KİRA SÖZLEŞMESİNİN YAPILMASI SIRASINDA TARİHLERİ BOŞ OLARAK ALINAN TAHLİYE TAAHHÜDÜNÜN SONRADAN TAMAMLANMASI BELGENİN GEÇERSİZLİĞİNİ GEREKTİRMEDİĞİ GİBİ BU TARİHLERİN ANLAŞMAYA AYKIRI OLARAK TAMAMLANDIĞINA İLİŞKİN İDDİA KİRACI TARAFINDAN İSPATLANMALIDIR.

T.C
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

2017/975 E. , 2021/1108 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi
1. Taraflar arasındaki “taahhüt nedeniyle tahliye” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, … 2. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın konusu kalmadığından karar verilmesine yer olmadığına ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda önce onanmış, davacı vekilinin karar düzeltme istemi üzerine ise bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:
I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, yazılı taahhüdüne uymayan davalıya … 1. Noterliğinin 06.03.2014 tarihli ve 2454 yevmiye numaralı ihtarname keşide edildiğini, davalının ihtar ve uyarılara rağmen yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının aynı taşınmaz ile ilgili olarak başka hukuksal nedene dayalı olarak … 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde müvekkili aleyhine tahliye davası açtığını ve kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 17.12.2014 tarihli ve 2014/256 E., 2014/963 K. sayılı kararı ile; gerek davacı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmuş 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesinin, gerekse davalı vekilince dosyaya sunulan içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan tarihsiz tahliye taahhütnamesinin basılı (matbu), bilgisayar çıktısı olarak düzenlenmiş olmaları ve imzaları taraflarca inkâr edilmeyen (asılları da bulunan) bu iki belgenin mevcut olması, diğer taraftan gerek davacı tanığı …’in yeminli beyanı, gerekse davacı asilin duruşma sırasındaki isticvabında bizzat söylediği “tahliye taahhütnamesini sözleşmeyi yaparken aldığı, bu taahhütnameyi almadan sözleşme yapmadığı” yönündeki ifadesi karşısında, 14.03.2013 tarihli “tahliye taahhütnamesi” başlıklı belgenin, sözleşmenin yapıldığı 05.03.2010 tarihinde içeriği boş ve zemini basılı olarak düzenlendiği ve taraflarca altının imzalandığı, bu belgenin daha sonra davacı tarafça içeriğinin el yazısı ile doldurulduğu yönünde bir kanaat oluştuğu, bunun üzerine; davacı vekiline, dilekçesinde “her türlü yasal delil” ifadesi geçtiği için, karşı tarafa yemin teklif edip etmeyeceğinin sorulduğu, davacı vekilinin yemin teklif etmeyeceklerini belirttiği, bu durumda; “taraflar arasında düzenlenen tahliye taahhütnamesinin sözleşme yapıldığı sırada kiralayan tarafından kiracıdan alındığı” yönündeki karine ve bu konuda oluşan kanaat çerçevesinde, davacı tarafın “taahhütnamenin sonraki bir tarihte kiracı tarafından verildiği” yönündeki iddiasını kanıtlayamadığı, davaya konu tahliye taahhütnamesinin sözleşme başlangıcında alındığı ve bu yönüyle kiralayanın sözleşme yapmama baskısı altında alınan bir taahhütname niteliğinde olup hukuken geçersiz olduğu, dolayısıyla davada tahliye koşullarının oluşmadığı, davacı taraf davada haksız olup taşınmazın tahliye edilmesi nedeniyle konusuz kalan davanın esası hakkında herhangi bir karar verilmesine yer olmadığından yargılama giderlerinden davacı tarafın sorumlu olduğu gerekçesiyle dava konusu taşınmaz kiracı tarafından tahliye edildiğinden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacı tarafın davalının yargılama giderlerine mahkum edilmesi yönündeki talebinin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuş, Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 26.03.2015 tarihli ve 2015/2042 E., 2015/3042 K. sayılı kararı ile kararın onanmasına karar verilmiş, bunun üzerine davacı vekili karar düzeltme isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 16.11.2015 tarihli ve 2015/7313 E., 2015/9971 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili dava dilekçesinde; 05.03.2010 başlangıç tarihli ve 2 yıl süreli sözleşme ile kiracı olan davalının 14.03.2013 tarihli tahliye taahhütnamesi ile kiralananı 04.03.2014 tarihinde tahliye edeceğini taahhüt etmesine rağmen bu tarihte tahliye etmediğini belirterek tahliye taahhütü nedeniyle kiralananın tahliyesini talep etmiştir. Davalı vekili tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinin imzalanmasından önce boş ve tarihsiz olarak alındığını, davacının ön şart olarak taahhütnameyi imzalatmak istediğini belirterek manevi cebir altında alınan tahliye taahhütnamesinin geçersiz olduğunu ve davanın reddini savunmuştur. Mahkemece kiralananın yargılama sırasında tahliye edilmesi sebebiyle dava konusuz kaldığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve davacının dava açmakta haklı olmadığı gerekçesiyle yargılama giderlerinden sorumlu tutulmasına karar verilmiştir. …nun 190. Maddesi uyarınca ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup, mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı bu defaki incelemeden anlaşılmakla davacı vekilinin karar düzeltme isteminin kabulü ile hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 09.03.2016 tarihli ve 2016/85 E., 2016/356 K. sayılı kararı ile; davalının “tahliye taahhütnamesi” başlıklı, içeriği doldurulmamış ancak tarafların isim ve imzalarını taşıyan belge ve tanık delili ile “davacıya verilen tahliye taahhütnamesinin sözleşme ile birlikte başlangıçta içeriği boş olarak verilen bir belge olup sözleşme yapmama baskısı ile alındığı” yönündeki savunmasını büyük ölçüde kanıtladığı, davalı asilin isticvap beyanında ifade ettiği “sözleşme ile birlikte iki boş taahhütname imzalatıldığı, birinin kiracı olarak kendisinde kaldığı, diğerini kiralayana verdiği” yönündeki ifadesinin kabule şayan olduğu, 17.12.2014 tarihli duruşmada davalı vekilinin kendilerinde bulunan boş taahhütnamenin aslını sunduğu ve yapılan karşılaştırmada dosyadaki fotokopi belge ile aynı olduğunun gözlemlendiği, davacının elindeki taahhütnamenin matbu kısımları dışındaki boş yerlerinin sonradan kalemle doldurulduğu yönünde bir karine oluştuğunun kanaatine varıldığı, davacının, “sözleşme başlangıcında kiracıdan mutlaka tahliye taahhütnamesi aldığını ve bu belgeyi almadan sözleşme imzalamadığını” açıkça itiraf ederek davalının savunmasını doğruladığı, 14.03.2013 tarihli, boş kısımları kalemle doldurulmuş belgenin, sözleşme ile aynı tarihte değil de gerçekten belgede yazılı tarihte düzenlenip kiralayana verildiği yönündeki iddianın kanıtlanması ile ilgili olarak ispat yükünün yer değiştirdiği, davacı taraf dilekçesinde “her türlü yasal delil” diyerek yemin deliline de başvurduğu için duruşmada kendilerine karşı tarafa yemin teklif edip etmeyecekleri hususunun hatırlatıldığı, yemin teklifi yapmayacaklarını ifade etmeleri üzerine davalı savunması doğrultusunda karar vermek gerektiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalının bu iddiasını ispat etmekle yükümlü olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre ispat yükünün ters çevrilip çevrilmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için “taahhüt nedeniyle tahliye” davaları hakkında açıklama yapılmasında yarar vardır.
13. Tahliye taahhüdü nedeniyle tahliye davaları 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun’un (6570 sayılı Kanun) 7. maddenin 1. fıkrasının (a) bendinde düzenlenmekte iken 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 352. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Buna göre: “Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir.” Görüldüğü üzere TBK’nın 352/1. maddesinde “boşaltmayı yazılı olarak üstlenme” kavramına yer verilmiştir. Kira sözleşmesinin yazılı tahliye taahhüdü ile sona erdirilmesi TBK öncesinde daha çok Yargıtay kararları ile şekillenmiştir.
14. Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen “kiralananın teslim edilmesinden sonra” ifadesi, 6570 sayılı Kanun’un 7/1-a maddesinde bulunmayan ve Yargıtay içtihatları ile şekillenip hukuken geçerli hâle gelmiş olan yazılı tahliye taahhüdünün “kiralananın tesliminden sonra hüküm ifade edeceğine” dair Yargıtay uygulamasının kanunlaşması hâlidir (Kanık, Hikmet: Yargıtay Uygulamasında Kira Hukuku Davaları, Ankara 2021, s. 1289). Tahliye taahhüdü yalnızca konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler için verilir. Konut ve çatılı işyerleri kira sözleşmesine konu yerler dışındaki taşınmazlar hakkında tahliye taahhüdünde bulunulamaz (Ceran, Mithat: Kira Sözleşmesi ve Tahliye Davaları, Ankara 2019, s. 1002).
15. Taahhüt nedeniyle tahliye davalarına ilişkin bu açıklamalardan sonra ispat hukuku kavramı ve hukukî niteliği üzerinde durulması yerinde olacaktır.
16. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) “İspat yükü” başlıklı 6. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü tutulmuştur.
17. İspat yükünü düzenleyen 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. maddesi “(1) İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.
(2) Kanuni bir karineye dayanan taraf, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altındadır. Kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı taraf, kanuni karinenin aksini ispat edebilir” şeklindedir.
18. Yukarıda belirtilen maddenin birinci fıkrasında, ispat yükünün belirlenmesine ilişkin temel kural vurgulanmıştır. Buna göre, bir vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran taraf ispat yükünü taşıyacaktır.
19. Her somut olaydaki maddi vakıaya göre lehine hak çıkaran taraf ve ispat yükü şekilleneceğinden, maddi hukuk kuralına ilişkin bu vakıaların doğru ve net bir şekilde belirlenerek ortaya konulması gerekmektedir. Maddede aksine düzenleme olmadıkça ibaresi eklendiğinden, kanunda ispat yükü ile ilgili özel bir düzenlemeye yer verildiğinde, ispat yükü genel kurala göre değil de kanunda belirtilen özel düzenlemeye göre belirlenecektir.
20. Kural olarak, bir vakıadan kendi lehine haklar çıkaran/iddia eden taraf, o vakıayı ispat etmeye mecburdur (TMK m. 6).
21. Kira sözleşmesinin yapılması sırasında tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü alınması durumunda, bu belgenin kiralananın teslimi öncesinde tarihlerinin boş olarak verildiği ve anlaşmaya aykırı olarak sonradan tamamlandığına ilişkin savunmanın kanıtlanması gerekir. Bu şekilde yani düzenleme ve boşaltma tarihlerinin sonradan tamamlanması belgenin geçersizliğini gerekmediği gibi bu tarihlerin anlaşmaya aykırı olarak tamamlandığına ilişkin iddia kiracı tarafından ispatlanmalıdır (Kanık, s. 1293).
22. Yapılan açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; davacı vekili davalı …’un dava konusu taşınmazda 05.03.2010 başlangıç tarihli kira sözleşmesi gereğince aylık 3.350TL kira bedeli ile kiracı olduğunu, davalının dört yıldır kiracı olarak bulunduğu işyerini son dönem başından sonra verdiği 14.03.2013 tarihli taahhütname ile 04.03.2014 tarihinde boşaltacağını kayıtsız ve şartsız olarak kabul ettiğini, davalının yazılı taahhüdüne uymadığını ileri sürerek taahhüt nedeniyle kiralanandan tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, davaya dayanak yapılan tahliye taahhüdünün davacı tarafça kira sözleşmesinin imza edildiği tarihten önce alındığını, davacının, taşınmazın kiracı sıfatıyla kullanılabilmesinin ön şartı olarak ileri sürdüğü taahhütnameyi müvekkiline manevi cebir altında imzalattığını, bu şekilde imza edilen taahhüt tarafların gerçek iradelerini yansıtmaktan uzak olduğundan geçerli olmadığını, davacının kötü niyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş ise de yukarıda da belirtildiği üzere TMK’nın 6 ve HMK’nın 190. maddesi gereğince ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinden önce imzalatıldığını iddia eden davalı kiracı bu iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Bu durumda mahkemece ispat yükümlülüğü ters çevrilerek davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.
23. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, 04.10.1944 tarihli ve 1944/20 E., 1944/28 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında, ilk kira sözleşmesi ile birlikte verilmiş olan tahliye taahhüdünün serbest iradeye dayanmadığından geçerli olmadığının belirtildiği, kiraya verenlerin bu İçtihadı Birleştirme Kararını aşmak için düzenleme ve boşaltma tarihleri boş olan ve kiracı tarafından imzalanan tahliye taahhüdü aldıklarını, tahliye taahhüdü noterde düzenlenseydi ispat yükünün davalıda olacağını ancak tahliye taahhüdü adi yazılı olduğu için ispat yükünün davacıda olduğu, bu nedenle direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
24. Hâl böyle olunca; mahkemece, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
25. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 28.09.2021 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.

BOŞANMADAN FERAGAT NEDENİYLE REDDEDİLEN DAVADAN ÖNCEKİ OLAYLAR AFFEDİLMİŞ SAYILIR.

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi

2016/5703 E. , 2016/9289 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVACI-DAVALI : …
DAVALI-DAVACI : …
DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı-karşı davalı kadın tarafından kusur belirlemesi, velayet, tazminat taleplerinin reddi ve iştirak nafakası yönünden; davalı-karşı davacı erkek tarafından ise kusur belirlemesi ve tazminat taleplerinin reddi yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 22.02.2016 günü duruşmalı temyiz eden davacı-karşı davalı … vekili Av. … ve karşı taraf temyiz eden davalı-karşı davacı … vekili Av. … geldiler. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı-karşı davalı kadının temyiz itirazları yersizdir.

2-Davalı-karşı davacı erkeğin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Mahkemece, taraflar eşit kusurlu kabul edilerek her iki tarafın davası kabul edilip, boşanma kararı verilmiş ise de; toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının 12.12.2011 tarihinde açtığı boşanma davasından 27.12.2011 tarihinde feragat ettiği. 02.07.2013 tarihinde ise eldeki boşanma davasını açtığı, feragat nedeniyle reddedilip kesinleşen davadan sonra tarafların barışıp bir araya gelmedikleri anlaşılmaktadır. Davacı-karşı davalı kadın, önceki boşanma davasından feragat etmekle, o davadan önceki olayları affetmiş en azından hoşgörü ile karşılamıştır. O davadan sonra davalı-karşı davacı erkekten kaynaklanan boşanmayı gerektirir somut bir olayın varlığı da kanıtlanmamıştır.

O halde, evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda birlik görevlerini yerine getirmeyen davacı-karşı davalı kadın tam kusurludur. Gerçekleşen bu durum gözetilmeden tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi ve bu yanılgılı kusur belirlemesine bağlı olarak davalı-karşı davacı erkeğin maddi tazminat (TMK m. 174/1) talebinin reddedilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 1.bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, duruşma için taktir olunan 1.350,00 TL. vekalet ücretinin duruşmalı temyiz eden …’dan alınıp…’e verilmesine, aşağıda yazılı temyiz ilam harcının temyiz eden …’ya yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 136.00 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran …’e geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 05.05.2016 (Prş.)

TIR ŞOFÖRÜ OLARAK ÇALIŞAN İŞÇİNİN SEFER PRİMLERİNİN EFEKTİF DÖVİZ SATIŞ KURU ÜZERİNDEN HESAPLANMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2021/11189 E. , 2021/15378 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK
BİRLEŞEN DAVA : … 16. İŞ MAH. 2020/112 ESAS SAYILI DOSYASI

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi asıl dosyada taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, asıl dosyada davacının davalı işyerinde 10.05.2005-20.01.2010 ve 01.03.2010-25.10.2013 iki farklı dönemde uluslararası tır sürücüsü olarak çalıştığı, aylık asgari ücret artı sefer başı harcırah aldığı, Almanya için 425 EURO, Hollanda, Belçika ve Fransa için 450 EURO sefer ücreti aldığı ve ayda ortalama 1,5 sefer yaptığı, 2010 yılı Mart ayında Romanya’da yaptığı maddi hasarlı kazadan dolayı hasar bedeli sigorta şirketinden karşılandığı halde sefer ücretlerinden 3.000,00 TL kesildiği, seferlere rastlayan tüm ulusal bayram ve genel tatillerde çalıştığı ücreti ödenmediği, çalışması boyunca yıllık izinleri kullanmadığı ancak izin defterinde kullandırıldı diye imza alındığı, asgari ücret üzerinden sigorta yattığı, ilk çalışma dönemi emeklilik nedeniyle feshettiği, davalının kıdem tazminatı, yıllık izin ücreti ve 2 aylık asgari ücret alacağına karşılık bankadan 5.250,00 TL ödediği, ancak ödeme kıdem tazminatı ile yıllık izin ücretini karşıladığı, çünkü bu alacaklar gerçek ücret üzerinden değil asgari ücret üzerinden hesaplandığı, ikinci dönem ilk dönemden kalan bakiye kıdem tazminatı ve yıllık izin ücreti alacakları ödenmemesi, ulusal bayram ücretleri ödenmemesi ve gerçek ücret üzerinden sigorta primi yatırılmaması nedenleri ile feshettiği, davalı olumsuz referans olacağı iş bulamayacağı tehditi ile istifa dilekçesi aldığı, işe girişte 5.000 EURO teminat senedi ödenmediği iddia ederek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere; 4.000,00. TL bakiye kıdem tazminatı, 3.000,00 TL kıdem tazminatı, 2.000,00. TL yıllık izin ücreti alacağı, 2.500,00 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağı ile 5.000,00 TL EURO bedelli teminat senedinin iadesini davalı … Kombi Transport ve Lojistik A.Ş.’den talep etmiştir.

Davacı vekili (bozma sonrası) birleşen davada, davacının davalı … XP Soğuk Zincir Lojistik A.Ş. (eski unvanı … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. ) ve … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş.’de 10/05/2005-20/01/2010 ve 01/03/2010-30/10/2012 tarihleri arasında iki farklı dönemde uluslararası tır şoförü olarak çalıştığını, her iki şirket arasında fiili ve organik bağ bulunduğunu, aylık ücretini sefer başına harcırah olarak aldığını, davacının ilk çalışma dönemine ilişkin 6.026,72 TL kıdem tazminatı, ikinci çalışma dönemine ilişkin 7.931,45 TL kıdem tazminatı ve 4.702,26 TL yıllık izin ücretinin davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, zamanaşımı itirazını belirttiği, davacı müvekkil firmada hiçbir zaman çalışmadığından husumet yönünden reddi gerektiği, davacı … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. ve … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş. firmalarında değişik dönemlerde çalıştığı ve iki dönemde istifa ettiği, … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş. Nakl. Tic. A.Ş. firmasında 10.05.2005-20.01.2010 devresi çalıştığı ve kendi isteğiyle kanuni haklarım alarak ayrıldığı el yazısıyla düzenlediği istifa ve ibranemeden görüleceği, haketmediği halde 3.403,73 TL kıdem tazminatını, kullanmadığı 56 günlük yıllık izin ücreti ile 01-20.01.2010 arasındaki ücreti de ödendiği, … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. Taş. ve Tic. A.Ş. firmasında ise 02.03.2010-30.10.2012 devresinde çalıştığı istifa ve ibraname düzenleyerek kendi isteğiyle ayrıldığı, kullanmadığı 3 günlük izin hakkı ile 2012/10. Ay ücreti ödendiği, ibranameler çekince konmaksızın davacı tarafından imzalandtğı ve alacak kalemleri tek tek belirtildiği, davacı … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş. ve … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. firmalarında asgari ücretle çalıştığı banka kayıtlan ihtirazı kayıtları ihtirazi kayıt içermeyen imzalı bordrolarda gürüleceği, şoförlere ödenen bedeller aylık kazanca ek değil iş avansı niteliğinde olup benzin, otopark, otel ihtiyaçlarını karşılamak için verilen yol avansları olduğu, gidilen ülkeyle yol şartların göre değiştiği, avanslardan kalanlar sefer dönüşü iade edildiği, yurtdışına çıkılmadığında yol harcırahları ödenmediği, sefer primlerinin davacının iddia ettiği gibi 425-450 EURO olmadığı, 2012 yılında dahi 150-400 EURO arasında değiştiği, her şoför yurtdışına ayda 1 sefer yaptığı, yurt dışı seferi yaklaşık 20 gün sürdüğü ve dönüşlerinde l hafta aileleri ile geçirdiği düşünüldüğünde 1,5 sefer yapması fiilen mümkün olmadığı, sefer sayısı için pasaport kayıtlarının celbi gerektiği, tüm yıllık izinlerini kullandığı kullanmadığı izin ücretleri kendisine ödendiği, … Beynelmilel Nakliyat ve Tic. A.Ş. firmasında kullanmadığı 56 gün, … Uluslararası Taşımacılık ve Ticaret A.Ş. firmasında kullanmadığı 3 gün izin ücreti ödendiği, diğer izinleri kullandığı izin belgelerinden anlaşılacağı, ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışmadığı iki firmayı da işçilik alacakları konusunda ibra ettiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece davanın kısmen kabulüne ilişkin kararı, tarafların temyizi üzerine, Dairemizin 05.11.2019 tarih 2015/17677 esas ve 2019/19135 karar sayılı kararı ile “Somut uyuşmazlıkta; davalı vekili husumet itirazında bulunarak, davacının müvekkili nezdinde hiçbir zaman çalışmadığını savunmuştur. Dosyaya celbedilen sigortalı hizmet cetveli incelendiğinde de davalı şirketçe, davacı adına herhangi bir çalışma bildirilmediği saptanmıştır.

Mahkemece; husumet itirazına ilişkin hiçbir gerekçe oluşturulmaksızın, hüküm altına alınan işçilik alacaklarından davalı şirketin sorumlu tutulduğu anlaşılmıştır. Anayasa ve Yasa’nın aradığı anlamda bir gerekçe içermeyen kararın salt bu nedenle bozulması gerekmiştir.

b) Ayrıca; mahkemece, davacının iş akdini haklı olarak feshettiği gerekçesi ile kıdem tazminatı hüküm altına alınmıştır. Dava dilekçesi incelendiğinde; davacının, ilk dönem çalışmasının emeklilik nedeni ile sona erdiğini, 2. dönem çalışmasının ise kendisinin haklı feshi ile son bulduğunu ileri sürmesine karşın; davalı şirketçe, davacının dava dışı şirketlerdeki 2 dönem çalışmasının da istifa ile son bulduğu savunulmuş olup, bu hususta bir takım belgeler sunulmuştur.

Mahkemece; davalının husumet itirazının yerinde görülmemesi halinde, her bir çalışma dönemi için ileri sürülen iddia ve savunmalar dikkate alınarak ve sunulan deliller de bir değerlendirmeye tabi tutularak, davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı da (her bir çalışma dönemi için ayrı ayrı) gerekçeleri ile birlikte ortaya konulmalıdır.

2- Kabule göre de;

a) Sefer primlerinin Türk Lirası karşılıklarının efektif satış kuru yerine, efektif alış kuru üzerinden hesaplanması da hatalıdır.

b) Genel tatil ücreti alacağı hesabında da; davacının, yurda giriş ve çıkış kayıtlarına göre sefere denk gelen 46 gün çalışması bulunduğunun ek bilirkişi raporunda tespit edilmesine karşın, mahkemece kök rapora itibar edilerek alacağın hüküm altına alınması da isabetsizdir.”denilerek bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda; toplanan kanıtlara göre ve aldırılan bilirkişi raporu doğrultusunda asıl davanın kısmen kabulüne karar verilmişse de bozmadan sonra birleşen dosyaya ilişkin karar verilmemiştir.

Temyiz:
Bozmadan sonra verilen karar, asıl dosyada taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
1-Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, taraflar arasındaki sözleşmeye, dava şartlarına, yargılama ve ispat kuralları ile temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin aşağıdaki bentlerin dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2-Anayasa’nın 138 ve 141. maddeleri uyarınca Hakimler, Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler ve bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır. Bu gerekçede hukuki esaslara ve kurallara dayanmalı, nedenleri açıklanmalıdır.
Diğer taraftan 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK.’un 27. maddesinde hukuki dinlenilme hakkı kurala bağlanmıştır. Hukukî dinlenilme hakkı, Anayasanın 36 ncı maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsurudur. Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkemeler, kararlarını somut ve açık bir şekilde gerekçelendirmek zorundadırlar. Eksik, şeklî ve görünüşte gerekçe yazılması adil yargılanma hakkının (hukukî dinlenilme hakkının), ihlâlidir.
HMK.’un 297. maddesinde de, verilecek hükümde tarafların iddia ve savunmalarının özetinin, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delillerin, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesinin, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebeplerin yer alması gerektiği açıkça vurgulanmıştır. Kararın gerekçesinde maddi olay saptanmalı, hukuki niteliği ve uygulanacak hukuki kurallar belirlenmeli, bu konuda gerekli inceleme ve delillerden sözedilmeli, hukuk kuralları somut olaya uygulanmalı ve sonunda hüküm kurulmalıdır. Maddi olgularla hüküm fıkrası arasındaki hukuki bağlantı da ancak bu şekilde kurulabilecek, ayrıca yasal unsurları taşıyan bu gerekçe sayesinde, kararların doğruluğunun denetlenebilmesi mümkün olacaktır.

Somut uyuşmazlıkta; Mahkemece bozma sonrası verilen gerekçeli kararda da davacının dava dilekçesi ile davalı tarafın savunması özetlendikten sonra “Kabul ve Gerekçe” ” başlığı altında dosya kapsamında bulunan bilirkişi raporuna itibar edildiği belirtilerek hüküm kurulduğu belirtilmiş davalı tarafın savunmasının davacının şirketlerinin işçisi olmadığı iddiası üzerine kurulmasına ve Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarına göre de davacının davalı şirket nezdinde hizmeti görülmemesine karşın, davacının işçilik alacaklarından davalı şirketin sorumlu tutulmasının kabul edilme nedenlerine dair mahkemece oluşturulan bir gerekçe bulunmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, davacının hizmetinin geçtiği Kuruma bildirilen işvereni görünen şirketler ile davalı şirkete ait tüm ticaret sicil ve Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtları getirtilerek, şirketlerin ortaklık ve yönetim yapıları, faaliyet konuları, adresleri ve mevcut diğer deliller ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek, davacının işverenleri arasındaki ilişkinin niteliği, ne tür bir bağın olduğu, birlikte istihdam, organik bağ olgularının bulunup bulunmadığı kesinleştirilmeli ve neticesine göre ise hizmet süresi davacı ile birlikte çalışan tanık beyanları gözetilerek ,her bir çalışma dönemi için ileri sürülen iddia ve savunmalar dikkate alınarak ayrı ayrı değerlendirilerek alacak talepleri hakkında yeniden bir karar verilmesi gerekmekte olup, yazılı şekilde dosya kapsamına göre ikinci kez gerekçe oluşturulmaksızın, eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

3-Mahkemece asıl dosya hakkında karar verilmiş ise de, bu dosya ile birleşen … 16. İş Mahkemesi’nin 2020/112 esas sayılı dosyası hakkında olumlu ya da olumsuz bir karar verilmemiş olması da hatalıdır.
Mahkemece birleşen dava hakkında karar verilmemesi de bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 04.11.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

DELİL AVANSI NİTELİĞİNDE OLAN BİLİRKİŞİ ÜCRETİNİN SÜRESİNDE YATIRILMAMASI

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi

2021/5278 E. , 2021/11404 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :TÜKETİCİ MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki tüketici hakem heyeti kararına itiraz davasının mahkemece yapılan yargılaması neticesinde davanın usulden reddine, dair kesin olarak verilen hükmün Adalet Bakanlığınca kanun yararına bozulması istenilmekle; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı, davalının paket tur satın aldığını, sağlık sebebiyle katılamadığı paket tur bedelinin iadesi için hakem heyetine başvurduğunu, hakem heyetince şirketin 3. kişilere ödediği ve iadesi mümkün olmayan bedelleri de içerir şekilde paket tur bedelinin tamamının tüketiciye iadesine karar verildiğini, söz konusu kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu belirterek … İlçe Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığı’nın 13/12/2018 tarih 058620180002470 sayılı kararının iptalini, tedbiren durdurulmasını talep etmiştir.

Davalı, davacı şirketin internet sitesinden paket tur satın aldığını, eşinin rahatsızlığı nedeniyle seyahatin açığa alınmasını, başka seyahatte kullanılmasını veya ücretin iadesini talep ettiğini, davacı tarafın taleplerinin hiç birini kabul etmediğini, bu nedenle hakem heyetine başvurduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece; bilirkişi ücretinin yatırılmasına dair verilen 01.03.2019 tarihli ara kararının 07/03/2019 tarihinde davacıya tebliğ edildiği ve kesin süre içinde davacı vekilinin dayandığı bilirkişi delili için ücretini yatırmadığı, 6100 sayılı …nun 194 maddesi gereğince davacı tarafın itirazını ispata yarar şekilde somutlaştırmadığı, itirazını ispatlayamadığı gerekçesiyle itirazın usulden reddine karar verilmiştir.

Adalet Bakanlığının 31/05/2021 tarihli yazısında; taraflara usulüne uygun şekilde duruşma gününü gösterir davetiye tebliği ile duruşma açılarak, 6100 sayılı HMK’nın ilgili hükümleri uyarınca gerekli inceleme yapılarak tarafların uzlaştıkları ve uzlaşamadıkları hususlar belirlenerek tahkikat aşamasına geçilmesi gerekirken, mahkemece dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu ile karar verilmesinin ve yine delil ikamesi avansı niteliğinde olan bilirkişi ücretinin yatırılmaması durumunda mahkemece 6100 HMK’nın 324 üncü maddenin ikinci fıkrası gereğince, o delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılacağına karar vermek yerine, delil ikamesi avansını dava şartı olarak nitelendirilerek davanın usulden reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı bulunduğu ileri sürülerek; kararın, 6100 sayılı HMK’nın 363 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir.

Uyuşmazlık; davalının sağlık sorunları nedeniyle katılamadığı paket tur bedelinin iadesine dair verilen hakem heyeti kararının iptali istemine ilişkindir.

1-Öncelikle tahkikat aşamasına geçilmeden dosya üzerinden verilen ara kararla dosyanın bilirkişiye gönderilmesine ilişkin hususun usul ve yasaya uygun olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerekir.

