İCRA MÜDÜRLÜĞÜNÜN TEHİRİ İCRA KARARI GETİRİLMESİ İÇİN VERDİĞİ MEHİL İÇİNDE TAKİBİN DURACAĞI VE HİÇ BİR İCRA TAKİP İŞLEMİ YAPILAMAYACAĞI

T.C.
YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ
E. 2016/19385
K. 2017/11050
T. 20.9.2017

2004/m.36,89

ÖZET : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır. Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

DAVA : Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

KARAR : Alacaklının icra mahkemesine yaptığı başvuruda, borçlu şirketin alacağı olduğu üçüncü kişilere İİK’nun 89. maddesinde yazılı haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebiyle icra müdürlüğüne başvurduğunu, icra müdürlüğünce taleplerinin ret olunduğunu, bu işlemin iptal edilerek İİK’nun 89/2 maddesi gereğince haciz ihbarnamesi gönderilmesini talep ettiği, mahkemece istemin kabulüne karar verildiği anlaşılmaktadır.

Somut olayda; alacaklı tarafından borçlu aleyhine genel haciz yolu ile ilamsız icra takibi başlatıldığı, borçlunun itirazı üzerine itirazın iptali davası açıldığı, itirazın iptali davasının kabulüne karar verildiği bu kararın borçlu tarafından 11.08.2015 tarihinde tehiri icra talepli olarak temyiz edildiği, borçlu vekiline 26.8.2015 tarihinden itibaren 90 gün mehil verildiği, mehil süresi içinde 26.10.2015 tarihinde Yargıtay 9. Hukuk Dairesince icranın geri bırakılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. İİK 36. maddesinin birinci fıkrası uyarınca icra müdürlüğünün tehiri icra kararı getirilmesi için verdiği mehil içinde takip durur ve hiç bir icra takip işlemi yapılamaz. Bu sebeple alacaklının mehil içinde 1.9.2015 tarihinde haciz ihbarnamesi gönderme talebinin icra müdürlüğünce reddine dair kararı hukuka uygun olup alacaklının bu kararın iptali istemi ile ilgili şikayetin reddine karar verilmesi gerekirken tehiri icra kararı almak için getirilen teminat mektubunun şarta bağlı olduğu gerekçesi ile istemin kabulü isabetsizdir.

SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarda yazılı sebeplerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.09.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İHTİYATİ HACİZ -FAİZ ALACAĞI ASIL ALACAĞIN FER’İ NİTELİĞİNDE OLUP, ASIL ALACAK BAKIMINDAN MUACCELİYETİN GERÇEKLEŞMESİ HALİNDE BUNUN FER’İLERİ BAKIMINDAN DA MUACCELİYET ŞARTININ GERÇEKLEŞTİĞİ

T.C
YARGITAY
15. Hukuk Dairesi
ESAS:2015/4699
KARAR:2015/5439

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :İskenderun 2. Asliye Hukuk Hakimliği
Tarihi :16.07.2014
Numarası :2014/73 D.iş -2014/72 D.iş

Yukarıda tarih ve numarası yazılı ihtiyati haciz talebinin kısmen kabulüne dair ara kararın temyizen tetkiki ihtiyati haciz talep edenler vekilince talep edilmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla temyiz dilekçesi ile dosyadaki tüm belgeler okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

– K A R A R –

Talep, kesinleşmemiş mahkeme kararına dayalı olarak hüküm altına alınan alacak ve fer’ilerinin tahsili amacıyla ihtiyati haciz kararı verilmesi istemine ilişkin olup; mahkemece talebin kısmen kabulüne dair verilen karar, reddedilen kısım yönünden ihtiyati haciz talep edenler vekillerince temyiz edilmiştir.

İhtiyati haciz talep edenler vekilleri; İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı ilamıyla 272.095,20 TL asıl alacak, 12.238,87 TL masraf, 21.575,71 TL vekalet ücreti ve 16.021,00 TL harç olmak üzere toplam 321.930,78 TL alacağın borçlu F.. K..’dan tahsiline karar verildiğini, kararın kesinleşmediğini, asıl alacağın mahkeme kararında hükmedilen TC Merkez Bankası ticari reeskont faiz oranları üzerinden ve dava tarihinden itibaren hesaplanmış 629.017,97 TL faizinin bulunduğunu, alacaklarının vadesinin gelmiş ve rehinle temin edilmemiş bulunduğunu ifade ederek ihtiyati hacze karar verilmesini talep etmişlerdir.

Mahkemece yapılan inceleme neticesinde, 321.930,78 TL asıl alacak, masraf, vekalet ücreti ve harç yönünden ihtiyati haciz talebinin kabulüne, işlemiş faiz olarak talep edilen 629.017,97 TL yönünden alacağın muaccel ve likit olmadığı gerekçesiyle redde karar verilmiştir.

İhtiyati hacze dayanak olarak sunulan İskenderun 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2014 tarih, 2011/10-432 Esas ve Karar sayılı kararında asıl alacağa yürütülecek faizin türü ve başlangıç tarihi açıkça gösterilmiştir. Faiz alacağı asıl alacağın fer’i niteliğinde olup, asıl alacak bakımından muacceliyetin gerçekleşmesi halinde bunun fer’ileri bakımından da muacceliyet şartının gerçekleştiği kabul edilmelidir. Bu yönüyle mahkemece, asıl alacağa yürütülecek faizin miktarı denetlenmek suretiyle asıl alacağa kararda gösterilen şekilde hesaplanacak faiz alacağı bakımından da ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken, aksi düşünce ile ihtiyati haciz kararı verilmesi bakımından mevzuatımızda şart olarak kabul edilmeyen likidite unsuru da yanlış değerlendirilmek suretiyle redde karar verilmiş olması doğru değildir.

Kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle ihtiyati haciz talep edenler vekillerinin temyiz itirazının kabulüyle hükmün ihtiyati haciz talep edenler yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden ihtiyati haciz talep edenlere geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 02.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TRAFİK KAZASI- PLAKASI YANLIŞ YAZILAN ZMMS POLİÇESİ – ZAMANAŞIMI İTİRAZI –

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
17. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2019/1793
KARAR NO : 2021/436

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
B Ö L G E A D L İ Y E M A H K E M E S İ K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 21/03/2019
NUMARASI : 2013/70 Esas- 2019/355 Karar
DAVACILAR : 1-F.A
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cd. 24 C, Şair Nabi Mahallesi, 63040 63040 Haliliye/Şanlıurfa
DAVALI :1 -HAMİT K
DAVALI : 2 -M….. SİGORTA ANONİM ŞİRKETİ –
DAVALI : 3 -ŞANLIURFA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANLIĞI
DAVANIN KONUSU : Sigorta (Trafik Sigortası Kaynaklı)
KARAR TARİHİ : 22/03/2021
GEREKÇELİ KARARIN YAZILDIĞI TARİH : 25/03/2021

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 karar sayılı kararı aleyhine davacı vekili, davalılar M…. Sigorta Anonim Şirketi vekili ve Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekili tarafından ayrı ayrı istinaf başvurusunda bulunulduğundan dosyanın yapılan incelemesi sonunda;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Şanlıurfa Büyükşehir Belediye Başkanlığı adına kayıtlı bulunan 63 DS 914 plakalı römorklu traktörün 08/10/2005 tarihinde sürücü Hamit K.’nın sevk ve idaresindeyken, Onikiler Mahallesi Altut Sokak üzerinde sokakta oynamakta olan çocuklardan müteveffa Aslı A. nın koşarak sokağın karşısına geçmek istediği esnada traktörle römork arasındaki çeki demirine çarparak yaralandığını ve akabinde vefat ettiğini, 18/04/2006 tarihli ATK raporu ile Hamit K’nın tedbirsizliği sebebiyle kusurlu olduğu, müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörlerinin sonuç üzerinde müessir olduğu kanaatiyle asli kusurlu olduğunun tespit edildiğini, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak davacı anne için 1.000,00 TL, cenaze ve defin giderleri için 200,00 TL olmak üzere 1.200,00 TL maddi tazminatın, yargılama aşamasında bildirilecek manevi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi vekili cevap dilekçesinde özetle; zamanaşımı ve görev itirazında bulunarak davanın usulden reddi gerektiğini, müvekkili belediyenin dava konusu olayda kusuru, haksız fiili veya tedbirsizliği olmadığını, küçük yaştaki çocuğun tedbirsiz ve dikkatsiz bir şekilde sokağa bırakılması nedeniyle anne ve babanın tam kusurlu olduğunu beyanla davanın reddini istemiştir.

Davalı M. Genel Sigorta A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; 63 DS 914 plakalı aracın kaza tarihini kapsayan bir poliçesine rastlanmadığını, bildirilen poliçe numarasının bu araçla bir alakası olmadığını beyanla esasa ilişkin cevap hakkını saklı tutarak davanın husumet yokluğu nedeniyle usulden reddini talep etmiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulü ile, 18.904,19 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 30 TL cenaze ve defin gideri olmak üzere toplam 18.934,19 TL tazminatın 08/10/2005 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu, alınan kusur raporunun hüküm kurmaya elverişli olmadığını, destek süre ve paylarının Yargıtay uygulamalarına aykırı olarak hesaplandığını, destekten yoksun kalma tazminatı hesabında yetiştirme gideri indirimi yapılamayacağını, yargılama giderinin eksik hesaplandığını, toplamda 4.159,00 TL gider avansı yatırıldığı halde mahkemece yargılama giderinin eksik hesaplanarak 2.865,50 TL yargılama gideri yapıldığından bahisle hüküm kurulmasının doğru olmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı M. Sigorta şirketi vekili dilekçesinde özetle; davanın husumet yokluğundan reddinin gerektiğini, dava konusu kaza yapan aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi bulunmadığını taraflarına tebliğ olunan dava dilekçesinde kazaya ilişkin herhangi bir belge bulunmadığını, dava dilekçesinde kaza tarihinin, poliçe vade başlangıç tarihi olduğunu, kaza anı itibari ile 63 DS 914 plaka numaralı aracın müvekkili şirket nezdinde geçerli bir poliçesi olmaması sebebiyle haksız ve mesnetsiz açılan davanın müvekkili şirket açısından reddi gerektiğini, Tramer Poliçe uygulamasından da açıkça anlaşılacağı üzere kaza tarihinde poliçe bilgileri sorgulandığında dahi herhangi bir kayda rastlanılmadığını, ayrıca yine plaka sorgulamasında kaza tarihini kapsayan bir ZMMS’ye rastlanmadığını beyanla kararın kaldırılmasını istemiştir.

İstinaf kanun yoluna başvuran davalı Belediye Başkanlığı vekili dilekçesinde özetle; öncelikle davanın süresi içerisinde açılmadığını, ikame edilen tazminat ve alacak kalemlerinin zamanaşımına uğradığını, müvekkilinin hizmet kusurundan kaynaklanan görevlerinde davaların görülme yerinin adli yargı olmayıp idari yargı olduğunu beyanla kararın bu yönlerden kaldırılmasını istemiştir.

Dava, trafik kazasından kaynaklanan ölüm nedeniyle destekten yoksun kalma tazminatı istemine ilişkindir.
HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf itirazları ve kamu düzenine ilişkin hususlarla sınırlı olarak yapılan inceleme sonunda;

1-Davalı Şanlıurfa Belediye başkanlığınca somut olayda zamanaşımının dolduğu zamanaşımı itirazları dikkate alınmadan hüküm tesis edildiğini belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

2918 sayılı KTK’nın 109/I. maddesinde “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar” hükmüne, yine aynı kanunun 109/II. maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir” hükmüne yer verilmiştir.

Yargılama konusu haksız eylemin suç niteliği taşıdığı anlaşıldığından somut uyuşmazlıkta 2918 sayılı KTK’nın 109/2 maddesinde düzenlenen uzamış ceza zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği açıktır. Eylem için(TCK 85/1) kaza tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 66 maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı süresinin 15 yıl olduğu dikkate alındığında zamanaşımı süresinin dava tarihi itibariyle dolmadığı anlaşıldığından davalı tarafın zamanaşımın dolduğuna dair istinaf itirazlarına itibar edilmemiştir.

2-Davalı tarafça davanın hizmet kusuruna dayalı olarak açıldığı bu itibarla adli yargının görevli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuş ise de, somut uyuşmazlıkta davaya konu traktörün davalı belediye adına kayıtlı olduğu ve davanın belediye başkanlığı aleyhine işleten sıfatı nedeni ile açıldığı anlaşıldığından davalı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. H.D.nin 2016/13301 E. 2017/8860 K.)

3-Davalı sigorta şirketince dava konusu aracın müvekkil sigorta şirketi nezdinde geçerli bir poliçesinin bulunmadığını, dosyadaki poliçenin başlangıç tarihinin kaza tarihi olup tanzim saatinin kaza tarihinden sonra olduğunu bu itibarla davanın husumet yokluğu nedeni ile reddinin gerektiğini belirterek istinaf itirazında bulunmuştur.

Dosya içerisinde davaya konu araca ilişkin ruhsat bilgilerine göre 63 DS 914 plakalı traktörün Şanlıurfa Belediye Başkanlığı adına kayıtlı olduğu, Şase No: 1542 Motor no: 7152 olduğu, dosya içerisinde bulunan Şanlıurfa Belediye Başkanlığı ile davalı sigorta şirketi arasında düzenlenen 63 DS 014 plakalı 7152 Motor nolu, 1542 şasi nolu traktöre ilişkin sigorta poliçesinde poliçe vadesi başlama tarihinin 08/10/2005 tarih saat; 12;00, bitiş tarihinin 08/10/2006 tarih saat 12;00 olarak belirtildiği, dava konusu kazanın ise 08/10/2005 tarihinde saat 15;00 civarında olması nedeni ile poliçe vadesi içerisinde olduğu anlaşılmıştır.

Her nekadar poliçede araç plakası farklı olarak belirtilmiş ise de, motor ve şasi numaralarının aynı olması ve bu hususta davalı tarafça açık bir istinaf itirazı bulunmaması nedeni ile plakada farklılık dikkate alınmamıştır.

Davalı sigorta şirketince sigorta poliçesinin tanzim tarihinin kaza tarihinden sonra olduğu belirtilmiş ise de, davalı sigorta şirketi basiretli tacirdir. Diğer davalı ile aralarında düzenlenen poliçede teminatın başlangıç saati 12;00 olarak belirtilmiştir. Kazanın da evrak kapsamına göre 12;00 den sonra olduğu sabittir.

Her ne kadar 6102 Sayılı Yasa uyarınca sigorta hukukunda kural olarak sigorta sözleşmesinin akdedilmiş olması sigortacının sorumluluğunun başlamış olmasını gerektirmeyeceği ve TTK’nun 1410, 1421, 1430 ve 1431. Maddeleri uyarınca sigorta sözleşmesi uyarınca sigortacının sorumluluğunun başlaması için düzenlemelere yer verilmekle birlikte, davalı sigorta şirketi ile işleten davalı arasında kaza tarih ve saatini kapsar nitelikte sorumluluk gerektiren sigorta poliçesi düzenlenmiştir. Sigorta poliçesinin sonradan iptal edildiğine ilişkin bir iddiada bulunmamaktadır.TTK hükümlerine göre poliçenin geçersizliğinin 3. kişilere karşı ileri sürülemeyeceği hususları dikkate alındığında davalı sigorta şirketinin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/5617 E. 2020/3230 K.)

3-Davacı vekilince: hükme esas alınan ek raporda 2018 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yapıldığını mahkemece söz konusu rapor uyarınca 21/03/2019 tarihinde hüküm kurulduğunu, duruşma tarihi itibari ile 2019 yılı asgari ücret miktarı esas alınarak hesaplama yaptırılması gerektiği belirtilerek istinaf itirazında bulunmuştur.

TBK’nun 53/3. maddesi gereği, ölüm neticesi olarak diğer kimseler müteveffanın yardımından mahrum kaldıkları takdirde, onların bu zararını da tazmin etmek lazım gelir. Bu düzenleme ışığında, mahkemece destek tazminatının niteliği ve varsayımsal hesap içermesi gözönüne alınarak zarar hesaplanmalı ve buna göre de hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücret destek hesabında nazara alınmalıdır. (Yargıtay 17. Hukuk Dairesinin 2019/1119 E.2020/8025 K.) Mahkemece hüküm tarihine en yakın tarihteki asgari ücretin tespiti ile destek tazminatının hesaplanması yönünden bilirkişiden ek rapor alınıp sonucuna göre değerlendirme yapılması gerekir. Bu itibarla davacı vekilinin istinaf itirazı yerinde görülmüştür.

4-Davacı tarafça kusur raporlarının hüküm tesisi için elverişli olmadığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Dosya kapsamına göre, mahkemece aldırılan 31/01/2014 tarihli bilirkişi raporunda davalı sürücünün % 20 kusurlu olduğu, müteveffa çocuğunun ebeveyn ailesi olan davacıların % 80 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, kaza ile ilgili olarak Şanlıurfa 4. Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/27 Esas sayılı dosyasında Sürücü Sanık Hamit K hakkında taksirle ölüme sebebiyet vermek suçundan yargılama yapıldığı ve ATK Trafik ihtisas dairesince düzenlenen 18/04/2006 tarihli raporda Sanık Hamit K’nın tali derecede kusurlu olduğu, olaya müdrik yaşta bulunmayan müteveffa yaya Aslı A’nın davranış faktörleri sonuç üzerinde müessir olduğunun belirtildiği, yine ceza yargılamasında karayolları fen heyetinden (emelki) aldırılan 15/01/2007 tarihli raporda Sanık Hamit K ‘nın dikkatsiz ve tedbirsiz davranıp önleyemediği olayda 2. Derecede kusurlu olduğu ve müteveffa Aslı A’nın 1. Derecede kusurlu olduğunun belirtildiği, bu itibarla kusurlar arasında bir çelişki bulunmadığı olayın oluş şekli nazara alındığında bilirkişi heyetince kusur değerlendirmelerinin yerinde olduğu kanaatiyle davacı tarafın kusura ilişkin istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

5-Davacı vekilince işleten ve sigortacının sorumluluğunun kusur sorumluluğu olmayıp sebep sorumluluğunun ikinci türü olan tehlike sorumluluğundan kaynaklandığını, bu nedenle desteğin kusurunun destek tazminatından indirilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek istinaf itirazında bulunulmuştur.

HGK’nun 15.6.2011 gün ve 2011/17-142 Esas-411 Karar, HGK’nun 22.2.2012 gün ve 2011/17-787 Esas- 2012/92 Karar, HGK’nun 16.1.2013 gün ve 2012/17-1491 Esas- 2013/74 Karar sayılı ilamlarında ifade edilen, desteğin kusurunun 3. kişi konumundaki davacılara yansıtılamayacağına ilişkin Yargıtay uygulaması, tek taraflı kazalarda desteğin sürücüsü (işleten sürücü) olduğu aracın sigortacısına karşı açılan davalar yönünden kabul edilmiştir.

Bu nedenle davacı desteği yaya Aslı A’nın karşıdan karşıya geçerken sürücü Hamit K’nın sevk ve idaresindeki traktör ile römork arasındaki çeki demirine çarpması neticesinde meydana gelen kazada davacının murisi Aslı A ‘nın kazadaki kusurunun (yaşının küçüklüğü nedeni ile velisi davacının) davalı yanın sorumlu olduğu tazminat miktarında dikkate alınmayacak, tazminat miktarının hesabında destek kusuru düşülecektir. Bu nedenle davacı tarafın istinaf itirazı yerinde görülmemiştir.

6-Davacı vekilince yargılama giderlerinin eksik hesaplandığı belirtilerek istinaf itirazında bulunulmuştur. Uyap kayıtlarında yapılan incelemede davacı vekili Av Selim HARTAVİ tarafından yatırılan miktarların bir kısmının, “Müdahil davalı” taraf rolü ile kayıt altına alındığı bu itibarla yargılama gideri hesabında maddi hata yapılmış olduğu anlaşılmıştır. Mahkemece dosyada davacı tarafça yapılan tüm giderler dikkate alınmak suretiyle hüküm tesisi gerekir.

Bu itibarla; davacı vekilinin sair istinaf itirazları bu aşamada incelenmeksizin, davalılar vekillerinin istinaf isteminin HMK 353-1-b-1 maddesi gereğince esastan reddine, davacı vekilinin istinaf isteminin kabulü ile HMK 353-1-a-6 maddesi gereğince ilk derece mahkemesi kararın kaldırılarak yukarıda anılan eksikliklerin giderilmesine müteakip varılacak sonuca göre hüküm tesisi için dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesine ilişkin aşağıdaki şekilde hüküm tesis edilmiştir.

KARAR: Yukarıda açıklanan nedenlerle;
A-Davalılar M… Sigorta Anonim Şirketi vekili ile Şanlıurfa Belediye Başkanlığı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b,1 maddesi uyarınca ESASTAN REDDİNE,
1-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından peşin yatırılan 294,40 TL’ nin mahsubu ile bakiye 998,99 . TL’nin. Şanlıurfa Belediye Başkanlığından alınarak Hazineye gelir kaydına,
2-Alınması gereken 1.293,39 TL istinaf karar harcından davalı M… Sigorta Anonim Şirketi tarafından peşin yatırılan 323,34 TL’nin mahsubu ile bakiye 970,05 TL’nin M… Sigorta Anonim Şirketinden alınarak Hazineye gelir kaydına,
3-Davalılar tarafından yapılan istinaf yargılama giderlerinin davalı taraf üzerinde bırakılmasına,
B- Davacı vekilinin istinaf başvurusunun ESASTAN KABULÜ İLE;
Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 21/03/2019 tarih ve 2013/70 esas ve 2019/355 Karar sayılı kararının HMK’nın 353/1-a,6 maddeleri uyarınca KALDIRILMASINA,
Dosyanın davanın yeniden görülmesi için MAHALLİNE İADESİNE
1-Davacıdan tahsil edilen istinaf karar harcının istek halinde iadesine,
2-İstinaf yargılama giderinin ilk derece mahkemesince yapılacak yargılama neticesinde verilecek kararla birlikte değerlendirilmesine,
3-Duruşma açılmadığından istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
4-Davalı Şanlıurfa Belediye Başkanlığı tarafından tehiri icra talebi kapsamında 26/06/2019 tarihinde Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesine nakit olarak yatırılan 56.990,24 TL’ nin yatırana İADESİNE,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu, HMK’nın 353/1-a maddesi gereğince KESİN olarak oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Katip
41133 42602 120723 122041

G.D.

BETON İŞÇİSİ OLARAK ÇALIŞAN DESTEĞİN ELEKTRİK AKIMINA KAPILMASI- ELEKTRİK ÇARPMASI- AĞIR ÖZEN YÜKÜMLÜLÜĞÜ- AKTÜERYA RAPORUNUN HÜKÜM GÜNÜNE YAKIN VERİLERE GÖRE HAZIRLANMASI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
4. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2021/381
KARAR NO : 2021/397

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 24/12/2019
NUMARASI : 2013/549 Esas 2019/956 Karar

DAVACILAR : 1-EMİNE Ş.
2-İBRAHİM E.
3-RECEP Ş.
4-ŞEYMA Ş.
5-ZELİHA Ş.
6-DAVUT Ş.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVALI : 1 -MEHMET G. Merkez/ ŞANLIURFA
DAVALI : 2 -VAHİT C.
DAVALI : 3 -D…. ELEKTİRİK DAĞITIM A.Ş – Eyyübiye/ ŞANLIURFA
DAVANIN KONUSU : Tazminat (Ölüm Ve Cismani Zarar Sebebiyle Açılan Tazminat)
ESASA ALINMA TARİHİ : 25/02/2021
KARAR TARİHİ : 12/03/2021
KARAR YAZIM TARİHİ : 17/03/2021

Mahalli mahkemesince verilen karara karşı davacılar vekili, davalı D….. vekili ve davalı Vahit C. tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve ilgili dosya dairemize gelmiş olup, dosyanın inceleme aşamasında duruşma yapılmadan karar verilebilecek hallerden olduğu anlaşılmış olmakla, dosya heyetçe incelendi;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacılar vekili, müvekkillerinin murisi Abdulaziz Ş.’in 06/11/2012 tarihinde Şeyhçoban Köyü, Yıldız Küme Evleri, 44 numaralı iki katlı inşaatta çalıştığı esnada, yerde bulunan betonun ıslaklığından dolayı ıslanmış 2.75 cm uzunluğundaki kalas tahtayı havaya kaldırmaya çalışırken kalasın ikametin üzerinden 2.90 cm yükseklikten geçen elektrik kablolarına temas etmesi sonucu elektrik akımına kapılarak hayatını kaybettiğini, olayın tamamen davalıların ağır kusurundan kaynaklandığını, inşaatın davalı Mehmet G.’e ait evin 2. kat çalışması olduğunu, ruhsatsız, projesiz ve yapı yönetmeliğine aykırı kaçak inşaat yapılırken Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesinin de yükümlülüklerini yerine getirmediğini ve gerekli denetimi yapmadığını, herhangi bir önlem almayan Belediyenin de kusurlu olduğunu, her ne kadar soruşturma dosyasında Mehmet G. ve Vahit C.ın asli kusurlu oldukları tespit edilmiş ise de davalı D…A.Ş’ın da dava konusu olayın meydana gelmesinde ağır özen yükümlülüğünü ihlal etmesi, zamanında gerekli denetimleri yapmaması sebepleriyle ağır kusurlu olduğunu, davacılar murisinin inşaatlarda beton işçisi olarak çalıştığını ve ölmeden önceki aylık gelirinin 3.000,00-4.000,00 TL arasında olduğunu, murisin eş ve çocukları olan davacıların murisin desteğinden yoksun kaldıklarını, her bir davacı için 500,00’er TL’den toplam 3.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatı ile 200,00 TL cenaze ve defin giderinin, ayrıca miktarının yargılamanın son aşamasında belirtileceğini beyanla manevi tazminatın da davalılardan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı D..A.Ş vekili, davanın reddini talep etmiştir.

Davalı Vahit C., davanın reddini talep etmiştir.

Davacı vekili 23/09/2019 havale tarihli ıslah dilekçesi ile dava konusu talebini 2. ek rapor doğrultusunda 177.905,86 TL destekten yoksun kalma tazminatı ve 200,00 TL cenaze ve defin gideri üzerinden ıslah etmiştir.

Şanlıurfa 4. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 24/12/2019 tarih, 2013/549 Esas, 2019/956 Karar Sayılı Kararı ile Müteveffa Abdulaziz Şeker mirasçıları, eşi ve çocukları olan davacıların destekten yoksun kalma tazminat talebinin kabulü ile;

83.675,60 TL Zeliha Ş.’e, 1.993,91 TL Recep Ş.e, 6.422,80 TL Davut Ş.e 25.057,87 TL Şeyma Ş.e, 21.512,49 TL İbrahim Enes Ş’e ve 39.243,16 TL Emine Ş.’e kaza tarihi olan 06.11.2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara verilmesine,

Müteveffa Abdulaziz Ş. mirasçıları olan davacıların defin gideri talebinin kabulü ile; 200,00 TL defin giderinin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacılara miras payı oranında verilmesine karar verilmiştir.

İlk derece mahkemesi kararına karşı süresi içerisinde davacılar vekili, davalı D…A.Ş vekili ve Davalı Vahit C. tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

Davacılar vekili istinaf dilekçesinde özetle; bilirkişi raporunda kuvvetli akım tesisleri yönetmeliğinin 46/A maddesi yönünden bir değerlendirme yapılmadığını, bu maddeye göre davalı D..A.Ş’ın ağır kusurlu olduğunu, DEDAŞ’ın sorumluluğunun bulunmadığına dair bilirkişi raporunun hatalı olduğunu, hükme esas alınamayacağını, avans faizi yerine yasal faize hükmedilmesinin hatalı olduğunu, her bir davacı yönünden ayrı ayrı vekalet ücreti verilmesi gerektiğini, bu nedenle yerel mahkeme kararının ortadan kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı D…A.Ş vekili istinaf dilekçesinde özetle; bilirkişi raporunda kusurlu olmadıklarının belirlendiği halde tazminattan sorumlu tutulmalarının hatalı olduğunu, fahiş kusur oranına göre davacıların sebepsiz zenginleşeceğini, ceza dosyasının bekletici mesele yapılmadığını, olayın meydana geldiği bina yönünden ruhsat vs. inceleme yapılmadığını, müvekkilinin eylemi ile oluşan zarar arasında illiyet bağının bulunmadığını, ölenin ağır kusuru nedeniyle TBK 52. Maddesi gereği tazminattan indirim yapılması gerektiği, manevi tazminatın çok olduğunu, bu nedenle yerel mahkeme kararının kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı Vahit Cenak istinaf dilekçesinde özetle; olayla bir ilgisinin olmamasına karşın tazminattan sorumlu tutulmasını istinaf ettiğini, kararın bozularak davanın reddini talep etmiştir.

Dava haksız fiilden kaynaklı maddi ve manevi tazminat davasıdır.

İstinaf incelemesi HMK 355. maddesi gereğince ileri sürülen istinaf sebepleri ve kamu düzeni ile sınırlı olarak yapılmıştır.

Davalı Vahit C.ın istinaf harç ve giderlerini yatırmadığı, dairemizden adli yardım talebinde bulunduğu, adli yardım talebinin dairemizin 2020/861 Esas,13/07/2020 tarihli ara kararı ile reddine karar verildiği, bu karara karşı davalı Vahit C.’ın itiraz ettiği, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Hukuk Dairesinin 14/09/2020 tarih, 2020/1 D.İş. Kararı ile davalının itirazının reddine karar verildiği, dairemizce davalı Vahit C.’a istinaf harç ve giderlerini yatırması yönünden dosyanın yerel mahkemeye geri çevrildiği, yerel mahkemece davalı Vahit’e usulüne uygun muhtıra çıkarıldığı, muhtıraya rağmen davalı Vahit C.’ın istinaf harç ve giderlerini yatırmadığı, ilk derece mahkemesinin 11/12/2020 tarihli ek kararı ile davalı Vahit C. ın istinaf talebinin reddine karar verildiği, bu kararın davalıya usulüne uygun tebliğ edilmesine rağmen davalı tarafından istinaf kanun yoluna başvurulmadığı anlaşılmıştır.

