– İSTİNAF KANUN YOLUNA BAŞVURMA KİŞİYE SIKI SIKIYA BAĞLI HAKLARDAN OLUP “AĞIR CEZA MAHKEMESİNDE 12 YIL CEZA ALDIM. BU ALDIĞIM 12 YIL CEZAMIN ONAYLANMASINI ARZ VE TALEP EDERİM” ŞEKLİNDE İSTİNAF TALEBİNDEN VAZGEÇEN SANIĞIN İSTİNAF TALEBİ – İSTİNAFTAN VAZGEÇMEDEN VAZGEÇİLEMEYECEĞİ, KARARININ KESİN NİTELİKTE OLDUĞU

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. CEZA DAİRESİ

TÜRK MİLLETİ ADINA
İSTİNAF KARARI

Esas No : 2021/926
Karar No : 2021/989

İNCELENEN KARARIN;
MAHKEMESİ : Şanlıurfa 7. Ağır Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 20/01/2021
NUMARASI : 2020/673 (E), 2021/39 (K)
KATILANLAR :1-YUSUF Y.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ, Şanlıurfa Barosundan
:2-CEMAL Y.
SANIKLAR :1-MEHMET Ç.
:2-AHMET İ.
SUÇ : Beden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda
Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından
Birlikte Yağma
SUÇ TARİHİ : 01/10/2020
HÜKÜM/HÜKÜMLER : Mahkumiyet
İSTİNAF BAŞVURUSUNDA
BULUNANLAR : Sanık Mehmet Ç.ile Sanıklar Müdafiileri

Yerel Mahkemece verilen hükümlere karşı sanık Mehmet Ç. le sanıklar müdafiileri tarafından istinaf yoluna başvurulmakla, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

İstinaf başvurusunun reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1-Sanık Mehmet Ç. hakkında Beden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte Yağma suçundan kurulan hükme yönelik yapılan istinaf talebinin incelenmesinde;

Mahkeme kararının sanık ile müdafiisinin yüzlerine karşı 20/01/2021 tarihli son karar celsesinde açıklandığı, sanığın istinaf süresi içerisinde 28/01/2021 tarihli dilekçesi ile “7. Ağır Ceza Mahkemesinde 12 yıl ceza aldım. Bu aldığım 12 yıl cezamın onaylanmasını arz ve talep ederim” şeklinde istinaf talebinden vazgeçtiğine dair dilekçe verdikten sonra 04/02/2021 tarihli Şanlıurfa E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün ifade tutanağı başlıklı yazısına göre “yazmış olduğum itiraz dilekçesinden vazgeçiyorum. Tarafıma ulaşan her hangi bir gerekçeli karar yoktur. Cevabımı gerekçeli karar bana tebliğ edildikten sonra vermek istiyorum” şeklinde beyanda bulunduğu, 16/02/2021 tarihli dilekçesi ile istinaf talebinde bulunduğu, sonraki dilekçelerinde de aynı yönde talepte bulunduğu görülmüş ise de;

Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 21/03/2018 gün ve 2017/38244 esas, 2018/1926 karar sayılı ilamında aynen “Kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan olan istinaf kanun yoluna başvurma ve bundan vazgeçme (feragat) hükümlerini kullanabilme ehliyetine sahip olduğundan ve 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesindeki müdafiinin iradesine üstünlük tanınması gerektiğine ilişkin istisna hali de söz konusu olmadığından sanığın istinaftan vazgeçmesi geçerli olup, “istinaftan vazgeçmeden vazgeçemeyeceği” anlaşılmakla, dosyanın incelenmeksizin Tekirdağ 2. Ağır Ceza Mahkemesi’ne İADESİNE” ilişkin İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 21. Ceza Dairesi’nin 2016/38-2016/34 esas-karar sayılı kararının sanık tarafından temyiz edildiği anlaşılmakla;

İstinaftan vazgeçmeden vazgeçilemeyeceği kararının kesin nitelikte olduğu anlaşılmakla, sanığın temyiz talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 298. maddeleri uyarınca REDDİNE, ” şeklinde içtihatta bulunduğu görülmekle;

Sanığın 28/01/2021 tarihli dilekçesi ile “7. Ağır Ceza Mahkemesinde 12 yıl ceza aldım. Bu aldığım 12 yıl cezamın onaylanmasını arz ve talep ederim” şeklinde istinaf talebinden vazgeçtiği, istinaftan vazgeçmeden vazgeçilemeyeceği, kararının kesin nitelikte olduğu anlaşılmakla, sanık ile müdafiisinin istinaf talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 276/1 maddeleri uyarınca REDDİNE,

2-Sanık Ahmet İstanbul hakkındaBeden Bakımından Kendini Savunamayacak Durumda Bulunan Kişiye Karşı Birden Fazla Kişi Tarafından Birlikte Yağma suçundan kurulan hükme yönelik yapılan istinaf talebinin incelenmesinde;

Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 21/10/2019 gün ve 2017/349 esas, 2019/4960 karar, 15/02/2021 gün ve 2020/2071 esas, 2021/2370 karar, 17/05/2018 gün ve 2016/283 esas, 2018/3846 karar sayılı ilamlarında da belirtildiği gibi 03/08/2008 doğumlu olup suç tarihinde 13 yaşında olan katılan Yusuf Y’ın yağma suçu açısından beden ve ruh bakımından kendisini savunamayacak kişi durumunda olup olmadığına ilişkin rapor aldırmadan ve/veya mahkeme tarafından tutanaklara yansıyan bir gözleme yer vermeden yargılamaya devamla sanık hakkında 5237 sayılı Yasanın 149. maddesinin 1. fıkrasının (c) bendi yanı sıra (e) bendi uygulama yapılarak temel ceza tayini, Bozmayı gerektirmiş olduğundan, istinaf talebinin kabulü ile hükmün CMK’nın 280/1-e maddesi uyarınca BOZULMASINA,

7035 sayılı kanunun 15. maddesi ile eklenen CMK’nın 280/3 maddesi gereği istinaf talebinin reddine karar verilen sanık Mehmet Ç. hakkında mahkemesince bu kararın SİRAYET ETTİRİLMESİNE,

Dosyanın yeniden incelenmek ve hüküm kurulmak üzere hükmü veren ilk derece mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, Dair,

a)Sanık Mehmet Ç.nin istinaf talebinin 5271 sayılı CMK’nın 266/1 ve 276/1 maddeleri uyarınca reddine dair karar yönünden CMK’nın 279/son cümle gereği kararın tebliğ tarihinden itibaren 7 gün içinde dairemize verilecek bir dilekçe ile veya tutanağa geçirilmek koşulu ile zabıt katibine beyanda bulunmak ya da dairemize gönderilmek üzere bulunulan yerdeki nöbetçi Asliye Ceza Mahkemesi’ne dilekçe vermek suretiyle; Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 9. Ceza Dairesine itiraz yolu açık olmak üzere

b)Sanık Ahmet İstanbul hakkında verilen bozma kararı itibariyle CMK’nın 284/1 maddeleri uyarınca kesin olmak üzere, 18/05/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İCRA MÜDÜRLÜĞÜNÜN TEHİRİ İCRA KARARI GETİRİLMESİ İÇİN VERDİĞİ MEHİL İÇİNDE TAKİBİN DURACAĞI VE HİÇ BİR İCRA TAKİP İŞLEMİ YAPILAMAYACAĞI

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/19385
K. 2017/11050
T. 20.9.2017

2004/m.36,89

ÖZET : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde Yargıtay 9. Hukuk Dairesince icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İHTİYATİ HACİZ -FAİZ ALACAĞI ASIL ALACAĞIN FER’İ NİTELİĞİNDE OLUP, ASIL ALACAK BAKIMINDAN MUACCELİYETİN GERÇEKLEŞMESİ HALİNDE BUNUN FER’İLERİ BAKIMINDAN DA MUACCELİYET ŞARTININ GERÇEKLEŞTİĞİ

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/4699
KARAR:2015/5439

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İskenderun 2. Asliye Hukuk Hakimliği
Tarihi :16.07.2014
Numarası :2014/73 D.iş -2014/72 D.iş

Yukarıda tarih ve numarası yazılı ihtiyati haciz talebinin kısmen kabulüne dair ara kararın temyizen tetkiki ihtiyati haciz talep edenler vekilince talep edilmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla temyiz dilekçesi ile dosyadaki tüm belgeler okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Talep, kesinleşmemiş mahkeme kararına dayalı olarak hüküm altına alınan alacak ve fer’ilerinin tahsili amacıyla ihtiyati haciz kararı verilmesi istemine ilişkin olup; mahkemece talebin kısmen kabulüne dair verilen karar, reddedilen kısım yönünden ihtiyati haciz talep edenler vekillerince temyiz edilmiştir.

İhtiyati haciz talep edenler vekilleri; İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı ilamıyla 272.095,20 TL asıl alacak, 12.238,87 TL masraf, 21.575,71 TL vekalet ücreti ve 16.021,00 TL harç olmak üzere toplam 321.930,78 TL alacağın borçlu F.. K..’dan tahsiline karar verildiğini, kararın kesinleşmediğini, asıl alacağın mahkeme kararında hükmedilen TC Merkez Bankası ticari reeskont faiz oranları üzerinden ve dava tarihinden itibaren hesaplanmış 629.017,97 TL faizinin bulunduğunu, alacaklarının vadesinin gelmiş ve rehinle temin edilmemiş bulunduğunu ifade ederek ihtiyati hacze karar verilmesini talep etmişlerdir.

Mahkemece yapılan inceleme neticesinde, 321.930,78 TL asıl alacak, masraf, vekalet ücreti ve harç yönünden ihtiyati haciz talebinin kabulüne, işlemiş faiz olarak talep edilen 629.017,97 TL yönünden alacağın muaccel ve likit olmadığı gerekçesiyle redde karar verilmiştir.

İhtiyati hacze dayanak olarak sunulan İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı kararında asıl alacağa yürütülecek faizin türü ve başlangıç tarihi açıkça gösterilmiştir. Faiz alacağı asıl alacağın fer’i niteliğinde olup, asıl alacak bakımından muacceliyetin gerçekleşmesi halinde bunun fer’ileri bakımından da muacceliyet şartının gerçekleştiği kabul edilmelidir. Bu yönüyle mahkemece, asıl alacağa yürütülecek faizin miktarı denetlenmek suretiyle asıl alacağa kararda gösterilen şekilde hesaplanacak faiz alacağı bakımından da ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken, aksi düşünce ile ihtiyati haciz kararı verilmesi bakımından mevzuatımızda şart olarak kabul edilmeyen likidite unsuru da yanlış değerlendirilmek suretiyle redde karar verilmiş olması doğru değildir.

Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle ihtiyati haciz talep edenler vekillerinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün ihtiyati haciz talep edenler yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden ihtiyati haciz talep edenlere geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 02.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI- PLAKASI YANLIŞ YAZILAN ZMMS POLİÇESİ – ZAMANAŞIMI İTİRAZI –

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1793
KARAR NO : 2021/436

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/03/2019
NUMARASI : 2013/70 Esas- 2019/355 Karar
DAVACILAR : 1-F.A
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cd. 24 C, Şair Nabi Mahallesi, 63040 63040 Haliliye/Şanlıurfa
DAVALI :1 -HAMİT K
DAVALI : 2 -M….. SİGORTA ANONİM ŞİRKETİ –
DAVALI : 3 -ŞANLIURFA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
DAVANIN KONUSU : Sigorta (Trafik Sigortası Kaynaklı)
KARAR TARİHİ : 22/03/2021
GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 25/03/2021

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 karar sayılı kararı aleyhine davacı vekili, davalılar M…. Sigorta Anonim Şirketi vekili ve Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekili tarafından ayrı ayrı istinaf başvurusunda bulunulduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına kayıtlı bulunan 63 DS 914 plakalı römorklu traktörün 08/10/2005 tarihinde sürücü Hamit K.’nın sevk ve idaresindeyken, Onikiler Mahallesi Altut Sokak üzerinde sokakta oynamakta olan çocuklardan müteveffa Aslı A. nın koşarak sokağın karşısına geçmek istediği esnada traktörle römork arasındaki çeki demirine çarparak yaralandığını ve akabinde vefat ettiğini, 18/04/2006 tarihli ATK raporu ile Hamit K’nın tedbirsizliği sebebiyle kusurlu olduğu, müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörlerinin sonuç üzerinde müessir olduğu kanaatiyle asli kusurlu olduğunun tespit edildiğini, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davacı anne için 1.000,00 TL, cenaze ve defin giderleri için 200,00 TL olmak üzere 1.200,00 TL maddi tazminatın, yargılama aşamasında bildirilecek manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi vekili cevap dilekçesinde özetle; zamanaşımı ve görev itirazında bulunarak davanın usulden reddi gerektiğini, müvekkili belediyenin dava konusu olayda kusuru, haksız fiili veya tedbirsizliği olmadığını, küçük yaştaki çocuğun tedbirsiz ve dikkatsiz bir şekilde sokağa bırakılması nedeniyle anne ve babanın tam kusurlu olduğunu beyanla davanın reddini istemiştir.

Davalı M. Genel Sigorta A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; 63 DS 914 plakalı aracın kaza tarihini kapsayan bir poliçesine rastlanmadığını, bildirilen poliçe numarasının bu araçla bir alakası olmadığını beyanla esasa ilişkin cevap hakkını saklı tutarak davanın husumet yokluğu nedeniyle usulden reddini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulü ile, 18.904,19 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 30 TL cenaze ve defin gideri olmak üzere toplam 18.934,19 TL tazminatın 08/10/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu, alınan kusur raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, destek süre ve paylarının Yargıtay uygulamalarına aykırı olarak hesaplandığını, destekten yoksun kalma tazminatı hesabında yetiştirme gideri indirimi yapılamayacağını, yargılama giderinin eksik hesaplandığını, toplamda 4.159,00 TL gider avansı yatırıldığı halde mahkemece yargılama giderinin eksik hesaplanarak 2.865,50 TL yargılama gideri yapıldığından bahisle hüküm kurulmasının doğru olmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı M. Sigorta şirketi vekili dilekçesinde özetle; davanın husumet yokluğundan reddinin gerektiğini, dava konusu kaza yapan aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi bulunmadığını taraflarına tebliğ olunan dava dilekçesinde kazaya ilişkin herhangi bir belge bulunmadığını, dava dilekçesinde kaza tarihinin, poliçe vade başlangıç tarihi olduğunu, kaza anı itibari ile 63 DS 914 plaka numaralı aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi olmaması sebebiyle haksız ve mesnetsiz açılan davanın müvekkili şirket açısından reddi gerektiğini, Tramer Poliçe uygulamasından da açıkça anlaşılacağı üzere kaza tarihinde poliçe bilgileri sorgulandığında dahi herhangi bir kayda rastlanılmadığını, ayrıca yine plaka sorgulamasında kaza tarihini kapsayan bir ZMMS’ye rastlanmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı Belediye Başkanlığı vekili dilekçesinde özetle; öncelikle davanın süresi içerisinde açılmadığını, ikame edilen tazminat ve alacak kalemlerinin zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin hizmet kusurundan kaynaklanan görevlerinde davaların görülme yerinin adli yargı olmayıp idari yargı olduğunu beyanla kararın bu yönlerden kaldırılmasını istemiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

1-Davalı Şanlıurfa Belediye başkanlığınca somut olayda zamanaşımının dolduğu zamanaşımı itirazları dikkate alınmadan hüküm tesis edildiğini belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

2918 sayılı KTK’nın 109/I. maddesinde “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar” hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmüne yer verilmiştir.

Yargılama konusu haksız eylemin suç niteliği taşıdığı anlaşıldığından somut uyuşmazlıkta 2918 sayılı KTK’nın 109/2 maddesinde düzenlenen uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği açıktır. Eylem için(TCK 85/1) kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 66 maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğu dikkate alındığında zamanaşımı süresinin dava tarihi itibariyle dolmadığı anlaşıldığından davalı tarafın zamanaşımın dolduğuna dair istinaf itirazlarına itibar edilmemiştir.

2-Davalı tarafça davanın hizmet kusuruna dayalı olarak açıldığı bu itibarla adli yargının görevli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuş ise de, somut uyuşmazlıkta davaya konu traktörün davalı belediye adına kayıtlı olduğu ve davanın belediye başkanlığı aleyhine işleten sıfatı nedeni ile açıldığı anlaşıldığından davalı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. H.D.nin 2016/13301 E. 2017/8860 K.)

3-Davalı sigorta şirketince dava konusu aracın müvekkil sigorta şirketi nezdinde geçerli bir poliçesinin bulunmadığını, dosyadaki poliçenin başlangıç tarihinin kaza tarihi olup tanzim saatinin kaza tarihinden sonra olduğunu bu itibarla davanın husumet yokluğu nedeni ile reddinin gerektiğini belirterek istinaf itirazında bulunmuştur.

Dosya içerisinde davaya konu araca ilişkin ruhsat bilgilerine göre 63 DS 914 plakalı traktörün Şanlıurfa Belediye Başkanlığı adına kayıtlı olduğu, Şase No: 1542 Motor no: 7152 olduğu, dosya içerisinde bulunan Şanlıurfa Belediye Başkanlığı ile davalı sigorta şirketi arasında düzenlenen 63 DS 014 plakalı 7152 Motor nolu, 1542 şasi nolu traktöre ilişkin sigorta poliçesinde poliçe vadesi başlama tarihinin 08/10/2005 tarih saat; 12;00, bitiş tarihinin 08/10/2006 tarih saat 12;00 olarak belirtildiği, dava konusu kazanın ise 08/10/2005 tarihinde saat 15;00 civarında olması nedeni ile poliçe vadesi içerisinde olduğu anlaşılmıştır.

Her nekadar poliçede araç plakası farklı olarak belirtilmiş ise de, motor ve şasi numaralarının aynı olması ve bu hususta davalı tarafça açık bir istinaf itirazı bulunmaması nedeni ile plakada farklılık dikkate alınmamıştır.

Davalı sigorta şirketince sigorta poliçesinin tanzim tarihinin kaza tarihinden sonra olduğu belirtilmiş ise de, davalı sigorta şirketi basiretli tacirdir. Diğer davalı ile aralarında düzenlenen poliçede teminatın başlangıç saati 12;00 olarak belirtilmiştir. Kazanın da evrak kapsamına göre 12;00 den sonra olduğu sabittir.

Her ne kadar 6102 Sayılı Yasa uyarınca sigorta hukukunda kural olarak sigorta sözleşmesinin akdedilmiş olması sigortacının sorumluluğunun başlamış olmasını gerektirmeyeceği ve TTK’nun 1410, 1421, 1430 ve 1431. Maddeleri uyarınca sigorta sözleşmesi uyarınca sigortacının sorumluluğunun başlaması için düzenlemelere yer verilmekle birlikte, davalı sigorta şirketi ile işleten davalı arasında kaza tarih ve saatini kapsar nitelikte sorumluluk gerektiren sigorta poliçesi düzenlenmiştir. Sigorta poliçesinin sonradan iptal edildiğine ilişkin bir iddiada bulunmamaktadır.TTK hükümlerine göre poliçenin geçersizliğinin 3. kişilere karşı ileri sürülemeyeceği hususları dikkate alındığında davalı sigorta şirketinin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/5617 E. 2020/3230 K.)

3-Davacı vekilince: hükme esas alınan ek raporda 2018 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yapıldığını mahkemece söz konusu rapor uyarınca 21/03/2019 tarihinde hüküm kurulduğunu, duruşma tarihi itibari ile 2019 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yaptırılması gerektiği belirtilerek istinaf itirazında bulunmuştur.

TBK’nun 53/3. maddesi gereği, ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir. Bu düzenleme ışığında, mahkemece destek tazminatının niteliği ve varsayımsal hesap içermesi gözönüne alınarak zarar hesaplanmalı ve buna göre de hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücret destek hesabında nazara alınmalıdır. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/1119 E.2020/8025 K.) Mahkemece hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücretin tespiti ile destek tazminatının hesaplanması yönünden bilirkişiden ek rapor alınıp sonucuna göre değerlendirme yapılması gerekir. Bu itibarla davacı vekilinin istinaf itirazı yerinde görülmüştür.

4-Davacı tarafça kusur raporlarının hüküm tesisi için elverişli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Dosya kapsamına göre, mahkemece aldırılan 31/01/2014 tarihli bilirkişi raporunda davalı sürücünün % 20 kusurlu olduğu, müteveffa çocuğunun ebeveyn ailesi olan davacıların % 80 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, kaza ile ilgili olarak Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/27 Esas sayılı dosyasında Sürücü Sanık Hamit K hakkında taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan yargılama yapıldığı ve ATK Trafik ihtisas dairesince düzenlenen 18/04/2006 tarihli raporda Sanık Hamit K’nın tali derecede kusurlu olduğu, olaya müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörleri sonuç üzerinde müessir olduğunun belirtildiği, yine ceza yargılamasında karayolları fen heyetinden (emelki) aldırılan 15/01/2007 tarihli raporda Sanık Hamit K ‘nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranıp önleyemediği olayda 2. Derecede kusurlu olduğu ve müteveffa Aslı A’nın 1. Derecede kusurlu olduğunun belirtildiği, bu itibarla kusurlar arasında bir çelişki bulunmadığı olayın oluş şekli nazara alındığında bilirkişi heyetince kusur değerlendirmelerinin yerinde olduğu kanaatiyle davacı tarafın kusura ilişkin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

5-Davacı vekilince işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

HGK’nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 Esas-411 Karar, HGK’nun 22.2.2012 gün ve 2011/17-787 Esas- 2012/92 Karar, HGK’nun 16.1.2013 gün ve 2012/17-1491 Esas- 2013/74 Karar sayılı ilamlarında ifade edilen, desteğin kusurunun 3. kişi konumundaki davacılara yansıtılamayacağına ilişkin Yargıtay uygulaması, tek taraflı kazalarda desteğin sürücüsü (işleten sürücü) olduğu aracın sigortacısına karşı açılan davalar yönünden kabul edilmiştir.

Bu nedenle davacı desteği yaya Aslı A’nın karşıdan karşıya geçerken sürücü Hamit K’nın sevk ve idaresindeki traktör ile römork arasındaki çeki demirine çarpması neticesinde meydana gelen kazada davacının murisi Aslı A ‘nın kazadaki kusurunun (yaşının küçüklüğü nedeni ile velisi davacının) davalı yanın sorumlu olduğu tazminat miktarında dikkate alınmayacak, tazminat miktarının hesabında destek kusuru düşülecektir. Bu nedenle davacı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

6-Davacı vekilince yargılama giderlerinin eksik hesaplandığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Uyap kayıtlarında yapılan incelemede davacı vekili Av Selim HARTAVİ tarafından yatırılan miktarların bir kısmının, “Müdahil davalı” taraf rolü ile kayıt altına alındığı bu itibarla yargılama gideri hesabında maddi hata yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Mahkemece dosyada davacı tarafça yapılan tüm giderler dikkate alınmak suretiyle hüküm tesisi gerekir.

