ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU’NA MUHALEFET- TABANCADA BULUNMASI GEREKEN AZAMİ NAMLU UZUNLUĞU VE TÜM UZUNLUK

T.C.

YARGITAY

8.CEZA DAİRESİ

ESAS:2003/301

KARAR:2004/6900

TARİH:20.9.2004

ATEŞLİ SİLAHLAR KANUNU’NA MUHALEFET ( Tabancada Bulunması Gereken Azami Namlu Uzunluğu ve Tüm Uzunluk )

TABANCA NİTELİĞİNİN ARAŞTIRILMASI ( Namlu Uzunluğu ve Tüm Uzunluk Konusundaki Azami Sınırlar )

NAMLU UZUNLUĞU VE TÜM UZUNLUK HUSUSLARINDA BULUNMASI GEREKEN AZAMİ SINIRLAR ( Tabanca Niteliğinin Tesbitinde )

6136/m.1,13

ÖZET : Barut veya bu neviden bir patlayıcı ile gülle, mermi, saçma veya füze ile gaz ya da diğer nesneleri atabilen ateşli silahların tabanca sayılabilmesi için namlu uzunluğunun fişek yatağı hariç 30 cm’den ve tüm uzunluğunun 50 cm’den fazla olmaması gerekir. 26.10.2001 günlü Adli Tıp Kurumu Fizik Balistik İhtisas Dairesi raporunda fişek yatağı dahil 19 cm. namlu uzunluğunda bulunduğu açıklanan silahın tüm uzunluğunun belirtilmemiş olması karşısında; anılan hususun saptanmasından sonra dava konusu silahın 6136 Sayılı Yasa kapsamında bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi isabetsizdir.

DAVA : 6136 Sayılı Kanuna aykırılıktan sanık Z’nin yapılan yargılanması sonunda; hükümlülüğüne ve zoralıma dair Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nden verilen 03.12.2001 gün ve 1160 Esas, 1842 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanık tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C.Başsavcılığı’ndan tebliğname ile 07.01.2003 günü daireye gönderilmekle incelenip gereği düşünüldü:

KARAR : Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkındaki Yönetmeliğin 06.12.2000 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2. maddesinin ( t ) bendinde yapılan değişiklik uyarınca barut veya bu nev’iden bir patlayıcı ve itici güç ile gülle, mermi, saçma veya füze ile gaz ya da diğer nesneleri atabilen ateşli silahların 6136 Sayılı Yasa kapsamında tabanca sayılabilmesi için namlu uzunluğunun fişek yatağı hariç 30 cm.’den ve tüm uzunluğunun 50 cm.’den fazla olamayacağı kuralı getirilmiş olmakla, 26.10.2001 günlü Adli Tıp Kurumu Fizik Balistik İhtisas Dairesi raporunda fişek yatağı dahil 19 cm. namlu uzunluğunda bulunduğu açıklanan silahın tüm uzunluğunun belirtilmemiş olması karşısında; anılan hususun saptanmasından sonra dava konusu silahın 6136 Sayılı Yasa kapsamında bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi ve sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,

SONUÇ : Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepden dolayı BOZULMASINA, 20.09.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DAVA DİLEKÇESİNDE FAZLAYA İLİŞKİN HAKLARIN SAKLI TUTULMASI DAVANIN BELİRSİZ ALACAK DAVASI NİTELİĞİNİ ORTADAN KALDIRMAZ

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
BAŞKANLIĞI

ESAS NO : 2021/4339
KARAR NO : 2021/8022

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 04/02/2021
NUMARASI : 2019/93-2021/126
DAVACILAR :1- BAHAR A., 2- SİNAN A.
VEKİLİ : AV.SELİM HARTAVİ
DAVALI : DİCLE ELEKTRİK DAĞITIM A.Ş. VEK.AV.VELAT KARAHAN

Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacılar vekilince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y    K A R A R I

Davacılar; 12/03/2010 tarihinde evlerinin damına çıkan çocukları İslim ve Kadir A’ın binanın yakınından geçmekte olan enerji nakil hattına temas etmeleri nedeniyle yaralandıklarını, vücutlarının çeşitli bölgelerinde kalıcı yanık izleri kaldığı gibi uzuv kaybı da oluştuğunu ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, iş göremezlik, tedavi ve estetik ameliyat giderleri nedeniyle şimdilik çocukları için 1.000’er TL olmak üzere toplam 2.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, davacı Kadir A. yönünden 29/12/2020 tarihli ıslah (belirsiz alacak davasına göre bedel artırımı) dilekçesi ile iş göremezlik tazminatı 26.678,91 TL’ye artırılmıştır.

Davalı; meydana gelen olayda bir kusurlarının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; olayın meydana geldiği yapıyı kaçak ve imara aykırı inşa etmiş olan davacılar Sinan ve Bahar A’ın kusurlu oldukları, davalıya izafe edilecek herhangi bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar davacıların temyizi üzerine; Dairece verilen 18/12/2018 tarihli ve 2017/869 E. 2018/12895 K. sayılı kararla; davacının sair temyiz itirazlarının reddedildikten sonra, (2) nolu bendinde dava ehliyetine sahip olmadıkları için kanuni temsilcileri tarafından temsil edilen davacıların, yaralanmalarına neden olan olayın gerçekleşmesinde bir kusurlarının bulunmadığı, davalı şirketin Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinde belirtilen mesafelere uymadan yapılan bina nedeniyle gerekli ek önlemleri almadığı, dolayısıyla enerji hattının tehlike taşımayacak bir durumda bulunmasını sağlama yükümlülüğünü yerine getirmediği ancak olayın meydana gelmesinden sonra enerji hatlarını yer altına almak suretiyle gerekli tedbiri aldığı, gerekli bakım ve gözetim borcunu yerine getirmeyen davalının davacıların uğradığı zararı tazminle yükümlü olduğu gözetilerek, zarar kalemleri hakkında bilirkişiden rapor aldırılması ve varılacak sonuca göre zarar kapsamının belirlenmesi gerekçesiyle bozulmuştur.

Bozma ilamına uyulduktan sonra mahkemece; davacılar İslim ve Kadir yönünden talep edilen estetik ameliyatı giderleri ve diğer tedavi giderleri ile davacı İslim yönünden geçici iş göremezlik ve kalıcı iş göremezlik talepleri yönünden davanın açılmamış sayılmasına, davacı Kadir kaza tarihinde 18 yaşından küçük olduğundan geçici iş göremezlik talebinin reddine, davacı Kadir’in kalıcı iş göremezlik tazminatı talebinin kısmen kabulü ile 990 TL kalıcı iş göremezlik tazminatının kaza tarihi olan 12/3/2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, bakiye 25.688,91 TL ‘lik kısım yönünden davanın zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

Anılan madde;

“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklinde düzenlenmiş olup, 28/7/2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunu’nun 7 nci maddesi ile HMK’nın 107 maddesinin ikinci fıkrası; “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş, üçüncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

Zira zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiğinden, davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacaktır (Pekcanıtez, H.: Belirsiz Alacak Davası, 2011, s. 26-31).

Diğer taraftan belirsiz alacak davasını açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle geldikten sonra kesin talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi genellikle geçici talep sonucunun artırılması şeklinde olacaktır. Kanun talep sonucunun artırılmasına açıkça izin verdiğinden, ayrıca karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek bulunmamaktadır. Davacı tarafça talep sonucunun kesinleştirilmesi üzerine geçici talep sonucu değil, kesin talep sonucu esas alınmalıdır (Pekcanıtez, s. 56). HGK 15/6/2021 tarihli ve 2019/467 E. 2021/775 K. sayılı kararı da aynı yöndedir.
Somut olayda; dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin hakların saklı kalması kaydıyla, iş göremezlik giderleri 6100 sayılı yasanın 107 nci maddesine göre belirleneceğinden, davacı Kadir için 1.000 TL diğer davacı İslim için 1.000 TL olmak üzere toplamda 2.000 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 12/03/2010 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile talepte bulunulduğu, 29/12/2019 tarihli sehven ıslah dilekçesi olarak adlandırılan talep artırım dilekçesi ile iş göremezlik tazminatı talebinin 26.678,91 TL olarak artırıldığı, davalı tarafın zamanaşımı def’i üzerine bakiye kısmın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verildiği görülmektedir.

Buna göre; dava dilekçesinde açıkça HMK 107 nci maddesine göre dava açıldığı belirtildiğinden, davanın belirsiz alacak davası olarak kabul edilmesi, zamanaşımı süresinin belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiği, diğer bir anlatımla davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacağı davacının halen artırım dilekçesindeki talebi dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde artırılan talebin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nın 428 inci maddesi gereğince davacı Kadir yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440 ıncı maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 8/9/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

TAZMİNAT HESAPLARINDA BAKİYE ÖMRÜN BELİRLENMESİNDE TRH 2010 TABLOSUNUN ESAS ALINMASININ GÜNCELLENEN ÜLKE GERÇEKLERİNE DAHA UYGUN OLACAĞI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS: 2020/2598
KARAR: 2021/34

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.
Hukuk Dairesi

Taraflar arasındaki sigorta tahkim davasının yapılan yargılaması sonunda; Sigorta Tahkim komisyonu İtiraz Hakem heyetince verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalıya trafik sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin desteğinin öldüğünü açıklayıp fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 5.500,00 TL’nin tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini 196.408,00 TL’ye yükseltmiştir.

Dvalı vekili, talebin reddini savunmuştur.

Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakemince, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; taleple bağlı kalınarak 5.500,00 TL’nin tahsiline karar verilmiş, anılan karara karşı itiraz edilmesi üzerine İtiraz Hakem Heyetince başvuru sahibi vekilinin itirazının kabulü ile Hakem Heyetince verilen kararın kaldırılmasına, başvurunun kısmen kabulü ile 147.666,00 TL’nin tahsiline karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.2020 tarih, 2019/4-2019/1 sayılı kararı ile 5684 Sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 30. maddesi ile kurulan Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetinin Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra itiraz üzerine verilen kararlarının temyiz kanun yoluna
tabi olduğu kararlaştırıldığından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının kaldırılarak davalı vekilinin Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesi gerekmiştir.

2-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

3-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin desteğinin meydana gelen kazada öldüğünü açıklayıp destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunmuş, tazminatın belirlenmesi amacı ile bilirkişiden rapor alınmış, alınan raporda davacının ve desteğin kaza tarihinden sonraki muhtemel yaşam süresi belirlenmesinde 1931 tarihli PMF yaşam tablosu dikkate alınarak hesaplama yapılmış, hakem heyetince bu rapor hükme esas alınmıştır.

Gerçek zarar miktarı; hak sahiplerinin ve desteğin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır.

Desteğin veya hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda Fransa’dan alınan 1931 tarihli “PMF” cetvelleri ile saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmalarıyla “TRH 2010” adı verilen “Ulusal Mortalite Tablosu” hazırlanmış olup, Sosyal Güvenlik Kurumu’nca da ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu durumda diğer kurumlar ile Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve yine bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içermesi de göz önüne alındığında, Dairemizce de tazminat hesaplarında bakiye ömrün belirlenmesinde TRH 2010 tablosunun esas alınmasının güncellenen ülke gerçeklerine daha uygun olacağına karar verilmiştir.

Buna göre temyiz edenin sıfatına göre, davacı tarafından kararın temyiz edilmediği de dikkate alınarak, kazanılmış haklar gözetilerek (tazminata esas alınan gelir, esas alınan asgari ücret yılı, işlemiş/işleyecek dönem tarihleri gibi) davacının ve desteğin muhtemel bakiye yaşam süresinin TRH 2010 Yaşam Tablosu’na göre belirlenmesi suretiyle tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişiden ek rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ:Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının KALDIRILMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile İtiraz Hakem Heyeti kararının BOZULMASINA, dosyanın saklama kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 14/01/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KREDİ SÖZLEŞMESİ- KEFALET – MENFİ TESPİT DAVASI – ARABULUCUYA BAŞVURUNUN ZORUNLU OLUP OLMADIĞI

T.C.
YARGITAY
11.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2020/4396
KARAR NO : 2021/3198

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : ****** BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ ****. HUKUK DAİRESİ
TARİHİ : ******
NUMARASI : ******
DAVACI : R. S.
VEKİLİ : AV. *****
DAVALI : ****** BANKASI A.Ş.
VEKİLİ : AV. *****

TÜRK MİLLETİ ADINA

Taraflar arasında görülen davada ***** Asliye Hukuk Mahkemesi’nce verilen **** tarih ve **** E. – **** K. sayılı kararın taraf vekilleri tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair **** Bölge Adliye Mahkemesi ***. Hukuk Dairesi’nce verilen **** tarih ve **** E- **** K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, bazı noksanlıkların ikmali için mahalline gönderilen dosyanın eksikliklerin giderilmesinden sonra gönderildiği anlaşılmakla, 6100 sayılı Kanun’un 369. maddesi gereğince miktar veya değer söz konusu olmaksızın duruşmalı olarak incelenmesi gereken dava ve işlerin dışında bulunduğundan duruşma isteğinin reddiyle dava dosyası için Tetkik Hakimi **** tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

Davacı vekili, davalı banka şubesinde 2010 yılında Genel Tarımsal Kredi Sözleşmesine kefil olarak imza attığını, söz konusu kredi sözleşmesine ilişkin imzası bulunan dosya kapatıldığı halde, imzasının, beyanının ve kabulünün bulunmayan başka bir dönemsel Genel Tarımsal Kredi Sözleşmesine ilişkin kendisinin yükümlülüklerini devam ettirdiğini ve kefil gösterdiğini tespit ettiğini, belirterek icra dosyasında borcunun olmadığının tespitine, kendisinden haksız yere tahsil edilen paranın yasal faizi ile tarafına ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddine, % 40 kötü niyet tazminatına hükmedilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılamaya göre, bankacılık işlemi niteliğindeki tarımsal kredi sözleşmesinden kaynaklı alacağın tahsiline yönelik yapılan ilamsız icra takibinin dayanağı olan tarımsal kredi sözleşmesinde davacının kefilliğinin bulunmamasına dayalı olarak menfi tespit davası açıldığı, Tarımsal Kredi Sözleşmesi’ne dayalı davalar TTK’nın 4/1-f maddesi kapsamında mutlak ticari dava niteliği bulunduğundan görevli mahkeme asliye ticaret mahkemesi olduğu, yargı çevresinde münferit yargılama yapan ticaret mahkemesi bulunmadığından davaya Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla bakıldığı, diğer yandan eldeki davanın 6102 sayılı TTK nun 5/A maddesi kapsamında dava şartı arabuluculuğa tabi davalardan olduğunun anlaşıldığı, davacının dava açmadan önce arabuluculuğa başvurmadığı, davada davacının dava açmadan önce 6102 sayılı TTK’nın 5/A maddesi kapsamında dava şartı arabulucuya başvurmadan dava açtığının anlaşıldığı gerekçesiyle, davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine, davaya esastan karar verilmediğinden davalının kötüniyet tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

Karara karşı taraf vekillerince istinaf talebinde bulunulmuştur.

Bölge adliye mahkemesince, davacı, dava açmadan önce arabuluculuğa başvurduğuna dair beyanda bulunmadığı gibi dosya içerisinde de arabuluculağa başvuruya (ve sona ermesine) ilişkin belge de bulunmadığı, bu durumda 6325 sayılı yasanın 18/A-2 maddesine göre davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmesinde yasaya aykırı bir hal söz konusu olmadığı gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Bir ticari davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olmasının dava şartı olabilmesi bazı koşulların gerçekleşmesine bağlıdır.

Buna göre; (a) Öncelikle konusu, bir miktar paranın ödenmesi olmalı, (b) Sonra dava konusu olan bir miktar paranın ödenmesi için yapılan talep, bir alacak veya tazminat talebi olarak ileri sürülmelidir. Bu koşulların bulunması halinde dava açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olacaktır. Bu koşulların gerçekleşmediği ticari davalarda davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olarak kabul edilmeyecektir.

Kanun maddesinin metni ve gerekçesi bu kadar açık ve net olup zorlamayla da olsa genişletici bir yorum yapılmasına elverişli değildir. Zaten ileri ve özgürlükçü hukuk düzenlerinde zorunlu ve emredici kuralların dar yorumlanması esastır. Menfi tespit davalarının ticari bir dava olduğu için TTK nun 5/A maddesi kapsamına alınması ve böyle bir davayı açmak isteyen kişinin önce arabulucuya başvurmaya zorlanması, kanuna aykırı olduğu gibi sayısız hukuki sakıncalara da neden olacaktır. Bu itibarla kanun hükmünde öngörülen açık ifadelere rağmen dava şartı arabuluculuğun uygulama alanının genişletilmesi doğru değildir.