Davacı davasını açtıktan sonra mahkemece 28/01/2019 tarihinde tensip tutanağı başlıklı tutanakla tensip yapılmış olup taraflara delillerini bildirmek üzere süre verilmeden, taraf delilleri toplanmadan, ön inceleme duruşması yapılmadan ve duruşma günü belirlenmeden hiçbir ivedilik ve zaruret olmadığı halde 01.03.2019 tarihinde dosya üzerinden ara karar kurularak bilirkişi incelemesi için avans yatırılması talep edilmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 137 ve devamı maddelerinde ön inceleme müessesi düzenlenmiş, tüketici mahkemelerinin tabi olduğu basit yargılama usulüne ilişkin olarak da 320’nci madde hüküm altına alınmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanuna göre, hukuk mahkemelerinde ön inceleme yapılmadan tahkikata geçilemez. Taraf dilekçelerinde belirtilen getirtilmesi mümkün deliller toplanıp, tahkikat aşamasına geçildikten sonra bilirkişi incelemesi yapılabilir.

Mahkemece, bu usullere riayet edilemeden dosyanın bilirkişi incelemesine gönderilmesi için dosya üzerinden ara karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, Adalet Bakanlığının bu yöne ilişen kanun yararına temyiz talebinin kabulü gerekir.

2-Kanun yararına bozma sebebi olarak gösterilen delil ikamesi avansı niteliğinde olan bilirkişi ücretinin süresinde yatırılmamasına ilişkin hususunun incelenmesinde;

Mahkemece 01.03.2019 tarihinde duruşma açmaksızın dosya üzerinden verdiği ara kararının 1. bendinde “davacı vekiline 400,00- TL bilirkişi ücretini mahkeme veznesine yatırmak üzere ara kararın tebliğinden itibaren başlamak üzere iki hafta kesin süre verilmesine, süresinde yatırılmadığı takdirde davanın usulden reddine karar verileceğine,” karar verilmiş; kesin süre içerisinde davacı vekili tarafından ödeme yapılmadığından itirazın usulden reddine karar verilmiştir.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK. 114/g maddesine gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir. Aynı Kanunun 120. maddesinde; “davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması halinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya 2 haftalık kesin süre verilir” hükmüne; yine 324. maddesinde ise “tarafların her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar, birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi halde, talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır. Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır” hükmü yer almaktadır.

HMK. 120. maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenlemenin HMK. 324. maddesindeki delil ikamesi için avans kuralı ile birlikte değerlendirilmesi ve dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması gerekir.

Dolayısı ile delil ikamesi için alınacak avans ile dava şartı olan gider avansının birbirinden ayrılması delillerin ikamesi için alınacak avansın gider avansı içinde yer almaması zorunludur.

Tanık dinlenilmesi, bilirkişi raporu alınması, keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin gider avansı içinde değerlendirilme olanağı HMK’nın 324. maddesi düzenlemesi karşısında yoktur. Ayrıca delil ikamesi avansının da ispat külfetine göre taraflara yükletilmesi gerekir. Gider avansı dava şartı iken delil ikamesi avansı dava şartı olarak nitelendirilemeyecektir. Delil ikamesi avansının verilen kesin süre içinde yatırılmaması davanın dava şartı yokluğu ile reddine neden teşkil etmez. Taraf, belirtilen sürede delil avansı giderini yatırmazsa dayandığı o delilden vazgeçmiş sayılır.

Taraflar, dinlenmesini istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve sair işlemlerin masraflarını, mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup, hakim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir. Hakimin, bu masrafların yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara bağladığı hallerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde, gereğinin hakim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir.

Somut olaya gelince; davacı vekili tarafından 25.01.2019 tarihinde hakem heyeti kararına itiraza ilişkin ekdeki davanın açıldığı, başvurma ve peşin harçla birlikte gider avansı olarak da 100,00-TL yatırıldığı, davanın ilk aşaması olan dava dilekçesinin davalı tarafa tebliğ edildiği ve tensip tutanağı düzenlendiği, 01.03.2019 tarihinde ara karar ile bilirkişi ücreti olarak 400,00-TL’nin iki hafta içinde ikmal edilmesi için kesin süre verildiği, bu süre içinde bilirkişi ücreti yatırılmadığından itirazın usulden reddine karar verildiği, ancak söz konusu bilirkişi ücretinin davacının dayandığı bilirkişi delili için ödenecek olan delil avansı niteliğinde olduğu, mahkemece 6100 sayılı HMK’nun 114, 120 ve 324. madde hükümlerine aykırı olarak dava şartı olan gider avansı olarak nitelendirme yapıldığı anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca, mahkemece; söz konusu bilirkişi ücretinin delil avansı niteliğinde bulunduğu, davacı tarafından süresinde yatırılmaması halinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağı ve mevcut delil durumuna göre karar verileceği değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile itirazın usulden reddine karar verilmiş olması doğru görülmediğinden, Adalet Bakanlığının bu yöne ilişen kanun yararına temyiz talebinin kabulü gerekir.

SONUÇ: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle Adalet Bakanlığının HMK’nın 363 üncü maddesinin birinci fıkrasına dayalı kanun yararına temyiz taleplerinin kabulü ile kararın sonuca etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZULMASINA, aynı maddenin üçüncü fıkrası uyarınca gereği yapılmak üzere bozma kararının bir örneğinin ve dava dosyasının Adalet Bakanlığına gönderilmesine, 15/11/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi

YAĞMA SUÇUNUN OLUŞUMU İÇİN MAĞDURUN DİRENÇ GÖSTERMESİ, CEBİR UYGULANMASI YA DA EN BAŞTAN MAĞDURUN DİRENEBİLECEĞİ ÖNGÖRÜLEREK DİRENMESİNİ ENGELLEMEK AMACIYLA ZOR KULLANILMASI ŞARTTIR.

T.C
Yargıtay
6. Ceza Dairesi

2021/8083 E. ,
2021/19194 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi

SUÇ : Nitelikli yağma

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:

Yağma suçu, hırsızlığın zor kullanılmak suretiyle gerçekleştirilme halidir. Yağma, başkasının zilyetliğindeki taşınabilir bir malın zilyedin rızası olmaksızın faydalanmak amacıyla cebir veya tehdit kullanmak suretiyle alınmasıdır. Yağma icrai kuvvetle işlenebilen bir suç tipidir. Kullanılan cebir ve tehdidin kişinin malı teslim etmeye veya alınmasına ses çıkarmamaya yöneltmeye elverişli olmalıdır. Cebir–şiddet, mağduru men ederek ve zorlayarak failin istediği davranışa sokacak fiillerdir. Mağdurun elinde veya üstünde taşıdığı bir eşyanın mağdurun direnmesine fırsat kalmadan ani bir hareketle çekip alınması durumunda yağma suçundaki cebir unsurundan bahsedilemez. Başka bir anlatımla yağma suçunun oluşumu için mağdurun direnç göstermesi, bu direncin kırılması için cebir uygulanması ya da en baştan mağdurun direnebileceği öngörülerek direnmesini engellemek amacıyla zor kullanılması şarttır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Olay günü gece 02:00 sırasında sanıklardan Tayfun’un müştekinin elindeki çantayı kayışından çekerek aldığı olayda, sanığın suça konu eşyayı tek bir hareketle çekip aldığı, suça konu eşyaya uygulanan şiddet sırasında çekip alma sonucu oluşan yaralamanın eylemi yağmaya dönüştürmediği, sanığın eyleminin mağdurun direncini kırmaya yönelik şiddet olmadığı dolayısıyla yağma suçundaki zor unsurunun gerçekleştiğinin kabulünün olanaklı olmadığı, bu hali ile eylemin 5237 sayılı TCK’nın 142/2-b maddesine uyan nitelikli hırsızlık suçunu oluşturduğu dikkate alınmadan, suçun hukuki vasfının takdirinde yanılgıya düşülerek yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle yazılı şekilde uygulama yapılması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … ve müdafiinin temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, 09.12.2021 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İTİRAZIN İPTALİ- FAİZE FAİZ YÜRÜTÜLMESİ – HESAP KAT İHTARI

T.C
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

2017/896 E. , 2021/1405 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “itirazın iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Bursa 4. Asliye Ticaret Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili dava dilekçesinde; taraflar arasında genel kredi sözleşmesi imzalanarak davalı şirkete kredi kullandırıldığını, kredi alacağının ödenmemesi üzerine icra takibi yapıldığını, davalının haksız itirazı üzerine takibin durduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile asıl alacağın %40’ı oranından az olmamak üzere icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; icra takibinde 570.141,92TL’nin talep edildiğini, ancak asıl alacak olarak 275.116,26TL belirlenerek bu miktar üzerinden %60 oranında faiz talep edildiğini, bu durumun Kanuna aykırı olduğunu, alacak içerisinde faiz bulunduğu için faize faiz yürütüldüğünü, ayrıca alacağa ilişkin 600.000TL bedelli ipotek verildiğini, rehinle temin edilen alacakla ilgili ilamsız icra takibi yapılamayacağını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkeme Kararı:
6. Bursa 4. Asliye Ticaret Mahkemesinin 17.03.2014 tarihli ve 2013/207 E., 2014/91 K. sayılı kararı ile; davalı adresini değiştirmediğine göre davacının ihtarnameyi usulüne uygun tebliğ ettirmesi gerektiği, davalı borçlu şirketin takip tarihinden önce usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmediği, davacı banka alacağından ipotek bedelinin mahsup edildiği, buna göre takip tarihi itibari ile banka alacağının 124.764,88TL olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne, davalının itirazının 124.764,88TL asıl alacak üzerinden iptaline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 19. Hukuk Dairesince 18.02.2015 tarihli ve 2014/19097 E., 2015/2173 K. sayılı kararı ile;
“…Davacı vekili, müvekkili banka ile davalı şirket arasında akdedilen genel kredi sözleşmesi uyarınca kredi kullandırıldığını, kredi geri ödemelerin aksaması üzerine hesabın kat edilerek noter kanalı ile borçlulara tebliğ edildiğini, borcun ödenmemesi üzerine davalı şirket aleyhine başlatılan icra takibinin itiraz sonucu durduğunu ileri sürerek itirazın iptali ile takibin devamına ve %40 oranında icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı şirket vekili, icra takibine itiraz dilekçesindeki hususların aynen tekrar edildiğini, takibin faize faiz işletilecek şekilde yapıldığını, alacağın ipotekle teminat altına alındığını belirterek davanın reddine ve kötü niyet tazminatına karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporu doğrultusunda, davalı borçlu şirketin takip tarihinden önce usulüne uygun olarak temerrüde düşürülmediği, davacı banka alacağından ipotek bedelinin mahsup edildiği, buna göre takip tarihi itibari ile banka alacağının 124.764,88 TL olduğu gerekçeleriyle davanın kısmen kabulüne, davalının takibe vaki itirazının 124.764,88 TL asıl alacak üzerinden iptaline, fazlaya ait istemin reddine ve icra inkar tazminatına karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı yanca davalı asıl borçlunun takipten önce usulüne uygun olarak temerrüde düşürüldüğü iddia edilmiştir. Nitekim davacı banka vekilinin temyizi de bu yöndendir.
İİK.nun 68/b maddesi “Borçlu cari hesap veya kısa, orta ve uzun vadeli kredi şeklinde işleyen kredilerde krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafın kredi sözleşmesinde belirttiği adresine, borçlu cari hesap sözleşmesinde belirtilen dönemleri veya kısa, orta, uzun vadeli kredi sözleşmelerinde yazılı faiz tahakkuk dönemlerini takip eden onbeş gün içinde bir hesap özetini noter aracılığı ile göndermek zorundadır. Sözleşmede gösterilen adresin değiştirilmesi, yurt içinde bir adresin noter aracılığıyla krediyi kullandıran tarafa bildirilmesi halinde sonuç doğurur; yeni adresin bu şekilde bildirilmemesi halinde hesap özetinin eski adrese ulaştığı tarih tebliğ tarihi sayılır.” hükmünü içermektedir. Mahkemece, açıklanan iddia ve savunma karşısında, İİK.nun 68/b maddesi üzerinde yeterince durulup, maddede belirtilen hususların yerine getirilip getirilmediği araştırılarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir,…” gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Bursa 2. Asliye Ticaret Mahkemesinin 09.09.2015 tarihli ve 2015/747 E., 2015/768 K. sayılı kararı ile; Özel Dairenin bozma kararında, davalıya gönderilen ihtarnamenin 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun (İİK) 68/b maddesine göre değerlendirilmesi gerektiğinin belirtildiği, İİK’nın 68/b maddesinde; borçlunun sözleşmedeki adresini değiştirdiğinde yeni adresini noter kanalı ile bankaya bildirmesi hâlinde geçerli olacağı aksi takdirde eski adrese yapılan tebligatın usulüne uygun olacağının belirtildiği, bu maddede adres değişikliğinin alacaklıya noter kanalı ile bildirilmemesinin sonucunun düzenlendiği, eldeki davada ise borçlu tarafından adres değişikliği yapılmadığı, dolayısıyla noter vasıtası ile bir bildirim yapılmasına da gerek olmadığı, bu durumda borçlu adres değişikliğini bildirmediğinde eski adrese çıkarılan tebligat geçerli olacağına, normal adrese gönderilen ancak usulsüz tebligat nedeni ile geçersiz olan tebligatın geçerli sayılıp sayılmayacağı hususunun değerlendirilmesinde ise, borçlunun adres değişikliği olmadığında İİK’nın 68/b maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, bu durumda alacaklı bankanın borçlu tarafından kendisine bildirilmiş olan sözleşmedeki adresine 7201 sayılı Tebligat Kanunu’na (TK) göre usulüne uygun tebliğ yaptırması gerektiği, TK’nın 12 ve 13. maddesine göre hükmü şahıslara yapılacak tebligatın selahiyetli mümessiline veya birden fazla ise bunlardan birine veya ticari mümessiline yapılacağı bunlardan birinin hazır olmadığı veya tebliğ olunamayacak durumda olduğu takdirde hazır bulunan memur veya müstahdeme yapılacağının belirtildiği, eldeki davada ihtarnamenin davalı şirket çalışanı (muhasebecisi) olan İsmail Bülbül’e tebliğ edildiğinin anlaşıldığı, Bursa 6. İcra Hukuk Mahkemesinin 2011/568 E. sayılı dosyasında verilen kesinleşmiş kararda ise, davalı şirketin İsmail Bülbül isimli çalışanı olmadığından tebligatın geçersiz olduğunun belirtildiği, bu karar kesinleşmekle tebliğ yapılan İsmail Bülbül’ün davalı çalışanı olmadığının anlaşıldığı, bu durumda tebligatın davalı şirket çalışanına yapılmadığı, İİK’nın 68/b maddesindeki düzenlemenin adres değişikliğini bildirmeyen borçlu için getirilmiş bir yaptırım olduğu, adres değişikliği yapmayan borçlu için bu hükmün uygulanamayacağı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacı banka tarafından davalı borçlunun usulüne uygun temerrüde düşürülüp düşürülmediği, mahkemece İİK’nın 68/b maddesi dikkate alınarak değerlendirme yapılmasının gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

III. ÖN SORUN
12. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında öncelikle, temyize konu kararın gerçekte yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı; dolayısıyla, temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı yoksa Özel Dairece mi yapılması gerektiği hususu ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

IV. GEREKÇE
13. Direnme kararının varlığından söz edilebilmesi için mahkeme bozmadan esinlenerek yeni herhangi bir delil toplamadan önceki deliller çerçevesinde karar vermeli; gerekçesini önceki kararına göre genişletebilirse de değiştirmemelidir.
14. Mahkemenin yeni bir bilgi, belge ve delile dayanarak veya bozmadan esinlenip gerekçesini değiştirerek veya daha önce üzerinde durmadığı bir hususu bozmada işaret olunan şekilde değerlendirerek, dolayısıyla da ilk kararının gerekçesinde dayandığı hukukî olguyu değiştirerek karar vermiş olması hâlinde direnme kararının varlığından söz edilemez.
15. İstikrar kazanmış Yargıtay içtihatlarına göre; mahkemece direnme kararı verilse dâhi bozma kararında tartışılması gereken hususları tartışmak, bozma sonrası yapılan araştırma, inceleme veya toplanan yeni delillere dayanmak, önceki kararda yer almayan ve Özel Daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçe ile hüküm kurmak suretiyle verilen karar direnme kararı olmayıp, bozmaya eylemli uyma sonucunda verilen yeni hüküm olarak kabul edilir.
16. Bu açıklamalar kapsamında eldeki davaya gelince, yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen ilk kararda, taraflar arasında imzalanan sözleşmenin 40. maddesi değerlendirilerek davalının usulüne uygun temerrüde düşürülmediğinin belirtildiği, kararın davacı banka tarafından temyizi üzerine Özel Dairece, 2004 sayılı İİK’nın 68/b maddesi üzerinde yeterince durulup maddede belirtilen hususların yerine getirilip getirilmediği araştırılarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verildiği, mahkemece bozma sonrası yapılan yargılamada, İİK’nın 68/b maddesi değerlendirilerek davalı borçlunun usulüne uygun temerrüde düşürülmediği belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verildiği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
17. Açıklanan bu maddi ve hukukî olgulara göre, bozma sonrası yapılan yargılamada mahkemece Özel Dairenin bozma kararında da işaret edilen İİK’nın 68/b maddesi değerlendirilmek suretiyle, borçlunun adres değişikliği olmadığında İİK’nın 68/b maddesinin uygulanmasının mümkün olmadığı, davacı banka tarafından borçlunun kendisine bildirdiği sözleşmedeki adresine usulüne uygun tebliğ yaptırması gerektiği ancak davalıya yapılan tebligatın usulsüz olduğu, davalının icra takibinden önce temerrüde düşürülmediği belirtilmek suretiyle bozma kararının gereğini yerine getirecek şekilde hüküm kurulduğu anlaşılmaktadır.
18. Görüldüğü üzere, önceki kararda yer almayan ve Özel Daire denetiminden geçmemiş yeni ve değişik bir gerekçe ile hüküm kurulmuştur.
19. Buna göre mahkemenin direnme olarak adlandırdığı kararın, usul hukuku anlamında gerçek bir direnme kararı olmadığı, bozmadan önceki kararda tartışılıp değerlendirilmemiş, dolayısıyla Özel Daire denetiminden geçmemiş yeni gerekçeye dayalı yeni hüküm niteliğinde olduğu her türlü duraksamadan uzaktır.
20. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, mahkemece verilen ilk kararda da davalıya yapılan kat ihtarına ilişkin tebligatın usulsüz olduğu, borçlunun adresini değiştirmemesi nedeniyle bildirdiği adresine usulüne uygun tebliğ yapılması gerektiği ancak davalıya usulüne uygun tebliğ yapılmaması nedeniyle davalının takip tarihi itibariyle temerrüde düştüğü yönünde değerlendirme yapıldığı, bu nedenle direnme kararının yeni gerekçeye dayalı yeni hüküm niteliğinde olmadığı, ön sorun bulunmadığı yönünde görüş ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
21. Hâl böyle olunca, kurulan bu yeni hükmün temyizen incelenmesi görevi Hukuk Genel Kuruluna değil, Özel Daireye aittir.
22. Bu nedenle yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

V. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davacı vekilinin yeni hükme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE,
Ancak karar düzeltme yolunun açık olması sebebiyle öncelikle mahkemesince Hukuk Genel Kurulu kararının taraflara tebliği ile karar düzeltme yoluna başvurulması hâlinde dosyanın Hukuk Genel Kuruluna, başvurulmaması hâlinde ise mahkemesince doğrudan Yargıtay 11. Hukuk Dairesine gönderilmesine,
6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 16.11.2021 tarihinde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Özel Daire bozma kararında; davacı yanca davalı asıl borçlunun takipten önce usulüne uygun olarak temerrüde düşürüldüğünün iddia edildiği, davacı banka vekilinin temyizinin de bu yönde olduğu, Mahkemece İİK.’nun 68/b maddesi üzerinde yeterince durulup, maddede belirtilen hususların yerine getirilip getirilmediği araştırılarak sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmediği belirtilmiştir.
Bozma kararında üzerinde durulması gereğine değinilen 2004 sayılı İİK.’nun 68/b maddesi “Borçlu cari hesap veya kısa, orta ve uzun vadeli kredi şeklinde işleyen kredilerde krediyi kullandıran taraf, krediyi kullanan tarafın kredi sözleşmesinde belirttiği adresine, borçlu cari hesap sözleşmesinde belirtilen dönemleri veya kısa, orta, uzun vadeli kredi sözleşmelerinde yazılı faiz tahakkuk dönemlerini takip eden onbeş gün içinde bir hesap özetini noter aracılığı ile göndermek zorundadır. Sözleşmede gösterilen adresin değiştirilmesi, yurt içinde bir adresin noter aracılığıyla krediyi kullandıran tarafa bildirilmesi hâlinde sonuç doğurur; yeni adresin bu şekilde bildirilmemesi hâlinde hesap özetinin eski adrese ulaştığı tarih tebliğ tarihi sayılır” hükmünü içermektedir.
Görüldüğü gibi madde, hesap özetinin sözleşmede belirtilen adrese noter aracılığıyla gönderilme zorunluluğunu düzenlemekte, adres değişikliğinin hangi hâlde geçerli olacağı ve bu şekilde bildirim bulunmaması hâlinde eski adrese ulaştığı tarihin tebliğ tarihi sayılacağını düzenlemektedir. Bozma kararında üzerinde durulması gerektiği belirtilen husus da bu kapsamda geçerli bir tebliğ bulunup bulunmadığı belirlenerek temerrüdün takip tarihinden önce gerçekleşip gerçekleşmediğinin saptanmasıdır.
Mahkemece direnmeye esas olan bozma öncesi verilen kararda; kredi borcundan dolayı Bursa 4. İcra Müdürlüğünün 2009/4246 Esas sayılı dosyasında ipoteğin paraya çevrilmesi suretiyle icra takibi yapıldığı, bu icra takibinden dolayı davalı tarafından Bursa 6. İcra Hukuk Mahkemesinin 2011/568 Esas sayılı dosyasında kat ihtarnamesinin tebliğ edildiği İsmail Bülbül’ün çalışanları olmadığı, bu sebeple tebligatın usulsüz olduğunun belirtildiği ve mahkemesince kat ihtarının ve icra emrinin usulsüz olduğu belirtilerek icra emrinin iptaline karar verildiği için kat ihtarnamesinin tebliğinin usulsüz olduğu anlaşılmakla davalının takip tarihine kadar temerrüde düşürülmemiş olduğunun anlaşıldığı, buna göre, bilirkişi tarafından takip tarihine kadar temerrüdün oluşmadığı şeklinde yapılan hesaplamanın dikkate alındığı belirtilmiştir.
Diğer yandan aynı hükmün gerekçesinde; ihtarnamenin sözleşmedeki adrese gönderildiği, sözleşmenin 40. maddesine göre adres değişikliği bildirilmediğinde, bu adrese yapılmış tebligatların geçerli sayılacağı, buna göre bu tebligatın geçerli olduğu ve kat ihtarnamesi tebliğinin yapılmış kabul edilmesi gerektiği bilirkişi raporunda belirtilmiş ise de sözleşmedeki 40. madde gereğince borçlular tarafından adres değişikliği bankaya bildirilmediği takdirde adres boşaltılmış olsa bile bu adrese yapılan tebligatın geçerli olacağı, davalı adres değiştirmediğine göre davacının ihtarnameyi usulüne uygun tebliğ etmesi gerektiği, bu sebeple bilirkişinin bu görüşüne katılınmadığı da açıklanmıştır.
Görüldüğü gibi mahkemenin ilk kararında İİK 68/b madde hükmünde düzenlenen husus tartışılarak bu kapsamda geçerli bir tebliğ bulunmadığı ve takip tarihinden önce temerrüdün gerçekleşmediği neden ve sonuçlarıyla açıklanmıştır. Bu kararda 68/b maddeden söz edilmese de tartışılan husus bu maddede düzenlenen hususla aynıdır. Kaldı ki mahkeme önceki kararında bu hususu sözleşmenin 40. maddesinden söz ederek tartışmış olup sözü edilen 40. maddede yer alan düzenleme de İİK 68/b de düzenlenen husustur. Durum böyle iken kararda 68/b maddeden söz edilmemesi, bu madde kapsamında bir değerlendirme ve inceleme yapılmadığı sonucunu ortaya çıkarmaz.
Mahkemece 68/b madde koşullarının ilk hükümde tartışılıp değerlendirdiği belirterek önceki hükümde direnilmiştir. Direnme kararında İİK 68/b madde hükmünden söz edilmesi ve bozmayı karşılayan ilave açıklamalara yer verilmesi eylemli uyma niteliğinde olmadığı gibi yeni bir gerekçeyle öncekinden farklı yeni bir hüküm verilmesi niteliğinde de değildir.
Bu durumda ön sorun bulunmadığı kabul edilerek temyiz incelemesi yapılması gerektiği görüşünde olduğumdan, İİK 68. madde hükümleri tartışılarak hüküm verildiği için yeni hüküm niteliğinde olmakla ön sorun bulunduğu ve temyiz incelemesinin özel dairece yapılması gerektiği yönünde oluşan değerli çoğunluk görüşüne katılamıyoruz.

DAYANAK İLAM KARAR DÜZELTME İSTEMİNİN RET TARİHİNDE KESİNLEŞTİĞİNDEN BU TARİHTEN SONRA YAPILAN İCRA TAKİBİN USUL VE YASAYA UYGUN OLDUĞU

T.C.

YARGITAY

8. HUKUK DAİRESİ

E. 2013/13713

K. 2014/2653

T. 18.02.2014

* KESİNLEŞME ŞERHİ (Yargıtayın Onama Kararına Karşı Başvurulan Karar Düzeltme Talebinin Reddi Halinde Red Tarihinde Onanan Mahkeme Kararının Kesinleşeceği – Mahkemece İlama Kesinleşme Şerhinin İşlenmesinin İlamın Kesinleşmiş Sayılması İçin Zorunlu Olmadığı/Takibin İptali)

* TAKİBİN İPTALİ (Dayanak İlam Karar Düzeltme İsteminin Ret Tarihinde Kesinleştiğinden Bu Tarihten Sonra Yapılan İcra Takibinde Yasaya Uymayan Bir Yön Bulunmadığı – Takip Dayanağı İlamın Kesinleşmeden Takibe Konulamayacağı Yönündeki Şikayetin Reddi Gerektiği)

* İLAMLARIN KESİNLEŞMESİ (Karar Düzeltme İsteminin Ret Tarihinde Kesinleştiğinden Bu Tarihten Sonra Yapılan İcra Takibinde Yasaya Uymayan Bir Yön Bulunmadığının Gözetilmesi Gerektiği – Takibin İptali)

* KESİNLEŞMEDEN TAKİBE KONULAMAYACAK İLAMLAR (Dayanak İlamın Boşanma Davasına İlişkin Olması Nedeniyle Kesinleşmeden Takibe Konulamayacağı Sebebiyle Takibin İptali İstemi – Dayanak İlam Karar Düzeltme İsteminin Ret Tarihinde Kesinleştiğinden Bu Tarihten Sonra Yapılan İcra Takibin Usul ve Yasaya Uygun Olduğu)

2000/m.366

ÖZET : Dava, dayanak ilamın boşanma davasına ilişkin olması nedeniyle kesinleşmeden takibe konulamayacağı ve borcun ödendiği ve faiz itirazları ileri sürülerek takibin iptali istemine ilişkindir. Yargıtay’ın onama kararına karşı başvurulan karar düzeltme talebinin reddi halinde, red tarihinde onanan mahkeme kararı kesinleşir. Mahkemece ilama kesinleşme şerhinin işlenmesi ilamın kesinleşmiş sayılması için zorunlu değildir. O halde dayanak ilam karar düzeltme isteminin ret tarihinde kesinleştiğinden, bu tarihten sonra yapılan icra takibinde Yasaya uymayan bir yön bulunmamaktadır. Bu durumda Mahkemece, takip dayanağı ilamın kesinleşmeden takibe konulamayacağı yönündeki şikayetin reddi ile davalı alacaklının faizle ilgili vazgeçme beyanı da dikkate alınarak diğer şikayet nedenleri incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davalı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Alacaklı vekili tarafından başlatılan ilamlı takibe karşı borçlu vekili, dayanak ilamın boşanma davasına ilişkin olması nedeniyle kesinleşmeden takibe konulamayacağı ve borcun ödendiği ve faize itirazlarını ileri sürerek takibin iptalini talep etmiştir. Mahkemece, takibe konulan ilamda, ilamın şekli anlamda kesinleştiğini gösterir şerh olmadığından bahisle takibin iptaline karar verilmesi üzerine; hüküm alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Takip ve dava dosyasının incelenmesinde, alacaklı vekilinin, İnegöl 1.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin (Aile Mahkemesi sıfatıyla) 21/09/2011 tarih ve 2010/323 Esas, 2011/569 Karar sayılı boşanma davasına ilişkin ilamına dayalı takip başlattığı, takip talebine dayanak ilam ile bu ilamın onandığına dair onama ilamı ve karar düzeltme talebinin reddine dair Yargıtay dosya sorgulama çıktısının eklendiği, ilamın altında şekli olarak kesinleşme şerhinin bulunmadığı, Mahkemenin de kabulünde olduğu üzere dayanak ilamın, Yargıtay 2.Hukuk Dairesi’nin 19.09.2012 tarih, 2012/2599 Esas-2012/21675 Karar sayılı kararıyla onandığı, 30.01.2013 tarihi, 2012/27455 Esas-2013/2429 Karar sayılı kararıyla karar düzeltme talebinin reddine karar verildiği görülmektedir. Mahkemece dosya arasına alınan dayanak ilamda 30.01.2013 tarihinde kesinleştiğine dair 22.02.2013 tarihli kesinleşme şerhinin işlendiği, şikayete konu takibin ise 20.02.2013 tarihinde başlatıldığı anlaşılmaktadır.

Yargıtay’ın onama kararına karşı başvurulan karar düzeltme talebinin reddi halinde, red tarihinde onanan mahkeme kararı kesinleşir. Mahkemece ilama kesinleşme şerhinin işlenmesi ilamın kesinleşmiş sayılması için zorunlu değildir.

