EVDE ODA İÇERİSİNDE SAKSILARA KENEVİR BİTKİSİ EKME – UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ

T.C
YARGITAY
20. Ceza Dairesi

2016/2065 E. , 2017/2756 K.

“İçtihat Metni”
Mahkeme : 12. Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : 1- Kenevir Ekme (sanık … hakkında)
2- Uyuşturucu madde ticareti yapma (Her iki sanık hakkında)
Hükümler : 1- Sanık … hakkında her iki suçtan; beraat
2- Sanık … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan; Mahkûmiyet

Dosya incelendi.
GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

A- Sanık … hakkında uyuşturucu made ticareti suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün incelenmesinde ;

Yargılama sürecindeki işlemlerin kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından; sanık ve müdafinin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün ONANMASINA, hükmolunan ceza miktarı ile tutuklu kalınan süre göz önüne alınarak sanık hakkındaki salıverilme talebinin reddine,

B- Sanık … hakkında hint keneviri ekme ve uyuşturucu madde ticareti yapma suçlarından verilen beraat hükümlerinin incelenmesinde ;

İzmir Emniyet Müdürlüğünce yapılan çalışmalar sonucunda “İlimiz Narlıdere ilçesi 2.İnönü mahallesi …. Caddesi no:…sayılı adreste…numaralı GSM hattını kullanan… ve Narlıdere ilçesi 2.İnönü mahallesi Özkarakaya Caddesi no:25 sayılı adreste … isimli şahısların uyuşturucu maddelerden esrar maddesinin satışını ve ticaretini yaptığı, şahısların birbiriyle sürekli irtibatlı olduğu ve bu uyuşturucu maddeleri yukarıda belirtilen adreslerde, polise yakalanmamak için bazı zamanlarda… isimli şahsa ait numara … de, bazen ise …’na ait ..de bulunan dairede zula olarak tabir edilen yerde sakladıkları,…n kullanmış olduğu…ttı üzerinden anlaştığı uyuşturucu madde almak isteyen şahıslara … isimli şahıs tarafından bizzat götürüldüğü bazı şahıslara da no: 33’den ve 25’de bulunan dairelerden satış yaptığı … isimli şahsında uyuşturucu madde alımlarında …. … maddi olarak destek sağladığı ve beraber hareket ettikleri yönünde bilgi elde edilmiştir” şeklinde istihbari rapor düzenlendiği, edinilen bilgilere istinaden mahkemeden alınan arama kararına istinaden sanıkların adreslerinde arama işlemi yapıldığı, sanık …’a ait evde uyuşturucu maddeler ve hassas terazi bulunduğu, eşzamanlı olarak sanık …’e ait 25 numaralı daireye arama işlemi yapılmak üzere gidildiğinde sanık tarafından kapının açıldığı, sanığın evinde ele geçen esrar maddeleri dışında, bir odanın kenevir yetiştirilmek üzere tahsis edildiği, odaya kenevirlerin kolay yetişebilmesi için ısıtma ve sulama düzeneği kurulmuş olduğu, ayrıca oda içerisinde saksılara ekilmiş vaziyette 48 kök boyları 1-1,5 metre boylarında değişen kenevir bitkilerinin bulunması karşısında, diğer sanık … ve sanık …’in kendisini suçtan kurtarmaya yönelik beyanlarına itibar edilerek dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçeyle, sanığın uyuşturucu ticareti yapma ve izinsiz kenevir ekme suçlarından beraatine karar verilmesi,Kanuna aykırı, Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden hükümlerin BOZULMASINA,02.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HAKİMİN KATİBE SÖVMESİ- ZİNCİRLEME ŞEKLİNDE GÖREVLİ MEMURA SÖVME SUÇU

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS:2006/4.MD-251
KARAR: 2006/324

• HÜKMÜN BOZULMASI
• ZİNCİRLEME ŞEKLİNDE GÖREVLİ MEMURA SÖVME SUÇU

“İçtihat Metni”

Zincirleme biçimde görevliye sövme suçundan sanık N… U… Ş…’nın beraatine ilişkin olarak Yargıtay 4. Ceza Dairesinden verilen 13.07.2006 gün ve 26-19 sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay C.Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya Yargıtay C.Başsavcılığının “hükmün bozulması” görüşünü içeren 31.10.2006 gün ve 138811 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nca okundu, gereği görüşülüp düşünüldü.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

İncelenen dosyada;

B… Ağır Ceza Mahkemesi üyesi sanık N… U… Ş…’nın, aynı mahkemenin zabıt katibi mağdur Ö… S… U…’a mahkeme kaleminde, diğer personelin de hazır bulunduğu bir ortamda “şişko” diye hitap edip “sen dincisin, para harcamazsın, hadi seninle içmeye gidelim” dediği, sonraki günlerde de adıyla seslenmeyip “şişko” diye hitap etmeyi sürdürdüğü, yine bir başka tarihte naip hakim sıfatıyla keşfe gittiğinde görevli zabıt katibi mağdur Ö…’e “aptal herif, size laf söyleyince çarşafa dolanıyorsunuz” diyerek aşağıladığı, sanıkla kısa süre birlikte görev yapan ve suç atması için kabul edilebilir bir neden bulunmayan mağdur Ö… S… U…’un aşamalarda değişmeyen istikrarlı anlatımları, sanığın “ağır ceza katibi Ö… S… U…’a, şişko, adam gibi yaz diyerek kırıcı davrandığı, bunun da yaşadığı olağandışı stres ve koşullardan kaynaklandığına” dair adalet başmüfettişine verdiği 20.12.2004 tarihli yazılı savunmasında ve yine “katip Ö… S… U…’u fırçaladığına, sert şekilde uyardığına” ilişkin olarak duruşmada savunma yerine geçmek üzere verdiği 11.05.2006 tarihli dilekçesindeki kaçamaklı ikrarı, mahkeme kaleminde gerçekleşen olaya ilişkin olarak diğer suçlamaların mağdurları Z… Ü… ve G… T…’un anlatımları ile keşifteki eylemin tanıkları F… Ö…, H… K… ve M…K…’ün ifadeleriyle kanıtlanmış bulunmaktadır.

Suç tarihinden çok kısa bir süre önce bu göreve atanmış bulunan sanığın mahkeme kaleminde gerçekleşen konuşma öncesinde diğer personele yönelik olarak da olumsuz söz ve davranışlar sergilemesi, olağan duyarlılıkla değerlendirildiğinde bir kamu görevlisinin kendisini aşağılanmış sayacağı nitelikteki “şişko” hitabını mağdurun alınganlık gösterdiğini bilerek ve yazı işleri müdürünün uyarısına karşın ısrarla her fırsatta ve çalışma ortamında yinelemiş olması karşısında, beraat kararında belirtilenin aksine bu sözlerin şaka yollu söylenmediği, maiyetinde çalışan ve henüz aday memur olması nedeniyle mukabele gücünden mahrum bulunan mağdur Ö…’i aşağıladığını bilerek bu hitabı sürdüren sanığın, neticeyi “bilme” ve “isteme”den ibaret suç kastı ile hareket ettiği anlaşıldığından, Yargıtay C.savcısının temyiz itirazının kabulü ile Yargıtay 4. Ceza Dairesince verilen beraat hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Kurul Üyesi; temyiz itirazının reddi gerektiğini belirterek karşı oy kullanmıştır.

Öte yandan, bizzat sanığın 20.12.2004 tarihli dilekçesinde; haksız bir tasarrufla B… Ağır Ceza Mahkemesi üyeliğine atandığını, bu atama nedeniyle herkesin kendisine önyargılı baktığını, yaşadıklarından dolayı normal olmadığını, bir kaç ay önce depresyon tedavisi gördüğünü, halen de ilaç kullanmayı sürdürdüğünü, bir kısım davranışlarının ve tepkilerinin aşırı olduğunu, diğer insanların kullandıkları cümleleri daha sert kullandığını, başka birisi söylediği takdirde kimsenin alınmayacağı insancıl davranışlar olarak nitelendireceği veya espri olarak algılayacağı hususların, kendisinin davranışlarındaki sertlik ve insanların ağır ceza üyesi olmuş birine karşı duydukları önyargı yahut da kendisini yeterince tanımamaları nedeniyle yanlış anlaşıldığını, kendisine yönelik isnatlar içinde haklılık payı bulunan tek hususun ağır ceza mahkemesi katibi Ö… S… U…’a, “şişko, adam gibi yaz” diyerek kırıcı davranması olduğunu, bunun da yaşadığı olağandışı stres ve koşullardan kaynaklandığını belirtmesi karşısında, şuurunun tetkiki ile, açıkladığı rahatsızlığının, işlediği fiilin anlam ve sonuçlarını algılamasını ortadan kaldıracak veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin önemli derecede azalmasına neden olacak nitelikte bulunup bulunmadığı hususunda uzman bilirkişiden rapor aldırılması gerekli görüldüğünden, hüküm bu nedenle de bozulmalıdır.

Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Kurul Üyesi ise; sanığın şuurunun tetkikine ve bu hususta bilirkişiden mütalaa alınmasına gerek bulunmadığını belirterek karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay C.savcısının temyiz itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 13.07.2006 gün ve 26-19 sayılı hükmünün BOZULMASINA,
3- Dosyanın Yargıtay 4. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.12.2006 günü oyçokluğuyla tebliğnamedeki düşünceye uygun olarak karar verildi.

DAVA DİLEKÇESİNDE FAZLAYA İLİŞKİN HAKLARIN SAKLI TUTULMASI DAVANIN BELİRSİZ ALACAK DAVASI NİTELİĞİNİ ORTADAN KALDIRMAZ

T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
BAŞKANLIĞI

ESAS NO : 2021/4339
KARAR NO : 2021/8022

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 04/02/2021
NUMARASI : 2019/93-2021/126
DAVACILAR :1- BAHAR A., 2- SİNAN A.
VEKİLİ : AV.SELİM HARTAVİ
DAVALI : DİCLE ELEKTRİK DAĞITIM A.Ş. VEK.AV.VELAT KARAHAN

Taraflar arasındaki tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacılar vekilince temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y    K A R A R I

Davacılar; 12/03/2010 tarihinde evlerinin damına çıkan çocukları İslim ve Kadir A’ın binanın yakınından geçmekte olan enerji nakil hattına temas etmeleri nedeniyle yaralandıklarını, vücutlarının çeşitli bölgelerinde kalıcı yanık izleri kaldığı gibi uzuv kaybı da oluştuğunu ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere, iş göremezlik, tedavi ve estetik ameliyat giderleri nedeniyle şimdilik çocukları için 1.000’er TL olmak üzere toplam 2.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, davacı Kadir A. yönünden 29/12/2020 tarihli ıslah (belirsiz alacak davasına göre bedel artırımı) dilekçesi ile iş göremezlik tazminatı 26.678,91 TL’ye artırılmıştır.

Davalı; meydana gelen olayda bir kusurlarının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; olayın meydana geldiği yapıyı kaçak ve imara aykırı inşa etmiş olan davacılar Sinan ve Bahar A’ın kusurlu oldukları, davalıya izafe edilecek herhangi bir kusur bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar davacıların temyizi üzerine; Dairece verilen 18/12/2018 tarihli ve 2017/869 E. 2018/12895 K. sayılı kararla; davacının sair temyiz itirazlarının reddedildikten sonra, (2) nolu bendinde dava ehliyetine sahip olmadıkları için kanuni temsilcileri tarafından temsil edilen davacıların, yaralanmalarına neden olan olayın gerçekleşmesinde bir kusurlarının bulunmadığı, davalı şirketin Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinde belirtilen mesafelere uymadan yapılan bina nedeniyle gerekli ek önlemleri almadığı, dolayısıyla enerji hattının tehlike taşımayacak bir durumda bulunmasını sağlama yükümlülüğünü yerine getirmediği ancak olayın meydana gelmesinden sonra enerji hatlarını yer altına almak suretiyle gerekli tedbiri aldığı, gerekli bakım ve gözetim borcunu yerine getirmeyen davalının davacıların uğradığı zararı tazminle yükümlü olduğu gözetilerek, zarar kalemleri hakkında bilirkişiden rapor aldırılması ve varılacak sonuca göre zarar kapsamının belirlenmesi gerekçesiyle bozulmuştur.

Bozma ilamına uyulduktan sonra mahkemece; davacılar İslim ve Kadir yönünden talep edilen estetik ameliyatı giderleri ve diğer tedavi giderleri ile davacı İslim yönünden geçici iş göremezlik ve kalıcı iş göremezlik talepleri yönünden davanın açılmamış sayılmasına, davacı Kadir kaza tarihinde 18 yaşından küçük olduğundan geçici iş göremezlik talebinin reddine, davacı Kadir’in kalıcı iş göremezlik tazminatı talebinin kısmen kabulü ile 990 TL kalıcı iş göremezlik tazminatının kaza tarihi olan 12/3/2010 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, bakiye 25.688,91 TL ‘lik kısım yönünden davanın zamanaşımı nedeni ile reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 107 nci maddesiyle mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

Anılan madde;

“1-Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

2-Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

3-Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.” şeklinde düzenlenmiş olup, 28/7/2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile, Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanunu’nun 7 nci maddesi ile HMK’nın 107 maddesinin ikinci fıkrası; “(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesi mümkün olduğunda, hâkim tarafından tahkikat sona ermeden verilecek iki haftalık kesin süre içinde davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini tam ve kesin olarak belirleyebilir. Aksi takdirde dava, talep sonucunda belirtilen miktar veya değer üzerinden görülüp karara bağlanır.” şeklinde değiştirilmiş, üçüncü fıkrası ise yürürlükten kaldırılmıştır.
Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir. Belirleyememe hâli, davacının gerekli dikkat ve özeni göstermesine rağmen, miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkânsızlığa dayanmalıdır.

Belirsiz alacak davasının getirdiği en önemli etkin koruma, usul ekonomisi ve hak arama özgürlüğüne hizmet etmesi yanında, davacının yüksek yargılama giderlerine katlanma ve dava konusu hakkın zamanaşımına uğrama riskini azaltmasıdır.

Zira zamanaşımı süresi, belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiğinden, davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacaktır (Pekcanıtez, H.: Belirsiz Alacak Davası, 2011, s. 26-31).

Diğer taraftan belirsiz alacak davasını açan davacı, alacağı belirlenebilir hâle geldikten sonra kesin talep sonucunu mahkemeye bildirecektir. Talep sonucunun kesin olarak belirlenmesi genellikle geçici talep sonucunun artırılması şeklinde olacaktır. Kanun talep sonucunun artırılmasına açıkça izin verdiğinden, ayrıca karşı tarafın iznine veya ıslah yoluna başvurmasına gerek bulunmamaktadır. Davacı tarafça talep sonucunun kesinleştirilmesi üzerine geçici talep sonucu değil, kesin talep sonucu esas alınmalıdır (Pekcanıtez, s. 56). HGK 15/6/2021 tarihli ve 2019/467 E. 2021/775 K. sayılı kararı da aynı yöndedir.
Somut olayda; dava dilekçesinde, fazlaya ilişkin hakların saklı kalması kaydıyla, iş göremezlik giderleri 6100 sayılı yasanın 107 nci maddesine göre belirleneceğinden, davacı Kadir için 1.000 TL diğer davacı İslim için 1.000 TL olmak üzere toplamda 2.000 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 12/03/2010 tarihinden itibaren işleyecek faizi ile talepte bulunulduğu, 29/12/2019 tarihli sehven ıslah dilekçesi olarak adlandırılan talep artırım dilekçesi ile iş göremezlik tazminatı talebinin 26.678,91 TL olarak artırıldığı, davalı tarafın zamanaşımı def’i üzerine bakiye kısmın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verildiği görülmektedir.

Buna göre; dava dilekçesinde açıkça HMK 107 nci maddesine göre dava açıldığı belirtildiğinden, davanın belirsiz alacak davası olarak kabul edilmesi, zamanaşımı süresinin belirsiz alacak davası açılması ile tüm alacak için kesildiği, diğer bir anlatımla davacının belirleyemediği alacağının zamanaşımına uğraması söz konusu olmayacağı davacının halen artırım dilekçesindeki talebi dikkate alınarak karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde artırılan talebin zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nın 428 inci maddesi gereğince davacı Kadir yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440 ıncı maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 8/9/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

TAZMİNAT HESAPLARINDA BAKİYE ÖMRÜN BELİRLENMESİNDE TRH 2010 TABLOSUNUN ESAS ALINMASININ GÜNCELLENEN ÜLKE GERÇEKLERİNE DAHA UYGUN OLACAĞI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS: 2020/2598
KARAR: 2021/34

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.
Hukuk Dairesi

Taraflar arasındaki sigorta tahkim davasının yapılan yargılaması sonunda; Sigorta Tahkim komisyonu İtiraz Hakem heyetince verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalıya trafik sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin desteğinin öldüğünü açıklayıp fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydı ile 5.500,00 TL’nin tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini 196.408,00 TL’ye yükseltmiştir.

Dvalı vekili, talebin reddini savunmuştur.

Sigorta Tahkim Komisyonu Uyuşmazlık Hakemince, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; taleple bağlı kalınarak 5.500,00 TL’nin tahsiline karar verilmiş, anılan karara karşı itiraz edilmesi üzerine İtiraz Hakem Heyetince başvuru sahibi vekilinin itirazının kabulü ile Hakem Heyetince verilen kararın kaldırılmasına, başvurunun kısmen kabulü ile 147.666,00 TL’nin tahsiline karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 19.06.2020 tarih, 2019/4-2019/1 sayılı kararı ile 5684 Sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 30. maddesi ile kurulan Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyetinin Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete başladığı 20.07.2016 tarihinden sonra itiraz üzerine verilen kararlarının temyiz kanun yoluna
tabi olduğu kararlaştırıldığından, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40.Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının kaldırılarak davalı vekilinin Sigorta Tahkim Komisyonu İtiraz Hakem Heyeti kararına yönelik temyiz isteminin incelenmesi gerekmiştir.

2-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

3-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin desteğinin meydana gelen kazada öldüğünü açıklayıp destekten yoksun kalma tazminatı talebinde bulunmuş, tazminatın belirlenmesi amacı ile bilirkişiden rapor alınmış, alınan raporda davacının ve desteğin kaza tarihinden sonraki muhtemel yaşam süresi belirlenmesinde 1931 tarihli PMF yaşam tablosu dikkate alınarak hesaplama yapılmış, hakem heyetince bu rapor hükme esas alınmıştır.

Gerçek zarar miktarı; hak sahiplerinin ve desteğin olay tarihindeki bakiye ömrü esas alınarak aktif ve pasif dönemde elde edeceği kazançlar toplamından oluşmaktadır.

Desteğin veya hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda Fransa’dan alınan 1931 tarihli “PMF” cetvelleri ile saptanmakta ise de; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmalarıyla “TRH 2010” adı verilen “Ulusal Mortalite Tablosu” hazırlanmış olup, Sosyal Güvenlik Kurumu’nca da ilk peşin sermaye değerlerinin hesabında anılan tabloların uygulanmasına geçilmiştir. Gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu durumda diğer kurumlar ile Yargıtay Daireleri arasında tazminat hesabında birliğin sağlanması açısından ve yine bu tablonun ülkemize özgü ve güncel verileri içermesi de göz önüne alındığında, Dairemizce de tazminat hesaplarında bakiye ömrün belirlenmesinde TRH 2010 tablosunun esas alınmasının güncellenen ülke gerçeklerine daha uygun olacağına karar verilmiştir.

Buna göre temyiz edenin sıfatına göre, davacı tarafından kararın temyiz edilmediği de dikkate alınarak, kazanılmış haklar gözetilerek (tazminata esas alınan gelir, esas alınan asgari ücret yılı, işlemiş/işleyecek dönem tarihleri gibi) davacının ve desteğin muhtemel bakiye yaşam süresinin TRH 2010 Yaşam Tablosu’na göre belirlenmesi suretiyle tazminat miktarının hesaplanması için bilirkişiden ek rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmek üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ:Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 40. Hukuk Dairesi’nin 12.12.2019 tarih, 2019/516-685 sayılı kararının KALDIRILMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile İtiraz Hakem Heyeti kararının BOZULMASINA, dosyanın saklama kararı veren İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 14/01/2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

EHLİYETSİZLİK- VEKALET GÖREVİNİN KÖTÜYE KULLANILMASI – MURİS MUVAZAASI – TAPU İPTALİ VE TESCİL

T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2016/15898
KARAR: 2020/1093

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVACILAR : … V.D.
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ün raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacılar, mirasbırakan …’nin okuma yazma bilmediğini, beyin kanaması geçirdiğinden ilaç kullandığını, mirasbırakanın bu durumundan faydalanan dava dışı torunu Sadık’ın temin ettiği vekaletname ile 183 ve 616 parsel sayılı taşınmazları arkadaşı olan davalı …’e temlik ettiğini, vekalet görevinin kötüye kullanıldığını, mirasbırakanın hem vekaletname hem de temlik tarihlerinde ehliyetsiz olduğunu, işlemin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu kayıtlarının miras payı oranında iptali ile adlarına tesciline olmadığı takdirde tenkise karar verilmesini istemişler, yargılama aşamasında mirasbırakan …’nin terekesine temsilci atanmıştır.

Davalı, iyiniyetli alıcı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, kayıt maliki davalının kötü niyetinin ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1929 doğumlu …’nin 14.05.2010 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacı kızları …, …, …, kendisinden önce ölen oğlu …’ten olan dava dışı torunları …, 1980 doğumlu … ile dava dışı eşi 1931 doğumlu …’ı bıraktığı, dava dışı 1931 doğumlu …’ın yargılama aşamasında 01.08.2014 tarihinde öldüğü, mirasbırakanın Honaz Noterliği’nin 26.09.2005 tarih ve 6051 yevmiye nolu vekaletnamesi ile 183 ve 616 parsel sayılı taşınmazlarını dilediği kişiye satış yetkisini içerir şekilde 1980 doğumlu …’ı vekil tayin ettiği, vekilin anılan vekaletnameye istinaden 183 ve 616 parsel sayılı taşınmazları 20.04.2010 tarihinde davalı …’e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtmek gerekir ki, maddi olayları bildirmek taraflara HMK.’nun 33. maddesi hükmü uyarınca hukuki nitelendirmeyi yapıp, uygulanacak kanun maddesini bularak olaya tatbik etmek hakimin görevidir.

İddianın ileri sürülüş biçimi ve içeriğinden, davacıların ehliyetsizlik, vekalet görevinin kötüye kullanılması ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayanarak miras payları oranında iptal-tescil istedikleri görülmektedir.

Mirasbırakanın ölüm tarihine göre terekesi elbirliği mülkiyetine tabidir. Davacı dışında başkaca mirasçıların bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir. Terekeye karşı yapılan mülkiyetten kaynaklanan haksız fiil niteliğinde ki muris muvazaası ve elatmanın önlenmesi gibi davaların dışında vekalet görevinin kötüye kullanılması, ehliyetsizlik vs. gibi davalarda terekeyi temsil eden tüm mirasçıların bir arada hareket etmek suretiyle davayı birlikte açmaları, ayrıca, mirasçılardan birisinin terekeye iade şeklinde dava açması halinde de tüm mirasçılarının davada muvafakatlarının sağlanması, aksi takdirde terekenin atanacak temsilci marifetiyle davada temsil edilmesi ve yürütülmesi gerekeceği (T.M.K. 640 md.) tartışmasızdır.

Somut olayda, davacılar tarafından ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebeplerine dayalı olarak pay oranında açılan davanın dinlenme olanağının bulunduğu söylenemez.

Öte yandan, tereke adına dava açılmadığına göre terekeye mümessil tayin edilerek yargılamaya devam edilmesi de pay oranında açılan davanın dinlenmesini olanaklı hale getirmez.

Ne var ki, mahkemece 14.10.2010 tarihli celsede davacılar vekiline mirasbırakan …’nin terekesine temsilci atanması için yetki ve süre verilmiş, Honaz Sulh Hukuk Mahkemesi 2011/18 Esas, 2011/188 Karar sayılı kararı ile de dava konusu miras ortaklığına Av. …’nun tereke temsilcisi olarak atanmıştır.

Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.04.1990 gün ve 1990/1–152, 1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir.

Ne var ki; dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.

Bilindiği üzere, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle şahsın hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.06.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Ne var ki; dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.

Öte yandan; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa,niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 0l.04.1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanununun 213 ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle mirasbırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile mirasbırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Hal böyle olunca, mirasbırakan …’nin vekaletname ve temlik tarihlerinde hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınması, ehliyetsiz olduğunun anlaşılması halinde, terekenin elbirliği mülkiyetine tabi olduğu ve Türk Medeni Kanununun 702/4 maddesi hükmünün eldeki istek bakımından uygulama yeri bulunmadığı gözetilerek ehliyetsizlik sebebiyle pay oranında açılan davanın reddine; mirasbırakanın ehliyetli olduğu saptanır ise vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı olarak pay oranında açılan davanın dinlenme olanağının bulunmadığı gözetilerek muris muvazaası iddiası yönünden inceleme yapılarak hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturma ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru değildir.

Davacıların yerinde görülen temyiz itirazının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 19.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

– İSTİNAF KANUN YOLUNA BAŞVURMA KİŞİYE SIKI SIKIYA BAĞLI HAKLARDAN OLUP “AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE 12 YIL CEZA ALDIM. BU ALDIĞIM 12 YIL CEZAMIN ONAYLANMASINI ARZ VE TALEP EDERİM” ŞEKLİNDE İSTİNAF TALEBİNDEN VAZGEÇEN SANIĞIN İSTİNAF TALEBİ – İSTİNAFTAN VAZGEÇMEDEN VAZGEÇİLEMEYECEĞİ, KARARININ KESİN NİTELİKTE OLDUĞU

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. CEZA DAİRESİ

TÜRK MİLLETİ ADINA
İSTİNAF KARARI

Esas No : 2021/926
Karar No : 2021/989

İNCELENEN KARARIN;
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 7. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 20/01/2021
NUMARASI : 2020/673 (E), 2021/39 (K)
KATILANLAR :1-YUSUF Y.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ, Şanlıurfa Barosundan
:2-CEMAL Y.
SANIKLAR :1-MEHMET Ç.
:2-AHMET İ.
SUÇ : Beden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda
Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından
Birlikte Yağma
SUÇ TARİHİ : 01/10/2020
HÜKÜM/HÜKÜMLER : Mahkumiyet
İSTİNAF BAŞVURUSUNDA
BULUNANLAR : Sanık Mehmet Ç.ile Sanıklar Müdafiileri

Yerel Mahkemece verilen hükümlere karşı sanık Mehmet Ç. le sanıklar müdafiileri tarafından istinaf yoluna başvurulmakla, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

İstinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1-Sanık Mehmet Ç. hakkında Beden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte Yağma suçundan kurulan hükme yönelik yapılan istinaf talebinin incelenmesinde;

Mahkeme kararının sanık ile müdafiisinin yüzlerine karşı 20/01/2021 tarihli son karar celsesinde açıklandığı, sanığın istinaf süresi içerisinde 28/01/2021 tarihli dilekçesi ile “7. Ağır Ceza Mahkemesinde 12 yıl ceza aldım. Bu aldığım 12 yıl cezamın onaylanmasını arz ve talep ederim” şeklinde istinaf talebinden vazgeçtiğine dair dilekçe verdikten sonra 04/02/2021 tarihli Şanlıurfa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün ifade tutanağı başlıklı yazısına göre “yazmış olduğum itiraz dilekçesinden vazgeçiyorum. Tarafıma ulaşan her hangi bir gerekçeli karar yoktur. Cevabımı gerekçeli karar bana tebliğ edildikten sonra vermek istiyorum” şeklinde beyanda bulunduğu, 16/02/2021 tarihli dilekçesi ile istinaf talebinde bulunduğu, sonraki dilekçelerinde de aynı yönde talepte bulunduğu görülmüş ise de;

Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 21/03/2018 gün ve 2017/38244 esas, 2018/1926 karar sayılı ilamında aynen “Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olan istinaf kanun yoluna başvurma ve bundan vazgeçme (feragat) hükümlerini kullanabilme ehliyetine sahip olduğundan ve 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesindeki müdafiinin iradesine üstünlük tanınması gerektiğine ilişkin istisna hali de söz konusu olmadığından sanığın istinaftan vazgeçmesi geçerli olup, “istinaftan vazgeçmeden vazgeçemeyeceği” anlaşılmakla, dosyanın incelenmeksizin Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne İADESİNE” ilişkin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin 2016/38-2016/34 esas-karar sayılı kararının sanık tarafından temyiz edildiği anlaşılmakla;

İstinaftan vazgeçmeden vazgeçilemeyeceği kararının kesin nitelikte olduğu anlaşılmakla, sanığın temyiz talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 298. maddeleri uyarınca REDDİNE, ” şeklinde içtihatta bulunduğu görülmekle;

Sanığın 28/01/2021 tarihli dilekçesi ile “7. Ağır Ceza Mahkemesinde 12 yıl ceza aldım. Bu aldığım 12 yıl cezamın onaylanmasını arz ve talep ederim” şeklinde istinaf talebinden vazgeçtiği, istinaftan vazgeçmeden vazgeçilemeyeceği, kararının kesin nitelikte olduğu anlaşılmakla, sanık ile müdafiisinin istinaf talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 276/1 maddeleri uyarınca REDDİNE,

2-Sanık Ahmet İstanbul hakkındaBeden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte Yağma suçundan kurulan hükme yönelik yapılan istinaf talebinin incelenmesinde;

Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 21/10/2019 gün ve 2017/349 esas, 2019/4960 karar, 15/02/2021 gün ve 2020/2071 esas, 2021/2370 karar, 17/05/2018 gün ve 2016/283 esas, 2018/3846 karar sayılı ilamlarında da belirtildiği gibi 03/08/2008 doğumlu olup suç tarihinde 13 yaşında olan katılan Yusuf Y’ın yağma suçu açısından beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak kişi durumunda olup olmadığına ilişkin rapor aldırmadan ve/veya mahkeme tarafından tutanaklara yansıyan bir gözleme yer vermeden yargılamaya devamla sanık hakkında 5237 sayılı Yasanın 149. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi yanı sıra (e) bendi uygulama yapılarak temel ceza tayini, Bozmayı gerektirmiş olduğundan, istinaf talebinin kabulü ile hükmün CMK’nın 280/1-e maddesi uyarınca BOZULMASINA,

7035 sayılı kanunun 15. maddesi ile eklenen CMK’nın 280/3 maddesi gereği istinaf talebinin reddine karar verilen sanık Mehmet Ç. hakkında mahkemesince bu kararın SİRAYET ETTİRİLMESİNE,

Dosyanın yeniden incelenmek ve hüküm kurulmak üzere hükmü veren ilk derece mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, Dair,

a)Sanık Mehmet Ç.nin istinaf talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 276/1 maddeleri uyarınca reddine dair karar yönünden CMK’nın 279/son cümle gereği kararın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde dairemize verilecek bir dilekçe ile veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine beyanda bulunmak ya da dairemize gönderilmek üzere bulunulan yerdeki nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi’ne dilekçe vermek suretiyle; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesine itiraz yolu açık olmak üzere

b)Sanık Ahmet İstanbul hakkında verilen bozma kararı itibariyle CMK’nın 284/1 maddeleri uyarınca kesin olmak üzere, 18/05/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İCRA MÜDÜRLÜĞÜNÜN TEHİRİ İCRA KARARI GETİRİLMESİ İÇİN VERDİĞİ MEHİL İÇİNDE TAKİBİN DURACAĞI VE HİÇ BİR İCRA TAKİP İŞLEMİ YAPILAMAYACAĞI

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/19385
K. 2017/11050
T. 20.9.2017

2004/m.36,89

ÖZET : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde Yargıtay 9. Hukuk Dairesince icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İHTİYATİ HACİZ -FAİZ ALACAĞI ASIL ALACAĞIN FER’İ NİTELİĞİNDE OLUP, ASIL ALACAK BAKIMINDAN MUACCELİYETİN GERÇEKLEŞMESİ HALİNDE BUNUN FER’İLERİ BAKIMINDAN DA MUACCELİYET ŞARTININ GERÇEKLEŞTİĞİ

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/4699
KARAR:2015/5439

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İskenderun 2. Asliye Hukuk Hakimliği
Tarihi :16.07.2014
Numarası :2014/73 D.iş -2014/72 D.iş

Yukarıda tarih ve numarası yazılı ihtiyati haciz talebinin kısmen kabulüne dair ara kararın temyizen tetkiki ihtiyati haciz talep edenler vekilince talep edilmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla temyiz dilekçesi ile dosyadaki tüm belgeler okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Talep, kesinleşmemiş mahkeme kararına dayalı olarak hüküm altına alınan alacak ve fer’ilerinin tahsili amacıyla ihtiyati haciz kararı verilmesi istemine ilişkin olup; mahkemece talebin kısmen kabulüne dair verilen karar, reddedilen kısım yönünden ihtiyati haciz talep edenler vekillerince temyiz edilmiştir.

İhtiyati haciz talep edenler vekilleri; İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı ilamıyla 272.095,20 TL asıl alacak, 12.238,87 TL masraf, 21.575,71 TL vekalet ücreti ve 16.021,00 TL harç olmak üzere toplam 321.930,78 TL alacağın borçlu F.. K..’dan tahsiline karar verildiğini, kararın kesinleşmediğini, asıl alacağın mahkeme kararında hükmedilen TC Merkez Bankası ticari reeskont faiz oranları üzerinden ve dava tarihinden itibaren hesaplanmış 629.017,97 TL faizinin bulunduğunu, alacaklarının vadesinin gelmiş ve rehinle temin edilmemiş bulunduğunu ifade ederek ihtiyati hacze karar verilmesini talep etmişlerdir.

Mahkemece yapılan inceleme neticesinde, 321.930,78 TL asıl alacak, masraf, vekalet ücreti ve harç yönünden ihtiyati haciz talebinin kabulüne, işlemiş faiz olarak talep edilen 629.017,97 TL yönünden alacağın muaccel ve likit olmadığı gerekçesiyle redde karar verilmiştir.

İhtiyati hacze dayanak olarak sunulan İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı kararında asıl alacağa yürütülecek faizin türü ve başlangıç tarihi açıkça gösterilmiştir. Faiz alacağı asıl alacağın fer’i niteliğinde olup, asıl alacak bakımından muacceliyetin gerçekleşmesi halinde bunun fer’ileri bakımından da muacceliyet şartının gerçekleştiği kabul edilmelidir. Bu yönüyle mahkemece, asıl alacağa yürütülecek faizin miktarı denetlenmek suretiyle asıl alacağa kararda gösterilen şekilde hesaplanacak faiz alacağı bakımından da ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken, aksi düşünce ile ihtiyati haciz kararı verilmesi bakımından mevzuatımızda şart olarak kabul edilmeyen likidite unsuru da yanlış değerlendirilmek suretiyle redde karar verilmiş olması doğru değildir.

Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle ihtiyati haciz talep edenler vekillerinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün ihtiyati haciz talep edenler yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden ihtiyati haciz talep edenlere geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 02.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI- PLAKASI YANLIŞ YAZILAN ZMMS POLİÇESİ – ZAMANAŞIMI İTİRAZI –

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1793
KARAR NO : 2021/436

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/03/2019
NUMARASI : 2013/70 Esas- 2019/355 Karar
DAVACILAR : 1-F.A
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cd. 24 C, Şair Nabi Mahallesi, 63040 63040 Haliliye/Şanlıurfa
DAVALI :1 -HAMİT K
DAVALI : 2 -M….. SİGORTA ANONİM ŞİRKETİ –
DAVALI : 3 -ŞANLIURFA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
DAVANIN KONUSU : Sigorta (Trafik Sigortası Kaynaklı)
KARAR TARİHİ : 22/03/2021
GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 25/03/2021

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 karar sayılı kararı aleyhine davacı vekili, davalılar M…. Sigorta Anonim Şirketi vekili ve Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekili tarafından ayrı ayrı istinaf başvurusunda bulunulduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına kayıtlı bulunan 63 DS 914 plakalı römorklu traktörün 08/10/2005 tarihinde sürücü Hamit K.’nın sevk ve idaresindeyken, Onikiler Mahallesi Altut Sokak üzerinde sokakta oynamakta olan çocuklardan müteveffa Aslı A. nın koşarak sokağın karşısına geçmek istediği esnada traktörle römork arasındaki çeki demirine çarparak yaralandığını ve akabinde vefat ettiğini, 18/04/2006 tarihli ATK raporu ile Hamit K’nın tedbirsizliği sebebiyle kusurlu olduğu, müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörlerinin sonuç üzerinde müessir olduğu kanaatiyle asli kusurlu olduğunun tespit edildiğini, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davacı anne için 1.000,00 TL, cenaze ve defin giderleri için 200,00 TL olmak üzere 1.200,00 TL maddi tazminatın, yargılama aşamasında bildirilecek manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi vekili cevap dilekçesinde özetle; zamanaşımı ve görev itirazında bulunarak davanın usulden reddi gerektiğini, müvekkili belediyenin dava konusu olayda kusuru, haksız fiili veya tedbirsizliği olmadığını, küçük yaştaki çocuğun tedbirsiz ve dikkatsiz bir şekilde sokağa bırakılması nedeniyle anne ve babanın tam kusurlu olduğunu beyanla davanın reddini istemiştir.

Davalı M. Genel Sigorta A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; 63 DS 914 plakalı aracın kaza tarihini kapsayan bir poliçesine rastlanmadığını, bildirilen poliçe numarasının bu araçla bir alakası olmadığını beyanla esasa ilişkin cevap hakkını saklı tutarak davanın husumet yokluğu nedeniyle usulden reddini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulü ile, 18.904,19 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 30 TL cenaze ve defin gideri olmak üzere toplam 18.934,19 TL tazminatın 08/10/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu, alınan kusur raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, destek süre ve paylarının Yargıtay uygulamalarına aykırı olarak hesaplandığını, destekten yoksun kalma tazminatı hesabında yetiştirme gideri indirimi yapılamayacağını, yargılama giderinin eksik hesaplandığını, toplamda 4.159,00 TL gider avansı yatırıldığı halde mahkemece yargılama giderinin eksik hesaplanarak 2.865,50 TL yargılama gideri yapıldığından bahisle hüküm kurulmasının doğru olmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı M. Sigorta şirketi vekili dilekçesinde özetle; davanın husumet yokluğundan reddinin gerektiğini, dava konusu kaza yapan aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi bulunmadığını taraflarına tebliğ olunan dava dilekçesinde kazaya ilişkin herhangi bir belge bulunmadığını, dava dilekçesinde kaza tarihinin, poliçe vade başlangıç tarihi olduğunu, kaza anı itibari ile 63 DS 914 plaka numaralı aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi olmaması sebebiyle haksız ve mesnetsiz açılan davanın müvekkili şirket açısından reddi gerektiğini, Tramer Poliçe uygulamasından da açıkça anlaşılacağı üzere kaza tarihinde poliçe bilgileri sorgulandığında dahi herhangi bir kayda rastlanılmadığını, ayrıca yine plaka sorgulamasında kaza tarihini kapsayan bir ZMMS’ye rastlanmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı Belediye Başkanlığı vekili dilekçesinde özetle; öncelikle davanın süresi içerisinde açılmadığını, ikame edilen tazminat ve alacak kalemlerinin zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin hizmet kusurundan kaynaklanan görevlerinde davaların görülme yerinin adli yargı olmayıp idari yargı olduğunu beyanla kararın bu yönlerden kaldırılmasını istemiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

1-Davalı Şanlıurfa Belediye başkanlığınca somut olayda zamanaşımının dolduğu zamanaşımı itirazları dikkate alınmadan hüküm tesis edildiğini belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

2918 sayılı KTK’nın 109/I. maddesinde “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar” hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmüne yer verilmiştir.

Yargılama konusu haksız eylemin suç niteliği taşıdığı anlaşıldığından somut uyuşmazlıkta 2918 sayılı KTK’nın 109/2 maddesinde düzenlenen uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği açıktır. Eylem için(TCK 85/1) kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 66 maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğu dikkate alındığında zamanaşımı süresinin dava tarihi itibariyle dolmadığı anlaşıldığından davalı tarafın zamanaşımın dolduğuna dair istinaf itirazlarına itibar edilmemiştir.

2-Davalı tarafça davanın hizmet kusuruna dayalı olarak açıldığı bu itibarla adli yargının görevli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuş ise de, somut uyuşmazlıkta davaya konu traktörün davalı belediye adına kayıtlı olduğu ve davanın belediye başkanlığı aleyhine işleten sıfatı nedeni ile açıldığı anlaşıldığından davalı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. H.D.nin 2016/13301 E. 2017/8860 K.)

3-Davalı sigorta şirketince dava konusu aracın müvekkil sigorta şirketi nezdinde geçerli bir poliçesinin bulunmadığını, dosyadaki poliçenin başlangıç tarihinin kaza tarihi olup tanzim saatinin kaza tarihinden sonra olduğunu bu itibarla davanın husumet yokluğu nedeni ile reddinin gerektiğini belirterek istinaf itirazında bulunmuştur.

Dosya içerisinde davaya konu araca ilişkin ruhsat bilgilerine göre 63 DS 914 plakalı traktörün Şanlıurfa Belediye Başkanlığı adına kayıtlı olduğu, Şase No: 1542 Motor no: 7152 olduğu, dosya içerisinde bulunan Şanlıurfa Belediye Başkanlığı ile davalı sigorta şirketi arasında düzenlenen 63 DS 014 plakalı 7152 Motor nolu, 1542 şasi nolu traktöre ilişkin sigorta poliçesinde poliçe vadesi başlama tarihinin 08/10/2005 tarih saat; 12;00, bitiş tarihinin 08/10/2006 tarih saat 12;00 olarak belirtildiği, dava konusu kazanın ise 08/10/2005 tarihinde saat 15;00 civarında olması nedeni ile poliçe vadesi içerisinde olduğu anlaşılmıştır.

Her nekadar poliçede araç plakası farklı olarak belirtilmiş ise de, motor ve şasi numaralarının aynı olması ve bu hususta davalı tarafça açık bir istinaf itirazı bulunmaması nedeni ile plakada farklılık dikkate alınmamıştır.

Davalı sigorta şirketince sigorta poliçesinin tanzim tarihinin kaza tarihinden sonra olduğu belirtilmiş ise de, davalı sigorta şirketi basiretli tacirdir. Diğer davalı ile aralarında düzenlenen poliçede teminatın başlangıç saati 12;00 olarak belirtilmiştir. Kazanın da evrak kapsamına göre 12;00 den sonra olduğu sabittir.

Her ne kadar 6102 Sayılı Yasa uyarınca sigorta hukukunda kural olarak sigorta sözleşmesinin akdedilmiş olması sigortacının sorumluluğunun başlamış olmasını gerektirmeyeceği ve TTK’nun 1410, 1421, 1430 ve 1431. Maddeleri uyarınca sigorta sözleşmesi uyarınca sigortacının sorumluluğunun başlaması için düzenlemelere yer verilmekle birlikte, davalı sigorta şirketi ile işleten davalı arasında kaza tarih ve saatini kapsar nitelikte sorumluluk gerektiren sigorta poliçesi düzenlenmiştir. Sigorta poliçesinin sonradan iptal edildiğine ilişkin bir iddiada bulunmamaktadır.TTK hükümlerine göre poliçenin geçersizliğinin 3. kişilere karşı ileri sürülemeyeceği hususları dikkate alındığında davalı sigorta şirketinin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/5617 E. 2020/3230 K.)

3-Davacı vekilince: hükme esas alınan ek raporda 2018 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yapıldığını mahkemece söz konusu rapor uyarınca 21/03/2019 tarihinde hüküm kurulduğunu, duruşma tarihi itibari ile 2019 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yaptırılması gerektiği belirtilerek istinaf itirazında bulunmuştur.

TBK’nun 53/3. maddesi gereği, ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir. Bu düzenleme ışığında, mahkemece destek tazminatının niteliği ve varsayımsal hesap içermesi gözönüne alınarak zarar hesaplanmalı ve buna göre de hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücret destek hesabında nazara alınmalıdır. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/1119 E.2020/8025 K.) Mahkemece hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücretin tespiti ile destek tazminatının hesaplanması yönünden bilirkişiden ek rapor alınıp sonucuna göre değerlendirme yapılması gerekir. Bu itibarla davacı vekilinin istinaf itirazı yerinde görülmüştür.

