EVLİLİK DIŞI DOĞAN BAŞKASINA AİT ÇOCUĞUN NÜFUSA KAYIT İŞLEMİ- EVLATLIK İLİŞKİSİNİN KALDIRILMASI

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS: 2010/21149
KARAR:2012/2202

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Kartal 2. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ :24.06.2010
NUMARASI :Esas no: 2007/31 Karar no:2010/316

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 09.02.2012 günü temyiz eden davacı S. Y.. vekili Av. S. G.. geldi. Karşı taraf davalı M. Y.. ile vekili ve diğer davalı Nüfus Müdürlüğü temsilcisi gelmedi. Gelenin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Davacı 28.05.1978 tarihinde bekar olarak ölen M. M..’nun evlilik dışı çocuğunu yanına alıp baktığını, sonra onu kendisi doğurmuş gibi nüfusuna tescil ettirdiğini beyanla, gerçek olmayan nüfus kaydının iptalini talep etmiştir.

Mahkeme ise davacının, davalıyı kimsesiz kalması sebebiyle yanına manevi evlatlık şeklinde almasını, beraber yaşamış olmalarını kanunen evlatlık ilişkisi kurulmuş olarak yorumlayarak, evlatlık ilişkisinin iptaline karar verilmesi talebi varmış gibi hüküm kurmuştur.

Davalının nüfusa tescil edildiği tarih olan 18.12.1981’de yürürlükte bulunan 743 sayılı Medeni Kanun uyarınca, hukuken geçerli bir evlatlık ilişkisi için mahkemece evlat edinmeye dair izin verilmiş olması ve noterce evlat edinme sözleşmesinin yapılmış olması gereklidir. Bu şartların varlığı halinde evlatlık ilişkisinin nüfusa tescil edilmemiş olması herhangi bir sakınca doğurmayacağı gibi, bahsedilen şartların yokluğunda evlatlık ilişkisinin nüfusa geçirilmesi de hukuki bir sonuç doğurmayacak, yok sayılan bir işlemle yanlış nüfus kaydı oluşmuş sayılacaktır.

Olayımızda ise evlatlık ilişkisinin aradığı kanuni koşullar bulunmadığı, davacının kimsesiz kalan davalıyı küçüklüğünde acıma duygusuyla yanına alıp kendisinin evlilik dışı ilişkisinden doğma çocuğu gibi gerçeğe aykırı bir beyanla tescil ettirmesi nedeniyle hukuka aykırı şekilde oluşan kaydın iptali istenmiştir.

Bu haliyle mahkemece davanın nüfusta yanlış beyanla oluşan anne adına dair kaydın iptali olarak kabul edilmesi, davalının gerçek annesi olarak bildirilen M. M..’nun mirasçılarının da davaya katılmalarının sağlanarak yargılamaya devam edilmesi gerekirken, hukuki yanılgı sonucu davanın evlatlık ilişkisinin iptali (kaldırılması) olarak kabul edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

2-Kabule göre de; evlatlık ilişkisinin iptali (kaldırılması) davasının Türk Medeni Kanununun ikinci kitabında yer alan davalardan olması sebebiyle Aile Mahkemesince görülmesi gerekirken Asliye Hukuk Mahkemesinde görülerek davanın esası hakkında karar verilmiş olması da usul ve yasaya aykırılık oluşturur.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1. bentte açıklanan sebeple BOZULMASINA, duruşma için taktir olunan 900 TL. vekalet ücretinin Melek’ten alınıp Selma’ya verilmesine, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.09.02.2012 (Prş.)

BELİRSİZ ALACAK DAVASI OLARAK AÇILAN DAVANIN HUKUKİ YARAR YOKLUĞU SEBEBİ İLE USULDEN REDDEDİLMESİ DURUMUNDA, BU HATANIN “ DÜZELTİLEBİLİR BİR YANLIŞLIK ” OLDUĞUNUN KABULÜ İLE SONRADAN AYNI TALEPLERLE AÇILAN DAVADA DAVACININ 6098 SAYILI KANUNUN 158. MADDESİNDE DÜZENLENEN EK SÜREDEN FAYDALANMASI

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/27790
KARAR: 2020/825

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:İş Mahkemesi

DAVA TÜRÜ: ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacılar vekili, davacıların murisinin davalı Belediye bünyesinde vefat tarihi olan 26.01.2009 tarihine kadar çalıştığını çalıştığını, murisleri …sendikasına üye olmasına rağmen, sendikanın taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmadığını ileri sürerek, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan bir kısım alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz Başvurusu:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.2. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, daha önce açılan davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddi üzerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 158. maddesinde öngörülen sürede yeniden dava açılması halinde zamanaşımının ilk dava tarihine göre belirlenip belirlenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler belirlenmiş olup, anılan maddenin 2. fıkrasında alacaklının, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuş olması halinde zamanaşımı süresinin kesileceği düzenlenmiştir.Kanunun 158. maddesinde ise “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir. ” hükmü yer almaktadır.

Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 esas-karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir.

Bu noktada, belirsiz alacak davası olarak açılan davada, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddinin, 6098 sayılı Kanun’un 158. maddesinde düzenlenen “düzeltilebilir bir yanlışlık” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Kanun maddesinde yetkisizlik veya görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları ayrıca düzenlenmiş olup “düzeltilebilir bir yanlışlık” kavramı, yalnızca yetkisizlik ve görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları anlamında yorumlanamaz. Düzeltilebilmesi mümkün bir hata sebebi ile dava usulden reddedildiğinde, davacıya ek süre hakkı tanınması, hakkın doğası ve adil yargılanma hakkının doğal gereğidir. 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki hüküm, bazı usul hataları sebebi ile davanın reddi halinde doğabilecek adaletsizliğin önüne geçmek amacı ile düzenlenmiştir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile dava şartının eksik olması, yeni açılacak bir dava ile düzeltilebilir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddedilen davadan sonra aynı taleplerle açılacak davada, önceki dava maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Görev ve yetki de hukuki yarar gibi dava şartı olup, görev ve yetki bakımından dava şartı eksikliği sebebi ile verilen ret kararından sonra altmış günlük ek süre tanınmasına imkan veren Kanunun, aynı kapsamda sayılan hukuki yarar yokluğu sebebi ile ret halini “düzeltilemez bir yanlışlık” olarak kabul ettiğini söylemek adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz.

Davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararı bulunmadığı halde, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebi ile usulden reddedilmesi durumunda, bu hatanın “ düzeltilebilir bir yanlışlık ” olduğunun kabulü ile sonradan aynı taleplerle açılan davada davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesinde düzenlenen ek süreden faydalanması gerektiği kabul edilmelidir. Böylece Kanunda öngörülen altmış günlük süre içinde dava açıldığı takdirde, zamanaşımı yönünden ilk dava tarihinin dikkate alınması mümkün olabilecektir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8 maddesinde işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklar da ücret alacağı mahiyetinde oldukları için beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.Açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirilecek olursa; davacı kıdem tazminatı farkı, fark ücret, fark ikramiye, fark sosyal hak alacaklarının tahsili talebi ile … 3. İş Mahkemesinin 2015/434 esasına kayıtlı belirsiz alacak davasını açmış olup, mahkemece davanın kabulüne dair kararın Dairemizce bozulması üzerine, bozmaya uyularak davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir. Ret kararı ise, Dairemizin 2015/24447 E., 2015/29315 K. sayılı, 20.10.2015 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Davacı vekili, onama kararının 23.11.2015 tarihinde tebliğ edildiğini, onama kararının tebliğ tarihi dikkate alındığında, davanın altmış günlük ek süre içinde açıldığını ileri sürmüş ise de, iş mahkemelerinde karar düzeltme yolu kapalıdır. Mahkemece verilen karar, Yargıtay’ın onama kararı ile kesinleşir. Kanundaki istisnai düzenlemeler dışında, onama kararının taraflara tebliğ zorunluluğu da bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca altmış günlük sürenin başladığı tarihin, onama kararının tebliğ tarihi değil, onama tarihi olarak kabulü gerekir. Belirsiz alacak davasının usulden reddine dair mahkeme kararının, Dairemizin 20.10.2015 tarihli kararı ile onandığı, eldeki davanın ise 21.01.2016 tarihinde açıldığı dikkate alındığında altmış günlük sürenin geçtiği anlaşılmaktadır. Bu halde davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki ek süreden yararlanabilmesi mümkün değildir. Dava konusu fark ücret alacakları, fark ikramiye alacakları ve sosyal hak alacakları yönünden beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, davalının zamanaşımı savunmasına değer verilerek, bu alacakların zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 21.01.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ARAÇ İÇERİSİNDE KAVGA – TRAFİK KAZASI – BAKICI GİDERLERİ- HATIR TAŞIMASI

T.C

YARGITAY

17.Hukuk Dairesi

ESAS: 2018/176

KARAR:2020/6870

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacı vekili ile dahili davalı vekili tarafından talep edilmiş, davacı vekilince de duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 04.11.2020 Çarşamba günü davacı … ve vekili Av. … geldi. Davalılar tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacı ve vekili dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, 31/01/2006 tarihinde davalıların işleteni, sürücüsü ve trafik sigortacısı oldukları aracın karıştığı kaza sonucu araçta bulunan davacının ağır şekilde yaralandığını, yüzünde daimi izler ve vücudunda kalıcı hasarlar kaldığını, efor kaybına uğradığını, kazadan önce edebiyat öğretmenliği yapan davacının tedavi görmesi nedeniyle bir süre çalışamadığını, tedavisi bitip çalışmaya başladığında ise geri hizmete alındığını ve kazancının düştüğünü, tedavisi için hastane ve tedavi masrafı ödediğini, taburcu olduktan sonra da tedavi için ulaşım masrafları yaptığını, kendisine bir süre özel bakıcı tutulduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 30.000,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 70.000,00 TL tazminatın (davalılardan sigorta şirketinin sorumluluğu poliçe ile sınırlı ve sadece maddi tazminat yönünden olmak kaydıyla) 31/01/2006 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı vekili; 27.10.2015 tarihli dilekçe ile 18.000,00 TL talep ettiği sürekli işgöremezlik zarar talebini 181.863,33 TL olarak ve 100,00 TL talep ettiği tedavi amaçlı yol ve bakım gideri talebini 3.055,00 TL olarak ıslah etmiştir.

Davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş. vekili, hatır taşıması mevcut ise tazminattan indirim yapılması gerektiğini ve davalı şirketin temerrüde düşmediği gibi davanın açılmasına da sebebiyet vermediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … Turizm Emlak Oto İnş. Gıda San. Tic. Ltd. Şti. vekili; davanın zamanaşımına uğradığını, davalının işleten konumunda olmadığını ve alkollü olduğunu bildiği halde davalı …’ın aracına binen davacının bu davayı açamayacağını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … vekili; davacının uzun yıllardır bipo kişilik bozukluğu nedeniyle tedavi gördüğünü, davacının ilaçlarını almaması ve alkolün etkisiyle davalının aracı sevk ve idare ettiği sırada el kol hareketleriyle davalıya saldırması sonucu kazanın meydana geldiğini, davacının hatır için taşındığını ve emniyet kemerini takmadan yolculuğa devam ettiğini, geri hizmete alınma nedeninin kaza olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Dahili davalı SGK vekili, davacının talebinin zamanaşımına uğradığını, davacının davalı Kuruma başvurması ve yasal koşulları taşıması durumunda SUT hükümleri gereğince işlem yapılacağını ve davalı … şirketlerinin sorumluğunun sona ermediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, davacının maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkin davasının kısmen kabulü ile davacının geçici olarak çalışamadığı dönemdeki ek ders ücreti kaybı nedeniyle zararı olarak 842,00 TL, sürekli kısmi işgöremezlik zararı olarak 118.211,20 TL, tedavi amaçlı yol ve bakım gideri zararı olarak 1.985,75 TL olmak üzere toplam 121.038,95 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 31/01/2006 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalılar … ve … Turizm Emlak Oto İnş. Gıda

San. Tic. Ltd. Şti.’nden müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat talebinin reddine; davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş.’nin sorumlu olduğu poliçe limiti dahilinde yargılama sırasında davacıya ödeme yapması nedeniyle davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş.’ne karşı açılan maddi tazminat davasının konusuz kaldığı anlaşıldığından davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş.’ne karşı maddi tazminat talebi bakımından karar verilmesine yer olmadığına; davacının trafik kazasından kaynaklı belgeli tedavi masrafları zararı olarak toplam 2.965,50 TL maddi tazminatın ödeme tarihinden (2.665,50 TL bakımından 02/02/2006 tarihinden, 135,00 TL bakımından 17/02/2006 tarihinden, 90,00 TL bakımından 15/02/2006 tarihinden, 15,00 TL bakımından 22/02/2006 tarihinden, 60,00 TL bakımından 13/02/2006 tarihinden) itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte dahili davalı … Başkanlığı’ndan alınarak davacıya ödenmesine; davacının manevi tazminat talepli davasının kısmen kabulü ile 16.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi olan 31/01/2006 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalılar … ve … Turizm Emlak Oto İnş. Gıda San. Tic. Ltd. Şti.’nden müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya dair manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili ve dahili davalı … Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde ve özellikle, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporundaki hesaplamanın hükme esas alınmasında ve manevi tazminatın takdirinde B.K.nun 47.maddesindeki özel haller dikkate alınarak hak ve nasafet kuralları çerçevesinde karar verilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre dahili davalı SGK vekilinin tüm ve davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, cismani zarar nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, davacı tarafça yapılan yargılama giderlerinin davanın kabul oranına göre davacı tarafa verilmesi yerine hazineye irat kaydına hükmedilmesi doğru olmayıp bozma nedeni ise de, bu yanılgıların giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, kararın 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/II. maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK’nın 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle dahili davalı SGK Başkanlığı vekilinin tüm ve davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hüküm fıkrasının 4 numaralı bendinde yer alan “hazineye irat kaydına” ibaresinin hüküm fıkrasından çıkartılmasına, yerine “davacıya verilmesine” ibaresinin yazılmasına, hükmün bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 2.540,00 TL vekalet ücretinin davalılardan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, 492 Sayılı Harçlar Yasasının 13/J maddesi uyarınca dahili davalı … Başkanlığından harç alınmamasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 11/11/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

GECE VAKTİ YAĞMA – BERAAT

T.C.
ŞANLIURFA
3. AĞIR CEZA MAHKEMESİ

DOSYA NO : 2009/72
KARAR NO : 2009/115
C.SAVCILIĞI ESAS NO : 2009/1969

GEREKÇELİ KARAR
T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A

BAŞKAN : CELAL DURSUN 36951
ÜYE : AZİZ SAĞIR 37016
ÜYE : ZEYNEP ATEŞ 107669
C. SAVCISI : RAMAZAN ŞEREMET 38106
KATİP : MEHMET YAVUZ 110317

DAVACI : K.H.
MAĞDUR : G.G
SANIK : M. S. K
MÜDAFİİ : Av. SELİM HARTAVİ,
TUTUKLAMA – TAHLİYE : tutuklama 06/04/2009 – tahliye 13/04/2009

SUÇ : Gece Vakti Yağma
SUÇ TARİHİ / SAATİ : 06/03/2009
SUÇ YERİ : ŞANLIURFA/MERKEZ
KARAR TARİHİ : 25/06/2009

Yukarıda açık kimliği yazılı sanık/sanıklar hakkında mahkememizde yapılan duruşma sonunda:

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

İDDİA : Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının 07/04/2009 tarih ve 2009/1969 esas, 2009/135 sayılı iddianamesi ile; mağdurun 06/03/2009 günü saat 19:30 sıralarında işyerinden çıkarak yaya olarak ikametine gitmek üzere ilimiz Şehitlik kavşağını geçerek Mahmut Yıldız üst geçidine yetişmeden otobüs durağının arkasından geçtiği sırada şüphelinin mağdurun sırtına bir tekme vurarak mağdurun elindeki içerisinde makyaj malzemeleri ve önemsiz kartlar bulunan çantayı almaya çalıştığı, mağdurun direnmesi üzerine şüphelinin mağduru çanta ile birlikte sürüklemesi üzerine mağdurun çantayı bıraktığı, şüphelinin çantayı alarak ilimiz İpekyol mh. Atakan apt. No:11 sayılı ikametin merdivenlerinin üzerine içerisindekileri dağıtarak bıraktığı, müştekinin belirtmiş olduğu eşgallere uyan şüphelinin olayın akabinde polis memurlarınca yakalandığı, şüphelinin, müştekiye 06/04/2009 tarihinde yaptırılan teşhisinde müştekinin şüpheliyi tam ve net olarak teşhis ettiğini, çantasını zorla alan şahsın şüpheli M. S. K. olduğunu beyan ettiği, şüphelinin alınan beyanında üzerine atılı suçu kabul etmediği, şüphelinin bu şekilde üzerine atılı suçu işlediğinden bahisle cezalandırılması için mahkememize kamu davası açılmıştır.

C.SAVCISI ESAS HAKKINDAKİ İDDİA VE GÖRÜŞÜNDE: Her ne kadar sanık M. S. K. hakkında mağdur G. G.e yönelik yağma suçundan dava açılmış ise de; sanığın atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetini gerektirecek her türlü şüpheden uzak delil bulunmadığından sanığın beraatine karar verilmesi talep ve mütalaa olunmuştur.

SAVUNMA:
Sanık M.S.K savunmasında: Olay tarihinde akşam saatlerinde evinden çıkıp ipekyol mahallesinde bir kahvehaneye gittiğini, polislerin durdurarak bir kapkaç olayına karıştığını söylediklerini, hiçbir şekilde suçlamayı kabul etmediğini, böyle bir olaya karışmadığını savunmuştur.
Mağdur G. G. beyanında: Olay tarihinde havanın kararmış olduğu bir saat diliminde kapkaç olayına maruz kaldığını, bu esnada omzuna asılı biçimde taşıdığı omuz çantasını arkasından tekme atmak suretiyle kendisini yere düşürerek bir kişinin aldığını, havanın karanlık olması, sanığın boynuna siyah-beyaz puşi takmış oluşu sebebiyle sanığı kesin biçimde göremediğini, ancak gördüğü kadarıyla saçlarının uzun olduğu ve kirli sakalı olduğunu, huzurda bulunan sanığın şuanki halinin olaya karışan kişiye benzemediğini ancak daha önce yaptırılan teşhiste sanığın halinin farklı olduğunu, yine de yüzde yüz kesinlikle bir teşhis yapamadığını ancak teşhiste gösterilen şahsın büyük ihtimal çantasını alan kişi olduğunu düşündüğünü beyan etmiştir.