Bu itibarla; davacı vekilinin sair istinaf itirazları bu aşamada incelenmeksizin, davalılar vekillerinin istinaf isteminin HMK 353-1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine, davacı vekilinin istinaf isteminin kabulü ile HMK 353-1-a-6 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararın kaldırılarak yukarıda anılan eksikliklerin giderilmesine müteakip varılacak sonuca göre hüküm tesisi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
A-Davalılar M… Sigorta Anonim Şirketi vekili ile Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b,1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
1-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından peşin yatırılan 294,40 TL’ nin mahsubu ile bakiye 998,99 . TL’nin. Şanlıurfa Belediye Başkanlığından alınarak Hazineye gelir kaydına,
2-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı M… Sigorta Anonim Şirketi tarafından peşin yatırılan 323,34 TL’nin mahsubu ile bakiye 970,05 TL’nin M… Sigorta Anonim Şirketinden alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davalılar tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin davalı taraf üzerinde bırakılmasına,
B- Davacı vekilinin istinaf başvurusunun ESASTAN KABULÜ İLE;
Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
Dosyanın davanın yeniden görülmesi için MAHALLİNE İADESİNE
1-Davacıdan tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
2-İstinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama neticesinde verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine,
3-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
4-Davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından tehiri icra talebi kapsamında 26/06/2019 tarihinde Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesine nakit olarak yatırılan 56.990,24 TL’ nin yatırana İADESİNE,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Katip
41133 42602 120723 122041

G.D.

KARAR DÜZELTME YOLU KAPALI OLDUĞU HALDE İLAMDA AÇIK OLDUĞUNUN BELİRTİLMESİ İTİRAZ HAKKI TANIMAYACAĞI- FAZLA DÜZENLEME ORTAKLIK PAYI KESİNTİSİ NEDENİYLE TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2019/309
KARAR: 2019/880

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “fazla kesilen düzenleme ortaklık payı (DOP) nedeniyle tazminat” davasından dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 13.06.2016 tarihli ve 2016/118 E., 2016/191 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 06.11.2018 tarihli ve 2017/5-2019 E., 2018/1589 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davalı … vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinin uygulanması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece görevsizlik nedeniyle davanın usulden reddine dair verilen direnme kararının davacılar vekilince temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca oy çokluğu ile bozma kararı verilmiş, verilen bu karara karşı davalı … vekilince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce Özel Dairenin, davaya bakma görevinin adli yargıda olduğuna işaret eder nitelikteki bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda Yerel Mahkemece idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verildiği, verilen direnme kararının davacılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından, dava konusu 620 ada 18 parsel sayılı taşınmazda 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca … tarafından yapılan imar uygulaması sırasında %40 (DOP)’dan daha fazla oranda düzenleme ortaklık payı kesintisi yapıldığı, idarenin bu işlemi sonucu davacıların dava konusu hisse üzerindeki mülkiyetinin sona erdiği, idarenin söz konusu eyleminden kaynaklanan tazminat davalarında adli yargının görevli olduğu ve karar düzeltme yolunun açık olduğu belirtilerek oy çokluğu ile bozulduğu, bozma kararına karşı davalı … vekili tarafından karar düzeltme talebinde bulunulduğu anlaşılmakla, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 440/III-3 maddesindeki düzenleme ve dilekçenin kapsamı dikkate alınarak, bu talebe karşı karar düzeltme yoluna başvurulup başvurulamayacağı, Hukuk Genel Kurulu kararında karar düzeltme yolunun açık olduğuna yönelik ibarenin maddi hatadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususları ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

Burada Yargıtayca verilen hangi kararların kesin olduğunun açıklanmasında fayda bulunmaktadır. Şöyle ki,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 440/III. maddesi gereğince:

3-Usule ilişkin nihai kararlar hakkındaki Yargıtay Kararları için karar düzeltme istenemez;
a)Görevsizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

b)Yetkisizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).
c)Hâkimin reddi hakkındaki merci kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

d)Davanın açılmamış sayılması kararlarının (m.193/IV; m.194; m.409/V) temyizi üzerine verilen Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

e)Karşılık davanın açılmamış sayılması kararının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

f)Başka mahkemelerde açılmış olan davaların birleştirilmesi kararının temyizi üzerine verilen Yargıtay kararına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

g)Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin yargı yeri belirlemesine (merci tayinine) ilişkin kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

Yukarıda yer alan HUMK’nın 440/III-3. maddesinde karar düzeltilmesi yoluna gidilemeyecek Yargıtay kararları açıklanırken işin niteliği itibariyle “merci belirtilmesi kararları” bir tarafa bırakılırsa hep mahalli mahkeme kararı esas tutularak hangi Yargıtay kararları hakkında karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı gösterilmiştir.
Başka bir anlatımla Kanunun getirdiği düzenleme yönünden göreve ilişkin karar düzeltme yasağının işleyebilmesi için Yerel Mahkemece görevle ilgili bir karar verilmeli ve bu karar hakkında temyiz incelemesi ile Yargıtay Özel Dairesince de bir karar alınmalıdır.

“Görevle ilgili olarak karar düzeltme isteğine getirilen istisna mahalli mahkemenin görevsizlik kararı vermiş olması hâli içindir. Ancak, mahalli mahkeme esas hakkında karar (hüküm) vermiş ve Yargıtay (temyiz incelemesi sonucunda bu kararı görev yönünden bozmuş ise Yargıtayın bu bozma kararına karşı (m.440.III/1 deki iki istisnadan hiç biri söz konusu değilse) karar düzeltme yoluna başvurulabilir.”

Yukarıda değinilen yasal düzenlemeler dikkate alındığında 1086 sayılı HUMK’nın 440/III-3. maddesi uyarınca görevsizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Her ne kadar Hukuk Genel Kurulu kararında karar düzeltme yolunun açık olduğu belirtilmiş ise de bu hususun maddi hatadan kaynaklandığı kabul edilmelidir.

Kanunda karar düzeltme yolu kapalı olduğu öngörülen kararlara karşı maddi yanılgı ile bu hakkın verilmesi suretiyle bir taraf lehine oluşan haksız kazanım, bu kez karar düzeltme yolunun kapalı olması nedeniyle karşı taraf lehine oluşan kazanılmış hakkın ihlaline yol açabilecektir. Hemen belirtmek gerekir ki bu durum, hukuk devleti olmayı sağlayan ve belli bir kişiyi hedef almadan, aynı durumda olan herkese uygulanması gereken kurallar koymayı zorunlu kılan “kanunların genelliği” ve Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “eşitlik” ilkelerine de aykırılık oluşturacaktır.

Açıklanan nedenle Hukuk Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı karar düzeltme yolunun kapalı olması nedeniyle davalı … vekilinin karar düzeltme istemine ilişkin dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir.

S O N U Ç: Davalı … vekili tarafından verilen karar düzeltme istemine ilişkin dilekçesinin Hukuk Genel Kurulunca verilen kararın kesin olması nedeniyle REDDİNE, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 442/3. ve 4421 sayılı Kanun’un 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 370,00TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, karar düzeltme harcı peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 17.09.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

BAKICI GİDERLERİ TAZMİNATI MURİSİN ÖLÜMÜNDEN SONRA İSTENEMEZ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/23517
KARAR: 2017/4741

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı tarafa sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin murisi … ‘ın 2 yıl %74 oranında sakat kaldıktan sonra kazaya bağlı olarak vefat ettiğini, davacının bu süre zarfında eşine bakıcı olarak baktığını, bu ölüm nedeniyle davalı aracın sigortalısından sakatlık tazminatı, destekten yoksun kalma tazminatı ve bakım tazminatı olarak 10.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiş, daha sonra bu davaya muris … ‘ın varisleri muvafakat vererek dahil olmuştur.

Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, ölüm ile kaza arasında illiyet bağı bulunmadığından destekten yoksun kalma tazminatı talebinin reddine, 5.498,31 TL sakatlık tazminatının tahsiline, bakıcı gideri talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davacının murisi … tarafından ölmeden önce açılmış cismani zarara dayalı dava bulunmamaktadır. Davacının ölümü üzerine davacının mirasçıları tarafından açılan davada, muris … ‘ın bu kaza nedeniyle maluliyetine ilişkin muris … adına tazminat talebinde bulunulmuştur. Kişilik hakları şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Murisin tarafından sağlığında davalıya karşı açılmış bir dava bulunmadığından açılan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 27/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

FETÖ/PDY YAPILANMASIYLA İRTİBATLI OLAN ŞİRKET- İŞÇİ ALACAĞININ TAHSİLİ -KHK İLE KAPATILAN ŞİRKETLER- İDARİ İŞLEMİN İPTALİ VE TAM YARGI DAVASI

T.C.
ŞANLIURFA
2. İDARE MAHKEMESİ

ESAS NO : 2020/270
KARAR NO : 2020/1261

DAVACI : Ş. A.
VEKİLİ : AV. SELİM HARTAVİ

DAVALI : ŞANLIURFA VALİLİĞİ

DAVANIN ÖZETİ : Davacı tarafından, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden bahisle ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili amacıyla Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi nezdinde açılan davanın 675 sayılı KHK uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi sonrasında, 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi uyarınca, işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle davalı idareye yapılan başvurunun, 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddine ilişkin Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istenilmektedir.

SAVUNMANIN ÖZETİ : Usule ilişkin olarak; davacının hukuki durumunu etkileyen idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi gereken bir idari işlem bulunmadığından davanın incelenmeksizin reddi gerektiği, esasa ilişkin olarak ise; 670 sayılı KHK’nın 5. maddesinde yer alan şartlar yönünden idarece bir işlem tesis edilmeksizin Mahkemece idare aleyhine karar verilmesinin hukuka aykırı olduğu, davacının talebinin süresinde ve usulüne uygun olarak gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği ve davacının herhangi bir alacağının bulunup bulunmadığı hususlarındaki değerlendirmenin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunun görüş ve önerisi çerçevesinde Şanlıurfa İl KHK İşlemeleri Bürosu tarafından neticelendirileceği ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Şanlıurfa 2. İdare Mahkemesi Hakimliği’nce, dava konusu uyuşmazlık miktarının tek hakim parasal sınırının altında kalması nedeniyle davacı tarafın duruşma talebi yerinde görülmeyerek duruşma yapılmaksızın ve davalı idarenin usule ilişkin itirazları yerinde görülmeyerek, dava dosyası incelenerek işin esası hakkında gereği düşünüldü:

Dava, davacı tarafından, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin işveren tarafından haksız olarak feshedildiğinden bahisle ödenmeyen işçilik alacaklarının tahsili talebiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddine ilişkin Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle açılmıştır.

667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin tedbirler” başlıklı 2. maddesinde; “Milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı belirlenen; a) Ekli (I) sayılı listede yer alan özel sağlık kurum kuruluşları (…) kapatılmıştır.” hükmü düzenlenmiş, ekli (I) sayılı listede Özel OSM Ortadoğu Hastanesi ve Özel Uzmanlar Tıp Merkezi’nin isimlerine yer verilmiştir.

670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Devir işlemlerine ilişkin tedbirler” başlıklı 5. maddesinde;

“(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan Kanun Hükmünde Kararnameler gereğince kapatılan ve Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının her türlü taşınır, taşınmaz, malvarlığı, alacak ve hakları ile belge ve evraklarının (devralınan varlık); her türlü tespit işlemini yapmaya, kapsamını belirlemeye, idare etmeye, avans dahil her türlü alacak, senet, çek ve diğer kıymetli evraka ilişkin olarak dava ve icra takibi ile diğer her türlü işlemi yapmaya, devralınan varlıklarla ilgili olup kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen borç ve yükümlülükleri tespite ve hiçbir şekilde devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne veya diğer terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemeye, kapatılan kurum ve kuruluşların taahhüt ve garanti ettiği ancak vermediği mal ve hizmet bedellerinin ödemesini durdurmaya veya ödemeye, tahsili mümkün olmadığı anlaşılan veya tahsilinde ve takibinde yarar bulunmayan hak ve alacaklar ile taahhüt ve garantilerin tahsilinden vazgeçmeye, her türlü sulh işlemini yapmaya, devralınan varlıklarla ilişkili kredi veya gerçek bir mal veya hizmet ilişkisine dayanan borçlar nedeniyle konulmuş ve daha önce kaldırılmış takyidatları kredinin veya borcun ödenebilmesini sağlamak amacıyla kaldırıldığı andaki koşullarla tekrar koydurmaya ve ihyaya, menkul rehinleri dikkate almaya, devralınan varlıklara konulan takyidatların sınırlarını belirlemeye ve kaldırmaya, finansal kiralama dahil sözleşmelerin feshine veya devamına karar vermeye, devralınan varlıkların idaresi, değerlendirilmesi, elden çıkarılması için gerekli her türlü tedbiri almaya, gerektiğinde devralınan varlıkların tasfiyesi veya satışı amacıyla uygun görülen kamu kurum ve kuruluşlarına devretmeye, devir kapsamında olmadığı belirlenen varlıkları iadeye, kapatılanların gerçek kişiye ait olması halinde devralınacak varlıkların kapsamını belirlemeye, tereddütleri gidermeye, uygulamaları yönlendirmeye, bütün bu işlemleri yapmak amacıyla usul ve esasları belirlemeye, vakıflar yönünden Vakıflar Genel Müdürlüğü, diğerleri yönünden Maliye Bakanlığı yetkilidir.
(2) Bu madde kapsamında devralınan varlıklardan nakit ve diğer hazır değerler emanet, diğer varlıklar ise nazım hesaplarda izlenir. Nazım hesaplarda izlenen varlıklardan elden çıkarılanların tutarı emanet hesaplarına alınır. Ödenmesine karar verilen borçlar bu emanetlerden ödenerek kalan tutar bütçeye gelir kaydedilir.
(3) Kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanallarının bağlı oldukları şirketlerin faaliyetleri sonlandırılarak ticari sicil kayıtları resen terkin edilir. Bunların devralınan varlıkları dışındaki varlıkları da Hazineye bedelsiz devredilmiş sayılır. Bu durumda şirketlere daha önce atanmış kayyımlar tasfiye memuru olarak görevlendirilebilir veya bu şirketlere tasfiye memuru atanabilir. Bu fıkranın uygulanmasına ilişkin usul ve esasları belirlemeye ve birinci fıkrada yer alan hususları bu şekilde devralınan varlıklar için de uygulamaya Maliye Bakanlığı yetkilidir.
(4) Birinci fıkra kapsamında tespite konu edilebilecek borç ve yükümlülüklere ilişkin olarak hak iddiasında bulunanlarca bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altmış günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idaresine kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle müracaat edilir. Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten sonra yapılacak kapatma işlemlerinde ise altmış günlük süre kapatma tarihinden itibaren başlar.
(5) (Değişik fıkra: 2/1/2017 – 679 S.K.H.K./6. md) Borçların ödenmesinde, kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay gibi borçlar, çalışanların sigorta primleri, rehinli alacaklar, enerji, iletişim ve su kullanım borçları, çeşidine bakılmaksızın beşyüz Türk Lirasını geçmeyen borçlar ve diğerleri şeklinde sıralama esas alınır. Kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları, kurs, dershane, öğrenci yurtları ve pansiyonlara avans veya peşin ödeme şeklinde kapatma tarihinden sonraki dönemler için ifa edilmiş olan öğrenim ve barınma bedelleri, yukarıda belirtilen sıraya tabi tutulmaksızın iade edilir. (…)” hükmüne yer verilmiştir.

675 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin “Dava ve takip usulü ” başlıklı 16. maddesinde; “(1) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce açılan davalar ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen davalarda mahkemelerce, 15/8/2016 tarihli ve 670 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle red kararı verilir. Bu kararlar duruşma günü beklenmeksizin dosya üzerinden kesin olarak verilir ve davacılara resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı yargılama giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(2) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler aleyhine 17/8/2016 tarihinden önce başlatılan icra ve iflas takipleri ile bu kapsamda Hazine ile Vakıflar Genel Müdürlüğüne husumet yöneltilen takipler hakkında icra müdürlüklerince, 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi uyarınca düşme kararı verilir. Bu kararlar dosya üzerinden kesin olarak verilir ve takip alacaklısına resen tebliğ edilir. Tarafların yaptığı takip giderleri kendi üzerlerinde bırakılır.
(3) 20/7/2016 tarihli ve 2016/9064 sayılı Bakanlar Kurulu Kararıyla ülke genelinde ilan edilen olağanüstü hal kapsamında yürürlüğe konulan kanun hükmünde kararnameler gereğince kapatılan kurum, kuruluş, özel radyo ve televizyonlar, gazete, dergi, yayınevi ve dağıtım kanalları ile bunların sahibi gerçek veya tüzel kişiler veya kapatılma ya da resen terkin üzerine Maliye Bakanlığı ile Vakıflar Genel Müdürlüğü aleyhine 17/8/2016 tarihi dahil bu tarihten sonra açılan davalar ile icra ve iflas takipleri hakkında 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesi gereğince dava veya takip şartının bulunmaması nedeniyle davanın reddine veya takibin düşmesine karar verilir.
(4) Birinci ve ikinci fıkralar uyarınca verilen kararlarda davacı veya alacaklının 670 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 5 inci maddesinde belirtilen usule uygun olarak ilgili idari makama, tebliğ tarihinden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde başvurabileceği belirtilir. İdari başvuru üzerine idari merci tarafından verilecek karar aleyhine idari yargıda dava açılabilir. İdari yargının verdiği karar kesin olup, uyuşmazlık adli yargıda hiçbir şekilde dava konusu yapılamaz.” hükmü yer almıştır.

Maliye Bakanlığının Olağanüstü Hal Kanun Hükmünde Kararnameleri Uyarınca Kapatılan Kurum ve Kuruluşlar Hakkında Yapılacak İş ve İşlemlere İlişkin Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Genelgesinin (2016/1) “İstihkak ve alacak taleplerine yönelik başvuruların değerlendirilmesi” başlıklı 14. maddesinde “(1) Kapatılan kurum ve kuruluşlara ilişkin istihkak ve alacak talepleri, bunların yönetim merkezinin bulunduğu yerdeki İl KHK İşlemleri Bürosuna gönderilmek üzere alacaklının yerleşim yerindeki İl KHK İşlemleri Bürosuna yapılabilir. (2) Fethullahçı Terör Örgütü (FETÖ/PDY)’ne aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmadığı tespit edilen kişilerce kanaat getirici defter, kayıt ve belgelerle tevsik edilen alacak ve istihkak talepleri, değerlendirilmek üzere İl KHK İşlemleri Bürosu tarafından görevli İnceleme ve Değerlendirme Komisyonuna iletilir. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu, bu belgelerle birlikte diğer bilgi ve belgeleri de tetkik etmek ve gerektiğinde ilgililerin görüşlerine başvurmak suretiyle alacak ve istihkak taleplerine ilişkin görüş ve önerilerini rapora bağlar. İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu tarafından düzenlenen raporu, işlem yapılmak üzere İl KHK İşlemleri Bürosuna gönderilir. (3) Borçların ödenmesindeki sıralama dikkate alınmak suretiyle Bakanlıkça belirlenecek tutarı aşmayan istihkak ve alacak talepleri, İl KHK İşlemleri Büroları tarafından sonuçlandırılır. (4) Bakanlıkça belirlenecek tutarı aşan istihkak ve alacak taleplerine ilişkin İnceleme ve Değerlendirme Komisyonu raporu, İl KHK İşlemleri Bürosu tarafından gerekçeli görüşüyle birlikte nihai karar verilmek üzere Bakanlığa iletilir” düzenlemesi yer almaktadır.

Dava dosyasının incelenmesinden; davacının, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesi’nde iş sözleşmesine bağlı olarak çalışmakta iken, sözleşmesinin haklı bir nedene dayanmaksızın feshedildiğinden bahisle 21/02/2016 tarihinde Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi nezdinde iş sözleşmesinden kaynaklanan işçilik alacaklarının tahsili için dava açtığı, davalı şirketin KHK ile kapatılması ve 675 sayılı KHK’nin yürürlüğe girmesi sonrasında Şanlıurfa 1. İş Mahkemesi tarafından, 12/01/2017 tarih ve E:2016/217, K:2017/31 sayılı karar ile 675 sayılı KHK’nin 16/1. maddesi uyarınca dava şartı yokluğu nedeniyle davanın reddine karar verildiği, bu kararda davacının 675 sayılı KHK’nın 4. maddesi uyarınca ve 670 sayılı KHK’nın 5. maddesi usulünce 30 günlük hak düşürücü süre içerisinde ilgili idareye başvurabileceğinin ihtar edildiği, kararın davacıya tebliğ edilmesi üzerine davacı tarafından, Şanlıurfa Milli Emlak Müdürlüğü’ne 14.03.2017 tarihli başvuru dilekçesi ile başvuruda bulunularak iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklarının ödenmesinin talep edildiği, başvurunun davalı idare tarafından tesis edilen 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işlemle 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddedilmesi üzerine bu işlemin iptali ile fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydı ile şimdilik 7.000,00-TL işçilik alacağının iş akdinin feshi veya ihtar tarihinden itibaren işleyecek mevduata uygulanan en yüksek faiziyle birlikte ödenmesine hükmedilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Davanın Şanlıurfa Valiliği’nin 25/11/2019 tarih ve 502073 sayılı işleminin iptali istemine yönelik kısmına ilişkin olarak;

Yukarıda yer verilen mevzuat hükümlerinin değerlendirilmesinden; kapatılan ve sevk ve idaresi ilgisine göre Vakıflar Genel Müdürlüğüne veya Hazineye devredilen kurum ve kuruluşların borçlarının ödenmesi ile ilgili olarak bir takım esasların getirildiği, buna göre; devralınan varlıkların değerini geçmemesi, ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve Fethullahçı Terör Örgütüne veya diğer terör örgütlerine aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olmayan kişilerle gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla bu varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ödemek hususunda davalı idarenin yetkili kılındığı, borçların ödenmesinde, kamu idarelerine ödenmesi gereken vergi, resim, harç, fon kesintisi, pay gibi borçlar, çalışanların sigorta primleri, rehinli alacaklar, enerji, iletişim ve su kullanım borçları, çeşidine bakılmaksızın beşyüz Türk Lirasını geçmeyen borçlar ve diğerleri şeklinde sıralamanın esas alınacağı ve kapatılan özel öğretim kurum ve kuruluşları, kurs, dershane, öğrenci yurtları ve pansiyonlara avans veya peşin ödeme şeklinde kapatma tarihinden sonraki dönemler için ifa edilmiş olan öğrenim ve barınma bedellerinin ise, yukarıda belirtilen sıraya tabi tutulmaksızın iade edileceğinin, Maliye Bakanlığınca belirlenecek tutarı aşmayan miktar yönüyle taleplerin İl KHK İşlemleri Bürosunca sonuçlandırılacağının, Bakanlıkça belirlenen miktarı aşan tutar yönüyle İl KHK İşlemleri Bürosunun gerekçeli görüşü alınarak Maliye Bakanlığınca bir karar verileceğinin düzenlendiği görülmektedir.