4-Davacı tarafça kusur raporlarının hüküm tesisi için elverişli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Dosya kapsamına göre, mahkemece aldırılan 31/01/2014 tarihli bilirkişi raporunda davalı sürücünün % 20 kusurlu olduğu, müteveffa çocuğunun ebeveyn ailesi olan davacıların % 80 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, kaza ile ilgili olarak Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/27 Esas sayılı dosyasında Sürücü Sanık Hamit K hakkında taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan yargılama yapıldığı ve ATK Trafik ihtisas dairesince düzenlenen 18/04/2006 tarihli raporda Sanık Hamit K’nın tali derecede kusurlu olduğu, olaya müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörleri sonuç üzerinde müessir olduğunun belirtildiği, yine ceza yargılamasında karayolları fen heyetinden (emelki) aldırılan 15/01/2007 tarihli raporda Sanık Hamit K ‘nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranıp önleyemediği olayda 2. Derecede kusurlu olduğu ve müteveffa Aslı A’nın 1. Derecede kusurlu olduğunun belirtildiği, bu itibarla kusurlar arasında bir çelişki bulunmadığı olayın oluş şekli nazara alındığında bilirkişi heyetince kusur değerlendirmelerinin yerinde olduğu kanaatiyle davacı tarafın kusura ilişkin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

5-Davacı vekilince işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

HGK’nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 Esas-411 Karar, HGK’nun 22.2.2012 gün ve 2011/17-787 Esas- 2012/92 Karar, HGK’nun 16.1.2013 gün ve 2012/17-1491 Esas- 2013/74 Karar sayılı ilamlarında ifade edilen, desteğin kusurunun 3. kişi konumundaki davacılara yansıtılamayacağına ilişkin Yargıtay uygulaması, tek taraflı kazalarda desteğin sürücüsü (işleten sürücü) olduğu aracın sigortacısına karşı açılan davalar yönünden kabul edilmiştir.

Bu nedenle davacı desteği yaya Aslı A’nın karşıdan karşıya geçerken sürücü Hamit K’nın sevk ve idaresindeki traktör ile römork arasındaki çeki demirine çarpması neticesinde meydana gelen kazada davacının murisi Aslı A ‘nın kazadaki kusurunun (yaşının küçüklüğü nedeni ile velisi davacının) davalı yanın sorumlu olduğu tazminat miktarında dikkate alınmayacak, tazminat miktarının hesabında destek kusuru düşülecektir. Bu nedenle davacı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

6-Davacı vekilince yargılama giderlerinin eksik hesaplandığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Uyap kayıtlarında yapılan incelemede davacı vekili Av Selim HARTAVİ tarafından yatırılan miktarların bir kısmının, “Müdahil davalı” taraf rolü ile kayıt altına alındığı bu itibarla yargılama gideri hesabında maddi hata yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Mahkemece dosyada davacı tarafça yapılan tüm giderler dikkate alınmak suretiyle hüküm tesisi gerekir.

Bu itibarla; davacı vekilinin sair istinaf itirazları bu aşamada incelenmeksizin, davalılar vekillerinin istinaf isteminin HMK 353-1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine, davacı vekilinin istinaf isteminin kabulü ile HMK 353-1-a-6 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararın kaldırılarak yukarıda anılan eksikliklerin giderilmesine müteakip varılacak sonuca göre hüküm tesisi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
A-Davalılar M… Sigorta Anonim Şirketi vekili ile Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b,1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
1-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından peşin yatırılan 294,40 TL’ nin mahsubu ile bakiye 998,99 . TL’nin. Şanlıurfa Belediye Başkanlığından alınarak Hazineye gelir kaydına,
2-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı M… Sigorta Anonim Şirketi tarafından peşin yatırılan 323,34 TL’nin mahsubu ile bakiye 970,05 TL’nin M… Sigorta Anonim Şirketinden alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davalılar tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin davalı taraf üzerinde bırakılmasına,
B- Davacı vekilinin istinaf başvurusunun ESASTAN KABULÜ İLE;
Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
Dosyanın davanın yeniden görülmesi için MAHALLİNE İADESİNE
1-Davacıdan tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
2-İstinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama neticesinde verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine,
3-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
4-Davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından tehiri icra talebi kapsamında 26/06/2019 tarihinde Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesine nakit olarak yatırılan 56.990,24 TL’ nin yatırana İADESİNE,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Katip
41133 42602 120723 122041

G.D.

ARAÇ İÇERİSİNDE KAVGA – TRAFİK KAZASI – BAKICI GİDERLERİ- HATIR TAŞIMASI

T.C

YARGITAY

17.Hukuk Dairesi

ESAS: 2018/176

KARAR:2020/6870

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda verilen hükmün temyizen tetkiki davacı vekili ile dahili davalı vekili tarafından talep edilmiş, davacı vekilince de duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 04.11.2020 Çarşamba günü davacı … ve vekili Av. … geldi. Davalılar tarafından gelen olmadı. Temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan davacı ve vekili dinlendikten sonra vaktin darlığından dolayı işin incelenerek karara bağlanması başka güne bırakılmış olup dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, 31/01/2006 tarihinde davalıların işleteni, sürücüsü ve trafik sigortacısı oldukları aracın karıştığı kaza sonucu araçta bulunan davacının ağır şekilde yaralandığını, yüzünde daimi izler ve vücudunda kalıcı hasarlar kaldığını, efor kaybına uğradığını, kazadan önce edebiyat öğretmenliği yapan davacının tedavi görmesi nedeniyle bir süre çalışamadığını, tedavisi bitip çalışmaya başladığında ise geri hizmete alındığını ve kazancının düştüğünü, tedavisi için hastane ve tedavi masrafı ödediğini, taburcu olduktan sonra da tedavi için ulaşım masrafları yaptığını, kendisine bir süre özel bakıcı tutulduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 30.000,00 TL maddi ve 40.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 70.000,00 TL tazminatın (davalılardan sigorta şirketinin sorumluluğu poliçe ile sınırlı ve sadece maddi tazminat yönünden olmak kaydıyla) 31/01/2006 tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı vekili; 27.10.2015 tarihli dilekçe ile 18.000,00 TL talep ettiği sürekli işgöremezlik zarar talebini 181.863,33 TL olarak ve 100,00 TL talep ettiği tedavi amaçlı yol ve bakım gideri talebini 3.055,00 TL olarak ıslah etmiştir.

Davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş. vekili, hatır taşıması mevcut ise tazminattan indirim yapılması gerektiğini ve davalı şirketin temerrüde düşmediği gibi davanın açılmasına da sebebiyet vermediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … Turizm Emlak Oto İnş. Gıda San. Tic. Ltd. Şti. vekili; davanın zamanaşımına uğradığını, davalının işleten konumunda olmadığını ve alkollü olduğunu bildiği halde davalı …’ın aracına binen davacının bu davayı açamayacağını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … vekili; davacının uzun yıllardır bipo kişilik bozukluğu nedeniyle tedavi gördüğünü, davacının ilaçlarını almaması ve alkolün etkisiyle davalının aracı sevk ve idare ettiği sırada el kol hareketleriyle davalıya saldırması sonucu kazanın meydana geldiğini, davacının hatır için taşındığını ve emniyet kemerini takmadan yolculuğa devam ettiğini, geri hizmete alınma nedeninin kaza olmadığını belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Dahili davalı SGK vekili, davacının talebinin zamanaşımına uğradığını, davacının davalı Kuruma başvurması ve yasal koşulları taşıması durumunda SUT hükümleri gereğince işlem yapılacağını ve davalı … şirketlerinin sorumluğunun sona ermediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, davacının maddi ve manevi tazminat taleplerine ilişkin davasının kısmen kabulü ile davacının geçici olarak çalışamadığı dönemdeki ek ders ücreti kaybı nedeniyle zararı olarak 842,00 TL, sürekli kısmi işgöremezlik zararı olarak 118.211,20 TL, tedavi amaçlı yol ve bakım gideri zararı olarak 1.985,75 TL olmak üzere toplam 121.038,95 TL maddi tazminatın olay tarihi olan 31/01/2006 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalılar … ve … Turizm Emlak Oto İnş. Gıda

San. Tic. Ltd. Şti.’nden müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat talebinin reddine; davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş.’nin sorumlu olduğu poliçe limiti dahilinde yargılama sırasında davacıya ödeme yapması nedeniyle davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş.’ne karşı açılan maddi tazminat davasının konusuz kaldığı anlaşıldığından davalı Ergo İsviçre Sigorta A.Ş.’ne karşı maddi tazminat talebi bakımından karar verilmesine yer olmadığına; davacının trafik kazasından kaynaklı belgeli tedavi masrafları zararı olarak toplam 2.965,50 TL maddi tazminatın ödeme tarihinden (2.665,50 TL bakımından 02/02/2006 tarihinden, 135,00 TL bakımından 17/02/2006 tarihinden, 90,00 TL bakımından 15/02/2006 tarihinden, 15,00 TL bakımından 22/02/2006 tarihinden, 60,00 TL bakımından 13/02/2006 tarihinden) itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte dahili davalı … Başkanlığı’ndan alınarak davacıya ödenmesine; davacının manevi tazminat talepli davasının kısmen kabulü ile 16.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihi olan 31/01/2006 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalılar … ve … Turizm Emlak Oto İnş. Gıda San. Tic. Ltd. Şti.’nden müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine, fazlaya dair manevi tazminat talebinin reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili ve dahili davalı … Başkanlığı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde ve özellikle, yargılama sırasında alınan bilirkişi raporundaki hesaplamanın hükme esas alınmasında ve manevi tazminatın takdirinde B.K.nun 47.maddesindeki özel haller dikkate alınarak hak ve nasafet kuralları çerçevesinde karar verilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına göre dahili davalı SGK vekilinin tüm ve davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Dava, cismani zarar nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, davacı tarafça yapılan yargılama giderlerinin davanın kabul oranına göre davacı tarafa verilmesi yerine hazineye irat kaydına hükmedilmesi doğru olmayıp bozma nedeni ise de, bu yanılgıların giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, kararın 6100 sayılı HMK’nın geçici 3/II. maddesi delaletiyle 1086 sayılı HUMK’nın 438/7. maddesi uyarınca düzeltilerek onanması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle dahili davalı SGK Başkanlığı vekilinin tüm ve davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hüküm fıkrasının 4 numaralı bendinde yer alan “hazineye irat kaydına” ibaresinin hüküm fıkrasından çıkartılmasına, yerine “davacıya verilmesine” ibaresinin yazılmasına, hükmün bu şekli ile DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 2.540,00 TL vekalet ücretinin davalılardan alınarak duruşmada vekille temsil olunan davacıya verilmesine, 492 Sayılı Harçlar Yasasının 13/J maddesi uyarınca dahili davalı … Başkanlığından harç alınmamasına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 11/11/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

BETON İŞÇİSİ OLARAK ÇALIŞAN DESTEĞİN ELEKTRİK AKIMINA KAPILMASI- ELEKTRİK ÇARPMASI- AĞIR ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ- AKTÜERYA RAPORUNUN HÜKÜM GÜNÜNE YAKIN VERİLERE GÖRE HAZIRLANMASI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/381
KARAR NO : 2021/397

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 24/12/2019
NUMARASI : 2013/549 Esas 2019/956 Karar

DAVACILAR : 1-EMİNE Ş.
2-İBRAHİM E.
3-RECEP Ş.
4-ŞEYMA Ş.
5-ZELİHA Ş.
6-DAVUT Ş.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : 1 -MEHMET G. Merkez/ ŞANLIURFA
DAVALI : 2 -VAHİT C.
DAVALI : 3 -D…. ELEKTİRİK DAĞITIM A.Ş – Eyyübiye/ ŞANLIURFA
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
ESASA ALINMA TARİHİ : 25/02/2021
KARAR TARİHİ : 12/03/2021
KARAR YAZIM TARİHİ : 17/03/2021

Mahalli mahkemesince verilen karara karşı davacılar vekili, davalı D….. vekili ve davalı Vahit C. tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve ilgili dosya dairemize gelmiş olup, dosyanın inceleme aşamasında duruşma yapılmadan karar verilebilecek hallerden olduğu anlaşılmış olmakla, dosya heyetçe incelendi;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacılar vekili, müvekkillerinin murisi Abdulaziz Ş.’in 06/11/2012 tarihinde Şeyhçoban Köyü, Yıldız Küme Evleri, 44 numaralı iki katlı inşaatta çalıştığı esnada, yerde bulunan betonun ıslaklığından dolayı ıslanmış 2.75 cm uzunluğundaki kalas tahtayı havaya kaldırmaya çalışırken kalasın ikametin üzerinden 2.90 cm yükseklikten geçen elektrik kablolarına temas etmesi sonucu elektrik akımına kapılarak hayatını kaybettiğini, olayın tamamen davalıların ağır kusurundan kaynaklandığını, inşaatın davalı Mehmet G.’e ait evin 2. kat çalışması olduğunu, ruhsatsız, projesiz ve yapı yönetmeliğine aykırı kaçak inşaat yapılırken Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesinin de yükümlülüklerini yerine getirmediğini ve gerekli denetimi yapmadığını, herhangi bir önlem almayan Belediyenin de kusurlu olduğunu, her ne kadar soruşturma dosyasında Mehmet G. ve Vahit C.ın asli kusurlu oldukları tespit edilmiş ise de davalı D…A.Ş’ın da dava konusu olayın meydana gelmesinde ağır özen yükümlülüğünü ihlal etmesi, zamanında gerekli denetimleri yapmaması sebepleriyle ağır kusurlu olduğunu, davacılar murisinin inşaatlarda beton işçisi olarak çalıştığını ve ölmeden önceki aylık gelirinin 3.000,00-4.000,00 TL arasında olduğunu, murisin eş ve çocukları olan davacıların murisin desteğinden yoksun kaldıklarını, her bir davacı için 500,00’er TL’den toplam 3.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile 200,00 TL cenaze ve defin giderinin, ayrıca miktarının yargılamanın son aşamasında belirtileceğini beyanla manevi tazminatın da davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı D..A.Ş vekili, davanın reddini talep etmiştir.

Davalı Vahit C., davanın reddini talep etmiştir.

Davacı vekili 23/09/2019 havale tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu talebini 2. ek rapor doğrultusunda 177.905,86 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 200,00 TL cenaze ve defin gideri üzerinden ıslah etmiştir.

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24/12/2019 tarih, 2013/549 Esas, 2019/956 Karar Sayılı Kararı ile Müteveffa Abdulaziz Şeker mirasçıları, eşi ve çocukları olan davacıların destekten yoksun kalma tazminat talebinin kabulü ile;

83.675,60 TL Zeliha Ş.’e, 1.993,91 TL Recep Ş.e, 6.422,80 TL Davut Ş.e 25.057,87 TL Şeyma Ş.e, 21.512,49 TL İbrahim Enes Ş’e ve 39.243,16 TL Emine Ş.’e kaza tarihi olan 06.11.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,

Müteveffa Abdulaziz Ş. mirasçıları olan davacıların defin gideri talebinin kabulü ile; 200,00 TL defin giderinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara miras payı oranında verilmesine karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesi kararına karşı süresi içerisinde davacılar vekili, davalı D…A.Ş vekili ve Davalı Vahit C. tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; bilirkişi raporunda kuvvetli akım tesisleri yönetmeliğinin 46/A maddesi yönünden bir değerlendirme yapılmadığını, bu maddeye göre davalı D..A.Ş’ın ağır kusurlu olduğunu, DEDAŞ’ın sorumluluğunun bulunmadığına dair bilirkişi raporunun hatalı olduğunu, hükme esas alınamayacağını, avans faizi yerine yasal faize hükmedilmesinin hatalı olduğunu, her bir davacı yönünden ayrı ayrı vekalet ücreti verilmesi gerektiğini, bu nedenle yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı D…A.Ş vekili istinaf dilekçesinde özetle; bilirkişi raporunda kusurlu olmadıklarının belirlendiği halde tazminattan sorumlu tutulmalarının hatalı olduğunu, fahiş kusur oranına göre davacıların sebepsiz zenginleşeceğini, ceza dosyasının bekletici mesele yapılmadığını, olayın meydana geldiği bina yönünden ruhsat vs. inceleme yapılmadığını, müvekkilinin eylemi ile oluşan zarar arasında illiyet bağının bulunmadığını, ölenin ağır kusuru nedeniyle TBK 52. Maddesi gereği tazminattan indirim yapılması gerektiği, manevi tazminatın çok olduğunu, bu nedenle yerel mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı Vahit Cenak istinaf dilekçesinde özetle; olayla bir ilgisinin olmamasına karşın tazminattan sorumlu tutulmasını istinaf ettiğini, kararın bozularak davanın reddini talep etmiştir.

Dava haksız fiilden kaynaklı maddi ve manevi tazminat davasıdır.

İstinaf incelemesi HMK 355. maddesi gereğince ileri sürülen istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Davalı Vahit C.ın istinaf harç ve giderlerini yatırmadığı, dairemizden adli yardım talebinde bulunduğu, adli yardım talebinin dairemizin 2020/861 Esas,13/07/2020 tarihli ara kararı ile reddine karar verildiği, bu karara karşı davalı Vahit C.’ın itiraz ettiği, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesinin 14/09/2020 tarih, 2020/1 D.İş. Kararı ile davalının itirazının reddine karar verildiği, dairemizce davalı Vahit C.’a istinaf harç ve giderlerini yatırması yönünden dosyanın yerel mahkemeye geri çevrildiği, yerel mahkemece davalı Vahit’e usulüne uygun muhtıra çıkarıldığı, muhtıraya rağmen davalı Vahit C.’ın istinaf harç ve giderlerini yatırmadığı, ilk derece mahkemesinin 11/12/2020 tarihli ek kararı ile davalı Vahit C. ın istinaf talebinin reddine karar verildiği, bu kararın davalıya usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen davalı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmadığı anlaşılmıştır.

Davacılar vekilinin davacıları temsil etmek üzere kendisini davacıların ekili olduğunu belirttiği Reşit Bağış tarafından verilen vekaletname ile vekile vekaletname verildiği, ancak Reşit B.’ın davacılardan almış olduğu bir vekaletin dosya içerisinde bulunmadığı, olay tarihinde 18 yaşından küçük olan Davut Ş. ve Şeyma Ş’nin karar tarihinden önce 18 yaşını doldurdukları, ayrı bir vekaletnamelerinin bulunmadığı gibi davadan haberdar edilmedikleri, olayın meydana geldiği 2. katın olay tarihinde inşaat aşamasında olduğu anlaşıldığından davalıya ait elektrik iletim hattının önceden yapıldığının sabit olduğu, sözkonusu inşaatın ruhsatının bulunup bulunmadığının ilgili belediyeden sorulmadığı, ceza dosyasındaki kusur bilirkişi raporları ile yerel mahkemece alınan kusur bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğu, bu çelişkinin yerel mahkemece giderilmediği, yerel mahkemece alınan kusur raporuna mahkemenin itibar etmediği, tarafların kusurunu kendisi takdir ettiği, ancak davalılardan inşaatı yapan Vahit C.’a bir kusur atfedilmediği, gerekçesinin de belirtilmediği, eksik inceleme ile karar verildiği anlaşılmıştır.

Yerel mahkemece öncelikle yukarıda dercedildiği şekli ile vekalet eksikliklerinin giderilmesi, taraf teşkilinin sağlanması, olay tarihinde olayın meydana geldiği inşaatın ruhsatının bulunup bulunmadığı yönünden ilgili belediyeden sorularak celbi ile dosyanın kül halinde (ceza dosyası ile birlikte) önceki bilirkişiler harici 2 elektrik, 1 iş güvenliği uzmanına tevdi edilerek olayın nasıl meydana geldiği, olayın meydana geldiği zemin ile elektrik iletim hatları arasındaki uzaklık, ikinci kat inşaatın sonradan yapıldığı göz önüne alınarak birinci kata göre elektrik iletim hattı ile arasındaki uzaklıkların belirlenerek, kuvvetli akım tesisleri yönetmeliğine göre değerlendirme yapılarak olayın meydana gelmesinde tarafların ve varsa dava dışı kişilerin kusurlarının kesin olarak tespiti yönünden denetime elverişli rapor alınması, aktüerya raporunun karar tarihine yakın olarak alınması gerektiğinden önceki aktüerya uzmanından ek rapor ya da başka bir aktüerya uzmanından rapor alınması, raporlar arasında çelişki oluştuğunda bu çelişkinin de giderilerek hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinden davacılar vekili ve davalı D…A.Ş vekilinin istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yukarıda belirtilen eksiklikler giderilerek yeniden karar verilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davacılar vekili ve davalı D…A.Ş vekilinin istinaf talebinin KABULÜNE,
2-Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-6 maddesi gereğince ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’nin 24/12/2019 tarih, 2013/549 Esas, 2019/956 Karar Sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-Taraflarca peşin yatırılan istinaf karar harcının talep halinde iadesine,
4-Taraflarca karşılanan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda değerlendirilmesine,
5-Kararın kaldırılmış olması nedeniyle tehir-i icra talebi yönünden bir karar verilmesine yer olmadığına, davalı D…A.Ş tarafından yatırılan 89,60 TL tehir-i icra karar harcının talep halinde yatırana ilk derece mahkemesince iadesine,
6-Kararın kesin olması nedeniyle tebligatların ve harç tahsil/iade işlemlerinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, HMK 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 12/03/2021

KARAR DÜZELTME YOLU KAPALI OLDUĞU HALDE İLAMDA AÇIK OLDUĞUNUN BELİRTİLMESİ İTİRAZ HAKKI TANIMAYACAĞI- FAZLA DÜZENLEME ORTAKLIK PAYI KESİNTİSİ NEDENİYLE TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2019/309
KARAR: 2019/880

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “fazla kesilen düzenleme ortaklık payı (DOP) nedeniyle tazminat” davasından dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 13.06.2016 tarihli ve 2016/118 E., 2016/191 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 06.11.2018 tarihli ve 2017/5-2019 E., 2018/1589 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davalı … vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinin uygulanması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece görevsizlik nedeniyle davanın usulden reddine dair verilen direnme kararının davacılar vekilince temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca oy çokluğu ile bozma kararı verilmiş, verilen bu karara karşı davalı … vekilince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce Özel Dairenin, davaya bakma görevinin adli yargıda olduğuna işaret eder nitelikteki bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda Yerel Mahkemece idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verildiği, verilen direnme kararının davacılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından, dava konusu 620 ada 18 parsel sayılı taşınmazda 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca … tarafından yapılan imar uygulaması sırasında %40 (DOP)’dan daha fazla oranda düzenleme ortaklık payı kesintisi yapıldığı, idarenin bu işlemi sonucu davacıların dava konusu hisse üzerindeki mülkiyetinin sona erdiği, idarenin söz konusu eyleminden kaynaklanan tazminat davalarında adli yargının görevli olduğu ve karar düzeltme yolunun açık olduğu belirtilerek oy çokluğu ile bozulduğu, bozma kararına karşı davalı … vekili tarafından karar düzeltme talebinde bulunulduğu anlaşılmakla, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 440/III-3 maddesindeki düzenleme ve dilekçenin kapsamı dikkate alınarak, bu talebe karşı karar düzeltme yoluna başvurulup başvurulamayacağı, Hukuk Genel Kurulu kararında karar düzeltme yolunun açık olduğuna yönelik ibarenin maddi hatadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususları ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

Burada Yargıtayca verilen hangi kararların kesin olduğunun açıklanmasında fayda bulunmaktadır. Şöyle ki,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 440/III. maddesi gereğince:

3-Usule ilişkin nihai kararlar hakkındaki Yargıtay Kararları için karar düzeltme istenemez;
a)Görevsizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

b)Yetkisizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).
c)Hâkimin reddi hakkındaki merci kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

d)Davanın açılmamış sayılması kararlarının (m.193/IV; m.194; m.409/V) temyizi üzerine verilen Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

e)Karşılık davanın açılmamış sayılması kararının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

f)Başka mahkemelerde açılmış olan davaların birleştirilmesi kararının temyizi üzerine verilen Yargıtay kararına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

g)Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin yargı yeri belirlemesine (merci tayinine) ilişkin kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

Yukarıda yer alan HUMK’nın 440/III-3. maddesinde karar düzeltilmesi yoluna gidilemeyecek Yargıtay kararları açıklanırken işin niteliği itibariyle “merci belirtilmesi kararları” bir tarafa bırakılırsa hep mahalli mahkeme kararı esas tutularak hangi Yargıtay kararları hakkında karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı gösterilmiştir.
Başka bir anlatımla Kanunun getirdiği düzenleme yönünden göreve ilişkin karar düzeltme yasağının işleyebilmesi için Yerel Mahkemece görevle ilgili bir karar verilmeli ve bu karar hakkında temyiz incelemesi ile Yargıtay Özel Dairesince de bir karar alınmalıdır.

“Görevle ilgili olarak karar düzeltme isteğine getirilen istisna mahalli mahkemenin görevsizlik kararı vermiş olması hâli içindir. Ancak, mahalli mahkeme esas hakkında karar (hüküm) vermiş ve Yargıtay (temyiz incelemesi sonucunda bu kararı görev yönünden bozmuş ise Yargıtayın bu bozma kararına karşı (m.440.III/1 deki iki istisnadan hiç biri söz konusu değilse) karar düzeltme yoluna başvurulabilir.”

Yukarıda değinilen yasal düzenlemeler dikkate alındığında 1086 sayılı HUMK’nın 440/III-3. maddesi uyarınca görevsizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Her ne kadar Hukuk Genel Kurulu kararında karar düzeltme yolunun açık olduğu belirtilmiş ise de bu hususun maddi hatadan kaynaklandığı kabul edilmelidir.

Kanunda karar düzeltme yolu kapalı olduğu öngörülen kararlara karşı maddi yanılgı ile bu hakkın verilmesi suretiyle bir taraf lehine oluşan haksız kazanım, bu kez karar düzeltme yolunun kapalı olması nedeniyle karşı taraf lehine oluşan kazanılmış hakkın ihlaline yol açabilecektir. Hemen belirtmek gerekir ki bu durum, hukuk devleti olmayı sağlayan ve belli bir kişiyi hedef almadan, aynı durumda olan herkese uygulanması gereken kurallar koymayı zorunlu kılan “kanunların genelliği” ve Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “eşitlik” ilkelerine de aykırılık oluşturacaktır.

Açıklanan nedenle Hukuk Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı karar düzeltme yolunun kapalı olması nedeniyle davalı … vekilinin karar düzeltme istemine ilişkin dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir.

S O N U Ç: Davalı … vekili tarafından verilen karar düzeltme istemine ilişkin dilekçesinin Hukuk Genel Kurulunca verilen kararın kesin olması nedeniyle REDDİNE, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 442/3. ve 4421 sayılı Kanun’un 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 370,00TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, karar düzeltme harcı peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 17.09.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

HUKUKİ YARAR YOKLUĞU NEDENİYLE RED KARARINDAN SONRA 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNU 158 HÜKMÜNDEKİ EK SÜREDEN FAYDALANABİLİR

T.C
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/27790
KARAR: 2020/825 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:İş Mahkemesi

DAVA TÜRÜ: ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:

Davacılar vekili, davacıların murisinin davalı Belediye bünyesinde vefat tarihi olan 26.01.2009 tarihine kadar çalıştığını çalıştığını, murisleri …sendikasına üye olmasına rağmen, sendikanın taraf olduğu toplu iş sözleşmesinden yararlandırılmadığını ileri sürerek, toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan bir kısım alacaklarının hüküm altına alınmasını talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporu doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz Başvurusu:
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.2. Taraflar arasındaki uyuşmazlık, daha önce açılan davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddi üzerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 158. maddesinde öngörülen sürede yeniden dava açılması halinde zamanaşımının ilk dava tarihine göre belirlenip belirlenemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler belirlenmiş olup, anılan maddenin 2. fıkrasında alacaklının, dava veya def’i yoluyla mahkemeye veya hakeme başvurmuş olması halinde zamanaşımı süresinin kesileceği düzenlenmiştir.Kanunun 158. maddesinde ise “Dava veya def’i; mahkemenin yetkili veya görevli olmaması ya da düzeltilebilecek bir yanlışlık yapılması yahut vaktinden önce açılmış olması nedeniyle reddedilmiş olup da o arada zamanaşımı veya hak düşürücü süre dolmuşsa, alacaklı altmış günlük ek süre içinde haklarını kullanabilir. ” hükmü yer almaktadır.

Hukuki yarar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-h maddesi gereğince dava şartıdır. Diğer taraftan ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2016/482-2018/1047 esas-karar sayılı ilâmında da belirtildiği üzere, hukuki yarar tamamlanamayacak ve düzeltilemeyecek nitelikte bir dava şartıdır. Dairemizin yerleşik uygulaması da bu yöndedir.

Bu noktada, belirsiz alacak davası olarak açılan davada, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağı gerekçesi ile usulden reddinin, 6098 sayılı Kanun’un 158. maddesinde düzenlenen “düzeltilebilir bir yanlışlık” olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği üzerinde durulmalıdır. Kanun maddesinde yetkisizlik veya görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları ayrıca düzenlenmiş olup “düzeltilebilir bir yanlışlık” kavramı, yalnızca yetkisizlik ve görevsizlik sebebi ile verilen ret kararları anlamında yorumlanamaz. Düzeltilebilmesi mümkün bir hata sebebi ile dava usulden reddedildiğinde, davacıya ek süre hakkı tanınması, hakkın doğası ve adil yargılanma hakkının doğal gereğidir. 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki hüküm, bazı usul hataları sebebi ile davanın reddi halinde doğabilecek adaletsizliğin önüne geçmek amacı ile düzenlenmiştir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile dava şartının eksik olması, yeni açılacak bir dava ile düzeltilebilir. Hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddedilen davadan sonra aynı taleplerle açılacak davada, önceki dava maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmez. Görev ve yetki de hukuki yarar gibi dava şartı olup, görev ve yetki bakımından dava şartı eksikliği sebebi ile verilen ret kararından sonra altmış günlük ek süre tanınmasına imkan veren Kanunun, aynı kapsamda sayılan hukuki yarar yokluğu sebebi ile ret halini “düzeltilemez bir yanlışlık” olarak kabul ettiğini söylemek adil yargılanma hakkı ve hak arama özgürlüğü ile bağdaşmaz.

Davayı belirsiz alacak davası olarak açmakta hukuki yararı bulunmadığı halde, belirsiz alacak davası olarak açılan davanın hukuki yarar yokluğu sebebi ile usulden reddedilmesi durumunda, bu hatanın “ düzeltilebilir bir yanlışlık ” olduğunun kabulü ile sonradan aynı taleplerle açılan davada davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesinde düzenlenen ek süreden faydalanması gerektiği kabul edilmelidir. Böylece Kanunda öngörülen altmış günlük süre içinde dava açıldığı takdirde, zamanaşımı yönünden ilk dava tarihinin dikkate alınması mümkün olabilecektir.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 32/8 maddesinde işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Toplu iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklar da ücret alacağı mahiyetinde oldukları için beş yıllık zamanaşımı süresine tabidir.Açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirilecek olursa; davacı kıdem tazminatı farkı, fark ücret, fark ikramiye, fark sosyal hak alacaklarının tahsili talebi ile … 3. İş Mahkemesinin 2015/434 esasına kayıtlı belirsiz alacak davasını açmış olup, mahkemece davanın kabulüne dair kararın Dairemizce bozulması üzerine, bozmaya uyularak davanın hukuki yarar yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmiştir. Ret kararı ise, Dairemizin 2015/24447 E., 2015/29315 K. sayılı, 20.10.2015 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Davacı vekili, onama kararının 23.11.2015 tarihinde tebliğ edildiğini, onama kararının tebliğ tarihi dikkate alındığında, davanın altmış günlük ek süre içinde açıldığını ileri sürmüş ise de, iş mahkemelerinde karar düzeltme yolu kapalıdır. Mahkemece verilen karar, Yargıtay’ın onama kararı ile kesinleşir. Kanundaki istisnai düzenlemeler dışında, onama kararının taraflara tebliğ zorunluluğu da bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca altmış günlük sürenin başladığı tarihin, onama kararının tebliğ tarihi değil, onama tarihi olarak kabulü gerekir. Belirsiz alacak davasının usulden reddine dair mahkeme kararının, Dairemizin 20.10.2015 tarihli kararı ile onandığı, eldeki davanın ise 21.01.2016 tarihinde açıldığı dikkate alındığında altmış günlük sürenin geçtiği anlaşılmaktadır. Bu halde davacının 6098 sayılı Kanunun 158. maddesindeki ek süreden yararlanabilmesi mümkün değildir. Dava konusu fark ücret alacakları, fark ikramiye alacakları ve sosyal hak alacakları yönünden beş yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu kabul edilmelidir. Mahkemece, davalının zamanaşımı savunmasına değer verilerek, bu alacakların zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan hükmün yukarıda açıklanan sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 21.01.2020 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

BAKICI GİDERLERİ TAZMİNATI MURİSİN ÖLÜMÜNDEN SONRA İSTENEMEZ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/23517
KARAR: 2017/4741

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı tarafa sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin murisi … ‘ın 2 yıl %74 oranında sakat kaldıktan sonra kazaya bağlı olarak vefat ettiğini, davacının bu süre zarfında eşine bakıcı olarak baktığını, bu ölüm nedeniyle davalı aracın sigortalısından sakatlık tazminatı, destekten yoksun kalma tazminatı ve bakım tazminatı olarak 10.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiş, daha sonra bu davaya muris … ‘ın varisleri muvafakat vererek dahil olmuştur.

Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, ölüm ile kaza arasında illiyet bağı bulunmadığından destekten yoksun kalma tazminatı talebinin reddine, 5.498,31 TL sakatlık tazminatının tahsiline, bakıcı gideri talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davacının murisi … tarafından ölmeden önce açılmış cismani zarara dayalı dava bulunmamaktadır. Davacının ölümü üzerine davacının mirasçıları tarafından açılan davada, muris … ‘ın bu kaza nedeniyle maluliyetine ilişkin muris … adına tazminat talebinde bulunulmuştur. Kişilik hakları şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Murisin tarafından sağlığında davalıya karşı açılmış bir dava bulunmadığından açılan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 27/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

FETÖ/PDY YAPILANMASIYLA İRTİBATLI OLAN ŞİRKET- İŞÇİ ALACAĞININ TAHSİLİ -KHK İLE KAPATILAN ŞİRKETLER- İDARİ İŞLEMİN İPTALİ VE TAM YARGI DAVASI

T.C.
ŞANLIURFA
2. İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/270
KARAR NO : 2020/1261

DAVACI : Ş. A.
VEKİLİ : AV. SELİM HARTAVİ

DAVALI : ŞANLIURFA VALİLİĞİ

DAVANIN ÖZETİ : Davacı tarafından, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden bahisle ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi nezdinde açılan davanın 675 sayılı KHK uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi sonrasında, 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi uyarınca, işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle davalı idareye yapılan başvurunun, 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddine ilişkin Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Usule ilişkin olarak; davacının hukuki durumunu etkileyen idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir idari işlem bulunmadığından davanın incelenmeksizin reddi gerektiği, esasa ilişkin olarak ise; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinde yer alan şartlar yönünden idarece bir işlem tesis edilmeksizin Mahkemece idare aleyhine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu, davacının talebinin süresinde ve usulüne uygun olarak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği ve davacının herhangi bir alacağının bulunup bulunmadığı hususlarındaki değerlendirmenin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunun görüş ve önerisi çerçevesinde Şanlıurfa İl KHK İşlemeleri Bürosu tarafından neticelendirileceği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliği’nce, dava konusu uyuşmazlık miktarının tek hakim parasal sınırının altında kalması nedeniyle davacı tarafın duruşma talebi yerinde görülmeyerek duruşma yapılmaksızın ve davalı idarenin usule ilişkin itirazları yerinde görülmeyerek, dava dosyası incelenerek işin esası hakkında gereği düşünüldü:

Dava, davacı tarafından, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden bahisle ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili talebiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddine ilişkin Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler” başlıklı 2. maddesinde; “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen; a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum kuruluşları (…) kapatılmıştır.” hükmü düzenlenmiş, ekli (I) sayılı listede Özel OSM Ortadoğu Hastanesi ve Özel Uzmanlar Tıp Merkezi’nin isimlerine yer verilmiştir.

670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Devir işlemlerine ilişkin tedbirler” başlıklı 5. maddesinde;

“(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne veya diğer terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.
(2) Bu madde kapsamında devralınan varlıklardan nakit ve diğer hazır değerler emanet, diğer varlıklar ise nazım hesaplarda izlenir. Nazım hesaplarda izlenen varlıklardan elden çıkarılanların tutarı emanet hesaplarına alınır. Ödenmesine karar verilen borçlar bu emanetlerden ödenerek kalan tutar bütçeye gelir kaydedilir.
(3) Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.
(4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.
(5) (Değişik fıkra: 2/1/2017 – 679 S.K.H.K./6. md) Borçların ödenmesinde, kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay gibi borçlar, çalışanların sigorta primleri, rehinli alacaklar, enerji, iletişim ve su kullanım borçları, çeşidine bakılmaksızın beşyüz Türk Lirasını geçmeyen borçlar ve diğerleri şeklinde sıralama esas alınır. Kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları, kurs, dershane, öğrenci yurtları ve pansiyonlara avans veya peşin ödeme şeklinde kapatma tarihinden sonraki dönemler için ifa edilmiş olan öğrenim ve barınma bedelleri, yukarıda belirtilen sıraya tabi tutulmaksızın iade edilir. (…)” hükmüne yer verilmiştir.

675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Dava ve takip usulü ” başlıklı 16. maddesinde; “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükmü yer almıştır.

Maliye Bakanlığının Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri Uyarınca Kapatılan Kurum ve Kuruluşlar Hakkında Yapılacak İş ve İşlemlere İlişkin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Genelgesinin (2016/1) “İstihkak ve alacak taleplerine yönelik başvuruların değerlendirilmesi” başlıklı 14. maddesinde “(1) Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin istihkak ve alacak talepleri, bunların yönetim merkezinin bulunduğu yerdeki İl KHK İşlemleri Bürosuna gönderilmek üzere alacaklının yerleşim yerindeki İl KHK İşlemleri Bürosuna yapılabilir. (2) Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığı tespit edilen kişilerce kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen alacak ve istihkak talepleri, değerlendirilmek üzere İl KHK İşlemleri Bürosu tarafından görevli İnceleme ve Değerlendirme Komisyonuna iletilir. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu, bu belgelerle birlikte diğer bilgi ve belgeleri de tetkik etmek ve gerektiğinde ilgililerin görüşlerine başvurmak suretiyle alacak ve istihkak taleplerine ilişkin görüş ve önerilerini rapora bağlar. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından düzenlenen raporu, işlem yapılmak üzere İl KHK İşlemleri Bürosuna gönderilir. (3) Borçların ödenmesindeki sıralama dikkate alınmak suretiyle Bakanlıkça belirlenecek tutarı aşmayan istihkak ve alacak talepleri, İl KHK İşlemleri Büroları tarafından sonuçlandırılır. (4) Bakanlıkça belirlenecek tutarı aşan istihkak ve alacak taleplerine ilişkin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu raporu, İl KHK İşlemleri Bürosu tarafından gerekçeli görüşüyle birlikte nihai karar verilmek üzere Bakanlığa iletilir” düzenlemesi yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin haklı bir nedene dayanmaksızın feshedildiğinden bahisle 21/02/2016 tarihinde Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi nezdinde iş sözleşmesinden kaynaklanan işçilik alacaklarının tahsili için dava açtığı, davalı şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nin yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi tarafından, 12/01/2017 tarih ve E:2016/217, K:2017/31 sayılı karar ile 675 sayılı KHK’nin 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğü’ne 14.03.2017 tarihli başvuru dilekçesi ile başvuruda bulunularak iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklarının ödenmesinin talep edildiği, başvurunun davalı idare tarafından tesis edilen 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işlemle 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Davanın Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali istemine yönelik kısmına ilişkin olarak;

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden; kapatılan ve sevk ve idaresi ilgisine göre Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum ve kuruluşların borçlarının ödenmesi ile ilgili olarak bir takım esasların getirildiği, buna göre; devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütüne veya diğer terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemek hususunda davalı idarenin yetkili kılındığı, borçların ödenmesinde, kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay gibi borçlar, çalışanların sigorta primleri, rehinli alacaklar, enerji, iletişim ve su kullanım borçları, çeşidine bakılmaksızın beşyüz Türk Lirasını geçmeyen borçlar ve diğerleri şeklinde sıralamanın esas alınacağı ve kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları, kurs, dershane, öğrenci yurtları ve pansiyonlara avans veya peşin ödeme şeklinde kapatma tarihinden sonraki dönemler için ifa edilmiş olan öğrenim ve barınma bedellerinin ise, yukarıda belirtilen sıraya tabi tutulmaksızın iade edileceğinin, Maliye Bakanlığınca belirlenecek tutarı aşmayan miktar yönüyle taleplerin İl KHK İşlemleri Bürosunca sonuçlandırılacağının, Bakanlıkça belirlenen miktarı aşan tutar yönüyle İl KHK İşlemleri Bürosunun gerekçeli görüşü alınarak Maliye Bakanlığınca bir karar verileceğinin düzenlendiği görülmektedir.

Uyuşmazlıkta, davalı idarece, devralınan şirkete ait 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmakla, kendisine mevzuatta verilen görevleri yerine getirirken her türlü araştırma ve soruşturma imkanına sahip olan idarece, davacının hangi tarihler arasında ilgili kurumda çalıştığı, işe giriş ve işten ayrılış bildirgeleri ile davacının hangi nedenle işten ayrıldığının ve iş sözleşmesi feshinin haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı hususları ile davacının terör örgütleriyle aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılarak davacının ödemeye esas alacağı olup olmadığının tespit edilmesi, akabinde devralınan varlıkların değerini geçmemesi ve ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ve mevzuatta gösterilen sıralamaya tabii olarak işlem tesis edilmesi gerekirken, 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Davanın işçilik alacaklarının ödenmesine karar verilmesi istemine yönelik kısmına ilişkin olarak ise;
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere, davacının talebinin, devralınan şirkete ait 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddedilmeside hukuka uyarlık bulunmadığından, davacının kapatılan kuruluştan olan alacak talebi yönüyle İl KHK İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunca, davacının hangi tarihler arasında ilgili kurumda çalıştığı, işe giriş ve işten ayrılış bildirgeleri ile davacının hangi nedenle işten ayrıldığının ve iş sözleşmesi feshinin haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı hususları ile davacının terör örgütleriyle aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılarak davacının ödemeye esas alacağı olup olmadığının tespit edilmesi, akabinde devralınan varlıkların değerini geçmemesi ve ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması koşulları yönüyle değerlendirme yapılmak suretiyle miktara göre talep hakkında İl KHK İşlemleri Bürosu veya Maliye Bakanlığınca bir karar verilmesi gerektiğinden, davacının işçilik alacağının olup olmadığı, işçilik alacağının bulunması durumunda ödenmesi gereken miktarın ne kadar olduğu idarece yapılacak araştırma ve değerlendirme sonucunda ortaya çıkacağından, bu aşamada davacının işçilik alacaklarının ödenmesi talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Hükmedilmesi gereken vekalet ücreti yönünden yapılan değerlendirme neticesinde ise;
24/11/2020 tarihinde yürürlüğe giren 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Seri davalarda ücret” başlıklı 22. maddesinde; “İhtiyari dava arkadaşlığının bir türü olan seri davalar ister ayrı dava konusu yapılsın ister bir davada birleştirilsin toplamda on dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam avukatlık ücretine, toplamda elli dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %50’si oranında avukatlık ücretine, toplamda yüz dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %40’ı oranında avukatlık ücretine, toplamda yüzden fazla açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %25’i oranında avukatlık ücretine hükmedilir.(…)” düzenlemesi yer almaktadır.

Dava dosyasında ki bilgi ve belgelerden; 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesinde iş sözleşmesi ile çalışan ve sözleşmesinin haklı bir nedene dayanmadan feshedildiğini ileri süren kişiler tarafından, iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklarının ödenmesi talebiyle yapılan başvuruların aynı idarece, aynı gerekçeyle reddedildiği, işlemlere karşı açılan davaların, aynı sebepten doğduğu, aynı konuya ilişkin olduğu ve aynı davalıya karşı açıldığı, Şanlıurfa İdare Mahkemeleri’nde açılan dava sayısının toplamda 100’den fazla olduğu görülmekle, söz konusu davaların seri dava niteliğinde olduğu sonucuna varılmaktadır.

Bu durumda, bakılmakta olan dava ile aynı istemle açılmış çok sayıda dosya bulunması nedeniyle seri dava niteliğindeki söz konusu davalar için, taraflara ölçüsüz bir yükümlülük getirmeyecek biçimde ve taraf vekillerinin harcadığı emek ve mesai dikkate alınarak vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden, 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Seri Davalarda Ücret” başlıklı 22. maddesi ile belirlenen tam ücretin %25’i oranında vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, davacının tazminat istemi hakkında ise karar verilmesine yer olmadığına, dava sonucu itibariyle kısmen iptal, kısmen KVYO ile sonuçlandığından aşağıda dökümü yapılan 216,35-TL yargılama gideri ile 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin yukarıda yer verilen 22. maddesi uyarınca belirlenen 510,00-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, dava açılma aşamasında nisbi olarak yatırılan 119,55-TL harçtan 54,40-TL tutarındaki maktu harcın mahsubu sonucu kalan 65,15-TL harcın ve artan posta ücretinin davacıya iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 45. maddesinin birinci fıkrası gereğince kesin (istinaf yolu kapalı) olarak, 29/12/2020 tarihinde karar verildi.