DELİLLER, DELİLLERİN TARTIŞILMASI VE DEĞERLENDİRİLMESİ, ULAŞILAN KANAAT, SABİT GÖRÜLEN FİİL VE SUÇUN NİTELENDİRİLMESİ:

Dosya incelenip tüm deliller değerlendirilmşitir. Şanlıurfa Cumhuriyet Başsavcılığının iddianamesi ile olay tarihinde sanığın mağdurun sırtına tekme ile vurarak mağdurun elindeki çantayı almaya çalıştığı, mağdurun direnmesi üzerine sanığın mağduru çanta ile sürükleyerek mağdurun çantayı bırakmasını sağladığı belirtilerek kamu davası açılmıştır. Sanık tüm aşamalarda suçlamayı reddetmiştir. Mağdurenin 06/03/2009 tarihli emniyetteki ifadesinde olayın meydana geldiği yer karanlık olduğu için şahsın eşkalini tam olarak görmediğini, bu yüzden şahsı görse de tanıyamayacağını ifade etmesi, 06/04/2009 tarihinde mağdur sanığı teşhis etse de bu teşhisin olaydan 1 ay sonra yaptırılması ve sanık haricinde teşhise alınanların yaşları konusnuda bilgi bulunmamasının bu teşhis hakkında kuşku uyandırması, sanık ilk yakalandığında polislerden kaçmadığının ve bu sebeple sırtının terli olmadığının polis tutanağı ile tespit edilmiş oluşu, sanık aleyhine de başkaca delil bulunmaması karşısında beraate dair aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

H Ü K Ü M: Yukarıda açıklanan gerekçeye göre;
Her ne kadar sanık M. S. K hakkında mağdur G.G’e yönelik yağma suçundan dolayı cezalandırılması istemi ile kamu davası açılmış ise de; sanığın atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetini gerektirecek her türlü şüpheden uzak kesin ve yeterli delil elde edilemediğinden sanığın atılı suçtan BERAATİNE,
Yargılama giderlerinin kamu üzerinde bırakılmasına,
Beraat eden sanığın kendisini vekaletnameli avukat ile temsil ettirmesi sebebiyle Avukatlık Ücret Tarifesinin 13/son maddesi hükümleri göz önüne alınarak 1.250 YTL ücret-i vekaletin Hazineden tahsili ile sanığa verilmesine,
Beraat edip tutuklulukta kalan sanığa CMK’nun 141 ve devamı maddeleri gereğince tazminat isteme hakkının olduğunun bildirilmesine(Haklar ve tazminat usulü bildirildi),
İlişkin, isteğe uygun olarak verilen hüküm sanık, sanık müdafii, mağdur ve mağdur vekilinin yüzüne karşı verildiğinden açıklamadan itibaren bir hafta içinde mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine beyanda bulunulması yoluyla, İstinaf Mahkemelerinin henüz göreve başlamaması sebebiyle, Yargıtay yolu açık olmak üzere, C.Savcısı Ramazan Şeremet (38106)’in huzuru ile açıkça okunup, gerekçesi ana çizgileri ile anlatıldı.25/06/2009

Başkan 36951

Üye 37016

Üye 107669

Katip 110317

İHTİYARİ DAVA ARKADAŞLARI ARASINDA, DAVACILAR YARARINA AYRI AYRI VEKALET ÜCRETİNE HÜKMEDİLMESİ

TÜRK MİLLETİ ADINA
T.C.
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2019/5419
KARAR NO : 2020/8297

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Şanlıurfa 1. Asliye Hukuk Mahkemesi
TARİHİ : 27/06/2019
NUMARASI : 2019/53-2019/571
DAVACILAR : 1-R. A.
2-E. C.
DAVALI : Güvence Hesabı

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davacıların babası Muhittin A’in sürücüsü olduğu aracın karıştığı tek taraflı trafik kazasında araçta yolcu olarak bulunan müvekkillerinin annesi Yaze A’in vefat ettiğini, diğer müvekkilleri Esma ve Ayşe’nin ağır yaralandığını, kazada vefat eden Muhittin’in asli kusurlu olduğunu, davacıların Yaze A’in desteğinden yoksun kaldıklarını, Esma ve Ayşe’nin ağır yaralanarak iş ve güçten yoksun kaldıklarını belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla her bir davacı için 1.000,00’er TL olmak üzere 7.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile davacı Esma için 500,00 TL, Ayşe için 500,00 TL olmak üzere tedavi gideri ile işgöremezlik tazminatı olmak üzere toplam 8.000,00 TL’nin ihbar tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemiş, Yakup için 323,33 TL, Hamza için 10.142,42 TL, Ayşe için 19.313,73 TL, Helin için 24.116,30 TL, olmak üzere toplam 58.698,35 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve Esma için 57.276,36 TL, Ayşe için 150,000,00 TL olarak talepleri ıslah etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, Dairemizin ilgili bozma ilamına uyulmasına karar verilerek toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre;Davacı Esma A yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 1.000,00 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, Davacı Yakup A. yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 323,33 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, Davacı Hamza A. yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 10.142,42 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,Davacı Ayşe A. yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 19.313,73 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davacı Helin A. yönünden açılan destekten yoksun kalma tazminatı talebinin kabulü ile 24.116,30 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davacı Ayşe A. yönünden açılan iş göremezlik tazminatı talebinin kabulü ile 150.000,00 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,
Davacı Esma A. yönünden açılan iş göremezlik tazminatı talebinin kabulü ile 57.276,36 TL tazminatın 22/04/2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,Davacılar Mehmet A. ve Rıdvan A. yönünden açılan destekden yoksun kalma tazminatı talebinin reddine, karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Dava, trafik kazasından kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.
Davacılar ihtiyari dava arkadaşları olduğundan, davacılar yararına ayrı ayrı vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, tüm tazminat toplamı üzerinden tek vekalet ücreti takdir edilmiş olması doğru olmayıp bozma sebebi ise de; bu yanılgının giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, hükmün 6100 sayılı HMK’nun geçici 3/II. maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK’nun 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE; (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün J bendinde yer alan “takdir olunan 21.680,32 TL vekalet ücretinin davalıdan alınıp davacılara verilmesine” ibaresinin çıkarılarak yerine “davacı Esma için 6.760,39 TL, davacı Yakup için 323,33 TL, davacı Hamza için 2.725,00 TL, davacı Helin için 3.893,95 TL, davacı Ayşe için 16.108,21 TL olmak üzere toplam 28.811,49 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak adı geçen davacılara verilmesine”ibaresinin yazılmasına ve hükmün bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA; peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine, 10/12/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
A.Ş.Sertkaya R.Eğri K.Özerdoğan M.Cebeci Ö.F.Aydıner

Karşılaştırıldı.
AG. S.A.

FETÖ/PDY YAPILANMASIYLA İRTİBATLI OLAN ŞİRKET- İŞÇİ ALACAĞININ TAHSİLİ -KHK İLE KAPATILAN ŞİRKETLER- İDARİ İŞLEMİN İPTALİ VE TAM YARGI DAVASI

T.C.
ŞANLIURFA
2. İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/270
KARAR NO : 2020/1261

DAVACI : Ş. A.
VEKİLİ : AV. SELİM HARTAVİ

DAVALI : ŞANLIURFA VALİLİĞİ

DAVANIN ÖZETİ : Davacı tarafından, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden bahisle ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi nezdinde açılan davanın 675 sayılı KHK uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi sonrasında, 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi uyarınca, işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle davalı idareye yapılan başvurunun, 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddine ilişkin Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Usule ilişkin olarak; davacının hukuki durumunu etkileyen idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir idari işlem bulunmadığından davanın incelenmeksizin reddi gerektiği, esasa ilişkin olarak ise; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinde yer alan şartlar yönünden idarece bir işlem tesis edilmeksizin Mahkemece idare aleyhine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu, davacının talebinin süresinde ve usulüne uygun olarak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği ve davacının herhangi bir alacağının bulunup bulunmadığı hususlarındaki değerlendirmenin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunun görüş ve önerisi çerçevesinde Şanlıurfa İl KHK İşlemeleri Bürosu tarafından neticelendirileceği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliği’nce, dava konusu uyuşmazlık miktarının tek hakim parasal sınırının altında kalması nedeniyle davacı tarafın duruşma talebi yerinde görülmeyerek duruşma yapılmaksızın ve davalı idarenin usule ilişkin itirazları yerinde görülmeyerek, dava dosyası incelenerek işin esası hakkında gereği düşünüldü:

Dava, davacı tarafından, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden bahisle ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili talebiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddine ilişkin Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler” başlıklı 2. maddesinde; “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen; a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum kuruluşları (…) kapatılmıştır.” hükmü düzenlenmiş, ekli (I) sayılı listede Özel OSM Ortadoğu Hastanesi ve Özel Uzmanlar Tıp Merkezi’nin isimlerine yer verilmiştir.

670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Devir işlemlerine ilişkin tedbirler” başlıklı 5. maddesinde;

“(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne veya diğer terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.
(2) Bu madde kapsamında devralınan varlıklardan nakit ve diğer hazır değerler emanet, diğer varlıklar ise nazım hesaplarda izlenir. Nazım hesaplarda izlenen varlıklardan elden çıkarılanların tutarı emanet hesaplarına alınır. Ödenmesine karar verilen borçlar bu emanetlerden ödenerek kalan tutar bütçeye gelir kaydedilir.
(3) Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.
(4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.
(5) (Değişik fıkra: 2/1/2017 – 679 S.K.H.K./6. md) Borçların ödenmesinde, kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay gibi borçlar, çalışanların sigorta primleri, rehinli alacaklar, enerji, iletişim ve su kullanım borçları, çeşidine bakılmaksızın beşyüz Türk Lirasını geçmeyen borçlar ve diğerleri şeklinde sıralama esas alınır. Kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları, kurs, dershane, öğrenci yurtları ve pansiyonlara avans veya peşin ödeme şeklinde kapatma tarihinden sonraki dönemler için ifa edilmiş olan öğrenim ve barınma bedelleri, yukarıda belirtilen sıraya tabi tutulmaksızın iade edilir. (…)” hükmüne yer verilmiştir.

675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Dava ve takip usulü ” başlıklı 16. maddesinde; “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükmü yer almıştır.

Maliye Bakanlığının Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri Uyarınca Kapatılan Kurum ve Kuruluşlar Hakkında Yapılacak İş ve İşlemlere İlişkin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Genelgesinin (2016/1) “İstihkak ve alacak taleplerine yönelik başvuruların değerlendirilmesi” başlıklı 14. maddesinde “(1) Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin istihkak ve alacak talepleri, bunların yönetim merkezinin bulunduğu yerdeki İl KHK İşlemleri Bürosuna gönderilmek üzere alacaklının yerleşim yerindeki İl KHK İşlemleri Bürosuna yapılabilir. (2) Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığı tespit edilen kişilerce kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen alacak ve istihkak talepleri, değerlendirilmek üzere İl KHK İşlemleri Bürosu tarafından görevli İnceleme ve Değerlendirme Komisyonuna iletilir. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu, bu belgelerle birlikte diğer bilgi ve belgeleri de tetkik etmek ve gerektiğinde ilgililerin görüşlerine başvurmak suretiyle alacak ve istihkak taleplerine ilişkin görüş ve önerilerini rapora bağlar. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından düzenlenen raporu, işlem yapılmak üzere İl KHK İşlemleri Bürosuna gönderilir. (3) Borçların ödenmesindeki sıralama dikkate alınmak suretiyle Bakanlıkça belirlenecek tutarı aşmayan istihkak ve alacak talepleri, İl KHK İşlemleri Büroları tarafından sonuçlandırılır. (4) Bakanlıkça belirlenecek tutarı aşan istihkak ve alacak taleplerine ilişkin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu raporu, İl KHK İşlemleri Bürosu tarafından gerekçeli görüşüyle birlikte nihai karar verilmek üzere Bakanlığa iletilir” düzenlemesi yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin haklı bir nedene dayanmaksızın feshedildiğinden bahisle 21/02/2016 tarihinde Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi nezdinde iş sözleşmesinden kaynaklanan işçilik alacaklarının tahsili için dava açtığı, davalı şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nin yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi tarafından, 12/01/2017 tarih ve E:2016/217, K:2017/31 sayılı karar ile 675 sayılı KHK’nin 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğü’ne 14.03.2017 tarihli başvuru dilekçesi ile başvuruda bulunularak iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklarının ödenmesinin talep edildiği, başvurunun davalı idare tarafından tesis edilen 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işlemle 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Davanın Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali istemine yönelik kısmına ilişkin olarak;

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden; kapatılan ve sevk ve idaresi ilgisine göre Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum ve kuruluşların borçlarının ödenmesi ile ilgili olarak bir takım esasların getirildiği, buna göre; devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütüne veya diğer terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemek hususunda davalı idarenin yetkili kılındığı, borçların ödenmesinde, kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay gibi borçlar, çalışanların sigorta primleri, rehinli alacaklar, enerji, iletişim ve su kullanım borçları, çeşidine bakılmaksızın beşyüz Türk Lirasını geçmeyen borçlar ve diğerleri şeklinde sıralamanın esas alınacağı ve kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları, kurs, dershane, öğrenci yurtları ve pansiyonlara avans veya peşin ödeme şeklinde kapatma tarihinden sonraki dönemler için ifa edilmiş olan öğrenim ve barınma bedellerinin ise, yukarıda belirtilen sıraya tabi tutulmaksızın iade edileceğinin, Maliye Bakanlığınca belirlenecek tutarı aşmayan miktar yönüyle taleplerin İl KHK İşlemleri Bürosunca sonuçlandırılacağının, Bakanlıkça belirlenen miktarı aşan tutar yönüyle İl KHK İşlemleri Bürosunun gerekçeli görüşü alınarak Maliye Bakanlığınca bir karar verileceğinin düzenlendiği görülmektedir.

Uyuşmazlıkta, davalı idarece, devralınan şirkete ait 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmakla, kendisine mevzuatta verilen görevleri yerine getirirken her türlü araştırma ve soruşturma imkanına sahip olan idarece, davacının hangi tarihler arasında ilgili kurumda çalıştığı, işe giriş ve işten ayrılış bildirgeleri ile davacının hangi nedenle işten ayrıldığının ve iş sözleşmesi feshinin haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı hususları ile davacının terör örgütleriyle aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılarak davacının ödemeye esas alacağı olup olmadığının tespit edilmesi, akabinde devralınan varlıkların değerini geçmemesi ve ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ve mevzuatta gösterilen sıralamaya tabii olarak işlem tesis edilmesi gerekirken, 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Davanın işçilik alacaklarının ödenmesine karar verilmesi istemine yönelik kısmına ilişkin olarak ise;
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere, davacının talebinin, devralınan şirkete ait 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddedilmeside hukuka uyarlık bulunmadığından, davacının kapatılan kuruluştan olan alacak talebi yönüyle İl KHK İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunca, davacının hangi tarihler arasında ilgili kurumda çalıştığı, işe giriş ve işten ayrılış bildirgeleri ile davacının hangi nedenle işten ayrıldığının ve iş sözleşmesi feshinin haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı hususları ile davacının terör örgütleriyle aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılarak davacının ödemeye esas alacağı olup olmadığının tespit edilmesi, akabinde devralınan varlıkların değerini geçmemesi ve ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması koşulları yönüyle değerlendirme yapılmak suretiyle miktara göre talep hakkında İl KHK İşlemleri Bürosu veya Maliye Bakanlığınca bir karar verilmesi gerektiğinden, davacının işçilik alacağının olup olmadığı, işçilik alacağının bulunması durumunda ödenmesi gereken miktarın ne kadar olduğu idarece yapılacak araştırma ve değerlendirme sonucunda ortaya çıkacağından, bu aşamada davacının işçilik alacaklarının ödenmesi talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Hükmedilmesi gereken vekalet ücreti yönünden yapılan değerlendirme neticesinde ise;
24/11/2020 tarihinde yürürlüğe giren 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Seri davalarda ücret” başlıklı 22. maddesinde; “İhtiyari dava arkadaşlığının bir türü olan seri davalar ister ayrı dava konusu yapılsın ister bir davada birleştirilsin toplamda on dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam avukatlık ücretine, toplamda elli dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %50’si oranında avukatlık ücretine, toplamda yüz dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %40’ı oranında avukatlık ücretine, toplamda yüzden fazla açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %25’i oranında avukatlık ücretine hükmedilir.(…)” düzenlemesi yer almaktadır.

Dava dosyasında ki bilgi ve belgelerden; 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesinde iş sözleşmesi ile çalışan ve sözleşmesinin haklı bir nedene dayanmadan feshedildiğini ileri süren kişiler tarafından, iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklarının ödenmesi talebiyle yapılan başvuruların aynı idarece, aynı gerekçeyle reddedildiği, işlemlere karşı açılan davaların, aynı sebepten doğduğu, aynı konuya ilişkin olduğu ve aynı davalıya karşı açıldığı, Şanlıurfa İdare Mahkemeleri’nde açılan dava sayısının toplamda 100’den fazla olduğu görülmekle, söz konusu davaların seri dava niteliğinde olduğu sonucuna varılmaktadır.

Bu durumda, bakılmakta olan dava ile aynı istemle açılmış çok sayıda dosya bulunması nedeniyle seri dava niteliğindeki söz konusu davalar için, taraflara ölçüsüz bir yükümlülük getirmeyecek biçimde ve taraf vekillerinin harcadığı emek ve mesai dikkate alınarak vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden, 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Seri Davalarda Ücret” başlıklı 22. maddesi ile belirlenen tam ücretin %25’i oranında vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, davacının tazminat istemi hakkında ise karar verilmesine yer olmadığına, dava sonucu itibariyle kısmen iptal, kısmen KVYO ile sonuçlandığından aşağıda dökümü yapılan 216,35-TL yargılama gideri ile 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin yukarıda yer verilen 22. maddesi uyarınca belirlenen 510,00-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, dava açılma aşamasında nisbi olarak yatırılan 119,55-TL harçtan 54,40-TL tutarındaki maktu harcın mahsubu sonucu kalan 65,15-TL harcın ve artan posta ücretinin davacıya iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 45. maddesinin birinci fıkrası gereğince kesin (istinaf yolu kapalı) olarak, 29/12/2020 tarihinde karar verildi.

 

POLİSİN KÖTÜ MUAMELESİ NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRESİ
E. 2004/9784
K. 2006/2598
T. 21.4.2006

TAZMİNAT DAVASI ( 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Süre/Eylemin İdariliğinin Ortaya Çıktığı Tarihten İtibaren Hesaplanması Gerektiği – Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarih )

EYLEMİN İDARİLİĞİNİN ORTAYA ÇIKTIĞI TARİH ( Tazminat Davası/2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Süre – Kötü Muamelede Bulunduğu İddia Edilen Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarih )

POLİSİN KÖTÜ MUAMELESİ NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI ( Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarihin 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Başlangıcı Olacağı )
SÜRE ( Polisin Kötü Muamelesi Nedeniyle Tazminat Davası – Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarihin 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Başlangıcı Olacağı )

2577/m. 13

ÖZET : Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan zarar olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde olup olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekir.

İstemin Özeti : Davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen 50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Malatya İdare Mahkemesince davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın, davacı tarafından temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. D.Tetkik Hakimi : Aydın Akgül

Düşüncesi : Dava, davacının ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı Yasayla öngörülen tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdarenin yürüttüğü faaliyet alanındaki eylemlerin idariliği ve bu eylemlerden doğan zarar, bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Olayda, eylemin idariliği kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla dava süresinin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiği veya davacı tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekmekte; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararın öğrenilmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı : Nevzat Özgür

Düşüncesi : İdare ve Vergi Mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, sözkonusu maddede belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile bozma kararına uyularak verilen temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen 50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle istemiyle açılmıştır.
Malatya İdare Mahkemesince; davacının 5.12.1998 tarihinde ifadesi alınmak üzere karakola götürüldüğü sırada kötü muameleye uğraması nedeniyle manevi zararın da aynı tarihte öğrendiğinin kabulü gerekeceği, bu tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvuruda bulunulmadığından, bu süre geçtikten sonra yapılan 11.2.2002 tarihli başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle; davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulmasını istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.

Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.

Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.

Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Dava ve temyiz dosyasının birlikte incelenmesinden; davacının 5.12.1998 tarihinde sevk ve idaresinde bulunan kamyoneti bir bayanın üzerine sürdüğünden bahisle yapılan şikayet üzerine ? Karakoluna götürüldüğü, davacının burada görevli polis memurlarının kötü muamelesine maruz kaldığı ve hakkında 15 gün iş ve gücüne mani olduğuna ilişkin 14.12.1998 tarihli kati raporun verildiği, davacının 7.12.1998 tarihli şikayet dilekçesi sonrası Bingöl Cumhuriyet Savcılığınca kötü muamelede bulunduğu iddia edilen polisler hakkında kamu davası açıldığı ve davacının 5.4.1999 tarihinde davaya müdahil olduğu, Bingöl Asliye Ceza Mahkemesinin E:1996/36 sayılı dosyasında görülen davada, anılan Mahkemenin 25.1.2001 tarih ve E:1996/36, K:2001/171 sayılı kararı ile sanık polisler hakkında açılmış bulunan kamu davasının 4616 sayılı Yasa uyarınca Şartla Ertelenmesine karar verildiği, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemiyle 11.2.2002 tarihli dilekçe ile davalı idareye yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan zarar olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde olup olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa’nın 49. maddesine uygun bulunan davacı temyiz isteminin kabulüyle Malatya İdare Mahkemesinin 16.1.2004 tarih ve E:2002/879, K:2004/22 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine 21.04.2006 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :Usul ve hukuka uygun bulunan idare mahkemesi kararının onanması gerektiği görüşüyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.

DEPREM NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI

T.C.
DANIŞTAY
6. DAİRESİ

E. 2004/1477
K. 2004/2115
T. 12.4.2004

İDARENİN OLUMSUZ EYLEMİNDEN KAYNAKLANAN ZARAR ( Deprem Nedeniyle Oluştuğu İleri Sürülen – Tazmini İstemiyle Açılan Dava/Süresi İçerisinde Açılıp Açılmadığının Değerlendirilmesi Gereği )

OLUMSUZ EYLEM ( İdarenin/Deprem Nedeniyle Oluştuğu İleri Sürülen Zarar – Tazmini İstemiyle Açılan Dava/Süresi İçerisinde Açılıp Açılmadığının Değerlendirilmesi Gereği )

ZARAR ( Deprem Nedeniyle Oluştuğu İleri Sürülen/İdarenin Üzerine Düşen Görev ve Yükümlülüğü Gereği Gibi Yerine Getirmemesi – Tazmini İstemiyle Açılan Dava/Süresi İçerisinde Açılıp Açılmadığının Değerlendirilmesi Gereği )

TAZMİNAT DAVASI ( Deprem Nedeniyle Oluşan Zarar – Süresi İçerisinde Açılıp Açılmadığının Değerlendirilmesi Gereği/İdarenin Olumsuz Eyleminden Kaynaklandığı )

SÜRE ( Deprem Nedeniyle Oluştuğu İleri Sürülen Zararın Tazmini İstemiyle Açılan Dava – İdarenin Olumsuz Eyleminden Kaynaklandığı/Süresi İçerisinde Açılıp Açılmadığının Değerlendirilmesi Gereği )

DEPREM NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI ( İdarenin Üzerine Düşen Görev ve Yükümlülüğü Gereği Gibi Yerine Getirmemesi Nedeniyle Oluşan Zarar – Süresi İçerisinde Açılıp Açılmadığının Değerlendirilmesi Gereği )

HİZMET KUSURU ( Deprem Nedeniyle Oluştuğu İleri Sürülen Zararın Tazmini İstemiyle Açılan Dava/Süresi İçerisinde Açılıp Açılmadığının Değerlendirilmesi Gereği – İdarenin Olumsuz Eyleminden Kaynaklandığı )

DAVA AÇMA SÜRESİ ( Deprem Nedeniyle Oluştuğu İleri Sürülen Zararın Tazmini İstemiyle Açılan – İdarenin Olumsuz Eyleminden Kaynaklandığı/Süresi İçerisinde Açılıp Açılmadığının Değerlendirilmesi Gereği )

2709/m.125
2577/m.13

ÖZET : Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, uğranıldığı belirtilen zarar, idarenin üzerine düşen görev ve yükümlülüğü gereği gibi yerine getirmemesinden, dolayısıyla eylem ya da eylemsizliğinden kaynaklandığından, mahkemece 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesi uyarınca davanın süresi içerisinde açılıp açılmadığı hususunun değerlendirilmesi gerekir.

İstemin Özeti : Bursa 2. İdare Mahkemesinin 20.12.2000 günlü, E:2000/980, K:2000/1626 sayılı kararı davalı idarelerden Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından gerekçe yönünden davacı tarafından da usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir.

Bayındırlık ve İskan Bakanlığı’nın Savunmasının Özeti: Temyiz edilen kararda bozma nedenlerinden hiçbiri bulunmadığından, usul ve kanuna uygun olan kararın onanması gerektiği savunulmaktadır.

Davacı ile Yalova Belediye Başkanlığı’nın Savunmalarının Özeti: Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi İsmet Can’ın Düşüncesi: Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, uğranıldığı belirtilen zarar idarenin üzerine düşen görev ve yükümlülüğü gereği gibi yerine getirmemesinden, dolayısıyla eylem ya da eylemsizliğinden kaynaklandığından Mahkemece 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 13. maddesi uyarınca davanın süresi içerisinde açılıp açılmadığı hususunun değerlendirilmesi gerekeceğinden anılan Yasanın 12. maddesinin olaya uygulanması suretiyle davanın süreaşımı nedeniyle reddi yolundaki kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Habibe Ünal’ın Düşüncesi: Dava, 17.8.1999 tarihinde meydana gelen depremde konutu yıkılan davacı tarafından idarenin hizmet kusuru nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zararın tazmini isteğiyle açılmış, İdare Mahkemesince, 2577 sayılı Yasanın 12. maddesinde öngörülen süre geçtikten sonra açılmış olduğu gerekçesiyle davanın süre aşımı nedeniyle reddine karar verilmiş, bu karar taraflarca temyiz edilmiştir.

2577 sayılı Yasanın 13 üncü maddesinde; idari eylemlerden haklan ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek halinde altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabileceği kurala bağlanmıştır.

Tazminat istemine konu yapının bulunduğu bölgenin çok riskli deprem kuşağında kaldığı önceden bilindiğine ve burada olacak depremin olası sonuçlarının öngörülebilmesine olanak sağlayacak düzeyde bilgi ve belgeler bulunduğuna göre, depremden doğabilecek zararların önlenmesi, en aza indirilmesi için gerekli yasal tedbirleri almayan, denetim ve kontrol görevlerini yerine getirmeyen, böylece zararın artmasına sebep olan idarenin bu tutum ve davranışı hizmet kusuru sayılabilecek idari bir eylemdir.

Bu durumda, uğranıldığı öne sürülen zarar idari eylemden doğduğundan, Mahkemece dava açma süresinin 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi kapsamında değerlendirilerek buna göre karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle temyize konu İdare Mahkemesi kararında isabet görülmediğinden bozulmasına karar verilmesinin uygun olacağı düşünülmüştür.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Altıncı ve Onbirinci Daireleri müşterek heyetince 2577 sayılı Danıştay Kanunu’nun Ek 1. maddesi uyarınca birlikte yapılan toplantıda Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, 17.8.1999 tarihinde meydana gelen deprem nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen zararın olay tarihinden itibaren hesaplanacak yasal faizi ile birlikte tazmini istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince dosyanın incelenmesinden, zararın davalı idarelerin yapının bulunduğu bölgenin 1. derece deprem bölgesi olmasına rağmen imar planları yaparak imara açmaları, imar planlarında yapılaşma şartları belirlenirken bölgenin özelliklerini dikkate almamaları, yapı ruhsatı verilen yapıların mevzuata ve projesine uygun olarak yapılıp yapılmadığını kontrol etmemelerinden doğduğunun iddia edildiği, bu bağlamda tazmini istenen zararın idari eylemlerden değil, 3194 sayılı Yasa ve ilgili Yönetmelik uyarınca imar planı yapmak, inşaat ruhsatı vermek, projeyi onaylamak, yapılaşmayı kontrol etmek, yapı kullanma izni vermek gibi idari işlemlerden kaynaklandığı, dava açma süresinin 2577 sayılı Yasanın 12. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, dava dilekçesinde zarar doğurduğu iddia edilen işlemlerin tesis ve yürütme safhalarını tamamlamış işlemler olduğu, işlemlerden doğduğu iddia edilen zararın işlemlerin icra tarihinde değil, 17.8.1999 tarihinde meydana gelen depremle ortaya çıktığı anlaşıldığından 17.8.1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu sahibi olduğu evi yıkılan davacının bu tarihi izleyen günden itibaren 60 gün içinde veya bu süre içinde olmak koşuluyla 2577 sayılı Yasanın 11. maddesinde öngörülen başvuru yolunu kullandıktan sonra tam yargı davası açması gerekirken, bu süreler geçtikten sonra açılan davada süreaşımı bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, bu karar esas yönünden davacı, gerekçe yönünden de davalı idarelerden Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından temyiz edilmiştir.

2577 sayılı Yasanın 13. maddesinde “”İdari eylemlerden haklan ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilir”” hükmü yer almaktadır. Anayasa’nın 125. maddesinin 1. fıkrasında; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra son fıkrasında; idarenin kendi eylem ve işlemlerden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin yönetiminden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yol açan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde düşünmek gerekmektedir.

Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarece gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Olaya bu açıdan bakınca yukarıda yapılan belirleme sonucu olayda idarelerin hareketsizliği söz konusu olmakla öğretide de kabul edildiği gibi idarenin bu hareketsizliğinin “”olumsuz eylem”” olarak kabulü gerekmektedir.

Bu durumda, uğranıldığı ileri sürülen zarar idarenin “”olumsuz eyleminden”” kaynaklandığından Mahkemece 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca davanın süresi içerisinde açılıp açılmadığı hususunun değerlendirilmesi gerekirken davanın süreaşımı nedeniyle reddi yolundaki kararda isabet görülmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle Bursa 2. İdare Mahkemesinin 20.12.2000 günlü, E: 2000/980, K: 2000/1626 sayılı kararının bozulmasına, 6.610.000.- Lira karar harcı ile fazladan yatırılan 4.920.000.- Lira harcın temyiz isteminde bulunana iadesine, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 12.4.2004 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUPLARINCA KONULAN BOMBANIN PATLAMASI SONUCU VERİLEN ZARAR

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRE
E. 2010/749
K. 2010/5192
T. 4.6.2010

MANEVİ TAZMİNAT ( Yasadışı Terör Örgütü Mensuplarınca Konulan Bombanın Patlaması Sonucu Çocuğun Ölümü Nedeniyle – Olayın Meydana Gelmesinde İdarenin Kusuru Saptandığı Takdirde Uyuşmazlığın 2577 S. Yasanın 13. Md. Uyarınca Çözümlenmesi Gerektiği )

HİZMET KUSURU ( Yasadışı Terör Örgütü Mensuplarınca Konulan Bombanın Patlaması Sonucu Çocuğun Ölümü Nedeniyle Manevi Tazminat – Olayın Meydana Gelmesinde İdarenin Kusuru Saptandığı Takdirde Uyuşmazlığın 2577 S. Yasanın 13. Md. Uyarınca Çözümlenmesi Gerektiği )

TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUPLARINCA KONULAN BOMBANIN PATLAMASI SONUCU VERİLEN ZARAR ( Manevi Tazminat – Meydana Gelen Olayda Öncelikle İdarenin Hizmet Kusurunun Bulunup Bulunmadığının Araştırılması Gerektiği )

MADDİ TAZMİNAT ( Yasadışı Terör Örgütü Mensuplarınca Konulan Bombanın Patlaması Sonucu Çocuğun Ölümü Nedeniyle – İdarenin Herhangi Bir Kusuru Bulunmadığının Tespit Edilmesi Halinde Yalnızca “Maddi” Zararlarının Tazmini İstenebileceğinden Manevi Tazminat İsteminin Reddi Gerektiği )

2577/m.5, 13
5233/m.6, Geç.1

ÖZET : Dava; davacıların müşterek çocuğunun, Diyarbakır İli, Merkez İlçesi, Koşuyolu Caddesi üzerine yasadışı terör örgütü mensuplarınca konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybettiğinden bahisle, olay nedeniyle duyulan elem ve ıstırap karşılığı manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Yapılacak araştırma sonucu, olayın meydana gelmesinde idarenin kusuru saptandığı takdirde, uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca çözümlenmesi; idarenin herhangi bir kusuru bulunmadığının tespit edilmesi halinde ise, 5233 sayılı Yasa kapsamında yalnızca “maddi” zararlarının tazmini olanaklı olduğundan, manevi tazminat istemiyle açılan davanın reddine karar verilmesi zorunlu bulunmaktadır.

İdare Mahkemesince; meydana gelen olayda öncelikle idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması gerekirken; belirtilen yönde herhangi bir irdeleme yapılmaksızın, olay sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirilmek suretiyle verilen kararda yasal isabet bulunmamaktadır.

İstemin Özeti : Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 27.10.2009 tarih ve E:2009/200, K:2009/2037 sayılı kararının, kabule ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi : Nihan Didem Çakmak

Düşüncesi: Mahkemece dava konusu olayda, davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının araştırılması; hizmet kusurunun tespiti halinde, uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 13. madde uyarınca çözümlenmesi gerekmekte olup; aktarılan yönde araştırma yapılmaksızın, olayın terör eylemi olduğu nitelendirilmek suretiyle 5233 sayılı Yasaya göre verilen kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı: Dr. Asım Özcan

Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, dosyanın tekemmül ettiği görülmekle yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeyerek işin gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; davacıların müşterek çocuğu olan …in 12.9.2006 tarihinde, Diyarbakır İli, Merkez İlçesi, Koşuyolu Caddesi üzerine yasadışı terör örgütü mensuplarınca konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybettiğinden bahisle, olay nedeniyle duyulan elem ve ıstırap karşılığı 70.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Diyarbakır 2. İdare Mahkemesince; idarenin, terör eylemi sonucu meydana gelen zararı, sosyal risk ilkesi uyarınca tazmini gerektiği; buna göre, manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile takdiren 40.000 TL tazminatın davacılara ödenmesi, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

Davalı idarece, anılan kararın, kabule ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararlar tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.

Bununla birlikte; bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.

Belirtilen niteliğine göre, sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında; olay ve zararın, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişte zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.

27.7.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Yasanın genel gerekçesinde “Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. …

Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakarlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. … Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonunda, … terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.” şeklinde ifade edilmiştir.

Anılan Yasanın 6. maddesinde, Yasanın yürürlüğünden sonra meydana gelen olaylar nedeniyle yapılacak başvurulara yönelik süreler belirlenmiş ve zarar görenin veya mirasçılarının, zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her halde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurması gerektiği; ilgili valilik dışında diğer kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan başvuruların, dilekçenin verildiği idarece ilgili valiliğe gönderileceği hükme bağlanmıştır. Yasanın geçici 1. maddesinde ise, 19.7.1987-27.7.2004 tarihleri arasında meydana gelen olaylar nedeniyle zarara uğrayanların, Yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıl içinde ilgili mercilere başvurması halinde, bu zararlarının tazmini olanağı getirilmiş ve söz konusu bir yıllık başvuru süresi 30.5.2008 tarihine kadar uzatılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde, bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır.

Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Yasa, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen “sosyal risk” ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Yasanın uygulama alanı yalnızca “sosyal risk ilkesi” uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla idari eylemlerden doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmini gereken davalarda, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinin uygulanması gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden; davacıların, müşterek çocukları olan …’in 12.9.2006 tarihinde, Diyarbakır İli, Merkez İlçesi, Koşuyolu Caddesi üzerinde bulunan Yunus Emre İlköğretim Okulu İle Koşuyolu Parkı arasında kalan kaldırım üzerine yasadışı terör örgütü mensuplarınca konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybettiğinden bahisle, olay nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini istemiyle Diyarbakır Valiliğine başvurdukları; komisyonca, başvurularının kısmen kabul edilerek 18.000 TL maddi tazminatın ödenmesine karar verildiği; davacılar tarafından, sulhname teklifinin kabul edilmeyip uyuşmazlık tutanağı düzenlenmesi üzerine, komisyonca tesis edilen işlemin iptali ile 30.000 TL maddi, 70.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 23.11.2007 tarih ve E:2007/1108, K:2007/1618 sayılı kararıyla, 5233 sayılı Yasada manevi tazminat öngörülmediğinden, maddi tazminat için ayrı, manevi tazminat için ayrı dava açılması gerektiği gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca dilekçenin reddedildiği; bu karar üzerine davacıların, maddi tazminat istemiyle adı geçen Mahkemenin E.2008/877 sayılı esasına kayıtlı davayı, manevi tazminat istemine yönelik olarak ise E:2008/856 sayılı esasına kayıtlı davayı açtıkları; manevi tazminat istemi hakkında açılan davada Mahkemece, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca dilekçenin İçişleri Bakanlığına tevdiine karar verildiği; bu suretle dilekçe kendisine intikal eden İçişleri Bakanlığınca başvurunun reddedilmesi üzerine davacılar tarafından bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayın, 5233 sayılı Yasanın yürürlüğünden sonra meydana geldiği dikkate alındığında, öncelikle meydana gelen zararın 5233 sayılı Yasa kapsamında mı, yoksa 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca mı tazmini gerektiğinin saptanması gerekmektedir.

Bu bağlamda; patlamanın meydana gelmesinde, dolayısıyla davacılar yakınının yaşamını yitirmesinde idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekmektedir.

Buna göre; yapılacak araştırma sonucu, olayın meydana gelmesinde idarenin kusuru saptandığı takdirde, uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca çözümlenmesi; idarenin herhangi bir kusuru bulunmadığının tespit edilmesi halinde ise, 5233 sayılı Yasa kapsamında yalnızca “maddi”

zararlarının tazmini olanaklı olduğundan, manevi tazminat istemiyle açılan davanın reddine karar verilmesi zorunlu bulunmaktadır.

Bu nedenle, İdare Mahkemesince; meydana gelen olayda öncelikle idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması gerekirken; belirtilen yönde herhangi bir irdeleme yapılmaksızın, olay sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirilmek suretiyle verilen kararda yasal isabet bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 27.10.2009 tarih ve E:2009/200, K:2009/2037 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dava dosyasının anılan Mahkemeye gönderilmesine, 04.06.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İKİNCİ BAŞVURUNUN REDDİ ÜZERİNE 10.06.2011 TARİHİNDE AÇILAN (İKİNCİ) DAVANIN 09.02.2005 TARİHİNDE AÇILAN (İLK) DAVANIN DEVAMI NİTELİĞİNDE OLDUĞU, ISLAH TALEBİ OLARAK DEĞERLENDİRİLEREK VE ISLAHA İLİŞKİN HÜKÜMLER UYGULANARAK BİR KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ SONUCUNA ULAŞILMAKTADIR.