Uyuşmazlıkta, davalı idarece, devralınan şirkete ait 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle dava konusu işlemin tesis edildiği anlaşılmakla, kendisine mevzuatta verilen görevleri yerine getirirken her türlü araştırma ve soruşturma imkanına sahip olan idarece, davacının hangi tarihler arasında ilgili kurumda çalıştığı, işe giriş ve işten ayrılış bildirgeleri ile davacının hangi nedenle işten ayrıldığının ve iş sözleşmesi feshinin haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı hususları ile davacının terör örgütleriyle aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılarak davacının ödemeye esas alacağı olup olmadığının tespit edilmesi, akabinde devralınan varlıkların değerini geçmemesi ve ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması şartıyla varlıkların değerlendirilmesi suretiyle bunları uygun bir takvim dahilinde ve mevzuatta gösterilen sıralamaya tabii olarak işlem tesis edilmesi gerekirken, 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle tesis edilen dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmaktadır.

Davanın işçilik alacaklarının ödenmesine karar verilmesi istemine yönelik kısmına ilişkin olarak ise;
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere, davacının talebinin, devralınan şirkete ait 2016 yılı ile ilgili sadece ilk 3 aya ilişkin defterler mevcut olduğundan bahisle sonraki aylarda ödeme yapılıp yapılmadığının tespit edilemediği gerekçesiyle reddedilmeside hukuka uyarlık bulunmadığından, davacının kapatılan kuruluştan olan alacak talebi yönüyle İl KHK İnceleme ve Değerlendirme Komisyonunca, davacının hangi tarihler arasında ilgili kurumda çalıştığı, işe giriş ve işten ayrılış bildirgeleri ile davacının hangi nedenle işten ayrıldığının ve iş sözleşmesi feshinin haklı bir nedene dayanıp dayanmadığı hususları ile davacının terör örgütleriyle aidiyeti, iltisakı veya irtibatı bulunup bulunmadığı hususlarının araştırılarak davacının ödemeye esas alacağı olup olmadığının tespit edilmesi, akabinde devralınan varlıkların değerini geçmemesi ve ek mali külfet getirmemesi, asıl borçlu ve diğer kefiller hakkında kesin aciz vesikası bulunan haller hariç olmak üzere kefaletten doğmaması ve gerçek mal veya hizmet ilişkisine dayanması koşulları yönüyle değerlendirme yapılmak suretiyle miktara göre talep hakkında İl KHK İşlemleri Bürosu veya Maliye Bakanlığınca bir karar verilmesi gerektiğinden, davacının işçilik alacağının olup olmadığı, işçilik alacağının bulunması durumunda ödenmesi gereken miktarın ne kadar olduğu idarece yapılacak araştırma ve değerlendirme sonucunda ortaya çıkacağından, bu aşamada davacının işçilik alacaklarının ödenmesi talebi hakkında karar verilmesine yer olmadığı sonucuna varılmaktadır.

Hükmedilmesi gereken vekalet ücreti yönünden yapılan değerlendirme neticesinde ise;
24/11/2020 tarihinde yürürlüğe giren 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Seri davalarda ücret” başlıklı 22. maddesinde; “İhtiyari dava arkadaşlığının bir türü olan seri davalar ister ayrı dava konusu yapılsın ister bir davada birleştirilsin toplamda on dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam avukatlık ücretine, toplamda elli dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %50’si oranında avukatlık ücretine, toplamda yüz dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %40’ı oranında avukatlık ücretine, toplamda yüzden fazla açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %25’i oranında avukatlık ücretine hükmedilir.(…)” düzenlemesi yer almaktadır.

Dava dosyasında ki bilgi ve belgelerden; 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile kapatılan Şanlıurfa Uzmanlar Tıp Sağlık Hizmetleri Limited Şirketi’ne bağlı Özel OSM Ortadoğu Hastanesinde iş sözleşmesi ile çalışan ve sözleşmesinin haklı bir nedene dayanmadan feshedildiğini ileri süren kişiler tarafından, iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklarının ödenmesi talebiyle yapılan başvuruların aynı idarece, aynı gerekçeyle reddedildiği, işlemlere karşı açılan davaların, aynı sebepten doğduğu, aynı konuya ilişkin olduğu ve aynı davalıya karşı açıldığı, Şanlıurfa İdare Mahkemeleri’nde açılan dava sayısının toplamda 100’den fazla olduğu görülmekle, söz konusu davaların seri dava niteliğinde olduğu sonucuna varılmaktadır.

Bu durumda, bakılmakta olan dava ile aynı istemle açılmış çok sayıda dosya bulunması nedeniyle seri dava niteliğindeki söz konusu davalar için, taraflara ölçüsüz bir yükümlülük getirmeyecek biçimde ve taraf vekillerinin harcadığı emek ve mesai dikkate alınarak vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğinden, 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin “Seri Davalarda Ücret” başlıklı 22. maddesi ile belirlenen tam ücretin %25’i oranında vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin iptaline, davacının tazminat istemi hakkında ise karar verilmesine yer olmadığına, dava sonucu itibariyle kısmen iptal, kısmen KVYO ile sonuçlandığından aşağıda dökümü yapılan 216,35-TL yargılama gideri ile 2021 yılı Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin yukarıda yer verilen 22. maddesi uyarınca belirlenen 510,00-TL avukatlık ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, dava açılma aşamasında nisbi olarak yatırılan 119,55-TL harçtan 54,40-TL tutarındaki maktu harcın mahsubu sonucu kalan 65,15-TL harcın ve artan posta ücretinin davacıya iadesine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 45. maddesinin birinci fıkrası gereğince kesin (istinaf yolu kapalı) olarak, 29/12/2020 tarihinde karar verildi.

 

POLİSİN KÖTÜ MUAMELESİ NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRESİ
E. 2004/9784
K. 2006/2598
T. 21.4.2006

TAZMİNAT DAVASI ( 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Süre/Eylemin İdariliğinin Ortaya Çıktığı Tarihten İtibaren Hesaplanması Gerektiği – Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarih )

EYLEMİN İDARİLİĞİNİN ORTAYA ÇIKTIĞI TARİH ( Tazminat Davası/2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Süre – Kötü Muamelede Bulunduğu İddia Edilen Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarih )

POLİSİN KÖTÜ MUAMELESİ NEDENİYLE TAZMİNAT DAVASI ( Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarihin 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Başlangıcı Olacağı )
SÜRE ( Polisin Kötü Muamelesi Nedeniyle Tazminat Davası – Sanık Polislerin Yargılandığı Ceza Mahkemesi Kararının Davaya Müdahil Olan Davacıya Tebliği Veya Öğrenildiği Tarihin 2577 S.K. Md. 13’de Öngörülen 1 Yıllık Sürenin Başlangıcı Olacağı )

2577/m. 13

ÖZET : Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan zarar olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde olup olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekir.

İstemin Özeti : Davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen 50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılan dava sonucunda; Malatya İdare Mahkemesince davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen kararın, davacı tarafından temyizen incelenip bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. D.Tetkik Hakimi : Aydın Akgül

Düşüncesi : Dava, davacının ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen manevi zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

2577 sayılı Yasayla öngörülen tam yargı davaları, idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdarenin yürüttüğü faaliyet alanındaki eylemlerin idariliği ve bu eylemlerden doğan zarar, bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Olayda, eylemin idariliği kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla dava süresinin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiği veya davacı tarafından öğrenildiği tarihten itibaren hesaplanması gerekmekte; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararın öğrenilmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenle, İdare Mahkemesi kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı : Nevzat Özgür

Düşüncesi : İdare ve Vergi Mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1. fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, sözkonusu maddede belirtilen nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile bozma kararına uyularak verilen temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, davacının, ifade vermek üzere götürüldüğü karakolda görevli polis memurlarından kötü muamele gördüğü iddia edilerek uğranıldığı öne sürülen 50.000.000.000-TL manevi zararın 4.12.1998 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle istemiyle açılmıştır.
Malatya İdare Mahkemesince; davacının 5.12.1998 tarihinde ifadesi alınmak üzere karakola götürüldüğü sırada kötü muameleye uğraması nedeniyle manevi zararın da aynı tarihte öğrendiğinin kabulü gerekeceği, bu tarihten itibaren bir yıl içinde idareye başvuruda bulunulmadığından, bu süre geçtikten sonra yapılan 11.2.2002 tarihli başvurunun zımnen reddi üzerine açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle; davanın süre aşımı yönünden reddine karar verilmiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek anılan mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulmasını istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde, idari eylemlerden hakları ihlal edilen ilgililerin, idari eylemleri öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve herhalde idari eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği hükme bağlanmıştır.

Anılan Yasa hükmünde idareye başvuru için öngörülen en geç beş yıllık sürenin hangi tarihten itibaren başlatılacağı zaman zaman duraksamalara yol açtığından, bu hususun irdelenmesi gerekmektedir.

Yasayla öngörülen tam yargı davaları idari eylem nedeniyle uğranılan zararın tazminini ifade etmektedir. Bu nedenle, tam yargı davasının açılabilmesi için eylemin idariliğinin ve yol açtığı zararın ortaya çıkması zorunludur.

İdari eylem, idarenin işlevi sırasında bir hareketi, bir davranışı, bir tutumu veya hareketsizliği; idari karar ve işlemle ilgisi olmayan, başka bir deyişle öncesinde, temelinde bir idari karar veya işlem olmayan salt maddi tasarrufları ifade etmektedir.

Söz konusu eylemlerin idariliği ve doğurduğu zarar bazen eylemin yapılmasıyla birlikte ortaya çıkarken, bazen de çok sonra, değişik araştırma, inceleme ve hatta ceza yargılamaları sonucu ortaya çıkabilmektedir.

Özellikle kamu görevlilerinin idari bir tasarruf yaparken, mevzuatın, üstlendiği ödevin ve yürüttüğü hizmetin kural, usul ve gereklerine aykırı olarak, kendisine izafe edilebilecek boyutta ve biçimde, ancak yine de resmi yetki, görev ve olanaklardan yararlanarak, onları kullanarak hareket ettiği, bu nedenle de idaresinden tamamen ayrılmasını önleyen ve engelleyen görev kusurları nedeniyle doğan zararların tazmini istemiyle açılacak tam yargı davalarında eylemin idariliği, bazen ceza davalarıyla personelin şahsi kusuru sonucu mu yoksa görev kusuru sonucu mu zararın ortaya çıktığının belirlenmesinden sonra saptanabilmektedir.

Bu itibarla, 2577 sayılı Yasa’nın 13. maddesinde öngörülen 1 ve 5 yıllık sürenin, eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarihten itibaren hesaplanması zorunludur. Aksi yorumun, zarara yol açan eylemin idariliğinin ortaya çıkmasıyla kulanılması mümkün olan dava açma hakkını ortadan kaldıracağı, hak arama özgürlüğüyle bağdaşmayacağı açıktır.

Dava ve temyiz dosyasının birlikte incelenmesinden; davacının 5.12.1998 tarihinde sevk ve idaresinde bulunan kamyoneti bir bayanın üzerine sürdüğünden bahisle yapılan şikayet üzerine ? Karakoluna götürüldüğü, davacının burada görevli polis memurlarının kötü muamelesine maruz kaldığı ve hakkında 15 gün iş ve gücüne mani olduğuna ilişkin 14.12.1998 tarihli kati raporun verildiği, davacının 7.12.1998 tarihli şikayet dilekçesi sonrası Bingöl Cumhuriyet Savcılığınca kötü muamelede bulunduğu iddia edilen polisler hakkında kamu davası açıldığı ve davacının 5.4.1999 tarihinde davaya müdahil olduğu, Bingöl Asliye Ceza Mahkemesinin E:1996/36 sayılı dosyasında görülen davada, anılan Mahkemenin 25.1.2001 tarih ve E:1996/36, K:2001/171 sayılı kararı ile sanık polisler hakkında açılmış bulunan kamu davasının 4616 sayılı Yasa uyarınca Şartla Ertelenmesine karar verildiği, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın tazmini istemiyle 11.2.2002 tarihli dilekçe ile davalı idareye yapılan başvurunun zımnen reddi üzerine bu davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayda tazmini istenen zarar, kötü muamele sonucu uğranılan zarar olduğuna göre, davacının zararının kötü muamele nedeniyle meydana gelip gelmediğinin, kötü muamele eylemini idarenin personelinin resmi görev ve yetkisini kullanarak gerçekleştirip gerçekleştirmediğinin belirlenmesine bağlıdır. Bu itibarla olayda, eylemin idariliği, kötü muamelede bulunduğu iddia edilen sanık polislerin yargılanması sonucu, ceza mahkemesi kararının sonucunda ortaya çıkmıştır.

Dolayısıyla, olayda eylemin idariliğinin ortaya çıktığı tarih olan sanık polislerin yargılandığı ceza mahkemesi kararının sonucunun, davaya müdahil olan davacıya hangi tarihte tebliğ edildiğinin veya davacı tarafından öğrenildiğinin tespiti gerekmekte olup; davacının 11.2.2002 tarihli başvurusunun, ceza mahkemesi kararının tebliği veya söz konusu kararı öğrenmesi tarihinden itibaren 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca 1 yıl içerisinde yapılıp yapılmadığı araştırılarak, dava süresinde ise uyuşmazlığın esasının incelenmesi gerekmektedir.

Bu durumda, yukarıda belirtilen hususlar araştırılarak davanın süresinde olup olmadığının tespit edilmesi, davanın süresinde olması durumunda ise esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında hukuki isabet bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Yasa’nın 49. maddesine uygun bulunan davacı temyiz isteminin kabulüyle Malatya İdare Mahkemesinin 16.1.2004 tarih ve E:2002/879, K:2004/22 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan mahkemeye gönderilmesine 21.04.2006 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :Usul ve hukuka uygun bulunan idare mahkemesi kararının onanması gerektiği görüşüyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.

ÜST GEÇİT YAPILMASI BİR İDARİ EYLEM DEĞİL, İDARİ İŞLEMİN İCRASI NİTELİĞİNDE OLDUĞUNDAN, ÜST GEÇİT YAPIMI NETİCESİNDE TAŞINMAZINDA DEĞER KAYBI OLDUĞUNU İDDİA EDEN DAVACININ, ÜST GEÇİDİN TAMAMLANDIĞI TARİHTEN İTİBAREN DAVA AÇMASI GEREKTİĞİ HAKKINDA..

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRE
E. 2011/7919
K. 2013/905
T. 12.2.2013

• KARAYOLU GEÇİŞİNİN ÜST GEÇİT YAPILARAK SAĞLANDIĞINDAN BAHİSLE TAŞINMAZDA OLUŞAN DEĞER KAYBI TAZMİNİ ( Süre Aşımı – Üst Geçit Yapımının Sona Erdiği ve Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı/Süre Geçtikten Sonra Açılan Davanın Reddedileceği )

• TAŞINMAZDA OLUŞAN DEĞER KAYBI TAZMİNİ ( Karayolu Ulaşımının Üst Geçitle Sağlanmasından Kaynaklı – Üst Geçidin Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı/Bu Süreler Geçtikten Sonra Açılan Davanın Süreden Reddi Gerektiği )

• DAVA AÇMA SÜRESİ ( Karayolu Geçişinin Üst Geçit Yapılarak Sağlandığından Bahisle Taşınmazda Oluşan Değer Kaybı Tazmini – Üst Geçit Yapımının Sona Erdiği ve Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı )

• SÜRE AŞIMI ( Karayolu Geçişinin Üst Geçit Yapılarak Sağlandığından Bahisle Taşınmazda Oluşan Değer Kaybı Tazmini – Davanın Üst Geçitin Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Açılacağı/Dava Açma Süresini Canlandırıcı Mahiyette Olmayan Başvurunun Reddi Üzerine Açıları Davada Süre Aşımı Bulunduğu )

2577/m.11,12

ÖZET : Dava; karayolu geçişinin üst geçit ile sağlanması sebebiyle malik olunan taşınmazda değer kaybı meydana geldiğinden bahisle uğranıldığı zararının tazmini istemine ilişkindir. Zarar, eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan
başvurunun reddi üzerine açıları davada süre aşımı bulunmaktadır.

İstemin Özeti : Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin 29.3.2011 tarih ve E:2011/433, K:2011/250 Sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi: Uyuşmazlıkta, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair istemden ve bu işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla, davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı 26.11.2009 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine kalan sürede dava açılması gerekirken; bu süre geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan 21.9.2010 tarihli başvurunun reddi üzerine 28.1.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan, temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibariyle
isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu nedenle, temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesi kararının yukarda belirtilen gerekçe ile onanması gerektiği düşünülmekledir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17/2.maddesi uyarınca davacıların duruşma istemi yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi, gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; Samsun-Ankara Karayolu’nun Havza İlçesi Merkez geçişinin üst geçit ile sağlanması sebebiyle davacıların maliki olduğu Samsun ili, Havza ilçesi, İnönü Mahallesi, 94 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda değer kaybı meydana geldiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen 150.000,00 TL maddi zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Samsun 1. İdare Mahkemesince; davacıların maliki olduğu Samsun İli, Havza İlçesi, İnönü Mahallesi, 94 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda meydana geldiği ileri sürülen değer kaybının tazmini istemiyle 21.9.2010 tarihinde yapılan başvurunun altmış gün içinde cevap verilmeyerek zımnen reddedildiği,  zımni ret tarihi olan 20.11.2011 tarihinden itibaren 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7 ve 13. maddelerine göre altmış günlük dava açma süresi içinde ve en son 19.1.2011 tarihînde dava açılması gerekirken, bu sürenin bitiminden sonra yeni dava açma süresini canlandırmayan 26.11.2010 tarihli işlem üzerine 28.1.2011 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülen aralan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

İdari işlemler, idari makam ve mercilerin idari faaliyetleriyle ilgili alanda, idare hukuku çerçevesinde,tek taraflı irade açıklamasıyla hukuk aleminde sonuç doğması kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki tasarruflarıdır. Temelinde bir idari karar veya işlem olmayan, fizik alanında görülen iş, hareket, ameliye ve çalışmalar ile idarenin hareketsiz kalması ise, idari eylem olarak adlandırılmaktadır. İdari işlemler, hukuk aleminde değişiklik yapan, yenilik doğuran irade açıklamalarını yansıtmakta iken; idari eylemler, esas olarak maddi alemde değişiklik ve yenilik meydana getirmekte, sadece ilgililerin hak ve yetkilerini kullanmaları koşuluyla hukuki etki ve sonuç doğurabilmektedir.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12 maddesinde; İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması batinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca İdareye başvurma hakları saklıdır. hükümleri yer almış anılan Kanunun 13. maddesinde ise; “… İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilir.”, hükümlerine yer verilmiştir. Dava dosyası ve aynı konuya yönelik açılan diğer dosyaların birlikte incelenmesinden; Samsun-Ankara Karayolunun Havza İlçesi Merkez geçişinin sağlanması için yapılan üst geçidin 25.11.2009 tarihinde hizmete açıldığı, davacılar tarafından üst geçit yapılması sebebiyle taşınmazında meydana geldiği ileri sürülen değer kaybının ödenmesi istemiyle 21.9.2010 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, yapılan başvurunun altmış gün içerisinde cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedildiği, davalı idarece zımni ret tarihinden sonra tesis edilen 26.11.2010 tarihli işlemle de davacılar başvurularının reddedilmesi üzere 28.1.2011 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlıkta, davacılar tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar, eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair istemden ve bu işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı 25.11.2009 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan 21.9.2010 tarihli başvurunun reddi üzerine 28.1.2011 tarihinde açıları davada süre aşımı bulunmaktadır. Bu durumda, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibariyle hukuki isabetsizlik bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz: isteminin reddi ile Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin 29.3.2011 tarih ve E:2011/433, K:2011/250 Sayılı kararının, yukarda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA, 12.02.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi

TAŞINIR REHNİNİN PARAYA ÇEVRİLMESİ YOLUYLA İLAMSIZ TAKİP- BORCA İTİRAZ- ARAÇ ÜZERİNDEKİ YAKALAMA ŞERHİNİN KALDIRILMASI

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/178
KARAR:2013/4852

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR

Şikayetçi borçlu vekili tarafından;… 7. İcra Müdürlüğü’nün 2012/19470 Esas sayılı dosyası ile borçlu aleyhine taşınır rehninin paraya çevrilmesi yolu ile takipte bulunulduğunu, borçlu … takipten önce öldüğünü, ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağını, asıl borçlu hakkında takibe girişilemediği müddetçe rehin verildiğini kabul etmemekle beraber rehin veren aleyhine de takip yapılmayacağını, İcra Müdürlüğü’ne bu sebeplerle ve borca, ferilerine, faize, rehin hakkına, rehin sözleşmesine, yetki, imza ve yazıya itiraz edilmesi üzerine takibin durdurulduğunu, fakat araç üzerindeki yakalama şerhinin kaldırılmadığını, takip kesinleşmeden araç üzerine yakalama şerhi konulduğunu belirterek takibin iptalini ve yakalama şerhinin kaldırılmasını talep etmiştir

Mahkemece, borçlunun icra takibinden önce takip borçlusu … ilgili mirasın reddinin tespiti için dava açtığı ve mirasın reddedildiğinin tespiti kararının kesinleştiği, bu nedenle … mirasını reddeden davacının ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağından bahisle takibin iptalini talep etme sıfatı bulunmadığından ve davacı takip borçlusunun itirazı üzerine davacı yönünden takip olduğu yerde duracağından yakalama şerhinin kaldırılması talebinin reddine ilişkin icra müdürlüğünün vermiş olduğu kararda yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilerek şikayetin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İlamsız takipte her türlü itiraz İcra Müdürlüğü’ne yapılabileceğinden ve bu itirazlar hakkında alacaklı talep ettiği takdirde itirazın kaldırılması ve itirazın iptali yargılaması sırasında inceleme yapılabileceğinden sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

İcra dosyasının incelenmesinde takibin, taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluyla ilamsız takip olduğu, 20.09.2012 tarihinde aracın kaydına yakalama şerhinin konulmasına karar verildiği ve yakalama şerhinin işlendiği anlaşılmıştır .

Taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluna ilişkin ilamsız takiplerde İİK.nun 147. maddesi göndermesi ile uygulanması gereken aynı Yasanın 62 ila 72. maddelerine göre süresi içinde yapılan itiraz ile takip durur, yapılan takiple birlikte rehinli aracın kaydı üzerine rehinli takibe başlandığına dair şerh verilmesi mümkün ise de; İİK’nun 150/d maddesindeki, satış hazırlıkları başlıklı kıymet taktiri ile ilgili hükmün, gayrimenkuller için uygulanacak ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takiplere ilişkin olduğu, müşterek hükümler arasında yer almadığı, İİK.nun 150/h maddesinden 153. maddeye kadar müşterek hükümler arasında, belirtilen hususun düzenlenmediği, paraya çevrilme usulüyle ilgili atıf yapılan ve kıyasen uygulanacak hükümlerinde açıkça düzenlendiği, İİK.nun 150/g maddesinde, İİK.nun 150/d maddesinin kıyasen uygulanacak hükümler arasında bulunmadığı, kıyasen uygulanacağı belirtilen İİK.nun 92. madde de dahil diğer maddelerin ancak takibin kesinleşmesinden sonraki safhada uygulanabileceği, itiraz üzerine durması gereken takiplerde icra müdürlüğünce takiple birlikte kıymet taktiri için veya başka gerekçelerle rehin konusu aracın yakalanıp muhafaza altına alınması yönünde tedbirler uygulanamayacağı, belirtilen tedbirlerin ancak takibin rehnin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip olması halinde uygulanabileceği ve ilamsız takipte takip kesinleşmeden rehinli menkul muhafazaya alınmayacağından şikayetin bu yönden kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde şikayetin tümden reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle, İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 02.04.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
Esas No:2014/23076
Karar No:2015/18932
Karar Tarihi: 28.05.2015

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

ÖZET: Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

(1475 S. K. m. 14) (4857 S. K. m. 17, 25, 41, 46)

Dava ve Karar: Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, ücret alacağıyla fazla mesai ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. Bulut tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı avukat yanında katip olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini iddia ederek bir kısım işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili davacının iddialarının yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini haksız feshettiğini belirterek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedilip feshedilmediği uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır.

Somut olayda, davacının iş sözleşmesinin icra takip dosyasından borçlu olarak gözüken kişiden 350,00 TL’yi harç parası alarak bunu yatırmayıp uhdesinde tuttuğu gerekçesiyle feshedilmiştir. Parayı verdiğini iddia eden icra takip dosyası borçlusu olan davalı tanığı bunu doğruladığı gibi davacıyla telefon görüşmesinde davacının parayı aldığını kabul ettiğini de doğrulamıştır. Aynı şekilde dosyada bu yönde bir tutanak ve davalı tanığı Gökhan’ın beyanları da bulunmaktadır. Daha sonra söz konusu, harcın davalı avukat tarafından yatırılarak borçlu üzerindeki haczin kaldırıldığı da anlaşılmaktadır. Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.05.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

TRAFİK KAZASI NEDENİYLE YARALANMA- MALULİYET RAPORU- ISLAH- UZAMIŞ CEZA ZAMANAŞIMI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/2050
KARAR:2014/5437

“İçtihat Metni”

Davacı … ile davalılar … … …, …. ve … arasındaki dava hakkında, ….Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 20.03.2012 gün ve 2002/206-2012/57 sayılı hüküm, Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalı … vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü;

– K A R A R –

Davacı vekili, davalıların trafik sigortacısı, malik ve sürücüsü olduğu iki aracın karıştığı 25.10.1999 tarihli kazada müvekkilinin yaralandığını ileri sürerek, şimdilik 1.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminatın … şirketleri dışındaki davalılardan, 5.000,00 TL maddi tazminatın davalı … şirketlerinden kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiş, 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle 19.805,64 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak 19.805,64 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminata karar verilmiştir. Hüküm, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizce verilen 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı bozma kararının; (1) nolu bendinde davalı … vekili, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı …. vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bendinde ise davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazları yönünden, “dava açıldığı tarih itibariyle davalı şirket iflas etmemiştir. Bu davalı aleyhine tazminatın tahsili için açılan davada, dava konusu alacağın ikinci alacaklılar toplantısında iflas masasına kaydedilip, masaca alacağın kesin olarak kabul edilip edilmediğinin araştırılması ve şayet kesin suretle kayıt ve kabul edilmiş ise, bu davalı bakımından konusu kalmayan davanın reddine karar verilmesi, masaya kayıt edilmek istenip de alacak kısmen veya tamamen reddedilmiş ise ve kayıt-kabul davası ayrıca açılmamışsa, iş bu davada husumet iflas idaresine yönetltildiğinin kabulü ile alacağın iflas masasına kayıt ve kabul davası olarak devam edilerek, tazminat istemi bakımından yapılacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, davalı şirket hakkında eksik incelemeye dayalı olarak verilen karar doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Davalı … vekili bu defa karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Davalı … vekilinin karar düzeltme istemi üzerine dava dosyasının yeniden yapılan incelemesinden;
Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle sürekli iş göremezlik zararı ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı ….nun 109/1.maddesinde “motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar.” denilmektedir. Aynı kanunun 109/2 maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda; dava konusu trafik kazası, 25.10.1999 tarihinde meydana gelmiştir. Dava, 04.05.2002 tarihinde açılmıştır. Yargılama sırasında alınan ve … Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 27.02.2006 tarihli raporda, davacının bu kaza sonucu vücut genel çalışma gücünü % 9,1 oranında kaybettiği belirlenmiştir. Mahkemece hükme esas alınan tazminat bilirkişi raporunda davacının geçici ve sürekli iş göremezlik zararının toplam 19.805,64 TL olduğu belirlenmiştir. Davacı vekili tarafından 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmiş ve maddi tazminat istemi, bilirkişi raporu doğrultusunda artırılarak 19.805,64 TL tazminat istenmiştir. Davalı … vekili, ıslah dilekçesine karşı süresi içinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur. Mahkemece, dava ve ıslah dilekçesinde istenen toplam 19.805,64 TL maddi tazminata karar verilmiştir.

Dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, davacının bedensel zararında gelişen durumun varlığının da ileri sürülmemiş olması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır.

Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir. Bu durumda; davalı … vekilinin karar düzeltme itirazının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamına yukarıda yazılı bozma nedeninin de ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yönünden de bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı … vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamının (1) nolu bendinin bozma ilamından çıkarılmasına yerine “1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, gerektirici sebeplere göre, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı… vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine” tümcelerinin yazılmasına, bozma ilamının (2) nolu bendinin numarasının (3) olarak değiştirilmesine, bozma ilamına (2) nolu bent olarak

“2-Davalı … vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır. Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.” bozma nedeninin yazılmasına, bozma ilamının sonuç kısmının ise “Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı.. vekilinin tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin diğer temyiz itşrazının kabulü ile hükmün davalı … yararına bozulmasına, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına” biçiminde değiştirilmesine ve yukarıda yazılı bozma nedeninin de bozma ilamına ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yararına da BOZULMASINA, tashihi karar peşin harcın karar düzeltme isteyen davalı …’e geri verilmesine 10.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FAZLAYA İLİŞKİN HAKLAR SAKLI TUTULMADAN, KISMİ DAVAYA DAİR BİR İFADE YER VERMEKSİZİN AÇILAN DAVADA TALEP SINIRLANMIŞTIR.

T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
ESAS:2019/2715
KARAR:2019/4717 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … tarafından, davalılar … ve diğerleri aleyhine 03/01/2012 gününde verilen dilekçe ile destekten yoksun kalma sebebiyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 19/01/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı … vasisi tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı …’ın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2-Davalı …’ın diğer temyiz itirazlarına gelince;
Dava, destekten yoksun kalma sebebiyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş hüküm, davalılardan … vasisi tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, müteveffa oğlunun davalılar tarafından öldürüldüğünü davalıların yapılan ceza yargılaması sonunda mahkum olduklarını belirterek desteğini yitirdiğinden bahisle maddi ve manevi zararlarının davalılardan tahsilini talep etmiştir.

Davalılar, cevap dilekçesi sunmamıştır.

Mahkemece, bilirkişi raporunda hesaplanan miktar esas alınarak 26.418,74 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 26. maddesinin 1. fıkrasında; “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinde; davacının dava dilekçesinde 20.000 TL maddi tazminat talebinde bulunduğu ve fazlaya ilişkin hakkı saklı tutulmadan talebini sınırlandırdığı dava dilekçesinde belirsiz alacak davası olarak açtığını belirtmediği gibi kısmi dava olduğuna dair bir ifade de kullanmadığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle davacının maddi tazminat talebini sınırlandırması ve yukarıdaki yasal düzenleme karşısında maddi tazminat yönünden talebin aşılması suretiyle hüküm tesis edilmesi doğru olmamıştır. Anılan nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) nolu bentte açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, davalı … vasisinin diğer temyiz itirazlarının (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 17/10/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

REHİN ALACAKLISININ SATIŞA MUVAFAKAT ETMEDİĞİ GEREKÇESİ İLE SATIŞ TALEBİNİN REDDİ YÖNÜNDE İŞLEM TESİSİNİN MÜMKÜN OLMADIĞI

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/708

KARAR:2016/14104

“İçtihat Metni”

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu aleyhine genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız takipte, alacaklının talebi ile icra müdürlüğünce, hacizli olan … plakalı aracın kaydında lehine rehin şerhi bulunan …’na İİK’nun 100. maddesi uyarınca müzekkere gönderildiği, … cevabında, 77.000 TL kefaletten dolayı rehin şerhinin devam ettiğini, araç satışına muvafakati olmadığını bildirdiği, alacaklının satış talebi üzerine, icra müdürlüğünce, rehin alacaklısının satışa muvafakat etmediği gerekçesi ile satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının icra mahkemesine şikayet yolu ile başvurarak, satış talebinin reddine ilişkin memurluk işleminin iptalini talep ettiği, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Rehin hakkı; bir alacağı temine yarayan, başkasına ait menkul mal veya hak üzerinde tesis edilen sınırlı bir ayni hak olup, alacaklıya, borçlulardan alacağını alamaması halinde, rehinli malın satış bedelinden alacağını tahsil yetkisi veren bir haktır. Rehin hakkı, sahibine, satışa muvafakat etmeme hakkı tanımaz. İhale bedelinin, rüçhanlı alacağı karşılayıp karşılayamayacağı satış sonucunda belli olacağından, icra müdürlüğünce belirtilen nedenle satış talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE BEYİN KANAMASI SONUCU ÖLÜM- İŞ KAZASI

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2016/5106
KARAR NO : 2016/14745

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bakırköy 21. İş Mahkemesi
TARİHİ : 01/10/2015
NUMARASI : 2013/502-2015/419
DAVACILAR : S. K. vs. Vek. Av.
DAVALI :1-…..Fabrikaları San. Tic. A.Ş. Vek.
2-….. Koruma Ve Güvenlik Hizmetleri Ltd Şti

Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle, davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davacılar vekilince istenilmesi ve de duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 06/12/2016 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalılardan İstanbul Asfalt Fabrikaları San. Tic. A.Ş vekili Avukat Yakup Çolak geldi. Davacılar ile diğer davalı adına gelen olmadı. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi Mehmet Fatih Kapusuzoğlu tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

K A R A R

Dava, sigortalının iş kazası sonucunda vefatı nedeniyle yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, olayın %100 kaçınılmazlıktan kaynaklandığı, işverenin kusursuz olduğundan bahisle davanın reddine verilmiştir.

Dosya kapsamından murisin beyin kanaması nedeniyle vefat ettiği, olayın iş kazası olduğunun tespitine dair mahkeme ilamının onanarak kesinleştiği, dosya kapsamında aralarında operatör doktor bir hekimin de bulunduğu heyetten kusur raporu alındığı, bu raporda beyin kanamasının meydana gelişinde %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu konusunda görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.

Kaçınılmazlık; hukuksal ve teknik anlamda; fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder. Olayın önlenemezliği hususunu açmak gerekirse; buradaki önlenemezlik olayla ilgili değildir. Önlenemezlik unsuru, tamamen davranış normu ve borca aykırılıkla ilgili olup alınabilinecek tüm tedbirler alınmış olunsa dahi bir davranış normunun veya sözleşmeden doğan bir borcun ihlalinin ifadesidir. Yani olay önlenemez olmasına rağmen bir davranış kuralına yada sözleşmeden doğan borca aykırılık önlenebiliyorsa artık kaçınılmazlıktan söz etme imkanı yoktur.

Bu açıklamalardan olarak somut olayda her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi kusur raporunda beyin kanaması neticesinde ölüm sonucunun ortaya çıkmasında %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüşe katılmak mümkün değildir.

Yapılacak iş, murisin vefatından önceki döneme ve vefatına ilişkin tüm tıbbi belgeler dosyaya celp edildikten sonra aralarında bir nörologun da bulunduğu iş güvenliği uzmanlarından oluşan heyetten beyin kanamasının oluşmasında işyeri koşullarının etkili olup olmadığı, sigortalının kendi bünyesinden kaynaklanan nedenlerin ne kadar etkili olduğu konusunu da kapsayacak şekilde kusur raporu almak ve oluşacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, sair yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine 06/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
Mesut BALCI
Üye
H. KARA
Üye
B. SONER
Üye
B. AYDOĞAN
Üye
A. YENER
C.C

BONODA MALEN KAYDI YERİNE EV İÇİNDİR İBARESİNİN BULUNMASI- KAMBİYO SENEDİ VASFI

T.C.
Yargıtay
12. Hukuk Dairesi

Esas No:2012/26295
Karar No:2013/4039
K. Tarihi:14.02.2013

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi  tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu, alacaklı tarafından aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 5 günlük yasal süre içerisinde icra mahkemesine başvurarak, senedin teminat senedi olduğu kambiyo vasfında olmadığını ileri sürerek icra takibinin iptalini talep etmiştir.

Mahkemece; takip dayanağı olan bonoda ”ev içindir” ibaresinin yazılı olması nedeniyle alacağın tahsilinin yargılamayı gerektirdiği” gerekçesiyle davacının borca itirazının kabulü ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan ilişki “kambiyo ilişkisi” ismiyle anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu “kambiyo taahhüdü”nde bulunmuş olur. Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl/temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.

Bu genel açıklamadan sonra hemen belirtmek gerekirki; bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedidir. Bu nedenle bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır (TTK.m. 691/1).

Bonoda şekil şartları TTK’nun 688.maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” yada “emre muharrer senet” ibaresi, kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden yada malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir.

Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı“dır. Yinelemek gerekirse “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, mücerret bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının, varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştır (HGK 2003/19-781 E, 2003/768 K. ). Bonoda ki ”ev içindir” ibaresi malen kaydı gibi bir bedel kaydıdır.

Bu durumda senette “ev içindir” ibaresinin bulunması, T.T.K.’nun 688. maddesi uyarınca, bono niteliğini etkilemeyeceğinden takip dayanağı bono yasal unsurları içeren kambiyo senedi vasfındadır. Borçlu itirazının reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/02/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BANKA ÇALIŞANININ VEKALETNAMEYLE BAŞVURAN AVUKATA MÜVEKKİLİ İLE İLGİLİ BİLGİ VE BELGE VERMEMESİ GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMA SUÇU

T.C
YARGITAY
19. CEZA DAİRESİ
ESAS: 2018/3834
KARAR: 2019/8944

“İçtihat Metni”
Görevi kötüye kullanma suçundan şüpheliler … ve … haklarında yürütülen soruşturma evresi sonucunda Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 23/08/2017 tarihli ve 2017/9592 soruşturma, 2015/4820 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazın reddine dair mercii Edirne 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2017 tarihli ve 2017/4395 değişik iş sayılı kararı aleyhine, Adalet Bakanlığı’nın 24/01/2018 gün ve 2017/12612 sayılı kanun yararına bozma istemini içeren yazısı ekindeki dava dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 01/02/2018 gün ve KYB. 2018/8399 sayılı ihbarnamesi ile dairemize gönderilmekle okundu.

Anılan ihbarnamede;

5271 sayılı Kanun’un 160. maddesi uyarınca, Cumhuriyet savcısının, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlaması gerektiği, aynı Kanun’un 170/2. maddesi gereğince yapacağı değerlendirme sonucunda, toplanan delillerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturduğu kanısına ulaştığında iddianame düzenleyerek kamu davası açacağı, aksi halde ise anılan Kanun’un 172. maddesi gereği kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar vereceği, buna karşın Cumhuriyet savcısının 5271 sayılı Kanun’un kendisine yüklediği soruşturma görevini yerine getirmediği, ortada kanuna uygun bir soruşturmanın bulunmadığı durumda, anılan Kanun’un 173/3. maddesindeki koşullar oluşmadığından, itirazı inceleyen merciin Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmasını sağlamak maksadıyla itirazın kabulüne karar verebileceği yönündeki açıklamalar karşısında,

Dosya kapsamına göre, müşteki vekilinin Ziraat Bankası Süloğlu Şubesinden belge talebinde bulunduğu, banka tarafından verilen cevabi yazıda vekilin yetkili kılındığı 22/01/2009 tarihli ve 507 yevmiye nolu genel vekaletnamede, Ziraat Bankası Şubelerinden belge talep etme ilgili yetki verilmediğinden bahisle olumsuz cevap verildiği, alınan olumsuz cevap üzerine müşteki vekilince banka görevlileri hakkında suç duyurunda bulunulduğu, Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma evresi sonucunda, taraflar arasındaki olayın hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğundan bahisle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiş ise de; 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 2/3. maddesindeki “Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir.” hükmü karşısında, müşteki vekilinin bankadan talep ettiği belgelerin kendisine verilmesi gerektiği hususunun kanundan kaynaklanan bir zorunluluk olduğu, ancak banka görevlilerinin bu talebi yerine getirmeyerek görevlerinin gereklerine aykırı davrandıkları anlaşılmakla, Edirne Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen takipsizlik kararının usul ve yasaya aykırı olduğu, bu nedenle itirazın kabûlü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediği, gerekçesiyle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca anılan kararın kanun yararına bozulması isteminde bulunulmakla,

Gereği görüşülüp düşünüldü:

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatlığın amacı:” 2. maddesi;
“(Değişik birinci fıkra : 2/5/2001 – 4667/2 md.) Avukatlığın amacı; hukuki münasabetlerin düzenlenmesini, her türlü hukuki mesele ve anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmi ve özel kişi, kurul ve kurumlar nezdinde sağlamaktır.

Avukat bu amaçla hukuki bilgi ve tecrübelerini adalet hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder.

(Değişik ikinci fıkra: 2/5/2001 – 4667/2 md.) Yargı organları, emniyet makamları, diğer kamu kurum ve kuruluşları ile kamu iktisadi teşebbüsleri, özel ve kamuya ait bankalar, noterler, sigorta şirketleri ve vakıflar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmak zorundadır. Kanunlarındaki özel hükümler saklı kalmak kaydıyla, bu kurumlar avukatın gerek duyduğu bilgi ve belgeleri incelemesine sunmakla yükümlüdür. Bu belgelerden örnek alınması vekaletname ibrazına bağlıdır. Derdest davalarda müzekkereler duruşma günü beklenmeksizin mahkemeden alınabilir.” hükmünü amirdir.

1136 sayılı Kanun’un 2. maddesinde değişiklik yapan 4667 sayılı Kanun’un genel gerekçesinde; “Savunmanın yargının temel unsurlarından birisi olduğu düşüncesinden hareketle, avukatlık mesleğinin günümüz koşullarına göre en iyi şekilde yapılabilmesi için tasarıyla avukatlara görevlerini yerine getirmelerinde yardımcı olacak kuruluşlara açıklık getirilerek bu kuruluşlardan bilgi ve belge toplama yetkisi verilmektedir…” şeklinde, madde gerekçesinde ise; “Avukatlık Kanunu’nun 2. Maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan “adli merciler ve diğer resmi daireler” ibaresi yerine bu kurum ve kuruluşlar genişletilerek, “kamu iktisadi teşebbüsleri, kamu kurum ve kuruluşları, özel ve kamuya ait bankalar ve diğer kurum ve kuruluşlar avukatlara görevlerinin yerine getirilmesinde yardımcı olmakla yükümlü” tutulmuşlardır. Adli merciler tabiri ise, yargı organları şeklinde değiştirilmiş ve emniyet makamları da madde kapsamına alınmış, ayrıca avukatlara belge toplayabilme yetkisi verilmiştir…” şeklinde, kanun koyucunun amacı, kimleri avukatlara bilgi ve belge vermekle yükümlü (zorunlu) kıldığı açıkça belirtilmiştir(https://www2.tbmm.gov.tr/d21/1/1-0422.pdf).

Kanun metninden ve gerekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere; madde metninde yazılı kurum ve kuruluşların (özel veya kamuya ait bankalar dahil olmak üzere) avukatların görevini yerine getirmesinde gerek duyacağı bilgi ve belgeleri incelemelerine sunmak zorunda olduğu, vekaletname ibrazı halinde ise avukatlara müvekkilleriyle ilgili bu belgelerden örnek vermek zorunda olacakları düzenlenmiştir.

Suç ve şikayet tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nin “Görevi kötüye kullanma” başlıklı 257. maddesi;

“(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” hükümlerini amirdir.

Buna göre; TCK’nin 257. maddesinde yazılı “görevi kötüye kullanma” suçunun faili; “kamu görevlisi”dir.

5237 sayılı TCK’nin 6/(1)-c. maddesinde kamu görevlisi;
“…c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli, süreli veya geçici olarak katılan kişi,… Anlaşılır.” şeklinde açıkça tanımlanmıştır.
Suçun hukuki konusu; kamu görevlileri tarafından üstlenilen ve toplum adına icra edilen kamu görevidir. Bu nedenle, görevi kötüye kullanma suçunun mağduru da toplumdur. Suçun maddi unsuru (fiil); maddenin 1. fıkrasında “görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olmak ya da kişilere haksız bir menfaat sağlamak”, 2. fıkrasında ise; “görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olmak ya da kişilere haksız bir menfaat sağlamak” olarak belirtilmiştir.

5271 sayılı CMK’nin “Kamu davasını açma görevi” başlıklı 170. maddesi;

“(1) Kamu davasını açma görevi, Cumhuriyet savcısı tarafından yerine getirilir.

(2) Soruşturma evresi sonunda toplanan deliller, suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa; Cumhuriyet savcısı, bir iddianame düzenler.

(5) İddianamenin sonuç kısmında, şüphelinin sadece aleyhine olan hususlar değil, lehine olan hususlar da ileri sürülür.”,

“Kamu davasını açmada takdir yetkisi” başlıklı 171. maddesi;
“(1) Cezayı kaldıran şahsî sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektiren koşulların ya da şahsî cezasızlık sebebinin varlığı halinde, Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebilir.

(2) 253 üncü maddenin ondokuzuncu fıkrası hükümleri saklı kalmak üzere, Cumhuriyet savcısı, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olup, üst sınırı bir yıl veya daha az süreli hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı, yeterli şüphenin varlığına rağmen, kamu davasının açılmasının beş yıl süreyle ertelenmesine karar verebilir. Suçtan zarar gören, bu karara 173 üncü madde hükümlerine göre itiraz edebilir…”

“Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesi;

“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.