Davacılar vekilinin davacıları temsil etmek üzere kendisini davacıların ekili olduğunu belirttiği Reşit Bağış tarafından verilen vekaletname ile vekile vekaletname verildiği, ancak Reşit B.’ın davacılardan almış olduğu bir vekaletin dosya içerisinde bulunmadığı, olay tarihinde 18 yaşından küçük olan Davut Ş. ve Şeyma Ş’nin karar tarihinden önce 18 yaşını doldurdukları, ayrı bir vekaletnamelerinin bulunmadığı gibi davadan haberdar edilmedikleri, olayın meydana geldiği 2. katın olay tarihinde inşaat aşamasında olduğu anlaşıldığından davalıya ait elektrik iletim hattının önceden yapıldığının sabit olduğu, sözkonusu inşaatın ruhsatının bulunup bulunmadığının ilgili belediyeden sorulmadığı, ceza dosyasındaki kusur bilirkişi raporları ile yerel mahkemece alınan kusur bilirkişi raporları arasında çelişki bulunduğu, bu çelişkinin yerel mahkemece giderilmediği, yerel mahkemece alınan kusur raporuna mahkemenin itibar etmediği, tarafların kusurunu kendisi takdir ettiği, ancak davalılardan inşaatı yapan Vahit C.’a bir kusur atfedilmediği, gerekçesinin de belirtilmediği, eksik inceleme ile karar verildiği anlaşılmıştır.

Yerel mahkemece öncelikle yukarıda dercedildiği şekli ile vekalet eksikliklerinin giderilmesi, taraf teşkilinin sağlanması, olay tarihinde olayın meydana geldiği inşaatın ruhsatının bulunup bulunmadığı yönünden ilgili belediyeden sorularak celbi ile dosyanın kül halinde (ceza dosyası ile birlikte) önceki bilirkişiler harici 2 elektrik, 1 iş güvenliği uzmanına tevdi edilerek olayın nasıl meydana geldiği, olayın meydana geldiği zemin ile elektrik iletim hatları arasındaki uzaklık, ikinci kat inşaatın sonradan yapıldığı göz önüne alınarak birinci kata göre elektrik iletim hattı ile arasındaki uzaklıkların belirlenerek, kuvvetli akım tesisleri yönetmeliğine göre değerlendirme yapılarak olayın meydana gelmesinde tarafların ve varsa dava dışı kişilerin kusurlarının kesin olarak tespiti yönünden denetime elverişli rapor alınması, aktüerya raporunun karar tarihine yakın olarak alınması gerektiğinden önceki aktüerya uzmanından ek rapor ya da başka bir aktüerya uzmanından rapor alınması, raporlar arasında çelişki oluştuğunda bu çelişkinin de giderilerek hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerektiğinden davacılar vekili ve davalı D…A.Ş vekilinin istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına ve yukarıda belirtilen eksiklikler giderilerek yeniden karar verilmek üzere dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi gerektiği kanaatine varılarak aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM :Yukarıda açıklanan nedenlerle;

1-Davacılar vekili ve davalı D…A.Ş vekilinin istinaf talebinin KABULÜNE,
2-Hukuk Muhakemeleri Kanununun 353/1-a-6 maddesi gereğince ŞANLIURFA 4. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’nin 24/12/2019 tarih, 2013/549 Esas, 2019/956 Karar Sayılı KARARININ KALDIRILMASINA, dosyanın mahkemesine GÖNDERİLMESİNE,
3-Taraflarca peşin yatırılan istinaf karar harcının talep halinde iadesine,
4-Taraflarca karşılanan istinaf yargılama giderlerinin ilk derece mahkemesince verilecek nihai kararda değerlendirilmesine,
5-Kararın kaldırılmış olması nedeniyle tehir-i icra talebi yönünden bir karar verilmesine yer olmadığına, davalı D…A.Ş tarafından yatırılan 89,60 TL tehir-i icra karar harcının talep halinde yatırana ilk derece mahkemesince iadesine,
6-Kararın kesin olması nedeniyle tebligatların ve harç tahsil/iade işlemlerinin ilk derece mahkemesince yapılmasına,
Dair dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, HMK 353/1-a maddesi gereğince kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 12/03/2021

DAVACININ KENDİSİ GİBİ MİRASÇI KONUMUNDA OLAN DAVALILARA HUSUMET YÖNELTMEK SURETİYLE MİRAS PAYI ORANINDA TAPU İPTAL VE TESCİL İSTEMLİ DAVA AÇMASI MÜMKÜNDÜR

T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2018/4995
KARAR NO : 2021/57

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : HİLVAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 12/07/2018
NUMARASI : 2016/153-2018/100
DAVACI : EMİNE Z.
DAHİLİ DAVACI : AZİZE Z.
DAVALILAR : M. Z.V.D.
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen davada;

Davacı vasisi, kısıtlı Emine’nin bakıma muhtaç ve temyiz kudretinden yoksun olduğunu, kısıtlıya ait 13 parça taşınmazın vekil tayin ettiği gelini Perihan Z. tarafından Emine’nin oğulları olan davalılar Muzaffer ve Ramazan’a satış yoluyla temlik edildiğini, davalıların el ve işbirliği içinde hareket ettiklerini ileri sürüp tapu kayıtlarının iptali ile kısıtlı Emine Z. adına tescilini istemiş, aşamada Emine’nin ölümü üzerine istemini miras payına hasretmiştir.

Davalılar, vekâletin taşınmaz satışları için verildiğini, vekâletname ve satış tarihlerinde Emine’nin ehliyetli olduğunu, satış bedeli olarak 75.000-TL ödediklerini, ayrıca dahili davacı Azize’ye de 146 gr altın verdiklerini bildirip davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar Dairece; “…davacının kendisi gibi mirasçı konumunda olan davalılara husumet yöneltmek suretiyle miras payı oranında tapu iptal ve tescil istemli dava açması mümkündür. Hâl böyle olunca, işin esası incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davalının da mirasçı konumunda olduğu gözetilmeksizin yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. ” gerekçesi ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda satış bedelinin ödendiği savunmasının kanıtlanamadığı, dava konusu 406 parselin ise dava tarihinde dava dışı 3. kişi adına kayıtlı olduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulü ile kısmen reddine karar verilmiştir.

Karar, davalılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla; duruşma günü olarak saptanan 12.01.2021 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat gelmedi, temyiz edilen davacı vekili Avukat Kazım Aslan geldi, davetiye tebliğine rağmen mirasçılar Ahmet Z v.d. gelmedi, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi Hande Bozoklu tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak yazılı şekilde karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalılar vekilinin yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine.

Ancak, hemen belirtilmelidir ki, harç kamu düzeni ile ilgili olup temyiz edenin sıfatına bakılmaksızın re’sen gözetilmesi gereken hususlardandır.

Somut olayda; davacı vasisi, dava konusu taşınmazların kısıtlı adına tescili istemi ile eldeki davayı açmış, aşamada kısıtlının ölümü üzerine talebini miras payına hasretmiş olup mahkemece 12 parça taşınmaz yönünden davacı Azize’nin miras payı (1/8) oranında tapu iptal ve tescile karar verilmiş olmasına rağmen, 12 parça taşınmazın tamamının değeri (523.516,82-TL) üzerinden fazla harca hükmedilmesi doğru değildir.

Ne var ki, bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden; hükmün 4. fıkrası hükümden tamamen çıkarılarak yerine 4. fıkra olarak “Dosyada adli yardım isteği kabul edilerek harç alınmadığından 4.470,17-TL nispi karar-ilam harcının davalılardan tahsili ile hazineye gelir kaydına,” cümlesinin yazılmasına, davalıların bu yöne ilişkin yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’un 438/7. maddesi uyarınca hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.01.2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan V.
M. ÖZCAN
Üye
R. ÜLGER
Üye
T. T. GENÇ
Üye
İ. AYSAL
Üye
F. DEMİR

Okundu. 17.02.2021
A.A.

KARAR DÜZELTME YOLU KAPALI OLDUĞU HALDE İLAMDA AÇIK OLDUĞUNUN BELİRTİLMESİ İTİRAZ HAKKI TANIMAYACAĞI- FAZLA DÜZENLEME ORTAKLIK PAYI KESİNTİSİ NEDENİYLE TAZMİNAT

T.C
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
ESAS: 2019/309
KARAR: 2019/880

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki “fazla kesilen düzenleme ortaklık payı (DOP) nedeniyle tazminat” davasından dolayı, bozma kararı üzerine direnme yoluyla Kayseri 3. Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 13.06.2016 tarihli ve 2016/118 E., 2016/191 K. sayılı kararın bozulmasını kapsayan ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulundan çıkan 06.11.2018 tarihli ve 2017/5-2019 E., 2018/1589 K. sayılı kararın, karar düzeltme yoluyla incelenmesi davalı … vekili tarafından verilen dilekçe ile istenilmiş olmakla Hukuk Genel Kurulunca dilekçe, düzeltilmesi istenen karar ve dosyadaki ilgili bütün belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesinin uygulanması sonucu fazla kesilen DOP nedeniyle tazminat istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece görevsizlik nedeniyle davanın usulden reddine dair verilen direnme kararının davacılar vekilince temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunca oy çokluğu ile bozma kararı verilmiş, verilen bu karara karşı davalı … vekilince karar düzeltme isteminde bulunulmuştur.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce Özel Dairenin, davaya bakma görevinin adli yargıda olduğuna işaret eder nitelikteki bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda Yerel Mahkemece idari yargı yerinin görevli olduğu gerekçesiyle direnme kararı verildiği, verilen direnme kararının davacılar vekilinin temyizi üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından, dava konusu 620 ada 18 parsel sayılı taşınmazda 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca … tarafından yapılan imar uygulaması sırasında %40 (DOP)’dan daha fazla oranda düzenleme ortaklık payı kesintisi yapıldığı, idarenin bu işlemi sonucu davacıların dava konusu hisse üzerindeki mülkiyetinin sona erdiği, idarenin söz konusu eyleminden kaynaklanan tazminat davalarında adli yargının görevli olduğu ve karar düzeltme yolunun açık olduğu belirtilerek oy çokluğu ile bozulduğu, bozma kararına karşı davalı … vekili tarafından karar düzeltme talebinde bulunulduğu anlaşılmakla, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 440/III-3 maddesindeki düzenleme ve dilekçenin kapsamı dikkate alınarak, bu talebe karşı karar düzeltme yoluna başvurulup başvurulamayacağı, Hukuk Genel Kurulu kararında karar düzeltme yolunun açık olduğuna yönelik ibarenin maddi hatadan kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususları ön sorun olarak tartışılıp değerlendirilmiştir.

Burada Yargıtayca verilen hangi kararların kesin olduğunun açıklanmasında fayda bulunmaktadır. Şöyle ki,

6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “geçici Madde 3” atfıyla uygulanmakta olan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK)’nun 440/III. maddesi gereğince:

3-Usule ilişkin nihai kararlar hakkındaki Yargıtay Kararları için karar düzeltme istenemez;
a)Görevsizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

b)Yetkisizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).
c)Hâkimin reddi hakkındaki merci kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

d)Davanın açılmamış sayılması kararlarının (m.193/IV; m.194; m.409/V) temyizi üzerine verilen Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

e)Karşılık davanın açılmamış sayılması kararının temyizi üzerine verilen Yargıtay Kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

f)Başka mahkemelerde açılmış olan davaların birleştirilmesi kararının temyizi üzerine verilen Yargıtay kararına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

g)Yargıtay 20. Hukuk Dairesinin yargı yeri belirlemesine (merci tayinine) ilişkin kararlarına karşı karar düzeltme yoluna gidilemez (m.440/III-3).

Yukarıda yer alan HUMK’nın 440/III-3. maddesinde karar düzeltilmesi yoluna gidilemeyecek Yargıtay kararları açıklanırken işin niteliği itibariyle “merci belirtilmesi kararları” bir tarafa bırakılırsa hep mahalli mahkeme kararı esas tutularak hangi Yargıtay kararları hakkında karar düzeltme yoluna başvurulamayacağı gösterilmiştir.
Başka bir anlatımla Kanunun getirdiği düzenleme yönünden göreve ilişkin karar düzeltme yasağının işleyebilmesi için Yerel Mahkemece görevle ilgili bir karar verilmeli ve bu karar hakkında temyiz incelemesi ile Yargıtay Özel Dairesince de bir karar alınmalıdır.

“Görevle ilgili olarak karar düzeltme isteğine getirilen istisna mahalli mahkemenin görevsizlik kararı vermiş olması hâli içindir. Ancak, mahalli mahkeme esas hakkında karar (hüküm) vermiş ve Yargıtay (temyiz incelemesi sonucunda bu kararı görev yönünden bozmuş ise Yargıtayın bu bozma kararına karşı (m.440.III/1 deki iki istisnadan hiç biri söz konusu değilse) karar düzeltme yoluna başvurulabilir.”

Yukarıda değinilen yasal düzenlemeler dikkate alındığında 1086 sayılı HUMK’nın 440/III-3. maddesi uyarınca görevsizlik kararlarının temyizi üzerine verilen Yargıtay kararlarına karşı karar düzeltme yolu kapalıdır. Her ne kadar Hukuk Genel Kurulu kararında karar düzeltme yolunun açık olduğu belirtilmiş ise de bu hususun maddi hatadan kaynaklandığı kabul edilmelidir.

Kanunda karar düzeltme yolu kapalı olduğu öngörülen kararlara karşı maddi yanılgı ile bu hakkın verilmesi suretiyle bir taraf lehine oluşan haksız kazanım, bu kez karar düzeltme yolunun kapalı olması nedeniyle karşı taraf lehine oluşan kazanılmış hakkın ihlaline yol açabilecektir. Hemen belirtmek gerekir ki bu durum, hukuk devleti olmayı sağlayan ve belli bir kişiyi hedef almadan, aynı durumda olan herkese uygulanması gereken kurallar koymayı zorunlu kılan “kanunların genelliği” ve Anayasa’nın 10. maddesinde düzenlenen “eşitlik” ilkelerine de aykırılık oluşturacaktır.

Açıklanan nedenle Hukuk Genel Kurulunca verilen bozma kararına karşı karar düzeltme yolunun kapalı olması nedeniyle davalı … vekilinin karar düzeltme istemine ilişkin dilekçesinin reddine karar vermek gerekmiştir.

S O N U Ç: Davalı … vekili tarafından verilen karar düzeltme istemine ilişkin dilekçesinin Hukuk Genel Kurulunca verilen kararın kesin olması nedeniyle REDDİNE, 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 442/3. ve 4421 sayılı Kanun’un 4/b-1 maddeleri gereğince takdiren 370,00TL para cezasının karar düzeltme isteyenden alınarak Hazineye gelir kaydedilmesine, karar düzeltme harcı peşin alındığından harç alınmasına yer olmadığına, 17.09.2019 tarihinde oy birliği ile kesin olarak karar verildi.

BAKICI GİDERLERİ TAZMİNATI MURİSİN ÖLÜMÜNDEN SONRA İSTENEMEZ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/23517
KARAR: 2017/4741

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davalı tarafa sigortalı araç sürücüsünün kusurlu hareketi ile gerçekleşen kazada müvekkilinin murisi … ‘ın 2 yıl %74 oranında sakat kaldıktan sonra kazaya bağlı olarak vefat ettiğini, davacının bu süre zarfında eşine bakıcı olarak baktığını, bu ölüm nedeniyle davalı aracın sigortalısından sakatlık tazminatı, destekten yoksun kalma tazminatı ve bakım tazminatı olarak 10.000,00 TL tazminatın davalıdan tahsilini talep etmiş, daha sonra bu davaya muris … ‘ın varisleri muvafakat vererek dahil olmuştur.

Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre, ölüm ile kaza arasında illiyet bağı bulunmadığından destekten yoksun kalma tazminatı talebinin reddine, 5.498,31 TL sakatlık tazminatının tahsiline, bakıcı gideri talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava, trafik kazasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

Davacının murisi … tarafından ölmeden önce açılmış cismani zarara dayalı dava bulunmamaktadır. Davacının ölümü üzerine davacının mirasçıları tarafından açılan davada, muris … ‘ın bu kaza nedeniyle maluliyetine ilişkin muris … adına tazminat talebinde bulunulmuştur. Kişilik hakları şahsa sıkı sıkıya bağlı haklardandır. Murisin tarafından sağlığında davalıya karşı açılmış bir dava bulunmadığından açılan davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde kısmen kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına dair karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 27/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUPLARINCA KONULAN BOMBANIN PATLAMASI SONUCU VERİLEN ZARAR

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRE
E. 2010/749
K. 2010/5192
T. 4.6.2010

MANEVİ TAZMİNAT ( Yasadışı Terör Örgütü Mensuplarınca Konulan Bombanın Patlaması Sonucu Çocuğun Ölümü Nedeniyle – Olayın Meydana Gelmesinde İdarenin Kusuru Saptandığı Takdirde Uyuşmazlığın 2577 S. Yasanın 13. Md. Uyarınca Çözümlenmesi Gerektiği )

HİZMET KUSURU ( Yasadışı Terör Örgütü Mensuplarınca Konulan Bombanın Patlaması Sonucu Çocuğun Ölümü Nedeniyle Manevi Tazminat – Olayın Meydana Gelmesinde İdarenin Kusuru Saptandığı Takdirde Uyuşmazlığın 2577 S. Yasanın 13. Md. Uyarınca Çözümlenmesi Gerektiği )

TERÖR ÖRGÜTÜ MENSUPLARINCA KONULAN BOMBANIN PATLAMASI SONUCU VERİLEN ZARAR ( Manevi Tazminat – Meydana Gelen Olayda Öncelikle İdarenin Hizmet Kusurunun Bulunup Bulunmadığının Araştırılması Gerektiği )

MADDİ TAZMİNAT ( Yasadışı Terör Örgütü Mensuplarınca Konulan Bombanın Patlaması Sonucu Çocuğun Ölümü Nedeniyle – İdarenin Herhangi Bir Kusuru Bulunmadığının Tespit Edilmesi Halinde Yalnızca “Maddi” Zararlarının Tazmini İstenebileceğinden Manevi Tazminat İsteminin Reddi Gerektiği )

2577/m.5, 13
5233/m.6, Geç.1

ÖZET : Dava; davacıların müşterek çocuğunun, Diyarbakır İli, Merkez İlçesi, Koşuyolu Caddesi üzerine yasadışı terör örgütü mensuplarınca konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybettiğinden bahisle, olay nedeniyle duyulan elem ve ıstırap karşılığı manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır. Yapılacak araştırma sonucu, olayın meydana gelmesinde idarenin kusuru saptandığı takdirde, uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca çözümlenmesi; idarenin herhangi bir kusuru bulunmadığının tespit edilmesi halinde ise, 5233 sayılı Yasa kapsamında yalnızca “maddi” zararlarının tazmini olanaklı olduğundan, manevi tazminat istemiyle açılan davanın reddine karar verilmesi zorunlu bulunmaktadır.

İdare Mahkemesince; meydana gelen olayda öncelikle idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması gerekirken; belirtilen yönde herhangi bir irdeleme yapılmaksızın, olay sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirilmek suretiyle verilen kararda yasal isabet bulunmamaktadır.

İstemin Özeti : Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 27.10.2009 tarih ve E:2009/200, K:2009/2037 sayılı kararının, kabule ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Savunma verilmemiştir.

Danıştay Tetkik Hakimi : Nihan Didem Çakmak

Düşüncesi: Mahkemece dava konusu olayda, davalı idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının araştırılması; hizmet kusurunun tespiti halinde, uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 13. madde uyarınca çözümlenmesi gerekmekte olup; aktarılan yönde araştırma yapılmaksızın, olayın terör eylemi olduğu nitelendirilmek suretiyle 5233 sayılı Yasaya göre verilen kararın bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı: Dr. Asım Özcan

Düşüncesi: İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir.

Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, dosyanın tekemmül ettiği görülmekle yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmeyerek işin gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; davacıların müşterek çocuğu olan …in 12.9.2006 tarihinde, Diyarbakır İli, Merkez İlçesi, Koşuyolu Caddesi üzerine yasadışı terör örgütü mensuplarınca konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybettiğinden bahisle, olay nedeniyle duyulan elem ve ıstırap karşılığı 70.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Diyarbakır 2. İdare Mahkemesince; idarenin, terör eylemi sonucu meydana gelen zararı, sosyal risk ilkesi uyarınca tazmini gerektiği; buna göre, manevi tazminat isteminin kısmen kabulü ile takdiren 40.000 TL tazminatın davacılara ödenmesi, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

Davalı idarece, anılan kararın, kabule ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

İdare, kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararlar tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.

Bununla birlikte; bilimsel ve yargısal içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesi ile toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağan dışı zararların da topluma pay edilerek giderilmesi amaçlanmıştır.

Belirtilen niteliğine göre, sosyal risk ilkesinin uygulanabilmesi için olayın tüm toplumla ilgilendirilmesi ve zararın toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelmesi yanında; olay ve zararın, yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmaması, başka bir deyişte zarar ile idari eylem arasında bir nedensellik bağının da kurulamaması gerekmektedir.

27.7.2004 tarih ve 25535 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddi zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemek amacıyla kabul edilmiş olup; bu amaç, anılan Yasanın genel gerekçesinde “Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. …

Ortaya çıkan bu zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakarlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. İdarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bu zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanmasını kabul eden objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir. … Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonunda, … terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır.” şeklinde ifade edilmiştir.

Anılan Yasanın 6. maddesinde, Yasanın yürürlüğünden sonra meydana gelen olaylar nedeniyle yapılacak başvurulara yönelik süreler belirlenmiş ve zarar görenin veya mirasçılarının, zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her halde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurması gerektiği; ilgili valilik dışında diğer kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan başvuruların, dilekçenin verildiği idarece ilgili valiliğe gönderileceği hükme bağlanmıştır. Yasanın geçici 1. maddesinde ise, 19.7.1987-27.7.2004 tarihleri arasında meydana gelen olaylar nedeniyle zarara uğrayanların, Yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıl içinde ilgili mercilere başvurması halinde, bu zararlarının tazmini olanağı getirilmiş ve söz konusu bir yıllık başvuru süresi 30.5.2008 tarihine kadar uzatılmıştır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gerektiği, bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde, bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabileceği hükme bağlanmıştır.

Görüldüğü üzere; 5233 sayılı Yasa, yargısal ve bilimsel içtihatlarla kabul edilen “sosyal risk” ilkesinin yasalaşmış halidir. Bu nedenle, adı geçen Yasanın uygulama alanı yalnızca “sosyal risk ilkesi” uyarınca tazmini mümkün olan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunmaktadır. Başka bir ifadeyle; zarar ile idari eylem arasında nedensellik bağının kurulabildiği hallerde sosyal risk ilkesinin uygulanmasına olanak bulunmadığından; idare hukuku kuralları çerçevesinde öncelikle hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkesine göre zararın tazmin edilip edilemeyeceğinin belirlenmesi; dolayısıyla idari eylemlerden doğan zararın, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri uyarınca tazmini gereken davalarda, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesinin uygulanması gerekmektedir.

Dosyanın incelenmesinden; davacıların, müşterek çocukları olan …’in 12.9.2006 tarihinde, Diyarbakır İli, Merkez İlçesi, Koşuyolu Caddesi üzerinde bulunan Yunus Emre İlköğretim Okulu İle Koşuyolu Parkı arasında kalan kaldırım üzerine yasadışı terör örgütü mensuplarınca konulan bombanın patlaması sonucu hayatını kaybettiğinden bahisle, olay nedeniyle uğradıkları maddi ve manevi zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini istemiyle Diyarbakır Valiliğine başvurdukları; komisyonca, başvurularının kısmen kabul edilerek 18.000 TL maddi tazminatın ödenmesine karar verildiği; davacılar tarafından, sulhname teklifinin kabul edilmeyip uyuşmazlık tutanağı düzenlenmesi üzerine, komisyonca tesis edilen işlemin iptali ile 30.000 TL maddi, 70.000 TL manevi tazminatın ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılan davada, Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 23.11.2007 tarih ve E:2007/1108, K:2007/1618 sayılı kararıyla, 5233 sayılı Yasada manevi tazminat öngörülmediğinden, maddi tazminat için ayrı, manevi tazminat için ayrı dava açılması gerektiği gerekçesiyle 2577 sayılı Yasanın 5. maddesi uyarınca dilekçenin reddedildiği; bu karar üzerine davacıların, maddi tazminat istemiyle adı geçen Mahkemenin E.2008/877 sayılı esasına kayıtlı davayı, manevi tazminat istemine yönelik olarak ise E:2008/856 sayılı esasına kayıtlı davayı açtıkları; manevi tazminat istemi hakkında açılan davada Mahkemece, 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca dilekçenin İçişleri Bakanlığına tevdiine karar verildiği; bu suretle dilekçe kendisine intikal eden İçişleri Bakanlığınca başvurunun reddedilmesi üzerine davacılar tarafından bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Dava konusu olayın, 5233 sayılı Yasanın yürürlüğünden sonra meydana geldiği dikkate alındığında, öncelikle meydana gelen zararın 5233 sayılı Yasa kapsamında mı, yoksa 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca mı tazmini gerektiğinin saptanması gerekmektedir.

Bu bağlamda; patlamanın meydana gelmesinde, dolayısıyla davacılar yakınının yaşamını yitirmesinde idarenin hizmet kusuru bulunup bulunmadığının irdelenmesi gerekmektedir.

Buna göre; yapılacak araştırma sonucu, olayın meydana gelmesinde idarenin kusuru saptandığı takdirde, uyuşmazlığın 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca çözümlenmesi; idarenin herhangi bir kusuru bulunmadığının tespit edilmesi halinde ise, 5233 sayılı Yasa kapsamında yalnızca “maddi”

zararlarının tazmini olanaklı olduğundan, manevi tazminat istemiyle açılan davanın reddine karar verilmesi zorunlu bulunmaktadır.

Bu nedenle, İdare Mahkemesince; meydana gelen olayda öncelikle idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının araştırılması gerekirken; belirtilen yönde herhangi bir irdeleme yapılmaksızın, olay sosyal risk ilkesi kapsamında değerlendirilmek suretiyle verilen kararda yasal isabet bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davalı idarenin temyiz isteminin kabulü ile 2577 sayılı Yasanın 49. maddesi uyarınca Diyarbakır 2. İdare Mahkemesinin 27.10.2009 tarih ve E:2009/200, K:2009/2037 sayılı kararının BOZULMASINA, yeniden bir karar verilmek üzere dava dosyasının anılan Mahkemeye gönderilmesine, 04.06.2010 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İKİNCİ BAŞVURUNUN REDDİ ÜZERİNE 10.06.2011 TARİHİNDE AÇILAN (İKİNCİ) DAVANIN 09.02.2005 TARİHİNDE AÇILAN (İLK) DAVANIN DEVAMI NİTELİĞİNDE OLDUĞU, ISLAH TALEBİ OLARAK DEĞERLENDİRİLEREK VE ISLAHA İLİŞKİN HÜKÜMLER UYGULANARAK BİR KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ SONUCUNA ULAŞILMAKTADIR.

T.C.
DANIŞTAY
15. DAİRE
Esas 2013/3669
Karar. 2014/760
Tarih. 17.2.2014

ÇOCUKLARININ “FENİLKETONÜRİ” HASTASI OLDUĞUNUN GEÇ TEŞHİSİNDEN KAYNAKLI ZARARIN TAZMİNİ ( İdari Yargıda Islah – Açılan Davada Taleple Bağlı Kalınarak Karar Verildiği/Kararın Temyiz Edildiği ve Kesinleşmediği – Bilirkişi Tarafından Tespit Edilen Bedelin Tahsili İçin Yapılan Başvurusunun Reddi Üzerine İkinci Davanın Açıldığı/İkinci Talep Islah Kabul Edilerek Sonuca Gidileceği )

İDARİ YARGIDA ISLAH ( Hizmet Kusurundan Kaynaklı Tam Yargı Davası – Taleple Bağlı Kalınarak Verilen İlk Kararın Temyiz Edildiği ve Kesinleşmediği/Davacının Bilirkişi Tarafından Tespit Edilen Bedeli Talebinin Reddi Üzerine İkinci Davayı Açtığı/İkinci Davanın Daha Önceki Davanın Devamı Olduğu – Talebin Islah Olarak Değerlendirilerek Karar Verileceği )

TALEBİN ISLAH OLARAK KABUL EDİLMESİ ( Açılan Tam Yargı Davasında Taleple Bağlı Kalınarak Verilen Kararın Temyiz Edildiği ve Kesinleşmediği – Bilirkişi Tarafından Tespit dilen Bedel İçin Yapılan Başvurunun Reddi Üzerine İkinci Davanın Açıldığı/İkinci Davanın Daha Önceki Davanın Devamı Olduğu – Başvurunun Islah Olarak Kabulü İle Hüküm Kurulacağı )

2577/m.13

ÖZET : Dava; Devlet Hastanesi’nde doğan davacıların müşterek çocuklarının doğum sonrası topuk kanı örneğinin alınması, ilgili sağlık birimlerine ulaştırılması ve tahlili aşamalarında kamu hizmetinin kötü işlediği, buna bağlı olarak çocuklarının “fenilketonüri” hasta olduğunun geç teşhis edildiği ve hastalığın etkisiyle çocuğun çalışma gücünü % 100 oranında kaybettiğinden bahisle uğranılan zararın ödenmesi istemine ilişkindir. Davacılar tarafından bilirkişi tarafından hesaplanan ancak İdare Mahkemesi’nin istemle bağlı kalınarak hükmedilmeyen bedelin ödenmesine karar verilmesi istenildiği, ilk kararın davalı idarece temyiz edildiği ve henüz kesinleşmediği, ikinci başvurunun reddi üzerine açılan davanın daha önceki davanın devamı niteliğinde olduğu, talebin ıslah olarak değerlendirilerek ve ıslaha ilişkin hükümler uygulanarak bir karar verilmesi gerekir.