T.C.
DANIŞTAY
15. DAİRE
Esas 2013/3669
Karar. 2014/760
Tarih. 17.2.2014

ÇOCUKLARININ “FENİLKETONÜRİ” HASTASI OLDUĞUNUN GEÇ TEŞHİSİNDEN KAYNAKLI ZARARIN TAZMİNİ ( İdari Yargıda Islah – Açılan Davada Taleple Bağlı Kalınarak Karar Verildiği/Kararın Temyiz Edildiği ve Kesinleşmediği – Bilirkişi Tarafından Tespit Edilen Bedelin Tahsili İçin Yapılan Başvurusunun Reddi Üzerine İkinci Davanın Açıldığı/İkinci Talep Islah Kabul Edilerek Sonuca Gidileceği )

İDARİ YARGIDA ISLAH ( Hizmet Kusurundan Kaynaklı Tam Yargı Davası – Taleple Bağlı Kalınarak Verilen İlk Kararın Temyiz Edildiği ve Kesinleşmediği/Davacının Bilirkişi Tarafından Tespit Edilen Bedeli Talebinin Reddi Üzerine İkinci Davayı Açtığı/İkinci Davanın Daha Önceki Davanın Devamı Olduğu – Talebin Islah Olarak Değerlendirilerek Karar Verileceği )

TALEBİN ISLAH OLARAK KABUL EDİLMESİ ( Açılan Tam Yargı Davasında Taleple Bağlı Kalınarak Verilen Kararın Temyiz Edildiği ve Kesinleşmediği – Bilirkişi Tarafından Tespit dilen Bedel İçin Yapılan Başvurunun Reddi Üzerine İkinci Davanın Açıldığı/İkinci Davanın Daha Önceki Davanın Devamı Olduğu – Başvurunun Islah Olarak Kabulü İle Hüküm Kurulacağı )

2577/m.13

ÖZET : Dava; Devlet Hastanesi’nde doğan davacıların müşterek çocuklarının doğum sonrası topuk kanı örneğinin alınması, ilgili sağlık birimlerine ulaştırılması ve tahlili aşamalarında kamu hizmetinin kötü işlediği, buna bağlı olarak çocuklarının “fenilketonüri” hasta olduğunun geç teşhis edildiği ve hastalığın etkisiyle çocuğun çalışma gücünü % 100 oranında kaybettiğinden bahisle uğranılan zararın ödenmesi istemine ilişkindir. Davacılar tarafından bilirkişi tarafından hesaplanan ancak İdare Mahkemesi’nin istemle bağlı kalınarak hükmedilmeyen bedelin ödenmesine karar verilmesi istenildiği, ilk kararın davalı idarece temyiz edildiği ve henüz kesinleşmediği, ikinci başvurunun reddi üzerine açılan davanın daha önceki davanın devamı niteliğinde olduğu, talebin ıslah olarak değerlendirilerek ve ıslaha ilişkin hükümler uygulanarak bir karar verilmesi gerekir.

İstemin Özeti : Malatya İdare Mahkemesi’nin 29/06/2011 tarih ve E:2011/2871; K:2011/1530 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. Danıştay Tetkik Hakimi : Ali Fuat Demirkol
Düşüncesi : Mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; 09.02.2005 tarihinde Malatya Devlet Hastanesi’nde doğan davacıların müşterek çocukları …’nın doğum sonrası topuk kanı örneğinin alınması, ilgili sağlık birimlerine ulaştırılması ve tahlili aşamalarında kamu hizmetinin kötü işlediği, buna bağlı olarak çocuklarının “fenilketonüri” hasta olduğunun geç teşhis edildiği ve hastalığın etkisiyle çocuğun çalışma gücünü % 100 oranında kaybettiğinden bahisle uğranılan zarara karşılık olarak 286.950,50-TL maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Malatya İdare Mahkemesi’nce; dava konusu olayla ilgili olarak davacılar tarafından 09.02.2005 tarihinde Mahkemelerinde E:2006/1474 sayılı açılan davada; maddi zararın hesaplanmasına ilişkin bilirkişi incelemesi sonucu davacıların çocuğunun çalışma gücü kaybının peşin değerinin 296.950,50- TL olduğunun tespit edildiği, ancak davacıların talebi doğrultusunda 10.0000-TL maddi tazminatın ve talep olunan 10.000-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verildiği, davacıların E:2006/1474 sayılı dosyalarındaki idari başvuru dilekçesi, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve 25.12.2009 tarihli ara karara verdikleri cevap incelendiğinde davacıların sözkonusu davayı açtıkları esnada çocuklarında kalıcı sakatlık meydana geldiğini bildikleri, buna göre tazminat isteminde bulunduklarının anlaşıldığı, buna göre 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen süreler geçirildikten sonra 10.06.2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacılar tarafından, davanın süresinde olduğu iddiasıyla anılan Mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli olduğu, bu isteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilecekleri, görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmayacağı kuralına yer verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasında; ” Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir” hükmü yer almaktadır.

Yine 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında ise; “bu Kanunun 16’ncı maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır.” hükmü yer almaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesinin 2. fıkrasının ( d ) bendinde, tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği; 15. maddesinde ise, 3. maddeye aykırı düzenlenen dava dilekçesinin reddedileceği belirtilmiş; ancak, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın artırılmasını yasaklayan bir hükme yer verilmemiştir.

2577 sayılı Yasa’da yer almamasına karşılık, Danıştay içtihatları ile istemle bağlı olma kuralı uygulanarak, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın artırılamayacağı kabul edilmiştir. Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralına ilişkin Danıştay’ın bu içtihatının, hak arama özgürlüğünün kullanımına ve adil yargılama hakkına engel oluşturduğu ileri sürülerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmuş ve adı geçen Mahkemece ülkemiz aleyhine ihlal kararları verilmiştir.

Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralının sebep olduğu hak kayıplarının giderilmesi amacıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasına, 30.4.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 4. maddesi ile ”Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir” cümlesi, aynı Kanun’un 5. maddesi ile de 2577 sayılı Kanun’a Geçici 7. madde olarak ”Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır. ” cümlesi eklenmiştir.

Nitekim, 6459 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ( Tasarının 3. maddesi ) gerekçesinde, ”AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır.” ifadesine yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda, 6459 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına olanak tanınmıştır. Madde gerekçesinde de ifade edildiği üzere, yasal değişiklikle ilgililerin uğramış olduğu zararın, dava dilekçesinde gösterilen zarar miktarından fazla olmasına karşın, davacı veya davacıların dava dilekçesinde gösterdikleri zarar miktarını artırımlarına yönelik taleplerinin mahkemelerce kabul edilmeyerek istemle bağlı kalma kuralını uygulayarak dava dilekçesinde gösterilen zarar tutarı kadar tazminata hükmetmelerinden doğan hak kayıplarının giderilmesi amaçlanmıştır. Bir başka ifade ile mahkemelerce istemle bağlı olma kuralı uygulanmak suretiyle verilen kararlara karşı taraflardan herhangi birinin kanun yoluna başvurmuş olması şartıyla davacı veya davacıların artırılan miktara isabet eden harcı ödemek suretiyle kararı veren Mahkemeye verecekleri dilekçe ile bir defaya mahsus olmak üzere dava dilekçesinde gösterilen miktarı artırmaları mümkündür.

Sağlık tazminatına ilişkin tam yargı davalarında, mahkemelerce maddi zararın tespiti amacıyla yaptırılan bilirkişi raporunda belirlenen maddi tazminat miktarının dava dilekçesinde talep edilen maddi tazminat miktarından yüksek çıkması halinde söz konusu bilirkişi raporunun davacıya tebliğinden sonra ( eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl geçmiş olsa bile ) ilk açılan davanın derdest olması ve bu davada ıslah talebi olmaması şartıyla, fazlaya ilişkin miktarın ödenmesi istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddi üzerine dava açma süresi içerisinde açılan ikinci davanın süresinde kabul edilerek, açılan bu ikinci davanın ilk dava kapsamında ıslah talebi niteliğinde değerlendirilmek suretiyle zarar tespit bilirkişisi tarafından belirlenen fazlaya ilişkin kısım hakkında yeni bir karar verilmesi gerekmektedir.

Dava dosyasının ve Dairemiz E:2013/4234 kayıtlı dava dosyasının birlikte incelenmesinden; 09.02.2005 tarihinde Malatya Devlet Hastanesi’nde doğan davacıların müşterek çocukları …’nın doğumdan 48 saat sonra fenülketonüri ( FKÜ ) için kan alınması gerektiği, daha erken taburcu olan bebeklerden 4-5 günlerde sağlık ocağından kanlarının alınması gerektiği, hastanede veya sağlık ocağında fenülketonüri taraması için kan alınmaması ve tetkik sonuçlarının aileye bildirilmemesinde davalı idarenin kusurunun bulunduğu, maddi zararın hesaplanmasına ilişkin bilirkişi incelemesi sonucu davacıların çocuğunun çalışma gücü kaybının peşin değerinin 296.950,50-TL olduğunun tespit edildiği, Malatya İdare Mahkemesi’nin 13/05/2011 tarih ve E:2006/1474; K:2011/1204 sayılı kararıyla istemle bağlı kalınarak 10.0000-TL maddi tazminatın ve talep olunan 10.000-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verildiği, söz konusu kararın davalı idarece temyiz edildiği ancak kesinleşmediği, davacılar tarafından 06.04.2011 tarihinde davalı idareye yapılan başvuru ile 10.000-TL maddi zararın mahsubuyla bakiye 286.950,50.TL maddi tazminatın ödenmesinin talep edildiği, bu başvurunun reddi üzerine 10.06.2011 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesi’nce, davacıların E:2006/1474 sayılı dosyalarındaki idari başvuru dilekçesi, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve 25.12.2009 tarihli ara karara verdikleri cevap incelendiğinde davacıların söz konusu davayı açtıkları esnada çocuklarında kalıcı sakatlık meydana geldiğini bildikleri, buna göre tazminat isteminde bulunduklarının anlaşıldığı, buna göre 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen süreler geçirildikten sonra 10.06.2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davacılar tarafından bilirkişi tarafından hesaplanan ancak Malatya İdare Mahkemesi’nin 13/05/2011 tarih ve E:2006/1474; K:2011/1204 sayılı kararı ile istemle bağlı kalınarak hükmedilmeyen 286.950,50-TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesinin istenildiği, bu yönüyle ikinci başvurunun reddi üzerine 10.06.2011 tarihinde açılan davanın 09.02.2005 tarihinde açılan davanın devamı niteliğinde olduğu, yukarıda belirtildiği üzere ıslah talebi olarak değerlendirilerek ve ıslaha ilişkin hükümler uygulanarak bir karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Buna göre; 06.04.2011 tarihinde idareye yapılan başvurunun reddi üzerine 10.06.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında, artırılan tazminat miktarına göre bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davacıların temyiz isteminin kabulü ile Malatya İdare Mahkemesi’nin 29/06/2011 tarih ve E:2011/2871; K:2011/1530 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

UYUŞTURUCU MADDE İTHAL ETME- ETKİN PİŞMANLIK HÜKÜMLERİ KAPSAMINDA SUÇ ATFI KARŞISINDA DİĞER SANIKLARIN SUÇU KABULLENMEMESİ – YARGILAMA YAPILMADAN CEZA TAYİNİ

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
ESAS: 2020/5563
KARAR: 2020/5969

“İçtihat Metni”
İtiraz Eden : Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı
İtiraz Edilen Daire Kararı : Yargıtay 20. Ceza Dairesinin 07/01/2020 –2018/3694 esas ve 2020/102 karar
Suç : Uyuşturucu madde ithal etme

İtiraz yazısı ile dava dosyası incelendi.

A) KONUYLA İLGİLİ BİLGİLER:
Uyuşturucu madde ithal etme suçundan sanıklar hakkında Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucu 06/10/2017 tarihli, 2017/48 esas ve 2017/332 karar sayı ile sanıkların mahkûmiyetine karar, bu karara karşı yapılan istinaf başvurusu üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesinin 05/02/2018 tarihli ve 2018/121 esas 2018/265 karar sayılı kararı ile istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.
Hüküm sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay 20. Ceza Dairesince 07/01/2020 tarihli 2018/3694 esas ve 2020/102 karar sayı ile sanıklar hakkında verilen hükmün, oyçokluğu ile temyiz başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

B) İTİRAZ NEDENLERİ:

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz yazısında; “1- Anayasa’nın 141. maddesinin 3.fıkrası ile CMK’nın 230. maddesinin 1.fıkrası gereğince mahkeme kararlarının Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde ve gerekçeli olması, gerekçenin ise sanıkları varsa mağdurları, davanın diğer taraflarını ve herkesi inandırıcak tutarlılıkta olması, sanıkların lehindeki ve aleyhlerindeki deliller belirtilerek bu delillerin tartışılarak değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve rededilenlerin belirlenmesi, ulaşılan kanıya göre sanıkların sabit kabul edilen ve suç oluşturan eylemleri açıklanarak bunların nitelendirilmesi, sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının saptanması gereklidir. İncelenen dava ile ilgili Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nin gerekçeli kararında ”’delillerin değerlendirilmesi ve gerekçe”’ bölümünde yer alan ”Bu açıklamalar ışığında somut olaya dönüldüğünde” başlığı altında özetle, sanık …’nın yurt dışından hava yoluyla geldiği Atatürk havalimanında, valizinde farklı yoğunluk tespit edilmesi üzerine şühelenilerek yapılan aramada çay ambalajı görünümünde paketler içinde net 14.950 gram gelen FUB – AMB isimli sentetik kanabinoid ele geçirilmesine ilişkin olayın anlatıldığı, sanık …’nın yakalandığı ilk andan itibaren diğer sanıkların olayı gerçekleştirdiğini savunduğu, …’nın beyanı ile olayın diğer faillerinin ortaya çıkarıldığı, bu nedenle … hakkında etkin pişmanlık hükmünün uygulandığı, böylece diğer sanıklarında suçlarının …’nın beyanı doğrultusunda sabit kabul edildiği; sanık …’un, …’nın valizinde ele geçen uyuşturucu madde ile bir ilgisi bulunmadığını belirterek suçlamayı kabul etmemesine rağmen, …’in …’nın isteği üzerine ona seyahat acentasından uçak bileti alması, … yakalanınca …’in havaalanındaki ihtiyaçları ile yakından ilgilenmesi, sanıklar arasında atfı cürümde bulunmaya sebep olacak husumet bulunmadığı, …’nın telefon ve fotograf makinesi getirmek için gittiği yerden uyuşturucu madde getirmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, … ve …’in beyanlarının suçtan kurtulmaya yönelik beyanlar olup, sanıkların eyleminin bir bütün halinde uyuşturucu madde ithal etme suçunu oluşturduğu ve sanıkların fikir ve eylem birliği içinde üç kişi olarak atılı suçu işlediklerinden bahisle hüküm kurulduğu belirtilmiştir.
Oysa bu mahkumiyet gerekçesinde sadece …’nın eylemi ve sanık …’nın tek beyanı vardır, diğer sanık … bu tek beyanla ve bu beyana dayanak ”…’nın telefon ve fotoğraf makinesi getirmek için gittiği yerden uyuşturucu madde getirmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu” gerekçe yapılmak suretiyle mahkum edilmiştir.
Hayatın olağan akışı bu dosyada … için nasıl olmalıdır. ?
Bu olayda hayatın olağan akışı nedir ?
Bu kavram soyut niteliktedir. Karar gerekçesi olamaz.

Yine …’nın suç ortağı olduğu gerekçesiyle hakkında dava açılan ancak yurt dışında olup yakalanmadığı için hakkındaki dava tefrik edilen … Şahin isimli sanığın, suçla ilgili savunması alınıp yargılanmadan, … ve … ile birlikte suçu işlediği peşinen kabûl edilerek, buna ilişkin deliller gösterilip, tartışılmadan sanıkların fikir ve eylem birliği içinde üç (3) kişi olarak suçu işlediklerinden bahisle … ve … hakkında TCK’nın 188. maddesinin 5. fıkrası uyarınca cezaları artırılmıştır. Bunun gerekçesi de karar da yoktur.

Üçüncü sanığın (…’in) yargılaması yapılmadan suçu nasıl sabit kabul edilmiştir.? Belli değildir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 15.03.2005 gün ve 13-26 sayılı kararı başta olmak üzere konuyla ilgili tüm diğer yargısal kararlarda da duraksamasız olarak vurgulandığı üzere, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının, karşı oy da dahil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur.

Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 25.01.2011 tarihli 7/192 esas ve 1 numaralı kararında ifade edildiği üzere ”Hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun şekilde açıklanması biçiminde tanımlanan gerekçede, hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da, geçerli, yeterli ve yasal olması gerekir. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime olanak sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır.” şeklinde ifade edilmiştir. CMK’nın 289. maddesinin 1-g bendi uyarınca da yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçenin bulunmaması hukuka kesin aykırılık halini oluşturacaktır.

Yukarıda açıkladığımız nedenlerle Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nce sanıklar … ve … hakkında yetersiz ve soyut gerekçe ile hüküm kurulması nedeniyle ve sanıkların, haklarındaki hükümleri istinaf etmeleri üzerine kararı inceleyen İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 4. Ceza Dairesi’nin, sanıkların istinaf başvurularının esastan reddine ilişkin kararı da bu nedenle hukuka aykırı olduğundan sanıklar hakkındaki hükümler öncelikle bu yönden bozulmalıdır.

2- 6545 sayılı Kanun ile TCK’nın 188. maddesine eklenen 5. fıkra gereğince ”suçun üç veya daha fazla kişi tarafından birlikte işlenmesi halinde ceza artırılacaktır”. TCK ‘nın 37. maddesinin 1. fıkrasına göre suçun kanuni tanımında yer alan fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden herbiri fail olarak sorumludur. Müşterek faillikte birden fazla kişi birlikte suç işleme kararını vermekte ve fiil üzerinde ortak hakimiyet kurmaktadır. Kısaca müşterek faillerin herbiri suç ortağıdır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.03.1996 tarih ve 1996/1-25 esas ve 35 sayılı kararındada belirtildiği üzere faillerin bir suç işleme hususunda suçun işlenmesinden önce veya işlediği sırada ortak bir irade ile hareket etmeleri ve suçun icrasında doğrudan doğruya etkili olan hareketleri gerçekleştirmeleri halinde müşterek faillik söz konusu olur. 5237 sayılı TCK’da suça iştirak faillik ve şerikliği kapsayan bir kavram olarak kabul edilmiştir. Şeriklik azmettirme ve yardım etmeyi kapsamaktadır. İştirak halinde işlenen suçlarda failler ile şerikler arasında cezalandırma bakımından ayrım yapılmıştır. Doktrinde şerik bir suçun işlenişine katılan fakat gerçekleştirmiş olduğu katkıyla suçun kanuni tanımında yer alan fiil üzerinde hakimiyet kuramayanlar biçiminde tanımlanmaktadır. Şerik azmettiren veya yardım edendir. Şeriklerin cezalandırılabilmesi ise TCK’nın 40. maddesinde düzenlenen bağlılık kuralı ile mümkün olmaktadır. TCK’nın 188/5. fıkrasındaki durum ise suçun işleniş şekli açısından TCK’nın 37. maddesi gereğince müşterek faillik durumunun mevcut olmasıdır. Kısaca şerikler (suça azmettiren veya yardım edenler) bu sayıya dahil olamazlar.

Kural olarak suçun birlikte işlenmesi şeklindeki nitelikli halin oluşabilmesi için faillerin icra hareketlerini müşterek fail olarak birlikte gerçekleştirmeleri ve bir eylem birliği içerisinde hareket etmeleri gerekir. Dosya kapsamına göre sanık …’nın uyuşturucu madde ithal etme eyleminde fail olarak yer aldığı değerlendirilen … ile henüz yakalanmayan ve yargılanmayan, hakkındaki dava tefrik olunan sanık … Şahin’in fail veya şerik olup olmadığı hususu açıkça belirlenmemiş, suçla bağlantılarını gösteren hertürlü şüpheden uzak mahkûmiyetlerine yeterli kesin ve inandırıcı deliller gösterilip tartışılmamıştır. Bu bağlamda hukuki statüleri belli olmayan … ve …’nün, …’nın eylemine iştirak ettiklerini gösterir hertürlü şüpheden uzak somut bir ispata dayalı delil bulunmamasına rağmen, TCK’nın 188. maddesinin 5. fıkrası uyarınca arttırım yapılmasıda hukuka aykırıdır.