HMK nın 106. maddesinde düzenlenen tespit davasının özel bir şekli olan menfi tespit davası, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davası olarak nitelendirilemez. Bu dava sonucunda, borçlunun borçlu olmadığının anlaşılması halinde borçlu olunmayan kısım belirtilmek suretiyle olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştüğü hâllerde dahi olumsuz tespit hükmü kurulması gerekmektedir. Başka bir deyişle, menfi tespit davasının niteliği gereği verilen kararlarda, yalnızca davacının borçlu olup olmadığı belirlenmekte, borçlu olmadığı kısma ilişkin olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Bu hüküm, herhangi bir alacağın tahsilini gerektirir nitelikte bir ilam olmadığından esasa yönelik olarak İİK’nın 32. maddesi uyarınca doğrudan ilamların icrası yolu ile takibe konulamaz. Oysa arabuluculuk sonucu verilen kararlar ilam hükmünde olup, cebri icra yoluna başvurulabilecek niteliktedir. Ancak menfi tespit davaları sonucunda verilen hükümler esasa yönelik olarak cebri icraya konu edilip infaz edilemeyeceğinden, ticari davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan Yasa Koyucu nun bilinçli olarak menfi tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece arabulucuya başvurulmadığından davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalının temyiz isteminin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 01.04.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

EHLİYETSİZLİK- VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI – MURİS MUVAZAASI – TAPU İPTALİ VE TESCİL

T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2016/15898
KARAR: 2020/1093

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVACILAR : … V.D.
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacılar, mirasbırakan …’nin okuma yazma bilmediğini, beyin kanaması geçirdiğinden ilaç kullandığını, mirasbırakanın bu durumundan faydalanan dava dışı torunu Sadık’ın temin ettiği vekaletname ile 183 ve 616 parsel sayılı taşınmazları arkadaşı olan davalı …’e temlik ettiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını, mirasbırakanın hem vekaletname hem de temlik tarihlerinde ehliyetsiz olduğunu, işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu kayıtlarının miras payı oranında iptali ile adlarına tesciline olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini istemişler, yargılama aşamasında mirasbırakan …’nin terekesine temsilci atanmıştır.

Davalı, iyiniyetli alıcı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, kayıt maliki davalının kötü niyetinin ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1929 doğumlu …’nin 14.05.2010 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacı kızları …, …, …, kendisinden önce ölen oğlu …’ten olan dava dışı torunları …, 1980 doğumlu … ile dava dışı eşi 1931 doğumlu …’ı bıraktığı, dava dışı 1931 doğumlu …’ın yargılama aşamasında 01.08.2014 tarihinde öldüğü, mirasbırakanın Honaz Noterliği’nin 26.09.2005 tarih ve 6051 yevmiye nolu vekaletnamesi ile 183 ve 616 parsel sayılı taşınmazlarını dilediği kişiye satış yetkisini içerir şekilde 1980 doğumlu …’ı vekil tayin ettiği, vekilin anılan vekaletnameye istinaden 183 ve 616 parsel sayılı taşınmazları 20.04.2010 tarihinde davalı …’e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, maddi olayları bildirmek taraflara HMK.’nun 33. maddesi hükmü uyarınca hukuki nitelendirmeyi yapıp, uygulanacak kanun maddesini bularak olaya tatbik etmek hakimin görevidir.

İddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriğinden, davacıların ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayanarak miras payları oranında iptal-tescil istedikleri görülmektedir.

Mirasbırakanın ölüm tarihine göre terekesi elbirliği mülkiyetine tabidir. Davacı dışında başkaca mirasçıların bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğinde ki muris muvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davaların dışında vekalet görevinin kötüye kullanılması, ehliyetsizlik vs. gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçılarının davada muvafakatlarının sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği (T.M.K. 640 md.) tartışmasızdır.

Somut olayda, davacılar tarafından ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebeplerine dayalı olarak pay oranında açılan davanın dinlenme olanağının bulunduğu söylenemez.

Öte yandan, tereke adına dava açılmadığına göre terekeye mümessil tayin edilerek yargılamaya devam edilmesi de pay oranında açılan davanın dinlenmesini olanaklı hale getirmez.

Ne var ki, mahkemece 14.10.2010 tarihli celsede davacılar vekiline mirasbırakan …’nin terekesine temsilci atanması için yetki ve süre verilmiş, Honaz Sulh Hukuk Mahkemesi 2011/18 Esas, 2011/188 Karar sayılı kararı ile de dava konusu miras ortaklığına Av. …’nun tereke temsilcisi olarak atanmıştır.

Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.04.1990 gün ve 1990/1–152, 1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir.

Ne var ki; dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.

Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle şahsın hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.06.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Ne var ki; dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.

Öte yandan; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 0l.04.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanununun 213 ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Hal böyle olunca, mirasbırakan …’nin vekaletname ve temlik tarihlerinde hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınması, ehliyetsiz olduğunun anlaşılması halinde, terekenin elbirliği mülkiyetine tabi olduğu ve Türk Medeni Kanununun 702/4 maddesi hükmünün eldeki istek bakımından uygulama yeri bulunmadığı gözetilerek ehliyetsizlik sebebiyle pay oranında açılan davanın reddine; mirasbırakanın ehliyetli olduğu saptanır ise vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak pay oranında açılan davanın dinlenme olanağının bulunmadığı gözetilerek muris muvazaası iddiası yönünden inceleme yapılarak hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturma ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru değildir.

Davacıların yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

– İSTİNAF KANUN YOLUNA BAŞVURMA KİŞİYE SIKI SIKIYA BAĞLI HAKLARDAN OLUP “AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE 12 YIL CEZA ALDIM. BU ALDIĞIM 12 YIL CEZAMIN ONAYLANMASINI ARZ VE TALEP EDERİM” ŞEKLİNDE İSTİNAF TALEBİNDEN VAZGEÇEN SANIĞIN İSTİNAF TALEBİ – İSTİNAFTAN VAZGEÇMEDEN VAZGEÇİLEMEYECEĞİ, KARARININ KESİN NİTELİKTE OLDUĞU

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. CEZA DAİRESİ

TÜRK MİLLETİ ADINA
İSTİNAF KARARI

Esas No : 2021/926
Karar No : 2021/989

İNCELENEN KARARIN;
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 7. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 20/01/2021
NUMARASI : 2020/673 (E), 2021/39 (K)
KATILANLAR :1-YUSUF Y.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ, Şanlıurfa Barosundan
:2-CEMAL Y.
SANIKLAR :1-MEHMET Ç.
:2-AHMET İ.
SUÇ : Beden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda
Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından
Birlikte Yağma
SUÇ TARİHİ : 01/10/2020
HÜKÜM/HÜKÜMLER : Mahkumiyet
İSTİNAF BAŞVURUSUNDA
BULUNANLAR : Sanık Mehmet Ç.ile Sanıklar Müdafiileri

Yerel Mahkemece verilen hükümlere karşı sanık Mehmet Ç. le sanıklar müdafiileri tarafından istinaf yoluna başvurulmakla, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

İstinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1-Sanık Mehmet Ç. hakkında Beden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte Yağma suçundan kurulan hükme yönelik yapılan istinaf talebinin incelenmesinde;

Mahkeme kararının sanık ile müdafiisinin yüzlerine karşı 20/01/2021 tarihli son karar celsesinde açıklandığı, sanığın istinaf süresi içerisinde 28/01/2021 tarihli dilekçesi ile “7. Ağır Ceza Mahkemesinde 12 yıl ceza aldım. Bu aldığım 12 yıl cezamın onaylanmasını arz ve talep ederim” şeklinde istinaf talebinden vazgeçtiğine dair dilekçe verdikten sonra 04/02/2021 tarihli Şanlıurfa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün ifade tutanağı başlıklı yazısına göre “yazmış olduğum itiraz dilekçesinden vazgeçiyorum. Tarafıma ulaşan her hangi bir gerekçeli karar yoktur. Cevabımı gerekçeli karar bana tebliğ edildikten sonra vermek istiyorum” şeklinde beyanda bulunduğu, 16/02/2021 tarihli dilekçesi ile istinaf talebinde bulunduğu, sonraki dilekçelerinde de aynı yönde talepte bulunduğu görülmüş ise de;

Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 21/03/2018 gün ve 2017/38244 esas, 2018/1926 karar sayılı ilamında aynen “Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olan istinaf kanun yoluna başvurma ve bundan vazgeçme (feragat) hükümlerini kullanabilme ehliyetine sahip olduğundan ve 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesindeki müdafiinin iradesine üstünlük tanınması gerektiğine ilişkin istisna hali de söz konusu olmadığından sanığın istinaftan vazgeçmesi geçerli olup, “istinaftan vazgeçmeden vazgeçemeyeceği” anlaşılmakla, dosyanın incelenmeksizin Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne İADESİNE” ilişkin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin 2016/38-2016/34 esas-karar sayılı kararının sanık tarafından temyiz edildiği anlaşılmakla;

İstinaftan vazgeçmeden vazgeçilemeyeceği kararının kesin nitelikte olduğu anlaşılmakla, sanığın temyiz talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 298. maddeleri uyarınca REDDİNE, ” şeklinde içtihatta bulunduğu görülmekle;

Sanığın 28/01/2021 tarihli dilekçesi ile “7. Ağır Ceza Mahkemesinde 12 yıl ceza aldım. Bu aldığım 12 yıl cezamın onaylanmasını arz ve talep ederim” şeklinde istinaf talebinden vazgeçtiği, istinaftan vazgeçmeden vazgeçilemeyeceği, kararının kesin nitelikte olduğu anlaşılmakla, sanık ile müdafiisinin istinaf talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 276/1 maddeleri uyarınca REDDİNE,

2-Sanık Ahmet İstanbul hakkındaBeden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte Yağma suçundan kurulan hükme yönelik yapılan istinaf talebinin incelenmesinde;

Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 21/10/2019 gün ve 2017/349 esas, 2019/4960 karar, 15/02/2021 gün ve 2020/2071 esas, 2021/2370 karar, 17/05/2018 gün ve 2016/283 esas, 2018/3846 karar sayılı ilamlarında da belirtildiği gibi 03/08/2008 doğumlu olup suç tarihinde 13 yaşında olan katılan Yusuf Y’ın yağma suçu açısından beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak kişi durumunda olup olmadığına ilişkin rapor aldırmadan ve/veya mahkeme tarafından tutanaklara yansıyan bir gözleme yer vermeden yargılamaya devamla sanık hakkında 5237 sayılı Yasanın 149. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi yanı sıra (e) bendi uygulama yapılarak temel ceza tayini, Bozmayı gerektirmiş olduğundan, istinaf talebinin kabulü ile hükmün CMK’nın 280/1-e maddesi uyarınca BOZULMASINA,

7035 sayılı kanunun 15. maddesi ile eklenen CMK’nın 280/3 maddesi gereği istinaf talebinin reddine karar verilen sanık Mehmet Ç. hakkında mahkemesince bu kararın SİRAYET ETTİRİLMESİNE,

Dosyanın yeniden incelenmek ve hüküm kurulmak üzere hükmü veren ilk derece mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, Dair,

a)Sanık Mehmet Ç.nin istinaf talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 276/1 maddeleri uyarınca reddine dair karar yönünden CMK’nın 279/son cümle gereği kararın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde dairemize verilecek bir dilekçe ile veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine beyanda bulunmak ya da dairemize gönderilmek üzere bulunulan yerdeki nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi’ne dilekçe vermek suretiyle; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesine itiraz yolu açık olmak üzere

b)Sanık Ahmet İstanbul hakkında verilen bozma kararı itibariyle CMK’nın 284/1 maddeleri uyarınca kesin olmak üzere, 18/05/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İCRA MÜDÜRLÜĞÜNÜN TEHİRİ İCRA KARARI GETİRİLMESİ İÇİN VERDİĞİ MEHİL İÇİNDE TAKİBİN DURACAĞI VE HİÇ BİR İCRA TAKİP İŞLEMİ YAPILAMAYACAĞI

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/19385
K. 2017/11050
T. 20.9.2017

2004/m.36,89

ÖZET : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde Yargıtay 9. Hukuk Dairesince icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI- PLAKASI YANLIŞ YAZILAN ZMMS POLİÇESİ – ZAMANAŞIMI İTİRAZI –

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1793
KARAR NO : 2021/436

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/03/2019
NUMARASI : 2013/70 Esas- 2019/355 Karar
DAVACILAR : 1-F.A
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cd. 24 C, Şair Nabi Mahallesi, 63040 63040 Haliliye/Şanlıurfa
DAVALI :1 -HAMİT K
DAVALI : 2 -M….. SİGORTA ANONİM ŞİRKETİ –
DAVALI : 3 -ŞANLIURFA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
DAVANIN KONUSU : Sigorta (Trafik Sigortası Kaynaklı)
KARAR TARİHİ : 22/03/2021
GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 25/03/2021

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 karar sayılı kararı aleyhine davacı vekili, davalılar M…. Sigorta Anonim Şirketi vekili ve Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekili tarafından ayrı ayrı istinaf başvurusunda bulunulduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına kayıtlı bulunan 63 DS 914 plakalı römorklu traktörün 08/10/2005 tarihinde sürücü Hamit K.’nın sevk ve idaresindeyken, Onikiler Mahallesi Altut Sokak üzerinde sokakta oynamakta olan çocuklardan müteveffa Aslı A. nın koşarak sokağın karşısına geçmek istediği esnada traktörle römork arasındaki çeki demirine çarparak yaralandığını ve akabinde vefat ettiğini, 18/04/2006 tarihli ATK raporu ile Hamit K’nın tedbirsizliği sebebiyle kusurlu olduğu, müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörlerinin sonuç üzerinde müessir olduğu kanaatiyle asli kusurlu olduğunun tespit edildiğini, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davacı anne için 1.000,00 TL, cenaze ve defin giderleri için 200,00 TL olmak üzere 1.200,00 TL maddi tazminatın, yargılama aşamasında bildirilecek manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi vekili cevap dilekçesinde özetle; zamanaşımı ve görev itirazında bulunarak davanın usulden reddi gerektiğini, müvekkili belediyenin dava konusu olayda kusuru, haksız fiili veya tedbirsizliği olmadığını, küçük yaştaki çocuğun tedbirsiz ve dikkatsiz bir şekilde sokağa bırakılması nedeniyle anne ve babanın tam kusurlu olduğunu beyanla davanın reddini istemiştir.

Davalı M. Genel Sigorta A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; 63 DS 914 plakalı aracın kaza tarihini kapsayan bir poliçesine rastlanmadığını, bildirilen poliçe numarasının bu araçla bir alakası olmadığını beyanla esasa ilişkin cevap hakkını saklı tutarak davanın husumet yokluğu nedeniyle usulden reddini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulü ile, 18.904,19 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 30 TL cenaze ve defin gideri olmak üzere toplam 18.934,19 TL tazminatın 08/10/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu, alınan kusur raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, destek süre ve paylarının Yargıtay uygulamalarına aykırı olarak hesaplandığını, destekten yoksun kalma tazminatı hesabında yetiştirme gideri indirimi yapılamayacağını, yargılama giderinin eksik hesaplandığını, toplamda 4.159,00 TL gider avansı yatırıldığı halde mahkemece yargılama giderinin eksik hesaplanarak 2.865,50 TL yargılama gideri yapıldığından bahisle hüküm kurulmasının doğru olmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı M. Sigorta şirketi vekili dilekçesinde özetle; davanın husumet yokluğundan reddinin gerektiğini, dava konusu kaza yapan aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi bulunmadığını taraflarına tebliğ olunan dava dilekçesinde kazaya ilişkin herhangi bir belge bulunmadığını, dava dilekçesinde kaza tarihinin, poliçe vade başlangıç tarihi olduğunu, kaza anı itibari ile 63 DS 914 plaka numaralı aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi olmaması sebebiyle haksız ve mesnetsiz açılan davanın müvekkili şirket açısından reddi gerektiğini, Tramer Poliçe uygulamasından da açıkça anlaşılacağı üzere kaza tarihinde poliçe bilgileri sorgulandığında dahi herhangi bir kayda rastlanılmadığını, ayrıca yine plaka sorgulamasında kaza tarihini kapsayan bir ZMMS’ye rastlanmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı Belediye Başkanlığı vekili dilekçesinde özetle; öncelikle davanın süresi içerisinde açılmadığını, ikame edilen tazminat ve alacak kalemlerinin zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin hizmet kusurundan kaynaklanan görevlerinde davaların görülme yerinin adli yargı olmayıp idari yargı olduğunu beyanla kararın bu yönlerden kaldırılmasını istemiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

1-Davalı Şanlıurfa Belediye başkanlığınca somut olayda zamanaşımının dolduğu zamanaşımı itirazları dikkate alınmadan hüküm tesis edildiğini belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

2918 sayılı KTK’nın 109/I. maddesinde “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar” hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmüne yer verilmiştir.