 

POLİSİN KÖTÜ MUAMELESİ NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRESİ
E. 2004/9784
K. 2006/2598
T. 21.4.2006

TAZMİNAT DAVASI ( 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Süre/Eylemin İdariliğinin Ortaya Çıktığı Tarihten İtibaren Hesaplanması Gerektiği – Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarih )

EYLEMİN İDARİLİĞİNİN ORTAYA ÇIKTIĞI TARİH ( Tazminat Davası/2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Süre – Kötü Muamelede Bulunduğu İddia Edilen Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarih )

POLİSİN KÖTÜ MUAMELESİ NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI ( Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarihin 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Başlangıcı Olacağı )
SÜRE ( Polisin Kötü Muamelesi Nedeniyle Tazminat Davası – Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarihin 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Başlangıcı Olacağı )

2577/m. 13

ÖZET : Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan zarar olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde olup olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekir.

İstemin Özeti : Davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen 50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Malatya İdare Mahkemesince davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın, davacı tarafından temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. D.Tetkik Hakimi : Aydın Akgül

Düşüncesi : Dava, davacının ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı Yasayla öngörülen tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdarenin yürüttüğü faaliyet alanındaki eylemlerin idariliği ve bu eylemlerden doğan zarar, bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Olayda, eylemin idariliği kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla dava süresinin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiği veya davacı tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekmekte; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararın öğrenilmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı : Nevzat Özgür

Düşüncesi : İdare ve Vergi Mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, sözkonusu maddede belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile bozma kararına uyularak verilen temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen 50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle istemiyle açılmıştır.
Malatya İdare Mahkemesince; davacının 5.12.1998 tarihinde ifadesi alınmak üzere karakola götürüldüğü sırada kötü muameleye uğraması nedeniyle manevi zararın da aynı tarihte öğrendiğinin kabulü gerekeceği, bu tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvuruda bulunulmadığından, bu süre geçtikten sonra yapılan 11.2.2002 tarihli başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle; davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulmasını istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.

Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.

Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.

Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Dava ve temyiz dosyasının birlikte incelenmesinden; davacının 5.12.1998 tarihinde sevk ve idaresinde bulunan kamyoneti bir bayanın üzerine sürdüğünden bahisle yapılan şikayet üzerine ? Karakoluna götürüldüğü, davacının burada görevli polis memurlarının kötü muamelesine maruz kaldığı ve hakkında 15 gün iş ve gücüne mani olduğuna ilişkin 14.12.1998 tarihli kati raporun verildiği, davacının 7.12.1998 tarihli şikayet dilekçesi sonrası Bingöl Cumhuriyet Savcılığınca kötü muamelede bulunduğu iddia edilen polisler hakkında kamu davası açıldığı ve davacının 5.4.1999 tarihinde davaya müdahil olduğu, Bingöl Asliye Ceza Mahkemesinin E:1996/36 sayılı dosyasında görülen davada, anılan Mahkemenin 25.1.2001 tarih ve E:1996/36, K:2001/171 sayılı kararı ile sanık polisler hakkında açılmış bulunan kamu davasının 4616 sayılı Yasa uyarınca Şartla Ertelenmesine karar verildiği, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemiyle 11.2.2002 tarihli dilekçe ile davalı idareye yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan zarar olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde olup olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa’nın 49. maddesine uygun bulunan davacı temyiz isteminin kabulüyle Malatya İdare Mahkemesinin 16.1.2004 tarih ve E:2002/879, K:2004/22 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine 21.04.2006 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :Usul ve hukuka uygun bulunan idare mahkemesi kararının onanması gerektiği görüşüyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.

ATAMANIN GEÇ YAPILMASI NEDENİYLE OLUŞAN ZARARIN TAZMİNİ İSTEMİ-YOKSUN KALINAN PARASAL VE ÖZLÜK HAKLARI VE FAİZ TALEBİ

T.C.
DANIŞTAY
12. DAİRE
E. 2016/394
K. 2019/8628
T. 12.11.2019
* ATAMANIN GEÇ YAPILMASI NEDENİYLE OLUŞAN ZARARIN TAZMİNİ İSTEMİ ( KPSS’den Almış Olduğu Puan İtibariyle Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Ziraat Teknisyeni Kadrolarına Yerleştirmesi Yapılmayan Davacının Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığına Karşı Dava Açtığı – Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hasım Mevkiine Alınıp Dosya Tekemmül Ettirildikten Sonra İşin Esası Hakkında Karar Verilmesi Gerektiği/Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hasım Mevkiine Alınmaksızın Verilen Kararda Hukuki İsabet Bulunmadığı )

* YOKSUN KALINAN PARASAL VE ÖZLÜK HAKLARI VE FAİZ TALEBİ ( Davacının Atanma Başvurusunun Reddine İlişkin İşlemin İptali İstemiyle Açtığı Davada Verilen Yürütmeyi Durdurma Kararı Üzerine Görevine Başlatıldığı İşlemin İptaline Karar Verildiği ve Bu İptal Kararının Kesinleştiği – İdare Mahkemesince Davacının Atanmama İşlemi Nedeniyle Açıkta Kaldığı Dönemde Yoksun Kaldığı Parasal ve Özlük Hakları Hesaplanarak Varsa Bu Dönemde Elde Ettiği Gelirlerin Düşülmesi Suretiyle Yasal Faiz İsteminin de Göz Önünde Bulundurulması Gerektiği )

* İDARENİN HUKUKA AYKIRI İŞLEMİNDEN DOĞAN SORUMLULUĞU ( İdarenin Hukuka Aykırı İşleminden Kaynaklanan Zararları Ödemekle Yükümlü Olduğu – Davacının Atanmama İşlemi Nedeniyle Açıkta Kaldığı Dönemde Yoksun Kaldığı Parasal ve Özlük Hakları Hesaplanıp Varsa Bu Dönemde Elde Ettiği Gelirleri Düşülerek ve Yasal Faiz İstemi de Göz Önünde Bulundurularak Karar Verilmesi Gerektiği/Bu Hususlar Gözetilmeden Verilen Kararın Hatalı Olduğu )

2709/m.125

2577/m.12

ÖZET : Dava, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına ziraat teknisyeni olarak atanma talebiyle yapılan başvurusunun reddine ilişkin işlemin, İdare Mahkemesi’nin kararı ile iptaline karar verilmesi üzerine atamasının geç yapıldığından bahisle yoksun kaldığını ileri sürülen miktar ve buna bağlı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkindir.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ziraat teknisyeni kadrolarına Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yerleştirilmesi yapılmayan davacı tarafından Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığına karşı bakılan davanın açıldığı, ancak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının hasım mevkiine alınmadan karar verildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, mahkemece, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınıp, dosya tekemmül ettirildikten sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınmaksızın verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

Davacının zarara yol açtığını ileri sürdüğü atanma başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada, İdare Mahkemesince verilen yürütmeyi durdurma kararı üzerine görevine başlatıldığı, kararla işlemin iptaline karar verildiği ve bu iptal kararının temyiz ve karar düzeltme incelemelerinden geçmek suretiyle kesinleştiği görüldüğünden, idarenin hukuka aykırı işleminden kaynaklanan zararları ödemekle yükümlü olduğu kuralı doğrultusunda, idare mahkemesince; davacının atanmama işlemi nedeniyle açıkta kaldığı dönemde yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının hesaplanarak, varsa bu dönemde elde ettiği gelirlerin düşülmesi suretiyle yasal faiz istemi de göz önünde bulundurulması gerektiği tabiidir. Açıklanan sebeplerle kararın bozulması gerekmiştir.

İSTEMİN KONUSU : Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 10/11/2015 tarih ve E:2014/424, K:2015/1588 Sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ:

Dava konusu istem: Davacının, 07/07/2011 tarihinde yapılan 2011/1 KPSS de aldığı puana istinaden Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına ziraat teknisyeni olarak atanma talebiyle 11/09/2013 tarihli başvurusunun reddine ilişkin işlemin, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarihli E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile iptaline karar verilmesi üzerine atamasının geç yapıldığından bahisle yoksun kaldığını ileri sürdüğü 47.856,94 TL’nin ve buna bağlı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti:Ankara 6. İdare Mahkemesince; davanın Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararının 03/02/2014 tarihinde davacı tarafa tebliği üzerine ve iptal davasının devamı niteliğinde, tam yargı davası olarak inşa edildiği, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca ilan edilen ziraat teknisyeni kadrolarına ÖSYM tarafından yerleştirilmesi yapılmayan davacı tarafından, söz konusu kadrolara yerleştirilen ancak aranan niteliklere sahip bulunmamaları nedeniyle atamaları yapılmayan kişiler nedeniyle boş kalan ziraat teknisyeni kadrolarına atanma talebiyle yapmış olduğu başvurusunun reddine ilişkin 18/09/2013 ve 78022 Sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada, Mahkeme tarafından söz konusu işlemin iptaline kararı verilmiş ise de, hizmet kusuruna dayalı maddi tazminat istemlerinde tazmin edilecek zararın, mal varlığında gerçek, kanıtlanabilir bir azalma veya artma olanağından yoksun kalma niteliğinde olmasının gerekli olduğu, idari işlemlerin iptali istemiyle açılan davalar üzerine verilen her iptal kararının tazminat ödenmesini gerektirmeyeceği, iptal edilen işlemle tazminat istemi arasında bir nedensellik bağının bulunması gerektiği, 07/07/2011 tarihinde yapılan merkezi yerleştirme işlemlerinde davacının atamasının yapılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış bir dava bulunmadığı, davacının boş bulunan kadrolara atanma talebinin reddi üzerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına karşı açmış olduğu dava sonucu atamasının yapıldığı, tazminat istemine dayanak yaptığı zararların muhtemel zarar niteliğinde olduğu ve davalı idarenin olayda bir kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, geç atanmasından kaynaklanan zararın ÖSYM Başkanlığı tarafından yapılan hatadan kaynaklandığı, atama işleminin geç yapılmasından doğan zararının da davalı idarece karşılanması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile iptal edilen işlem ile uğranıldığı iddia edilen zarar arasında nedensellik bağı bulunmadığı, davacının uğradığını iddia ettiği zarardan idarenin sorumlu olmadığı belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

KARAR : İNCELEME VE GEREKÇE:

MADDİ OLAY :

Davacının 28/11/2010 tarihinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı’na girerek KPSS94 puan türünden 73,667 puan aldığı, ÖSYM tarafından 07/07/2011 tarihinde yapılan merkezi yerleştirme işlemlerinde, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca ilan edilen 95 kişilik ziraat teknisyeni kadrolarına başvurduğu, ancak yeterli puana sahip olmadığından yerleştirmesinin yapılmadığı, yerleştirme işlemlerinin tamamlanmasından sonra bu kadrolara başvuran ve yerleştirmesi yapılan kişilerden 59 adayın ziraat teknisyeni kadrosu için aranılan nitelik koduna sahip olmadığının anlaşılması üzerine Bakanlıkça atamalarının gerçekleştirilmediği, bunun üzerine davacının, bu kişiler başvurmamış olsaydı bu kadroya yerleşeceğinden bahisle yerleştirme sonucunda boş kalan ziraat teknisyeni kadrolarından birine atanması istemiyle yapmış olduğu başvurunun 18/03/2013 tarihli ve 78022 Sayılı işlemle reddi üzerine Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile işlemin iptaline karar verilmesi üzerine ziraat teknisyeni kadrosuna ataması yapılarak 12/12/2013 tarihinde göreve başladığı, emsallerinin atamasının yapıldığı tarih ile kendisinin atamasının yapıldığı tarih arasındaki dönemde yoksun kaldığını ileri sürdüğü 47.856,94 TL nin yasal faizi ile ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İLGİLİ MEVZUAT:

Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde, “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Kanun’un “İdari davaların açılması” başlıklı 3. maddesinde idari davalara ilişkin dilekçelerde davanın konu ve sebepleri ile dayandığı delillerin gösterileceği belirtilmiş; “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” başlıklı 14. maddesinde dilekçelerin bu maddeye uygun olup olmadıkları yönünden de inceleneceği kurala bağlanmış; “İlk inceleme üzerine verilecek karar” başlıklı 15. maddede ise, anılan maddeye uygun bulunmayan dilekçelerin yeniden düzenlenmek üzere reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:

İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya eksiklik şeklinde tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

2577 Sayılı Kanun’un yukarıda aktarılan 12. maddesinde, idari işlem nedeniyle haklarının ihlal edildiği iddiasında bulunan ilgililere seçimlik hak tanımış ve bu kişilerin önce iptal davasını açarak sonra tam yargı davası (veya her iki davayı birlikte) açabilecekleri gibi iptal davası açmadan doğrudan tam yargı davası da açabilecekleri belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ziraat teknisyeni kadrolarına Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yerleştirilmesi yapılmayan davacının, alan kontrolü yapılmaksızın gerçekleştirilen yerleştirmeler sonucunda bir çok kadronun boş kaldığının öğrenilmesi üzerine bu kadrolara puan durumu dikkate alınarak atanması istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına karşı açmış olduğu davada, davacının Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığınca gerçekleştirilen yerleştirme işlemlerinde mezun olunan alan/program kontrolü yapılmaması nedeniyle puan sıralamasının kendisi aleyhine değiştiğini belirttiği, Ankara 10.İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca ilan edilen teknisyen unvanlı kadroya tercih kılavuzunda belirtilen niteliklere sahip olmayan kişilerin başvurmamış olması durumunda, davacının mezuniyet durumu ve KPSS’den almış olduğu puan itibariyle yerleştirmesinin yapılacağı, yerleştirme sonucu boş kalan kadrolara atamasının yapılması hakkaniyet ve adaletin gereği olduğu gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verildiği, anılan iptal kararından sonra davacının atamasının yapıldığı, 12/12/2013 tarihi itibarıyla görevine başlamış olan davacı tarafından açıkta kaldığı süreye ilişkin olarak 47.856,94 TL’nin ve özlük haklarının yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığına karşı bakılan davanın açıldığı, ancak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının hasım mevkiine alınmadan karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, mahkemece, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınıp, dosya tekemmül ettirildikten sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınmaksızın verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

Öte yandan; davacının zarara yol açtığını ileri sürdüğü atanma başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen yürütmeyi durdurma kararı üzerine 12/12/2013 tarihinde görevine başlatıldığı, 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararla işlemin iptaline karar verildiği ve bu iptal kararının Danıştay Onikinci Dairesinin temyiz ve karar düzeltme incelemelerinden geçmek suretiyle kesinleştiği görüldüğünden, idarenin hukuka aykırı işleminden kaynaklanan zararları ödemekle yükümlü olduğu kuralı doğrultusunda, idare mahkemesince; davacının atanmama işlemi nedeniyle açıkta kaldığı dönemde yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının hesaplanarak, varsa bu dönemde elde ettiği gelirlerin düşülmesi suretiyle yasal faiz istemi de göz önünde bulundurulması gerektiği tabiidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1.2577 Sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davacının temyiz isteminin kabulüne,

2.Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin temyize konu Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 10/11/2015 tarih ve E:2014/424, K:2015/1588 Sayılı kararının BOZULMASINA,

3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,

4. 2577 Sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 12.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TAŞINIR REHNİNİN PARAYA ÇEVRİLMESİ YOLUYLA İLAMSIZ TAKİP- BORCA İTİRAZ- ARAÇ ÜZERİNDEKİ YAKALAMA ŞERHİNİN KALDIRILMASI

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/178
KARAR:2013/4852

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR

Şikayetçi borçlu vekili tarafından;… 7. İcra Müdürlüğü’nün 2012/19470 Esas sayılı dosyası ile borçlu aleyhine taşınır rehninin paraya çevrilmesi yolu ile takipte bulunulduğunu, borçlu … takipten önce öldüğünü, ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağını, asıl borçlu hakkında takibe girişilemediği müddetçe rehin verildiğini kabul etmemekle beraber rehin veren aleyhine de takip yapılmayacağını, İcra Müdürlüğü’ne bu sebeplerle ve borca, ferilerine, faize, rehin hakkına, rehin sözleşmesine, yetki, imza ve yazıya itiraz edilmesi üzerine takibin durdurulduğunu, fakat araç üzerindeki yakalama şerhinin kaldırılmadığını, takip kesinleşmeden araç üzerine yakalama şerhi konulduğunu belirterek takibin iptalini ve yakalama şerhinin kaldırılmasını talep etmiştir

Mahkemece, borçlunun icra takibinden önce takip borçlusu … ilgili mirasın reddinin tespiti için dava açtığı ve mirasın reddedildiğinin tespiti kararının kesinleştiği, bu nedenle … mirasını reddeden davacının ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağından bahisle takibin iptalini talep etme sıfatı bulunmadığından ve davacı takip borçlusunun itirazı üzerine davacı yönünden takip olduğu yerde duracağından yakalama şerhinin kaldırılması talebinin reddine ilişkin icra müdürlüğünün vermiş olduğu kararda yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilerek şikayetin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İlamsız takipte her türlü itiraz İcra Müdürlüğü’ne yapılabileceğinden ve bu itirazlar hakkında alacaklı talep ettiği takdirde itirazın kaldırılması ve itirazın iptali yargılaması sırasında inceleme yapılabileceğinden sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

İcra dosyasının incelenmesinde takibin, taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluyla ilamsız takip olduğu, 20.09.2012 tarihinde aracın kaydına yakalama şerhinin konulmasına karar verildiği ve yakalama şerhinin işlendiği anlaşılmıştır .

Taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluna ilişkin ilamsız takiplerde İİK.nun 147. maddesi göndermesi ile uygulanması gereken aynı Yasanın 62 ila 72. maddelerine göre süresi içinde yapılan itiraz ile takip durur, yapılan takiple birlikte rehinli aracın kaydı üzerine rehinli takibe başlandığına dair şerh verilmesi mümkün ise de; İİK’nun 150/d maddesindeki, satış hazırlıkları başlıklı kıymet taktiri ile ilgili hükmün, gayrimenkuller için uygulanacak ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takiplere ilişkin olduğu, müşterek hükümler arasında yer almadığı, İİK.nun 150/h maddesinden 153. maddeye kadar müşterek hükümler arasında, belirtilen hususun düzenlenmediği, paraya çevrilme usulüyle ilgili atıf yapılan ve kıyasen uygulanacak hükümlerinde açıkça düzenlendiği, İİK.nun 150/g maddesinde, İİK.nun 150/d maddesinin kıyasen uygulanacak hükümler arasında bulunmadığı, kıyasen uygulanacağı belirtilen İİK.nun 92. madde de dahil diğer maddelerin ancak takibin kesinleşmesinden sonraki safhada uygulanabileceği, itiraz üzerine durması gereken takiplerde icra müdürlüğünce takiple birlikte kıymet taktiri için veya başka gerekçelerle rehin konusu aracın yakalanıp muhafaza altına alınması yönünde tedbirler uygulanamayacağı, belirtilen tedbirlerin ancak takibin rehnin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip olması halinde uygulanabileceği ve ilamsız takipte takip kesinleşmeden rehinli menkul muhafazaya alınmayacağından şikayetin bu yönden kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde şikayetin tümden reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle, İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 02.04.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
Esas No:2014/23076
Karar No:2015/18932
Karar Tarihi: 28.05.2015

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

ÖZET: Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

(1475 S. K. m. 14) (4857 S. K. m. 17, 25, 41, 46)

Dava ve Karar: Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, ücret alacağıyla fazla mesai ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. Bulut tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı avukat yanında katip olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini iddia ederek bir kısım işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili davacının iddialarının yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini haksız feshettiğini belirterek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedilip feshedilmediği uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır.

Somut olayda, davacının iş sözleşmesinin icra takip dosyasından borçlu olarak gözüken kişiden 350,00 TL’yi harç parası alarak bunu yatırmayıp uhdesinde tuttuğu gerekçesiyle feshedilmiştir. Parayı verdiğini iddia eden icra takip dosyası borçlusu olan davalı tanığı bunu doğruladığı gibi davacıyla telefon görüşmesinde davacının parayı aldığını kabul ettiğini de doğrulamıştır. Aynı şekilde dosyada bu yönde bir tutanak ve davalı tanığı Gökhan’ın beyanları da bulunmaktadır. Daha sonra söz konusu, harcın davalı avukat tarafından yatırılarak borçlu üzerindeki haczin kaldırıldığı da anlaşılmaktadır. Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.05.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

TRAFİK KAZASI NEDENİYLE YARALANMA- MALULİYET RAPORU- ISLAH- UZAMIŞ CEZA ZAMANAŞIMI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/2050
KARAR:2014/5437

“İçtihat Metni”

Davacı … ile davalılar … … …, …. ve … arasındaki dava hakkında, ….Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 20.03.2012 gün ve 2002/206-2012/57 sayılı hüküm, Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalı … vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü;

– K A R A R –

Davacı vekili, davalıların trafik sigortacısı, malik ve sürücüsü olduğu iki aracın karıştığı 25.10.1999 tarihli kazada müvekkilinin yaralandığını ileri sürerek, şimdilik 1.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminatın … şirketleri dışındaki davalılardan, 5.000,00 TL maddi tazminatın davalı … şirketlerinden kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiş, 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle 19.805,64 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak 19.805,64 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminata karar verilmiştir. Hüküm, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizce verilen 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı bozma kararının; (1) nolu bendinde davalı … vekili, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı …. vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bendinde ise davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazları yönünden, “dava açıldığı tarih itibariyle davalı şirket iflas etmemiştir. Bu davalı aleyhine tazminatın tahsili için açılan davada, dava konusu alacağın ikinci alacaklılar toplantısında iflas masasına kaydedilip, masaca alacağın kesin olarak kabul edilip edilmediğinin araştırılması ve şayet kesin suretle kayıt ve kabul edilmiş ise, bu davalı bakımından konusu kalmayan davanın reddine karar verilmesi, masaya kayıt edilmek istenip de alacak kısmen veya tamamen reddedilmiş ise ve kayıt-kabul davası ayrıca açılmamışsa, iş bu davada husumet iflas idaresine yönetltildiğinin kabulü ile alacağın iflas masasına kayıt ve kabul davası olarak devam edilerek, tazminat istemi bakımından yapılacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, davalı şirket hakkında eksik incelemeye dayalı olarak verilen karar doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Davalı … vekili bu defa karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Davalı … vekilinin karar düzeltme istemi üzerine dava dosyasının yeniden yapılan incelemesinden;
Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle sürekli iş göremezlik zararı ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı ….nun 109/1.maddesinde “motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar.” denilmektedir. Aynı kanunun 109/2 maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda; dava konusu trafik kazası, 25.10.1999 tarihinde meydana gelmiştir. Dava, 04.05.2002 tarihinde açılmıştır. Yargılama sırasında alınan ve … Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 27.02.2006 tarihli raporda, davacının bu kaza sonucu vücut genel çalışma gücünü % 9,1 oranında kaybettiği belirlenmiştir. Mahkemece hükme esas alınan tazminat bilirkişi raporunda davacının geçici ve sürekli iş göremezlik zararının toplam 19.805,64 TL olduğu belirlenmiştir. Davacı vekili tarafından 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmiş ve maddi tazminat istemi, bilirkişi raporu doğrultusunda artırılarak 19.805,64 TL tazminat istenmiştir. Davalı … vekili, ıslah dilekçesine karşı süresi içinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur. Mahkemece, dava ve ıslah dilekçesinde istenen toplam 19.805,64 TL maddi tazminata karar verilmiştir.

Dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, davacının bedensel zararında gelişen durumun varlığının da ileri sürülmemiş olması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır.

Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir. Bu durumda; davalı … vekilinin karar düzeltme itirazının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamına yukarıda yazılı bozma nedeninin de ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yönünden de bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı … vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamının (1) nolu bendinin bozma ilamından çıkarılmasına yerine “1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, gerektirici sebeplere göre, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı… vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine” tümcelerinin yazılmasına, bozma ilamının (2) nolu bendinin numarasının (3) olarak değiştirilmesine, bozma ilamına (2) nolu bent olarak

“2-Davalı … vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır. Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.” bozma nedeninin yazılmasına, bozma ilamının sonuç kısmının ise “Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı.. vekilinin tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin diğer temyiz itşrazının kabulü ile hükmün davalı … yararına bozulmasına, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına” biçiminde değiştirilmesine ve yukarıda yazılı bozma nedeninin de bozma ilamına ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yararına da BOZULMASINA, tashihi karar peşin harcın karar düzeltme isteyen davalı …’e geri verilmesine 10.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

YETKİLİ OLMADIĞI BİR İŞ İÇİN YARAR SAĞLAMA-NÜFUZ TİCARETİ

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS : 2015/549
KARAR : 2018/638

“İçtihat Metni”

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 8-1

Sanık …’ın yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçundan TCK’nın 255/1, 43/1, 62, 52/2, 53 ve 51. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay 22 gün hapis ve 3740TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve hapis cezasının ertelenmesine ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 18.03.2015 tarihli ve 8-1 sayılı hükmün, sanık ve müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “Onama” istemli 10.06.2015 tarihli ve 8-1 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:

Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce sanık hakkındaki hüküm aleyhine temyiz kanun yoluna başvurulmuş olması nedeniyle Yargıtay Ceza Genel Kurulunca temyiz incelemesi, 1412 sayılı CMUK’un, 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan hükümlerine göre yapılacaktır.
İncelenen dosya kapsamına göre;

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 20.12.2012 tarihli ve 167283-68465-3783 sayılı iddianamesi ile; sanık …’ın yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçu nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 255/1 (iki kez) ve 53. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 90/1. maddesi uyarınca hakkında son soruşturmanın Yargıtay İlgili Ceza Dairesinde açılıp yapılmasına karar verilmesi talebinde bulunulduğu,
İstanbul 18. Ağır Ceza Mahkemesince 04.02.2013 tarih ve 547-24 sayı ile;
Sanık …’ın katılan …’ya yönelik eylemi bakımından;

