKTİĞİ HK.

T.C.
UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ

ESAS NO : 2021/340
KARAR NO : 2021/345
KARAR TR : 07/06/2021

ÖZET: Karayolunda meydana gelen trafik kazasında uğranılan zararın tazmini istemiyle açılan davanın, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 19/01/2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi kapsamında ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.

K A R A R

Davacılar : 1-ZAKİRE H.
2- İBRAHİM HALİL H.
3-M. ÖZGÜR H.
4-M. BARAN H.
Vekili : Av. SELİM HARTAVİ
Davalılar : Ş. B. Belediye Başkanlığı

I. DAVA KONUSU OLAY

1. Davacılar vekili, müvekkili Zakire H.’nin sevk ve idaresindeki 63 M 1525 plakalı araç ile Abdulkadir Bulvarı üzerinde; (ikinci 35metre yol) Şanmar Market istikametinden Orman İşletme Genel Müdürlüğü istikametine doğru seyir halindeyken, Çiftler sitesi önüne geldiğinde yolun eğimli, virajlı, ıslak ve kaygan olması nedeniyle aracının direksiyon hakimiyetini kaybederek yolun gidişe göre sağında bulunan kaldırıma çıkarak siteye ait 25 cm. yüksekliğindeki istinat duvarı üzerinde bulunan tel çitlere çarparak, sitenin otoparkında park halindeki araçların üzerine düşmesi sonucu maddi hasarlı ve yaralanmalı trafik kazası meydana geldiğini, müvekkilinin ağır yaralandığını ve aracın pert total hale geldiğini; kazanın oluşmasında, yolun durumuna göre uyarıcı levha koymayan, bariyer sistemi kurmayan davalı idarenin kusur ve sorumluluğunun bulunduğunu ifade ederek; aracı kullanan müvekkili ile araçta yolcu olarak bulunan diğer müvekkillerinin uğradıkları zararlara karşılık toplam 82.500 TL maddi ve manevi tazminatın faiziyle birlikte tazmini istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

II. UYUŞMAZLIĞA İLİŞKİN BAŞVURU SÜRECİ

A. Adli Yargıda

2. Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/09/2019 tarihli ve E.2019/463, K.2019/649 sayılı kararı ile, HMK’nın 114/1-6 ve 115/2 maddeleri gereğince davanın, yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle usulden reddine karar verilmiş, bu karar kesinleşmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

“Anayasa’nın 125/1. fıkrası uyarınca idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır. 2577 Sayılı İYUK 2-b bendinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan ihlal edilenler tarafından idari yargı yerinde tam yargı davası açabileceği hüküm altına alınmıştır.

Davalı idarenin sorumluluk alanında bulunan yol üzerindeki yapım, bakım ve onarımı sırasında alınması gerekli tedbirlerin alınmaması diğer bir ifadeyle yeterli trafik ve güvenlik işaretlemesi yapılmaması nedeniyle doğan zararın tazmini nedeniyle uyuşmazlık konusu olayda kamu hizmetinin usulüne ve hukuka uygun olarak yürütüp yürütülmediğini, hizmet kusuru veya idarenin sorumluluğunu gerektiren bir husus olup olmadığının tespitinde idare hukuku kurallarının uygulanması gerekir.

Davacı, davalı idarece kaza riskini önleyecek gerekli tertibatlardan olan bariyer sisteminin kurulu olmadığını, uyarı levhalarının bulunmadığından kaynaklı hizmet kusuru nedeniyle dava etmiştir. Kamu hizmeti görmekle yükümlü olan idareler, kamu hizmeti sırasında verdikleri zararlardan dolayı özel hukuk hükümlerine tabi değildirler. Kamu tüzel kişilerinin yasalar tarafından kendilerine verilen görev ve yetkilerin kullanılması sırasında oluşan zararlar, niteliği itibariyle hizmet kusurundan kaynaklanan zararlar olup, bu zararların tazmini amacıyla hizmet kusurlarına dayalı olarak İdari Yargılama Usulü Hakkındaki Kanun’un 2. maddesi hükmü uyarınca idari yargı yerinde tam yargı davası ikame edilmesi gerekmektedir. (11.02.1959 günü ve 17/15 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Hukuk Genel Kurulu’nun 04/11/2015 tarih 2015/17-86 Esas. 2015/2364 Karar sayılı kararı, Yargıtay HGK’nun 04/11/2015 tarih 2015/17-731 E – 2015/2366 K sayılı kararı, Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 2016/20027 E, 2017/10840 K sayılı kararı, 2015/2294 E, 2017/8692 K. 2017/137 E, 2017/6985 K sayılı kararları ve benzer yöndeki birçok içtihadı)
Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden (re’sen) dikkate alınması zorunludur.
Somut olayda, açılan davada uyuşmazlığın Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi yönünden idari yargı yerinde tam yargı davası ile çözümlenmesi gerektiğinden, davaya bakma görevi idari yargıya ait olduğundan…”

3. Davacılar vekili bu kez, aynı istemle idari yargı yerinde dava açmıştır.

B. İdari Yargıda

4. Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesinin 14/02/2020 tarihli ve E.2019/1407, K.2020/156 sayılı kararı ile, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 110. maddesi hükmüne, ayrıca bu maddenin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3.Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2.Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesinin, anılan kuralı Anayasa’ya aykırı görmeyerek iptal istemini oy birliğiyle reddettiği 26/12/2013 tarihli ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı kararına yer verildikten sonra; uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargı yerlerinin görevli gerekçesiyle davanın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 15/1-a. maddesi hükmü uyarınca görev yönünden reddine karar verilmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:

“2918 sayılı Yasanın 19.1.2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesi’nin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanunun, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.”

5. Bu karara karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Dördüncü İdari Dava Dairesinin 16/12/2020 tarihli ve E.2020/2731, K.2020/5483 sayılı kararı ile, Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi’nce verilen 14/02/2020 tarihli ve E.2019/1407, K.2020/156 sayılı kararın hukuka uygun bulunduğu gerekçesiyle, istinaf başvurusunun reddine, 2577 sayılı Kanun’un 45. maddesinin 6. fıkrası uyarınca kesin olarak karar verilmiştir.

6. Davacılar vekili, adli ve idari yargı yerlerince verilen görevsizlik kararları nedeniyle oluştuğu öne sürülen olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle başvuruda bulunmuştur.

III. İLGİLİ HUKUK

A. Mevzuat

7. 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 1. maddesinde, Kanun’un amacının karayollarında can ve mal güvenliği yönünden trafik düzenini sağlayacak ve trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri belirlemek olduğu; “Kapsam” başlıklı 2. maddesinde, bu Kanun’un trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri bunların uygulamasını ve denetlenmesini ilgili kuruluşları ve bunların görev, yetki ve sorumluluk, çalışma usulleri ile diğer hükümleri kapsadığı ve bu kanunun karayollarında uygulanacağı belirtilmiştir.

8. 2918 sayılı Kanun’un 10. maddesinde, yapım ve bakımdan sorumlu olduğu yolları trafik düzeni ve güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmanın, gerekli görülen kavşaklara ve yerlere trafik ışıklı işaretleri, işaret levhaları koymak ve yer işaretlemeleri yapmanın Belediye Trafik birimlerinin görev ve yetkileri arasında olduğu ifade edilmiştir.

9. 2918 sayılı Kanun’un “Karayolu trafik güvenliği” başlıklı 13.maddesinde de, karayolunun yapımı, bakımı, işletilmesi ile görevli ve sorumlu bütün kuruluşların, karayolu yapısını, trafik güvenliğini sağlayacak durumda bulundurmakla yükümlü oldukları belirtilmiştir.

10. 2918 sayılı Kanun’un 19/01/2011 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6099 sayılı Kanun’un 14. maddesiyle değişik 110. maddesi şöyledir:

“İşleteni veya sahibi Devlet ve diğer kamu kuruluşları olan araçların sebebiyet verdiği zararlara ilişkin olanları dahil, bu Kanundan doğan sorumluluk davaları, adli yargıda görülür. Zarar görenin kamu görevlisi olması, bu fıkra hükmünün uygulanmasını önlemez. Hemzemin geçitte meydana gelen tren-trafik kazalarında da bu Kanun hükümleri uygulanır.

Motorlu araç kazalarından dolayı hukuki sorumluluğa ilişkin davalar, sigortacının merkez veya şubesinin veya sigorta sözleşmesini yapan acentenin bulunduğu yer mahkemelerinden birinde açılabileceği gibi kazanın vuku bulduğu yer mahkemesinde de açılabilir”

11. 2918 sayılı Kanun’un Geçici 21. maddesi şöyledir:

“Bu Kanunun 110 uncu maddesinin birinci fıkrasının göreve ilişkin hükmü, yürürlüğe girdiği tarihten önce idari yargıda ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılmış bulunan davalara uygulanmaz”

B. Yargı Kararları

12. Anayasa Mahkemesinin 26/12/2013 tarih ve E.2013/68, K.2013/165 sayılı (R.G. 27.3.2014, Sayı: 28954, s.136-147) kararının ilgili kısmı şöyledir:

“… Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kimi kararlarında da belirtildiği üzere, tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adli ve idari yargı ayırımına gidilmemiş ve idari uyuşmazlıkların çözümünde idare ve vergi mahkemeleriyle Danıştay yetkili kılınmıştır. Bu nedenle, genel olarak idare hukuku alanına giren konularda idari yargı, özel hukuk alanına giren konularda adli yargı görevli olacaktır. Bu durumda, idari yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevlendirilmesi konusunda kanun koyucunun mutlak bir takdir yetkisinin bulunduğunu söylemek olanaklı değildir. Ancak, idari yargının denetimine bağlı olması gereken idari bir uyuşmazlığın çözümü, haklı neden ve kamu yararının bulunması halinde kanun koyucu tarafından adli yargıya bırakılabilir. İtiraz konusu kural, trafik kazasında zarar görenin asker kişi ya da memur olmasına, aracın askeri hizmete ilişkin olmasına veya olayın hemzemin geçitte meydana gelmesi durumlarına göre farklı yargı kollarında görülmekte olan 2918 sayılı Kanun’dan kaynaklanan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görüleceğini öngörmektedir. İtiraz konusu düzenlemenin gerekçesinde de ifade edildiği gibi, askeri idari yargı, idari yargı veya adli yargı kolları arasında uygulamada var olan yargı yolu belirsizliği giderilerek söz konusu davalarla ilgili olarak yeknesak bir usul belirlenmektedir. Aynı tür davaların aynı yargı yolunda çözümlenmesi sağlanarak davaların görülmesi ve çözümlenmesinin hızlandırıldığı, bu suretle kısa sürede sonuç alınmasının olanaklı kılındığı ve bunun söz konusu davaların adli yargıda görüleceği yolunda getirilen düzenlemenin kamu yararına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Öte yandan, 2918 sayılı Kanun’da tanımlanan Karayolu şeridi üzerindeki araç trafiğinden kaynaklanan sorumlulukların, özel hukuk alanına girdiği konusunda bir tartışma bulunmamaktadır. İdare tarafından kamu gücünden kaynaklanan bir yetkinin kullanılması söz konusu olmadığı gibi, aynı karayolu üzerinde aynı seyir çizgisinde hareket eden, bu nedenle aynı tür risk üreten araçlar arasında özel-kamu ayırımı yapılmasını gerektiren bir neden de yoktur. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2.,125. ve 155. maddelerine aykırı değildir. İtirazın reddi gerekir…”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

A. İlk İnceleme

13. Uyuşmazlık Mahkemesinin Celal Mümtaz AKINCI’nın başkanlığında, Üyeler Şükrü BOZER, Mehmet AKSU, Birol SONER, Aydemir TUNÇ, Nurdane TOPUZ ve Ahmet ARSLAN’ın katılımlarıyla yapılan 07/06/2021 tarihli toplantısında; 2247 sayılı Kanun’un 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, adli ve idari yargı yerleri arasında anılan Kanun’un 14. maddesinde öngörülen biçimde olumsuz görev uyuşmazlığı doğduğu, idari yargı dosyasının 15. maddede belirtilen hüküm doğrultusunda davacı vekilinin istemi üzerine son görevsizlik kararını veren Mahkemece, ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderildiği ve sonuçta usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından, görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

B. Esasın İncelenmesi

14. Raportör-Hâkim Taşkın ÇELİK’in, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan, ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Halil İbrahim ÇİFTÇİ’nin davada adli yargının, Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın ise idari yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

15. Dava, karayolunda meydana gelen maddi hasarlı ve yaralanmalı trafik kazası nedeniyle oluşan zararların davalı idarece tazmin edilmesi istemiyle açılmıştır.

16 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin birinci fıkrasının iptali istemiyle Bursa 3. Asliye Hukuk Mahkemesi ve Batman 2. Asliye Hukuk Mahkemesince yapılan itiraz başvuruları üzerine konuyu inceleyen Anayasa Mahkemesi, 12.paragrafta belirtilen gerekçesi ile anılan kuralı Anayasa’ya aykırı görmemiş ve iptal istemini oy birliğiyle reddetmiştir.

17. Anayasa’nın 158. maddesinin son fıkrasında “Diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında, Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır.” denilmektedir. Anayasa Mahkemesinin yukarıda gerekçesine yer verilen kararı, kanun koyucunun idari yargının görevine giren bir konuyu adli yargının görevine verebileceğine, dolayısıyla 2918 sayılı Kanun’un 110. maddesinin birinci fıkrası ile öngörülen, bu Kanun’dan doğan tüm sorumluluk davalarının adli yargıda görülmesi düzenlemesinin Anayasa’ya aykırı bulunmadığına dair olup, esas itibariyle görev konusunda verilmiş bir karardır ve Anayasa’nın 158. maddesi uyarınca, başta Uyuşmazlık Mahkemesi olmak üzere diğer yargı organları bakımından da uyulması zorunlu bir karar mesabesindedir.

18. Bu durumda, 2918 sayılı Kanun’un 19/01/2011 tarihinde yürürlüğe giren 110. maddesi ile Anayasa Mahkemesinin işaret edilen kararı gözetildiğinde, bahsi geçen Kanun maddesinin karayollarında, can ve mal güvenliği yönünden trafik düzeninin sağlanarak trafik güvenliğini ilgilendiren tüm konularda alınacak önlemleri kapsadığı ve Kanun’un, trafikle ilgili kuralları, şartları, hak ve yükümlülükleri, bunların uygulanmasını ve denetlenmesini, ilgili kuruluşları ve bunların görev yetki ve sorumlulukları ile, çalışma usullerini kapsadığı, dolayısıyla oluşan trafik kazası nedeniyle açılacak sorumluluk davalarının görüm ve çözümünde adli yargının görevli olduğu; meydana gelen zararın tazmini istemiyle açılan bu davanın da adli yargı yerinde çözümlenmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.

19. Yukarıda belirtilen hususlar göz önünde bulundurularak; Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/09/2019 tarihli ve E.2019/463, K.2019/649 sayılı görevsizlik kararının kaldırılması gerekmiştir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Davanın çözümünde ADLİ YARGININ GÖREVLİ OLDUĞUNA,

B. Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/09/2019 tarihli ve E.2019/463, K.2019/649 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA,

07/06/2021 tarihinde, Üye Ahmet ARSLAN’ın KARŞI OYU ve OY ÇOKLUĞU İLE KESİN OLARAK karar verildi.

KARŞI OY

İdarenin kendi kuruluş kanununda belirlenen ve 2918 sayılı Kanun’da tekrarlanan görevlerinden, yani; yol yapım, bakım, işletme, trafik güvenliğini sağlama şeklinde yürütülen kamu hizmetlerinden kaynaklanan hukuki sorumluluğunun idare hukuku ilke ve kurallarına göre belirlenmesi; uyuşmazlığın, özel hukuktaki araç işletenin hukuki sorumluluğundan değil, davalı idare tarafından görevlerinin tam ve eksiksiz yerine getirilmediği, dolayısıyla yürütülen hizmetlerin kusurlu işletildiği, meydana gelen zararda hizmet kusuru bulunduğu iddiasından kaynaklanması karşısında uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görevinde bulunduğu sonucuna ulaşıldığından, uyuşmazlığın çözümünde adli yargıyı görevli kabul eden çoğunluğun kararına katılmıyorum. 07/06/2021

Üye Ahmet ARSLAN

EHLİYETSİZLİK- VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI – MURİS MUVAZAASI – TAPU İPTALİ VE TESCİL

T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2016/15898
KARAR: 2020/1093

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVACILAR : … V.D.
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacılar, mirasbırakan …’nin okuma yazma bilmediğini, beyin kanaması geçirdiğinden ilaç kullandığını, mirasbırakanın bu durumundan faydalanan dava dışı torunu Sadık’ın temin ettiği vekaletname ile 183 ve 616 parsel sayılı taşınmazları arkadaşı olan davalı …’e temlik ettiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını, mirasbırakanın hem vekaletname hem de temlik tarihlerinde ehliyetsiz olduğunu, işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu kayıtlarının miras payı oranında iptali ile adlarına tesciline olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini istemişler, yargılama aşamasında mirasbırakan …’nin terekesine temsilci atanmıştır.

Davalı, iyiniyetli alıcı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, kayıt maliki davalının kötü niyetinin ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1929 doğumlu …’nin 14.05.2010 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacı kızları …, …, …, kendisinden önce ölen oğlu …’ten olan dava dışı torunları …, 1980 doğumlu … ile dava dışı eşi 1931 doğumlu …’ı bıraktığı, dava dışı 1931 doğumlu …’ın yargılama aşamasında 01.08.2014 tarihinde öldüğü, mirasbırakanın Honaz Noterliği’nin 26.09.2005 tarih ve 6051 yevmiye nolu vekaletnamesi ile 183 ve 616 parsel sayılı taşınmazlarını dilediği kişiye satış yetkisini içerir şekilde 1980 doğumlu …’ı vekil tayin ettiği, vekilin anılan vekaletnameye istinaden 183 ve 616 parsel sayılı taşınmazları 20.04.2010 tarihinde davalı …’e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, maddi olayları bildirmek taraflara HMK.’nun 33. maddesi hükmü uyarınca hukuki nitelendirmeyi yapıp, uygulanacak kanun maddesini bularak olaya tatbik etmek hakimin görevidir.

İddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriğinden, davacıların ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayanarak miras payları oranında iptal-tescil istedikleri görülmektedir.

Mirasbırakanın ölüm tarihine göre terekesi elbirliği mülkiyetine tabidir. Davacı dışında başkaca mirasçıların bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğinde ki muris muvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davaların dışında vekalet görevinin kötüye kullanılması, ehliyetsizlik vs. gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçılarının davada muvafakatlarının sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği (T.M.K. 640 md.) tartışmasızdır.

Somut olayda, davacılar tarafından ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebeplerine dayalı olarak pay oranında açılan davanın dinlenme olanağının bulunduğu söylenemez.

Öte yandan, tereke adına dava açılmadığına göre terekeye mümessil tayin edilerek yargılamaya devam edilmesi de pay oranında açılan davanın dinlenmesini olanaklı hale getirmez.

Ne var ki, mahkemece 14.10.2010 tarihli celsede davacılar vekiline mirasbırakan …’nin terekesine temsilci atanması için yetki ve süre verilmiş, Honaz Sulh Hukuk Mahkemesi 2011/18 Esas, 2011/188 Karar sayılı kararı ile de dava konusu miras ortaklığına Av. …’nun tereke temsilcisi olarak atanmıştır.

Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.04.1990 gün ve 1990/1–152, 1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir.

Ne var ki; dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.

Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle şahsın hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.06.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Ne var ki; dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.

Öte yandan; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 0l.04.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanununun 213 ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Hal böyle olunca, mirasbırakan …’nin vekaletname ve temlik tarihlerinde hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınması, ehliyetsiz olduğunun anlaşılması halinde, terekenin elbirliği mülkiyetine tabi olduğu ve Türk Medeni Kanununun 702/4 maddesi hükmünün eldeki istek bakımından uygulama yeri bulunmadığı gözetilerek ehliyetsizlik sebebiyle pay oranında açılan davanın reddine; mirasbırakanın ehliyetli olduğu saptanır ise vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak pay oranında açılan davanın dinlenme olanağının bulunmadığı gözetilerek muris muvazaası iddiası yönünden inceleme yapılarak hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturma ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru değildir.