Yargılama konusu haksız eylemin suç niteliği taşıdığı anlaşıldığından somut uyuşmazlıkta 2918 sayılı KTK’nın 109/2 maddesinde düzenlenen uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği açıktır. Eylem için(TCK 85/1) kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 66 maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğu dikkate alındığında zamanaşımı süresinin dava tarihi itibariyle dolmadığı anlaşıldığından davalı tarafın zamanaşımın dolduğuna dair istinaf itirazlarına itibar edilmemiştir.

2-Davalı tarafça davanın hizmet kusuruna dayalı olarak açıldığı bu itibarla adli yargının görevli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuş ise de, somut uyuşmazlıkta davaya konu traktörün davalı belediye adına kayıtlı olduğu ve davanın belediye başkanlığı aleyhine işleten sıfatı nedeni ile açıldığı anlaşıldığından davalı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. H.D.nin 2016/13301 E. 2017/8860 K.)

3-Davalı sigorta şirketince dava konusu aracın müvekkil sigorta şirketi nezdinde geçerli bir poliçesinin bulunmadığını, dosyadaki poliçenin başlangıç tarihinin kaza tarihi olup tanzim saatinin kaza tarihinden sonra olduğunu bu itibarla davanın husumet yokluğu nedeni ile reddinin gerektiğini belirterek istinaf itirazında bulunmuştur.

Dosya içerisinde davaya konu araca ilişkin ruhsat bilgilerine göre 63 DS 914 plakalı traktörün Şanlıurfa Belediye Başkanlığı adına kayıtlı olduğu, Şase No: 1542 Motor no: 7152 olduğu, dosya içerisinde bulunan Şanlıurfa Belediye Başkanlığı ile davalı sigorta şirketi arasında düzenlenen 63 DS 014 plakalı 7152 Motor nolu, 1542 şasi nolu traktöre ilişkin sigorta poliçesinde poliçe vadesi başlama tarihinin 08/10/2005 tarih saat; 12;00, bitiş tarihinin 08/10/2006 tarih saat 12;00 olarak belirtildiği, dava konusu kazanın ise 08/10/2005 tarihinde saat 15;00 civarında olması nedeni ile poliçe vadesi içerisinde olduğu anlaşılmıştır.

Her nekadar poliçede araç plakası farklı olarak belirtilmiş ise de, motor ve şasi numaralarının aynı olması ve bu hususta davalı tarafça açık bir istinaf itirazı bulunmaması nedeni ile plakada farklılık dikkate alınmamıştır.

Davalı sigorta şirketince sigorta poliçesinin tanzim tarihinin kaza tarihinden sonra olduğu belirtilmiş ise de, davalı sigorta şirketi basiretli tacirdir. Diğer davalı ile aralarında düzenlenen poliçede teminatın başlangıç saati 12;00 olarak belirtilmiştir. Kazanın da evrak kapsamına göre 12;00 den sonra olduğu sabittir.

Her ne kadar 6102 Sayılı Yasa uyarınca sigorta hukukunda kural olarak sigorta sözleşmesinin akdedilmiş olması sigortacının sorumluluğunun başlamış olmasını gerektirmeyeceği ve TTK’nun 1410, 1421, 1430 ve 1431. Maddeleri uyarınca sigorta sözleşmesi uyarınca sigortacının sorumluluğunun başlaması için düzenlemelere yer verilmekle birlikte, davalı sigorta şirketi ile işleten davalı arasında kaza tarih ve saatini kapsar nitelikte sorumluluk gerektiren sigorta poliçesi düzenlenmiştir. Sigorta poliçesinin sonradan iptal edildiğine ilişkin bir iddiada bulunmamaktadır.TTK hükümlerine göre poliçenin geçersizliğinin 3. kişilere karşı ileri sürülemeyeceği hususları dikkate alındığında davalı sigorta şirketinin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/5617 E. 2020/3230 K.)

3-Davacı vekilince: hükme esas alınan ek raporda 2018 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yapıldığını mahkemece söz konusu rapor uyarınca 21/03/2019 tarihinde hüküm kurulduğunu, duruşma tarihi itibari ile 2019 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yaptırılması gerektiği belirtilerek istinaf itirazında bulunmuştur.

TBK’nun 53/3. maddesi gereği, ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir. Bu düzenleme ışığında, mahkemece destek tazminatının niteliği ve varsayımsal hesap içermesi gözönüne alınarak zarar hesaplanmalı ve buna göre de hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücret destek hesabında nazara alınmalıdır. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/1119 E.2020/8025 K.) Mahkemece hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücretin tespiti ile destek tazminatının hesaplanması yönünden bilirkişiden ek rapor alınıp sonucuna göre değerlendirme yapılması gerekir. Bu itibarla davacı vekilinin istinaf itirazı yerinde görülmüştür.

4-Davacı tarafça kusur raporlarının hüküm tesisi için elverişli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Dosya kapsamına göre, mahkemece aldırılan 31/01/2014 tarihli bilirkişi raporunda davalı sürücünün % 20 kusurlu olduğu, müteveffa çocuğunun ebeveyn ailesi olan davacıların % 80 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, kaza ile ilgili olarak Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/27 Esas sayılı dosyasında Sürücü Sanık Hamit K hakkında taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan yargılama yapıldığı ve ATK Trafik ihtisas dairesince düzenlenen 18/04/2006 tarihli raporda Sanık Hamit K’nın tali derecede kusurlu olduğu, olaya müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörleri sonuç üzerinde müessir olduğunun belirtildiği, yine ceza yargılamasında karayolları fen heyetinden (emelki) aldırılan 15/01/2007 tarihli raporda Sanık Hamit K ‘nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranıp önleyemediği olayda 2. Derecede kusurlu olduğu ve müteveffa Aslı A’nın 1. Derecede kusurlu olduğunun belirtildiği, bu itibarla kusurlar arasında bir çelişki bulunmadığı olayın oluş şekli nazara alındığında bilirkişi heyetince kusur değerlendirmelerinin yerinde olduğu kanaatiyle davacı tarafın kusura ilişkin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

5-Davacı vekilince işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

HGK’nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 Esas-411 Karar, HGK’nun 22.2.2012 gün ve 2011/17-787 Esas- 2012/92 Karar, HGK’nun 16.1.2013 gün ve 2012/17-1491 Esas- 2013/74 Karar sayılı ilamlarında ifade edilen, desteğin kusurunun 3. kişi konumundaki davacılara yansıtılamayacağına ilişkin Yargıtay uygulaması, tek taraflı kazalarda desteğin sürücüsü (işleten sürücü) olduğu aracın sigortacısına karşı açılan davalar yönünden kabul edilmiştir.

Bu nedenle davacı desteği yaya Aslı A’nın karşıdan karşıya geçerken sürücü Hamit K’nın sevk ve idaresindeki traktör ile römork arasındaki çeki demirine çarpması neticesinde meydana gelen kazada davacının murisi Aslı A ‘nın kazadaki kusurunun (yaşının küçüklüğü nedeni ile velisi davacının) davalı yanın sorumlu olduğu tazminat miktarında dikkate alınmayacak, tazminat miktarının hesabında destek kusuru düşülecektir. Bu nedenle davacı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

6-Davacı vekilince yargılama giderlerinin eksik hesaplandığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Uyap kayıtlarında yapılan incelemede davacı vekili Av Selim HARTAVİ tarafından yatırılan miktarların bir kısmının, “Müdahil davalı” taraf rolü ile kayıt altına alındığı bu itibarla yargılama gideri hesabında maddi hata yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Mahkemece dosyada davacı tarafça yapılan tüm giderler dikkate alınmak suretiyle hüküm tesisi gerekir.

Bu itibarla; davacı vekilinin sair istinaf itirazları bu aşamada incelenmeksizin, davalılar vekillerinin istinaf isteminin HMK 353-1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine, davacı vekilinin istinaf isteminin kabulü ile HMK 353-1-a-6 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararın kaldırılarak yukarıda anılan eksikliklerin giderilmesine müteakip varılacak sonuca göre hüküm tesisi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
A-Davalılar M… Sigorta Anonim Şirketi vekili ile Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b,1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
1-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından peşin yatırılan 294,40 TL’ nin mahsubu ile bakiye 998,99 . TL’nin. Şanlıurfa Belediye Başkanlığından alınarak Hazineye gelir kaydına,
2-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı M… Sigorta Anonim Şirketi tarafından peşin yatırılan 323,34 TL’nin mahsubu ile bakiye 970,05 TL’nin M… Sigorta Anonim Şirketinden alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davalılar tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin davalı taraf üzerinde bırakılmasına,
B- Davacı vekilinin istinaf başvurusunun ESASTAN KABULÜ İLE;
Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
Dosyanın davanın yeniden görülmesi için MAHALLİNE İADESİNE
1-Davacıdan tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
2-İstinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama neticesinde verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine,
3-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
4-Davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından tehiri icra talebi kapsamında 26/06/2019 tarihinde Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesine nakit olarak yatırılan 56.990,24 TL’ nin yatırana İADESİNE,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Katip
41133 42602 120723 122041

G.D.

ARAÇ İÇERİSİNDE KAVGA – TRAFİK KAZASI – BAKICI GİDERLERİ- HATIR TAŞIMASI

T.C

YARGITAY

17.Hukuk Dairesi

ESAS: 2018/176

KARAR:2020/6870

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacı vekili ile dahili davalı vekili tarafından talep edilmiş, davacı vekilince de duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 04.11.2020 Çarşamba günü davacı … ve vekili Av. … geldi. Davalılar tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacı ve vekili dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, 31/01/2006 tarihinde davalıların işleteni, sürücüsü ve trafik sigortacısı oldukları aracın karıştığı kaza sonucu araçta bulunan davacının ağır şekilde yaralandığını, yüzünde daimi izler ve vücudunda kalıcı hasarlar kaldığını, efor kaybına uğradığını, kazadan önce edebiyat öğretmenliği yapan davacının tedavi görmesi nedeniyle bir süre çalışamadığını, tedavisi bitip çalışmaya başladığında ise geri hizmete alındığını ve kazancının düştüğünü, tedavisi için hastane ve tedavi masrafı ödediğini, taburcu olduktan sonra da tedavi için ulaşım masrafları yaptığını, kendisine bir süre özel bakıcı tutulduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 30.000,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 70.000,00 TL tazminatın (davalılardan sigorta şirketinin sorumluluğu poliçe ile sınırlı ve sadece maddi tazminat yönünden olmak kaydıyla) 31/01/2006 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı vekili; 27.10.2015 tarihli dilekçe ile 18.000,00 TL talep ettiği sürekli işgöremezlik zarar talebini 181.863,33 TL olarak ve 100,00 TL talep ettiği tedavi amaçlı yol ve bakım gideri talebini 3.055,00 TL olarak ıslah etmiştir.

Davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş. vekili, hatır taşıması mevcut ise tazminattan indirim yapılması gerektiğini ve davalı şirketin temerrüde düşmediği gibi davanın açılmasına da sebebiyet vermediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … Turizm Emlak Oto İnş. Gıda San. Tic. Ltd. Şti. vekili; davanın zamanaşımına uğradığını, davalının işleten konumunda olmadığını ve alkollü olduğunu bildiği halde davalı …’ın aracına binen davacının bu davayı açamayacağını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … vekili; davacının uzun yıllardır bipo kişilik bozukluğu nedeniyle tedavi gördüğünü, davacının ilaçlarını almaması ve alkolün etkisiyle davalının aracı sevk ve idare ettiği sırada el kol hareketleriyle davalıya saldırması sonucu kazanın meydana geldiğini, davacının hatır için taşındığını ve emniyet kemerini takmadan yolculuğa devam ettiğini, geri hizmete alınma nedeninin kaza olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Dahili davalı SGK vekili, davacının talebinin zamanaşımına uğradığını, davacının davalı Kuruma başvurması ve yasal koşulları taşıması durumunda SUT hükümleri gereğince işlem yapılacağını ve davalı … şirketlerinin sorumluğunun sona ermediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, davacının maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkin davasının kısmen kabulü ile davacının geçici olarak çalışamadığı dönemdeki ek ders ücreti kaybı nedeniyle zararı olarak 842,00 TL, sürekli kısmi işgöremezlik zararı olarak 118.211,20 TL, tedavi amaçlı yol ve bakım gideri zararı olarak 1.985,75 TL olmak üzere toplam 121.038,95 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 31/01/2006 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalılar … ve … Turizm Emlak Oto İnş. Gıda

San. Tic. Ltd. Şti.’nden müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat talebinin reddine; davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş.’nin sorumlu olduğu poliçe limiti dahilinde yargılama sırasında davacıya ödeme yapması nedeniyle davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş.’ne karşı açılan maddi tazminat davasının konusuz kaldığı anlaşıldığından davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş.’ne karşı maddi tazminat talebi bakımından karar verilmesine yer olmadığına; davacının trafik kazasından kaynaklı belgeli tedavi masrafları zararı olarak toplam 2.965,50 TL maddi tazminatın ödeme tarihinden (2.665,50 TL bakımından 02/02/2006 tarihinden, 135,00 TL bakımından 17/02/2006 tarihinden, 90,00 TL bakımından 15/02/2006 tarihinden, 15,00 TL bakımından 22/02/2006 tarihinden, 60,00 TL bakımından 13/02/2006 tarihinden) itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte dahili davalı … Başkanlığı’ndan alınarak davacıya ödenmesine; davacının manevi tazminat talepli davasının kısmen kabulü ile 16.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi olan 31/01/2006 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalılar … ve … Turizm Emlak Oto İnş. Gıda San. Tic. Ltd. Şti.’nden müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya dair manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili ve dahili davalı … Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde ve özellikle, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporundaki hesaplamanın hükme esas alınmasında ve manevi tazminatın takdirinde B.K.nun 47.maddesindeki özel haller dikkate alınarak hak ve nasafet kuralları çerçevesinde karar verilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre dahili davalı SGK vekilinin tüm ve davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, cismani zarar nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, davacı tarafça yapılan yargılama giderlerinin davanın kabul oranına göre davacı tarafa verilmesi yerine hazineye irat kaydına hükmedilmesi doğru olmayıp bozma nedeni ise de, bu yanılgıların giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, kararın 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/II. maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK’nın 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle dahili davalı SGK Başkanlığı vekilinin tüm ve davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hüküm fıkrasının 4 numaralı bendinde yer alan “hazineye irat kaydına” ibaresinin hüküm fıkrasından çıkartılmasına, yerine “davacıya verilmesine” ibaresinin yazılmasına, hükmün bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 2.540,00 TL vekalet ücretinin davalılardan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, 492 Sayılı Harçlar Yasasının 13/J maddesi uyarınca dahili davalı … Başkanlığından harç alınmamasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 11/11/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BETON İŞÇİSİ OLARAK ÇALIŞAN DESTEĞİN ELEKTRİK AKIMINA KAPILMASI- ELEKTRİK ÇARPMASI- AĞIR ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ- AKTÜERYA RAPORUNUN HÜKÜM GÜNÜNE YAKIN VERİLERE GÖRE HAZIRLANMASI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/381
KARAR NO : 2021/397

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 24/12/2019
NUMARASI : 2013/549 Esas 2019/956 Karar

DAVACILAR : 1-EMİNE Ş.
2-İBRAHİM E.
3-RECEP Ş.
4-ŞEYMA Ş.
5-ZELİHA Ş.
6-DAVUT Ş.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : 1 -MEHMET G. Merkez/ ŞANLIURFA
DAVALI : 2 -VAHİT C.
DAVALI : 3 -D…. ELEKTİRİK DAĞITIM A.Ş – Eyyübiye/ ŞANLIURFA
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
ESASA ALINMA TARİHİ : 25/02/2021
KARAR TARİHİ : 12/03/2021
KARAR YAZIM TARİHİ : 17/03/2021

Mahalli mahkemesince verilen karara karşı davacılar vekili, davalı D….. vekili ve davalı Vahit C. tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve ilgili dosya dairemize gelmiş olup, dosyanın inceleme aşamasında duruşma yapılmadan karar verilebilecek hallerden olduğu anlaşılmış olmakla, dosya heyetçe incelendi;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacılar vekili, müvekkillerinin murisi Abdulaziz Ş.’in 06/11/2012 tarihinde Şeyhçoban Köyü, Yıldız Küme Evleri, 44 numaralı iki katlı inşaatta çalıştığı esnada, yerde bulunan betonun ıslaklığından dolayı ıslanmış 2.75 cm uzunluğundaki kalas tahtayı havaya kaldırmaya çalışırken kalasın ikametin üzerinden 2.90 cm yükseklikten geçen elektrik kablolarına temas etmesi sonucu elektrik akımına kapılarak hayatını kaybettiğini, olayın tamamen davalıların ağır kusurundan kaynaklandığını, inşaatın davalı Mehmet G.’e ait evin 2. kat çalışması olduğunu, ruhsatsız, projesiz ve yapı yönetmeliğine aykırı kaçak inşaat yapılırken Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesinin de yükümlülüklerini yerine getirmediğini ve gerekli denetimi yapmadığını, herhangi bir önlem almayan Belediyenin de kusurlu olduğunu, her ne kadar soruşturma dosyasında Mehmet G. ve Vahit C.ın asli kusurlu oldukları tespit edilmiş ise de davalı D…A.Ş’ın da dava konusu olayın meydana gelmesinde ağır özen yükümlülüğünü ihlal etmesi, zamanında gerekli denetimleri yapmaması sebepleriyle ağır kusurlu olduğunu, davacılar murisinin inşaatlarda beton işçisi olarak çalıştığını ve ölmeden önceki aylık gelirinin 3.000,00-4.000,00 TL arasında olduğunu, murisin eş ve çocukları olan davacıların murisin desteğinden yoksun kaldıklarını, her bir davacı için 500,00’er TL’den toplam 3.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile 200,00 TL cenaze ve defin giderinin, ayrıca miktarının yargılamanın son aşamasında belirtileceğini beyanla manevi tazminatın da davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı D..A.Ş vekili, davanın reddini talep etmiştir.

