YETERLİ EHLİYETE SAHİP OLMADAN KULLANILAN ARAÇTA YANGIN ÇIKMASI- KASKO BEDELİNİN TAHSİLİ TALEBİ

T.C.
NUSAYBİN
ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2009/122 Esas
KARAR NO : 2010/93

HAKİM : Ö. A. 40360
KATİP : A. S. 75755

DAVACI : C… GIDA NAK.OTO.İNŞ.PETR.ÜRÜN.TİC.LMT.ŞTİ. ADINA HASAN Ö…. –
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : R… SİGORTA AŞ . Sarıyer/ İSTANBUL
VEKİLİ : Av. T. A. . Sarıyer/ İSTANBUL
DAVA : Tazminat
DAVA TARİHİ : 14/04/2009
KARAR TARİHİ : 23/02/2010

Yukarıda taraf ve mahiyeti yazılı davanın yapılan açık yargılaması sonucunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Davacı vekili mahkememize gönderdiği 10.04.2007 havale tarihli dava dilekçesi ile;Müvekkil şirketin davalı sigorta şirketi ile 11.11.2004-11.11.2005 tarihlerini kapsayan 140087 nolu poliçe ile 73 DD … plaka sayılı aracını poliçede belirtilen rizikolara karşı sigortalattırdığını ve sigorta primlerinin tamamını zamanında ödediğini,10.04.2005 günü müvekkil şirketin aracını kullanan Ahmet Ö.’ün Nusaybin-Cizre istikameti 26.kilometrede aracın hakimiyetini kaybetmesi ve yoldan çıkarak tarlaya devrilmesi sonucu yanma olayının meydana geldiğini,müvekkil şirketin kazayı aynı gün davalı şirkete ihbar ettiğini,davalı şirketin 02.09.2005 tarihli yazılarında,görevlendirilen eksper raporunun ibrazı üzerine yapılan incelemede kazaya karışan sürücü Mahmut Ö.’ün yeterli ehliyeti sahip olmadığının anlaşılması sebebiyle Kasko Poliçesi Genel Şartlarının A.5,4 maddesi gereğince tazminat talebinin karşılanamayacağı belirtilerek tazminat talebinin reddedildiğini,Nusaybin C.Savcılığı tarafından yürütülen soruşturma sonucunda araç sürücüsü olan şüpheli Ahmet Ö. hakkında ön ödeme önerisinde bulunulduğunu,ön ödemm miktarı şüpheli tarafından süresi içerisinde yatırıldığından kamu davası açılmasına yer olmadığına ilişkin takipsizlik kararı verildiğini,bir an için aracı Mahmut Ö.’ün kullandığı varsayılsa bile D sınıfı sürücü ehliyet belgesine sahip olup,salt ticari taşıt belgesinin bulunmamasının kazanın oluşumunda tek başına değerlendirilmesinin mümkün olmadığı,sigorta şirketinin ödeme yapmamasının hukuka aykırı olduğunu belirterek fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla 34950,00 YTL tazminatın rizikonun gerçekleşme tarihi olan 10.04.2005 tarihinden itibaren ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili mahkememize gönderdiği cevap dilekçesi ile;Dava dilekçesinde davacının adresi yer almadığından dava dilekçesinin iptalinin gerektiğini,iş bölümü ve yetki itirazında bulunduklarını,dosyanın yetkili ve görevli İstanbul Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesini talep ettiklerini,esas yönünden ise davanın 10.04.2007 tarihinden sonra açılmış olması halinde davanın zamanaşımı nedeniyle reddi gerektiğini,dava dilekçesinde ileri sürülen iddiaların yerinde olmadığını,sigortalı aracın Mahmut Ö. tarafından kullanıldığını,bu sürücünün kullandığı tanker bakımından yetersiz ehliyete sahip bulunduğunu, Kasko Sigortası Genel Şartlarının teminat dışında kalan zararları düzenleyen 5.4.maddesinde bu durumun teminat dışı bırakıldığını,kabul anlamına gelmemekle birlikte davacı tarafından yoksun kalınan ticari kar talep edilmiş ise de poliçede böyle bir teminat verilmediğinden iş bu talebin de reddi gerektiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkememizin 2005/30 D.İş sayılı tespit dosyası,Nusaybin C.Başsavcılığının 2005/571 Hazırlık,2005/140 Karar sayılı soruşturma dosyası,birleşik kasko sigorta poliçesi,kasko kesin ekspertiz raporu celp edilmiş,davacı tanıkları Şeyhmus F. Rıfat Y.ve Ahmet Ö. duruşmada dinlenilmiştir.

Kazanın meydana geldiği yerin Nusaybin olması ve ilçede tek Asliye Hukuk Mahkemesinin bulunması sebebiyle 27.11.2007 tarihli duruşma ara kararı ile davalı vekilinin yetki ve işbölümü itirazının reddine karar verilmiştir.
Davacı vekili mahkememize gönderdiği 30.10.2007 havale tarihli yazılı beyanında fazlaya dair talep ve dava hakkı saklı kalmak kaydıyla ekspertiz araştırması sonucu belirlenen 34950,00 YTL araç kasko bedeli olarak talep ettiklerini,şimdilik yoksun kalınan kara ilişkin tüm haklarını saklı tuttuklarını beyan etmiş,364,00 YTL eksik nisbi harcın ödenmesine ilişkin 10.07.2007 tarih ve 5913 sayılı sayman mutemedi alındısı davacı vekili tarafından dosyaya ibraz edilmiştir.

Mahkememizin 11.12.2007 tarih ve 2007/145 Esas 2007/302 Karar sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne,7000 TL maddi tazminatın 09.05.2005 tarihinden itibaren hesap edilecek faiziyle birlikte davalı şirketten tahsiline,yoksun kalınan kar niteliğinde olan 1000 TL maddi tazminatın tahsili talebinin kasko sigortası teminat kapsamı dışında olması sebebiyle reddine,araç hasar tutarı niteliğinde olan 26950 TL maddi tazminatın tahsili talebinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir.Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 17.Hukuk Dairesinin 05.02.2009 tarih ve 2008/2977 Esas 2009/395 Karar sayılı ilamı ile dava dilekçesinin esas defterine kayıt edilmeden önce harcın eksik alınmış olmasında davacı tarafın herhangi bir kusurunun bulunmadığı,eksik harcın davacı tarafça tamamlandığı,bu durumda söz konusu 26950 TL’lık dava değeri yönünden de işin esasına girilip,varılacak sonuca göre bir karar verilmesinin gerektiği,kabule göre de davacı aracında meydana gelen gerçek zarar miktarının belilenmesi yönünden HUMK’nun 275.maddesi uyarınca seçilecek makine mühendisi uzman bilirkişiden rapor alınmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmasının doğru olmadığı gerekçesiyle hükmün davacı taraf yararına bozulmasına karar verilmiştir.

Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilerek yargılamaya devam olunmuş,bozma ilamı doğrultusunda Ankara 25.Asliye Hukuk Mahkemesine yazılan talimata istinaden KGM Trafik Şb.Em.Makine Mühendisi bilirkişi Abdullah Taşkıran tarafından düzenlenen 03.11.2009 tarihli bilirkişi raporu ile 73 DD … plaka sayılı tankerde olay nedeniyle meydana gelen gerçek hasar bedelinin 34950 TL olduğunun tespit edildiği bildirilmiştir.

Davalı vekili mahkememize gönderdiği 14.12.2009 tarihli yazılı beyan ile bozmadan önce tahsiline karar verilen 7000 TL hasar bedelinin ferileriyle birlikte Urfa 2.İcra Müdürlüğünün 2008/1199 Esas sayılı dosyasına ödendiğinden bu ödemenin dikkate alınmasını ve sürücünün yeterli ehliyete sahip olmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekilinin yazılı beyanında belirtilen Şanlıurfa 2.İcra Müdürlüğünün 2008/1199 Esas sayılı takip dosyasının onaylı sureti celp edilerek incelenilmiş,davacı vekili duruşmada incelenen dosya içeriğine bir diyeceklerinin olmadığını,7000 TL asıl alacağın ferileriyle birlikte taraflarına ödendiğini beyan etmiştir.

Tüm dosya kapsamı ve delillerin değerlendirilmesi neticesinde;Dava,kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.Ticaret Kanunun 3. ve 4. maddeleri gereğince davaya ticaret mahkemesi sıfatıyla bakılması gerekmiştir.

Her ne kadar kaza sonrası düzenlenen trafik kazası tespit tutanağında davacı şirkete ait tanker sürücüsü olarak Mahmut Ö.’ün ismi yazılı ise de Nusaybin Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2005/571 Hazırlık sayılı dosyası üzerinden yürütülen soruşturma neticesinde 20.04.2005 tarih ve 2005/140 sayılı karar ile sanık Ahmet Ö. hakkında tehlikeli vasıta kullanmak suçundan dolayı ön ödeme ihtaratı gereğini yerine getirmesi sebebiyle takipsizlik kararı verilmesi,Jandarma görevlilerince düzenlenen olay yeri tespit tutanağında kazayı müteakip iki kişinin Nusaybin Devlet Hastanesine götürüldüklerinin ve hafif yaralı olabileceklerinin bildirilmesi,dosya içerisinde sanık Ahmet Ö.ve mağdur Şeyhmus Ö. hakkında Nusaybin Devlet Hastanesince düzenlenen adli raporların mevcut olup Mahmut Ö. hakkında düzenlenen adli raporun mevcut olmaması ve Nusaybin Belediye Başkanlığınca düzenlenen yangın raporunda Ahmet Ö.’ün isminin yer alması ile dinlenilen tanık beyanları dikkate alınarak söz konusu araç sürücüsünün Ahmet Ö. olduğu ve Ahmet Ö.’ün davacı vekili tarafından ibraz edilen ticari taşıt kullanma belgesi ve sürücü belgesi suretleri ile kasko kesin ekspertiz raporu dikkate alınarak yeterli sürücü belgesine sahip olduğu anlaşılmıştır.Davacı vekili dava dilekçesinin başlık kısmında dava konusunu 7000,00 YTL kasko araç bedeli tazminatı ve 1000,00 YTL yoksun kalınan karın tahsili olarak belirtmiş,dava dilekçesinin istem sonucu kısmında ise 34950,00 YTL tazminatın tahsiline karar verilmesini talep etmiş olup 10.04.2007 tarihli sayman mutemedi alındısı ile 8000,00 YTL değer üzerinden 108,00 YTL nisbi harç yatırmıştır.Dava dilekçesinde mevcut çelişkinin giderilmesi için kendisine süre verilmesi üzerine ibraz ettiği yazılı beyanında ıslah yoluna başvurmaksızın 34950,00 YTL araç kasko bedeli talep ettiklerini beyan etmiş ve 26950,00 YTL değer üzerinden yatırılan 364,00 YTL eksik nisbi harcın ödenmesine ilişkin sayman mutemedi alındısı dosyaya ibraz edilmiştir.