Davacıların yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

– İSTİNAF KANUN YOLUNA BAŞVURMA KİŞİYE SIKI SIKIYA BAĞLI HAKLARDAN OLUP “AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE 12 YIL CEZA ALDIM. BU ALDIĞIM 12 YIL CEZAMIN ONAYLANMASINI ARZ VE TALEP EDERİM” ŞEKLİNDE İSTİNAF TALEBİNDEN VAZGEÇEN SANIĞIN İSTİNAF TALEBİ – İSTİNAFTAN VAZGEÇMEDEN VAZGEÇİLEMEYECEĞİ, KARARININ KESİN NİTELİKTE OLDUĞU

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. CEZA DAİRESİ

TÜRK MİLLETİ ADINA
İSTİNAF KARARI

Esas No : 2021/926
Karar No : 2021/989

İNCELENEN KARARIN;
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 7. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 20/01/2021
NUMARASI : 2020/673 (E), 2021/39 (K)
KATILANLAR :1-YUSUF Y.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ, Şanlıurfa Barosundan
:2-CEMAL Y.
SANIKLAR :1-MEHMET Ç.
:2-AHMET İ.
SUÇ : Beden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda
Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından
Birlikte Yağma
SUÇ TARİHİ : 01/10/2020
HÜKÜM/HÜKÜMLER : Mahkumiyet
İSTİNAF BAŞVURUSUNDA
BULUNANLAR : Sanık Mehmet Ç.ile Sanıklar Müdafiileri

Yerel Mahkemece verilen hükümlere karşı sanık Mehmet Ç. le sanıklar müdafiileri tarafından istinaf yoluna başvurulmakla, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

İstinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1-Sanık Mehmet Ç. hakkında Beden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte Yağma suçundan kurulan hükme yönelik yapılan istinaf talebinin incelenmesinde;

Mahkeme kararının sanık ile müdafiisinin yüzlerine karşı 20/01/2021 tarihli son karar celsesinde açıklandığı, sanığın istinaf süresi içerisinde 28/01/2021 tarihli dilekçesi ile “7. Ağır Ceza Mahkemesinde 12 yıl ceza aldım. Bu aldığım 12 yıl cezamın onaylanmasını arz ve talep ederim” şeklinde istinaf talebinden vazgeçtiğine dair dilekçe verdikten sonra 04/02/2021 tarihli Şanlıurfa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün ifade tutanağı başlıklı yazısına göre “yazmış olduğum itiraz dilekçesinden vazgeçiyorum. Tarafıma ulaşan her hangi bir gerekçeli karar yoktur. Cevabımı gerekçeli karar bana tebliğ edildikten sonra vermek istiyorum” şeklinde beyanda bulunduğu, 16/02/2021 tarihli dilekçesi ile istinaf talebinde bulunduğu, sonraki dilekçelerinde de aynı yönde talepte bulunduğu görülmüş ise de;

Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 21/03/2018 gün ve 2017/38244 esas, 2018/1926 karar sayılı ilamında aynen “Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olan istinaf kanun yoluna başvurma ve bundan vazgeçme (feragat) hükümlerini kullanabilme ehliyetine sahip olduğundan ve 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesindeki müdafiinin iradesine üstünlük tanınması gerektiğine ilişkin istisna hali de söz konusu olmadığından sanığın istinaftan vazgeçmesi geçerli olup, “istinaftan vazgeçmeden vazgeçemeyeceği” anlaşılmakla, dosyanın incelenmeksizin Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne İADESİNE” ilişkin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin 2016/38-2016/34 esas-karar sayılı kararının sanık tarafından temyiz edildiği anlaşılmakla;

İstinaftan vazgeçmeden vazgeçilemeyeceği kararının kesin nitelikte olduğu anlaşılmakla, sanığın temyiz talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 298. maddeleri uyarınca REDDİNE, ” şeklinde içtihatta bulunduğu görülmekle;

Sanığın 28/01/2021 tarihli dilekçesi ile “7. Ağır Ceza Mahkemesinde 12 yıl ceza aldım. Bu aldığım 12 yıl cezamın onaylanmasını arz ve talep ederim” şeklinde istinaf talebinden vazgeçtiği, istinaftan vazgeçmeden vazgeçilemeyeceği, kararının kesin nitelikte olduğu anlaşılmakla, sanık ile müdafiisinin istinaf talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 276/1 maddeleri uyarınca REDDİNE,

2-Sanık Ahmet İstanbul hakkındaBeden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte Yağma suçundan kurulan hükme yönelik yapılan istinaf talebinin incelenmesinde;

Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 21/10/2019 gün ve 2017/349 esas, 2019/4960 karar, 15/02/2021 gün ve 2020/2071 esas, 2021/2370 karar, 17/05/2018 gün ve 2016/283 esas, 2018/3846 karar sayılı ilamlarında da belirtildiği gibi 03/08/2008 doğumlu olup suç tarihinde 13 yaşında olan katılan Yusuf Y’ın yağma suçu açısından beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak kişi durumunda olup olmadığına ilişkin rapor aldırmadan ve/veya mahkeme tarafından tutanaklara yansıyan bir gözleme yer vermeden yargılamaya devamla sanık hakkında 5237 sayılı Yasanın 149. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi yanı sıra (e) bendi uygulama yapılarak temel ceza tayini, Bozmayı gerektirmiş olduğundan, istinaf talebinin kabulü ile hükmün CMK’nın 280/1-e maddesi uyarınca BOZULMASINA,

7035 sayılı kanunun 15. maddesi ile eklenen CMK’nın 280/3 maddesi gereği istinaf talebinin reddine karar verilen sanık Mehmet Ç. hakkında mahkemesince bu kararın SİRAYET ETTİRİLMESİNE,

Dosyanın yeniden incelenmek ve hüküm kurulmak üzere hükmü veren ilk derece mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, Dair,

a)Sanık Mehmet Ç.nin istinaf talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 276/1 maddeleri uyarınca reddine dair karar yönünden CMK’nın 279/son cümle gereği kararın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde dairemize verilecek bir dilekçe ile veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine beyanda bulunmak ya da dairemize gönderilmek üzere bulunulan yerdeki nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi’ne dilekçe vermek suretiyle; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesine itiraz yolu açık olmak üzere

b)Sanık Ahmet İstanbul hakkında verilen bozma kararı itibariyle CMK’nın 284/1 maddeleri uyarınca kesin olmak üzere, 18/05/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FAİZ MİKTARI AÇIKÇA BELİRTİLMEYEN TAAHHÜT GEÇERSİZDİR

T.C

YARGITAY
19. CEZA DAİRESİ
2015/17755 E. ,
2015/7461 K.

Ödeme şartını ihlâl suçundan sanık M.. C..’in, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi gereğince 3 aya kadar tazyik hapsi ile cezalandırılmasına dair Didim İcra Ceza Mahkemesinin 23/09/2014 tarihli ve 2014/69 esas, 2014/108 karar sayılı kararına yönelik itirazın reddine ilişkin Didim 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 10/11/2014 tarihli ve 2014/25 değişik iş sayılı kararı aleyhine Adalet Bakanlığının 08/07/2015 gün ve 46014 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16/09/2015 gün ve KYB. 2015-261482 sayılı ihbarnamesi ile daireye verilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

Dosya kapsamına göre, 2004 sayılı Kanun’un 340. maddesi gereğince taahhüdü ihlal suçunun oluşması için taahhüt tutanağında toplam borç miktarının, işleyen ve işleyecek faizin, vekalet ücreti, icra harç ve giderlerinin birlikte belirlenerek borçlunun taahhüdüne esas olan miktarın açıkça gösterilmesi gerektiğinden, 17/03/2014 tarihli taahhütnamede toplam faiz olarak gösterilen miktarın hangi dönemleri kapsadığı, icra takibinin kesinleştiği tarihten taahhüt tarihine kadar işlemiş ve taahhüt tarihinden son taksit tarihine kadar işleyecek faiz olup olmadığı konusunda herhangi bir açıklık olmadığı gibi ödeme tarihine kadar işleyecek faizin son taksite ekleneceğinin belirtilmiş olması karşısında sanık tarafından taahhüt edilen miktarın belirsiz hale geldiği cihetle, taahhüdün geçerli olmadığı anlaşıldığından sanığın üzerine atılı suçun unsurlarının oluşmaması nedeniyle itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla gereği görüşülüp düşünüldü;

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizin de benimsediği 20/02/2001 tarih ve 2001/8-19 Esas, 2001/26 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere; ödeme şartının ihlali eyleminin oluşabilmesi için, düzenlenen tutanakta, takibe konu olan borç miktarının, başvuru ve tahsil harcının, vekalet ücretinin, icra masrafları ile icra takibinin kesinleştiği tarihten taahhüt tarihine kadar işlemiş ve taahhüt tarihinden son ödeme tarihine kadar işleyecek faizin ayrıntılı olarak gösterilmesinin ve yine alacaklının son ödeme tarihine kadar işleyecek faizden feragat etmesi halinde ise bu beyanının da tutanağa ayrıca yazılmasının gerektiği, ödenecek toplam miktarın bu şekilde rakamsal olarak belirlenmesinden sonra, tarafların belirlenen miktar üzerinde icap ve kabulde bulunmasının zorunlu olduğu cihetle;

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, Didim 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 10/11/2014 tarihli ve 2014/25 değişik iş sayılı kararının CMK’nın 309/4-d. maddesi uyarınca BOZULMASINA, kabahatli hakkında ödeme şartını ihlal eyleminden dolayı hükmolunan tazyik hapsi cezasının kaldırılmasına, 19/11/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İCRA MÜDÜRLÜĞÜNÜN TEHİRİ İCRA KARARI GETİRİLMESİ İÇİN VERDİĞİ MEHİL İÇİNDE TAKİBİN DURACAĞI VE HİÇ BİR İCRA TAKİP İŞLEMİ YAPILAMAYACAĞI

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/19385
K. 2017/11050
T. 20.9.2017

2004/m.36,89

ÖZET : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde Yargıtay 9. Hukuk Dairesince icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İHTİYATİ HACİZ -FAİZ ALACAĞI ASIL ALACAĞIN FER’İ NİTELİĞİNDE OLUP, ASIL ALACAK BAKIMINDAN MUACCELİYETİN GERÇEKLEŞMESİ HALİNDE BUNUN FER’İLERİ BAKIMINDAN DA MUACCELİYET ŞARTININ GERÇEKLEŞTİĞİ

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/4699
KARAR:2015/5439

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İskenderun 2. Asliye Hukuk Hakimliği
Tarihi :16.07.2014
Numarası :2014/73 D.iş -2014/72 D.iş

Yukarıda tarih ve numarası yazılı ihtiyati haciz talebinin kısmen kabulüne dair ara kararın temyizen tetkiki ihtiyati haciz talep edenler vekilince talep edilmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla temyiz dilekçesi ile dosyadaki tüm belgeler okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Talep, kesinleşmemiş mahkeme kararına dayalı olarak hüküm altına alınan alacak ve fer’ilerinin tahsili amacıyla ihtiyati haciz kararı verilmesi istemine ilişkin olup; mahkemece talebin kısmen kabulüne dair verilen karar, reddedilen kısım yönünden ihtiyati haciz talep edenler vekillerince temyiz edilmiştir.