Davalı Vahit C., davanın reddini talep etmiştir.

Davacı vekili 23/09/2019 havale tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu talebini 2. ek rapor doğrultusunda 177.905,86 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 200,00 TL cenaze ve defin gideri üzerinden ıslah etmiştir.

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24/12/2019 tarih, 2013/549 Esas, 2019/956 Karar Sayılı Kararı ile Müteveffa Abdulaziz Şeker mirasçıları, eşi ve çocukları olan davacıların destekten yoksun kalma tazminat talebinin kabulü ile;

83.675,60 TL Zeliha Ş.’e, 1.993,91 TL Recep Ş.e, 6.422,80 TL Davut Ş.e 25.057,87 TL Şeyma Ş.e, 21.512,49 TL İbrahim Enes Ş’e ve 39.243,16 TL Emine Ş.’e kaza tarihi olan 06.11.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,

Müteveffa Abdulaziz Ş. mirasçıları olan davacıların defin gideri talebinin kabulü ile; 200,00 TL defin giderinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara miras payı oranında verilmesine karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesi kararına karşı süresi içerisinde davacılar vekili, davalı D…A.Ş vekili ve Davalı Vahit C. tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; bilirkişi raporunda kuvvetli akım tesisleri yönetmeliğinin 46/A maddesi yönünden bir değerlendirme yapılmadığını, bu maddeye göre davalı D..A.Ş’ın ağır kusurlu olduğunu, DEDAŞ’ın sorumluluğunun bulunmadığına dair bilirkişi raporunun hatalı olduğunu, hükme esas alınamayacağını, avans faizi yerine yasal faize hükmedilmesinin hatalı olduğunu, her bir davacı yönünden ayrı ayrı vekalet ücreti verilmesi gerektiğini, bu nedenle yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı D…A.Ş vekili istinaf dilekçesinde özetle; bilirkişi raporunda kusurlu olmadıklarının belirlendiği halde tazminattan sorumlu tutulmalarının hatalı olduğunu, fahiş kusur oranına göre davacıların sebepsiz zenginleşeceğini, ceza dosyasının bekletici mesele yapılmadığını, olayın meydana geldiği bina yönünden ruhsat vs. inceleme yapılmadığını, müvekkilinin eylemi ile oluşan zarar arasında illiyet bağının bulunmadığını, ölenin ağır kusuru nedeniyle TBK 52. Maddesi gereği tazminattan indirim yapılması gerektiği, manevi tazminatın çok olduğunu, bu nedenle yerel mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı Vahit Cenak istinaf dilekçesinde özetle; olayla bir ilgisinin olmamasına karşın tazminattan sorumlu tutulmasını istinaf ettiğini, kararın bozularak davanın reddini talep etmiştir.

Dava haksız fiilden kaynaklı maddi ve manevi tazminat davasıdır.

İstinaf incelemesi HMK 355. maddesi gereğince ileri sürülen istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Davalı Vahit C.ın istinaf harç ve giderlerini yatırmadığı, dairemizden adli yardım talebinde bulunduğu, adli yardım talebinin dairemizin 2020/861 Esas,13/07/2020 tarihli ara kararı ile reddine karar verildiği, bu karara karşı davalı Vahit C.’ın itiraz ettiği, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesinin 14/09/2020 tarih, 2020/1 D.İş. Kararı ile davalının itirazının reddine karar verildiği, dairemizce davalı Vahit C.’a istinaf harç ve giderlerini yatırması yönünden dosyanın yerel mahkemeye geri çevrildiği, yerel mahkemece davalı Vahit’e usulüne uygun muhtıra çıkarıldığı, muhtıraya rağmen davalı Vahit C.’ın istinaf harç ve giderlerini yatırmadığı, ilk derece mahkemesinin 11/12/2020 tarihli ek kararı ile davalı Vahit C. ın istinaf talebinin reddine karar verildiği, bu kararın davalıya usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen davalı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmadığı anlaşılmıştır.

Davacılar vekilinin davacıları temsil etmek üzere kendisini davacıların ekili olduğunu belirttiği Reşit Bağış tarafından verilen vekaletname ile vekile vekaletname verildiği, ancak Reşit B.’ın davacılardan almış olduğu bir vekaletin dosya içerisinde bulunmadığı, olay tarihinde 18 yaşından küçük olan Davut Ş. ve Şeyma Ş’nin karar tarihinden önce 18 yaşını doldurdukları, ayrı bir vekaletnamelerinin bulunmadığı gibi davadan haberdar edilmedikleri, olayın meydana geldiği 2. katın olay tarihinde inşaat aşamasında olduğu anlaşıldığından davalıya ait elektrik iletim hattının önceden yapıldığının sabit olduğu, sözkonusu inşaatın ruhsatının bulunup bulunmadığının ilgili belediyeden sorulmadığı, ceza dosyasındaki kusur bilirkişi raporları ile yerel mahkemece alınan kusur bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğu, bu çelişkinin yerel mahkemece giderilmediği, yerel mahkemece alınan kusur raporuna mahkemenin itibar etmediği, tarafların kusurunu kendisi takdir ettiği, ancak davalılardan inşaatı yapan Vahit C.’a bir kusur atfedilmediği, gerekçesinin de belirtilmediği, eksik inceleme ile karar verildiği anlaşılmıştır.

Yerel mahkemece öncelikle yukarıda dercedildiği şekli ile vekalet eksikliklerinin giderilmesi, taraf teşkilinin sağlanması, olay tarihinde olayın meydana geldiği inşaatın ruhsatının bulunup bulunmadığı yönünden ilgili belediyeden sorularak celbi ile dosyanın kül halinde (ceza dosyası ile birlikte) önceki bilirkişiler harici 2 elektrik, 1 iş güvenliği uzmanına tevdi edilerek olayın nasıl meydana geldiği, olayın meydana geldiği zemin ile elektrik iletim hatları arasındaki uzaklık, ikinci kat inşaatın sonradan yapıldığı göz önüne alınarak birinci kata göre elektrik iletim hattı ile arasındaki uzaklıkların belirlenerek, kuvvetli akım tesisleri yönetmeliğine göre değerlendirme yapılarak olayın meydana gelmesinde tarafların ve varsa dava dışı kişilerin kusurlarının kesin olarak tespiti yönünden denetime elverişli rapor alınması, aktüerya raporunun karar tarihine yakın olarak alınması gerektiğinden önceki aktüerya uzmanından ek rapor ya da başka bir aktüerya uzmanından rapor alınması, raporlar arasında çelişki oluştuğunda bu çelişkinin de giderilerek hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinden davacılar vekili ve davalı D…A.Ş vekilinin istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yukarıda belirtilen eksiklikler giderilerek yeniden karar verilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davacılar vekili ve davalı D…A.Ş vekilinin istinaf talebinin KABULÜNE,
2-Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-6 maddesi gereğince ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’nin 24/12/2019 tarih, 2013/549 Esas, 2019/956 Karar Sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-Taraflarca peşin yatırılan istinaf karar harcının talep halinde iadesine,
4-Taraflarca karşılanan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda değerlendirilmesine,
5-Kararın kaldırılmış olması nedeniyle tehir-i icra talebi yönünden bir karar verilmesine yer olmadığına, davalı D…A.Ş tarafından yatırılan 89,60 TL tehir-i icra karar harcının talep halinde yatırana ilk derece mahkemesince iadesine,
6-Kararın kesin olması nedeniyle tebligatların ve harç tahsil/iade işlemlerinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, HMK 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 12/03/2021

DAVACININ KENDİSİ GİBİ MİRASÇI KONUMUNDA OLAN DAVALILARA HUSUMET YÖNELTMEK SURETİYLE MİRAS PAYI ORANINDA TAPU İPTAL VE TESCİL İSTEMLİ DAVA AÇMASI MÜMKÜNDÜR

T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2018/4995
KARAR NO : 2021/57

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : HİLVAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/07/2018
NUMARASI : 2016/153-2018/100
DAVACI : EMİNE Z.
DAHİLİ DAVACI : AZİZE Z.
DAVALILAR : M. Z.V.D.
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen davada;

Davacı vasisi, kısıtlı Emine’nin bakıma muhtaç ve temyiz kudretinden yoksun olduğunu, kısıtlıya ait 13 parça taşınmazın vekil tayin ettiği gelini Perihan Z. tarafından Emine’nin oğulları olan davalılar Muzaffer ve Ramazan’a satış yoluyla temlik edildiğini, davalıların el ve işbirliği içinde hareket ettiklerini ileri sürüp tapu kayıtlarının iptali ile kısıtlı Emine Z. adına tescilini istemiş, aşamada Emine’nin ölümü üzerine istemini miras payına hasretmiştir.

Davalılar, vekâletin taşınmaz satışları için verildiğini, vekâletname ve satış tarihlerinde Emine’nin ehliyetli olduğunu, satış bedeli olarak 75.000-TL ödediklerini, ayrıca dahili davacı Azize’ye de 146 gr altın verdiklerini bildirip davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar Dairece; “…davacının kendisi gibi mirasçı konumunda olan davalılara husumet yöneltmek suretiyle miras payı oranında tapu iptal ve tescil istemli dava açması mümkündür. Hâl böyle olunca, işin esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davalının da mirasçı konumunda olduğu gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. ” gerekçesi ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda satış bedelinin ödendiği savunmasının kanıtlanamadığı, dava konusu 406 parselin ise dava tarihinde dava dışı 3. kişi adına kayıtlı olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile kısmen reddine karar verilmiştir.

Karar, davalılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 12.01.2021 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat gelmedi, temyiz edilen davacı vekili Avukat Kazım Aslan geldi, davetiye tebliğine rağmen mirasçılar Ahmet Z v.d. gelmedi, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi Hande Bozoklu tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak yazılı şekilde karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalılar vekilinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine.

Ancak, hemen belirtilmelidir ki, harç kamu düzeni ile ilgili olup temyiz edenin sıfatına bakılmaksızın re’sen gözetilmesi gereken hususlardandır.

Somut olayda; davacı vasisi, dava konusu taşınmazların kısıtlı adına tescili istemi ile eldeki davayı açmış, aşamada kısıtlının ölümü üzerine talebini miras payına hasretmiş olup mahkemece 12 parça taşınmaz yönünden davacı Azize’nin miras payı (1/8) oranında tapu iptal ve tescile karar verilmiş olmasına rağmen, 12 parça taşınmazın tamamının değeri (523.516,82-TL) üzerinden fazla harca hükmedilmesi doğru değildir.

Ne var ki, bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden; hükmün 4. fıkrası hükümden tamamen çıkarılarak yerine 4. fıkra olarak “Dosyada adli yardım isteği kabul edilerek harç alınmadığından 4.470,17-TL nispi karar-ilam harcının davalılardan tahsili ile hazineye gelir kaydına,” cümlesinin yazılmasına, davalıların bu yöne ilişkin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 438/7. maddesi uyarınca hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.01.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan V.
M. ÖZCAN
Üye
R. ÜLGER
Üye
T. T. GENÇ
Üye
İ. AYSAL
Üye
F. DEMİR

Okundu. 17.02.2021
A.A.

HUKUKİ YARAR YOKLUĞU NEDENİYLE RED KARARINDAN SONRA 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU 158 HÜKMÜNDEKİ EK SÜREDEN FAYDALANABİLİR

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/27790
KARAR: 2020/825 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:İş Mahkemesi

DAVA TÜRÜ: ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacılar vekili, davacıların murisinin davalı Belediye bünyesinde vefat tarihi olan 26.01.2009 tarihine kadar çalıştığını çalıştığını, murisleri …sendikasına üye olmasına rağmen, sendikanın taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmadığını ileri sürerek, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan bir kısım alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz Başvurusu:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.2. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, daha önce açılan davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddi üzerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 158. maddesinde öngörülen sürede yeniden dava açılması halinde zamanaşımının ilk dava tarihine göre belirlenip belirlenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler belirlenmiş olup, anılan maddenin 2. fıkrasında alacaklının, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuş olması halinde zamanaşımı süresinin kesileceği düzenlenmiştir.Kanunun 158. maddesinde ise “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir. ” hükmü yer almaktadır.

Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 esas-karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir.

Bu noktada, belirsiz alacak davası olarak açılan davada, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddinin, 6098 sayılı Kanun’un 158. maddesinde düzenlenen “düzeltilebilir bir yanlışlık” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Kanun maddesinde yetkisizlik veya görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları ayrıca düzenlenmiş olup “düzeltilebilir bir yanlışlık” kavramı, yalnızca yetkisizlik ve görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları anlamında yorumlanamaz. Düzeltilebilmesi mümkün bir hata sebebi ile dava usulden reddedildiğinde, davacıya ek süre hakkı tanınması, hakkın doğası ve adil yargılanma hakkının doğal gereğidir. 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki hüküm, bazı usul hataları sebebi ile davanın reddi halinde doğabilecek adaletsizliğin önüne geçmek amacı ile düzenlenmiştir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile dava şartının eksik olması, yeni açılacak bir dava ile düzeltilebilir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddedilen davadan sonra aynı taleplerle açılacak davada, önceki dava maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Görev ve yetki de hukuki yarar gibi dava şartı olup, görev ve yetki bakımından dava şartı eksikliği sebebi ile verilen ret kararından sonra altmış günlük ek süre tanınmasına imkan veren Kanunun, aynı kapsamda sayılan hukuki yarar yokluğu sebebi ile ret halini “düzeltilemez bir yanlışlık” olarak kabul ettiğini söylemek adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz.

Davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararı bulunmadığı halde, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebi ile usulden reddedilmesi durumunda, bu hatanın “ düzeltilebilir bir yanlışlık ” olduğunun kabulü ile sonradan aynı taleplerle açılan davada davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesinde düzenlenen ek süreden faydalanması gerektiği kabul edilmelidir. Böylece Kanunda öngörülen altmış günlük süre içinde dava açıldığı takdirde, zamanaşımı yönünden ilk dava tarihinin dikkate alınması mümkün olabilecektir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8 maddesinde işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklar da ücret alacağı mahiyetinde oldukları için beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.Açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirilecek olursa; davacı kıdem tazminatı farkı, fark ücret, fark ikramiye, fark sosyal hak alacaklarının tahsili talebi ile … 3. İş Mahkemesinin 2015/434 esasına kayıtlı belirsiz alacak davasını açmış olup, mahkemece davanın kabulüne dair kararın Dairemizce bozulması üzerine, bozmaya uyularak davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir. Ret kararı ise, Dairemizin 2015/24447 E., 2015/29315 K. sayılı, 20.10.2015 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Davacı vekili, onama kararının 23.11.2015 tarihinde tebliğ edildiğini, onama kararının tebliğ tarihi dikkate alındığında, davanın altmış günlük ek süre içinde açıldığını ileri sürmüş ise de, iş mahkemelerinde karar düzeltme yolu kapalıdır. Mahkemece verilen karar, Yargıtay’ın onama kararı ile kesinleşir. Kanundaki istisnai düzenlemeler dışında, onama kararının taraflara tebliğ zorunluluğu da bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca altmış günlük sürenin başladığı tarihin, onama kararının tebliğ tarihi değil, onama tarihi olarak kabulü gerekir. Belirsiz alacak davasının usulden reddine dair mahkeme kararının, Dairemizin 20.10.2015 tarihli kararı ile onandığı, eldeki davanın ise 21.01.2016 tarihinde açıldığı dikkate alındığında altmış günlük sürenin geçtiği anlaşılmaktadır. Bu halde davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki ek süreden yararlanabilmesi mümkün değildir. Dava konusu fark ücret alacakları, fark ikramiye alacakları ve sosyal hak alacakları yönünden beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, davalının zamanaşımı savunmasına değer verilerek, bu alacakların zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 21.01.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

BAKICI GİDERLERİ TAZMİNATI MURİSİN ÖLÜMÜNDEN SONRA İSTENEMEZ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/23517
KARAR: 2017/4741

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı tarafa sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin murisi … ‘ın 2 yıl %74 oranında sakat kaldıktan sonra kazaya bağlı olarak vefat ettiğini, davacının bu süre zarfında eşine bakıcı olarak baktığını, bu ölüm nedeniyle davalı aracın sigortalısından sakatlık tazminatı, destekten yoksun kalma tazminatı ve bakım tazminatı olarak 10.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiş, daha sonra bu davaya muris … ‘ın varisleri muvafakat vererek dahil olmuştur.

Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, ölüm ile kaza arasında illiyet bağı bulunmadığından destekten yoksun kalma tazminatı talebinin reddine, 5.498,31 TL sakatlık tazminatının tahsiline, bakıcı gideri talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davacının murisi … tarafından ölmeden önce açılmış cismani zarara dayalı dava bulunmamaktadır. Davacının ölümü üzerine davacının mirasçıları tarafından açılan davada, muris … ‘ın bu kaza nedeniyle maluliyetine ilişkin muris … adına tazminat talebinde bulunulmuştur. Kişilik hakları şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Murisin tarafından sağlığında davalıya karşı açılmış bir dava bulunmadığından açılan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 27/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

FETÖ/PDY YAPILANMASIYLA İRTİBATLI OLAN ŞİRKET- İŞÇİ ALACAĞININ TAHSİLİ -KHK İLE KAPATILAN ŞİRKETLER- İDARİ İŞLEMİN İPTALİ VE TAM YARGI DAVASI

T.C.
ŞANLIURFA
2. İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/270
KARAR NO : 2020/1261

DAVACI : Ş. A.
VEKİLİ : AV. SELİM HARTAVİ

DAVALI : ŞANLIURFA VALİLİĞİ

DAVANIN ÖZETİ : Davacı tarafından, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden bahisle ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi nezdinde açılan davanın 675 sayılı KHK uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi sonrasında, 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi uyarınca, işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle davalı idareye yapılan başvurunun, 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddine ilişkin Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Usule ilişkin olarak; davacının hukuki durumunu etkileyen idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir idari işlem bulunmadığından davanın incelenmeksizin reddi gerektiği, esasa ilişkin olarak ise; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinde yer alan şartlar yönünden idarece bir işlem tesis edilmeksizin Mahkemece idare aleyhine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu, davacının talebinin süresinde ve usulüne uygun olarak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği ve davacının herhangi bir alacağının bulunup bulunmadığı hususlarındaki değerlendirmenin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunun görüş ve önerisi çerçevesinde Şanlıurfa İl KHK İşlemeleri Bürosu tarafından neticelendirileceği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliği’nce, dava konusu uyuşmazlık miktarının tek hakim parasal sınırının altında kalması nedeniyle davacı tarafın duruşma talebi yerinde görülmeyerek duruşma yapılmaksızın ve davalı idarenin usule ilişkin itirazları yerinde görülmeyerek, dava dosyası incelenerek işin esası hakkında gereği düşünüldü:

Dava, davacı tarafından, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden bahisle ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili talebiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddine ilişkin Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler” başlıklı 2. maddesinde; “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen; a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum kuruluşları (…) kapatılmıştır.” hükmü düzenlenmiş, ekli (I) sayılı listede Özel OSM Ortadoğu Hastanesi ve Özel Uzmanlar Tıp Merkezi’nin isimlerine yer verilmiştir.

670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Devir işlemlerine ilişkin tedbirler” başlıklı 5. maddesinde;

“(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne veya diğer terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.
(2) Bu madde kapsamında devralınan varlıklardan nakit ve diğer hazır değerler emanet, diğer varlıklar ise nazım hesaplarda izlenir. Nazım hesaplarda izlenen varlıklardan elden çıkarılanların tutarı emanet hesaplarına alınır. Ödenmesine karar verilen borçlar bu emanetlerden ödenerek kalan tutar bütçeye gelir kaydedilir.
(3) Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.
(4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.
(5) (Değişik fıkra: 2/1/2017 – 679 S.K.H.K./6. md) Borçların ödenmesinde, kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay gibi borçlar, çalışanların sigorta primleri, rehinli alacaklar, enerji, iletişim ve su kullanım borçları, çeşidine bakılmaksızın beşyüz Türk Lirasını geçmeyen borçlar ve diğerleri şeklinde sıralama esas alınır. Kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları, kurs, dershane, öğrenci yurtları ve pansiyonlara avans veya peşin ödeme şeklinde kapatma tarihinden sonraki dönemler için ifa edilmiş olan öğrenim ve barınma bedelleri, yukarıda belirtilen sıraya tabi tutulmaksızın iade edilir. (…)” hükmüne yer verilmiştir.

675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Dava ve takip usulü ” başlıklı 16. maddesinde; “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükmü yer almıştır.

Maliye Bakanlığının Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri Uyarınca Kapatılan Kurum ve Kuruluşlar Hakkında Yapılacak İş ve İşlemlere İlişkin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Genelgesinin (2016/1) “İstihkak ve alacak taleplerine yönelik başvuruların değerlendirilmesi” başlıklı 14. maddesinde “(1) Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin istihkak ve alacak talepleri, bunların yönetim merkezinin bulunduğu yerdeki İl KHK İşlemleri Bürosuna gönderilmek üzere alacaklının yerleşim yerindeki İl KHK İşlemleri Bürosuna yapılabilir. (2) Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığı tespit edilen kişilerce kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen alacak ve istihkak talepleri, değerlendirilmek üzere İl KHK İşlemleri Bürosu tarafından görevli İnceleme ve Değerlendirme Komisyonuna iletilir. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu, bu belgelerle birlikte diğer bilgi ve belgeleri de tetkik etmek ve gerektiğinde ilgililerin görüşlerine başvurmak suretiyle alacak ve istihkak taleplerine ilişkin görüş ve önerilerini rapora bağlar. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından düzenlenen raporu, işlem yapılmak üzere İl KHK İşlemleri Bürosuna gönderilir. (3) Borçların ödenmesindeki sıralama dikkate alınmak suretiyle Bakanlıkça belirlenecek tutarı aşmayan istihkak ve alacak talepleri, İl KHK İşlemleri Büroları tarafından sonuçlandırılır. (4) Bakanlıkça belirlenecek tutarı aşan istihkak ve alacak taleplerine ilişkin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu raporu, İl KHK İşlemleri Bürosu tarafından gerekçeli görüşüyle birlikte nihai karar verilmek üzere Bakanlığa iletilir” düzenlemesi yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin haklı bir nedene dayanmaksızın feshedildiğinden bahisle 21/02/2016 tarihinde Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi nezdinde iş sözleşmesinden kaynaklanan işçilik alacaklarının tahsili için dava açtığı, davalı şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nin yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi tarafından, 12/01/2017 tarih ve E:2016/217, K:2017/31 sayılı karar ile 675 sayılı KHK’nin 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğü’ne 14.03.2017 tarihli başvuru dilekçesi ile başvuruda bulunularak iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklarının ödenmesinin talep edildiği, başvurunun davalı idare tarafından tesis edilen 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işlemle 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Davanın Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali istemine yönelik kısmına ilişkin olarak;

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden; kapatılan ve sevk ve idaresi ilgisine göre Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum ve kuruluşların borçlarının ödenmesi ile ilgili olarak bir takım esasların getirildiği, buna göre; devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütüne veya diğer terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemek hususunda davalı idarenin yetkili kılındığı, borçların ödenmesinde, kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay gibi borçlar, çalışanların sigorta primleri, rehinli alacaklar, enerji, iletişim ve su kullanım borçları, çeşidine bakılmaksızın beşyüz Türk Lirasını geçmeyen borçlar ve diğerleri şeklinde sıralamanın esas alınacağı ve kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları, kurs, dershane, öğrenci yurtları ve pansiyonlara avans veya peşin ödeme şeklinde kapatma tarihinden sonraki dönemler için ifa edilmiş olan öğrenim ve barınma bedellerinin ise, yukarıda belirtilen sıraya tabi tutulmaksızın iade edileceğinin, Maliye Bakanlığınca belirlenecek tutarı aşmayan miktar yönüyle taleplerin İl KHK İşlemleri Bürosunca sonuçlandırılacağının, Bakanlıkça belirlenen miktarı aşan tutar yönüyle İl KHK İşlemleri Bürosunun gerekçeli görüşü alınarak Maliye Bakanlığınca bir karar verileceğinin düzenlendiği görülmektedir.

Uyuşmazlıkta, davalı idarece, devralınan şirkete ait 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmakla, kendisine mevzuatta verilen görevleri yerine getirirken her türlü araştırma ve soruşturma imkanına sahip olan idarece, davacının hangi tarihler arasında ilgili kurumda çalıştığı, işe giriş ve işten ayrılış bildirgeleri ile davacının hangi nedenle işten ayrıldığının ve iş sözleşmesi feshinin haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı hususları ile davacının terör örgütleriyle aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılarak davacının ödemeye esas alacağı olup olmadığının tespit edilmesi, akabinde devralınan varlıkların değerini geçmemesi ve ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ve mevzuatta gösterilen sıralamaya tabii olarak işlem tesis edilmesi gerekirken, 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Davanın işçilik alacaklarının ödenmesine karar verilmesi istemine yönelik kısmına ilişkin olarak ise;
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere, davacının talebinin, devralınan şirkete ait 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddedilmeside hukuka uyarlık bulunmadığından, davacının kapatılan kuruluştan olan alacak talebi yönüyle İl KHK İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunca, davacının hangi tarihler arasında ilgili kurumda çalıştığı, işe giriş ve işten ayrılış bildirgeleri ile davacının hangi nedenle işten ayrıldığının ve iş sözleşmesi feshinin haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı hususları ile davacının terör örgütleriyle aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılarak davacının ödemeye esas alacağı olup olmadığının tespit edilmesi, akabinde devralınan varlıkların değerini geçmemesi ve ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması koşulları yönüyle değerlendirme yapılmak suretiyle miktara göre talep hakkında İl KHK İşlemleri Bürosu veya Maliye Bakanlığınca bir karar verilmesi gerektiğinden, davacının işçilik alacağının olup olmadığı, işçilik alacağının bulunması durumunda ödenmesi gereken miktarın ne kadar olduğu idarece yapılacak araştırma ve değerlendirme sonucunda ortaya çıkacağından, bu aşamada davacının işçilik alacaklarının ödenmesi talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Hükmedilmesi gereken vekalet ücreti yönünden yapılan değerlendirme neticesinde ise;
24/11/2020 tarihinde yürürlüğe giren 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Seri davalarda ücret” başlıklı 22. maddesinde; “İhtiyari dava arkadaşlığının bir türü olan seri davalar ister ayrı dava konusu yapılsın ister bir davada birleştirilsin toplamda on dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam avukatlık ücretine, toplamda elli dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %50’si oranında avukatlık ücretine, toplamda yüz dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %40’ı oranında avukatlık ücretine, toplamda yüzden fazla açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %25’i oranında avukatlık ücretine hükmedilir.(…)” düzenlemesi yer almaktadır.

Dava dosyasında ki bilgi ve belgelerden; 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesinde iş sözleşmesi ile çalışan ve sözleşmesinin haklı bir nedene dayanmadan feshedildiğini ileri süren kişiler tarafından, iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklarının ödenmesi talebiyle yapılan başvuruların aynı idarece, aynı gerekçeyle reddedildiği, işlemlere karşı açılan davaların, aynı sebepten doğduğu, aynı konuya ilişkin olduğu ve aynı davalıya karşı açıldığı, Şanlıurfa İdare Mahkemeleri’nde açılan dava sayısının toplamda 100’den fazla olduğu görülmekle, söz konusu davaların seri dava niteliğinde olduğu sonucuna varılmaktadır.

Bu durumda, bakılmakta olan dava ile aynı istemle açılmış çok sayıda dosya bulunması nedeniyle seri dava niteliğindeki söz konusu davalar için, taraflara ölçüsüz bir yükümlülük getirmeyecek biçimde ve taraf vekillerinin harcadığı emek ve mesai dikkate alınarak vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden, 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Seri Davalarda Ücret” başlıklı 22. maddesi ile belirlenen tam ücretin %25’i oranında vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, davacının tazminat istemi hakkında ise karar verilmesine yer olmadığına, dava sonucu itibariyle kısmen iptal, kısmen KVYO ile sonuçlandığından aşağıda dökümü yapılan 216,35-TL yargılama gideri ile 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin yukarıda yer verilen 22. maddesi uyarınca belirlenen 510,00-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, dava açılma aşamasında nisbi olarak yatırılan 119,55-TL harçtan 54,40-TL tutarındaki maktu harcın mahsubu sonucu kalan 65,15-TL harcın ve artan posta ücretinin davacıya iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 45. maddesinin birinci fıkrası gereğince kesin (istinaf yolu kapalı) olarak, 29/12/2020 tarihinde karar verildi.

 

POLİSİN KÖTÜ MUAMELESİ NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRESİ
E. 2004/9784
K. 2006/2598
T. 21.4.2006

TAZMİNAT DAVASI ( 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Süre/Eylemin İdariliğinin Ortaya Çıktığı Tarihten İtibaren Hesaplanması Gerektiği – Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarih )

EYLEMİN İDARİLİĞİNİN ORTAYA ÇIKTIĞI TARİH ( Tazminat Davası/2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Süre – Kötü Muamelede Bulunduğu İddia Edilen Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarih )

POLİSİN KÖTÜ MUAMELESİ NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI ( Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarihin 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Başlangıcı Olacağı )
SÜRE ( Polisin Kötü Muamelesi Nedeniyle Tazminat Davası – Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarihin 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Başlangıcı Olacağı )

2577/m. 13

ÖZET : Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan zarar olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde olup olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekir.

İstemin Özeti : Davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen 50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Malatya İdare Mahkemesince davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın, davacı tarafından temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. D.Tetkik Hakimi : Aydın Akgül

Düşüncesi : Dava, davacının ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı Yasayla öngörülen tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdarenin yürüttüğü faaliyet alanındaki eylemlerin idariliği ve bu eylemlerden doğan zarar, bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Olayda, eylemin idariliği kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla dava süresinin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiği veya davacı tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekmekte; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararın öğrenilmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı : Nevzat Özgür

Düşüncesi : İdare ve Vergi Mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, sözkonusu maddede belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile bozma kararına uyularak verilen temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen 50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle istemiyle açılmıştır.
Malatya İdare Mahkemesince; davacının 5.12.1998 tarihinde ifadesi alınmak üzere karakola götürüldüğü sırada kötü muameleye uğraması nedeniyle manevi zararın da aynı tarihte öğrendiğinin kabulü gerekeceği, bu tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvuruda bulunulmadığından, bu süre geçtikten sonra yapılan 11.2.2002 tarihli başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle; davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulmasını istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.

Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.

Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.

Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Dava ve temyiz dosyasının birlikte incelenmesinden; davacının 5.12.1998 tarihinde sevk ve idaresinde bulunan kamyoneti bir bayanın üzerine sürdüğünden bahisle yapılan şikayet üzerine ? Karakoluna götürüldüğü, davacının burada görevli polis memurlarının kötü muamelesine maruz kaldığı ve hakkında 15 gün iş ve gücüne mani olduğuna ilişkin 14.12.1998 tarihli kati raporun verildiği, davacının 7.12.1998 tarihli şikayet dilekçesi sonrası Bingöl Cumhuriyet Savcılığınca kötü muamelede bulunduğu iddia edilen polisler hakkında kamu davası açıldığı ve davacının 5.4.1999 tarihinde davaya müdahil olduğu, Bingöl Asliye Ceza Mahkemesinin E:1996/36 sayılı dosyasında görülen davada, anılan Mahkemenin 25.1.2001 tarih ve E:1996/36, K:2001/171 sayılı kararı ile sanık polisler hakkında açılmış bulunan kamu davasının 4616 sayılı Yasa uyarınca Şartla Ertelenmesine karar verildiği, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemiyle 11.2.2002 tarihli dilekçe ile davalı idareye yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan zarar olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde olup olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa’nın 49. maddesine uygun bulunan davacı temyiz isteminin kabulüyle Malatya İdare Mahkemesinin 16.1.2004 tarih ve E:2002/879, K:2004/22 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine 21.04.2006 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :Usul ve hukuka uygun bulunan idare mahkemesi kararının onanması gerektiği görüşüyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.

ATAMANIN GEÇ YAPILMASI NEDENİYLE OLUŞAN ZARARIN TAZMİNİ İSTEMİ-YOKSUN KALINAN PARASAL VE ÖZLÜK HAKLARI VE FAİZ TALEBİ

T.C.
DANIŞTAY
12. DAİRE
E. 2016/394
K. 2019/8628
T. 12.11.2019
* ATAMANIN GEÇ YAPILMASI NEDENİYLE OLUŞAN ZARARIN TAZMİNİ İSTEMİ ( KPSS’den Almış Olduğu Puan İtibariyle Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Ziraat Teknisyeni Kadrolarına Yerleştirmesi Yapılmayan Davacının Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığına Karşı Dava Açtığı – Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hasım Mevkiine Alınıp Dosya Tekemmül Ettirildikten Sonra İşin Esası Hakkında Karar Verilmesi Gerektiği/Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hasım Mevkiine Alınmaksızın Verilen Kararda Hukuki İsabet Bulunmadığı )

* YOKSUN KALINAN PARASAL VE ÖZLÜK HAKLARI VE FAİZ TALEBİ ( Davacının Atanma Başvurusunun Reddine İlişkin İşlemin İptali İstemiyle Açtığı Davada Verilen Yürütmeyi Durdurma Kararı Üzerine Görevine Başlatıldığı İşlemin İptaline Karar Verildiği ve Bu İptal Kararının Kesinleştiği – İdare Mahkemesince Davacının Atanmama İşlemi Nedeniyle Açıkta Kaldığı Dönemde Yoksun Kaldığı Parasal ve Özlük Hakları Hesaplanarak Varsa Bu Dönemde Elde Ettiği Gelirlerin Düşülmesi Suretiyle Yasal Faiz İsteminin de Göz Önünde Bulundurulması Gerektiği )

* İDARENİN HUKUKA AYKIRI İŞLEMİNDEN DOĞAN SORUMLULUĞU ( İdarenin Hukuka Aykırı İşleminden Kaynaklanan Zararları Ödemekle Yükümlü Olduğu – Davacının Atanmama İşlemi Nedeniyle Açıkta Kaldığı Dönemde Yoksun Kaldığı Parasal ve Özlük Hakları Hesaplanıp Varsa Bu Dönemde Elde Ettiği Gelirleri Düşülerek ve Yasal Faiz İstemi de Göz Önünde Bulundurularak Karar Verilmesi Gerektiği/Bu Hususlar Gözetilmeden Verilen Kararın Hatalı Olduğu )

2709/m.125

2577/m.12

ÖZET : Dava, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına ziraat teknisyeni olarak atanma talebiyle yapılan başvurusunun reddine ilişkin işlemin, İdare Mahkemesi’nin kararı ile iptaline karar verilmesi üzerine atamasının geç yapıldığından bahisle yoksun kaldığını ileri sürülen miktar ve buna bağlı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkindir.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ziraat teknisyeni kadrolarına Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yerleştirilmesi yapılmayan davacı tarafından Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığına karşı bakılan davanın açıldığı, ancak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının hasım mevkiine alınmadan karar verildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, mahkemece, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınıp, dosya tekemmül ettirildikten sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınmaksızın verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

Davacının zarara yol açtığını ileri sürdüğü atanma başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada, İdare Mahkemesince verilen yürütmeyi durdurma kararı üzerine görevine başlatıldığı, kararla işlemin iptaline karar verildiği ve bu iptal kararının temyiz ve karar düzeltme incelemelerinden geçmek suretiyle kesinleştiği görüldüğünden, idarenin hukuka aykırı işleminden kaynaklanan zararları ödemekle yükümlü olduğu kuralı doğrultusunda, idare mahkemesince; davacının atanmama işlemi nedeniyle açıkta kaldığı dönemde yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının hesaplanarak, varsa bu dönemde elde ettiği gelirlerin düşülmesi suretiyle yasal faiz istemi de göz önünde bulundurulması gerektiği tabiidir. Açıklanan sebeplerle kararın bozulması gerekmiştir.

İSTEMİN KONUSU : Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 10/11/2015 tarih ve E:2014/424, K:2015/1588 Sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ:

Dava konusu istem: Davacının, 07/07/2011 tarihinde yapılan 2011/1 KPSS de aldığı puana istinaden Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına ziraat teknisyeni olarak atanma talebiyle 11/09/2013 tarihli başvurusunun reddine ilişkin işlemin, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarihli E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile iptaline karar verilmesi üzerine atamasının geç yapıldığından bahisle yoksun kaldığını ileri sürdüğü 47.856,94 TL’nin ve buna bağlı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti:Ankara 6. İdare Mahkemesince; davanın Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararının 03/02/2014 tarihinde davacı tarafa tebliği üzerine ve iptal davasının devamı niteliğinde, tam yargı davası olarak inşa edildiği, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca ilan edilen ziraat teknisyeni kadrolarına ÖSYM tarafından yerleştirilmesi yapılmayan davacı tarafından, söz konusu kadrolara yerleştirilen ancak aranan niteliklere sahip bulunmamaları nedeniyle atamaları yapılmayan kişiler nedeniyle boş kalan ziraat teknisyeni kadrolarına atanma talebiyle yapmış olduğu başvurusunun reddine ilişkin 18/09/2013 ve 78022 Sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada, Mahkeme tarafından söz konusu işlemin iptaline kararı verilmiş ise de, hizmet kusuruna dayalı maddi tazminat istemlerinde tazmin edilecek zararın, mal varlığında gerçek, kanıtlanabilir bir azalma veya artma olanağından yoksun kalma niteliğinde olmasının gerekli olduğu, idari işlemlerin iptali istemiyle açılan davalar üzerine verilen her iptal kararının tazminat ödenmesini gerektirmeyeceği, iptal edilen işlemle tazminat istemi arasında bir nedensellik bağının bulunması gerektiği, 07/07/2011 tarihinde yapılan merkezi yerleştirme işlemlerinde davacının atamasının yapılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış bir dava bulunmadığı, davacının boş bulunan kadrolara atanma talebinin reddi üzerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına karşı açmış olduğu dava sonucu atamasının yapıldığı, tazminat istemine dayanak yaptığı zararların muhtemel zarar niteliğinde olduğu ve davalı idarenin olayda bir kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, geç atanmasından kaynaklanan zararın ÖSYM Başkanlığı tarafından yapılan hatadan kaynaklandığı, atama işleminin geç yapılmasından doğan zararının da davalı idarece karşılanması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile iptal edilen işlem ile uğranıldığı iddia edilen zarar arasında nedensellik bağı bulunmadığı, davacının uğradığını iddia ettiği zarardan idarenin sorumlu olmadığı belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

KARAR : İNCELEME VE GEREKÇE:

MADDİ OLAY :

Davacının 28/11/2010 tarihinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı’na girerek KPSS94 puan türünden 73,667 puan aldığı, ÖSYM tarafından 07/07/2011 tarihinde yapılan merkezi yerleştirme işlemlerinde, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca ilan edilen 95 kişilik ziraat teknisyeni kadrolarına başvurduğu, ancak yeterli puana sahip olmadığından yerleştirmesinin yapılmadığı, yerleştirme işlemlerinin tamamlanmasından sonra bu kadrolara başvuran ve yerleştirmesi yapılan kişilerden 59 adayın ziraat teknisyeni kadrosu için aranılan nitelik koduna sahip olmadığının anlaşılması üzerine Bakanlıkça atamalarının gerçekleştirilmediği, bunun üzerine davacının, bu kişiler başvurmamış olsaydı bu kadroya yerleşeceğinden bahisle yerleştirme sonucunda boş kalan ziraat teknisyeni kadrolarından birine atanması istemiyle yapmış olduğu başvurunun 18/03/2013 tarihli ve 78022 Sayılı işlemle reddi üzerine Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile işlemin iptaline karar verilmesi üzerine ziraat teknisyeni kadrosuna ataması yapılarak 12/12/2013 tarihinde göreve başladığı, emsallerinin atamasının yapıldığı tarih ile kendisinin atamasının yapıldığı tarih arasındaki dönemde yoksun kaldığını ileri sürdüğü 47.856,94 TL nin yasal faizi ile ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İLGİLİ MEVZUAT:

Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde, “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Kanun’un “İdari davaların açılması” başlıklı 3. maddesinde idari davalara ilişkin dilekçelerde davanın konu ve sebepleri ile dayandığı delillerin gösterileceği belirtilmiş; “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” başlıklı 14. maddesinde dilekçelerin bu maddeye uygun olup olmadıkları yönünden de inceleneceği kurala bağlanmış; “İlk inceleme üzerine verilecek karar” başlıklı 15. maddede ise, anılan maddeye uygun bulunmayan dilekçelerin yeniden düzenlenmek üzere reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:

İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya eksiklik şeklinde tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

2577 Sayılı Kanun’un yukarıda aktarılan 12. maddesinde, idari işlem nedeniyle haklarının ihlal edildiği iddiasında bulunan ilgililere seçimlik hak tanımış ve bu kişilerin önce iptal davasını açarak sonra tam yargı davası (veya her iki davayı birlikte) açabilecekleri gibi iptal davası açmadan doğrudan tam yargı davası da açabilecekleri belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ziraat teknisyeni kadrolarına Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yerleştirilmesi yapılmayan davacının, alan kontrolü yapılmaksızın gerçekleştirilen yerleştirmeler sonucunda bir çok kadronun boş kaldığının öğrenilmesi üzerine bu kadrolara puan durumu dikkate alınarak atanması istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına karşı açmış olduğu davada, davacının Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığınca gerçekleştirilen yerleştirme işlemlerinde mezun olunan alan/program kontrolü yapılmaması nedeniyle puan sıralamasının kendisi aleyhine değiştiğini belirttiği, Ankara 10.İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca ilan edilen teknisyen unvanlı kadroya tercih kılavuzunda belirtilen niteliklere sahip olmayan kişilerin başvurmamış olması durumunda, davacının mezuniyet durumu ve KPSS’den almış olduğu puan itibariyle yerleştirmesinin yapılacağı, yerleştirme sonucu boş kalan kadrolara atamasının yapılması hakkaniyet ve adaletin gereği olduğu gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verildiği, anılan iptal kararından sonra davacının atamasının yapıldığı, 12/12/2013 tarihi itibarıyla görevine başlamış olan davacı tarafından açıkta kaldığı süreye ilişkin olarak 47.856,94 TL’nin ve özlük haklarının yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığına karşı bakılan davanın açıldığı, ancak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının hasım mevkiine alınmadan karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, mahkemece, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınıp, dosya tekemmül ettirildikten sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınmaksızın verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

Öte yandan; davacının zarara yol açtığını ileri sürdüğü atanma başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen yürütmeyi durdurma kararı üzerine 12/12/2013 tarihinde görevine başlatıldığı, 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararla işlemin iptaline karar verildiği ve bu iptal kararının Danıştay Onikinci Dairesinin temyiz ve karar düzeltme incelemelerinden geçmek suretiyle kesinleştiği görüldüğünden, idarenin hukuka aykırı işleminden kaynaklanan zararları ödemekle yükümlü olduğu kuralı doğrultusunda, idare mahkemesince; davacının atanmama işlemi nedeniyle açıkta kaldığı dönemde yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının hesaplanarak, varsa bu dönemde elde ettiği gelirlerin düşülmesi suretiyle yasal faiz istemi de göz önünde bulundurulması gerektiği tabiidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1.2577 Sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davacının temyiz isteminin kabulüne,

2.Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin temyize konu Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 10/11/2015 tarih ve E:2014/424, K:2015/1588 Sayılı kararının BOZULMASINA,

3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,

4. 2577 Sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 12.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ÜST GEÇİT YAPILMASI BİR İDARİ EYLEM DEĞİL, İDARİ İŞLEMİN İCRASI NİTELİĞİNDE OLDUĞUNDAN, ÜST GEÇİT YAPIMI NETİCESİNDE TAŞINMAZINDA DEĞER KAYBI OLDUĞUNU İDDİA EDEN DAVACININ, ÜST GEÇİDİN TAMAMLANDIĞI TARİHTEN İTİBAREN DAVA AÇMASI GEREKTİĞİ HAKKINDA..

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRE
E. 2011/7919
K. 2013/905
T. 12.2.2013

• KARAYOLU GEÇİŞİNİN ÜST GEÇİT YAPILARAK SAĞLANDIĞINDAN BAHİSLE TAŞINMAZDA OLUŞAN DEĞER KAYBI TAZMİNİ ( Süre Aşımı – Üst Geçit Yapımının Sona Erdiği ve Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı/Süre Geçtikten Sonra Açılan Davanın Reddedileceği )

• TAŞINMAZDA OLUŞAN DEĞER KAYBI TAZMİNİ ( Karayolu Ulaşımının Üst Geçitle Sağlanmasından Kaynaklı – Üst Geçidin Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı/Bu Süreler Geçtikten Sonra Açılan Davanın Süreden Reddi Gerektiği )

• DAVA AÇMA SÜRESİ ( Karayolu Geçişinin Üst Geçit Yapılarak Sağlandığından Bahisle Taşınmazda Oluşan Değer Kaybı Tazmini – Üst Geçit Yapımının Sona Erdiği ve Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı )

• SÜRE AŞIMI ( Karayolu Geçişinin Üst Geçit Yapılarak Sağlandığından Bahisle Taşınmazda Oluşan Değer Kaybı Tazmini – Davanın Üst Geçitin Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Açılacağı/Dava Açma Süresini Canlandırıcı Mahiyette Olmayan Başvurunun Reddi Üzerine Açıları Davada Süre Aşımı Bulunduğu )

2577/m.11,12

ÖZET : Dava; karayolu geçişinin üst geçit ile sağlanması sebebiyle malik olunan taşınmazda değer kaybı meydana geldiğinden bahisle uğranıldığı zararının tazmini istemine ilişkindir. Zarar, eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan
başvurunun reddi üzerine açıları davada süre aşımı bulunmaktadır.