O halde dayanak ilam karar düzeltme isteminin ret tarihi olan 30.01.2013 tarihinde kesinleştiğinden, bu tarihten sonra yapılan icra takibinde Yasaya uymayan bir yön bulunmamaktadır.

Bu durumda Mahkemece, takip dayanağı ilamın kesinleşmeden takibe konulamayacağı yönündeki şikayetin reddi ile davalı alacaklının faizle ilgili vazgeçme beyanı da dikkate alınarak diğer şikayet nedenleri incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3.maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 18.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HAVA YOLU İLE YOLCU TAŞIMA SÖZLEŞMESİ KAPSAMINDA BAGAJIN GEÇ TESLİM EDİLMESİ NEDENİYLE MANEVİ TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
2017/138 E. , 2020/844 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi (Ticaret Mah.sıfatıyla)

1. Taraflar arasındaki “tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, Malatya 3. Asliye Hukuk Mahkemesince (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar, davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 11. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacı vekili 12.09.2012 tarihli dava dilekçesinde; müvekkilinin tatil yapmak amacıyla ailesiyle birlikte 26.08.2012 tarihinde davalıya ait uçak ile Malatya’dan İstanbul aktarmalı olarak Antalya’ya ulaştığını, bu seyahat esnasında üç adet valiz ve bir adet çocuk arabasını davalıya teslim ettiğini, ancak uçuş sonrası Antalya’ya indiklerinde valizlerin bulunamadığını ve müvekkiline teslim edilmediğini, bunun üzerine kayıp bürosuyla irtibata geçildiğini ve üç saat sonra valizlerinden iki tanesi ile çocuk arabasının diğer uçakla geldiğini, ancak müvekkilinin kendisine ve eşine ait şahsi eşyalarının bulunduğu valizin gelmediğini ve nerede olduğunun bilinmediğini, müvekkilinin şahsi eşyalarının kaybolması nedeniyle tatilden amaçladığı verimi alamadığını, kaybolan valizin ancak üç gün sonra müvekkiline teslim edildiğini, valizi teslim almak için müvekkilinin gece saat 03.00’te özel araç tutarak havaalanına gitmek zorunda kaldığını, müvekkilinin özel eşyaları olmadığı için otel faaliyetlerine katılamadığını, bu olay nedeniyle büyük sıkıntı yaşadığını ileri sürerek havaalanı gidiş geliş yol gideri olarak 630,00TL maddi tazminat ile 5.000,00TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili 05.11.2012 tarihli cevap dilekçesinde; müvekkilinin sorumluluğunun sınırlı olduğunu, davacının manevi tazminat talebinin yerinde olmadığını, ayrıca talep edilen manevi tazminatın fahiş olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkeme Kararı:
6. Malatya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) 10.09.2013 tarihli ve 2012/423 E., 2013/459 K. sayılı kararı ile; davacının bagajın geç teslimi sebebiyle havaalanına gidiş geliş için ödenen araç ücretine ilişkin maddi zararını ispatladığı, davacının bagajın geç teslimi sebebiyle üç gün boyunca planladıkları etkinliklere katılamadığı, bagajın geç teslim edilmesi ve gece yarısı havaalanına gidiş gelişler sebebiyle üzüntü, elem ve sıkıntı çektiği, özel eşyaları bulunmadığı için otel dışına çıkıp vakit geçiremediği, bu nedenlerle manevi tazminatın koşullarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile 630,00TL maddi tazminat ile 2.500,00TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 15.04.2014 tarihli ve 2013/18250 E., 2014/7418 K. sayılı kararı ile; “…1-Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-Dava, havayolu ile taşımaya dayalı yolcu bagajının gecikmeli tesliminden kaynaklanan tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece yukarıda yazılı gerekçeyle maddi tazminat talebinin kabulüne, manevi tazminat talebinin ise kısmen kabulü ile 2.500 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmiştir. Ancak, dava ve karar tarihinde yürürlükte olan 6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 56. maddesinde gösterilen koşulların somut olayda oluştuğundan söz edilemez. Şöyle ki, öncelikle, her sözleşmeye aykırılık tek başına manevi tazminatı gerektirmez. Manevi tazminata hükmedilebilmesi için TBK’nin 56. maddesindeki koşulların da mevcut olması gerekir. Somut olayda, tazminat koşullarının mevcut olmadığı gözden kaçırılarak, manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi gerekirken kabulü doğru görülmemiş, hüküm davalı yararına bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. Malatya 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla) 13.11.2014 tarihli ve 2014/1472 E., 2014/1529 K. sayılı kararı ile; önceki gerekçelerle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; havayolu ile yolcu taşıma sözleşmesi kapsamında bagajın geç teslim edilmesi nedeniyle davacı yararına manevi tazminat koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediği noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Dava, havayolu ile yolcu taşıma sözleşmesinden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
13. Bilindiği gibi, borçlunun ifa etmekle yükümlü olduğu borcunu yerine getirememesi durumunda borca aykırılık meydana gelmektedir. Borca aykırı davranan kişi, bu davranışı ile neden olduğu zararı tazmin etmekle yükümlü olup, işbu yükümlülük neticesinde doğan sorumluluğa, borca aykırı davranıştan doğan sorumluluk denilmektedir. Sorumluluk bu anlamıyla tazminat borcunun kaynağıdır (Oğuzman, M. Kemal/Öz, Turgut: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul, 2006, s. 14).
14. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (6098 sayılı TBK) borca aykırılıktan doğan sorumluluk nedeniyle manevi tazminat ödeneceğine ilişkin bir hüküm bulunmamaktadır. Sözleşmeye aykırılık tek başına manevi tazminat gerektirmez ise de, özel hâl ve şartlarda davacının kişilik haklarının zedelenmesi durumunda haksız fiilin neticelerini doğurmakta ve manevi tazminat gerektirmektedir. Gerçekten de 6098 sayılı TBK’nin 114/2 maddesi gereğince haksız fiil sorumluluğuna ilişkin hükümler kıyas yoluyla sözleşmeye aykırılık hâllerine de uygulanır. Borca aykırı herhangi bir davranışın, alacaklının kişilik haklarının zedelenmesine neden olması mümkündür. Borcun zamanında veya hiç yerine getirilmemesi nedeniyle meydana gelen olaylarda duyulan acı, üzüntü ile borca aykırı davranışta bulunan borçlunun eylemi arasındaki nedensellik bağının nasıl kurulacağı önem taşımaktadır. Zira kural olarak bir para borcunun ödenmemesi alacaklının kişilik hakkını ihlal etmemekte ise de bunun neticesinde gelişen olaylar bu hakkı ihlal edebileceğinden nedensellik bağı burada kurulabilmektedir.
15. Bu genel açıklamalardan sonra taşıyıcının, havayolu ile yolcu taşıma sözleşmelerinde hukuki sorumluluğunun açıklığa kavuşturulmasında yarar vardır.
16. Somut olayda davacının bagajı Malatya’dan İstanbul aktarmalı Antalya’ya yapılan seyahat sırasında kaybolduğu için 2920 sayılı Türk Sivil Havacılık Kanunu (TSHK) uygulanacaktır. 2920 sayılı TSHK’nin 106. maddesi gereğince, bu Kanun’da hüküm bulunmayan hâllerde uluslararası anlaşma hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Bu durumda davalı taşıyıcının sorumluluğunun sınırlandırılması hususu 2920 sayılı TSHK’da düzenlenmediği için 26.08.2012 tarihli dava konusu taşımaya ülkemiz tarafından 28.05.1999 tarihinde imzalanan ve 26.03.2011 tarihinde yürürlüğe giren Hava Yoluyla Uluslararası Taşımacılığa İlişkin Belirli Kuralların Birleştirilmesine Dair Sözleşme (Montreal Konvansiyonu) hükümleri uygulanacaktır.
17. Bununla birlikte gerek 2920 sayılı TSHK’de gerekse Montreal Konvansiyonu’nda bagajda gecikme durumunda uğranılan zararlardan taşıyıcının kural olarak sorumlu olduğu belirtilmiş olsa da, uğranıldığı iddia olunan zararın (hasarın) manevi zararları da kapsadığı noktasında açık bir hüküm bulunmamaktadır. O hâlde 6098 sayılı TBK’de de borca aykırılıktan doğan sorumluluk nedeniyle manevi tazminat ödeneceğine dair bir hüküm olmaması nedeniyle 6098 sayılı TBK’nin 114/2 maddesi delaletiyle aynı Kanun’un 58. maddesinin olaya uygulanması gerekecektir.
18. 6098 sayılı TBK’nin 58. maddesi ile ilgili açıklamalarda bulunmadan önce 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 24. maddesine değinmekte yarar vardır. Bu maddede; “Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” hükmü yer almaktadır.
19. 6098 sayılı TBK’nin “Kişilik Hakkının Zedelenmesi” başlıklı 58. maddesinde ise; “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir. Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” düzenlemesine yer verilmiştir.
20. TMK’nin 24. maddesi ve 6098 sayılı TBK’nin 58. maddesi ile koruma altına alınan kişilik hakları, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru, sır alanı, mesleki itibarı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir. Görüldüğü üzere, 6098 sayılı TBK’nin 58. maddesi gereğince kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir.
21. Burada kural olarak doğrudan doğruya zarar görme koşulu aranmaktadır. Ancak kişilik değerlerinin kapsam ve çerçevesi, yerleşik değer yargılarına ve yaşam deneyimine bağlı olarak belirlenmelidir. 6098 sayılı TBK’nin 58. maddesi genel bir düzenleme olup, öngördüğü koşullar gerçekleştiğinde, ruhsal uyum dengesi sarsılanın, kişilik değerlerine saldırı nedeniyle manevi tazminat isteyebilmesi olanağı vardır.
22. Manevi tazminat isteminin temelinde, davalının haksız eylemi yatmaktadır. Bilindiği üzere haksız eylemin unsurları hukuka aykırı fiil, kusur, zarar ve fiil ile zarar arasında illiyet bağı bulunmasıdır. Öte yandan, kişilik hakları hukuka aykırı olarak saldırıya uğrayan kimse manevi tazminata hükmedilmesini isteyebilir ise de, hâkimin özel hâlleri göz önünde tutarak manevi zarar adı ile hak sahibine verilmesine karar vereceği para tutarı, adalete uygun olmalıdır. Hâkim manevi tazminatın miktarını tayin ederken saldırı teşkil eden eylem ve olayın özelliği yanında tarafların kusur oranını, sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumları da dikkate almalıdır.
23. Yapılan tüm açıklamalardan sonra somut uyuşmazlığa gelindiğinde; davacının Alanya’da tatil yapmak amacıyla ailesiyle birlikte davalı şirkete ait uçakla Malatya’dan İstanbul aktarmalı Antalya’ya uçtuğu, Malatya’da verdiği bagajların Antalya’da kendisine teslim edilmediği, bagajların İstanbul’da unutulduğunun ve bir sonraki uçakla kendilerine teslim edileceğinin bildirildiği, davacı ve ailesinin üç saat havaalanında bekledikleri ve sonunda bagajların bir kısmının teslim edildiği, ancak davacı ve eşinin bilgisayar ve kişisel eşyalarının bulunduğu bagajın teslim edilmediği, bagajın üç gün sonra davacı havaalanına çağrılarak gece saat 03.00’te teslim edildiği, bu süre zarfında davacının davalı şirkete ulaşıp bagajının akıbetini öğrenmek için tatilinin önemli bir kısmında emek ve mesai harcadığı anlaşılmaktadır.
24. Davacının dinlenme, eğlenme ve tatil amacıyla gittiği Alanya’da ilk günden itibaren üzerindeki elbiseyle kaldığı ve otelin etkinliklerine katılamadığı, ayrıca bagajın teslim edilmemesi ve ne zaman teslim edileceğinin belirsizliği nedeniyle eş ve çocuklarıyla huzurlu vakit geçiremediği, bagajının hemen gönderileceğinin belirtilmesine rağmen üç gün sonra davacının havaalanına çağrılarak gece saat 03.00’te teslim edildiği, davacının bagajını teslim almak için gece vakti Alanya’dan Antalya’ya gitmek zorunda kaldığı, tüm bu hususlar nedeniyle davacının huzur içinde tatil yapmaktan çok bagajına ulaşabilme çabasıyla ve giderek artan stres içinde tatilinin yarısının geçtiği açıktır.
25. Bu nedenle bu tür gezilerden beklenen amaç ve yukarıda bahsedilen hususlar dikkate alındığında davacının tatili boyunca yaşadığı çöküntünün elem ve ızdıraba dönüştüğünün ve davacının kişilik haklarını zedelenmesi nedeniyle 6098 sayılı TBK’nin 58. maddesinde belirtilen manevi tazminat koşullarının gerçekleştiğinin kabulü gerekmektedir.
26. Hâl böyle olunca, davalının eyleminin davacının kişilik haklarını zedelediğini ve 6098 sayılı TBK’nin 58. maddesinde belirtilen manevi tazminat koşullarının gerçekleştiğini kabul eden ve 2.500,00TL manevi tazminatı hakkaniyete uygun gören direnme kararı yerindedir.
27. Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; her sözleşmeye aykırılığın tek başına manevi tazminatı gerektirmeyeceği, somut olayda 6098 sayılı Kanun’un 58. maddesinde belirtilen koşulların oluşmadığı, bu nedenle manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesi ve direnme kararının Özel Dairenin bozma kararında gösterilen nedenlerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan nedenlerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
28. Tüm bu nedenlerle mahkemece yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.

IV. SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,
Aşağıda dökümü yazılı (159,80TL) harcın temyiz edenden alınmasına,
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440/III-1 maddesi gereğince miktar itibari ile karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.11.2020 tarihinde oy çokluğu ile kesin olarak karar verildi.

TEK TARAFLI KAZA- ZAMANAŞIMI SÜRESİ- TEK TARAFLI TRAFİK KAZASINDA SÜRÜCÜ TAM KUSURLU OLSA DA SİGORTA ŞİRKETİ ZARARDAN SORUMLUDUR

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
2020/2063 E. , 2021/3301 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Düziçi Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan yargılaması sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine dair ilk derece mahkemesi kararına karşı davacılar vekilinin istinaf başvurusunun reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile yeniden verilen kararın Yargıtayca incelenmesi süresi içinde davacılar vekili tarafından istenmiş olmakla dosya incelendi, gereği düşünüldü:

– K A R A R –

Davacılar vekili, müvekkillerinin desteğinin davalıya trafik sigortalı aracın sürücüsü iken gerçekleşen kazada öldüğünü, kazanın aynı zamanda iş kazası olup iş verenin de kusurunun bulunduğunu açıklayıp fazlaya dair hakları saklı kalması kaydıyla davacı … için 60.000,00 TL, davacı … için 6.000,00 TL, … için 16.000,00 TL, … için 17.500,00 destekten yoksun kalma tazminatının tahsiline karar verilmesi talep etmiştir.

Davalı vekili, davanın öncelikle zamanaşımı nedeni ile esastan diğer sebepler ile reddini savunmuştur.
İlk derece mahkemesince, toplanan delillere göre, meydana gelen kazada desteğin kusurlu olduğu, davacıların ise desteğin kusurundan faydalanamayacakları gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş, karara karşı davacılar vekili ve davalı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuş, Bölge Adliye Mahkemesince, davacılar vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine, davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılarak, davanın zamanaşımı nedeni ile reddine verilmiş; Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacılar vekili tarafından yönünden temyiz edilmiştir.
Dava trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Davacılar vekili, meydana gelen kazada desteğin öldüğünü açıklayıp destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunmuş, ilk derece mahkemesince, müteveffanın kendi müteraffık kusuruyla kazaya ve ölüme sebebiyet verdiğinden yansıma yolu ile zarar görmüş olan destek tazminatı isteyenlerin, kendisine destek sağlayan kişinin sahip olduğu haktan fazlasına sahip olabilmelerinin hukuken mümkün bulunmadığı, sürücünün ve dolayısıyla destek tazminatında bulunanların, kendi kusurlarından yararlanamayacaklarından davanın reddine karar verilmiş, karara karşı istinaf yoluna başvurulması üzerine Bölge Adliye Mahkemesince; murisin aracı kullanırken tek taraflı ve kendisinin tam kusuru ile meydana gelen eyleminin TCK’nin 179. maddesinin ikinci paragrafında tanımlanan trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunu oluşturduğu, bu nedenle 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun 109. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca ceza zamanaşımının uygulanması gerektiği, trafik güvenliğini tehlikeye sokma eylemiyle ilgili ceza davasının TCK’nın 66/1-e maddesi uyarınca sekiz yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu; olayın 20.09.2006 tarihinde meydana gelmiş ve davanın 09.09.2016’da, olay tarihi üzerinden sekiz yıl geçtikten sonra açılmış olması nedeni ile somut olayda zamanaşımının dolduğu gerekçesi ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmiştir. Anılan karar hatalı olup bozmayı gerektirmektedir. Şöyle ki;

Somut olayda kaza 09.09.2006 tarihinde gerçekleşmiş, davaya konu trafik kazası sonucunda davacıların desteği vefat etmiştir. Bir kişinin ölümüyle sonuçlanan söz konusu trafik kazası 5237 sayılı TCK’nin 85/1.maddesi kapsamında bir fiil niteliğindedir ve sürücü/davacıların desteğinin vefat etmiş olması ve murisin kusurlu olması sonuca etkili değildir. Yasa koyucunun amacı Karayolları Trafik Kanunu uyarınca tehlike sorumluluğunu doğuran olaylarda sorumlulara karşı daha uzun zamanaşımı süresi içerisinde yönelmeyi sağlamaktır.

Buna göre eylem için kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 85/1 ve 66/1-d maddelerinde öngörülen ceza zamanaşımı süresi 15 yıl olup, bu zamanaşımı süresi dikkate alındığında dava tarihinde zamanaşımı süresinin dolmadığı anlaşılmaktadır.

Açıklanan nedenlerle, eldeki davada zamanaşımı süresinin dolmadığı dikkate alınmak suretiyle işin esasına girilip, davacıların ölenin salt mirasçısı sıfatıyla değil, destekten yoksun kalan üçüncü kişi sıfatıyla dava açtığı, ölüm nedeniyle doğrudan davacılar üzerinde doğan destekten yoksunluk zararının oluşumundaki kusurun davacılara yansıtılamayacağı; dolayısıyla araç sürücüsünün tam kusurlu olması halinde, desteğinden yoksun kalan davacıları etkilemeyeceğine; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu ve Karayolları Motorlu Araçlar Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartlarına göre, aracın zorunlu mali sorumluluk sigortacısı olan davalı … şirketinin, işletenin üçüncü kişilere verdiği zararları teminat altına aldığı ve olayda sürücü tam kusurlu olsa bile, destekten yoksun kalan davacıların da zarar gören üçüncü kişi konumunda bulunduğu, davalı … şirketinin desteğin ölümü ile ortaya çıkan zarardan sorumlu olacağı (HGK’nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 esas-411 karar, HGK’nun 22.2.2012 gün 2011/17-787 esas 2012/92 karar,HGK.nun 16.1.2013 gün ve 2013/17-1491 Esas 2013/74 Karar sayılı vs. ilamları uyarınca) gözetilerek tarafların delilleri toplanıp, sonucuna göre bir karar vermek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazının kabulü ile Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk dairesinin 17.03.2020 tarih, 2019/1442-2020/507 sayılı kararının BOZULMASINA, 6100 sayılı HMK 373/2 maddesi uyarınca işlem yapılmak üzere dava dosyasının Adana Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesine gönderilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 25/03/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KİRA BEDELİNİN TESPİTİ DAVALARINDA FAZLAYA İLİŞKİN HAKLAR SAKLI TUTULAMAZ VE SAKLI TUTULAN BU HAKLA İLGİLİ ISLAH TALEBİNDE BULUNULAMAZ

T.C
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu

2017/2792 E. , 2021/267 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Hukuk Mahkemesi

1. Taraflar arasındaki “kira bedelinin tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul Anadolu 14. Sulh Hukuk Mahkemesince verilen davanın kısmen kabulüne ilişkin karar davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, Mahkemece Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.
2. Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
3. Hukuk Genel Kurulunca dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

I. YARGILAMA SÜRECİ
Davacı İstemi:
4. Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkilleri ile davalı arasında imzalanan kira sözleşmesine göre kira döneminin 01.02.2011 tarihinde başlayıp 01.02.2016 tarihinde sona ereceğini, sözleşmenin 3. maddesine göre kira bedelinin 2011 yılı için 4.500,00TL olarak belirlendiğini, sonraki yıllarda kira bedelinin (ÜFE+TEFE)/2 oranında artırıldığını, sözleşmenin 3. maddesinin son fıkrasında, tarafların ilk üç yılın sonunda kira bedelinde yapılacak olan artışa ilişkin mutabakata varamazlar ise, kira bedeli artışının bilirkişi marifeti ile tespit ettirileceğinin düzenlendiğini, ancak davalının kira bedeli konusunda ortak mutabakata varılmaksızın 2014 yılı için 5.693,27TL ödeme yaptığını, müvekkillerinin Bakırköy 51. Noterliğinin 13.01.2014 tarihli ve 532 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile kira bedelinin 8.000,00TL olarak belirlenmesini istediklerini, davalının Beyoğlu 60. Noterliğinin 10.02.2014 tarihli ve 1221 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile müvekkilleri tarafından tek taraflı artış yapıldığını belirterek müvekkillerinin hesabına ödenen tutarın uygun olduğunu beyan ettiğini ileri sürerek taşınmazın kira bedelinin 17.02.2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 8.000,00TL olarak tespitine karar verilmesini talep etmiş, 12.02.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile de davayı brüt 8.000,00TL kira bedeli üzerinden açtıklarını belirterek kira bedelinin brüt 9.200,00TL olarak tespitine karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabı:
5. Davalı vekili cevap dilekçesinde; müvekkili şirketin kira sözleşmesi uyarınca kira artışını her yıl düzenli olarak yaptığını, 2014 yılı için ödediği kira bedelinin 5.693,27TL olduğunu, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 344. maddesi gereğince taraflarca kira bedeli konusunda bir anlaşma yapılmamışsa, kira bedelinin bir önceki kira yılının üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçmemek koşuluyla hakkaniyete göre belirleneceğini, davacıların talep ettiği kira bedelinin üretici fiyat endeksindeki artış oranını geçtiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararı:
6. İstanbul Anadolu 14. Sulh Hukuk Mahkemesinin 12.02.2015 tarihli ve 2014/159 E., 2015/79 K. sayılı kararı ile; mahallinde yapılan bilirkişi incelemesine göre, Yargıtay kararlarında da benimsenen yönteme göre endeks uygulamasının art arda 3 yıl için uygulanabileceği, bu süreden sonra taraflar arasındaki kira bedelinde anlaşmazlık olması hâlinde kira parasının hak ve nefaset kurallarına göre belirlenmesi gerektiği, emsal ve rayiçler nazara alınarak taşınmazın hali hazır durumu itibariyle boş olarak yeniden kiraya verilmesi hâlinde aylık kira bedelinin 9.000.00-10.000,00TL aralığında bir bedel olacağı, ancak taşınmazın hâli hazır bu konumuna etki eden ve davalı tarafından yapılan iyileştirmeler göz önüne alındığında mevcut durumu itibariyle ve hak ve nefaset kuralları doğrultusunda aylık kiranın brüt 8.750,00TL (net 7.000,00TL) olacağının belirlendiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulü ile dava konusu taşınmazın 17.02.2014 tarihinden itibaren aylık kira bedelinin takdiren brüt 8.750,00TL (net 7.000,00TL) olarak tespitine karar verilmiştir.
Özel Daire Bozma Kararı:
7. Mahkemenin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
8. Yargıtay (Kapatılan) 6. Hukuk Dairesinin 23.11.2015 tarihli ve 2015/7190 E., 2015/10218 K. sayılı kararı ile; “…Davacı vekili, taraflar arasında 01.02.2011 başlangıç, 01.02.2016 bitiş tarihli kira sözleşmesi bulunduğunu, aylık kira bedelinin net 4.500 TL olup, yıllık kira artışının tefe-tüfe ortalaması olarak belirlendiğini, bundan ayrı sözleşmede ”Taraflar, ilk 3 (üç) yılın sonunda sözleşme de belirtilen koşullar da arttırılan kira bedelini karşılıklı mutabakatla bölge rayiçlerine göre yeniden belirleyecek ve yazılı mutabakat yapacaktır, yapılacak olan artışa ilişkin mutabakata varamazlar ise son 2 yıla ait söz konusu kira bedeli artışı bilirkişi marifeti ile tespit ettirilir” düzenlemesi bulunduğunu, tarafların aylık bedel konusunda anlaşmadıklarını belirterek aylık kiranın hakkaniyete uygun biçimde 17.02.2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 8.000 TL olarak belirlenmesini istemiş, 12.02.2015 tarihli beyan dilekçesi ile davayı brüt 8.000 TL kira bedeli üzerinden açtıklarını, 22.12.2014 tarihli bilirkişi raporu doğrultusunda brüt kira bedelinin aylık 9.200 TL olarak belirlenmesi için davalarını ıslah ettiklerini belirtmiştir. Davalı vekili TBK 344 gereği davacının talebinin kabul edilemeyeceğini, endekse göre artış yapılması gerektiğini, davaya konu yerde kiraların davacının istediği kadar olmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece yapılan keşifler sonucunda ilk bilirkişi kurulu kiralananın boş olarak kiraya verilmesi halinde aylık brüt 8.750 TL, hak ve nesafet indirimi ile aylık brüt 8.125 TL, ikinci bilirkişi kurulu, aylık brüt kiranın 9.200 TL, hak ve nesafet indirimi yapılırsa aylık brüt 8.750 TL olacağını bildirmiş, mahkemece ikinci bilirkişi raporuna uyularak 17.02.2014 tarihinden itibaren aylık brüt kira 8.750 TL olarak belirlenmiş ise de; kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olduğu gözetilerek dava dilekçesinde gösterilen ve 12.02.2015 tarihli dilekçeyle açıklığa kavuşturulan aylık brüt 8.000 TL kira bedeli üzerinden hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.” gerekçesi ile karar bozulmuştur.
Direnme Kararı:
9. İstanbul Anadolu 14. Sulh Hukuk Mahkemesinin 29.03.2016 tarihli ve 2015/918 E., 2016/242 K. sayılı kararı ile; kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun tamamen kapalı olmadığı, TBK’nın kira tespitine ilişkin 344 ve 345. maddelerinde kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olduğuna ilişkin yasaklayıcı hiçbir hüküm yer almadığı, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) davanın ıslahına ilişkin 176. maddesinde taraflardan her birinin, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebileceği, 180. maddesinde de davanın tamamen ıslah edilebileceği hükmünün bulunduğu, HMK’da kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olduğuna ilişkin yasaklayıcı hiçbir hükmün yer almadığı, kanunlarda açıkça böyle bir yasaklama hükmü bulunmadığına göre kanunda olmayan bir hükme dayanılarak kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olduğundan bahsedilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme Kararının Temyizi:
10. Direnme kararı süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

II. UYUŞMAZLIK
11. Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kira bedelinin tespiti davalarında ıslah yolunun kapalı olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