İstemin Özeti : Malatya İdare Mahkemesi’nin 29/06/2011 tarih ve E:2011/2871; K:2011/1530 sayılı kararının hukuka uygun olmadığı ileri sürülerek temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır. Danıştay Tetkik Hakimi : Ali Fuat Demirkol
Düşüncesi : Mahkeme kararının onanması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onbeşinci Dairesi’nce tetkik hakiminin açıklamaları dinlenip, dosyadaki belgeler incelenerek gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; 09.02.2005 tarihinde Malatya Devlet Hastanesi’nde doğan davacıların müşterek çocukları …’nın doğum sonrası topuk kanı örneğinin alınması, ilgili sağlık birimlerine ulaştırılması ve tahlili aşamalarında kamu hizmetinin kötü işlediği, buna bağlı olarak çocuklarının “fenilketonüri” hasta olduğunun geç teşhis edildiği ve hastalığın etkisiyle çocuğun çalışma gücünü % 100 oranında kaybettiğinden bahisle uğranılan zarara karşılık olarak 286.950,50-TL maddi tazminatın yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle açılmıştır.

Malatya İdare Mahkemesi’nce; dava konusu olayla ilgili olarak davacılar tarafından 09.02.2005 tarihinde Mahkemelerinde E:2006/1474 sayılı açılan davada; maddi zararın hesaplanmasına ilişkin bilirkişi incelemesi sonucu davacıların çocuğunun çalışma gücü kaybının peşin değerinin 296.950,50- TL olduğunun tespit edildiği, ancak davacıların talebi doğrultusunda 10.0000-TL maddi tazminatın ve talep olunan 10.000-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verildiği, davacıların E:2006/1474 sayılı dosyalarındaki idari başvuru dilekçesi, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve 25.12.2009 tarihli ara karara verdikleri cevap incelendiğinde davacıların sözkonusu davayı açtıkları esnada çocuklarında kalıcı sakatlık meydana geldiğini bildikleri, buna göre tazminat isteminde bulunduklarının anlaşıldığı, buna göre 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen süreler geçirildikten sonra 10.06.2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacılar tarafından, davanın süresinde olduğu iddiasıyla anılan Mahkeme kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 13. maddesinde ise, idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemelerinin gerekli olduğu, bu isteklerinin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilecekleri, görevli olmayan adli ve askeri yargı mercilerine açılan tam yargı davasının görev yönünden reddi halinde sonradan idari yargı mercilerine açılacak davalarda, birinci fıkrada öngörülen idareye başvurma şartı aranmayacağı kuralına yer verilmiştir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasında; ” Taraflar, sürenin geçmesinden sonra verecekleri savunmalara veya ikinci dilekçelere dayanarak hak iddia edemezler. Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir” hükmü yer almaktadır.

Yine 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun geçici 7. maddesinin 1. fıkrasında ise; “bu Kanunun 16’ncı maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır.” hükmü yer almaktadır.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 3. maddesinin 2. fıkrasının ( d ) bendinde, tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarın gösterileceği; 15. maddesinde ise, 3. maddeye aykırı düzenlenen dava dilekçesinin reddedileceği belirtilmiş; ancak, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın artırılmasını yasaklayan bir hükme yer verilmemiştir.

2577 sayılı Yasa’da yer almamasına karşılık, Danıştay içtihatları ile istemle bağlı olma kuralı uygulanarak, tam yargı davalarında dilekçede gösterilen uyuşmazlık konusu miktarın artırılamayacağı kabul edilmiştir. Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralına ilişkin Danıştay’ın bu içtihatının, hak arama özgürlüğünün kullanımına ve adil yargılama hakkına engel oluşturduğu ileri sürülerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvurulmuş ve adı geçen Mahkemece ülkemiz aleyhine ihlal kararları verilmiştir.

Tam yargı davalarında istemle bağlı olma kuralının sebep olduğu hak kayıplarının giderilmesi amacıyla 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 16. maddesinin 4. fıkrasına, 30.4.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6459 sayılı Kanunun 4. maddesi ile ”Ancak, tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktar, süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin nihai karar verilinceye kadar, harcı ödenmek suretiyle bir defaya mahsus olmak üzere artırılabilir ve miktarın artırılmasına ilişkin dilekçe otuz gün içinde cevap verilmek üzere karşı tarafa tebliğ edilir” cümlesi, aynı Kanun’un 5. maddesi ile de 2577 sayılı Kanun’a Geçici 7. madde olarak ”Bu maddeyi ihdas eden Kanunla, bu Kanunun 16. maddesinin dördüncü fıkrasına eklenen hüküm, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da uygulanır. ” cümlesi eklenmiştir.

Nitekim, 6459 sayılı Kanun’un 4. maddesinin ( Tasarının 3. maddesi ) gerekçesinde, ”AİHM, devletin sorumluluğuna ilişkin tazminat davalarında, davacıların yargılamanın yavaş işlemesinden doğan zararlarını ortadan kaldıracak yeterli bir çözüm bulunmadığı yönünde ülkemiz aleyhinde ihlal kararları vermektedir. Düzenlemeyle, idarî yargıda açılan tam yargı davalarında talep edilen tazminatın daha yüksek olduğunun dava devam ederken anlaşılması durumunda, davacıya talep edilen miktarı arttırma hakkı verilmemesinin adil yargılama hakkının ihlali olarak kabul edilmesi sebebiyle, nihai karar verilinceye kadar ıslah suretiyle talep edilen tazminat miktarını arttırma hakkı tanınmaktadır.” ifadesine yer verilmiştir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 36533/04 başvuru numaralı Mesutoğlu-Türkiye kararında özetle; mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığı, bazı sınırlamalara tabi olabildiği, bununla birlikte, getirilen kısıtlamaların, hakkın özünü ortadan kaldıracak ölçüde, kişinin mahkemeye erişimini engellememesi gerektiği, mahkemeye erişim hakkına getirilen bu tür sınırlamaların ancak meşru bir amaç güdüldüğü takdirde ve hedeflenen amaç ile başvurulan araçlar arasında makul bir orantı olması halinde Sözleşmenin 6/1. maddesi ile bağdaşabileceği, bu ilkelerden hareketle, dava açma hakkının doğal olarak yasayla belirlenen şartları olmakla birlikte, mahkemelerin yargılama usullerini uygularken bir yandan davanın hakkaniyetine halel getirecek kadar abartılı şekilcilikten, öte yandan, kanunla öngörülmüş olan usul şartlarının ortadan kalkmasına neden olacak kadar aşırı bir gevşeklikten kaçınılması gerektiği belirtilmektedir.

2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda, 6459 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle tam yargı davalarında dava dilekçesinde belirtilen miktarın, kanun yolu aşaması dâhil, yürürlük tarihinde derdest olan davalarda da süre veya diğer usul kuralları gözetilmeksizin artırılmasına olanak tanınmıştır. Madde gerekçesinde de ifade edildiği üzere, yasal değişiklikle ilgililerin uğramış olduğu zararın, dava dilekçesinde gösterilen zarar miktarından fazla olmasına karşın, davacı veya davacıların dava dilekçesinde gösterdikleri zarar miktarını artırımlarına yönelik taleplerinin mahkemelerce kabul edilmeyerek istemle bağlı kalma kuralını uygulayarak dava dilekçesinde gösterilen zarar tutarı kadar tazminata hükmetmelerinden doğan hak kayıplarının giderilmesi amaçlanmıştır. Bir başka ifade ile mahkemelerce istemle bağlı olma kuralı uygulanmak suretiyle verilen kararlara karşı taraflardan herhangi birinin kanun yoluna başvurmuş olması şartıyla davacı veya davacıların artırılan miktara isabet eden harcı ödemek suretiyle kararı veren Mahkemeye verecekleri dilekçe ile bir defaya mahsus olmak üzere dava dilekçesinde gösterilen miktarı artırmaları mümkündür.

Sağlık tazminatına ilişkin tam yargı davalarında, mahkemelerce maddi zararın tespiti amacıyla yaptırılan bilirkişi raporunda belirlenen maddi tazminat miktarının dava dilekçesinde talep edilen maddi tazminat miktarından yüksek çıkması halinde söz konusu bilirkişi raporunun davacıya tebliğinden sonra ( eylemin idariliğinin öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıl geçmiş olsa bile ) ilk açılan davanın derdest olması ve bu davada ıslah talebi olmaması şartıyla, fazlaya ilişkin miktarın ödenmesi istemiyle davalı idareye yapılan başvurunun reddi üzerine dava açma süresi içerisinde açılan ikinci davanın süresinde kabul edilerek, açılan bu ikinci davanın ilk dava kapsamında ıslah talebi niteliğinde değerlendirilmek suretiyle zarar tespit bilirkişisi tarafından belirlenen fazlaya ilişkin kısım hakkında yeni bir karar verilmesi gerekmektedir.

Dava dosyasının ve Dairemiz E:2013/4234 kayıtlı dava dosyasının birlikte incelenmesinden; 09.02.2005 tarihinde Malatya Devlet Hastanesi’nde doğan davacıların müşterek çocukları …’nın doğumdan 48 saat sonra fenülketonüri ( FKÜ ) için kan alınması gerektiği, daha erken taburcu olan bebeklerden 4-5 günlerde sağlık ocağından kanlarının alınması gerektiği, hastanede veya sağlık ocağında fenülketonüri taraması için kan alınmaması ve tetkik sonuçlarının aileye bildirilmemesinde davalı idarenin kusurunun bulunduğu, maddi zararın hesaplanmasına ilişkin bilirkişi incelemesi sonucu davacıların çocuğunun çalışma gücü kaybının peşin değerinin 296.950,50-TL olduğunun tespit edildiği, Malatya İdare Mahkemesi’nin 13/05/2011 tarih ve E:2006/1474; K:2011/1204 sayılı kararıyla istemle bağlı kalınarak 10.0000-TL maddi tazminatın ve talep olunan 10.000-TL manevi tazminatın yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine karar verildiği, söz konusu kararın davalı idarece temyiz edildiği ancak kesinleşmediği, davacılar tarafından 06.04.2011 tarihinde davalı idareye yapılan başvuru ile 10.000-TL maddi zararın mahsubuyla bakiye 286.950,50.TL maddi tazminatın ödenmesinin talep edildiği, bu başvurunun reddi üzerine 10.06.2011 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İdare Mahkemesi’nce, davacıların E:2006/1474 sayılı dosyalarındaki idari başvuru dilekçesi, dava dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi ve 25.12.2009 tarihli ara karara verdikleri cevap incelendiğinde davacıların söz konusu davayı açtıkları esnada çocuklarında kalıcı sakatlık meydana geldiğini bildikleri, buna göre tazminat isteminde bulunduklarının anlaşıldığı, buna göre 2577 sayılı Kanun’un 13. maddesinde düzenlenen süreler geçirildikten sonra 10.06.2011 tarihinde açılan davanın süre aşımı nedeniyle esasının incelenme olanağı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, davacılar tarafından bilirkişi tarafından hesaplanan ancak Malatya İdare Mahkemesi’nin 13/05/2011 tarih ve E:2006/1474; K:2011/1204 sayılı kararı ile istemle bağlı kalınarak hükmedilmeyen 286.950,50-TL maddi tazminatın ödenmesine karar verilmesinin istenildiği, bu yönüyle ikinci başvurunun reddi üzerine 10.06.2011 tarihinde açılan davanın 09.02.2005 tarihinde açılan davanın devamı niteliğinde olduğu, yukarıda belirtildiği üzere ıslah talebi olarak değerlendirilerek ve ıslaha ilişkin hükümler uygulanarak bir karar verilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.

Buna göre; 06.04.2011 tarihinde idareye yapılan başvurunun reddi üzerine 10.06.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunmamakta olup; İdare Mahkemesince, davanın esası hakkında, artırılan tazminat miktarına göre bir karar verilmesi gerekirken, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen kararda usul hükümlerine uygunluk görülmemektedir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, 2577 sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davacıların temyiz isteminin kabulü ile Malatya İdare Mahkemesi’nin 29/06/2011 tarih ve E:2011/2871; K:2011/1530 sayılı kararının bozulmasına, dosyanın yeniden bir karar verilmek üzere anılan Mahkemeye gönderilmesine, 2577 sayılı Kanun’un 54. maddesinin 1. fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen günden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ATAMANIN GEÇ YAPILMASI NEDENİYLE OLUŞAN ZARARIN TAZMİNİ İSTEMİ-YOKSUN KALINAN PARASAL VE ÖZLÜK HAKLARI VE FAİZ TALEBİ

T.C.
DANIŞTAY
12. DAİRE
E. 2016/394
K. 2019/8628
T. 12.11.2019
* ATAMANIN GEÇ YAPILMASI NEDENİYLE OLUŞAN ZARARIN TAZMİNİ İSTEMİ ( KPSS’den Almış Olduğu Puan İtibariyle Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Ziraat Teknisyeni Kadrolarına Yerleştirmesi Yapılmayan Davacının Ölçme Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığına Karşı Dava Açtığı – Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hasım Mevkiine Alınıp Dosya Tekemmül Ettirildikten Sonra İşin Esası Hakkında Karar Verilmesi Gerektiği/Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı Hasım Mevkiine Alınmaksızın Verilen Kararda Hukuki İsabet Bulunmadığı )

* YOKSUN KALINAN PARASAL VE ÖZLÜK HAKLARI VE FAİZ TALEBİ ( Davacının Atanma Başvurusunun Reddine İlişkin İşlemin İptali İstemiyle Açtığı Davada Verilen Yürütmeyi Durdurma Kararı Üzerine Görevine Başlatıldığı İşlemin İptaline Karar Verildiği ve Bu İptal Kararının Kesinleştiği – İdare Mahkemesince Davacının Atanmama İşlemi Nedeniyle Açıkta Kaldığı Dönemde Yoksun Kaldığı Parasal ve Özlük Hakları Hesaplanarak Varsa Bu Dönemde Elde Ettiği Gelirlerin Düşülmesi Suretiyle Yasal Faiz İsteminin de Göz Önünde Bulundurulması Gerektiği )

* İDARENİN HUKUKA AYKIRI İŞLEMİNDEN DOĞAN SORUMLULUĞU ( İdarenin Hukuka Aykırı İşleminden Kaynaklanan Zararları Ödemekle Yükümlü Olduğu – Davacının Atanmama İşlemi Nedeniyle Açıkta Kaldığı Dönemde Yoksun Kaldığı Parasal ve Özlük Hakları Hesaplanıp Varsa Bu Dönemde Elde Ettiği Gelirleri Düşülerek ve Yasal Faiz İstemi de Göz Önünde Bulundurularak Karar Verilmesi Gerektiği/Bu Hususlar Gözetilmeden Verilen Kararın Hatalı Olduğu )

2709/m.125

2577/m.12

ÖZET : Dava, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına ziraat teknisyeni olarak atanma talebiyle yapılan başvurusunun reddine ilişkin işlemin, İdare Mahkemesi’nin kararı ile iptaline karar verilmesi üzerine atamasının geç yapıldığından bahisle yoksun kaldığını ileri sürülen miktar ve buna bağlı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesi istemine ilişkindir.

Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ziraat teknisyeni kadrolarına Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yerleştirilmesi yapılmayan davacı tarafından Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığına karşı bakılan davanın açıldığı, ancak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının hasım mevkiine alınmadan karar verildiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, mahkemece, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınıp, dosya tekemmül ettirildikten sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınmaksızın verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

Davacının zarara yol açtığını ileri sürdüğü atanma başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada, İdare Mahkemesince verilen yürütmeyi durdurma kararı üzerine görevine başlatıldığı, kararla işlemin iptaline karar verildiği ve bu iptal kararının temyiz ve karar düzeltme incelemelerinden geçmek suretiyle kesinleştiği görüldüğünden, idarenin hukuka aykırı işleminden kaynaklanan zararları ödemekle yükümlü olduğu kuralı doğrultusunda, idare mahkemesince; davacının atanmama işlemi nedeniyle açıkta kaldığı dönemde yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının hesaplanarak, varsa bu dönemde elde ettiği gelirlerin düşülmesi suretiyle yasal faiz istemi de göz önünde bulundurulması gerektiği tabiidir. Açıklanan sebeplerle kararın bozulması gerekmiştir.

İSTEMİN KONUSU : Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 10/11/2015 tarih ve E:2014/424, K:2015/1588 Sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ:

Dava konusu istem: Davacının, 07/07/2011 tarihinde yapılan 2011/1 KPSS de aldığı puana istinaden Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına ziraat teknisyeni olarak atanma talebiyle 11/09/2013 tarihli başvurusunun reddine ilişkin işlemin, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarihli E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile iptaline karar verilmesi üzerine atamasının geç yapıldığından bahisle yoksun kaldığını ileri sürdüğü 47.856,94 TL’nin ve buna bağlı özlük haklarının yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmektedir.

İlk Derece Mahkemesi kararının özeti:Ankara 6. İdare Mahkemesince; davanın Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararının 03/02/2014 tarihinde davacı tarafa tebliği üzerine ve iptal davasının devamı niteliğinde, tam yargı davası olarak inşa edildiği, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca ilan edilen ziraat teknisyeni kadrolarına ÖSYM tarafından yerleştirilmesi yapılmayan davacı tarafından, söz konusu kadrolara yerleştirilen ancak aranan niteliklere sahip bulunmamaları nedeniyle atamaları yapılmayan kişiler nedeniyle boş kalan ziraat teknisyeni kadrolarına atanma talebiyle yapmış olduğu başvurusunun reddine ilişkin 18/09/2013 ve 78022 Sayılı işlemin iptali istemiyle açılan davada, Mahkeme tarafından söz konusu işlemin iptaline kararı verilmiş ise de, hizmet kusuruna dayalı maddi tazminat istemlerinde tazmin edilecek zararın, mal varlığında gerçek, kanıtlanabilir bir azalma veya artma olanağından yoksun kalma niteliğinde olmasının gerekli olduğu, idari işlemlerin iptali istemiyle açılan davalar üzerine verilen her iptal kararının tazminat ödenmesini gerektirmeyeceği, iptal edilen işlemle tazminat istemi arasında bir nedensellik bağının bulunması gerektiği, 07/07/2011 tarihinde yapılan merkezi yerleştirme işlemlerinde davacının atamasının yapılmamasına ilişkin işlemin iptali istemiyle açılmış bir dava bulunmadığı, davacının boş bulunan kadrolara atanma talebinin reddi üzerine Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına karşı açmış olduğu dava sonucu atamasının yapıldığı, tazminat istemine dayanak yaptığı zararların muhtemel zarar niteliğinde olduğu ve davalı idarenin olayda bir kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENİN İDDİALARI : Davacı tarafından, geç atanmasından kaynaklanan zararın ÖSYM Başkanlığı tarafından yapılan hatadan kaynaklandığı, atama işleminin geç yapılmasından doğan zararının da davalı idarece karşılanması gerektiği ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davalı idare tarafından, Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile iptal edilen işlem ile uğranıldığı iddia edilen zarar arasında nedensellik bağı bulunmadığı, davacının uğradığını iddia ettiği zarardan idarenin sorumlu olmadığı belirtilerek istemin reddi gerektiği savunulmuştur.

DANIŞTAY TETKİK HAKİMİ DÜŞÜNCESİ : Temyiz isteminin kabulü gerektiği düşünülmektedir.

Karar veren Danıştay Onikinci Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

KARAR : İNCELEME VE GEREKÇE:

MADDİ OLAY :

Davacının 28/11/2010 tarihinde yapılan Kamu Personeli Seçme Sınavı’na girerek KPSS94 puan türünden 73,667 puan aldığı, ÖSYM tarafından 07/07/2011 tarihinde yapılan merkezi yerleştirme işlemlerinde, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nca ilan edilen 95 kişilik ziraat teknisyeni kadrolarına başvurduğu, ancak yeterli puana sahip olmadığından yerleştirmesinin yapılmadığı, yerleştirme işlemlerinin tamamlanmasından sonra bu kadrolara başvuran ve yerleştirmesi yapılan kişilerden 59 adayın ziraat teknisyeni kadrosu için aranılan nitelik koduna sahip olmadığının anlaşılması üzerine Bakanlıkça atamalarının gerçekleştirilmediği, bunun üzerine davacının, bu kişiler başvurmamış olsaydı bu kadroya yerleşeceğinden bahisle yerleştirme sonucunda boş kalan ziraat teknisyeni kadrolarından birine atanması istemiyle yapmış olduğu başvurunun 18/03/2013 tarihli ve 78022 Sayılı işlemle reddi üzerine Ankara 10. İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile işlemin iptaline karar verilmesi üzerine ziraat teknisyeni kadrosuna ataması yapılarak 12/12/2013 tarihinde göreve başladığı, emsallerinin atamasının yapıldığı tarih ile kendisinin atamasının yapıldığı tarih arasındaki dönemde yoksun kaldığını ileri sürdüğü 47.856,94 TL nin yasal faizi ile ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılmakta olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

İLGİLİ MEVZUAT:

Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 12. maddesinde, “İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştaya ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması halinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca idareye başvurma hakları saklıdır.” hükmüne yer verilmiştir.

Aynı Kanun’un “İdari davaların açılması” başlıklı 3. maddesinde idari davalara ilişkin dilekçelerde davanın konu ve sebepleri ile dayandığı delillerin gösterileceği belirtilmiş; “Dilekçeler üzerine ilk inceleme” başlıklı 14. maddesinde dilekçelerin bu maddeye uygun olup olmadıkları yönünden de inceleneceği kurala bağlanmış; “İlk inceleme üzerine verilecek karar” başlıklı 15. maddede ise, anılan maddeye uygun bulunmayan dilekçelerin yeniden düzenlenmek üzere reddine karar verileceği hükme bağlanmıştır.

HUKUKİ DEĞERLENDİRME:

İdare kural olarak yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve işlemlerden doğan zararlar idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir. İdarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda, düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya eksiklik şeklinde tanımlanabilen hizmet kusuru; hizmetin kötü işlemesi, geç işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleşmekte ve idarenin tazmin yükümlülüğünün doğmasına yol açmaktadır.

2577 Sayılı Kanun’un yukarıda aktarılan 12. maddesinde, idari işlem nedeniyle haklarının ihlal edildiği iddiasında bulunan ilgililere seçimlik hak tanımış ve bu kişilerin önce iptal davasını açarak sonra tam yargı davası (veya her iki davayı birlikte) açabilecekleri gibi iptal davası açmadan doğrudan tam yargı davası da açabilecekleri belirtilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ziraat teknisyeni kadrolarına Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi tarafından yerleştirilmesi yapılmayan davacının, alan kontrolü yapılmaksızın gerçekleştirilen yerleştirmeler sonucunda bir çok kadronun boş kaldığının öğrenilmesi üzerine bu kadrolara puan durumu dikkate alınarak atanması istemiyle yaptığı başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığına karşı açmış olduğu davada, davacının Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığınca gerçekleştirilen yerleştirme işlemlerinde mezun olunan alan/program kontrolü yapılmaması nedeniyle puan sıralamasının kendisi aleyhine değiştiğini belirttiği, Ankara 10.İdare Mahkemesi’nin 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararı ile Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığınca ilan edilen teknisyen unvanlı kadroya tercih kılavuzunda belirtilen niteliklere sahip olmayan kişilerin başvurmamış olması durumunda, davacının mezuniyet durumu ve KPSS’den almış olduğu puan itibariyle yerleştirmesinin yapılacağı, yerleştirme sonucu boş kalan kadrolara atamasının yapılması hakkaniyet ve adaletin gereği olduğu gerekçesiyle dava konusu işlemin iptaline karar verildiği, anılan iptal kararından sonra davacının atamasının yapıldığı, 12/12/2013 tarihi itibarıyla görevine başlamış olan davacı tarafından açıkta kaldığı süreye ilişkin olarak 47.856,94 TL’nin ve özlük haklarının yasal faiziyle birlikte tazminine karar verilmesi istemiyle Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığına karşı bakılan davanın açıldığı, ancak Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının hasım mevkiine alınmadan karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda, mahkemece, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınıp, dosya tekemmül ettirildikten sonra işin esası hakkında karar verilmesi gerekirken, Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı hasım mevkiine alınmaksızın verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

Öte yandan; davacının zarara yol açtığını ileri sürdüğü atanma başvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açtığı davada, Ankara 10. İdare Mahkemesince verilen yürütmeyi durdurma kararı üzerine 12/12/2013 tarihinde görevine başlatıldığı, 23/01/2014 tarih ve E:2013/1453, K:2014/54 Sayılı kararla işlemin iptaline karar verildiği ve bu iptal kararının Danıştay Onikinci Dairesinin temyiz ve karar düzeltme incelemelerinden geçmek suretiyle kesinleştiği görüldüğünden, idarenin hukuka aykırı işleminden kaynaklanan zararları ödemekle yükümlü olduğu kuralı doğrultusunda, idare mahkemesince; davacının atanmama işlemi nedeniyle açıkta kaldığı dönemde yoksun kaldığı parasal ve özlük haklarının hesaplanarak, varsa bu dönemde elde ettiği gelirlerin düşülmesi suretiyle yasal faiz istemi de göz önünde bulundurulması gerektiği tabiidir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1.2577 Sayılı Kanun’un 49. maddesine uygun bulunan davacının temyiz isteminin kabulüne,

2.Davanın yukarıda özetlenen gerekçeyle reddine ilişkin temyize konu Ankara 6. İdare Mahkemesi’nin 10/11/2015 tarih ve E:2014/424, K:2015/1588 Sayılı kararının BOZULMASINA,

3. Yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine,

4. 2577 Sayılı Kanun’un (Geçici 8. maddesi uyarınca uygulanmasına devam edilen) 54. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu kararın tebliğ tarihini izleyen 15 gün içerisinde kararın düzeltilmesi yolu açık olmak üzere, 12.11.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ÜST GEÇİT YAPILMASI BİR İDARİ EYLEM DEĞİL, İDARİ İŞLEMİN İCRASI NİTELİĞİNDE OLDUĞUNDAN, ÜST GEÇİT YAPIMI NETİCESİNDE TAŞINMAZINDA DEĞER KAYBI OLDUĞUNU İDDİA EDEN DAVACININ, ÜST GEÇİDİN TAMAMLANDIĞI TARİHTEN İTİBAREN DAVA AÇMASI GEREKTİĞİ HAKKINDA..

T.C.
DANIŞTAY
10. DAİRE
E. 2011/7919
K. 2013/905
T. 12.2.2013

• KARAYOLU GEÇİŞİNİN ÜST GEÇİT YAPILARAK SAĞLANDIĞINDAN BAHİSLE TAŞINMAZDA OLUŞAN DEĞER KAYBI TAZMİNİ ( Süre Aşımı – Üst Geçit Yapımının Sona Erdiği ve Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı/Süre Geçtikten Sonra Açılan Davanın Reddedileceği )

• TAŞINMAZDA OLUŞAN DEĞER KAYBI TAZMİNİ ( Karayolu Ulaşımının Üst Geçitle Sağlanmasından Kaynaklı – Üst Geçidin Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı/Bu Süreler Geçtikten Sonra Açılan Davanın Süreden Reddi Gerektiği )

• DAVA AÇMA SÜRESİ ( Karayolu Geçişinin Üst Geçit Yapılarak Sağlandığından Bahisle Taşınmazda Oluşan Değer Kaybı Tazmini – Üst Geçit Yapımının Sona Erdiği ve Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Dava Açılacağı )

• SÜRE AŞIMI ( Karayolu Geçişinin Üst Geçit Yapılarak Sağlandığından Bahisle Taşınmazda Oluşan Değer Kaybı Tazmini – Davanın Üst Geçitin Hizmete Açıldığı Tarihten İtibaren Altmış Gün İçinde Doğrudan veya İdareye Yapılacak Başvurunun Reddi Üzerine Açılacağı/Dava Açma Süresini Canlandırıcı Mahiyette Olmayan Başvurunun Reddi Üzerine Açıları Davada Süre Aşımı Bulunduğu )

2577/m.11,12

ÖZET : Dava; karayolu geçişinin üst geçit ile sağlanması sebebiyle malik olunan taşınmazda değer kaybı meydana geldiğinden bahisle uğranıldığı zararının tazmini istemine ilişkindir. Zarar, eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı tarihten itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan
başvurunun reddi üzerine açıları davada süre aşımı bulunmaktadır.

İstemin Özeti : Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin 29.3.2011 tarih ve E:2011/433, K:2011/250 Sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

Savunmanın Özeti: Yerinde olmadığı ileri sürülen temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi Düşüncesi: Uyuşmazlıkta, davacı tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair istemden ve bu işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla, davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı 26.11.2009 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine kalan sürede dava açılması gerekirken; bu süre geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan 21.9.2010 tarihli başvurunun reddi üzerine 28.1.2011 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğundan, temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibariyle
isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bu nedenle, temyiz isteminin reddi ile İdare Mahkemesi kararının yukarda belirtilen gerekçe ile onanması gerektiği düşünülmekledir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onuncu Dairesince, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 17/2.maddesi uyarınca davacıların duruşma istemi yerinde görülmeyerek işin esasına geçildi, gereği görüşüldü:

KARAR : Dava; Samsun-Ankara Karayolu’nun Havza İlçesi Merkez geçişinin üst geçit ile sağlanması sebebiyle davacıların maliki olduğu Samsun ili, Havza ilçesi, İnönü Mahallesi, 94 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda değer kaybı meydana geldiğinden bahisle uğranıldığı ileri sürülen 150.000,00 TL maddi zararın idareye başvuru tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır.