İhtiyati haciz talep edenler vekilleri; İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı ilamıyla 272.095,20 TL asıl alacak, 12.238,87 TL masraf, 21.575,71 TL vekalet ücreti ve 16.021,00 TL harç olmak üzere toplam 321.930,78 TL alacağın borçlu F.. K..’dan tahsiline karar verildiğini, kararın kesinleşmediğini, asıl alacağın mahkeme kararında hükmedilen TC Merkez Bankası ticari reeskont faiz oranları üzerinden ve dava tarihinden itibaren hesaplanmış 629.017,97 TL faizinin bulunduğunu, alacaklarının vadesinin gelmiş ve rehinle temin edilmemiş bulunduğunu ifade ederek ihtiyati hacze karar verilmesini talep etmişlerdir.

Mahkemece yapılan inceleme neticesinde, 321.930,78 TL asıl alacak, masraf, vekalet ücreti ve harç yönünden ihtiyati haciz talebinin kabulüne, işlemiş faiz olarak talep edilen 629.017,97 TL yönünden alacağın muaccel ve likit olmadığı gerekçesiyle redde karar verilmiştir.

İhtiyati hacze dayanak olarak sunulan İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı kararında asıl alacağa yürütülecek faizin türü ve başlangıç tarihi açıkça gösterilmiştir. Faiz alacağı asıl alacağın fer’i niteliğinde olup, asıl alacak bakımından muacceliyetin gerçekleşmesi halinde bunun fer’ileri bakımından da muacceliyet şartının gerçekleştiği kabul edilmelidir. Bu yönüyle mahkemece, asıl alacağa yürütülecek faizin miktarı denetlenmek suretiyle asıl alacağa kararda gösterilen şekilde hesaplanacak faiz alacağı bakımından da ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken, aksi düşünce ile ihtiyati haciz kararı verilmesi bakımından mevzuatımızda şart olarak kabul edilmeyen likidite unsuru da yanlış değerlendirilmek suretiyle redde karar verilmiş olması doğru değildir.

Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle ihtiyati haciz talep edenler vekillerinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün ihtiyati haciz talep edenler yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden ihtiyati haciz talep edenlere geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 02.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İLAMA DAYALI İHTİYATİ HACİZ TALEBİNDE TEMİNAT ARANMAZ

                     T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2021/670
KARAR NO : 2021/803

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : SAİT IŞIK (30220)
ÜYE : İMRAN İMAMGİLLER (37043)
ÜYE : MEHMET ÇOBAN (41963)
KATİP : ŞEYDA ÖZEV (128481)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 17/12/2020
NUMARASI : 2020/138 Esas- 2020/138 Karar

DAVACILAR : E.Ş
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ-[16958-59361-38738] UETS
DAVALI : D…… ELEKTRİK DAĞITIM ANONİM ŞİRKETİ – [25969-40775-51358] UETS
DAVANIN KONUSU : İhtiyati Haciz
ESASA ALINMA TARİHİ : 01/04/2021
KARAR TARİHİ : 26/05/2021
KARAR YAZIM TARİHİ : 03/06/2021

Mahalli mahkemesince verilen karara karşı ihtiyati haciz talep edenler vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve ilgili dosya dairemize gelmiş olup, dosyanın inceleme aşamasında duruşma yapılmadan karar verilebilecek hallerden olduğu anlaşılmış olmakla, dosya heyetçe incelendi;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

İhtiyati haciz talep edenler vekili, davacıların Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/509 Esas, 2019/956 Karar sayılı dosyası ile aleyhine ihtiyati haciz talep edilen borçlu davalılar aleyhine açtığı destekten yoksun kalma tazminatın kabulüne karar verilerek toplam 177.905,86 TL maddi tazminata hükmedildiğini, 2004 sayılı İİK’nun 257 ve 258. maddeleri gereğince davalıların üçüncü kişilerdeki hak ve alacakları ile menkul ve gayrimenkul mallarının haciz muhafazası için teminatsız olarak ihtiyati haciz kararı verilmesini talep etmiştir.

İlk derece mahkemesince, ihtiyati haciz talebinin kabulüne, %10 teminat karşılığında aleyhine ihtiyati haciz kararı istenilen borçluların 326.201,27 TL tutarındaki borcuna karşılık, borca yeter miktardaki taşınır ve taşınmaz malları ile üçüncü kişilerdeki hak ve alacaklarının İİK’nun 257. ve devamı maddeleri gereğince ihtiyaten haczine karar verilmiştir.

İhtiyati haciz talep edenler vekili, ihtiyati haciz kararına karşı itiraz ederek, İİK’nun 259. maddesindeki alacak bir ilama dayanıyorsa teminat aranmaz hükmü gereğince mahkemece ihtiyati haciz taleplerinin %10 teminat karşılığında kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle ihtiyati haciz kararına itiraz etmiştir.

Aleyhine ihtiyati haciz talep edilen borçlu D…..AŞ vekili tarafından, ihtiyati haciz kararına itiraz edilerek ihtiyati haczin kaldırılması talep edilmiştir.

İlk derece mahkemesince, yapılan inceleme sonucunda, ” ihtiyati haciz talep edenler vekilinin ve aleyhine ihtiyati haciz kararı verilen borçlu D…..AŞ vekilinin ihtiyati haciz kararına karşı itirazları yerinde görülmediğinden itirazlarının REDDİNE” karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesi kararına karşı, ihtiyati haciz talep edenler vekili tarafından, İİK’nun 259. maddesindeki alacak bir ilama dayanıyorsa teminat aranmaz hükmü gereğince mahkemece ihtiyati haciz taleplerinin %10 teminat karşılığında kabulüne karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu gerekçesiyle istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

Dava, haksız fiil nedenine dayalı maddi tazminat talebine ilişkin olup, taraflar arasındaki uyuşmazlık, mahkemece verilen ”İhtiyati hacze itirazın reddine” dair kararın yerinde olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Geçici hukuki koruma kurumu ilan ihtiyati haciz İİK’nun 250. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.

İİK’nun 257. maddesinde ”Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmemiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır, taşınmaz mallarını ve alacakları ile diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir. Vadesi gelmemiş borçtan dolayı yalnız aşağıdaki hallerde ihtiyati haciz istenebilir.

İİK.nun 258/2. maddesi gereğince, ”Ancak alacak bir ilama müstenit ise teminat aranmaz” hükmü ile ihtiyati haciz kurumu açıklanmıştır.

Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;

Haksız fiillerde haksız fiilin varlığına dair yaklaşık ispatın sağlanması halinde İİK 257. ve devamı maddeleri gereğince ihtiyati haciz kararı verilebileceği açıktır.

Somut olayda, ihtiyati haciz isteyenlerin desteği A…. Şeker’in 06/11/2012 tarihinde davalı D…..AŞ ‘a ait elektrik tellerine temas etmesi sonucu elektrik akımına kapılarak hayatını kaybettiği, Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/549 Esas, 2019/956 Karar sayılı dosyası ile yapılan yargılama sonucunda mahkemece davacılar yararına toplam 177.905,86 TL tazminata hükmedildiği, ihtiyati haciz koşullarının oluştuğu gerekçesiyle ihtiyati haciz talebinin kabulüne karar verildiği, ancak İİK’nun 258/2. maddesi gereğince alacak bir ilama dayanıyorsa teminat aranmaz hükmü gözardı edilerek teminatsız olarak ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken mahkemece %10 oranında teminat karşılığında ihtiyati haciz kararı verilmesi doğru değildir.

İhtiyati haciz talep edenler vekilinin istinaf itirazı yerindedir.

Ancak tespit edilen bu hukuka aykırılık yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-b/2 maddesi hükmü uyarınca ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında kararla, ihtiyati haciz talebinin teminatsız olarak kabulüne karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-İhtiyati haciz talep edenler vekilinin istinaf talebinin KABULÜNE,

2-Şanlıurfa 2. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 10/02/2021 tarih, 2020/138 D.iş Esas, 2020/138 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,

3-6100 sayılı HMK 353/1-b-2 maddesi uyarınca DÜZELTİLEREK YENİDEN ESAS HAKKINDA KARARLA; maddi tazminat yönünden ihtiyati haciz talep edenlerin İİK’nun 257 ve devamı maddelerindeki koşullara uygun ihtiyati haciz talebinin KABULÜ ile; aleyhine ihtiyati haciz istenen davalılar yönünden; asıl alacak, faiz ve yargılama gideri olmak üzere toplam 326.201,27 TL tazminat alacağının tahsili için teminatsız olarak davalıların menkul ve garimenkulleri ile 3. kişilerdeki hak ve alacakları üzerine ( talep edilen tazminat miktarı ile sınırlı olmak üzere ) İHTİYATİ HACİZ KONULMASINA,

4- Kararın infazı için ilk derece mahkemesince Gaziantep İcra Müdürlüğü’ne ibraz edilmek üzere kararın bir örneğinin imza karşılığı ihtiyati haciz isteyene verilmesine,

5-Kararın tebliği tarihinden itibaren 10 gün içinde İİK 261. maddesi gereğince kararın infazının talep edilmemesi halinde İİK 261/1 m. gereğince ihtiyati haczin kendiliğinden kalkacağının bilinmesine,