İzmir Asayiş Şube Müdürlüğü Hırsızlık Büro Amirliğince yürütülen bir soruşturma çerçevesinde, çalıntı malların Bahçelievler Siyavuşpaşa Mahallesi …… adresinde bulunan tanık … ve ailesinin ikamet ettiği evde bulunabileceği bilgisi üzerine Bakırköy 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 05.01.2010 tarihli ve 130 müteferrik sayılı arama ve el koyma kararı çerçevesinde 06.01.2010 tarihinde ….. …… ve tanık …’in ikamet ettikleri evde yapılan aramada, 06.01.2010 tarihli arama, yakalama ve el koyma tutanağında belirtilen silahların ele geçirildiği ve her iki şahsın tutuklandığı, tutuklu kişilerle birlikte tanık …… hakkında da 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca kamu davası açıldığı, davanın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 sayılı esasına kaydının yapıldığı, Yurt dışında bulunan tanık ……’ın katılan …’yla irtibat kurarak tutuklu olan annesi ….. ve kardeşi tanık …..’ın serbest bırakılması için yardım talep ettiği, katılanın bunu sağlayabilmek için Bakırköy Adliyesinde girişimlerde bulunduğu sırada bunu duyan Bakırköy 3. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olan sanığın, daha önce görev yaptığı adliyede yanında çalışan tanık … adına kayıtlı olan ve sim kartı alındıktan sonra sürekli olarak sanık tarafından kullanılan 0531 377 0. .. numaralı telefondan katılana ait 0531 626 9. .. numaralı telefonu arayarak Bakırköy Adliyesinde hâkim olduğunu, adliyenin ikinci katında bulunan 2.. numaralı odasına gelmesini istediği, katılanın da 2010 yılı Ocak ayı ortalarında sanığın görev yaptığı 3. Asliye Ceza Mahkemesinin hâkim odasına gittiği, burada sanığın katılana ….. …… ve tanık …..’ın yargılandığı dava ile ilgili olarak 45.000 Euro para verilmesi durumunda, bu kişilerin tahliyesini sağlayabileceğini, bu parayı avukatlara, hâkim ve savcılara vereceğini söylediği, katılanın bu durumu tanık ……’a bildirdiği, tanık ……’ın da vergi dairesinde çalışan eniştesi tanık ….. Salih Baran aracılığıyla 2010 yılı Ocak ayı sonu veya Şubat ayı başında 45.000 Euro parayı katılana gönderdiği, katılanın tanık ….. Salih tarafından verilen poşet içerisindeki paraları Bakırköy Adliyesinin önünde teslim aldığı ve katılan ile tanık ….. Salih’in birlikte Bakırköy Adalet Sarayında sanığın görev yaptığı 3. Asliye Ceza Mahkemesinin hâkim odasına gittikleri, tanık ….. Salih’in oda dışında beklediği, katılanın bu paranın 30.000 Euro’sunu sanığa verdiği, daha sonraki zamanlarda da sanığın yanına birkaç kez gittiği, 24.02.2010 tarihinde sanığın, odasına gelen katılandan bir kâğıda el yazısıyla marka ve modelini yazdığı iki adet cep telefonunun alınmasını talep ettiği, katılanın da Ömür Plaza’daki Teknosa isimli mağazasından bu telefonları alarak sanığa teslim ettiği, sanığın bu telefonları kendi kullanımında olan sim kartları ile kullandığının tespit edildiği,
Tutukluların vaat edildiği gibi tahliye olmamaları üzerine tanık ……’ın Türkiye’ye geldiği ve verilen paraları katılandan geri istediği, bu paranın karşılığında da senet tanzim edildiği, senetlerle ilgili tanık ……’ın vekili aracılığıyla icra takibine başlandığı, yukarıda ifade edilen süreç içerisinde ve sonrasında katılanın 0531 626 9. .. numaralı telefondan sanığın kullanımında bulunan 0531 377 0. .. numaralı telefona;
24.02.2010 tarihinde saat 12.50’de “Abi gidiyorum ben.”,
26.02.2010 tarihinde saat 15.05’te “Abi yoktunuz acil görüşmem lazım.”,
26.02.2010 tarihinde saat 15.15’te “Ayıp ettiniz.”,
11.05.2010 tarihinde saat 21.58’de “İyi akşamlar Metin Bey sizden rica ediyorum bu arkadaşlara ödeme yapmam şart, ben çok zor durumda kaldım, aksi takdirde onların yanında üst makama çıkıp olup biteni anlatacağım, başka çarem kalmadı, saat 09.00 da sizde olacağım, hayırlı geceler dilerim.” şeklinde mesajlar gönderdiği,
Katılanın kullanımında bulunan 0531 626 9. .. numaralı cep telefonundan sanık adına kayıtlı ……. .. numaralı telefonuna,
31.08.2010 tarihinde saat 15.35’te “Metin Bey bizi kandırdınız, özellikle beni, mademki davayla ilgilenmeyecektiniz veya bir şey yapmayacaktınız benden ne diye 45.000 Euro aldınız, şerefimle gururumla oynadınız, benden elden almış olduğunuz 45.000 E’yi geri ödemenizi rica ediyorum, aksi takdirde adli tatilin başladığı gün ilgili yerlere sizi şikâyet etmek zorunda kalacağım, hiç şakam yok, yoksa yedi sülaleni sk, senin beni sk gibi Meriç’li hâkim ….”,
15.10.2010 tarihinde saat 03.43’te “Allahtan korkun, koparacak adam mı bulamadınız benden başka, 45.000 Euro? Allah aşkınıza?”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.01’de “Bula bula koparacak beni mi buldunuz sadece, Allah aşkınıza M Turan Bey, 500 Euro olarak getir dediniz öyle getirdim, hatırlarsanız Hâkim Bey efendimiz, aylardır emrinizi bekliyorum efendim.”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.13’te “Siz söyleyin lütfen nasıl davranalım veya hareket edelim.”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.22’de “Siz ne dediyseniz onu yaptık efendim.”,
30.10.2010 tarihinde saat 16.21’de “Metin Bey açın lütfen telefonunuzu misafirler var yanımda.”,
03.11.2010 tarihinde saat 13.39’da “Beni icraya vermişler, dosya avk Abdullah Alpaslankurt da …… Beyin telefonu 4917112005222 görüşün lütfen temizleyin rica ediyorum.”,
11.11.2010 tarihinde saat 14.33’te “45.000 Euro’yu alırken böyle konuşmuyordunuz ama.”,
11.11.2010 tarihinde saat 15.17’de “Parayı alan sizsiniz, Hâkim … Bey borçlanan ben, az bir para da değil 45.000 Euro, beni icraya vermişler dosya dostunuz Avk. Abdullah Bey’de bu pisliğinizi temizleyin lütfen.”,
29.11.2010 tarihinde saat 14.53’te “Şimdi de geri zekâlı mı oldum Metin Bey nerdesiniz yanınıza gelicem.”,
01.04.2011 tarihinde saat 16.13’te “Helal olsun size hâkim bey hem parayı aldınız hem beni dövdürdünüz Allah büyüktür.”,
01.04.2011 tarihinde saat 16.16’da “Bunların hepsini ilgili makamlara anlatmasam ve suç duyusunda bulunmaz isem Allah belamı versin Şevket.”,
10.01.2011 tarihinde saat 23.14 de “Hâkim … bey …’in adamları bu gece evime ve işyerime gelerek ne anamı ne de avradımı bıraktılar, ayıp size yakışıyor mu 45.000 Euro’yu alıp kenara çekilmek, ben sizi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna şikâyet ettim, buna benzer şikâyet etmem gereken bütün yerlere şikâyet edeceğim, ayıptır yazıktır bu aldığınız paraya insan utanır, cevap verin telllaaarrrııımmmmmaaaaaa.”,
Şeklinde mesajlar gönderdiği, bu mesajların katılanın kullandığı cep telefonunun hafızasında bulunduğu, bu hususun mesaj tespit tutanağı ve HTS raporları ile anlaşıldığı,
Katılanın beyanı, tanıklar ….. Salih, ……, ……, Hasan Atalay ve Abdullah Alp’in anlatımları, İstanbul 37. Sulh Ceza Mahkemesinin 16.01.2012 tarihli ve 5 D. İş sayılı kararı uyarınca temin edilen iletişim tespit tutanakları, katılan tarafından ibraz edilen cep telefonlarına ilişkin fatura ve belgeler, katılanın, sanığın kullandığı telefonlara gönderilen soruşturma konusu suç isnadı, hakaret ve tehdit içerikli mesajlar karşısında yasal bir müracaatının olmaması ve iddiaları kabullenir şekilde tepkisiz kalması, dava sürecinde davanın tarafları ile yaptığı görüşmelere ilişkin tanık ifadeleri ve bunları doğrulayan HTS raporları karşısında savunmaya itibar edilmemiş, tutuklu olarak yargılanan ….. …… ve tanık …..’ın tahliyeleri ve yargılama sonucu daha az ceza almaları hususunda katılanı yargılamanın devam ettiği Mahkemenin hâkim ve savcılarını etkileyip, yargılananlar lehine karar alınmasını sağlayacağı hususunda güven telkin ederek katılandan toplam 30.000 Euro para ile 1.318TL değerindeki Nokia ve Samsung marka iki cep telefonunu temin ettiği, bu suretle yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama fiilini işlediği yolunda deliller bulunduğu,
Sanığın mağdur … Toyran’a yönelik eylemi bakımından ise;
Katılan …’nun şikâyeti çerçevesinde yapılan soruşturmada sanığın kullanımında bulunan 0531 377 0. .. numaralı telefonun 0533 680 4. .. numaralı telefonla çok fazla sayıda görüşme yaptığının tespit edilmesi üzerine telefonu kullanan mağdur … Toyran’ın ifadesine başvurulduğu, mağdurun 06.02.2012 ve 27.03.2012 tarihli ifadelerinde özetle; kardeşinin trafik kazası sonrası tutuklanması üzerine kuzeni Yusuf Avcılar’ın tanıdığı olan sanığın odasına, babası ile beraber gidip sanıkla görüştüklerini ve kardeşine yardımcı olmasını istediklerini, sanığın “Hâkimin kulağına üflerim, ama bunun için onların talebi olacak benim de bu talepleri karşılamam gerekecek, yemeğe götürmem ve hediye almam gerekecek.” dediği, mağdurun, bunun kendisine ne kadara mal olacağını sorması üzerine sanığın “Büyük rakamlara mal oluyor ama 30.000TL versen yeter.” dediğini, belirtilen miktarın çok büyük olduğunu söylemesi üzerine sanığın “Ne kadar çıkarabilirsen o kadar ver.” şeklinde cevap verdiğini, ayrılırken sanığın istemesi üzerine telefon numarasını sanığa söylediğini, bir süre sonra sanığın kendisini telefonla aradığını, Bakırköy Adliyesi civarında bulunan Boyner Mağazası yanındaki otoparkta buluştuğu sanığa toplayabildiği toplam 5.000TL parayı verdiğini, sanığın bu konudan kimseye bahsetmemesi hususunda kendisini ikaz ettiğini, ancak kardeşinin davasına hiçbir katkısının bulunmadığını, şikâyetçi olmadığını ifade ettiği,
Mağdurun kardeşi olan tanık … hakkındaki dosya ile ilgili belgeler incelendiğinde; tanık …..’in 22.12.2009 tarihinde, sevk ve idaresindeki 34 VH 6… plaka sayılı araç ile trafik kazasına neden olduğu ve kaza sonucu Hasan Anart’ın ölümüne, Bülent Çuflaz’ın yaralanmasına sebebiyet verdiği iddiası ile 23.12.2009 tarihinde tutuklandığı ve hakkında 04.02.2010 tarihli ve 2555 sayılı iddianame ile kamu davası açıldığı, ilk yargılamanın Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde yapıldığı, Mahkemece 01.04.2010 tarihinde tahliye edildiği, 27.04.2010 tarih ve 2010/196 sayılı kararla atılı suçun ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlardan olması ihtimaline binaen görevsizlik kararı verilerek hakkındaki dosyanın ağır ceza mahkemesine gönderildiği,
Dosyanın tutuklu sanığı olan tanık …..’in tahliyesi öncesi, hakkındaki kamu davasının Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde görüldüğü sırada Mahkemenin Duruşma Savcısı olan tanık …’ın; sanığı tanıdığını, kendisiyle samimi olduğunu, bahsedilen dosyayla ilgili olarak görevsizlik kararı verilmeden önce sanığın, dosyanın tutuklu bulunan sanığı …..’in yakını olduğunu ve tahliyesi konusunda yardımcı olmasını istediğini, ancak sanığın bu isteğini geri çevirdiğini, bu konuda Mahkeme Hâkimine de herhangi bir şey söylemediğini ifade ettiği,
Tüm bu açıklamalar karşısında; sanığın birinci sınıf hâkim olması da göz önünde bulundurularak delillerin değerlendirilmesi yetkili ve görevli mahkemeye ait olmak üzere suçunun sübutu hâlinde eylemine uyan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 255/1 ve 53. maddeleri uyarınca iki kez cezalandırılması maksadıyla, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 90/1. maddesi uyarınca hakkında son soruşturma kararının ilgili ceza dairesinde açılmasına karar verildiği,
Sanık …’ın 13.12.1994 tarihinde birinci sınıfa ayrıldığı, suç tarihlerinde Bakırköy 3. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak görev yaptığı,
Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sayılı dosyasının incelemesinde; İzmir Asayiş Şube Müdürlüğünce ….. …… ile tanıklar ….. ve …… hakkında hırsızlık suçundan yapılan soruşturma kapsamında, mahkeme kararı uyarınca 06.01.2010 tarihinde adı geçenlerin evinde yapılan aramada vahim nitelikte üç adet uzun namlulu dürbünlü tüfek, altı adet tabanca ve çok sayıda fişeğin ele geçirilmesi üzerine Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturma başlatıldığı, anılan soruşturmada şüpheli sıfatları bulunan ….. …… ve tanık …..’ın atılı suçlarla ilgili olarak 07.01.2010 tarihinde tutuklandıkları, yapılan soruşturma neticesinde Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheliler ….. …… ile tanıklar ….. ve …… hakkında 15.02.2010 tarih ve 2010/510 sayılı iddianame ile 6136 sayılı Kanun kapsamına giren ateşli silahlarla bunlara ait mermileri ülkeye sokmak veya bunların ülkeye sokulmasına aracılık etmek, satmak veya satmaya aracılık etmek veya bu amaçla bulundurmak suçlarından Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, soruşturma ve kovuşturma sırasında tanık ……’ın kaçak olduğu, yargılama sırasında ….. ……’in 03.05.2010 tarihli celsede tahliye edildiği, 28.06.2010 tarihli karar duruşmasında dosyanın sanıkları ….. …… ve tanık …… hakkında beraat, tanık ….. hakkında ise neticeten 4 yıl 2 ay hapis ve 8.320TL adli para cezası verildiği ve karar duruşması ile tanık …..’ın tahliye edildiği, dosyanın hâlen Yargıtay incelemesinde bulunduğu tespitlerine yer verildiği,
UYAP sisteminde yapılan incelemeye göre ise; dosyanın sanığı tanık ….. hakkındaki mahkûmiyet hükmünün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 26.06.2013 tarih ve 11085-19134 sayı ile onanmasına karar verildiği, diğer sanıklar tanık …… ve ….. …… hakkındaki beraat hükümlerinin ise temyiz edilmeksizin 06.07.2010 tarihinde kesinleştiği,
Teknosa İç ve Dış Ticaret A.Ş.’nin tarih içermeyen yazı cevabında; katılanın sanığa hediye olarak verdiğini iddia ettiği telefonlara ilişkin ibraz etmiş olduğu fatura ve telefonlar alınırken kendisine verilen Teknosa kartın katılan adına kayıtlı olduğu ve bu kart ile sanık adına kesilmiş bulunan 24.02.2010 tarihli ve AL-768831 sayılı fatura ile Samsung S8300 marka 359043025164689 ve Nokia 6600i marka 358300031259874 imei numaralı telefonların alınmış olduğunun bildirildiği,
İstanbul 37. Sulh Ceza Mahkemesinin 16.01.2012 tarihli ve 5 D. İş sayılı kararı doğrultusunda Telekomünikasyon İletişim Başkanlığınca gönderilen HTS kayıtları üzerinde yapılan incelemeye göre; 359043025164689 ve 358300031259874 imei numaralı telefonların her ikisinin de sanığa ait telefon hatları ile kullandığı,
08.02.2010 tarihinde katılana ait …… .. numaralı GSM hattına yönelik ilk aramanın sanık tarafından kullanılan tanık …… adına kayıtlı 0531 377 0. .. GSM hattı ile yapıldığı, son görüşmenin gerçekleştirildiği 29.04.2010 tarihine kadar geçen sürede söz konusu numaralar arasında 26 görüşme gerçekleştiği, aynı dönemde katılana ait GSM hattından sanığa ait GSM hattına altı adet kısa mesaj gönderildiği,
Katılana ait …… .. numaralı GSM hattından sanık adına kayıtlı 0 505 566 0. .. numaralı GSM hattına 31.08.2010 – 11.01.2012 tarihleri arasında 26 adet kısa mesaj gönderildiği ve bu GSM hatları arasında bir kez de görüşme gerçekleştiği,
Katılanın, duruşma sonrası sanığın tanık ….. Sait’i telefonla arayıp duruşma hakkında bilgi aldığına ilişkin iddiası doğrultusunda HTS kayıtları üzerinde yapılan incelemeye göre; sanık adına kayıtlı 0 505 566 0. .. numaralı GSM hattı ile ….. ……’in tahliye olduğu Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesi duruşmasının yapıldığı 03.05.2010 tarihinde saat 10:44.17’de tanık ….. Sait adına kayıtlı 0 505 405 4. .. numaralı telefonunun arandığı ve 42 saniye süren bir görüşme yapıldığı,
Sanık tarafından kullanılan 0531 377 0. .. numaralı GSM hattı ile tanık ……’ın avukatı olan tanık …’a ait 0 533 362 3. .. GSM hattı arasında 15.02.2010 – 14.04.2010 tarihleri arasında beş görüşme gerçekleştiği, sanığın kendi adına kayıtlı GSM hattı ile tanık Abdullah Alp’e ait 0 533 362 3. .. numaralı GSM hattı arasında ise herhangi bir görüşme kaydının tespit edilemediği,
Sanığın kendi kullanımında olan ……. .. numaralı GSM hattı ile mağdurun kullanmakta olduğu, Yapı Kredi Sigorta A.Ş. adına kayıtlı 0 533 680 4. .. numaralı GSM hattı arasında 12.03.2011 tarihinden itibaren 68 adet karşılıklı görüşme ve mesajlaşma tespit edildiği,
Yine sanığın kendi adına kayıtlı 0 505 566 0. .. numaralı GSM hattı ile mağdurun babası tanık …’a ait 0 532 666 5. .. ve kız kardeşi Seyhan Toyran’a ait 0 533 658 6. .. numaralı telefonlar ile toplam dört kez görüşme yaptığı,
Katılana ait …… .. numaralı GSM hattı ile kullanılan telefonun, katılanın rızasıyla kendisinden teslim alınarak mesajlar bölümünde HSYK müfettişlerince yapılan inceleme sonucu düzenlenen 13.01.2012 tarihli tutanağa göre; katılanın 0531 626 9. .. numaralı telefondan sanığın kullanımında bulunan 0531 377 0. .. numaralı telefona;
24.02.2010 tarihinde saat 12.50’de “Abi gidiyorum ben.”,
26.02.2010 tarihinde saat 15.05’te “Abi yoktunuz acil görüşmem lazım.”,
26.02.2010 tarihinde saat 15.15’te “Ayıp ettiniz.”,
11.05.2010 tarihinde saat 21.58’de “İyi akşamlar Metin Bey sizden rica ediyorum bu arkadaşlara ödeme yapmam şart, ben çok zor durumda kaldım, aksi takdirde onların yanında üst makama çıkıp olup biteni anlatacağım, başka çarem kalmadı, saat 09.00 da sizde olacağım, hayırlı geceler dilerim.”,
Şeklinde,
Yine aynı numara ile sanık adına kayıtlı ……. .. numaralı telefonuna ise;
31.08.2010 tarihinde saat 15.35’te “Metin Bey bizi kandırdınız, özellikle beni, mademki davayla ilgilenmeyecektiniz veya bir şey yapmayacaktınız benden ne diye 45.000 Euro aldınız, şerefimle gururumla oynadınız, benden elden almış olduğunuz 45.000 E’yi geri ödemenizi rica ediyorum, aksi takdirde adli tatilin başladığı gün ilgili yerlere sizi şikâyet etmek zorunda kalacağım, hiç şakam yok, yoksa yedi sülaleni sk, senin beni sk gibi Meriç’li hâkim ….”,
15.10.2010 tarihinde saat 03.43’te “Allahtan korkun, koparacak adam mı bulamadınız benden başka, 45.000 Euro? Allah aşkınıza?”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.01’de “Bula bula koparacak beni mi buldunuz sadece, Allah aşkınıza M Turan Bey, 500 Euro olarak getir dediniz öyle getirdim, hatırlarsanız Hâkim Bey efendimiz, aylardır emrinizi bekliyorum efendim.”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.13’te “Siz söyleyin lütfen nasıl davranalım veya hareket edelim.”,
15.10.2010 tarihinde saat 04.22’de “Siz ne dediyseniz onu yaptık efendim.”,
30.10.2010 tarihinde saat 16.21’de “Metin Bey açın lütfen telefonunuzu misafirler var yanımda.”,
03.11.2010 tarihinde saat 13.39’da “Beni icraya vermişler, dosya avk Abdullah Alpaslankurt da …… Beyin telefonu 4917112005… görüşün lütfen temizleyin rica ediyorum.”,
11.11.2010 tarihinde saat 14.33’te “45.000 Euro’yu alırken böyle konuşmuyordunuz ama.”,
11.11.2010 tarihinde saat 15.17’de “Parayı alan sizsiniz, Hâkim … Bey borçlanan ben, az bir para da değil 45.000 Euro, beni icraya vermişler dosya dostunuz Avk. Abdullah Bey’de bu pisliğinizi temizleyin lütfen.”,
29.11.2010 tarihinde saat 14.53’te “Şimdi de geri zekâlı mı oldum Metin Bey nerdesiniz yanınıza gelicem.”,
01.04.2011 tarihinde saat 16.13’te “Helal olsun size hâkim bey hem parayı aldınız hem beni dövdürdünüz Allah büyüktür.”,
01.04.2011 tarihinde saat 16.16’da “Bunların hepsini ilgili makamlara anlatmasam ve suç duyusunda bulunmaz isem Allah belamı versin Şevket.”,
10.01.2011 tarihinde saat 23.14 de “Hâkim … bey …’in adamları bu gece evime ve işyerime gelerek ne anamı ne de avradımı bıraktılar, ayıp size yakışıyor mu 45.000 Euro’yu alıp kenara çekilmek, ben sizi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna şikâyet ettim, buna benzer şikâyet etmem gereken bütün yerlere şikâyet edeceğim, ayıptır yazıktır bu aldığınız paraya insan utanır, cevap verin telllaaarrrııımmmmmaaaaaa.”,
Şeklinde mesajlar gönderildiği,
Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/260 Esas sayılı dosyası üzerinde HSYK müfettişlerince yapılan inceleme sonucu düzenlenen 16.03.2012 tarihli tutanağa göre; Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2009/135422 sayılı dosyası kapsamında, 22.12.2009 tarihinde İstanbul Bağcılar E-80 Karayolu üzerinde meydana gelen ve Hasan Anart’ın ölümü ile sonuçlanan olayla ilgili soruşturma yürütüldüğü, tanık …..’in olay tarihinde 34 VH 6… plaka sayılı aracın sürücüsü olması nedeniyle şüpheli olduğu, diğer şüpheliler Cihan Köktentürk, Süleyman Bozkurt, Onur Yaylak ve Ghanbar Khorrami Koshksaray hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verildiği, tanık ….. hakkında ise taksirle ölüme neden olma suçundan Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı, anılan Mahkemece yapılan yargılama sırasında, olay nedeniyle yaralanan Bülent Çuflaz’ın da şikâyetçi olması üzerine suç vasfının değiştiği gerekçesiyle Ağır Ceza Mahkemesine görevsizlik kararı verildiği, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin karşı görevsizlik kararı vermesi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesinin Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararını kaldırdığı ve yargılamanın hâlen anılan Mahkemede devam ettiği,
UYAP sisteminden yapılan incelemeye göre ise; Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 09.06.2015 tarihli ve 260-201 sayılı kararı ile dosyanın sanığı tanık …..’in taksirle bir kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan TCK’nın 85/2, 62, 52/2 ve 53/6. maddeleri uyarınca 60.800TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve sürücü belgesinin bir yıl süreyle geri alınmasına karar verildiği, söz konusu hükmün Cumhuriyet savcısı, katılanlar vekili ve sanık müdafisi tarafından temyiz edildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinin “Onama” istemli olduğu, dosyanın Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 2018/435 sırasına kaydedildiği ve arşivde bulunduğu,
Sanığın mal varlığının araştırılması sonucu elde veriler üzerinde Sayıştay emekli uzman denetçilerinden oluşan iki kişilik bilirkişi heyetince yapılan inceleme sonucu düzenlenen 02.04.2012 tarihli rapora göre; sanığın mal varlığında, yasal gelirleri ile kazanıldığı izah edilemeyen 204.505,58TL’lik bir artış olduğu,
Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Teftiş Kurulu Başkanlığının 11.01.2012 tarihli ve B.03.0.1.HSK.06.0.11.00/2012/10 sayılı yazısı üzerine HSYK müfettişlerince düzenlenen 27.04.2012 tarihli soruşturma raporuna göre; sanığın katılan …’ya yönelik eylemi bakımından; sanık savunmasında, katılanın bilirkişilik yaptığını söyleyerek kendisini Kutsan Dedektiflik Bürosunun sahibi olarak tanıttığını ve aralarındaki irtibatın bundan kaynaklandığını belirtmiş ise de böyle bir ilişkiye neden girdiğini ve bir hâkim olarak hangi alanda ve nasıl bir hizmet almayı düşündüğünü açıklayamadığı, bu nedenle katılan ile aralarındaki ilişkiyi ve eski kâtibi tanık …… adına kayıtlı GSM hattı üzerinden yaptığı görüşmeleri zımnen kabul ettiği,
Sanık, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sayılı dosyasının sanıkları olan tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in yakını olan tanık ….. Sait ile bir kez görüştüğünü ve davanın tarafları ile bir ilişkisi olmadığı savunmuş ise de kendi adına kayıtlı telefon ile Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde 03.05.2010 tarihinde duruşmanın yapıldığı saatte tanık ….. Sait’i araması ve tanık ….. Sait’in, sanık ile tutacakları avukat ve izleyecekleri yol üzerinde konuştuklarını ifade etmesi, tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in müdafisi tanık Abdullah Alp’i bu dönemde tanık …… adına kayıtlı 0531 377 0. .. numaralı telefon ile beş kez araması ve tanık Abdullah Alp’in, tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in akrabası olduğunu söyleyen sanığın dosyayla özel olarak ilgilenmesini istediğini belirtmesi karşısında aralarındaki ilişkinin Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sayılı dosya ile ilgili olduğu ve aralarında hiçbir bağ bulunmadığı hâlde sanığın böyle bir yardım çabasına girmesinin taraflardan menfaat temin ettiğini açıkça gösterdiği ve inkâra yönelik savunmasına itibar edilmediği,
Sanığın, katılanın bilirkişi listesinde olmadığını, adliyede ve başka kurumlarda iş takibi yaptığını öğrendikten sonra katılanla ilişkisini kestiğini belirtmesine karşın kendisine karşı işlendiği iddia olunan suçlara ilişkin hiçbir şikâyet ve ihbarda bulunmadığı gibi katılan tarafından kendisine gönderildiği tespit edilen suçlayıcı ve hakaret içerikli mesajlara karşı cevap vermediğinin izlendiği,
Sanığın, katılana aldırdığı cep telefonlarının parasını verdiğini savunduğu, ancak savunmasını doğrulayacak bir belge ve bilgi sunmadığı, telefonların kapalı çarşı veya spot piyasadan değil Teknosa mağazasından ve piyasa değeri üzerinden alındığı, sanığın, cep telefonlarını kapalı çarşı veya spot piyasadan daha uygun bir fiyat ile satın almak istediğini belirtmesine karşın katılana bu telefonlar için ne kadar ücret ödediğini belirtmediği ve telefonların sanığın iş yerine çok yakın bir yerde olan Teknosa Ömür Plaza Şubesinden alındığı gözetildiğinde telefonların hediye olarak verildiği iddiasının doğru olduğu kanaatine ulaşıldığı,
Sanığın, Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde görev yaptığı dönemden kâtibi olan tanık ……’ın beyanları ile de sabit olduğu üzere katılan ile yaptığı görüşmelerde adına kayıtlı birden fazla telefon hattı bulunmasına karşın kendi adına olmayan ……. .. numaralı telefonu kullanması nedeniyle katılan ile kurduğu irtibatın meşru olmadığı ve saklanmak istendiği, aralarında hiçbir akrabalık bağı ve sosyal ilişki bulunmayan katılan, tanıklar …… ve ….. Sait ile telefonla ve yüz yüze görüşmeler yapmasının ve tanık Abdullah Alp’e bu kişilerin yakınları olduğunu söyleyerek durumlarıyla ilgilenmesini istemesinin taraflardan menfaat elde ettiği yönündeki kanaati güçlendirdiği,
Belirtilen olaya ilişkin tüm deliller bir arada değerlendirildiğinde; sanığın, arkadaşı tanık …… ve ailesi hakkında süren yargılamaları etkilemek için gayri meşru bir arayış içerisinde bulunan katılanı arayarak kendisiyle irtibat kurduğu ve tanıklar …… ve ….. Sait ile yüz yüze ve telefonla görüştüğü, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sayılı dosyasının sanıklarının müdafisi ile görüşerek akrabaları olduğundan bahisle dosyayla özel olarak ilgilenmesini talep ettiği hususlarının sabit olması karşısında; her ne kadar soruşturma ve kovuşturmayı yürüten yargı mensuplarına yönelik bir girişimde bulunduğu belirlenemese de sanığın katılana bahse konu davanın görüldüğü mahkemenin hâkimleri ve Cumhuriyet savcıları ile ilişkisi olduğunu ve onlar nezdinde hatırının sayıldığını belirterek katılandan tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in beraatleri karşılığında 30.000 Euro para ve toplam değeri 1.318TL olan iki adet cep telefonu alarak menfaat temin ettiği iddiasının sabit olduğu kanaatine varıldığı,
Sanığın mağdura yönelik eylemi bakımından ise; sanık savunmasında, mağdur ile Yusuf Avcı isimli arkadaşı vasıtasıyla tanıştığını, mağdurun kendisine hayat sigortası poliçesi satmak istediğini söyleyerek bu poliçeleri adliyede satabilmek için kendisiyle görüştüğünü belirtmiş ise de satın aldığı veya aracı olduğu bir sigorta poliçesinden bahsetmediği gibi başkası adına kayıtlı bir telefonla neden sık sık görüşme yaptığına da açıklık getirmediği, yine sanığın, mağdurun diğer aile fertleriyle telefonla ve yüz yüze görüşmelerinin de, mağdurla aralarındaki ilişkinin sigorta poliçesi satmayla bir ilgisi bulunmadığını gösterdiği, ayrıca Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde iddia makamını temsil eden Cumhuriyet Savcısı …’a, mağdurun kardeşi tanık ….. hakkındaki davaya ilişkin sanığın tahliyesi yönünde ricacı olmasının da aralarındaki ilişkinin sebebinin sigorta poliçesi satmak değil, anılan davanın sanığı tanık ….. hakkında sürmekte olan yargılamayı etkileme çabası olduğu kanaatine varıldığı,
Bu olaya ilişkin tüm deliller birlikte değerlendirildiğinde, mağdurun ve bütün aile fertlerinin 5.000TL paradan bahsetmesi ve sanığın, davanın görülmekte olduğu mahkemede iddia makamı nezdinde girişimde bulunması karşısında savunmalarına itibar edilmediği, hakkındaki iddianın sabit olduğu kanaatine varıldığı,
Sonuç olarak sanığın yukarıda anılan eylemlerinin yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçuna uyduğu ve kovuşturma yapmayı gerektirir mahiyette olduğu kanısına ulaşıldığı,
Anlaşılmıştır.
Katılan … soruşturma evresinde; tanık ……’ın, yakın arkadaşı olduğunu, 06.01.2010 tarihinde tanık …… ve ailesinin evlerinde yapılan aramada silah yakalanması nedeniyle Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/2391 sırasına kayıtlı soruşturmanın başlatıldığını, soruşturma sırasında tanık ……’ın kardeşi tanık ….. ile annesi ….. ……’in tutuklandığını, o sırada yurt dışında bulunan tanık ……’ın ricası üzerine çeşitli arayışlara girdiğini, bu arayışlar içerisinde rüşvet karşılığı beraat ve tahliyenin de olduğunu, Bakırköy Adliyesinde baro odasına girerek akıl danıştığını, bu araştırmalarını duyan sanığın 2010 yılı Ocak ayının ortalarında ……. .. numaralı telefondan kendisine ait …… .. numaralı telefonu arayıp, Bakırköy Adliyesinde yetkili biri olduğunu söyleyerek ikinci katta bulunan 273 numaralı odaya gelmesini istediğini, sanığı Ocak ayının ikinci yarısına rastlayan bir dönemde ziyaret ettiğini, bu ziyaret sırasında sanığın bahse konu dava ile ilgili olarak ….. …… ve tanık …..’ı tahliye ettirebileceğini, avukat bulacağını, bu iş için 45.000 Euro paraya ihtiyaç olduğunu söylediğini, sanığın bu parayı avukatlara, hâkim ve savcılara vereceğini belirterek paranın peşin olarak verilmesini istediğini, bu görüşmeden sonra tanık ……’la görüştüğünü, sanıkla yaptığı görüşmeden sonra ….. …… ve tanık …..’ın serbest kalma imkânlarının olmadığını söylemesi üzerine tanık ……’ın söz konusu miktardaki parayı eniştesi tanık ….. Sait aracılığıyla göndereceğini belirttiğini, tanık ….. Sait’in telefon numarasının 0 505 405 4. .. olduğunu, ocak ayının sonu veya şubat ayının başına rastlayan bir tarihte tanık ….. Sait’in kendisini telefonla arayarak parayı hazırladığını bildirdiğini, Bakırköy Adliyesi önünde buluşarak parayı poşet içerisinde teslim aldığını, paranın 30.000 Euro’luk kısmını aynı gün sanığa verdiğini, 15.000 Euro’luk kısmının ise kendisinde kaldığını, kalan parayı yine bu iş amacıyla kullandığını, parayı teslim ettikten sonra birkaç kez daha sanığın odasına uğradığını, 24.02.2010 tarihinde odasına yaptığı ziyarette sanığın bir kâğıda markalarını yazdığı iki adet cep telefonunu talep ettiğini, kâğıtta yazan bu cep telefonlarını aynı gün Teknosa Ömür Plaza Şubesinden satın alıp, yine aynı gün sanığa teslim ettiğini, faturanın sanık adına kesildiğini, yapılan alışveriş sırasında “Teknosa Kart” isimli bir de kart aldığını, kartın kendi adına düzenlendiğini, 15.02.2010 tarihinde ….. …… ile tanıklar ….. ve …… hakkında Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığını, davanın 2010/73 sırasına kayıt edildiğini, bu süreç içerisinde konuşmak için sanık ile Yenikapı sahilinde bulunan bir restoranda birkaç kez yemek yediklerini, yemeklerde 100-200TL arasında hesap ödediğini, o dönemde görüşmeleri gerektiğinde sanığın kendisini arayıp buluşma talep ettiğini, Bakırköy Metrosu önüne geldiğinde sanığın buradan kendisini aldığını, sanığın kendisini genellikle ……. .. numaralı hattan aradığını, duruşmanın yaklaştığı dönemde sanığın yanına her gün gidip gelmeye başladığını, ancak sanığın bu durumdan rahatsız olduğunu, kendisine tanık ……’la görüşmek istediğini söylediğini, tanık ……’ın yurt dışında olması nedeniyle telefonla görüşebileceklerini söylediğini, ancak sanığın telefonda görüşmeyi kabul etmediğini, bunun üzerine sanığa, kendisini tanık ……’ın eniştesi tanık ….. Sait’le görüştürebileceğini söylediğini, sanığın kabul etmesi üzerine sonraki günlerde tanık ….. Sait’le Bakırköy Metro İstasyonuna geldiklerini ve sanığın kendilerini 34 VUM 45 plaka sayılı aracı ile aldığını, bu sırada tanık Abdullah Alp’i de vekil olarak tutmuş olduklarını, sanığın tanık ….. Sait’i alarak avukat ile görüşmeye gittiğini, kalabalık olacağı gerekçesiyle kendisini götürmediklerini, daha sonradan sanık ile tanık Abdullah Alp arasında görüşme olmadığını duyduğunu, ilk duruşmanın olduğu gün duruşma bitiminden 5-10 dakika sonra sanığın kendisine ait olan 0 505 566 0. .. numaralı telefonla tanık ….. Sait’e ait 0 505 405 4. .. numaralı telefonu aradığını, bu sırada kendisinin de tanık ….. Sait’in yanında olduğunu, sanığın tanık ….. Sait’e duruşmanın sonucunu sorduğunu, duruşmanın olduğu günden birkaç gün öncesinden itibaren sanık ile görüşme yaptığı ……. .. numaralı telefona ulaşamamaya başladığını, daha sonra tanık ….. Sait’ten, sanığa ait 0 505 566 0. .. numaralı telefonu öğrendiğini, bu telefondan sanığı aradığını, ancak sanığın telefonu açmadığını ya da açıp sesini duyunca kapattığını, bunun üzerine sanığa 15-20 kez mesaj attığını ve mağduriyetini dile getirdiğini, kendisiyle görüştükleri dönemde sanığın Büyükçekmece ve Küçükçekmece Adliyelerinde tanıdığı insanlar olduğunu ve adliye ile ilgili işlerini hâlledebileceğini ima eden konuşmaları olduğunu, ancak isim vermediğini, yine bu görüşmelerden birinde sanığın yazmış olduğu “Özün Sözü & Sözün Özü” isimli kitabı kendisine hediye ettiğini, ayrıca sanığın kendisinden aldığı tanık …… ve ailesi hakkındaki iddianameyi okuyup yeşil fosforlu kalemle işaretlediğini, bu olayla ilgili olarak tanık …… ve ….. ……’in beraat ettiğini, tanık …..’ın ise mahkûmiyetine karar verildiğini, tanık ……’ın yurt dışından döndükten sonra kendisini arayıp Bakırköy Adliyesinde olduğunu söyleyerek sanığın odasının nerede olduğu sorduğunu, kendisinin de odanın yerini tanık ……’a tarif ettiğini, kısa bir süre sonra kendisinin de sanığın Bakırköy Adliyesindeki odasına gittiğini, ancak odanın kapısının kilitli olduğunu, bunun üzerine kapıda beklemeye başladığını, bir müddet sonra tanık ……’ın sanıkla tokalaşıp odadan çıktığını gördüğünü, çıkışta tanık ……’ın kendisine “Senin çarkına s…cağım.” dediğini, tanık ……’ın ilk duruşma sırasında kendisini arayıp bu iş olmadığı takdirde parasını geri alacağını söylediğini, sanığın daha sonra bu paraları ve hediyeleri aldığını kabul etmemesi üzerine tanık ……’ın kendisine senet imzalatarak takibe koyduğunu ve zor duruma düştüğünü,
Kovuşturma evresinde talimat yoluyla alınan ifadesinde; tanık ….. ve ….. ……’in, haklarındaki bir soruşturma kapsamında tutuklandıklarını ve yargılamanın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesince yapıldığını, arkadaşı olan tanık ……’ın yurt dışından kendisini telefonla arayarak kardeşi ve annesinin tutuklandığını, iyi bir avukat tutup ilgilenmesini istediğini, bu telefon konuşması sırasında davanın henüz açılmamış olduğunu, telefon görüşmesi üzerine adliyeye giderek birkaç avukat temin etmeye çalıştığını, avukat olan tanık Abdullah Alp ile görüştüğünü ve kendisi ile vekâlet konusunda 8.000TL karşılığında anlaştıklarını, tanık Abdullah Alp’in dosyayla ilgilenebileceğini söyleyerek kendisinden 4.000TL aldığını, 4.000TL’yi de davanın bitiminde alacağını söylediğini, bu şekilde anlaştıktan sonra davanın avukat tarafından takip edileceğini düşündüklerini, ancak bu olay nedeniyle adliyeye birçok defa gidip geldiğini, tutuklama tarihinden yaklaşık 17-20 gün sonra 0531 377 0. .. numaralı cep telefonundan kendisine ait 0531 626 9. .. numaralı telefonu arayan bir şahsın Bakırköy Adliyesinde hâkim olduğunu, odasının adliyenin ikinci katında olduğunu söyleyip oda numarasını 2.. olarak bildirdiğini ve kendisiyle görüşmek istediğini ifade ettiğini, ancak ismini söylemediğini, bir dava dosyası nedeniyle arayış içinde olduğunu bildiğini, avukata ihtiyacı olduğunu söylediğini, yine davanın ne olduğunu sorduğunu, kendisinin de elinde olan evraka bakarak bilgi verdiğini, daha sonra sanığın odasına giderek kendisiyle fiilen tanıştığını, sanığın, kendisinde bulunan evrakı alarak incelediğini, avukat bulması hususunda yardımcı olacağını, hatta avukat tutacağını söylediğini, ayrıca ceza hâkimi olması nedeniyle boşlukta olan yasalarla ilgili savunma hazırlayacağını belirttiğini, ancak bu iş için para gerektiğini, bu konuyla ilgili birçok yere para dağıtımı yapacağını ifade ederek 45.000 Euro talebinde bulunduğunu ve dosyanın istediği mahkemeye düşürülmesini sağlayacağını, bağlantıları olduğunu söylediğini, kendisinin de sanık yanındayken tanık ……’ı telefonla aradığını ve sanığın 45.000 Euro para istediğini bildirdiğini, tanık ……’ın da birkaç gün düşüneceğini, bu rakamın çok olduğunu ve karşılayamayacağını söylediğini, aradan bir kaç gün geçtikten sonra tanık ……’ın eniştesinin 45.000 Euro’yu getirdiğini, söz konusu parayı tanık ……’ın eniştesi ile birlikte sanığın kapısına kadar getirdiğini, sanığı telefonla arayarak tanık ……’ın eniştesi ile beraber geldiklerini söylediğini, ancak sanığın ödemeyi kendisinin almasını ve yalnızca kendisiyle görüşmesi gerektiğini belirttiğini, bunun üzerine 45.000 Euro’yu yanında kimse olmadan sanığa verdiğini, ayrıca sanık ile tanık ……’ı birçok kez telefonla görüştürmek istediğini, ancak sanığın kendisi dışında kimseyle görüşmeyeceğini söylediğini, bu şekilde sanığa 45.000 Euro para verdiğini, ayrıca daha sonra iki adet Nokia marka telefonu kendisine hediye ettiğini, sanığın telefonların markasını ve niteliğini kendi el yazısıyla yazıp istediğini ve yazdığı not doğrultusunda telefonları Teknosa’dan alıp sanığa teslim ettiğini, ancak faturaların kendisinde kaldığını, yaptığı alışveriş nedeniyle kendi adına Teknosa indirim kartı verildiğini, bu belgeleri müfettişe teslim ettiğini, sanığa birçok defa mesaj attığını, ancak davanın duruşmasına bir hafta kala sanığın, kendisiyle olan iletişimini kestiğini, telefonlarına cevap vermez olduğunu, bu nedenle sanığa çok sayıda mesaj yazıp gönderdiğini, ancak sanığın geri dönüş yapmadığını, sonuç olarak bir daha telefonla görüşemediklerini, birkaç defa yüz yüze görüşmek için sanığın odasına gittiğini, ancak sanığın personele odasında olmadığını veya duruşması olduğunu söylettiğini, personel aracılığıyla kendisini odasından çıkarttığını, sanığın odasını da kilitlemesi sebebiyle yüz yüze görüşemediklerini, bir süre sonra tanık ……’ın, talebinin yerine getirilmediğini belirterek yaptığı ödemeyi kimden alacağını kendisine sorduğunu, ödemeyi kendisinin aldığını ve ödemek zorunda olduğunu söylemesi üzerine tanık ……’ın “Zaten muhatabım sensin, ben parayı sana verdim, sen de beni kimseyle görüştürmedin.” diyerek parayı kendisinden istediğini, bu nedenle sanığa senet verdiğini, senedin ödenmemesi nedeniyle icra takibine başlandığını ve takibin hâlen devam ettiğini,
Yargıtay 5. Ceza Dairesindeki ifadesinde ise; odasına gittiği sanığın, ……’ın annesi ve kardeşi ile ilgili iddianameyi eline alıp renkli kalemlerle “Birinci derecede annenin tahliyesi, ikinci derecede tanık ……’ın kardeşinin tahliyesi gerekir.” diyerek çizdiğini, ayrıca tanık ……’ın yakınlarının belirtilen suçtan 10-15 sene ceza alabileceğini, ancak bunun iki, üç veya beş seneye kadar çekilmesi gerektiğini kendisine söylediğini, sanığın eliyle çizdiği iddianameyi adalet müfettişine teslim ettiğini,
Mağdur … Toyran soruşturma evresinde; Yapı Kredi Sigorta Genel Müdürlüğünde çalıştığını ve yaklaşık yedi yıldır şirket adına kayıtlı 0 533 680 4. .. numaralı telefonu kullandığını, kendisine gösterilen ……. .. numaralı telefonu tanıdığını, bu numaranın Bakırköy Hâkimi olarak görev yapan sanığa ait olduğunu, 2010 yılında kardeşi olan tanık …..’in, bir kişinin ölümü ile sonuçlanan bir trafik kazasına karıştığını ve bu nedenle tutuklanarak hakkında kamu davası açıldığını, ortak bir tanıdıkları aracılığıyla yardımcı olması için sanığın yanına gittiklerini, yaptıkları görüşme sırasında sanığın kendisine “Hâkimin kulağına üflerim, ama bunun için onların talebi olacak, benim de bu talepleri karşılamam gerekecek, yemeğe götürmem ve hediye almam gerekecek.” dediğini, ne kadara mal olacağını sorması üzerine, sanığın “Büyük rakamlara mal oluyor ama 30.000TL versen yeter.” şeklinde cevap verdiğini, miktarın ne olduğunu sorunca da sanığın “Ne kadar çıkarabilirsen o kadar ver.” dediğini, görüşmeden sonra sanığın, cep telefonunu alarak kendisiyle irtibata geçeceğini söylediğini, kardeşinin kurtulması için sanığın istediği parayı ayarlamaya çalıştığını, ancak parayı bulamayınca temin edebildiği 5.000TL’yi Bakırköy Adliyesine yakın bir otoparkta sanığa verdiğini, buna rağmen sanığın, kardeşi tanık …..’in davasına hiçbir katkıda bulunmadığını,
Kovuşturma evresinde ise; kardeşi olan …..’in bir trafik kazası nedeniyle cezaevine girdiğini, bir vasıta ile sanıkla tanıştığını, sanıktan, kardeşinin durumu ile ilgili kendilerini yönlendirmesini ve yol göstermesini rica ettiğini, sanığın kendi bilgisi ve tecrübesiyle nasıl bir yol izlemeleri gerektiği konusunda görüşlerini söylediğini, bunun üzerine sanığa 5.000TL para verdiğini, parayı sanık kendisine yardımcı olduğu ve sonradan da olacağı için verdiğini, sanığın yalnızca fikren yardımda bulunduğunu, sanık hakkında şikâyetçi olmadığını,
Tanık … soruşturma evresinde; Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde zabıt kâtibi olarak görev yaptığını, bu mahkemeye de Bağcılar 2. Sulh Ceza Mahkemesinden geldiğini, 2003 yılından beri Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde çalıştığını, sanığı, 2007 yılına kadar aynı mahkemede birlikte çalışmaları nedeniyle tanıdığını, ……. .. numaralı hattın kendi adına kayıtlı olduğunu, bu hattı oğluna vermek niyetiyle 2010 yılı başlarında Bakırköy Osmaniye civarındaki bir bayiden aldığını, bayiden çıktığı sırada sanıkla karşılaştığını, sanığın bu hattı görmesi üzerine kendisinden istediğini, hattı vermemek için gönülsüz tavırlar sergilemesine karşın sanığın “Ne olacak? Merak etme!” demesi üzerine hattı verdiğini, sanığın bu hattı hangi amaçla kullandığını bilmediğini, hat bedelini kendisine ödeyip ödemediğini hatırlamadığını,
Kovuşturma evresinde ise; Bağcılar 2. Sulh Ceza Mahkemesi ve devamı olan Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde hâkim olan sanık ile birlikte çalıştığını, kendisini bu sebeple tanıdığını, 2007 yılında sanığın yetkisinin değişmesi üzerine Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olduğunu, ……. .. numaralı hattı 2010 yılında oğlu için satın aldığını, Osmaniye’de bulunan bir Turkcell bayisinden bu hattı satın aldıktan sonra sanıkla karşılaştıklarını, sanığa, önce hat aldığını sonra telefon alacağını söylediğini, sanığın hattı istemesi üzerine kendisine verdiğini, sanığın hattı daha sonra kendisine iade edebileceğini düşündüğünü, ancak oğluna telefon almadığı için hattı sanığa verdiğini unuttuğunu, sanığın hattın ücretini kendisine ödeyip ödemediğini hatırlamadığını, hattı kendisinden neden aldığını ve ne amaçla kullandığını bilmediğini,
Tanık … soruşturma evresinde; olay tarihinden önce annesi ….. …… ve kardeşi tanık …..’ın oturdukları evde yapılan aramada babasına ait silahların bulunması üzerine kardeşi ve annesinin tutuklandığını, arkadaşı olan katılanın adliyedeki hâkim ve savcıları tanıdığını söyleyerek kardeşi ve annesinin tahliye edilebileceğini söylediğini, hâkim ve savcılara bir miktar para vermek için kendisinden para istediğini, 60 yaşında olan ve sağlık sorunları bulunan annesinin cezaevinden kurtulmasını sağlamak amacıyla katılana, eniştesi tanık ….. Sait aracılığıyla 30.000 Euro para verdiğini, katılanın bu parayı kardeşinin ve annesinin dosyalarına bakan … isimli bir hâkime ve ismini hatırlamadığı bir savcıya verdiğini söylediğini, sonrasında da her hafta 500 – 1.000TL civarındaki parayı annesine bakması için katılana gönderdiğini, yine kendisi için silah ruhsatı alabileceğini söylemesi üzerine katılana 18.000 Dolar daha para verdiğini, katılanı denemek amacıyla sanığın yanına gittiğini, para alıp almadığını sorduğunu, ancak sanığın almadığını bildirdiğini söylediğini, aslında sanıkla görüşmediğini, katılanın ise gerçekten sanıkla görüştüğünü düşünerek buna itiraz ettiğini, hatta sanığa telefon bile aldığını söyleyip telefonların faturalarını gösterdiğini, katılandan 30.000 Dolar ve 18.000 Dolar için senet aldığını, bu senetleri de tahsil etmesi için Avukat Atalay Aslankurt’a verdiğini, paraları katılana tanık ….. Sait aracılığı ile verdiğini, tanık ….. Sait’in bu paraları katılana kapalı zarf içerisinde verdiğini,
Kovuşturma evresinde ise; olay tarihinde Almanya’da yaşadığını, ancak Türkiye’ye gidiş geliş yaptığını, annesi ….. …… ve kardeşi tanık …..’ın babasından kalan silahlar nedeniyle tutuklandıklarını, bunun üzerine Türkiye’ye döndüğünü ve annesi ….. …… ve kardeşi tanık …..’ın serbest bırakılmaları için daha önceden tanımadığı katılan ile tanıştığını, katılanın, kendisine yardımcı olacağını, hatta hâkim ve savcı tanıdığını söylediğini, bunun üzerine kendisinden önce 100.000 Euro talep ettiğini, ancak o miktarda parayı vermeyeceğini söyleyince bu kez 40.000 Euro istediğini, bu parayı sanığa vereceğini belirttiğini, ayrıca katılanın, kendisinden sanığa vereceğini ifade ederek 1.000 Euro da cep telefonu parası aldığını, daha sonra konuştuklarında “Bu celse salınacak.” dediğini, annesinin tahliye olduğunu, ancak kardeşinin tutukluluk durumunun devamına karar verildiğini, belirtilen miktardaki parayı katılana verdiğini avukatına söylediğinde, avukatının “Düzenbazlara niye para veriyorsunuz? Hayal dünyasında yaşıyorsunuz.” dediğini, bunun üzerine katılandan verdiği parayı istediğini, katılanın da “Borcum namus borcu, …’dan bu parayı geri alıp sana ödeyeceğim.” dediğini, yine de katılandan, borçlu olduğuna dair senet aldığını, ödeyeceğini söylemesine karşın katılanın hâlen borcunu ödememiş olduğunu, sanık ile hiç karşılaşmadığını, paranın sanığa verildiğini katılandan duyduğunu, sanığa 40.000 Euro’yu bizzat kendisinin vermediğini, katılana vermek üzere parayı eniştesi olan tanık ….. Sait’e verdiğini, tanık ….. Sait ile bu olay nedeniyle konuşmadığı için katılan ile birlikte sanığın odasının kapısına kadar gidip gitmediği konusunda bilgisinin olmadığını, her ne kadar daha önceki beyanlarında paranın 30.000 Euro olduğunu söylemiş ise de verdiği paranın gerçek miktarının 40.000 Euro olduğunu, bu para karşılığında katılandan aldığı senedi icraya koyduğunu, katılana silah ruhsatı için 18.000 Dolar vermediğini, ancak bir arkadaşı için silah ruhsatı alma konusunda katılan ve arkadaşının konuştuklarını ve 18.000 Dolar’dan bahsettiklerini bildiğini, kendi silah taşıma ruhsatının zaten olduğunu, katılanın, kendisinden aldığı parayı sanığa bizzat verdiğini görmediğini, ancak çok sıkıştırmasına rağmen katılanın parayı sanığa verdiğini söylemekte ısrar ettiğini, katılanın sanığın arkasından iş çevirmiş de olabileceğini,
Tanık … soruşturma evresinde; katılanı tanıdığını, ifade tarihinden yaklaşık iki yıl kadar önce kayınbiraderleri olan tanıklar …… ve ….. ile kayınvalidesi ….. ……’in evlerinden silah çıkması üzerine tutuklanmaları nedeniyle katılanla görüştüğünü, bir miktar parayı katılana götürdüğünü, paranın miktarını hatırlamadığını, ancak yabancı para olduğunu bildiğini, katılanla adliye önündeki bir büfede buluştuklarını, poşet içerisindeki parayı katılana verdikten sonra birlikte adliyeye girdiklerini, üst katlara çıktıklarını, bir odanın önünde kendisi dışarıda beklerken katılanın odaya girip bir müddet sonra çıktığını, katılanın parayı ne yaptığını bilmediğini, bu tarihten sonra katılanla birlikte adliye civarında, sonradan sanık olduğunu teşhis ettiği bir hâkimle görüştüklerini, sanıkla tutacakları avukat ve izleyecekleri yol üzerine konuştuklarını, konuşmaları sırasında herhangi bir para alışverişinin söz konusu olmadığını, katılanın sanık için aldığı telefonlar hakkında bilgisinin bulunmadığını, sanığın, kayınvalidesi ….. …… tahliye olduktan sonra kendisini telefonla aradığını, yaptıkları görüşme sırasında sanığa, tanık …..’ın tahliye olmadığını söylediğini,
Kovuşturma evresinde ise; sanığı tanımadığını, kayınbiraderi tanık ….. ile kayınvalidesi ….. ……’in tutuklu olduklarını, diğer kayınbiraderi tanık ……’ın ise yurt dışında bulunduğunu, kendisinden başka kimselerinin olmadığını, tanık ……’ın yurt dışından kendisini telefonla arayarak “Bir arkadaşa para götüreceksin.” dediğini, parayı niçin götüreceğini sormadığını, tanık ……’ın bir arkadaşı vasıtası ile kendisine gönderdiği para ile kayınvalidesi ….. ……’in maaşından aldığı bir miktar parayı katılana götürüp verdiğini, götürdüğü paranın miktarını tam olarak hatırlayamadığını, katılanın, kendisini kafeteryada bekleyeceğini söylediğini ve yeri tarif ettiğini, bunun üzerine kendisinin de Bakırköy Adliyesinin önlerindeki bir kafeteryanın önünde poşet içindeki parayı katılana verdiğini, Çağlayan Adliyesinde müfettiş tarafından ifadeye çağrıldıktan sonra tanık ……’a bu paranın ne olduğunu sorduğunu, ancak tanık ……’ın bu parayı borç verdiğini söylediğini, kendisinin de fazla teferruata girmediğini, hâkim olan sanığı tanımadığını, parayı verdiği sırada katılan ile aralarında bir konuşma geçmediğini, sonrasında tarihini hatırlayamadığı bir dönemde katılan ile beraber Bakırköy Adliyesinde bir hâkimin odasına gittiklerini, hâkimin ismini hatırlayamadığını, kendisiyle nasıl bir yol izleyeceklerine dair konuştuklarını, aralarında herhangi bir para alış verişi olmadığını, ayrıca söz konusu hâkimi telefonla aramadığını, onun da kendisini aradığını hatırlamadığını, senet ile ilgili bir şey bilmediğini, olay tarihinde çok karışık bir dönem geçirdiklerini, bu nedenle çoğu şeyi ayrıntılı olarak hatırlayamadığını, HSYK müfettişine vermiş olduğu ifadesinin, olayın hemen sonrasında alınması sebebiyle doğru olduğunu,
Tanık …; olay tarihinde silah yakalatması nedeniyle tutuklandığını ve Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandığını, ağabeyi tanık …… hakkında da aynı konuda bir yargılama olması nedeniyle yakalama emri çıkarıldığını, annesi ….. …… ile aynı dönemde cezaevinde bulundukları sırada tanık ……’ın yurt dışında olduğunu, sanığa herhangi bir şekilde para teklifi yapılıp yapılmadığı konusunda bir bilgisinin bulunmadığını, zaten sanığı tanımadığını, tanık ….. Sait’in, eniştesi olduğunu, ancak sanıkla görüşüp görüşmediğini bilmediğini, yalnızca cezaevinde olmaları nedeniyle avukat tutulması şeklinde yardımları olduğunu,
Tanık …; olay tarihinde tanık ….. ve ….. …… hakkında soruşturma başlatıldığını ve soruşturma kapsamında ikisinin de tutuklandığını, katılanın bu kişilerin avukatlığını yapmaları için kendilerine geldiğini, ortağı ile birlikte ilk başta anılan kişilerin müdafiliğini üstlenmeyi kabul etmediklerini, ancak tanık ……’ın İstanbul’daki ortağı olan Cem isimli şahsın gelip kendileriyle görüşmeleri üzerine adı geçenlerin müdafisi olmayı kabul ettiklerini, tutuklularla cezaevinde görüştüklerini, evrakı incelediklerini ve buna göre tutuklamaya itirazları, tahliye taleplerini yerine getirdiklerini, bu arada adı geçenlerden vekâlet ücreti de aldıklarını, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde tanıklar …… ve ….. ile ….. …… hakkında dava açıldığını, buradaki davayı da takip ettiklerini, ancak sürekli olarak telefonda rahatsız edildikleri ve alakasız şeylerle meşgul edildikleri için telefonlara çıkmamaya başladıklarını, bu arada müdafilik görevlerini devam ettirdiklerini ve davanın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde sonuçlandığını, bu dava devam ederken yukarıda belirttiği üzere sürekli olarak katılan ve tanık …… tarafından aranmaları ve rahatsız edilmeleri nedeniyle telefonlarına çıkmadıkları için sanığın kendilerini telefonla aradığını ve “Adliyedeyseniz bana uğrayabilir misiniz?” dediğini, kendisinin de adliyede olduğu bir sırada sanığın yanına uğradığını, sanığın, kendisine aldıkları bu davada tutukluların yakını olduğunu, ancak yakınlarının kendileri hakkında avukat olarak ilgisiz kaldıklarını söyleyip serzenişte bulunduklarını söylediğini, kendisinin de yanıt olarak durumun böyle olmadığını, avukatlık görevini ifa ettiğini anlattığını, dava sonuçlandıktan sonra tanık ……’ın alacaklı, katılanın ise borçlu olduğu bir senedin icra takibi yapılmak üzere birlikte çalıştıkları tanık Hasan Atalay’a verildiğini, tanık Hasan Atalay’ın da icra takibi için başvuruda bulunduğunu, daha sonra katılanın bu alacağının kaynağının tanık ……’dan alınarak sanığa verilen para olduğunu iddia ederek borçlu olmadığını söylediğini, kendilerinin de bu işe bir hâkimin adının karışması nedeniyle takip yapmaktan vazgeçtiklerini,
Tanık …; tanıklar …… ve ….. ile ….. ……’in avukatlığını aynı büroda birlikte çalıştıkları tanık Abdullah Alp ile birlikte üstlendiklerini ve adı geçenlerden vekâlet ücreti de aldıklarını, bu işi takip ederken tutuklu olan müvekkiller için tahliye talebinde ve itirazlarda bulunduklarını, duruşmalara katıldıklarını, ancak avukatlığını üstlendikleri kişilerin çevrelerinin geniş olduğunu, duruşmalara kalabalık geldiklerini ve duruşma süresince bu işi başka yolla hâlletme içerikli konuşmalar yaptıklarını, buna rağmen vekâlet ilişkisini hukuki çerçeve içerisinde devam ettirdiklerini, sözlü olarak da müvekkillerinin bu tür işlerin, yani başka yönde işi hâlletme düşüncelerinin doğru olmadığını defalarca izah ettiklerini, tanık …..’ın 6136 sayılı Kanun’un 13. maddesinin ikinci fıkrası gereğince ceza aldığını, diğer müvekkillerinin ise beraat ettiğini ve bu kararların Yargıtayca onanarak kesinleştiğini, sanığın katılandan maddi menfaat temin ettiğine ilişkin müfettişe ifade vermeden önce herhangi bir duyum almadığını, müvekkillerinin de herhangi bir şekilde sanığa söz konusu dava ile ilgili tavassut yapması veya başka bir şekilde işi hâlletmesi için para verdiklerine dair bir beyanlarına tanık olmadığını,
Tanık …; olay tarihinde Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görev yaptığını ve hâlen aynı görevi devam ettirdiğini, Mahkemelerinin 2011/260 esas sayılı dosyasında sanık olarak yargılanan tanık ….. hakkındaki dava ile ilgili olarak, o tarihlerde HSYK başmüfettişi ve müfettişi tarafından tanık olarak ifadesinin alınması nedeniyle sanık hakkındaki iddiadan haberdar olduğunu, müfettişe verdiği ifadesinde belirttiği gibi taksirle ölüme neden olma suçundan sanık hakkındaki kamu davasının Asliye Ceza Mahkemesince verilen görevsizlik kararı ile Mahkemelerine geldiğini, sürücü koltuğunda kimin oturduğu ve aracı dosyanın sanığının mı yoksa yakını olan bir başka kişinin mi kullandığı yönünde çelişkili ifadeler olduğunu hatırladığını, dosyanın hâlen derdest olduğunu, söz konusu dava dosyası veya Mahkemelerindeki başka bir dosya ile ilgili olarak sanığın gelip kendilerine herhangi bir şey söylemediğini, belirtilen tarihlerde iş yoğunluğu nedeniyle sanıkla uzun süre görüşemediğini,
Tanık …; Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde duruşma savcısı olarak görev yaptığını, Mahkemelerinde derdest olan 2011/260 esas sayılı dosya ile ilgili sanığın kendisiyle herhangi bir görüşmesi olmadığını, bu konuda HSYK başmüfettişine vermiş olduğu ifadesini aynen tekrar ettiğini,
Tanık …; olay tarihinde Bakırköy Adliyesinde Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığını, Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmekte olan 2011/262 esas sayılı dava dosyasının sanığı olan tanık ….. hakkındaki soruşturmayı kendisinin yaptığını, iddianameyi de tutuklu olarak kendisinin düzenlediğini, görevsizlik kararı verilip verilmediğini hatırlamadığını, sanığı olay tarihinde tanımadığını, ismini sonradan öğrendiğini, ancak kendisiyle şahsen görüşmediğini, sanığın soruşturma evresinde kendisinden herhangi bir talepte bulunmadığını,
Tanık …; 19.03.2012 tarihinde HSYK başmüfettişi Nevzat Arslan’a tanık sıfatıyla yazılı olarak verdiği ifadesini tekrar ettiğini, 2010 yılında Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde iddia makamı olarak görev yaptığını, tanık …..’in sanık olarak yargılandığı derdest bir dosyaları olduğunu, yemek yedikleri bir sırada sanığın, tanık …..’in yakını olduğunu söyleyerek tahliyesi konusunda yardımcı olup olamayacağını sorduğunu, kendisinin de yardımcı olamayacağımı söylediğini, zaten söz konusu dosya hakkında da ağır ceza mahkemesine görevsizlik kararı verdiklerini, sonrasında da bu konuda ilgili hâkimle bir görüşmeleri olmadığını,
Tanık …; sanığı daha önceden tanımadığını, HSYK başmüfettişliğince ifadesi alındıktan sonra olaydan haberdar olduğunu, ifadesinin alındığı tarihte Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde görevli hâkim olduğunu, mahkemelerinde görülmekte olan 2011/260 esas sayılı dava dosyasının sanığının tanık ….. olduğunu, sanığın bu dava nedeniyle herhangi bir şekilde bir talep veya tavassutta bulunmadığını,
Tanık Gülcan Arkçı; daha önce HSYK Başmüfettişine vermiş olduğu ifadesinin doğru olduğunu, ifade verdiği tarihte Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak görev yaptığını, mahkemelerinde görülen 2011/260 esas sayılı dava dosyasının sanığı olan tanık ….. lehine veya aleyhine bir işlem yapılması yönünde sanığın herhangi bir talep ve tavassutta bulunmadığını, sanığı daha önceden de tanımadığını,
Tanık …; İstanbul 19. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı olarak görev yaptığını, sanığı tanıdığını, yaklaşık üç yıl süre aynı adliyede görev yaptıklarını, ancak sanıkla hiçbir hukukunun olmadığını, birbirlerinin odasına gitmediklerini, tanık ….. ismini ve hakkında görevsizlik kararı verdiklerini hatırladığını, bu dosyada başka birisinin asıl sanık olduğu iddialarını da anımsadığını, belirtilen dosya için kendisine tavassut girişimi için gelen kimsenin olmadığını, sanığın da bu dosya için geldiğini hatırlamadığını,
Tanık …; 2007 yılında Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi Hâkimi olarak atandığını ve hâlen Adalet Komisyonu Başkanı olarak görev yaptığını, “Rumeli TV” markasının, Markalar Hakkındaki Kanun Hükmündeki Kararname gereğince kullanmama sebebine dayalı iptal davasının kendi görevli olduğu mahkemede görüldüğünü, sanığı tanıdığını, 2008 yılında sanığın kendisini ziyarete gelerek anılan markanın iptaline yönelik karar verilmesi için yardımcı olmasını istediğini, yargılama sonunda ise davanın reddine karar verildiğini, başka bir deyişle sanığın tavassutta bulunduğunun aksine bir karar çıktığını, HSYK başmüfettişliğinde sanığın gelir durumu ve yaşantısına ilişkin beyanlarının duyuma dayalı olduğunu,
Tanık … soruşturma evresinde; oğlu olan tanık ….. hakkında Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde taksirle ölüme neden olma suçundan yürütülen bir yargılama olduğunu, bu yargılama ile ilgili olarak tanık …..’in bir müddet tutuklu kaldığını, sanığı tanımadığını, ancak ismini duyduğunu, ayrıca kızı olan mağdurun söz konusu yargılama için adliyeye gittikleri sırada sanıkla görüştüğünü bildiğini, görüşme içeriğinden bilgisinin bulunmadığını, yargılamanın yapıldığı dönemde mağdurun, borcu olduğundan bahisle kendisinden 5.000TL para istediğini, aile olarak zor durumda olmalarına rağmen bu parayı aralarında toplayıp mağdura verdiklerini, mağdurun bu parayı ne amaçla kullandığını bilmediğini, kendisine ait telefonlarla mağdurun sanıkla görüşmüş olabileceğini, ancak kendisinin sanık ile telefonla veya yüz yüze görüşmesinin söz konusu olmadığını,
Kovuşturma evresinde ise; oğlu olan tanık …..’in bir trafik kazası sonucu ölüme sebebiyet verdiği iddiası ile Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde tutuklu olarak yargılandığını, yargılamanın hâlihazırda devam ettiğini, mağdurun, kızı olduğunu, daha önceden tanımadığı sanık ile mağdur arasında bir görüşme olduğunu sonradan mağdurdan duyduğunu, mağdurun, kredi kartı borcunu ödemek amacıyla kendisinden para istediğini, aile arasında topladıkları 5.000TL’yi mağdura verdiklerini, bu paranın mağdur tarafından sanığa verilip verilmediğini bilmediğini, mağdurun bu konuda kendisine bir şey söylemediğini, sanıkla telefonda konuşmadığı gibi yüz yüze de görüşmediğini, müfettişin kendisine gösterdiği resimle ilgili ne söylediğini hatırlamadığını, söz konusu 5.000TL parayı kredi kartından dolayı mağdura verdiklerini, ancak soruşturma evresindeki ifadesinde bu hususu belirtmemiş olabileceğini,
Tanık … soruşturma evresinde; 2009 yılında karıştığı bir trafik kazası sonucu taksirle ölüme neden olma suçundan tutuklandığını ve yüz gün tutuklu kaldığını, hakkındaki yargılamanın Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde devam ettiğini, tutuklandığı dönemde ailesinin bu suçtan daha az ceza alması amacıyla yardım çabasına giriştiğini, cezaevinden çıktıktan sonra ablası olan mağdurun bahse konu olayla ilgili olarak yardım etmesi karşılığında sanığa 5.000TL para verdiğini duyduğunu, kendisinin de bir keresinde Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya katıldıktan sonra, hakkında açılacak tazminat davası nedeniyle yardım almak amacıyla sanığı ziyaret ettiğini, sanığın, kendisini çok samimi bir şekilde, aile dostu gibi karşıladığını, sanığa verilen parayı geri talep etme gibi bir niyetlerinin olmadığını,
Kovuşturma evresinde ise; olay tarihinde bir trafik kazası sonucu ölüme sebebiyet verdiği iddiası ile Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde tutuklu olarak yargılandığını, yüz gün kadar tutuklu kaldığını, yargılama konusu olayın cezaevinde bulunduğu sırada gerçekleştiğini, konuya ilişkin bilgisinin bulunmadığını, cezaevinden çıktıktan sonra ablası olan mağdurun sanığa 5.000TL para verdiğini duyduğunu,
Beyan etmişlerdir.
Sanık …; Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinde herhangi bir iş takip etmediğini, katılanın bilirkişilik ve dedektiflik yaptığını söyleyerek odasına geldiğini ve bu şekilde tanıştıklarını, katılanın “Kutsan” adlı bir şirketinin olduğunu ifade ettiğini, internette yaptığı araştırmada böyle bir şirketin bulunması nedeniyle katılanın kendisine güven verdiğini ve bu nedenle katılanla görüşmeye başladığını, katılana kendi yazdığı “Özün Sözü & Sözün Özü” isimli kitabı hediye ettiğini, katılanın kapalı çarşıda spot piyasada cep telefonu ticareti yapan bir akrabası olduğunu söylemesi üzerine parasını ödeyerek iki adet cep telefonu satın aldığını, ancak katılanın bu telefonların faturasını getireceğini söylemesine rağmen getirmediğini, yaptığı araştırmada bilirkişi listesinde bulunmadığını öğrendiği katılan ile bir ara yanında getirdiği vergi dairesi çalışanı yakınıyla bir daha görüşmediğini, katılanın adliyede ve başka kurumlarda iş takip ettiğini, hâkim ve savcıların ismini kullandığını ve iş sahibi kişilerden hâkim ve savcılara veya resmi dairelerde çalışanlara vereceğini söyleyerek menfaat temin ettiğini öğrenmesi üzerine kendisiyle ilişkisini kestiğini, suçlamaları kabul etmediğini, gerçekle uyuşmayan bir soruşturma yapıldığını, katılanın önceki beyanlarında 30.000 Euro’yu, sonraki beyanlarında ise 45.000 Euro’yu kendisine verdiğini iddia ettiğini, usulüne uygun olarak mal beyanında bulunduğunu, HSYK müfettişinin edindiği tüm gelirleri nazara almadan gelirlerinde açık olduğunu ileri sürdüğünü, soruşturmanın kurgulanmış olduğunu, katılan dedektiflik yaptığını iddia etmesine karşın buna ilişkin hiçbir kanıt ve belge sunmadığını, katılanın beyanları ile tanık ……’ın anlatımlarının çeliştiğini, yalanları ortaya çıkınca katılanın, kendisine para verdiğini iddia etmeye başladığını, anlatımlarının çelişkili olduğunu, müfettişin katılan tarafından gönderilen mesajlara cevap vermemesini suçu kabul etmek olarak ileri sürdüğünü, bu hususun doğru olmadığını, katılana bunu sorduğunda, “İş takibi için böyle işler yapılır.” şeklinde cevap verdiğini, sanık olarak yargılanmanın zor bir şey olduğunu, herkesin herkesi bu şekilde suçlayabileceğini, müfettişin, katılanın çelişkili beyanlarını kendisine sorması gerektiğini, soruşturmada lehe ve aleyhe olan delillerin toplanmadığını, bu dosyada dolandırılanın tanık …… olduğunu, katılanın kendisini bu konuya alet ettiğini, Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesi heyetine kesinlikle tavassut girişiminde bulunmadığını, mağdurla, aile dostu olan ve oğlu Ali Erol Turan’ın sünnet düğününde Yusuf Avcı vasıtasıyla tanıştığını, mağdurun Selanik göçmeni ve hemşerisi olduğunu, sigortacılık yaptığını, hayat sigortası poliçelerini adliyede satabilmek için referansını kullanmak istediğini söyleyerek yanına geldiğini, iddia edildiği gibi Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde ve Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde yargı mensupları nezdinde herhangi bir girişiminin olmadığını, tanık …..’in hakkındaki beyanlarını kabul etmediğini, kendisiyle samimi olmadığını, müfettişlere yaranmak için aleyhinde ifade verdiğini, mağdurla parasal bir ilişkisinin olmadığını, mağdurun beyanları ile babası olan tanık Basri’nin anlatımlarının çeliştiğini, öncelikle beraatini talep ettiğini, mahkûmiyet verilecekse hakkında CMK’nın 231/5. maddesinin uygulanmasını talep ettiğini savunmuştur.
5237 sayılı TCK’nın suç tarihinde yürürlükte bulunan “Yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama” başlıklı 255. maddesi; “Görevine girmeyen ve yetkili olmadığı bir işi yapabileceği veya yaptırabileceği kanaatini uyandırarak yarar sağlayan kamu görevlisi, bir yıldan beş yıla kadar hapis ve adlî para cezası ile cezalandırılır.” şeklinde iken, suç tarihinden sonra 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanunun 89. maddesiyle “Nüfuz ticareti” başlığıyla;
“(1) Kamu görevlisi üzerinde nüfuz sahibi olduğundan bahisle, haksız bir işin gördürülmesi amacıyla girişimde bulunması için, doğrudan veya aracılar vasıtasıyla, kendisine veya bir başkasına menfaat temin eden kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezası ile cezalandırılır. Kişinin kamu görevlisi olması halinde, verilecek hapis cezası yarı oranında artırılır. İşinin gördürülmesi karşılığında veya gördürüleceği beklentisiyle menfaat sağlayan kişi ise, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Menfaat temini konusunda anlaşmaya varılması halinde dahi, suç tamamlanmış gibi cezaya hükmolunur.
(3) Birinci fıkrada belirtilen amaç doğrultusunda menfaat talebinde bulunulması ve fakat bunun kabul edilmemesi ya da menfaat teklif veya vaadinde bulunulması ve fakat bunun kabul edilmemesi hallerinde, birinci fıkra hükmüne göre verilecek ceza yarı oranında indirilir.
(4) Nüfuz ticareti suçuna aracılık eden kişi, müşterek fail olarak, birinci fıkrada belirtilen ceza ile cezalandırılır.
(5) Nüfuz ticareti ilişkisinde dolaylı olarak kendisine menfaat sağlanan üçüncü gerçek kişi veya tüzel kişinin menfaati kabul eden yetkilileri, müşterek fail olarak, birinci fıkrada belirtilen ceza ile cezalandırılır.
(6) İşin gördürülmesi amacıyla girişimde bulunmanın müstakil bir suç oluşturduğu hallerde kişiler ayrıca bu suç nedeniyle cezalandırılır.
(7) Bu madde hükümleri, 252 nci maddenin dokuzuncu fıkrasında sayılan kişiler üzerinde nüfuz ticareti yapılması halinde de uygulanır. Bu kişiler hakkında, Türkiye’de bulunmaları halinde, vatandaş veya yabancı olduklarına bakılmaksızın, resen soruşturma ve kovuşturma yapılır.” biçiminde değiştirilmiştir.
Maddenin ilk hâlinde suç, ancak kamu görevlisi tarafından işlenebilen bir suç olduğundan fail yönüyle özgü suç olarak kabul edilmişken, 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle her gerçek kişinin suçun faili olacağı kabul edilmiş, failin kamu görevlisi olması, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâli olarak hüküm altına alınmıştır.
6352 sayılı Kanun ile maddede yapılan değişiklikle suç, rüşvet suçu gibi bir karşılaşma suçuna dönüştürülmüş, işinin gördürülmesi karşılığında veya gördürüleceği beklentisiyle menfaat sağlayan kişi de suçun faili olarak kabul edilmiştir.
Söz konusu değişikliğin gerekçesinde; önceki düzenlemenin, kamu görevlisi olmayan ve fakat kamu görevlisi üzerinde nüfuz sahibi olduğundan bahisle menfaat temin eden kişilerin cezasız kalmasına neden olduğu, bu gibi durumlarda bir aldatma söz konusu ise, sorunun dolandırıcılık suçu hükümleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği, ancak, aldatma olmadan da “Nüfuz ticareti” yani yetkili olmadığı bir işten yarar sağlama olgusunun gerçekleşebileceği, bu gibi durumların yaptırım altına alınabilmesi için madde hükmünün başlığıyla birlikte değiştirildiği belirtilmiştir.
Suçun her iki düzenleniş biçiminde de faile yarar sağlayan iş sahibi meşru zeminde olmadığının bilincindedir. Çünkü hukuka uygun ya da aykırı bir işi yaptırmak için kamu görevlisine yarar sağlamanın hukuka aykırı olduğunun bilinmesi gerekmektedir. Bu durumda faile yarar sağlayan kişi mağdur değildir. Bu suçta iş sahibinin sağladığı yarar hukuka aykırı bulunmakta ve müsaderesi gerekmektedir (Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Cilt V, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, s. 7202-7203).
Her iki düzenlemede de suçun mağduru, kamu görevlisi üzerinde nüfuz sahibi olmaktan bahisle, haksız bir işin gördürülmesi için girişimde bulunularak, güvenilirliği ve işleyişi tehlikeye veya zarara sokulan kamu idaresidir (Zeki Hafızoğulları-Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Millete ve Devlete Karşı Suçlar, US-A Yayıncılık, 1. Baskı, Ankara 2016, s. 63). Dolayısıyla bu suçta yapılan yeni düzenlemede de kanun koyucunun yeni veya farklı bir mağdur öngördüğü söylenemeyecektir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca hırsızlık suçundan yürütülen bir soruşturma kapsamında, çalıntı malların bulunması amacıyla Bakırköy 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 05.01.2010 tarihli ve 130 müteferrik sayılı arama ve el koyma kararı uyarınca 06.01.2010 tarihinde ….. …… ve tanık …..’ın ikamet ettiği Bahçelievler Siyavuşpaşa Mahallesi …… adresinde bulunan evde yapılan arama sırasında arama, yakalama ve el koyma tutanağında belirtilen silahların ele geçirildiği ve ….. …… ile tanık …..’ın tutuklandıkları, adı geçenlerle birlikte tanık …… hakkında da 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca kamu davası açıldığı ve davanın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 esas sırasına kaydedildiği, belirtilen tarihlerde yurt dışında bulunan tanık ……’ın katılanla irtibat kurarak tutuklu olan annesi ….. ve kardeşi tanık …..’ın serbest bırakılması için kendisinden yardım talep ettiği, katılanın, ….. …… ve tanık …..’ın tahliyelerini sağlayabilmek için Bakırköy Adliyesinde girişimlerde bulunduğu sırada bunu duyan Bakırköy 3. Asliye Ceza Mahkemesi Hâkimi olarak görev yapan sanığın, daha önce çalıştığı adliyede kâtibi olan tanık …… adına kayıtlı ve sim kartı alındıktan sonra sürekli olarak sanık tarafından kullanılan 0531 377 0. .. numaralı telefondan katılana ait 0531 626 9. .. numaralı telefonu arayıp, Bakırköy Adliyesinde hâkim olduğunu söyleyerek adliyenin ikinci katında bulunan 2.. numaralı odaya gelmesini istediği, katılanın da 2010 yılı Ocak ayı ortalarında sanığın görev yaptığı 3. Asliye Ceza Mahkemesinin hâkim odasına gittiği, burada sanığın katılana ….. …… ve tanık …..’ın yargılandığı dava ile ilgili olarak 45.000 Euro para verilmesi durumunda, bu kişilerin tahliyesini sağlayabileceğini, bu parayı avukatlara, hâkim ve savcılara vereceğini söylediği, katılanın bu durumu tanık ……’a bildirdiği, tanık ……’ın da vergi dairesinde çalışan eniştesi tanık ….. Salih aracılığıyla 2010 yılı Ocak ayı sonu veya Şubat ayı başında 45.000 Euro parayı katılana gönderdiği, katılanın Bakırköy Adliyesinin önünde poşet içerisindeki paraları teslim aldığı, katılan ile tanık ….. Salih’in birlikte Bakırköy Adalet Sarayında sanığın görev yaptığı 3. Asliye Ceza Mahkemesinin hâkim odasına gittikleri, tanık ….. Salih’in oda dışında beklediği, katılanın bu paranın 30.000 Euro’sunu sanığa verdiği, daha sonraki zamanlarda da sanığın yanına birkaç kez gittiği, 24.02.2010 tarihinde sanığın, odasına gelen katılandan bir kâğıda el yazısıyla marka ve modelini yazdığı iki adet cep telefonunun alınmasını talep ettiği, katılanın da Ömür Plaza isimli iş yerinde bulunan Teknosa Mağazasından 1.318TL değerindeki bu telefonları alarak sanığa teslim ettiği,
Katılanın şikâyeti çerçevesinde yapılan soruşturma sırasında sanığın kullanımında bulunan 0531 377 0. .. numaralı telefonun 0533 680 4. .. numaralı telefonla çok fazla sayıda görüşme yaptığının tespit edilmesi üzerine telefonu kullanan mağdurun ifadesi doğrultusunda soruşturmaya başlandığı, toplanan delillere göre; mağdurun, kardeşi olan tanık …..’in trafik kazası sonrası tutuklanması üzerine kuzeni Yusuf Avcılar’ın tanıdığı olan sanığın odasına giderek kardeşine yardımcı olmasını istediği, sanığın “Hâkimin kulağına üflerim, ama bunun için onların talebi olacak, benim de bu talepleri karşılamam gerekecek, yemeğe götürmem ve hediye almam gerekecek.” dediği, mağdurun, bunun kendisine ne kadara mal olacağını sorması üzerine sanığın “Büyük rakamlara mal oluyor ama 30.000TL versen yeter.”, bu miktarın büyük olduğunu söylediğinde ise “Ne kadar çıkarabilirsen o kadar ver.” şeklinde cevap verdiği, mağdurun odadan ayrıldığı sırada sanığın talebi üzerine telefon numarasını verdiği, bir süre sonra sanığın mağduru telefonla aradığı, mağdurun da Bakırköy Adliyesi yakınındaki bir otoparkta buluşup toplayabildiği toplam 5.000TL parayı sanığa verdiği, tanık ….. hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesine kamu davası açıldıktan sonra da, sanığın, Mahkemenin Duruşma Savcısı olan tanık …..’e tutuklu bulunan dosyanın sanığı tanık …..’in yakını olduğunu söyleyerek tahliyesi konusunda yardımcı olmasını istediği, ancak tanık …..’in, sanığın bu talebini kabul etmediği iddia edilen olayda;
Sanık aşamalarda suçlamaları kabul etmediğini, hakkında gerçekle uyuşmayan bir soruşturma yapıldığını, ilk olayda kendisine verildiği iddia edilen paranın miktarı konusunda katılan ve tanık ……’ın ifadelerinin hem kendi içlerinde hem de birbiriyle çelişkili olduğunu, katılanın kapalı çarşıda cep telefonu ticareti yapan bir akrabası olduğunu söylemesi üzerine suça konu cep telefonlarını, parasını ödeyerek satın aldığını, ancak katılanın bu telefonların faturasını getireceğini söylemesine rağmen getirmediğini, katılanın yalanları ortaya çıkınca kendisine para verdiğini iddia etmeye başladığını, hakkındaki olayın emniyet bağlantısının araştırılmadığını, mağdurun hangi bilgi ve belgeye dayanılarak çağrıldığı hususunun müfettişe sorulmadığını, mağdurla parasal bir ilişkisinin bulunmadığını, kendisine 5.000TL para verildiğine ilişkin mağdurun ve babası olan tanık Basri’nin beyanlarının çelişkili olduğunu, iddia edildiği gibi Bakırköy 12. Ağır Ceza Mahkemesinde ve Bakırköy 31. Asliye Ceza Mahkemesinde yargı mensupları nezdinde herhangi bir girişiminin olmadığını, tanık …..’in, hakkındaki beyanlarını kabul etmediğini, kendisiyle samimi olmadığını, müfettişlere yaranmak için aleyhinde ifade verdiğini ve malvarlığına ilişkin araştırmanın tüm gelirleri hesaba katılarak usulüne uygun şekilde yapılmadığını savunmuş ise de;
Sanığın, Bakırköy 6. Sulh Ceza Mahkemesinde görev yaptığı dönemden kâtibi olan tanık ……’ın beyanları ile de doğrulandığı üzere, katılan ile yaptığı görüşmelerde adına kayıtlı birden fazla telefon hattı bulunmasına karşın katılanla kurduğu irtibatı gizlemek amacıyla kendi adına kayıtlı olmayan ……. .. numaralı telefonu kullanması, İstanbul 37. Sulh Ceza Mahkemesinin 16.01.2012 tarihli ve 5 Değişik İş sayılı kararı doğrultusunda alınan HTS kayıtlarına göre katılana ait …… .. numaralı GSM hattına yönelik ilk aramanın 08.02.2010 tarihinde sanık tarafından yapılmış olması, tanık …… tarafından sanığa gönderildiği belirtilen paranın miktarı konusunda tanık …… ve katılanın ifadeleri arasında aşamalarda farklılıklar bulunmakla birlikte, ifade içeriklerinden 30.000 Euro’luk kısmın sanığa verildiği hususunda kuşku bulunmaması, Teknosa İç Ve Dış Ticaret A.Ş.’nin yazı cevabına göre sanık için alındığı belirtilen ve toplam değeri 1.318TL olan cep telefonlarının kapalı çarşı veya spot piyasadan değil piyasa değeri üzerinden ödeme yapılarak Teknosa mağazasından satın alındığının belirlenmesi, sanığın alınmasını istediği telefonların marka ve modellerini yazdığı kâğıt ile 24.02.2010 tarihli ve AL-768831 sayılı faturanın katılan tarafından dosyaya sunulması, bahse konu satış nedeniyle müşterilere verilen Teknosa kartın da katılan adına düzenlenmesi, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının yazı cevabı ve bu hususta düzenlenen inceleme tutanağına göre suça konu 359043025164689 ve 358300031259874 imei numaralı cep telefonlarının her ikisinin de sanığa ait veya sanık tarafından kullanılan telefon hatlarıyla kullanılması, katılana ait …… .. numaralı GSM hattı ile kullanılan telefonun mesajlar bölümünde HSYK müfettişlerince yapılan inceleme sonucu düzenlenen 13.01.2012 tarihli tutanak ile bununla uyumlu HTS kayıtlarına göre katılan tarafından sanığa gönderilen mesajların içeriği, suçlama, hakaret ve tehdit içeren bu mesajlara karşılık sanığın cevap vermemesi ve herhangi bir adli makama başvurmaması, katılanın beyanı ve HTS kayıtları ile doğrulandığı üzere sanık adına kayıtlı ……. .. numaralı telefondan ….. ……’in tahliye olduğu 03.05.2010 tarihinde saat 10.44’te tanık ….. Sait adına kayıtlı …… .. numaralı telefonun aranarak 42 saniye süren bir görüşme yapılması, sanığın Bakırköy 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/73 Esas sayılı dosyasında tutuklu olarak yargılanan tanık ….. ve ….. ……’in müdafisi olan tanık Abdullah Alp’i görüşmek amacıyla odasına çağırarak tutukluların yakını olduğunu ve yakınlarının dosyayla yeterince ilgilenilmediği yönünde serzenişte bulunduklarını iletmesi, yine mağdurun, 2010 yılında trafik kazası geçirerek bir kişinin ölümüne neden olan ve bu nedenle tutuklanarak hakkında kamu davası açılan kardeşi tanık …..’e yardımcı olması için yanına gittikleri sanığın kendisinden dosyanın hâkimlerine verilmek üzere 30.000TL istediğini ve temin edebildiği 5.000TL’yi sanığa verdiğini beyan etmesi, bu beyanın, mağdurun sanığa 5.000TL para verdiğini duyduğuna ve odasında ziyaret ettiği sanığın kendisini çok samimi bir şekilde, aile dostu gibi karşıladığına ilişkin tanık …..’in ifadesiyle desteklenmesi, tanık ….. hakkındaki yargılama sırasında iddia makamını temsil eden tanık …..’in, sanığın, tanık …..’in yakını olduğunu söyleyerek tahliyesi konusunda yardımcı olup olamayacağını sorduğuna ilişkin anlatımı ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
Bakırköy 5. Ağır, 31. Asliye ve 12. Ağır Ceza Mahkemelerinin dava dosyalarına ilişkin olarak anılan mahkemelerde herhangi bir görevi olmayan sanığın, aynı suçu işleme kararının icrası kapsamında, davaların görüldüğü mahkemelerin hâkimleri ve Cumhuriyet savcıları ile ilişkisi olduğunu, onlar nezdinde hatırının sayıldığını belirterek ve davaları lehe sonuçlandırabileceği kanaatini uyandırarak katılandan 30.000 Euro ile 1.318TL değerindeki cep telefonlarını, mağdurdan ise 5.000TL para alarak kendisine yarar sağladığı, bu suretle zincirleme şekilde yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunu işlediğinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde sübuta erdiği, bu aşamada sanığın savunmasında araştırılmasını istediği diğer hususların maddi gerçeğe ulaşılması bakımından herhangi bir katkı sağlamayacağı anlaşıldığından, sanığın zincirleme şekilde işlediği yetkili olmadığı bir iş için yarar sağlama suçunu sabit gören ve uygulama maddelerini doğru bir şekilde uygulayan Yargıtay 5. Ceza Dairesi hükmünün usul ve kanuna uygun olduğu kabul edilmelidir.
Öte yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasındaki; “Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” şeklindeki düzenleme ve aynı Kanun’un 61. maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, sanığın sıfatı, aldığı paranın miktarı, eylemleriyle yargı erkinin güvenilirliğine verdiği yüksek düzeydeki zarar ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanık hakkında üst sınıra yakın ceza tayin edilmesi gerektiği gözetilmemiş ise de aleyhe temyiz bulunmadığından bu husus bozma sebebi yapılmamıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Diğer yönleri usul ve kanuna uygun olan Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 18.03.2015 tarihli ve 8-1 sayılı mahkûmiyet hükmünün, “5237 sayılı TCK’nın ‘Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi’ başlıklı 3. maddesinin birinci fıkrasındaki; ‘Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur’ şeklindeki düzenleme ve aynı Kanun’un 61. maddesi uyarınca suçun işleniş biçimi, sanığın sıfatı, aldığı paranın miktarı, eylemleriyle yargı erkinin güvenilirliğine verdiği yüksek düzeydeki zarar ve tüm dosya kapsamı dikkate alınarak sanık hakkında üst sınıra yakın ceza tayin edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz bulunmadığından bozma sebebi yapılmamıştır.” eleştirisiyle ONANMASINA,
2- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 13.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.