Ayrıca Sanıklar … ve … hakkında TCK’nın 188. maddesinin 5. fıkrasının uygulanmasıyla birlikte yakalanmayan ve yargılanmayan … Şahin, hakkında hüküm kurulmadan mahkûm edilmiş olmaktadır. Karar bu nedenle de bozulmalıdır.

3- Uyuşturucu madde ticareti yapma, temin etme, ithal ve ihraç etme suçlarında TCK’nın 192. maddesinin 3. fıkrasında yer alan etkin pişmanlık hükmünün uygulanabilmesi için, faillerden biri yada birden fazlasının işlediği suçla ilgili (bağlantılı) başka birisinin anılan suçu işlediğini beyan etmiş olması halinde ya bu kişi/kişilerin yakalanarak yargılanıp mahkûm edilmiş olması ya da bildirdiği kişi veya kişilerin suç ortağı olduğunun ispatını sağlayacak biçimde kesin ve somut delil bulunması gerekir. Aksi halde suçlanan kişiye iftira atılmış olacaktır. Dosyamıza konu olayda sanık …’nın uyuşturucu madde ithal etme eylemine diğer sanık … ve henüz yargılaması yapılmamış yakalamalı sanık …’in iştirak ettiklerine ilişkin …’nın beyanı dışında suçlarının subutunu sağlayacak nitelikte somut deliller gösterilememiştir. Var olduğu kabul edilmiş ise mahkemece bunların gösterilip tartışılmadığı aşikardır. Bu nedenle sanık … hakkında TCK’nın 192/3. maddesi uygulanması bu aşamada doğru değildir. Kazanılmış usuli hak korunmak suretiyle hükümden TCK 192/3 maddesinin uygulanmasına dair kısmın da çıkartılması gerekmektedir.

Açıkladığımız bu gerekçelerle sanıklar hakkındaki hükümlerin bozulması gerekirken istinaf talebinin esastan reddi suretiyle onanması usul ve yasalara aykırıdır.

Yüksek Dairenizin itiraza konu 07.01.2020 tarih ve 2018/3694 esas 2020/102 karar sayılı ilamının CMK 308/2-3 maddesi kapsamında itirazımıza binaen incelenmesi ve yerel mahkeme hükmünün BOZULMASINA karar verilmesi,
İtirazımızın yerinde görülmeyip reddi halinde yukarıda arz ettiğimiz itiraz nedenlerimizin bir kez de CMK 308/1-3 maddesi uyarınca Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunca tartışılması ve ilamın talebimiz doğrultusunda BOZULMASI için dosyanın YÜKSEK YARGITAY CEZA GENEL KURULUNA tevdii itirazen arz ve talep olunur.” denilerek, Yargıtay 20. Ceza Dairesinin sanıklar hakkındaki temyiz istemlerinin esastan reddi kararlarının kaldırılması, aksi takdirde dosyanın itiraz incelenmesi için Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi istenmiştir.

C) CUMHURİYET BAŞSAVCISININ İTİRAZIYLA İLGİLİ YASA HÜKÜMLERİ:

1-5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308. maddesi:
(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re’sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu’na itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.
(2) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.
(3) (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen fıkra) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderir.
2-5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un geçici 5. maddesi (05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan 6352 sayılı Kanun’la eklenen):
(1) Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 308 inci maddesinde yapılan değişiklikler, bu Kanunun yayımı tarihinde Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nda bulunan ve henüz karara bağlanmamış dosyalar hakkında da uygulanır.

D) İTİRAZIN VE KONUNUN İRDELENMESİ:

Dairemizin itiraza konu kararının itiraz yazısında ileri sürülen tüm nedenler tartışılıp değerlendirilerek verildiği dolayısı ile kararda bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı yerinde görülmemiştir.
İtirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar vermek gerekmektedir.

E) KARAR:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının yerinde görülmediğine,
2- 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinin 2. fıkrası uyarınca itirazın incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna GÖNDERİLMESİNE, 21/10/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ YAPMA DEĞİŞEN SUÇ VASFI NEDENİYLE KULLANMAK İÇİN UYUŞTURUCU MADDE BULUNDURMA SUÇUNDAN MAHKÛMİYET

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
ESAS: 2019/6294
KARAR: 2020/6200

“İçtihat Metni”
Mahkeme : Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Değişen suç vasfı nedeniyle kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan mahkûmiyet

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:
Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipinin doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Hükümden önce 28.06.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunun 68. maddesi ile değiştirilen TCK’nın 191. maddesi ve aynı Kanunun 85. maddesi ile eklenen 5320 sayılı Kanunun geçici 7. maddesi sanık lehine hükümler içermekte olup, öncelikle; 6545 sayılı Kanunun 68. maddesi ile değiştirilen TCK’nın 191. maddesinin 5. fıkrası ve aynı Kanunun 85. maddesi ile eklenen 5320 sayılı Kanunun geçici 7. maddesinin, olaya tatbik kabiliyeti bulunup bulunmadığının tesbiti açısından; sanık hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan dolayı bu suç tarihinden önce açılmış başka dava olup olmadığının, varsa sanığın bu suçu diğer davaya konu olan suç nedeniyle verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işleyip işlemediğinin ve önceki dava sonucunun araştırılması, gerektiğinde Denetimli Serbestlik Müdürlüğünden suç tarihinde sanığın infazda olan başka bir tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri kararlarının bulunup bulunmadığı sorulup belirlendikten sonra;
a) Sanık bu suçu, daha önce işlediği aynı nitelikteki başka bir suçtan dolayı yapılan kovuşturma aşamasında hükmolunan tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş ve önceki suçtan mahkûmiyet kararı verilmiş ise, 6545 sayılı Kanunun 68. maddesi ile değiştirilen TCK’nın 191. maddesinin 5. fıkrasında öngörülen “Erteleme süresi zarfında kişinin kullanmak için tekrar uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alması, kabul etmesi veya bulundurması ya da uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanması, dördüncü fıkra uyarınca ihlâl nedeni sayılır ve ayrı bir soruşturma ve kovuşturma konusu yapılmaz” hükmü uyarınca, ikinci suçtan açılan bu davanın kovuşturma şartının ortadan kalkması nedeniyle, CMK’nın 223. maddesinin 8. fıkrası uyarınca “davanın düşmesine”,
b) Sanık hakkında, bu suç tarihinden önce, aynı suçtan açılmış başka dava yoksa veya sanık bu suçu daha önce işlediği suçtan dolayı verilen tedavi ve/veya denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş değilse veya daha önce işlediği suçtan dolayı yapılan kovuşturma aşamasında hükmolunan tedavi ve denetimli serbestlik tedbirinin infazı sırasında işlemiş ve önceki suçtan mahkûmiyet dışında bir hüküm verilmiş ise, daha önceki tarihlerde işlediği aynı suçtan dolayı verilmiş olan tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri kararları ve önceki hükümlülükleri dikkate alınmaksızın, bu suç nedeniyle doğrudan tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmamış olan sanık hakkında, 6545 sayılı Kanunun 68. maddesi ile değişik TCK’nın 191. maddesi ve aynı Kanunun 85. maddesi ile eklenen 5320 sayılı Kanunun geçici 7. maddesinin 2. fıkrası çerçevesinde suç tarihi itibarıyla, 5560 sayılı Yasa ile değişik TCK’nın 191. maddesine göre ceza takdir edilip “hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına”,
Karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile hüküm kurulması,
2- Teknik yöntemlerle uyuşturucu madde kullandığı tespit edilmeyen ve üzerinde de uyuşturucu madde ele geçmeyen sanığın, aleyhinde yeterli ve kesin delil bulunmadığı aşamada, inceleme dışı sanık …’ya ait ve onun kullanımında olan araçta ele geçen uyuşturucunun kendisine ait olduğunu söyleyerek suçunun ortaya çıkmasına hizmet ve yardım etmesi nedeniyle hakkında etkin pişmanlıkla ilgili TCK’nın 192. maddesinin 3. fıkrasının uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,
3- Hükümden sonra 24.11.2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli 2014/140 esas ve 2015/85 karar sayılı hükmü ile 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı hükümlerinin iptal edilmesi ve 7242 sayılı Kanunun 10. maddesinde yapılan değişiklikler nedeniyle, bu maddenin uygulanması açısından, sanığın durumunun yeniden belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükmün BOZULMASINA, 22/10/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ – EYLEMLERİN TEK SUÇ, İKİ AYRI SUÇ YA DA ZİNCİRLEME SUÇ OLUŞTURUP OLUŞTURMADIĞI- YABANCILARIN KAYITLARI SIRASINDA KİMLİĞİNE İLİŞKİN BELGE SUNAMAYAN YABANCININ, AKSİ İSPAT EDİLİNCEYE KADAR BEYANININ ESAS ALINACAĞI

T.C
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
ESAS: 2020/3300
KARAR: 2020/6216

“İçtihat Metni”
Mahkeme :. Ceza Dairesi
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma

Hükümler : 1- Mahkûmiyet: Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 10/07/2019 tarih, 2018/561 esas ve 2019/300 sayılı kararı
2- Düzeltilerek istinaf başvurularının esastan reddi: Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin 09/10/2019 tarih 2019/1759 esas ve 2019/1175 sayılı kararı

Bölge Adliye Mahkemesi’nce verilen hüküm temyiz edenlerin sıfatı, başvuruların süresi, kararın niteliği ve temyiz sebeplerine göre incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

A) Sanıklar … ve … hakkında kurulan hükümlerin incelenmesi:
5271 sayılı CMK’nın 288. ve 294. maddelerinde yer alan düzenlemeler ile, CMK’nın 289. maddesinde sayılan kesin hukuka aykırılık halleri dikkate alınarak, sanıklar ve müdafilerinin temyiz istemlerinin hükmün hukuki yönüne ilişkin olduğu belirlenerek anılan sebeplere bağlı olarak yapılan incelemede,

Sanıklar hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan kurulan hükme ilişkin yapılan düzeltilerek istinaf başvurularının esastan reddine dair Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesi’nin kararı hukuka uygun bulunduğundan, sanıklar ve müdafilerinin yerinde görülmeyen temyiz istemlerinin CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE, hükmolunan ceza miktarı ile tutuklu kalınan süre nazara alınarak, sanık … hakkındaki tahliye talebinin reddine,

B) Sanık … hakkında kurulan hükmün incelenmesinde;
Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipinin doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; sanık ve müdafiinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Sanık hakkında 23/09/2018 tarihli uyuşturucu madde ticareti yapma eylemi nedeniyle 23/10/2018 tarihli iddianame ile açılan kamu davası sonucunda temyiz incelemesine konu mahkumiyet hükmünün verildiği, UYAP sistemi üzerinden yapılan sorgulamada ise sanığın 15/10/2018 ve 13/11/2018 tarihli uyuşturucu madde ticareti yapma eylemleri nedeniyle 30/01/2019 tarihli iddianame ile açılan kamu davası sonucunda Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22/09/2020 tarih 2019/59 esas ve 2020/237 sayılı karar ile sanık hakkında mahkumiyet hükmü verildiği, sanığın temyiz incelemesine konu 23/09/2018 tarihli eyleminden sonra henüz iddianame tanzim edilmeden Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22/09/2020 tarih 2019/59 esas ve 2020/237 sayılı kararına konu olan 15/10/2018 tarihli eylemi işlediği, böylece 23/09/2018 ve 15/10/2018 tarihli eylemleri arasında hukuki kesinti bulunmadığı anlaşılmakla; Ankara 31. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 22/09/2020 tarihli 2019/59 esas ve 2020/237 karar sayılı dosyasının aslının yada onaylı suretinin hukuki denetime imkan verecek şekilde getirtilip, derdest ise birleştirilmesi, hüküm verilmiş ve kesinleşmiş ise, incelenerek, sonucuna göre tüm deliller birlikte değerlendirilip, eylemlerin tek suç, iki ayrı suç ya da zincirleme suç oluşturup oluşturmadığı tartışılıp değerlendirildikten sonra sanığın hukukî durumunun belirlenmesi, belirtilen suçların zincirleme suç oluşturduğunun kabul edilmesi durumunda; ağır sonuç doğuran suç esas alınarak belirlenecek cezanın, zincirleme suç nedeniyle TCK’nın 43. maddesi gereğince artırılması ve böylece bulunacak sonuç cezanın, kesinleşen hükümdeki sonuç cezadan “fazla olması halinde” aradaki fark kadar “ek cezaya hükmolunması”, aksi halde “ek ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerektiği gözetilmeden, eksik araştırma ile hüküm kurulması,

Kanuna aykırı, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA,

C) Sanık … hakkında kurulan hükmün incelenmesinde;
5271 sayılı CMK’nın 288. ve 294. maddelerinde yer alan düzenlemeler ile CMK’nın 289. maddesinde sayılan kesin hukuka aykırılık halleri dikkate alınarak sanık ve müdafiinin temyiz dilekçesindeki temyiz sebeplerinin hükmün hukuki yönüne ilişkin olduğu belirlenerek anılan sebeplere bağlı olarak yapılan incelemede,

Sanığın kimliğini ispat edecek herhangi bir belge bulunmadığı, sanığın kimlik tespitine yönelik başkaca bir işlem yapılmadığının anlaşılması karşısında, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21/04/2015 tarih ve 2014/10-623 esas, 2015/117 sayılı kararında da yabancı uyruklu olup, yakalandığında üzerinde herhangi bir kimlik belgesi çıkmayan sanığın nüfus ve adli sicil kayıtları ile ilgili hiçbir araştırma yapılmadan sadece beyan edilen kimlik bilgilerine dayanılarak hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır denilmiştir.

6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun 91. maddesinde geçici koruma “Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen yabancılara geçici koruma sağlanabilir.” şeklinde hüküm altına alınmış, bu kişilerin Türkiye’ye kabulü, Türkiye’de kalışı, hak ve yükümlülüklerinin Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle düzenleneceği belirtilmiştir.

6458 sayılı Kanun’un 91. maddesi uyarınca çıkartılan Geçici Koruma Yönetmeliği’nin (Bakanlar Kurulu Kararının Tarihi: 13/10/2014 No: 2014/6883 Dayandığı Kanunun Tarihi: 04/04/2013 No: 6458 Yayımlandığı Resmi Gazete’nin Tarihi: 22/10/2014 No: 29153) 21. maddesinde; bu Yönetmelik kapsamındaki yabancıların kayıtları sırasında kimliğine ilişkin belge sunamayan yabancının, aksi ispat edilinceye kadar beyanının esas alınacağı, fotoğraf, parmak izi ya da kimlik tespitine elverişli diğer biyometrik verilerin esas alınıp merkezi veri tabanına kaydedileceği, mevcut biyometrik verilerle eşleştirileceği, kayıt altına alınan yabancıların bilgilerinin derhal Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne bildirileceği, yabancıların kayıt bilgilerinin doğum, ölüm, evlilik, boşanma, gönüllü geri dönüş gibi hallerde güncelleneceği, adres kayıt sistemine kaydedilecekleri düzenlemeleri getirilmiş, 22. maddesinde ise; kayıt işlemleri tamamlananlara, valilikler tarafından geçici koruma kimlik belgesi düzenleneceği, geçici koruma kimlik belgesi verilenlere, 25/04/2006 tarihli ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu kapsamında yabancı kimlik numarası verileceği belirtilmiştir.6458 sayılı Kanun’un 121. maddesine dayanılarak çıkartılan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelik 17 Mart 2016 tarih ve 29656 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

Somut olayımızda ise; Afgan uyruklu sanığa ait nüfus ve adli sicil kayıtlarının, sanığın vatandaşı olduğu ülkeden, gerektiğinde uluslararası kurum ve kuruluşlardan genelgeler doğrultusunda temin edilip, sanığın resmi kimlik bilgilerinin temin edilmesi, temin edilemediği takdirde soruşturma makamınca sanığın beyanı üzerine tespit edilen kimlik bilgileri, dosya içerisindeki parmak izi ve fotoğraf kayıt formu ile sanığın temin edilen fotoğraflarının Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne gönderilerek Geçici Koruma Yönetmeliğinin 21 ve 22. maddeleri uyarınca sanığın Türkiye’ye kabul edilen yabancılardan olup olmadığının ve varsa yabancı kimlik numarası ile adres kayıt sistemindeki kayıtlarının tespit edilmesi, şayet kimliği bu şekilde belirlenmiyorsa 6458 sayılı Kanun’un 91. maddesi uyarınca çıkartılan Geçici Koruma Yönetmeliği’nin 21. ve 22. maddesi gereğince gerekli kayıtlarının yapılıp geçici koruma belgesi çıkarılıp gönderilmesi istenilerek belirlenen kimliği esas alınıp, hükümlülüğüne karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Kanuna aykırı, sanık ve müdafiinin temyiz istekleri yerinde görülmüş olduğundan hükmün CMK’nın 302. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine ve tutuklama koşullarında bir değişiklik bulunmamasına göre sanık hakkındaki tahliye talebinin reddine,

28/02/2019 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7165 sayılı Kanun’un 8. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 304/1. maddesi uyarınca dosyanın Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’ne; kararın bir örneğinin Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine gönderilmesine, 22/10/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi

KORUMA TEDBİRLERİ NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT-UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi
ESAS: 2020/1700
KARAR: 2020/7313

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Dava : Koruma tedbirleri nedeniyle tazminat
Hüküm : Davacının tazminat talebinin kısmen kabulü ile 2.500 TL maddi ve 3.500 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine

Davacının tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Tazminat talebinin dayanağı olan Şanlıurfa 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/141 Esas – 2010/137 Karar sayılı ceza dosyası kapsamında, davacının uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan 07/04/2009 – 30/12/2009 tarihleri arasında gözaltı ile birlikte 267 gün tutuklu kaldığı, yapılan yargılama sonunda beraatine hükmedildiği, beraat hükmünün 29/04/2010 tarihinde kesinleştiği, tutuklama tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK’nın 142. maddesinde öngörülen süre içinde yetkili ve görevli mahkemeye davanın açıldığı ve kanunda öngörülen yasal şartların oluştuğu,

Davacının 15.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminatın gözaltına alınma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile ödenmesi talebine ilişkin söz konusu davada, yerel mahkemece 2.500 TL maddi, 3.500 TL manevi tazminatın gözaltına alınma tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile davalıdan alınarak davacıya ödenmesine hükmedildiği anlaşılmakla;

Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre davacı vekilinin tüm, davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1- Dosya içeriğine göre; davacının tutuklu kaldığı sürelerin tamamının Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/711 Esas – 2011/186 Karar sayılı ceza dosyasındaki mahkumiyetinden mahsubuna karar verildiği dikkate alınarak, 5271 sayılı CMK’nın 144/1-a maddesinin yürürlükten kaldırılması nedeniyle mahsup tazminata engel oluşturmayacak ise de, haklarında mahsup işlemi yapılmayan kişilerle tutukluluğu diğer bir mahkumiyetinden mahsup edilenler arasındaki dengenin, hak ve nesafetin sağlanması gerektiği göz önünde bulundurularak davacı lehine makul bir miktar maddi ve manevi tazminata hükmolunması gerekirken, yazılı şekilde fazla maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi,

2- Gerekçeli karar başlığında, ”16/06/2010” olan dava tarihinin ”02/07/2019” olarak yazılması ve hükmün verildiği duruşmaya iştirak eden Cumhuriyet savcısının isim ve sicil bilgilerinin yazılmaması,

Kanuna aykırı olup, davalı vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme uygun olarak BOZULMASINA, 21/12/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SANAL ORTAMDA KREDİ KARTI ALIŞVERİŞİ- ÜRÜNLERİN TESLİM EDİLMEMESİ NEDENİYLE ÖDENEN BEDELİN BANKANIN SORUMLULUĞUNDA OLDUĞU

T.C
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/1953
KARAR: 2017/2895

“İçtihat Metni”

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı, sihirlikazan.com sitesinden toplam 11.900,48 TL tutarlı 2 ayrı alışveriş yaptığını, alışverişinde davalı banka tarafından verilmiş kredi kartını kullandığını, satın aldığı ürünlerin teslim edilmemesi üzerine davalı bankaya başvurarak chargeback kuralları gereğince ödediği bedelin kredi kartına iadesini talep ettiğini ancak davalı bankanın haksız yere talebi reddettiğini ileri sürerek, 11.900,48 TL’nin yasal faiziyle iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, satım ilişkisinin tarafı olmayan müvekkili bankaya husumet yöneltilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, yapılan yargılama ve benimsenen bilirkişi raporlarına göre, bankanın chargeback kuralını işletmesi gerekirken işletmeyerek kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, 8.898,03 TL ve 2.996,49 TL tutarlı alışveriş bedellerinin taksit ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 10/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SOKAĞA ÇIKMA YASAĞI -EVDE İZOLASYON TEDBİRİNE UYMAMA – İDARİ PARA CEZASININ İPTALİ

T.C.
ŞEBİNKARAHİSAR
SULH CEZA HÂKİMLİĞİ
DEĞİŞİK İŞ KARAR
DEĞİŞİK İŞ NO : 2020/694 D.İş

HAKİM : ÖMER FARUK BAĞLI 189624
KATİP : SEFA ÖCER 185178

İTİRAZ EDEN : Y.Ş.
KARARINA İTİRAZ EDİLEN : ŞEBİNKARAHİSAR İLÇE JANDARMA KOMUTANLIĞI, İlçe Jandarma Trafik Tim Komutanlığı Şebinkarahisar/ GİRESUN

İTİRAZIN KONUSU : İdari yaptırım kararı
İTİRAZ TARİHİ : 06/10/2020

Muteriz Y. Ş.’in Hakimliğimize vermiş olduğu 06/10/2020 havale tarihli dilekçesiyle tarafına idari para ceza tutanağı düzenlendiğini bildirerek itiraz etmiştir.