6-Karar tebliği ve ihtiyati haciz infaz işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine,

İstinaf Harç ve Giderleri

1-İhtiyati haciz talep edenlerden alınan istinaf karar ve ilam harcının talep halinde iadesine,
2-İhtiyati haciz talep edenler tarafından karşılanan 162,10 TL istinaf başvuru harcı ve 37,50 TL istinaf posta masrafı olmak üzere toplam 199,60 TL’nin aleyhine ihtiyati haciz talep edilen borçlulardan alınarak ihtiyati haciz talep edenlere verilmesine,

3-Karar kesin olduğundan tebligatların ve harç tahsil/iade işlemlerinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
Dair, dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda HMK.362/1-f maddesi gereği kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 26/05/2021

TRAFO BİNASINDA MEYDANA GELEN ELEKTRİK ÇARPMASI- HAKSIZ FİİLLERDE ZAMANAŞIMI- MUTLAK VE NİSPİ ZAMANAŞIMI-

T.C
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

ESAS:2018/2899
KARAR: 2019/6458

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : SAMSUN BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 5. HUKUK DAİRESİ

Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasının reddine dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davacı tarafın istinaf başvurusunun reddine yönelik olarak verilen karar, davacı vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmekle; duruşma günü olarak belirlenen 10/09/2019 tarihinde davacı vekili Av. … ile gerçek kişi davalılar vekili Av. … geldi. Başka gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunan vekillerin sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; 29/03/2006 tarihinde girdiği trafo binasında elektrik akımına kapılarak yaralandığını, olayla ilgili olarak yargılanan gerçek kişi davalıların Tekkeköy Sulh Ceza Mahkemesinin 2007/22 esas sayılı dosyası ile cezalandırıldıklarını, davalılar hakkında maddi ve manevi zararlarının tazmini için Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı 2012/419 esas sayılı davada maddi zararının 285.000 TL olarak belirlendiğini, ayrıca 19/11/2008 tarihinde Adli Tıp Kurumundan alınan raporda % 100 oranında meslekte kazanma gücünü kaybettiğinin tespit edildiğini, mahkemece yapılan yargılama neticesinde taleple bağlı kalınarak 200.000 TL maddi tazminata hükmedildiğini, zarar hesabı yapılırken asgari ücretin baz alındığını, her altı ayda bir zarar miktarının arttığını, kaza nedeniyle tam özürlü olarak hayatına devam etmek zorunda kaldığını, kendi geçimini sağlayacak ekonomik kazançtan yoksun olduğunu ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, 275.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmiş; 23/07/2014 tarihli açıklama dilekçesinde; dava dilekçesindeki taleplerinin, 85.200 TL’sinin çalışma gücü kaybından doğan zarar, 150.000 TL’sinin bakıcı gideri, 39.780 TL’sinin ise bez giderine ilişkin olduğunu belirtmiş, 19/09/2016 tarihli ıslah dilekçesinde ise; kısmi davada verilen kararın derecaattan geçerek kesinleştiğini, zarar verenin davalı TEDAŞ olduğunun belirlenmiş olması nedeniyle davalı … yönünden davadan feragat ettiğini, çalışma gücü kaybından doğan zarar taleplerini 115.813,68 TL, bakıcı gideri taleplerini 365.316,87 TL, bez gideri taleplerini ise 2.810,40 TL artırdığını bildirerek, toplam 758.940,95 TL tazminatın diğer davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalı … EDAŞ; davanın zamanaşımına uğradığını, esas yönünden ise olayın davacının kusuruyla meydana geldiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Davalı …; davalı … ile akdettikleri işletme devir hakkı sözleşmesi gereğince kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, esas yönünden ise olayın meydana gelmesinde bir kusurunun bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiş; ıslaha karşı verdiği cevap dilekçesinde, dava ve ıslah dilekçesindeki taleplerin zamanaşımına uğradığını bildirmiş; 16/02/2017 tarihli dilekçesi ile de cevap dilekçesini ıslah ederek, davanın zamanaaşımı nedeniyle reddini talep etmiştir.

Davalılar …, …, …, …, … ve …; davanın zamanaşımına uğradığını, esas yönünden ise olayın meydana gelmesinde bir kusurlarının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemişlerdir.

İlk derece mahkemesince; 29/03/2006 tarihinde meydana gelen kaza nedeniyle, ceza zamanaşımı süresinin de dolmasından sonra dava açıldığı ve ıslah ile talep miktarının artırıldığı, gerçek kişi davalıların dava dilekçesiyle, davalı TEDAŞ’ın ise cevap dilekçesini ıslah ederek zamanaşımı def’ini ileri sürdükleri, aynı olay nedeniyle açılan Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/419 esas sayılı dosyasında davacı vekilinin de katıldığı 29/09/2011 tarihli celsede … vekilinin yargılamaya katılarak işletme devir sözleşmesinin 7 nci maddesi gereğince davanın sorumluluğunun kurumlarına ait olduğunu belirttiği, aynı celsenin üç nolu ara kararı ile ihbar edilen TEDAŞ vekilinin HUMK’nın 50 nci maddesi gereğince davalı … EDAŞ’ın yerine kaim olmak üzere davaya kabulüne karar verildiği, bu tarihten sonra yapılan duruşmalara … vekilinin katılmadığı, davacı tarafından bu tarih itibariyle failin öğrenildiği, iki yıllık zamanaşımı süresinin de bu tarihten itibaren hesaplanması gerektiği, gerçek kişi davalıların eylemlerinin Türk Ceza Kanunu uyarınca cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunduğu, kanunda öngörülen cezanın türü ve süresi itibariyle sekiz yılık ceza zamanaşımı süresinin de 29/03/2014 tarihinde dolduğu, ayrıca dava dilekçesinde bahsedilmeyen alacak kalemlerinin dava dilekçesinin açıklanması yoluyla istenmesinin mümkün olmadığı, dolayısıyla bakıcı gideri ve bez parası yönünden ıslah edilen miktara itibar edilemeyeceği gerekçesiyle; davalı … EDAŞ hakkındaki davanın feragat nedeniyle reddine, diğer davalılar hakkındaki davanın ise zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesinin kararına karşı, davacı vekili ile gerçek kişi davalılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

Bölge adliye mahkemesince; davacı vekili ile gerçek kişi davalılar vekilinin istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiş; karar, davacı vekili tarafından (davalı … yönünden) temyiz edilmiştir.

1- Dava, elektrik çarpması nedeni ile uğranılan maddi zararın tazmini istemine ilişkindir.
Maddi tazminat isteminin bağlı olduğu zamanaşımı süreleri, 6098 sayılı TBK’nın 72 nci (mülga 818 sayılı BK’nın 60 ıncı) maddesinde özel olarak düzenlenmiştir.

Tazminat ilişkisinden doğan talepler de hukuki nitelikleri itibariyle bir alacak hakkı olmakla birlikte, kanun koyucu bunları tabi oldukları zamanaşımı süresi yönünden, alacak haklarına ilişkin zamanaşımı süresini düzenleyen TBK’nın 146 ve devamı hükümlerinden ayırmıştır. Ancak, bu ayırma yalnız süreler ve bunların başlangıç anı yönünden olup, zamanaşımının durması, kesilmesi gibi konularda genel hükümler uygulanır.

TBK’nın 72 nci maddesinin birinci fıkrasında; “Tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yılın ve her halde fiilin işlendiği tarihten başlayarak on yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Ancak, tazminat ceza kanunlarının daha uzun bir zamanaşımı öngördüğü cezayı gerektiren bir fiilden doğmuşsa, bu zamanaşımı uygulanır.” denilerek, mülga 818 sayılı BK’nın 60 ıncı maddesinde olduğu gibi üç türlü zamanaşımı süresi öngörülmüştür.

Görüleceği üzere, kanunda düzenlenen bu üç çeşit zamanaşımı süresi; sübjektif/nispi nitelikteki iki yıllık kısa zamanaşımı süresi, objektif /mutlak nitelikteki on yıllık uzun zamanaşımı süresi ile olağanüstü nitelikteki ceza zamanaşımı süresidir. Mülga 818 sayılı BK’da, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren bir yıl olarak düzenlenen kısa süreli zamanaşımı, yeni TBK’da iki yıl olarak hüküm altına alınmıştır.

Haksız eylemden kaynaklanan tazminat davalarında, özel kanunlarda başka bir zamanaşımı süresi tayin edilmiş olmadıkça uygulanacak olan zamanaşımı süreleri, bu süreler olup, bunlar hem maddi hem de manevi tazminat istemi ile açılan davalar hakkında uygulanır.

TBK’nın 72 nci maddesinin birinci fıkrası, özellikle zamanaşımının başlangıç anını belirleyen bir düzenlemedir. Bu düzenlemeye göre tazminat istemi, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten itibaren iki yılın geçmesiyle zamanaşımına uğrar. Burada, uygulamada “kısa süreli zamanaşımı” olarak adlandırılan süre söz konusu olup, sürenin başlangıcı sübjektif bir koşula bağlanmıştır. Çünkü, sürenin başlaması; zarar görenin, zararı ve tazminat sorumlusu kişiyi öğrenmesi gibi sübjektif bir koşulun gerçekleşmesi ile mümkündür.

Mutlak nitelikteki uzun süreli zamanaşımının başlangıç tarihi ise, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir. Buna göre, tazminat istemi her halde eylemin gerçekleştiği tarihten itibaren on yılın geçmesi ile zamanaşımına uğrar. Burada on yıllık sürenin başlangıç anı, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarih gibi objektif bir koşula bağlanmıştır.

TBK’nın 72 nci maddesinin birinci (mülga 818 sayılı BK’nın 60 ıncı maddesinin ikinci) fıkrasında düzenlenen üçüncü süre ise, ceza zamanaşımı süresidir. Zarara neden olan eylem, aynı zamanda ceza kanunları uyarınca suç teşkil eden bir eylem oluşturuyor ve bu eylem için ceza kanunlarının öngördüğü zamanaşımı süresi daha uzun bir süre ise, bu takdirde uygulanacak olan zamanaşımı süresi, o suçun bağlı olduğu ceza zamanaşımı süresidir. Ceza zamanaşımı süresinin başlangıç anı da, zarar verici eylemin gerçekleştiği tarihtir.