İstemin Özeti : Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin 29.3.2011 tarih ve E:2011/433, K:2011/250 Sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi: Uyuşmazlıkta, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair istemden ve bu işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla, davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı 26.11.2009 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine kalan sürede dava açılması gerekirken; bu süre geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan 21.9.2010 tarihli başvurunun reddi üzerine 28.1.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan, temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibariyle
isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu nedenle, temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesi kararının yukarda belirtilen gerekçe ile onanması gerektiği düşünülmekledir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17/2.maddesi uyarınca davacıların duruşma istemi yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi, gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; Samsun-Ankara Karayolu’nun Havza İlçesi Merkez geçişinin üst geçit ile sağlanması sebebiyle davacıların maliki olduğu Samsun ili, Havza ilçesi, İnönü Mahallesi, 94 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda değer kaybı meydana geldiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen 150.000,00 TL maddi zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Samsun 1. İdare Mahkemesince; davacıların maliki olduğu Samsun İli, Havza İlçesi, İnönü Mahallesi, 94 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda meydana geldiği ileri sürülen değer kaybının tazmini istemiyle 21.9.2010 tarihinde yapılan başvurunun altmış gün içinde cevap verilmeyerek zımnen reddedildiği,  zımni ret tarihi olan 20.11.2011 tarihinden itibaren 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7 ve 13. maddelerine göre altmış günlük dava açma süresi içinde ve en son 19.1.2011 tarihînde dava açılması gerekirken, bu sürenin bitiminden sonra yeni dava açma süresini canlandırmayan 26.11.2010 tarihli işlem üzerine 28.1.2011 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülen aralan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

İdari işlemler, idari makam ve mercilerin idari faaliyetleriyle ilgili alanda, idare hukuku çerçevesinde,tek taraflı irade açıklamasıyla hukuk aleminde sonuç doğması kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki tasarruflarıdır. Temelinde bir idari karar veya işlem olmayan, fizik alanında görülen iş, hareket, ameliye ve çalışmalar ile idarenin hareketsiz kalması ise, idari eylem olarak adlandırılmaktadır. İdari işlemler, hukuk aleminde değişiklik yapan, yenilik doğuran irade açıklamalarını yansıtmakta iken; idari eylemler, esas olarak maddi alemde değişiklik ve yenilik meydana getirmekte, sadece ilgililerin hak ve yetkilerini kullanmaları koşuluyla hukuki etki ve sonuç doğurabilmektedir.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12 maddesinde; İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması batinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca İdareye başvurma hakları saklıdır. hükümleri yer almış anılan Kanunun 13. maddesinde ise; “… İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilir.”, hükümlerine yer verilmiştir. Dava dosyası ve aynı konuya yönelik açılan diğer dosyaların birlikte incelenmesinden; Samsun-Ankara Karayolunun Havza İlçesi Merkez geçişinin sağlanması için yapılan üst geçidin 25.11.2009 tarihinde hizmete açıldığı, davacılar tarafından üst geçit yapılması sebebiyle taşınmazında meydana geldiği ileri sürülen değer kaybının ödenmesi istemiyle 21.9.2010 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, yapılan başvurunun altmış gün içerisinde cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedildiği, davalı idarece zımni ret tarihinden sonra tesis edilen 26.11.2010 tarihli işlemle de davacılar başvurularının reddedilmesi üzere 28.1.2011 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlıkta, davacılar tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar, eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair istemden ve bu işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı 25.11.2009 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan 21.9.2010 tarihli başvurunun reddi üzerine 28.1.2011 tarihinde açıları davada süre aşımı bulunmaktadır. Bu durumda, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibariyle hukuki isabetsizlik bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz: isteminin reddi ile Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin 29.3.2011 tarih ve E:2011/433, K:2011/250 Sayılı kararının, yukarda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA, 12.02.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi

TAŞINIR REHNİNİN PARAYA ÇEVRİLMESİ YOLUYLA İLAMSIZ TAKİP- BORCA İTİRAZ- ARAÇ ÜZERİNDEKİ YAKALAMA ŞERHİNİN KALDIRILMASI

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/178
KARAR:2013/4852

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR

Şikayetçi borçlu vekili tarafından;… 7. İcra Müdürlüğü’nün 2012/19470 Esas sayılı dosyası ile borçlu aleyhine taşınır rehninin paraya çevrilmesi yolu ile takipte bulunulduğunu, borçlu … takipten önce öldüğünü, ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağını, asıl borçlu hakkında takibe girişilemediği müddetçe rehin verildiğini kabul etmemekle beraber rehin veren aleyhine de takip yapılmayacağını, İcra Müdürlüğü’ne bu sebeplerle ve borca, ferilerine, faize, rehin hakkına, rehin sözleşmesine, yetki, imza ve yazıya itiraz edilmesi üzerine takibin durdurulduğunu, fakat araç üzerindeki yakalama şerhinin kaldırılmadığını, takip kesinleşmeden araç üzerine yakalama şerhi konulduğunu belirterek takibin iptalini ve yakalama şerhinin kaldırılmasını talep etmiştir

Mahkemece, borçlunun icra takibinden önce takip borçlusu … ilgili mirasın reddinin tespiti için dava açtığı ve mirasın reddedildiğinin tespiti kararının kesinleştiği, bu nedenle … mirasını reddeden davacının ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağından bahisle takibin iptalini talep etme sıfatı bulunmadığından ve davacı takip borçlusunun itirazı üzerine davacı yönünden takip olduğu yerde duracağından yakalama şerhinin kaldırılması talebinin reddine ilişkin icra müdürlüğünün vermiş olduğu kararda yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilerek şikayetin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İlamsız takipte her türlü itiraz İcra Müdürlüğü’ne yapılabileceğinden ve bu itirazlar hakkında alacaklı talep ettiği takdirde itirazın kaldırılması ve itirazın iptali yargılaması sırasında inceleme yapılabileceğinden sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

İcra dosyasının incelenmesinde takibin, taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluyla ilamsız takip olduğu, 20.09.2012 tarihinde aracın kaydına yakalama şerhinin konulmasına karar verildiği ve yakalama şerhinin işlendiği anlaşılmıştır .

Taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluna ilişkin ilamsız takiplerde İİK.nun 147. maddesi göndermesi ile uygulanması gereken aynı Yasanın 62 ila 72. maddelerine göre süresi içinde yapılan itiraz ile takip durur, yapılan takiple birlikte rehinli aracın kaydı üzerine rehinli takibe başlandığına dair şerh verilmesi mümkün ise de; İİK’nun 150/d maddesindeki, satış hazırlıkları başlıklı kıymet taktiri ile ilgili hükmün, gayrimenkuller için uygulanacak ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takiplere ilişkin olduğu, müşterek hükümler arasında yer almadığı, İİK.nun 150/h maddesinden 153. maddeye kadar müşterek hükümler arasında, belirtilen hususun düzenlenmediği, paraya çevrilme usulüyle ilgili atıf yapılan ve kıyasen uygulanacak hükümlerinde açıkça düzenlendiği, İİK.nun 150/g maddesinde, İİK.nun 150/d maddesinin kıyasen uygulanacak hükümler arasında bulunmadığı, kıyasen uygulanacağı belirtilen İİK.nun 92. madde de dahil diğer maddelerin ancak takibin kesinleşmesinden sonraki safhada uygulanabileceği, itiraz üzerine durması gereken takiplerde icra müdürlüğünce takiple birlikte kıymet taktiri için veya başka gerekçelerle rehin konusu aracın yakalanıp muhafaza altına alınması yönünde tedbirler uygulanamayacağı, belirtilen tedbirlerin ancak takibin rehnin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip olması halinde uygulanabileceği ve ilamsız takipte takip kesinleşmeden rehinli menkul muhafazaya alınmayacağından şikayetin bu yönden kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde şikayetin tümden reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle, İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 02.04.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ÇAĞRI MERKEZİ ÇALIŞANI- ÇAĞRIYI YARIDA KESİP MÜŞTERİYE YANIT VERMEME-İŞ AKDİNİN FESHİ- KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/998 Esas
KARAR NO : 2020/1329 Karar

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : EMSAL SERGEN (31437)
ÜYE : ZERRİN ÇELEBİ ERASLAN (38694)
ÜYE : RUVEYDA KÜRKÇÜ (118960)
KATİP : İBRAHİM ÇÖVEN (243620)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 2. İŞ MAHKEMESİ
TARİHİ : 13/02/2019
NUMARASI : 2017/210 Esas 2019/68 Karar
DAVACI : S. S.
VEKİLLERİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cad. 160. Sok. Güven İş Merkezi Kat:4 Daire 7 Haliliye/Şanlıurfa 63300
DAVALI : T..VE İŞ SÜREÇLERİ DIŞ KYNK HİZ TİC. A.Ş
VEKİLİ : Av. ……
DAVANIN KONUSU : Alacak (İşçi İle İşveren İlişkisinden Kaynaklanan)
İSTİNAF YOLUNA
BAŞVURAN : Davalı Vekili ve Davacı Vekili
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 09/12/2020
GEREKÇELİ KARAR
YAZIM TARİHİ : 09/12/2020

İlk derece mahkemesince verilen karara karşı davalı vekili ve davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere Dairemize gelmiş olmakla dosya incelendi, yapılan müzakere sonunda gereği düşünüldü;

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :

Davacı vekili dava dilekçesi ile davacının, davalıya ait iş yerinde 26/12/2015 – 29/03/2017 tarihleri arasında çağrı personeli olarak çalıştığını, son ücretinin 1.900,00 TL olduğunu, iş akdinin haksız olarak işveren tarafça feshedildiğini beyanla kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil, hafta tatili ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesi ile iş akdinin haklı neden ile sona erdirildiğini, karşıladığı çağrılarda konuşmayı yarıda kesip abonelere cevap vermediğini, kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamayacağını, fazla mesai alacağının bulunmadığını, işyerinde dini ulusal bayram ve genel tatillerde çalışma olmadığını, yapıldığında ise ücretinin ödendiğini, davacının hafta tatili ücretine hak kazanamadığını, yıllık izinlerinin kullandığını, kullanmadıklarının ücretinin ödendiğini, zamanaşımı itirazında bulunduklarını bildirerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :

Mahkemece davacının iş akdinin geçerli neden ile feshedildiği kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı, yıllık izin alacağının olmadığı, hafta tatilini kullandığı, fazla mesai ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti iddialarının ispatlandığı gerekçeleriyle;

“Davanın kısmen KABUL kısmen REDDİNE,

3.167,02 TL Brüt kıdem tazminatı alacağı,
2.344,16 TL Brüt İhbar Tazminatı alacağı,
1.497,69 TL Brüt fazla mesai ücreti alacağı,
38,43 TL Brüt Ulusal Bayram Genel tatil Ücreti alacağı toplam 7.047,30 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine,
Kıdem tazminatına iş akdinin feshi tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden faiz yürütülmesine,
800,00 TL İhbar Tazminatı alacağına dava tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine,
1.544,16 TL İhbar Tazminatı alacağına temerrüt tarihi olan 08/04/2017 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine,
1.000,00 TL fazla mesai ücreti,
38,43 TL Ulusal bayram Genel Tatil ücreti alacağına alacağına dava tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden faiz yürütülmesine,
497,69 TL fazla mesai ücreti alacağına temerrüt tarihi olan 08/04/2017 tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden faiz yürütülmesine,
Davacının fazlaya ilişkin taleplerinin reddine,” karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :

Davalı vekili istinaf dilekçesi ile davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddi gerektiğini, belirsiz alacak davasının ıslah ile artırılmasının söz konusu olamayacağını, davacının alacaklarının tam ve kesin olarak belirlenebilir olduğunun usulüne uygun yapılmayan ıslahın reddi gerektiğini Yerel Mahkemece kararın yetersiz bilirkişi raporu ve eksik incelemeye dayandığını, mahkemece kararın dosyaya sundukları belgeler incelenmeden tanıkların beyanlarına vesair delillerine itibar edilmeden hüküm kurulduğunu davacının fazla mesai alacağının olmadığını, bazı haftalarda 45 saati aşan çalışması olsa da bu çalışmaların denkleştirmeye tabi tutulduğunu ayrıca İş Sözleşmesinin 4/8.maddesi uyarınca İş Kanunu 41 de belirtilen süre içerisinde kalmak şartı ile yapılacak fazla mesai için ek ücret talep edilemeyeceğini, davacının kıdem ve ihbar tazminatı ve bunlara bağlı faize hak kazanamadığı, davacının iş akdinin vazifesini hiç yapmamış olması sebebi ile haklı neden ile feshedildiğini, somut olayda yetersiz ifa değil hiç ifa edilmeme durumunun söz konusu olduğunu, davacının çağrılara cevap vermediğini, görevinin hiç ifa edilmediğini, kıdem tazminatı hesabında hata yapıldığını, kıdeme esas ücrete primin dahil edildiğini, primin süreklilik ve kararlılık arz etmediğini, mahkemenin söz konusu tazminatlar için faizin başlangıç tarihine ilişkin yapmış olduğu değerlendirmenin hatalı olduğunu, ıslah dilekçesinde taleplerin net mi brüt mü olduğunun açıklanmadığını, faiz başlangıç tarihinin temerrüt tarihi olarak belirlendiğini, faizin başlangıcının ıslah tarihi olması gerektiğini, davacının ulusal bayram ve genel tatil alacağının olmadığını bahsi geçen ödemelerin bordrolarda görüleceği üzere davacıya ödendiğini, belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı vekili istinaf dilekçesi ile fazla mesai yönünden hesaplama ve değerlendirmelerin doğru olmadığını dava dilekçesinde davacının davalı işyerinde 10:00-20:00 saatleri arasında çalışma yaptığı halde fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğinin belirtildiğini, bu hususların tanık Arife C.in beyanı ile doğrulandığını, aynı işverene karşı açılan Şanlıurfa 1. İş Mahkemesinin 2017/209 Esas sayılı dosyasında tanık Yusuf Y.’in beyanında normal mesainin 10:00 – 20:00 saatleri arasında olduğuna ilişkin beyanda bulunduğunu, iş bu tanığın bu dava dosyasında yalan beyanda bulunduğunu, bu sebeple bu tanığın beyanları esas alınarak hesaplama yapılmasının doğru olmadığını, esas alınsa bile haftanın 2-3 günü 10:00 – 20:00 saatleri arasında çalışma olduğu esas alınarak fazla mesainin hesaplanması gerektiğini, mahkemece Şanlıurfa 1. İş Mahkemesinin 2017/2019 Esas sayılı dosyasının dosya kapsamına alınarak bu dava dosyasının davacısı Arife C’in davacı ile aynı birimde çalıştığı ve aynı mahiyette fazla mesai yaptıkları hususu nazara alındığında bilirkişi tarafından haftanın 6 günü 10:00 – 20:00 saatleri arasında çalışma yapıldığı şeklinde hesaplama yapılması gerekirken bu şekilde hesaplama yapılmadığını belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve HUKUKİ SEBEPLER :

Dava, kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil, hafta tatili ve yıllık izin ücreti alacaklarının tahsili talebine ilişkindir. Mahkemece isteklerin kısmen kabul, kısmen reddine karar verilmiş, karara karşı davalı vekili ve davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Dairemizce istinaf incelemesi HMK 355 ve 357. maddesi gereğince istinaf sebepleri ile bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususları da gözetilerek yapılmıştır.
Dava kısmi dava olarak açılmıştır. Davacı vekili davacının 26/12/2015 -29/03/2017 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığını, iş akdinin haksız olarak feshedildiğini beyan etmiş davalı vekili ise aboneler ile ilgili görüşmelerde çağrılara cevap vermediğini, karşıladığı çağrılarda abonelere cevap vermediğini ikna çabası içerisine girmediğini bu sebeplerle iş akdinin İş Kanunu 25. maddesi gereğince haklı nedenle feshedildiğini bildirmiştir. İş akdi fesih bildiriminde 25/03/2017 tarihinde 2 abone 27/03/2017 tarihinde 1 abone ile yaptığı görüşmelerde çağrılara cevap vermediği veya konuşmaları yarıda kesip abonelere cevap vermediği görevi kötüye kullanarak ikna çabası içine girmediği, ve gelen datalara işlem yapmadan ulaşılamadığı statüsüne girdiği gerekçeleri ile İş Kanunu 25.maddesi uyarısınca feshedildiğinin bildirildiği anlaşılmıştır. Dosya içerisinde 27/03/2017 ve 25/03/2017 tarihinde kendisine düşen çağrılara cevap vermeyip ve konuşmayı yarıda kesip abonelere cevap vermediği ve kendisine verilen görevi kötüye kullanarak dataya işlem yapmadan ulaşılamadı statüsüne girdiğine ilişkin 3 adet tutanak bulunduğu, tutanak tanığı Ömer Faruk Y.’ın mahkemede dinlendiği, davacı işini gereği gibi yapmadığını bildirdiği, davacının eylemlerinin haklı fesih ağırlığında olmayıp geçerli fesih sebebi olabileceği, davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı değerlendirilmiştir.
Bilirkişi tarafından tarafından taraf tanık beyanlarına göre fazla mesai ücreti hesaplanmış olup aykırılık bulunmamaktadır. Davalı tarafından denkleştirme yapıldığı iddiasının ispatlanamadığı, denkleştirme yapılan 2 aylık döneme ilişkin bir delilin dosyaya sunulmadığı ve davalı işyerinde her hafta haftalık yasal çalışma süresinin aşıldığı görülmüştür.
Bordrolarda davacıya performans prim ödemesinin yapıldığı görüldüğünden prim ödemelerinin tazminata esas ücret içinde değerlendirilmesinde bir aykırılık bulunmamaktadır.
Mahkemece kıdem tazminatına ilişkin olarak iş akdinin fesih tarihinden itibaren diğer alacaklar yönünden dava ve temerrüt tarihinden itibaren faize hükmedilmiş olup davalının bu yöndeki istinafı yerinde değildir.
Davacı tanık beyanlarına göre davacının dini bayramlar dışında kalan ulusal bayram ve genel tatillerde çalıştığı ancak tespit edilen ücretin ödendiğinin davalı tarafından ispat edilemediği görülmüştür.
Bu sebeplerle davalı vekili ve davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere

1)Hakkında istinaf başvurusunda bulunulan ilk derece mahkemesi kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davalı vekili ve davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2)Alınması gerekli istinaf karar ilam harcı 54,40 TL’den davacı tarafça başlangıçta yatırılan 44,40 TL’nin mahsubu ile bakiye 10,00 TL’nin davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3)Alınması gerekli istinaf karar ilam harcı 481,40 TL’den davalı tarafça başlangıçta yatırılan 121,00 TL’nin mahsubu ile bakiye 360,40 TL’nin davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
4)İstinaf yargılaması duruşmasız yapıldığından istinaf yargılaması için vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
5)Kararın taraflara tebliği ile harç tahsil müzekkeresi yazılması işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine,
6)Taraflarca yatırılan kullanılmayan gider avansının yatırana iadesine,
Dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 7036 sayılı Kanun’un 8. maddesi ve 6100 sayılı HMK’nın 362.maddesi gereğince miktar itibariyle KESİN olmak üzere 09/12/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Emsal SERGEN Zerrin Çelebi ERASLAN Ruveyda KÜRKÇÜ İbrahim ÇÖVEN
Başkan Üye Üye Katip
31437 38694 118960 243620
¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır

Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu Kapsamında E-İmza ile imzalanmıştır.