Samsun 1. İdare Mahkemesince; davacıların maliki olduğu Samsun İli, Havza İlçesi, İnönü Mahallesi, 94 ada, 2 parsel sayılı taşınmazda meydana geldiği ileri sürülen değer kaybının tazmini istemiyle 21.9.2010 tarihinde yapılan başvurunun altmış gün içinde cevap verilmeyerek zımnen reddedildiği,  zımni ret tarihi olan 20.11.2011 tarihinden itibaren 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 7 ve 13. maddelerine göre altmış günlük dava açma süresi içinde ve en son 19.1.2011 tarihînde dava açılması gerekirken, bu sürenin bitiminden sonra yeni dava açma süresini canlandırmayan 26.11.2010 tarihli işlem üzerine 28.1.2011 tarihinde açılan davanın süresinde olmadığı gerekçesiyle davanın süre aşımı yönünden reddine karar vermiştir.

Davacı tarafından, hukuka aykırı olduğu ileri sürülen aralan İdare Mahkemesi kararının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

İdari işlemler, idari makam ve mercilerin idari faaliyetleriyle ilgili alanda, idare hukuku çerçevesinde,tek taraflı irade açıklamasıyla hukuk aleminde sonuç doğması kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikteki tasarruflarıdır. Temelinde bir idari karar veya işlem olmayan, fizik alanında görülen iş, hareket, ameliye ve çalışmalar ile idarenin hareketsiz kalması ise, idari eylem olarak adlandırılmaktadır. İdari işlemler, hukuk aleminde değişiklik yapan, yenilik doğuran irade açıklamalarını yansıtmakta iken; idari eylemler, esas olarak maddi alemde değişiklik ve yenilik meydana getirmekte, sadece ilgililerin hak ve yetkilerini kullanmaları koşuluyla hukuki etki ve sonuç doğurabilmektedir.
2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 12 maddesinde; İlgililer haklarını ihlal eden bir idari işlem dolayısıyla Danıştay’a ve idare ve vergi mahkemelerine doğrudan doğruya tam yargı davası veya iptal ve tam yargı davalarını birlikte açabilecekleri gibi ilk önce iptal davası açarak bu davanın karara bağlanması üzerine, bu husustaki kararın veya kanun yollarına başvurulması batinde verilecek kararın tebliği veya bir işlemin icrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler. Bu halde de ilgililerin 11. madde uyarınca İdareye başvurma hakları saklıdır. hükümleri yer almış anılan Kanunun 13. maddesinde ise; “… İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye
başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilir.”, hükümlerine yer verilmiştir. Dava dosyası ve aynı konuya yönelik açılan diğer dosyaların birlikte incelenmesinden; Samsun-Ankara Karayolunun Havza İlçesi Merkez geçişinin sağlanması için yapılan üst geçidin 25.11.2009 tarihinde hizmete açıldığı, davacılar tarafından üst geçit yapılması sebebiyle taşınmazında meydana geldiği ileri sürülen değer kaybının ödenmesi istemiyle 21.9.2010 tarihinde davalı idareye başvurulduğu, yapılan başvurunun altmış gün içerisinde cevap verilmemek suretiyle zımnen reddedildiği, davalı idarece zımni ret tarihinden sonra tesis edilen 26.11.2010 tarihli işlemle de davacılar başvurularının reddedilmesi üzere 28.1.2011 tarihinde bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.

Uyuşmazlıkta, davacılar tarafından uğranıldığı ileri sürülen zarar, eylemden değil; üst geçit yapılmasına dair istemden ve bu işlemin icrasından kaynaklanmaktadır. Bu itibarla davacı tarafından, 2577 Sayılı Kanunun 12. maddesi uyarınca, üst geçit yapılmasına dair işlemin icrasından, yani uyuşmazlıkta üst geçit yapımının sona erdiği ve hizmete açıldığı 25.11.2009 tarihinden itibaren altmış gün içinde doğrudan veya 11. madde uyarınca idareye yapılacak başvurunun reddi üzerine dava açılması gerekirken, bu süreler geçirildikten sonra dava açma süresini canlandırıcı mahiyette olmayan 21.9.2010 tarihli başvurunun reddi üzerine 28.1.2011 tarihinde açıları davada süre aşımı bulunmaktadır. Bu durumda, davanın süre aşımı yönünden reddi yolunda verilen temyize konu İdare Mahkemesi kararında sonucu itibariyle hukuki isabetsizlik bulunmamaktadır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacıların temyiz: isteminin reddi ile Samsun 1. İdare Mahkemesi’nin 29.3.2011 tarih ve E:2011/433, K:2011/250 Sayılı kararının, yukarda belirtilen gerekçeyle ONANMASINA, 12.02.2013 tarihinde oybirliği ile karar verildi

MANEVİ TAZMİNAT İÇİN İDARENİN AĞIR HİZMET KUSURUNUN GEREKMEMESİ

T.C.
DANISTAY
İdari Dava Daireleri Kurulu
E. : 2004/753
K. : 2007/2323
T. : 22.11.2007

Özeti : Manevi tazminata hükmedilmesi, idarenin ağır hizmet kusuru işlemesi koşuluna bağlı olmadığından, davacının olaydan duyduğu üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi için, mahkemece takdir edilecek miktarın, davacıya manevi tazminat olarak ödenmesine karar verilmesi gerektiği hakkında.

Temyiz İsteminde Bulunan (Davacı) :… Karşı Taraf (Davalı) :Maliye Bakanlığı

İstemin Özeti :Hazine avukatlığı sınavını kazanmasına rağmen ataması yapılmayan davacının; atamama işleminin İdare Mahkemesince iptali üzerine işlem nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü 560.000.000- lira maddi, 2.000.000.000 – lira manevi zararın tazmini istemiyle açtığı davada; 40.124.000.- lira maddi tazminat isteminin kabulü, fazlaya ilişkin maddi tazminat istemi ile manevi tazminat isteminin reddi yolundaki kararın Danıştay Beşinci Dairesinin 24.12.2001 günlü, E:1998/844, K:2001/5092 sayılı kararı ile bozulmasına dair karara uyulmayarak manevi tazminat isteminin reddine dair ilk kararda ısrar edilmesine ilişkin bulunan Ankara 2. İdare Mahkemesinin 17.10.2003 günlü, E:2003/1355, K:2003/1477 sayılı kararı, davacı temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.

Savunmanın Özeti: Temyiz İsteminin reddi gerektiği savunulmaktadır.

Danıştay Tetkik Hakimi M.Önder Tekin`in Düşüncesi : Davacı temyiz isteminin kabulü ile İdare Mahkemesi ısrar kararının Danıştay Beşinci Daire kararı doğrultusunda bozulması gerektiği düşünülmektedir.

Danıştay Savcısı Celalettin Yüksel`in Düşüncesi: Davacının, Hazine Avukatlığı sınavını kazanmasına karşın atamasının yapılmamasına ilişkin işlemin Ankara 8. İdare Mahkemesince iptali üzerine, işlem sebebiyle uğradığını öne sürdüğü 560.000.000 lira maddi, 2.000.000.000 lira manevi zararın tazmini istemiyle açılan davada; 40.124.000 lira maddi tazminatın davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat istemi ile manevi tazminat isteminin reddi yolundaki, Ankara 2. İdare Mahkemesince verilen 18.9.1997 günlü 6:1996/1370 K:1997/1188 sayılı kararın, maddi tazminata hükmeden kısmının onanmasına, manevi tazminat isteminin reddine ilişkin kısmının bozulmasına dair Danıştay Beşinci Dairesinin 24.12.2001 günlü E:1998/844, K:2001/5092 sayılı kararına yapılan kararın düzeltilmesi isteminin de aynı Dairece reddinden sonra, bozma kararına uymayarak, manevi tazminat isteminin reddine ilişkin ilk kararında ısrar eden Ankara 2. İdare Mahkemesinin 17.10.2003 günlü E:2003/1355 K;2003/1477 sayılı kararının temyizen incelenerek bozulması davalı idare tarafından istenilmektedir.

Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; İdare Mahkemesince verilen kararın temyizen incelenerek bozulabilmesi için, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Yasasının 49. maddesinin 1.fıkrasında belirtilen hususlardan hiç birinin bulunmadığı anlaşılmıştır. işlemin İcrası sebebiyle doğan zararlardan dolayı icra tarihinden itibaren dava süresi içinde tam yargı davası açabilirler.’ şeklindeki hüküm idari işlemlerden dolayı uğranılan zararların tazmini için açılacak tam yargı davası konusunda ilgililere dört seçenek tanımakta ve her bir seçeneğin tabi olacağı dava süresini ayrı ayrı belirlemiş bulunmaktadır. Memur ihtiyacının karşılanması amacıyla 27.4.1993 tarihinde yapılan sınavı kazanan davacının, atamasının yapılması yolundaki buşvurusunun reddine ilişkin işlemin iptali ye bu nedenle uğradığı 100.000.000 TL. zararın yasal faiziyle tazmini istemiyle açtığı davada; İdare Mahkemesi kararıyla, sonuç olarak dava konusu işlemin iptaline ve 100.000.000 TL.`nın yasal faiziyle davalı idareye başvuru tarihinden itibaren ödenmesine hükmedilmiştir. Anılan karar üzerine davacı 24.5.2001 tarihinde görevine başlatılmış, 30.5.2001 tarihinde ise kararda bahsi geçen parasal hakkı ödenmiş olup bu kararın temyiz incelemesi sonucu onanmasına ilişkin Danıştay 12. Dairesince verilen kararın kendisine tebliğ tarihinden itibaren süresinde (14.7.2003 tarihinde) davalı idareye başvurarak, atanmak üzere idareye başvurduğu tarih ile göreve başladığı tarih arasında çok uzun bir zamanın geçmesi ve bu arada üst öğrenimi bitirmesi nedeniyle oluşan zararın ödenmesi isteminde bulunduğu, bu başvurusunun yanıt verilmeyerek reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bakılan davaya konu edilen maddi zararın İdare Mahkemesince iptal edilen işlemden kaynaklandığı açıktır. Davacı ilk olarak 2577 sayılı Yasanın metni yukarıya alınan 12. maddesinde yazılı dört seçenekten ikincisini kullanmak yolunu seçmiş; iptal ve tam yargı davasını birlikte açmış ancak bu davada işlemden doğan zararlarının tümünü değil sadece dava tarihine kadar gerçekleşen 100.000.000.- liralik kısmını o davaya konu yapmıştır. Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 1983/10 sayılı kararında da belirtildiği üzere’..Bazı idari işlemler nedeniyle doğan zararlar, işlemin yapıldığı anda bellidir ve kesinlikle tespit edilebilir. Örneğin bir yıkım İşleminde bir kamulaştırma işleminde veya bir ithal izni verilmemesi işleminde doğan zararın boyutları bellidir ve miktar olarak tespiti mümkündür. Bazı idari işlemlerden doğan zarar ise, işlemin yürürlükte kaldığı süre ile bağlantılı olduğundan, zararın miktarını işlemin yapıldığı tarihte belirleme olanağı yoktur… Kamu görevlileri hakkında bu sıfatları nedeniyle alınan kararlardan ve yapılan işlemlerden doğan zararların hemen hemen tamamı, statüleri gereği kendilerine aydan aya verilen maaş ve sair ödemelerden (yan ödemeler, ek ders ücreti, fazla çalışma ücreti, mahrumiyet yeri ödeneği, aile yardımı ödeneği v.s.) yoksun kalmak şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ancak bu zararların miktarını işlem yapıldığı anda tespit imkanı yoktur; zararı doğuran idari işlem yürürlükte kaldığı sürece zarar da devam edecektir…’ Bir idari işlemden doğan ve iptal ve tam yargı davasının birlikte açıldığı tarihte kesin miktarı belli olmayan zararların kalan kısmının iptal ve tam yargı davasıyla ilgili kararın, bu karara karşı kanun yollarına başvurulmuşsa verilecek kararın tebliğinden itibaren 12. maddede öngörülen süre içinde ayrıca açılacak bir tam yargı davasına konu edilebileceğini kabul etmek gerekir. 2577 sayılı Yasanın yukarıya alınan 12. maddesinin idari işlemlerden doğan ve iptal yada iptal ve tam yargı davalarının açılmasından sonra da devam etmekte olan zararlarla ilgili olarak tam yargı davası açma hakkının belirtilen biçimde kullanılmasını engelleyici bir hüküm içermediğini vurgulamak gerekir. 2577 sayılı Yasanın 12. maddesi idari işlemlerden doğan zararlarla ilgili tam yargı davasının idari işlemin tebliği tarihinden itibaren 60 gün içinde doğrudan veya iptal davasıyla birlikte açılmasını zorunlu kılmadığına ve hukuka aykırı idari işlemler nedeniyle uğranılan gerçek zararların Anayasanın 125. ve 2577 sayılı Yasanın 28. maddelerinde yer alan buyurucu kurallar ile hukuk devleti ilkesinin doğal gereği olarak işlemi tesis eden idarece tam olarak karşılanması gerektiğinden bu tür işlemlerden doğan ve süregelmekte olan zararların, 12, maddede öngörülen süre koşuluna uyulmak kaydıyla, kısımlara ayrılarak da dava konusu edilebileceğini kabul etmek gerekir.
Açıklanan nedenlerle Sakarya 1. İdare Mahkemesince verilen 24.1.2006 günlü, E:2005/3115, K:2006/82 sayılı ısrar kararının bozulmasina, dosyanın anılan Mahkemeye gönderilmesine, 4.10.2007 günü oyçokluğu ile karar verildi. Bu durumda, İdare Mahkemesince verilen ısrar kararının dayandığı hukuki ve yasal sebepler karşısında, anılan kararın onanmasının uygun olacağı düşünülmüştür.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunca gereği görüşüldü:

Dava; Hazine avukatlığı sınavını kazanmasına rağmen ataması yapılmayan davacının; atanmama işleminin İdare Mahkemesince iptali üzerine işlem nedeniyle uğradığını ileri sürdüğü 560.000.000.- lira maddi, 2.000.000.000 – lira manevi zararın tazmini istemiyle açılmıştır. Ankara 2. İdare Mahkemesinin 18.9.1997 günlü, E:1996/1370, K:1997/1188 sayılı kararıyla; davacının hazine avukatlığına atanmamasına ilişkin işlemin hukuka aykırı olduğundan iptaline karar verildiği, bu işlem nedeniyle davacının uğradığı zararın, tazmin edilmesinin Anayasanın 125. maddesi gereği olduğu; ancak, idari işlemler nedeniyle tazmini gereken bir zarardan sözedebilmek için zararın gerçekleşmiş olması ya da gerçekleşeceğinin kesin olmasının gerekli olduğu, kanıtlanmayan ve gerçekleşmesi olası bulunan zararların tazmin zorunluluğu doğmayacağının açık olduğu; davacının açıkta kaldığı dönemde Hazine avukatı olarak alması gereken aylık toplamından öğretmen olarak görev yaptığı Viranşehir Anadolu Lisesinde aldığı aylıklar toplamından indirilmesiyle ödenmesi gereken maddi tazminat miktarının 40.124.000.- lira olarak bulunduğu, davacının iptal edilen hazine avukatlığına atanmama işlemi nedeniyle hukuken korunması gerekli ölçüde şeref ve haysiyet ihlalinden veya manevi tazminat yoluyla tatmin olması gerekli acı ve üzüntü yaşadığından sözedilemeyeceği gerekçesiyle 40.124.000.- lira maddi tazminatın dava açıldığı tarihten itibaren hesaplanacak yasal faiziyle birlikte davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin maddi tazminat İstemi ile manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiştir. Bu kararın manevi tazminata ilişkin kısmı temyiz incelemesi aşamasında Danıştay Beşinci Dairesinin 24.12.2001 günlü, E:1998/844, K:2001/5092 sayılı kararıyla bozulmuştur. Ankara 2. İdare Mahkemesi, 17.10.2003 günlü, E:2003/1355, K:2003/1477 sayılı kararıyla; manevi tazminatın temelde gerçek bir tazmin aracı olmayıp, doğrudan doğruya manevi tatmin aracı olduğu, bir idari eylem veya işlem nedeniyle manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelen ve bu nedenle elem ve ızdırap duyan, yaşama zevki azalan kişiye bir miktar para verilerek, onun bu yoldan tatmin edilmesinin manevi tazminat kurumunun temel amacı olduğu, idarenin hukuka aykırı eylem ve İşlemlerinden dolayı manevi tazminata hükmedilmesi için, ağır hizmet kusurunun varlığı ile bunun sonucunda kişilerin manevi değerlerinde bir eksilme meydana gelmesi, elem ve ızdırap duymaları, yaşama zevklerinin azalması, haysiyet ve şereflerinin rencide edilmesinin gerektiği, idarenin hizmet kusuru işlediğinden sözedebilmek için işlemde ağır ve önemli nitelikte yanlışlık ile yasaya aykırılık olması gerektiği, davacının göreve atanmamasına ilişkin yoruma dayalı işlem hukuka aykırı ise de, manevi tazminat verilmesini gerektirecek nitelikte ve derecede bulunmadığı, idarenin işleminin ağır hizmet kusuru ile sakat veya kasden davacıya zarar verme amacıyla tesis edilmiş bir işlem olarak değerlendirmenin olanaklı olmadığı, buna göre, idarelerin hukuka aykırı bulunan her işlemi için ilgililere manevi tazminat ödemesi olanağı bulunmadığından, manevi tazminat ödenmesi koşullan bulunmadığı gerekçesiyle manevi tazminat isteminin reddi yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.

Davacı, Ankara 2. İdare Mahkemesinin 17.10.2003 günlü, E:2003/1355, K:2003/1477 sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir. Manevi tazminat, patrimuanda meydana gelen bir eksilmeyi karşılamaya yönelik bir tazmin aracı olmayıp, manevi tatmin aracıdır. Başka türlü giderim yollarının bulunmayışı veya yetersiz kalışı, manevi tazminatın parasal olarak belirlenmesini zorunlu hale getirmektedir. Olayın gelişimi ve sonucu, ilgilinin durumu itibariyle manevi zarara karşılık mahkemece takdir edilecek manevi tazminatın, manevi tatmin aracı olmasından dolayı zenginleşmeye yol çmayacak miktarda, fakat idarenin olaydaki kusurunun niteliğini ve ağırlığını ifade edecek ölçüde saptanması zorunlu bulunmaktadır. Dosyanın incelenmesinden, hazine avukatlığı yazılı ve sözlü sınavını kazanan ve çektiği kura ile yaptığı becayiş sonucu Viranşehir`e atanma hakkını elde eden davacının anılan yere atanmaması ve yerine başkasının atanması üzerine, Viranşehir Hazine Avukatlığına atamasının yapılması için yaptığı başvurunun cevap verilmemek suretiyle reddine ilişkin işlemin iptali istemiyle açmış olduğu davada; Ankara 8. İdare Mahkemesi 4.7.1996 günlü, E:1995/787, K:1996/509 sayılı kararıyla; davacının hazine avukatlığına açıktan atanmak üzere açılan sınava katılıp başarılı olduğu; yaptığı becayiş sonucu Viranşehir`e atanması gerektiğinin tartışmasız olduğu, davacı hakkında komünizm propagandası yapmak suçundan açılan kamu davası sonucunda, konuşmaların komünizm propagandası niteliği taşımadığının saptandığı ve tüm sanıkların beraatine karar verildiği, davacı hakkındaki yargılanıp beraat ettiği olay ve istihbarı nitelikteki bilgilere dayanılarak tesis edilen işlemde mevzuata uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle işlemin iptaline karar verdiği ve bunun üzerine davacının atamasının yapıldığı anlaşılmıştır. Danıştay Beşinci Dairesinin, bozma kararında da belirtildiği gibi; sınavı kazanmasına karşın davalı idare tarafından daha önce yargılanıp beraat ettiği bir davadan bahisle hukuka aykırı olarak hazine avukatlığına atanmayan davacının bu işlem sonucunda elem ve üzüntü duyduğu kuşkusuzdur. Manevi tazminata hükmedilebilmesi idarenin ağır hizmet kusuru işlemesi koşuluna bağlı olmadığından, davacının olaydan duyduğu üzüntünün kısmen de olsa giderilmesi için İdare Mahkemesince takdir edilecek miktarın davacıya manevi tazminat olarak ödenmesine karar verilmesi gerekirken, manevi tazminat isteminin reddine karar verilmesine dair ısrar kararında hukuka uyarlık görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulü ile Ankara 2. İdare Mahkemesinin 17.10.2003 günlü, E:2003/1355, K:2003/1477 sayılı ısrar kararının Danıştay Beşinci Dairenin karan doğrultusunda BOZULMASINA, dosyanın Ankara 2. İdare Mahkemesine gönderilmesine, 22.11.2007 günü oyçokluğu İle karar verildi.

KARŞI OY Temyiz dilekçesinde ileri sürülen hususlar Ankara 2. İdare Mahkemesinin 17.10.2003 günlü, E:2003/1355, K:2003/1477 sayılı kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddiyle, anılan kararın onanması oyuyla karara karşıyız

TAŞINIR REHNİNİN PARAYA ÇEVRİLMESİ YOLUYLA İLAMSIZ TAKİP- BORCA İTİRAZ- ARAÇ ÜZERİNDEKİ YAKALAMA ŞERHİNİN KALDIRILMASI

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2013/178
KARAR:2013/4852

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi

Yukarıda tarih ve numarası yazılı Mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki davacı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden Daire’ye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR

Şikayetçi borçlu vekili tarafından;… 7. İcra Müdürlüğü’nün 2012/19470 Esas sayılı dosyası ile borçlu aleyhine taşınır rehninin paraya çevrilmesi yolu ile takipte bulunulduğunu, borçlu … takipten önce öldüğünü, ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağını, asıl borçlu hakkında takibe girişilemediği müddetçe rehin verildiğini kabul etmemekle beraber rehin veren aleyhine de takip yapılmayacağını, İcra Müdürlüğü’ne bu sebeplerle ve borca, ferilerine, faize, rehin hakkına, rehin sözleşmesine, yetki, imza ve yazıya itiraz edilmesi üzerine takibin durdurulduğunu, fakat araç üzerindeki yakalama şerhinin kaldırılmadığını, takip kesinleşmeden araç üzerine yakalama şerhi konulduğunu belirterek takibin iptalini ve yakalama şerhinin kaldırılmasını talep etmiştir

Mahkemece, borçlunun icra takibinden önce takip borçlusu … ilgili mirasın reddinin tespiti için dava açtığı ve mirasın reddedildiğinin tespiti kararının kesinleştiği, bu nedenle … mirasını reddeden davacının ölü kişi aleyhine takip yapılamayacağından bahisle takibin iptalini talep etme sıfatı bulunmadığından ve davacı takip borçlusunun itirazı üzerine davacı yönünden takip olduğu yerde duracağından yakalama şerhinin kaldırılması talebinin reddine ilişkin icra müdürlüğünün vermiş olduğu kararda yasaya aykırılık bulunmadığı belirtilerek şikayetin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

İlamsız takipte her türlü itiraz İcra Müdürlüğü’ne yapılabileceğinden ve bu itirazlar hakkında alacaklı talep ettiği takdirde itirazın kaldırılması ve itirazın iptali yargılaması sırasında inceleme yapılabileceğinden sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;

İcra dosyasının incelenmesinde takibin, taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluyla ilamsız takip olduğu, 20.09.2012 tarihinde aracın kaydına yakalama şerhinin konulmasına karar verildiği ve yakalama şerhinin işlendiği anlaşılmıştır .

Taşınır rehninin paraya çevrilmesi yoluna ilişkin ilamsız takiplerde İİK.nun 147. maddesi göndermesi ile uygulanması gereken aynı Yasanın 62 ila 72. maddelerine göre süresi içinde yapılan itiraz ile takip durur, yapılan takiple birlikte rehinli aracın kaydı üzerine rehinli takibe başlandığına dair şerh verilmesi mümkün ise de; İİK’nun 150/d maddesindeki, satış hazırlıkları başlıklı kıymet taktiri ile ilgili hükmün, gayrimenkuller için uygulanacak ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla takiplere ilişkin olduğu, müşterek hükümler arasında yer almadığı, İİK.nun 150/h maddesinden 153. maddeye kadar müşterek hükümler arasında, belirtilen hususun düzenlenmediği, paraya çevrilme usulüyle ilgili atıf yapılan ve kıyasen uygulanacak hükümlerinde açıkça düzenlendiği, İİK.nun 150/g maddesinde, İİK.nun 150/d maddesinin kıyasen uygulanacak hükümler arasında bulunmadığı, kıyasen uygulanacağı belirtilen İİK.nun 92. madde de dahil diğer maddelerin ancak takibin kesinleşmesinden sonraki safhada uygulanabileceği, itiraz üzerine durması gereken takiplerde icra müdürlüğünce takiple birlikte kıymet taktiri için veya başka gerekçelerle rehin konusu aracın yakalanıp muhafaza altına alınması yönünde tedbirler uygulanamayacağı, belirtilen tedbirlerin ancak takibin rehnin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takip olması halinde uygulanabileceği ve ilamsız takipte takip kesinleşmeden rehinli menkul muhafazaya alınmayacağından şikayetin bu yönden kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde şikayetin tümden reddine karar verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle, İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’nun 388/4. (HMK m.297/ç) ve İİK’nun 366/3. maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 02.04.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ÇAĞRI MERKEZİ ÇALIŞANI- ÇAĞRIYI YARIDA KESİP MÜŞTERİYE YANIT VERMEME-İŞ AKDİNİN FESHİ- KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
8. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2019/998 Esas
KARAR NO : 2020/1329 Karar

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : EMSAL SERGEN (31437)
ÜYE : ZERRİN ÇELEBİ ERASLAN (38694)
ÜYE : RUVEYDA KÜRKÇÜ (118960)
KATİP : İBRAHİM ÇÖVEN (243620)
İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 2. İŞ MAHKEMESİ
TARİHİ : 13/02/2019
NUMARASI : 2017/210 Esas 2019/68 Karar
DAVACI : S. S.
VEKİLLERİ : Av. SELİM HARTAVİ
Cumhuriyet Cad. 160. Sok. Güven İş Merkezi Kat:4 Daire 7 Haliliye/Şanlıurfa 63300
DAVALI : T..VE İŞ SÜREÇLERİ DIŞ KYNK HİZ TİC. A.Ş
VEKİLİ : Av. ……
DAVANIN KONUSU : Alacak (İşçi İle İşveren İlişkisinden Kaynaklanan)
İSTİNAF YOLUNA
BAŞVURAN : Davalı Vekili ve Davacı Vekili
İSTİNAF KARAR TARİHİ : 09/12/2020
GEREKÇELİ KARAR
YAZIM TARİHİ : 09/12/2020

İlk derece mahkemesince verilen karara karşı davalı vekili ve davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulmuş ve dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere Dairemize gelmiş olmakla dosya incelendi, yapılan müzakere sonunda gereği düşünüldü;

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ :

Davacı vekili dava dilekçesi ile davacının, davalıya ait iş yerinde 26/12/2015 – 29/03/2017 tarihleri arasında çağrı personeli olarak çalıştığını, son ücretinin 1.900,00 TL olduğunu, iş akdinin haksız olarak işveren tarafça feshedildiğini beyanla kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil, hafta tatili ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesi ile iş akdinin haklı neden ile sona erdirildiğini, karşıladığı çağrılarda konuşmayı yarıda kesip abonelere cevap vermediğini, kıdem ve ihbar tazminatına hak kazanamayacağını, fazla mesai alacağının bulunmadığını, işyerinde dini ulusal bayram ve genel tatillerde çalışma olmadığını, yapıldığında ise ücretinin ödendiğini, davacının hafta tatili ücretine hak kazanamadığını, yıllık izinlerinin kullandığını, kullanmadıklarının ücretinin ödendiğini, zamanaşımı itirazında bulunduklarını bildirerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ :

Mahkemece davacının iş akdinin geçerli neden ile feshedildiği kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı, yıllık izin alacağının olmadığı, hafta tatilini kullandığı, fazla mesai ve ulusal bayram ve genel tatil ücreti iddialarının ispatlandığı gerekçeleriyle;

“Davanın kısmen KABUL kısmen REDDİNE,

3.167,02 TL Brüt kıdem tazminatı alacağı,
2.344,16 TL Brüt İhbar Tazminatı alacağı,
1.497,69 TL Brüt fazla mesai ücreti alacağı,
38,43 TL Brüt Ulusal Bayram Genel tatil Ücreti alacağı toplam 7.047,30 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya ödenmesine,
Kıdem tazminatına iş akdinin feshi tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden faiz yürütülmesine,
800,00 TL İhbar Tazminatı alacağına dava tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine,
1.544,16 TL İhbar Tazminatı alacağına temerrüt tarihi olan 08/04/2017 tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine,
1.000,00 TL fazla mesai ücreti,
38,43 TL Ulusal bayram Genel Tatil ücreti alacağına alacağına dava tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden faiz yürütülmesine,
497,69 TL fazla mesai ücreti alacağına temerrüt tarihi olan 08/04/2017 tarihinden itibaren bankalarca mevduata uygulanan en yüksek faiz üzerinden faiz yürütülmesine,
Davacının fazlaya ilişkin taleplerinin reddine,” karar verilmiştir.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ :

Davalı vekili istinaf dilekçesi ile davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığını hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddi gerektiğini, belirsiz alacak davasının ıslah ile artırılmasının söz konusu olamayacağını, davacının alacaklarının tam ve kesin olarak belirlenebilir olduğunun usulüne uygun yapılmayan ıslahın reddi gerektiğini Yerel Mahkemece kararın yetersiz bilirkişi raporu ve eksik incelemeye dayandığını, mahkemece kararın dosyaya sundukları belgeler incelenmeden tanıkların beyanlarına vesair delillerine itibar edilmeden hüküm kurulduğunu davacının fazla mesai alacağının olmadığını, bazı haftalarda 45 saati aşan çalışması olsa da bu çalışmaların denkleştirmeye tabi tutulduğunu ayrıca İş Sözleşmesinin 4/8.maddesi uyarınca İş Kanunu 41 de belirtilen süre içerisinde kalmak şartı ile yapılacak fazla mesai için ek ücret talep edilemeyeceğini, davacının kıdem ve ihbar tazminatı ve bunlara bağlı faize hak kazanamadığı, davacının iş akdinin vazifesini hiç yapmamış olması sebebi ile haklı neden ile feshedildiğini, somut olayda yetersiz ifa değil hiç ifa edilmeme durumunun söz konusu olduğunu, davacının çağrılara cevap vermediğini, görevinin hiç ifa edilmediğini, kıdem tazminatı hesabında hata yapıldığını, kıdeme esas ücrete primin dahil edildiğini, primin süreklilik ve kararlılık arz etmediğini, mahkemenin söz konusu tazminatlar için faizin başlangıç tarihine ilişkin yapmış olduğu değerlendirmenin hatalı olduğunu, ıslah dilekçesinde taleplerin net mi brüt mü olduğunun açıklanmadığını, faiz başlangıç tarihinin temerrüt tarihi olarak belirlendiğini, faizin başlangıcının ıslah tarihi olması gerektiğini, davacının ulusal bayram ve genel tatil alacağının olmadığını bahsi geçen ödemelerin bordrolarda görüleceği üzere davacıya ödendiğini, belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davacı vekili istinaf dilekçesi ile fazla mesai yönünden hesaplama ve değerlendirmelerin doğru olmadığını dava dilekçesinde davacının davalı işyerinde 10:00-20:00 saatleri arasında çalışma yaptığı halde fazla çalışma ücretlerinin ödenmediğinin belirtildiğini, bu hususların tanık Arife C.in beyanı ile doğrulandığını, aynı işverene karşı açılan Şanlıurfa 1. İş Mahkemesinin 2017/209 Esas sayılı dosyasında tanık Yusuf Y.’in beyanında normal mesainin 10:00 – 20:00 saatleri arasında olduğuna ilişkin beyanda bulunduğunu, iş bu tanığın bu dava dosyasında yalan beyanda bulunduğunu, bu sebeple bu tanığın beyanları esas alınarak hesaplama yapılmasının doğru olmadığını, esas alınsa bile haftanın 2-3 günü 10:00 – 20:00 saatleri arasında çalışma olduğu esas alınarak fazla mesainin hesaplanması gerektiğini, mahkemece Şanlıurfa 1. İş Mahkemesinin 2017/2019 Esas sayılı dosyasının dosya kapsamına alınarak bu dava dosyasının davacısı Arife C’in davacı ile aynı birimde çalıştığı ve aynı mahiyette fazla mesai yaptıkları hususu nazara alındığında bilirkişi tarafından haftanın 6 günü 10:00 – 20:00 saatleri arasında çalışma yapıldığı şeklinde hesaplama yapılması gerekirken bu şekilde hesaplama yapılmadığını belirterek ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ ve HUKUKİ SEBEPLER :

Dava, kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil, hafta tatili ve yıllık izin ücreti alacaklarının tahsili talebine ilişkindir. Mahkemece isteklerin kısmen kabul, kısmen reddine karar verilmiş, karara karşı davalı vekili ve davacı vekili tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur. Dairemizce istinaf incelemesi HMK 355 ve 357. maddesi gereğince istinaf sebepleri ile bağlı olarak ve kamu düzenine aykırılık hususları da gözetilerek yapılmıştır.
Dava kısmi dava olarak açılmıştır. Davacı vekili davacının 26/12/2015 -29/03/2017 tarihleri arasında davalı işyerinde çalıştığını, iş akdinin haksız olarak feshedildiğini beyan etmiş davalı vekili ise aboneler ile ilgili görüşmelerde çağrılara cevap vermediğini, karşıladığı çağrılarda abonelere cevap vermediğini ikna çabası içerisine girmediğini bu sebeplerle iş akdinin İş Kanunu 25. maddesi gereğince haklı nedenle feshedildiğini bildirmiştir. İş akdi fesih bildiriminde 25/03/2017 tarihinde 2 abone 27/03/2017 tarihinde 1 abone ile yaptığı görüşmelerde çağrılara cevap vermediği veya konuşmaları yarıda kesip abonelere cevap vermediği görevi kötüye kullanarak ikna çabası içine girmediği, ve gelen datalara işlem yapmadan ulaşılamadığı statüsüne girdiği gerekçeleri ile İş Kanunu 25.maddesi uyarısınca feshedildiğinin bildirildiği anlaşılmıştır. Dosya içerisinde 27/03/2017 ve 25/03/2017 tarihinde kendisine düşen çağrılara cevap vermeyip ve konuşmayı yarıda kesip abonelere cevap vermediği ve kendisine verilen görevi kötüye kullanarak dataya işlem yapmadan ulaşılamadı statüsüne girdiğine ilişkin 3 adet tutanak bulunduğu, tutanak tanığı Ömer Faruk Y.’ın mahkemede dinlendiği, davacı işini gereği gibi yapmadığını bildirdiği, davacının eylemlerinin haklı fesih ağırlığında olmayıp geçerli fesih sebebi olabileceği, davacının kıdem ve ihbar tazminatına hak kazandığı değerlendirilmiştir.
Bilirkişi tarafından tarafından taraf tanık beyanlarına göre fazla mesai ücreti hesaplanmış olup aykırılık bulunmamaktadır. Davalı tarafından denkleştirme yapıldığı iddiasının ispatlanamadığı, denkleştirme yapılan 2 aylık döneme ilişkin bir delilin dosyaya sunulmadığı ve davalı işyerinde her hafta haftalık yasal çalışma süresinin aşıldığı görülmüştür.
Bordrolarda davacıya performans prim ödemesinin yapıldığı görüldüğünden prim ödemelerinin tazminata esas ücret içinde değerlendirilmesinde bir aykırılık bulunmamaktadır.
Mahkemece kıdem tazminatına ilişkin olarak iş akdinin fesih tarihinden itibaren diğer alacaklar yönünden dava ve temerrüt tarihinden itibaren faize hükmedilmiş olup davalının bu yöndeki istinafı yerinde değildir.
Davacı tanık beyanlarına göre davacının dini bayramlar dışında kalan ulusal bayram ve genel tatillerde çalıştığı ancak tespit edilen ücretin ödendiğinin davalı tarafından ispat edilemediği görülmüştür.
Bu sebeplerle davalı vekili ve davacı vekilinin istinaf başvurusunun reddine karar verilmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere

1)Hakkında istinaf başvurusunda bulunulan ilk derece mahkemesi kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan davalı vekili ve davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2)Alınması gerekli istinaf karar ilam harcı 54,40 TL’den davacı tarafça başlangıçta yatırılan 44,40 TL’nin mahsubu ile bakiye 10,00 TL’nin davacıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
3)Alınması gerekli istinaf karar ilam harcı 481,40 TL’den davalı tarafça başlangıçta yatırılan 121,00 TL’nin mahsubu ile bakiye 360,40 TL’nin davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,
4)İstinaf yargılaması duruşmasız yapıldığından istinaf yargılaması için vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
5)Kararın taraflara tebliği ile harç tahsil müzekkeresi yazılması işlemlerinin ilk derece mahkemesince yerine getirilmesine,
6)Taraflarca yatırılan kullanılmayan gider avansının yatırana iadesine,
Dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda 7036 sayılı Kanun’un 8. maddesi ve 6100 sayılı HMK’nın 362.maddesi gereğince miktar itibariyle KESİN olmak üzere 09/12/2020 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

Emsal SERGEN Zerrin Çelebi ERASLAN Ruveyda KÜRKÇÜ İbrahim ÇÖVEN
Başkan Üye Üye Katip
31437 38694 118960 243620
¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır ¸e-imzalıdır

Bu belge 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu Kapsamında E-İmza ile imzalanmıştır.

VERESİYE AKARYAKIT SENETLERİNE DAYALI İCRA TAKİBİ- İTİRAZIN İPTALİ- İMZAYA İTİRAZ

T.C.
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
ESAS NO : 2015/1066
KARAR NO : 2015/12808

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : Bozova Asliye Hukuk Mahkemesi (Ticaret Mahkemesi Sıfatıyla)
TARİHİ : 12/09/2014
NUMARASI : 2010/201-2014/550
DAVACI : B…. AŞ.
DAVALI : Emin B. vek. Av. Selim Hartavi

Taraflar arasındaki itirazın iptali davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı vekili; müvekkilinin veresiye akaryakıt satışından kaynaklanan alacağının tahsili için davalı aleyhine yapılan icra takibinin davalının süresinden sonra ve haksız itirazı ile durduğunu belirterek, itirazının iptali ile icra takibinin devamına ve %40 icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı; asıl alacağın zamanaşımına uğradığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; Bozova İcra Mahkemesi’nin 2010/9 E.-2010/6 K. sayılı kararı ile davalı borçlu tarafından yapılan şikayetin kabulü ile ödeme emrine ilişkin tebligatın davalı borçluya 22.04.2010 tarihinde yapılmış sayılmasına karar verildiği ve bu kararın Yargıtay 12. Hukuk Dairesi’nin ilamı ile onandığı, bu suretle davalının itirazının süresinde olduğu, itirazın iptali davasının da süresinde açıldığı, davalının dosyada mevcut belgelerdeki imzaların kendisine ait olmadığını beyan ederek imza incelemesi istemesi üzerine imza ve yazı örneklerinin alınması için çıkarılan ihtaratlı davetiyenin davalıya tebliğ edilmesine rağmen belirtilen duruşma gün ve saatinde hazır bulunmadığı davacı tarafından düzenlenen 6 adet faturanın davalıya tebliğ edildiğine dair bir belge olmadığı veresiye akaryakıt senetlerine göre faturalara konu akaryakıtın davalıya ait 63 YF 447 plakalı araç için verildiği, veresiye akaryakıt senetlerinin bir kısmında teslim alan olarak davalının adı ve imzasının bulunduğu, bir kısmında ise dava dışı Kasım Özbay, Müslüm Babacan, Selahattin Pişkin isimli şoförlerin imzasının bulunduğu, bununla birlikte alacağa konu faturaların altlarının davacı alacaklı tarafından imzalandığının görüldüğü, bu tip kapalı faturaların bedellerinin alınmasına müteakip tanzim eden tarafından imzalandığının kabulü gerektiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- Davacı iddiasını yazılı belge ile kanıtlayamamıştır, ancak dava tarihi itibarıyla dava dilekçesinde açıkça yemin deliline dayanmış olduğundan mahkemece bu hakkı hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine,15.10.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan Vekili Üye Üye Üye Üye
Uğur Sayın M.B.Selçuk A.H.Güler D.İ.Toros F.Akyüz

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

T.C.
YARGITAY
22. Hukuk Dairesi
Esas No:2014/23076
Karar No:2015/18932
Karar Tarihi: 28.05.2015

İŞÇİ ALACAKLARI DAVASI – İŞÇİNİN DOĞRULUK VE BAĞLILIKLA BAĞDAŞMAYAN EYLEMLERİ- İŞVEREN TARAFINDAN YAPILAN FESİH HAKLI SEBEPLE FESİH NİTELİĞİNDE OLDUĞU- DAVACININ KIDEM VE İHBAR TAZMİNATI TALEPLERİNİN REDDİ GEREĞİ

ÖZET: Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

(1475 S. K. m. 14) (4857 S. K. m. 17, 25, 41, 46)

Dava ve Karar: Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, ücret alacağıyla fazla mesai ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.

Hüküm süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi A. Bulut tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının davalı avukat yanında katip olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini iddia ederek bir kısım işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili davacının iddialarının yerinde olmadığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini haksız feshettiğini belirterek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Temyiz: Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe: 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacının iş sözleşmesinin haklı sebeple feshedilip feshedilmediği uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır.

Somut olayda, davacının iş sözleşmesinin icra takip dosyasından borçlu olarak gözüken kişiden 350,00 TL’yi harç parası alarak bunu yatırmayıp uhdesinde tuttuğu gerekçesiyle feshedilmiştir. Parayı verdiğini iddia eden icra takip dosyası borçlusu olan davalı tanığı bunu doğruladığı gibi davacıyla telefon görüşmesinde davacının parayı aldığını kabul ettiğini de doğrulamıştır. Aynı şekilde dosyada bu yönde bir tutanak ve davalı tanığı Gökhan’ın beyanları da bulunmaktadır. Daha sonra söz konusu, harcın davalı avukat tarafından yatırılarak borçlu üzerindeki haczin kaldırıldığı da anlaşılmaktadır. Davacının isnat edilen eylemi gerçekleştirdiği ve bu eylemin ise doğruluk ve bağlılıkla bağdaşmadığı açıktır. Şu halde davalı tarafından yapılan fesih, 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25 inci maddesinin II. bendinin “e” alt bendi kapsamında haklı sebeple bir fesih niteliğinde olup, davacının kıdem ve ihbar tazminatı taleplerinin reddi gerekirken kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 28.05.2015 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İLAMA DAYALI İHTİYATİ HACİZLERDE TEMİNAT ARANMAZ- TEMİNAT ALINMAYACAĞINA İLİŞKİN İSTİSNAİ HÜKÜMLER

T.C YARGITAY
19.Hukuk Dairesi
Esas: 2009 / 11811
Karar: 2010 / 1632
Karar Tarihi: 07.02.2010
ÖZET: Kural olarak teminatsız ihtiyati haciz kararı verilemez ise de; kanunlarda teminat alınmayacağına ilişkin istisnai hükümlerin bulunması halinde, bu istisnai hükümlerin amacı ve kapsamı ile sınırlı olarak teminat aranmaksızın ihtiyati haciz kararı verilebilir.(1086 S. K. m. 96) (2004 S. K. m. 259, 301) (4603 S. K. Geç. m. 4) (5411 S. K. m. 140)
Dava: Taraflar arasındaki ihtiyati hacze itiraz isteminin incelenmesi sonunda kararda yazılı nedenlerden dolayı Mustafa D. hakkındaki ihtiyati haczin kaldırılmasına, diğer borçlulara ilişkin itirazın reddine yönelik olarak verilen kararın süresi içinde muterizler vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.
Karar: İhtiyati haciz isteyen vekili, genel kredi sözleşmesi uyarınca E. Müh. İnş. Taah. San. Tic. A.Ş.`ye kullandırılan kredilerin ödenmemesi üzerine hesabın kat edildiğini belirterek, müteselsil kefiller hakkında ihtiyati haciz isteminde bulunmuş, talep uygun görülerek mahkemece ihtiyati haciz kararı verilmiştir.
İhtiyati hacze itiraz edenler vekili, alacağın ipotekle güvence altına alındığını, ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla icra takibine başlandığını, mükerrer icra takibinde bulunulduğunu, bankanın gönderdiği ihtarnameye itiraz edildiğini, ihtiyati hacze konu alacak hesabının kat edilmediğini belirterek ihtiyati haczin kaldırılmasını talep etmiştir.
Mahkemece, kefillerin borcunun temini amacıyla tesis edilmiş bir ipotek bulunmadığı, bankanın hesabı kat etmesiyle alacağın muaccel hale geldiğini, Mustafa D.`nun ihtiyati haciz kararı verildiği tarihte ölü olduğu belirtilerek Mustafa D. hakkındaki ihtiyati haczin kaldırılmasına, diğer borçlulara ilişkin itirazın reddine karar verilmiş, hüküm muterizler vekili tarafından temyiz edilmiştir.
İcra ve İflas Kanunu`nun 259`uncu maddesi uyarınca, <İhtiyati haciz isteyen alacaklı hacizde haksız çıktığı takdirde borçlunun ve üçüncü şahsın bu yüzden uğrayacakları bütün zararlardan mesul ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 96 ncı maddesinde yazılı teminatı vermeğe mecburdur. -Ancak alacak bir ilama müstenid ise teminat aranmaz.-Alacak ilam mahiyetinde bir vesikaya müstenid ise mahkeme teminata lüzum olup olmadığını takdir eder.> Bu emredici hüküm uyarınca ihtiyati haciz isteyenin teminat yatırması bir zorunluluk olup, genel kredi sözleşmesinde bu emredici hükme aykırı olarak konulan kayıt geçersizdir. Teminatın amacı, anılan kanun hükmünde açıkça belirtildiği üzere hem borçlunun hem de üçüncü kişilerin ihtiyati haczin haksızlığının anlaşılması hâlinde uğradıkları zararların güvence altına alınmasıdır. Teminat olarak nelerin gösterilebileceği Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 96`ncı maddesinde sayılmıştır.
Kural olarak teminatsız ihtiyati haciz kararı verilemez ise de; kanunlarda teminat alınmayacağına ilişkin istisnai hükümlerin bulunması halinde, bu istisnaî hükümlerin amacı ve kapsamı ile sınırlı olarak teminat aranmaksızın ihtiyati haciz kararı verilebilir. İİK`nın 259`uncu maddesinde ilama dayanan alacaklarda teminat aranmayacağı, ilam niteliğindeki belgelerden doğan alacaklarda ise teminatın gerekip gerekmediğinin hakiminin takdirine bağlı olduğu belirtilmiştir. İİK`nın 301, II hükmünde de konkordatonun reddi halinde teminatsız ihtiyati haciz kararı verileceği öngörülmüştür. Teminatsız ihtiyati haciz kararı verilebileceğine ilişkin istisnai hükümler İİK dışında bazı özel kanun hükümlerinde de yer almaktadır. Örneğin, Bankacılık Kanununun 140,IV hükmünde kamu tüzel kişiliği olan Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu`na, aynı Kanunun geçici 13`üncü maddesinde, sermayesinin yandan fazlası kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan ya da hisselerinin çoğunluğu üzerinde bu kurum ve kuruluşların idare ve temsil yetkisi bulunan ve özel kanunla kurulmuş bankalara (Tasfiye Halinde T. Emlak Bankası A.Ş. dahil), 4603 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Ziraat Bankası, Türkiye Halk Bankası Anonim Şirketi Ve Türkiye Emlak Bankası Anonim Şirketi Hakkında Kanunun Geçici Madde 4,II hükmü uyarınca Kanunun adında sayılan bankalara, bu konuda istisna tanınmıştır. Bu nedenlerle Kanunda açıkça tanınan istisnalar dışında teminat gösterilmeksizin ihtiyati haciz kararı verilemez. Mahkemece, bu yönler gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenle ihtiyati hacze itiraz edenler vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 07.02.2010 gününde oybirliği ile karar verildi.

TRAFİK KAZASI NEDENİYLE YARALANMA- MALULİYET RAPORU- ISLAH- UZAMIŞ CEZA ZAMANAŞIMI

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
ESAS:2014/2050
KARAR:2014/5437

“İçtihat Metni”

Davacı … ile davalılar … … …, …. ve … arasındaki dava hakkında, ….Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 20.03.2012 gün ve 2002/206-2012/57 sayılı hüküm, Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı kararı ile bozulmasına karar verilmiştir. Süresi içinde davalı … vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiş olmakla, dosya incelendi, gereği düşünüldü;

– K A R A R –

Davacı vekili, davalıların trafik sigortacısı, malik ve sürücüsü olduğu iki aracın karıştığı 25.10.1999 tarihli kazada müvekkilinin yaralandığını ileri sürerek, şimdilik 1.000,00 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminatın … şirketleri dışındaki davalılardan, 5.000,00 TL maddi tazminatın davalı … şirketlerinden kaza tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiş, 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle 19.805,64 TL maddi tazminatın davalılardan tahsilini istemiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak 19.805,64 TL maddi ve 10.000,00 TL manevi tazminata karar verilmiştir. Hüküm, davalılar vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. Dairemizce verilen 07.05.2013 gün ve 2012/8118-2013/6548 sayılı bozma kararının; (1) nolu bendinde davalı … vekili, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı …. vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bendinde ise davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazları yönünden, “dava açıldığı tarih itibariyle davalı şirket iflas etmemiştir. Bu davalı aleyhine tazminatın tahsili için açılan davada, dava konusu alacağın ikinci alacaklılar toplantısında iflas masasına kaydedilip, masaca alacağın kesin olarak kabul edilip edilmediğinin araştırılması ve şayet kesin suretle kayıt ve kabul edilmiş ise, bu davalı bakımından konusu kalmayan davanın reddine karar verilmesi, masaya kayıt edilmek istenip de alacak kısmen veya tamamen reddedilmiş ise ve kayıt-kabul davası ayrıca açılmamışsa, iş bu davada husumet iflas idaresine yönetltildiğinin kabulü ile alacağın iflas masasına kayıt ve kabul davası olarak devam edilerek, tazminat istemi bakımından yapılacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, davalı şirket hakkında eksik incelemeye dayalı olarak verilen karar doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.” gerekçesi ile yerel mahkeme kararı bozulmuştur.

Davalı … vekili bu defa karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Davalı … vekilinin karar düzeltme istemi üzerine dava dosyasının yeniden yapılan incelemesinden;
Dava, trafik kazası sonucu yaralanma nedeniyle sürekli iş göremezlik zararı ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

2918 sayılı ….nun 109/1.maddesinde “motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin talepler, zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak 2 yıl ve her halde, kaza gününden başlayarak 10 yıl içinde zamanaşımına uğrar.” denilmektedir. Aynı kanunun 109/2 maddesinde ise, “dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş ise, bu süre maddi tazminat talepleri için de geçerlidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda; dava konusu trafik kazası, 25.10.1999 tarihinde meydana gelmiştir. Dava, 04.05.2002 tarihinde açılmıştır. Yargılama sırasında alınan ve … Kurumu 3. İhtisas Kurulu tarafından düzenlenen 27.02.2006 tarihli raporda, davacının bu kaza sonucu vücut genel çalışma gücünü % 9,1 oranında kaybettiği belirlenmiştir. Mahkemece hükme esas alınan tazminat bilirkişi raporunda davacının geçici ve sürekli iş göremezlik zararının toplam 19.805,64 TL olduğu belirlenmiştir. Davacı vekili tarafından 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmiş ve maddi tazminat istemi, bilirkişi raporu doğrultusunda artırılarak 19.805,64 TL tazminat istenmiştir. Davalı … vekili, ıslah dilekçesine karşı süresi içinde zamanaşımı itirazında bulunmuştur. Mahkemece, dava ve ıslah dilekçesinde istenen toplam 19.805,64 TL maddi tazminata karar verilmiştir.

Dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, davacının bedensel zararında gelişen durumun varlığının da ileri sürülmemiş olması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır.

Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir. Bu durumda; davalı … vekilinin karar düzeltme itirazının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamına yukarıda yazılı bozma nedeninin de ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yönünden de bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı … vekilinin karar düzeltme itirazlarının kabulü ile Dairemizin 07.05.2013 gün ve 2012/8118 Esas ve 2013/6548 Karar sayılı bozma ilamının (1) nolu bendinin bozma ilamından çıkarılmasına yerine “1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, gerektirici sebeplere göre, davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı… vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine” tümcelerinin yazılmasına, bozma ilamının (2) nolu bendinin numarasının (3) olarak değiştirilmesine, bozma ilamına (2) nolu bent olarak

“2-Davalı … vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; dava konusu trafik kazasının, kaza tarihinde yürürlükte bulunan TCK.’nun 459/2. maddesi çerçevesinde cezayı gerektiren bir eylem niteliğinde bulunması, bu eylemle ilgili ceza davasının, aynı Yasa’nın 102/4 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımı süresine tabi olması, 2918 Sayılı ….’nun 109/2. maddesi uyarınca bu sürenin görülmekte olan maddi tazminat davası için de geçerli bulunması, 25.10.1999 kaza tarihinin üzerinden beş yıl geçtikten sonra 28.07.2009 tarihli ıslah dilekçesi verilmesi ve zamanaşımı def’inin süresinde olması karşısında, somut olayda ıslah dilekçesi ile artırılan bölüm yönünden ceza zamanaşımının gerçekleştiği açıktır. Bu durumda mahkemece, ıslah dilekçesi ile artırılan tazminat miktarının zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş ve kararın bu nedenle de bozulması gerekmiştir.” bozma nedeninin yazılmasına, bozma ilamının sonuç kısmının ise “Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekili, davalı …Ş vekili ve davalı.. vekilinin tüm temyiz itirazları ile davalı … vekilinin sair temyiz itirazlarının reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı … vekilinin diğer temyiz itşrazının kabulü ile hükmün davalı … yararına bozulmasına, (3) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı Müflis … İflas Masası vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına” biçiminde değiştirilmesine ve yukarıda yazılı bozma nedeninin de bozma ilamına ilave edilerek yerel mahkeme kararının davalı … yararına da BOZULMASINA, tashihi karar peşin harcın karar düzeltme isteyen davalı …’e geri verilmesine 10.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

FAZLAYA İLİŞKİN HAKLAR SAKLI TUTULMADAN, KISMİ DAVAYA DAİR BİR İFADE YER VERMEKSİZİN AÇILAN DAVADA TALEP SINIRLANMIŞTIR.

T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
ESAS:2019/2715
KARAR:2019/4717 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … tarafından, davalılar … ve diğerleri aleyhine 03/01/2012 gününde verilen dilekçe ile destekten yoksun kalma sebebiyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 19/01/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı … vasisi tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlarla yasaya uygun gerektirici nedenlere, özellikle delillerin değerlendirilmesinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalı …’ın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları reddedilmelidir.

2-Davalı …’ın diğer temyiz itirazlarına gelince;
Dava, destekten yoksun kalma sebebiyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş hüküm, davalılardan … vasisi tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, müteveffa oğlunun davalılar tarafından öldürüldüğünü davalıların yapılan ceza yargılaması sonunda mahkum olduklarını belirterek desteğini yitirdiğinden bahisle maddi ve manevi zararlarının davalılardan tahsilini talep etmiştir.

Davalılar, cevap dilekçesi sunmamıştır.

Mahkemece, bilirkişi raporunda hesaplanan miktar esas alınarak 26.418,74 TL maddi tazminat ile 10.000 TL manevi tazminata hükmedilmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’un 26. maddesinin 1. fıkrasında; “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” hükmü yer almaktadır.

Dosyanın incelenmesinde; davacının dava dilekçesinde 20.000 TL maddi tazminat talebinde bulunduğu ve fazlaya ilişkin hakkı saklı tutulmadan talebini sınırlandırdığı dava dilekçesinde belirsiz alacak davası olarak açtığını belirtmediği gibi kısmi dava olduğuna dair bir ifade de kullanmadığı anlaşılmaktadır. Bu haliyle davacının maddi tazminat talebini sınırlandırması ve yukarıdaki yasal düzenleme karşısında maddi tazminat yönünden talebin aşılması suretiyle hüküm tesis edilmesi doğru olmamıştır. Anılan nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda (2) nolu bentte açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, davalı … vasisinin diğer temyiz itirazlarının (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle reddine ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 17/10/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

İSTİNAFA TABİ İCRA MAHKEMESİ KARARLARINDA PARASAL SINIR- EK KARAR – TAVZİH TALEBİ

T.C.
ADANA
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
10. HUKUK DAİRESİ

DOSYA NO : 2020/2308
KARAR NO : 2020/1838

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

BAŞKAN : VELİ BEYDOĞAN (33364)
ÜYE : TUNCER KAYA (42686)
ÜYE : HİDAYET KAYNAK (95130)
KATİP : HASAN ŞAHİN (243600)

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : DÖRTYOL İCRA HUKUK MAHKEMESİ
TARİHİ : 15/10/2020 tarihli Ek karar
NUMARASI : 2019/143 Esas 2020/141 Karar

DAVACI : …..SANAYİ VE TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ
DAVALI : A. P.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ
DAVANIN KONUSU : İmzaya İtiraz
KARAR TARİHİ : 11/12/2020
KARAR YAZIM TARİHİ : 11/12/2020

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararı aleyhine süresi içinde davacı vekili Av. …… tarafından istinaf yoluna başvurulmuş olmakla, HMK’nın 353.maddesi gereğince dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Mahkemece verilen 15/10/2020 tarihli Ek Karar ile; davacı vekilinin 08/10/2020 tarihli HMK madde 304 ‘e göre Hükmün Tashihi talebine ; “Hukuk Muhakemeleri Kanununun 305/2 bendi “Hüküm fıkrasında taraflara tanınan haklar ve yüklenen borçlar, tavzih yolu ile sınırlandırılamaz, genişletilemez ve değiştirilemez” hükmü uyarınca talebin Bölge Adliye Mahkemesince değerlendirilmesine” karar verilmiş, davacı vekili tarafından sunulan 21/10/2020 tarihli istinaf dilekçesi ile mahkemenin tashih talebinin reddine dair ek kararının kaldırılması talep edilmiştir.