(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmedikçe ve bu hususta sulh ceza hâkimliğince bir karar verilmedikçe, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz…” hükümlerini amirdir.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 28.04.2009 tarihli, 2009/6-35 E., 2009/103 K. sayılı kararında ve pek çok emsal kararında da belirtildiği üzere;

“…Soruşturma evresinin asıl yetkilisi olan Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez ceza yargılamasının temel amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için soruşturmaya başlayacaktır. Ancak soruşturma sırasında maddi gerçeğe ulaşmak için nasıl bir yol izleyeceğine ve hangi kanıtların toplanması gerektiğine ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Aslında suçların çeşitliliği ve toplumsal yaşamın karmaşıklığı göz önüne alındığında böyle bir düzenlemenin çok da isabetli olmayacağı kuşkusuzdur. Cumhuriyet savcısının maddi gerçeğin ortaya çıkartılması amacına yönelik olarak hangi tür olaylarda hangi yolları takip edeceğine ilişkin mevzuatta bir açıklık bulunmamakla birlikte bu husus tamamen bilinmeyen bir konu da değildir. Daha önce karşılaşılan benzer olaylardaki hareket tarzı yoluyla kazanılan ve mesleki birikim olarak isimlendirilebilecek tecrübe, yargısal kararlar ve öğreti, maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için Cumhuriyet savcısının yolunu aydınlatmaktadır…” şeklinde soruşturma aşamasında hangi delillerin toplanabileceği hususunun Cumhuriyet savcısı tarafından, her olayın özelliğine göre mesleki bilgi ve birikimi çerçevesinde belirleneceği, bu husustaki takdir yetkisinin hiçbir zaman ucu açık veya keyfi bir yetki olarak kullanılamayacağı anlatılmaktadır.

Yukarıda yazılı mevzuat, gerekçe metni ve emsal içtihat ışığında, kanun yararına konu somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde;

Şikayetçi (suçtan zarar gören) vekilinin dilekçesinde adı geçen banka ile arasındaki yazışmaların birer örneğini, vekaletname suretini şikayet dilekçesine eklediği ve banka ile arasında yaşanan olayları delilleriyle anlattığı, ancak Cumhuriyet savcısı tarafından; ileri sürülen iddiaların doğruluğuna dair yapılan yazışmaların aslı gibi bir örneğinin ve konu hakkında başvurana neden bilgi verilmediğine dair savunmanın ilgili bankadan istenmediği, şüphelilerin bu hususta ifadesinin alınmasına başvurulmadığı, şikayet tarihinden (22.08.2017) bir gün sonra (23.08.2017) “avukatın bankadan istediği belgelerin temini için Sulh Hukuk Mahkemesinde bir delil tespiti davası açabileceği, bu nedenle taraflar arasındaki olayın bir hukuki ihtilaf mahiyetinde olduğu” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar verildiği görülmektedir.

1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun, sadece avukatlar için değil, avukatlar dışında ilgili görülen tüm muhataplar için de (özel veya kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere) uymaları gereken kuralları düzenlediği, banka çalışanlarının, vekalaletname ile başvuran mirasçı vekiline vefat eden babasının sigorta evraklarını vermemesi eyleminin, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturduğu iddiası ile haklarında TCK’nin 257. maddesinde düzenlenen “görevi kötüye kullanma” suçundan kamu davası açılması için dosyada toplanan başvuru evrakı ve bankanın yazı cevabının yeterli şüpheyi oluşturacak delil olarak nitelendirilmesi gerekeceği, şayet kamu davası açmak için bunlarla yetinilemeyeceği kanaati hasıl olursa, bu kez yazışma belgelerinin aslı gibi onaylı örneğinin ilgili bankadan istenebileceği ve memurların bu şekilde cevap vermelerini gerektiren bir mevzuat veya emir varsa bunun araştırılması için ifadelerinin alınabileceği, bunun dışında sırf “uyuşmazlığın hukuki ihtilaf olduğu” gibi subjektif ve maddi dayanağı olmayan bir gerekçeyle kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar verilemeyeceği, somut olayda şikayetin bir gün sonrasında hiçbir işlem yapmaksızın kovuşturmaya yer olmadığına dair karar veren Cumhuriyet savcılığının şikayetçi tarafından sunulan delillerin hangi gerekçeyle atılı suçu oluşturduğuna dair yeterli bir şüphe oluşturmayacağından bahsetmediği, keza itirazı inceleyen merciin başvuranı veya toplumu tatmin eden bir gerekçe olmaksızın itirazın reddine karar verdiği anlaşılmakla,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği bu nedenle yerinde görüldüğünden, Edirne 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 27/10/2017 tarihli ve 2017/4395 değişik iş sayılı kararının CMK’nin 309/4-a. maddesi uyarınca BOZULMASINA, müteakip işlemlerin, kararı veren mahkeme tarafından, gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yerine getirilmesine, 27/05/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

AYIP NEDENİYLE TAŞINMAZ SATIŞ SÖZLEŞMESİNİN FESHİ, MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT

T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/13-664
KARAR NO : 2017/573

Y A R G I T A Y İ L A M I

Taraflar arasındaki “ayıp nedeniyle taşınmaz satış sözleşmesinin feshi, maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesince (kapatılan Üsküdar 2. Asliye Hukuk Mahkemesince) davanın reddine dair verilen 20.09.2012 gün ve 2011/110 E., 2012/365 K. sayılı karar davacı vekillerinin temyizi üzerine, Yargıtay 13. Hukuk Dairesinin 06.11.2013 gün ve 2013/15624 E., 2013/27427 K. sayılı kararı ile ile;

“… Davacı, davalının 39 nolu parseldeki dairesini 102.000,00 TL bedelle 30.06.2010’da kendisine sattığını, davalının zemin kattaki bu dairede yıllardan beri oturduğunu, herhangi bir rutubet ve su basmasının söz konusu olmadığını taahhüt etmesine rağmen duvarların yağmur suları yüzünden kabarmaya başladığını, mahkeme aracılığıyla yaptırdığı tespitte dairedeki ayıbın gizli ayıp olduğu, hasar ve zarar toplamının 25.000,00 TL olduğunun ortaya çıktığını, tespit sonucu alınan bilirkişi raporunun davalıya tebliğ edildiğini, ancak davalının rapora itirazda bulunmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 30.60.2010 tarihli gayrimenkul satış sözleşmesinin feshine, satış bedeli olan 102.000,00 TL’nın ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile iadesine, tespit raporunda belirlenen miktardan az olmamak üzere belli bir miktarın satış bedelinden tenziline, taşınmazın alım satımı nedeni ile ödediği emlak komisyonu, tapu giderleri, konut kredisi faizi, avukatlık ücreti, tedavi giderleri olmak üzere 5.000,00 TL maddi, uğradığı manevi zarara karşılık olmak üzere 5.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, dava konusu dairenin yarı bodrum kat olup, ana taşınmazın 35 yıl önce, yapıldığı yılın imar ve inşaat tekniğine göre inşa edildiğini, davacının daireyi emlakçı nezaretinde 3 kez gezdiğini, alıcıdan gizlenen hiçbir hususun bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, bilirkişi raporu esas alınmak suretiyle, binanın temel bohçalama yalıtımı ile drenaj kanalının yapılmamasından, gizli veya açık ayıptan davalının sorumlu olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davanın dayanağı, Borçlar Kanunu’nun 217. maddesi delaletiyle BK’nun 202. maddesidir. Buna göre, “Satıcının tekeffülü altındaki satılanın ayıbı anlaşıldığı zaman alıcı muhayyerdir; dilerse satılanı redde hazır olduğunu beyanla satımın feshedilmesini, dilerse, satılanı alıkoyup kıymetinin noksanı mukabilinde semenin tenzil olunmasını dava eder. Hakim, alıcının satılanı ret davası üzerine hal icabı satımın feshini muhik göstermiyorsa semenin tenzili ile iktifa edebilir. Kıymetinin noksanı satılanın semenine müsavi ise alıcı ancak satımın feshini talep edebilir.” denilmektedir. Açıklandığı üzere, ayıba karşı tekeffül hükümleri uyarınca alıcı, ayıbın anlaşıldığı zaman dilerse fesih hakkını kullanır, dilerse bedel indirimi isteyebilir.

Davaya konu dairenin gizli ayıplı olduğu gerek tespit raporu gerekse mahkemece yapılan keşif sonucu alınan bilirkişi raporuyla sabit olduğuna göre mahkemece, davacının öncelikli talebi olan fesih isteminin değerlendirilerek hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerekirken, aksine düşüncelerle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olduğu…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava ayıp nedeniyle taşınmaz satım sözleşmesinden dönme, olmadığı takdirde bedelden indirim yapılması ile maddi ve manevi tazminat isteklerine ilişkindir.

Davacı vekili davalının Üsküdar’da bizzat kullandığı zemin kat daireyi 30.06.2010 tarihinde 102.000,00-TL bedel karşılığında müvekkili davacıya sattığını, meskenin 05.08.2010 tarihinde teslim edildiğini, müvekkilinin sözleşme öncesi görüşmeler sırasında davalıya dairede rutubet olup olmadığını sorduğunu, davalının uzun yıllar dairede bizzat oturduğunu, herhangi bir rutubet veya su basma olayının söz konusu olmadığını beyan ve taahhüt ettiğini, ancak ilk yağmurda daire duvarlarının yağmur sularından nem aldığını ve boyalarının kabardığını, müvekkilinin durumu davalıya bildirildiğini ancak davalının yapacak bir şey olmadığını söylediğini, bu durumun Üsküdar 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2010/1.1 D.İş dosyası ile tespit edildiğini, bilirkişinin hasar ve zararın gizli ayıptan kaynaklandığını; onarım bedelinin 25.000,00-TL, giderilme süresinin 2,5 ay olarak belirlendiğini beyanla 30.06.2010 tarihli satış sözleşmesinin feshi ile satış bedelinin ödeme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte müvekkiline iadesine veya tespit dosyasında bilirkişinin belirlediği miktardan az olmamak üzere hakkaniyet ölçüleri dahilinde belirli miktarın satış bedelinden tenziline, maddi ve manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili müvekkilinin taşınmazda teyzesi, eşi ve iki çocuğu ile birlikte 2,5 yıl oturduğunu, bağımsız bölümün 35 yıl önceki inşaat şart ve tekniğine göre inşa edilmiş binanın yarı bodrum kat dairesi olduğunu, dairenin emlak komisyoncusu aracılığıyla satış arz edildiğini, alıcı davacının daireyi üç kez gezdiğini ve kendisinden hiçbir hususun gizlenmediğini, davacının satıştan bir gün önce daireyi boyatarak taşındığını, taşınmazın bodrum kat oluşu, dış duvarlarının toprakla temas etmesi, koruyucu drenaj ve duvar mantolamasının bulunmamasının gizli veya açık ayıp hükmünde değerlendirilemeyeceğini, alıcının bu konumdaki taşınmazı bilerek ve görerek aldığını, davacının yaşadığı sorunun tamamı ile kat mülkiyeti çerçevesinde çözüme kavuşturulacak bir sorun olduğunu, dairenin iç mekânı ile ilgili bir sorun olmadığını, ortak alan sayılan dış duvarların su yalıtımının apartman yönetimi veya kat malikleri kurulunun kararı ile yapılabileceğini, sorumluluğun arsa payına göre olduğunu beyan ederek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece dava konusu dairenin çok eski bir binanın bodrum katı olduğu, böyle bir taşınmazın satın alınmasında alıcının binanın nem alabileceğini, sel basabileceğini ülkemiz şartlarında düşünüp öngörmesi gerektiği, davalının davacıyı satın almadan önce yanıltıp kandırdığına ilişkin yeterli kanıtlar sunulmadığı, tanıkların davacının çok yakınları olması nedeniyle beyanlarının yeterli kanıt oluşturmadığı, aksine beyanda bulunan davalı tanıklarının beyanları ile binanın konumu ve satış bedeli nazara alındığında satış işleminde iptali gerektirir bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, karar davacı vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçe ile bozulmuştur.

Mahkemece önceki gerekçe genişletilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık satışa konu bağımsız bölümün gizli ayıplı olup olmadığı, ayıba karşı tekeffül hükümleri uyarınca davalının zarardan sorumluluğunun bulunup bulunmadığı, burada varılacak sonuca göre davacının sözleşmeden dönme isteminin değerlendirilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığa olay tarihinde yürürlükte olan (mülga) 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.

Satım sözleşmesi Borçlar Kanununun 182. maddesinde “satım bir akittir ki onunla satıcı satılanın iltizam ettiği semen mukabilinde alıcıya teslim ve mülkiyeti ona nakleylemek borcunu tahammül eder” şeklinde tanımlanmıştır. Satım sözleşmesi synallagmatik, başka deyişle tam iki tarafa karşılıklı borçlar yükleyen bir sözleşmedir. Tam iki yanlı sözleşmelerde, her iki yan birbirine karşı bir aslı edim ile çeşitli yan ve tali edimler yüklenirler. Eş deyişle bu sözleşmeler nitelikleri gereği yanlardan her birini zorunlu olarak alacaklı ve borçlu kılar. Yanlardan her biri karşı edimi elde etmek için borç altına girer. Satıcının malın teslimi ve mülkiyetinin alıcıya geçirilmesi yükümlülüğü yanında satılanın ayıplardan ari olmasını sağlama yükümlülüğü de bulunmaktadır.

Bu noktada uyuşmazlığın temelinde oluşturan “ayıp ve ayıba karışı tekeffül” kavramları üzerinde durmakta yarar vardır:

Ayıba ilişkin hukuki düzenleme, dava konusu uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 194. maddesinde yer almaktadır. Düzenlemede “ Satıcı alıcıya karşı satılanın zikir ve vaadettiği vasıflarını mütekeffil olduğu gibi maddi veya hukuki bir sebeple kıymetini veya maksut olan menfaatini izale veya ehemmiyetli bir surette tenkis eden ayıplardan salim bulunmasını da mütekeffildir. Satıcı, bu ayıpların varlığını bilmese bile onlardan mesuldür.” denilmektedir.

Öğretide ayıp satılanda, hasarın geçtiği anda, vaad edilen nitelikleri bir diğer ifadeyle bulunması gereken bir özelliğin bulunmaması ya da bulunmaması gereken bir kusurun ya da eksikliğin bulunması ya da dürüstlük kuralı gereğince ondan beklenen lüzumlu vasıfları taşımaması hali olarak tanımlanmakta ve maddi, hukuki ya da ekonomik ayıp şeklinde sınıflandırılmaktadır. Maddi ayıp bir malda madden hata bulunmasıdır. (örneğin malın yırtık, kırık, bozuk, lekeli olması gibi).

Hukuki ayıp malın kullanımının hukuken sınırlandırılmış olmasıdır (malın üzerinde rehin, haciz, intifa hakkı gibi kısıtlamalar bulunması gibi). Ekonomik ayıp ise; malın iktisadi vasıflarında eksiklik olmasıdır.

Ayıba ilişkin diğer sınıflandırma, ayıbın açık ve gizli olup olmamasına göre yapılmaktadır. Açık ayıp hemen ilk başta ya da yüzeysel bir muayene ile tespit edilebilen ayıptır. Durumun gerekli kıldığı, muayene ile anlaşılamayan ayıpla, gizli ayıptır.

Alıcı gizli ayıpları araştırmakla yükümlü değil ise ayıp meydana çıkar çıkmaz hemen ihbar etmelidir (DOMANİÇ, H.:Türk Ticaret Kanunu Şerhi, C.I, İstanbul 1988, s.155;YAVUZ, N.: Ayıplı İfa, 2.b., Ankara 2010, s. 107;KARAKAŞ, C.F.: Ticari Satımda Ayıp İhbarının Süresi ve Şekli, XXII. Ticaret Hukuku ve Yargıtay Kararları Sempozyumu, Ankara 2006, s.172).

Eğer alıcı iğfal edilmiş yani maldaki ayıp ondan bilerek saklanmış ise Kanunu öngördüğü çözüm satıcı bakımından ağırlaştırılmış bir sorumluluğu gerektirmektedir. Nitekim 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 200. maddesine (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 225. maddesine ) göre, alıcıyı iğfal etmiş olan satıcı, ayıbın kendisine vaktinde ihbar edilmemiş olduğunu ileri sürerek sorumluluktan kurtulamaz.

Ayıba ilişkin bu genel açıklamalardan sonra hemen belirtmek gerekir ki satıcının ayıptan sorumluluğuna da “ayıba karşı tekeffül” denmektedir. Ayıba karşı tekeffül şartlarının gerçekleşmesi durumunda alıcıya Borçlar Kanunu’nun 202 ve 203. maddelerinde seçimlik haklar tanınmıştır. Buna göre alıcı sözleşmeden dönebileceği gibi semenin indirilmesini ya da malın ayıpsız bir misli ile değiştirilmesini de isteyebilir. Tüketicinin korunmasına ilişkin düzenlemeler de alıcının malın onarılmasını isteme hakkına sahip olduğu da benimsenmiştir (6502 s. Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m.11/c).

Ayıba karşı tekeffüle ilişkin kuralların uygulanabilmesi için satıcının kusurlu olması şart değildir. Gerçekten de Borçlar Kanunu’nun 194 üncü maddesinin ikinci fıkrası hükmüne göre satıcı, ayıpların varlığını bilmese bile onlardan sorumludur.

Alıcı ihbar külfetini yerine getirmişse artık alıcının ayıpları bildiği ya da bilmesi gerektiği konusunda ispat yükü satıcıya aittir.

Zira bu suretle satıcı yasal olarak kendisine düşen bir sorumluluğu reddetmektedir.

Somut olaya gelince; davacı, yanlar arasında yapılan taşınmaz satış sözleşmesi konusu bağımsız bölümde sonradan ortaya “gizli ayıplar” çıktığını ileri sürerek öncelikle satış sözleşmesinden döndüğünü bildirmiştir. Dava konusu bağımsız bölümün gizli ayıplı olduğu delil tespiti dosyasına sunulan bilirkişi raporu ve mahkemece yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi raporuyla sabittir. Davacı da gizli ayıp nedeniyle Borçlar Kanunu’nun 202 inci maddesinden kaynaklanan seçim hakkını sözleşmeden dönme yolunda kullanmıştır. Hal böyle olunca mahkemece, davacının öncelikli talebi olan dönme isteminin değerlendirilerek hasıl olacak sonuca uygun karar verilmesi gerekirken gizli ayıptan davalının sorumlu tutulamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

O halde belirtilen bu maddi ve yasal olgular gözetildiğinde Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere 29.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.

USULSÜZ TEBLİĞ İDDİASI BULUNMADAN MAHKEMENİN RESEN USULSÜZ TEBLİĞ DEĞERLENDİRMESİ-İTİRAZIN KALDIRILMASI- İNKAR TAZMİNATI-

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
12. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/2640
KARAR NO : 2020/1876

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : KEMAL KURT (38110)
ÜYE : FAHRİYE ÇİFTCİ HAZNEDAROĞLU (104886)
ÜYE : TAHSİN ÇORAKÇI (151503)
KATİP : TEVHİDE GÜL YENCİLEK (243621)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/05/2019
NUMARASI : 2019/326 Esas 2019/143 Karar
DAVACI : MUSTAFA S.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
[16958-59361-38738] UETS
DAVALI : MEHMET ALİ K.
DAVANIN KONUSU : İcra Takibine İtirazın Kaldırılması
KARAR TARİHİ :19/11/2020
GEREKÇELİ KARAR
YAZIM TARİHİ :19/11/2020

Yukarıda tarih ve numarası yazılı ilk derece mahkemesi kararının Dairemizce istinaf yoluyla tetkikinin istenmesi üzerine, bu işle ilgili dosya mahallinden Dairemize gönderilmiş olup, dosya içerisindeki tüm bilgi ve belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü;

Davacı vekili dava dilekçesinde; davalı aleyhine Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyası ile takip başlattıklarını, borçlu tarafından yetkiye ve borca itiraz edildiğini, takip konusu çekin kambiyo vasfına haiz olup süresi içerisinde bankaya ibraz edilerek karşılıksız kaşesi taşıdığından İİK’nın 68 inci maddesinde belirtilen belgelerden olduğunu, borçlunun İİK’nın 68/1 inci maddedeki belgelerden biri ile borcunun olmadığını ispat edememesi nedeniyle davalının itirazının kaldırılması ve takibin devamı ile davalı borçlunun asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere inkâr tazminatına mahkûm edilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı borçluya dava dilekçesi ekli duruşma gün ve saatini bildirir açıklamalı davetiye usûlüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen davaya cevap vermediği gibi, duruşmalara da katılmamıştır.

Mahkemece yapılan yargılama neticesinde, borçlu Mehmet Ali K.ya ödeme emrinin 25/02/2019 tarihinde tebliğ edildiği fakat ödeme emri ekinde örnek 7 nolu ödeme emri ile birlikte takibe konu çek suretinin de tebliğ edilmiş olduğuna dair bir ibarenin bulunmadığı böylelikle yapılan tebligatın usûlsüz olduğu ve icra dosyasına Mehmet Ali Kaya tarafında yapılan 27/02/2019 tarihli itirazın ve bu itiraza karşılık icra müdürlüğünce verilen 01/03/2019 tarihli durdurma kararının yerinde olduğu gerekçesiyle şikâyetin reddine karar verildiği görülmüştür.

Davacı vekili istinaf dilekçesinde, ilk derece mahkemesi kararının ve gerekçesinin dava dilekçesinde yer alan taleplerle hiç bir ilgisi bulunmadığını, borçlu Mehmet Ali K. tarafından süresi içerisinde Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyasında gönderilen usûlsüz tebliğ yönünde herhangi bir itirazı bulunmadığı hâlde mahkemece re’sen usûlsüz tebliğ iddiasına dayanarak şikâyetin reddine karar verilmesinin usûl ve yasaya aykırı olduğunu, yetki itirazına ilişkin itirazların değerlendirilmediğini, borçlunun borca itiraz dilekçesinde yetkili icra müdürlüğünü açıkça bildirmediğinden yetki itirazının geçeriz olduğunu, mahkemenin borçlunun İİK’nın 68/1 inci maddedeki belgelerden biri ile borcunun olmadığını ispat edememesi nedeniyle davalının itirazının kaldırılması ve takibin devamı ile davalı borçlunun asıl alacağın %20’sinden aşağı olmamak üzere inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilmesi gerekirken şikâyetin reddine karar verilmesinin usûl ve yasaya aykırı olduğunu belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.