III. GEREKÇE
12. Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle “kira bedelinin tespiti” davalarının hukuksal niteliği ve kendine özgü özelliklerinin irdelenmesinde yarar vardır.
13. Kira bedelinin tespiti davaları; Anayasa Mahkemesinin, kira sözleşmesinin düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 6570 sayılı Gayrimenkul Kiraları Hakkında Kanun (6570 sayılı Kanun)’un 2 ve 3. maddelerinin iptaline ilişkin kararının 26.09.1963 tarihinde yürürlüğe girmesi ile birlikte yasada doğan boşluğun doldurulması için Yargıtay içtihatları ile getirilmiştir.
14. Kira bedelinin tespiti davalarının konusunu 6570 sayılı Kanun kapsamına giren taşınmaz mallar oluşturur ve bu dava 6570 sayılı Kanun’un uygulandığı yerler ve taşınmazlar için söz konusudur.
15. Kira bedelinin tespiti davaları kiralayan (kiraya veren) tarafından açılabileceği gibi kiracı tarafından da açılabilir.
16. Kira bedelinin tespiti davalarında hüküm bir kira yılına ait kira parasının ne olacağının belirlenmesine ilişkindir. Bu belirleme açık, net ve tam olmalıdır.
17. Kira bedelinin tespiti davalarının en çarpıcı özelliği kamu düzeni ile ilgili olmalarıdır. Bununla ilgili yöntemleri tarafların belirleyemeyeceği yargısal uygulamada kabul edilmiştir.
18. Hâkim, bu davalarda kanun, içtihadı birleştirme kararları ve Yargıtay içtihatları ile belli edilen yöntemlere uygun olarak kira bedelinin tespiti yoluna gitmek zorundadır. Kira parasının tespitinde belirlenen bu ilke dışına çıkılması eşit uygulama ilkesini bozduğu gibi kamu düzeni ile ilgili olan bu davanın yapısına da uygun düşmeyecektir.
19. İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 12.11.1979 tarihli ve 1979/1 E., 1979/3 K. sayılı kararında da belirtildiği gibi, Anayasa Mahkemesince 26.03.1963 tarihinde verilen karar ile 6570 sayılı Kanun’un 2 ve 3. maddelerinin iptaline karar verilmiş ve bu kararın sözü edilen maddeleri yerine yeni bir yasa çıkarılmadan 26.09.1963 tarihinde yürürlüğe girmesi üzerine bir yasa boşluğu oluşmuştur.
20. Uygulamada birliği sağlamak için 18.11.1964 tarihli ve 2/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ile, kanunda boşluk bulunduğu temelinden hareketle yeni dönemde akdin kira bedeline ilişkin hükmünün yenilenmeyerek kirası belli olmayan bir akit haline geldiği benimsenmiş ve kira bedelinin sınırlandırılmasına ilişkin boşluğun hakim tarafından doldurulması gerektiği kararlaştırılmıştır.
21. Bilindiği üzere tespit davaları, genel olarak bir hukuki ilişkinin mevcut olup olmadığının belirlenmesine ilişkin davalardır. Bu dava ile hukuki ilişki hakkındaki kuşku ve tereddütler giderilir. Tespit davaları hakların istikrarını temin etmekle toplumsal bir yarar sağlar. Tespit davasının amacı da hukuki belirsizliği gidermek, başka bir deyişle hukuki ilişkileri taraflar açısından belirli hale getirmekten ve bu yolla barışı sağlamaktan ibarettir.
22. Buna göre, kira bedelinin tespiti davalarında verilen kira tespiti kararları, diğer tespit davalarında olduğu gibi bir hukuki ilişkiyi tespit etmez. Amacı sadece kira sözleşmesinin yeni dönemde belli olmayan kira bedeli unsurunu belirli bir hâle getirmekten ibarettir. Gerçekten de taraflar anlaşamamışlarsa, kiranın tespitinde hukuki sonuç ancak hâkimin kararı ile doğar. Gerçi, yeni dönemde kiranın belli olması için mutlaka bir mahkeme kararı alması şart değildir. Çünkü taraflar anlaşırlarsa mahkeme kararına gerek kalmadan hukuki sonuç doğar. Tarafların ancak anlaşamaması hâlinde bu hukuki sonucun doğması için dava açmaları gerekir.
23. Böylece kira tespiti kararları eda davaları sonunda verilen mahkumiyet kararlarına değil, inşai davalar sonunda verilen kararlara yakın bir nitelik göstermektedirler. Dolayısıyla kira bedelinin tespitine ilişkin olarak açılmış olan davada, tespit davasında olduğu gibi bir hukuki ilişkiye dair karar verilmesi yerine, var olan hukuki ilişkiye ilişkin yeni bir hukuki durum ortaya çıkması veya var olan bir hukuki durumun değişmesi söz konusu olmaktadır. Nitekim aynı hususlara Hukuk Genel Kurulunun 26.02.2014 tarihli ve 2013/3-633 E., 2014/154 K. ve 24.02.2016 tarihli ve 2014/3-348 E., 2016/173 K. sayılı kararlarında da değinilmiştir.
24. Kira bedelinin tespiti davalarının amacı sadece ilgili kira döneminde geçerli olacak kira bedelinin tespitidir. Başka bir deyişle kira bedelinin tespiti davasının sınırlı bir konusu vardır. Kira tespit davası sonucunda hâkim, bir yıllık süre zarfında uygulanacak olan kira bedelini belirler. Böylelikle, kira sözleşmesinde yer alan kira bedeli, hâkim kararı ile değiştirilmiş olur ve kira sözleşmesi mahkeme kararı ile yeniden şekillenmiştir (Özyakışır, Ö.: Konut ve Çatılı İşyeri Kira Sözleşmelerinde Kira Bedeli, Ankara 2019, s. 204).
25. Mahkemece belirlenen kira bedelinin hangi andan itibaren geçerli olduğu talep edilmedikçe, hükümde gösterilmez. Sadece, talepte bulunulmuş olması şartıyla, belirlenen kira bedelinin hangi andan itibaren geçerli olduğu hükümde gösterilir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun 21.11.1966 tarihli ve 1966/19 E., 1966/10 K.). Fakat, dava sonucunda belirlenen bedel, bazen, belirlenmesi talep edilen değil bir sonraki kira yılı için etki doğurabilmektedir. Mahkeme kararının, bedelin belirlenmesinin talep edildiği kira yılı için etki doğurması arzu ediliyorsa kira sözleşmesindeki hükümlere dikkat edilerek talepte bulunulması gerekmektedir (Özyakışır, s. 223).
26. Bu aşamada “kısmi dava” kavramı üzerinde kısaca durmak gerekir. Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde “fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması” ya da “alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum” şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır (Pekcanıtez, H.: Medeni Usul Hukuku, C. II, 15. baskı, İstanbul 2017, s. 1000).
27. 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda (HUMK) açıkça kısmi dava düzenlenmediği hâlde, söz konusu Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde de kısmi dava açılması mümkün bulunmaktaydı. Kısmi dava, HMK’nın 109. maddesinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Anılan maddenin birinci fıkrasında; talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmının da dava yoluyla ileri sürülebileceği hükme bağlanmıştır. İkinci fıkrasında ise, talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamayacağı belirtilmişti. Ancak 109. maddenin ikinci fıkrası 01.04.2015 tarihli ve 6444 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile yürürlükten kaldırıldığından artık talep konusunun taraflar arasında tartışmasız veya belirli olması hâlinde de kısmi dava açılması mümkün hâle gelmiştir.
28. Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olaya gelince; davacılar vekili, davalı ile aralarında 01.02.2011 tarihinde başlayıp 01.02.2016 tarihinde sona erecek kira sözleşmenin 3. maddesine göre kira bedelinin 2011 yılı için 4.500,00TL olarak belirlendiğini, sonraki yıllarda kira bedelinin (ÜFE+TEFE)/2 oranında artırıldığını, sözleşmenin 3. maddesinin son fıkrasında, tarafların ilk üç yılın sonunda kira bedelinde yapılacak olan artışa ilişkin mutabakata varamazlar ise, kira bedeli artışının bilirkişi marifeti ile tespit ettirileceğinin düzenlendiğini, ancak davalının kira bedeli konusunda ortak mutabakata varılmaksızın 2014 yılı için 5.693,27TL ödeme yaptığını ileri sürerek taşınmazın kira bedelinin 17.02.2014 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere aylık 8.000,00TL olarak tespitine karar verilmesini talep etmiş, 12.02.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile de davayı brüt 8.000,00TL kira bedeli üzerinden açtıklarını belirterek kira bedelinin brüt 9.200,00TL olarak tespitine karar verilmesini istemiştir. Daha önce de belirtildiği gibi kira bedelinin tespiti davaları kendine özgü bir dava olup inşai davalar sonunda verilen kararlara yakın bir niteliktedir. Bu davalarda sadece ilgili kira döneminde geçerli olacak kira bedelinin tespiti istenir ve kira bedelinin tespiti davasının sınırlı bir konusu vardır. Dava sonucunda hâkim, ileriye yönelik olarak bir yıllık süre zarfında uygulanacak olan kira bedelini belirler ve kira sözleşmesinde yer alan kira bedeli, hâkim kararı ile değiştirilmiş olur. Davanın bu niteliği gereğince kira bedelinin tespitine ilişkin talep bölünemez ve kira bedeli davacı tarafından bir seferde açık ve net olarak istenilmesi gerekir. Diğer bir anlatımla kira bedelinin tespiti davalarında fazlaya ilişkin haklar saklı tutulamaz ve saklı tutulan bu hakla ilgili olarak ıslah talebinde bulunulamaz.
29. Öte yandan kira bedelinin tespitine ilişkin talep dava dilekçesinde belirtilen döneme ilişkin olduğundan, ıslahla bedelin artırılması durumunda ise daha sonraki bir dönemi kapsayacak şekilde talepte bulunulmuş olur ve bu da kira bedelinin tespiti davalarının niteliğine aykırıdır.
30. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
31. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

IV. SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Aynı Kanun’un 440/III-2. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.03.2021 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

İŞVERENİN HAKSIZ UYGULAMALARINDAN KAYNAKLI OLARAK FESİH HAKKINI KULLANAN İŞÇİNİN FESİHTEN ÖNCE YENİ BİR İŞ BULMASI VE AYRILMASI DÜRÜSTLÜK KURALINA AYKIRILIK OLUŞTURMAYACAĞI

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2020/1521 E. , 2020/6778 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ BAŞKANLAR KURULU

DAVA : Davacılar vekili, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk DAİRESİ’NİN 03/12/2019 Tarih, 2019/435 Esas ve 2019/3408 sayılı ilamı ile Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi’nin 08/03/2019 tarih, 2018/2552 esas ve 2019/588 sayılı ilamı arasında uyuşmazlık bulunduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.

Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi davacılar avukatının uyuşmazlık talebini kabul ederek uyuşmazlığın giderilmesi için dosyanın Bursa Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulu’na gönderilmesine karar vermiştir.

Bursa Bölge Adliye Mahkemesi Başkanlar Kurulu iki ilam arasında uyuşmazlık bulunduğuna, uyuşmazlığın giderilmesi ve içtihat birlikteliğinin sağlanması amacıyla dosyanın Dairemize gönderilmesine karar vermiştir.

Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

(BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARLARI ARASINDAKİ
UYUŞMAZLIĞIN GİDERİLMESİ İSTEMİNE DAİR)

I-BAŞVURU

Başvuran Av. … 09/01/2020 tarihli dilekçesinde, müvekkili İsa Kıvrak tarafından iş akdi 18.10.2016 tarihinde İnegöl 3. Noterliği’nin 11948 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile feshedildiğini, işbu ihtarnamede fesih sebebi olarak müvekkilinin aldığı son net ücretin 2.485,00 TL olduğu, bunun 1.735,00 TL’lik kısmının bankadan geriye kalan kısmının elden ödendiğini, sigorta primlerinin ise bankaya yatırılan kısım üzerinden eksik ödendiğini, fazla çalışma ve UBGT günlerinde çalışmalarının olduğunu, karşılığının kendisine ödenmediğini ve İş Kanunu madde 24/2/e hükmü uyarınca iş akdi haklı nedenle feshettiğini, davalı tarafça ihtarnamede belirtilen süre içerisinde herhangi bir ödeme yapılmaması üzerine işçilik alacaklarının tahsili amacıyla dava açıldığını,
İnegöl İş Mahkemesi’nin 2016/301 Esas-2018/460 Karar sayılı dosyasında yapılan yargılamada davalarının kısmen kabulüne karar verildiğini, kıdem tazminatı talebimizin reddine, %15 hakkaniyet indirimi ile 1.071,23 TL fazla çalışma ücretine, %15 hakkaniyet indirimi ile 1.084,88 TL ulusal bayram ve genel tatil ücretine hükmedildiğini,
Yerel Mahkeme gerekçesinde “davacının davalı iş yerinde çalışmakta iken kamu kurumuna atanmak üzere hazırlık işlemleri yaptığı, atanmasına ilişkin sürecin kesinleşmesi üzerine iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini beyan etmiş ise de gerçek iradesinin başka kurumda çalışma olgusu olduğu sabit olmakla davacının kıdem tazminatına hak kazanamayacağı” sonuç ve kanaatine varıldığını,
Fazla çalışma ve UBGT ücreti bakımından bilirkişi raporuna karşı itirazlarımız dikkate alınmadan bordrolarda fazla çalışma ve UBGT tahakkuku yapılmış olması gerekçesi ile bu aylar dikkate alınmadan hukuka aykırı hüküm tesis edildiğini,
Yerel mahkeme kararı hem kendileri tarafından hem de davalı tarafça istinaf edildiğini, yapılan istinaf incelemesi neticesinde Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi ‘nin 2019/435 Esas – 2019/3408 Karar sayılı 03.12.2019 tarihli kararı ile tarafların istinaf başvurularının esastan reddine kesin olmak üzere karar verildiğini,
Bölge Adliye Mahkemesi kararında “davacının gerçekteki iş akdinin fesih gerekçesinin memuriyete geçmek olduğu anlaşılmakla kıdem tazminatı talebinin reddi usul ve yasaya uygun bulunmuştur” gerekçesinde bulunulduğunu, yine fazla çalışma ve UBGT alacakları konusunda istinaf incelemesinde bordroların imzalı olması nedeniyle bordrolar detaylı olarak incelenmeden hüküm tesis edildiğini,
Müvekkili … tarafından iş akdi 13.10.2016 tarihinde Bursa 24. Noterliği’nin 17581 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile feshedildiğini, işbu ihtarnamede fesih sebebi olarak müvekkillerinin aldığı son net ücretin 2.700,00 TL olduğunu, bunun bir kısmının bankadan geriye kalan kısmının elden ödendiği, sigorta primlerinin ise bankaya yatırılan kısım üzerinden eksik ödendiği, fazla çalışma ve UBGT günlerinde çalışmalarının olduğunu, karşılığının kendisine ödenmediği ve İş Kanunu madde 24/2/e hükmü uyarınca iş akdi haklı nedenle feshettiğini, davalı tarafça ihtarnamede belirtilen süre içerisinde herhangi bir ödeme yapılmaması üzerine işçilik alacaklarının tahsili amacıyla dava açıldığını,
Bursa 4. İş Mahkemesi’nin 2016/777 Esas – 2018/245 Karar sayılı dosyasında yapılan yargılamada davanın kısmen kabulüne karar verildiğini, kıdem tazminatı talebinin kabulüne, hakkaniyet indirimi ile 16.973,83 TL fazla çalışma ücretine, resmi tatil ücreti talebinin reddine karar verildiğini,
Yerel Mahkeme gerekçesinde kıdem tazminatı bakımından “davacı iş akdini eksik prim ödemesi ve ek ders ücretlerinin verilmemesi nedeni ile feshettiğini belirtilmiştir. Ödemeyi ispat yükü yazılı delil ile işveren üzerinde olduğu kabul edildiğinden davalı tarafça dosyamıza davacının prim ödemeleri ve ek ders ücretlerinin ödendiğine dair belge ibraz edilmediğinden davacının feshinin haklı olduğu kanaatine varılarak kıdem tazimatı alacağının kabulüne karar verilmiştir.” sonuç ve kanaatine varıldığını,
Yerel Mahkeme kararı davalı tarafça istinaf edildiğini, yapılan istinaf incelemesi neticesinde Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi’nin 2018/2552 Esas – 2019/588 Karar sayılı 08.03.2019 tarihli kararı ile davalı tarafın istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olmak üzere karar verildiğini,
Bölge Adliye Mahkemesi kararında “davacının aldığı ücretin tamamının SGK’ya bildirilmediği ayrıca fazla çalışma alacağına hak kazandığı anlaşılmış bunların karşılığının ödendiği ispatlanamamıştır. Bu durumda iş akdinin davacı tarafından feshi 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. Maddesi uyarınca haklı nedene dayandığından mahkemece davacının kıdem tazminatına hak kazandığının kabul edilmesine ve hüküm altına alınmasında da isabetsizlik bulunmamıştır.” gerekçesinde bulunulduğunu,
Her iki dosyada dava konusu talepler üzere aynı iş yerinde farklı şubelerde çalışmakta olan öğretmenlerin işçilik alacaklarına ilişkin olduğunu, iki farklı dairenin iki farklı kesin kararı bulunduğunu,
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi tarafından ihtarnamede belirtilen fesih nedeni uyarınca işçilik alacaklarının ödenmemesi ve sigorta primlerinin eksik ödenmesinin kıdem tazminatı hak kazanıldığı yönünde karar verildiğini, yine aynı kıdeme sahip bir öğretmenin fazla çalışma alacağı bilirkişi raporuna göre 16.973,83 TL olarak belirtildiğini,
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi ise davacı tarafından iş akdinin memuriyete geçmek için feshedildiğini, bu nedenle kıdem tazminatına hak kazanmadığı, % 15 hakkaniyet indirimi ile 1.071,23 TL fazla çalışma ücretine, % 15 hakkaniyet indirimi ile 1.084,88 TL ulusal bayram ve genel tatil ücretine hak kazandığına kesin olarak hükmedildiğini,
Her iki dosya kapsamında da işçinin hak etmiş olduğu işçilik alacaklarının bir kısmının ödenmediği hususunun sabit olduğunu, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. ve 9. Hukuk Daireleri arasında kıdem tazminatı şartları oluşup oluşmadığı ve hükmedilen fazla çalışma ücreti miktarları arasında görüş farklılığı mevcut olduğunu, hükmedilen kararlar kesin karar olduğundan temyiz kanun yoluna gitme imkanı bulunmadığından başvuruda bulunma zorunluluğunun hasıl olduğunu,
T.C. Yargıtay 22.Hukuk Dairesi 2016/6530 Esas – 2019/13987 Karar sayılı 25.06.2019 tarihli kararında “Mahkemece, davacının Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen olarak atamasının yapılması sebebiyle iş sözleşmesini haklı bir sebep olmadan feshettiği gerekçesiyle kıdem tazminatı talebinin reddine karar verildiğini,
Davacı işçi, haklı fesih sebeplerinin bulunduğunu iddia etmekte olup, detaylı açıklama yaparak iş sözleşmesini yazılı fesih bildirimi ile feshettiğini, Bu yön nazara alındığında, fesih için haklı sebepleri bulunduğunu iddia eden bir işçinin, muhtemel fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını nazara alarak, fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve yeni işe kabul edileceğinin kesinleşmesinden sonra, iş sözleşmesini feshetmesi, kötüniyetli fesih olarak değerlendirilemeyeceğini, bu halde, yazılı fesih bildiriminde ileri sürülen sebepler nazara alınarak, feshin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı ve dolayısıyla davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığının değerlendirilmesinin gerektiğini,
Dosya kapsamına göre, her ne kadar hesaplanan miktara yönelik olarak bozma sebebi mevcut ise de, davacının çalışma karşılığı olmayan hafta tatili ile ulusal bayram ve genel tatil günü ücretlerinin ödenmediği sabit olduğunu, bu halde, işçi feshi haklı sebebe dayanmakta olup, kıdem tazminatına hak kazandığının kabul edilmesi gerekirken, anılan talebin reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu”
Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 2016/6530 Esas 2019/13987 sayılı kararında da mahkemenin tartışması gereken hususun ileri sürülen fesih nedeninin haklılığı olduğu açıkça ortaya konduğunu, tüm bu nedenlerle daireler arasındaki uyuşmazlığın karar bağlanmasını ve müvekkilinin kıdem tazminatına ve diğer işçilik alacaklarının kabulüne karar verilmesini talep etmiştir.
II-UYUŞMAZLIĞIN GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARLARI
A) BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 3. HUKUK DAİRESİNİN 03.12.2019 TARİHLİ VE 2019/435, 2019/3408 E.K. SAYILI KARARI
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesince;
“… Davacının davalı işverene göndermiş olduğu İnegöl 3.Noterliğine ait fesih ihtarnamesinin 18/10/2016 tarihli olduğu, bu ihtarnamenin davalı işverene 26/10/2016 tarihinde teslim edildiği anlaşılmakla davacının iş akdini 18/10/2016 tarihi itibari ile feshettiği anlaşılmıştır. Her ne kadar davacı davalı işverene göndermiş olduğu fesih bildiriminde fazla mesai, ubgt ücret alacaklarının ödenmediği ve ücretinin eksik bildirildiği nedenleri ile iş akdini feshettiğini bildirmişse de davacının bu tarihten yaklaşık 2 ay önce Milli Eğitim Bakanlığından öğretmen olarak atanması yönünde başvuruda bulunduğu, başvurusunun kabul edildiği, 10/10/2016 tarihinde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı okulda öğretmen olarak atanmasına ilişkin sonuçların açıklandığı bu süreçten sonra, davacının iş akdini feshettiği görülmekle davacının gerçekteki iş akdini fesih gerekçesinin memuriyete geçmek olduğu anlaşılmakla kıdem tazminatı talebinin reddi usul ve yasaya uygun bulunmuştur. Buna ilişkin davacı vekilin istinaf talebinin reddi gerekmiştir. …” gerekçesiyle, “Tarafların istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,” karar verilmiştir.

B) BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 9. HUKUK DAİRESİNİN 08.03.2019 TARİHLİ VE 2018/2552, 2019/588 K. SAYILI KARARI
Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince;
“…İşçi ücretlerinin tam ve zamanında ödenmemesi 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. madde kapsamında işçiye haklı fesih imkanı verir. Ücretin tam olarak ödenmesi asıldır. İşveren, işçinin ücretini eksik ödeyemeyeceği gibi 62. madde gereğince yazılı muvafakat olmadıkça ücretten kesinti de yapamaz.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 24/II-e bendinde sözü edilen ücret, geniş anlamda ücret olarak değerlendirilmelidir. İkramiye, prim, yakacak yardımı, giyecek yardımı, fazla mesai, hafta tatili, genel tatil ücreti gibi alacaklarının ödenmemesi işçiye haklı fesih imkanı verir.
Ücretin ödenmediğinden söz edebilmek için işçinin yasa ya da sözleşme ile belirlenen ücret ödenme döneminin gelmiş olması ve işçinin bu ücrete hak kazanmış olması gerekir. İşçinin ücretinin işverenin içine düştüğü ödeme güçlüğü nedeniyle ödenememiş olmasının sonuca bir etkisi yoktur. İşçinin ücretinin bir kısmını İş Kanununun 33. maddesinde öngörülen ücret garanti fonundan alabilecek olması da işçinin fesih hakkını ortadan kaldırmaz. Bireysel iş sözleşmesi veya toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan ayni yardımların yerine getirilmemesi de (erzak yardımı, kömür yardımı gibi) bu madde kapsamında değerlendirilmeli ve işçinin haklı fesih imkanı kabul edilmelidir.
Yukarıda da açıkça belirtildiği gibi davacının aldığı ücretinin tamamının SGK’ya bildirilmediği ayrıca fazla çalışma alacağına hak kazandığı anlaşılmış, bunların karşılığının ödendiği kanıtlanamamıştır. Bu durumda iş akdinin davacı tarafından feshi, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 24. maddesi uyarınca haklı nedene dayandığından mahkemece, davacının kıdem tazminatına hak kazandığının kabul edilmesinde ve hüküm altına alınmasında da isabetsizlik bulunmamıştır. …” gerekçesiyle, “Davalının istinaf başvurusunun HMK 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,” karar verilmiştir.
III-BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ HUKUK DAİRELERİ BAŞKANLAR KURULUNUN 15.10.2018 TARİH ve 2018/14 SAYILI KARARI
Kültür Özel Eğitim Dershanecilik ve Yayıncılık Sanayi ve Ticaret A.Ş.’de öğretmen olarak çalışan davacıların çalışma ücretlerinin bir kısmının bankadan bir kısmının ise elden ödendiği, fazla çalışma ücreti ile ulusal bayram ve genel tatil günlerindeki çalışma ücretlerinin ödenmemesi ve sigorta primlerinin de eksik bildirilmesi nedeniyle iş akitlerini işveren şirkete ihtarneme göndererek fesh ettikleri, ihtarnamede belirtilen süre içerisinde herhangi bir ödeme yapılmaması nedeniyle alacaklarının tahsili için de dava açtıkları, her iki yerel mahkemece davaların kısmen kabulü ile İnegöl İş Mahkemesince kıdem tazminatı talebinin reddine, Bursa 4. İş Mahkemesince kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verildiği,
Kararlar ile ilgili istinaf talebinde bulunulduğu; Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi ve Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince istinaf taleplerinin esastan reddine karar verildiği,
Bu hali ile her iki olayın benzer nitelikte olduğu değerlendirildiğinden, Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi’nin 03/12/2019 tarih, 2019/435 Esas 2019/3408 Karar sayılı kararı ile Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi’nin 08/03/2019 tarih 2018/2552 Esas, 2019/588 K. sayılı kararı arasında uyuşmazlık bulunduğu,
Uyuşmazlığın, davacı vekilinin dosyaya sunduğu emsal Yargıtay 22.HD’nin 25/06/2019 tarih, 2016/6530 E.- 2019/13987 K. Numaralı kararında da, “davacının Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğretmen olarak atanmış olsa da….Davacı işçi, haklı fesih sebeplerinin bulunduğunu iddia etmekte olup, detaylı açıklama yaparak iş sözleşmesini yazılı fesih bildirimi ile feshetmiştir. Bu yön nazara alındığında, fesih için haklı sebepleri bulunduğunu iddia eden bir işçinin, muhtemel fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını nazara alarak, fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve yeni işe kabul edileceğinin kesinleşmesinden sonra, iş sözleşmesini feshetmesi, kötüniyetli fesih olarak değerlendirilemez. Bu halde, yazılı fesih bildiriminde ileri sürülen sebepler nazara alınarak, feshin haklı sebebe dayanıp dayanmadığı ve dolayısıyla davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığının değerlendirilmesi gereklidir.” hükmü verildiği hususları ile Yargıtay içtihadı dikkate alındığında, davacının fesih öncesinde Bakanlığa iş başvurusunda bulunmuş ve başvurusunun kabul edilmiş olması, 4857 sayılı İş Kanununun 24/II-e bendine göre, davacının fesih saikine bakılmaksızın, haklı nedenle fesih yapmasına engel teşkil etmeyeceğinden Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi tarafından verilen kararın yerinde kararı yönünde giderilmesi gerektiği oy çokluğu ile kabul edilmiştir.
IV- YARGITAY KARARI GEREKÇESİ
Uyuşmazlığın giderilmesindeki asıl mesele, kamu kurumuna atama başvurusu kabul edilen işçinin bu tarihten sonra haklı nedene dayanan fesih hakkını kullanarak iş akdini sonlandırmasının dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edip etmeyeceği, buna bağlı olarak da kıdem tazminatına hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2 nci maddesinin birinci fıkrasında, “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır.” kuralına yer verildikten sonra takip eden fıkrada da, “Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.” denilerek, hakkın kötüye kullanılması yasağı açıkça hüküm altına alınmıştır.
Bu bağlamda dürüstlük kuralı, Türk Medeni Kanunu’nda yer alan bir ilke olmasına rağmen hukukun tüm alanlarında uygulanan temel bir ilkedir. Bununla birlikte anılan Kanun hükmünde dürüstlük kuralı tanımlanmamıştır. Dolayısıyla hangi koşul ve durumlarda dürüstlük kuralının ihlal edildiğinin tespiti, tatbik edileceği uyuşmazlığın niteliğine ve bağlı olduğu ilgili hukuk disiplinine hakim olan ilke ve esaslara göre hakim tarafından değerlendirilmesini ve yorumlanmasını gerekli kılar.
Yukarıda zikredilen hüküm ve yapılan açıklamalar ışığında uyuşmazlığın giderilmesine konu kararlar incelenecek olur ise;
Uyuşmazlığın giderilmesine konu dava dosyalarında; davacılar iş akitlerini fazla çalışma ile ulusal bayram ve genel tatil ücret alacaklarının ödenmemesi ve sigorta primlerinin eksik bildirilmesi nedeniyle haklı olarak feshettiklerini iddia etmişlerdir. Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesince istinaf denetimi yapılan İnegöl İş Mahkemesinin 2016/301 E. sayılı dosyasında, davacının davalı işyerinde çalışmakta iken kamu kurumuna atanmak üzere hazırlık işlemleri yaptığı, atanmasına ilişkin sürecin kesinleşmesi üzerine iş sözleşmesini haklı nedenle feshettiğini beyan etmiş ise de, gerçek iradesinin başka kurumda çalışma olgusu olduğu sabit olmakla, davacının kıdem tazminatına hak kazanamayacağı gerekçesiyle kıdem tazminatının reddine karar verilmesine karşın Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesince istinaf denetimi yapılan Bursa 4. İş Mahkemesinin 2016/777 E. sayılı dosyasında ise, ödemeyi ispat yükü yazılı delil ile işveren üzerinde olduğu kabul edildiğinden, davalı tarafça dava dosyasına davacının prim ödemeleri ve ek ders ücretlerinin ödendiğine dair belge ibraz edilmediğinden feshinin haklı olduğu gerekçesiyle kıdem tazminatının kabulüne karar verilmiştir. Aynı konuda farklı kararların verildiği İlk Derece Mahkemesi kararlarına karşı yapılan istinaf başvuruları da esastan reddedilmiş ve böylelikle Bölge Adliye Mahkemesi karaları arasında uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın giderilmesi talebinin Dairemize gönderilmesini müteakiben, dosyaya celbedilen bilgi ve belgelerden; her iki dava dosyasında da davacı işçilerin haklı nedenle fesih haklarını kamu kurumuna atama sonuçlarının açıklanmasından sonra, ancak bu göreve fiilen başlamadan evvel kullandıkları anlaşılmıştır.
Yine davacıların iddia ettikleri haklı fesih nedenlerinin davalı işverenden sadır olduğu ve dosya kapsamıyla bu iddiaların da ispatlandığı sabittir.
Öte yandan fesih için haklı sebepleri bulunduğunu iddia eden bir işçinin, muhtemel fesih tarihinden sonraki işsizlik sürecini ve geçim koşullarını nazara alarak, fesihten önce başka bir işe başvurmuş olması ve bu başvurusunun kabul edilmesinden sonra, iş sözleşmesini feshetmesi, işverenden kaynaklanan haklı fesih olgusunu ortadan kaldırmayacağı gibi bu feshin kötüniyetli olduğu sonucunu da doğurmaz. Zira burada fesih iradesinin doğduğu anda değil de sonradan açıklanması, makul kabul edilebilir insanî kaygılardan kaynaklı olup, işvereni zarara uğratma kastı da bulunmadığından, hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilmesi yerinde olmayacaktır.
Hülasa; haklı fesih sonucunu doğuran nedenler işverenden sadır olup, davacı işçilerce bu hak fiilen yeni işe başlanılmasından evvel kullanıldığı gibi fesihten önce iş başvurusu yapılıp kabul edilmesinden sonra kullanılmasının da makul kabul edilebilir insani kaygılardan kaynaklı olduğunun anlaşılması karşısında, bu hakkın dürüstlük kuralına aykırı kullanıldığının kabul edilmesi hakkaniyet ve adalet ilkesi ile de bağdaşmayacağından, uyuşmazlığın Bursa Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi’nin kararı doğrultusunda giderilmesine karar verilmiştir.
V-SONUÇ
5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yetkilerini Düzenleyen Kanun’un 35 inci maddesine dayalı olarak; davacı işçinin fesihten önce yeni bir işe başvurup kabul edilmesinden sonra, ancak fiilen yeni işe başlamadan evvel işveren uygulamalarından kaynaklı haklı nedenlerle kullandığı fesih hakkının dürüstlük kuralına aykırı olmadığına ve uyuşmazlığın bu şekilde giderilmesine, 01.07.2020 günü oybirliği ile karar verildi.

DAVA DİLEKÇESİNDE TALEP EDİLMEYEN ANCAK TARAFLAR ARASINDAKİ İŞ AKDİNDEN KAYNAKLANAN BİR ALACAK KALEMİ TALEP ARTTIRIM DİLEKÇESİ İLE TALEP EDİLEBİLİR

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2017/16723 E. , 2020/10789 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraf vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin dava işyerinde 8 yıl tır şoförü olarak çalıştığını ve son maaşının 1.005,00 TL olduğunu, maaşının 100 TL’sinin elden kalan kısmın banka kanalı ile ödendiğini, müvekkilinin 19/09/2013 tarihinde iş akdini haklı nedenlerle feshettiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai ücreti ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının iş sözleşmesini haksız olarak feshederek müvekkilini zor durumda bıraktığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının kendisinin işten ayrıldığı ve dinlenen tanık beyanlarına göre feshin haklı olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz:
Kararı taraf vekilleri temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, taraf vekillerinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanunu’nun 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanunun 107. maddesinin 1. fıkrasına göre, “Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”.