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ; Uyuşmazlık; Dörtyol İcra Dairesi’nin 2016/9766 E. Sayılı dosyasından başlatılan takibe konu çek’e ilişkin imzaya itiraz niteliğindedir.
5311 Sayılı Yasanın 24. maddesi ile Değişik İİK’nın 363. maddesi “İstinaf yoluna başvurma ve incelenmesi” başlığını taşır. Anılan madde hükmünde; icra mahkemesince verilen hangi türdeki kararlarla ilgili olarak ve hangi miktarı geçmesi şartı ile istinaf yoluna başvurulabileceği ve istinaf yoluna başvuru süresi açıkça düzenlenmiştir.
02/03/2005 tarih ve 5311 sayılı Kanun’un 24. maddesi ile değişik 2004 sayılı İİK’nun 363/1. maddesine göre; istinafı kabil olan icra mahkemesi kararlarına karşı, ait olduğu alacak, hak veya malın değer veya miktarı 1.000,00 TL’yi geçmesi şartıyla istinaf yoluna başvurulabilir. Anılan hükümdeki kesinlik sınırının, aynı Kanunun ek (1). maddesi dikkate alındığında, 20.07.2016 tarihinden itibaren 2.190,00 TL, 02.12.2016 tarih ve 6373 sayılı Kanunun 3. maddesi ile yapılan değişiklik sonucu 02.12.2016 tarihinden itibaren 7.000,00 TL, aynı Kanunun ek (1). Maddesi uyarınca 01.01.2017 tarihinden itibaren 7.260,00TL, 01.01.2018 tarihinden itibaren 8.310,00 TL, 01.01.2019 tarihinden itibaren 10.280,00 TL, yine 01/01/2020 tarihinden itibaren 12.600,00 TL olarak uygulanması gerekir.
İstinafa tabi icra mahkemesi kararlarında parasal sınırı düzenleyen 4949 Sayılı İİK’nun ek 1. maddesinde ise; ” Bu Kanunun 119, 226, 326 ve 363 üncü maddelerindeki parasal sınırlar; her takvim yılı başından geçerli olmak üzere, önceki yılda uygulanan parasal sınırların, o yıl için 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilen yeniden değerleme oranında artırılması sureti ile uygulanır …” hükmü öngörülmüş, böylece söz konusu parasal sınırların Maliye Bakanlığınca her yıl tespit ve ilan edilecek yeniden değerleme oranında arttırılması kabul edilmiştir.
Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde, mahkemece verilen gerekçeli kararın 7 nolu bendinde davalı lehine hükmedilen vekalet ücretine hükmedildiğini ancak davalı tarafın vekalet ücreti ve yargılama gideri talebinin olmadığına dair beyanının olduğunu belirterek davalı tarafın dilekçesine binaen vekalet ücreti ve yargılama gideri hususunda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesini talep etmiştir.
İstinafa konu uyuşmazlık karar tarihi itibarıyla AAÜT gereğince davalı lehine hükmedilen 1.130,00 TL vekalet ücretine yönelik olduğu görülmüştür. Dolayısıyla dava konusu miktarın mahkeme karar tarihi itibarıyla yasal 12.600,00 TL kesinlik sınırını geçmediği anlaşıldığından, söz konusu mahkeme kararına karşı istinaf yoluna başvurulması mümkün değildir.
“İstinaf Dilekçesinin Reddi” başlığını taşıyan İİK.’nın 365.maddesinde “İstinaf yoluna başvurma, yasal süre geçtikten sonra yapılır veya istinaf yoluna başvurulmasına olanak bulunmayan bir karara veya vazgeçme nedeniyle itiraz veya şikâyetin reddine yahut süresi geçmiş bir şikâyete ilişkin olursa, Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun ilgili hükümleri gereğince istem icra mahkemesince reddedilir.
İstinaf yoluna başvuran kişi ret kararını kabul etmezse, istinaf dilekçesi diğer tarafa tebliğ edildikten sonra, karar sureti ve verilirse cevap dilekçesiyle birlikte yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Şu kadar ki bu hâlde satış dahil hiçbir icra işlemi durmaz.
Bölge adliye mahkemesi, birinci fıkra kapsamına girdiği hâlde reddine karar verilmemiş başvuruyu geri çevirmeyip doğrudan kesin karara bağlar.” düzenlemesi bulunmaktadır.
HMK.’nın 346.maddesi ise istinaf dilekçesinin reddi usulünü düzenler. Anılan maddenin 2.fıkrasında aynen; “Bu ret kararına karşı, tebliğ tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı taktirde dosya, karar veren mahkemece yetkili Bölge Adliye Mahkemesine gönderilir. Bölge Adliye Mahkemesi ilgili Dairesi istinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde görmezse ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi yapar.” hükmü yer alır.
Somut olayda, Bölge Adliye Mahkemesince incelenmesi istenilen kararın miktar itibariyle istinaf yoluna başvurulabilecek kararlardan olmadığı, kesin nitelikte bulunduğu anlaşıldığından davacı vekilinin mahkemenin 15/10/2020 tarih 2019/143 E. – 2020/141 K. sayılı Ek Kararına yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM:Yukarıda açıklanan sebeplerle;
Davacı vekilinin Dörtyol İcra Hukuk Mahkemesi’nin 15/10/2020 tarih, 2019/143 Esas 2020/141 Karar sayılı Ek Kararına yönelik istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca esastan REDDİNE,
Harç peşin alındığından yeniden harç alınmasına YER OLMADIĞINA,
Yargılama giderlerinin istinaf talep eden taraf üzerinde BIRAKILMASINA,
İstinaf gider avansının kullanılmayan kısmının yatıran tarafa İADESİNE,
Dair, 6763 Sayılı Yasanın 4.maddesiyle Değişik İİK.’nın 364/1. maddesi gereğince KESİN olmak üzere dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu 11/12/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Veli BEYDOĞAN
Başkan
33364
¸
Tuncer KAYA
Üye
42686
¸
Hidayet KAYNAK
Üye
95130
¸
Hasan ŞAHİN
Katip
243600
¸

DAVACI KADIN İLE KOCA ARASINDA CİNSEL İLİŞKİ KURULAMAMIŞ OLMASININ EVLİLİK BİRLİĞİNİ TARAFLAR AÇISINDAN ÇEKİLMEZ HALE GETİRDİĞİ

TC
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi

ESAS: 2013/25001
KARAR: 2014/13730

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Develi Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
TARİHİ :07.06.2013
NUMARASI :Esas no:2011/17 Karar no:2013/295

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle, kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık bulunmamasına göre, davalı Ö.. K..’ün boşanmaya, davacı lehine hükmedilen tazminatlar ile nafakalara ilişkin temyiz itirazları yerinde görülmediği gibi, her iki davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan yönlere ilişkin temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir.

2-Davacı, çehiz senedinde adet ve cinsleri gösterilen ziynet eşyalarının eşi Öner tarafından alındığını ve iade edilmediğini ileri sürerek, bunların aynen iadesini, mümkün olmadığı takdirde bedellerinin davalıdan tahsilini istemiş; davalı Öner ise, “altınların tamamının davacının kendisinde olduğunu, altınları gizlice baba evine götürdüğünü” savunmuştur. Dinlenen davacı tanıkları, “davacı baba evine geldiğinde altınları üzerinde yoktu” şeklinde beyanda bulunmuşlardır. Bu beyanlar, altınların davacı evi terk ederken zorla elinden alındığını, götürmesine engel olunduğunu, daha önce götürme fırsatı bulamadığını kabule yeterli değildir. Davacının annesinin telefon konuşmasına şahit olan tanık Ali ..’ın beyanından, altınların davalı tarafından alıkonulmadığı da anlaşılmaktadır. Şu halde davacı ziynetlerle ilgili iddiasını gösterdiği delillerle kanıtlayamamıştır. İsteğin reddi gerekirken, yetersiz tanık beyanlarına dayanılarak ziynetlerin kabulüne karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

3-Davacı, 16.10.2010 tarihli çehiz senedinde adet ve cinsleri gösterilen ziynetler haricindeki menkul eşyanın aynen teslimini, bulunmaması halinde bedellerinin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini de istemiş; mahkemece, çehiz senedinde belirtilen menkul eşyaların eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu kabul edilmiş, bu eşyaların mevcut olması halinde yarısının aynen aidesine, mevcut olmaması halinde bedellerinin yarısının davalılardan tahsiline karar verilmiştir. Dayanak çehiz senedinde “ayrılık halinde eşyaların yarısının kadına ait olduğu” yazılıdır. Başka bir ifade ile senette yazılı olan, ziynetler haricindeki menkul eşyanın eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu taraflarca evliliğin başında kabul edilmiştir. Davacının menkul eşyalarla ilgili “aynen iade, olmazsa bedel” isteği, bu eşyalar eşlerin paylı mülkiyetinde olduğuna göre, tasfiye niteliğindedir. Eşlerin paylı mülkiyetinde bulunan menkul malların tasfiye şekli ise Türk Medeni Kanununun 226’ncı maddesinin (2.) fıkrasında gösterilmiştir. Tasfiye isteğinin incelenebilmesi için ise, eşler arasındaki mal rejiminin sona ermiş olması zorunludur. Mal rejimi sona ermeden tasfiye istenemez. Mahkemece evliliğin boşanma sebebiyle sona erdirilmesine karar verilmesi halinde, mal rejimi, dava tarihinden geçerli olmak üzere sona erer. (TMK.m.225/2) Şu halde tasfiyeye karar verilmesi için boşanma kararının kesinleşmiş olması zorunludur. Boşanma kararı henüz kesinleşmediğine göre menkul eşyanın tasfiyesine ilişkin talebin tefrik edilip, ayrı bir esasa kaydedilip boşanmanın kesinleşmesinin beklenmesi ve neticesine göre karar verilmesi gerekir. Bu hususun nazara alınmamış olması doğru bulunmamıştır.
4-Kabule göre de;
Mahkemece, çehiz senedinde yazılı ziynetler haricindeki menkul eşyanın eşlerin paylı mülkiyetinde olduğu kabul edilmiştir. Eşlerin paylı mülkiyetinde bulunan menkul malların nitelikleri gereği pay oranında bölünmesi olanağı yoktur. Böyle bir durumda paylı mülkiyet konusu menkul mallarla ilgili, eşlerden her biri kanunda öngörülen diğer olanaklardan yararlanabileceği gibi, yasal şartlarının varlığı halinde diğerinin payının karşılığını ödemek suretiyle o malın bölünmeden kendisine verilmesini isteyebilir. (TMK.m.226/2) Bu yasal çerçevede sorunun çözümü gerekirken, menkul malların pay oranında bölünmesinin mümkün bulunmadığı nazara alınmadan “mevcutsa yarısının aynen” iadesine şeklinde infazı mümkün olmayacak biçimde karar verilmesi de doğru bulunmamıştır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda (2.) ve (3.) bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan bölümlerinin yukarıda (1.) bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, (3.) bentteki bozma sebebine göre menkul eşyaların esasının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere (2.) ve (3.) bentlerde oybirliğiyle, (1.) bentte oyçokluğuyla karar verildi. 18.06.2014(Çrş.)

KARŞI OY YAZISI

Mahkemece, tarafların evlendikten sonra davalı (koca) nın bağımsız bir ev temin etmediği, davalının ailesiyle birlikte yaşadıkları, tarafların bir buçuk ay kadar bir arada yaşamalarına rağmen aralarında cinsel ilişkinin sağlanamadığı, tarafların her ikisinin de cinsel ilişki kurmalarına engel bir durumlarının bulunmadığı, davacının halen bakire olduğu ve cinsel ilişkiden kaçındığının ispat edilemediği, taraflar arasında cinsel ilişki kurulamamasının kocanın kusuru olduğu, kadının boşanmaya neden olan olaylarda kusurunun bulunmadığı gerekçesiyle kadının davasının kabulü ile tarafların boşanmasına, kadının maddi ve manevi tazminat taleplerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir.
“Eşler oturacakları konutu birlikte seçerler” (TMK. M.186/2). Tarafların evlendikten sonra davalının ailesiyle birlikte oturdukları ve bir buçuk ay kadar birlikte yaşayıp ayrıldıklarına göre, kocanın ailesiyle birlikte oturacaklarını evlenmeden önce birlikte kararlaştırdıkları, bir başka deyişle oturacakları konutu birlikte seçtikleri anlaşılmaktadır. Bu konuda anlaşmazlığa düştükleri de ileri sürülüp ispat edilmemiştir. Bu sebeple tarafların davalının ailesiyle birlikte oturmaları koca için bir kusur olarak nitelendirilemez.
Tarafların fiziki, anatomik ve psikolojik olarak cinsel ilişki kurmalarına engel bir hallerinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Her iki tarafında, cinsel ilişki kurmalarına fiziki ve anatomik bir engellerinin bulunmaması halinde, cinsel ilişkiyi sağlama görevinin cinsel ilişkide aktif olan erkeğe ait olduğunu kabul etmek mümkün değildir. Davacı kadının cinsel ilişki kurmaktan herhangi bir sebeple kaçınması halinde, erkekten aktif olanın kendisi olduğundan bahisle ilişkiden kaçınan eşine karşı güç kullanmasını beklemek doğru değildir. Bu düşünce paralelinde 5237 sayılı TCK’nun da evlilik içerisinde zorla kurulan cinsel ilişkilerde ırza geçme suçu olarak kabul edilmiştir. Bir başka deyişle artık erkeğin cinsel ilişkide aktif olduğu gerekçesiyle ilişkiden kaçınan eşine karşı zor kullanabileceği ilkesi yasa koyucu tarafından da terk edilmiştir. Cinsel ilişki evlilik içerisinde de olsa iki tarafın isteği ve rızası ile olur. Her iki tarafında cinsel ilişki kurmasına fiziki, anatomik ve psikolojik bir engellerinin bulunmadığının anlaşılması karşısında, davacı eşiyle güç kullanarak onun isteği dışında cinsel ilişki kurmadığı için davalı kocayı tek başına kusurlu kabul etmek hukuken mümkün değildir. Davacı kadın ile koca arasında cinsel ilişki kurulamamış olmasının evlilik birliğini taraflar açısından çekilmez hale getirdiği kuşkusuzdur. Bu durumda taraflardanbirinin kusurundan ağır kabul etmek imkansızdır. O halde taraflar arasında cinsel ilişkinin kurulamamış olmasında ve evlilik birliğinin temelinden sarsılmasında her iki tarafında eşit kusurlu olduğu kabul edilmelidir. Türk Medeni Kanunun 174/1-2. Maddesindeki koşullar oluşmamıştır.
Bu sebeplerle, davalının, davacı kadın yararına hükmedilen tazminatlara ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile temyiz edilen hükmün bu bölümünün bozulmasına karar verilmesini düşündüğüm için sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

BALYOZ DAVASI HÜKÜMETE KARŞI SUÇ TÜRKİYE CUMHURİYETİ İCRA VEKİLLERİ HEYETİNİ CEBREN İSKAT VE VAZİFE GÖRMEKTEN CEBREN MEN EYLEMEK SUÇU TERÖR SUÇLARI TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNE KARŞI SİLAHLI İSYAN SUÇU TERÖR SUÇU SUÇ İÇİN ANLAŞMA SUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME, GİZLEME VEYA DEĞİŞTİRME BAĞLILIK KURALI

T.C

YARGITAY

9. Ceza Dairesi

ESAS: 2013/9110

KARAR: 2013/12351

BALYOZ DAVASI
HÜKÜMETE KARŞI SUÇ
TÜRKİYE CUMHURİYETİ İCRA VEKİLLERİ HEYETİNİ CEBREN İSKAT VE VAZİFE GÖRMEKTEN CEBREN MEN EYLEMEK SUÇU
TERÖR SUÇLARI
TÜRKİYE CUMHURİYETİ HÜKÜMETİNE KARŞI SİLAHLI İSYAN SUÇU
TERÖR SUÇU
SUÇ İÇİN ANLAŞMA
SUÇ DELİLLERİNİ YOK ETME, GİZLEME VEYA DEĞİŞTİRME
BAĞLILIK KURALI
SUÇA TEŞEBBÜS
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 8
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 11
CEZA MUHAKEMESİ KANUNU (CMK) (5271) Madde 206
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 40
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 61
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 281
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 312
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 313
TÜRK CEZA KANUNU (TCK) (5237) Madde 316
TERÖRLE MÜCADELE KANUNU (3713) Madde 3
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 40
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 59
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 61
TÜRK CEZA KANUNU (MÜLGA) (765) Madde 147