Yargıtay bozma ilamından önce verilen mahkememiz kararı ile tahsiline karar verilen 7000 TL maddi tazminatın,yargılama giderleri ve ferileriyle birlikte Şanlıurfa 2.İcra Müdürlüğünün 2008/1199 Esas sayılı takip dosyasına istinaden davacı vekili tarafından yürütülen icra takibinde davalı tarafça ödendiği anlaşılmıştır.
Yargıtay bozma ilamında bozma sebebi olarak gösterilenler dışındaki hususların davacı taraf lehine usuli kazanılmış hak teşkil etmekle kesinleşmesi dikkate alınarak,kasko poliçesi teminatı kapsamındaki 7000,00 YTL kasko araç bedeli tazminatının tahsili talebi yönünden açılan davanın konusuz kalması sebebiyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına,yine kasko poliçesi teminatı kapsamındaki 26950 TL maddi tazminatın tahsili talebi yönünden sübut bulan davanın kabulüne,kasko poliçesi teminatı kapsamı dışındaki 1000,00 YTL yoksun kalınan karın tahsili talebi yönünden açılan davanın reddine karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

HÜKÜM : Yukarıda açıklanan gerekçe ve nedenlerle;

1-DAVANIN KISMEN KABULÜ İLE; Kasko sigorta poliçesi teminat kapsamındaki hasar tutarı niteliğinde olan maddi tazminatın 7.000 TL. kısmının ferileriyle birlikte dava tarihinden sonra davalı sigorta şirketi tarafından davacıya ödenmesi dikkate alınarak 7.000 TL. maddi tazminat yönünden açılan davanın konusuz kalması sebebiyle esas hakkında karar verilmesine yer olmadığına,
2-Kasko sigorta poliçesi teminat kapsamındaki hasar tutarı niteliğinde olan 26.950 TL. maddi tazminatın ekspertiz raporunun düzenlenme tarihi olan 09.05.2005 tarihinden itibaren hesap edilecek ticari reeskont faiziyle birlikte davalı şirketten tahsili ile davacıya verilmesine,
3- Yoksun kalınan kar niteliğinde olan 1.000 TL. maddi tazminatın davalıdan tahsili talebinin kasko sigortası teminat kapsamı dışında olması sebebiyle reddine,

4- Kabulüne karar verilen tazminat miktarı üzerinden hesap edilen 1.455,30 TL nisbi karar ve ilam harcının davalıdan tahsili ile Hazineye irat kaydına,
5- Reddine karar verilen tazminat miktarı üzerinden alınması gerekli 17,15 TL maktu karar ve ilam harcının davacıdan tahsili ile Hazineye irat kaydına,
6-Davacı tarafından bozma ilamı sonrasında sarf edilen 256,50 TL yargılama giderinin tarafların haklı çıktığı oran ve davalı tarafın sarf ettiği 2,50 YTL yargılama gideri nazara alınarak 247,24 TL kısmının davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,geri kalan kısmın davacı üzerinde bırakılmasına,
6-Davacının kendisini vekille temsil ettirmesi sebebiyle karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca belirlenen 3.164,50 TL nisbi vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
7-Davalının kendisini vekille temsil ettirmesi sebebiyle karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca belirlenen 1000 TL maktu vekalet ücretinin davacıdan tahsili ile davalıya verilmesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı, davalı vekilinin yokluğunda, gerekçeli kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde Yargıtay’a temyizi kabil olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı. 23/02/2010

Katip 75755

Hakim 40360

CEZAEVİNDE OLAN EŞİN NAFAKADAN SORUMLU TUTULMASI- BOŞANMA NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ- YOKSULLUK NAFAKASI TALEBİNİN REDDEDİLMESİ  

T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ
E. 2019/223
K. 2019/849
T. 11.2.2019

BOŞANMA NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİ ( Tarafların Ekonomik ve Sosyal Durumları Boşanmaya Yol Açan Olaylardaki Kusur Dereceleri Kişilik Haklarına Yapılan Saldırı ile İhlal Edilen Mevcut ve Beklenen Menfaat Dikkate Alındığında Davacı Kadın Yararına Takdir Edilen Maddi ve Manevi Tazminatın Az Olduğu – Hakkaniyet İlkesi ile TBK’nun Tazminatın Belirlenmesine Dair Hükümleri Uyarınca Daha Uygun Miktarda Tazminat Takdiri Gerektiği )

CEZAEVİNDE OLAN EŞİN NAFAKADAN SORUMLU TUTULMASI ( Davalının Tutuklu veya Hükümlü Olmasının Tedbir ve İştirak Nafakası ile Sorumlu Tutulmamasını Gerektirmeyeceği – Tarafların Ekonomik ve Sosyal Durumları da Gözetilerek Dava Tarihinden Geçerli Olmak Üzere Velayeti Anneye Verilen Ortak Çocuk Yararına Davalının Mali Gücü Oranında Tedbir ve İştirak Nafakasına ve Davacı Kadın Yararına Uygun Miktarda Tedbir Nafakasına Hükmedilmesi Gerektiği )

YOKSULLUK NAFAKASI TALEBİNİN REDDEDİLMESİ ( Kadının Sürekli Gelir Getiren Bir İşte Çalışıp Çalışmadığı ve Varsa Gelirinin Kendisini Yoksulluktan Kurtarıp Kurtarmayacağı ile İşyerinden Ayrılmış ise Tarihinin ve Kendi İsteği ile Ayrılıp Ayrılmadığının Araştırılması Gerektiği – Davalı Erkeğin de Herhangi Bir Geliri ve Malvarlığının Olup Olmadığı Araştırılarak Sonucu Uyarınca Karar Verilmesi Gerektiği/Eksik İnceleme ile Karar Verilmiş Olduğundan Hükmün Bozulduğu )

4721/m.4,169,174,182,185/2,186/3

6098/m.50,51

ÖZET : Dava, boşanma istemi ve ferilerine ilişkindir.

Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlal edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminatın az olup, hakkaniyet ilkesi ile TBK’nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi ve manevi tazminat takdiri gerektiğinden;

Davalının cezaevinde tutuklu veya hükümlü olması, tedbir ve iştirak nafakası ile sorumlu tutulmamasını gerektirmeyecek olup, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere velayeti davacı anneye verilen ortak çocuk yararına davalının mali gücü oranında tedbir ve iştirak nafakasına ve davacı kadın yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, aksi yönde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunduğundan;

Kadının sürekli gelir getiren bir işte çalışıp çalışmadığı, gelir elde ediyorsa bu gelirin kendisini yoksulluktan kurtarıp kurtarmayacağı, işten ayrılmış ise hangi tarihte işten ayrıldığı, kendi rızası ile işten ayrılıp ayrılmadığı ve davalı erkeğin de herhangi bir geliri ve malvarlığının olup olmadığı araştırılarak sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile karar verilmiş olduğundan hükmün bozulması gerekmiştir.

DAVA : Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından, tazminat miktarları ve reddedilen nafaka talepleri yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : 1-)Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle ortak çocuk 12.07.1999 doğumlu M.’ın inceleme tarihinde ergin olduğunun anlaşılmasına göre, davacı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-)Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, kişilik haklarına yapılan saldırı ile ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı kadın yararına takdir edilen maddi ve manevi tazminat azdır. Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun 50 ve 51. maddesi hükmü dikkate alınarak daha uygun miktarda maddi (TMK m. 174/1) ve manevi (TMK m. 174/2) tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden hüküm tesisi doğru bulunmamıştır.

3-)Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına (TMK m. 186/1), geçimine (TMK m. 185/3), malların yönetimine (TMK m. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK m. 185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (re’sen) almak zorundadır (TMK m. 169). Yine boşanma veya ayrılık vukuunda çocuk kendisine tevdi edilmemiş taraf gücüne göre onun bakım ve eğitim giderlerine katılmakla yükümlüdür (TMK. M. 182). Bu hususu hakim görevi gereği kendiliğinden dikkate alması gerekmektedir. Dosya kapsamından davalı erkeğin cezaevinde hükümlü olduğu anlaşılmaktadır. Davalının cezaevinde tutuklu veya hükümlü olması, tedbir ve iştirak nafakası ile sorumlu tutulmamasını gerektirmez. O halde; Türk Medeni Kanunu’nun 169, 182, 185/2 ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere velayeti davacı anneye verilen ortak çocuk 2002 doğumlu N. yararına davalının mali gücü oranında tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.

4-)Ortak çocuk 12.07.1999 doğumlu M. yararına ergin olduğu tarihe kadar tedbir nafakasına hükmedilmemesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

5-)Boşanma veya ayrılık davası açılınca hakim, davanın devamı süresince, gerekli olan, özellikle eşlerin barınmasına (TMK m. 186/1), geçimine (TMK m. 185/3), malların yönetimine (TMK m. 223, 242, 244, 262, 263, 264, 267, 215) ve çocukların bakım ve korunmasına (TMK m. 185/2) ilişkin geçici önlemleri kendiliğinden (re’sen) almak zorundadır (TMK m. 169). O halde; Türk Medeni Kanunu’nun 185/3. ve 186/3. maddeleri uyarınca, tarafların ekonomik ve sosyal durumları da gözetilerek dava tarihinden geçerli olmak üzere davacı kadın yararına uygun miktarda tedbir nafakasına hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.

6-)Mahkemece davacı kadının çalıştığı ve davalı erkeğin hükümlü olması sebebiyle, yoksulluk nafakası talebinin reddine karar verilmişse de, dosya içindeki kolluk araştırmasında davacı kadının ev hanımı olduğunun belirlendiği, ancak bir kısım tanıklarca da organize sanayide çalıştığı beyan edilmiştir. Mahkemece kadının sürekli gelir getiren bir işte çalışıp çalışmadığı, gelir elde ediyorsa bu gelirin kendisini yoksulluktan kurtarıp kurtarmayacağı, işten ayrılmış ise hangi tarihte işten ayrıldığı, kendi rızası ile işten ayrılıp ayrılmadığı ve davalı erkeğin de herhangi bir geliri ve malvarlığının olup olmadığı araştırılarak sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yoksulluk nafakası hakkında karar verilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda (2.), (3.), (4.), (5.) ve (6.) bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan diğer bölümlerinin ise yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.11.02.2019 (Pzt.)

ARABULUCU TUTANAĞININ GEÇERSİZLİĞİ – ARABULUCUNUN YETKİYİ KÖTÜYE KULLANMASI-İŞÇİLİK ALACAKLARI

T.C.
​YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I
ESAS NO​: 2019/3694
KARAR NO​: 2019/13040

DAVA​: Davacı vekili, arabuluculuk tutanağının geçersizliği sebebiyle kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık ücretli izin alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

​Yerel mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

​İlk Derece Mahkemesinin red kararına karşı davacı avukatı istinaf başvurusunda bulunmuştur.
​Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi davacı avukatının istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir.
​Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi’nin kararı süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:​

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı iş yerinde örgütlü sendikanın toplu iş sözleşmesi görüşmeleri sonrasında grev kararı aldığını, işyerindeki çalışmanın durduğunu, davalı işverenin sendikal gücü yıkmak amacıyla işten çıkarmaya karar verdiği müvekkili ile birçok personeli “tüm tazminatları ödeyeceğini ve arabuluculuk sözleşmesi yapacağını” söyleyerek zorladığını ve kendi istedikleri doğrultuda düzenledikleri belgeleri imzalattıklarını, iş akdini kendisi fesheden davalı tarafça bu iradeyi gizlemeye yönelik olarak imzalatılan arabuluculuk sözleşmesinin ve diğer evrakların geçersizliği sebebi ile bu davayı açtıklarını iddia ederek, 2.000,00 TL ihbar tazminatı, 50,00 TL kıdem tazminatı ve 50,00 TL yıllık izin ücreti alacağının davalıdan tahsil edilerek taraflarına ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; taraflar arasında arabuluculuk anlaşması bulunduğunu, dava açılmasının açıkça hukuka aykırı olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C) İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:
İlk derece mahkemesince, eğitim durumu ve iş hayatı tecrübesi nazara alındığında davacının arabuluculuk faaliyetinin anlamını ve önemini anlayacak kapasitesinin bulunduğu ve bu iradesinin sakatlanmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Ç) İstinaf başvurusu:
İlk derece mahkemesi kararına karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