İCRA TAKİBİNE İTİRAZ- KAMBİYO SENEDİ- BORCA İTİRAZ- SÜRE

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
ŞANLIURFA
2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ
GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2020/273 Esas
KARAR NO : 2020/624

HAKİM : Osman Ferhat ALİM 192093
KATİP : Yalçın YAYĞAZ 206072

DAVACI : H. Ö.
DAVALI : D. C. İNŞ.SAN. VE TİC. LTD ŞTİ
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ – [16958-59361-38738] UETS
DAVA : İcra Takibine İtiraz (Borca İtiraz)
DAVA TARİHİ : 17/07/2020
KARAR TARİHİ : 08/12/2020
GEREKÇELİ KARARIN
YAZILDIĞI TARİH : 17/12/2020
Mahkememizde görülmekte bulunan İcra Takibine İtiraz (Borca İtiraz) davasının yapılan açık yargılamasının sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı asil 17/07/2020 tarihli dilekçesinde özetle; Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğünün 2020/5391 esas sayılı dosyasından icra takibi başlatıldığını, takibin kambiyo takibi olduğunu, alacağın kendisi ile ilgili olmadığı gibi imzanın da kendisine ait olmadığını iddia ederek icra müdürlüğünce başlatılan takibin durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davacı borçlu hakkında 20.03.2020 tarihinde icra takibi yapıldığını ve ödeme emrinin 23/06/2020 tarihinde borçluya tebliğ edildiğini, davanın süresinde çaılmadığını beyan ederek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı asil duruşmadaki beyanında “Dava dilekçemi tekrar ederim, ben takip dayanağı yapılan bonodan dolayı alacaklı şirkete herhangi bir borcum yoktur. Karşı taraf bu senedi neye istinaden aldığını açıklamak zorundadır. Ben herhangi bir mal veya başka bir şey almış değilim. Ayrıca senet metninde bulunan imza da tarafıma ait değildir. davamın kabulüne karar verilsin ” demiştir.

Şanlıurfa 3. İcra Müdürlüğünün 2020/5391 esas sayılı dosyası incelendiğinde; borçlunun Halil Ö., takibin kombiyo senetlerine mahsus haciz yolu ile takip, takip dayanağının 30/06/2018 vadeli 40.000 TL bedelli bono olduğu, ödeme emrinin davacı borçluya 23/06/2020 tarihinde tebliğ edildiği, huzurdaki davanın ise İİK 168/5. maddesine göre 5 günlük itiraz süresinde açılması gerekirken, çok sonra 17/07/2020 tarihinde açıldığı görüldüğünden süresinde açılmayan davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

HÜKÜM:
1-) Süresinde açılmayan davanın REDDİNE,
2-) Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
3-) Davacı tarafından yapılan masrafın kendi üzerine bırakılmasına,
4-) Davalı kendisini bir vekil ile temsil ettiğinden 2020 yılı AAÜT gereğince belirlenen 1360 TL’nin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-) Artan gider avansının karar kesinleşince davacıya iadesine,
Dair davacı asilin yüzüne karşı, davalı tarafın yokluğunda, kararın davacı asile tefhiminden, davalıya tebliğinden itibaren 10 günlük süre içerisinde Gaziantep BAM istinaf yolu açık olmak üzere karar verildi. 08/12/2020

Katip 206072
e-imzalıdır.

Hakim 192093
e-imzalıdır.

BALYOZ DAVASI HÜKÜMETE KARŞI SUÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ İCRA VEKİLLERİ HEYETİNİ CEBREN İSKAT VE VAZİFE GÖRMEKTEN CEBREN MEN EYLEMEK SUÇU TERÖR SUÇLARI TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNE KARŞI SİLAHLI İSYAN SUÇU TERÖR SUÇU SUÇ İÇİN ANLAŞMA SUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME, GİZLEME VEYA DEĞİŞTİRME BAĞLILIK KURALI

T.C

YARGITAY

9. Ceza Dairesi

ESAS: 2013/9110

KARAR: 2013/12351

BALYOZ DAVASI
HÜKÜMETE KARŞI SUÇ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İCRA VEKİLLERİ HEYETİNİ CEBREN İSKAT VE VAZİFE GÖRMEKTEN CEBREN MEN EYLEMEK SUÇU
TERÖR SUÇLARI
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNE KARŞI SİLAHLI İSYAN SUÇU
TERÖR SUÇU
SUÇ İÇİN ANLAŞMA
SUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME, GİZLEME VEYA DEĞİŞTİRME
BAĞLILIK KURALI
SUÇA TEŞEBBÜS
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 8
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 11
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 206
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 40
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 61
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 281
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 312
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 313
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 316
TERÖRLE MÜCADELE KANUNU (3713) Madde 3
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 40
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 59
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 61
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 147