İtirazın müddeti içinde yapıldığı ve cezanın yazılış biçimine göre itirazın mümkün olduğu anlaşılmakla;
İtiraz dilekçesi ve ekleri incelendi.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ :

İtiraz eden Y. Ş.’in 06/10/2020 havale tarihli dilekçesinde özetle; Şebinkarahisar Kaymakamlığı İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından sokağa çıkma kısıtlamasını ihlal etmekten tarafına verilen idari yaptırım kararının kaldırılmasını mağduriyetinin giderilmesini arz ve talep etmiştir.

Şebinkarahisar İlçe Jandarma Komutanlığının 14/10/2020 havale tarihli yazısı ile ; İlgili Trafik İdari Para Cezası Kararına yapılan itiraza ait dilekçede belirtilen hususlara karşı beyanlar ile tüm bilgi, belge ile yapılan işlemlerin Hakimliğimize gönderildiği görülmüştür.

Dosya içerisinde bulunan bilgi ve belgelerden itiraza konu İdari Yaptırım Karar Tutanağına süresi dahilinde itiraz edildiği ve Hakimliğimizin itirazı incelemede görevli ve yetkili olduğu anlaşılmıştır.

Dosya üzerinden karar verilmesinin mümkün olduğu anlaşılmış ve duruşma açılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.

İtiraz edenin dilekçesi, Şebinkarahisar İlçe Jandarma Komutanlığının cevabi yazıları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;Olağan dönemlerde temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasını düzenleyen Anayasa’nın 13’üncü maddesi; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” şeklindedir.

1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununun 27’nci maddesi; Umumi hıfzıssıhha meclisleri mahallin sıhhi ahvalini daima nazarı dikkat önünde bulundurarak şehir ve kasaba ve köyler sıhhi vaziyetinin ıslahına ve mevcut mahzurların izalesine yarayan tedbirleri alırlar. Sari ve salgın hastalıklar hakkında istihbaratı tanzim, sari ve içtimai hastalıklardan korunmak çareleri ve sıhhi hayatın faideleri hakkında halkı tenvir ve bir sari hastalık zuhurunda hastalığın izalesi için alınan tedbirlerin ifasına muavenet eylerler”. şeklindedir.

Aynı Kanunun 57’nci maddesi; “Kolera, veba (Bübon veya zatürree şekli), lekeli humma, karahumma (hummayi tiroidi) daimi surette basil çıkaran mikrop hamilleri dahi – paratifoit humması veya her nevi gıda maddeleri tesemmümatı, çiçek, difteri (Kuşpalazı) – bütün tevkiatı dahi sari beyin humması (İltihabı sahayai dimağii şevkii müstevli), uyku hastalığı (İltihabı dimağii sari), dizanteri (Basilli ve amipli), lohusa humması (Hummai nifası) ruam, kızıl, şarbon, felci tıfli (İltihabı nuhai kuddamii sincabii haddı tifli), kızamık, cüzam (Miskin), hummai racia ve malta humması hastalıklarından biri zuhur eder veya bunların birinden şüphe edilir veyahut bu hastalıklardan vefiyat vuku bulur veya mevtin bu hastalıklardan biri sebebiyle husule geldiğinden şüphe olunursa aşağıdaki maddelerde zikredilen kimseler vak’ayı haber vermeğe mecburdurlar. Kudurmuş veya kuduz şüpheli bir hayvan tarafından ısırılmaları, kuduza müptela hastaların veya kuduzdan ölenlerin ihbarı da mecburidir.” şeklindedir.

Yine aynı Kanunun 72’nci maddesi; “57 nci maddede zikredilen hastalıklardan biri zuhur ettiği veya zuhurundan şüphelenildiği takdirde aşağıda gösterilen tedbirler tatbik olunur:
1-Hasta olanların veya hasta olduğundan şüphe edilenlerin ve hastalığı neşrü tamim eylediği tetkikatı fenniye ile tebeyyün edenlerin fennen icap eden müddet zarfında ve sıhhat memurlarınca hanelerinde veya sıhhi ve fenni şartları haiz mahallerde tecrit ve müşahede altına vaz’ı.
2-Hastalara veya hastalığa maruz bulunanlara serum veya aşı tatbikı.
3-Eşhas, eşya, elbise, çamaşır ve binaların ve fennen intana maruz olduğu tebeyyün eden sair bilcümle mevaddın fenni tathiri.
4-Hastalık neşreden haşarat ve hayvanatın itlafı.
5-Memleket dahilinde seyahat eden eşhasın icap eden mahallerde muayenesi ve eşyalarının tathiri.
6-Hastalığın sirayet ve intişarına sebebiyet veren gıda maddelerinin sarf ve istihlakinin men’i.
7-Dahilinde sari ve salgın hastalıklardan biri zuhur eden umumi mahallerin tehlike zail oluncaya kadar set ve tahliyesi”

Görüldüğü üzere kanun metninde sayılan hastalıklar sınırlı olarak sayılmıştır. Keza Anayasa Mahkemesi de zorunlu aşı uygulamaları çerçevesinde yapılan bireysel başvurularda kanunda yer alan hastalıkların tahdidi olarak sayıldığı görüşündedir. (Örnek olsun: Anayasa Mahkemesi, Bireysel Başvuru, 2013/1789, 11.11.2015, § 71) Ancak Umumi Hıfzısıhha Kanunu’nun 64’üncü maddesi: “57 nci maddede zikredilenlerden başka her hangi bir hastalık istilai şekil aldığı veya böyle bir tehlike baş gösterdiği takdirde o hastalığın veya her hangi bir hastalık şeklinin memleketin her tarafında veya bir kısmında ihbarı mecburi olduğunu neşrü ilâna ve o hastalığa karşı bu kanunda mezkür tedabirin kaffesini veya bir kısmını tatbika Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekaleti salahiyettardır.” şeklinde olup Sağlık Bakanlığı’na maddede sayılan hastalıklar dışında bir hastalığın istilai şekil alması halinde kanunda belirtilen önlemlerin alınması yetkisinin verildiği görülmektedir. Burada üzerinde durulması gereken hususlardan biri de kanunun idareye hangi yetkileri verdiğinin belirlenmesidir. Zira temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması noktasında Anayasa Mahkemesinin ısrarla vurguladığı gibi, “(…) temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasına yönelik yapılacak kanuni düzenlemelerde kanun koyucunun temel esasları, ilkeleri ve çerçeveyi belirledikten sonra diğer ayrıntıların düzenleyici işlemler ile belirlenebileceği kabul edilmiştir. Aksi bir durum temel hak ve özgürlüklerin ancak kanunla sınırlanabileceğine ilişkin Anayasa’nın 13. maddesi hükmüne de aykırılık oluşturacaktır. (Anayasa Mahkemesi, Bireysel Başvuru, 2016/7628, 27.02.2020) O halde; idarenin kanunun 72’inci maddesi uyarınca alabileceği önlemler;
hastalar, hasta olduğundan şüphe edilenler ile hastalığı yayanların tecrit edilmesi,
bunlara serum ve aşı uygulanması,
hastalığı yayan hayvanların itlafı,
hastalığa yol açan yahut hastalığı bulaştıran gıdalara ilişkin sınırlamalar getirilmesi,
memleket dahilinde seyahat edenlerin muayenesi ve hastalık sebebiyle belirli yerlerin boşaltılması tecrit ve tedaviye özgü niteliğe sahip özel yeri bulunmayan okul, fabrika ve imalathane gibi insanların kalabalık olarak toplandığı yerlerde bulaşıcı hastalığa sahip kimselerin girişinin engellenmesi (md 74),
daha önce kendisinde var olan bulaşıcı ve salgın hastalığı etrafında bulunanlara bulaştırmış olduğu kesin olan kimselerin geçici olarak bu durum izale edilene kadar mesleklerini yapmaktan men edilmeleri (md 76),
bulaşıcı ve salgın hastalığın yayıldığı yerlerde, Sağlık Bakanlığı’nın onayıyla; o ilde, bütün toplantıların yasaklanabileceği ve ayrıca hastalıklı yahut hastalık şüphesi olan yahut bulaşmasına vesile olabilecek kişilerin ve eşyaların dezenfekte edilmeden dolaşmalarının yasaklanacağından (md 77) bahsedilmektedir. (Volkan Arslan, COVID-19 Salgını Sebebiyle Uygulanan Sokağa Çıkma Kısıtlamalarının 1982 Anayasası’na Uygunluğu, İstanbul Hukuk Mecmuası, 78 (2) syf. 827 ve Seyit Rasim Doru, COVID-19 (Koronavirüs) Salgını Sürecinde Yapılan Idari Muamelelerin Hukuka Uygunluğu ve Idarenin Sorumluluğu Meselesi. İstanbul Hukuk Mecmuası, 78 (2) syf. 779 )
Son olarak aynı kanunun 282’nci maddesi; “Bu Kanunda yazılı olan yasaklara aykırı hareket edenler veya zorunluluklara uymayanlara, fiilleri ayrıca suç oluşturmadığı takdirde, ikiyüzelli Türk lirasından bin Türk parasına kadar idari para cezası verilir.” şeklindedir.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun emre aykırı davranış başlıklı 32’nci maddesine göre, “yetkili makamlar tarafından adlî işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye yüz Türk Lirası idarî para cezası verilir. Bu cezaya emri veren makam tarafından karar verilir.”
Hukuk devletinde, bireylerin belirli bir zaman diliminde hangi fiillerin suç olarak tanımlandığı ve hangi cezai yaptırımlara bağlandığını bilip öngörebilmeleri, bir başka ifadeyle ceza hukuku kurallarının öngörülebilir ve erişilebilir olması şarttır. Bu nedenle, kişinin işlediği fiilden sorumlu tutulabilmesi için, hangi fiillerin suç olduğunun kanunlarda açıkça gösterilmesi gereklidir. (AYM, E.1991/18,K.1992/20, K.T. 31.3.1992). Ceza yaptırımına bağlanan fiilin kanunda açık bir şekilde düzenlenmesi şartı, suç ve cezalara dair düzenlemelerin şeklî bakımdan kanun biçiminde çıkarılmasının yeterli olmadığı, bunların içerik bakımından da belli amacı gerçekleştirmeye elverişli olmaları gerektiğini ifade etmektedir. Bu açıdan kanun metni, bireylerin, gerektiğinde hukuki yardım almak suretiyle, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını belli bir açıklık ve kesinlikte öngörebilmelerine imkân verecek düzeyde kaleme alınmış olmalıdır. Dolayısıyla, uygulanması öncesinde kanun, muhtemel etki ve sonuçlarına dair yeterli derecede öngörülebilir olmalıdır.” (AYM, E.2011/62,K.2012/2, K.T. 12.1.2012).
Kabahatler Kanunu’nun “Kanunilik İlkesi” başlıklı 4. Maddesinde, hangi fiillerin kabahat oluşturduğu kanunda açıkça tanımlanabileceği gibi; kanunun kapsam ve koşulları bakımından belirlediği çerçeve hükmün içeriğinin, idarenin genel ve düzenleyici işlemleriyle de doldurulabileceği, kabahat karşılığı olan yaptırımların türü, süresi ve miktarının ancak kanunla belirlenebileceği kurala bağlanmıştır. İdarî yaptırımlar konusunda genel kanun niteliğini haiz Kabahatler Kanunu, hangi fiillerin kabahat oluşturduğuna yönelik kanunda bir çerçeve hükme yer verilmesi halinde idareye kısmi takdir yetkisi tanımakta, ancak yaptırımın türü, süresi ve miktarı bakımından mutlak olarak kanunilik ilkesini benimsemiş bulunmaktadır. (Danıştay 13. Daire Esas No : 2014/2632, Karar No : 2014/2856)
Öte yandan Kabahatler Kanunu’nun 32’nci maddesi uyarınca idari para cezası verilmesinin başat koşulu verilen emrin “hukuka uygun olması”dır.
Bu açıklamalar ışığında, idare tarafından kanunun belirlediği sınır ve alan dahilinde idari para cezası yaptırımına bağlanan eylemlerin ayrıntıları ile ilgili düzenleme yapılabilmesinin kanunilik ilkesine aykırı olmadığı değerlendirilmekte, buna rağmen idarenin kanunun verdiği yetkiyi geniş yorumlayarak başkaca kabahat ihdas etmesi ve bunu yaptırıma bağlaması hukuka aykırı olmaktadır. Binaenaleyh, idarenin 1593 sayılı Kanunun verdiği ve yukarıda sayılan önlemler haricinde, özellikle hastalığı yayan veya yayma riski taşıdığı belirlenen kişiler (pozitif veya pozitif temaslılar) haricinde kalanlara yönelik idari para cezaları da kanuni dayanaktan yoksun kalmaktadır. Anayasa Mahkemesi de hak ihlali başvurularında sınırlamanın kanunla düzenlenmemiş olması durumunda Anayasa’nın 13’üncü maddesine yer alan diğer kriterlere bakmaksızın ihlal tespit etmektedir. (Anayasa Mahkemesi, Bireysel Başvuru, 2014/256, 25.06.2014, § 79.) Zira demokratik hukuk düzeninde kanunla belirlenmemiş bir sınırlama Anayasa’nın 13’üncü maddesinde yer alan diğer koşulları taşısa dahi organik yönden hakkın özüne müdahaledir. Bu nedenle kanuni olmayan bir kısıtın yüklendiği amaç ne kadar önemli olursa olsun, kanunilik ilkesinin sağladığı koruma ve kamusal yarardan daha üstün olamayacaktır.
Somut olayda, itiraz edenle ilgili 01/04/2020 tarihli tutanakta, kabahatlinin il dışından geldiği için zorunlu izolasyon tedbirlerine beyan ettiği adresi terk etmek suretiyle uymadığı tespit edilerek kendisine 18/09/2020 tarihinde Şebinkarahisar Kaymakamlığı’nca 392-TL idari para cezası kesilmiştir. Muterizin hastalığı taşıyan veya yayma riski bulunan kişiler arasında olduğuna dair bir belirleme yapılmadığına göre 1593 sayılı Kanunun 283’üncü maddesinin uygulama alanı bulunmadığından bu madde uyarınca ceza verilmemesi isabetli olmakla beraber 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun emre aykırı davranış başlıklı 32’nci maddesine göre kabahatliye yaptırım uygulanması öncelikle verilen emrin hukuka uygun olması şartına bağlıdır. Söz konusu evde izolasyon emrinin hukuka uygun olduğunun değerlendirilmesi için de 1593 sayılı Kanun uyarınca idarenin bu konuda yetkilendirilmiş olması gerekmektedir. Yukarıda da bahsedildiği üzere mezkur kanun sadece belli kişiler ile ilgili, belli alanlarda ve belli düzenlemeler konusunda idareye ayrıntıları düzenleme yetkisi verdiğinden ve itiraz edenin kanun kapsamında riskli gruba dahil olduğuna dair idare tarafından gönderilen cevap yazısında bir belirleme bulunmadığına göre emrin hukuka uygun olduğu düşünülemez. Bu halde, itiraz edene 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun emre aykırı davranış başlıklı 32’nci maddesine göre para cezası verilmesi hukuka aykırı olup idari para cezasının iptaline karar verilerek aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.
HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Şebinkarahisar İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından tanzim edilen 30/03/2020 tarihli 392,00 TL. İdari Yaptırım Kararına karşı muteriz Y. Ş. tarafından yapılan başvurunun 5326 Sayılı Kabahatler Kanununun 28/8-a maddesi gereğince KABULÜNE, Şebinkarahisar Kaymakamlığı İlçe Jandarma Komutanlığı tarafından tanzim edilen 30/03/2020 tarihli 392,00 TL. TL. itiraz eden Y. Ş. hakkında verilen İDARİ PARA CEZASININ İPTALİNE,
2-İtiraz süresince yapılan masrafın kamu üzerinde BIRAKILMASINA,
3-Kararın itiraz eden ve kararına itiraz edilen kuruma (Şebinkarahisar İlçe Jandarma Komutanlığına) TEBLİĞİNE,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, miktar itibari ile KESİN olmak üzere karar verildi.26/10/2020

Katip 185178
E” imzalı

Hakim 189624
E” imzalı

ÜST GEÇİT YAPILMASI BİR İDARİ EYLEM DEĞİL, İDARİ İŞLEMİN İCRASI NİTELİĞİNDE OLDUĞUNDAN, ÜST GEÇİT YAPIMI NETİCESİNDE TAŞINMAZINDA DEĞER KAYBI OLDUĞUNU İDDİA EDEN DAVACININ, ÜST GEÇİDİN TAMAMLANDIĞI TARİHTEN İTİBAREN DAVA AÇMASI GEREKTİĞİ HAKKINDA..