Somut olaya gelindiğinde, zarar verici eylem 29/03/2006 tarihinde gerçekleşmiş, maddi tazminat istemine konu işbu ek dava ise (sekiz yıllık) ceza zamanaşımı süresi içerisinde olmamakla birlikte, mutlak zamanaşımı süresi olan on yıllık süre dolmadan 09/06/2014 tarihinde açılmıştır.

Yukarıda değinildiği gibi, kısa süreli zamanaşımının başlaması için, zarar görenin, zarar ile birlikte zararın sorumlusunu (tazminat yükümlüsünü) da öğrenmesi gerekir. Zamanaşımı süresinin işlemeye başlaması, bu iki koşulunda gerçekleşmesine bağlıdır. Bu koşullardan birinin gerçekleşmemesi hâlinde zamanaşımı süresi işlemeye başlamaz. Zarar ve tazminat sorumlusundan hangisi daha sonra öğrenilirse, zamanaşımı süresi son öğrenme gününden itibaren işlemeye başlar.

Bu açıklamalar doğrultusunda somut olaya dönüldüğünde; davacı tarafından 02/04/2007 tarihinde davalılar Yeşilırmak … ile (ceza yargılamasında mahkumiyetlerine karar verilen) …, …, …, …, … ve … aleyhine Samsun 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde elektrik çarpması nedeniyle kısmi maddi (ve manevi) tazminat istemli davanın açıldığı, davalı … …’ın 24/07/2006 tarihli işletme devir hakkı sözleşmesi uyarınca davayı ihbar ettiği … vekilinin 21/04/2011 havale tarihli dilekçeyle davaya taraf sıfatıyla katılma talebinde bulunduğu, mahkemece davacı vekilinin de hazır bulunduğu 29/09/2011 tarihli celsede verilen (3) nolu ara kararı ile ihbar edilen …’ın HUMK’nın 50 nci maddesi uyarınca davalı …’ın yerine kaim olmak üzere davalı olarak dava ve duruşmalara kabulüne karar verildiği, mahkemenin 29/05/2014 tarihli ve 2012/419 E. 2014/238 K. sayılı kararıyla 200.000 TL işgöremezlik tazminatının davalı … ve gerçek kişilerden tahsiline hükmedildiği, kararın davacı ile davalı gerçek kişiler ve TEDAŞ tarafından temyiz edildiği, davacı tarafça verilen temyiz dilekçesinde; davanın … …’a karşı açılmasına rağmen kararın davalı yanında yer alan … hakkında verildiğinin, olay tarihinde davalı …’ın … ile imzalanan sözleşme uyarınca olayın gerçekleştiği trafoyu devir alarak işlettiğinin, olay hakkında ceza mahkemesinde görülen davada sorumlu olduğu belirlenen … … hakkında karar verilmemesinin yerinde olmadığının ileri sürüldüğü, Dairemizin 24/02/2015 tarihli ve 2014/16633 E. 2015/2912 K. sayılı ilamıyla kararın onanmasına karar verildiği, işbu onama kararının davacı tarafa 30/03/2015 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda; davacı, tazminat yükümlüsünün davalı … olduğunu, dairemizin kısmi davaya ilişkin onama kararınının kendisine tebliğ edildiği 30/03/2015 tarihinde öğrenmiş bulunmaktadır. Nitekim, davacı 19/09/2016 tarihli ıslah dilekçesiyle, kısmi davada verilen kararın derecaattan geçerek kesinleştiğini, tazminat yükümlüsünün davalı TEDAŞ olduğunun belirlenmiş olması nedeniyle davalı … … yönünden davadan feragat ettiğini bildirmiş, davalı … ile gerçek kişi davalılar yönünden ise talebini artırmıştır.

İşbu ek dava ise, 09/06/2014 tarihinde (ve kısmi dava hakkında verilen 29/05/2014 tarihli kararın kesinleşmesinden önce) açılmıştır.

Hal böyle olunca, ilk derece mahkemesince; davacının, kısmi dava hakkında verilen kararın onanmasına ilişkin dairemiz kararının kendisine tebliğ edildiği tarih itibariyle uğradığı zararın failinin davalı … olduğunu öğrendiği, işbu ek davanın açıldığı tarih itibariyle, davalı … yönünden iki yıllık kısa zamanaşımı süresinin henüz işlemeye başlamadığı gözetilerek, işin esasının incelenmesi ve ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle davalı … yönünden de davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

İlk derece mahkemesi kararının, yukarıda açıklanan nedenlerle bozulmasına karar verilmiş olduğundan, HMK’nın 373 üncü maddesinin birinci bendi uyarınca, işbu karara karşı yapılan istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin bölge adliye mahkemesi kararının da kaldırılmasına karar verilmiştir.

2- Bozma nedenine göre, davacı tarafın diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nın 373 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının KALDIRILMASINA, aynı Kanunun 371 inci maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının davacı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle davacı tarafın diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 2.037 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davalı …’tan alınarak davacı tarafa verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 10/09/2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

(Muhalif)
(Muhalif)

KARŞI OY

Davacı … çarpması nedeniyle maddi tazminat talebinde bulunmuştur.
Mahkemece davanın zamanaşımından reddine karar verilmiş, istinaf incelemesinde başvurunun esastan reddine karar verilmiştir.

Uyuşmazlığa uygulanacak zamanaşımı süreleri BK 60.m hükümleridir. Kısa zamanaşımı süresi 1 yıl, uzun zamanaşımı süresi 10 yıldır. Bu davada; ceza zamanaşımı süresi olan 8 yıl uzun zamanaşımı süresi içinde kalmaktadır.

Davacı daha önce açtığı kısmi davada maddi zararının 200.000 TL’sini hüküm altına aldırmıştır. Açtığı bu ek dava ile kalan 275.000 TL’yi talep etmiştir.

Olay tarihi 29.03.2006, ilk dava tarihi 02.04.2007, ek dava tarihi 09.06.2014’dür. İlk dava görülürken 13.10.2010 tarihli bilirkişi tazminat raporu ile zarar miktarı 323.064,53 TL olarak belirlenmiş, bilahare 26.04.2013 ve 28.05.2014 tarihli ek bilirkişi raporlarıyla zarar 475.374,57 TL olarak belirlenmiştir. Şu halde davacı ilk dava yargılamasında zararı öğrenmiştir.

Zararı öğrenmekten amaç; zararın kapsamı ve esaslı unsurları hakkında davayı açmaya elverişli bütün şartları öğrenmektir. Yani açılacak bir davaya dayanak oluşturacak yeterlilik ve nitelikte bilgilerin elde edilmesidir. Zararın tüm kapsam ve ayrıntısı ile öğrenilmesi değildir. Davacıda, bilirkişi ek raporlarında belirtilen zarar miktarı olan 475.374,57 TL üzerinden asıl davada 200.000 TL hükmedilen miktar üzerine bakiye 275.000 TL’si için işbu ek davayı açmıştır. Tekkeköy Asliye Hukuk Mahkemesinin 2007/53 esas sayılı kısmi dava dosyasında, 13.10.2010 tarihli bilirkişi tazminat raporunun 02.12.2010 tarihinde duruşmada davacıya tebliği ve sonraki ek raporda miktarı değişmeyen 26.04.2013 tarihli bilirkişi tazminat ek raporunun 30.04.2013 tarihinde duruşmada davacı vekiline tebliği ile zararın kapsamı ve esaslı unsurları hakkında davayı açmaya elverişli bütün şartları öğrenmiş bu tarihte dava zamanaşımı işlemeye başlamış, davalı kurum için 1 yıllık kısa süre en son 30.04.2014 tarihinde, gerçek kişi davalılar için 8 yıllık uzamış ceza zamanaşımı olay tarihinden itibaren 29.03.2014 tarihinde sona erdiğinden, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16.03.2016 tarih ve 2014/4-896 E., 2016/332 sayılı emsal içtihadı ve istinaf kararındaki gerekçelerde nazara alınarak bu tarihler geçtikten sonra 09.06.2014 tarihinde açılan ek davanın zamanaşımından reddi kararına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddi kararının ONANMASI gerektiği kanaatiyle çoğunluk görüşüne katılamıyoruz. 10.09.2019

TRAFİK KAZASI- PLAKASI YANLIŞ YAZILAN ZMMS POLİÇESİ – ZAMANAŞIMI İTİRAZI –

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1793
KARAR NO : 2021/436

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/03/2019
NUMARASI : 2013/70 Esas- 2019/355 Karar
DAVACILAR : 1-F.A
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cd. 24 C, Şair Nabi Mahallesi, 63040 63040 Haliliye/Şanlıurfa
DAVALI :1 -HAMİT K
DAVALI : 2 -M….. SİGORTA ANONİM ŞİRKETİ –
DAVALI : 3 -ŞANLIURFA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
DAVANIN KONUSU : Sigorta (Trafik Sigortası Kaynaklı)
KARAR TARİHİ : 22/03/2021
GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 25/03/2021

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 karar sayılı kararı aleyhine davacı vekili, davalılar M…. Sigorta Anonim Şirketi vekili ve Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekili tarafından ayrı ayrı istinaf başvurusunda bulunulduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına kayıtlı bulunan 63 DS 914 plakalı römorklu traktörün 08/10/2005 tarihinde sürücü Hamit K.’nın sevk ve idaresindeyken, Onikiler Mahallesi Altut Sokak üzerinde sokakta oynamakta olan çocuklardan müteveffa Aslı A. nın koşarak sokağın karşısına geçmek istediği esnada traktörle römork arasındaki çeki demirine çarparak yaralandığını ve akabinde vefat ettiğini, 18/04/2006 tarihli ATK raporu ile Hamit K’nın tedbirsizliği sebebiyle kusurlu olduğu, müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörlerinin sonuç üzerinde müessir olduğu kanaatiyle asli kusurlu olduğunun tespit edildiğini, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davacı anne için 1.000,00 TL, cenaze ve defin giderleri için 200,00 TL olmak üzere 1.200,00 TL maddi tazminatın, yargılama aşamasında bildirilecek manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi vekili cevap dilekçesinde özetle; zamanaşımı ve görev itirazında bulunarak davanın usulden reddi gerektiğini, müvekkili belediyenin dava konusu olayda kusuru, haksız fiili veya tedbirsizliği olmadığını, küçük yaştaki çocuğun tedbirsiz ve dikkatsiz bir şekilde sokağa bırakılması nedeniyle anne ve babanın tam kusurlu olduğunu beyanla davanın reddini istemiştir.