6100 sayılı Kanunun 107. maddenin 2. fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tâbi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası şeklinde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hali, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır. Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması ve bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir. Alacağın miktarının belirlenebilmesinin hâkimin takdirine bağlı olduğu durumlarda hukuki imkânsızlık söz konusu olur. Bu durumda davacı alacaklı, hâkimin takdir yetkisini nasıl kullanacağını bilemeyeceği için davanın açıldığı tarihte alacağının miktarını belirleyebilecek durumda değildir.
Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır.

Alacağın hangi hallerde belirsiz, hangi hallerde belirli veya belirlenebilir olduğu hususunda kesin bir sınıflandırma yapılması mümkün olmayıp, her bir davaya konu alacak bakımından somut olayın özelliklerinin nazara alınarak sonuca gidilmesi gereklidir. İş yargılamasında sıklıkla davaların yığılması söz konusu olmakla alacağın belirsiz olma kriterleri her bir talep için ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Diğer yandan, aynı dava dilekçesinde talep yığılması şeklinde bazı alacaklar için belirsiz alacak davası bazıları için kısmi dava açılmasına yasal bir engel bulunmamaktadır.

Kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, yıllık izin ücreti ve ücret alacakları işçi tarafından bilinmekle kural olarak belirsiz alacak davasına konu edilmez. Ancak hesabın unsurları olan sosyal hakların (ayni olarak sağlanan yemek yardımı gibi) miktarının belirlenmesi işveren tarafından sunulacak belgelere göre belirlenecek ise, kıdem ve ihbar tazminatı belirsiz alacak davasına konu edilebilir.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukukî yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukukî yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmî davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hâllerde bu yola başvurulması kabul edilemez.” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkânlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir. Şu halde davanın açıldığı tarihte alacağın miktarı yahut değeri belirlenebilir durumda ise, dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmelidir. Burada hukuki yarar eksikliğinin tamamlanabilir dava şartı olmadığı sonucuna varılmıştır. 7251 sayılı Kanun ile 107. maddede yapılan değişiklikler şartları olmadığı halde açılan belirsiz alacak davasında davacıya süre verilerek hukuki yarar eksikliğini tamamlama imkânı tanımamaktadır. Dairemizce sözü edilen düzenleme, şartları mevcut olan belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir.

Hukuk devletinin asli unsurları arasında yer alan hukuki belirlilik veya güvenlik ilkesi, hukuki durumlarda belirli bir istikrarı temin etmekte ve kamunun mahkemelere güvenine katkıda bulunmaktadır. Birbiriyle uyuşmayan mahkeme kararlarının sürüp gitmesi, yargı sistemine güveni azaltarak, yargısal bir belirsizliğe yol açabilir (AİHM, Nejdet Şahin ve Perihan Şahin/Türkiye, B. No: 13279/05, 20.10.2011, § 57).
Kişilerin hukuki güvenliğini sağlamayı amaçlayan hukuki güvenlik ilkesi, hukuk normlarının öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde Devlete güven duyabilmesini, Devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Belirlilik ilkesi ise, yalnızca yasal belirliliği değil, daha geniş anlamda hukuki belirliliği ifade etmektedir. Yasal düzenlemeye dayanarak erişilebilir, bilinebilir ve öngörülebilir gibi niteliksel gereklilikleri karşılaması koşuluyla, mahkeme içtihatları ve yürütmenin düzenleyici işlemleri ile de hukuki belirlilik sağlanabilir. Hukuki belirlilik ilkesinde asıl olan, bir hukuk normunun uygulanmasıyla ortaya çıkacak sonuçların o hukuk düzeninde öngörülebilir olmasıdır (AYM, 23.12.2015, 15-118).

Farklı kararların aynı mahkemeden çıkmış olması tek başına, adil yargılanma hakkının ihlali anlamına gelmez Değişik yönlerde kararlar verilmesi ihtimali, Yargıtay ve Danıştay gibi çeşitli yüksek mahkemelerden oluşan yargı sistemimizin kaçınılmaz bir özelliği olarak kabul edilmelidir. Diğer yandan, bireylerin makul güvenlerinin korunması ve hukuki güvenlik ilkesi, içtihadın değişmezliği şeklinde bir hak bahşetmez. Mahkeme içtihatlarındaki değişme yargı organlarının takdir yetkisi kapsamında kalmakta olup, böyle bir değişiklik özü itibarıyla, önceki çözümün tatminkâr bulunmaması anlamına gelir. Ancak, aynı hususta daha önce çıkan kararlardan farklı bir hüküm kurulması halinde, mahkemelerce, bu farklılaşmaya ilişkin makul bir açıklama getirilmesi gerekmektedir. Yüksek mahkemelerin oynaması gereken rol tam da yargı kararlarında doğabilecek içtihat farklılıklarına bir çözüm getirmektir. Bununla birlikte, yeni kabul edilmiş bir yasanın yorumlanmasında olduğu gibi, bazı hallerde içtihadın müstakar hale gelmesinin belirli bir zamana ihtiyaç duyacağı açıktır (AYM, 06.01.2015, B.No: 2013/6932).

İçtihat değişikliğinin sürpriz karar yasağı çerçevesinde de değerlendirilmesi gerekir. Sürpriz karar, ilgilinin yargılamanın o ana kadarki seyrine göre, haklı olarak beklemediği, umulmadık bir kararla karşılaşmasıdır. Sürpriz karar yasağı ise, yargılamanın adil ve hakkaniyete uygun şekilde yürütülmesi durumunda tarafların öngöremedikleri bir kararla karşılaşmamalarını ifade eder. Sürpriz karar yasağı, hukukun gelişimine ve yeni şartlara uyarlanmasına engel olacak mutlak bir yasak olarak anlaşılmamalıdır. Şüphesiz mahkemeler yeni içtihatlar geliştirebilirler, önceki içtihatlardan farklı bir karar verilebilir, hatta yeni ve özelikle somut olayda ortaya çıkan hukuki durum bunu gerekli kılabilir. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 33. maddesi gereğince hâkimin hukuku kendiliğinden uygulaması söz konusu olduğunda sürpriz karar yasağının ihlalinden söz edilemez. Bununla birlikte mevcut içtihatlar dışında yeni bir görüş benimsenecekse, öncelikle tarafların bu konuda bilgilendirmesi gerekir (ÖZEKES, Muhammet, Medeni Usul Hukukunda Hukuki Dinlenilme Hakkı, Ankara 2003, s. 185 vd.).

Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu’nun 07.07.2020 tarih ve 173 sayılı kararı ile aynı uyuşmazlıkların temyiz incelemesini yapmakla görevli 22.Hukuk Dairesinin kapatılması ve tüm işlerinin dairemize devredilmesi üzerine, belirsiz alacak davası ile ilgili yeniden yapılan değerlendirmeler sonucunda yukarıda belirtilen ilkeler kabul edilmiştir. Dairemizin daha önce belirsiz alacak davasına ilişkin uygulaması benimsenen yeni ilkelerden farklılık arz etmekteydi. Örneğin, hukuki yararın tamamlanabilir dava şartı olduğu; hukuki yarara ilişkin dava şartının eksik olması halinde davanın hemen reddedilmemesi; davacıya süre verilerek dava şartının tamamlattırılması gerektiği yönünde uygulama yapılmaktaydı. Dairemizin belirsiz alacak davası ile ilgili yukarıda belirtilen yeni ilkelerinin hemen uygulamaya konulması, dairenin önceki görüşüne güvenerek dava açanlar yönünden hukuki güvenlik, hukuki belirlilik, hukuki öngörülebilirlik ve sürpriz karar yasağı ilkelerinin ihlaline yol açacaktır. Bu sebeple, benimsenen yeni görüşün Yargıtay Kararları Dergisi ya da başkaca yollarla duyurulmasından itibaren makul bir süre sonra uygulamaya konulması, dairenin görüşüne güvenilerek açılan davalarda ise, önceki uygulamaya devam edilmesi uygun görülmüştür.

Somut uyuşmazlıkta, davacı tarafça belirsiz alacak davası açılmıştır. Ancak yukarıda açıklandığı üzere dairemiz tarafından daha önce verilen kararlarda hukuki yarar yokluğu sebebiyle dava şartı yokluğuna bağlı davanın reddi kararları verilmediğinden dairenin önceki görüşüne güvenilerek belirsiz alacak davası şeklinde açılan bu davada belirtilen husus bozma nedeni yapılmamıştır.

2-Dava dilekçesinde talep edilmeyen ancak taraflar arasındaki iş akdinden kaynaklanan bir alacak kalemi talep artırım dilekçesi ile talep edilebilir.

Somut uyuşmazlıkta; Mahkemece, dava dilekçesinde açıkça talep edilmeyip artırım dilekçesinde istenen hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücretleri hakkında esas yönünden bir karar verilmesi gerekirken, “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi hatalıdır.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 06.10.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TANIK LİSTESİ İÇİN KESİN SÜRE VERİLDİĞİ VE DİNLENME GÜNÜNÜN BELİRLENDİĞİ HALLERDE, LİSTE VERİLMEMİŞ OLSA DAHİ TARAF, O DURUŞMADA HAZIR BULUNDURURSA TANIKLAR DİNLENİR

T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
2017/2692 E. , 2020/153 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalılar … ve diğerleri aleyhine 26/12/2014 gününde verilen dilekçe ile alacak istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın reddine dair verilen 26/04/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, alacak istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, tarafların 9 adet taşınmazın müşterek maliki olduğunu, söz konusu taşınmazlarda ortaklığın giderilmesi için dava açıldığını, açılan davanın 03/12/2014 tarihli ara kararı gereğince taşınmaza yapılan imalatlar için dava açmak üzere 1 aylık kesin süre verildiğini, verilen kesin süre içinde işbu davayı açtığını taşınmazların tadilattan önce tamamen virane halde iken tarafından yapılan tadilat, tamirat ve imalatlar neticesinde kullanıma elverişli hale getirildiğini, taşınmazların değerini arttıran birçok imalat yapıldığını, tüm masrafların tarafından karşılandığını, ortaklığın giderilmesi davasında taşınmazların satılması halinde davalıların sebepsiz zenginleşeceğini ve kendisinin de bu oranda zarara uğrayacağını belirterek yaptığı masrafların tahsilini istemiştir.

Davalılar, davanın reddi gerektiğini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacı tarafa dava konusu edilen imalat ve tadilatlara ilişkin tanıklarını bildirmesi için duruşmada kesin süre verildiği, kesin sürede tanık bildiriminde bulunulmaması durumunda tanık deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağı şeklinde kesin sürenin sonuçlarının ihtar edildiği davacı tarafın ise kesin sürede ihtarata rağmen tanık isim ve adreslerini bildirmemiş olduğu, kesin süreden sonra tanık bildiriminde bulunduğu, davacı tarafın kesin sürede ihtarata rağmen tanık isim ve adreslerini bildirmemesi nedeniyle davacı tarafın tanık deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayıldığı, davacının taşınmazlardaki iyileştirmelere ilişkin herhangi bir delil sunmadığı ve tadilat ve imalatların davacı tarafça yapıldığının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununun 243/1. maddesinde “Tanık davetiye ile çağrılır. Ancak, davetiye gönderilmeden taraflarca hazır bulundurulan tanık da dinlenir. Şu kadar ki tanık listesi için kesin süre verildiği ve dinlenme gününün belirlendiği hallerde, liste verilmemiş olsa dahi taraf, o duruşmada hazır bulundurursa tanıklar dinlenir” hükmü yer almaktadır.

Dosya kapsamından, davacının dava dilekçesinde tanık deliline dayanmış olduğu, mahkemece tanık isim ve adreslerinin bildirilmesi için davacı tarafa 2 haftalık kesin süre verildiği, davacı tarafça kesin sürenin sona ermesinden sonra tanık listesinin mahkemeye sunulduğu, karar duruşmasında davacı vekilinin tanıkların duruşma salonu dışında hazır olduklarını beyan ettiği, mahkemece tanık isim ve adreslerinin kesin süre içinde bildirilmediği gerekçesiyle davacı tarafın tanık dinletme talebinin reddi ile yargılamaya devam edilerek davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Şu durumda mahkemece, duruşma sırasında davacı tanıkları hazır bulunduğuna göre emredici hüküm olan HMK 243/1. maddesi uyarınca davacı tanıklarının dinlenilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda gösterilen nedenlerle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 23/01/2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

UZMAN YARDIMCISI BANKA ÇALIŞANININ İYİNİYET VE AHLAK KURALLARINA AYKIRI DAVRANIŞI NEDENİYLE İŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİ- İSTİFA – BEKLETİCİ MESELE

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2018/2476 E. , 2020/20344 K.

“İçtihat Metni”

BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ : … . Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen karar, süresi içinde davalı vekili tarafından duruşmalı olarak temyiz edilmiş ise de; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 369. maddesi gereğince duruşma isteğinin miktardan reddine ve incelemenin dosya üzerinden yapılmasına karar verildikten sonra Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor sunuldu, dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı isteminin özeti:

Davacı vekili, müvekkilinin davalı bankada 14/12/1992 tarihinde uzman yardımcısı olarak çalışmaya başladığını, sonrasında Teftiş kuruluna görevlendirildiğini, yaklaşık 10 yıl teftiş kurulu bünyesinde çalıştığını, müvekkilinin en son 2010-2012 döneminde şube bilançosunu 3 kat büyüterek tüm bankalar dikkate alındığında müvekkilinin davalı bankanın şubesini Trakya’nın en büyük banka şubesi haline getirildiğini, 2013 Nisan ayında İş bankası Altunizade şubesi müdürlüğüne atadığını,müvekkilinin iş akdinin 1475 sayılı Yasanın 14.maddesinin 1.fıkrasının 4.bendine göre 26/06/2013 tarihi itibariyle emeklilik nedeniyle feshettiğini, müvekkilinin bağlı bulunduğu kurumdan emekliliğe hak kazandığına ilişkin yazıyı davalı bankaya ibraz ettiğini,ihtarname ile hak kazandığı kıdem tazminatı alacağının ödenmesini talep ettiğini ancak alacaklarının ödenmediğin ileri sürerek kıdem tazminatı alacağını istemiştir.

Davalı cevabının özeti:

Davalı vekili, davacının 14/12/1992 tarihinde stajyer kredi uzman yardımcısı olarak müvekkili bankada çalışmaya başladığını, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 29. ve 32.maddeleri ile ilgili yönetmelik hükümleri uyarınca hakkında yürütülen soruşturma sürecinde bankacılık ve müvekkili bankanın mevzuatı ile uygulamasına aykırı usulsüz işlemlerin tespit ve soruşturmayı yürüten banka müfettişi gereğince ihbar önelsiz ve tazminatsız görevden çıkarma şeklindeki önerisi üzerine müvekkili bankanın 17/06/2013 tarihli disiplin kurulu sevk karaının verilmesinden sonra, sadece 9 gün sonra, 26/06/2013 tarihinde istifa etmek suretiyle davacının müvekkili bankadan ayrıldığını,başarısının davacının tekil çalışmasından olmadığını, müfettiş tespitleri doğrultusunda … CBS’na suç duyrusunda bulunulduğunu,bir kısım müşteri şikayetlerinin de bulunduğunu, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti:

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, “davacının davalı … nezdinde 29 yıl 6 ay 12 gün süre ile çalıştığı, davacının son olarak davalının Altunizade şube müdürü olarak çalıştığı sırada hakkında daha önce … şube müdürü olarak yapmış olduğu usulsüz işlemler nedeni ile hakkında ilgili bankanın teftiş kurallarında soruşturma başlatıldığı ve davacının 17/06/2013 tarihi itibari ile disiplin kuruluna sevk edildiği, davacının disiplin kurulana sevk edilmesinden sonra 25/06/2013 tarihinde emeklilik sebebi ile iş sözleşmesini fesih ettiği ve davalı bankaya ihtar gönderiği anlaşılmıştır. Davacının disiplin kurulana hemen sevkinden hemen sonra emeklilik dilekçesi vermesi davalı işveren tarafından yapılıcak olan disiplin soruşturması ve sonrasında davalı işverenin kullanacağı haklı fesih hakkını etkisiz kılmaya yönelik olup, davacının bu anda kullanacağı emeklilik hakkı Medeni Kanunun 2.Maddesinde yer alan dürüstlük kuralına uygun değildir. Davacı hakkında … Cumhuriyet Başsavcılığı Talimat bürosunca düzenlenen 24/11/2014 tarihli bilirkişi raporunda davacının bankacılık mevzuatına aykırı yapmış olduğu işlemlerin nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturabileceği görüş ve kanaati ile rapor düzenlendiği görülmüştür. Davacının bu aşamadan sonraki emeklilik sebebi ile istifasına üstünlük tanınmayacağı ve davalı işverenin haklı fesih hakkını kullanmış sayılması gerektiği gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.
İstinaf Başvurusu:
İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:

Bölge Adliye Mahkemesince, davacının, 14.12.1992 tarihinde Teftiş Kurulu Başkanlığı Müfettiş Yardımcısı olarak göreve başladığı, 03.07.2003 tarihinde Kurumsal Pazarlama Müdürlüğü Müdür Yardımcılığına, 01.12.2006 tarihinde Kurumsal Pazarlama Birim Müdürlüğüne, 31.08.2009 tarihinde ise … Şube Müdürlüğüne atandığı, Kobi Kredi Tahsis Müdürlüğü tarafından Teftiş Kurulu Başkanlığına gönderilen 07.12.2012 tarihli yazı ile … Bölge Müdürlüğü tarafından … şubesinde 03–04 Aralık 2012 tarihlerinde gerçekleştirilen denetleme sonucu tespit edilen hususların Teftiş Kurulu Başkanlığınca incelenmesinin istendiği, rapor sonucunda davacının kredilendirme prensipleri ile örtüşmeyen işlemler gerçekleştirdiği ve tehlikeli riske sebebiyet verdiği kanısına varıldığı ve bu sebeple kusurlu bulunduğu görüşüne yer verildiği; davalı Bankanın İnsan Kaynakları Komitesinin 18.03.2013 tarih ve 15 sayılı kararı ile disiplin kuruluna sevk edildiği, 18.03.2013 tarihinde savunma istendiği ve 20.03.2013 tarihinde savunma yaptığı, disiplin kurulunun 21.03.2013 tarih ve 6 sayılı kararı İle ağır kınama cezası verildiği; Banka Teftiş Kurulu Başkanlığına 08.05.2013 bir kısım bir kısım banka müşterilerinin vermiş olduğu şikayet dilekçesi neticesinde, idari tedbir olarak 09.05.2013 tarihinde Altunizade Şube Müdürlüğüne naklen atandığı ve davacı hakkında yeniden banka müfettişi tarafından yapılan incelemede, 11.06.2013 tarihli soruşturma raporunun düzenlendiği, önceki raporda davacının firmalardan maddi menfaat temin ettiğine yönelik kesin bir tespite ulaşılamadığı belirtilmesine karşın, bu raporda davacının … Şubesinde görev yaptığı dönemde Serdar Oğuz ve Mustafa Duran ile birlikte hareket ettiği kendisine ve adı geçenlere çıkar sağlamak amacıyla görevini kötüye kullandığı sonucuna varıldığı ve bu eylemleri nedeniyle kusurlu bulunduğu görüşüne yer verildiği ancak Bankacılık Kanunu hakkında yasal bir işlem yapılmadığı, hazırlanan rapor sonucu 17.06.2013 tarihli İnsan Kaynakları Komitesi kararı ile Disiplin Kuruluna sevk edilmesi kararı verildiği, davalının da kabulü olduğu üzere aynı tarihte Disipli Kuruluna sevk edildiği, davacının 25.06.2013 tarihinde yaşlılık aylığı bağlanması için öngörülen sigortalılık süresi ile prim ödeme gün sayısını tamamlaması nedeniyle kendi isteğiyle görevinden ayrılma talebinde bulunarak 26.06.2013 iş akdini feshettiği, davacı hakkında disiplin soruşturması açılması amacıyla karar alınmasına rağmen davacının iş akdinin feshetmesi nedeniyle idari soruşturma sürecinin yürütülmediği, herhangi bir yasal soruşturma yapılmadığı; davalı Bankanın sunduğu 23. Dönem Toplu İş Sözleşmesi 74. maddesinde, iş sözleşmesinin ölüm, emeklilik ve fesih şeklinde sona ereceği, fesih halinde, Sendika üyesinin 15 gün öncesinden ihbarda bulunmak kaydıyla iş sözleşmesini feshetmesi veya işverenin TİS’in 75.maddesindeki yazılı ihbar sürelerine uyarak iş sözleşmesinin geçerli nedenlerle sona erdirilmesi olarak açıklandığı, davalı Bankanın disiplin hükümlerinin TİS hükümlerine göre yürütüldüğü, Sözleşmenin 68. maddesinde sendika üyelerinin Disiplin Kuruluna İnsan Kaynakları Komitesi tarafından sevk edilme kararı gerektiği, Disiplin Kurulunun incelediği hususları karara bağlamadan önce sendika üyesinin yazılı savunmasını alması gerektiği, Kurulun gönderdiği savunmaya süresi içinde cevap verilmez veya savunma yapılmaz ise Disiplin Kurulu’nun karar almakta serbest olduğunun kabul edildiği; Disiplin Kurulunun ağır kınama, ünvan/sınıf indirimi veya yükselmeyi durdurma, ihbar önelsiz ve tazminatsız görevden çıkarma cezalarını ancak Disiplin Kurulu’nca verileceği sözleşmenin 67. maddesinde kabul edildiğinin anlaşıldığı, fesih, tek taraflı irade beyanı olup karşı tarafa ulaşmakla sonuçlarını doğuracağı İş hukukunun işçiyi koruyan özelliği ön plana çıkarıldığında, işçi açısından menfaat ve karma teorilerin benimsenerek hareket edilmesi gerektiği, zira kıdem tazminatı işçinin işyerindeki yıpranmasının, geçmiş hizmetlerinin karşılığıdır ve bir menfaat olduğu da kıdem tazminatının gerçekleşme koşulları ve miktarı doğrudan kanunla belirlendiğini, bu menfaatin hukuk düzeni tarafından korumaya alındığını, hakkın kötüye kullanıldığı savunulmadığı sürece menfaat teorisi gereği işçinin bundan yararlandırılması gerektiğini, kişinin hakkını kötüye kullanması için kendi iradesinde olan ve dürüstlük kuralı gereği hareket etmesi gereken bir davranışa aykırı hareket etmesi gerektiğini, karşı tarafın olumlu veya olumsuz davranışına karşı yasal hakkın kullanılmasının hakkın kötüye kullanılması olarak kabul edilemeyeceğini davacı işçinin yaş koşulu hariç olmak üzere yaşlılık aylığı kriterlerini haiz olduğu dosya içinde yer alan 20/06/2013 tarihli T. İş Bankası A.Ş. Mensupları Emekli Sandığı Vakfı ve 21/06/2013 Kadıköy Sosyal Güvenlik Merkezi yazılarından anlaşıldığını, davacı işçinin, ilgili yazıları 25/06/2013 tarihinde işverene vererek kıdem tazminatını talep ettiğini, davacının daha önce … Şubesinde görev yaptığı dönemde Serdar Oğuz ve Mustafa Duran ile birlikte hareket ederek kendisine ve adı geçenlere çıkar sağlamak amacıyla görevini kötüye kullandığı sonucuna varıldığı ve bu eylemleri nedeniyle kusurlu bulunduğu kanaatiyle 17/06/2013 tarihinde Disiplin Kuruluna sevk edildiği; dava tarihi itibariyle davacının iş akdinin, davalı işveren tarafından feshine ilişkin tasarrufta bulunulmadığı anlaşılmıştır. Davacı işçinin 20 yıl 6 ay 6 gün sigortalılığı ve 7146 gün prim ödeme gün sayısını haiz olduğu anlaşılmakla bu yönde ilgili Kurumdan yazı almak suretiyle 26/06/2013 tarihinde 1475 sayılı Kanun’un 14/5. bendi uyarınca yasal hakkını kullandığı açıktır. İş sözleşmesini feshettiğine dair beyanı karşı taraf ulaşmış ve fesih iradesi sonuçlarını doğurmuştur. Burada karşı tarafın kullanması gereken fesih hakkını bertaraf ettiği ve bu nedenle hakkını kötüye kullandığından sözedilmez. Zira davacı işçi, yasal nedenlerle fesih hakkını kullanmış, bir anlamda silahını önce çekmiştir (Yargıtay 9. H.D. 24/12/2015 tarih ve 2014/25512 E–2015/36753 K sayılı ilamı). Davalının, İnsan Kaynakları Komitesi tarafından yürütülen soruşturma ardından sigortalılık yılı ile prim ödeme gün sayısını tamamlamış olan davacı işçinin çalışma hayatını sonlandırmayı istemesi olağan ve mümkün görülmelidir. Davacı işçinin işverene yaptığı bildirim ile iş ilişkisini yasal koşullar sebebiyle sonlandırdığı açık olup, emeklilik nedeniyle iş akdinin feshine ilişkin başvurunun, Disiplin Kurulunca fesih prosedürünün işletilmesini engelleyici yasal veya tarafları bağlayıcı akdî bir düzenleme de bulunmamaktadır. Davacının feshe yetkili Disiplin Kuruluna 17/06/2013 tarihinde sevk edilmesine rağmen, 4857 sayılı Yasanın 26. maddesi uyarınca 6 iş günlük hak düşürücü süre içerisinde, henüz ve dava tarihi itibariyle davalı işveren tarafından gerçekleştirilmeyen fesih, hukuki sonuç doğurmayacağı gibi davacı işçi tarafından yasal nedenlerle fesih hakkının kullanılmasının da davalı işverenin fesih hakkını önlemeye yönelik olduğu şeklinde yorumlanamaz. Dosya kapsamına göre, davacı işçinin kıdem tazminatı talebinin kabulüne karar verilmesi gerekirken reddine karar verilmesi hatalı olduğu gerekçesiyle davacı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile 6100 sayılı HMK 353/1–b.3 maddesi gereğince, İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kısmen kabulüne, 61.677,48 TL net kıdem tazminatının faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Temyiz Başvurusu:

Kararı yasal süresi içerisinde davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:

Taraflar arasında feshin haklılığı ve davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı tartışmalıdır.
Davacının tazminatsız olarak işten çıkarılması istemi ile Disiplin Kuruluna sevkinden yaklaşık 2-3 gün sonra yaş hariç emeklilik koşullarının oluştuğuna dair belgenin verilmesi için ilgili kuruma başvurduğu ve Disiplin Kuruluna sevkinden itibaren 8-9 gün içinde yaş hariç emeklilik koşullarını tamamladığı gerekçesi ile istifa dilekçesi verdiği, İş Bankası Emekli Sandığı Vakfı’nın ve SGK’nun yazılarından yaş hariç emeklilik koşullarını uzun süre önce tamamladığı, bununla birlikte, davacı hakkında 5411 Sayılı Bankacılık Kanununa Muhalefet suçundan Ağır Ceza Mahkemesi’nde ceza davası açıldığı, davacının sanık sıfatında olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır.

İş aktini davacının sonlandırdığının taraflar arasında ihtilafsız bulunması, davacı hakkında Ağır Ceza Mahkemesi’nde sanık sıfatı ile ceza davası açılması ve davacının Disiplin Kuruluna tazminatsız çıkarma görüşü ile sevkinden yaklaşık 2-3 gün sonra yaş hariç emeklilik koşullarına ilişkin belge için başvurması karşısında, davalının fesih için 6 iş günlük süreyi kaçırıp kaçırmadığı hususunun tartışılmasına gerek olmadığı gibi, davacı vekilnin “davalının fesih için 6 iş günlük hak düşüren süreyi kaçırması nedeni ile davacının soruşturmanın olası kötü etkilerinden kurtulmak amacı ile iş aktini sona erdirdiğinin kabul edilemeyeceği” yönündeki itirazlarının da dinlenme olanağı bulunmamaktadır.

Yukarıda sayılan koşullar altında davacı yaş hariç emeklilik koşullarını tamamlaması nedenine dayanan istifasının salt yasal hakkın kullanımı olduğunu ileri süremez ve davacının bu davranışı peşinen iyi niyetli bir davranış olarak kabul edilemez.

Öncelikle, davacının Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden yargılaması bekletici mesele yapılmalı, davacının mahkum olup bu mahkumiyetin kesinleşmesi halinde kıdem tazminatı talebi rededilmelidir.
Gerekmesi halinde davalının haklı fesih koşullarının oluşup oluşmadığı ceza dosyası ile birlikte irdelenerek ve icabında bankacılık iş ve işlemlerinde ve bankacılık hesaplarında uzman bilirkişiden rapor alınarak davacıya davalıca isnad edilen eylemler değerlendirilerek davacının kıdem tazminatına hak kazanıp kazanmadığı belirlenmelidir.

Açıklanan hususların göz önüne alınması gerekirken, yazılı şekilde eksik araştırma ile karar verilmesi hatalıdır.