İİK’nun 68/1. maddesi gereğince, talebine itiraz edilen alacaklının takibi, imzası ikrar veya noterlikçe tasdik edilen borç ikrarını içeren bir senede yahut resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dahilinde ve usûlüne göre verdikleri bir makbuz veya belgeye müstenit ise, alacaklı icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını isteyebilir.
Tüm dosya kapsamı ve takip dosyası içeriğine göre, takip dayanağı bononun İİK’nın 68 inci maddedeki belgelerden olduğu, ödeme iddiasını ispatın borçluya düştüğü, davalının yargılama sırasında borcun ödendiği ve/veya olmadığını İİK’nın 68 inci maddesinde belirtilen delillerle ispatlayamadığından ve itiraz dilekçesinde yetkili icra müdürlüğü belirtilmediğinden itirazın kaldırılması ve davalının asıl alacağın %20’si oranında tazminata mahkûm edilmesi gerekirken davalı borçlunun usûlsüz tebliğ yönünde herhangi bir itirazı bulunmadığı hâlde mahkemece re’sen usûlsüz tebliğ iddiasına dayanarak şikâyetin reddi yönündeki kararı usûl ve yasaya uygun bulunmamıştır.
Yukarıda belirtilen nedenlerle, ilk derece mahkemesinin şikâyetin reddi yönündeki kararının kaldırılmasına ve HMK’nın 353/1(b)-2. maddesi uyarınca duruşma yapılmadan dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde istinaf başvurusunun kabulüne ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kabulü ile Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyasında davalı borçlunun itirazının kaldırılmasına ve davalı borçlunun alacağın %20’si oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine karar verilerek aşağıda yazılı hüküm tesis edilmiştir.

28/02/2019 tarihli Resmi Gazetede yayınlanan 7165 sayılı Kanunun 1. maddesi ile değişik İİK’nın 364/1 maddesi gereğince Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairelerince verilen ve miktar veya değeri 72.070,00 Türk lirasını geçen nihai kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabileceğinden uyuşmazlık konusu miktar (35.000,00 Türk lirası) bu miktarı geçmediğinden karar kesin olarak verilmiştir.

HÜKÜM: Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1-Davacının İstinaf talebinin KABULÜNE,
2-Dosya kapsamı, delil durumu ve takip dosyası içeriğine göre ŞANLIURFA 2. İCRA HUKUK MAHKEMESİ’ nin 2019/326 esas, 2019/143 karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
3-Davanın KABULÜ ile, Şanlıurfa 2. İcra Müdürlüğünün 2019/1277 esas sayılı dosyasında davalı borçlunun itirazının KALDIRILMASINA ve takibin devamı ile davalı borçlunun alacağın %20’si oranında icra inkâr tazminatına mahkûm edilmesine,
4-Davacı tarafından yatırılan peşin harcın mahsubi ile 10,00 Türk lirası harcın davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5-Peşin yatırılan istinaf karar harcının talep hâlinde ilk derece mahkemesince davacıya iadesine,
6-Davacı tarafından yapılan toplam 283,90 Türk lirası yargılama giderlerinin davalıdan alınarak davacıya iadesine,
7-Davacı kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’ye göre hesap edilen 1.130,00 Türk lirası maktu vekâlet ücretinin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine,
8-Taraflarca yatırılan gider avanslarından arta kalan kısmın karar kesinleştiğinde talep hâlinde ilk derece mahkemesince ilgili taraflara iadesine,
9-Kararın ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda tarafların yokluğunda miktaren (35.000,00 Türk lirası) kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi.19/11/2020

Kemal KURT
Başkan
38110

¸e-imzalıdır
Fahriye ÇİFTCİ HAZNEDAROĞLU
Üye
104886
¸e-imzalıdır
Tahsin ÇORAKÇI
Üye
151503

¸e-imzalıdır
Tevhide Gül YENCİLEK
Katip
243621
¸e-imzalıdır

KASKO SİGORTASINA DAYALI ALACAK TALEBİ- FAZLAYA DAİR HAKLARIN SAKLI TUTULMASI- KISMİ DAVA – ZAMANAŞIMI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2018/1419
KARAR NO : 2019/1456

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

BAŞKAN : NECDET ÖZTÜRK (42666)
ÜYE : FİLİZ YENİPINAR (33276)
ÜYE : FATİH BİRKAN GÜNER (35912)
KATİP : CANSU BAL (231793)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 18/01/2018
NUMARASI : 2017/421 Esas- 2018/54 Karar
DAVACI : A. B.
DAVALI : R……SİGORTA –
DAVANIN KONUSU : Alacak (Kasko Sigortasından Kaynaklanan)
GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 09/07/2019

Şanlıurfa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/01/2018 tarih ve 2017/421 esas ve 2018/54 karar sayılı kararı aleyhine davalı vekili istinaf başvurusunda bulunduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davalı aleyhine Şanlıurfa 3. Asliye Hukuk Mahkemesinde 2014/232 esas sayılı dosyası ile 1.000 TL’lik dava açtıklarını, tazminat davasının müvekkili lehine kesinleştiğini, dava dosyasında bilirkişi raporuna göre müvekkilinin zararının tamamının 40.000 TL olduğunu, sigorta şirketinin daha önce toplamda 2.812,00 TL ödeme yaptığını, müvekkilinin davalı şirketten 36.188,00 TL daha alacağının olduğunu, bu nedenle davanın kabulü ile fazlaya ilişkin haklarının saklı tutularak olay tarihinden itibaren hesaplanacak faiziyle birlikte 36.188,00 TL tazminatın tahsiline karar verilmesini, mahkeme masrafları ile vekalet ücretinin karşı tarafa yükletilmesine karar verilmesini talep etmiştir

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; davanın zaman aşımına uğradığını, kesin hüküm itirazlarının olduğunu, davanın haksız ve hukuka aykırı olarak açıldığını, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sonunda davanın kısmen kabulüne 22.854,00 TL’nin 10/08/2013 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, 13.334,00 TL yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı vekili dilekçesinde özetle; kazanın meydana geldiği tarih itibariyle muacceliyet tarihinden itibaren 2 yıl geçtiğini, bu nedenle davanın zaman aşımı nedeniyle ret edilmesi gerektiğini, dava konusu hasar nedeni ile müvekkil şirket aleyhine Şanlıurfa 3 Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/232 E. 2017/95 K.sayılı ilamı ile dava açıldığını, dava kesinleştiğini ve ilam gereği tüm borcun Şanlıurfa 4 İcra Müdürlüğünün 2017/2691 esas sayılı dosyasına ödendiğini, iş bu yargılama ile davacının gerçek zararı tespit edildiğini ve zararı giderildiğini, kesin hüküm nedeni ile davanın reddi gerektiğini belirterek yerel mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir.
Dava kasko sigorta poliçesinden kaynaklanan maddi tazminat istemine ilişkindir.

HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

Somut olayda 10/08/2013 tarihinde meydana gelen trafik kazası nedeniyle, davacı tarafından, 12/0302014 tarihinde fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak 1.000 TL olarak açılan dava Şanlıurfa 3 Asliye Hukuk Mahkemesine 2014/232 E. 2017/95 K.sayılı ilamıyla karara çıkmış ve Şanlıurfa 4 İcra Müdürlüğünün 2017/2691 esas sayılı dosyasına davalı sigorta şirketince ödeme yapıldığı anlaşılmıştır. Davacı taraf aynı olay nedeniyle 25/07/2017 tarihinde iş bu davayı açmıştır..

Öncelikle 6100 sayılı HMK’nın 303. maddesinde “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder. Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir…” hükmü bulunmaktadır. Bu hükme göre kesin hükümden bahsedebilmek için; a)davanın taraflarının aynı olması, b) dava sebeplerinin aynı olması ve c) dava konusunun aynı olması olması gerekir. Fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması halinde açılan dava ek dava niteliğinde olduğundan kesin hüküm şartları oluşmaz. Bu nedenle davalı vekilinin kesin hüküm olduğuna ilişkin istinaf itirazının reddi gerekir.

Ancak, Türk Borçlar Kanunu’nun 154/2 maddesi gereğince alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zamanaşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konudur. Bu durumda zamanaşımının kesilmesi sadece dava konusu edilen 1000. TL. miktar için söz konudur. Kasko sigorta sözleşmesinden kaynaklanan maddi tazminat taleplerinde, sigorta ettiren ile sigortacının tarafı olduğu sözleşmeye dayanılmaktadır. Bu davalar 6102 sayılı TTK’nın 1420.(TTK.1268) maddesi gereğince 2 yıllık zamanaşımı süresine tabidir. Yine Kara Taşıtları Kasko Sigortası Genel Şartları C.9. maddesine göre; sigorta sözleşmesinden doğan bütün taleplerin iki yılda zamanaşımına uğrayacağı ve sözleşmeye dayanılarak açılan davalarda ceza zamanaşımı uygulanmayacağı hükümleri birlikte değerlendirildiğinde, mahkemece davalı Ray Sigorta A.Ş vekilinin süresinde yaptığı zamanaşımı definin kabulü ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle işin esasına girilerek karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Bu itibarla davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile HMK’nun 353/1-b,2 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve düzelterek esas hakkında yeniden karar verilmesine dair aşağıdaki karar verilmiştir.

HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
Davalı vekilinin istinaf başvurusunun kabulüne, ancak yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç görülmediğinden HMK’nın 353/1-b,2. maddesi gereğince düzelterek esas hakkında yeniden karar verilmek üzere Şanlıurfa 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 18/01/2018 tarih ve 2017/421 Esas ve 2018/54 Karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
Buna göre;
1-Davanın REDDİNE,
2-Davacıdan peşin alınan 618,01 TL harçtan alınması gereken 44,40 TL harcın mahsubu ile bakiye 573,61 TL harcın talep halinde davacıya iadesine,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerlerinde bırakılmasına,
4-Davalı kendini vekil ile temsil ettirdiğinden AAÜT uyarınca hesaplanan 4.330,68 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
5-Dosya kapsamında bakiye gider avansı var ise yatırana iadesine,
6-Davalının istinaf aşamasında yatırmış olduğu istinaf başvuru harcı 134,00 TL ile 35,00 TL posta gideri olmak üzere toplam 169,00 TL’nin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
7-Davalı tarafça yatırılan istinaf karar harcının talep halinde iadesine,
8-Taraflarca yatırılıp harcanmaması nedeniyle dosyada kalan gider avansı varsa taraflara iadesine,
9-İstinaf yargılaması sırasında duruşma açılmadığından vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nun 362/1-a maddesi uyarınca KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi. 09/07/2019

Başkan Üye Üye Katip
42666 33276 35912 231793

F.Y.

İŞÇİLİK ALACAKLARI – İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN KISMİ ÖDEME ÖNCELİKLE MUACCEL OLAN BORÇ İÇİN YAPILMIŞ SAYILIR

T.C
YARGITAY
9. Hukuk Dairesi
2012/11984 E.
2014/17255 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : DENİZLİ 2. İŞ MAHKEMESİ
TARİHİ : 22/12/2011
NUMARASI : 2009/197-2011/679

DAVA :Davacı, kıdem tazminatı, ücret alacağı, fazla mesai ücreti, genel tatil ücreti, hafta tatil ücreti ve izin ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hüküm süresi içinde taraflar avukatlarınca temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

A)Davacı isteminin özeti:

Davacı vekili, davacının tekstil işçisi olarak asgari ücretle çalıştığını, ısrarlı talepleri sonucu maaş ve fazla mesaisine mahsuben 5.000 TL ödeme yapıldığını iddia ederek kıdem tazminatı, ücret, fazla mesai, genel tatil, hafta tatili ve izin ücreti alacağının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

B)Davalı cevabının özeti:
Davalı vekili, zamanaşımı savunmasında bulunarak, davacının fazla mesai yapmadığını, paket bölümünde vardiyalı olarak çalıştığını, şayet fazla mesai yapmış ise bordroları ile aldığını, genel tatil ve hafta tatili ücreti alacağı bulunmadığını, tüm izinlerini kullandığını, kıdem tazminatı alacağı bulunmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C)Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, iş akdinin İş Kanunu madde 24/II-e uyarınca haklı nedenle feshedildiği gerekçesiyle kıdem tazminatı, ücret ve genel tatil ücreti alacaklarının tahsiline, fazla mesai, yıllık izin ve hafta tatili ücreti talebinin reddine karar verilmiştir.
D)Temyiz:
Karar taraflarca temyiz edilmiştir.

E)Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı yasal gerektirici nedenlere göre tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasındaki uyuşmazlık, işveren tarafından yapılan kısmi ödemenin işçinin hangi alacağına mahsup edileceği noktasında toplanmaktadır.

I. Normatif Dayanak
Uyuşmazlığın normatif dayanağı Borçlar Kanununun 84–86 maddeleridir. Borçlar Kanununun 84 üncü maddesinde “Borçlu faiz veya masrafları tediyede gecikmiş değil ise kısmen icra eylediği tediyeyi resülmale mahsup edebilir. Alacaklı alacağın bir kısmı için kefalet, rehin veya sair teminat almış ise borçlu kısmen icra eylediği tediyeyi temin edilen veya teminatı daha iyi olan kısma mahsup etmek hakkını haiz değildir” kuralına yer verilmiş;
85 inci maddesinde “birden fazla borcu bulunan borçlu, borçları ödemek zamanında bu borçlardan hangisini tediye etmek istediğini alacaklıya beyan etmek hakkını haizdir. Borçlu beyanatta bulunmadığı surette vuku bulan tediye kendisi tarafından derhal itiraz edilmiş olmadıkça alacaklının makbuzda irae ettiği borca mahsup edilmiş olur” hükmü öngörülmüş, 86 ncı maddede ise “kanunen muteber bir beyan vaki olmadığı yahut makbuzda bir güna mahsup gösterilmediği takdirde, tediye muaccel olan borca mahsup edilir. Müteaddit borçlar muaccel ise tediye, borçlu aleyhinde birinci olarak takip edilen borca mahsup edilir. Takibat vaki olmamış ise tediye, vadesi iptida hulül etmiş olan borca mahsup edilir. Müteaddit borçların vadeleri aynı zamanda hulül etmiş ise mahsup mütenasiben vaki olur. Hiç bir borcun vadesi hulül etmemiş ise alacaklı için en az teminatı haiz olan borca mahsup edilir” kuralı düzenlenmiştir.

II. Genel Hükümler Yönünden Değerlendirme
Borçlar Kanununun yukarıda belirtilen hükümleri öncelikle muacceliyet ve temerrüt kavramlarının açıklanmasını gerektirmektedir.

Muacceliyet, alacaklının borçludan borçlanılan edimi talep ve dava edebilme yetkisidir. Borç muaccel olmadan borçlu temerrüdü söz konusu olmaz.

Temerrüt, en kısa tanımıyla, alacaklı tarafından talep edilebilir (muaccel) hale gelmiş bir borcun ifasındaki gecikmedir. Kural olarak, bu tür (muaccel) bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile temerrüde düşer (BK. m. 101/1). Başka bir ifadeyle, temerrütten söz edilebilmesi için, öncelikle muaccel bir borcun ve alacaklının o borca yönelik ihtarının bulunması gerekir. Kural böyle olmakla birlikte, borçlunun temerrüde düşmesi için alacaklının ihtarının gerekmediği bazı durumlar da vardır: Örneğin, ifa gününün taraflarca birlikte kararlaştırıldığı (BK. m.101/2), borçlunun borcu ifa etmeyeceğini bildirmiş olduğu veya hal ya da durumundan bu sonuca varılabildiği (BK. m.107/1) durumlarda, temerrüdün gerçekleşmesi için alacaklının ihtarına gerek yoktur.

Tek bir borç ilişkisinin söz konusu olduğu durumlarda, borçlu para borcunun faiz ve masraflarını ödemede temerrüde düşmemişse yaptığı kısmi ödemeyi anapara borcuna mahsup etme hakkına sahiptir. Ancak, para borcunun bir kısmı için kefalet, rehin veya benzeri bir teminat verilmişse, yapılan kısmi ödemenin teminatlı olan borca mahsubu istenemez. Bu durumda, kısmi ödemenin teminatsız olan ya da teminatı daha az olan borca mahsubu gerekir. Borçlu, faiz ve masrafları ödemede temerrüde düşmüşse yaptığı kısmi ödeme öncelikle gecikmiş faiz ve masraf borçlarına mahsup edilecektir. Hukuk Genel Kurulunun 27.9.2000 tarih ve 2000/12-1148 esas, 2000/1193 karar sayılı ilamında da vurgulandığı üzere, Borçlar Kanununun 84 üncü maddesi gereğince, ödemelerin öncelikle asıl alacaktan düşülebilmesi için, borçlunun faiz ve masrafları ödemede gecikmemiş olması zorunludur. Gecikme ve alacaklının iradesini açıklaması halinde, ödenen kısmın öncelikle faizden düşülmesi gerekir. İcra takibi, ödemeye ihtirazi kayıt konulması irade açıklamasıdır.

Birden fazla borcu bulunan borçlunun yaptığı ödeme, ifa zamanında beyan ettiği borca mahsup edilir. Borçlu, ödeme sırasında, yapılan ödemenin hangi borca ilişkin olduğunu beyan etmemiş veya alacaklının makbuzda belirttiği borca derhal itirazda bulunmamışsa makbuzda belirtilen borca mahsup edilmelidir.

Birden fazla para borcunun bulunduğu bir borç ilişkisinde, borçlunun, yapılan kısmi ödemenin hangi borç için mahsup edildiğini belirtmemesi, alacaklının da ödemenin hangi borca ilişkin olduğunu makbuzda göstermemesi durumunda, kısmi ödemenin hangi borca mahsup edileceği sorunu Borçlar Kanununun 86ncı maddesine göre çözümlenmelidir. Bu gibi durumlarda, kısmi ödeme öncelikle muaccel olan borç için yapılmış sayılır. Ödeme zamanında birden fazla borç muaccel hale gelmişse, ödeme ilk takibe konulan borca mahsup edilir. Muaccel olan borçlardan hiçbiri takibe verilmemişse kısmi ödeme ifa zamanı önce gelen borca mahsup edilmiş sayılır. Borçların ifa zamanları (vadeleri) aynı günde gelmişse yapılan kısmi ödeme borçların miktarlarıyla orantılı olarak mahsup edilir. Borçlardan hiçbirinin ifa zamanı gelmemişse, kısmi ödeme alacaklı için güvencesi en az olan borca mahsup edilmiş sayılır.

III. İşçi Alacakları Yönünden Değerlendirme

İş sözleşmesinden doğan para borçlarının kısmi ifasında, mahsubun ne şekilde yapılacağı ile ilgili 4857 sayılı İş Kanununda özel bir düzenleme bulunmadığından, Borçlar Kanununun yukarıda belirtilen genel hükümleri kapsamında sorun çözümlenmektedir. İşçinin işverenden bir alacağının, örneğin sadece kıdem tazminatı alacağının bulunduğu durumlarda, kısmi ödeme nedeniyle mahsup işlemi Borçlar Kanununun 84 üncü maddesi çerçevesinde yapılacaktır. Dairemiz uygulamasına göre, temerrüde düşmüş olan işverenin yaptığı kısmi ödeme işçinin bu hususta beyanda bulunup bulunmadığına bakılmaksızın öncelikle faiz ve masraflara mahsup edilmelidir.

Borcun taksitle ödenmesi konusunda yapılan anlaşma aksi öngörülmemişse, kural olarak, işçinin faiz talebinden vazgeçtiğini kapsar. Ancak, bu sonuç işverenin taksit anlaşmasına uygun hareket etmesine bağlıdır. İşverenin taksitlerden birini zamanında ödememesi halinde, işçinin faizle ilgili feragati geçersiz hale gelir ve sadece ödenmeyen taksit için değil, tüm alacak için faiz talep hakkı doğacaktır. Bu durumda ödenmiş olan önceki taksitlerin öncelikle faiz ve masraflara mahsubu gerekecektir. Kuşkusuz taksit sözleşmesinin işçinin serbest iradesi ile meydana gelmesi gerekir.

İşçinin birden fazla alacağının söz konusu olması halinde, yapılan kısmi ödemenin hangi alacağa ilişkin olduğu işveren tarafından ödeme sırasında belirtilmemiş ve işçi tarafından da bu husus makbuzda gösterilmemiş ise, mahsup işlemi Borçlar Kanununun 86 ncı maddesine göre yapılacaktır. İş Kanununda işçinin sözleşme ve kanundan doğan alacaklarının muacceliyet ve vade zamanları konusunda değişik hükümler öngörülmüştür.

4857 sayılı İş Kanununa göre ücret en geç ayda bir ödenir (m.32/5). İş hukuku mevzuatımızda Basın İş Kanununun 14 üncü maddesi hariç, ücretin peşin ödeneceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu nedenle ücret, çalışılan ayı takip eden aybaşında muaccel hale gelmektedir. Fazla mesai, hafta tatili ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücretlerinin muacceliyet tarihleri normal aylık ücret gibidir. İşçinin ihbar ve kıdem tazminatı ile yıllık izin ücreti sözleşmenin feshi ile muaccel hale gelir.

1475 sayılı İş Kanununun 14 ve 4857 sayılı İş Kanunun 120 nci maddesi uyarınca, işveren kıdem tazminatı borcu bakımından iş sözleşmesinin feshedildiği tarihte temerrüde düşer. Yukarıda belirtilen diğer tazminat ve alacaklar bakımından ise, tarafların sözleşme ile kararlaştırdıkları ödeme zamanı ya da işçi tarafından gönderilecek ihtarnamede belirtilen ödeme günü itibariyle işverenin temerrüdü gerçekleşir.

Buna göre örneğin, 5.000 TL ihbar tazminatı, 7.500 TL kıdem tazminatı, 2.500 TL ücret, 2.000 TL fazla mesai ve 500 TL yıllık izin ücreti alacağı olmak üzere takibe konu yapılmamış toplam 17.500 TL alacağı olan bir işçiye işveren tarafından yapılacak 15.000 TL lik bir kısmi ödeme, öncelikle muaccel olan normal aylık ücret ve fazla mesai alacağına ilişkin borçlarına mahsup edilmelidir. Kalan miktar ihbar ve kıdem tazminatı ile izin ücreti borcuna mahsup edilecektir. Anılan borçların muacceliyet tarihleri aynı olduğundan, temerrüt tarihi önce gerçekleşmiş olan borca yani kıdem tazminatına mahsup edilecektir. Kalan 3.000 TL lik ödemenin, ihbar ve izin ücreti borcuna mahsubu anılan borçların muacceliyet ve temerrüt tarihlerinin aynı olması nedeni ile miktarları ile orantılı olarak yapılacaktır. Kalan toplam borç 5.500 TL olup, ihbar tazminatının bu miktara oranı 5.000/5.500 = 10/11, izin ücretinin oranı 500/5.500 = 1/11 olmakla, 3.000 X 10/11 = 2.727 TL ihbar tazminatına, 3.000 X 1/11 = 273 TL izin alacağına mahsup edilecektir. Böylece işverenin 2.273 TL ihbar tazminatı, 227 TL izin ücreti olmak üzere toplam 2.500 TL borcu kalmış olacaktır.