Davalı M. Genel Sigorta A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; 63 DS 914 plakalı aracın kaza tarihini kapsayan bir poliçesine rastlanmadığını, bildirilen poliçe numarasının bu araçla bir alakası olmadığını beyanla esasa ilişkin cevap hakkını saklı tutarak davanın husumet yokluğu nedeniyle usulden reddini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulü ile, 18.904,19 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 30 TL cenaze ve defin gideri olmak üzere toplam 18.934,19 TL tazminatın 08/10/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu, alınan kusur raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, destek süre ve paylarının Yargıtay uygulamalarına aykırı olarak hesaplandığını, destekten yoksun kalma tazminatı hesabında yetiştirme gideri indirimi yapılamayacağını, yargılama giderinin eksik hesaplandığını, toplamda 4.159,00 TL gider avansı yatırıldığı halde mahkemece yargılama giderinin eksik hesaplanarak 2.865,50 TL yargılama gideri yapıldığından bahisle hüküm kurulmasının doğru olmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı M. Sigorta şirketi vekili dilekçesinde özetle; davanın husumet yokluğundan reddinin gerektiğini, dava konusu kaza yapan aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi bulunmadığını taraflarına tebliğ olunan dava dilekçesinde kazaya ilişkin herhangi bir belge bulunmadığını, dava dilekçesinde kaza tarihinin, poliçe vade başlangıç tarihi olduğunu, kaza anı itibari ile 63 DS 914 plaka numaralı aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi olmaması sebebiyle haksız ve mesnetsiz açılan davanın müvekkili şirket açısından reddi gerektiğini, Tramer Poliçe uygulamasından da açıkça anlaşılacağı üzere kaza tarihinde poliçe bilgileri sorgulandığında dahi herhangi bir kayda rastlanılmadığını, ayrıca yine plaka sorgulamasında kaza tarihini kapsayan bir ZMMS’ye rastlanmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı Belediye Başkanlığı vekili dilekçesinde özetle; öncelikle davanın süresi içerisinde açılmadığını, ikame edilen tazminat ve alacak kalemlerinin zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin hizmet kusurundan kaynaklanan görevlerinde davaların görülme yerinin adli yargı olmayıp idari yargı olduğunu beyanla kararın bu yönlerden kaldırılmasını istemiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

1-Davalı Şanlıurfa Belediye başkanlığınca somut olayda zamanaşımının dolduğu zamanaşımı itirazları dikkate alınmadan hüküm tesis edildiğini belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

2918 sayılı KTK’nın 109/I. maddesinde “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar” hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmüne yer verilmiştir.

Yargılama konusu haksız eylemin suç niteliği taşıdığı anlaşıldığından somut uyuşmazlıkta 2918 sayılı KTK’nın 109/2 maddesinde düzenlenen uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği açıktır. Eylem için(TCK 85/1) kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 66 maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğu dikkate alındığında zamanaşımı süresinin dava tarihi itibariyle dolmadığı anlaşıldığından davalı tarafın zamanaşımın dolduğuna dair istinaf itirazlarına itibar edilmemiştir.

2-Davalı tarafça davanın hizmet kusuruna dayalı olarak açıldığı bu itibarla adli yargının görevli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuş ise de, somut uyuşmazlıkta davaya konu traktörün davalı belediye adına kayıtlı olduğu ve davanın belediye başkanlığı aleyhine işleten sıfatı nedeni ile açıldığı anlaşıldığından davalı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. H.D.nin 2016/13301 E. 2017/8860 K.)

3-Davalı sigorta şirketince dava konusu aracın müvekkil sigorta şirketi nezdinde geçerli bir poliçesinin bulunmadığını, dosyadaki poliçenin başlangıç tarihinin kaza tarihi olup tanzim saatinin kaza tarihinden sonra olduğunu bu itibarla davanın husumet yokluğu nedeni ile reddinin gerektiğini belirterek istinaf itirazında bulunmuştur.

Dosya içerisinde davaya konu araca ilişkin ruhsat bilgilerine göre 63 DS 914 plakalı traktörün Şanlıurfa Belediye Başkanlığı adına kayıtlı olduğu, Şase No: 1542 Motor no: 7152 olduğu, dosya içerisinde bulunan Şanlıurfa Belediye Başkanlığı ile davalı sigorta şirketi arasında düzenlenen 63 DS 014 plakalı 7152 Motor nolu, 1542 şasi nolu traktöre ilişkin sigorta poliçesinde poliçe vadesi başlama tarihinin 08/10/2005 tarih saat; 12;00, bitiş tarihinin 08/10/2006 tarih saat 12;00 olarak belirtildiği, dava konusu kazanın ise 08/10/2005 tarihinde saat 15;00 civarında olması nedeni ile poliçe vadesi içerisinde olduğu anlaşılmıştır.

Her nekadar poliçede araç plakası farklı olarak belirtilmiş ise de, motor ve şasi numaralarının aynı olması ve bu hususta davalı tarafça açık bir istinaf itirazı bulunmaması nedeni ile plakada farklılık dikkate alınmamıştır.

Davalı sigorta şirketince sigorta poliçesinin tanzim tarihinin kaza tarihinden sonra olduğu belirtilmiş ise de, davalı sigorta şirketi basiretli tacirdir. Diğer davalı ile aralarında düzenlenen poliçede teminatın başlangıç saati 12;00 olarak belirtilmiştir. Kazanın da evrak kapsamına göre 12;00 den sonra olduğu sabittir.

Her ne kadar 6102 Sayılı Yasa uyarınca sigorta hukukunda kural olarak sigorta sözleşmesinin akdedilmiş olması sigortacının sorumluluğunun başlamış olmasını gerektirmeyeceği ve TTK’nun 1410, 1421, 1430 ve 1431. Maddeleri uyarınca sigorta sözleşmesi uyarınca sigortacının sorumluluğunun başlaması için düzenlemelere yer verilmekle birlikte, davalı sigorta şirketi ile işleten davalı arasında kaza tarih ve saatini kapsar nitelikte sorumluluk gerektiren sigorta poliçesi düzenlenmiştir. Sigorta poliçesinin sonradan iptal edildiğine ilişkin bir iddiada bulunmamaktadır.TTK hükümlerine göre poliçenin geçersizliğinin 3. kişilere karşı ileri sürülemeyeceği hususları dikkate alındığında davalı sigorta şirketinin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/5617 E. 2020/3230 K.)

3-Davacı vekilince: hükme esas alınan ek raporda 2018 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yapıldığını mahkemece söz konusu rapor uyarınca 21/03/2019 tarihinde hüküm kurulduğunu, duruşma tarihi itibari ile 2019 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yaptırılması gerektiği belirtilerek istinaf itirazında bulunmuştur.

TBK’nun 53/3. maddesi gereği, ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir. Bu düzenleme ışığında, mahkemece destek tazminatının niteliği ve varsayımsal hesap içermesi gözönüne alınarak zarar hesaplanmalı ve buna göre de hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücret destek hesabında nazara alınmalıdır. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/1119 E.2020/8025 K.) Mahkemece hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücretin tespiti ile destek tazminatının hesaplanması yönünden bilirkişiden ek rapor alınıp sonucuna göre değerlendirme yapılması gerekir. Bu itibarla davacı vekilinin istinaf itirazı yerinde görülmüştür.

4-Davacı tarafça kusur raporlarının hüküm tesisi için elverişli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Dosya kapsamına göre, mahkemece aldırılan 31/01/2014 tarihli bilirkişi raporunda davalı sürücünün % 20 kusurlu olduğu, müteveffa çocuğunun ebeveyn ailesi olan davacıların % 80 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, kaza ile ilgili olarak Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/27 Esas sayılı dosyasında Sürücü Sanık Hamit K hakkında taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan yargılama yapıldığı ve ATK Trafik ihtisas dairesince düzenlenen 18/04/2006 tarihli raporda Sanık Hamit K’nın tali derecede kusurlu olduğu, olaya müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörleri sonuç üzerinde müessir olduğunun belirtildiği, yine ceza yargılamasında karayolları fen heyetinden (emelki) aldırılan 15/01/2007 tarihli raporda Sanık Hamit K ‘nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranıp önleyemediği olayda 2. Derecede kusurlu olduğu ve müteveffa Aslı A’nın 1. Derecede kusurlu olduğunun belirtildiği, bu itibarla kusurlar arasında bir çelişki bulunmadığı olayın oluş şekli nazara alındığında bilirkişi heyetince kusur değerlendirmelerinin yerinde olduğu kanaatiyle davacı tarafın kusura ilişkin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

5-Davacı vekilince işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

HGK’nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 Esas-411 Karar, HGK’nun 22.2.2012 gün ve 2011/17-787 Esas- 2012/92 Karar, HGK’nun 16.1.2013 gün ve 2012/17-1491 Esas- 2013/74 Karar sayılı ilamlarında ifade edilen, desteğin kusurunun 3. kişi konumundaki davacılara yansıtılamayacağına ilişkin Yargıtay uygulaması, tek taraflı kazalarda desteğin sürücüsü (işleten sürücü) olduğu aracın sigortacısına karşı açılan davalar yönünden kabul edilmiştir.

Bu nedenle davacı desteği yaya Aslı A’nın karşıdan karşıya geçerken sürücü Hamit K’nın sevk ve idaresindeki traktör ile römork arasındaki çeki demirine çarpması neticesinde meydana gelen kazada davacının murisi Aslı A ‘nın kazadaki kusurunun (yaşının küçüklüğü nedeni ile velisi davacının) davalı yanın sorumlu olduğu tazminat miktarında dikkate alınmayacak, tazminat miktarının hesabında destek kusuru düşülecektir. Bu nedenle davacı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

6-Davacı vekilince yargılama giderlerinin eksik hesaplandığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Uyap kayıtlarında yapılan incelemede davacı vekili Av Selim HARTAVİ tarafından yatırılan miktarların bir kısmının, “Müdahil davalı” taraf rolü ile kayıt altına alındığı bu itibarla yargılama gideri hesabında maddi hata yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Mahkemece dosyada davacı tarafça yapılan tüm giderler dikkate alınmak suretiyle hüküm tesisi gerekir.