SONUÇ:
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, dosyanın kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin ise İlk Derece Mahkemesi’ne gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 25/12/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HACİZ İHBARNAMELERİNE İTİRAZ EDİLMEDEN AÇILAN MENFİ TESPİT DAVASI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
11. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/1746
KARAR NO : 2022/42

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 29/03/2021
NUMARASI : 2021/139 Esas, 2021/398 Karar
DAVACI : D. ELEKTRİK DAĞITIM A.Ş

DAVALI : TÜRKİYE VAKIFLAR BANKASI TÜRKİYE ANONİM ORTAKLIĞI
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
[16958-59361-38738] UETS
DAVANIN KONUSU : Menfi Tespit (Abone Sözleşmesi)
İSTİNAF KARARININ
KARAR TARİHİ : 11/01/2022
YAZIM TARİHİ : 11/01/2022

Taraflar arasında görülen davada Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesince verilen 29/03/2021 tarih ve 2021/139 Esas, 2021/398 Karar sayılı kararının istinaf incelemesi davacı vekili tarafından istenmiş olmakla, 6100 sayılı HMK’nın 353. Maddesi gereğince tetkikatın evrak üzerinde yapılmasına karar verildikten, istinaf dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan, dava dosyası için düzenlenen rapor ile istinaf sebepleri dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçeler, duruşma tutanakları, tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğünün 2017/6112 Esas sayılı dosyasından borçlu Mehmet Velat K.’in müvekkil şirketteki hak ve alacaklarının haciz için alacaklı vekilinin 07.01.2019 tarihli haciz ihbarnamesi gönderildiğini, üç haciz ihbarnamesi yapıldığını ve hepsine müvekkili olduğu kurumca süresinde itiraz edildiğini beyanla, davalıya karşı icra dosyasında borçlu olmadığının tespitini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, cevap dilekçesinde özetle; zorunlu arabuluculuk şartı olmadan açılan davanın reddi gerektiğini, zaman aşımı itirazları olduğunu, davacı tarafça haciz ihbarnamesine karşı hiç bir itirazda bulunulmadığını, ihtiyati tedbir kararının kaldırılmasına, açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece; “…Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğü’nün 2017/6112 esas sayılı takip dosyası üzerinden alacaklının talebi üzerine davacıya birinci ve ikinci haciz ihbarnamelerinin gönderildiği, süresinde bu ihbarnamelere itiraz edilmemesi üzerine gönderilen üçüncü haciz ihbarnamesinin, davacıya 28/12/2019 tarihinde tebliğ edildiği eldeki menfi tespit davasının, 27/07/2020 tarihinde açıldığı, İİK’nın 89-(3) maddesi uyarınca “..İkinci ihbarnameye süresi içinde itiraz etmeyen ve zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemeyen veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmeyen üçüncü şahsa onbeş gün içinde parayı icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı teslim etmesi yahut bu süre içinde menfi tespit davası açması, aksi takdirde zimmetinde sayılan borcu ödemeye veya yedinde sayılan malı teslime zorlanacağı bildirilir…” hükmünün yer aldığı, belirtilen bu hükümde yer alan 15 günlük dava açma süresi hak düşürücü süre niteliğinde olup mahkemece resen gözetilmesi gerekir. Diğer yandan, davacı tarafından davanın süre geçmesi sebebiyle genel hükümlere göre açıldığı ileri sürülmüş ise de; İİK’nın 72. maddesinde düzenlenen menfi tespit davası, takip borçlusunun takip alacaklısına karşı açacağı bir dava türü olup, somut olayda davacı takip borçlusu olmadığından, belirtilen kanun hükmünün uygulanması mümkün değildir. Diğer deyişle üçüncü kişinin, üçüncü haciz ihbarnamesinin tebliği sonrası açacağı dava, İİK’nın 89-(3) maddesinde düzenlenen dava olup, bu davada yukarıda belirtildiği üzere (15) günlük hak düşürücü süreye tabidir.” gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karara karşı davacı vekili istinaf isteminde bulunmuştur.

Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; yerel mahkemece davalarının usulden reddedildiğini, eldeki davanın İcra ve İflas Yasası’nın 89. maddesi gereğince gönderilen haciz ihbarnameleri nedeniyle borçlu olunmadığının tespiti istemine ilişkin olduğunu, somut olayda, üçüncü haciz ihbarnamesi müvekkili olan davacı/ üçüncü kişiye tebliğ edilip, eldeki dava da 29/03/2021 günü açıldığına göre, yasal dava açma süresinin geçmediğini, diğer bir ifade ile davacı üçüncü kişinin İcra ve İflas Kanunu’nun 89/3 maddesinde öngörülen 15 günlük yasal süre içerisinde davasını açtığını, mahkemece ikinci haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihi başlangıç kabul edilerek, davanın yasal hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle reddedilmesinin ve bu kararda direnilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, müvekkilinin olası zararlarının önüne geçmek adına ve icra tehdidi altında ödemeye icbar edilmemesi için icra takibinin usul ve yasaya aykırı olarak açıldığını ve işlemlerin de buna bağlı olarak hukuka aykırı olduğu dikkate alınarak yerel mahkemenin kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
HMK’nın 353. maddesine göre inceleme yapıldığından duruşma açılmamıştır.

İstinaf incelemesi, 6100 sayılı HMK’nın 355. maddesi hükmü uyarınca, istinaf edenin sıfatı, istinaf dilekçesinde belirtilen nedenler ve kamu düzenine aykırı hususların olup olmadığı gözetilerek yapılmıştır.

Dava, 2004 Sayılı İcra İflas Kanununun 89/3 maddesi uyarınca, haciz ihbarnamelerine itiraz etmeyen üçüncü kişinin açmış olduğu menfi tespit davasıdır.

2004 sayılı İİK’nın 89/3. Maddesinde; “Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesinin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde itiraz etmezse, mal yedinde veya borç zimmetinde sayılır ve kendisine gönderilen haciz ihbarnamesine süresinde itiraz etmediği, bu nedenle de malın yedinde veya borcun zimmetinde sayıldığı ikinci bir ihbarname ile bildirilir. Bu ikinci ihbarnamede ayrıca, üçüncü şahsın ihbarnamenin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde ikinci fıkrada belirtilen sebeplerle itirazda bulunması, itirazda bulunmadığı takdirde zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmesi istenir. İkinci ihbarnameye süresi içinde itiraz etmeyen ve zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemeyen veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmeyen üçüncü şahsa onbeş gün içinde parayı icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı teslim etmesi yahut bu süre içinde menfi tespit davası açması, aksi takdirde zimmetinde sayılan borcu ödemeye veya yedinde sayılan malı teslime zorlanacağı bildirilir. Bu bildirimi alan üçüncü şahıs, icra takibinin yapıldığı veya yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemesinde süresi içinde menfi tespit davası açtığına dair belgeyi bildirimin yapıldığı tarihten itibaren yirmi gün içinde ilgili icra dairesine teslim ettiği takdirde, hakkında yürütülen cebri icra işlemleri menfi tespit davası sonunda verilen kararın kesinleşmesine kadar durur. Bu süre içinde 106 ncı maddede belirtilen süreler işlemez. Bu davada üçüncü şahıs, takip borçlusuna borçlu olmadığını veya malın takip borçlusuna ait olmadığını ispat etmeye mecburdur. Üçüncü şahıs açtığı bu davayı kaybederse, mahkemece, dava konusu şeyin yüzde yirmisinden aşağı olmamak üzere bir tazminata mahkûm edilir. Bu fıkraya göre açılacak menfi tespit davaları maktu harca tabidir. ” hükmü düzenlenmiştir. Buna göre ikinci ihbarnameye süresi içinde itiraz etmeyen ve zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemeyen veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmeyen üçüncü şahsın onbeş gün içinde parayı icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı teslim etmesi yahut bu süre içinde menfi tespit davası açması gerekmektedir. Dava dilekçesi ve talep sonucuna göre, iş bu dava İİK. 89/3. maddesi kapsamında açılmış bir menfi tespit davasıdır ve yasa maddesinde belirtilen on beş günlük dava açma süresi hak düşürücü süre mahiyetindedir.

Hak düşürücü süreler “itiraz” niteliğindedir ve itiraz bir hakkın doğumuna engel olan veya doğmuş bir hakkı ortadan kaldıran bir sonuç yarattığı için, borçlu bundan vazgeçemez ve hâkim tarafından doğrudan ve kendiliğinden göz önüne alınmak zorundadır.

Şanlıurfa 3. İcra Dairesi’nin 2017/6112 Esas sayılı takip dosyasında, davacı D…. Elektrik Dağıtım Anonim Şirketine 1. haciz ihbarnamesinin gönderildiği ve 13/10/2019 tarihinde tebliğ edildiği, iş bu ihbarnameye itiraz edilmediği, akabinde 2. haciz ihbarnamesi gönderildiği ve 08/12/2019 tarihinde tebliğ edildiği, iş bu ihbarnameye de süresinde itiraz edilmediği için 3. haciz ihbarnamesi gönderildiği ve 23/12/2019 tarihinde tebliğ edildiği, akabinde davacı tarafından süresinde 2. haciz ihbarnamesine itiraz edildiğinden bahisle Şanlıurfa 2. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 2020/43 Esas sayılı dosyası ile şikayette bulunulduğu, Şanlıurfa 2. İcra Hukuk Mahkemesince 1. Ve 2. Haciz ihbarnamelerine itiraz edilmediği, üçüncü haciz ihbarnamesine karşı ise ancak menfi tespit davası açılabileceği gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği, kararın istinaf ve temyiz incelemelerinden geçerek kesinleştiği anlaşılmaktadır.

Eldeki menfi tespit davası üçüncü haciz ihbarnamesinin tebliğ tarihi olan 23/12/2019 tarihinden sonraki onbeş günlük seri içinde açılmamış olup dava tarihi 27/07/2020’dir. Bu durumda, mahkemece davanın süresinde açılmamış olması nedeniyle reddine karar verilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığından davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiştir.

HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlere;
1-Davacı vekilinin istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan REDDİNE,
2-İstinaf isteminde bulunan davacı tarafından yatırılması gereken 80,70 TL istinaf karar harcının peşin alınan 426,00 TL’den mahsubu ile bakiye 345,30 TL harcın istek halinde davacıya iadesine ,
3-Davacı tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına,
4-HMK’nın 333. maddesi uyarınca artan gider avansının ilgili tarafa geri verilmesine,
5-HMK’nın 359/3 maddesi uyarınca kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,
HMK’nın 353 ve 362/1-a bendi uyarınca kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 11/01/2022

Başkan
39633
e-imzalıdır.

Üye
119158
e-imzalıdır.

Üye
165975
e-imzalıdır.

Katip
149160
e-imzalıdır.

TARIMSAL SULAMA TRAFOSUNUN BAĞLI OLDUĞU ORTA GERİLİM HATTINDAKİ DEMİR DİREKTE SİGORTALARI DEĞİŞTİRMEK İSTERKEN ELEKTRİK AKIMINA KAPILMA NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi

2020/11891 E. , 2021/10753 K.

“İçtihat Metni”
DİNAR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında ilk derece mahkemesinde görülen tazminat davasının davalı … yönünden husumet nedeniyle reddine, davalı … … yönünden kabulüne dair verilen karar hakkında bölge adliye mahkemesi tarafından yapılan istinaf incelemesi sonucunda; davalı … …’ın istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak davanın davalı … yönünden reddine, davalı … … yönünden kısmen kabulüne dair verilen karar, davalı … … vekili tarafından duruşmalı, davacılar vekili tarafından duruşmasız olarak temyiz edilmekle; duruşma günü olarak belirlenen 02/11/2021 tarihinde davalı … … vekili Av. … geldi. Başka gelen olmadı. Açık duruşmaya başlandı ve hazır bulunan vekilin sözlü açıklamaları dinlenildikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için saat 14.00’e bırakılması uygun görüldüğünden, belli saatte dosyadaki bütün kağıtlar okunarak, Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlenip, gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacılar; müteveffa …’ın, davalılardan …’ın tarlasındaki trafoya sigorta takmak üzere çıkarması neticesinde 01/09/2012 tarihinde vefat ettiğini, eşi …’ün ev hanımı olduğunu, çocuklardan …’nin doğuştan epilepsi hastası olması nedeniyle, ömür boyu bakıma muhtaç olduğunu, müteveffa ve ailesinin kiraladıkları tarlayı ekerek geçimlerini sağladığını, … ve …’ın 23 yaşındaki oğullarını kaybetmesi nedeniyle derin üzüntü yaşadıklarını, destekten mahrum kaldıklarını ileri sürerek, her bir davacı için ayrı ayrı 1.000 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile eş … için 50.000 TL ve diğer davacılar için ayrı ayrı 25.000 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep etmişler; 08/06/2018 tarihli ıslah dilekçesi ile davacılardan … için 255.820,33 TL, … için 58.598,78 TL, … için 154.108,63 TL, … için 47.146,41 TL ve … için 37.121,60 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini istemişlerdir.

Davalı …; öncelikle davanın husumetten reddini, esas yönünden ise; müteveffanın elektrikten anladığını, direğe çıkmadan önce bütün kontrolleri yaptığını, eksikliği varsa kendi kusurundan kaynaklandığını, hakkında beraat kararı verildiğini, müteveffanın asli kusurlu olduğunu, vefat edenin tamiratı kendi rızası ve para karşılığında yapmış olduğunu, trafonun bulunduğu tarlanın kendi mülkü olmadığını, diğer yandan vefat edenin anne ve babasının bakıma muhtaç olmadığını, bakmakla yükümlü olunan sadece eşi ve çocuklarının olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Davalı … …; açılan ceza davasında sadece davalı …’ın sanık sıfatını taşıdığını, tarladaki sigortanın değiştirilmesi olayının tamamen müteveffa ve davalının iç ilişkisi içinde olduğunu, hattın özel şahsa ait olduğunu, tazminat sorumluluğunu doğuracak bir durumun olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

İlk derece mahkemesince; müteveffa …’ın 01/09/2012 tarihinde 6004 abone numaralı …’ye ait tarımsal sulama trafosunun bağlı olduğu … …’a ait orta gerilim hattındaki demir direkte sigortaları değiştirmek isterken vefat ettiği, müteveffanın anne, baba, eş ve çocuklar olan davacılara destek olduğu ve her bir davacının ayrı ayrı destekten yoksun kalma tazminatına hak kazandığı, oluşan zarardan davalı … …’ın kusursuz sorumluluk ilkeleri gereğince sorumluluğunun bulunduğu, diğer davalı …’ın ise sadece müteveffadan tamir etmesini istediği, aralarında eser/hizmet sözleşmesi veya iş ilişkisi olmadığı gibi hukuka aykırı bir eylemden de söz edilemeyeceği, tazmin yükümlülüğü bulunmadığı gerekçesiyle; davalı … bakımından davanın pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, davalı … … bakımından davacıların maddi tazminat talebinin kabulüne, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesince verilen karara karşı, davalı … … tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.

Bölge adliye mahkemesince; (…Her ne kadar davalı …’a kusur atfeden bilirkişi raporlarındaki gerekçeler, …’ın ceza dosyasındaki ve işbu dosyadaki beyanları nazara alınarak heyetimizce yerinde görülmüşse de; davalı … hakkındaki davanın reddedilmesi davacı tarafça istinaf konusu edilmediğinden, heyetimizce kararın kaldırılarak … hakkındaki davanın kabul edilmesine olanak yoktur. Ancak bu husus davalı kurumun açacağı bir rücu davasında değerlendirilebilir. (..) Davacıların meyve bahçeleri varlığını korumaktadır. Dolayısıyla hesaplamaya esas kazanç meyve bahçesinin geliri değil, yerine çalıştırılan, ikame edilen kişi için harcanan paradır. Davacılar, meyve bahçelerinin işletilmesine desteğin beden gücüyle sağladığı katkıdan yoksun kalmıştır. Böyle olunca heyetimizce, yoksun kalınan beden gücünün meyve bahçelerinin işletilmesine sağladığı katkının parasal karşılığı olarak asgari ücretin benimsenmesi gerektiği kanaatine varılmıştır…) gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak; davalı …’a yönelik tazminat istemlerinin pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine, diğer davalı … …’a yönelik maddi ve manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne, davacı eş … için 101.516 TL, davacı çocuklar … için 23.253,48 TL, … için 61.154,21 TL, davacı … için 18.708,89 TL ve … için ise 14.730,79 TL olmak üzere toplam 219.363,37 TL destekten yoksun tazminatının 01/09/2012 olay tarihinden işleyecek yasal faiziyle davalı … …’dan alınarak davacılara ödenmesine, fazlaya dair istemlerin ise reddine; davacı eş … için 25.000 TL, davacı çocuklar … ve … için 20.000’er TL ve davacı ebeveynler … ve … için ise 15.000’er TL olmak üzere toplam 95.000 TL manevi tazminatın 01/09/2012 olay tarihinden işleyecek yasal faiziyle davalı … …’dan tahsili ile davacıya ödenmesine, fazlaya dair istemin ise reddine karar verilmiş; karar, davacılar ve davalı … … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı bilgi ve belgelere, özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre; davacıların tüm, davalı … … vekilinin davacılara yönelik temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Davalı … … vekilinin diğer davalı …’a yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Dava; elektrik çarpması nedeniyle desteğin ölümünden kaynaklı maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle “dava arkadaşlığı” ve “müteselsil sorumluluk” kavramları üzerinde kısaca durulması gerekmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İhtiyari dava arkadaşlığı” başlığı altında düzenlenen 57 nci maddesinde; “(1) Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:

a) Davacılar veya davalılar arasında dava konusu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması.

b) Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri.

c) Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması,” hükmüne yer verilmiş; müteakip “İhtiyari dava arkadaşlarının davadaki durumu” başlığı altında düzenlenen 58 inci maddesinde ise; “İhtiyari dava arkadaşlığında, davalar birbirinden bağımsızdır. Dava arkadaşlarından her biri, diğerinden bağımsız olarak hareket eder.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Yukarıda belirtilen durumun mevcut olması halinde, birden fazla kişi birlikte dava açabilir veya dava edilebilir. Davacıların veya davalıların sorumluluğu kanundan kaynaklanan müteselsil sorumluluk ve aralarındaki münasebet ise ihtiyari dava arkadaşlığıdır.

Diğer taraftan, müteselsil borçluluk niteliği itibariyle bölünebilen bir edimin birden fazla borçlusundan her birinin edimin tamamını ifa etmekle yükümlü olduğu bir borçluluk türü olup, borçlulardan birinin edimin tümünü ifa ederek alacaklıyı tatmin etmesi halinde, evvelce mevcut olmasa dahi ifayı gerçekleştiren borçlu ile diğer borçlular arasında bir hukuki ilişki doğacaktır. Alacaklıyı tatmin eden bir borçlu, kendisine isabet eden paydan daha fazla bir ödemede bulunduğu takdirde bu fazlalık ölçüsünde diğer borçlulara başvurabilecektir. Bu durum bir borçlunun alacaklıyı tatmin etmesi halinde diğer borçluların da alacaklı karşısında alacaklının tatmin edilmesi ölçüsünde borçtan kurtulmalarının (TBK.m.166/l) doğal bir sonucudur. Buna bağlı olarak yasa koyucu da alacaklıyı tatmin eden borçlunun kendi payından fazla ödemede bulunması durumunda bu fazlalık ölçüsünde diğer borçlulara başvurabileceğini açıkça düzenlemiştir. (TK.m.167/2). Bu şekilde belirlenen hak o borçlunun rücu hakkıdır. Kanun koyucu kendi payından fazla ödemede bulunan bir borçluya tanıdığı rücu hakkını kuvvetlendirmek amacıyla halefiyete de yer vermiştir.

Açıklanan maddi hukuk hükümleri usul hukukunda dava olarak tezahür etmektedir. Müteselsil borçlular arasındaki ihtiyari dava arkadaşlığı nedeniyle hükmü temyiz etmeyen davalı … hakkındaki ret kararının kesinleştiği düşünülebilir ise de, kesinleşme sorumluluk davasına ilişkin olup, ardından görülecek rücu davası yönünden, yani borçlular arasındaki iç ilişki yönünden hüküm ifade etmez. Rücu davası dikkate alındığında davalı … …’ın hükme karşı kanun yoluna başvurmasında hukuki yararının bulunduğu aşikârdır.

Zira sorumluluk davasındaki bilirkişi raporları, kesin delil ve sorumluluk davasındaki karar kesin hüküm oluşturmaz ise de rücu davası yönünden sorumluluk davasının kararı güçlü delil oluşturmaktadır. Hakkında güçlü delil oluşan davalı … …’ın, rücu davası yönünden sorumluluk davası hükmünü diğer müteselsil borçlu olan davalı … aleyhine kanun yoluna başvurmasında hukuki yararı vardır.

İhtiyari dava arkadaşlarının sonradan birbirlerine karşı açacakları rücu davasında, esas alınacak mahkeme kararı ve dayanağı bilirkişi raporları, ihtilaf henüz önünde iken doğru olarak oluşmalı ve mahkeme davalıların hangi eylem ve işlemleri nedeniyle ne oranda sorumlu tutulup tutulmayacaklarını sorumluluk davası sırasında halletmelidir. Bu kabul tarzı rücu davasında haksız yere temyiz edenler aleyhine güçlü delil oluşmaması yönünden doğru olduğu gibi, usul ekonomisi yönünden de tarafları tatmin edecektir. Temyiz etmeyen davalının usuli kazanılmış hakları da, mahkemece icrai nitelikte bir hüküm kurulmayacağı, bozma sonrası kararın gerekçesinde haklarındaki ret kararı kesinleşen davalının da sorumluluk derecesinin tespit edilmesiyle yetinileceği dikkate alındığında, ihlal edilmemiş olacaktır (HGK’nın 04/11/2009 tarihli ve 2009/16-428 E. 2009/483 K. sayılı kararı da aynı yöndedir).

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; bölge adliye mahkemesince, davalı … hakkındaki davanın reddine dair kararın davacı tarafça istinaf konusu edilmediği, bu davalı bakımından kararın kaldırılarak davanın kabul edilmesine olanak bulunmadığı gerekçesiyle, davalı …’a yönelik tazminat isteminin pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş ise de, ihtiyari dava arkadaşı olan davalı … …; kusur raporlarında davacılar desteği ile davalı …’a değişik oranlarda kusur izafe edildiği, … ve müteveffanın kusursuz olduğunun belirtilmesinin uygun olmadığını, …’ın da olayda kusurunun bulunduğunu bildirerek, karara karşı istinaf yoluna müracaat etmiştir.

Bu durumda bölge adliye mahkemesince; tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirilerek, davalı …’ın olayın meydana gelmesinde kusurunun olup olmadığına yönelik bir değerlendirme yapılması ve ulaşılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacıların tüm, davalı … … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan bölge adliye mahkemesi kararının HMK’nın 371 inci maddesi uyarınca davalı … … yararına BOZULMASINA, 3.050 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davalı …’dan alınıp davalı … …’a verilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davalı … …’ iadesine, 5.309,20 TL fazla alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine, HMK’nın 373 üncü maddesinin ikinci fıkrası uyarınca yeniden esas hakkında karar verilmek üzere dosyanın kararı veren bölge adliye mahkemesine gönderilmesine, 02/11/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi

ELEKTRİK ÇARPMASI SONUCU HAKSIZ FİİL NEDENİYLE BORCUN MUACCEL HALE GELMESİ İHTAR GEREKTİRMEYECEĞİİNDEN ISLAH YOLU İLE TALEP EDİLEN TAZMİNATA DA, TALEP ETTİĞİ GİBİ KAZA TARİHİNDEN İTİBAREN FAİZ YÜRÜTÜLMESİ GEREKMEKTEDİR.

T.C
YARGITAY
6. Hukuk Dairesi

2021/3724 E. , 2021/1433 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

-KARAR-

Davacı yüklenici vekili dava dilekçesinde özetle; müvekkili …’ın 25.02.2009 tarihinde davalı …’a ait inşaatın çatısında su sızan yerleri tamir etmek için temin edilen itfaiye aracı ile çatıya çıktığını, davalı iş sahibi …’ın yapı ruhsatı almadan ve inşaata başlamadan önce davalı … A.Ş.’den Tedaş’a ait enerji nakil hattının elektrik tellerinin inşaata yakınlığı nedeniyle alınması talebinde bulunduğunu ve bu talep doğrultusunda hatta elektrik verilmesinin durdurulduğunu, ancak olay tarihinde davalı …. Elektrik AŞ’nin inşaatı yapıp bitiren davalı …’a haber vermeden hatta enerji verdiğini ve bu nedenle davacıya elektrik çarptığını, davalı … Belediyesinin enerji nakil hattının varlığını bilmesine rağmen, enerji nakil hattının başka bir yere taşınmasını veya gerekli güvenli yüksekliğe çıkartılması için tadilat ruhsatı beklenmeden işyeri inşaatı için ruhsat vererek kusurlu olduğunu, davacının elektrik çarpması nedeniyle hayati tehlike geçirecek derecede yaralandığını ve hastanede tedavi gördüğünü, sakat kaldığını ve sakatlığının tedavisinin mümkün olmadığını, bu nedenlerle davacının tedavi giderleri ve iş göremezliği nedeniyle 20.000,00 TL maddi tazminat ile manevi olarak yıpranmasından dolayı 80.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 100.000,00 TL’nin olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir .

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda, ıslah da dikkate alınarak davanın kısmen kabulü ile 167.317,00 TL maddi tazminatın 20.000,00TL’sinin 25.02.2009 tarihinden, 147.317,00 TL’sinin ıslah tarihi olan 24.08.2015 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsiline karar verildiği, kararın taraflarca temyiz edilmesi sonucunda (kapatılan) 15. Hukuk Dairesi’nin 2017/1166 Esas – 2017/3424 Karar ve 16.10.2017 tarihli kararı ile, davalı belediyenin, idari hizmet kusuru bir idari işlemden kaynaklandığından, bu eylemle ilgili tam yargı davasının idari yargı yerinde görülmesi gerektiğinden, davalı … hakkındaki davanın tefriki ile yargı yolu yönünden davanın reddi ve ceza davası sonucunun beklenmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmasına karar verildiği, bozma kararından sonra yapılan yargılama sonunda maddi tazminat talebinin kabulü ile 167.317,00 TL ve manevi tazminat talebinin kısmen kabulü ile 40.000,00 TL’nin kaza tarihi olan 25.02.2009 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine karar verildiği, kararın davalılar tarafından temyiz edilmesi sonucunda (kapatılan) 15 Hukuk Dairesi’nin 2020/345 Esas – 2020/3159 Karar ve 09.12.2020 tarihli kararı ile, talep edilen 167.317,00 TL maddi tazminatın 20.000,00 TL’sine 25.02.2009 olay tarihinden, 147.317,00 TL’sine ise ıslah tarihi olan 24.08.2015 tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerektiği gerekçesiyle faiz başlangıcı yönünden kararın düzeltilerek onanmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

Karara karşı taraflarca karar düzeltme talebinde bulunulmuştur.

1- Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre HUMK’nın 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiçbirisine uymayan davalılar … ile … Elektrik Dağıtım A.Ş’nin tüm karar düzeltme taleplerinin reddi gerekmiştir.

2- Davacının karar düzeltme talebine gelince;

Davacının elektriğe çarpılarak yaralanması haksız fiil niteliğinde olup, tazminat borcu haksız fiil tarihinde muaccel olur. Başka bir ifade ile haksız fiillerde borcun muaccel hale gelmesi ihtarı gerektirmez. Bu durumda, davacı tarafın ıslah yolu ile talep ettiği tazminata da, talep ettiği gibi kaza tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekmektedir.