D) İstinaf Sebepleri:
Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; arabuluculuk sözleşmesinin kamu düzenine ve mevzuata açıkça aykırı olduğundan geçersiz olduğunu, yerel mahkemece bu durum araştırılmaksızın eksik inceleme ile hüküm tesisinin usul ve yasaya açıkça aykırı olduğunu, arabulucunun davalı holding bünyesinde çalıştığını, tarafsızlığı açısından kuşku uyandıran bu durumun kanun gereği işçilere hatırlatılmamış olduğunu ve işçilerin onaylarının alınmadığını, 6325 Sayılı Hukuk Anlaşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 9/2 maddesine ve Arabuluculuk Daire Başkanlığı tarafından hazırlanan “Arabulucular Etik Kuralları” düzenlemelerine aykırı davranıldığını, davalı işverenin baskısıyla müvekkiline imzalattırılan sözleşmede arabuluculuk görevini üstlenen kişinin davalı işverenin bağlı olduğu holdingin grup şirketlerinin de vekillik görevini yürüttüğünü, somut bu durum arabulucunun tarafsızlığından şüpheye düşülmesine neden olduğunu, arabuluculuk tutanağının aydınlatma yükümlülüğüne aykırı bir biçimde herkese toplu olarak imzalatıldığını, uyuşmazlığa konu arabuluculuk sözleşmesi incelendiğinde görüşmelerin “…..” adresinde yapıldığının belirtildiğini, mahkeme dosyasında davalı tarafça açıkça işçilerle idari binada personel bölümünde arabuluculuk işlemi yapıldığını ikrar ettiğini, yine davalı tarafça Bursa 2. İş Mahkemesi …. E. Sayılı dosyanın 13.04.2018 tarihli celsesinde de bu yöndeki beyanların yinelendiğini, 6325 sayılı Kanunun 11. Maddesine aykırı olarak yapılan bu işlemin arabulucunun kamu düzeninden aldığı bu yetkiyi kötüye kullandığının en açık göstergesi olduğunu, arabulucunun taraflarla hiçbir görüşme yapmadığını, evrak işçilere süreçle ilgisi olmayan şirket idari personelince imzalatıldığını, davalı iş yerinde örgütlü sendikanın TİS görüşmeleri sonunda grev kararı aldığını ve işyerindeki çalışmanın durduğunu, davalı işverenin sendikal gücü yıkmak adına işçilere tüm tazminatlarının ödeneceğini ve grevin bitmesinin ardından yeniden işe başlayacaklarının taahhüdünü vererek kendi istekleri doğrultusunda düzenledikleri sözleşmeleri imzalattığını, yaklaşık 350 işçinin davalı işyerine çağrılarak işyerinin idari personeli tarafından önlerine konulan arabuluculuk tutanağı da dahil olmak üzere çeşitli evrakların imzalatıldığını ve iş ilişkilerinin sona erdirildiğini, imza atan işçilerin yaklaşık 300 kadarının tekrar işyerinde çalışmak için çağrıldığını ve işbaşı yaptırıldığını ancak 50 kadar işçinin işyerinde tekrar işe başlatılmadığını, işçilerin ve arabulucunun bir araya gelmediğini, sözleşmelerin tüm çalışanlara arabuluculuk faaliyeti ile ilgisi olmayan şirketin idari personeli tarafından imzalatıldığını, fesih işleminin yasaya aykırı bir biçimde işverence yapılmasına karşılık işe iade – ihbar tazminatı gibi yükümlülüklerden kurtulmak maksadıyla sözleşme imzalatıldığını, mahkemece verilen red yönündeki kararın gerekçesinin somut olayın gerçeklerinden uzak ve kamu düzenine aykırılıkları göz ardı eder mahiyette olduğunu, arabulucu tarafından kamu düzenine ve kanuna aykırı olarak yapılan bu işlemler nedeniyle suç duyurusunda bulunulduğunu arabuluculuk tutanağının geçersizliğine ilişkin diğer derdest davalarda mahkemece tanıkların dinletilmesine karar verildiğini, Bursa 2. İş Mahkemesi’nin …..Esas sayılı dosyasında arabuluculuk tutanağının geçersizliğine ilişkin olarak iddia edilen hususlar üzerinde tahkikat aşamasına geçilerek delillerin toplanması ve taraf tanıklarının dinlenilmesine karar verildiğini, HMK’nın 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkının gerçekleştirilmesine hizmet eden delillerle doğrudan temas ve sözlülük ilkelerinin gerçekleştirilmesi için önemli olduğunu iddia ederek istinaf başvurunun kabulüne, yerel mahkeme kararının anılan ve resen gözetilecek nedenlerle müvekkili lehine yeniden tesis edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

E) Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti
Bölge Adliye Mahkemesince davacının yaşı, hayat tecrübesi, kıdem süresi ve eğitim durumu itibariyle imzaladığı sözleşmenin sonuçlarını bilebilecek konumda olduğu, arabuluculuk son tutanağının sahteliği ispatlanıncaya kadar geçerli ilam niteliğindeki belgelerden olması ve sahteliği konusunda bir iddianın olmaması ayrıca fiil ehliyetsizliği, kısıtlılık halleri dışında irade fesadına dayalı iddiaların somut ve kesin delillerle ortaya konulması gerektiği, bu kapsamda arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşılan konularda dava açılamayacağı gerekçesiyle davacı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

F) Temyiz Başvurusu
Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı davacı vekili temyiz başvurusunda bulunmuştur.
Davacı vekili temyiz başvurusunda özetle; arabuluculuk tutanaklarının toplu bir şekilde imzalatıldığını, mahkemece tanıklarının dinlenmediğini, delillerinin toplanmadığını, irade fesadı iddiasına yönelik hiçbir araştırma yapılmadığını, arabuluculuk sözleşmesinin kamu düzenine ve mevzuata aykırı olduğundan geçersiz olduğunu iddia etmiştir.

G) Gerekçe:
Taraflar arasında, dava öncesinde ihtiyari arabuluculuk sürecinin usulüne uygun olarak tamamlanıp tamamlanmadığı, arabuluculuk anlaşma tutanağının geçerli olup olmadığı ve bağlayıcılığı noktalarında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Dava 20.11.2017 tarihide açılmış olup, dava tarihinden sonra 01.01.2018 tarihinde yürürlüğe giren 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 3/1.maddesinde “kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebi ile açılan davalarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” şeklinde düzenlemeye yer verilerek dava şartı olarak arabuluculuk öngörülmüştür. Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesinde ise “İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır” şeklinde düzenlemeye yer verilerek dava şartı olarak arabuluculuk esasları belirlenmiştir. Davaya konu ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin ücretleri bakımından dava şartı olarak arabuluculuk sürecinin işletilmesi gerekli olmasa da ihtiyari olarak arabuluculuk sürecinin işletilip işletilmediği uyuşmazlık konusudur.

Dosyada yer alan arabuluculuk anlaşma belgesinde uyuşmazlık konusu, “iş ilişkisinin işçi tarafından istifa edilerek sonlandırılması nedeniyle iş ilişkisinden doğan alacak hakları ve miktarları” şeklinde gösterilmiştir.

Tutanakta, arabuluculuk görüşmelerinin …. adresinde yürütülmesinin taraflarca talep edildiği açıklanmıştır.

Anlaşma bölümünde önce işverenin açıklamasına yer verilmiş ve davalı şirket yönetim kurulu üyesinin beyanı “çalışan işçiyi çıkarmak istemediğini, kendisinin istifa ederek ayrılmak istediğini bu nedenle işçi alacağı bulunmadığını” olarak tutanağa geçmiştir.

Anlaşma tutanağında davacının açıklaması ise “grevde geçen 11 ay gibi süreden dolayı mağdur olduğunu mağduriyetin giderilmesi için en azından kıdem tazminatı hesaplaması yapılarak tarafına ödenmesi” şeklinde yer almıştır.

Anlaşma tutanağında davacı içinin istifa ettiği belirtilmiş, diğer yandan kıdem tazminatı olarak 10.437,33 TL’nin üç taksitte ödenmesi yönünde anlaşmaya varıldığı açıklanmıştır. Tutanakta iş ilişkisinin istifa ile sona erdiği bir alt paragrafta tekrarlanmış, 2’nolu bentte ise kıdem ve ihbar tazminatı hakkı bulunmadığı belirtilmiştir.

Anlaşma tutanağında başka bir işçilik alacağı yönünden anlaşmaya varıldığı yönünde bir açıklamaya yer verilmediği halde, “iş ilişkisinden kaynaklanan her ne ad altında olursa olsun hiçbir hak ve alacağın bulunmadığı”, “prim gün sayılarının eksiksiz ve tam olarak Sosyal Güvenlik Kurumuna bildirildiği”, “iş ilişkisinden ile TİS kaynaklanan tazminat, işe iade vb dava ve şikayet haklarından geri dönülmez biçimde kesin ve külliyen feragat ettiği” , “çalıştığı süre buyunca maaşlarını aldığı, ulusal bayram ve genel tatil çalışması aldığı ya da izni kullandığı, hafta tatillerini kullandığı, yıllık izin hakkı, kıdem ve ihbar tazminatı hakkı ve fazla çalışmasının bulunmadığı, psikolojik tacizle karşılaşmadığı”, “şirkete karşı tüm hak ve taleplerinden feragat etmiş olduğu bu nedenle şirketi gayri kabili rücu kayıtsız ve şartsız ibra ettiği” açıklanmıştır.

Anlaşma belgesinin “mahkeme onayına sunulsun veya sunulmasın, onaylansın veya onaylanmasın” taraflar arasında kati delil ve hüküm ifade edeceği de tutanakta ifade edilmiştir.

Dosya içinde davacının arabulucuya başvurusuna dair bir belgeye rastlanmamıştır. Bununa aksine davacı işçi iş sözleşmesinin işveren tarafından feshedildiğini, bu iradesini gizlemek için arabuluculuk sözleşmesi yapmak istediğini, belgeye Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesine aykırı şekilde ibraname niteliği kazandırılmak istendiğini iddia etmiştir.

Anlaşma tutanağında davacının istifa ettiği belirtilmiş olsa da, dosyaya davacının istifa ettiğine dair bir belge sunulmadığı gibi, istifa etmesine rağmen kıdem tazminatı konusunda anlaşmaya varıldığı, kıdem ve ihbar hakkı bulunmadığı gibi birbiri ile çelişen açıklamalara yer verilmiştir.

Uygulamanın üç yüz kadar işçi için aynı anda yapıldığı da dikkati çeken bir durumdur.

Arabuluculuk görüşmelerinin ….. adresinde yürütülmesi kararlaştırıldığı halde davacı vekili duruşmadaki beyanında, belgenin işyerinde ve personel müdürü tarafından imzalatılmak suretiyle hazırlandığını, arabulucunun aynı adreste olmadığını ve işveren yönetim kurulu üyesi ile hiçbir görüşme yapılmadığını ileri sürmüştür. Davalı vekili de aynı celsede, görüşmelerin şirket idari binasında yapıldığını, yaklaşık üç yüz işçi ile sırayla anlaşma tutanağı düzenlendiğini açıklamıştır.

Arabulucunun aynı zamanda davalı şirketin avukatı olduğu ileri sürülmüş olup, bu durum davalı vekili tarafından verilen cevap dilekçesinde doğrulanmıştır.

Davalı vekili, arabulucunun davalı şirketin avukatı olduğunun davacı işçi tarafından bilinmesi gerektiğini ve buna rağmen arabulucu olarak seçildiğini, arabulucunun, taraflardan birinin avukatı olmasının arabuluculuk faaliyetine engel olmadığını savunmuştur.

6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 9/2. maddesine göre, “Arabulucu olarak görevlendirilen kimse, tarafsızlığında şüphe edilmesini gerektirecek önemli hal ve şartların varlığı halinde, bu hususta tarafları bilgilendirmekle yükümlüdür”. Adalet Bakanlığı Arabuluculuk Daire Başkanlığının hazırladığı Arabulucular Etik Kurallarının 4. maddesinde, arabulucu ile taraflar arasında herhangi bir menfaat ilişkisi veya çatışmasının bulunmaması gerektiği açıklanmıştır. Arabulucu kendisi tarafından makul koşullarda bilinebilecek ve tarafsızlığı hakkında şüphe uyandırabilecek doğmuş veya doğabilecek menfaat ilişkisi veya çatışmasının varlığı halinde mümkün olan en kısa süre içinde tarafları bilgilendirmelidir.