VERESİYE AKARYAKIT SENETLERİNE DAYALI İCRA TAKİBİ- İTİRAZIN İPTALİ- İMZAYA İTİRAZ

T.C.
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/1066
KARAR NO : 2015/12808

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Bozova Asliye Hukuk Mahkemesi (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla)
TARİHİ : 12/09/2014
NUMARASI : 2010/201-2014/550
DAVACI : B…. AŞ.
DAVALI : Emin B. vek. Av. Selim Hartavi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili; müvekkilinin veresiye akaryakıt satışından kaynaklanan alacağının tahsili için davalı aleyhine yapılan icra takibinin davalının süresinden sonra ve haksız itirazı ile durduğunu belirterek, itirazının iptali ile icra takibinin devamına ve %40 icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı; asıl alacağın zamanaşımına uğradığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; Bozova İcra Mahkemesi’nin 2010/9 E.-2010/6 K. sayılı kararı ile davalı borçlu tarafından yapılan şikayetin kabulü ile ödeme emrine ilişkin tebligatın davalı borçluya 22.04.2010 tarihinde yapılmış sayılmasına karar verildiği ve bu kararın Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin ilamı ile onandığı, bu suretle davalının itirazının süresinde olduğu, itirazın iptali davasının da süresinde açıldığı, davalının dosyada mevcut belgelerdeki imzaların kendisine ait olmadığını beyan ederek imza incelemesi istemesi üzerine imza ve yazı örneklerinin alınması için çıkarılan ihtaratlı davetiyenin davalıya tebliğ edilmesine rağmen belirtilen duruşma gün ve saatinde hazır bulunmadığı davacı tarafından düzenlenen 6 adet faturanın davalıya tebliğ edildiğine dair bir belge olmadığı veresiye akaryakıt senetlerine göre faturalara konu akaryakıtın davalıya ait 63 YF 447 plakalı araç için verildiği, veresiye akaryakıt senetlerinin bir kısmında teslim alan olarak davalının adı ve imzasının bulunduğu, bir kısmında ise dava dışı Kasım Özbay, Müslüm Babacan, Selahattin Pişkin isimli şoförlerin imzasının bulunduğu, bununla birlikte alacağa konu faturaların altlarının davacı alacaklı tarafından imzalandığının görüldüğü, bu tip kapalı faturaların bedellerinin alınmasına müteakip tanzim eden tarafından imzalandığının kabulü gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Davacı iddiasını yazılı belge ile kanıtlayamamıştır, ancak dava tarihi itibarıyla dava dilekçesinde açıkça yemin deliline dayanmış olduğundan mahkemece bu hakkı hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine,15.10.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Vekili Üye Üye Üye Üye
Uğur Sayın M.B.Selçuk A.H.Güler D.İ.Toros F.Akyüz

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
Esas No:2014/23076
Karar No:2015/18932
Karar Tarihi: 28.05.2015

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

ÖZET: Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

(1475 S. K. m. 14) (4857 S. K. m. 17, 25, 41, 46)

Dava ve Karar: Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, ücret alacağıyla fazla mesai ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. Bulut tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı avukat yanında katip olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini iddia ederek bir kısım işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili davacının iddialarının yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini haksız feshettiğini belirterek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedilip feshedilmediği uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır.

Somut olayda, davacının iş sözleşmesinin icra takip dosyasından borçlu olarak gözüken kişiden 350,00 TL’yi harç parası alarak bunu yatırmayıp uhdesinde tuttuğu gerekçesiyle feshedilmiştir. Parayı verdiğini iddia eden icra takip dosyası borçlusu olan davalı tanığı bunu doğruladığı gibi davacıyla telefon görüşmesinde davacının parayı aldığını kabul ettiğini de doğrulamıştır. Aynı şekilde dosyada bu yönde bir tutanak ve davalı tanığı Gökhan’ın beyanları da bulunmaktadır. Daha sonra söz konusu, harcın davalı avukat tarafından yatırılarak borçlu üzerindeki haczin kaldırıldığı da anlaşılmaktadır. Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.05.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

REHİN ALACAKLISININ SATIŞA MUVAFAKAT ETMEDİĞİ GEREKÇESİ İLE SATIŞ TALEBİNİN REDDİ YÖNÜNDE İŞLEM TESİSİNİN MÜMKÜN OLMADIĞI

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/708

KARAR:2016/14104

“İçtihat Metni”

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu aleyhine genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız takipte, alacaklının talebi ile icra müdürlüğünce, hacizli olan … plakalı aracın kaydında lehine rehin şerhi bulunan …’na İİK’nun 100. maddesi uyarınca müzekkere gönderildiği, … cevabında, 77.000 TL kefaletten dolayı rehin şerhinin devam ettiğini, araç satışına muvafakati olmadığını bildirdiği, alacaklının satış talebi üzerine, icra müdürlüğünce, rehin alacaklısının satışa muvafakat etmediği gerekçesi ile satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının icra mahkemesine şikayet yolu ile başvurarak, satış talebinin reddine ilişkin memurluk işleminin iptalini talep ettiği, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Rehin hakkı; bir alacağı temine yarayan, başkasına ait menkul mal veya hak üzerinde tesis edilen sınırlı bir ayni hak olup, alacaklıya, borçlulardan alacağını alamaması halinde, rehinli malın satış bedelinden alacağını tahsil yetkisi veren bir haktır. Rehin hakkı, sahibine, satışa muvafakat etmeme hakkı tanımaz. İhale bedelinin, rüçhanlı alacağı karşılayıp karşılayamayacağı satış sonucunda belli olacağından, icra müdürlüğünce belirtilen nedenle satış talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE BEYİN KANAMASI SONUCU ÖLÜM- İŞ KAZASI

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2016/5106
KARAR NO : 2016/14745

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bakırköy 21. İş Mahkemesi
TARİHİ : 01/10/2015
NUMARASI : 2013/502-2015/419
DAVACILAR : S. K. vs. Vek. Av.
DAVALI :1-…..Fabrikaları San. Tic. A.Ş. Vek.
2-….. Koruma Ve Güvenlik Hizmetleri Ltd Şti

Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle, davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davacılar vekilince istenilmesi ve de duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 06/12/2016 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalılardan İstanbul Asfalt Fabrikaları San. Tic. A.Ş vekili Avukat Yakup Çolak geldi. Davacılar ile diğer davalı adına gelen olmadı. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi Mehmet Fatih Kapusuzoğlu tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

K A R A R

Dava, sigortalının iş kazası sonucunda vefatı nedeniyle yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, olayın %100 kaçınılmazlıktan kaynaklandığı, işverenin kusursuz olduğundan bahisle davanın reddine verilmiştir.

Dosya kapsamından murisin beyin kanaması nedeniyle vefat ettiği, olayın iş kazası olduğunun tespitine dair mahkeme ilamının onanarak kesinleştiği, dosya kapsamında aralarında operatör doktor bir hekimin de bulunduğu heyetten kusur raporu alındığı, bu raporda beyin kanamasının meydana gelişinde %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu konusunda görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.

Kaçınılmazlık; hukuksal ve teknik anlamda; fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder. Olayın önlenemezliği hususunu açmak gerekirse; buradaki önlenemezlik olayla ilgili değildir. Önlenemezlik unsuru, tamamen davranış normu ve borca aykırılıkla ilgili olup alınabilinecek tüm tedbirler alınmış olunsa dahi bir davranış normunun veya sözleşmeden doğan bir borcun ihlalinin ifadesidir. Yani olay önlenemez olmasına rağmen bir davranış kuralına yada sözleşmeden doğan borca aykırılık önlenebiliyorsa artık kaçınılmazlıktan söz etme imkanı yoktur.

Bu açıklamalardan olarak somut olayda her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi kusur raporunda beyin kanaması neticesinde ölüm sonucunun ortaya çıkmasında %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüşe katılmak mümkün değildir.

Yapılacak iş, murisin vefatından önceki döneme ve vefatına ilişkin tüm tıbbi belgeler dosyaya celp edildikten sonra aralarında bir nörologun da bulunduğu iş güvenliği uzmanlarından oluşan heyetten beyin kanamasının oluşmasında işyeri koşullarının etkili olup olmadığı, sigortalının kendi bünyesinden kaynaklanan nedenlerin ne kadar etkili olduğu konusunu da kapsayacak şekilde kusur raporu almak ve oluşacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, sair yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine 06/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
Mesut BALCI
Üye
H. KARA
Üye
B. SONER
Üye
B. AYDOĞAN
Üye
A. YENER
C.C

BONODA MALEN KAYDI YERİNE EV İÇİNDİR İBARESİNİN BULUNMASI- KAMBİYO SENEDİ VASFI

T.C.
Yargıtay
12. Hukuk Dairesi

Esas No:2012/26295
Karar No:2013/4039
K. Tarihi:14.02.2013

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi  tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu, alacaklı tarafından aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 5 günlük yasal süre içerisinde icra mahkemesine başvurarak, senedin teminat senedi olduğu kambiyo vasfında olmadığını ileri sürerek icra takibinin iptalini talep etmiştir.

Mahkemece; takip dayanağı olan bonoda ”ev içindir” ibaresinin yazılı olması nedeniyle alacağın tahsilinin yargılamayı gerektirdiği” gerekçesiyle davacının borca itirazının kabulü ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan ilişki “kambiyo ilişkisi” ismiyle anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu “kambiyo taahhüdü”nde bulunmuş olur. Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl/temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.

Bu genel açıklamadan sonra hemen belirtmek gerekirki; bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedidir. Bu nedenle bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır (TTK.m. 691/1).

Bonoda şekil şartları TTK’nun 688.maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” yada “emre muharrer senet” ibaresi, kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden yada malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir.

Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı“dır. Yinelemek gerekirse “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, mücerret bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının, varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştır (HGK 2003/19-781 E, 2003/768 K. ). Bonoda ki ”ev içindir” ibaresi malen kaydı gibi bir bedel kaydıdır.

Bu durumda senette “ev içindir” ibaresinin bulunması, T.T.K.’nun 688. maddesi uyarınca, bono niteliğini etkilemeyeceğinden takip dayanağı bono yasal unsurları içeren kambiyo senedi vasfındadır. Borçlu itirazının reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/02/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KUSUR ORANLARININ BELİRLENMESİ TEKNİK DEĞİL HUKUKİ BİR KONU OLDUĞU

TC.
YARGITAY
17. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2018/6414
KARAR: 2020/4591

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili; davalıya zorunlu mali sorumluluk sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin yaralandığını ve malul kaldığını açıklayıp 48.140,00 TL’nin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, bozma ilamı, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre meydana gelen kazada davacının tam kusurlu olduğu, davalıya atfedilecek kusur bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan cismani zarara dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davacı vekili, davalıya sigortalı araç sürücüsünün meydana gelen kazada tam kusurlu olduğunu açıklayıp maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

Mahkemece kusur konusunda alınan raporda; davacının, kavşağa geldiği sırada trafiğin sıkışık olduğu ve arkasından gelen aracın (davalıya sigortalı) kendisinin sol ayağına çarptığını beyan etse de; davacı motosiklet sürücüsünün oğlunu da motosikletin önüne alarak seyrettiği meskun mahal, orta refüjle bölünmüş, aydınlatmanın bulunduğu yolda alacakaranlık vakitte, görgü tespit tutanağında kaza yeri olarak işaretlenen yere ve davalıya sigortalı aracın hasarlı kısımlarına göre davacının beyanının kazanın oluşumuna uygun düşmediği görüşüne varılarak, davacının seyir halinde olduğu sağ şeritten sol şeride yönelmeden evvel sol yakın gerisinden sol şeridi takiben doğru seyretmekte olan davalıya sigortalı aracı hızı ve konumuyla kendi yönetimindeki motosikletin arasındaki mesafeyi iyice kontrol etmeden geçmenin yasak olduğu yaya geçidinde şerit ihlali yaparak çarpması ile gerçekleşen kazada davacının %100 kusurlu olduğu, davalının sürücüsünün sol şerit üzerinde düz seyrederken sağ arka kapı kısmında çarpıldığı kazada kusursuz olduğu belirtilmiş, mahkemece rapor esas alınarak karar verilmiştir.

BK.53.(TBK.74) maddesinde haksız eylemin “kusur” öğesi konusunda hukuk hakimine tanınan yetkiler iki bölüm olup, birincisi “kusur bulunup bulunmadığına”, öteki “kusurun derecesini ve zararın tutarını belirlemeye” ilişkindir. Maddenin ilk cümlesine göre “kusurun varlığını” araştırmada yetkileri sınırlı olan hukuk hakimi, maddenin ikinci cümlesine göre “kusurun derecesini ve zarar tutarını belirlemede” tam bağımsız kılınmıştır.

HMK 266 madde (HUMK 275 md.) hükmüne göre kusur oranlarının belirlenmesi teknik değil hukuki bir konudur. Elde edilen teknik bulgulara göre hakim bu oranı belirlemede ihlal edilen kuralları gözönüne almalıdır.

Haksız fiilden dolayı sorumlu olabilmek için kusurun bulunması şarttır.

Davalıya sigortalı aracın sürücüsü kollukta alınan ifadesinde; önü sıra gitmekte olan motosikletin(davacının) araçları sollayarak geçtiğini gördüğünü, motosikletin arkasında ayrıca bir çocuk olduğunu, kavşağa geldikleri sırada sol şeritten giderken yolun sağında bir halk otobüsünün yolcu almış ve hareket haline geçmiş olduğunu, kendisinin de otobüse yaklaşmadan önce motosikletliyi(davacıyı) geçtiğini, bu sırada tahminince motosiklet sürücüsünün otobüsün hareket etmesi ile otobüse çarpmamak için sola kırmış olacak ki kendisinin kullandığı aracın arka tekerine çarpmasını dikiz aynasından gördüğünü beyan etmiştir.

Davalının bu beyanları dikkate alındığında kazanın ani ve birden gelişen bir olay neticesinde gerçekleşmediği, davalıya sigortalı aracın sürücüsünün trafik akışı içerisindeki olayları gözlemleyebilme ve görebilme imkanı olduğu, trafiğin sıkıştığını ve davacının trafik akışı içindeki seyrini görme imkanı olduğu, ani ve birden gelişen bir olay olmaması karşısında davalının da kazanın gerçekleşmemesi için alabileceği önlemler olduğu anlaşılmaktadır.

Buna göre davalının da meskun mahal içinde ön ilerisinde görüş alanı içinde sağ şerit üzerinde sıkışan trafik sebebi ile daha dikkatli ve tedbirli davranması, gerektiğinde trafik sıkışıklığının düzelmesi için daha yavaşlaması, ön ilerisinde sıkışan trafik içindeki davacı motosikletliyi geçmek yerine yolun daha genişlediği uygun zamanı beklemesi, trafik emniyeti açısından kontrollü takiple seyretmesi gerekirken gerekli tedbirleri almayarak seyrine devam etmesi nedeni ile meydana gelen kazada kusurlu olduğu kanaati hasıl olmuştur.

Buna göre mahkemece kusur konusunda rapor aldırılmasına gerek bulunmayıp dosya kapsamında bulunan delillere göre, davalıya sigortalı araç sürücüsünün de kusurlu olduğu kabul edilerek davalının kusurunun derecesi mahkemece belirlenerek hasıl olacak sonuca göre işin esasına girilerek karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 09/07/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version