Bu itibarla; davacı vekilinin sair istinaf itirazları bu aşamada incelenmeksizin, davalılar vekillerinin istinaf isteminin HMK 353-1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine, davacı vekilinin istinaf isteminin kabulü ile HMK 353-1-a-6 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararın kaldırılarak yukarıda anılan eksikliklerin giderilmesine müteakip varılacak sonuca göre hüküm tesisi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
A-Davalılar M… Sigorta Anonim Şirketi vekili ile Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b,1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
1-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından peşin yatırılan 294,40 TL’ nin mahsubu ile bakiye 998,99 . TL’nin. Şanlıurfa Belediye Başkanlığından alınarak Hazineye gelir kaydına,
2-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı M… Sigorta Anonim Şirketi tarafından peşin yatırılan 323,34 TL’nin mahsubu ile bakiye 970,05 TL’nin M… Sigorta Anonim Şirketinden alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davalılar tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin davalı taraf üzerinde bırakılmasına,
B- Davacı vekilinin istinaf başvurusunun ESASTAN KABULÜ İLE;
Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
Dosyanın davanın yeniden görülmesi için MAHALLİNE İADESİNE
1-Davacıdan tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
2-İstinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama neticesinde verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine,
3-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
4-Davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından tehiri icra talebi kapsamında 26/06/2019 tarihinde Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesine nakit olarak yatırılan 56.990,24 TL’ nin yatırana İADESİNE,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Katip
41133 42602 120723 122041

G.D.

EVLİLİK DIŞI DOĞAN BAŞKASINA AİT ÇOCUĞUN NÜFUSA KAYIT İŞLEMİ- EVLATLIK İLİŞKİSİNİN KALDIRILMASI

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS: 2010/21149
KARAR:2012/2202

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ :24.06.2010
NUMARASI :Esas no: 2007/31 Karar no:2010/316

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 09.02.2012 günü temyiz eden davacı S. Y.. vekili Av. S. G.. geldi. Karşı taraf davalı M. Y.. ile vekili ve diğer davalı Nüfus Müdürlüğü temsilcisi gelmedi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Davacı 28.05.1978 tarihinde bekar olarak ölen M. M..’nun evlilik dışı çocuğunu yanına alıp baktığını, sonra onu kendisi doğurmuş gibi nüfusuna tescil ettirdiğini beyanla, gerçek olmayan nüfus kaydının iptalini talep etmiştir.

Mahkeme ise davacının, davalıyı kimsesiz kalması sebebiyle yanına manevi evlatlık şeklinde almasını, beraber yaşamış olmalarını kanunen evlatlık ilişkisi kurulmuş olarak yorumlayarak, evlatlık ilişkisinin iptaline karar verilmesi talebi varmış gibi hüküm kurmuştur.

Davalının nüfusa tescil edildiği tarih olan 18.12.1981’de yürürlükte bulunan 743 sayılı Medeni Kanun uyarınca, hukuken geçerli bir evlatlık ilişkisi için mahkemece evlat edinmeye dair izin verilmiş olması ve noterce evlat edinme sözleşmesinin yapılmış olması gereklidir. Bu şartların varlığı halinde evlatlık ilişkisinin nüfusa tescil edilmemiş olması herhangi bir sakınca doğurmayacağı gibi, bahsedilen şartların yokluğunda evlatlık ilişkisinin nüfusa geçirilmesi de hukuki bir sonuç doğurmayacak, yok sayılan bir işlemle yanlış nüfus kaydı oluşmuş sayılacaktır.

Olayımızda ise evlatlık ilişkisinin aradığı kanuni koşullar bulunmadığı, davacının kimsesiz kalan davalıyı küçüklüğünde acıma duygusuyla yanına alıp kendisinin evlilik dışı ilişkisinden doğma çocuğu gibi gerçeğe aykırı bir beyanla tescil ettirmesi nedeniyle hukuka aykırı şekilde oluşan kaydın iptali istenmiştir.

Bu haliyle mahkemece davanın nüfusta yanlış beyanla oluşan anne adına dair kaydın iptali olarak kabul edilmesi, davalının gerçek annesi olarak bildirilen M. M..’nun mirasçılarının da davaya katılmalarının sağlanarak yargılamaya devam edilmesi gerekirken, hukuki yanılgı sonucu davanın evlatlık ilişkisinin iptali (kaldırılması) olarak kabul edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

2-Kabule göre de; evlatlık ilişkisinin iptali (kaldırılması) davasının Türk Medeni Kanununun ikinci kitabında yer alan davalardan olması sebebiyle Aile Mahkemesince görülmesi gerekirken Asliye Hukuk Mahkemesinde görülerek davanın esası hakkında karar verilmiş olması da usul ve yasaya aykırılık oluşturur.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1. bentte açıklanan sebeple BOZULMASINA, duruşma için taktir olunan 900 TL. vekalet ücretinin Melek’ten alınıp Selma’ya verilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.09.02.2012 (Prş.)

BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLARAK AÇILAN DAVANIN HUKUKİ YARAR YOKLUĞU SEBEBİ İLE USULDEN REDDEDİLMESİ DURUMUNDA, BU HATANIN “ DÜZELTİLEBİLİR BİR YANLIŞLIK ” OLDUĞUNUN KABULÜ İLE SONRADAN AYNI TALEPLERLE AÇILAN DAVADA DAVACININ 6098 SAYILI KANUNUN 158. MADDESİNDE DÜZENLENEN EK SÜREDEN FAYDALANMASI

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/27790
KARAR: 2020/825

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:İş Mahkemesi

DAVA TÜRÜ: ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacılar vekili, davacıların murisinin davalı Belediye bünyesinde vefat tarihi olan 26.01.2009 tarihine kadar çalıştığını çalıştığını, murisleri …sendikasına üye olmasına rağmen, sendikanın taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmadığını ileri sürerek, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan bir kısım alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz Başvurusu:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.2. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, daha önce açılan davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddi üzerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 158. maddesinde öngörülen sürede yeniden dava açılması halinde zamanaşımının ilk dava tarihine göre belirlenip belirlenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler belirlenmiş olup, anılan maddenin 2. fıkrasında alacaklının, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuş olması halinde zamanaşımı süresinin kesileceği düzenlenmiştir.Kanunun 158. maddesinde ise “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir. ” hükmü yer almaktadır.

Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 esas-karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir.

Bu noktada, belirsiz alacak davası olarak açılan davada, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddinin, 6098 sayılı Kanun’un 158. maddesinde düzenlenen “düzeltilebilir bir yanlışlık” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Kanun maddesinde yetkisizlik veya görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları ayrıca düzenlenmiş olup “düzeltilebilir bir yanlışlık” kavramı, yalnızca yetkisizlik ve görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları anlamında yorumlanamaz. Düzeltilebilmesi mümkün bir hata sebebi ile dava usulden reddedildiğinde, davacıya ek süre hakkı tanınması, hakkın doğası ve adil yargılanma hakkının doğal gereğidir. 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki hüküm, bazı usul hataları sebebi ile davanın reddi halinde doğabilecek adaletsizliğin önüne geçmek amacı ile düzenlenmiştir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile dava şartının eksik olması, yeni açılacak bir dava ile düzeltilebilir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddedilen davadan sonra aynı taleplerle açılacak davada, önceki dava maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Görev ve yetki de hukuki yarar gibi dava şartı olup, görev ve yetki bakımından dava şartı eksikliği sebebi ile verilen ret kararından sonra altmış günlük ek süre tanınmasına imkan veren Kanunun, aynı kapsamda sayılan hukuki yarar yokluğu sebebi ile ret halini “düzeltilemez bir yanlışlık” olarak kabul ettiğini söylemek adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz.

Davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararı bulunmadığı halde, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebi ile usulden reddedilmesi durumunda, bu hatanın “ düzeltilebilir bir yanlışlık ” olduğunun kabulü ile sonradan aynı taleplerle açılan davada davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesinde düzenlenen ek süreden faydalanması gerektiği kabul edilmelidir. Böylece Kanunda öngörülen altmış günlük süre içinde dava açıldığı takdirde, zamanaşımı yönünden ilk dava tarihinin dikkate alınması mümkün olabilecektir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8 maddesinde işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklar da ücret alacağı mahiyetinde oldukları için beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.Açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirilecek olursa; davacı kıdem tazminatı farkı, fark ücret, fark ikramiye, fark sosyal hak alacaklarının tahsili talebi ile … 3. İş Mahkemesinin 2015/434 esasına kayıtlı belirsiz alacak davasını açmış olup, mahkemece davanın kabulüne dair kararın Dairemizce bozulması üzerine, bozmaya uyularak davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir. Ret kararı ise, Dairemizin 2015/24447 E., 2015/29315 K. sayılı, 20.10.2015 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Davacı vekili, onama kararının 23.11.2015 tarihinde tebliğ edildiğini, onama kararının tebliğ tarihi dikkate alındığında, davanın altmış günlük ek süre içinde açıldığını ileri sürmüş ise de, iş mahkemelerinde karar düzeltme yolu kapalıdır. Mahkemece verilen karar, Yargıtay’ın onama kararı ile kesinleşir. Kanundaki istisnai düzenlemeler dışında, onama kararının taraflara tebliğ zorunluluğu da bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca altmış günlük sürenin başladığı tarihin, onama kararının tebliğ tarihi değil, onama tarihi olarak kabulü gerekir. Belirsiz alacak davasının usulden reddine dair mahkeme kararının, Dairemizin 20.10.2015 tarihli kararı ile onandığı, eldeki davanın ise 21.01.2016 tarihinde açıldığı dikkate alındığında altmış günlük sürenin geçtiği anlaşılmaktadır. Bu halde davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki ek süreden yararlanabilmesi mümkün değildir. Dava konusu fark ücret alacakları, fark ikramiye alacakları ve sosyal hak alacakları yönünden beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, davalının zamanaşımı savunmasına değer verilerek, bu alacakların zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 21.01.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

Exit mobile version