“İçtihat Metni”
Hükmedilen cezanın süresine göre şartları bulunmadığından, sanık H.. B.. müdafiinin duruşmalı inceleme isteğinin 1412 sayılı CMUK’nın 318. maddesi uyarınca REDDİNE,
Usulüne uygun tebligata rağmen sanıklar A.. K.., M.. C.., K.. D.. ve D.. K.. müdafileri duruşmaya gelmedikleri gibi bir mazeret de bildirmediklerinden, sanık H.. B.. müdafiinin ise duruşmalı inceleme istemi reddedildiğinden, bu sanıklar ile haklarında beraat kararı verilen sanıklar yönünden duruşmasız, diğer tüm sanıklar hakkında ise duruşmalı olarak yapılan inceleme sonucunda gereği düşünüldü:
Sanık B.. K..’ın adının gerekçeli karar başlığında “Barboros”, sanık M.. F..’ın soyadının hüküm fıkrasında “Fariz”, sanık B.. A..’in adının hüküm fıkrasında “Behçet”, sanık A.. E..’ın adının hüküm fıkrasında “Abdulkadir”, sanık M.. İ..’ın adının “Mehmet Fatih” olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir yazım hataları; gerekçeli karar başlığına sanık H.. B..’ün mahkum olduğu “suç delillerini gizleme” suçunun yazılmaması ise mahallinde tamamlanabilir eksiklik kabul edilmiştir.
A- USUL VE UYGULAMAYA İLİŞKİN OLARAK
1-Görev ve Yetki;
Sanıklara yüklenen suçun askeri yargının görev alanına girdiği, dolayısıyla görevsizlik kararı verilmesi gerektiği ve sonradan kuvvet komutanı olan sanıklar Ö.. Ö.. ve H.. F..’nın yüklenen suç sebebiyle Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmaları zorunlu olduğundan, haklarındaki davanın tefrik edilerek Anayasa Mahkemesine gönderilmesi gerektiğine ilişkin olarak;
Anayasamızın “Askeri Yargı” başlıklı 145. maddesi, Askeri Mahkemelerin Kuruluşu ve Yargılama Usulü Hakkındaki 353 sayılı Kanunun “Genel görev” ve “Askeri Mahkemelerde Yargılamayı Gerektiren İlginin Kesilmesi” başlıklı 9 ve 17. maddeleri, 5271 sayılı CMK’nın 6352 sayılı Kanunun 105. maddesi ile kaldırılan 250. maddesi, 6352 sayılı Kanunun 75. maddesi ile değişik 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunun 10. maddesi hükümleri içeriği ile anılan hükümlerin yorumuna ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 05.07.2011 tarih, 2011/3-116 esas, 2011/157 kararı da nazara alındığında,
Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 23.03.2004 tarih ve 50-72, 17.02.2004 tarih ve 10-40 ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 02.03.2012 tarih ve 2011/1-2012/1 sayılı kararlarında da tartışılıp belirlendiği gibi; görevle ilgili suçun yasal görevden doğan, görevle bağlantılı ve bu görevle illiyet bağı içerisinde olması gerekmekte olup, asker olan tüm sanıklar ile sanıklar Ö.. Ö.. ve H.. F..’nın Balyoz Güvenlik Harekat Planının icrasına yönelik Suga ve Oraj Harekat Planlarını hazırladıkları ve bu planların icrası kapsamında görev alarak bu görevlerin icaplarını yerine getirdikleri iddiasının, yasal görevlerinden doğmadığı gibi görevleri ile bir ilgisinin de bulunmadığı anlaşıldığından, mahkemenin davaya bakmasında isabetsizlik görülmemiştir.
Birinci sınıf askeri hâkimlerin yüklenen suç sebebiyle Yargıtay’da yargılanmaları gerektiğine ilişkin itirazlara gelince;
Anayasamızın 145. maddesinde; “Askerî yargı, askerî mahkemeler ve disiplin mahkemeleri tarafından yürütülür. …..Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür.” şeklinde bir düzenleme yer almış ve yine maddenin son fıkrasında “Askerî yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askerî hâkimlerin özlük işleri, askerî savcılık görevlerini yapan askerî hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir” hükmü getirilmiştir.
Anayasamızın bu düzenlemesi paralelinde askeri hâkimlerin özlük işleri, teminatları ve diğer konular ise 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununda düzenlenmiştir. Askeri Hâkimler Kanununun 22.05.2012 tarihinde 6318 sayılı Kanunun 38. maddesi ile değiştirilen 28. maddesi “Askeri hâkimlerin genel yargıya tabi şahsi suçları hakkında genel hükümler uygulanır” şeklindedir.
Öte yandan 2802 sayılı Hakimler ve Savcılar Kanununun 2. maddesinde “Bu Kanun, adli yargı hakim ve Cumhuriyet savcıları ile idari yargı hakim ve savcıları hakkında uygulanır” denilmiş, 90. maddesinde ise haklarında son soruşturma açılmasına karar verilen hakim ve Cumhuriyet savcılarından birinci sınıfa ayrılmış olanlarla ağır ceza mahkemeleri heyetine dahil bulunan hakim ve Cumhuriyet savcılarının, Yargıtayın görevli ceza dairesinde yargılanacağı belirtilmiştir.
2802 sayılı Kanunun Ek Geçici 2. maddesinde, kendi kanunlarında gerekli değişiklik yapılıncaya kadar, aylık, ek gösterge, ödenek, mali, sosyal ve diğer özlük hakları bakımından; 29.06.2006 tarihinde 5536 sayılı Kanunun 6. maddesi ile değiştirilen “c” bendinde birinci sınıfa geçirilmiş ve askerî yüksek yargı organı üyeliklerine seçilme hakkını kaybetmemiş olan askerî hâkim ve savcıların; birinci sınıfa ayrılmış ve Yargıtay-Danıştay üyeliklerine seçilme hakkını kaybetmemiş diğer hâkim ve savcılar hakkındaki hükümlere tabi olacakları düzenlenmiştir.
Yukarıda belirtilen Kanun hükümleri uyarınca, 2802 sayılı Kanunun Ek Geçici 2. maddesinin birinci sınıf askeri hâkim olan sanıklar yönünden sadece mali, sosyal ve diğer özlük hakları bakımından uygulanacağı, birinci sınıfa ayrılmış olan hâkim ve Cumhuriyet savcılarının görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlar nedeniyle Yargıtayın görevli ceza dairesinde yapılacak yargılamanın 2802 sayılı Kanunun 2. maddesi gereğince sadece adli yargı hâkim ve Cumhuriyet
savcıları ile idari yargı hâkim ve savcıları hakkında söz konusu olacağı, 357 sayılı Askeri Hâkimler Kanununda, birinci sınıfa ayrılmış olan askeri hâkimlerin görevlerinden dolayı veya görevleri sırasında işledikleri suçlar nedeniyle Yargıtayda yargılanmaları gerektiği hususunda bir düzenleme yer almadığı gibi aksine, Askeri Hakimler Kanununun 6318 sayılı Kanun ile değiştirilen 28. maddesinde “Askeri hakimlerin genel yargıya tabi şahsi suçları hakkında genel hükümler uygulanır. Ancak soruşturma o yer ağır ceza mahkemesi Cumhuriyet Başsavcısınca ve kovuşturma o yer ağır ceza mahkemesince yapılır” şeklindeki düzenleme karşısında, birinci sınıf askeri hâkim olan sanıkların bu itirazlarının da yerinde olmadığı,
Suç tarihinde sanıklara yüklenen suçlara bakmakla görevli olan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin hukuki dayanağını oluşturan Anayasanın 143.maddesi ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun suç tarihinden sonra yürürlükten kaldırılmış ve 5190 sayılı Kanunla 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununa 394/a. maddesi eklenmiş, daha sonra da 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 2. ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 250. maddeleri ile bu suçlara ağır ceza mahkemelerinin bakacağı belirlenmiş olup; anılan kanunların amaç, kapsam ve gerekçeleri birlikte değerlendirildiğinde ve Anayasanın 142. maddesinin “mahkemelerin kuruluşu görev ve yetkileri, işleyiş ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir” biçimindeki hükmü de nazara alındığında, yargılamayı yapan mahkemenin suçtan sonra ve bu sanıklara yönelik kurulan özel mahkeme statüsünde olmadığı anlaşılmıştır.
Nitekim Anayasa Mahkemesi de, 6352 sayılı Kanunun geçici 2. maddesi ile “CMK’nın 250. maddesi ile görevli mahkemelerde devam edecek olan yargılamalarda görevsizlik ve yetkisizlik kararı verilemeyeceği” yönündeki hükmün Anayasa tarafından güvence altına alınan “kanuni hakim ve mahkeme güvencesi” ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptali isteminin reddine dair 04.07.2013 tarih 2012/100 esas, 2013/84 sayılı kararında;
“Anayasa’nın Kanuni hâkim güvencesi başlıklı 37. maddesinde, “Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” denilmiştir.
Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında belirtildiği gibi, “kanuni hâkim güvencesi” suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi şeklinde tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla “kanuni hâkim güvencesi”, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır.
Kanun’un geçici 2. maddesinin dava konusu (4) numaralı fıkrasında, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihte açılmış ve devam etmekte olan davaların, 5271 sayılı Kanun’un 250. maddesi ile kurulmuş ağır ceza mahkemelerinde devam edeceği ve bu mahkemelerin yeni kurulan mahkemeler nedeniyle görevsizlik ve yetkisizlik kararı veremeyecekleri belirtilmekte, böylece uzun süredir devam eden davalarda başa dönülmesinin ve suçun işlenmesinden sonra yargı yerinin değiştirilmesinin önüne geçilmektedir. Dolayısıyla kuralla suçun işlenmesinden sonra yargı yeri belirlenmemekte, aksine suçun işlenmesinden sonra kurulan mahkemelere davaların görevsizlik veya yetkisizlikle gönderilmesi önlenerek, suçun işlenmesinden önce kurulan mahkemelerde davanın devam etmesi sağlanmaktadır. Bu nedenle kuralın “kanuni hâkim güvencesi” ile çelişen bir yönü bulunmamaktadır” sonucuna ulaşmıştır.
Yargılamayı yapan mahkemenin olağan yargı yeri statüsünde ve doğal hakim ilkesine uygun olduğu anlaşıldığından sanıklar ve müdafilerinin anayasaya aykırılık iddiasının ciddi bulunmadığı,
Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve bir yasal tutuklama nedeninin varlığına dayanarak iç hukuk yargılama makamlarınca gerçekleştirilmiş ve kanun yollarına başvurulması üzerine etkili itiraz yolları ile tüm aşamalarda usulünce denetlenmiş bulunan, ayrıca; Türkiye Cumhuriyeti tarafından yargı yetkisi kabul edilmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek nitelikteki delillere dayandığı kabul edilip bu yöne ilişen insan hakları ihlali iddialarının reddedildiği tutuklama koruma tedbirine ilişkin olarak; Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun dava henüz görülmekte iken, dava kapsamındaki tutuklamaların adil yargılama normları bağlamında keyfiliğine değinen ve yargısal bir niteliği bulunmayan 01.05.2013 tarihli kararının Dairemiz bakımından bağlayıcılığının olmadığı,
Ayrıca, yargılamayı gerçekleştiren hakimlerin tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplere ilişkin iddiaların dosya kapsamına göre yerinde bulunmadığı, reddi hakim taleplerini inceleyen mercii kararlarında bir isabetsizlik görülmediği,
Buna göre de; yargılamanın usulüne uygun olarak oluşturulmuş yetkili, görevli, bağımsız ve tarafsız bir mahkemece icra edildiğinin anlaşıldığı,
2- Yasama Dokunulmazlığı;
Sanık E.. A..’ın 12 Haziran 2011 tarihinde yapılan 24. Dönem Milletvekilliği Genel Seçiminde İstanbul ilinden milletvekili seçildiği anlaşılmış ise de; dosya kapsamına göre; sanığa yüklenen ve seçimden önce de soruşturmasına başlanılmış olan suçun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 83/2. maddesinde işaret edilen ve 14/2. maddesinde gösterilen temel hak ve hürriyetlerin kötüye kullanılması niteliğindeki suçlardan olduğu, yasama dokunulmazlığının istisnası kapsamında kalan bu suç bakımından kovuşturma yapılmasına engel bir durumun bulunmadığı,
3- Kovuşturmaya Yer Olmadığına Dair Karardan Sonra Aynı Fiil Nedeniyle Kamu Davası Açılması;
Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra aynı fiilden dolayı yeniden kamu davası açılabilmesi bakımından, CMK’nın 172/2. maddesinde, anılan kararın kaldırılmış olmasının aranmaması ve sonradan meydana çıkan tanık beyanı ve dijital belgeler gibi delillerin “yeni delil” niteliğinde bulunması karşısında; bir kısım sanıklar hakkındaki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar kaldırılmadan dava açılmasının usule aykırı olduğuna ilişkin itirazların yerinde görülmediği,
4- Bilirkişilerin Kimlik Tespitleri ile Yeminlerinin Sonradan Tamamlanması;
Soruşturma aşamasında görevlendirilen ve 19.02.2010 tarihli raporu hükme esas alınan bilirkişilerden Erdem Alparslan ve Tahsin Türköz’ün bu aşamada kimlikleri tespit edilip yeminleri yaptırılmamışsa da, kovuşturma aşamasında 28.05.2012 tarihinde duruşma açılarak bu eksikliklerin giderilmesi ve rapor içeriğinin de bilirkişiler tarafından doğrulanması karşısında, bu hususun sonuca etkili olmadığı,
5- Delil Tartışmasının Yapılmadığı;
CMK’nın 206. maddesinden itibaren, delillerin ortaya konulması ve tartışılmasına ilişkin hükümler düzenlenmiştir. Bu hükümlerde, delillerin ortaya konulmasına ilişkin olarak muhakkak surette uyulması gerekli ve şekle bağlı belli bir aşama öngörülmemiştir. Anılan maddenin 1. cümlesinde delillerin ortaya konulmasına ilişkin bir evreden söz edilmekte ise de; 2. cümle hükmünden de anlaşılacağı gibi bu aşama da mutlak değildir. Bu durum maddenin, davanın bir duruşmada bitirilmesini öngören hükümet tasarısı gerekçesinden de anlaşılmaktadır. Asıl olan; çekişmeli yargılamada, davanın sonucunu belirlemek bakımından delillerin duruşmada tartışılmasını, doğru ve hakkaniyete uygun bir biçimde rol almasını ve maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlamaktır. Dolayısıyla hükme esas alınan tanık beyanları, bilirkişi raporları, belge içerikleri gibi delillerin ortaya konulması ve tartışılması uzun süren çok sayıdaki oturumlar sürecine zorunlu olarak yayılabilecektir. CMK’nın genel yaklaşımına aykırı olarak, tek oturumda bitirilemeyen yargılamalar bakımından bu durum sıklıkla ortaya çıkmaktadır.
Sanıkların sorgularında süre sınırlaması olmadan delilleri tartışarak savunma yaptıkları, hükme esas alınan delillerin değerlendirilmesine ilişkin olarak birçok uzman mütalaası alıp dosyaya sundukları, aynı kapsamdaki irdelemelerini Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaasından sonra da devam ettirdikleri; izlenen duruşma görüntüleri, tutanaklar ve tüm dosya kapsamından anlaşılmış, incelemeye konu davada sanıkların çokluğu ve icra edilen oturum sayısı gibi hususlar da nazara alındığında; delillerin ortaya konulması ve tartışılması evresinin gerçekleştirilmediğine ilişkin itirazların yerinde olmadığı,
6- 3713 Sayılı Kanunun 5. Maddesinin Uygulanması;
Sanıklara yüklenen 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ve karşılığı olan 5237 sayılı TCK’nın 312. maddesinde tanımlanan suçun, 3713 sayılı Kanunun 3. maddesinde 18.07.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5532 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce ve sonra doğrudan terör suçu olarak düzenlendiği ve bu suçtan hükmedilecek hapis cezalarının 3713 sayılı Kanunun 17. maddesinin yine 5532 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki ve sonraki halleri uyarınca dörtte üçü oranında infaz edileceği, terör suçları ve terör amacıyla işlenen suçlar için tayin edilecek cezaların bu sebeple artırıma tabi tutularak hükmedilmesine ilişkin olan 3713 sayılı Kanunun 5. maddesinin hapis cezalarının şartlı tahliye süreleri ile ilgisinin bulunmadığı, kaldı ki; sanıklar hakkında 3713 sayılı Kanunun 5. maddesi uygulanmadığı gibi, gerekçeli karardaki bu hususa ilişkin anlatımın suçun terör suçu olduğuna dair bir saptamaya yönelik olduğu, hem bu bölümde hem de hüküm fıkrasında şartlı tahliye oranına dair bir belirlemenin yapılmadığı ve konunun infaz aşamasındaki lehe olan infaz yasası bakımından yapılacak değerlendirmeye bırakıldığı anlaşıldığından, bu hususun sonuca etkili görülmediği,
7- Bir Kısım Tanıkların Dinlenmemesi;
Yüklenen suça yönelik icra hareketlerinin tamamlanamamasına ilişkin olarak mahkemece gösterilen gerekçenin, Karargahın karşı çıkması ve engellemek için çaba göstermesinden ibaret olmaması karşısında; Genelkurmay Başkanı Orgeneral H.. Ö.. ve Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral A..Y..’ın tanık olarak dinlenmemesinin, taleplerin reddine ilişkin gerekçe ve mevcut deliller nazara alındığında sonuca etkili olmadığı,
8- Temel Cezanın Teşdiden Tayini ve Bir Kısım Sanıklar Hakkında Takdiri İndirimin Uygulanmaması;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.10.2009 tarih, 2009/124-224 sayılı ve 04.03.2008 tarih, 2008/13-41 sayılı kararlarında da belirtildiği üzere; serbest takdir sisteminin bir gereği olarak, olayda alt sınırdan uzaklaşılmasını ve takdiri indirimin uygulanmasını gerektiren nedenlerin varlığını veya yokluğunu belirleme yetkisi yargılamayı bizzat yapan hakime ait olup, sanıklar hakkında teşdiden cezaya hükmedilmesi ve bir kısım sanıklar hakkında da takdiri indirim hükümlerinin uygulanmamasına ilişkin olarak mahkemece gösterilen gerekçenin; olaya, dosya kapsamına ve yasaya uygun, tutarlı ve yeterli olduğu anlaşıldığından,
Anılan hususlar ile usule ilişkin diğer itirazlar yerinde görülmemiştir.
B- ESASA İLİŞKİN OLARAK
1- GENEL OLARAK
1.1- Soruşturmanın Başlaması;
20-21 Ocak 2010 tarihlerinde ulusal yayın yapan günlük bir gazetede “Fatih Camii Bombalanacaktı – İki Yüz Bin Kişiye Tutuklama” başlıklı haberlerin yayınlanmasından sonra, haberi yapan gazeteci tarafından 21.01.2010 tarihinde habere dayanak teşkil eden 3 adet DVD ve 1 adet CD, 29.01.2010 tarihinde de 19 adet CD, 10 adet ses kaseti ve 2229 sayfalık belge İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilmiş, aynı tarihte Cumhuriyet Başsavcılığı CD, ses kaseti ve belgelere CMK’nın 127/1. maddesi uyarınca el konulmasına karar vermiş, İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 30.01.2010 tarih ve 2010/212 sayılı kararı ile de el koyma işlemi onaylanmıştır.
El konulan 11 nolu CD’de; 1. Ordu, 2, 3, 5 ve 15. Kolordular, Donanma, Harp Akademileri, Bursa ve İstanbul Jandarma Bölge Komutanlıklarınca hazırlanan harekat ve tedhiş planları, listeler ile 2003 yılı plan seminerine ait bir kısım yazışmalar, 16 nolu CD’de; Adalet ve Kalkınma Partisi Hükümetince yapılan bazı atamalar hakkında bilgiler, 17 nolu CD’de ise; 11 nolu CD’de bulunan harekat ve tedhiş planlarının bulunduğu anlaşılmıştır.
Soruşturma neticesinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2010/420 iddianame numarası ile 06.07.2010 tarihinde 196 sanık hakkında; 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.07.2010 tarihli iddianamenin kabulü kararı ve 23.07.2010 tarihli tensip kararı sonrası, 16.12.2010 tarihinde duruşmaya başlanmıştır.
1.2- Donanma Komutanlığında Yapılan Arama;
Doğrudan dava konusu olaya ilişkin olmayıp başka bir soruşturma konusu olay nedeniyle, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne 06.12.2010 günü saat 11.03‘te ulaşan 17744 sayılı elektronik posta ihbarı üzerine, aynı gün saat 15.00’te İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2010/2412 sayılı, arama, el koyma ve inceleme kararına istinaden yetkili askeri makamlara bilgi verildikten sonra, Gölcük’te bulunan ve sınırlı sayıdaki görevli askeri personel dışında sivil ya da asker başka kişilerin girmesi mümkün olmayan Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğüne ait 3 oda ve koridorda 06.12.2010 günü saat 18.30’da iki Cumhuriyet savcısı, bir askeri savcı ve yedi askeri personel ile gerçekleştirilen ve tüm aşamaları kamera ile kayıt altına alınan aramada, oda zemininin altına gizlenmiş şekilde 9 adet dolu ve 1 adet boş olmak üzere toplam 10 adet poşet ile poşetler içerisinde çeşitli dini ve siyasi içerikli yayınlar, gizli kamera düzenekleri, ses kayıt cihazları, video, teyp ve mikro kasetler, çok sayıda CD – DVD, seçmen listeleri, fişleme niteliğinde dokümanlar ve 5 adet hard disk ele geçirilmiş, aramada ele geçen malzemeler üzerinde yapılan inceleme sonunda, ihbara konu suça dair bilgi ve belgelerin dışında, dava konusu olaya ilişkin bilgilerin bulunduğu TDK marka 1 nolu CD, 10 nolu CD ve 5 nolu hard diske el konulmuş, aramaya 07.12.2010 tarihinde saat 00.40’ta son verilmiş, aynı tarihte Gölcük Merkez Komutanlığında askeri yetkililerin katılımı ile imaj alma işlemi gerçekleştirilmiştir.
1 nolu TDK marka CD içeriğinin, gazeteci tarafından İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen 19 adet CD’den 11 nolu CD içeriği ile aynı olduğu, 10 nolu CD içeriğinde “illerden gelenler” klasörü içerisinde Edirne, Tekirdağ ve Kocaeli İl Jandarma Komutanlığından gelen, “Bölücü Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Sol Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Arama Yapılacak Yerler, Birinci Sınıf Kamu Görevlileri ve Destek Durumları, İrticai Örgüt Mensupları, Görevlendirilecek Personel Listesi, Gözaltına Alınacak İrticai Faaliyette Bulunan Kişiler, Gözaltına Alınacak Siyasi Parti Üyeleri, Harekatın Başlangıcında Tutuklanacak İrticai Örgüt Liderleri, İlişiği Kesilecek İrticai Görüşlü Üniversite Öğrencileri, İlişiği Kesilecek Sağ Görüşlü Üniversite Öğrencileri, Tutuklanacak AKP Üyeleri, Kamu Görevlileri ve Destek Durumu” gibi bir kısım listelerin bulunduğu, “planlar” adlı klasör içeriğinde ise Sakal ve Çarşaf Eylem Planlarına dayanak teşkil eden Beyazıt, Fatih, Eyüp ve İsmailağa Camii keşif raporları, gözlem formları ve görevlendirme çizelgesi ile bu camilere ait eylem karar matrisinin bulunduğu, 5 nolu hard disk içinde de Suga Harekat ve Oraj Hava Harekat Planlarına ilişkin bir kısım belgelerin bulunduğu görülmüştür.
Aramanın yapıldığı yerde askeri personel olarak görevli olup, soruşturma ve kovuşturma aşamasında tanık olarak dinlenen Ogün Güren, Birol Berber, Adil Yörük, Salih Koşmaz ve Mehmet Emin Baylak ifadelerinde özetle; teknik ihtiyaçlar nedeniyle kaldırılan zemin döşemelerinin altında koli ve poşetler gördüklerini, üzerinde yazılan yazı ve içindeki malzemeler itibariyle İstihbarata Karşı Koyma Kısım Amirliğine ait olduklarını anladıklarını ve bu malzemeleri, anılan kısmın amiri sanık Binbaşı K.. Y..’a verdiklerini, bu kutuları daha sonra adı geçen sanığın odasında tekrar gördüklerini belirtmişler, aynı olaya ilişkin dinlenen ve aramanın yapıldığı yerin şube müdürü olan tanık Yarbay B..A.. ise özetle; zemin döşemelerinin altında bulunup sanık K.. Y..’a ait olduğunu öğrendiği malzemeler nedeniyle adı geçen ile görüşerek malzemeleri almasını istediğini, malzemelerin eski tarihli kitap, dergi ve kullanılmış bilgisayarların hard diskleri olduğunun ilgili tarafından söylenmesi üzerine, bu durumda usulüne uygun olarak bir tutanak tanzim edip imha etmesi talimatını verdiğini, ancak daha sonra malzemelerin imha edilmediğini öğrendiğini, durumu Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı sanık A.. Ç..’e ilettiğinde, ilk anda imhasının doğru olmayacağı cevabını alması üzerine, bu konuyu konuşmak için sanık K.. Y..’ın yurt dışı görevinden dönmesini beklediğini ifade etmiş ve bu arada yapılan ihbar üzerine gerçekleşen arama sonucu anılan malzemelerin ele geçirildiği anlaşılmıştır.
Donanma Komutanlığında yapılan arama sonrasında ele geçen belgeler üzerine başlatılan soruşturma neticesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2011/554 iddianame numarası ile 11.11.2011 tarihinde 143 sanık hakkında 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 23.11.2011 tarihli iddianamenin kabulü kararı sonrasında CMK’nın 8 ve 11. maddeleri uyarınca aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle dosyanın, anılan mahkemenin 2010/283 esas sayılı dava dosyası ile 29.12.2011 tarihinde birleştirilmesine karar verilmiştir.
1.3-Emekli Hava İstihbarat Albay H.. B..’ün Kaldığı Evde Yapılan Arama;
19.02.2011 günü saat 16.31’de 2515 sayılı e-mail ihbarı ile İstanbul Emniyet Müdürlüğü Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğüne yapılan ihbar üzerine, 20.02.2011 günü saat 16.30’da İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 2011/783 sayılı arama, el koyma ve inceleme kararına istinaden emekli Hava İstihbarat Albay sanık H.. B..’ün Eskişehir’de kaldığı evde 21.02.2011 günü saat 08.50 – 09.40 arasında yapılan ve tüm aşamaları kamera ile kayıt altına alınan aramada, komodin çekmecesinde ele geçirilen flash bellekteki her bir belgenin şifresi, şifre kırma programı aracılığı ile iki günlük bir çalışma sonucu kırılmış, sanığın oğlunun adı ve doğum yılına karşılık gelen şifre kullanılarak gizlenen belgelerin içeriğinde, istihbari bir kısım bilgi ve belgelerin yanı sıra sanığın da imzasının bulunduğu istihbari raporlar ile dava konusu olaya ilişkin Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planı kapsamındaki bilgilere ulaşılmıştır.
Sanık H.. B..’ün Eskişehir’de kaldığı evde yapılan aramada ele geçen belgeler üzerine başlatılan soruşturma neticesinde, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 2011/451 iddianame numarası ile 16.06.2011 tarihinde 28 sanık hakkında 765 sayılı TCK’nın 147, 61/1, 31, 33, 40. maddelerine aykırılıktan dava açılmış, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 28.06.2011 tarihli iddianamenin kabulü kararı sonrasında CMK’nın 8 ve 11. maddeleri uyarınca aralarındaki hukuki ve fiili irtibat nedeniyle dosyanın, anılan mahkemenin 2010/283 esas sayılı dava dosyası ile 03.10.2011 tarihinde birleştirilmesine karar verilmiştir.
2-DELİLLER
2.1- Genel Değerlendirme;
Dijital delillerin yapısı gereği manipülasyona açık olduğu bilinmektedir. Diğer delil türlerine göre özellik arz eden bazı yönleri olmakla birlikte dijital deliller de sonuçta, deliller hiyerarşisinin kabul edilmediği, delil serbestisinin benimsendiği ceza muhakemesi sistemimizde bir ispat aracıdır. İspat aracı olan delilin değerlendirilmesinde, ceza muhakemesi hukukunda bir delil için öngörülen nitelikleri taşıyıp taşımadığı nazara alınıp, genel olarak; somut olayın özellikleri, yüklenen suçun işleniş biçimi, dosyadaki diğer deliller gibi hususlar gözetilip, özel olarak da; delilin temsil ettiği olayın niteliği, ele geçiriliş yeri, şekli ve zamanı, bu delilin sair karakteristik özellikleri gibi hususlar göz önünde bulundurulmalıdır.
Dijital deliller de, kimyasal, biyolojik ve benzeri diğer tüm deliller gibi sanıklar ya da başkaları tarafından çeşitli şekillerde gizlenmeye, değiştirilmeye, bozulmaya elverişlidir. Sanıklar veya başkaları tarafından delillerin yok edilme, silinme, gizlenme, değiştirilme veya bozulmak istenmesi o kadar olağandır ki; yasa koyucu maddi gerçeğin ortaya çıkarılabilmesi bakımından büyük bir tehlike oluşturan bu fiilleri ayrı bir suç olarak veya nitelikli hal olarak düzenlemiştir.
Ancak, dijital delillerin değiştirilebilme kolaylığı ve sanal oluşundan hareketle hükme esas alınamayacak olduğunun ileri sürülmesi delil olgusuna aykırıdır. Kaldı ki, dijital deliller Türk ceza muhakemesi sisteminde ilk kez bu dava ile gündeme gelmiş olmayıp, geçmişte de pek çok davada tartışılmış ve hükme esas alınmıştır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.06.2003 tarih ve 2003/167-193 sayılı kararında “Bu örgütün lider kadrosunu yakalamak amacıyla İstanbul ili Beykoz ilçesi Kavacık Mahallesinde yasadışı örgüt lideri H.. V..’nun kaldığı eve 17.01.2000 tarihinde güvenlik güçleri tarafından baskın yapıldığı, güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaya giren yasadışı örgüt liderinin öldüğü, evinde yapılan aramada bilgisayar, CD ve disketlerin kurşunlanmış ve tahrip edilmiş halde bulunduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çalışmalar sonucunda bunlarda kayıtlı bir kısım bilgilerin kurtarıldığı, kayıtlardan elde edilen ve dökümleri yapılan belgeler arasında bulunan ………isimli kişinin özgeçmiş raporunda sanık …… adının geçmesi ve ayrıca sanık ……ait özgeçmiş raporunun da ele geçirilmesi üzerine, sanığın çalıştırdığı markette gözaltına alındığı” biçiminde anlatıldığı üzere, Hizbullah silahlı terör örgütü davalarında delillerin pek çoğu örgüt kurucusunun evinde ele geçen ve sanıklarca tahrip edilmiş dijital delillerin kurtarılabilir, kullanılabilir kısımlarından oluşmuştur. Bu davalarda da, dijital delillerin içeriğine, içerik çelişkilerine, saklanma biçimine ve teknik yönüne dair ileri sürülen itirazlar, delillerin ele geçiriliş şekli, bütünlüğü, birbirlerini doğrulaması, somut olgulara karşılık gelmesi, hayatın olağan akışı ve tüm dosya kapsamları ile birlikte değerlendirilmiş ve dijital deliller mevcut halleriyle ve taşıdıkları delil değerleri ölçüsünde hükme esas alınmıştır. Yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.11.2009 tarih, 2009/61 – 278 sayılı, 24.12.2002 tarih, 2002/309 – 442 sayılı kararları ve Dairemizin 02.05.2002 tarih ve 2002/798 – 940 sayılı ve 06.03.2013 tarih ve 2012/11543 esas – 2013/3370 sayılı kararları da aynı doğrultuda bulunmaktadır. Ayrıca Dairemiz tarafından temyiz incelemesi yapılan İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 27.10.2011 tarih ve 2010/242 esas – 2011/174 sayılı kararına konu MLKP terör örgütüne ilişkin davada; hard disk, flash bellek ve CD’ler esas alınarak hükmolunan mahkumiyet kararı Dairemizin 25.06.2012 tarih ve 2012/1750-8053 sayılı ilamı ile onanmıştır.
Dijital delillerin içeriği ve teknik yönünden hareket ederek ileri sürülen olgular ve bu olgulara esas alınan sahtecilik iddiaları, esasen bu delillerin kolluk ve adli makamlarca ele geçirilmesinden sonraki aşamaya, delillerin korunması zincirine ilişkin olarak ileri sürülmüş değildir. Nitekim bu aşamayı, delillerin hukuka uygun biçimde korunması bakımından özenle denetleyen Dairemiz, 06.03.2013 tarih ve 2012/11543 esas -2013/3370 sayılı PKK terör örgütüne ilişkin bir kararında, sanığın aracının torpidosunda ele geçen ve dijital belge içeren USB cihazlarının “elde edilmelerinden itibaren güvenli biçimde korunarak adli makamlara teslim edildiklerini” saptamakla işe başlayıp sonra da delillerin içeriğinin ve örgütsel yönünün değerlendirilmesine geçmiştir.
Görülmekte olan davada, delillerin ele geçirilmesinden sonraki aşamaya ilişkin olarak ısrarla ileri sürülen ve bu aşamada yapılan sahtecilikler olarak iki noktada toplanan iddiaların incelenmesinde;
a-Gazeteci tarafından teslim edilen CD’lerden 9 nolu CD’nin 29.01.2010 tarihli teslim alma ve el koyma tutanağına “Vatandaşlık Taslak” ve yeşil kalemle 67 yazılı Sony marka CD ibaresiyle kayda geçirilmiş olmasına rağmen, CD’lerin bilirkişiye teslimine ilişkin 01.02.2010 tarihli tutanakta aynı CD’nin markasız marka ve “İrticai Unsurlar Aşırı Sol Unsurlar” CD no 67 olarak kayda geçirildiği ve bu hususun 9 nolu CD’nin Cumhuriyet savcılığı aşamasında değiştirilmiş olduğunu gösterdiği iddiasının gerçeği yansıtmadığı, bu iddianın, CD’lere el konulması sırasında 9 nolu CD’nin plastik muhafaza kabı üzerinde yazılı olan marka ve isimlendirme ile kayda geçirilmesi, CD’lerin bilirkişiye teslimine ilişkin tutanakta ise kapsız haldeki 9 nolu CD’nin üzerinde yazılı olan isimlendirmenin kayda geçirilmiş olmasından kaynaklandığı, bu durumun 9 nolu CD’nin kendisi ve muhafaza kabı üzerinde yapılan basit bir incelemeyle anlaşıldığı, iddia konusu hususun gazeteci tarafından teslim edilen 19 adet CD’nin tamamı için de geçerli olduğu, kaldı ki; 9 nolu CD içeriğinin sanıklara yüklenen suçlamalarla ilgisinin bulunmadığı,
b- Gazeteci tarafından 21.01.2010 tarihinde yapılan yayınların dayanağını oluşturan disklerin Cumhuriyet savcılığına teslimine ilişkin tutanakta 4 adet DVD yazılmasına karşın emanete alınan disklerin 3 adet DVD ve 1 adet CD olduğunun anlaşılması ve bu hususun 4 nolu DVD’nin adli makamlar elinde başka bir CD ile değiştirildiği anlamına geldiği iddiasının gerçeği yansıtmadığı, diskleri teslim eden gazetecinin teslim tutanağında yer alan beyanında da bu durumun “üzerinde 4 yazılı VCD de ise bu belgelerle ilgili muhtelif fotoğraflar vardır” şeklinde ifade edilmiş bulunduğu, Dairemizce yapılan incelemede de bu ifadenin doğrulandığı, üzerinde
“4” yazılı diskin DVD olmayıp CD olduğunun açıkça anlaşıldığı, tutanaktaki teslim edilen disklerin dördünün de DVD olduğuna ilişkin yazımın tutanağın düzenlenmesi sırasında oluşan maddi hatadan kaynaklandığı, kaldı ki; bu 4 nolu disk içeriğinin de sanıklara yüklenen suçlarla ilgisinin bulunmadığı, keza bu 4 adet diske kopyalanmış 19 adet CD’nin orijinal halde aynı gazeteci tarafından sonradan Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edildiği ve incelemelerin de orijinal CD’ler üzerinden yapıldığı,