Somut uyuşmazlıkta arabulucunun davalı şirketin avukatı olarak görev yaptığı halde arabuluculuk görüşmeleri öncesinde davacı tarafı bu yönde bilgilendirdiği ortaya konulamamıştır. Anlaşma belgesinde bu yönde bir açıklamaya yer verilmemiştir. Arabulucunun aynı zamanda diğer tarafın avukatı olduğu hususunda özellikle davacı tarafın açıkça bilgilendirildiğinin ve buna rağmen arabuluculuk görüşmelerine devam etmek istediğinin ispatı gerekir. Bu yönüyle ilgili mevzuat çerçevesinde arabulucunun tarafsızlığından şüphe duyulmasını gerektiren önemli hal ve şartların varlığı kabul edilmelidir.

Taraflar arasında imzalandığı ileri sürülen anlaşma tutanağında kıdem tazminatının 10.437,33 TL olarak kararlaştırılmasına rağmen, 2017 yılı Arabuluculuk Asgari Ücret Tarifesinin 2. Kısım 1. maddesine göre nispi %6 oranında arabuluculuk ücreti ödenmesi gerektiği halde asgari tarifeye aykırı biçimde arabuluculuk ücreti 200 TL olarak belirlenmiştir.

Davacı vekili dosyaya istinaf incelemesi öncesinde emsal dosyalarda dinlenen tanık beyanlarını sunmuş olup; emsal dava dosyalarında davacı tanıkları beyanlarında; şirket idari binasında personel müdürü ile bazı çalışanlar tarafından anlaşma tutanaklarının kendilerine imzalatıldığını, arabuluculuk görüşmeleri yapılmadığını, toplantıda şirket yönetim kurulu üyesi ile arabulucunun olmadığını ve imzalarının da o aşamada bulunmadığını açıklamışlardır. Emsal dosyada ifadeleri alınan davalı tanıklarından R.B., anlaşma belgesinin şirket insan kaynakları biriminde işçilere imzalatıldığını, imza aşamasında şirket yönetim kurulu üyesi, şirket avukatı ve arabulucunun bulunmadığını, o dönemde arabulucunun doğum yaptığını evrakların sonradan davacı işçi dışındakilere imzalatıldığını açıklamıştır. Davalının diğer tanığı da anlaşma belgesini imzaladığı anda davalı şirketin yönetim kurulu üyesi ile bir avukatın hazır olduğunu, arabulucunun olup olmadığını hatırlamadığını, işyerinde arabuluculuk toplantısı yapıldıysa da kendisinin katılmadığını beyan etmiştir.

Dosya içindeki bilgi ve belgeler ile aynı mahiyette olan ve aynı gün temyiz incelemesine tabi tutulan dört dosya kapsamından, davacının arabulucuya usulüne uygun bir başvurusunun olmadığı, yapıldığı belirtilen görüşmelerin tutanakta geçen adresten farklı yerde gerçekleştiği, üç yüz kadar işçiye aynı şekilde sırayla işyerinde belgelerin imzalatıldığı, anlaşma metninde yer aldığı halde davacı işçinin istifasına dair belgenin bulunmadığı, anlaşma belgesinin içeriğinin işçinin istifa ettiği/kıdem ihbar tazminatına hak kazanmadığı/kıdem tazminatının ödeneceği şeklinde çelişkiler içerdiği, sadece kıdem tazminatı ödenmesi öngörüldüğü halde diğer tazminat ve işçilik alacakları bakımından hakkın gerçekleşmediği veya karşılığının zamanında tam olarak ödendiği şeklinde sözcüklere yer verilerek Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinde aykırı şekilde ibra etkisi kazandırılmaya çalışıldığı, kıdem tazminatı dışındaki tazminat ve alacaklarla ilgili olarak delil oluşturma ve dava açma yasağı oluşturma yönünde çaba içine girildiği anlaşılmaktadır.

Bütün bu işlemlerin davalı şirketin kayden avukatının arabuluculuğunda gerçekleştiği, arabulucunun davacı tarafı diğer tarafın avukatı olduğu konusunda bilgilendirdiğinin tespit edilemediği, emsal dosyalarda dinlenen tanık anlatımlarına göre, arabuluculuk görüşmelerinin hiç yapılmadığı, hatta arabulucunun da işçilerin imzaladığı aşamada işyerinde olmadığının beyan edilmesi karşısında; usulüne uygun bir arabuluculuk başvurusunun ve görüşmesinin yapılmadığı gibi mevzuat hükümleri çerçevesinde arabuluculuk anlaşma belgesinin düzenlenmediği sonucuna varılmaktadır.

Tüm bu tespitler karşısında; dava tarihi itibariyle taraflar arasında 6325 sayılı Kanun hükümleri dikkate alındığında, yapılan işlemler geçerli ihtiyari arabuluculuk faaliyeti olarak nitelendirilemez. Kanun hükümlerine göre usulüne uygun bir başvuru olmadığı, arabuluculuk görüşmelerinin hiç yapılmadığı ve mevzuat hükümleri çerçevesinde usulüne uygun, geçerli bir tutanak düzenlenmediği ve dava tarihi itibari ile zorunlu arabuluculuk şartının henüz yürürlüğe girmediği de dikkate alınarak, davaya konu ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti yönünden işin esasına girilerek sonuca gidilmesi gerekirken, hukuken geçerli bir anlaşmanın varlığı kabul edilerek “arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılan konularda dava açılamayacağı” yönündeki gerekçeyle davanın usulden reddi hatalı olup, bu yönde ilk derece mahkemesi ile Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının BOZULMASINA karar vermek gerekmiştir.

H) SONUÇ:
Bölge Adliye Mahkemesi ile İlk Derece Mahkemesinin kararlarının, yukarıda yazılı nedenden dolayı BOZULMASINA, dava dosyasının İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 11/06/2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

OTOBÜS ŞOFÖRÜ – HİZMET TESPİTİ

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2013/7070
KARAR NO : 2014/7185

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi
TARİHİ : 19/02/2013
NUMARASI : 2013/112-2013/433
DAVACI : Bekir Sadık D. Vek. Av. Selim Hartavi
DAVALI : 1-Sosyal Güvenlik Kurumu
2-T. Turizm Ve Ticaret Ltd Şti

Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde 01/08/2004-01/11/2009 tarihleri arasında geçen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davalılardan Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Mahmut Kalemci tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

K A R A R

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı Kurumun aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,

2-Dava, davacının 01.08.2004 – 01.11.2009 tarihleri arasında davalı işverene ait iş yerinde geçen ve Kuruma bildirilmeyen sigortalı çalışmalarının tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulü ile hükümde yazılı şekilde karar verilmiş ise de bu sonuca eksik araştırma ve inceleme ile gidilmiştir.

Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Yasa’nın 79/10. ve 5510 sayılı Yasa’nın 86/9. maddeleri bu tip hizmet tespiti davaları için özel bir ispat yöntemi öngörmemiş ise de, davanın niteliği kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerektiği Yargıtay’ın ve giderek Dairemizin yerleşmiş içtihadı gereğidir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davalı işyerlerinden 16162 sicil numaralı işyerinin 01.03.1995 tarihinden itibaren, 18748 sicil numaralı işyerinin 20.01.1998 – 31.01.2006 tarihleri arasında 506 sayılı Kanun kapsamında olduğu, bu işyerlerinden 16162 sicil numaralı işyerinden davacı adına 26.04.2008 tarihinde işe giriş bildirgesinin verildiği, ihtilaflı dönemde 16162 sicil numaralı işyerinden 26.4.2008 – 31.8.2009 tarihleri arasında çalışmalarının bildirildiği, aynı zamanda davalı işyeri ile irtibatlı olup olmadığı anlaşılamayan 1012423 sicil numaralı işyerinden de 22.06.2007 – 22.08.2008 tarih aralığında davacı adına çalışmanın bildirildiği, Nisan 2008 – Ağustos 2009 arasındaki dönemlere ait imzalı ücret bordrolarının olduğu, davacının çeşitli otogarlara giriş – çıkış yaptığına dair makbuzların olduğu görülmüştür.

Somut olayda; davacı tanıklarının, dava konusu dönemde davacının çalışmasını doğrulamalarına rağmen, davalı tanıklarının davacının bildirilen dönem haricinde çalışmadığını beyan ettikleri, resen tanık seçilerek dinlenilmediği ve tanık beyanları arasındaki çelişkinin giderilmediği, hüküm altına alınan dönemde davacının şoförlüğünü yaptığı 34 YUU …., 34 AR …. ve 63 YV …., plakalı otobüslerinin kime ait olduğunun, davalı şirketle ilgisi olup olmadığının araştırılmadığı, hizmet tespiti davası yönünden kesin delil teşkil etmeyen ancak kuvvetli delil niteliğinde olan Yargıtay incelemesinden geçerek kesinleşen alacak davasında 01.08.2004 – 01.06.2007 ve 01.09.2007 – 25.04.2008 tarihleri arasında geçen çalışmalara göre alacak miktarının hesaplandığı, imzalı ücret bordrolarına rağmen Nisan 2008 tarihinde eksik bildirilen sürenin 30 güne tamamlanacak şekilde hüküm kurulduğu anlaşılmıştır.

Yapılacak iş; hüküm altına alınan dönemde davacının şoförlüğünü yaptığı 34 YUU …, 34 AR …. ve 63 YV…., plakalı otobüslerinin kime ait olduğunu ve davalı şirketle ilgisi olup olmadığının araştırmak, ihtilaflı döneme ilişkin tüm dönem bordrolarından, ihtilaflı dönemin tamamında kayıtlı ve tarafsız tanıklar saptanarak bunların bilgilerine başvurmak, bordrolarda adı geçen kişilerin adreslerinin tespit edilememesi veya beyanları ile yetinilmediği takdirde, Sosyal Güvenlik Kurumu, zabıta, maliye ve meslek odası aracılığıyla işyerine o tarihte komşu olan diğer işyerlerinde uyuşmazlık konusu dönemde çalıştığı tespit edilen kayıtlı komşu işyeri çalışanları; yoksa işyeri sahipleri araştırılıp tespit edilerek çalışmanın niteliği ile gerçek bir çalışma olup olmadığı yönünde yöntemince beyanlarını almak, imzalı ücret bordrolarındaki imzaların davacının eli ürünü olup olmadığını davacıya sormak, inkâr halinde imza incelemesi yaptırmak, imzaların davacının eli ürünü olduğu anlaşılırsa, imzalı ücret bordrosu olan dönemlerde imzalı ücret bordrosu kadar, imzalı ücret bordrosu olmayan veya olup da itiraz edilen imzaların davacıya ait olmadığı anlaşılan dönemler yönünden ispat edilen duruma göre karar vermekten ibarettir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 08/04/2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
Mesut BALCI
Üye
H. KARA
Üye
T. TOPRAK
Üye
İ. KIR
Üye
A. YENER

Ö.O.B.

ŞUF’A DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN BAŞLANGICI

T.C.
YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ
E. 2001/5825
K. 2001/8011
T. 16.10.2001

• ŞUF’A DAVASINDA HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN BAŞLANGICI ( İştirak Halinde Mülkiyet Konusu Taşınmaz Payının Satışında )
• İŞTİRAK HALİNDE MÜLKİYETE TABİ PAYIN PAYDAŞLARINCA AÇILAN ŞUF’A DAVASI ( Hak Düşürücü Sürenin Başlangıcı )
• HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN BAŞLANGICI ( Terekeye Ait Paya Dayanarak Mirasçılarca Satılan Pay İçin Açılan Şuf’a Davasında )
• TEREKEYE AİT PAYA DAYANARAK AÇILAN ŞUF’A DAVASI ( Hak Düşürücü Sürenin Başlangıcı )
743/m.658/son
ÖZET : Şuf a davasında Davacının dayandığı pay iştirak halinde mülkiyete konu ise, bir aylık hak düşürücü süre iştirakçi ortaklardan satışı en geç öğrenenin öğrenme tarihine göre saptanır. Hak düşürücü sürenin geçtiğini iddia eden bunu ispatla mükelleftir.