“İçtihat Metni”
Hükmedilen cezanın süresine göre şartları bulunmadığından, sanık H.. B.. müdafiinin duruşmalı inceleme isteğinin 1412 sayılı CMUK’nın 318. maddesi uyarınca REDDİNE,
Usulüne uygun tebligata rağmen sanıklar A.. K.., M.. C.., K.. D.. ve D.. K.. müdafileri duruşmaya gelmedikleri gibi bir mazeret de bildirmediklerinden, sanık H.. B.. müdafiinin ise duruşmalı inceleme istemi reddedildiğinden, bu sanıklar ile haklarında beraat kararı verilen sanıklar yönünden duruşmasız, diğer tüm sanıklar hakkında ise duruşmalı olarak yapılan inceleme sonucunda gereği düşünüldü:
Sanık B.. K..’ın adının gerekçeli karar başlığında “Barboros”, sanık M.. F..’ın soyadının hüküm fıkrasında “Fariz”, sanık B.. A..’in adının hüküm fıkrasında “Behçet”, sanık A.. E..’ın adının hüküm fıkrasında “Abdulkadir”, sanık M.. İ..’ın adının “Mehmet Fatih” olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir yazım hataları; gerekçeli karar başlığına sanık H.. B..’ün mahkum olduğu “suç delillerini gizleme” suçunun yazılmaması ise mahallinde tamamlanabilir eksiklik kabul edilmiştir.
A- USUL VE UYGULAMAYA İLİŞKİN OLARAK
1-Görev ve Yetki;
Sanıklara yüklenen suçun askeri yargının görev alanına girdiği, dolayısıyla görevsizlik kararı verilmesi gerektiği ve sonradan kuvvet komutanı olan sanıklar Ö.. Ö.. ve H.. F..’nın yüklenen suç sebebiyle Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmaları zorunlu olduğundan, haklarındaki davanın tefrik edilerek Anayasa Mahkemesine gönderilmesi gerektiğine ilişkin olarak;
Anayasamızın “Askeri Yargı” başlıklı 145. maddesi, Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki 353 sayılı Kanunun “Genel görev” ve “Askeri Mahkemelerde Yargılamayı Gerektiren İlginin Kesilmesi” başlıklı 9 ve 17. maddeleri, 5271 sayılı CMK’nın 6352 sayılı Kanunun 105. maddesi ile kaldırılan 250. maddesi, 6352 sayılı Kanunun 75. maddesi ile değişik 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 10. maddesi hükümleri içeriği ile anılan hükümlerin yorumuna ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.07.2011 tarih, 2011/3-116 esas, 2011/157 kararı da nazara alındığında,
Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23.03.2004 tarih ve 50-72, 17.02.2004 tarih ve 10-40 ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 02.03.2012 tarih ve 2011/1-2012/1 sayılı kararlarında da tartışılıp belirlendiği gibi; görevle ilgili suçun yasal görevden doğan, görevle bağlantılı ve bu görevle illiyet bağı içerisinde olması gerekmekte olup, asker olan tüm sanıklar ile sanıklar Ö.. Ö.. ve H.. F..’nın Balyoz Güvenlik Harekat Planının icrasına yönelik Suga ve Oraj Harekat Planlarını hazırladıkları ve bu planların icrası kapsamında görev alarak bu görevlerin icaplarını yerine getirdikleri iddiasının, yasal görevlerinden doğmadığı gibi görevleri ile bir ilgisinin de bulunmadığı anlaşıldığından, mahkemenin davaya bakmasında isabetsizlik görülmemiştir.
Birinci sınıf askeri hâkimlerin yüklenen suç sebebiyle Yargıtay’da yargılanmaları gerektiğine ilişkin itirazlara gelince;
Anayasamızın 145. maddesinde; “Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. …..Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.” şeklinde bir düzenleme yer almış ve yine maddenin son fıkrasında “Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir” hükmü getirilmiştir.
Anayasamızın bu düzenlemesi paralelinde askeri hâkimlerin özlük işleri, teminatları ve diğer konular ise 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununda düzenlenmiştir. Askeri Hâkimler Kanununun 22.05.2012 tarihinde 6318 sayılı Kanunun 38. maddesi ile değiştirilen 28. maddesi “Askeri hâkimlerin genel yargıya tabi şahsi suçları hakkında genel hükümler uygulanır” şeklindedir.
Öte yandan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 2. maddesinde “Bu Kanun, adli yargı hakim ve Cumhuriyet savcıları ile idari yargı hakim ve savcıları hakkında uygulanır” denilmiş, 90. maddesinde ise haklarında son soruşturma açılmasına karar verilen hakim ve Cumhuriyet savcılarından birinci sınıfa ayrılmış olanlarla ağır ceza mahkemeleri heyetine dahil bulunan hakim ve Cumhuriyet savcılarının, Yargıtayın görevli ceza dairesinde yargılanacağı belirtilmiştir.
2802 sayılı Kanunun Ek Geçici 2. maddesinde, kendi kanunlarında gerekli değişiklik yapılıncaya kadar, aylık, ek gösterge, ödenek, mali, sosyal ve diğer özlük hakları bakımından; 29.06.2006 tarihinde 5536 sayılı Kanunun 6. maddesi ile değiştirilen “c” bendinde birinci sınıfa geçirilmiş ve askerî yüksek yargı organı üyeliklerine seçilme hakkını kaybetmemiş olan askerî hâkim ve savcıların; birinci sınıfa ayrılmış ve Yargıtay-Danıştay üyeliklerine seçilme hakkını kaybetmemiş diğer hâkim ve savcılar hakkındaki hükümlere tabi olacakları düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtilen Kanun hükümleri uyarınca, 2802 sayılı Kanunun Ek Geçici 2. maddesinin birinci sınıf askeri hâkim olan sanıklar yönünden sadece mali, sosyal ve diğer özlük hakları bakımından uygulanacağı, birinci sınıfa ayrılmış olan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle Yargıtayın görevli ceza dairesinde yapılacak yargılamanın 2802 sayılı Kanunun 2. maddesi gereğince sadece adli yargı hâkim ve Cumhuriyet
savcıları ile idari yargı hâkim ve savcıları hakkında söz konusu olacağı, 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununda, birinci sınıfa ayrılmış olan askeri hâkimlerin görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında işledikleri suçlar nedeniyle Yargıtayda yargılanmaları gerektiği hususunda bir düzenleme yer almadığı gibi aksine, Askeri Hakimler Kanununun 6318 sayılı Kanun ile değiştirilen 28. maddesinde “Askeri hakimlerin genel yargıya tabi şahsi suçları hakkında genel hükümler uygulanır. Ancak soruşturma o yer ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısınca ve kovuşturma o yer ağır ceza mahkemesince yapılır” şeklindeki düzenleme karşısında, birinci sınıf askeri hâkim olan sanıkların bu itirazlarının da yerinde olmadığı,
Suç tarihinde sanıklara yüklenen suçlara bakmakla görevli olan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin hukuki dayanağını oluşturan Anayasanın 143.maddesi ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun suç tarihinden sonra yürürlükten kaldırılmış ve 5190 sayılı Kanunla 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa 394/a. maddesi eklenmiş, daha sonra da 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 2. ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 250. maddeleri ile bu suçlara ağır ceza mahkemelerinin bakacağı belirlenmiş olup; anılan kanunların amaç, kapsam ve gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde ve Anayasanın 142. maddesinin “mahkemelerin kuruluşu görev ve yetkileri, işleyiş ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir” biçimindeki hükmü de nazara alındığında, yargılamayı yapan mahkemenin suçtan sonra ve bu sanıklara yönelik kurulan özel mahkeme statüsünde olmadığı anlaşılmıştır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de, 6352 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi ile “CMK’nın 250. maddesi ile görevli mahkemelerde devam edecek olan yargılamalarda görevsizlik ve yetkisizlik kararı verilemeyeceği” yönündeki hükmün Anayasa tarafından güvence altına alınan “kanuni hakim ve mahkeme güvencesi” ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali isteminin reddine dair 04.07.2013 tarih 2012/100 esas, 2013/84 sayılı kararında;
“Anayasa’nın Kanuni hâkim güvencesi başlıklı 37. maddesinde, “Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” denilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında belirtildiği gibi, “kanuni hâkim güvencesi” suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla “kanuni hâkim güvencesi”, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır.
Kanun’un geçici 2. maddesinin dava konusu (4) numaralı fıkrasında, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte açılmış ve devam etmekte olan davaların, 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam edeceği ve bu mahkemelerin yeni kurulan mahkemeler nedeniyle görevsizlik ve yetkisizlik kararı veremeyecekleri belirtilmekte, böylece uzun süredir devam eden davalarda başa dönülmesinin ve suçun işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne geçilmektedir. Dolayısıyla kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri belirlenmemekte, aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere davaların görevsizlik veya yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek, suçun işlenmesinden önce kurulan mahkemelerde davanın devam etmesi sağlanmaktadır. Bu nedenle kuralın “kanuni hâkim güvencesi” ile çelişen bir yönü bulunmamaktadır” sonucuna ulaşmıştır.
Yargılamayı yapan mahkemenin olağan yargı yeri statüsünde ve doğal hakim ilkesine uygun olduğu anlaşıldığından sanıklar ve müdafilerinin anayasaya aykırılık iddiasının ciddi bulunmadığı,
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir yasal tutuklama nedeninin varlığına dayanarak iç hukuk yargılama makamlarınca gerçekleştirilmiş ve kanun yollarına başvurulması üzerine etkili itiraz yolları ile tüm aşamalarda usulünce denetlenmiş bulunan, ayrıca; Türkiye Cumhuriyeti tarafından yargı yetkisi kabul edilmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek nitelikteki delillere dayandığı kabul edilip bu yöne ilişen insan hakları ihlali iddialarının reddedildiği tutuklama koruma tedbirine ilişkin olarak; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun dava henüz görülmekte iken, dava kapsamındaki tutuklamaların adil yargılama normları bağlamında keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan 01.05.2013 tarihli kararının Dairemiz bakımından bağlayıcılığının olmadığı,
Ayrıca, yargılamayı gerçekleştiren hakimlerin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplere ilişkin iddiaların dosya kapsamına göre yerinde bulunmadığı, reddi hakim taleplerini inceleyen mercii kararlarında bir isabetsizlik görülmediği,
Buna göre de; yargılamanın usulüne uygun olarak oluşturulmuş yetkili, görevli, bağımsız ve tarafsız bir mahkemece icra edildiğinin anlaşıldığı,
2- Yasama Dokunulmazlığı;
Sanık E.. A..’ın 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan 24. Dönem Milletvekilliği Genel Seçiminde İstanbul ilinden milletvekili seçildiği anlaşılmış ise de; dosya kapsamına göre; sanığa yüklenen ve seçimden önce de soruşturmasına başlanılmış olan suçun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83/2. maddesinde işaret edilen ve 14/2. maddesinde gösterilen temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması niteliğindeki suçlardan olduğu, yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kalan bu suç bakımından kovuşturma yapılmasına engel bir durumun bulunmadığı,
3- Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karardan Sonra Aynı Fiil Nedeniyle Kamu Davası Açılması;
Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra aynı fiilden dolayı yeniden kamu davası açılabilmesi bakımından, CMK’nın 172/2. maddesinde, anılan kararın kaldırılmış olmasının aranmaması ve sonradan meydana çıkan tanık beyanı ve dijital belgeler gibi delillerin “yeni delil” niteliğinde bulunması karşısında; bir kısım sanıklar hakkındaki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar kaldırılmadan dava açılmasının usule aykırı olduğuna ilişkin itirazların yerinde görülmediği,
4- Bilirkişilerin Kimlik Tespitleri ile Yeminlerinin Sonradan Tamamlanması;
Soruşturma aşamasında görevlendirilen ve 19.02.2010 tarihli raporu hükme esas alınan bilirkişilerden Erdem Alparslan ve Tahsin Türköz’ün bu aşamada kimlikleri tespit edilip yeminleri yaptırılmamışsa da, kovuşturma aşamasında 28.05.2012 tarihinde duruşma açılarak bu eksikliklerin giderilmesi ve rapor içeriğinin de bilirkişiler tarafından doğrulanması karşısında, bu hususun sonuca etkili olmadığı,
5- Delil Tartışmasının Yapılmadığı;
CMK’nın 206. maddesinden itibaren, delillerin ortaya konulması ve tartışılmasına ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Bu hükümlerde, delillerin ortaya konulmasına ilişkin olarak muhakkak surette uyulması gerekli ve şekle bağlı belli bir aşama öngörülmemiştir. Anılan maddenin 1. cümlesinde delillerin ortaya konulmasına ilişkin bir evreden söz edilmekte ise de; 2. cümle hükmünden de anlaşılacağı gibi bu aşama da mutlak değildir. Bu durum maddenin, davanın bir duruşmada bitirilmesini öngören hükümet tasarısı gerekçesinden de anlaşılmaktadır. Asıl olan; çekişmeli yargılamada, davanın sonucunu belirlemek bakımından delillerin duruşmada tartışılmasını, doğru ve hakkaniyete uygun bir biçimde rol almasını ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlamaktır. Dolayısıyla hükme esas alınan tanık beyanları, bilirkişi raporları, belge içerikleri gibi delillerin ortaya konulması ve tartışılması uzun süren çok sayıdaki oturumlar sürecine zorunlu olarak yayılabilecektir. CMK’nın genel yaklaşımına aykırı olarak, tek oturumda bitirilemeyen yargılamalar bakımından bu durum sıklıkla ortaya çıkmaktadır.
Sanıkların sorgularında süre sınırlaması olmadan delilleri tartışarak savunma yaptıkları, hükme esas alınan delillerin değerlendirilmesine ilişkin olarak birçok uzman mütalaası alıp dosyaya sundukları, aynı kapsamdaki irdelemelerini Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasından sonra da devam ettirdikleri; izlenen duruşma görüntüleri, tutanaklar ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış, incelemeye konu davada sanıkların çokluğu ve icra edilen oturum sayısı gibi hususlar da nazara alındığında; delillerin ortaya konulması ve tartışılması evresinin gerçekleştirilmediğine ilişkin itirazların yerinde olmadığı,
6- 3713 Sayılı Kanunun 5. Maddesinin Uygulanması;
Sanıklara yüklenen 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ve karşılığı olan 5237 sayılı TCK’nın 312. maddesinde tanımlanan suçun, 3713 sayılı Kanunun 3. maddesinde 18.07.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5532 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce ve sonra doğrudan terör suçu olarak düzenlendiği ve bu suçtan hükmedilecek hapis cezalarının 3713 sayılı Kanunun 17. maddesinin yine 5532 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki ve sonraki halleri uyarınca dörtte üçü oranında infaz edileceği, terör suçları ve terör amacıyla işlenen suçlar için tayin edilecek cezaların bu sebeple artırıma tabi tutularak hükmedilmesine ilişkin olan 3713 sayılı Kanunun 5. maddesinin hapis cezalarının şartlı tahliye süreleri ile ilgisinin bulunmadığı, kaldı ki; sanıklar hakkında 3713 sayılı Kanunun 5. maddesi uygulanmadığı gibi, gerekçeli karardaki bu hususa ilişkin anlatımın suçun terör suçu olduğuna dair bir saptamaya yönelik olduğu, hem bu bölümde hem de hüküm fıkrasında şartlı tahliye oranına dair bir belirlemenin yapılmadığı ve konunun infaz aşamasındaki lehe olan infaz yasası bakımından yapılacak değerlendirmeye bırakıldığı anlaşıldığından, bu hususun sonuca etkili görülmediği,
7- Bir Kısım Tanıkların Dinlenmemesi;
Yüklenen suça yönelik icra hareketlerinin tamamlanamamasına ilişkin olarak mahkemece gösterilen gerekçenin, Karargahın karşı çıkması ve engellemek için çaba göstermesinden ibaret olmaması karşısında; Genelkurmay Başkanı Orgeneral H.. Ö.. ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral A..Y..’ın tanık olarak dinlenmemesinin, taleplerin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili olmadığı,
8- Temel Cezanın Teşdiden Tayini ve Bir Kısım Sanıklar Hakkında Takdiri İndirimin Uygulanmaması;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.10.2009 tarih, 2009/124-224 sayılı ve 04.03.2008 tarih, 2008/13-41 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; serbest takdir sisteminin bir gereği olarak, olayda alt sınırdan uzaklaşılmasını ve takdiri indirimin uygulanmasını gerektiren nedenlerin varlığını veya yokluğunu belirleme yetkisi yargılamayı bizzat yapan hakime ait olup, sanıklar hakkında teşdiden cezaya hükmedilmesi ve bir kısım sanıklar hakkında da takdiri indirim hükümlerinin uygulanmamasına ilişkin olarak mahkemece gösterilen gerekçenin; olaya, dosya kapsamına ve yasaya uygun, tutarlı ve yeterli olduğu anlaşıldığından,
Anılan hususlar ile usule ilişkin diğer itirazlar yerinde görülmemiştir.
B- ESASA İLİŞKİN OLARAK
1- GENEL OLARAK
1.1- Soruşturmanın Başlaması;
20-21 Ocak 2010 tarihlerinde ulusal yayın yapan günlük bir gazetede “Fatih Camii Bombalanacaktı – İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama” başlıklı haberlerin yayınlanmasından sonra, haberi yapan gazeteci tarafından 21.01.2010 tarihinde habere dayanak teşkil eden 3 adet DVD ve 1 adet CD, 29.01.2010 tarihinde de 19 adet CD, 10 adet ses kaseti ve 2229 sayfalık belge İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmiş, aynı tarihte Cumhuriyet Başsavcılığı CD, ses kaseti ve belgelere CMK’nın 127/1. maddesi uyarınca el konulmasına karar vermiş, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 30.01.2010 tarih ve 2010/212 sayılı kararı ile de el koyma işlemi onaylanmıştır.
El konulan 11 nolu CD’de; 1. Ordu, 2, 3, 5 ve 15. Kolordular, Donanma, Harp Akademileri, Bursa ve İstanbul Jandarma Bölge Komutanlıklarınca hazırlanan harekat ve tedhiş planları, listeler ile 2003 yılı plan seminerine ait bir kısım yazışmalar, 16 nolu CD’de; Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetince yapılan bazı atamalar hakkında bilgiler, 17 nolu CD’de ise; 11 nolu CD’de bulunan harekat ve tedhiş planlarının bulunduğu anlaşılmıştır.
Soruşturma neticesinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2010/420 iddianame numarası ile 06.07.2010 tarihinde 196 sanık hakkında; 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.07.2010 tarihli iddianamenin kabulü kararı ve 23.07.2010 tarihli tensip kararı sonrası, 16.12.2010 tarihinde duruşmaya başlanmıştır.
1.2- Donanma Komutanlığında Yapılan Arama;
Doğrudan dava konusu olaya ilişkin olmayıp başka bir soruşturma konusu olay nedeniyle, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne 06.12.2010 günü saat 11.03‘te ulaşan 17744 sayılı elektronik posta ihbarı üzerine, aynı gün saat 15.00’te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/2412 sayılı, arama, el koyma ve inceleme kararına istinaden yetkili askeri makamlara bilgi verildikten sonra, Gölcük’te bulunan ve sınırlı sayıdaki görevli askeri personel dışında sivil ya da asker başka kişilerin girmesi mümkün olmayan Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğüne ait 3 oda ve koridorda 06.12.2010 günü saat 18.30’da iki Cumhuriyet savcısı, bir askeri savcı ve yedi askeri personel ile gerçekleştirilen ve tüm aşamaları kamera ile kayıt altına alınan aramada, oda zemininin altına gizlenmiş şekilde 9 adet dolu ve 1 adet boş olmak üzere toplam 10 adet poşet ile poşetler içerisinde çeşitli dini ve siyasi içerikli yayınlar, gizli kamera düzenekleri, ses kayıt cihazları, video, teyp ve mikro kasetler, çok sayıda CD – DVD, seçmen listeleri, fişleme niteliğinde dokümanlar ve 5 adet hard disk ele geçirilmiş, aramada ele geçen malzemeler üzerinde yapılan inceleme sonunda, ihbara konu suça dair bilgi ve belgelerin dışında, dava konusu olaya ilişkin bilgilerin bulunduğu TDK marka 1 nolu CD, 10 nolu CD ve 5 nolu hard diske el konulmuş, aramaya 07.12.2010 tarihinde saat 00.40’ta son verilmiş, aynı tarihte Gölcük Merkez Komutanlığında askeri yetkililerin katılımı ile imaj alma işlemi gerçekleştirilmiştir.
1 nolu TDK marka CD içeriğinin, gazeteci tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen 19 adet CD’den 11 nolu CD içeriği ile aynı olduğu, 10 nolu CD içeriğinde “illerden gelenler” klasörü içerisinde Edirne, Tekirdağ ve Kocaeli İl Jandarma Komutanlığından gelen, “Bölücü Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Sol Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Arama Yapılacak Yerler, Birinci Sınıf Kamu Görevlileri ve Destek Durumları, İrticai Örgüt Mensupları, Görevlendirilecek Personel Listesi, Gözaltına Alınacak İrticai Faaliyette Bulunan Kişiler, Gözaltına Alınacak Siyasi Parti Üyeleri, Harekatın Başlangıcında Tutuklanacak İrticai Örgüt Liderleri, İlişiği Kesilecek İrticai Görüşlü Üniversite Öğrencileri, İlişiği Kesilecek Sağ Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Tutuklanacak AKP Üyeleri, Kamu Görevlileri ve Destek Durumu” gibi bir kısım listelerin bulunduğu, “planlar” adlı klasör içeriğinde ise Sakal ve Çarşaf Eylem Planlarına dayanak teşkil eden Beyazıt, Fatih, Eyüp ve İsmailağa Camii keşif raporları, gözlem formları ve görevlendirme çizelgesi ile bu camilere ait eylem karar matrisinin bulunduğu, 5 nolu hard disk içinde de Suga Harekat ve Oraj Hava Harekat Planlarına ilişkin bir kısım belgelerin bulunduğu görülmüştür.
Aramanın yapıldığı yerde askeri personel olarak görevli olup, soruşturma ve kovuşturma aşamasında tanık olarak dinlenen Ogün Güren, Birol Berber, Adil Yörük, Salih Koşmaz ve Mehmet Emin Baylak ifadelerinde özetle; teknik ihtiyaçlar nedeniyle kaldırılan zemin döşemelerinin altında koli ve poşetler gördüklerini, üzerinde yazılan yazı ve içindeki malzemeler itibariyle İstihbarata Karşı Koyma Kısım Amirliğine ait olduklarını anladıklarını ve bu malzemeleri, anılan kısmın amiri sanık Binbaşı K.. Y..’a verdiklerini, bu kutuları daha sonra adı geçen sanığın odasında tekrar gördüklerini belirtmişler, aynı olaya ilişkin dinlenen ve aramanın yapıldığı yerin şube müdürü olan tanık Yarbay B..A.. ise özetle; zemin döşemelerinin altında bulunup sanık K.. Y..’a ait olduğunu öğrendiği malzemeler nedeniyle adı geçen ile görüşerek malzemeleri almasını istediğini, malzemelerin eski tarihli kitap, dergi ve kullanılmış bilgisayarların hard diskleri olduğunun ilgili tarafından söylenmesi üzerine, bu durumda usulüne uygun olarak bir tutanak tanzim edip imha etmesi talimatını verdiğini, ancak daha sonra malzemelerin imha edilmediğini öğrendiğini, durumu Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı sanık A.. Ç..’e ilettiğinde, ilk anda imhasının doğru olmayacağı cevabını alması üzerine, bu konuyu konuşmak için sanık K.. Y..’ın yurt dışı görevinden dönmesini beklediğini ifade etmiş ve bu arada yapılan ihbar üzerine gerçekleşen arama sonucu anılan malzemelerin ele geçirildiği anlaşılmıştır.
Donanma Komutanlığında yapılan arama sonrasında ele geçen belgeler üzerine başlatılan soruşturma neticesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2011/554 iddianame numarası ile 11.11.2011 tarihinde 143 sanık hakkında 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.11.2011 tarihli iddianamenin kabulü kararı sonrasında CMK’nın 8 ve 11. maddeleri uyarınca aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle dosyanın, anılan mahkemenin 2010/283 esas sayılı dava dosyası ile 29.12.2011 tarihinde birleştirilmesine karar verilmiştir.
1.3-Emekli Hava İstihbarat Albay H.. B..’ün Kaldığı Evde Yapılan Arama;
19.02.2011 günü saat 16.31’de 2515 sayılı e-mail ihbarı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne yapılan ihbar üzerine, 20.02.2011 günü saat 16.30’da İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/783 sayılı arama, el koyma ve inceleme kararına istinaden emekli Hava İstihbarat Albay sanık H.. B..’ün Eskişehir’de kaldığı evde 21.02.2011 günü saat 08.50 – 09.40 arasında yapılan ve tüm aşamaları kamera ile kayıt altına alınan aramada, komodin çekmecesinde ele geçirilen flash bellekteki her bir belgenin şifresi, şifre kırma programı aracılığı ile iki günlük bir çalışma sonucu kırılmış, sanığın oğlunun adı ve doğum yılına karşılık gelen şifre kullanılarak gizlenen belgelerin içeriğinde, istihbari bir kısım bilgi ve belgelerin yanı sıra sanığın da imzasının bulunduğu istihbari raporlar ile dava konusu olaya ilişkin Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planı kapsamındaki bilgilere ulaşılmıştır.
Sanık H.. B..’ün Eskişehir’de kaldığı evde yapılan aramada ele geçen belgeler üzerine başlatılan soruşturma neticesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2011/451 iddianame numarası ile 16.06.2011 tarihinde 28 sanık hakkında 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 28.06.2011 tarihli iddianamenin kabulü kararı sonrasında CMK’nın 8 ve 11. maddeleri uyarınca aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle dosyanın, anılan mahkemenin 2010/283 esas sayılı dava dosyası ile 03.10.2011 tarihinde birleştirilmesine karar verilmiştir.
2-DELİLLER
2.1- Genel Değerlendirme;
Dijital delillerin yapısı gereği manipülasyona açık olduğu bilinmektedir. Diğer delil türlerine göre özellik arz eden bazı yönleri olmakla birlikte dijital deliller de sonuçta, deliller hiyerarşisinin kabul edilmediği, delil serbestisinin benimsendiği ceza muhakemesi sistemimizde bir ispat aracıdır. İspat aracı olan delilin değerlendirilmesinde, ceza muhakemesi hukukunda bir delil için öngörülen nitelikleri taşıyıp taşımadığı nazara alınıp, genel olarak; somut olayın özellikleri, yüklenen suçun işleniş biçimi, dosyadaki diğer deliller gibi hususlar gözetilip, özel olarak da; delilin temsil ettiği olayın niteliği, ele geçiriliş yeri, şekli ve zamanı, bu delilin sair karakteristik özellikleri gibi hususlar göz önünde bulundurulmalıdır.
Dijital deliller de, kimyasal, biyolojik ve benzeri diğer tüm deliller gibi sanıklar ya da başkaları tarafından çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmaya elverişlidir. Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme, silinme, gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar olağandır ki; yasa koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi bakımından büyük bir tehlike oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak veya nitelikli hal olarak düzenlemiştir.
Ancak, dijital delillerin değiştirilebilme kolaylığı ve sanal oluşundan hareketle hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır. Kaldı ki, dijital deliller Türk ceza muhakemesi sisteminde ilk kez bu dava ile gündeme gelmiş olmayıp, geçmişte de pek çok davada tartışılmış ve hükme esas alınmıştır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.06.2003 tarih ve 2003/167-193 sayılı kararında “Bu örgütün lider kadrosunu yakalamak amacıyla İstanbul ili Beykoz ilçesi Kavacık Mahallesinde yasadışı örgüt lideri H.. V..’nun kaldığı eve 17.01.2000 tarihinde güvenlik güçleri tarafından baskın yapıldığı, güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaya giren yasadışı örgüt liderinin öldüğü, evinde yapılan aramada bilgisayar, CD ve disketlerin kurşunlanmış ve tahrip edilmiş halde bulunduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalar sonucunda bunlarda kayıtlı bir kısım bilgilerin kurtarıldığı, kayıtlardan elde edilen ve dökümleri yapılan belgeler arasında bulunan ………isimli kişinin özgeçmiş raporunda sanık …… adının geçmesi ve ayrıca sanık ……ait özgeçmiş raporunun da ele geçirilmesi üzerine, sanığın çalıştırdığı markette gözaltına alındığı” biçiminde anlatıldığı üzere, Hizbullah silahlı terör örgütü davalarında delillerin pek çoğu örgüt kurucusunun evinde ele geçen ve sanıklarca tahrip edilmiş dijital delillerin kurtarılabilir, kullanılabilir kısımlarından oluşmuştur. Bu davalarda da, dijital delillerin içeriğine, içerik çelişkilerine, saklanma biçimine ve teknik yönüne dair ileri sürülen itirazlar, delillerin ele geçiriliş şekli, bütünlüğü, birbirlerini doğrulaması, somut olgulara karşılık gelmesi, hayatın olağan akışı ve tüm dosya kapsamları ile birlikte değerlendirilmiş ve dijital deliller mevcut halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas alınmıştır. Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.11.2009 tarih, 2009/61 – 278 sayılı, 24.12.2002 tarih, 2002/309 – 442 sayılı kararları ve Dairemizin 02.05.2002 tarih ve 2002/798 – 940 sayılı ve 06.03.2013 tarih ve 2012/11543 esas – 2013/3370 sayılı kararları da aynı doğrultuda bulunmaktadır. Ayrıca Dairemiz tarafından temyiz incelemesi yapılan İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 27.10.2011 tarih ve 2010/242 esas – 2011/174 sayılı kararına konu MLKP terör örgütüne ilişkin davada; hard disk, flash bellek ve CD’ler esas alınarak hükmolunan mahkumiyet kararı Dairemizin 25.06.2012 tarih ve 2012/1750-8053 sayılı ilamı ile onanmıştır.
Dijital delillerin içeriği ve teknik yönünden hareket ederek ileri sürülen olgular ve bu olgulara esas alınan sahtecilik iddiaları, esasen bu delillerin kolluk ve adli makamlarca ele geçirilmesinden sonraki aşamaya, delillerin korunması zincirine ilişkin olarak ileri sürülmüş değildir. Nitekim bu aşamayı, delillerin hukuka uygun biçimde korunması bakımından özenle denetleyen Dairemiz, 06.03.2013 tarih ve 2012/11543 esas -2013/3370 sayılı PKK terör örgütüne ilişkin bir kararında, sanığın aracının torpidosunda ele geçen ve dijital belge içeren USB cihazlarının “elde edilmelerinden itibaren güvenli biçimde korunarak adli makamlara teslim edildiklerini” saptamakla işe başlayıp sonra da delillerin içeriğinin ve örgütsel yönünün değerlendirilmesine geçmiştir.
Görülmekte olan davada, delillerin ele geçirilmesinden sonraki aşamaya ilişkin olarak ısrarla ileri sürülen ve bu aşamada yapılan sahtecilikler olarak iki noktada toplanan iddiaların incelenmesinde;
a-Gazeteci tarafından teslim edilen CD’lerden 9 nolu CD’nin 29.01.2010 tarihli teslim alma ve el koyma tutanağına “Vatandaşlık Taslak” ve yeşil kalemle 67 yazılı Sony marka CD ibaresiyle kayda geçirilmiş olmasına rağmen, CD’lerin bilirkişiye teslimine ilişkin 01.02.2010 tarihli tutanakta aynı CD’nin markasız marka ve “İrticai Unsurlar Aşırı Sol Unsurlar” CD no 67 olarak kayda geçirildiği ve bu hususun 9 nolu CD’nin Cumhuriyet savcılığı aşamasında değiştirilmiş olduğunu gösterdiği iddiasının gerçeği yansıtmadığı, bu iddianın, CD’lere el konulması sırasında 9 nolu CD’nin plastik muhafaza kabı üzerinde yazılı olan marka ve isimlendirme ile kayda geçirilmesi, CD’lerin bilirkişiye teslimine ilişkin tutanakta ise kapsız haldeki 9 nolu CD’nin üzerinde yazılı olan isimlendirmenin kayda geçirilmiş olmasından kaynaklandığı, bu durumun 9 nolu CD’nin kendisi ve muhafaza kabı üzerinde yapılan basit bir incelemeyle anlaşıldığı, iddia konusu hususun gazeteci tarafından teslim edilen 19 adet CD’nin tamamı için de geçerli olduğu, kaldı ki; 9 nolu CD içeriğinin sanıklara yüklenen suçlamalarla ilgisinin bulunmadığı,
b- Gazeteci tarafından 21.01.2010 tarihinde yapılan yayınların dayanağını oluşturan disklerin Cumhuriyet savcılığına teslimine ilişkin tutanakta 4 adet DVD yazılmasına karşın emanete alınan disklerin 3 adet DVD ve 1 adet CD olduğunun anlaşılması ve bu hususun 4 nolu DVD’nin adli makamlar elinde başka bir CD ile değiştirildiği anlamına geldiği iddiasının gerçeği yansıtmadığı, diskleri teslim eden gazetecinin teslim tutanağında yer alan beyanında da bu durumun “üzerinde 4 yazılı VCD de ise bu belgelerle ilgili muhtelif fotoğraflar vardır” şeklinde ifade edilmiş bulunduğu, Dairemizce yapılan incelemede de bu ifadenin doğrulandığı, üzerinde
“4” yazılı diskin DVD olmayıp CD olduğunun açıkça anlaşıldığı, tutanaktaki teslim edilen disklerin dördünün de DVD olduğuna ilişkin yazımın tutanağın düzenlenmesi sırasında oluşan maddi hatadan kaynaklandığı, kaldı ki; bu 4 nolu disk içeriğinin de sanıklara yüklenen suçlarla ilgisinin bulunmadığı, keza bu 4 adet diske kopyalanmış 19 adet CD’nin orijinal halde aynı gazeteci tarafından sonradan Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edildiği ve incelemelerin de orijinal CD’ler üzerinden yapıldığı,
Böylelikle; dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
Dijital delillerle ilgili olarak ileri sürülen diğer iddiaların, kolluk veya adli makamlarca bu delillerin ele geçirilmesinden önceki aşamaya, delillerin bir kısım sanıklarda bulunduğu veya askeri mahallerin kontrollü evrak bürosu gibi ya da Donanma Komutanlığının İstihbarata Karşı Koyma birimi gibi ilgili görevlilerden başkası tarafından girilmesi mümkün olmayan kısımlarında gizlendiği döneme münhasır kaldığı görülmektedir.
Arama ve el koyma işlemlerine ilişkin ihbar içerikleri, Donanma Komutanlığı İstihbarata Karşı Koyma biriminde yapılan aramaya esas ihbarın sanıklara yüklenen suça ilişkin olmaması, arama yapılan askeri ve sivil mahallerin özellikleri, dijital delilleri muhafaza eden sanıklar H.. B.. ve K.. Y..’ın istihbarat sınıfından yetişmiş ve bu tür manipülasyonlara karşı oldukça tecrübeli kimseler olması, tanık beyanları, aramalarda ele geçen delillerin birbirini ve başka mahallerde ele geçen delilleri doğrulaması, belgelerin tutarlılığı, arama işlemlerini gerçekleştiren görevliler, bu görevlilerin sayısı, aramanın icra ediliş şekli, aramada ele geçen diğer malzemeler, Dairemizce de izlenen arama işlemlerine ilişkin kamera kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere konulduğuna ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında; anılan delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun görülmemiştir.
Nitekim AİHM’nin sanık C.. Ç..’ın başvurusu üzerine verdiği (İkinci Daire, Başvuru no:58223/10) C.. Ç.. v. Türkiye, Kabul Edilebilirlik Hakkında Kararında, “Başvuranın, savcılık tarafından aleyhinde sunulan delil unsurlarının geçersiz olduğuna ve sonuç olarak tutuklanmasını haklı gösterecek makul şüphelerin bulunmadığına ilişkin iddiasıyla ilgili olarak, AİHM soruşturma dosyasında bir yandan aleyhte olan delil unsurlarını oluşturan dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları, diğer yandan savunma makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarının yer aldığını kaydetmektedir. Öncelikle ceza soruşturması prosedürünün sonraki aşamasında, başvuranın ileri sürdüğü gibi, delil unsurlarının inandırıcı olup olmadığını veya bunların kendisine iftira atma niteliği taşıyan sahte bir unsur olup olmadığını tespit etme yükümlülüğü ulusal yargı organlarına aittir. Şüphelilerin bulunduğu aşamada gereken olguları ispat etme seviyesiyle ilgi olarak Sözleşme’nin 5. maddesi, 1. fıkrasının gerekleri dikkate alındığında, AİHM, ceza dosyasının, başvuranın kovuşturulmasına neden olan suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler içerdiği kanaatindedir. Dolayısıyla, başvuranın Sözleşme’nin 5. maddesi, 1. fıkrası, c) bendi uyarınca, bir suç işlemiş olabileceğine dair hakkında makul şüphe oluşturacak “inandırıcı nedenlere” dayanarak yakalanıp tutuklandığına karar vermek gerekmiştir” denilmek suretiyle, bu davadaki dijital delillerin geçersizliğine ilişkin itirazların isabetsizliğine işaret etmiştir. AİHM’nin sanık Ç.. D..’ın başvurusu üzerine verdiği (İkinci Daire, Başvuru no:28484/10) Ç.. D.. v. Türkiye, Kabul Edilebilirlik Hakkında Kararı da aynı mahiyette olup bu kararda da “Mahkeme, başvurandan şüphelenmek için ciddi neden ve emarelerin varlığını öne sürerek –Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91/2 ve 100. maddeleri anlamında- başvuranı yakaladığında, ulusal hukuk makamlarının, başvuranı tutuklamak için somut delil unsurlarına dayandığını gözlemlemektedir. Mahkeme, davada başvuranın tutuklanmasının yasaya aykırı olarak nitelendirilmesi konusunda ulusal otoritelerce ileri sürülen yasal hükümlerin davada uygulanması ve yorumlanmasının keyfi ve mantıksız olduğu sonucunun ortaya çıkmadığı kanısındadır” denilmek suretiyle aynı sonucu vurgulamaktadır.
AİHM’nin bu sonuca, dava dosyasındaki aleyhte olan delil unsurlarını oluşturan dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları, diğer yandan savunma makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarını inceleyerek ulaştığı nazara alınmalıdır.
Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Mahkemece de vurgulandığı gibi iç hukukun ve ulusal yargının yetki alanına giren delilerin kabul edilebilirlikleri veya bunların değerlendirilmeleriyle ilgili konularda bir kural koymamaktadır. (Garcia Ruiz-İspanya Davası, 21.01.1999, §28). Sözleşmede, delillerin kabul edilebilirliğinin belirlenme yöntemini gösteren ve hangi kanıtların kabul edilebilir olduğunu belirleyen bir kural yoktur (Schenk–İsviçre Davası, 12 Temmuz 1988, §45-46; Teixeira de Castro–Portekiz Davası, 09 Haziran 1998, §34; Heglas–Çek Cumhuriyeti Davası, 01 Mart 2007, §84). Mahkemenin yerleşik içtihadına göre kanıtların kabulü ve değerlendirilmesi öncelikle ulusal mahkemelerin görevidir (Van Mechelen ve Diğerleri–Hollanda Davası, 23 Nisan 1997, §50; Rachdad–Fransa Davası, 13 Kasım 2003, §23).
Buna göre; dosya kapsamında yer alan ve hükme esas alınan dijital delillerin esasını korudukları, ilişkin oldukları olayları temsil niteliklerinin ortadan kalkmadığı, ulaşılma, elde ediliş ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu, açıklanan kabule göre; hayatın olağan akışına, akla ve mantığa uygun bulunduğu ve böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas alınmalarının isabetli olduğu neticesine varılmıştır.
Bu nedenlerle dijital delillerin mevcut halleriyle hükme esas alınamayacağına ilişkin temyiz itirazları yerinde bulunmamış ve AİHM tarafından suçun işlenmiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek nitelikte görülen delillerin bu niteliklerinin davanın sonucunda değişmediği anlaşılmış ve diğer deliller ile tüm dosya kapsamı karşısında hükme esas alınmasında bir isabetsizlik görülmemiştir.
2.2- Özel Değerlendirme;
İmza bloğunda Orgeneral Ç.. D..’ın adının yazılı olduğu Balyoz Güvenlik Harekat Planı adlı 11 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde; “28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002 seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber, ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı, Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin laiklik karşıtı ve irticai unsurların etkisine girmeye başladığı, son zamanlarda varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içinde bulunduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini değiştirme gayretlerinin gizlenemeyecek kadar aşikâr ve had safhaya ulaştığı”,
İmza bloğunda Oramiral Ö.. Ö..’in adının yazılı olduğu Suga Harekat Planı adlı 12 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde; “Türkiye’nin 2002 seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber anti-laik ve irticai unsurların etkisine girmeye başladığı, özellikle ılımlı islam devleti oluşturulması yönündeki çabaların arttığı, gelinen noktada, bu tür eylemlerin artarak devam edeceği ve bunun Türkiye’nin egemenlik-birlik ve bütünlüğüne zarar verebilecek boyutlara taşınabileceği”,
İmza bloğunda Orgeneral H.. F..’nın adının yazılı olduğu Oraj Hava Harekat Planı adlı 5 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde ise; “İrticai faaliyetlerin Türkiye Cumhuriyetinin anayasası ile belirlenen demokratik laik ve sosyal bir hukuk devleti olma özelliklerini tehdit etmekte olduğu, irticanın 2002 Kasım seçimleri ile beraber cesaret kazandığı, AKP hükümetinin 28 Şubat ile şekillendirilen ortamın bozulmasına neden olduğu” şeklinde paralel durum değerlendirmesi yapıldığı anlaşılmakla;
Türk Silahlı Kuvvetlerindeki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurasında Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Ö.. Ö.. ve Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral H.. F.. ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava unsurları olarak harekat ve eylem planları hazırlama ve hazırlanan planları gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları,
Bu kapsamda 1.Ordu Komutanı Ç.. D..’ın, ittifak ettiği ast birlikleri olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile 1.Ordu ve Harp Akademileri Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat Planının eki olan “görevlendirmede yetkili personeli” belirleyen EK-A listesinin oluşturulduğu anlaşılmıştır.
Balyoz Güvenlik Harekat Planına göre, “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesinde yer alan askeri personelin statüsü, “kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden, harekatın kendi sorumluluk bölgelerinde planlama, hazırlık, koordinasyon ve icrasından sorumlu olan” şeklinde belirlenmiş olup, anılan listede yer alan personelin;
a.Özel operasyon ve sorgulama timlerinde görevlendirilecek personel,
b.Özel görevli toplama timlerinde görevlendirilecek personel,
c.Sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirilecek personel,
ç.Darbe harekatı timlerinde görevlendirilecek personel,
d.Gözaltı timlerinde görevlendirilecek personel,
e.Hasar tespit timlerinde görevlendirilecek personel,
f.Kamu kurum ve kuruluşlarında görevlendirilecek personel,
g.Özel hastaneler ve ilaç depolarında görevlendirilecek personel,
ğ.Gümrükler, depolar, ambarlarda görevlendirilecek personel,
h.Alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personel listelerini oluşturması,
1. Ordu Komutanlığı Harekat Başkanlığı sivil memuru M..Ü..’nin 25.02.2010 tarihli 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığınca alınan ifadesinde hatırladığını beyan ettiği, Aralık 2002 tarihli, imza bloğunda Ordu Komutanı emriyle 1. Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral N.. B.., paraf hanesinde 1.Ordu İstihbarat Başkanı Kurmay Albay İ.. O.., 1. Ordu Harekat Kurmay Y.Başkanı Tuğgeneral M.. Ö.., koordine kısmında ise 1.Ordu Harekat Başkanı Kurmay Albay S.. T..’nin isimlerinin bulunduğu, “1 nci Ordu Plan Semineri – 2003” konulu üst yazı ile istenildiği,
Dosya kapsamına göre de, 1. Ordu, 2, 3, 5 ve 15. Kolordu ile Harp Akademileri Komutanlıklarınca “görevlendirme kategorileri ve çizelgesi” başlıklı yukarıda “a”dan “h”ye kadar isimleri belirtilen “EK-B” listelerinin hazırlanarak 1.Ordu Komutanlığına gönderildiği ve imza bloğunda 1.Ordu İstihbarat Başkanı Kurmay Albay İ.. O..’ın olduğu “1 nci Ordu Komutanlığı Güvenlik Harekat Planının Uygulanması Kapsamında Görevlendirilecek Personel Listesi” başlığı altında “EK-M Lahika-1” adı ile birleştirildiği anlaşılmaktadır.
Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral M.. G.., Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı Tümamiral A.. Ö.., İstanbul Boğaz Komutanı Tümamiral T.. B.. ve Ege Deniz Bölge Komutanı H.. H.. ile mutabakata vardığı anlaşılan Donanma Komutanı Oramiral Ö.. Ö..’in, deniz unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesi kapsamında, Gölcük, Ankara, İzmir ve İstanbul Birlik Komutanlıkları ve bu komutanlıklar altında koordinatörlükler oluşturmak suretiyle, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya gitme kararı aldıkları ve bu doğrultuda Suga Harekat Planına ek “görev bölümü” başlıklı “EK-A” listesinin hazırlandığı, sonrasında;
-Amirallere ait “HASSAS” listenin oluşturulması,
-Ülke genelinde milli mutabakatın oluşturulması maksadıyla gerekli eylem planlarının hazırlanması,
-Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığı bağlılarında görevli müzahir personel,
-Deniz Harp Okulu müzahir öğrenci,
-Ankara, İstanbul, Gölcük, Çanakkale, Akdeniz, İzmir, Marmaris, Karadeniz, Deniz Hava Üs Komutanlığı ve Yurtdışı müzahir subay/astsubay listelerinin hazırlanması,
-İcra safhası ve öncesinde gerekli operasyonel faaliyetleri yürütecek personel listesinin oluşturulması,
-TSK’dan ilişiği kesilecek ve görev yeri değiştirilecek Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personel listesinin oluşturulması,
-Öncelikli ve özellikli görevlendirme listesinin hazırlanması “çalışma grupları görev bölümü” başlıklı EK-B listesinde belirlenen askeri personelden istenmiş; “ülke genelinde milli mutabakatın oluşturulması maksadıyla gerekli eylem planlarının hazırlanması” dışındaki diğer tüm görevlerin yerine getirildiği tespit edilmiştir.
Hava unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak personel ile anılan personelin görev bölümleri ve çalışma gruplarını gösterir Oraj Hava Harekat Planının ana eklerine soruşturma kapsamında ulaşılamadığı dosya içeriğinden anlaşılmakla birlikte, gerek Gölcük’te Donanma Komutanlığı, gerekse Eskişehir’de emekli Hava İstihbarat Albay H.. B..’ün kaldığı evde ele geçen dijital belgelerden, Hava Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral K.. P.., Plan Prensipler Başkanı Tümgeneral B.. B.., İstihbarat Başkanı Tümgeneral Z.. G.. ile mutabakata vardığı anlaşılan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral H.. F..’nın, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya gitme kararı aldıkları ve bu doğrultuda çalışmaya başladıkları, Oraj Hava Harekat Planı ve eksik olarak ele geçen ekleri ile Orgeneral H.. F.., Tümgeneral K.. P.., Tümgeneral B.. B.. ve Tümgeneral Z.. G.. arasında gerçekleşen yazışmalardan anlaşılmaktadır.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “İCRA” başlıklı bölümünde, “öncelikli ve acil olarak, AKP yönetiminin tasfiyesi ve işbirlikçilerinin saf dışı bırakılması maksadıyla, harekat alanının şekillendirilmesi de dahil olmak üzere, resmi/gayri resmi tüm yurtseverlerin seferber edilerek, başta Silahlı Kuvvetlerin imkân ve kabiliyetleri olmak üzere maddi ve manevi tüm güçlerin kullanılması”, yine aynı planın “HAZIRLIK SAFHASI” bölümünde, “AKP ve irticai gruplara yönelik istismara açık noktalar mevcut ve oluşturulması düşünülen yasal mevzuat çerçevesinde değerlendirilerek, gerektiğinde istismar noktaları oluşturulması için sızdırılan personelin kullanılması amacıyla alternatif planların oluşturulması”, “HAREKÂT ORTAMININ ŞEKİLLENDİRİLMESİ SAFHASI” bölümünde ise, “İstanbul ve civarı başta olmak üzere hassasiyet arz eden şehirlerde iltisaklı kişilerin sevk ve idare ettiği halka yönelik eylemlerin yapılması” kararlaştırılmıştır.
Bu bağlamda; Gölcük’te Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçen 10 nolu CD içerisinde “planlar” adlı klasörde İsmailağa, Beyazıt, Fatih ve Eyüp Camilerine ilişkin ekip lideri ve altındaki personelin belirlendiği “görevlendirme çizelgesi” ve bu görevlendirmeye uygun olarak görev alan personelin anılan camilere yönelik gerçekleştirdiği keşif, gözlem ve değerlendirmeler ile tedhiş eylemleri için en uygun camilerin belirlendiği “karar matrisi” bulunmaktadır. Anılan dört camiye ilişkin düzenlenen karar matrisine göre, tedhiş eylemleri için en uygun camilerin Beyazıt ve Fatih Camileri olduğu belirlendikten sonra Fatih Camiine yönelik olarak “Çarşaf Eylem Planı”, Beyazıt Camiine yönelik olarak da “Sakal Eylem Planı” hazırlanmıştır.
Çarşaf Eylem Planına göre; “ölümden daha çok yaralanmaya sebep olacak şekilde hazırlanacak tahrip düzeneğinin bir çanta içerisine yerleştirilmiş olarak Tahrip -A tarafından camii içerisinde caminin iç kısımlarındaki cemaate yakın ayakkabılığa bırakılarak kendisinin de cami çıkışında kapıya yakın bir yerde yerini alması, faaliyetin Cuma namazının farzının kılınmasından sonra icra edilmesi, Tahrip-A’nın farzın kılınmasını müteakip süratle camiden çıkması ve “Tahrip Hazır” işaretini vererek, “Tahrip hazır işaretini” gören ve camii avlusunda bekleyen Tahrip-B’nin, camii avlusundan çıkıp 300 m. kadar uzaklaştıktan sonra ilgili telefon numarasını arayarak tahribi gerçekleştirmesi, patlama esnasında; Kayıt –A’nın camii üst katından, Kayıt-B’nin camii alt katından patlama anını ve sonrasında oluşan panik havasını çekerek, patlama sonrası önce camii avlusunda toplanan ve sonra ana caddeye intikal ederek caddeyi kapatan öfkeli kalabalığın camii avlusunda toplanmasını ve caddedeki eylemlerini hem Kayıt-A hem de Kayıt-B’nin birbirlerinden bağımsız ayrı noktalardan üzerlerindeki video kayıt cihazlarıyla kaydetmeleri ve görüntülerin ivedi olarak internet üzerinden yayılmasının sağlanması, Tahrik- A ve Tahrik-B’nin irtibatlı bulundukları ve halkın içerisine sızmış bulunan provokatörleri harekete geçirerek, böylece Cami
cemaatinin, çoğunluğunu Fatihli esnafın oluşturduğu öfkeli radikal grupla ana cadde üzerinde birleşmesi sağlanarak, yapılacak manipülasyonlarla öfkeli grubun yaşananları irticai söylemler ve sloganlar eşliğinde protesto etmesinin sağlanacağı” kararlaştırılmıştır.
Sakal Eylem Planına göre; “ölümden daha çok yaralanmaya sebep olacak şekilde hazırlanacak tahrip düzeneğinin bir çanta içerisine yerleştirilmiş olarak Tahrip -A tarafından abdest alınırken şadırvanda unutulmuş görüntüsü verilerek bırakılacağı, Tahrip-A’nın malzemeyi bırakmayı müteakip derhal Camii avlusundan çıkarak işaretini vereceği, Tahrip-A’nın işaretini gören Tahrip-B’nin sahaflar çarşısı içinden ilgili telefon numarasını arayarak tahribi gerçekleştireceği, patlama esnasında ; Kayıt –A’nın, cami içerisinden özellikle patlama anını ve sonrasını, Kayıt –B’nin ise patlama sonrası camiden çıkarak ve patlama ile avluda oluşan panik havasını çekeceği, öfkeli kalabalığın meydanda toplanmasını müteakip hem Kayıt-A hem de Kayıt-B’nin meydanda kayıtlarına devam ederek, görüntülerin ivedi olarak internet üzerinden yayılmasının sağlanacağı, Tahrik-A ve Tahrik-B’nin irtibatlı bulundukları ve halkın içerisine sızmış bulunan provakatörleri harekete geçirerek, böylece Cami cemaatinin, çoğunluğunu üniversiteli gençlerin oluşturduğu öfkeli radikal grupla İstanbul Üniversitesi Meydanında birleşmesi sağlanarak, öfkeli grubun yaşananları irticai söylemler ve sloganlar eşliğinde protesto etmesinin sağlanacağı” kararlaştırılmıştır.
Görüldüğü üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapılanması dışında, ayrı bir teşkilat ve hiyerarşik yapılanmaya gidilerek, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı hükümetten uzaklaştırma amacıyla kara, deniz ve hava unsurlarının tam bir işbirliği ve eylemli paylaşım anlayışı ile hareket ettikleri, bu kapsamda;
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “İCRA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “Bölücü Terör Örgütü ve El Kaide’nin büyük şehirlerde özellikle İstanbul’da eş zamanlı büyük eylemleri ve anılan eylemler sonrasında icra edilecek, STK ve üniversiteler ile koordine edilerek yönlendirilecek çok geniş katılımlı toplumsal gösteriler ve eylemler neticesinde oluşan kaos ve karmaşa nedeniyle öncelikle olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetimin ilan edileceği,
……
Olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetim ilanını müteakip derhal, AKP Hükümetinin iktidardan zorla uzaklaştırılarak ve mevcut irticai yapılanmanın şiddetle bertaraf edilerek, belirlenen kadroların iktidara getirilmesinin yolunun açılacağı” belirtilmektedir.
Buna göre, hükümetin iktidardan uzaklaştırılması için öncelikle, hükümetin olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanına mecbur bırakılmasının gerekmekte olduğu, bu noktada oluşumun deniz unsurlarının “SUGA”, hava unsurlarının “ORAJ” adlı harekat planlarına bakıldığında;
Suga Harekat Planının “VAZİFE” başlıklı bölümünde, “SUGA Komutanlığı tarafından, Sıkıyönetim Kanunu’nda belirtilen yetkilerin kullanarak iç tehditle mücadeleyi kolaylaştırmak üzere kısmi seferberlik ilan edilmesi maksadıyla;
a. EGAYDAAK’larda Yunanistan’ın Türkiye aleyhine fiili uygulamalarının engelleneceği,
b. Ege Denizi’nde icra edilen tatbikatlarda Yunanistan ile çatışmaya varmayan gerginliği tırmandırıcı durumların oluşturulacağı,
c. Yunan Adaların 6-12 mili arasında sancak/varlık gösterileceği,
ç. Emredildiğinde Yunan unsurlarına karşı Ege ve Doğu Akdeniz’de caydırıcı ve zorlayıcı tedbirler alınarak krizin tırmandırılmasına yönelik faaliyetlerin icra edileceği”
“İCRA” başlıklı bölümünde, “Harekâtın maksadının; Ege Denizi’nde Yunanistan ile çatışmaya varmayan faaliyetler ve küçük çaplı çatışmalarla krizi tırmandırmak ve kısmi seferberlik ilan edilmesi için gerekli ortamın oluşturulması” olduğu belirtilmekte,
Oraj Hava Harekat Planının “VAZİFE” başlıklı bölümünde, “Türkiye genelinde sıkıyönetim ilan edilmesini sağlamak ve Sıkıyönetim Komutanlıklarının faaliyetlerinin başarıya ulaşmasını sağlamak maksadıyla; Yunanistan’la gerginliğin artırılacağı ve irtica yanlılarının tahrik edilerek TSK aleyhine faaliyetlere başlamalarının sağlanacağı, envanterindeki mevcut silah sistemlerini kullanarak psikolojik etki yaratılarak hükümet ve TBMM üzerinde baskı kurulacağı” ifade edilmekte,
“İCRA” başlıklı bölümünde, “Türk Hava Kuvvetlerinin Ege Denizindeki uçuşlarının sayısının artırılacağı, Türk savaş uçaklarının Yunanistan tarafından engellendiği ve taciz edildiğinin gündeme getirileceği,
Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde ve özellikle Filolarda Yunan Hava Kuvvetlerine yönelik husumet ve gerginliğin kontrollü olarak artırılarak, pilotların uçuşlarda daha agresif olmalarının sağlanacağı, benzer olaylarda meşru müdafaa kapsamında atış dahi yapabileceği gayri resmi olarak pilotlara deklere edileceği,
Hükümetin sıkıyönetim ilan etmesi sağlanıncaya kadar faaliyetlere aralıksız devam edileceği” belirtilmektedir.
Bu kapsamda EGAYDAAK (Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar) çalışma gruplarının oluşturulduğu, grupların anılan konuya ilişkin çalışmalar yaptıkları,
Harekatın başlaması ile birlikte gözetim altına alınacak bürokrat, yerel yönetici, medya mensubu gibi hassas şahısların Yassıada ve İmralı Ada’ya transferlerinin nasıl gerçekleştirileceklerine ilişkin planlamaların yapıldığı,
Planın uygulanmasına engel olabilecek komutanların harekatın başlaması ile birlikte gözaltına alınmalarının kimler tarafından gerçekleştirileceğinin belirlendiği, bu kapsamda Jandarma, Kara ve Deniz Kuvvetlerine yönelik hazırlanan “GEN ETÜD” ve “HASSAS PERSONEL LİSTESİ EK-C” adlı listelerde Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup 293 general ve amiralin plan ve harekata destek durumlarına ilişkin, “destekler, desteklemez, (+), (-) şeklinde tespitler ile ayrıca kimi isimler için ise “kişiliksiz, geçimsiz, şahsi menfaatlerini ön plana çıkarır” şeklinde değerlendirmelere de yer verildiği anlaşılmaktadır. Ancak dosya içeriği itibariyle temel birçok dokümanı ele geçirilemeyen Oraj Hava Harekat Planı kapsamında, hava unsurlarının benzer nitelikteki belgesine ulaşılamamıştır.
Yine, oluşumun deşifre olması durumunda alternatif hareket tarzlarının geliştirilmesi, muhtemel adli ve idari soruşturmalara yönelik tedbirlerin alınmasına ilişkin çalışma grupları oluşturulmuş, “ihtimalat planları”nın hazırlanması yoluna gidilmiştir.
Jandarma unsurlarının, olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanının sağlanması maksadıyla harekat ortamının şekillendirilmesine yönelik yukarıda izah edilen “sakal” ve “çarşaf” eylem planları dışında, imza bloğunda Jandarma Kurmay Binbaşı H.. Y..’ın isminin yazılı olduğu “sivil toplum kuruluşlarına yönelik eylem planı”nda ise, “Ekümeniklik konusunda kamuoyu oluşturmak için faaliyetlerde bulunduğu bilinen Rum Patrikhanesinin süresiz kapatılacağı, Patrik Bartholomeos ve diğer yöneticilerin tutuklanacağı, Rum Patrikhanesi’nin tüm mal varlığının, Türk Ortodoks Patrikhanesine devredileceği, azınlıklara ait eğitim
kurumları, hastane, basın yayın organları, dernek ve vakıfların faaliyetlerinin ikinci bir emre kadar durdurulacağı, zararlı faaliyette bulundukları tespit edilenlere el konulacağı, zararlı faaliyette bulunmaları neticesi el konulan azınlıklara ait eğitim kurumu, hastane, basın yayın organı, dernek ve vakıf yöneticilerinin mal varlıklarına el konulacağı” öngörülmüş, bu hususa ilişkin olarak, 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y.., 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen 1.Ordu Plan Seminerinde, “İstanbul da yaşayan azınlıklara ait ibadet, eğitim kurumlarıyla, hastane, basın yayın organları, dernek ve vakıflar yansıda sunulmuştur. Yasalarımıza bağlı gözükmekle beraber Rum Patrikanesi’nin Ekümeniklik konusunda kamuoyu oluşturmak için faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir” şeklinde açıklamada bulunduğu da görülmüştür.
1.Ordu Komutanlığının görev alanında bulunan İstanbul ve Bursa Jandarma Bölge Komutanlıklarının sorumluluk sahaları içinde, “kilit görevlere atanacak personel”, “görevlendirilecek personel”, “tutuklanacak AKP üyeleri”, “gözaltına alınacak belediye başkanları”, “gözaltına alınacak siyasi parti üyeleri”, “görevli mülki amir ve belediye başkanlarının durumları”, “kapatılacak dernekler”, “plana destek verecek dernekler”, “kiliseler ve sinagoglar”, “arama yapılacak yerler”, “gözaltına alınacak irticai örgüt mensupları” ve “tutuklanacak irticai örgüt liderleri”ni gösterir listelerin hazırlandığı, İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığında görevli olup listelerin imza bloğunda adı bulunan İstihbarat Şube Müdürü Jandarma Albay K.. A.., 24.02.2010 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında şüpheli sıfatıyla müdafii huzurunda alınan ifadesinde, “yapılan listelerin rutin bir istihbarat faaliyeti olduğunu, listelerin hazırlanması konusunda üstü olan İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Abdulkadir Eryılmaz tarafından emir verilmiş ise, gereği için kendisinin de illere göndermiş olabileceğini ve illerden gelen listeleri birleştirmek suretiyle karargâh çalışması olarak üstlere sunmuş olabileceğini” belirtmek suretiyle anılan listeleme çalışmalarını kabul ettiği, bu maddi gerçeği doğrular şekilde, İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Abdulkadir Eryılmaz 25.11.2010 tarihli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında şüpheli sıfatıyla müdafii huzurunda alınan ifadesinde, “listelerin hazırlanması konusunda kendisinin emir vermediğini, bu listelerin emir komuta zinciri dışında hazırlanmasının da mümkün olduğunu” beyan etmiş, aynı hususa ilişkin olarak 03.02.2012 tarihli duruşmada alınan savunmasında da, “Cumhuriyet savcılığında, bu fişlemelerin emir komuta zinciri dışında hazırlanması mümkün müdür diye bir soru var. Bu soruyu aldığımda sayın Savcımıza şunu söyledim zapta geçmeden. Bu emir komuta ile emir komuta zinciri içinde yapılır desem ben şüpheli sıfatıyla karşınızdayım. Benim komutamda yapıldığı anlaşılır. Emir komuta dışında, zinciri dışında yapıldı desem o zaman 2 personelimin ismi var bana sorulan sorularda. Bunların hakkında bir şüphe kapalı olarak da olsa bir şüphe anlamı taşır dedim. Dedi; hayır o manayı taşımaz. Yukarıda bu listelerle ilgili bizim görev ve fonksiyonumuz yok dediniz. Avukata danışayım dedim. Avukata danıştım o da hayır efendim dedi, bir behis yoktur dedi. Ben emir komuta zinciri dışında yapılır şeklinde bir beyanda bulundum. Buradaki kastım kesinlikle bir personelimi, personelime şüphem olduğu yolunda değildir. Böyle bir şeyim savunmam içerisinde de yapılamayacağını ifade ettim. Tek başına 2 karargah subayının yapabileceği iş değil. Benim karargahım bilgi toplamakla yetkili ve bu bilgi toplama konusunda kadrosu olan bir karargah değildir. Ast birliklerden gelen bilgileri derler buna dair kıymetlendirme yapar. O itibarla bu sorum yanlış anlaşılmasın diye düzeltiyorum. Hiç kimse ilgili bir kastım burada yoktur. Tabi üçüncü bir cevabı varmış onu burada öğrendim. Yetkisiz ve başkaları tarafından yapılabileceği hususunda bir noktaya bulunduğum süre içerisinde gelmiş bulunuyorum” biçiminde anlatımda bulunduğu, yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen 11 nolu CD ve Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçen 1 nolu TDK marka CD içerisinde bulunan, imza bloğunda İstihbarat Şube Müdürü Jandarma Yüzbaşı Y.. G..’ın adının bulunduğu “Bursa İli ve İlçelerinde Görevli Mülki Amir ve Belediye Başkanlarının Durumu” başlıklı siyasi görüş ve genel tutumlarını içerir fişleme niteliğindeki çalışmanın aynısı olup adı geçene ait olan ıslak imzalı belgenin Gölcük Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçirilmiş olması ile listeleme çalışmalarının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde teyit edildiği anlaşılmış olup,
Dosya kapsamındaki çalışmalara ilgili oldukları alanlar bakımından rakamsal olarak bakıldığında, yaklaşık; 5000 subay ve astsubayın (Özel operasyon ve sorgulama timlerinde, özel görevli toplama timlerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, darbe harekatı timlerinde, gözaltı timlerinde, hasar tespit timlerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, özel hastaneler ve ilaç depolarında, gümrükler, depolar, ambarlarda, alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personeller, müzahir personeller, operasyonel faaliyetleri yürütecek personeller, öncelikli ve özellikli görevlendirilecek personeller ve sıkıyönetim görevlerinde kullanılacak personelin yaklaşık 3500 kişi olduğu) sicil ve görev yerleri ile, 13000 sivil (Çeşitli bakanlıklar ve bağlı kuruluşlarında çalışan üst düzey kamu personeli, Yargıtay ve Sayıştay üyeleri, hakim, savcı, vali, kaymakam, belediye başkanı, emniyet mensubu, siyasi parti üye ve yöneticileri, öğrenciler vs.) kişinin görev yerleri ve bazı kişisel bilgileri ile, 2000 tüzel kişinin adresleri ile birlikte belirlenmiş kategoriler içinde listelendiği görülmektedir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında; yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan Balyoz Güvenlik Harekat, Suga Harekat ve Oraj Hava Harekat planları ile diğer planların ve bunlara ilişkin organizasyon, görevlendirme ve bu görevlendirmelerin gereklerine dair çok geniş bir coğrafi alana yayılan, yaklaşık 20000 gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003 yılına ait bilgi ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların, ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler, yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntıları ile sanıkların görev, unvan ve çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç suça matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir alanı ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte bir plan ve eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış olmasının hükme esas alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında mümkün görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm belgelerin suç tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bir anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş icra hareketlerini gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu kapsamda; oluşumun yasadışı olması, çalışmanın kapsamı, nispeten kısıtlı imkan ve personelle hukuka aykırı olarak ve gizlice yapılması ile tanıklar M.. Ü.., S..E.. B.., B.. A.., O..G.., B.. B.., A.. Y.., S.. K..ve M..E..B..’ın anlatımları da nazara alındığında; planlama, görevlendirme ve çalışmaların askeri hiyerarşiye, yazışma şekil ve tekniklerine uymadığına ve belgelerin içeriğine ilişkin itirazlar yerinde görülmemiştir.
2.3- Dijital Belgelerin Saklanması;
Sanıklar tarafından hazırlanan planlar, yapılan organizasyon ve görevlendirmeler, görevlendirmelerin gereklerine ilişkin çalışmalar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı, meşru görev ve yetkileri, mutad imkan ve kabiliyetleri kullanılarak açıktan yapılmış ve bu nedenlerle her zaman kolaylıkla tekrarlanabilir nitelikte işler olmayıp, ayrı bir hiyerarşik yapı ve illegal bir organizasyon ile gizlilik ve güvenlik prensiplerine uyularak nispeten kısıtlı imkanlarla yapılan işler olduğundan, imha edilmeyip daha sonra kullanılmak üzere ele geçirildikleri tarihe kadar saklanmaları, sanıklar tarafından girişilen eylemin ve ulaşılmak istenen neticenin mahiyetine ve bu çerçevede hayatın olağan akışına uygun görülmüştür. Kaldı ki aynı mahallerde Balyoz, Suga, Oraj harekat planları ve icrası ile ilgisi olmayan ancak Türk Silahlı Kuvvetlerinin görev ve yetkileri ile de ilgisiz aynı mahiyetteki ve sanıklar tarafından da kabul edilen çok sayıdaki belgenin de saklanmakta olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, yapılan bu tür yasadışı çalışmaların daha sonra yapılacak benzer faaliyetlerde de kullanılmak gibi sebeplerle saklanmakta olduğu sonucuna varılmaktadır.
Belgelerin ele geçiriliş şekli ve mahalleri, planlar dahilinde görevlendirilecek unsurların çeşitliliği ile de uyumludur. Plan ve planın icrası kapsamında, kara, hava ve deniz unsurlarının yer alması ile plan ve diğer belgelerin Donanma Komutanlığına ait istihbarat görevi icra eden bir mahalde ve Hava Kuvvetlerinden istihbarat görevindeyken ayrılmış bir emekli albayda gizlenmiş olarak ele geçirilmiş olması ve gazeteciye ulaştırılmış olan belgelerin de kara unsuru olan 1.Ordu Komutanlığının kozmik oda olarak bilinen kontrollü evrak bürosundan çıkarılmış olması arasındaki paralellik, oluşa ilişkin kabulün hayatın olağan akışına uygun olduğunu göstermektedir. Dava konusu plan ile bu kapsamdaki belgelerin, ilgili suçun icrası kapsamında olsun ya da olmasın, bu planın icrasında görev alan unsurlara ait yerlerde ve mensup kişilerde en az bir nüsha olarak çıkması görev bölümü ve oluşumu doğrular nitelikte görülmüştür.
2.4- 05-07 Mart 2003 Tarihli Plan Semineri
2.4.1- Süreç;
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “HAZIRLIK SAFHASI” adlı bölümünde, “Balyoz Güvenlik Harekat Planının, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde, “GİZLİ” gizlilik derecesinde ve özel seçilmiş, sınırlı sayıda personelin katılımıyla icra edilecek bir plan seminerinde denenip müzakere edileceği”,
“AST BİRLİKLERE GÖREVLER” adlı bölümünde ise, “Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde oynanacağı plan seminerine kadar, irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm listeler ile teşkil edilecek olan özel görev timlerinin listelerinin güncelleneceği” ifade edilmek suretiyle, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının 2003 yılı Tatbikat Programlama (TATPROG) dokümanına göre, 04-06 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde icra edilecek olan plan seminerinde, örtülü şekilde Balyoz Güvenlik Harekat Planının görüşüleceğinin kararlaştırıldığı,
Ayrıca 1.Ordu Komutanlığının, Tuğgeneral M.. Ö.. imzalı 07 Şubat 2003 tarihli yazısında, icra edilecek plan seminerindeki arzların mutlaka somut verilere dayandırılmasının ast birliklere emredilmesi suretiyle, Balyoz Güvenlik Harekat Planının yukarıda bahsedilen “ast birliklere görevler” başlıklı bölümü ile de paralellik sağlandığı,