Somut olayda, davacı vekili dava dilekçesinde müvekkilinin 2008 yılı Ocak, Şubat, Mart, Nisan, Mayıs, Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül ayından ise 13 günlük maaşının ödenmediğini, ısrarlı talepleri sonucu kendisine maaş ve fazla mesaisine mahsuben toplamda 5.000 TL ödeme yapıldığını iddia etmiştir.

Davacı asil 16.12.2010 tarihli duruşmada: “ Davalı işyerince kıdem tazminatı ile ilgili olarak 2738,98 TL’lik ödeme ile ilgili belge altındaki imza bana aittir, belgede bahsi geçen miktarı aldım, yine kıdem tazminatına mahsuben yapılan 500,00 TL’lik ödeme benim adına ablam Gülhan Ceylan tarafından alınmıştır, 500,00 TL’lik belge altındaki imza ablama aittir, iş akdimin feshinden sonra tarafıma işyerince toplam 5000,00 TL’lik ödemede bulunulmuştur, ancak bana yapılan ödeme sırasında bu ödemelerin ücret alacağına mahsuben yapıldığı bildirilmiştir, kıdem tazminatı ödemesine ilişkin belge altındaki imza tarafıma ait olmakla birlikte ben iş akdimin feshinden sonra kıdem tazminatı ödemesine ilişkin herhangi bir belgeye imza atmadım, bu belge tarafımdan işe girişte alınan ve işyerince imzalatılan belgeler arasında imzalatılmış olabilir” şeklinde beyanda bulunmuştur.

Dosyada bulunan avukat bilirkişiden alınan ilk raporda, davacının kıdem tazminatı alacağının 2.901,34 TL brüt, ücret alacağının ise 5.183,28 TL brüt olduğu, davacı açıklamasına göre ödenen 5.000 TL ücret alacağından mahsup edilerek sonuçta davacının 2.901,34 TL Brüt kıdem tazminatı, 183,00 TL Brüt ücret ve 338,21 TL Brüt genel tatil alacağı hesaplandığı, yıllık izin ve fazla mesai alacağı bulunmadığı sonucuna varıldığı,

SMMM bilirkişiden alınan ikinci raporda ise, davalı şirkete ait ticari defter ve belgelere göre Ocak-Eylül 2008 dönemine ilişkin ücret bordrolarındaki 9 aylık brüt ücretin 5.061,90 TL, net 4.041,49 TL olduğu, şirket defterlerinde davacı adına tahakkuk ettirilen kıdem tazminatının 2.738,98 TL Net olduğu, aynı tarihte 100 kasa hesabından nakit ödeme kaydı yapılmak suretiyle kapatıldığı ancak bu ödeme kaydına dayanak olabilecek nitelikte bir belgeye rastlanmadığı, davalı şirketin ticari defter ve belgelerinde davacının kıdem tazminatı ve ücret alacağı toplamının 6.780,47 TL olduğu, makbuzlar ile davacının kıdem tazminatına mahsuben (200,00 + 500,00 + 200,00) = 900 TL ve davalı şirket ortağının banka hesabından 4.316,00 TL olmak üzere davacı adına yapılan toplam ödeme miktarının 5.216,00 TL olduğu, ancak sadece 01.12.2008 tarihindeki 200 TL’lik ödeme bedelinin ticari defterlerde kayıtlı olduğu, ayrıca ara kararda belirtildiği üzere davacıya 5.000 TL’lik ücret ödemesi yapıldığına ilişkin herhangi bir kayıt ve belgeye de rastlanmadığı, davacının bakiye alacağının 6.780,47 TL – 5.216,00 TL = 1.564,47 TL olduğu genel tatil ücreti ile birlikte 1.902,42 TL olduğu 01.06.2010 tarihli raporda davacının bakiye alacağının 3.422,83 TL olarak belirlendiğinin ifade edildiği,

SMMM bilirkişiden alınan ek raporun sonuç kısmında ise: Davacının ücret alacağı 4.041,49 TL, kıdem tazminatı alacağı 2.738,98 TL, genel tatil alacağı 338,21 TL olmak üzere toplam 7.118,68 TL alacağı bulunduğu, işten ayrıldıktan sonra yapılan belgeli ödemeler toplamının 5.216,00 TL olduğu, bu belgelerden sadece 01.12.2008 tarihli ödeme belgesinin ticari defterlere intikal ettirildiği, davacının bakiye alacağının 7.118,68 TL – 5.216,00 TL = 1.902,68 TL olduğunun ifade edildiği,

Avukat bilirkişiden alınan ek raporda ise, davacının toplam alacağının 7.118,68 TL Net olduğu, buna göre yapılan 5.216,00 TL net ödemenin muacceliyet durumuna ve oranlarına göre :

Net 3.964,16 TL’nin ücret alacağı, Net 153,78 TL’nin genel tatil ücreti ve bakiye 1.008,06 TL’nin kıdem tazminatı olarak ödendiği kabulü ile davacının bakiye 77,33 TL Net ücret, 76,2 TL Net genel tatil ücreti ve 1.730,92 TL Net kıdem tazminatı alacağı hesaplandığı ve mahkemece bu hesaplamaya itibarla hüküm kurulduğu tespit edilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davacının, iş akdinin işçi tarafından haklı nedenle feshi karşısında kıdem tazminatına hak kazandığı ve davacıya ödeme belgeleri ile 2.738,98 TL + 500 TL olmak üzere toplam 3.238,98 TL Net kıdem tazminatı ödemesi yapıldığı tartışmasızdır.

Dosyada sorun, dava dilekçesinde ücret ve fazla mesai karşılığı ödendiği belirtilen 5.000 TL’nin hangi alacak kaleminden mahsubunun yapılacağıdır.

Yukarıdaki açıklamalar karşısında davacının kıdem tazminatının ödendiği kabul edilmelidir.

İşveren, ödemeyi neye karşılık yaptığını ispatlamak durumundadır.

Ödenen paranın neye karşılık olduğu taraflar arasında ihtilaflı ise, mahsup işlemi yukarıdaki esaslara göre yapılır.

Davacı aldığını inkâr etmediği 5.000 TL’nin ücret alacağına karşılık olduğunu belirtmiştir. Davalı taraf bunun aksini kanıtlayamamıştır. Ayrıca ücret alacağı kıdem tazminatından daha önce muacceldir. Bu nedenle 5.000 TL ödemenin öncelikle ücret alacağına mahsup edilerek sonucuna göre karar verilmelidir.

F)Sonuç:
Hükmün yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.05.2014 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ELATMANIN ÖNLENMESİ-ECRİMİSİL-TAPU İPTALİ VE TESCİL

T.C
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
ESAS:2019/2240
KARAR: 2019/5701

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : ELATMANIN ÖNLENMESİ-ECRİMİSİL-TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, elatmanın önlenmesi, ecrimisil davası sonunda, yerel mahkemece asıl davanın kabulüne, birleştirilen davanın reddine ilişkin olarak verilen karar asıl davanın davalısı ile birleştirilen davanın davacısı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi …’ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Asıl dava, bağımsız bölüme yönelik elatmanın önlenmesi ve ecrimisil; birleştirilen dava ise, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı …, asıl davada; davalı …’ün oğlu … adına kayıtlı dava konusu … ada … sayılı parseldeki 2 no’lu bağımsız bölümü 01.08.2008 tarihinde satın aldığını, davalının haklı ve geçerli bir nedene dayanmaksızın dairede oturmaya devam ettiğini, yaptığı icra takiplerini de itiraz üzerine durdurduğunu ileri sürerek, davalının çekişmeli bağımsız bölüme el atmasının önlenmesi ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 01.08.2008 tarihinden başlamak üzere şimdilik 5.000,00 TL ecrimisilin davalıdan tahsilini istemiş, 05.11.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile ecrimisil isteğini 16.678,33 TL’ye arttırmış, birleşen davaya yönelik; davanın reddini savunmuştur.

Birleştirilen davada davacı …, babası …’in isteği üzerine davalı …’ün kredi temini için yardımcı olduğunu, maliki olduğu 2 no’lu bağımsız bölümü davalıya satış yoluyla devrettiğini, davalının satış nedeniyle kullanılan krediyi dava dışı babası …’e verdiğini, kredi ödemelerini de başlangıçta babasının yaptığını, ner var ki kredi kapatılmasına rağmen davalının çekişmeli taşınmazı iade etmediğini ileri sürerek, 2 no’lu bağımsız bölümün tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiştir.

Davalı …, asıl davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, asıl davanın kabulü ile davalı …’in … ada … sayılı parseldeki 2 no’lu bağımsız bölüme el atmasının önlenmesine ve 7.289,44 TL ecrimisilin davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin ecrimisil isteğinin reddine; birleştirilen davanın ise … ve …’in inanç sözleşmesi gereği kendilerine düşen edimi yerine getirmedikleri, kredi borcunu ödemedikleri, bu nedenle mülkiyetin …’a geçtiği gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu … ada … sayılı parseldeki 2 no’lu bağımsız bölümün tamamı … adına kayıtlı iken, …’in bağımsız bölümün tamamını 11.07.2008 tarih ve … yevmiye no’lu işlemle …’a 2.000,00 TL üzerinden satış göstererek temlik ettiği, 11.07.2008 tarih ve … yevmiye no’lu işlemle de anılan bağımsız bölüm üzerine Vakıflar Bankası lehine 228.000,00 TL’lik ipotek tesis edildiği, ipoteğe dayanak kredi incelendiğinde; …’ın 11.07.2008 tarihinde Vakıflar Bankası’ndan 57.000,00 TL’lik konut kredisi kullandığı anlaşılmıştır.

21.01.2014 tarihli 4. celsede dinlenen asıl davanın davacısı …’ın; “… davalı bana birgün kendisinin paraya ihtiyacı olduğunu …’da oğlu adına kayıtlı bir dairenin bulunduğunu söyledi. Bana burayı sana verelim. bankadan kredi kullan bana ver. parayı ödeyemezsem taşınmaz senin dedi. Ben Vakıf Bank Kırıkkale şubesinden 60.000 TL kredi kullandım. çektiğim krediyi bankanın içerisinde davalıya verdim. Kredinin ilk üc taksitini davalı ödedi. kalan taksitlerinin davalı tarafça ödenmeyen taksitlerini ben ödedim. 20/09/2010 tarihinde kredi ödemesi bitti … ‘’ şeklinde beyanda bulunduğu, yine devam eden celselerde … ile vekilinin inançlı işlemi kabul ettiği tespit edilmiştir.

Bilindiği üzere, bu tür iddialar 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı uyarınca yazılı delil ya da yemin delili ile kanıtlanır.

Öte yandan, Hukuk Muhakemeleri Kanunun (HMK) 188/1 maddesinde “Tarafların veya vekillerinin mahkeme önünde ikrar ettikleri vakıalar, çekişmeli olmaktan çıkar ve ispatı gerekmez” düzenlemesine yer verilmiştir.

Somut olayda, taşınmazı temlik alan … yukarıda yer verilen beyanı ile maddi vakayı kabul etmiş, bir başka deyişle kendisine temlikin bedelsiz olarak … yararına kredi kullanılması amacıyla yapıldığını ifade etmiştir. Bu beyan HMK’nin 188. maddesi uyarınca ikrar niteliğindedir. Böyle bir durumda yazılı delile ve yemin deliline gerek olmaksızın birleştirilen davanın davacısı … ile asıl davanın davacısı-birleştirilen davanın davalısı … arasında inançlı işlem bulunduğu hususu tartışmasız hale gelmiştir.

Kaldı ki, … ve … arasında inanç sözleşmesi bulunduğu mahkemenin gerekçesinde de kabul edilmiş, … tarafından gerekçe temyize konu da yapılmamıştır.

Bu aşamada çözümlenecek sorun inançlı temlik nedeniyle … tarafından çekilen ve …’e verilen kredinin kim ya da kimler tarafından, hangi miktarda ödenerek kapatıldığı hususudur.
6098 sayılı TBK’nun 97. maddesinde; “Karşılıklı borç yükleyen bir sözleşmenin ifası isteminde bulunan tarafın, sözleşmenin koşullarına ve özelliklerine göre daha sonra ifa etme hakkı olmadıkça, kendi borcunu ifa etmiş ya da ifasını önermiş olması gerekir.” hükmüne yer verilmiştir.

Davacı …, birleştirilen davayı açarak kendi edimini yerine getirmek istediğini karşı tarafa bildirmiştir. Dava açmadan önce varsa borcunu yerine getirmemiş olması tek başına inançlı işleme dayalı bir davanın ret sebebini teşkil etmez.

O halde yapılacak iş, … ( veya … ) ile … arasında dava konusu taşınmazın inançlı işlem ile devri nedeniyle oluşan alacak-verecek miktarının saptanması, bu kapsamda ilgili bankadan … tarafından temin edilen kredinin kim veya kimler tarafından ödendiği hususları üzerinde durulması, buna ilişkin kayıtların getirtilmesi, varsa kredinin … tarafından yatırılan miktarının tespiti ile bu bedeli mahkeme veznesine depo etmesi için …’e süre verilmesi, yatırdığı takdirde tapu iptal ve tescil isteğinin kabul edilmesi, aksi halde birleştirilen davanın reddine karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.

Asıl davanın davalısı ile birleştirilen davanın davacısının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre asıl davanın incelenmesine şimdilik yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 06.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SEZERYAN DOĞUM KARARININ GEÇ ALINMASI-HEKİM HATASI

T.C.
YARGITAY
13. HUKUK DAİRESİ
Esas : 2016/26439
Karar : 2020/1797
Tarih : 11.02.2020

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacılar avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü.

KARAR: Davacılar, …’in 08/12/2006 tarihinde davalıya ait hastanede, davalı Dr. …’ın gözetiminde gerçekleşen doğumla bir kız bebek dünyaya getirdiğini, hamileliği sırasında tüm kontrollerini düzenli olarak yaptırdığını, doğum için hastaneye yatırıldığı gün doğumun sorunlu olabileceği, sezeryan yapılması gerektiğinin bildirildiğini, ancak sezeryan kararı doktor tarafından geç alındığından bebeğin uzun süre oksijensiz kalarak beyin hücrelerinin hasar gördüğünü, doğumdan sonra bebeğin küveze konulmasının gerektiğini, bu sebeple …’a nakledildiğini, daha sonra küçüğün tedavisine üniversitesi hastanelerinde devam edildiğini, burada yapılan tetkiklerde bebeğin doğum sırasında oksijensiz kalmasının beyninde yarattığı hasarın MR ile tespit edildiğini, küçüğün sakat kalmasında doğumu gerçekleştiren doktor ve hastanenin kusurlu olduğunu, hastaneye yaklaşık saat 21.00’da yattığını, ancak doğumun sabaha karşı 06:00 da gerçekleştiğini, operasyonu yürüten doktorun sezeryan kararını daha erken vermiş olsaydı, hamilelik sürecinde gayet sağlıklı gelişmiş olan bebeğin sağlıklı dünyaya geleceğini, doğumdan sonra bebeğin hastanede iyi bakılmadığını, bu nedenle başka bir hastaneye nakil edildiğini ileri sürerek manevi tazminatana ilişkin hakları ile maddi tazminattan fazlaya ait talep hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 3.000,00-TL tedavi ve bakım giderleri, 4.000,00-TL daimi iş göremezlik tazminatı olmak üzere toplam 7.000,00-TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir.

Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın reddinekarar verilmiş; hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, teşhis ve tedavi hizmetini üstlenen doktor ve özel hastanenin sorumluluğuna ilişkin olup, bir davada dayanılan olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini arayıp bulmak hâkimin doğrudan görevidir. (1086 sayılı HUMK. 76.md., 6100 sayılı HMK. 33.md.) Dava, davalı özel hastaneve doktorun vekillik sözleşmesinden kaynaklanan özen borcuna aykırılık olgusuna dayanmaktadır (dava tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK. 386, 390. md.) vekil, iş görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden değil de bu sonuca ulaşmak için yaptığı uğraşların özenle görülmemesinden sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. (BK.390/11) vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan bile sorumludur. (BK.321/1) o nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları (hafifte olsa) sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastanın zarar görmemesi için yalnız mesleki değil, genel hayat tecrübelerine göre herkese yüklenebilecek dikkat ve özeni göstermek zorundadır. Doktor tıbbi çalışmalarda bulunurken bazı mesleki şartları yerine getirmek hastanın durumuna değer vermek, tıp biliminin kurallarını gözetip uygulamak tedaviyi her türlü ihtiyat tedbirlerini alarak yapmak zorundadır. Doktor ufak bir tereddüt gösteren durumlarda bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve orada koruyucu tedbirler almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında seçim yaparken hastanın özelliklerini göz önünde tutmalı onu gereksiz risk altına sokmamalı en emin yolu tercih etmelidir. Gerçekte de mesleki bir iş gören; doktor olan vekilden, ona güvenen müvekkil titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemekte haklıdır. Titiz, özen göstermeyen bir vekil, BK. 394/1 uyarınca vekâleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır.

Somut uyuşmazlıkta, Adli Tıp Kurumu 2. İhtisas Kurulu’ndan alınan raporda, mevcut tıbbı belgele göre ilk normal doğum kararının doğru olduğu, ilerlemeyen travay nedeniyle sezaryen kararının doğru olduğu, ilgili hekime ve hastaneye kusur atfedilemeyeceği bildirilmiştir. Davacıların itirazı üzerine alınan heyet raporunda da; bebekte gelişen serebral palsi klinik tablosu ile ilgili olarak doğum hekiminin suçlanamayacağı mütalaa edilmiştir. Mahkemece, raporlar hükme esas alınmak suretiyle davanın reddine karar verilmiş ise de; davacılar itirazlarında davalı doktorun doğum esnasında pratisyen doktor olarak davalı hastanede çalıştığını, kadın doğum uzmanın doğum sırasında yer almadığını bildirmişlerdir.

Hal böyle olunca, mahkemece davacının iddiaları üzerinde durularak, davalı doktorun uzmanlığına ilişkin bilgi ve belgelerin ilgili yerlerden celbi ile, doktorun doğumun gerçekleştiği tarih itibariyle tıbbın gerek ve kurallarına göre bu doğuma müdahale ve doğumu gerçekleştirmeye özellikle de sezeryanla bebeğin doğurtulmasına ehil olup olmadığı, olayda doktor ve hastaneye kusur izafe edilip edilmeyeceği araştırılarak, gerektiğinde denetimine elverişli yeniden veya ek rapor alınmak suretiyle hasıl olacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan 29,20 TL harcın istek halinde davacılara iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/02/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ADLİ SİCİL BİLGİLERİNİN SİLİNMESİ- DEVLET MEMURİYETİNE ATANMA KOŞULLARI

T.C.
DANIŞTAY
BİRİNCİ DAİRE
Esas : 2005/1290
Karar : 2006/298
Tarih : 13.03.2006

ADLİ SİCİL BİLGİLERİNİN SİLİNMESİ
DEVLET MEMURİYETİNE ATANMA KOŞULLARI
DEVLET MEMURLARI KANUNU HÜKÜMLERİ

( 5352 s. Adli Sicil K m. 9 )
( 657 s. DMK m. 48 )
( 765 s. TCK m. 20 )
( 5237 s. TCK m. 53 )
( 5252 s. TCK Uygulama Şekli K m. 12 )

ÖZET: 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma başlıklı 53 üncü maddesi ile 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun adli sicil bilgilerinin silinmesi başlıklı 9 uncu maddesi hükümleri dikkate alınarak Devlet memuriyetinde iken veya memuriyete girmeden önce 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde sayılan suçları işlemek suretiyle mahkum olup da cezasını çekenlerin, Devlet memuriyetine atanmalarını talep etmeleri durumunda memuriyete atanmalarının mümkün olup olmadığı hakkında.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma başlıklı 53 üncü maddesi ile 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun adli sicili bilgilerinin silinmesi başlıklı 9 uncu maddesi hükümleri dikkate alınarak, Devlet memuriyetinde iken veya memuriyete girmeden önce 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde sayılan suçları işlemek suretiyle mahkum olup da cezasını çekenlerin, Devlet memuriyetine atanmalarını talep etmeleri durumunda memuriyete atanmalarının mümkün olup olmadığı hususunda düşülen duraksamanın giderilmesi istemine ilişkin Başbakanlığın 5.12.2005 günlü, Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürlüğü 5297 sayılı yazışma ekli Devlet Personel Başkanlığının 16.11.2005 günlü, 18913 sayılı yazısında aynen:

“657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin, Devlet memurluğuna alınacaklarda aranacak genel şartların düzenlendiği (A) bendinin 5 inci alt bendinde; “Taksirli suçlar ve aşağıda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere, ağır hapis veya 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, İhtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamak.” gerektiği kuralına yer verilmiş, aynı Kanunun 98 inci maddesinin (b) bendinde ise Devlet memurlarının “Memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan herhangi birini kaybetmesi” halinde memurluğun sona ereceği hükme bağlanmıştır.

Ayrıca, mülga Türk Ceza Kanununun “Memnu Hakların İadesi” başlıklı 121 inci maddesi, kişinin asıl cezasını çektiği veya af ile ortadan kalktığı tarihten itibaren 5 yıl geçtikten sonra memnu hakların İadesini talep edebileceğini ve bu talep üzerine yapılan inceleme sonucunda, memnu hakların iadesine karar verilebileceğini hüküm altına almış idi.

Danıştay 1. Dairesinin 22.4.1992 tarih ve E: 1992/126, K: 1992/150 sayılı Kararında; “657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin A/5 inci fıkrasında öngörülen koşulları, mahkumiyetten dolayı yitirmeleri nedeniyle memuriyetle ilişkileri kesilenlerin, memnu hakların iadesi karart almaları halinde yeniden Devlet Memurluğuna atanabilecekleri, ancak kadro ve ihtiyaç durumları bakımından idarenin bu konuda takdir yetkisi bulunduğu…” belirtilmiş, yine aynı Kararda “Memurluğa engel bir mahkumiyetin saptanması halinde memnu hakların iadesi kararı alınmadıkça veya memurluğa engel sayılanlar dışındaki suçlardan dolayı hükmedilen mahkumiyetler afla ortadan kalkmadıkça yeniden memuriyete atanmanın söz konusu olamayacağı…” ifade edilmiştir.

Yukarıdaki hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, Devlet memuriyetine engel bir suçtan dolayı mahkum olup cezasını çekenlerin, bilahare usulüne uygun olarak almış oldukları memnu hakların iadesi kararlarından sonra tekrar ilgili mevzuat çerçevesinde Devlet memurluğuna dönebilmeleri imkanı bulunmakta idi.