DAVA : Mahalli mahkemesinderı verilrniş bulunan şuf’a davasına dair kararın temyiz incelemesi duruşmalı olarak davacı tarafından süresi içinde istenilmekte dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü.

KARAR : Dava, şuf’alı payın iptali ile davacılar adına tescili istemine ilişkindir: Mahkemece davanın süreden reddine karar verilmiş, hüküm davacı miras şirketi temsilcisi tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının dayandığı pay iştirak halinde mülkiyete konu ise tüm iştirakçilerin birlikte dava açması veya birinin açtığı davaya diğerlerinin muvafakat etmesi gerekir. Çünkü bu gibi hallerde 11.10.1982 gün 3/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın tereke adına açıldığının kabulü icabeder. Muvafakat duruşmaya gelip bu konuda beyanda bulunmakla veya imzası noterce tasdikli muvafakat belgesi ibrazı suretiyle yahut davacı adına davayı takip eden avukata vekâlet vermekle yapılabilir. Bunlardan birinin gerçekleşmesi halinde muvafakat veren ortağın davacı safında yer alarak davayı takip etmesine gerek kalmaz. Muvafakat veren ortak haktan vazgeçtiğini de beyan ederse davanın kabulü halinde şuf’alı pay diğerleri adına davacı dışındakilerin hepsi haktan vazgeçerse şuf’alı pay sadece davacı adına tescil edilir. Bu yolda ortakların tümünün muvafakati sağlanamazsa payı bırakan murisin terekesine MK. 581-630. maddeleri uyarınca görevli mahkemede mümessil tayini için davacıya süre verilir. Mümessil davacı dışında biri olursa davacının sıfatı biter, davayı mümessil takip eder. Mümessille takip edilen davanın kabulü halinde şuf’alı payın tereke adına tescili gerekir. Dava hakkına ilişkin olan bu hususun hakim tarafından kendiliğinden öncelikle nazara alınması icabeder.

Şuf’a hakkının tapuda yapılan satışın öğrenilmesinden itibaren bir ay içinde kullanılması gerekir. İştirakçi ortaklarda da bunlardan satışı en geç öğrenenin öğrenme tarihine göre bir aylık hak düşürücü süre saptanır. Diğer ortakların daha önce öğrenmesi önem taşımaz. Bu hak her türlü irade bildirimiyle kullanılabileceği gibi doğrudan doğruya dava açılarak suretiyle de kullanılabilir. Dava dışı kullanılan irade bildirimi süreyi koruyacağından yasal süresi içinde her zaman dava açılabilir. Şuf’a hakkı tapudaki satış işleminden sonra doğacağından şuf’alı payın daha önce satılacağının öğrenilmesi veya hak sahibine vaki satın alma teklifinin kabul edilmemesi hiçbir hukuki değer taşımaz. Davalı hak düşürücü süre geçirildiği savunmasında bulunmuşsa bunu isbat etmesi gerekir. Bu konuda tanık dahil her türlü delil ikamesi mümkündür. Önce davalı delillerinin, daha sonra varsa davacı delillerinin toplanması gerekir:

Olayımızda; davacıların şuf’alı payın ilişkin olduğu taşınmazda müstakil payları yoktur. Pay miras bırakanları Selma adına kayıtlı olup, Sarıyer Sulh Hukuk Mahkemesinin 20.12.1999 gün 1999/1166-1317 esas karar sayılı kararı ile Selma’nın terekesine Ayşe ( EI Jabsheh ) temsilci olarak atanmıştır. Miras şirketi temsilcisi davayı yürüten avukata vekalet vermiş, yargılamaya bu şekilde devam olunmuştur. Bu nedenle davanın yürütülmesinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Davalı davanın öğrenmeye nazaran bir aylık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını, taşınmazda fiili taksim olduğunu, davacıların şuf’a hakkından zımnen feragat ettiklerini savunmuş, mahkemece davanın süreden reddine karar verilmiş, hüküm gerekçesi davalı tarafından temyiz edilmediğinden uyuşmazlık davanın bir aylık hak düşürücü sürede açılıp açılmadığı noktasında toplanmaktadır. Dava konusu pay davalıya 24.4.1996 günü ihtiyari ihale ile satılmış tapuya 19.6.1999 tarihinde tescil edilmiştir. Davalı satıştan Ayşe ile Murat’ın haberdar olduğunu savunmuş ise de diğer mirasçı Emine’nin hangi tarihte satışı öğrendiğine dair bir beyanda bulunmadığı gibi gerek dava dosyasında gerekse içerisinde bulunan Sarıyer İkinci Asliye Hukuk Mahkemesine ait 1998/411 ve 1998/120 esas sayılı dava dosyalarında mirasçı Emine’nin satıştan haberdar olduğuna dair bir bilgiye rastlanılmamıştır. Yukarıda açıklandığı gibi süre iştirakçi ortaklardan satışı en geç öğrenenin öğrendiği tarihe göre hesaplanacağından ve iştirakçi ortak Emine’nin öğrendiği savunma olarak kanıtlanamadığından dava süresindedir. Dava süresinde açıldığına göre şuf’a hakkının tanınmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle istemin reddi hatalı olmuştur.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenle temyiz itirazlarının kabulü ile HUMK.nun 428. maddesi uyarınca hükmün ( BOZULMASINA ) ve istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine 16.10.2001 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ELBİRLİĞİ MÜLKİYETİNİN PAYLI MÜLKİYETE ÇEVRİLMESİNE DAİR İLAMIN İNFAZININ SAĞLANMASI

T.C
YARGITAY
14. HUKUK DAİRESİ
E. 2018/1272
K. 2018/5005
T. 3.7.2018

4721/m.640,732

11.10.1982 T. 3/2 S. İBK

ÖZET : Dava ve birleştirilen davalar, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Dava tarihi itibariyle davacının dayandığı pay elbirliği mülkiyetine konu olduğundan davacının tereke adına dava açtığı gözetilerek davada iştirakin sağlanması gerektiği, diğer elbirliği ortaklarının muvafakatinin alınması gerektiği ile davacının dayandığı elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair Sulh Hukuk Mahkemesi ilamının kesinleşmesine rağmen infaz edilmediği hususlarına önceki bozma ilamında değinilmişse de bozmaya uygun karar verilmediği anlaşılmakla;

Davanın görülebilirlik koşulu itibariyle davacının eldeki davayı kendi adına sürdürebilmesi için tapu kaydında iştirakin çözülmesi, elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair ilamın infazının sağlanması gerektiği; aksi halde davanın tereke adına sürdürülmesi zorunluluğu gözetilerek TMK’nun 640. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiği kuşkusuz olduğundan hükmün bozulması gerekmiştir.

DAVA : Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 26.11.2010 gününde verilen dilekçeyle önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil talebi üzerine bozma ilamına uyularak yapılan duruşma sonunda; dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine dair verilen 09.02.2016 tarihli hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı- birleştirilen davacı vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

KARAR : Dava ve birleştirilen davalar, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı- birleştirilen davacı vekili, müvekkilinin elbirliği maliklerinden biri olduğu 427, 617, 444, 431, 430 ve 428 parsel sayılı taşınmazların dava dışı önceki paydaşları tarafından 13/240 payının 31.03.2009 tarihinde davalıya satıldığını, müvekkiline satışla ilgili noter bildirimi yapılmadığını ileri sürerek önalım hakkı sebebiyle tapuda davalı adına kayıtlı payın iptali ile müvekkili adına tescilini istemiştir.

Davalı- birleştirilen davalı vekili, resmi senette gösterilen bedellerin gerçek satış bedelinden daha düşük olduğunu, müvekkilince 03.04.2009 tarihinde Vergi Dairesine verilen dilekçeyle gerçek bedeller üzerinden verginin ödendiğini, davanın satış tarihinden uzun bir süre geçtikten sonra açılması ve taşınmazların değerinin artması sebebiyle yeni belirlenecek değerler üzerinden depo kararı verilmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, dava ve birleştirilen davaların kabulüne dair verilen kararın davalı- birleştirilen davalı vekilince temyizi üzerine; Dairemizin 30.04.2015 tarih, 2015/4244 Esas, 2015/4938 karar sayılı ilamı ile “… davaya konu 427, 428, 430, 431, 444 ve 617 parsel sayılı taşınmazlarda davacı 26.01.2011 tarihinde intikal suretiyle diğer mirasçılar ile birlikte elbirliği ortaklığı şeklinde malik olup diğer iştirakli malikler adına da davacı tarafından yasal önalım hakkı kullanılmak amacıyla bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Ancak davacı dışında 26.01.2011 tarihinde intikal suretiyle pay maliki olan diğer iştirakçi maliklerin davada yer almadıkları anlaşılmaktadır.

Diğer taraftan, Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2011/442 Esas, 2012/100 Karar sayılı “dava konusu taşınmazlardaki elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine” dair verilen kararının kesinleştiği görülmektedir.

O halde anılan ilamın kesinleşmesiyle artık bu davada terekeye temsilci atanması yoluna gidilemeyeceği de gözetilerek yukarda açıklandığı şekilde işlem yapılarak (elbirliği maliklerinin muvafakatları alınarak) taraf teşkilinin sağlanması, daha sonra işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde asıl ve birleştirilen davaların kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Hükmü, davacı- birleştirilen davacı vekili temyiz etmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkının kullanılmasında davacının dayandığı pay elbirliği mülkiyetine konu ise tüm ortakların birlikte dava açması veya birinin açtığı davaya diğerlerinin muvafakat etmesi gerekir. Çünkü bu gibi hallerde 11.10.1982 gün 3/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca davanın tereke adına açıldığının kabulü gerekir. Muvafakat duruşmaya gelip bu konuda beyanda bulunmakla veya imzası noterce onaylı muvafakat belgesi ibraz edilmesi suretiyle yahut davacı adına davayı takip eden avukata vekalet verilmesi ile sağlanabilir. Bu yolda ortakların tümünün muvafakatı sağlanamazsa Türk Medeni Kanununun 640.maddesi hükmü uyarınca miras bırakanın terekesine görevli mahkemede temsilci atanması için davacıya süre verilir. Temsilci davacı dışında biri olursa davacının sıfatı biter, davayı temsilci takip eder. Dava hakkına dair olan bu hususun hakim tarafından kendiliğinden öncelikle nazara alınması gerekir.

Somut olaya gelince, mahkemece bozma ilamına uyulmasına rağmen bozma gereklerinin tamamen yerine getirildiği söylenemez. Davanın açıldığı tarih itibariyle davacının dayandığı pay elbirliği mülkiyetine konu olduğu için davacının tereke adına dava açtığı gözetilerek davada iştirakin sağlanması gerektiği Dairemizin önceki bozma ilamında vurgulanarak bu bağlamda diğer elbirliği ortaklarının muvafakatinin alınması gereğine değinilmiştir. Ayrıca davacının dayandığı elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair Sulh Hukuk Mahkemesinin, 09.02.2012 tarih, 2011/442 Esas, 2012/100 Karar sayılı ilamın kesinleşmesine rağmen infaz edilmediği hususuna da yer verilmiştir.

O halde, davanın görülebilirlik koşulu itibariyle davacının eldeki davayı kendi adına sürdürebilmesi için tapu kaydında iştirakın çözülmesi, başka bir ifadeyle anılan elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair ilamın infazının sağlanması gerektiği açıktır. Aksi halde davanın tereke adına sürdürülmesi zorunluluğu gözetilerek TMK’nun 640. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiği kuşkusuzdur.