1.Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın, 05 Mart 2003 günü plan seminerinin açılışında, “Aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz. İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz, yaşadığımız durumları ve gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz ve olası en kötü senaryo derken o kötü senaryodan daha kötü senaryo aslında. Gelişmeler bir yönüyle bundan bir kaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek bilmiyorum. Öyle bazı endişe verici bazı gelişmeler de var. Bütün gelişmeler içerisinde tabi sağduyulu ve sağlam düşünmek sağlam duruş vaziyetinde olması lazım silahlı kuvvetlerinin, çünkü halkımızın bütün olumsuz gelişmelere karşı tek dayanağı yine silahlı kuvvetler. Bu bakımdan da bu olumsuz gelişmeler içte gelişecek olumsuz gelişmelere karşı hazırlıklı olmak planları gözden geçirmek ve hatta yoksa planlarımız yeni planlar üretmek durumundayız ….. şimdi arkadaşlar, bu bir jenerik senaryo ama günümüzdeki gelişmelerle bir paralellik taşıyor” şeklindeki ifadelerinin de bu durumu teyit eder nitelikte olduğu anlaşılmıştır.
1.Ordu Komutanlığının 12 Aralık 2002 tarihli Plan Çalışması Uygulama Esasları yazısında plan seminerinin, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” esas alınarak icra edileceğinin belirtildiği; Kara Kuvvetleri Komutanlığının 02 Ocak 2003 tarihli yazı ve eklerine göre ise, icra edilecek plan seminerinde “Türkiye ile Kırmızı arasındaki sorunların barışçı yollardan çözümlenememesi ve giderek tırmanan gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içinde Ertuğrul Harekat Planı incelenmek suretiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığının Dumlupınar veçhesi gereği hazırlanan Harekat Planının geliştirilmesi, uygulamaya dönük hazırlıkların ve komuta kontrol sistemlerinin gözden geçirilmesi” hedeflenmiş ve 03 Ocak 2003 tarihli yazısına göre de “plan seminerinin, Genelkurmay Başkanlığı TATPROG 2003-2006 dokümanında emredildiği şekli ile icra edilmesi”, teklif edilen “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryonun” ise 04-06 Mart 2003 tarihli plan seminerinden sonraki bir tarihte “plan çalışması” şeklinde incelenmesi emredilmiştir.
Genelkurmay Başkanlığı TATPROG 2003-2006 dokümanı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının 03 Ocak 2003 tarihli açık emrine rağmen, 1.Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın icra edilecek plan seminerini Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının öngördüğü kapsamda yapmama kararlılığı nedeniyle, 1.Ordu Komutanlığı Karargahı tarafından, Ordu Komutanı ile Kuvvet Komutanının arası açılmasın düşüncesi ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içermeyen 14 Ocak 2003 tarihli, 1.Ordu ast birliklerine ise Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içerir 15 Ocak 2003 tarihli; “1.Ordu Plan Semineri-2003” konulu yazının gönderilmesi düşünülmüş ancak, hem ast birliklere hem de Kara Kuvvetleri Komutanlığına Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içerir 31 Ocak 2003 tarihli tek bir yazının gönderilmesine karar verilmiş olduğu, 1. Ordu Komutanlığı Harekat Y.Başkanı Tuğgeneral M.. Ö.. ve Harekat Şube Müdürü Kurmay Albay S.. T..’nin anlatımlarından anlaşılmıştır.
İcra edilecek plan seminerine ilişkin olarak 1.Ordu Komutanlığınca ast birliklere gönderilen 04 Ocak 2003 tarihli yazıda, seminerin 1 ve 2. gününde Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryonun, 3. gününde ise Egemen Harekat Planının esas alınacağı belirtilmiş iken, 06 Şubat 2003 tarihli yazıda, 04 Ocak 2003 tarihli emre ilişkin olarak metinden “Egemen Harekat Planı esas alınarak” ifadesinin çıkartılarak yerine “önceden gönderilecek özel durum esas alınarak” ifadesinin ilave edilmesi istenmiştir.
1.Ordu Komutanlığının 21 Şubat 2003 tarihli yazısı ile, 04-06 Mart 2003 tarihinde icra edilmesi planlanan seminerin 05-07 Mart 2003 tarihine alındığı ast birliklere bildirilmiştir.
Kara Kuvvetleri Komutanlığının “Harp Oyunu ve Plan Tatbikat/Seminerleri İcra Esasları”na göre, plan seminerinde gerçek isimlerin kullanılmayacağı belirtilmesine rağmen, 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen plan seminerinde görevden uzaklaştırılması düşünülen bazı yer belediye başkanlarının adları ile imam hatip lisesi müdürlerine yer verildiği, ayrıca aynı emirlere aykırı olarak 1. Ordu Komutanı Ç.. D..’ın talimatı ile plan seminerindeki konuşmaların kayıt altına alındığı da görülmüştür.
2.4.2- Plan Seminerinde Yapılan Konuşmaların Balyoz Güvenlik Harekat Planı İçeriğini Doğrulaması;
Duruşmada sanıklar tarafından da doğrulanan plan seminerine ilişkin ses kayıtları dinlendiğinde, söz alan kimi katılımcıların, Balyoz Güvenlik Harekat Planı ve nihai hedefini seminerde örtülü bir biçimde tartıştıkları, siyasi iktidara yönelik yapılan askeri darbelerin yerinde müdahaleler olduğuna ilişkin anlatımlarda
bulundukları, bu kapsamda; 5. Kolordu 3. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcısı Kurmay Albay E.. A..’ın, “Komutanım Türk Silahlı Kuvvetleri en tehlikeli senaryo olarak belirlenen bu senaryo ki, bana göre hafif bir senaryo, bunun daha ağır veçheleri de var. Bu senaryonun iç müdahale etmek için, iç tehdidi bertaraf etmeyi, behemehal bertaraf etmeyi takiben iç hat manevrasında olan bir ülkenin yapması gereken şeyi son derece tereddütsüz, sert ve seri bir biçimde yapması lazım, demokratik olmayan unsurların demokrasiyi yıkmak için demokratik haklardan yararlanmasına müsaade etmek akıllı devletlerin çözüm tarzı olmamalıdır”,
5. Kolordu Komutanı Korgeneral Ş.. S..’ın, “12 Eylül öncesinde ülke yangın yerine dönmüş, hergün 50 tane insan ölüyordu. Sağ sol birbirine girmişti. Ama bir 12 Eylül darbesi bütün bunların hepsini ortadan kaldırdı. O ülke sütliman haline geldi. Eee şimdi böyle bir tehdidin ortadan kaldırılması için fazla uğraşa gerek yok. Yani kuvvetleri sağa sola göndermenin, bana göre yapılacak en kolay harekat tarzı bir 12 Eylül gibi harekatın baştan itibaren organize edilmek suretiyle bir anda söndürülmesi imkan sağlar diye düşünüyorum. Burada, tabi burada söylemek istemedik ama sonunda bunu vurgulamaya çalışıyoruz. Bundan sonraki konuşmalarda da dikkate alın…” şeklinde anlatımlarda bulundukları tespit edilmiştir.
Yine, Balyoz Güvenlik Harekat Planının “YENİDEN YAPILANDIRMA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “Potansiyel tehdit teşkil eden unsurların belirlenmesi ve bunların ele geçirilmesi veya kontrol altına alınması; eldeki arşivin incelenmesi yanında, kim, nerelerde, hangi evlerde barınıyor bunların planlanması; kritik alanların tespiti ve başlangıçtan itibaren kontrol altına alınması doğru ve gerçekçi istihbarat akışını gerekli kıldığından askerden arındırılan Milli İstihbarat Teşkilatı (M.İ.T.) yeniden yapılandırılarak müzahir personel kilit görevlere getirilerek (EK-C) başına muvazzaf bir generalin atanacağı” belirtilmiş,
Bu çalışmayı doğrular tarzda plan seminerinde konuşan 5. Kolordu 3. Mekanize Piyade Taktik Tümen Komutanı Tümgeneral B.. B..’nın, “Bir diğer konu, az önce sayın komutanlarımızın büyük rakamlarla ifade ettiği bu boyuttaki irticai ve bölücü örgütlerin biz geçmişte bir 12 Eylül harekatında listelerini elimizde hazır bulduk. Bunların liderlerinin, o listeleri de hazır bulmamızın altında yatan neden istihbarat kuruluşlarının ki, bunların başında gelen Milli İstihbarat Teşkilatının başında askerin bulunmasından kaynaklanıyordu. İçinde bulunduğumuz ortamda bu listeleri sağlıklı bulup bulamama konusunda ben şahsen endişe taşıyorum. Bu bakımdan Kara Kuvvetleri Komutanına da Milli Güvenlik Kurulu üyesi, Genelkurmay Başkanına, bu kanunlarda her türlü teklifi yapabilecek makam Ankara’daki toplantıda bu atmosferde MİT’in başındaki yetkilinin de asker kökenli olmasının, hatta Kara Kuvvetlerinde bir sınıf halinde teşkilatlanan ancak şuanda pek fonksiyonel olmadığı konusunda hem fikir olduğumuz istihbarat sınıfında geçmişte olduğu gibi MİT içerisinde belli bir yüzde içerisinde, belli bir süre daha yer almasının uygun alacağını değerlendiriyorum. Arz ederim” şeklinde,
Aynı konuda konuşan Orgeneral Ç.. D..’ın ise, “Evet sıkıyönetim yeterli mi meselesi tabi ayrı bir konu, sıkıyönetim konusunda ben mevcut düzen içerisinde olabilecek hani çalışmaları bütün zorluklara rağmen yapılması gerekir, eee asker kişi olması yönünde biliyorsunuz arkadaşlarımızın hepside bilsinler zaten yasal mevzu, gerçekten de önemli MİT’in başında bir asker kişinin olması, önemli asker kişi önemli, asker kişi nasıl oluyor onları hep birlikte bilelim. Milli Güvenlik Kurulunda atama kararlaştırılır. Alınması ve yerine adam konması MİT’in, Milli Güvenlik Kurulunda yapılır. Milli, Milli Güvenlik Kurulunda da, mevcut, işte hükümet budur. Bu mevcut hükümetin efendim silahlı kuvvetlerin işine gelecek bir adamı şey yapacak kendisine bu konuda tarafsız doğru bilgiler verecek kimseyi getirmesi de söz konusu değil. Kendilerine yakın sandıkları bazı askeri kişileri de gündeme getirmişlerdir. Tabi bu sorun yaratacağı düşüncesiyle de bu da kabul edilmemiştir, yani yani bu konu Cumhurbaşkanı, yahut şu bu kimseler tarafından bazı adamlar uyanmıştır. Bu da bize gavurların dediği gibi “off the record” olarak söylüyorum. Adamlar kendilerine uygun kişileri oraya getirme çabasında, çok zor, iş bu şartlar altında MİT’i şey yapmak, o yüzden de biz iç hizmetin verdiği bize yetki var. Ötesi berisi yok kanun” biçiminde ifadelerde bulundukları görülmüştür.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “AST BİRLİKLERE GÖREVLER” adlı bölümünde, “Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde oynanacağı plan seminerine kadar, irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm listeler ile teşkil edilecek olan özel görev timlerinin listelerinin güncelleneceği” belirtilmiş,
Bu çalışmaya uygun olarak, Orgeneral Ç.. D.. ile 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y.. arasında plan seminerinde gerçekleşen konuşmada,
Ç.. D..’ın, “Bu son derece eksiklik zaten biz plan çalışması içerisinde bu konuda bilgi istedik. Yani her EMASYA bölgesindeki komutanlar kendileri, kendi bölgesindeki bilgileri, şahısları belirlemelerini istedik. Sanıyorum ki bu konuda bazı var”,M.. Y..’ın, “Klasörler burada yanımızda getirdik komutanım. İstanbul ili için daha çok bilgiye ihtiyacımız olmasına rağmen elimizde yeterli bilgi var. Yani fırınlarından pastanelerine kadar hepsini çıkardık. Listelerimiz hazır, örgütlerin nerelerde olduğu, vakıflar nerelerde, sinagoglar, kiliseler, nereleri korunacak, yeterli bir çalışma yaptığımızı sanıyorum. Gelişmeye muhtaç yalnız komutanım. Çünkü bazı noktalarda gelip tıkanıyorsunuz. Karşı tarafta muhatap olduğunuz kişiler neden acaba bu bilgiyi istiyor diye soru işareti ile size geldiğinde o zaman şu çalışmamızın gizlilik derecesi ifşa olma durumuna geldiği için emir verdik. Kolordu komutanımızda aynı şekilde emir verdiler orada durduk”,
Ç.. D..’ın, “Yoo yoo durmayın. Bilgi sahibi olmamızın, bazılarının bazı faaliyetlerde caydırmada etkisi olur. Yani silahlı kuvvetler olarak bazı bilgiler istenilmesi bazı şeyleri şey yapılması, insanların bilgi alması bu adamaların cüret ve cesaretlerini kırma bakımından şeyler olur, bizim duruşumuzu biliyorlar zaten, bizim duruşumuzu tutumumuzu biliyorlar ve bu durumda da silahlı kuvvetlerin boş durmadığını herhangi bir duruma karşıda tepki göstereceğini bilmeleri gerekir. Ben bu konuda gereğinden fazla birşey değil, bizim yasal zemin içerisinde yasal görevimizi bulmak için bir görev yapıyoruz. Bu durumda ben taa 1997 yılında o zaman Batı Çalışma Grubunun başında olarak bir yazı yazdım, bütün garnizon komutanlarına o dönemde ve bunu ele geçirmişler. Ele geçirende C.G. beni Devlet Güvenlik Mahkemesine mahkemeye verdi. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Orda şöyle yazmıştım. Açıkça bazı camilerde işte silahlı kuvvetler aleyhine şeyler oku, rejim aleyhine hutbeler okutulduğu konuşmalar yapıldığı, işte garnizon komutanları görevi müsait olan personelin tamam mı görevlendirilerek yer, zaman tespiti suretiyle bunların belgelendirilmesini ve bu suretle bizi bilgilendirilmesini, bizim de bunu bir şeyi ilgili yetkili, yetkili makamlara bunu duyuracağımız yönde bir yazı yaz, gayet demokratik bir yazı aynı şekilde de böyle yapan var, kim yapıyor ediyor bunları bizim bilme ülkenin birlik ve bütünlüğünü koruma yönündeki şeyimizin bir vazifemizin bir neticesidir” şeklinde ifadelerde bulundukları tespit edilmiştir.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “HAREKAT TASARISI” adlı bölümünde, “Devlet otoritesi hâkim kılınıncaya kadar kamu görevlerinin ifası için asker ve sivil şahıslar atanacağı, bu maksatla; bütün kilit görevleri Askeri personelin devralacağı, anılan kilit personelin, Harp Akademileri Komutanlığı, sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde emekli general, subay ve astsubaylardan tefrik edilerek, bu personele ait hazırlanmış olan isim listelerinin güncellenerek hazır tutulacağı” belirtilmiş,
Bu çalışma içeriğine uygun olarak, plan seminerinde konuşan 3. Kolordu İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Albay E.. K..’ın, “Kamu görevlerinin devralınması için önceden belirlenmiş olan personel görevlendirilmeleri icra edilecektir. Bu maksatla atanacak asker ve sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca güncellenmiş ve önceden sıkıyönetim komutanlığına gönderilmiş olacaktır. Askeri personel bütün kilit görevleri alacaktır. Bu personel Harp Akademileri, sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde emekli general ve subaylardan tefrik edilecektir. Sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca, personel tehdit eden, potansiyel tehdit eden şahıslar gözaltına alınacaktır. Bu şahısların gözaltına alınması için timler teşkil edilecek bunların her sıkıyönetim komutan yardımcılığı için belli yerlerde gözaltında tutulması planlanacaktır” biçiminde,
Aynı konuya ilişkin olarak Orgeneral Ç.. D.., 3. Kolordu 66. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral İ.. B.. ve 15. Kolordu 2. Zırhlı Tugay Komutanı M.. V.. tarafından yapılan konuşmalarda ise;
Ç.. D..’ın, “Belli yerlerdeki efendim belediye, büyükşehir belediye başkanlığı dâhil, büyükşehir belediye başkanlığının ötesinde küçük hani normal bağlı belediye başkanlıkları örgütleri var. Bunların bir bölümü irticacı, gerici ve değerlendirmeler içerisinde de ne yapıldı, Tümen Komutanınız bunlarında problem yaratacağını söyledi. Doğrudan doğruya bu belediyeye yönetimlerine el koyma gibi görevlendirmeleriniz yok mu? Mesela diyelim ki Pendik Belediye Başkanı, Yakacık Belediye Başkanı, Ümraniye Belediye Başkanı yahut şuradaki buradaki belirli mahallerde yönetimi bütünüyle buradaki halkın ihtiyaçları ve bilmem bir de askeri yönetimin doğrudan doğruya olması gereken, Şişli Belediye Başkanı demiyorum, belli yerlerdeki bütün faaliyetleri hizmetleri kontrol etme fiilen orda görevlendirme gibi bir düşünceniz yok bu şeye göre. Eskileri kontrollü olarak güdeceksiniz. Ama şu var yani. Gözle aşikar olan bir şey var. Şimdi bir büyükşehir belediyesi var. Bir İski’si bir keskisi bilmem nesi var. Şirketleri var, ondan sonra bunun ötesinde bir de neler var. Belli Pendik Belediye Başkanı var, yani adam. Üsküdar Belediye Başkanı var. Yani belli, irtica olan adamlar sıkıyönetimde ne yapıyor. İstanbul Belediye Başkanı değişti mi 12 Eylül’de, değişti değil mi? Buyurun. Ben şimdi daha bazı sorular soracağım, çünkü Kuvvai İnzibatiyenin temsilcisi var burada, Jandarma Bölge Komutanımız bu konularda hem istihbarat bilgisi bakımından…”,
İ.. B..’nın, “Komutanım bilgileri, biz belediye başkanlığına ulaşmakta güçlük çekiyoruz, malum nedenlerden dolayı direkt temasa da geçmemiz pek uygun değil, değişik zamanlarda gerek personelim gerekse kaymakamlıktan bilgi
almak suretiyle hangi belediyelerin müzahir, hangi belediyelerin böyle bir kalkışmada bizim vereceğimiz emirlere uymayabileceğini flu olarak çıkardım. Bölgemde 8 belediyenin böyle bir durum oluşması halinde verdiğim talimatlara aynen uyabileceğini değerlendiriyorum, ancak 4 belediyenin de uygun safhada başkanlarının değiştirilmesi için Kolorduya teklifim de var komutanım”,
M.. V..’un, “Bölgedeki bütün basın yayın kuruluşları kontrol altına alınacak, halkın kışkırtılması ve tansiyonun yükseltilmesine yönelik yayınlar engellenecek, rejim aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak, bütün eğitim kurum ve kuruluşlarında eğitimin kesintisiz devam ettirilmesi için gerekli tedbirler alınacak, halkın seyahat özgürlüğünün kısıtlanmaması için karayolu, havayolu ve demiryolu ulaşımı açık bulundurulacak. Tuzla Belediye Başkanı İ.G. ve Sultanbeyli Belediye Başkanı Y.K. yerine tespit edilen personelle değiştirilecek, Kartal’da 12, Pendik’te 2 ve Sultanbeyli de 3 olmak üzere, toplam 17 amacı dışında faaliyet gösteren kurum derhal kapanarak sorumlular hakkında yasal işlem yapılacak” şeklinde ifadelerde bulundukları görülmüştür.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “HAREKAT TASARISI” adlı bölümünde, “Alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personel listelerinde (EK-M) olası değişiklikler hassasiyetle takip edilecek ve herhangi bir aksaklığa meydan verilmeyeceği” belirtilmiş,
Bu konuyu doğrular şekilde plan seminerinde konuşan 3. Kolordu İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Albay E.. K..’ın, “Başta gıda maddeleri olmak üzere bölge halkının temel gereksinimlerinin karşılanmasında kontrolün belediyelere bırakılmayacağını, sıkıyönetim komutan yardımcılıklarının büyük alışveriş merkezlerini doğrudan kontrol ederek bu merkezlerin imkânlarından yararlanılacağını” ifade ettiği,
Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Orgeneral Ç.. D..’ın ise, “Sıkıyönetim ilan edildiği zaman en önemli konu, en önemli konu, halkın günlük ihtiyaçlarının, yemesinden, içmesinden, barınmasından, asayişinden tamamen silahlı kuvvetlerin sorumlu olmasıdır. Ve yapılan her harekette, yanlış adımda, polisin yaptığı hareket yanlışsa, bizlerin yaptığı, sokakta devriye gezen bir jandarmanın yaptığı bir hareket yahut da bir merkez komutanlığına bağlı bir inzibat erinin yaptığı hareket kötüyse, faturası hepimize çıkacaktır. Onun için de bu konularda temel, temel yaklaşım biçiminin belirlenmesi icap eder. Sıkıyönetim hallerinde, sıkıyönetim hallerinde görev ve sorumlulukların belirlenmesinde Merkez Komutanlığı ve bu birim içerisinde görev yapanlar, diğer unsurlar tamamen halka davranış biçimlerini, halkla ilişkilerini çok iyi bilmesi lazım. Bilelim ki bütün ihtiyaçların karşılanmasında silahlı kuvvetler sorumlu görülecek. Şu halde Devlet Su İşleri, bölgedeki belediyelerin Diskisi, İskisi, Yaskisi, Maskisi diye bir sürü teşkilatlar ve şirketler var. Bu şirketler şuanda zaten gerici unsurların elindedir. Bu şirketler kendilerine serbest bırakıldıkları takdirde, bunları denetim planlarını yapmadığımız takdirde, bunlarla ilgili planlama, bunların başına kendi içimizden yani emekli olmuş personel geçirmediğimiz takdirde, bunları yeni bir yapıya kavuşmadığımız takdirde, bunların yaptığı her hareket bizi sabotaja yönelik olacaktır ve baltalayacaklardır ve faturası da halk üzerinde bize çıkacaktır. İşlerin tıkır tıkır işlemesi ve gitmesi lazım. Üniversitedeki hayatın, üniversitedeki gençlerin hani böyle gereksiz güç kullanma baskı kullanma şeklinde değil de, buradaki işlerde bile yani silahlı kuvvetlerin iyi temsilcilerinin bulunması, yani demir yumrukla değil, demir eldivenle değil ama böyle yönetimde kadife eldiven dedikleri bir tarzda irticai kesimle hiçbir surette beraber olmamış unsurların da silahlı kuvvetlerin yanında olmalarını sağlayıcı tertip ve tedbirler alınması lazım. Böyle bir olayda, böyle bir olayda Şükrü Paşa bir şey söylemişti, tabi bu adamlar eli kanlı sopalı falan filan bizim tabi silahlı kuvvetlerin unsurları varken yani halkı silahlandırmamız söz konusu değil. Ama halkın manevi gücünün, maddi varlığının bizim yanımızda olması, sonuna kadar götürülmesi önem taşıyor. Onun için halkla ilişkiler boyutu bu harekâtta çok önemli. Şimdiye kadar yaptığımız sıkıyönetim uygulamalarında temel hatamız, ben yaşamış, bölgede 1960’lardan beri bu tecrübeyi yaşamış bir kimse olarak söylüyorum, temel hatamız şu olmuştur, sıkıyönetim görevleri harp darp olmadığı halde hep tali görevler sayılmıştır” şeklinde açıklamalarda bulunduğu tespit edilmiştir.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının, “İCRA SAFHASI” adlı bölümünde, “Hiçbir hak ve özgürlüğün mutlak ve sınırsız olmadığı gibi, konu laik devletin bekası olunca haber verme ve basın özgürlüğünün de sınırsız ve mutlak olmadığı, harekâtın icrası ile birlikte her türlü yazılı, sözlü ve görsel basın yayın kuruluşlarının kontrol altında tutulacağı, önceden tespit edilen AKP, yıkıcı, bölücü ve irticai gruplara müzahir (EK-C) tüm basın yayın kuruluşlarının yayınlarının derhal durdurulacağı” belirtilmiş,
Bu çalışmaya uygun olarak, plan seminerinde konuşan 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y..’ın, “26 televizyon, 130 radyo, 2685 neşredilen yayın ve 2015 matbaa ile Türkiye’deki yazılı ve görsel basının büyük bir bölümü İstanbul da bulunmaktadır” biçiminde anlatımda bulunduğu anlaşılmıştır.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “MAKSAT” adlı bölümünde, “Harekatın maksadının; ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve laik demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri, bir daha hortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırmak” olduğu belirtilmiş,
Bu konu, planın “VAZİFE” başlıklı bölümünde ise, “laik demokratik düzenin işlemesine mani olan sebeplerin, bir daha hortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırılması maksadıyla; derhal, AKP Hükümetinin iktidardan uzaklaştırılacağı ve mevcut irticai yapılanmanın şiddetle bertaraf edilerek, belirlenen kadroların iktidara getirilmesi ile laik devlet otoritesi ve varlığının yeniden tesis edileceği” şeklinde vurgulanmış,
Plan seminerinde konuşan 5. Kolordu Komutanı Korgeneral Ş.. S..’ın; “Şimdi komutanım, ordu karar, şurada ordu komutanı olarak şuna karar vermek lazım. Şimdi ortada son derece önemli bir tehdit var. Buradaki bir başarı sadece İstanbul’la sınırlı kalmayacak bunu gözleyenler bekleyenler var ve buradaki hareketin başarısına bağlı olarak İç Anadolu’da Türkiye’nin genelinde bazı bölgelerde bu olaylar tırmanma gösterebilecek. Onun için buradaki hareketin süratle bastırılması birinci prensiptir. Bunun için ben, 2. Ve 5. Kolordu Komutanlıklarımız dâhil olmak üzere, benim için ikinci öncelik dış tehdide müdahale etmektir. Ben önce iç tarafı halletmek durumundayım. Onun için bu biraz önce ifade edilen seferde kurulacak birliklerle falan bu işin halledilmesi mümkün değil. Onun için ben, 2. ve 5. Kolordu Komutanlığından yeterli emniyet tedbirlerini alabilecek bütün birliklerimi oraya görevlendiririm. Onun dışındakilerin tamamını buraya getiririm. Getiririm İstanbul’un üzerine çökerim. Ve belediye başkanıymış, yok ondan sonra savcıymış, hâkimmiş, kaymakammış, bu konuya olumsuz bakan tablolarda yer alan insanları, gerekirse belediye başkanlıkları, komutanları o görev de uhdesinde olacak şekilde görevlendirmek suretiyle ve ağır bir baskı ve biraz evvel ifade ettiği gibi ben tabi komutan arkadaşıma katılıyorum, ama bir yerde de hani karşımıza halkı almak meselesi ayrı, bunlar kararlarını vermişlerdir bu ülkeyi bölecek parçalayacaklardır ve ülkeyi başka bir rejimin içerisine taşıyacaktır. Böyle kararlı olan bir halka karşı da acımasızca hareket etmek bizim görevimizdir” biçimindeki anlatımlarının da anılan hususu kapsar nitelikte olduğu görülmüştür.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “YENİDEN YAPILANDIRMA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “İktidardan düşürülecek olan AKP Hükümetinin yerine planlanan Hükümet ve bürokratik kadroların görevi devralmasının sağlanacağı, DP iktidarından beri devam ettirilen takiyye geleneğine dayalı muhafazakâr iktidarların devlete sızan ve devlet bürokrasisine sinen bütün çağdışı anlayış ve izlerinin silinebilmesi için, ekli programı uygulayacak uzun süreli bir milli mutabakat hükümetinin oluşturulmasının temin edileceği” belirtilmiş,
Bu çalışmayı doğrular biçimde plan seminerinde konuşan Orgeneral Ç.. D..’ın, “Evet içteki birlik bütünlüğü nasıl sağlayacağız, arkadaşlarımız bu konuyu işte gündeme getirdiler, milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela inandırıcı milli birliğin sağlayıcı bir hükümetin varlığı ile olur. Dini öne çıkartan, ümmet anlayışını öne çıkartan bir anlayışla milli birliğimiz hiçbir zaman sağlanmaz, insanların dini inançları farklı farklıdır, bu eski ümmet Osmanlı döneminde din adına, gaza yapma adına savaşlar vardı, eski dönemlerde bütün ulusları işte 7 yıl 40 yıl 100 yıl savaşlarına falan soktular, ama şimdiki dönemde ulusal çıkarlarımız ulus devlet olmanın özelliğinden dolayı ulusal birliğimizde, ilk Atatürk’ün o sözü ulusal birliğimizi öne çıkarır. Bunun içinde herşeyden önce, evet hükümetin ve meclisin kendisine çekidüzen verdirici, ben onu söyleyeceğim, şeyde Genelkurmay Başkanına, Kuvvet Komutanına diyeceğim ki, siz meclisi ve hükümeti uyarıcı, bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse, gerekirse çağırın bu işin sonu b…ktur işte sonunuz böyledir, bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal birliğimizin, evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım, milli mutabakat hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız bağımsız, bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulmasını” ifade etmek suretiyle seminerde oynanmakta olan “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” içinde öngörülmeyen, ancak “Balyoz Güvenlik Harekat Planında” bulunan ve kendisi tarafından yazıldığını belirttiği elindeki metinde de geçtiği anlaşılan “Milli Mutabakat Hükümeti” tabiri ve yukarıda yapılan belirlemelerle Balyoz Güvenlik Harekat Planı içeriği ile Plan Seminerinde gerçekleşen konuşmaların paralelliği de nazara alındığında, seminerde örtülü biçimde “Balyoz Güvenlik Harekat Planının” değerlendirildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Ayrıca Plan Seminerinin, “Ertuğrul Harekat Planını” incelemek suretiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığının Dumlupınar veçhesi gereği hazırlanan harekat planını geliştirme, uygulamaya dönük hazırlıkları ve komuta kontrol sistemlerini gözden geçirmeye ilişkin resmi gündemi dışında ve gündemle de hiçbir şekilde bağdaşmayan başka bir amaca dönük olarak yapıldığı, seminerin icra makamı olan 1.Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın seminer kapanış konuşmasından da açıkça anlaşılmaktadır.
Anılan konuşmada Ç.. D.., “Arkadaşlar bu plan seminerini, plan çalışmasını kasıtlı olarak belli bir çerçeveye koyduğumuzu, günün şartlarımıza günün konjonktürel gelişmelerine göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz anlamışsınızdır. Yani buradaki Yunanistan meselesi tali bir meseledir. Yunanistan eee.. meselesi böyle bir ortam içerisinde zaten olasılığı en uzak bir senaryodur. Aslında içinde yaşadığımız senaryo bu senaryonun neler getirip neler götüreceği konusu önem arz etmektedir. Bunun için ben sizlere evvela iç güvenlik ve Kuzey Irak hakkında son gelişmeler ve buradaki yapılan çalışmalar sonucunda nelerin üzerinde daha fazla durmamız gerektiği konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. Sesim duyuluyor değil mi? Daha fazla yaklaştırmayayım herhalde değil mi? Rahatlıkla duyuluyor. Gerçekten de şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum bütün yurttaşlarımız tarafından endişeyle takip ediliyor. Bir yanda kontrol imkânını pek bulmadığımız çok önemli gelişmeler var dışarıda, Kuzey Irak’ta ve Irak’ta, bunun ötesinde de içerde de belli bir partinin militan kadrosu adım adım irticai örgütlenmeyi bütün yurt sathında yaymak için bazen geri adım atarak, bazen bir adım geri atarak fakat fırsat bulduğu zaman, geçit bulduğu zaman da iki adımla bunu telafi ederek mesafe almaktadır…” ifadelerini kullanmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ve dosya kapsamına göre; bir çok belgeden de anlaşılacağı üzere, “bilmesi gereken” ve “bilinmesi gereken” prensiplerine uygun hareket tarzını esas almak suretiyle gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır.
3-HUKUKİ NİTELENDİRME
3.1-Genel Olarak;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6. maddesine göre egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti, kendisine ait olan egemenliği Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliği kullanmaya ilişkin yetki ve görev Anayasa tarafından Yasama, Yürütme ve Yargı erklerine verilmiştir. Bu erkler, esasen millete ait olan egemenliği Anayasanın görevlendirme ve yetkilendirmesine dayanarak kullanırlar. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasanın 8. maddesine göre
yürütme, kullanılacak bir yetki ve yerine getirilecek bir görev olarak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna verilmiştir. Cumhurbaşkanı ve Bakanlar kurulunun kullandığı devlet yetkisi Anayasadan kaynaklanmaktadır.
Anayasal bir erk olan yürütme erkinin ceza hukuku bağlamında korunması tabiidir. 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi, yürütme organının icra fonksiyonlarını, bu organın üyelerinden bağımsız olarak korumak için düzenlenmiştir. Bu düzenlemedeki koruma, yürütme organının bütün olarak siyasi icra fonksiyonlarına yönelik olduğundan, korunan elbette tek tek yürütme organına mensup kimseler veya bu kimselerin başında bulundukları bakanlıkların idari fonksiyonları değil, siyasi icra fonksiyonlarını bir araya getirerek oluşturdukları yürütme organının bütünü, yani hükümet ile hükümetin siyasi icra fonksiyonları olmaktadır. Aynı doğrultuda, Anayasamızın 112. maddesinde, Bakanlar Kurulu, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesinden birlikte sorumlu tutulmuştur.
Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını korumak amacıyla yapmış olduğu düzenleme sadece bu maddeden ibaret değildir. Gerçekten yasa koyucu, “yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek” suçunu 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ile (5237 sayılı TCK’nın 312. maddesi) cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada “bu suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini” 765 sayılı TCK’nın 171/2. maddesinde (5237 sayılı TCK’nın 316. maddesi), “halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik etmek” suçunu ise 765 sayılı TCK’nın 149. maddesinde (5237 sayılı TCK’nın 313. maddesinde) düzenlemiş bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve korunması bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de dikkate alınmalıdır.
Demokratik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin Hükümeti/Bakanlar Kurulu demokratik seçimler sonucunda ve anayasal prensipler çerçevesinde oluşur ve görev yapar. Hükümet, demokratik teamüllere ve anayasal kurallara uygun olarak, demokratik zeminde sürdürülen yarış sonucunda seçmenlerin tercihine göre belirlenen siyasi partilere mensup yasama organı üyeleri tarafından kurulur ve siyasi iktidar bu siyasi kadrolar tarafından üstlenilir. Seçimleri kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi iktidarı anayasal çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları çerçevesinde icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre de, siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Anayasa Mahkemesinin 30.07.2008 tarih ve 2008/1 esas, 2008/2 sayılı (Siyasi Parti Kapatma) kararında da belirtildiği gibi, “Temsili parlamenter sistemin etkinliğini ve işlevselliğini siyasi partiler sağlar. Özgür siyasi partilerin olmadığı bir sistemin demokrasi olarak nitelendirilmesi kabul edilemez. Çünkü siyasi partiler olmaksızın, toplumsal talep ve beklentilerin siyasal direktifler biçiminde somutlaşması, ulusal iradenin oluşması, toplumsal barışın sağlanması ve devlet yönetiminin halka dayanması mümkün değildir.
………………
Siyasi partilerin kendilerine göre öne çıkardıkları ülke sorunlarına ilişkin farklı çözüm önerileri getirmeleri, demokratik siyasi yaşamda üstlendikleri işlevin doğal sonucudur. Siyasi partiler devlet erkine yönelik toplumsal talepleri yalnızca dile getiren kurumlar değil, toplumsal direktifleri somutlaştıran, yorumlayan ve devlete yönlendiren yaşamsal kurumlardır”.
Diğer yandan, AİHM’nin 30 Ocak 1998 tarihli Türkiye Birleşik Komünist Partisi vd-Türkiye kararında ulaşılan sonuçta da vurgulandığı gibi, tarafı olduğumuz AİHS bakımından da demokrasi yegane politik modeldir ve siyasi partilerin rejimin bütününü etkileme kapasitesine sahip olmaları, oynadıkları rolün gereğidir. “Hiç kuşkusuz demokrasi Avrupa kamu düzeninin temel bir unsurudur… Bu ilk önce, Sözleşmenin, insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin, bir yandan gerçekten etkili bir siyasal demokratik rejime ve öte yandan ortak bir insan hakları kavramına ve insan haklarına ortak bir saygıya dayandığını bildirerek, sözleşme ile demokrasi arasında çok açık bir bağlantı kuran, dibacesinden çıkmaktadır…..Demokrasi Sözleşme tarafından tasarlanan yegane politik modeldir ve sadece o Sözleşmeyle bağdaşabilir.
………………
İktidara gelen yegane oluşumlar olarak siyasi partilerin ülkelerindeki rejimin bütününü etkileme kapasitesine sahip olmaları, oynadıkları rolün gereğidir. Siyasi partiler siyasi arenaya müdahale eden diğer örgütlerden, seçmenlere sundukları toplumsal model önerileriyle ve iktidara geldikten sonra bu önerileri uygulama yetenekleriyle ayrılırlar”. Bu nedenle, bir programın uygulanması vaadiyle demokratik serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen siyasi partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda bulunmaları tabiidir. Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl, kimler ve hangi kurumlar tarafından yapılacağı ile iktidardan uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka uygun-meşru yol ve yöntemler de Anayasa ve yasalarda gösterilmiştir. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru yollarla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması ancak, ilgili kurallar çerçevesinde ve yetkisini Anayasadan alan kurumlar eliyle olabilecektir. Bu husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi Anayasadan, hukuka uygunluktan ve demokrasiden başka bir yerde, başka bir anlayışta aranmamalıdır.
3.2- 765 Sayılı TCK’nın 171 ve 5237 Sayılı TCK’nın 316. Maddeleri;
Yukarıda da değinildiği üzere, yasa koyucu suçun konusunu farklı açılardan korumak üzere farklı suçlar düzenlemiştir. Bu bağlamda kalan ve 765 sayılı TCK’nın 171/2 ile 5237 sayılı TCK’nın 316. maddelerinde düzenlenmiş bulunan gizli ittifak suçu, “hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunu hususi vasıtalarla işlemek konusunda gerçekleşecek bir irade birliği ile tamamlanacaktır. Buradaki amaç suç cebren işlenecek olduğundan, ittifak iradesinin de cebir içermesi gerektiği tabiidir. İttifakın; vasıtaları tespit etmiş olması, ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye düşürecek nitelikte bulunması gereklidir. Suçun oluşması için vasıtaların temin edilmiş olması gerekmez.
Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin iradelerinin tek bir irade haline gelmesi ile bu suç oluşacağından, cebir de içeren bu ittifakın icabı olarak, bu ittifakı takiben amaç suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen faaliyetler, amaç suçun, yani hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun icra hareketleri sayılacaktır. Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 05.11.1987 tarih ve 1987/103-161 sayılı kararında da belirtildiği gibi, “T.C.K.nun 171. maddesinde belirtilen ittifak suçu: İttifaka dahil kişiler arasında fikir uygunluğunun belirli, programlı bir şekle girmiş olması, vasıtaların tespit edilmesi ve gayeye yakın, ciddi ve tehlikeli olmasıdır. Teşekkül eden ittifakın gayeye ait bir takım faaliyetlerde bulunmuş olması halinde ise esas suça ait icra hareketlerine başlanılmış olmaktadır.”
“Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunun işlenebilmesi için elverişlilik bakımından gerekli olan unsurlardan biri de, bu suçu işleyecek olan elverişli sayıdaki failin, elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve elverişli vasıtalarla harekete geçmiş olmasıdır. Bu bir araya gelme olgusu hem elverişlilik bakımından hukuksal bir gereklilik hem de icra hareketlerinin neticeye ulaşması bakımından fiili bir zorunluluktur. Dolayısıyla sanıklara yüklenen suçun işlenmesi bakımından gerekli olan icra hareketlerinin başlangıcında, bu icra hareketlerini amaç suç istikametinde yönetecek, yönlendirecek bir anlaşmanın
bulunması zorunludur.
Bu açıdan bakıldığında; Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planının hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların birbirleri ile uyumları, ortaya koydukları amaç, organizasyon ve çalışmalar, diğer belgeler ve seminer konuşmaları ile tüm dosya kapsamından, sanıkların meydana getirdikleri oluşumun, icra hareketleri başlamadan önce amaç suçun işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği açıkça görülmektedir.
Sanıklar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip illegal bir oluşum olarak faaliyet gösterdiklerinden ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum çerçevesindeki görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı yerine bu illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin tebliği ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin teamüller yerine, bu yasadışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır. Amacı ve yöntemi itibariyle askeri hizmetlerin görülmesiyle uygunluk göstermesi mümkün olmayan bu görevlerin, mahiyetiyle birlikte anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı, yapılan görevlendirmelerin kendi içerisinde ve sanıkların görev ve konumları ile uyumlu olduğu, planın diğer asli ve tali belgeleri ile paralellik gösterdiği, bu görevlendirmelere dair gereklerin pek çoğunun planın icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da nazara alınarak; gizlilik, güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasadışı oluşumda, önceden tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin teyitler alınmadan, belirli derecelerdeki görevlendirmelerin yapılmayacağının ve kayda geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Buna göre; gerçekleşen ittifak olgusunun 765 sayılı TCK’nın 147. ve 5237 sayılı TCK’nın 312. maddelerinde düzenlenen suçu işlemeye yönelik olduğu, bu suçu hususi/elverişli vasıtalarla işlemeye ilişkin bulunduğu, sayısal yeterliliği ve gizliliği içerdiği, maddi olgularla belirlenen bir biçimde gerçekleştiği ve amaç suça yönelik olarak harekete geçmekten başka yapacak bir şey kalmayacak şekilde tamamlandığı görülmektedir. Sanıklarca gerçekleştirilen ittifak, suçun hem 765 sayılı TCK’daki hem de 5237 sayılı TCK’daki unsurlarını taşımaktadır.
Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 24.12.1987 tarih ve 1987/173-208 sayılı kararında da belirtildiği gibi, ittifakı bizzat gerçekleştirenlerle birlikte sonradan bu ittifaka dahil olanlar da gizli ittifak suçunun failleri olabilir. Buna göre; amaç suça yönelik icra hareketlerinin başlangıcında mevcut olan anlaşmaya dahil olduğu tespit edilen, ancak; amaç suçun icrasına yönelik faaliyetlerin içinde bulundukları kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanamayan sanıkların hukuki durumunun, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince ittifak suçu kapsamında kaldığının kabulü gerekmiştir.
Mütemadi bir suç olan ittifak suçunda, suç tarihi temadinin kesildiği tarihtir. Buna göre; gerçekleştirilen ittifak sonrasında bir kısım sanıklarca başlatılan icra hareketlerinin elde olmayan nedenlerle tamamlanamadığı somut olayda, icra hareketlerinde bulundukları kesin olarak saptanamayan bir kısım sanıkların ittifak halinin de, aksi kanıtlanmadığı sürece; icra hareketlerinin yarıda kaldığı bu aşamaya kadar temadi edeceği kabul edilmelidir. Somut olayın özellikleri nazara alındığında olaydaki ittifakın; birleşen iradeleri, hususi ve elverişli vasıtaları, gizliliği ve maddi olgularla belirlenme ölçütünü koruyacak biçimde soruşturmanın başlangıcına kadar temadi ettiğinin kabulü, hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu durumda, “Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunu işlemek üzere oluşan ittifaka dahil olup da bu yönde icrai bir faaliyette bulunmayan bir kısım sanıkların soruşturmanın başlamasından evvel bu ittifaktan çekilmiş olduklarının kabulü gerekir.
Bu kapsamda, 765 sayılı TCK’nın gizli ittifak suçunu düzenleyen 171. maddesinin son fıkrasında “Cürmün icrasına ve kanuni takibata başlanmazdan evvel bu ittifaktan çekilenler ceza görmezler” ve 5237 sayılı TCK’nın 316. maddesinin 2. fıkrasında “Amaçlanan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifaktan çekilenlere ceza verilmez” denilmek suretiyle etkin pişmanlık hali düzenlenmiştir. Yukarıda da açıklandığı gibi, somut olaydaki suçun icrasına başlanmasından sonra, ancak; “soruşturmaya başlanmadan önce” gerçekleşen ve çekilme olarak kabul edilmesi gereken halin, 5237 sayılı TCK’nın 316. maddesinin 2. fıkrasına uyduğu ve bu düzenlemenin ittifak suçunu işledikleri kabul edilen sanıklar bakımından lehe olduğu anlaşılmaktadır.
3.3- Cebir/Şiddet ve Elverişlilik Unsuru
Amaç suça ilişkin maddede aranan cebir/şiddet, her durumda ve her aşamada dar anlamıyla maddi cebir, fiziki kuvvet kullanımı olarak anlaşılmamalıdır. Suç, elverişli olmak kaydıyla manevi nitelikteki bir cebirle de işlenebilecektir. Buradaki cebrin, suçun konusu, suçla korunan hukuki yarar da dikkate alındığında; hukuka aykırı iradede mevcut, cebirle ulaşılacak hukuka aykırı amaçlara cebir içeren zorlayıcı iradeyle yönelmiş ve gerektiğinde fiziki cebir kullanacağı, fiziki cebirle sürdürüleceği duraksamaya yer vermeyecek biçimde ortaya çıkmış hareketler olarak anlaşılması zorunludur. Dolayısıyla maddedeki cebir geniş anlamıyla kabul edilmelidir.
Cebrin/şiddetin niteliği ve mevcudiyeti somut olay çerçevesinde belirlenirken, failin kullandığı vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile konumu ve ilişkisi, kullandığı cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi, cebir kullanmaya ilişkin olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile mümkün olan engel sebepler de dikkate alınmalıdır. Siyasi iktidar düzeni ve fonksiyonları aleyhine suçların, genel olarak devlet düzeni dışında kalan kimseler, terörist gruplar gibi suç örgütleri tarafından işlenmesine girişileceği düşünülebilirse de; başka ülkelerdeki örneklerde de görüldüğü gibi, özellikle yürütme erkinin cebren ıskatı suçunun, genellikle o ülkelerin silahlı kuvvetlerine mensup faillerce işlendiği görülmektedir. Zaten yasal düzenlemede bu suç, failler bakımından bir özellik göstermemekte, devlet düzenine dahil faillerce de bu suçun işlenebileceği görülmektedir. Önemli olan, hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki amaç suça yönelen yasadışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli elverişliliğe sahip olup olmamasıdır.
Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice ittifak etmiş oldukları dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu ittifakın sağlanmasından sonra, amaç suçun icrasına başlanmasından tüm neticelerinin gerçekleşmesine kadarki safhaları belirleyen bir planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun görüşmeler, çalışma grupları, fişlemeler, takipler, keşifler, istihbarat faaliyetleri ile özel operasyon ve sorgulama, özel görevli toplama, darbe harekatı, gözaltı ve hasar tespit timlerinde görevlendirilecek personeller, sıkıyönetim mahkemelerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, özel hastaneler ve ilaç depolarında, gümrükler, depolar, ambarlarda, alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personeller, operasyonel faaliyetleri yürütecek, öncelikli ve özellikli görevlendirilecek personeller, müzahir subay ve astsubaylar, keşif timleri, tahrip timleri, hassas personel, ilişiği kesilecek personel, tutuklanacaklar, toplama merkezleri, gıda depoları vb. yerlerin belirlenmesine kadar Balyoz Güvenlik Harekat Planındaki ifadesiyle “harekat ortamının şekillendirilmesi”, maddi cebir olarak ortaya çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı “sokağa çıkma” diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır. Dosya kapsamından, sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinde mevcut olan ve başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırları içerisinde kaldıkları sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Ancak, sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasadan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını cebren ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir. Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, Devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira, planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak olan sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir maddi engelle karşılaşmayacakları açıktır. Kaldı ki; bu yasadışı oluşum tarafından bu oluşuma yakınlıkları değerlendirilerek hazırlanmış bulunan “Gen Etüd” listesi ve benzeri listeler ile müzahir listeleri de dikkate alındığında, sanıkların amaç suçu işleme ve mümkün olan engel sebeplerin ve kişilerin bertaraf edilmesi yönünde aldıkları mesafe göz önünde bulundurulmalıdır. Suçun oluşumu için gerekli olan cebir/şiddet ve elverişlilik gibi unsurların değerlendirilmesinde, bu hususlar da nazara alınmalıdır.
Bu kapsamda; sanıklara yüklenen eylemin kanıtlanan şekliyle 765 sayılı TCK’nın 147. ve 5237 sayılı TCK’nın 312. maddelerinde düzenlenen suçları oluşturduğu ve mahkemece yapılan lehe yasa değerlendirmesinin sonucu itibariyle isabetli olduğu neticesine varılmış, eylemlerinin neticeyi oluşturmaya elverişli olmadığı ve cebir/şiddet içermediğine ilişkin olarak ileri sürülen itirazlar yerinde görülmemiştir.
Ayrıca, sanıklara yüklenen suçun niteliği ve işleniş şekli itibariyle; amaç suçu birlikte işlemeye yönelmiş icra hareketlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi zorunludur. Pek çok sanık bizzat işledikleri araç eylemler/suçlarla, hep birlikte yöneldikleri amaç suçu gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Gerçekleşen ittifakın
amacına uygun, aynı zamanda sanıkların görev ve konumlarıyla uyumlu bir iş bölümü; suçun niteliği ve işleniş şekli bakımından bir gerekliliktir. Bu nedenle amaç suç bakımından suçun işlenişine 765 sayılı TCK’nın 65/3 ve 5237 sayılı TCK’nın 39. maddelerinde düzenlenen iştirak hükümlerinin uygulanması mümkün değildir. Yüklenen amaç suçun işlenmesi bağlamında gerçekleştirilecek eylemlerin ayrı bir suç oluşturması halinde bu suçlara anılan biçimde iştirak mümkündür. Ancak bu tür bir iştirakin mümkün olduğu araç suçlar, 765 sayılı TCK bakımından amaç suç içerisinde fikri içtimaya uğrayacağından ayrıca cezalandırılmayacaktır. Bu nedenlerden dolayı, amaç suçun icrasına yönelik faaliyetlerin içerisinde oldukları tespit edilen sanıklar arasında amaç suça gösterilen biçimde iştirak bakımından bir ayırıma gidilmeyip, asli fail olarak sorumlu tutulmalarında bir isabetsizlik görülmemiştir.
Nitekim konu, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.02.1992 tarih, 1991/364 esas ve 1992/23 sayılı ve 22.12.2009 tarih, 2009/93-308 sayılı kararlarında 765 sayılı TCK’nın 125. maddesi bakımından tartışılmış ve aynı Kanunun 65/3. maddesinde düzenlenen iştirak hükümlerinin uygulanma imkanının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
3.4- Delil Değerlendirmesinin Denetlenmesine İlişkin Ölçütler;
– Denetim sırasında her bir delil, suç için ittifak temelinde belli sanıklar tarafından oluşturulmuş gizlilik içerisinde hareket eden yasadışı bir oluşumun faaliyetleri kapsamında ele alınmış, faaliyetlerin niteliği, yüklenen suçla ilişkisi, harekat planları ve diğer belgelerle bağlantısı, ilişkilendirilen sanıkların bu faaliyetleri yüklenen suç kapsamında gösterip göstermedikleri hususu; görevlendirme yazıları, üst yazılar, asıl ve bağlantılı belge içerikleri ayrıntılı bir incelemeye tabi tutularak belirlenmiş, bu belirlemeler yapılırken belgelerin oluşturulma ve kaydedilme tarih ve süreçleri ile bu süreçlerde yer alan sanıkların yüklenen suçun icrası bakımından üstlendikleri roller dikkate alınmış, sanıkların uzmanlık alanları ve görevleri ile faaliyet alanları karşılaştırılmış, sanıkların yer aldıkları belgelerin sayısı ile önem ve değeri göz önünde bulundurulmuştur.
– Anayasamızın 137. maddesinde kanunsuz emir konusu “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır” şeklinde düzenlenmiştir. Konusu suç teşkil eden emrin hiçbir suretle yerine getirilmeyeceğine ve yerine getirenin sorumluluktan kurtulamayacağına dair bu anayasal düzenlemenin istisnalarından birinin de “askeri hizmetlerin görülmesi” olduğu ve istisnanın “kanunla gösterilmesi” gerektiği anlaşılmaktadır.
Sanıklara yüklenen suçun “askeri hizmetlerin görülmesi” kapsamında bulunmadığı açıktır.
Konu; 765 sayılı TCK’nın 49. maddesinde, “Kanunun bir hükmünü veya salahiyettar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri icra suretiyle,…………….işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilemez” şeklinde, 5237 sayılı TCK’nın 24/2-3. maddelerinde “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler” başlığı altında “(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz. (3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur” şeklinde düzenlenmiştir.
Sanıklara yüklenen suç kapsamında oluşturulan yasadışı oluşumdaki emir verme konumlarının yetkili/salahiyettar bir merci olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Konu; Anayasamızın 137. maddesi bağlamında askeri hizmetlerin görülmesi için kanunla getirilen istisnalar bakımından ele alındığında;
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 14/1. maddesinde, “Ast; amir ve üstüne umumi adap ve askeri usullere uygun tam bir hürmet göstermeye, amirlerine mutlak surette itaate ve kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecburdur” şeklinde,
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 33. maddesinde, “Emirlerin, hizmete mütaallik olması (Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu madde 8 ve 16) ve kanun ve nizamları ihlal etmemesi şarttır. Ancak Askeri Ceza Kanununun 41. maddesinin b fıkrası şümulüne giren haller haricinde ast, aldığı emri kanun ve nizama uygun bulmasa bile emri yapar ve ondan sonra şikayet eder.
Amirin verdiği emir Askeri Ceza Kanununun 41. maddesinin b fıkrası şümulüne giren hallere mütaallik ise emir ifa olunmaz ve fakat gecikmeksizin en kısa yoldan bir derece yukarı amire malûmat verilir. Bu takdirde emrin yapılmasından doğacak bütün mesuliyet as’ta aittir” şeklinde düzenlenmiştir.
Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu 16. maddesi “Amir; maiyetine hizmetle münasebeti olmıyan emir veremez….” şeklinde,
8. maddesi ise, “Emir: Hizmete ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir” şeklinde, hükümler içermektedir.
Konuyu ilgilendiren Askeri Ceza Kanunu hükümlerine gelince;
41/2-3. maddesi “2 – Hizmete mütaallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse bu suçun işlenmesinden emir veren mesuldur. 3 – Aşağıdaki hallerde maduna da faili müşterek cezası verilir: A: Kendisine verilen emrin hudutlarını aşmış ise, B: Amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile mütaallik olduğu kendisince malüm ise” şeklinde,
109. maddesi ise “1. Rütbe veya makam ve memuriyetinin nüfuz ve salahiyetini suistimal ederek madununa bir suçun yapılmasını teklif eden, amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.
2. Suç yapılır veya yapılmağa teşebbüs edilirse faili asliye muayyen olan ceza, emir veren hakkında artırılarak hükmolunur” şeklindedir.
Askeri Ceza Kanununun ek 8/1 maddesi uyarınca, 5237 sayılı TCK’nın genel hükümlerine dahil olan 24. maddesi hükmü Askeri Ceza Kanununda yer verilen suçlar hakkında da uygulanacaktır.
İncelenen askeri mevzuattan da anlaşıldığı üzere, Anayasamızın 137. maddesinde yer alan “Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz” şeklindeki hükme askeri hizmetlerin görülmesi için kanunla getirilen bir istisna bulunmamaktadır.
Bu kapsamda, Dairemiz tarafından delillerin değerlendirilmesine ilişkin denetim yapılırken, sanıkların verilen emirlerin askeri hizmetlerin görülmesi bağlamında olduğuna dair bir yanılgıya düşmüş olup olamayacakları da değerlendirilmiştir.
– 05-07 Mart 2003 tarihinde 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde icra edilen plan seminerine, yasal bir görevin ifası kapsamında katılmanın hukuki sorumluluk doğurmayacağında kuşku bulunmamaktadır. Bu durumun, plan seminerine katılan pek çok kişi hakkında kamu davası açmamış bulunan Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından da kabul edildiği açıktır. Ancak yukarıda plan seminerine ilişkin açıklamalarda da izah edildiği üzere, anılan plan seminerinde örtülü biçimde “Balyoz Güvenlik Harekat Planının” değerlendirildiği de maddi bir vakıadır. Buna göre, plan seminerine katılan sanıkların hukuki durumlarının tespiti noktasında, plan seminerinin örtülü gündemini bilerek katılıp katılmadıklarının belirlenmesi aranmış; sanıkların konumu, amaç suça matuf hazırlanan hangi liste ya da listeler içinde yer aldıkları, plan seminerinde yaptıkları sunum ya da konuşmalarının içeriği bu belirlemede nazara alınmıştır.
– Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden personel olarak nitelendirilen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesinde yer alıp, yasadışı oluşumdaki konumları itibariyle dahil oldukları ittifakın mahiyetini bilecek durumda olan ve fakat ittifakın amacı istikametindeki faaliyetlerin içinde bulundukları kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanamayan sanıkların hukuki durumları yukarıda açıklandığı şekli ile ittifak suçu kapsamında değerlendirilmiştir.
-Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında düzenlenen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesi dışında, görevlendirme veya değerlendirme içeren diğer listelerde adları bulunan sanıkların; bir kısmına amaç suç kapsamında görev tevdii edildiği; bir kısmının kendileri için belirlenen görevlerle ilgili çalışma yaptıkları; tevdii edilen görevleri yerine getirdiği anlaşılan bir kısmının ise faaliyetlerinin bu amaç suç kapsamında olduğunu bildikleri kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanamamış, eylemleri başka bir suç da oluşturmayan bu sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
C- KARAR
I- Sanıklar A.. A.., A.. A.., A.. Ç.., A.. Y.., A.. G.., A.. D.., A.. B.., D.. A.., E.. Ş.., E.. Y.., E.. Y.., E.. E.., E.. K.., E.. A.., F.. C.., H.. Ö.., H.. Y.., H.. B.., H.. D.., İ.. Ç.., İ.. S.., İ.. K.., L.. G.., L.. M.., M.. B.., M.. B.., M.. F.., M.. A.., M.. K.., M.. K.., O.. Ç.., R.. Y.., R.. G.., S.. G.., S.. D.. ve U.. Ü.. hakkında kurulan hükme yönelik yapılan temyiz incelemesinde;
Sanık A.. A.. hakkındaki mahkumiyet hükmüne esas alınan “24 Ocak – 30 Ocak ve 31 Ocak – 20 Şubat 2003” tarihli belgelerin Balyoz Güvenlik Harekat Planı ve ekleri kapsamında hazırlandığına dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gibi, 1400 kişinin yer aldığı EK-B listesinde adının geçmesinin oluş, tüm dosya kapsamı ve yukarıda açıklanan ölçütlere göre mahkumiyet için yeterli olmadığı anlaşıldığından tebliğnamedeki bu sanığa ilişkin bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılama sonunda yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, beraate ilişkin hükmün ONANMASINA,
II- Sanıklar Ç.. D.., H.. F.., Ö.. Ö.., A.. E.., A.. G.., A.. E.., A.. N.., A.. Ö.., A.. E.., A.. Y.., A.. K.., A.. Ç.., A.. Ç.., A.. T.., B.. B.., B.. B.., B.. T.., C.. Ç.., C.. T.., C.. B.., C.. K.., D.. C.., D.. S.., E.. A.., E.. B.., E.. S.., E.. B.., F.. D.., F.. M.., G.. K.., H.. K.., H.. Y.., H.. C.., H.. H.., H.. H.., İ.. Ö.., İ.. B.., İ.. O.., K.. S.., K.. K.., K.. P.., K.. A.., L.. S.., M.. H.., M.. İ.., M.. V.., M.. O.., M.. Y.., M.. Ö.., M.. G.., M.. K.., M.. T.., M.. Ö.., M.. Ö.., M.. E.., N.. B.., N.. A.., N.. K.., Ö.. K.., R.. G.., S.. B.., S.. K.., S.. B.., S.. P.., S.. T.., Ş.. S.., T.. B.., T.. G.., T.. Ç.., T.. A.., U.. U.., Y.. B.., Y.. O.., Y.. T.., Z.. G.., A.. K.., A.. D.., A.. E.., A.. H.., A.. K.., A.. Ü.., A.. D.., A.. Ü.., A.. T.., A.. T.., A.. A.., A.. Ö.., A.. Ü.., A.. Ö.., A.. S.., A.. G.., A.. G.., A.. K.., A.. Ü.., A.. T.., A.. Y.., B.. K.., B.. M.., B.. T.., B.. D.., B.. K.., B.. A.., B.. G.., B.. K.., B.. O.., C.. G.., C.. E.., C.. H.., Ç.. C.., D.. Ç.., D.. G.., D.. Ö.., D.. R.., D.. T..,
D.. Ç.., E.. K.., E.. G.., E.. K.., E.. K.., E.. İ.., E.. A.., E.. B.., E.. Ü.., E.. A.., E.. A.., E.. K.., E.. Ş.., E.. U.., F.. Y.., F.. U.., F.. Y.., F.. G.., G.. K.., G.. Y.., G.. Ç.., H.. Ç.., H.. K.., H.. S.., H.. E.., H.. A.., H.. Ş.., H.. Ö.., H.. Ş.., H.. G.., H.. Ç.., H.. D.., H.. Ö.., H.. T.., İ.. K.., İ.. T.., İ.. T.., K.. A.., K.. D.., K.. Y.., K.. B.., K.. E.., L.. Ç.., M.. A.., M.. K.., M.. Ç.., M.. O.., M.. D.., M.. E.., M.. E.., M.. Ç.., M.. K.., M.. E.., M.. Ö.., M.. A.., M.. U.., M.. Y.., M.. Y.., M.. S.., M.. D.., M.. A.., M.. Ö.., M.. S.., M.. Ü.., M.. Ç.., M.. P.., M.. B.., M.. İ.., M.. K.., N.. E.., N.. İ.., N.. S.., N.. S.., N.. K.., N.. G.., N.. Ü.., O.. U.., O.. B.., O.. G.., O.. K.., Ö.. K.., Ö.. Ç.., R.. O.., R.. G.., R.. A.., R.. D.., R.. Y.., R.. T.., R.. U.., S.. K.., S.. T.., S.. A.., S.. K.., Ş.. Y.., Ş.. B.., T.. D.., T.. Ç.., T.. E.., T.. Y.., T.. K.., U.. A.., Ü.. M.., Ü.. Ö.., Y.. E.., Y.. K.., Y.. A.., Y.. K.., Y.. Y.., Y.. G.., Z.. İ.., B.. M.., A.. Ş.., A.. K.., B.. T.., E.. Ö.., E.. A.., L.. E.., L.. U.., M.. K.., O.. T.., Ö.. T.., S.. B.. ve H.. B.. hakkında kurulan hükme yönelik temyize gelince;
İmza bloğunda sanık S.. B..’in adının bulunduğu “Bilgi Notu” başlıklı, “Teklif” konulu, 27 Aralık 2002 tarihli belge içeriğine göre, sanık R.. T..’ın; bürokrat, yerel yönetici, medya mensubu gibi gözetim altına alınacak hassas şahısların Yassıada ve İmralı Ada’ya transfer edilerek, gözetim süresince bahse konu adalarda tutulmasına ilişkin detaylı planlamaların yapıldığı çalışmalara katıldığının,
“Ankara Bölgesi Müzahir Subay-Astsubay” listesinde adı yer alan sanık A.. Ş..’in, Suga Harekat Planı kapsamında “Bilgi Notu” başlıklı, “Sıkıyönetim İlanı” konulu Ocak 2003 tarihli belgeyi hazırladığının,
“Çarşaf” ve “Sakal” eylem planlarına esas teşkil eden tedhiş eylemlerinde, en uygun camilerin belirlenebilmesi için oluşturulan ekipler tarafından keşif ve gözlem faaliyetleri yapıldığı, “Görevlendirme Çizelgesi” başlıklı çizelgeye göre Eyüp Camii ekip lideri olan sanık H.. S..’ın emrinde bulunan sanıklar N.. İ.. ve M.. K.. tarafından da anılan camiye ilişkin olarak keşif ve gözlem yapıldığının dosya kapsamından anlaşılması karşısında,
Amaç suç istikametindeki faaliyetlerin içerisinde bulundukları tespit edilen sanıklar R.. T.., A.. Ş.. ve H.. S..’ın yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiş, adı geçen sanıklar hakkında tebliğnamedeki bozma düşüncesine bu nedenle iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında yasadışı bir oluşum meydana getirerek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırma veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme amacına yönelik olarak cebir içeren elverişli eylemleri gerçekleştirdikleri, sanıkların sübutu kabul olunan eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki yapısal bağlılık ve bütünlüğüne nazaran amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğu belirlenip, kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, sanık H.. B..’ün ise suç delillerini gizleme suçunu işlediği kabul olunmuş, bir kısım sanıklar hakkında cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosya kapsamına göre verilen hükümde aşağıdaki hususlar dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar ve müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında bir kısım sanıklar müdafilerinin ileri sürdükleri yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Yüklenen suçun niteliği ve dosya kapsamına göre suçtan doğrudan zarar görmeyen A.. D.., H.. T.., R.. K.., A.. K.., A.. K.., M.. G.., Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği ile Hukukçular Derneğinin davaya katılmalarına karar verilerek lehlerine vekalet ücreti tayin edilmesi,
2- Sanık B.. D..’in baba ve koca olmadığı gözetilmeden, 4721 sayılı Medeni Kanunun 471. maddesi nazara alınarak 765 sayılı TCK’nın 33. maddesi uyarınca hapis halinin sona erdirilmesine kadar babalık ve kocalık sıfatının verdiği hakları kullanmaktan mahrumiyetine karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup hükmün bu nedenlerle BOZULMASINA, bu hususların yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan,
a- Hükmün, katılanlar lehine vekalet ücreti verilmesine ilişkin 13. bendinin karardan çıkartılmasına,
b- Hüküm fıkrasının “babalık ve kocalık sıfatının verdiği hakları kullanmaya” ilişkin 8. bendinin 6. paragrafındaki “ayrıca bu süre boyunca” ibaresinden sonra gelmek üzere “Sanık B.. D.. dışında kalan diğer sanıkların” ibaresinin eklenmesi suretiyle bir kısım sanıklar yönünden re’sen de temyize tabi olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
III-a) Sanıklar B.. S.., H.. G.., L.. G.., A.. T.., A.. Ç.., A.. S.., A.. C.., B.. E.., B.. K.., B.. G.., B.. G.., C.. B.., C.. C.., C.. S.., D.. K.., D.. K.., E.. K.., E.. K.., F.. A.., F.. Ç.., F.. P.., G.. G.., H.. A.., H.. Y.., H.. P.., H.. Ö.., H.. A.., H.. D.., H.. N.., İ.. Ö.., İ.. N.., K.. D.., M.. Ş.., M.. G.., M.. Ü.., M.. A.., M.. H.., M.. Y.., N.. K.., N.. U.., N.. Ö.., O.. G.., R.. T.., S.. Y.., S.. Y.., S.. G.., S.. C.., T.. E.., V.. T.., Y.. D.., Y.. E.., Y.. G.., Z.. K.., A.. Ş.., A.. T.., G.. Ü.., K.. E.., L.. E.., M.. C.., N.. I.., R.. E.., S.. D.. ve T.. G.. hakkında kurulan hükme ilişkin incelemede;
Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden personel olarak nitelendirilen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listelerinde yer alıp, yasadışı oluşumdaki konumları itibariyle dahil oldukları ittifakın mahiyetini bilecek durumda olan ve fakat ittifakın amacı istikametindeki faaliyetlerin içerisinde bulunduklarına dair her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemeyen sanıkların,
yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere; sübut bulan eylemlerinin amaç suçun işlenmesine yönelik ittifak suçu kapsamında kaldığı, suç için gerçekleştirilen ittifakın dosya kapsamına göre soruşturmanın başlangıcına kadar temadi ettiğinin kabulünün de mümkün olmadığı nazara alındığında, soruşturma başlamadan önce ittifaktan çekilmiş olarak kabul edilmesi gereken sanıklar hakkında lehe olan 5237 sayılı TCK’nın 316/2. ve CMK’nın 223/4-a maddeleri gereğince “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerekirken, suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
III-b) Sanıklar A.. D.., A.. A.., H.. H.., A.. B.., A.. D.., A.. T.., B.. A.., C.. E.., D.. U.., G.. Ç.., G.. S.., H.. I.., H.. P.., İ.. Y.., İ.. K.., Ş.. D.., T.. Ö.., T.. K.., A.. C.., C.. U.., C.. T.., K.. Y.., M.. D.., Ö.. Y.. ve T.. D.. hakkında kurulan hükme ilişkin yapılan temyiz incelemesinde;
Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında düzenlenen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesi dışında, görevlendirme veya değerlendirme içeren diğer listelerde adları bulunan sanıkların; bir kısmına amaç suç kapsamında görev tevdii edildiğine; bir kısmının kendileri için belirlenen görevlerle ilgili çalışma yaptıklarına; tevdii edilen görevleri yerine getirdiği anlaşılan bir kısmının ise faaliyetlerinin bu amaç suç kapsamında olduğunu bildiklerine dair her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması ve ayrıca eylemlerinin başka bir suç da oluşturmaması karşısında beraatleri yerine yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanıklar ve müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında sanıklar müdafilerinin ileri sürdükleri temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, bir kısım sanıklar yönünden re’sen de temyize tabi olan hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozmanın niteliğine göre tutuklama kararlarının kaldırılarak tutuklu olan sanıkların TAHLİYELERİNE, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü değillerse salıverilmeleri için yazı yazılmasına, tutuklama amacıyla yakalama kararı çıkartılan sanıklar hakkındaki YAKALAMA EMİRLERİNİN GERİ ALINMASINA, 09.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TEFHİM ŞERHİ:
09.10.2013 Tarihinde verilen iş bu karar, Yargıtay Cumhuriyet savcısı Z..A..’ün huzurunda, bir kısım sanıklar müdafiileri Av.M..U.., Av. M.. M.., Av. Z.. A.., Av. N.. Ç.., Av. K.. G.., Av. Ş.. Y.., Av. M.. I.., Av. A.. A.., Av. O.. O.., Av. T.. S.., Av. H.. E.., Av. N.. K.., Av. H.. K.., Av. G.. Y.., Av. K.. G.., Av. M.. K.., Av. S.. S.., Av. A.. A.., Av. S.. A.., Av. Ş.. E.., Av. Z.. K.., Av. E.. T.., Av. İ.. Ş.., Av. H.. T.., Av. Serhat Zenginpedük, Av. A.. K.., Av. B.. O.., Av. A.. K.., Av. B.. H.., Av. Kürşat Veli Eren, Av. H.. P.., Av. B.. A.., Av. E.. K.., Av. G.. D.., Av. R.. U.., Av. L.. Ö.., Av. V.. K.., Av. C.. E.., Av. G.. B.., Av. Levent Türkoğlu, Av. S.. Ş.., Av. A.. A.., Av. A.. Ü.., Av. İ.. T.., Av. D.. E.., Av. K.. S.., Av. M.. E.., Av. N.. Ç.., Av. K.. A.., Av. Y.. A.., Av. A.. S.., Av. A.. H.., Av. M.. Y.., Av. H.. E.., Av. İ.. S.., Av. C.. Ç.., Av. B.. C.., Av. F.. K.., Av. A.. U.., Av. Ç.. Y.., Av. G.. Y.., Av. A.. E..G..’nün yüzlerine karşı 09.10.2013 tarihinde usulen ve açık olarak tefhim olundu.