Söz konusu somut olayımızda da davacı, dava dilekçesinde olay tarihinden itibaren faize hükmedilmesini talep ettiği gibi, ıslah ettiği miktar için de ıslah dilekçesinde yine olay tarihinden itibaren faize hükmedilmesini talep etmiştir. Mahkemece verilen ilk kararda ıslah edilen 147.317,00 TL için ıslah tarihinden itibaren faize hükmedilmiş ise de, Daire bozma kararında, faiz başlangıç konusu ile ilgili bir değerlendirme yapılmadığı, davacının diğer temyiz itirazları reddedilmeyerek bu yönde davacı talebinin kesinleşmesinin önlendiği, böylelikle davalılar yararına usuli kazanılmış hak oluşmadığı anlaşıldığından, mahkemece maddi tazminat yönünden de olay tarihinden itibaren faize hükmedilmesinin doğru olduğu, bu nedenlerle mahkeme kararının onanması gerekirken, bu hususların gözden kaçırılarak (kapatılan) 15. Hukuk Dairesi’nce düzeltilerek onanmasına karar verildiği bu kez yapılan inceleme ile anlaşıldığından düzeltilerek onama kararının kaldırılarak, mahkeme kararın onanması uygun bulunmuştur.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalılar … ile … Elektrik Dağıtım A.Ş’nin tüm karar düzeltme taleplerinin reddine, 2. bent uyarınca davacının karar düzeltme talebinin kabulü ile Yargıtay (kapatılan) 15. Hukuk Dairesi’nin 2020/345 Esas, 2020/3159 Karar ve 09.12.2020 tarihli düzelterek onama kararının kaldırılarak mahkeme kararının ONANMASINA, alınması gereken karar düzeltme harçları peşin olarak yatırıldığından karar düzeltme isteyen davalılardan yeniden harç alınmasına yer olmadığına, takdiren 490,00 TL para cezasının karar düzeltme isteyen davalı …’tan ve diğer davalı … Dağ. A.Ş.’den alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, peşin alınan karar düzeltme harcının istek halinde davacıya iadesine, 11.11.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

ÇELİK HALATLI YOL BARİYERLERİNİN TESİSİ ESNASINDA ELEKTRİK AKIMINA KAPILMA- TAKSİRLE ÖLÜME SEBEBİYET VERMEK – BERAAT

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi

2020/2469 E. , 2021/7903 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : Sanıklar hakkında ayrı ayrı beraat

Taksirle öldürme suçundan sanıkların beraatlerine ilişkin hükümler, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Olay günü saat 22:30 sıralarında maktül …’in Emirgan Mah. … Cad. üzerinde bulunan Mado Cafe isimli işyerinin karşısında yüzdükten sonra denizden çıktığı ve yoldan karşıya geçeceği sırada yol kenarında bulunan çelik tellere dokunması üzerine, elektrik akımına kapılarak elektirik çarpması sonucu öldüğü olayda; elektrik teknik öğretmeni tarafından tanzim edilen 28.03.2013 tarihli bilirkişi raporunda, BEDAŞ (Boğaziçi Elektrik Dağıtım A.Ş) tarafından faal tutulması gereken aydınlatma hattının denetlendiğine dair herhangi bir evrakın bulunmadığı, aydınlatma direği üzerinde gerekli yalıtımın yapılmadığı, sistemde kaçak elektrik rölesi veya kontaktörünün ve topraklama hattının olup olmadığı net olarak bilinmiyor ise de, usulüne uygun çalışır vaziyette kaçak elektrik tedbirinin bulunmadığına ilişkin tespitlere yer verildiği, yargılama aşamasında alınan 27/08/2014 tarihli bilirkişi kurulu raporunda ise; İstanbul Büyükşehir Belediyesince tesis edilen çelik halatlı yol bariyerlerinin tesisi esnasında, bölgede bulunan aydınlatma direklerini besleyen kabloya çok yakın tesis yapıldığı, çelik halatlı yol bariyerlerini yere sabitleyen ayakların oynar vaziyette, aydınlatma kablosu üzerine çakıldığı, sabitleyici ayakların aydınlatma kablosunun zaman içerisinde izolasyonunu bozarak temas sonrası çelik halatlı yol bariyerlerine elektrik geçtiği, olay zamanında elektrik akımına kapılan maktulün çelik halatlı yol bariyerine temas esnasında geçici elektrik akımına maruz kaldığının tespit edildiği, yol kenarında elektrik tellerinin geçtiği bariyer inşasının hatalı yapılması sonucu elektrik kaçağının oluştuğu, bariyerleri döşeyen şirketin teknik elemanları, işin kabulünü yapan İstanbul Büyükşehir Belediyesi kabul komisyonu, işin yapım aşamasında görevlendirilen İBB kontrol teşkilatı yetkililerinin asli kusurlu olduğu; 2010 yılından bu tarafa aydınlatma tesisatının sorumluluğu BEDAŞ’ta olduğundan genel olarak tüm tesisatın kontrol edilmesi yönünde emir vermeyen yetkililerinde kusurlu olduğunun ancak, olay yerinde tespit, onarım, kontrol sorumluluğu olmayan sanıklar …, …, …, …, …, …’ın sorumluluklarının bulunmadığının belirtildiği, İstanbul Teknik Üniversitesi öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyetine ait 21.05.2019 tarihli rapora göre ise, olayda BEDAŞ ve Avan Ltd Şti’de çalışan sanıkların aydınlatma direklerinin montajı, elektrik ve mekanik bağlantılarının yapılması, ayrıca aynı yerde yol korkuluğunun yapılması işini üstlenen montaj teknisyeni ve bu teknisyeni çalıştıran sorumlu kişilerden olmamaları, aydınlatma tesisinin planlanması imalatı ve devir alınmasında herhangi bir sorumlulukları bulunmadığının tespit edildiği ve mahkemece kazada kusurlu olduğu belirtilen yetkililerin tespit edilerek gereği yapılmak üzere suç duyurusunda bulunulduğu anlaşılmakla, öncelikle dosya içine tazminat davasına ilişkin evraklar da eklenerek, sanıkların kusur durumlarının birbirlerine etki edecek olması nedeniyle, suç duyurusunda bulunulan kişiler hakkında dava açılıp açılmadığının araştırılması ile dava açılmış olması halinde davaların birleştirilmesi; haklarında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi halinde ise, soruşturma evrakının denetime olanak verecek şekilde dosya arasına alınarak gerektiğinde yeniden bilirkişi raporu alınarak neticesine göre sanıkların hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi,
Kanuna aykırı olup, katılan vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince hükümlerin isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 15/11/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YOLA DEVRİLEN ELEKTRİK DİREĞİNİNİN BAĞLANTISINI KESMEK İÇİN OLAY YERİNE GELEN İŞÇİ -TAKSİRLE ÖLDÜRME

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi

2020/3310 E. , 2021/8154 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : TCK’nın 85/1, 62/1, 50/4-1-a, 52/2-4, 53/6. maddeleri mahkumiyet

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm sanık müdafii ve katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Katılan vekili tarafından hükmün duruşma talepli olarak temyiz edildiği görülmüş ise de, sanık hakkında hükmedilen cezanın on yıl hapis cezasından aşağı olması ve duruşma talebinin uygun bulunmaması nedeniyle 5320 sayılı Kanunun 8.maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 318 ve 5271 sayılı CMK’nın 299. maddeleri gereğince reddine karar verilerek yapılan incelemede;

Olay tarihinde SEDAŞ (Sakarya Elektrik Dağıtım A.Ş) bünyesinde arıza bakım ve onarım hizmetleri sözleşmesi kapsamında çalışan ve acil müdahale ekibinde bulunan işçi müteveffa …, kendi ölümüne sebebiyet veren kaza öncesi meydana gelmiş bir başka kaza nedeni ile yola devrilen elektrik direğinin elektrik bağlantısını kesmek üzere olay mahallinde bulunduğu ve orta refüj üzerinde çalışma yaptığı esnada, sanık … sevk ve idaresindeki otomobil ile meskun mahal içerisinde, tek yönlü, asfalt kaplama, yağış nedeni ile ıslak zeminli cadde üzerinde seyrederken olay mahalline geldiğinde yerde bulunan elektrik direğine çarpması ve elektrik direğinin havalanarak müteveffa …’in başına isabet etmesi sonucu sanığın asli kusuru ile …’in ölümüne neden olduğu olayda;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin ve katılan vekilinin sair nedenlere ilişkin temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1-Sanık hakkında hükmedilen hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesine karar verilirken adli para cezasının belirlenmesine esas alınan tam gün sayısının gösterilmemesi suretiyle TCK’nın 52/3. maddesine aykırı hareket edilmesi,

2-Sanık hakkında tayin edilen adli para cezasının ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve cezanın hapse çevrileceğinin ihtaratı yerine infazı kısıtlar biçimde “taksitlerden birinin ödenmemesi halinde kalan cezanın tümden tahsiline” karar verilmesi,

Kanuna aykırı olup, sanık müdafinin ve katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, aynı Kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden, hükmün (4) numaralı bendi hükümden çıkarılarak yerine, ” Sanığa verilen 2 yıl 6 ay hapis cezasının TCK 50/4-1.a. maddesi gereğince, sanığın sosyal ve ekonomik durumu göz önünde bulundurularak adli para cezasına çevrilmesine, TCK’nın 52/3. maddesi gereğince adli para cezasının belirlenmesine esas tam gün sayısının 910 tam gün olarak belirlenmesine; TCK’nın 52/2. maddesi gereğince bir gün karşılığı adli para cezasının takdiren 20 TL olarak hesabıyla 18.200,00-TL adli para cezası ile cezalandırılmasına” ibaresinin eklenmesi ve hükmün (7) numaralı bendinde yer alan ” taksitlerden birinin ödenmemesi halinde kalan cezanın tümden tahsiline” ibaresi hükümden çıkarılarak yerine “sanık hakkında hükmolunan adli para cezasına ilişkin taksitlerden birinin ödenmemesi halinde geri kalan kısmın tamamının tahsil edileceği ve cezanın hapse çevrileceğinin ihtaratı” ibaresinin eklenmesi suretiyle sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün; DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 22/11/2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

ELEKTRİK EĞİTİMİ ALMAYAN İŞÇİNİN TOPRAKLAMA YAPMADAN GERGİN OLAN ELEKTRİK TELLERİNİN GEVŞETİLMESİ ARIZASININ GİDERİMİ ESNASINDA AKIMA KAPILMASI-BİLİNÇLİ TAKSİR

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi

2019/12206 E. , 2021/8628 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Hüküm : 1-Sanıklar … ve … hakkında; TCK’nın 85/1,

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık … müdafii, sanık … müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanıklardan …’ın … … Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin (işveren) Kiraz ilçe yönetmeni, sanık …’ın …’nin sahibi ve yetkilisi (taşeron), sanık …’ün ise … Ltd.Şti.’nin sahibi ve yetkilisi (alt taşeron) oldukları; … Elektrik şirketi ile Teknikel Elektrik şirketi arasında imzalanan sözleşme gereği, olayın meydana geldiği yerde “elektrik şebekesi yapımı” işlerinin yüklenici firma Teknikel’e verildiği, Teknikel şirketinin ise sözleşme ile aynı işi alt taşeron … şirketine verdiği; olay tarihinde sanık …’e, Kiraz ilçesi Kibar Köyü bölgesinde elektrik tellerinin çok gergin olduğu ve tellerin gevşetilmesi gerektiğinin … tarafından sanığa bildirildiği, elektrik ustası olan sanık …’un yanına aldığı işçiler tanık … ve ölen … ile birlikte söz konusu işlemlerin yapılması için olay yerine geldikleri, olaydan iki gün önce de T… ilçe yetkilisi sanık … ile elektriklerin kesilmesi gerektiği hususunda telefonla görüşme yaptığı, sanık …’un internet üzerinden … Elektrik şirketinden kesinti izni aldığı ve onaylandığı, bunun üzerine … ve …’in Kibar Köyü’ndeki 8 nolu direkte çalışmaya başladıkları, …’ün bir süre sonra eksik malzemeleri almak için olay yerinden ayrıldığı, …’in direkte çalışmaya devam ederken yere düşerek, otopsi raporuna göre, vücudundan elektrik akımı geçmesi ve genel beden travmasına bağlı çok sayıda kaburga, kafa kubbe ve kaide kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması sonucu yaşamını yitirdiği olayda;

… Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin, Kiraz işletmesinin arıza bakım işlerini … Enerji şirketine verdiği, tanık … …’in bu şirkette koordinatör mühendis olarak çalıştığı, kollukta verdiği ifadesine göre, … Enerji görevlilerince çalışma yapılacak Kibar Köyü hattına olay günü gelindiği, enerji hattının grup hatbaşı ayırıcısı açılıp, sigortaları alınıp mahalli topraklanması yapılıp, çalışma var levhası asılıp, kolu kilitlenmek suretiyle, enerjinin saat 10:36-16.00 saatleri arasında kesildiği, kesme işleminin 23.06.2013 tarihli tutanak ile … enerji elemanları ile sanık … arasında imza altına alındığı, köyde oturan ölenin yakınlarının ifadesine ve sanıkların ifadesine göre aynı gün saat 20:05’e kadar köyde elektrik kesintisinin devam ettiği; Enerji Nakil Hatları … Güvenliği Yönetmeliğine göre, enerji kesildikten sonra enerjinin kesik olup olmadığının hat tüfeği vb. teçhizat ile kontrol edildikten sonra, çalışmayı yapacak olan ekibin çalışacağı bölgeyi topraklaması gerektiği, ölen …’in direğe çıkmadan önce köyde elektrik olup olmadığın birkaç kişiye sorduğu ve elektriğin olmadığının söylenmesi üzerine topraklama yapmadan direğe çıktığının … arkadaşı tanık … tarafından ifade edildiği, ölenin 5 aydır sanık …’un şirketinde çalıştığı, ilkokul mezunu olduğu ve elektrikle ilgili bir eğitim almadığı, olay günü de belindeki emniyet kemeri direğe bağlı olmadan çalışma yaptığının tespit edildiği tüm dosya kapsamından anlaşılmakla;

1-Sanık … hakkındaki hükme yönelik sanık müdafii ve katılanlar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Sanığın Teknikel Elektrik Ltd.Şti.’nin sahibi ve yetkilisi olarak, “elektrik şebekesi yapımı” işini, 13.07.2012 tarihli sözleşme ile … … Elektrik Dağıtım A.Ş.’den aldığı, sözleşmenin 15. maddesine göre “…işin tamamı alt yüklenicilere yaptırılamaz. Alt yüklenicinin yaptıkları işle ilgili sorumluluğu yüklenicinin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz….” 22. maddesinde “yüklenicinin 1 adet elektrik veya elektronik mühendisini … programına göre … başında bulundurması gerektiği…” hükümlerine yer verildiği, Yapım işleri Genel Şartnamesinin 10. maddesinde ise “işyeri ve çevresindeki bölgede yeterli güvenlik önlemlerinin alınmaması sebebiyle doğabilecek hasar ve zararın ödenmesinde yüklenici sorumludur. Yüklenici kazaların ve kayıpların meydana gelmesini önlemek amacı ile gerekli bütün tedbirleri almak zorundadır…” hükmü ile madde 18’de “ yüklenicinin üstlenmiş olduğu işin devamı süresince, … yerinde bulunması esastır” ve devamında 20. madde ile “…Alt yüklenicinin yaptığı tüm işlerden idareye karşı yüklenici sorumludur…” hükümlerinin yer aldığı; taşeron şirket Teknikelin yetkilisi sanık …’ın alt taşeronu denetlememesi, çalışanlarına … sağlığı ve güvenliği eğitimi aldırtılması hususunda alt taşeronu kontrol etmemesi, güvenli çalışılması için gerekli olan denetim ve ve gözetimi yapmaması, kontrol yükümlülüğünü yerine getirmemesi nedeni ile asli kusurlu olduğu yönündeki bilirkişi raporlarının oluş ve dosya kapsamına uygun olduğu görülmekle, mahkemenin kabul ve takdirinde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, katılanlar vekilinin cezanın az olduğuna, bilinçli taksir hükümlerinin ve TCK’nın 53/6. maddesinin uygulanması gerektiğine, sanık müdafinin ise olayın pazar günü meydana geldiğine, elektrik direğindeki çalışma hakkında sanığa bilgi verilmediğine, bilgi verilmiş olması halinde çalışmanın şirkette çalışan elektrik mühendisinin gözetiminde yapılacağına, sanığın kusuru bulunmadığına ilişkin temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Sanık … hakkında belirlenen 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezasının günlüğü 30,00 TL’den adli para cezasına çevrilmesi sırasında hesaplama hatası yapılarak 21.150,00 TL yerine 21.000,00 TL adli para cezasına hükmedilmesi,

Kanuna aykırı olup, hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, aynı Kanunun 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden hükmün (3) numaralı bendinin dördüncü paragrafındaki “21.000,00-TL” ibaresinin çıkarılarak yerine “21.150,00 TL” ibaresinin yazılması ve hükümdeki diğer hususların aynen bırakılması suretiyle, sair yönleri usul ve kanuna uygun bulunan hükmün isteme uygun olarak DÜZELTİLEREK ONANMASINA;

2-Sanık … hakkındaki mahkumiyet hükmüne yönelik katılanlar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Sanığın … inşaat şirketinin sahibi ve yetkilisi olduğu, “elektrik şebekesi yapımı” işini yüklenici firma Teknikel şirketinden 15.02.2013 tarihli sözleşme ile aldığı, sözleşme hükümlerine göre “yüklenici imalat için gerekli her türlü malzeme, makine, ekipman, emniyet araç gereçlerini … yerinde hazır bulundurmak zorundadır….yüklenici … yerinde bu işle ilgili bilgi ve beceriye sahip sorumlu eleman bulundurmak zorundadır…” hükümlerine yer verildiği;

Sanık …’un yanında 5 aydır çalışan ölen … ve arkadaşının “İşe giriş ve periyodik … sağılığı ve güvenliği” yüksekte çalışma İSG, KKD, İSG eğitimi bulunmadığı, her ikisinin de EKAT belgesi ve mesleki eğitim belgelerinin olmadığı, …’in elektriğin olup olmadığını tel atarak atlama yapıp yapmayacağı şekliyle baktıkları yada köylülere sorarak öğrendikleri, çalışılan hattın sonunda vericilerin bulunduğu enerji kesilince akülerin devreye girdiği, 1-2 saat sonra da jeneratörlerin devreye girdiği, hatlara düşük bir voltajda olsa elektrik gelme ihtimalinin bulunduğu, emniyet kemerini takmamış olan …’in elektrik akımına kapılarak yere düşüğü ve …’in vücudundan elektrik akımı geçmesi ve genel beden travmasına bağlı çok sayıda kaburga kırığı, kafa kubbe ve kaide kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması, iç organ yaralanmasına bağlı iç kanama neticesinde vefat ettiği olayda; sanığın yanında elektrik ve … güvenliği hususlarında eğitimsiz işçi çalıştırması, ölen … ve diğer işçilere bu konularda eğitim verdirmemesi, direğin topraklanması husunun çalışanlarına söylememesi, kişisel koruyucu malzemelerin kullanılmasını işçilerin insiyatifine bırakması nedeni ile asli kusurlu olduğu yönündeki soruşturma ve kovuşturma aşamasında alınan bilirkişi raporlarının oluş ve dosya kapsamına uygun olduğu görülerek yapılan incelemede;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılanlar vekilinin TCK’nın 53/6. maddesinin uygulanması gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddine ancak;

1-Dosya kapsamına ve ölenin eşi …’in beyanına göre ölenin elektrik meslek dalı ile ilgili diploması bulunmadığı, bu hususta mesleki bir eğitim de almadığı,

6331 sayılı … Sağlığı ve güvenliği Kanununun 17/3. maddesinde “mesleki eğitim alma zorunluluğu bulunan tehlikeli ve çok tehlikeli sınıfta yer alan işlerde, yapacağı işle ilgili mesleki eğitim aldığını belgeleyemeyenler çalıştırılamaz” hükmü yer aldığı,

Yapı İşlerinde … Sağlığı ve Güvenliği Yönetmeliğinin 5/2-a. maddesinde “işveren yapı işlerinde özellikle birinci fıkranın uygulanmasında ek-4’te belirtilen asgari şartları dikkate alarak uygun tedbirleri alırlar”, Ek-4-A/14. maddesinde “elektrikle ilgili bütün ekipman ve bağlantıların kurulması, sökülmesi, tamirat ve tadilat işleri sadece ilgili mevzuatın öngördüğü yetkili elektrikçiler tarafından yapılır” hükmü yer aldığı,
Elektrik ile İlgili Fen Adamlarının Yetki Görev ve Sorumlulukları Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesinde “elektrik ile ilgili fen adamları, gördükleri teknik veya mesleki öğrenim seviyelerine göre aşağıdaki gruplara ayrılırlar :

l. Grup; En az 3 veya 4 yıl yüksek öğrenim görenler,

2. Grup; En az 2 yıllık yüksek teknik öğrenim görenler ile ortaokuldan sonra en az 4 veya 5 yıl mesleki ve teknik öğrenim görenler,

3. Grup; En az lise dengi mesleki ve teknik öğrenim görenler, lise mezunu olup bir öğrenim yılı süreyle Bakanlıkların açmış olduğu kursları başarı ile tamamlamış olanlar ile 3308 sayılı Çıraklık ve Mesleki Eğitim Kanununun öngördüğü eğitim sonucu ustalık belgesi alanlar” şeklinde eğitim seviyelerinin ve çalışabilecekleri işlerin düzenlendiği, bu kapsamda dosya içeriğine göre öleni, çok tehlikeli … sınıfında yer alan elektrik işi ile ilgili diploma ve mesleki eğitim belgesi bulunmamasına rağmen elektrik teknisyeni olarak çalıştıran sanık hakkında koşulları oluşması sebebiyle TCK’nın 22/3. maddesi gereğince bilinçli taksir hükümlerinin uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi;

Kabule göre de;

2-TCK’nın 51/3. maddesi gereğince, hapis cezası ertelenen sanık hakkında belirlenecek olan denetim süresinin, mahkûm olunan ceza süresinden az olamayacağı gözetilmeksizin, sanık … hakkında 1 yıl 6 ay denetim süresi belirlenmesi;

3-5237 sayılı TCK’nın 53/1. maddesindeki hak yoksunluklarının taksirli suçlarda uygulama olanağı bulunmadığı gözetilmeden, sanık hakkında anılan madde ile hak yoksunluğuna hükmedilmesi,

Bozmayı gerektirmiş olup, katılanlar vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA;

3-Sanık … hakkındaki mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, incelenen dosya kapsamına göre, katılanlar vekilinin cezanın az olduğuna, bilinçli taksir hükümlerinin ve TCK’nın 53/6. maddesinin uygulanması gerektiğine, sanık müdafinin ise sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Sanığın olay tarihinde … … Elektrik Dağıtım A.Ş.’nin Kiraz ilçe yönetmeni olarak görev yaptığı ve İdareyi temsil ettiği, İdare ile Teknikel Elektrik Ltd.Şti. arasında imzalanan “elektrik şebekesi yapımı” işinin taşeron şirkete verilmesine ilişkin 13.07.2012 tarihli sözleşmenin, yapım işleri şartnamesini düzenleyen 9. maddesinin 7. bendine göre “yüklenici kendisinin veya alt yüklenicinin taksirinden, ihmalinden, ağır ihmalinden veya kusurlu herhangi bir hareketinden dolayı İdareyi ve idare personelini sorumlu tutamaz.” hükmünün yer aldığı; olaydan iki gün önce sanık …’un 8 nolu direkte çalışma yapılması nedeni ile elektriklerin kesilmesi gerektiği hususunu … ilçe yetkilisi sanık …’a telefonla yaptığı görüşme ile bildirdiği, sanık …’un internet üzerinden … Elektrik şirketinden kesinti izni aldığı ve iznin onaylanması üzerine, sanık …’a direkte çalışma yapılacağı iznini verdiği, bu izinle birlikte olay günü elektrik kesintisi işleminin Kiraz işletmesinin arıza bakım işlerini yürüten … Enerji şirketinini dört elektrik teknisyeni tarafından yapıldığı ve saat 10:36-16.00 saatleri arasında kesinti işleminin usulüne uygun olarak yapıldığının tutanak ile imza altına alındığı, olayın 13:15’de meydana geldiği, nitekim tanıkların ve katılanların ifadesine göre köyde akşam saat 20:05’e kadar elektriklerin kesik olduğunun ifade edildiğinin tüm dosya kapsamından anlaşılması karşısında;
Olayın meydana gelmesinde sanığa kusur yüklenemeyeceği, idari görevli olan sanığın üstüne düşen elektrik kesintisi yapma işini yerine getirdiği, olayın meydana gelmesinde alt taşeron şirketinin yetkilisi sanık … ve işçilerinin, direğe çıkmadan önce topraklama yapmaları gerektiği, mahkemece mahallinde yapılan keşif sonucu A sınıfı … güvenliği uzmanı ile … elektrik elektronik mühendisliği bölümü öğretim üyelerinden oluşan bilirkişi heyet raporunda olayın meydana gelmesinin nedeni olarak çalışılan hattın sonunda vericilerin bulunduğu, enerji kesilince akülerin devreye girdiği, 1-2 saat sonra da jeneratörlerin devreye girdiği, hatlara düşük bir voltajda olsa elektrik gelme ihtimalinin bulunduğu, emniyet kemeri takmamış olan …’in de çok hafif bir çarpılma ile irkilerek yere düşmüş olabileceği, nitekim otopsi raporunun da elektrik akımı geçmesi ve genel beden travmasına bağlı çok sayıda kaburga, kafa kubbe ve kaide kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması sonucu öldüğünün tespit edilmesi karşısında; kusuru bulunmayan sanığın beraati yerine, isabetsiz bilirkişi raporu esas alınarak mahkumiyetine karar verilmesi;

Kanuna aykırı olup, sanık müdafinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 07.12.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ŞEKER FABRİKASINDA MEYDANA GELEN PATLAMA- TAKSİRLE ÖLÜME SEBEBİYET VERMEK

T.C
YARGITAY

12. Ceza Dairesi 2021/5199 E. , 2021/8596 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme
Hüküm : TCK’nın 85/1, 62, 50/4-1a, 52/2-4. maddeleri gereğince mahkumiyet

Taksirle öldürme suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sorgun ilçesinde faaliyet gösteren Yozgat Şeker Fabrikasında meydana gelen patlamada fabrikada elektrik bakım başteknisyeni olarak çalışan …’ın öldüğü, patlama olayının fabrikanın rafineri santrifüj katında pano odasındaki elektrik panoları üzerindeki şeker şerbetinin temizlenmesi için kullanılan solventin kompresörlü su püskürtmeyle panolara püskürtülmesi sırasında solvent buharının aniden alev alıp patlaması sonucu meydana geldiği, parlayıcı, patlayıcı özellikteki hekzan-metanol karışımı kimyasal maddenin güvenlik bilgi formunu temin etmeyen, tehlikeli ortamda tedbirden yoksun, yanlış ve hatalı çalışma yapılmasına engel olmayan, bu hususta gerekli iş düzenini ve iş disiplinini oluşturmayan, işçinin insiyatifine terke eden bu maddenin satın alınmasında ve fabrikaya getirilerek kullanmasında etkili olan ve bu maddenin sipariş talepnamesinde ölen baş elektrikçi …’dan sonra imzaları bulunan, fabrika organizasyon şemasına göre elektrik atölyesinden sorumlu makine elektrik mühendisi sanık … ile işletme müdür yardımcısı temyiz dışı sanık … ve fabrika teknik müdür yardımcısı temyiz dışı sanık …’ın tali kusurlu olarak ölüme sebebiyet verdiği olayda;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık müdafinin eksik incelemeye, beraat kararı verilmesi gerektiğine ilişkin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün isteme uygun olarak ONANMASINA, 07.12.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

KARŞILIKSIZ ÇEK -KEŞİDECİ VE KEŞİDECİ LEHİNE AVAL VEREN DIŞINDA CİRANTALARIN ÇEK TAZMİNATINDAN SORUMLU OLUP OLMAYACAĞI

T.C
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

2015/25395 E. , 2016/1845 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi …..tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Takip talebinde %10, 5 ve değişen oranlarda ticari faiz talep edilmiş olması nedeniyle ve alacağın niteliği dikkate alındığında ödeme emrinde oran yazılmamış ise de faiz talebinde değişen oranlardan ticari faiz oranının anlaşılacağı tabii olup, sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;
Alacaklı tarafından çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla icra takibine başlandığı, örnek 10 numaralı ödeme emrinin tebliği üzerine borçlunun yasal sürede icra mahkemesine yaptığı başvuruda, sair şikayet nedenleri ile birlikte takip dayanağı çekin cirantası olduğunu ve çek tazminatından sorumlu olmadığı, örnek 10 ödeme emrinde takip tarihinden sonra işleyecek faiz oranının gösterilmediğini belirterek takibin iptalini talep ettiği, mahkemece, istemin reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

6102 Sayılı TTK’nun 783/3. maddesine göre; “Muhatap nezdinde karşılığı kısmen veya tamamen bulunmayan bir çek düzenleyen kişi, çekin karşılıksız kalan bedelinin %10’unu ödemekle yükümlü olduktan başka, hamilin bu yüzden uğradığı zararı da tazmin eder”. Çeki keşide eden kimsenin, bu çekin karşılığı olan miktarı, ibraz süresi içerisinde muhatap banka nezdinde bulundurması zorunludur. 6102 sayılı TTK.nun 818/1.maddesinin (g) bendi göndermesi ile çekler hakkında da uygulanması gereken aynı Kanunun 702/1.maddesi gereğince aval veren kişi, kimin için taahhüt altına girmişse aynen onun gibi sorumlu olur. Bu itibarla keşideci ve keşideci lehine aval veren dışında cirantaların çek tazminatından sorumlu olmayacakları açıktır.

Somut olayda, takip dayanağı çekin keşidecisinin….olup, itiraz eden borçlu …’nun ise ciranta olduğu görülmüştür. Bu nedenle yukarıda belirtilen yasal düzenleme uyarınca itiraz eden ciranta borçlunun çek tazminatından sorumlu değildir.

O halde mahkemece, çek tazminatına yönelik itirazın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.01.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİ İŞVEREN UYUŞMAZLIĞINDAN DOĞAN MENFİ TESPİT DAVALARI İÇİN ARABULUCUYA BAŞVURMA ZORUNLULUĞU

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi

2021/2740 E. , 2021/6513 K.