Mahkemece, elbirliği mülkiyetinin paylı mülkiyete çevrilmesine dair kararın tapu kaydına yansıtılması için davacı tarafa uygun bir süre verilmesi, verilen süre içerisinde kararın tapu kaydına yansıtılıp yansıtılmadığı güncel tapu kayıtlarının getirtilmesi suretiyle denetlendikten başka bir ifadeyle, yukarda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle davanın görülebilirlik koşulu yerine getirildikten sonra işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken noksan inceleme ve araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davacı-birleştirilen davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istenmesi halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03.07.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

BELİRSİZ ALACAK DAVASINDA YARGILAMA SIRASINDA ARTTIRILAN TALEPLERE KARŞI ZAMANAŞIMI DEFİ

T.C
YARGITAY
9.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2015/5101
KARAR:2016/19654
TARİH :10/11/2016

MAHKEMESİ :İŞ MAHKEMESİ

DAVA : Davacı, kıdem tazminatı ile fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, izin ücreti, ücret alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y    K A R A R I

A) Davacı İsteminin Özeti:Davacı vekili, davacının 01.06.1995 tarihinde davalı iş yerinde çalışmaya başladığını, 1475 sayılı Kanun’un 14/5. maddesi uyarınca davacının iş sözleşmesini feshetmek istediğini davalı işverene 18.03.2013 tarihinde bildirdiğini, bunun üzerine davalının, davacının iş yerinde çalışan evli bir bayanla ilişkisinin tespit edildiğini ve bu nedenle 15.03.2013 tarihinde davacının iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiği yönündeki yanıtı verdiğini, bu tarihte davacının raporlu olduğunu, davacının bu iddialarının doğru olmadığını bu nedenle feshin haksız olduğunu ileri sürerek, kıdem tazminatı, ücret, fazla mesai ücreti, ulusal bayram-genel tatil ücreti ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:Davalı vekili, davacının 01.06.1995-15.03.2013 tarihleri arasında davalı iş yerinde çalıştığını, davacının iş yerinde çalışan evli bir bayanla evlilik dışı ilişki yaşaması ve bu durumun iş yerinin huzur ve güvenliğini etkilediğini, ahlak ve iyi niyet kurallarına aykırı davranış gerçekleştirdiği gerekçesiyle davacının iş akdinin haklı nedenle 15.03.2013 tarihli ihtarname ile feshedildiğini, bu nedenle davacının kıdem tazminatı alacağına hak kazanamayacağını savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:Kararı taraflar vekilleri temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalının tüm, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davaya konu işçilik alacalarının belirsiz alacak davasına konu olup olamayacağı noktasında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Belirsiz alacak davası 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile öngörülen ve alacaklıya bazı avantajlar sağlayan yeni bir dava türüdür. Sözü edilen hükme göre “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”. Şu hale göre davanın açıldığı tarihte alacak miktarının belirlenmesi imkansız ise belirsiz alacak davası açılabilir. Öte yandan alacaklı tarafından alacağın miktar veya değerinin tam olarak belirlenmesi beklenemez ise yine belirsiz alacak davası açılabilir.

Belirsiz alacak davasını öngören hükümde biri sübjektif, diğer objektif iki unsur karşımıza çıkmaktadır. Alacağın veya dava değerinin belirlenmesini objektif olarak imkansız olması halinde belirsiz alacak davası açılabilecektir. Örneğin iş kazası geçiren işçinin açacağı davada işveren ve işçinin karşılıklı kusur oranları, kusursuz sorumluluk olup olmadığı ve varsa kaçınılmazlık durumu ve maluliyet oranlarının dava açma aşamasında belirlenmesi imkansızdır.

Sübjektif unsur ise alacaklının talep konusu miktarı belirlemesinin alacaklıdan beklenememesidir. İşçinin yasal hakları ödenmeksizin işten çıkarıldığı bir durumda yukarıda belirtilen masraflara ek olarak uzman hesap raporu aldırarak olası işçilik alacaklarını belirlemesi de hak arama özgürlüğü önünde engel olarak değerlendirilebilir.
Talep sonucunun rakam olarak ifadesinin imkansızlığı, davacının tam olarak miktarını bilmediği ve bu bilgisizliğini davalının sahasında bulunan vakıalardan kaynaklandığı durumlarda söz konusudur.
Dairemizin kısmi dava ile ilgili verdiği bu ölçütleri kabul eden Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 17.10.2012 gün ve 2012/9-838 E, 2012/715 K sayılı kararında “İşçilik alacaklarının özelliği de dikkate alınarak, bu alacaklarda, talep konusunun miktarının taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli olduğunu söylemek mutlak olarak doğru olmadığı gibi, aksinin kabulü de doğru olmayacağını, talep konusu işçilik alacakları belirli olup olmadığının somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi ve sonuca gidilmesinin daha doğru olacağını” açıkça belirmiştir.

Aynı dava dilekçesinde birden fazla işçilik alacaklarının talep edildiği durumlarda davaların yığılmasından söz edilir ki, alacağın belirli olup olmadığı her bir alacak kalemi bakımından somut olayın özelliğine göre değerlendirilmelidir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17.10.2012 gün, 2012/ 9-838 E, 2012/ 715 K sayılı kararı da bu yöndedir.

Davaya konu işçilik alacaklarının bir kısmının ya da bazılarının belirsiz alacak davasına konu olamayacağı belirlendiği taktirde, hakim hemen davayı reddetmemeli, HMK.’nun 115/2 maddesi uyarınca eksikliği tamamlaması yani alacağını belirleyerek buna göre talepte bulunması için davacıya kesin süre vermeli, gereğinin yerine getirilmemesi halinde dava şartı eksikliğinden dava reddedilmelidir. Dairemiz kararları ile Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin kararları bu yöndedir(Yargıtay 9.HD. 26.01.2014 gün, 2014/1962 E, 2014/6034 K. ; Yargıtay 9.HD. 27.02.2012 gün ve 2012/1757 E, 2012/5742 K. ; Yargıtay 19. HD. 16.01.2014 gün, 2013/ 17491 E, 2014/ 1332 K. Yargıtay 19. HD, 16.01.2014 gün, 2013/ 17366 E, 2014/ 1329 K.).

Alacağın belirsiz olması halinde alacaklı, belirsiz alacak davası açabileceği gibi kısmi dava olarak da alacağın tahsilini talep edebilir.

Dava dilekçesinde alacağın belirsiz olduğundan söz edilmiş olsa da, kısmi dava açıldığının ifade edilmesi halinde davanın türünün kısmi dava olarak kabulü gerekir. Zira alacak belirsiz ise kısmi dava yoluyla alacağın istenmesine engel bir durum yoktur. Bu ihtimalde kısmi dava ancak talep edilen kısım itibarıyla zamanaşımını keser. Yargılama ile alacağın belirlenen kalan kısmı ıslah veya ek dava ile talep edildiğinde arttırılan miktarlar bakımından faiz başlangıcı -kural olarak- talep tarihidir. Bu nedenle davanın türünün belirsiz alacak davası veya kısmi dava oluşunun sonuçları farklı olup, tereddüt halinde hakim tarafından bu husus davacıya açıklatılmalı ve davanın türü ön inceleme tutanağına yazılarak tahkikat aşamasına geçilmelidir.

Belirsiz alacak davası ise mevcut yasal düzenleme çerçevesinde üç değişik şekilde açılabilir. Eda (tahsil talebi ile) davası niteliğinde belirsiz alacak davasının açılabileceği HMK’nun 107. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında öngörülmüştür. Tespit niteliğinde belirsiz alacağı tespit davası ise aynı maddenin 3. fıkrasına dayanmaktadır. Maddenin gerekçesine göre ise alacaklı kısmi eda külli tespit davası da açabilir. Her bir dava türünün farklı özellikleri bulunmaktadır.

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, alacaklı belirleyebildiği miktarı davaya konu etmelidir. Bu konuda rastgele bir miktarı talep etmesi doğru olmaz. Örneğin, işveren ve … kayıtlarında 10 yıl ve asgari ücretten hizmeti görünen bir işçi, çalışma süresini 12 yıl ve ücretini net 2.000,00 TL olarak açıklamak suretiyle kıdem tazminatıyla ilgili belirsiz alacak tahsil davası açabilir. Bu davada, kayıtlarda geçen süre ve asgari ücrete göre belirlenebilen miktar talep edilmelidir. Başka bir anlatımla tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında alacaklı belirleyebildiği kadarıyla bir hesaplama yapmalı ve bu miktarı talep etmelidir. Dava dilekçesinde şimdilik kaydıyla farazi bir miktar (100,00 TL) gösterilmesi halinde,davanın, tahsil amaçlı belirsiz alacak davası olarak kabulü doğru olmaz.

Tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında, işverenin vereceği cevap, ön inceleme aşamasında bu yönde uzlaşı veya tahkikat aşamasında belirsizlik ortadan kalktığında, 107/2. maddeye göre davacı miktarı arttırabilir ve alacağın tümünün tahsilini talep edebilir. Bu aşamada iddianın genişletilmesi yasağı devreye girmez.

HMK’nun 107. maddesinin gerekçesine göre, alacak belirli hale geldiğinde artırım, sadece bir kez yapılabilir. İkinci kez artırım yapılmak istenirse, iddianın genişletilmesi yasağı ile karşı karşıya kalınır.

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında, dava tarihinde alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 157. maddesi uyarınca, dava süresince tarafların yargılamaya ilişkin her işleminden veya hâkimin her kararından sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başlar. Bu nedenle yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemeyeceğinden, davacının talep artırım dilekçesi üzerine ileri sürülen zamanaşımı definin de sonuca bir etkisi olmaz.

Tahsil talepli belirsiz alacak davasında faiz başlangıcı, davadan önce temerrüt söz konusu değilse dava tarihi olmalıdır. Alacak belirlendikten sonra arttırılan kısım için faiz başlangıcı temerrüt ya da dava tarihidir. Belirtmek gerekir ki, belirsiz alacak davasının alacaklıya sağladığı bütün imkanlar bir tek tahsil amaçlı belirsiz alacak davasında ortaya çıkar.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabileceği HMK’nun 107/3. maddesinde kabul edilmiş olmakla, davanın miktar belirtmeden açılması da imkan dahilindedir. Bu halde hukuki yarar yokluğu ile ilgili tartışmalara mahal vermemek için, 107. maddenin son cümlesinde, belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasında hukuki yararın bulunduğu ifade edilmiştir.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılabilmesinin en önemli sonucu, belirsiz alacak tespit davasının da alacağın tamamı için zamanaşımını kesmesidir. Bu husus, 107. maddenin gerekçesinde açıklanmıştır.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılmasının ardından, alacağın yargılama sırasında belirlenmesi üzerine HMK’nun 107/2. maddesine göre miktarın arttırılması mümkün değildir. Zira sözü edilen hüküm, belirsiz alacak davasının miktar belirtilmesi yoluyla eda davası biçiminde açılması halinde uygulama alanı bulabilir. Ancak belirsiz alacak tespit davasında yapılan yargılama ile alacak belirlendikten sonra, davanın tamamen ıslahı suretiyle alacağın tahsili talep edilebilir.

Belirsiz alacak davasının tespit davası olarak açılması ve ardından ıslahla eda davasına dönüştürülmesinin, davanın belirli bir miktar üzerinden açılmasından farkı, faiz başlangıcı noktasında kendisini gösterir. Belirsiz alacak davası tespit davası olarak açıldığında faiz başlangıcı, alacakların rakam olarak talep edildiği ıslah tarihi olmalıdır. Belirsiz alacak davası ile kesilmiş olan zamanaşımı yargılama sırasındaki işlemler ve hakimin her kararı ile kesileceğinden ıslaha karşı ileri sürülen zamanaşımı defi sonuca etkili değildir.

HMK 107. maddesinin gerekçesine göre belirsiz alacak davasının, kısmen eda davasıyla birlikte külli tespit davası olarak da açılabilmesi imkan dahilindedir. O halde belirsiz alacak davasında bir miktarın tahsili yanında, kalan tutarın tespiti istenebilecek ve yargılama sırasında belirlendiğinde kalan miktar da talep edilebilecektir.