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRE
E. 2011/7919
K. 2013/905
T. 12.2.2013

• KARAYOLU GEÇİŞİNİN ÜST GEÇİT YAPILARAK SAĞLANDIĞINDAN BAHİSLE TAŞINMAZDA OLUŞAN DEĞER KAYBI TAZMİNİ ( Süre Aşımı – Üst Geçit Yapımının Sona Erdiği ve Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı/Süre Geçtikten Sonra Açılan Davanın Reddedileceği )

• TAŞINMAZDA OLUŞAN DEĞER KAYBI TAZMİNİ ( Karayolu Ulaşımının Üst Geçitle Sağlanmasından Kaynaklı – Üst Geçidin Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı/Bu Süreler Geçtikten Sonra Açılan Davanın Süreden Reddi Gerektiği )

• DAVA AÇMA SÜRESİ ( Karayolu Geçişinin Üst Geçit Yapılarak Sağlandığından Bahisle Taşınmazda Oluşan Değer Kaybı Tazmini – Üst Geçit Yapımının Sona Erdiği ve Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı )

• SÜRE AŞIMI ( Karayolu Geçişinin Üst Geçit Yapılarak Sağlandığından Bahisle Taşınmazda Oluşan Değer Kaybı Tazmini – Davanın Üst Geçitin Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Açılacağı/Dava Açma Süresini Canlandırıcı Mahiyette Olmayan Başvurunun Reddi Üzerine Açıları Davada Süre Aşımı Bulunduğu )

2577/m.11,12

ÖZET : Dava; karayolu geçişinin üst geçit ile sağlanması sebebiyle malik olunan taşınmazda değer kaybı meydana geldiğinden bahisle uğranıldığı zararının tazmini istemine ilişkindir. Zarar, eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan
başvurunun reddi üzerine açıları davada süre aşımı bulunmaktadır.

İstemin Özeti : Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin 29.3.2011 tarih ve E:2011/433, K:2011/250 Sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi: Uyuşmazlıkta, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair istemden ve bu işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla, davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı 26.11.2009 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine kalan sürede dava açılması gerekirken; bu süre geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan 21.9.2010 tarihli başvurunun reddi üzerine 28.1.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan, temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibariyle
isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu nedenle, temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesi kararının yukarda belirtilen gerekçe ile onanması gerektiği düşünülmekledir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17/2.maddesi uyarınca davacıların duruşma istemi yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi, gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; Samsun-Ankara Karayolu’nun Havza İlçesi Merkez geçişinin üst geçit ile sağlanması sebebiyle davacıların maliki olduğu Samsun ili, Havza ilçesi, İnönü Mahallesi, 94 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda değer kaybı meydana geldiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen 150.000,00 TL maddi zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Samsun 1. İdare Mahkemesince; davacıların maliki olduğu Samsun İli, Havza İlçesi, İnönü Mahallesi, 94 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda meydana geldiği ileri sürülen değer kaybının tazmini istemiyle 21.9.2010 tarihinde yapılan başvurunun altmış gün içinde cevap verilmeyerek zımnen reddedildiği,  zımni ret tarihi olan 20.11.2011 tarihinden itibaren 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7 ve 13. maddelerine göre altmış günlük dava açma süresi içinde ve en son 19.1.2011 tarihînde dava açılması gerekirken, bu sürenin bitiminden sonra yeni dava açma süresini canlandırmayan 26.11.2010 tarihli işlem üzerine 28.1.2011 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülen aralan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

İdari işlemler, idari makam ve mercilerin idari faaliyetleriyle ilgili alanda, idare hukuku çerçevesinde,tek taraflı irade açıklamasıyla hukuk aleminde sonuç doğması kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki tasarruflarıdır. Temelinde bir idari karar veya işlem olmayan, fizik alanında görülen iş, hareket, ameliye ve çalışmalar ile idarenin hareketsiz kalması ise, idari eylem olarak adlandırılmaktadır. İdari işlemler, hukuk aleminde değişiklik yapan, yenilik doğuran irade açıklamalarını yansıtmakta iken; idari eylemler, esas olarak maddi alemde değişiklik ve yenilik meydana getirmekte, sadece ilgililerin hak ve yetkilerini kullanmaları koşuluyla hukuki etki ve sonuç doğurabilmektedir.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12 maddesinde; İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması batinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca İdareye başvurma hakları saklıdır. hükümleri yer almış anılan Kanunun 13. maddesinde ise; “… İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilir.”, hükümlerine yer verilmiştir. Dava dosyası ve aynı konuya yönelik açılan diğer dosyaların birlikte incelenmesinden; Samsun-Ankara Karayolunun Havza İlçesi Merkez geçişinin sağlanması için yapılan üst geçidin 25.11.2009 tarihinde hizmete açıldığı, davacılar tarafından üst geçit yapılması sebebiyle taşınmazında meydana geldiği ileri sürülen değer kaybının ödenmesi istemiyle 21.9.2010 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, yapılan başvurunun altmış gün içerisinde cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedildiği, davalı idarece zımni ret tarihinden sonra tesis edilen 26.11.2010 tarihli işlemle de davacılar başvurularının reddedilmesi üzere 28.1.2011 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlıkta, davacılar tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar, eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair istemden ve bu işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı 25.11.2009 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan 21.9.2010 tarihli başvurunun reddi üzerine 28.1.2011 tarihinde açıları davada süre aşımı bulunmaktadır. Bu durumda, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibariyle hukuki isabetsizlik bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz: isteminin reddi ile Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin 29.3.2011 tarih ve E:2011/433, K:2011/250 Sayılı kararının, yukarda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA, 12.02.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
Esas No:2014/23076
Karar No:2015/18932
Karar Tarihi: 28.05.2015

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

ÖZET: Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

(1475 S. K. m. 14) (4857 S. K. m. 17, 25, 41, 46)

Dava ve Karar: Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, ücret alacağıyla fazla mesai ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. Bulut tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı avukat yanında katip olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini iddia ederek bir kısım işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili davacının iddialarının yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini haksız feshettiğini belirterek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedilip feshedilmediği uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır.

Somut olayda, davacının iş sözleşmesinin icra takip dosyasından borçlu olarak gözüken kişiden 350,00 TL’yi harç parası alarak bunu yatırmayıp uhdesinde tuttuğu gerekçesiyle feshedilmiştir. Parayı verdiğini iddia eden icra takip dosyası borçlusu olan davalı tanığı bunu doğruladığı gibi davacıyla telefon görüşmesinde davacının parayı aldığını kabul ettiğini de doğrulamıştır. Aynı şekilde dosyada bu yönde bir tutanak ve davalı tanığı Gökhan’ın beyanları da bulunmaktadır. Daha sonra söz konusu, harcın davalı avukat tarafından yatırılarak borçlu üzerindeki haczin kaldırıldığı da anlaşılmaktadır. Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.05.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

TRAFİK KAZASI NEDENİYLE YARALANMA- MALULİYET RAPORU- ISLAH- UZAMIŞ CEZA ZAMANAŞIMI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/2050
KARAR:2014/5437

“İçtihat Metni”

Davacı … ile davalılar … … …, …. ve … arasındaki dava hakkında, ….Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 20.03.2012 gün ve 2002/206-2012/57 sayılı hüküm, Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalı … vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü;

– K A R A R –

Davacı vekili, davalıların trafik sigortacısı, malik ve sürücüsü olduğu iki aracın karıştığı 25.10.1999 tarihli kazada müvekkilinin yaralandığını ileri sürerek, şimdilik 1.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminatın … şirketleri dışındaki davalılardan, 5.000,00 TL maddi tazminatın davalı … şirketlerinden kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiş, 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle 19.805,64 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak 19.805,64 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminata karar verilmiştir. Hüküm, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizce verilen 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı bozma kararının; (1) nolu bendinde davalı … vekili, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı …. vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bendinde ise davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazları yönünden, “dava açıldığı tarih itibariyle davalı şirket iflas etmemiştir. Bu davalı aleyhine tazminatın tahsili için açılan davada, dava konusu alacağın ikinci alacaklılar toplantısında iflas masasına kaydedilip, masaca alacağın kesin olarak kabul edilip edilmediğinin araştırılması ve şayet kesin suretle kayıt ve kabul edilmiş ise, bu davalı bakımından konusu kalmayan davanın reddine karar verilmesi, masaya kayıt edilmek istenip de alacak kısmen veya tamamen reddedilmiş ise ve kayıt-kabul davası ayrıca açılmamışsa, iş bu davada husumet iflas idaresine yönetltildiğinin kabulü ile alacağın iflas masasına kayıt ve kabul davası olarak devam edilerek, tazminat istemi bakımından yapılacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, davalı şirket hakkında eksik incelemeye dayalı olarak verilen karar doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Davalı … vekili bu defa karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Davalı … vekilinin karar düzeltme istemi üzerine dava dosyasının yeniden yapılan incelemesinden;
Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle sürekli iş göremezlik zararı ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı ….nun 109/1.maddesinde “motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar.” denilmektedir. Aynı kanunun 109/2 maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda; dava konusu trafik kazası, 25.10.1999 tarihinde meydana gelmiştir. Dava, 04.05.2002 tarihinde açılmıştır. Yargılama sırasında alınan ve … Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 27.02.2006 tarihli raporda, davacının bu kaza sonucu vücut genel çalışma gücünü % 9,1 oranında kaybettiği belirlenmiştir. Mahkemece hükme esas alınan tazminat bilirkişi raporunda davacının geçici ve sürekli iş göremezlik zararının toplam 19.805,64 TL olduğu belirlenmiştir. Davacı vekili tarafından 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmiş ve maddi tazminat istemi, bilirkişi raporu doğrultusunda artırılarak 19.805,64 TL tazminat istenmiştir. Davalı … vekili, ıslah dilekçesine karşı süresi içinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur. Mahkemece, dava ve ıslah dilekçesinde istenen toplam 19.805,64 TL maddi tazminata karar verilmiştir.

Dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, davacının bedensel zararında gelişen durumun varlığının da ileri sürülmemiş olması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır.

Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir. Bu durumda; davalı … vekilinin karar düzeltme itirazının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamına yukarıda yazılı bozma nedeninin de ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yönünden de bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı … vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamının (1) nolu bendinin bozma ilamından çıkarılmasına yerine “1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, gerektirici sebeplere göre, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı… vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine” tümcelerinin yazılmasına, bozma ilamının (2) nolu bendinin numarasının (3) olarak değiştirilmesine, bozma ilamına (2) nolu bent olarak

“2-Davalı … vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır. Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.” bozma nedeninin yazılmasına, bozma ilamının sonuç kısmının ise “Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı.. vekilinin tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin diğer temyiz itşrazının kabulü ile hükmün davalı … yararına bozulmasına, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına” biçiminde değiştirilmesine ve yukarıda yazılı bozma nedeninin de bozma ilamına ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yararına da BOZULMASINA, tashihi karar peşin harcın karar düzeltme isteyen davalı …’e geri verilmesine 10.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

DAVACI KADIN İLE KOCA ARASINDA CİNSEL İLİŞKİ KURULAMAMIŞ OLMASININ EVLİLİK BİRLİĞİNİ TARAFLAR AÇISINDAN ÇEKİLMEZ HALE GETİRDİĞİ

TC
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi

ESAS: 2013/25001
KARAR: 2014/13730

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Develi Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
TARİHİ :07.06.2013
NUMARASI :Esas no:2011/17 Karar no:2013/295

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık bulunmamasına göre, davalı Ö.. K..’ün boşanmaya, davacı lehine hükmedilen tazminatlar ile nafakalara ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmediği gibi, her iki davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan yönlere ilişkin temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir.

2-Davacı, çehiz senedinde adet ve cinsleri gösterilen ziynet eşyalarının eşi Öner tarafından alındığını ve iade edilmediğini ileri sürerek, bunların aynen iadesini, mümkün olmadığı takdirde bedellerinin davalıdan tahsilini istemiş; davalı Öner ise, “altınların tamamının davacının kendisinde olduğunu, altınları gizlice baba evine götürdüğünü” savunmuştur. Dinlenen davacı tanıkları, “davacı baba evine geldiğinde altınları üzerinde yoktu” şeklinde beyanda bulunmuşlardır. Bu beyanlar, altınların davacı evi terk ederken zorla elinden alındığını, götürmesine engel olunduğunu, daha önce götürme fırsatı bulamadığını kabule yeterli değildir. Davacının annesinin telefon konuşmasına şahit olan tanık Ali ..’ın beyanından, altınların davalı tarafından alıkonulmadığı da anlaşılmaktadır. Şu halde davacı ziynetlerle ilgili iddiasını gösterdiği delillerle kanıtlayamamıştır. İsteğin reddi gerekirken, yetersiz tanık beyanlarına dayanılarak ziynetlerin kabulüne karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

3-Davacı, 16.10.2010 tarihli çehiz senedinde adet ve cinsleri gösterilen ziynetler haricindeki menkul eşyanın aynen teslimini, bulunmaması halinde bedellerinin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini de istemiş; mahkemece, çehiz senedinde belirtilen menkul eşyaların eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu kabul edilmiş, bu eşyaların mevcut olması halinde yarısının aynen aidesine, mevcut olmaması halinde bedellerinin yarısının davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Dayanak çehiz senedinde “ayrılık halinde eşyaların yarısının kadına ait olduğu” yazılıdır. Başka bir ifade ile senette yazılı olan, ziynetler haricindeki menkul eşyanın eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu taraflarca evliliğin başında kabul edilmiştir. Davacının menkul eşyalarla ilgili “aynen iade, olmazsa bedel” isteği, bu eşyalar eşlerin paylı mülkiyetinde olduğuna göre, tasfiye niteliğindedir. Eşlerin paylı mülkiyetinde bulunan menkul malların tasfiye şekli ise Türk Medeni Kanununun 226’ncı maddesinin (2.) fıkrasında gösterilmiştir. Tasfiye isteğinin incelenebilmesi için ise, eşler arasındaki mal rejiminin sona ermiş olması zorunludur. Mal rejimi sona ermeden tasfiye istenemez. Mahkemece evliliğin boşanma sebebiyle sona erdirilmesine karar verilmesi halinde, mal rejimi, dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer. (TMK.m.225/2) Şu halde tasfiyeye karar verilmesi için boşanma kararının kesinleşmiş olması zorunludur. Boşanma kararı henüz kesinleşmediğine göre menkul eşyanın tasfiyesine ilişkin talebin tefrik edilip, ayrı bir esasa kaydedilip boşanmanın kesinleşmesinin beklenmesi ve neticesine göre karar verilmesi gerekir. Bu hususun nazara alınmamış olması doğru bulunmamıştır.
4-Kabule göre de;
Mahkemece, çehiz senedinde yazılı ziynetler haricindeki menkul eşyanın eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu kabul edilmiştir. Eşlerin paylı mülkiyetinde bulunan menkul malların nitelikleri gereği pay oranında bölünmesi olanağı yoktur. Böyle bir durumda paylı mülkiyet konusu menkul mallarla ilgili, eşlerden her biri kanunda öngörülen diğer olanaklardan yararlanabileceği gibi, yasal şartlarının varlığı halinde diğerinin payının karşılığını ödemek suretiyle o malın bölünmeden kendisine verilmesini isteyebilir. (TMK.m.226/2) Bu yasal çerçevede sorunun çözümü gerekirken, menkul malların pay oranında bölünmesinin mümkün bulunmadığı nazara alınmadan “mevcutsa yarısının aynen” iadesine şeklinde infazı mümkün olmayacak biçimde karar verilmesi de doğru bulunmamıştır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda (2.) ve (3.) bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan bölümlerinin yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, (3.) bentteki bozma sebebine göre menkul eşyaların esasının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere (2.) ve (3.) bentlerde oybirliğiyle, (1.) bentte oyçokluğuyla karar verildi. 18.06.2014(Çrş.)

KARŞI OY YAZISI

Mahkemece, tarafların evlendikten sonra davalı (koca) nın bağımsız bir ev temin etmediği, davalının ailesiyle birlikte yaşadıkları, tarafların bir buçuk ay kadar bir arada yaşamalarına rağmen aralarında cinsel ilişkinin sağlanamadığı, tarafların her ikisinin de cinsel ilişki kurmalarına engel bir durumlarının bulunmadığı, davacının halen bakire olduğu ve cinsel ilişkiden kaçındığının ispat edilemediği, taraflar arasında cinsel ilişki kurulamamasının kocanın kusuru olduğu, kadının boşanmaya neden olan olaylarda kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle kadının davasının kabulü ile tarafların boşanmasına, kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
“Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler” (TMK. M.186/2). Tarafların evlendikten sonra davalının ailesiyle birlikte oturdukları ve bir buçuk ay kadar birlikte yaşayıp ayrıldıklarına göre, kocanın ailesiyle birlikte oturacaklarını evlenmeden önce birlikte kararlaştırdıkları, bir başka deyişle oturacakları konutu birlikte seçtikleri anlaşılmaktadır. Bu konuda anlaşmazlığa düştükleri de ileri sürülüp ispat edilmemiştir. Bu sebeple tarafların davalının ailesiyle birlikte oturmaları koca için bir kusur olarak nitelendirilemez.
Tarafların fiziki, anatomik ve psikolojik olarak cinsel ilişki kurmalarına engel bir hallerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Her iki tarafında, cinsel ilişki kurmalarına fiziki ve anatomik bir engellerinin bulunmaması halinde, cinsel ilişkiyi sağlama görevinin cinsel ilişkide aktif olan erkeğe ait olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Davacı kadının cinsel ilişki kurmaktan herhangi bir sebeple kaçınması halinde, erkekten aktif olanın kendisi olduğundan bahisle ilişkiden kaçınan eşine karşı güç kullanmasını beklemek doğru değildir. Bu düşünce paralelinde 5237 sayılı TCK’nun da evlilik içerisinde zorla kurulan cinsel ilişkilerde ırza geçme suçu olarak kabul edilmiştir. Bir başka deyişle artık erkeğin cinsel ilişkide aktif olduğu gerekçesiyle ilişkiden kaçınan eşine karşı zor kullanabileceği ilkesi yasa koyucu tarafından da terk edilmiştir. Cinsel ilişki evlilik içerisinde de olsa iki tarafın isteği ve rızası ile olur. Her iki tarafında cinsel ilişki kurmasına fiziki, anatomik ve psikolojik bir engellerinin bulunmadığının anlaşılması karşısında, davacı eşiyle güç kullanarak onun isteği dışında cinsel ilişki kurmadığı için davalı kocayı tek başına kusurlu kabul etmek hukuken mümkün değildir. Davacı kadın ile koca arasında cinsel ilişki kurulamamış olmasının evlilik birliğini taraflar açısından çekilmez hale getirdiği kuşkusuzdur. Bu durumda taraflardanbirinin kusurundan ağır kabul etmek imkansızdır. O halde taraflar arasında cinsel ilişkinin kurulamamış olmasında ve evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında her iki tarafında eşit kusurlu olduğu kabul edilmelidir. Türk Medeni Kanunun 174/1-2. Maddesindeki koşullar oluşmamıştır.
Bu sebeplerle, davalının, davacı kadın yararına hükmedilen tazminatlara ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz edilen hükmün bu bölümünün bozulmasına karar verilmesini düşündüğüm için sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

İCRA TAKİBİNE İTİRAZ- KAMBİYO SENEDİ- BORCA İTİRAZ- SÜRE

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
ŞANLIURFA
2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2020/273 Esas
KARAR NO : 2020/624

HAKİM : Osman Ferhat ALİM 192093
KATİP : Yalçın YAYĞAZ 206072

DAVACI : H. Ö.
DAVALI : D. C. İNŞ.SAN. VE TİC. LTD ŞTİ
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ – [16958-59361-38738] UETS
DAVA : İcra Takibine İtiraz (Borca İtiraz)
DAVA TARİHİ : 17/07/2020
KARAR TARİHİ : 08/12/2020
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 17/12/2020
Mahkememizde görülmekte bulunan İcra Takibine İtiraz (Borca İtiraz) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı asil 17/07/2020 tarihli dilekçesinde özetle; Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğünün 2020/5391 esas sayılı dosyasından icra takibi başlatıldığını, takibin kambiyo takibi olduğunu, alacağın kendisi ile ilgili olmadığı gibi imzanın da kendisine ait olmadığını iddia ederek icra müdürlüğünce başlatılan takibin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı borçlu hakkında 20.03.2020 tarihinde icra takibi yapıldığını ve ödeme emrinin 23/06/2020 tarihinde borçluya tebliğ edildiğini, davanın süresinde çaılmadığını beyan ederek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı asil duruşmadaki beyanında “Dava dilekçemi tekrar ederim, ben takip dayanağı yapılan bonodan dolayı alacaklı şirkete herhangi bir borcum yoktur. Karşı taraf bu senedi neye istinaden aldığını açıklamak zorundadır. Ben herhangi bir mal veya başka bir şey almış değilim. Ayrıca senet metninde bulunan imza da tarafıma ait değildir. davamın kabulüne karar verilsin ” demiştir.

Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğünün 2020/5391 esas sayılı dosyası incelendiğinde; borçlunun Halil Ö., takibin kombiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip, takip dayanağının 30/06/2018 vadeli 40.000 TL bedelli bono olduğu, ödeme emrinin davacı borçluya 23/06/2020 tarihinde tebliğ edildiği, huzurdaki davanın ise İİK 168/5. maddesine göre 5 günlük itiraz süresinde açılması gerekirken, çok sonra 17/07/2020 tarihinde açıldığı görüldüğünden süresinde açılmayan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

HÜKÜM:
1-) Süresinde açılmayan davanın REDDİNE,
2-) Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
3-) Davacı tarafından yapılan masrafın kendi üzerine bırakılmasına,
4-) Davalı kendisini bir vekil ile temsil ettiğinden 2020 yılı AAÜT gereğince belirlenen 1360 TL’nin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-) Artan gider avansının karar kesinleşince davacıya iadesine,
Dair davacı asilin yüzüne karşı, davalı tarafın yokluğunda, kararın davacı asile tefhiminden, davalıya tebliğinden itibaren 10 günlük süre içerisinde Gaziantep BAM istinaf yolu açık olmak üzere karar verildi. 08/12/2020

Katip 206072
e-imzalıdır.

Hakim 192093
e-imzalıdır.

İİK 357 YE MUHALEFET- TASFİYE MEMURU KAMU GÖREVLİSİ OLMASI NEDENİYLE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA- TAKİPSİZLİK KARARI

T.C
YARGITAY
5. Ceza Dairesi         

ESAS:2020/1517
KARAR: 2020/11163 

“İçtihat Metni”

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa muhalefet suçundan şüpheli … hakkında yapılan soruşturma evresi sonunda …Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 19/04/2019 tarihli ve 2019/177 soruşturma, 2019/3094 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik yapılan itirazın reddine ilişkin merci …1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/06/2019 tarihli ve 2019/2016 Değişik iş sayılı Kararının;

Dosya kapsamına göre, şüpheli … hakkında kendisine yapılan tebligatlara cevap vermediğinden bahisle müşteki vekilinin şikayeti üzerine 2004 sayılı Kanuna muhalefet etmek suçundan başlatılan soruşturma sonucunda, şikayete konu olayın anılan Kanun hükümleri çerçevesinde İcra Mahkemesinin görevi kapsamında kaldığı, müsnet suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle şüpheli hakkında …Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, verilen karara yönelik itiraz üzerine, her ne kadar merci …1. Sulh Ceza Hâkimliğince “… atılı suça ilişkin deliller toplandıktan sonra kamu görevlisi olan tasfiye memuru hakkında  İİK 357. madde delaletiyle TCK’nun 257.maddesi yönünden şüphelinin hukuki durumunun Cumhuriyet Savcılığınca tekrardan takdiri gerektiği değerlendirilmiş olup itirazın bu yönü ile kabulü ile kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararın kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir…” şeklinde gerekçe ile itirazın kabulüne karar verilmiş ise de, anılan kararın hüküm kısmında itirazın reddine dair karar verildiğinin anlaşılması karşısında, merci mahkemesince hüküm kısmında itirazın kabulüne dair karar verilmesi gerekirken kısa kararda ve gerekçe kısmında itirazın değerlendirilmesine ilişkin farklı gerekçelerle çelişki oluşturulacak şekilde karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 03/10/2019 gün ve 94660652-105-64-12625-2019-Kyb sayılı Kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay C.Başsavcılığından tebliğname ve Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin görevsizlik kararı ile Daireye ihbar ve dava evrakı ile birlikte gönderilmekle gereği düşünüldü:

Kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname münderecatı yerinde görüldüğünden talebin kabulü ile …1. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen 19/06/2019 tarihli ve 2019/2016 Değişik iş sayılı Kararın CMK’nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine nazaran müteakip işlemlerin mercince yapılmasına, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİNE 01/06/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

REHİN ALACAKLISININ SATIŞA MUVAFAKAT ETMEDİĞİ GEREKÇESİ İLE SATIŞ TALEBİNİN REDDİ YÖNÜNDE İŞLEM TESİSİNİN MÜMKÜN OLMADIĞI

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/708

KARAR:2016/14104

“İçtihat Metni”

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu aleyhine genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız takipte, alacaklının talebi ile icra müdürlüğünce, hacizli olan … plakalı aracın kaydında lehine rehin şerhi bulunan …’na İİK’nun 100. maddesi uyarınca müzekkere gönderildiği, … cevabında, 77.000 TL kefaletten dolayı rehin şerhinin devam ettiğini, araç satışına muvafakati olmadığını bildirdiği, alacaklının satış talebi üzerine, icra müdürlüğünce, rehin alacaklısının satışa muvafakat etmediği gerekçesi ile satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının icra mahkemesine şikayet yolu ile başvurarak, satış talebinin reddine ilişkin memurluk işleminin iptalini talep ettiği, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Rehin hakkı; bir alacağı temine yarayan, başkasına ait menkul mal veya hak üzerinde tesis edilen sınırlı bir ayni hak olup, alacaklıya, borçlulardan alacağını alamaması halinde, rehinli malın satış bedelinden alacağını tahsil yetkisi veren bir haktır. Rehin hakkı, sahibine, satışa muvafakat etmeme hakkı tanımaz. İhale bedelinin, rüçhanlı alacağı karşılayıp karşılayamayacağı satış sonucunda belli olacağından, icra müdürlüğünce belirtilen nedenle satış talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

USULSÜZ TEBLİĞ İDDİASI BULUNMADAN MAHKEMENİN RESEN USULSÜZ TEBLİĞ DEĞERLENDİRMESİ-İTİRAZIN KALDIRILMASI- İNKAR TAZMİNATI-

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/2640
KARAR NO : 2020/1876

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : KEMAL KURT (38110)
ÜYE : FAHRİYE ÇİFTCİ HAZNEDAROĞLU (104886)
ÜYE : TAHSİN ÇORAKÇI (151503)
KATİP : TEVHİDE GÜL YENCİLEK (243621)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/05/2019
NUMARASI : 2019/326 Esas 2019/143 Karar
DAVACI : MUSTAFA S.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
[16958-59361-38738] UETS
DAVALI : MEHMET ALİ K.
DAVANIN KONUSU : İcra Takibine İtirazın Kaldırılması
KARAR TARİHİ :19/11/2020
GEREKÇELİ KARAR
YAZIM TARİHİ :19/11/2020

Yukarıda tarih ve numarası yazılı ilk derece mahkemesi kararının Dairemizce istinaf yoluyla tetkikinin istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden Dairemize gönderilmiş olup, dosya içerisindeki tüm bilgi ve belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü;

Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı aleyhine Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyası ile takip başlattıklarını, borçlu tarafından yetkiye ve borca itiraz edildiğini, takip konusu çekin kambiyo vasfına haiz olup süresi içerisinde bankaya ibraz edilerek karşılıksız kaşesi taşıdığından İİK’nın 68 inci maddesinde belirtilen belgelerden olduğunu, borçlunun İİK’nın 68/1 inci maddedeki belgelerden biri ile borcunun olmadığını ispat edememesi nedeniyle davalının itirazının kaldırılması ve takibin devamı ile davalı borçlunun asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere inkâr tazminatına mahkûm edilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı borçluya dava dilekçesi ekli duruşma gün ve saatini bildirir açıklamalı davetiye usûlüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen davaya cevap vermediği gibi, duruşmalara da katılmamıştır.

Mahkemece yapılan yargılama neticesinde, borçlu Mehmet Ali K.ya ödeme emrinin 25/02/2019 tarihinde tebliğ edildiği fakat ödeme emri ekinde örnek 7 nolu ödeme emri ile birlikte takibe konu çek suretinin de tebliğ edilmiş olduğuna dair bir ibarenin bulunmadığı böylelikle yapılan tebligatın usûlsüz olduğu ve icra dosyasına Mehmet Ali Kaya tarafında yapılan 27/02/2019 tarihli itirazın ve bu itiraza karşılık icra müdürlüğünce verilen 01/03/2019 tarihli durdurma kararının yerinde olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar verildiği görülmüştür.

Davacı vekili istinaf dilekçesinde, ilk derece mahkemesi kararının ve gerekçesinin dava dilekçesinde yer alan taleplerle hiç bir ilgisi bulunmadığını, borçlu Mehmet Ali K. tarafından süresi içerisinde Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyasında gönderilen usûlsüz tebliğ yönünde herhangi bir itirazı bulunmadığı hâlde mahkemece re’sen usûlsüz tebliğ iddiasına dayanarak şikâyetin reddine karar verilmesinin usûl ve yasaya aykırı olduğunu, yetki itirazına ilişkin itirazların değerlendirilmediğini, borçlunun borca itiraz dilekçesinde yetkili icra müdürlüğünü açıkça bildirmediğinden yetki itirazının geçeriz olduğunu, mahkemenin borçlunun İİK’nın 68/1 inci maddedeki belgelerden biri ile borcunun olmadığını ispat edememesi nedeniyle davalının itirazının kaldırılması ve takibin devamı ile davalı borçlunun asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesi gerekirken şikâyetin reddine karar verilmesinin usûl ve yasaya aykırı olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.

İİK’nun 68/1. maddesi gereğince, talebine itiraz edilen alacaklının takibi, imzası ikrar veya noterlikçe tasdik edilen borç ikrarını içeren bir senede yahut resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dahilinde ve usûlüne göre verdikleri bir makbuz veya belgeye müstenit ise, alacaklı icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını isteyebilir.
Tüm dosya kapsamı ve takip dosyası içeriğine göre, takip dayanağı bononun İİK’nın 68 inci maddedeki belgelerden olduğu, ödeme iddiasını ispatın borçluya düştüğü, davalının yargılama sırasında borcun ödendiği ve/veya olmadığını İİK’nın 68 inci maddesinde belirtilen delillerle ispatlayamadığından ve itiraz dilekçesinde yetkili icra müdürlüğü belirtilmediğinden itirazın kaldırılması ve davalının asıl alacağın %20’si oranında tazminata mahkûm edilmesi gerekirken davalı borçlunun usûlsüz tebliğ yönünde herhangi bir itirazı bulunmadığı hâlde mahkemece re’sen usûlsüz tebliğ iddiasına dayanarak şikâyetin reddi yönündeki kararı usûl ve yasaya uygun bulunmamıştır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, ilk derece mahkemesinin şikâyetin reddi yönündeki kararının kaldırılmasına ve HMK’nın 353/1(b)-2. maddesi uyarınca duruşma yapılmadan dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde istinaf başvurusunun kabulüne ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kabulü ile Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyasında davalı borçlunun itirazının kaldırılmasına ve davalı borçlunun alacağın %20’si oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilerek aşağıda yazılı hüküm tesis edilmiştir.

28/02/2019 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 7165 sayılı Kanunun 1. maddesi ile değişik İİK’nın 364/1 maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairelerince verilen ve miktar veya değeri 72.070,00 Türk lirasını geçen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabileceğinden uyuşmazlık konusu miktar (35.000,00 Türk lirası) bu miktarı geçmediğinden karar kesin olarak verilmiştir.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacının İstinaf talebinin KABULÜNE,
2-Dosya kapsamı, delil durumu ve takip dosyası içeriğine göre ŞANLIURFA 2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ’ nin 2019/326 esas, 2019/143 karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3-Davanın KABULÜ ile, Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyasında davalı borçlunun itirazının KALDIRILMASINA ve takibin devamı ile davalı borçlunun alacağın %20’si oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine,
4-Davacı tarafından yatırılan peşin harcın mahsubi ile 10,00 Türk lirası harcın davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Peşin yatırılan istinaf karar harcının talep hâlinde ilk derece mahkemesince davacıya iadesine,
6-Davacı tarafından yapılan toplam 283,90 Türk lirası yargılama giderlerinin davalıdan alınarak davacıya iadesine,
7-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ye göre hesap edilen 1.130,00 Türk lirası maktu vekâlet ücretinin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine,
8-Taraflarca yatırılan gider avanslarından arta kalan kısmın karar kesinleştiğinde talep hâlinde ilk derece mahkemesince ilgili taraflara iadesine,
9-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda tarafların yokluğunda miktaren (35.000,00 Türk lirası) kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi.19/11/2020

Kemal KURT
Başkan
38110

¸e-imzalıdır
Fahriye ÇİFTCİ HAZNEDAROĞLU
Üye
104886
¸e-imzalıdır
Tahsin ÇORAKÇI
Üye
151503

¸e-imzalıdır
Tevhide Gül YENCİLEK
Katip
243621
¸e-imzalıdır

İNANÇLI İŞLEM -KREDİ KULLANMA AMAÇLI TAŞINMAZ DEVRİ

T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2019/2240
KARAR: 2019/5701

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ELATMANIN ÖNLENMESİ-ECRİMİSİL-TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, elatmanın önlenmesi, ecrimisil davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın reddine ilişkin olarak verilen karar asıl davanın davalısı ile birleştirilen davanın davacısı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Asıl dava, bağımsız bölüme yönelik elatmanın önlenmesi ve ecrimisil; birleştirilen dava ise, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı …, asıl davada; davalı …’ün oğlu … adına kayıtlı dava konusu … ada … sayılı parseldeki 2 no’lu bağımsız bölümü 01.08.2008 tarihinde satın aldığını, davalının haklı ve geçerli bir nedene dayanmaksızın dairede oturmaya devam ettiğini, yaptığı icra takiplerini de itiraz üzerine durdurduğunu ileri sürerek, davalının çekişmeli bağımsız bölüme el atmasının önlenmesi ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 01.08.2008 tarihinden başlamak üzere şimdilik 5.000,00 TL ecrimisilin davalıdan tahsilini istemiş, 05.11.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile ecrimisil isteğini 16.678,33 TL’ye arttırmış, birleşen davaya yönelik; davanın reddini savunmuştur.

Birleştirilen davada davacı …, babası …’in isteği üzerine davalı …’ün kredi temini için yardımcı olduğunu, maliki olduğu 2 no’lu bağımsız bölümü davalıya satış yoluyla devrettiğini, davalının satış nedeniyle kullanılan krediyi dava dışı babası …’e verdiğini, kredi ödemelerini de başlangıçta babasının yaptığını, ner var ki kredi kapatılmasına rağmen davalının çekişmeli taşınmazı iade etmediğini ileri sürerek, 2 no’lu bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.

Davalı …, asıl davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, asıl davanın kabulü ile davalı …’in … ada … sayılı parseldeki 2 no’lu bağımsız bölüme el atmasının önlenmesine ve 7.289,44 TL ecrimisilin davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin ecrimisil isteğinin reddine; birleştirilen davanın ise … ve …’in inanç sözleşmesi gereği kendilerine düşen edimi yerine getirmedikleri, kredi borcunu ödemedikleri, bu nedenle mülkiyetin …’a geçtiği gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu … ada … sayılı parseldeki 2 no’lu bağımsız bölümün tamamı … adına kayıtlı iken, …’in bağımsız bölümün tamamını 11.07.2008 tarih ve … yevmiye no’lu işlemle …’a 2.000,00 TL üzerinden satış göstererek temlik ettiği, 11.07.2008 tarih ve … yevmiye no’lu işlemle de anılan bağımsız bölüm üzerine Vakıflar Bankası lehine 228.000,00 TL’lik ipotek tesis edildiği, ipoteğe dayanak kredi incelendiğinde; …’ın 11.07.2008 tarihinde Vakıflar Bankası’ndan 57.000,00 TL’lik konut kredisi kullandığı anlaşılmıştır.

21.01.2014 tarihli 4. celsede dinlenen asıl davanın davacısı …’ın; “… davalı bana birgün kendisinin paraya ihtiyacı olduğunu …’da oğlu adına kayıtlı bir dairenin bulunduğunu söyledi. Bana burayı sana verelim. bankadan kredi kullan bana ver. parayı ödeyemezsem taşınmaz senin dedi. Ben Vakıf Bank Kırıkkale şubesinden 60.000 TL kredi kullandım. çektiğim krediyi bankanın içerisinde davalıya verdim. Kredinin ilk üç taksitini davalı ödedi. kalan taksitlerinin davalı tarafça ödenmeyen taksitlerini ben ödedim. 20/09/2010 tarihinde kredi ödemesi bitti … ‘’ şeklinde beyanda bulunduğu, yine devam eden celselerde … ile vekilinin inançlı işlemi kabul ettiği tespit edilmiştir.

Bilindiği üzere, bu tür iddialar 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delil ya da yemin delili ile kanıtlanır.

Öte yandan, Hukuk Muhakemeleri Kanunun (HMK) 188/1 maddesinde “Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerekmez” düzenlemesine yer verilmiştir.

Somut olayda, taşınmazı temlik alan … yukarıda yer verilen beyanı ile maddi vakayı kabul etmiş, bir başka deyişle kendisine temlikin bedelsiz olarak … yararına kredi kullanılması amacıyla yapıldığını ifade etmiştir. Bu beyan HMK’nin 188. maddesi uyarınca ikrar niteliğindedir. Böyle bir durumda yazılı delile ve yemin deliline gerek olmaksızın birleştirilen davanın davacısı … ile asıl davanın davacısı-birleştirilen davanın davalısı … arasında inançlı işlem bulunduğu hususu tartışmasız hale gelmiştir.

Kaldı ki, … ve … arasında inanç sözleşmesi bulunduğu mahkemenin gerekçesinde de kabul edilmiş, … tarafından gerekçe temyize konu da yapılmamıştır.

Bu aşamada çözümlenecek sorun inançlı temlik nedeniyle … tarafından çekilen ve …’e verilen kredinin kim ya da kimler tarafından, hangi miktarda ödenerek kapatıldığı hususudur.
6098 sayılı TBK’nun 97. maddesinde; “Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir.” hükmüne yer verilmiştir.

Davacı …, birleştirilen davayı açarak kendi edimini yerine getirmek istediğini karşı tarafa bildirmiştir. Dava açmadan önce varsa borcunu yerine getirmemiş olması tek başına inançlı işleme dayalı bir davanın ret sebebini teşkil etmez.

O halde yapılacak iş, … ( veya … ) ile … arasında dava konusu taşınmazın inançlı işlem ile devri nedeniyle oluşan alacak-verecek miktarının saptanması, bu kapsamda ilgili bankadan … tarafından temin edilen kredinin kim veya kimler tarafından ödendiği hususları üzerinde durulması, buna ilişkin kayıtların getirtilmesi, varsa kredinin … tarafından yatırılan miktarının tespiti ile bu bedeli mahkeme veznesine depo etmesi için …’e süre verilmesi, yatırdığı takdirde tapu iptal ve tescil isteğinin kabul edilmesi, aksi halde birleştirilen davanın reddine karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.

Asıl davanın davalısı ile birleştirilen davanın davacısının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre asıl davanın incelenmesine şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version