Ancak, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin birinci fıkrasında, “Kişi, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olarak;
a- Sürekli, süreli veya geçici bir kamu görevinin üstlenilmesinden; bu kapsamda, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliğinden veya Devlet, il, belediye, köy veya bunların denetim ve gözetimi altında bulunan kurum ve kuruluşlarca verilen, atamaya veya seçime tabi bütün memuriyet ve hizmetlerde istihdam edilmekten,
b-Seçme ve seçilme ehliyetinden ve diğer siyasi hakları kullanmaktan,
c- Velayet hakkından; vesayet veya kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan,
d- Vakıf, dernek, sendika, şirket, kooperatif ve siyasi parti tüzel kişiliklerinin yöneticisi veya denetçisi olmaktan,
e- Bir kamu kurumunun veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşunun iznine tabi bir meslek veya sanatı, kendi sorumluluğu altında serbest meslek erbabı veya tacir olarak icra etmekten, yoksun bırakılır.” hükmü, bahsi geçen maddenin ikinci fıkrasında ise; “Kişi, işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkum olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar bu hakları kullanamaz.” hükmü yer almaktadır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin madde gerekçesinde ise; işlediği suç dolayısıyla toplumda kişiye karşı duyulan güven duygusunun sarsıldığı, bu sebeple, suçlu kişinin özellikle güven ilişkisinin varlığını gerekli kılan belli hakların kullanmaktan yoksun bırakıldığı ve madde metninde, işlediği suç dolayısıyla kişinin hangi hakları kullanmaktan yoksun bırakılacağının belirlenmiş olduğu; ancak, bu hak yoksunluğunun süresiz olmadığı, cezalandırılmakla güdülen asıl amacın, işlediği suçtan dolayı kişinin etkin pişmanlık duymasını sağlayıp tekrar topluma kazandırılması olduğuna göre, suça bağlı hak yoksunluklarının da belli bir süreyle sınırlandırılması gerektiğinden madde metninde söz konusu hak yoksunluklarının mahkum olunan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar devam etmesi öngörüldüğü; böylece, kişinin mahkum olduğu cezanın infazının gereklerine uygun davranarak bunun tamamlanmasıyla kendisinin tekrar güven duyulan bir kişi olduğu konusunda topluma da bir mesaj verdiği; bu bakımdan hak yoksunluklarının en geç cezanın infazının tamamlanması aşamasına kadar devam etmesi, suç ve ceza politikasıyla güdülen amaçlara daha uygun düşeceği belirtilmiş olup; yeni Türk Ceza Kanunu ile getirilen sistemde süresiz bir hak yoksunluğu söz konusu olmadığı için, yasaklanmış hakların geri verilmesinden artık sözedilemeyeceği ifade edilmiştir.

5352 sayılı Adli Sicil Kanununun 9 uncu maddesinde ise;
“(1) Adli sicildeki bilgiler;
a- Cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanması,
b- Ceza mahkumiyetini bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran şikayetten vazgeçme veya etkin pişmanlık,
c- Cezazamanaşımının dolması,
d- Genel af,
Halinde Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinerek, arşiv kaydına alınır.
(2) Adli sicil bilgileri, ilgilinin ölümü üzerine tamamen silinir,
(3) Türk vatandaşları hakkında yabancı mahkemelerce verilmiş olup 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (f) bendine göre adli sicile kaydedilen hürriyeti bağlayıcı cezaya mahkumiyet hükümleri, kesinleştiği tarihten itibaren mahkumiyet kararında belirtilen sürenin geçmesiyle, Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce adli sicil kayıtlarından çıkartılarak arşiv kaydına alınır. Adli para cezasına mahkumiyet hükümleri ile cezanın ertelenmesine ilişkin hükümler, adli sicil kaydına alınmadan doğrudan arşive kaydedilir.”hükmüne yer verilmiştir.

Yukarıdaki hüküm ve açıklamalar çerçevesinde, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 53 üncü maddesinin birinci fıkrasında belirtilen hakların kullanma yasağının aynı maddenin ikinci fıkrasında cezanın infazı ile sınırlı tutulmuş olması ve 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun 9 uncu maddesi hükmü karşısında, gerek Devlet memuriyetinde iken gerekse Devlet memuriyetine girmeden önce 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinin (A) bendinin beşinci alt bendinde sayılan ve Devlet memuriyetine atanmaya engel teşkil eden suçları işlemek suretiyle mahkum olup da cezalarını çektikten sonra, mezkur Kanunun 92 nci maddesinde belirtilen usul ve esaslar çerçevesinde yeniden Devlet memuriyetine atanmayı talep edenler ile 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun 9 uncu maddesinde belirtilen şartların
gerçekleşmesi sonucu adli sicilden hükümlülük kaydını sildirenlerin Devlet memurluğuna dönme taleplerinin kabuledilebileceği düşünülmektedir.

Ancak, yukarıda durumu belirtilenler hakkında yapılacak işlem hususunda Adalet Bakanlığından görüş sorulmuş, bir örneği ekte gönderilen yazıdan da anlaşılacağı üzere bu konunun yeterince açıklığa kavuşturulmadığı görülmüştür.

2575 sayılı Danıştay Kanununun “Danıştay’ın görevleri” başlıklı 23 üncü maddesinin (a) bendinde yer alan, “Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık tarafından gönderilen işler hakkında görüşünü bildirir.” hükmü ile aynı Kanunun 42 nci maddesinin (f) bendinde yer alan “Danıştay’ca istişari mahiyette incelenmek ve düşüncesini bildirmek için Devlet Başkanlığı veya Başbakanlıktan gönderilecek işleri, … inceler ve gereğine göre karara bağlar veya düşüncesini bildirir.” hükmü uyarınca yukarıda bildirilen konu hakkındaki tereddütlerin giderilebilmesi amacıyla Danıştay’dan istişari görüş alınması hususunu müsaadelerinize arz
ederim.” denilmektedir.

Dairemizce yapılan çağrı üzerine gelen Başbakanlık Hukuk Müşaviri …, Devlet Personel Başkanlığı Uzmanı …, Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü Daire Başkanı …, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü Tetkik Hakimi … ile Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Şube Müdürü …’ün açıklamaları dinlendikten sonra konu incelenerek,

Gereği Görüşülüp Düşünüldü:

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma başlıklı 53 üncü maddesi ile 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun adli sicil bilgilerinin silinmesi başlıklı 9 uncu maddesi hükümleri dikkate alınarak, Devlet memuriyetinde iken veya memuriyete girmeden önce 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 48 inci maddesinde sayılan suçları işlemek suretiyle mahkum olup ta cezasını çekenlerin, Devlet memuriyetine atanmalarını talep etmeleri durumunda memuriyete atanmalarının mümkün olup olmadığı hususunda düşülen duraksamanın giderilmesi istenilmektedir.

657 sayılı Devlet Memurları Kanununun Devlet memurluğuna alınacaklarda aranılacak şartların gösterildiği 48 inci maddesinin (A) bendinin 5 numaralı alt bendinde, Devlet memurluğuna alınacakların, taksirli suçlar ve aşağıda sayılan suçlar dışında tecil edilmiş hükümler hariç olmak üzere, ağır hapis veyahut 6 aydan fazla hapis veyahut affa uğramış olsalar bile Devletin şahsiyetine karşı işlenen suçlarla, zimmet, ihtilas, irtikap, rüşvet, hırsızlık, dolandırıcılık, sahtecilik, inancı kötüye kullanma, dolanlı iflas gibi yüz kızartıcı veya şeref ve haysiyeti kırıcı suçtan veya istimal ve istihlak kaçakçılığı hariç kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarını açığa vurma suçlarından dolayı hükümlü bulunmamaları gerektiği, aynı Kanunun 98 İnci maddesinin (b) bendinde de, memurluğa alınma şartlarından herhangi birini taşımadığının sonradan anlaşılması veya memurlukları sırasında bu şartlardan herhangi birinin kaybedilmesi halinde memurluğun sona ereceği hükme bağlanmıştır.

765 sayılı Türk Ceza Kanununun 20 nci maddesinde, hakimlerin, bu Kanunda belirtilen şahsi hürriyeti bağlayıcı cezalar yanında hükmedebilecekleri feri cezanın, geçici veya sürekli olarak kamu hizmetlerinden yasaklılık cezası olduğu ve bu cezanın hangi hususlardan oluştuğu hüküm altına alınmıştır. Aynı Kanunun 121 inci maddesinde, “Müebbeden hidematıammeden memnuniyet ve ceza mahkumiyetinden mütevellit diğer nevi ademi ehliyet cezaları memnu hakların iadesi tarikiyle izale olunabilir.”, 122 nci maddesinde, “Yukarıdaki maddede yazılı ceza, şahsi hürriyeti bağlayıcı bir cezaya bağlı olduğu halde, buna mahkum olan ve işlemiş olduğu cürümden dolayı pişmanlık duyduğunu ihsas edecek surette iyi hali görülen kimse, asıl cezasını çektiği veya ceza af ile ortadan kalktığı tarihten itibaren üç ve zamanaşımı ile düşmüş olduğu surette düştüğü tarihten itibaren beş yıl geçtikten sonra memnu hakların iadesini talep edebilir.”, 124 üncü maddesinde de, “Memnu haklar, Usulü Muhakematı Cezaiye Kanununun tayin ettiği suretlerle iade olunur. Memnu hakların iadesine alakadarların talebi üzerine usulü dairesinde karar verilmesi mahkemeye aittir.” hükmüne yer verilmiştir.

26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun yürürlüğe konulmasına ilişkin usul ve esasları belirlemek amacıyla yürürlüğe konulan 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 12 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde, 1.3.1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun bütün ek ve değişiklikleri ile birlikte yürürlükten kaldırıldığı, aynı Kanunun 13 üncü maddesinde ise, bu Kanunun infazın ertelenmesi veya durdurulması başlıklı 10 uncu maddesi dışındaki diğer hükümlerinin 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe gireceği hüküm altına alınmıştır. Bu hükümlere göre 765 sayılı Türk Ceza Kanunu, 1.6.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ile yürürlükten kaldırılmıştır.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun belli hakları kullanmaktan yoksun bırakılma başlıklı 53 üncü maddesinin birinci fıkrasında, kişinin, kasten işlemiş olduğu suçtan dolayı hapis cezasına mahkumiyetinin kanuni sonucu olarak hangi hakları kullanmaktan yoksun bırakılacağı sayılmış, maddenin ikinci fıkrasında, kişinin işlemiş bulunduğu suç dolayısıyla mahkum olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakıldığı hakları kullanamayacağı, beşinci fıkrasında, birinci fıkrada sayılan hak ve yetkilerden birinin kötüye kullanılması suretiyle istenen suçlar dolayısıyla hapis cezasına veya adli para cezasına mahkumiyet halinde, hükümde belirtilen cezanın yarısından bir katına kadar bu hak ve yetkinin kullanılmasının yasaklanmasına karar verileceği, adli para cezası yönünden bu cezanın, para cezasının tamamen infazından sonra işlemeye başlayacağı, altıncı fıkrasında da, belli bir meslek veya sanatın yada trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan dolayı mahkumiyet halinde, üç aydan az ve üç yıldan fazla olmamak üzere, bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına yada sürücü belgesinin geri alınmasına karar verilebileceği, yasaklama ve geri almanın, hükmün kesinleşmesiyle yürürlüğe gireceği ve sürenin, cezanın tümüyle infazından itibaren işlemeye başlayacağı, 69 uncu maddesinde ise, cezaya bağlı olan veya hükümde belirtilen hak yoksunluklarının süresinin ceza zamanaşımı doluncaya kadar devam edeceği hüküm altına alınmıştır.

5237 sayılı Kanun, feri ceza olarak maddede sayılan ve mahkumiyete bağlı olarak verilen güvenlik tedbirlerini belirtmiş, 765 sayılı Kanundan farklı olarak, mahkum edilen kişinin, sürekli olarak belli haktan kullanmaktan yasaklanmasını sona erdiren bir düzenleme getirmiş, kasten işlenen suçlarda kişinin mahkum olduğu hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar hak yoksunluğundan mahrumiyeti öngörmüştür. Kanunun 53 üncü maddesinin beşinci ve altıncı fıkralarında, güvenlik tedbirlerinin, mahkumiyetten sonra devam edeceği durumlara ilişkin istisnalar düzenlenmiştir. 5237 sayılı Kanun, hak yoksunluğunu belli bir süreyle, genel olarak ta cezanın infazı ile sınırlandırmıştır. Dolayısıyla ceza infaz edildiğinde mahkumiyete bağlı hak yoksunluğu da herhangi bir mahkeme veya mercii kararına gerek olmaksızın ortadan kaldırılmış, 765 sayılı Kanundan kaynaklanan memnu hakların iadesi uygulaması sona erdirilmiştir.

Ancak, 5352 sayılı Adli Sicil Kanununun 2 nci maddesinde, hakkında Türk mahkemeleri veya yabancı ülke mahkemeleri tarafından kesinleşmiş ve Türk hukukuna göre tanınan mahkumiyet kararı bulunan Türk vatandaşları ile Türkiye’de suç işlemiş olan yabancıların kayıtları da dahil tüm adli sicil bilgilerinin, mahallinde bilgisayar ortamına aktarılmasını takiben, Adalet Bakanlığı Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğündeki Merkezi Adli Sicilde tutulacağı, 4 üncü maddesinde, Türk mahkemeleri tarafından vatandaş veya yabancı hakkında verilmiş ve kesinleşmiş mahkumiyet hükümlerinin adli sicile kaydedileceği, 7 nci maddesinde, bu bilgilerin, kullanılış amacı belirtilmek suretiyle, kamu kurum ve kuruluşlarına, kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarına verilebileceği, 9 uncu maddesinde, adli sicildeki bilgilerin, cezanın veya güvenlik tedbirinin infazının tamamlanması, ceza mahkumiyetini bütün sonuçlarıyla ortadan kaldıran şikayetten vazgeçme veya etkin pişmanlık, ceza zamanaşımının dolması ve genel af halinde, Adli Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğünce silinerek arşiv kaydına alınacağı, 12 nci maddesinde ise, arşiv bilgilerinin, ilgilinin ölümü üzerine ve her halde kaydın girildiği tarihten seksen yılın geçmesiyle tamamen silineceği, fiilin kanunla suç olmaktan çıkarılması halinde, bu suçtan mahkumiyete ilişkin adli sicil ve arşiv kayıtlarının, talep aranmaksızın tamamen silineceği, kanun yararına bozma veya yargılamanın yenilenmesi sonucunda verilen beraat veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının kesinleşmesi halinde, önceki mahkumiyet kararına ilişkin adli sicil ve arşiv kaydının tamamen silineceği hüküm altına alınarak, hakkında kesinleşmiş mahkumiyet kararı bulunanların tüm adli sicil bilgilerinin adli sicile kaydedilmesi, Kanunun 9 uncu maddesinde gösterilen hallerden birinin varlığı halinde bu bilgilerin silinerek arşiv kaydına alınması, Kanunun 12 nci maddesinde gösterilen hallerden birinin varlığı halinde de
bu bilgilerin tamamen silinmesi düzenlenmiş, böylece kişilerin sona eren mahkumiyetlerine ilişkin bilgilerin, belli süreyle sınırlı olmak üzere, bu bilgilerin varlığına gerek duyan birimlerce görülebilmesi, değerlendirilebilmesi imkanı getirilmiştir.

Memnu hakların iadesine ilişkin mahkeme kararlan, mahkumiyeti ortadan kaldırmamakla beraber ceza mahkumiyetinden doğan bazı hakların kullanılmasına yönelik ehliyetsizlikleri geleceğe dönük olarak ortadan kaldırmaktadır. Devlet memuriyetinde iken veya memuriyete girmeden önce 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde sayılan suçları işlemek suretiyle mahkum olan ve bu nedenle bu Kanunun 48 inci maddesinin (A) bendinin 5 numaralı alt bendinde gösterilen şartı taşımayanların, ilgili mahkemelerden memnu hakların iadesi kararı almaları durumunda Devlet memurluğuna atanabilecekleri ancak bu atama konusunda idarenin takdir yetkisi bulunduğu açıktır. Dairemizin 22.4.1992 günlü, E: 1992/126, K:
1992/150 sayılıkararı da bu hususu açıklığa kavuşturmuştur.

5237 sayılı Kanunda memnu hakların iadesine imkan veren hukuki yola yer verilmemekle birlikte, 765 sayılı Kanun süresiz olarak mahkumiyete bağlı hak yoksunluğunu düzenlediği halde memnu hakların iadesi gibi bir düzenlemeye yer vererek kişilerin süresiz şekilde hak yoksunluğuna mahkum olmamalarını sağladığı, 5237 sayılı Kanunun ise, mahkumiyete bağlı hak yoksunluklarını belli sürelerle sınırlayarak, bu yoksunluğun kişinin hayatının sonuna kadar devam etmesine engel olduğu, hak yoksunluğu sona erince de kişinin toplumun diğer bireyleri gibi kanunlar çerçevesinde haklarını kullanabilmesine imkan tanıdığı görülmektedir.

Bu durumda, Devlet memuru iken 657 sayılı Kanunun 48 inci maddesinde sayılan suçların herhangi birinden mahkum olan ve bu mahkumiyete bağlı olarak belli hakları kullanmaktan yasaklanan, söz konusu mahkumiyeti nedeniyle memuriyeti sona eren kişiler ile Devlet memurluğuna atanmadan önce söz konusu suçların herhangi birinden mahkum olan ve bu mahkumiyete bağlı olarak belli hakları kullanmaktan yasaklanan, bu mahkumiyeti nedeniyle Devlet memurluğuna atanma şartlarını taşımayan kişilerin, hak yoksunlukları sona ererek yasaklanan haklarını yeniden kazanmaları durumunda, Devlet memurluğuna atanmalarının mümkün olduğu ancak, ilgililerin arşiv kaydına alınan adli sicil bilgileri de göz önüne alınmak suretiyle idarelerin bu atamalar konusunda takdir yetkileri bulunduğu sonucuna varılarak dosyanın Danıştay Başkanlığına sunulmasına 13.3.2006 gününde oybirliğiyle karar verildi.

HAKSIZ EYLEM FAİLİ İHTARA GEREK OLMAKSIZIN ZARARIN DOĞDUĞU ANDA TEMERRÜDE DÜŞMÜŞ SAYILIR- ZARAR GÖREN, GEREK KISMİ DAVAYA GEREKSE SONRADAN AÇTIĞI EK DAVAYA VEYA ISLAHA KONU ETTİĞİ KISIM İÇİN HAKSIZ FİİL TARİHİNDEN İTİBAREN TEMERRÜT FAİZİ İSTEME HAKKINA SAHİPTİR.

T.C
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ

ESAS:2020/136
KARAR:2020/1901

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz, davacı vekili tarafından katılma yoluyla temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; 17/04/2008 olay günü çalışmakta iken, davalı şirketin bakım ve sorumluluğunda bulunan elektrik direğindeki akıma kapılarak ağır şekilde yaralandığını, olayla ilgili soruşturma başlatıldığını, vücut fonksiyonlarını % 51 oranında kaybettiğini, olay nedeniyle elem, ızdırap ve üzüntü yaşadığını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 2.000,00 TL maddi, 20.000,00 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş; 28/04/2011 havale tarihli dilekçesi ile maddi tazminat talebini 111.144,92 TL’ye yükseltilmiştir.

Davalı; davalı şirkete husumet yöneltilemeyeceğini; 17/04/2008 olay tarihinde, olayın meydana geldiği binanın üst kat dış cephesinin davacı tarafından boyanması sırasında, davacının elinde bulunan 2 metre uzunluğundaki demir boru ekli fırçanın orta gerilime temas etmesi sonucu, davacının elektrik akımına kapıldığını, olaya konu OG hattının Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliği’nde belirtilen güvenlik mesafesine uygun tesis edildiğini, enerji nakil hatlarının bakım ve onarımlarının periyodik olarak yapıldığını, bu nedenle meydana gelen olayda davalı şirketin herhangi bir ihmal veya kusurunun bulunmadığını; davacı boyacı olup işçi olarak istihdam edildiğini, işveren olarak boyama işini yaptıran şahsın gerekli tedbirleri almakla yükümlü olduğunu ,olayın meydana gelmesinde işverenin ve dikkatsiz çalışan davacının kusurlu olduğunu, yapı ruhsatı olmayan ve yapı kullanma izni bulunmayan binalara hizmet götüren ilgili belediyenin de ayrıca kusurlu olduğunu savunarak; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde ve alınan ATK raporu ile; 03/12/2018 tarihli aktüerya raporu doğrultusunda; davacının olay günü çalışmakta iken , elektrik direklerinden sarkan tellerdeki akıma kapılarak ağır şekilde yaralandığı, % 5,1 oranında meslekte kazanma gücünü kaybetmiş sayılacağı, gerçekleşen olayda davacının da % 25 oranında kusurlu olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne, 2.000,00 TL maddi tazminatın 17/04/2008 olay tarihinden itibaren, 27.687,27 TL maddi tazminatın ise ıslah tarihi olan 28/04/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte; 20.000,00 TL manevi tazminatın ise 17/04/2008 olay tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz, davacı vekili tarafından katılma yoluyla temyiz edilmiştir.

Dava; elektrik çarpması nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
1-) Dosyadaki yazılara, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına ve bozma kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinin artık mümkün olmamasına göre, davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

edilmiştir. Yine dosya içerisinde bulunan … Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliği’nin 08/06/2010 tarihli raporunda ise sürekli maluliyet oranı % 41 olarak belirlenmiştir. Mahkemece hükme esas alınan ATK raporu ile diğer bahse konu raporlar arasında önemli oranda farklılık mevcut olup, ATK 3. İhtisas Kurulu’nun 23/08/2017 tarihli raporu, davacının maluliyet durumunu belirlemek açısından hüküm kurmaya elverişli değildir.

Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, 2659 sayılı Adli Tıp Kurumu Kanunu’nun 15/a maddesinde verilen görev gereği, Adli Tıp Kurumu Genel Kurulu’ndan, olay tarihinde yürürlükte bulunan Sosyal Sigortalar Sağlık İşlemleri Tüzüğü dikkate alınarak, geçici iş göremezlik süresi ve maluliyet oranının belirlenmesi gereği, raporlar arasındaki çelişkiyi giderecek şekilde, ayrıntılı, gerekçeli, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

3-) Kabule göre de;
Haksız eylem faili, ihtar ve ihbara gerek olmaksızın, zararın doğduğu anda, başka bir anlatımla haksız eylem tarihinden itibaren zararın tamamı için temerrüde düşmüş sayılır. Dolayısıyla, zarar gören, gerek kısmi davaya gerekse sonradan açtığı ek davaya veya ıslaha konu ettiği kısma ilişkin olarak haksız fiil tarihinden itibaren temerrüt faizi isteme hakkına sahiptir.

Somut olayda; uyuşmazlık, haksız eylemden kaynaklanmaktadır. Davacı, dava dilekçesinde hükmedilecek tazminata haksız eylem tarihinden itibaren faiz yürütülmesi isteminde bulunmuştur. Mahkemece, ıslaha konu edilen kısma ilişkin hükmedilecek tazminata da haksız fiil tarihinden itibaren yasal faiz işletilmesi gerekirken, ıslah tarihinden itibaren yasal faize hükmedilmiş olması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin tüm, davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nın 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 02/03/2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Exit mobile version