Bunun tam eda davasından farkı, belirlenebilen miktarın talebi yerine, kısmi bir miktarın istenebilmesidir. Örneğin belirsiz bir alacak için alacaklı tarafından belirsiz alacak davası açıldığında ve 100,00 TL için tahsil, kalan miktarı için ise alacağın tespiti istendiğinde kısmi eda külli tespit davasından söz edilir. Zira alacaklı işveren veya resmi kurum kayıtlarında geçen belirleyebildiği miktarı davaya konu etmek yerine, farazi bir miktar için talepte bulunmuştur. Sözü edilen davanın kısmi davadan farkı ise, alacaklının kısmi dava açtığını belirtmeksizin belirsiz alacak davasından söz ederek taleplerde bulunmasına dayanır. Yukarıda açıklandığı üzere belirsiz bir alacak için alacaklının açıkça kısmi dava açtığını belirterek talepte bulunması veya belirsiz alacaktan söz edilmeksizin kısmi taleplerde bulunulması halinde davanın kısmi dava olarak açıldığı kabul edilir.

Kısmi eda külli tespit davasının açıldığı anda alacağın tamamı için zamanaşımı kesilir. Yargılama sırasındaki işleminden veya hâkimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlayacağından yargılama sırasında alacağın zamanaşımına uğradığından söz edilemez. Bu nedenle yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı defi sonuca etkili değildir. Ancak faiz başlangıcı açısından tahsil amaçlı belirsiz alacak davasından farklı bir durum vardır. Davaya konu edilen miktar bakımından faiz başlangıcı olarak dava tarihi kabul edilmelidir. Alacağın kalan kısmın sadece tespiti istenmiş olmakla, belirlenen bakiye alacak miktarının ilerde talep edildiği tarihten itibaren faize karar verilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta, davacı vekili kısmi eda külli tespit istemli belirsiz alacak davası açmıştır. Yukarıda da belirtildiği üzere yargılama sırasında arttırılan taleplere karşı yapılan zamanaşımı definin hukuki sonucu olmadığından davacı vekilinin talep artırım dilekçesi üzerine davalı vekili tarafından ileri sürülen zamanaşımı definin dikkate alınarak sonuca gidilmesi hatalıdır.

F) Sonuç:Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 10.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YIKIM – ELATMANIN ÖNLENMESİ- DAVA KONUSUNUN DEVRİ

T.C
YARGITAY
8. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2018/3693
KARAR:2019/6170

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Elatmanın Önlenmesi – Yıkım

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın usulden reddine karar verilmiş olup hükmün davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

K A R A R

Davacı vekili; kayden maliki olduğu 1303 ada 756 parsel sayılı taşınmazına, komşu 755 parsel maliki davalının taşınmazının bir kısmına ihata duvarı yapmak suretiyle müdahale ettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmış; davalı ise, maliki olduğu 755 parsel sayılı taşınmaz üzerinde inşaat yapabilmek için Belediyeden 09.08.1978 tarihinde imar çapı aldığını, daha sonrada ruhsat alarak inşaata başladığını, inşaatı bitirip 1987 yılında ise yapı kullanma izin belgesi aldığını, anılan taşınmazın imar parseli olduğunu, 30 yıldan fazla zamandır mevcut haliyle taşınmazı kullandığını, işgalinin söz konusu olmadığını belirterek, temliken tescil taleplerinin kabulü ile davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece; (ilk kararda) davanın kabulü ile davalının el atmasının önlenmesine ve muhtesatın yıkımına, muhtesat bedeli 3.704,43 TL’nin karar kesinleştiğinde davalıya ödenmesine karar verilmiş, verilen karar davalı vekilince temyiz edilmiştir. Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 27.11.2014 tarihli ve 2014/8484 Esas, 2014/18474 karar sayılı ilamı ile “…. somut olayda davacı adına kayıtlı 755 parsel sayılı taşınmazın yargılama sırasında el değiştirmiş, yeni malikin davaya katılmadığı görülmüştür.Mahkemece yapılacak işin 6100 sayılı HMK’nin 125. (1086 sayılı HUMK’un 186.) maddesinin öngördüğü usuli işlemlerin uygulanmasının gerekeceğinde kuşku yoktur. Öyle ise; davacının yargılama sırasında taşınmazını 3.kişiye devretmesi karşısında HMK’nin 125. maddesi uyarınca yukarıda değinilen usulü eksikliklerin giderilmesi, ondan sonra işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.” gerekçeleriyle bozma kararı verilmiştir

Mahkemesince, bozmaya uyma kararı verilerek yeniden yapılan yargılama neticesinde, davacının davasının aktif husumet ehliyeti bulunmaması nedeniyle HMK’nin 114/1 maddesi gereğince usulden reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının kayden maliki olduğu çekişme konusu 756 parsel sayılı taşınmazını 24.03.2010 tarihinde satın alma suretiyle edindiği, eldeki davanın 23.07.2010 tarihinde açıldığı, davacının dava konusu taşınmazını yargılama sırasında 28.07.2010 tarihinde dava dışı …’a devrettiği, … tarafından (13.06.2012 tarihinde) dava dışı …’e devredilen taşınmazın en son 09.10.2014 tarihinde … tarafından da dava dışı … Oğlu …’a aktarıldığı, komşu 755 parsel sayılı taşınmazın da halen davalı adına kayıtlı olduğu anlaşılmaktadır.
Dava konusunun devri 6100 sayılı HMK’nin 125. maddesinde düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin 1. bent a ve b fıkralarında davanın açılmasından sonra davalı tarafın dava konusunu üçüncü bir kişiye devretmesi halinde davacının seçimlik hakları gösterilmiştir. Somut uyuşmazlıkta bu husus konumuzun dışındadır. Dava konusunun davacı tarafından devri 125. maddelerin 2. bendinde düzenlenmiş ve madde metninde aynen “davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devir edilecek olursa, devralmış olan kişi görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden devam eder” denilmiştir.

Dava konusunun davacı tarafından üçüncü bir kişiye devredilmesi halini düzenleyen HMK’nin 125/2. maddesi hükmü, devralan üçüncü kişinin hukuk gereği davacı sıfat ve buna bağlı olarak dava takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği gerekçesiyle devralan kişinin kendiliğinden davacı yerine geçerek davaya kaldığı yerden devam olunacağı esasını getirmiştir. Bu hükme göre dava, davayı devralan üçüncü kişi ile davalı arasında devam edecektir. Bunun için davalının bu konuda karar vermesi veya devralan üçüncü kişinin davacı yerine geçmesi için onayı aranmaz . Dava konusu şey, dava açıldıktan sonra davacı tarafından başka bir kişiye devredilirse, bu durumda devralmış olan kişi davacı yerine geçerek görülmekte olan davaya kaldığı yerden devam eder. Ancak bu halde davalı yeni davacıya karşı, kişisel savunma sebeplerini ileri sürebilir

Somut olayda, dava konusu taşınmaz yargılama aşamasında son olarak dava dışı …’a devredildiğine göre … davacıların yerine geçmiştir. Bu nedenle (çekişmeli taşınmazı devreden) ilk davacılar vekiline son malikin vekaletnamesini sunması için kesin süre verilmesi doğru değildir. Mahkemenin resen son malike ihbar yapması gerekmektedir.

Bu durumda mahkemece, dava açıldıktan sonra dava konusu taşınmaz ( en son) dava dışı …’a devredildiğinden, …’ın HMK’nin 125/2. maddesi gereği dava açan davacıların yerine geçtiği, aktif dava ehliyeti bulunduğu ve son malike ihbar yapılmak suretiyle davaya kaldığı yerden devam edilmesi gerektiğinden, işin esasına girilip taraf delilleri toplandıktan sonra sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken yanlış değerlendirme ile davanın usulden reddi doğru olmamıştır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 19/06/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

ŞİRKETE AİT ÇEKE TEK İMZA ATARAK MAL ALMASI SONRADAN ŞİRKET ÇEKİ ÇİFT İMZALI DEĞİL DİYEREK ÖDEME YASAĞI KOYDURMASI, NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK SUÇUNUN OLUŞTUĞU.

T.C.
YARGITAY
15. CEZA DAİRESİ
ESAS NO: 2015/209
KARAR NO:2018/51
KARAR TARİHİ: 8.1.2018

Nitelikli dolandırıcılık suçundan sanığın mahkumiyetine dair hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek Gereği düşünüldü:

KARAR

Sanık hakkında, 5237 Sayılı TCK.nun 158/1-h maddesine aykırılık suçundan kamu davası açıldığı ve ek savunma hakkı verilmeden aynı maddenin (f) fıkrasıyla cezalandırıldığı anlaşılmış ise de, iddianamede sanığın şirkete ait çeki tek başına keşide ederek vermek suretiyle atılı suçu işlemiş olduğundan bahisle cezalandırılmasının talep edilmesi sebebiyle bankanın aracı kılınması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunun anlatılmış olduğu, sanığın alınan savunması öncesinde de iddianamenin okunarak atılı suçun anlatılmış olması, ek savunma hakkı yönünden bozma nedeni yapılmamıştır.

Suça konu çek bedeli ve sanık hakkında verilen ceza miktarı karşısında, tebliğ namede yer alan orantılılık kuralları gözetilmeden, hak ve nesafet kurallarına aykırı olarak, sanık hakkında asgari sınır üzerinden ceza tayin edildiği gerekçesiyle bozma görüşüne iştirak edilmemiştir.

Katılanın ticari ilişkisi sebebiyle … isimli şahıstan Finansbank Adana Şubesine ait 31/01/2008 keşide tarihli 20,000 TL bedelli … Ticaret A.Ş’ye ait çeki aldığı, katılanın sanık ilede görüşerek çekin doğruluğunu teyit ettikten sonra bankaya ibrazında, bankadan bildirilen cevabi yazıya göre de çek ile ilgili ödemeden men yasağı bulunması sebebiyle ödemenin yapılamadığı, sanığın şirketi tek başına temsil ve imza yetkisi olmadığı halde çeki keşide ettiği ve ödeme yasağı sebebiyle çek bedelinin ödenmediği, katılanın alınan beyanın da sonradan öldüğü anlaşılan … isimli kişi ile canlı hayvan alış verişi sonucunda aldığı şirket çekini sanık ile görüşüp doğruluğunu teyit ettikten sonra tahsil için bankaya götürdüğünde sanığın yetkilisi olduğu şirketin yazılı talebi üzerine çek ile ilgili ödemeden men yasağının bulunduğunu öğrendiğini, bu sebeple zararının olduğunu beyan ettiği, sanığın alınan savunmasında ise, … Mefruşat Ticaret A.Ş’nin yetkilisi ve ortağı olduğunu, şirket çeklerinde kızının ve kendisinin imzasının bulunması gerektiğini ancak tek başına imzaladığını, çekteki keşideci imzasının kendisine ait olduğunu, bankaya ödemeden men talimatını kendisinin verdiğini, bahse konu çeki de malzeme alış verişi için … isimli şahsa verdiğini beyan ettiği, sanığın bu şekilde şirkete ait çeki tek başına keşide ederek ve daha sonra da ödemeden men talimatı vererek haksız menfaat sağladığı, sanık savunması, katılan beyanı ve tüm dosya kapsamından anlaşıldığından, sanığın nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin sabit olduğu gerekçesine dayanan mahkemenin mahkumiyet hükmünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

SONUÇ : Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafiinin verilen kararın usul ve yasalara aykırı olduğuna ve sanığa alt sınırdan uzaklaşılarak ceza verilmesinin bozma nedeni oluşturduğuna dair yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle mahkumiyet hükmünün ONANMASINA, 08/01/2018 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