İİK 357 YE MUHALEFET- TASFİYE MEMURU KAMU GÖREVLİSİ OLMASI NEDENİYLE GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA- TAKİPSİZLİK KARARI

T.C
YARGITAY
5. Ceza Dairesi         

ESAS:2020/1517
KARAR: 2020/11163 

“İçtihat Metni”

2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa muhalefet suçundan şüpheli … hakkında yapılan soruşturma evresi sonunda …Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 19/04/2019 tarihli ve 2019/177 soruşturma, 2019/3094 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik yapılan itirazın reddine ilişkin merci …1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 19/06/2019 tarihli ve 2019/2016 Değişik iş sayılı Kararının;

Dosya kapsamına göre, şüpheli … hakkında kendisine yapılan tebligatlara cevap vermediğinden bahisle müşteki vekilinin şikayeti üzerine 2004 sayılı Kanuna muhalefet etmek suçundan başlatılan soruşturma sonucunda, şikayete konu olayın anılan Kanun hükümleri çerçevesinde İcra Mahkemesinin görevi kapsamında kaldığı, müsnet suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle şüpheli hakkında …Cumhuriyet Başsavcılığınca kovuşturmaya yer olmadığına karar verildiği, verilen karara yönelik itiraz üzerine, her ne kadar merci …1. Sulh Ceza Hâkimliğince “… atılı suça ilişkin deliller toplandıktan sonra kamu görevlisi olan tasfiye memuru hakkında  İİK 357. madde delaletiyle TCK’nun 257.maddesi yönünden şüphelinin hukuki durumunun Cumhuriyet Savcılığınca tekrardan takdiri gerektiği değerlendirilmiş olup itirazın bu yönü ile kabulü ile kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararın kaldırılmasına karar vermek gerekmiştir…” şeklinde gerekçe ile itirazın kabulüne karar verilmiş ise de, anılan kararın hüküm kısmında itirazın reddine dair karar verildiğinin anlaşılması karşısında, merci mahkemesince hüküm kısmında itirazın kabulüne dair karar verilmesi gerekirken kısa kararda ve gerekçe kısmında itirazın değerlendirilmesine ilişkin farklı gerekçelerle çelişki oluşturulacak şekilde karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ifadeli 03/10/2019 gün ve 94660652-105-64-12625-2019-Kyb sayılı Kanun yararına bozmaya atfen Yargıtay C.Başsavcılığından tebliğname ve Yargıtay 12. Hukuk Dairesinin görevsizlik kararı ile Daireye ihbar ve dava evrakı ile birlikte gönderilmekle gereği düşünüldü:

Kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname münderecatı yerinde görüldüğünden talebin kabulü ile …1. Sulh Ceza Hâkimliğince verilen 19/06/2019 tarihli ve 2019/2016 Değişik iş sayılı Kararın CMK’nın 309. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma sebebine nazaran müteakip işlemlerin mercince yapılmasına, dosyanın mahalline gönderilmesi için Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİNE 01/06/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

REHİN ALACAKLISININ SATIŞA MUVAFAKAT ETMEDİĞİ GEREKÇESİ İLE SATIŞ TALEBİNİN REDDİ YÖNÜNDE İŞLEM TESİSİNİN MÜMKÜN OLMADIĞI

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/708

KARAR:2016/14104

“İçtihat Metni”

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu aleyhine genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız takipte, alacaklının talebi ile icra müdürlüğünce, hacizli olan … plakalı aracın kaydında lehine rehin şerhi bulunan …’na İİK’nun 100. maddesi uyarınca müzekkere gönderildiği, … cevabında, 77.000 TL kefaletten dolayı rehin şerhinin devam ettiğini, araç satışına muvafakati olmadığını bildirdiği, alacaklının satış talebi üzerine, icra müdürlüğünce, rehin alacaklısının satışa muvafakat etmediği gerekçesi ile satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının icra mahkemesine şikayet yolu ile başvurarak, satış talebinin reddine ilişkin memurluk işleminin iptalini talep ettiği, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Rehin hakkı; bir alacağı temine yarayan, başkasına ait menkul mal veya hak üzerinde tesis edilen sınırlı bir ayni hak olup, alacaklıya, borçlulardan alacağını alamaması halinde, rehinli malın satış bedelinden alacağını tahsil yetkisi veren bir haktır. Rehin hakkı, sahibine, satışa muvafakat etmeme hakkı tanımaz. İhale bedelinin, rüçhanlı alacağı karşılayıp karşılayamayacağı satış sonucunda belli olacağından, icra müdürlüğünce belirtilen nedenle satış talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version