“İçtihat Metni”

BÖLGE ADLİYE
MAHKEMESİ : … 8. Hukuk Dairesi
DAVA TÜRÜ : MENFİ TESPİT
İLK DERECE
MAHKEMESİ : … 2. İş Mahkemesi

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, iş sözleşmesinin sona ermesi nedeniyle verilen teminatın iadesi ile bu senetten dolayı borçlu olmadığının tespitine, kötü niyet tazminatının tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkeme kararının özeti:
İlk Derece Mahkemesince tarafların dayanak yaptıkları tüm deliller toplanmış, 30/01/2020 tarih, 2018/583 esas, 2020/99 sayılı kararı ile davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmiştir.
İsinaf Başvurusu :
Davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararı :
İlk Derece Mahkemesinin kararının yasal ve hukuksal gerekçeleri ile dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmadığından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun madde 353/1-b.1 hükmü gereğince davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Temyiz:
Karar süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
Taraflar arasında menfi tespit davasında zorunlu arabulucuya başvurulmasının gerekip gerekmediği konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Dava türleri, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 105. ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 106. maddesi, “(1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir. (2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır. (3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.” düzenlemesini içermekte olup, bu madde hükmünde tespit davası genel olarak düzenlenmiştir.
2004 sayılı İİK’nun 72. maddesi, “Borçlu, icra takibinden önce veya takip sırasında borçlu bulunmadığını ispat için menfi tesbit davası açabilir.
İcra takibinden önce açılan menfi tesbit davasına bakan mahkeme, talep üzerine alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere gösterilecek teminat mukabilinde, icra takibinin durdurulması hakkında ihtiyati tedbir kararı verebilir.
İcra takibinden sonra açılan menfi tesbit davasında ihtiyati tedbir yolu ile takibin durdurulmasına karar verilemez. Ancak, borçlu gecikmeden doğan zararları karşılamak ve alacağın yüzde onbeşinden aşağı olmamak üzere göstereceği teminat karşılığında, mahkemeden ihtiyati tedbir yoluyle icra veznesindeki paranın alacaklıya verilmemesini istiyebilir.
Dava alacaklı lehine neticelenirse ihtiyati tedbir kararı kalkar. Buna dair hükmün kesinleşmesi halinde alacaklı ihtiyati tedbir dolayısıyla alacağını geç almış bulunmaktan doğan zararlarını gösterilen teminattan alır. Alacaklının uğradığı zarar aynı davada takdir olunarak karara bağlanır. Bu zarar herhalde yüzde yirmiden aşağı tayin edilemez.
Dava borçlu lehine hükme bağlanırsa derhal takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine münderecatına göre ve ayrıca hükme hacet kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Borçluyu menfi tespit davası açmaya zorlayan takibin haksız ve kötü niyetli olduğu anlaşılırsa, talebi üzerine, borçlunun dava sebebi ile uğradığı zararın da alacaklıdan tahsiline karar verilir. Takdir edilecek zarar, haksızlığı anlaşılan takip konusu alacağın yüzde yirmisinden aşağı olamaz.
Borçlu, menfi tesbit davası zımmında tedbir kararı almamış ve borç da ödenmiş olursa, davaya istirdat davası olarak devam edilir.
Takibe itiraz etmemiş veya itirazının kaldırılmış olması yüzünden borçlu olmadığı bir parayı tamamen ödemek mecburiyetinde kalan şahıs, ödediği tarihten itibaren bir sene içinde, umumi hükümler dairesinde mahkemeye başvurarak paranın geriye alınmasını isteyebilir.
Menfi tesbit ve istirdat davaları, takibi yapan icra dairesinin bulunduğu yer mahkemesinde açılabileceği gibi, davalının yerleşim yeri mahkemesinde de açılabilir. Davacı istirdat davasında yalnız paranın verilmesi lazım gelmediğini ispata mecburdur.” düzenlemesini içermekte olup, bu madde hükmünde de menfi tespit ve istirdat davaları özel olarak düzenlenmiştir.
Davalı-alacaklı tarafından var olduğu savunulan bir hukukî ilişkinin var olmadığının tespiti için davacı-borçlu tarafından açılan davaya, menfi tespit davası denilmektedir. Borçlu, icra takibinden önce veya sonra menfi tespit davası açabilir. Borçlu açtığı davada, maddi hukuk temelli çeşitli nedenlere dayanarak borçlu olmadığının tespitini isteyebilir.
6036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 3. Maddesi; ”Kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebiyle açılan davalarda, arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.
(2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” düzenlemelerine haizdir.
Yukarıda yapılan açıklamalar neticesinde menfi tespit davasında arabucuya başvurulmasının dava şartı olup olmadığının irdelenmesi gerekmektedir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 106. maddesinde düzenlenen tespit davasının özel bir şekli olan menfi tespit davası, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davası olarak nitelendirilemez. Bu dava sonucunda, borçlunun borçlu olmadığının anlaşılması halinde borçlu olunmayan kısım belirtilmek suretiyle olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştüğü hâllerde dahi olumsuz tespit hükmü kurulması gerekmektedir. Başka bir deyişle, menfi tespit davasının niteliği gereği verilen kararlarda, yalnızca davacının borçlu olup olmadığı belirlenmekte, borçlu olmadığı kısma ilişkin olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Bu hüküm, herhangi bir alacağın tahsilini gerektirir nitelikte bir ilam olmadığından esasa yönelik olarak İİK m. 32 uyarınca doğrudan ilamların icrası yolu ile takibe konulamaz. Oysa arabuluculuk sonucu verilen kararlar ilam hükmünde olup, cebri icra yoluna başvurulabilecek niteliktedir. Ancak yukarıda açıklandığı gibi menfi tespit davaları sonucunda verilen hükümler esasa yönelik olarak cebri icraya konu edilip infaz edilemeyeceğinden, işçilik alacaklarına ilişkin davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan Yasa Koyucu’nun bilinçli olarak menfi tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır.
Kanun maddesinin metni ve gerekçesi bu kadar açık ve net olup zorlamayla da olsa genişletici bir yorum yapılmasına elverişli değildir. Zaten ileri ve özgürlükçü hukuk düzenlerinde zorunlu ve emredici kuralların dar yorumlanması esastır. İcra İflas Kanunun 72. maddesinde düzenlenen menfi tespit davası, parasal bir mahkumiyeti içeren eda davası niteliğinde alacak ya da tazminatı konu almadığından dava şartı arabulucuğun uygulama alanı dışında kalır. (TANRIVER,Süha Dava Şartı Arabuluculuk Üzerine Bazı Düşünceler, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Mart-Nisan 2020, Yıl: 32, Sayı: 147, s. 111-141; EKMEKÇİ, Ömer/ ÖZEKES, Muhammet / ATALI, Murat / SEVEN, Vural, Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk, Oniki Levha Yayınları, 2. Baskı, …, Kasım 2019, s. 189-191.)
Somut olayda, davacı işçi tarafından davalı işverene işi bırakmaması amacıyla 95.000 TL bedelli teminat senedi verildiği iddia edilmiş olup, yukarıda yapılan açıklamalar da dikkate alındığında, işçi işveren arasındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanan menfi tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olmadığı ve arabulucuya gidilmiş olmasının bir dava şartı olmadığı kabul edilmelidir. Aksi düşüncenin kabulü, kanun metninin zorlamayla da olsa genişletici bir yorumlanmasına ve davacının mahkemeye erişim hakkının önlenmesine neden olacaktır. Bu nedenle işçi işveren arasındaki uyuşmazlıklardan kaynaklanan menfi tespit davalarında dava açılmadan önce arabuluculuğa gidilmesinin zorunlu olmadığı ve arabulucuya gidilmiş olmasının bir dava şartı olmadığı kabul edilerek işin esasının incelenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç:
Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 18.03.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE NÜFUS CÜZDANI İLE TAŞINMAZ SATIŞI

T.C
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2016/5070 E. , 2021/1202 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen davada;
Davacı idare, asıl ve birleştirilen davalarda; dava konusu 3288 ada 40 sayılı parselin 69/535, 58 sayılı parselin 15/405, 62 sayılı parselin 53/4080, 64 sayılı parselin 296/15541, 67 sayılı parselin 247/12982 ve 66 sayılı parselin 498/4564 payları Hasan oğlu … adına kayıtlı iken, sahte nüfus cüzdanı kullanarak kendisini … vekili gibi gösteren dava dışı …’ın anılan payları satış suretiyle dava dışı şahıslara devrettiğini, birden fazla el değiştirme ile son kayıt maliklerinin davalılar olduğunu, sahte işlem nedeniyle oluşan tescillerin yolsuz hale geldiğini ileri sürerek, çekişmeli taşınmazlarda davalılar adına olan tapu kayıtlarının iptali ile … mirasçıları adına payları oranında tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar, tapu kaydına güvenerek çekişmeli payları satın aldıklarını, iyiniyetli olduklarını, TMK’nin 1023. maddesi koruyuculuğundan yararlanmaları gerektiğini belirterek, davaların reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davalıların kötüniyetli edinen olduklarının ispat edilemediği, iyiniyetli oldukları ve TMK’nin 1023. maddesi uyarınca edinimlerinin korunması gerektiğinden bahisle davaların reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili ile fer’i müdahiller vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

-KARAR-

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; davacı vekili ile fer’i müdahillerin yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 31.60 TL. bakiye onama harcının temyiz eden fer’i müdahillerden alınmasına, Harçlar Kanununun değişik 13. maddesinin j. Bendi gereğince davacıdan harç alınmasına yer olmadığına, 03/03/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

ELEKTRİK ÇARPMASI -SEKSİYONER ARIZASI – İŞ KAZASI

T.C
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
2020/9056 E. , 2021/14262 K.

“İçtihat Metni”

Mahkemesi : … Bölge Adliye Mahkemesi … Hukuk Dairesi

Dava, iş kazası ölümünden kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın kısmen kabulüne dair verilen karara karşı taraflar vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine, … Bölge Adliye Mahkemesi … Hukuk Dairesince tarafların istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
… Bölge Adliye Mahkemesi … Hukuk Dairesince verilen kararın, davacılar ve davalı …. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
I-İSTEM
Davacılar vekili dava ve ıslah dilekçesinde özetle, müteveffa sigortalının geçirdiği iş kazası sonucu vefat ettiği, eş … için 121.937,00-TL maddi, çocuk … 10.994,00-TL maddi, çocuk … için 16.660,00-TL maddi, … için 16.276,00-TL maddi, çocuk … 27.466,00 TL maddi, çocuk … için 26.251,00-TL maddi, çocuk … için 44.555,00-TL maddi, anne … için 1.000,00-TL maddi, davacı eş, çocuklar ve anne için ayrı ayrı 50.000,00-er TL manevi tazminatın kaza tarihinden işleyecek faiziyle birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
II-CEVAP
Davalılar vekilleri cevap dilekçelerinde özetle; davanın reddine karar verilmesini talep etmişlerdir.
III-MAHKEME KARARI
A-İLK DERECE MAHKEME KARARI
Kazalı sigortalının 03/08/2014 tarihinde geçirdiği iş kazası sonucunda vefat ettiği, hükme esas alınan kusur raporunda kazanın meydana gelişinde, müteveffa kazalının % 10 oranında, davalıların % 90 oranında kusurlu olduğunun bildirildiği, hesap bilirkişisi tarafından düzenlenen bilirkişi raporunda, tarafların kusur oranı, kurum tarafından yapılan ödemeler ve dosya kapsamı nazara alınarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
B-BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ KARARI
Davacılar ve davalıların istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiştir.
IV-TEMYİZ KANUN YOLUNA BAŞVURU VE NEDENLERİ:
Davacı vekili temyiz dilekçesinde; manevi tazminat taleplerinin tamamının kabul edilmesi gerekirken, kısmen kabul edilmesinin hatalı olduğunu,
Davalı …. vekili temyiz dilekçesinde özetle; İlk Derece Mahkemesinde alınan iki kusur raporunun arasındaki çelişkinin giderilmesi için dosyanın üçüncü bir bilirkişi kuruluna gönderilmesi gerektiğini, müvekkiline yüklenebilecek bir kusur bulunmadığını, bu nedenle müvekkil şirket açısından husumet yönünden reddine karar verilmesi gerektiğini, olayın tamamen kazazedenin kusuru neticesinde meydana geldiğini, davacının Edessa elektrik çalışanı olduğunu, davanın nedensellik bağı yokluğu nedeniyle reddini talep ettiklerini, manevi tazminat miktarının çok yüksek olduğunu beyanla kararın bozulmasını talep etmiştir.
V- İLGİLİ HUKUK KURALLARI VE İNCELEME:
Dava, 03/08/2014 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat eden sigortalının yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.
İlk Derece Mahkemesince; davanın kısmen kabulü ile, eş … için 121.937,00-TL maddi, 40.000,00-TL manevi, çocuk … 10.994,00-TL maddi, 35.000,00-TL manevi, çocuk … için 16.660,00-TL maddi, 35.000,00-TL manevi, … için 16.276,00-TL maddi, 35.000,00-TL manevi, çocuk … 27.466,00 TL maddi, 35.000,00-TL manevi, çocuk … için 26.251,00-TL maddi, 35.000,00-TL manevi, çocuk … için 44.555,00-TL maddi, 35.000,00-TL manevi, anne …’in maddi tazminat talebinin reddi ile 35.000,00-TL manevi tazminatın kaza tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine karar verildiği, bu kararın davacılar ve davalılar vekillerince istinaf yoluna götürüldüğü, … Bölge Adliye Mahkemesi… Hukuk Dairesince tarafların istinaf talebinin HMK’nın 353/1-b.1 maddesi gereğince esastan reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık, meydana gelen iş kazasında sorumluluğun tespiti noktasında toplanmaktadır.
Geniş anlamıyla sorumluluk kavramı, bir kişinin başka bir kişiye verdiği zararları giderme yükümlülüğü olarak açıklanmıştır. Hukuki anlamda sorumluluk ise, taraflar arasındaki borç ilişkisinin zedelenmesi sonucu doğan zararların giderilmesi (tazmin edilmesi) yükümlülüğünü içerir.
İşçi ve işverenin hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sıkı iş ilişkisi, işçi yönünden işverene içten bağlılık (sadakat borcu), işveren yönünden işçiyi korumak ve gözetmek borcu şeklinde ortaya çıkar. Gerçekten işçi, işverenin işi ve iş yeri ile ilgili çıkarlarını korumak, çıkarlarına zarar verebilecek davranışlardan kaçınmak, buna karşı işveren de, işçinin kişiliğine saygı göstermek, işçiyi korumak, iş yeri tehlikelerinden zarar görmemesi için iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak, işçinin özlük hakları ve diğer maddi çıkarlarının gerektirdiği uygun bildirimlerde ve davranışlarda bulunmak, işçinin çıkarına aykırı davranışlardan kaçınmakla yükümlüdür.
Sanayi ve teknolojideki gelişmeler, yeni işletmelerin açılması, fabrikaların kurulması iş yerlerindeki makinalaşmanın artmasına yol açmış, bu durum iş kazaları ile meslek hastalıklarında artışlara neden olmuştur. Bu gelişme, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliği önlemlerinin daha etkili şekilde alınması gereğini ortaya çıkarmıştır.
İşveren, gözetme borcu gereği, çalıştırdığı işçileri, iş yerinde meydana gelen tehlikelerden korumak, onların yaşam, bedensel ve ruhsal sağlık bütünlüklerini korumak için iş yerinde teknik ve tıbbi önlemler dahil olmak üzere bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı tüm önlemleri almak zorundadır.
Anayasanın 17. maddesinde; “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.” hükmü getirilerek yaşama hakkı güvence altına alınmış, bu yasal güvencenin yaşama geçirilmesinde İş ve Sosyal Güvenlik Mevzuatında da işçilerin korunması, işin düzenlenmesi, iş güvenliği, sosyal düzen ve adaletin sağlanması düşüncesi ile koruyucu bir takım hükümler getirilmiştir.
818 sayılı Borçlar Kanununun 332. maddesinde; “İş sahibi, aktin özel halleri ve işin mahiyeti noktasından hakkaniyet dairesinde kendisinden istenilebileceği derecede çalışmak dolayısıyla maruz kaldığı tehlikelere karşı icabeden tedbirleri ittihaza ve münasip ve sıhhi çalışma mahalleri ile, işçi birlikte ikamet etmekte ise sıhhi yatacak bir yer tedarikine mecburdur.
İş sahibinin yukarıdaki fıkra hükmüne aykırı hareketi neticesinde işçinin ölmesi halinde onun yardımından mahrum kalanların bu yüzden uğradıkları zararlara karşı isteyebilecekleri tazminat dahi akde aykırı hareketten doğan tazminat davaları hakkındaki hükümlere tabi olur.” hükmü düzenlenmiştir.
Yasa koyucu 818 sayılı Borçlar Kanununun 332. maddesinin karşılığını 01/07/2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 417. maddesinin 2. fıkrasında düzenlemiştir.
Anılan fıkrada “İşveren, işyerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli olan her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdür.” hükmü yer almaktadır. Bu fıkraya göre, işverenin, işçinin yaşam, sağlık ve bedensel bütünlüğünü korumak için gerekli önlemleri alma yükümlülüğü öngörülmektedir. Burada işverenin özellikle iş kazalarına karşı gerekli önlemleri alma yükümlülüğü söz konusudur. Buna göre işveren, hizmet ilişkisinin ve yapılan işin niteliği göz önünde tutulduğunda, hakkaniyet gereği kendisinden beklenen; deneyimlerin zorunlu kıldığı, teknik açıdan uygulanabilir ve iş yerinin özelliklerine uygun olan önlemleri almakla yükümlüdür.
Aynı maddelere paralel olarak, 4857 sayılı İş Kanununun “İşverenlerin ve İşçilerin Yükümlülükleri” kenar başlıklı 77. maddesinin 1. fıkrasında da benzer bir düzenlemeye yer verilmiştir. Bu fıkraya göre “İşverenler iş yerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.”
Bundan başka işveren, mevzuatta öngörülmemiş olsa dahi bilimsel ve teknolojik gelişmelerin gerekli kıldığı iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almak zorundadır. Bilim, teknik ve örgütlenme düşüncesi yönünden alınabilme olanağı bulunan, yapılacak gider ve emek ne olursa olsun bilimin, tekniğin ve örgütlenme düşüncesinin en yeni verileri göz önünde tutulduğunda işçi sakatlanmayacak, hastalanmayacak ve ölmeyecek ya da bu kötü sonuçlar daha da azalacaksa her önlem işverenin koruma önlemi alma borcu içine girer.
Bu önlemler konusunda işveren iş yerini yeni açması nedeniyle tecrübesizliğini, bilimsel ve teknik gelişmeler yönünden bilgisizliğini, ekonomik durumunun zayıflığını, benzer iş yerlerinde bu iş güvenliği önlemlerinin alınmadığını savunarak sorumluluktan kurtulamaz. Gerçekten, çalışma hayatında süregelen kötü alışkanlık ve geleneklerin varlığı işverenin önlem alma borcunu etkilemez. Işverenlerce, iş güvenliği açısından yaşamsal önem taşıyan araç ve gereçlerin işçiler tarafından kullanılması sağlandığında, kaza olasılığının tamamen ortadan kalkabileceği de tartışmasız bir gerçektir.
Nitekim, günümüzde gelişen sanayi ve teknoloji karşısında yukarıda açıklanan hükümler yeterli görülmemiş, insan yaşamının kutsallığı çerçevesinde işverenin, iş yerinde işçilerin sağlığını ve iş güvenliğini sağlamak için gerekli olanı yapmak ve bu husustaki şartları sağlamak ve araçları noksansız bulundurmakla yükümlü olduğu 4857 sayılı İş Kanununun 77. maddesinin açık buyruğu iken, İş Kanununun 77. ve devamı bir kısım maddeler 30/06/2012 tarih ve 28339 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 37. maddesiyle yürürlükten kaldırılmış olup, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, işverenin sağlık ve güvenlik önlemlerini alma yükümlülüğünü daha ayrıntılı bir biçimde düzenlemiştir.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun “İşverenin Genel Yükümlülüğü” kenar başlıklı 4. maddesine göre;
(1) İşveren, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olup, bu çerçevede;
a) Mesleki risklerin önlenmesi eğitim ve bilgi verilmesi dahil her türlü tedbirin alınması, organizasyonun yapılması, gerekli araç ve gereçlerin sağlanması, sağlık ve güvenlik tedbirlerinin değişen şartlara uygun hale getirilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi için çalışmalar yapar.
b) İş yerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine uyulup uyulmadığını izler, denetler ve uygunsuzlukların giderilmesini sağlar.
c) Risk değerlendirmesi yapar ve yaptırır.
ç)Çalışana görev verirken, çalışanın sağlık ve güvenlik yönünden işe uygunluğu göz önüne alır.
d)Yeterli bilgi ve talimat verilenler dışındaki çalışanların hayati ve özel tehlike bulunan yerlere girmemesi için gerekli tedbirleri alır.
(2)İşyeri dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan hizmet alınması, işverenin sorumluluklarını ortadan kaldırmaz.
(3)Çalışanların iş sağlığı ve güvenliği alanındaki yükümlülükleri, işverenin sorumluluklarını etkilemez.
(4)İşveren, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerinin maliyetini çalışanlara yansıtamaz.
Aynı kanunun “Risklerden Korunma İlkeleri ” kenar başlıklı 5.maddesine göre;
(1)İşverenin yükümlülüklerinin yerine getirilmesinde aşağıdaki ilkeler gözönünde bulundurulur.
a)Risklerden kaçınmak.
b)Kaçınılması mümkün olmayan riskleri analiz etmek.
c) Risklerde kaynağında mücadele etmek.
ç) İşin kişilere uygun hale getirilmesi için işyerlerinin tasarımı ile iş ekipmanı çalışma şekli ve üretim metodlarının seçiminde özen göstermek, özellikle tekdüze çalışma ve üretim temposunun sağlık ve güvenliğe olumsuz etkilerini önlemek, önlenemiyor ise en aza indirmek.
d) Teknik gelişmelere uyum sağlamak.
e) Tehlikeli olanı tehlikesiz veya daha az tehlikeli olanla değiştirmek.
f) Teknoloji, iş organizasyonu, çalışma şartları, sosyal ilişkiler ve çalışma ortamı ile ilgili faktörlerin etkilerini kapsayan tutarlı ve genel bir önleme politikası geliştirmek.
g)Toplu korunma tedbirlerine, kişisel korunma tedbirlerine göre öncelik vermek.
ğ)Çalışanlara uygun talimatlar vermek.
Yine 6331 sayılı Kanun “Risk Değerlendirmesi; Kontrol, Ölçüm ve Araştırma” karar başlıklı 10. maddesinde şu hüküm düzenlenmiştir.
(1) İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden risk değerlendirmesi yapmak veya yaptırmakla yükümlüdür. Risk değerlendirmesi yapılırken aşağıdaki hususlar dikkate alınır.
a) Belirli risklerden etkilenecek çalışanların durumu,
b) Kullanılacak iş ekipmanı ile kimyasal madde ve müstahzarların seçimi,
c) İşyerinin tertip ve düzeni,
ç)Genç, yaşlı, engelli, gebe veya emziren çalışanlar gibi özel politika gerektiren gruplar ile kadın çalışanların durumu,
2)İşveren, yapılacak risk değerlendirmesi sonucu alınacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri ile kullanılması gereken koruyucu donanım veya ekipmanı belirler.
(3)İşyerinde uygulanacak iş sağlığı ve güvenliği tedbirleri, çalışma şekilleri ve üretim yöntemleri, çalışanların sağlık ve güvenlik yönünden korunma düzeyini yükseltecek ve işyerinin idari yapılanmasının her kademesinde uygulanabilir nitelikte olmalıdır.
(4)İşveren, iş sağlığı ve güvenliği yönünden çalışma ortamına ve çalışanların bu ortamda maruz kaldığı risklerin belirlenmesine yönelik gerekli kontrol, ölçüm, inceleme ve araştırmaların yapılmasını sağlar.
Görüldüğü üzere, işverenin çalışanlarla ilgili sağlık ve güvenliği sağlama yükümlülüğünün çerçevesi, 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 4. maddesinde çizilmiştir. Bu çerçevede işverenin, “Çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu belirtildikten sonra, yapacağı ve uymakla yükümlü bulunacağı bir takım esaslara yer verilmiştir. Bunun gibi 5.maddede işverenin anılan yükümlülüklerle gerçekleştireceği korunma sırasında uyacağı ilkeler belirlenmiştir. 10. maddede ise işyerinde sağlık ve güvenlik sağlanırken, işverenin yapacağı risk değerlendirmesi çalışmasında dikkate almakla yükümlü bulunduğu hususlar belirlenmiştir. (HGK. 09/10/2013 tarih, 2013/21-102 Esas, 2013/1456 Karar)
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu işverenlerin yükümlülüklerini belirlerken aynı zamanda çalışanların da yükümlülüklerini belirlemiştir.
Kanunun 19. maddesine göre;
(1)Çalışanlar, iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili aldıkları eğitim ve işverenin bu konudaki talimatları doğrultusunda, kendilerinin ve hareketlerinden veya yaptıkları işten etkilenen diğer çalışanların sağlık ve güvenliklerini tehlikeye düşünmemekle yükümlüdür.
(2)Çalışanların, işveren tarafından verilen eğitim talimatları doğrultusunda yükümlülükleri şunlardır.
a)İşyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tehlikeli madde, taşıma ekipmanı ve diğer üretim araçlarını kurallara uygun şekilde kullanmak, bunların güvenlik donanımlarını doğru olarak kullanmak, keyfi olarak çıkarmamak ve değiştirmemek.
b)Kendilerine sağlanan kişisel koruyucu donanımı doğru kullanmak ve korumak.
c) İşyerindeki makine, cihaz, araç, gereç, tesis ve binalarda sağlık ve güvenlik yönünden ciddi ve yakın bir tehlike ile karşılaştıklarında ve koruma tedbirlerinde bir eksiklik gördüklerinde, işverene veya çalışan temsilcisine derhal haber vermek,
ç)Teftişe yetkili makam tarafından işyerinde tespit edilen noksanlık ve mevzuata aykırılıkların giderilmesi konusunda, işveren ve çalışan temsilcisi ile işbirliği yapmak.
d)Kendi görev alanında iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için işveren ve çalışan temsilcisi ile işbirliği yapmak.
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanununun 37. maddesiyle 4857 sayılı Kanunun 2. maddesinin dördüncü fıkrası, 63. maddesinin dördüncü fıkrası, 69, maddesinin dördüncü, beşinci ve altınca fıkraları, 77,78,79,80,81,83,84,85,86,87,88,89,95,105 ve geçici 2. maddeleri yürürlükten kaldırılmış, 4857 sayılı Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde yer alan ” İş Sağlığı ve güvenliği hükümleri saklı kalmak üzere” ifadesi ile 98. maddesinin birinci fıkrasında yer alan ” 85. madde kapsamındaki işyerlerinde ise çalıştırılan her işçi için bin Yeni Türk Lirası” ifadesi metinden çıkartılmıştır.
Yine 6331 sayılı Kanunun “Atıflar ” kenar başlığını taşıyan geçici 1. maddesinde “(1) Diğer mevzuatta iş sağlığı ve güvenliği ile ilgili olarak 4857 sayılı Kanuna yapılan atıflar bu kanuna yapılmış sayılır” hükmü düzenlenmiştir.
Yukarıda yapılan bu açıklamalardan sonra 818 sayılı Borçlar Kanununun 332. maddesinin karşılığı olarak çağdaş yaklaşımla düzenlenen 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 417. maddesinin 2. fıkrasında; “İşveren, iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak; işçilerde iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlü” olacağı belirtilerek, İş Kanununun 77/1. maddesiyle bütünlük sağlandığı gibi 3. fıkrasında; “İşverenin yukarıdaki hükümler dahil kanuna ve sözleşmeye aykırı davranışı nedeniyle işçinin ölümü, vücut bütünlüğünün zedelenmesi veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmini sözleşmeye aykırılıktan doğan sorumluluk hükümlerine tabi” olduğu hükme bağlanmak suretiyle, hizmet sözleşmesinden kaynaklanan sorumluluğun hukuki niteliği konusunda tartışmalar sona erdirilmiş, sözleşmeye aykırılıktan kaynaklanan ölüme ve vücut bütünlüğünün zedelenmesine veya kişilik haklarının ihlaline bağlı zararların tazmininde sözleşmeden doğan sorumluluk hükümlerinin uygulanacağı öngörülmüştür.
4857 sayılı İş Kanununun 77. ve devamı maddelerini yürürlükten kaldıran 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu 4. ve 5. maddelerde işverenin yükümlülüklerini, 19. maddede de çalışanların yükümlülüklerinin çağdaş anlaşıyla daha ayrıntılı ve somut olarak ortaya koymuş ve kusur sorumluluğunun sınırlarını kusursuz sorumluluğun sınırlarına yaklaştırmıştır.
6331 sayılı Kanunun 4. ve 5. maddeleri ile buna uygun olarak çıkarılan iş sağlığı ve güvenliği yönetmelikleri hükümleri işverenin sorumluluğunu objektifleştiren kriterler olarak değerlendirilmelidir. Bu sebeple mevzuatta yer alan tenik iş kurallarına uyulmaması işverenin kusurlu davranışı olarak kabul edilmelidir. Ancak işveren sadece anılan yazılı kurallara değil, yazılı olmayan ve teknolojinin gerekli kıldığı önlemlere aykırı davrandığında da kusurlu görülerek oluşan zararı karşılamalıdır.
Öte yandan objektifleştirilen kusur, kusur sorumluluğunu kusursuz sorumluluğa yaklaştırsa da, onu kusursuz sorumluluk haline dönüştüremez. Çünkü, bazı istisnalar dışında işverenin sorumluluğu için kusurun varlığı şarttır. Ancak Türk Borçlar Kanununun 417/2. maddesi, Anayasa ve 6331 sayılı Kanun hükümleri objektifleştirilmiş kusur sorumluluğu ilkesi gereğince işverenin sorumluluğunu oldukça genişletmiştir.
Öte yandan işvereni, zararlandırıcı olay nedeniyle sorumluluktan kurtaracak olan durum, eylem ile meydana gelen zarar arasındaki uygun illiyet rabıtasının kesilmesidir. Kusursuz sorumlulukta olduğu gibi kusur sorumluluğunda da illiyet bağı; mücbir sebep, zarar görenin ve üçüncü kişinin ağır kusuru nedenleriyle kesilebilir. Uygun illiyet bağının kesildiğinin ispatı halinde, işverenin sorumluluğuna gidilmesi mümkün değildir. (HGK, 20/03/2013 tarih, 2012/21-1121 Esas, 2013/386 Karar)
Dosya kapsamındaki kayıt ve belgelerden; müteveffa sigortalının, davalı ….. Ltd.Şti. adlı işyerinde elektrik teknikeri olarak çalıştığı, olay günü yüksek gerilim hattı seksiyoner girişinde, arıza giderme aşamasında bulunduğu direkten elektrik çarpması sonucu düşmesiyle vefat ettiği, 08/05/2015 tarihli SGK Müfettiş inceleme raporunda olayın iş kazası olduğunun ve işverenin İş Sağlığı ve İş Güvenliği Mevzuat hükümlerine aykırı davranışı nedeniyle söz konusu kazada %100 kusurlu olduğunun belirtildiği, mahkemece aldırılan 27/06/2016 tarihli kusur bilirkişi raporunda, olayın meydana gelmesinde müteveffa sigortalının % 40 oranında, davalı Dedaş’ ın % 20 oranında, davalı … şirketinin % 40 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, anılan rapora tarafların itirazı üzerine alınan 23/05/2017 tarihli kusur bilirkişi raporunda; müteveffa sigortalının % 10 oranında, davalı …’ ın % 30 oranında, davalı … şirketinin % 40 oranında, dava dışı …Nakliyat İnş…Ltd.Şti. Nin % 10 oranında, dava dışı Edessa şirketinin personeli …’ın % 10 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, mahkemece 23/05/2017 tarihli raporun hükme esas alındığı ancak bahse konu bu raporlar arasında çelişki olduğu gibi raporlarda olayın meydana gelmesini önleme yönünden işverenin alması gerekli veya alabileceği önlemlerin neler olduğu, hangi önlemleri aldığı, hangi önlemleri almadığı, alınan önlemlere işçinin uyup uymadığı gibi hususların ayrıntılı bir biçimde incelemek suretiyle kusurun aidiyeti ve oranı hususlarının duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanmadığı , mahkemenin de bu raporlar ile yetinerek karar verdiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece yapılacak iş; hüküm altına alınacak tazminat miktarlarına etkisi bakımından, aynı olaya ilişkin ceza ve rücu dava dosyasındaki kusur raporunun da dosya kapsamına getirtilerek -verilen kararların kesinleşip kesinleşmediğinin gözetilerek, A sınıfı İş güvenliği uzmanlarından oluşturulacak bilirkişi heyetine konuyu yukarıda açıklandığı biçimde incelettirmek, tarafların iş kazasının gerçekleşmesindeki kusur oranlarını – tarafların dosyada mevcut kusur raporlarına itirazları da göz önünde tutulmak suretiyle- her türlü şüpheden uzak şekilde tespit ettirmek, dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler ile taraflar lehine oluşan usuli kazanılmış hakları da gözeterek bir karar vermekten ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalı …. vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve … Bölge Adliye Mahkemesi …Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin kararı kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: 1- Davacıların ve davalı …. nin temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin, temyiz olunan … Bölge Adliye Mahkemesi …. Hukuk Dairesi kararının yukarıda yazılı sebeplerden dolayı 6100 sayılı HMK’nun 373/1. maddesi uyarınca kaldırılmasına, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda belirtilen nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılar ve davalı ….’ne iadesine, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesi’ne, karardan bir örneğin de Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, 16/11/2021 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Exit mobile version