AİLE KONUTUNUN EŞ RIZASI ALINMADAN DEVRİ

T.C
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/16259
KARAR:2016/16213

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı aile konutu olarak özgülenen eşi adına kayıtlı taşınmazın diğer davalıya rızası dışında devredildiğini ileri sürerek davalılardan …adına olan tapu kaydının iptali ile davalı eşi adına tescili ve tapu kaydına aile konutu şerhi konulmasını talep etmiştir. Mahkemece davalı …’un kötüniyetli olduğunun kanıtlanamadığı ve dava konu taşınmazda davacının yılın belli aylarında ikamet ettiği bu sebeple aile konutu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden davacı ile davalı eşin dava konusu taşınmazın alt katında bir yıl süre ile birlikte oturdukları, davalı eşin 1995 yılında ortak konutu terk ederek başka bir kadınla yaşamaya başladığı, davacı kadının bu taşınmazın alt katında kalmaya devam ettiği, üst katında ise kiracının bulunduğu, ancak taşınmazın ısınma problemlerinin olması nedeniyle davacının kış aylarında çocuklarının yanında ….’da bulunduğu, yaz aylarında ise dava konusu taşınmaza gelerek kaldığı, dava konusu taşınmazın bulunduğu Ağın ilçesinde başka bir taşınmazın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacının kış aylarında çocuklarının yanına gidip onlarla kalıyor olması aile konutu vasfını ortadan kaldırmayacağı gibi ,eşyaların halen dava konusu konutta bulunması ve taraflar arasında evlilik birliğinin devam etmesi karşısında taşınmazın aile konutu olduğunun kabulü gerekir. Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır. (TMK m. 194). Türk Medeni Kanunu madde 194 hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır

… Davacı eşin taşınmazın devrine açık rızası bulunmamaktadır. O halde eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin “açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Gerçekleşen bu durum karşısında dava konusu taşınmazın alt katının aile konutu olduğu tanık beyanları ve mahkemece yapılan keşifle anlaşıldığına göre bu bölümün tapusunun iptali ile davalı eş adına tescilini ve bu bölüm üzerine aile konutu şerhi konulmasına karar verilecek yerde yazı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 20.12.2016 (Salı)

VEKİLE TEBLİĞ ZORUNLULUĞUNUN BULUNMASI ASİLE TEBLİGAT YAPILMASI LÜZUMUNU ORTADAN KALDIRMAZ VE YAPILAN TEBLİĞİ USULSUZ KILMAZ- USULSÜZ TEBLİĞ TALEBİNDE BORÇLUNUN HUKUKİ YARARI

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
ŞANLIURFA
2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2019/257 Esas
KARAR NO : 2019/201

DAVACI : S.S. ….ESNAF VE SANATKARLAR KREDİ VE KEFALET KOOPERATİFİ
DAVALI : MEHMET K….
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ –
DAVA : Şikayet (İcra Memur Muamelesi)
DAVA TARİHİ : 19/02/2019
KARAR TARİHİ : 28/06/2019
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 28/06/2019

Mahkememizde görülmekte bulunan Şikayet (İcra Memur Muamelesi) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekilinin vermiş olduğu dava dilekçesinde; ”Takip alacaklısı taraından müvekkil kurum alyihne Şanlıurfa 2. İcra müdürlüğünce 2019/1115 esas numarası ile ilamlı icra takibi başlatılmıştır.
Söz konusu ilamı veren Şanlıurfa 1. İcra hukuk mahkemesi 2018/1243 esas 2019/34 karar sayılı dosyasında ilam da ismi yazılı vekil olarak bulunmama rağmen bu ilamın yerine getirilmesine ilişkin yapılan 2019/1115 esas nolu ilamlı icra takibinde, takip talebi ve icra emrinde vekil olarak ismim geçmemiş ve yine tebliğ işlemi, vekil olmamıza rağmen müvekkil kuruma yapılmıştır.

Yukarıda anlattığımız üzere bu ilamlı icra takibine ilişkin tebligat müvekkil kurum olan kooperatife yapılmıştır. Oysa HMK nın 73.81,82,83 Avukatlık kanunun 41. Maddesi ve 7201 sayılı tebligat kanunun 11. Maddesi gereğince vekil ile takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması zorunludur. Asile yapılan tebliğ işlemi yasa hükümlerine aykırı olup süresiz şikayet konusu sebebidir. Bu nedenle yapılan icra emri tebliği işleminin iptali gerekmektedir.
Yine Yargıtay 12. HD 2010/15248 Esas 2010/28616 karar sayılı kararında takip dosyasında icra emrinin vekil yerine asile tebliğ olunmasını açıkça kanuna aykırı kabul edilip çıkartılan icra emri tebliğ işleminin iptaline karar verilmiştir.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle, yasalara aykırı olarak tebliğ işleminin vekil yerine asile çıkartılmasından dolayı yapılan icra emri tebliğ işleminin iptaline, ödemeye ilişkin süreler geçerli bir tebligatla başlayacağından yapılan icra takibin durdurulmasına, vekalet ücreti ve yargılama giderinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini müvekkil kurum adına bilvekale arz ve talep ederiz.” şeklinde talep ve dava etmiştir.

Davalı taraf cevap dilekçesinde:” Davacı borçlu tarafından Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü 2019/1115 Esas sayılı takip dosyasında icra müdürlüğü tarafından gönderilen ödeme emrinin iptali ve bu suretle icra takibinin durdurulması talebiyle şikayet yoluna başvurulmuştur.

İcra emrinin asile tebliğ işlemi usulsüz olmayıp, vekile de tebliğ edilmemesi ancak tebliğ işlemi eksikliğini oluşturacağından icra emrinin iptaline karar verilemez.
Borçlu vekili tarafından icra emrinin usulsüz tebliğ edildiği gerekçesiyle ileri sürülen iddia sübuta ermediğinden ve borçluya yapılan icra emrinin tebliği işlemi geçerli bulunduğundan salt vekile tebliğ çıkarılmaması yönünde icra memurunun işleminde eksiklik bulunduğu gerekçe gösterilerek icra emrinin iptali yönünde hüküm kurulamaz. Tebligat Kanunu’nun 11 ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin 18. maddeleri uyarınca vekille takip edilen işlerde vekile tebligat zorunludur.

Vekile tebliğ zorunluluğunun bulunması asile tebligat yapılması lüzumunu ortadan kaldırmaz ve yapılan tebliği usulsuz kılmamaktadır. Şöyle ki, 2004 sayılı İcra-İflas Kanunu’nun 76. maddesinde mal beyanında bulunmamak suçu, 338. maddesinde düzenlenen hakikate muhalif beyanda bulunma suçu gibi icra-iflas suçlarında borçlunun cezalandırılabilmesi için icra emrinin borçlunun vekiline değil, kendisine tebliğ edilmiş olması gerekir (Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. baskı, cilt 2, sh: 1280). Cezaların şahsiliği kuralı gereğince, borçlu asilin cezai yönden sorumlu tutulabilmesi için icra emrinin borçlu asile tebliği zorunludur.

Bu durumda icra emrinin asile tebliğ işlemi usulsüz olmayıp, vekile de tebliğ edilmemesi noktasında tebliğ işlemi eksikliği söz konusudur. Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin son içtihatları bu yöndedir. Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2018/3121 E., 2018/6631 K., 25/06/2018 T.”O halde, mahkemece, icra emrinin vekile tebliği suretiyle eksikliğin ikmali yönünde hüküm kurulması gerekirken, yazılı gerekçeyle şikayetin kabulü ile icra emrinin iptaline karar verilmesi doğru değildir.”

icra emrinin iptali talebinde borçlunun hukuki yararı bulunmamaktadır.

Ödeme emri asıl borçluya 18/02/2019 tarihinde tebliğ edilmiş olup borçlu vekili tarafından itiraz süresi içerisinde en geç dava açılış tarihi olan 19.02.2019 tarihinde tebliğe muttali olmuş borçlu vekili tarafından yasal süresinde icra mahkemenize başvurulmuş ise de, dilekçede sadece tebligatın usulsüzlüğünün ileri sürüldüğü, başkaca esasla ilgili herhangi bir itiraz nedenine yer verilmediği dava dilekçesinden açıkça anlaşılmaktadır.

Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü 2019/1115 Esas sayılı dosyada borçlu yönünden herhangi bir haciz işlemi bulunmayıp, borçlu vekilinin kendisine icra emri tebliğ edilmesinden sonra yeniden itiraz hakkı oluşacağı da aşikardır.
İcra Müdürlüğünün sehven borçlu asile tebliğ çıkarılması işlemi sonrası 25/02/2019 tarihinde borçlu vekiline icra emrinin tebliğe çıkarılması için tarafımızca talepte bulunulmuş aynı gün İcra müdürlüğü tarafından borçlu vekiline de icra emri tebliğe çıkarılmıştır.

Borçlu vekili tebligatın usulsüzlüğünden yakındığına ve icra emrinin bu sebeple iptali talep edildiğine göre, Adı geçenin yasal süresinde mahkemeye başvurması halinde ve esasla ilgili itiraz nedenlerini de dilekçesinde göstermesi durumunda artık icra emrinin iptalinde borçlunun hukuki yararının bulunmadığı sabittir. Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü 2019/1115 Esas sayılı takip dosyasında bulunan takip talebinde açıkça borçlu vekili Av. H. B. ismi yer aldığı halde borçlu vekili tarafından “takip talebinde ve icra emrinde ismim geçmemiş” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Takip dosyası incelendiğinden takip talebinde ve ödeme emri’nde açıkça borçlu vekilinin adının yazılı olduğu görüleceğinden borçlu vekilinin bu beyanı doğru olmadığı gibi tarafımıza kusur atfetmeye ve mahkemeyi yanıltmaya yönelik olduğundan söz konusu beyanın hukuki bir değeri bulunmamaktadır.

Belirtilen tüm bu nedenlerle şikayetin reddine karar verilmesini isteme zarureti hasıl olmuştur. Arz ve izah edilen sair sübut nedenlerle;Evveliyetle icra emrinin asile tebliğ edilmesi usulsüz olmayıp, vekile tebliğ çıkarılması yönünde eksiklik olduğu ve bu eksikliğinde icra takip dosyasında giderildiği gözetilerek tebligatın usulsüzlüğüne ve icra emrinin iptaline karar verilemeyeceğinden şikayetin reddine, Takip talebi ve ödeme emrinde tarafımızca borçlu vekili “Av. H. B” olarak gösterilmiş olduğu halde icra müdürlüğü tarafından sehven asile çıkarılan icra emri tebligatına ilişkin şikayetin icra memurunun işlemine yönelik olduğu ve iş bu davanın açılmasına sebebiyet verecek herhangi bir kusurumuz bulunmadığından yargılama gideri ile ücreti vekaletin davacı borçlu üzerinde bırakılmasına karar verilmesini saygılarımızla vekaleten talep ederiz.” şeklinde cevap dilekçesi sunmuştur.

DELİLLER VE GEREKÇE:

Tüm dosya ve deliller birlikte incelendiğinde, Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğü 2019/1115 Esas sayılı takip dosyasında her ne kadar ödeme emrinin borçlu vekili yerine borçlu asile çıkarılmış olduğu görülse de bu durumun icra müdürlüğünce yapılan hatadan kaynaklandığı oysa ki davacı tarafça yapılan takip talebinde borçlu vekilinin ismi açıkca yazılı olduğu ve icra dosyasında 25/02/2019 tarihli dilekçesiyle alacaklı vekili takip talebinde belirttiği gibi ödeme emrinin borçlu vekiline çıkarılmasına talep ettiği görülmekle hukuki yarar yokluğundan açılan şikayetin hükümde açıklandığı şekliyle reddine karar vermekle aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM: Ayrıntısı Yukarıda Açıklanan Nedenlerle;
1-Şikayetin REDDİNE,
2-Yargılama giderlerinin davacı üzerinde bırakılmasına,
3-Karar kesinleştiğinde bakiye gider avansının davacıya iadesine,
Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda tarafların yokluğunda İİK’ nun 363 maddesi gereğince kararın tarafların tebliğinden itibaren 10 gün içinde Bölge Adliye Mahkemelerinde istinaf yolu açık olmak üzere karar verildi. 28/06/2019

Katip 156933
¸e-imzalıdır

Hakim 174614
¸e-imzalıdır

Exit mobile version