Böylelikle; dijital delillerin ele geçirilmesinden sonra kolluk veya adli makamlar elinde değiştirilmiş olduğuna ilişkin iddiaların gerçeği yansıtmadığı açıkça anlaşılmaktadır.
Dijital delillerle ilgili olarak ileri sürülen diğer iddiaların, kolluk veya adli makamlarca bu delillerin ele geçirilmesinden önceki aşamaya, delillerin bir kısım sanıklarda bulunduğu veya askeri mahallerin kontrollü evrak bürosu gibi ya da Donanma Komutanlığının İstihbarata Karşı Koyma birimi gibi ilgili görevlilerden başkası tarafından girilmesi mümkün olmayan kısımlarında gizlendiği döneme münhasır kaldığı görülmektedir.
Arama ve el koyma işlemlerine ilişkin ihbar içerikleri, Donanma Komutanlığı İstihbarata Karşı Koyma biriminde yapılan aramaya esas ihbarın sanıklara yüklenen suça ilişkin olmaması, arama yapılan askeri ve sivil mahallerin özellikleri, dijital delilleri muhafaza eden sanıklar H.. B.. ve K.. Y..’ın istihbarat sınıfından yetişmiş ve bu tür manipülasyonlara karşı oldukça tecrübeli kimseler olması, tanık beyanları, aramalarda ele geçen delillerin birbirini ve başka mahallerde ele geçen delilleri doğrulaması, belgelerin tutarlılığı, arama işlemlerini gerçekleştiren görevliler, bu görevlilerin sayısı, aramanın icra ediliş şekli, aramada ele geçen diğer malzemeler, Dairemizce de izlenen arama işlemlerine ilişkin kamera kayıtları ve delillerin başkaları tarafından bu mahallere konulduğuna ilişkin savunmaların soyut bırakılmış olması karşısında; anılan delillerin sanıklar dışındaki kimseler tarafından bu mahallere konulmuş olduğuna dair savunmalar dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun görülmemiştir.
Nitekim AİHM’nin sanık C.. Ç..’ın başvurusu üzerine verdiği (İkinci Daire, Başvuru no:58223/10) C.. Ç.. v. Türkiye, Kabul Edilebilirlik Hakkında Kararında, “Başvuranın, savcılık tarafından aleyhinde sunulan delil unsurlarının geçersiz olduğuna ve sonuç olarak tutuklanmasını haklı gösterecek makul şüphelerin bulunmadığına ilişkin iddiasıyla ilgili olarak, AİHM soruşturma dosyasında bir yandan aleyhte olan delil unsurlarını oluşturan dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları, diğer yandan savunma makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarının yer aldığını kaydetmektedir. Öncelikle ceza soruşturması prosedürünün sonraki aşamasında, başvuranın ileri sürdüğü gibi, delil unsurlarının inandırıcı olup olmadığını veya bunların kendisine iftira atma niteliği taşıyan sahte bir unsur olup olmadığını tespit etme yükümlülüğü ulusal yargı organlarına aittir. Şüphelilerin bulunduğu aşamada gereken olguları ispat etme seviyesiyle ilgi olarak Sözleşme’nin 5. maddesi, 1. fıkrasının gerekleri dikkate alındığında, AİHM, ceza dosyasının, başvuranın kovuşturulmasına neden olan suçu işlemiş olabileceği konusunda objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek bilgiler içerdiği kanaatindedir. Dolayısıyla, başvuranın Sözleşme’nin 5. maddesi, 1. fıkrası, c) bendi uyarınca, bir suç işlemiş olabileceğine dair hakkında makul şüphe oluşturacak “inandırıcı nedenlere” dayanarak yakalanıp tutuklandığına karar vermek gerekmiştir” denilmek suretiyle, bu davadaki dijital delillerin geçersizliğine ilişkin itirazların isabetsizliğine işaret etmiştir. AİHM’nin sanık Ç.. D..’ın başvurusu üzerine verdiği (İkinci Daire, Başvuru no:28484/10) Ç.. D.. v. Türkiye, Kabul Edilebilirlik Hakkında Kararı da aynı mahiyette olup bu kararda da “Mahkeme, başvurandan şüphelenmek için ciddi neden ve emarelerin varlığını öne sürerek –Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 91/2 ve 100. maddeleri anlamında- başvuranı yakaladığında, ulusal hukuk makamlarının, başvuranı tutuklamak için somut delil unsurlarına dayandığını gözlemlemektedir. Mahkeme, davada başvuranın tutuklanmasının yasaya aykırı olarak nitelendirilmesi konusunda ulusal otoritelerce ileri sürülen yasal hükümlerin davada uygulanması ve yorumlanmasının keyfi ve mantıksız olduğu sonucunun ortaya çıkmadığı kanısındadır” denilmek suretiyle aynı sonucu vurgulamaktadır.
AİHM’nin bu sonuca, dava dosyasındaki aleyhte olan delil unsurlarını oluşturan dijital belgelerin gerçekliğini doğrulayan bilirkişi raporları, diğer yandan savunma makamı tarafından sunulan ve bu delillerin inandırıcılığına değinen aksi yönde kanaat bildiren bilirkişi raporlarını inceleyerek ulaştığı nazara alınmalıdır.
Ayrıca Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Mahkemece de vurgulandığı gibi iç hukukun ve ulusal yargının yetki alanına giren delilerin kabul edilebilirlikleri veya bunların değerlendirilmeleriyle ilgili konularda bir kural koymamaktadır. (Garcia Ruiz-İspanya Davası, 21.01.1999, §28). Sözleşmede, delillerin kabul edilebilirliğinin belirlenme yöntemini gösteren ve hangi kanıtların kabul edilebilir olduğunu belirleyen bir kural yoktur (Schenk–İsviçre Davası, 12 Temmuz 1988, §45-46; Teixeira de Castro–Portekiz Davası, 09 Haziran 1998, §34; Heglas–Çek Cumhuriyeti Davası, 01 Mart 2007, §84). Mahkemenin yerleşik içtihadına göre kanıtların kabulü ve değerlendirilmesi öncelikle ulusal mahkemelerin görevidir (Van Mechelen ve Diğerleri–Hollanda Davası, 23 Nisan 1997, §50; Rachdad–Fransa Davası, 13 Kasım 2003, §23).
Buna göre; dosya kapsamında yer alan ve hükme esas alınan dijital delillerin esasını korudukları, ilişkin oldukları olayları temsil niteliklerinin ortadan kalkmadığı, ulaşılma, elde ediliş ve muhafaza şekillerinin usule uygun olduğu, açıklanan kabule göre; hayatın olağan akışına, akla ve mantığa uygun bulunduğu ve böylelikle de hukuka uygun deliller olarak hükme esas alınmalarının isabetli olduğu neticesine varılmıştır.
Bu nedenlerle dijital delillerin mevcut halleriyle hükme esas alınamayacağına ilişkin temyiz itirazları yerinde bulunmamış ve AİHM tarafından suçun işlenmiş olabileceğine dair objektif bir gözlemciyi ikna edebilecek nitelikte görülen delillerin bu niteliklerinin davanın sonucunda değişmediği anlaşılmış ve diğer deliller ile tüm dosya kapsamı karşısında hükme esas alınmasında bir isabetsizlik görülmemiştir.
2.2- Özel Değerlendirme;
İmza bloğunda Orgeneral Ç.. D..’ın adının yazılı olduğu Balyoz Güvenlik Harekat Planı adlı 11 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde; “28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istifade edilememesi ve 2002 seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber, ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı, Büyük Atatürk’ün bize emanet ettiği ülkesi ve milletiyle bir bütün olan Türkiye Cumhuriyeti Devletinin laiklik karşıtı ve irticai unsurların etkisine girmeye başladığı, son zamanlarda varlığına, rejimine ve bağımsızlığına yönelik fikri ve fiziki haince saldırılar içinde bulunduğu, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini değiştirme gayretlerinin gizlenemeyecek kadar aşikâr ve had safhaya ulaştığı”,
İmza bloğunda Oramiral Ö.. Ö..’in adının yazılı olduğu Suga Harekat Planı adlı 12 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde; “Türkiye’nin 2002 seçimlerinde AKP’nin tek parti olarak iktidara gelmesiyle beraber anti-laik ve irticai unsurların etkisine girmeye başladığı, özellikle ılımlı islam devleti oluşturulması yönündeki çabaların arttığı, gelinen noktada, bu tür eylemlerin artarak devam edeceği ve bunun Türkiye’nin egemenlik-birlik ve bütünlüğüne zarar verebilecek boyutlara taşınabileceği”,
İmza bloğunda Orgeneral H.. F..’nın adının yazılı olduğu Oraj Hava Harekat Planı adlı 5 sayfalık belgenin “DURUM” başlıklı bölümünde ise; “İrticai faaliyetlerin Türkiye Cumhuriyetinin anayasası ile belirlenen demokratik laik ve sosyal bir hukuk devleti olma özelliklerini tehdit etmekte olduğu, irticanın 2002 Kasım seçimleri ile beraber cesaret kazandığı, AKP hükümetinin 28 Şubat ile şekillendirilen ortamın bozulmasına neden olduğu” şeklinde paralel durum değerlendirmesi yapıldığı anlaşılmakla;
Türk Silahlı Kuvvetlerindeki teamüller gereği 2003 yılı Yüksek Askeri Şurasında Deniz Kuvvetleri Komutanı olacak Donanma Komutanı Oramiral Ö.. Ö.. ve Hava Kuvvetleri Komutanı olacak Harp Akademileri Komutanı Orgeneral H.. F.. ile mutabakata vardığı anlaşılan 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın, 28 Şubat sürecinde elde edilen kazanımlardan istenilen düzeyde istifade edilememesi ve ülkede hızlı bir zemin kayması yaşandığı gerekçesiyle, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı hükümetten uzaklaştırma ve bu amaç doğrultusunda kara, deniz ve hava unsurları olarak harekat ve eylem planları hazırlama ve hazırlanan planları gerçekleştirebilmek için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yasal hiyerarşik yapısı dışında ayrı bir hiyerarşik yapılanmaya gitme kararını aldıkları,
Bu kapsamda 1.Ordu Komutanı Ç.. D..’ın, ittifak ettiği ast birlikleri olan 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlarından, kara unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesini istediği; 2, 3, 5 ve 15. Kolordu Komutanlıkları ile 1.Ordu ve Harp Akademileri Komutanlığınca belirlenen isimler üzerinden Balyoz Güvenlik Harekat Planının eki olan “görevlendirmede yetkili personeli” belirleyen EK-A listesinin oluşturulduğu anlaşılmıştır.
Balyoz Güvenlik Harekat Planına göre, “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesinde yer alan askeri personelin statüsü, “kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden, harekatın kendi sorumluluk bölgelerinde planlama, hazırlık, koordinasyon ve icrasından sorumlu olan” şeklinde belirlenmiş olup, anılan listede yer alan personelin;
a.Özel operasyon ve sorgulama timlerinde görevlendirilecek personel,
b.Özel görevli toplama timlerinde görevlendirilecek personel,
c.Sıkıyönetim mahkemelerinde görevlendirilecek personel,
ç.Darbe harekatı timlerinde görevlendirilecek personel,
d.Gözaltı timlerinde görevlendirilecek personel,
e.Hasar tespit timlerinde görevlendirilecek personel,
f.Kamu kurum ve kuruluşlarında görevlendirilecek personel,
g.Özel hastaneler ve ilaç depolarında görevlendirilecek personel,
ğ.Gümrükler, depolar, ambarlarda görevlendirilecek personel,
h.Alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personel listelerini oluşturması,
1. Ordu Komutanlığı Harekat Başkanlığı sivil memuru M..Ü..’nin 25.02.2010 tarihli 1. Ordu Komutanlığı Askeri Savcılığınca alınan ifadesinde hatırladığını beyan ettiği, Aralık 2002 tarihli, imza bloğunda Ordu Komutanı emriyle 1. Ordu Kurmay Başkanı Tümgeneral N.. B.., paraf hanesinde 1.Ordu İstihbarat Başkanı Kurmay Albay İ.. O.., 1. Ordu Harekat Kurmay Y.Başkanı Tuğgeneral M.. Ö.., koordine kısmında ise 1.Ordu Harekat Başkanı Kurmay Albay S.. T..’nin isimlerinin bulunduğu, “1 nci Ordu Plan Semineri – 2003” konulu üst yazı ile istenildiği,
Dosya kapsamına göre de, 1. Ordu, 2, 3, 5 ve 15. Kolordu ile Harp Akademileri Komutanlıklarınca “görevlendirme kategorileri ve çizelgesi” başlıklı yukarıda “a”dan “h”ye kadar isimleri belirtilen “EK-B” listelerinin hazırlanarak 1.Ordu Komutanlığına gönderildiği ve imza bloğunda 1.Ordu İstihbarat Başkanı Kurmay Albay İ.. O..’ın olduğu “1 nci Ordu Komutanlığı Güvenlik Harekat Planının Uygulanması Kapsamında Görevlendirilecek Personel Listesi” başlığı altında “EK-M Lahika-1” adı ile birleştirildiği anlaşılmaktadır.
Donanma Komutanlığı Kurmay Başkanı Tümamiral M.. G.., Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı Tümamiral A.. Ö.., İstanbul Boğaz Komutanı Tümamiral T.. B.. ve Ege Deniz Bölge Komutanı H.. H.. ile mutabakata vardığı anlaşılan Donanma Komutanı Oramiral Ö.. Ö..’in, deniz unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak askeri personelin belirlenmesi kapsamında, Gölcük, Ankara, İzmir ve İstanbul Birlik Komutanlıkları ve bu komutanlıklar altında koordinatörlükler oluşturmak suretiyle, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya gitme kararı aldıkları ve bu doğrultuda Suga Harekat Planına ek “görev bölümü” başlıklı “EK-A” listesinin hazırlandığı, sonrasında;
-Amirallere ait “HASSAS” listenin oluşturulması,
-Ülke genelinde milli mutabakatın oluşturulması maksadıyla gerekli eylem planlarının hazırlanması,
-Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanlığı bağlılarında görevli müzahir personel,
-Deniz Harp Okulu müzahir öğrenci,
-Ankara, İstanbul, Gölcük, Çanakkale, Akdeniz, İzmir, Marmaris, Karadeniz, Deniz Hava Üs Komutanlığı ve Yurtdışı müzahir subay/astsubay listelerinin hazırlanması,
-İcra safhası ve öncesinde gerekli operasyonel faaliyetleri yürütecek personel listesinin oluşturulması,
-TSK’dan ilişiği kesilecek ve görev yeri değiştirilecek Deniz Kuvvetleri Komutanlığı personel listesinin oluşturulması,
-Öncelikli ve özellikli görevlendirme listesinin hazırlanması “çalışma grupları görev bölümü” başlıklı EK-B listesinde belirlenen askeri personelden istenmiş; “ülke genelinde milli mutabakatın oluşturulması maksadıyla gerekli eylem planlarının hazırlanması” dışındaki diğer tüm görevlerin yerine getirildiği tespit edilmiştir.
Hava unsurlarına ait harekat ve eylem planlarında görev alacak personel ile anılan personelin görev bölümleri ve çalışma gruplarını gösterir Oraj Hava Harekat Planının ana eklerine soruşturma kapsamında ulaşılamadığı dosya içeriğinden anlaşılmakla birlikte, gerek Gölcük’te Donanma Komutanlığı, gerekse Eskişehir’de emekli Hava İstihbarat Albay H.. B..’ün kaldığı evde ele geçen dijital belgelerden, Hava Harp Akademisi Komutanı Tümgeneral K.. P.., Plan Prensipler Başkanı Tümgeneral B.. B.., İstihbarat Başkanı Tümgeneral Z.. G.. ile mutabakata vardığı anlaşılan Harp Akademileri Komutanı Orgeneral H.. F..’nın, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesindeki Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya gitme kararı aldıkları ve bu doğrultuda çalışmaya başladıkları, Oraj Hava Harekat Planı ve eksik olarak ele geçen ekleri ile Orgeneral H.. F.., Tümgeneral K.. P.., Tümgeneral B.. B.. ve Tümgeneral Z.. G.. arasında gerçekleşen yazışmalardan anlaşılmaktadır.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “İCRA” başlıklı bölümünde, “öncelikli ve acil olarak, AKP yönetiminin tasfiyesi ve işbirlikçilerinin saf dışı bırakılması maksadıyla, harekat alanının şekillendirilmesi de dahil olmak üzere, resmi/gayri resmi tüm yurtseverlerin seferber edilerek, başta Silahlı Kuvvetlerin imkân ve kabiliyetleri olmak üzere maddi ve manevi tüm güçlerin kullanılması”, yine aynı planın “HAZIRLIK SAFHASI” bölümünde, “AKP ve irticai gruplara yönelik istismara açık noktalar mevcut ve oluşturulması düşünülen yasal mevzuat çerçevesinde değerlendirilerek, gerektiğinde istismar noktaları oluşturulması için sızdırılan personelin kullanılması amacıyla alternatif planların oluşturulması”, “HAREKÂT ORTAMININ ŞEKİLLENDİRİLMESİ SAFHASI” bölümünde ise, “İstanbul ve civarı başta olmak üzere hassasiyet arz eden şehirlerde iltisaklı kişilerin sevk ve idare ettiği halka yönelik eylemlerin yapılması” kararlaştırılmıştır.
Bu bağlamda; Gölcük’te Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçen 10 nolu CD içerisinde “planlar” adlı klasörde İsmailağa, Beyazıt, Fatih ve Eyüp Camilerine ilişkin ekip lideri ve altındaki personelin belirlendiği “görevlendirme çizelgesi” ve bu görevlendirmeye uygun olarak görev alan personelin anılan camilere yönelik gerçekleştirdiği keşif, gözlem ve değerlendirmeler ile tedhiş eylemleri için en uygun camilerin belirlendiği “karar matrisi” bulunmaktadır. Anılan dört camiye ilişkin düzenlenen karar matrisine göre, tedhiş eylemleri için en uygun camilerin Beyazıt ve Fatih Camileri olduğu belirlendikten sonra Fatih Camiine yönelik olarak “Çarşaf Eylem Planı”, Beyazıt Camiine yönelik olarak da “Sakal Eylem Planı” hazırlanmıştır.
Çarşaf Eylem Planına göre; “ölümden daha çok yaralanmaya sebep olacak şekilde hazırlanacak tahrip düzeneğinin bir çanta içerisine yerleştirilmiş olarak Tahrip -A tarafından camii içerisinde caminin iç kısımlarındaki cemaate yakın ayakkabılığa bırakılarak kendisinin de cami çıkışında kapıya yakın bir yerde yerini alması, faaliyetin Cuma namazının farzının kılınmasından sonra icra edilmesi, Tahrip-A’nın farzın kılınmasını müteakip süratle camiden çıkması ve “Tahrip Hazır” işaretini vererek, “Tahrip hazır işaretini” gören ve camii avlusunda bekleyen Tahrip-B’nin, camii avlusundan çıkıp 300 m. kadar uzaklaştıktan sonra ilgili telefon numarasını arayarak tahribi gerçekleştirmesi, patlama esnasında; Kayıt –A’nın camii üst katından, Kayıt-B’nin camii alt katından patlama anını ve sonrasında oluşan panik havasını çekerek, patlama sonrası önce camii avlusunda toplanan ve sonra ana caddeye intikal ederek caddeyi kapatan öfkeli kalabalığın camii avlusunda toplanmasını ve caddedeki eylemlerini hem Kayıt-A hem de Kayıt-B’nin birbirlerinden bağımsız ayrı noktalardan üzerlerindeki video kayıt cihazlarıyla kaydetmeleri ve görüntülerin ivedi olarak internet üzerinden yayılmasının sağlanması, Tahrik- A ve Tahrik-B’nin irtibatlı bulundukları ve halkın içerisine sızmış bulunan provokatörleri harekete geçirerek, böylece Cami
cemaatinin, çoğunluğunu Fatihli esnafın oluşturduğu öfkeli radikal grupla ana cadde üzerinde birleşmesi sağlanarak, yapılacak manipülasyonlarla öfkeli grubun yaşananları irticai söylemler ve sloganlar eşliğinde protesto etmesinin sağlanacağı” kararlaştırılmıştır.
Sakal Eylem Planına göre; “ölümden daha çok yaralanmaya sebep olacak şekilde hazırlanacak tahrip düzeneğinin bir çanta içerisine yerleştirilmiş olarak Tahrip -A tarafından abdest alınırken şadırvanda unutulmuş görüntüsü verilerek bırakılacağı, Tahrip-A’nın malzemeyi bırakmayı müteakip derhal Camii avlusundan çıkarak işaretini vereceği, Tahrip-A’nın işaretini gören Tahrip-B’nin sahaflar çarşısı içinden ilgili telefon numarasını arayarak tahribi gerçekleştireceği, patlama esnasında ; Kayıt –A’nın, cami içerisinden özellikle patlama anını ve sonrasını, Kayıt –B’nin ise patlama sonrası camiden çıkarak ve patlama ile avluda oluşan panik havasını çekeceği, öfkeli kalabalığın meydanda toplanmasını müteakip hem Kayıt-A hem de Kayıt-B’nin meydanda kayıtlarına devam ederek, görüntülerin ivedi olarak internet üzerinden yayılmasının sağlanacağı, Tahrik-A ve Tahrik-B’nin irtibatlı bulundukları ve halkın içerisine sızmış bulunan provakatörleri harekete geçirerek, böylece Cami cemaatinin, çoğunluğunu üniversiteli gençlerin oluşturduğu öfkeli radikal grupla İstanbul Üniversitesi Meydanında birleşmesi sağlanarak, öfkeli grubun yaşananları irticai söylemler ve sloganlar eşliğinde protesto etmesinin sağlanacağı” kararlaştırılmıştır.
Görüldüğü üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal hiyerarşik yapılanması dışında, ayrı bir teşkilat ve hiyerarşik yapılanmaya gidilerek, serbest demokratik seçimlerle iş başına gelmiş siyasi iktidarı hükümetten uzaklaştırma amacıyla kara, deniz ve hava unsurlarının tam bir işbirliği ve eylemli paylaşım anlayışı ile hareket ettikleri, bu kapsamda;
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “İCRA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “Bölücü Terör Örgütü ve El Kaide’nin büyük şehirlerde özellikle İstanbul’da eş zamanlı büyük eylemleri ve anılan eylemler sonrasında icra edilecek, STK ve üniversiteler ile koordine edilerek yönlendirilecek çok geniş katılımlı toplumsal gösteriler ve eylemler neticesinde oluşan kaos ve karmaşa nedeniyle öncelikle olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetimin ilan edileceği,
……
Olağanüstü hal ve sonrasında sıkıyönetim ilanını müteakip derhal, AKP Hükümetinin iktidardan zorla uzaklaştırılarak ve mevcut irticai yapılanmanın şiddetle bertaraf edilerek, belirlenen kadroların iktidara getirilmesinin yolunun açılacağı” belirtilmektedir.
Buna göre, hükümetin iktidardan uzaklaştırılması için öncelikle, hükümetin olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanına mecbur bırakılmasının gerekmekte olduğu, bu noktada oluşumun deniz unsurlarının “SUGA”, hava unsurlarının “ORAJ” adlı harekat planlarına bakıldığında;
Suga Harekat Planının “VAZİFE” başlıklı bölümünde, “SUGA Komutanlığı tarafından, Sıkıyönetim Kanunu’nda belirtilen yetkilerin kullanarak iç tehditle mücadeleyi kolaylaştırmak üzere kısmi seferberlik ilan edilmesi maksadıyla;
a. EGAYDAAK’larda Yunanistan’ın Türkiye aleyhine fiili uygulamalarının engelleneceği,
b. Ege Denizi’nde icra edilen tatbikatlarda Yunanistan ile çatışmaya varmayan gerginliği tırmandırıcı durumların oluşturulacağı,
c. Yunan Adaların 6-12 mili arasında sancak/varlık gösterileceği,
ç. Emredildiğinde Yunan unsurlarına karşı Ege ve Doğu Akdeniz’de caydırıcı ve zorlayıcı tedbirler alınarak krizin tırmandırılmasına yönelik faaliyetlerin icra edileceği”
“İCRA” başlıklı bölümünde, “Harekâtın maksadının; Ege Denizi’nde Yunanistan ile çatışmaya varmayan faaliyetler ve küçük çaplı çatışmalarla krizi tırmandırmak ve kısmi seferberlik ilan edilmesi için gerekli ortamın oluşturulması” olduğu belirtilmekte,
Oraj Hava Harekat Planının “VAZİFE” başlıklı bölümünde, “Türkiye genelinde sıkıyönetim ilan edilmesini sağlamak ve Sıkıyönetim Komutanlıklarının faaliyetlerinin başarıya ulaşmasını sağlamak maksadıyla; Yunanistan’la gerginliğin artırılacağı ve irtica yanlılarının tahrik edilerek TSK aleyhine faaliyetlere başlamalarının sağlanacağı, envanterindeki mevcut silah sistemlerini kullanarak psikolojik etki yaratılarak hükümet ve TBMM üzerinde baskı kurulacağı” ifade edilmekte,
“İCRA” başlıklı bölümünde, “Türk Hava Kuvvetlerinin Ege Denizindeki uçuşlarının sayısının artırılacağı, Türk savaş uçaklarının Yunanistan tarafından engellendiği ve taciz edildiğinin gündeme getirileceği,
Hava Kuvvetleri Komutanlığı bünyesinde ve özellikle Filolarda Yunan Hava Kuvvetlerine yönelik husumet ve gerginliğin kontrollü olarak artırılarak, pilotların uçuşlarda daha agresif olmalarının sağlanacağı, benzer olaylarda meşru müdafaa kapsamında atış dahi yapabileceği gayri resmi olarak pilotlara deklere edileceği,
Hükümetin sıkıyönetim ilan etmesi sağlanıncaya kadar faaliyetlere aralıksız devam edileceği” belirtilmektedir.
Bu kapsamda EGAYDAAK (Egemenliği Anlaşmalarla Yunanistan’a Devredilmemiş Ada, Adacık ve Kayalıklar) çalışma gruplarının oluşturulduğu, grupların anılan konuya ilişkin çalışmalar yaptıkları,
Harekatın başlaması ile birlikte gözetim altına alınacak bürokrat, yerel yönetici, medya mensubu gibi hassas şahısların Yassıada ve İmralı Ada’ya transferlerinin nasıl gerçekleştirileceklerine ilişkin planlamaların yapıldığı,
Planın uygulanmasına engel olabilecek komutanların harekatın başlaması ile birlikte gözaltına alınmalarının kimler tarafından gerçekleştirileceğinin belirlendiği, bu kapsamda Jandarma, Kara ve Deniz Kuvvetlerine yönelik hazırlanan “GEN ETÜD” ve “HASSAS PERSONEL LİSTESİ EK-C” adlı listelerde Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup 293 general ve amiralin plan ve harekata destek durumlarına ilişkin, “destekler, desteklemez, (+), (-) şeklinde tespitler ile ayrıca kimi isimler için ise “kişiliksiz, geçimsiz, şahsi menfaatlerini ön plana çıkarır” şeklinde değerlendirmelere de yer verildiği anlaşılmaktadır. Ancak dosya içeriği itibariyle temel birçok dokümanı ele geçirilemeyen Oraj Hava Harekat Planı kapsamında, hava unsurlarının benzer nitelikteki belgesine ulaşılamamıştır.
Yine, oluşumun deşifre olması durumunda alternatif hareket tarzlarının geliştirilmesi, muhtemel adli ve idari soruşturmalara yönelik tedbirlerin alınmasına ilişkin çalışma grupları oluşturulmuş, “ihtimalat planları”nın hazırlanması yoluna gidilmiştir.
Jandarma unsurlarının, olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilanının sağlanması maksadıyla harekat ortamının şekillendirilmesine yönelik yukarıda izah edilen “sakal” ve “çarşaf” eylem planları dışında, imza bloğunda Jandarma Kurmay Binbaşı H.. Y..’ın isminin yazılı olduğu “sivil toplum kuruluşlarına yönelik eylem planı”nda ise, “Ekümeniklik konusunda kamuoyu oluşturmak için faaliyetlerde bulunduğu bilinen Rum Patrikhanesinin süresiz kapatılacağı, Patrik Bartholomeos ve diğer yöneticilerin tutuklanacağı, Rum Patrikhanesi’nin tüm mal varlığının, Türk Ortodoks Patrikhanesine devredileceği, azınlıklara ait eğitim
kurumları, hastane, basın yayın organları, dernek ve vakıfların faaliyetlerinin ikinci bir emre kadar durdurulacağı, zararlı faaliyette bulundukları tespit edilenlere el konulacağı, zararlı faaliyette bulunmaları neticesi el konulan azınlıklara ait eğitim kurumu, hastane, basın yayın organı, dernek ve vakıf yöneticilerinin mal varlıklarına el konulacağı” öngörülmüş, bu hususa ilişkin olarak, 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y.., 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen 1.Ordu Plan Seminerinde, “İstanbul da yaşayan azınlıklara ait ibadet, eğitim kurumlarıyla, hastane, basın yayın organları, dernek ve vakıflar yansıda sunulmuştur. Yasalarımıza bağlı gözükmekle beraber Rum Patrikanesi’nin Ekümeniklik konusunda kamuoyu oluşturmak için faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir” şeklinde açıklamada bulunduğu da görülmüştür.
1.Ordu Komutanlığının görev alanında bulunan İstanbul ve Bursa Jandarma Bölge Komutanlıklarının sorumluluk sahaları içinde, “kilit görevlere atanacak personel”, “görevlendirilecek personel”, “tutuklanacak AKP üyeleri”, “gözaltına alınacak belediye başkanları”, “gözaltına alınacak siyasi parti üyeleri”, “görevli mülki amir ve belediye başkanlarının durumları”, “kapatılacak dernekler”, “plana destek verecek dernekler”, “kiliseler ve sinagoglar”, “arama yapılacak yerler”, “gözaltına alınacak irticai örgüt mensupları” ve “tutuklanacak irticai örgüt liderleri”ni gösterir listelerin hazırlandığı, İstanbul Jandarma Bölge Komutanlığında görevli olup listelerin imza bloğunda adı bulunan İstihbarat Şube Müdürü Jandarma Albay K.. A.., 24.02.2010 tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında şüpheli sıfatıyla müdafii huzurunda alınan ifadesinde, “yapılan listelerin rutin bir istihbarat faaliyeti olduğunu, listelerin hazırlanması konusunda üstü olan İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Abdulkadir Eryılmaz tarafından emir verilmiş ise, gereği için kendisinin de illere göndermiş olabileceğini ve illerden gelen listeleri birleştirmek suretiyle karargâh çalışması olarak üstlere sunmuş olabileceğini” belirtmek suretiyle anılan listeleme çalışmalarını kabul ettiği, bu maddi gerçeği doğrular şekilde, İstanbul Jandarma Bölge Komutanı Tümgeneral Abdulkadir Eryılmaz 25.11.2010 tarihli İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında şüpheli sıfatıyla müdafii huzurunda alınan ifadesinde, “listelerin hazırlanması konusunda kendisinin emir vermediğini, bu listelerin emir komuta zinciri dışında hazırlanmasının da mümkün olduğunu” beyan etmiş, aynı hususa ilişkin olarak 03.02.2012 tarihli duruşmada alınan savunmasında da, “Cumhuriyet savcılığında, bu fişlemelerin emir komuta zinciri dışında hazırlanması mümkün müdür diye bir soru var. Bu soruyu aldığımda sayın Savcımıza şunu söyledim zapta geçmeden. Bu emir komuta ile emir komuta zinciri içinde yapılır desem ben şüpheli sıfatıyla karşınızdayım. Benim komutamda yapıldığı anlaşılır. Emir komuta dışında, zinciri dışında yapıldı desem o zaman 2 personelimin ismi var bana sorulan sorularda. Bunların hakkında bir şüphe kapalı olarak da olsa bir şüphe anlamı taşır dedim. Dedi; hayır o manayı taşımaz. Yukarıda bu listelerle ilgili bizim görev ve fonksiyonumuz yok dediniz. Avukata danışayım dedim. Avukata danıştım o da hayır efendim dedi, bir behis yoktur dedi. Ben emir komuta zinciri dışında yapılır şeklinde bir beyanda bulundum. Buradaki kastım kesinlikle bir personelimi, personelime şüphem olduğu yolunda değildir. Böyle bir şeyim savunmam içerisinde de yapılamayacağını ifade ettim. Tek başına 2 karargah subayının yapabileceği iş değil. Benim karargahım bilgi toplamakla yetkili ve bu bilgi toplama konusunda kadrosu olan bir karargah değildir. Ast birliklerden gelen bilgileri derler buna dair kıymetlendirme yapar. O itibarla bu sorum yanlış anlaşılmasın diye düzeltiyorum. Hiç kimse ilgili bir kastım burada yoktur. Tabi üçüncü bir cevabı varmış onu burada öğrendim. Yetkisiz ve başkaları tarafından yapılabileceği hususunda bir noktaya bulunduğum süre içerisinde gelmiş bulunuyorum” biçiminde anlatımda bulunduğu, yine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına teslim edilen 11 nolu CD ve Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçen 1 nolu TDK marka CD içerisinde bulunan, imza bloğunda İstihbarat Şube Müdürü Jandarma Yüzbaşı Y.. G..’ın adının bulunduğu “Bursa İli ve İlçelerinde Görevli Mülki Amir ve Belediye Başkanlarının Durumu” başlıklı siyasi görüş ve genel tutumlarını içerir fişleme niteliğindeki çalışmanın aynısı olup adı geçene ait olan ıslak imzalı belgenin Gölcük Donanma Komutanlığında yapılan aramada ele geçirilmiş olması ile listeleme çalışmalarının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde teyit edildiği anlaşılmış olup,
Dosya kapsamındaki çalışmalara ilgili oldukları alanlar bakımından rakamsal olarak bakıldığında, yaklaşık; 5000 subay ve astsubayın (Özel operasyon ve sorgulama timlerinde, özel görevli toplama timlerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, darbe harekatı timlerinde, gözaltı timlerinde, hasar tespit timlerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, özel hastaneler ve ilaç depolarında, gümrükler, depolar, ambarlarda, alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personeller, müzahir personeller, operasyonel faaliyetleri yürütecek personeller, öncelikli ve özellikli görevlendirilecek personeller ve sıkıyönetim görevlerinde kullanılacak personelin yaklaşık 3500 kişi olduğu) sicil ve görev yerleri ile, 13000 sivil (Çeşitli bakanlıklar ve bağlı kuruluşlarında çalışan üst düzey kamu personeli, Yargıtay ve Sayıştay üyeleri, hakim, savcı, vali, kaymakam, belediye başkanı, emniyet mensubu, siyasi parti üye ve yöneticileri, öğrenciler vs.) kişinin görev yerleri ve bazı kişisel bilgileri ile, 2000 tüzel kişinin adresleri ile birlikte belirlenmiş kategoriler içinde listelendiği görülmektedir.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında; yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek için hazırlanmış elverişli bir plan olan Balyoz Güvenlik Harekat, Suga Harekat ve Oraj Hava Harekat planları ile diğer planların ve bunlara ilişkin organizasyon, görevlendirme ve bu görevlendirmelerin gereklerine dair çok geniş bir coğrafi alana yayılan, yaklaşık 20000 gerçek kişi ve kurumu ilgilendiren 2003 yılına ait bilgi ve değerlendirmeleri içeren çalışmaların, ileri sürüldüğü gibi tamamen kurgulanmış, asılsız ve sahte olduğu yönündeki savunmaların dosya kapsamına ve hayatın olağan akışına uygun olmadığı anlaşılmaktadır. Bu sahteciliğin gerçekleştirilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü tarihler, yapılan çalışmaların kapsam ve ayrıntıları ile sanıkların görev, unvan ve çalışma alanlarının uyumu, yine yapılan tüm çalışmaların suç tarihine ilişkin siyasi konjonktüre uygunluğu ile gerçekleştirilmek istenen amaç suça matufiyeti göz önüne alındığında; yıllar öncesine ait geniş bir alanı ilgilendiren detaylı bilgilerle yıllar sonra bu çap ve içerikte bir plan ve eklerinin kurgu olarak isabetli bir biçimde hazırlanmış olmasının hükme esas alınan bilirkişi raporundaki tespitler de dikkate alındığında mümkün görülmediği, dosyada bulunan planlar, ekleri ile tüm belgelerin suç tarihinde sanıklar tarafından amaç suça yönelik olarak gerçekleştirilmiş bir anlaşma ile bu anlaşmayı takiben gerçekleştirilmiş icra hareketlerini gösteren belgeler olduğu sonucuna varılmıştır.
Bu kapsamda; oluşumun yasadışı olması, çalışmanın kapsamı, nispeten kısıtlı imkan ve personelle hukuka aykırı olarak ve gizlice yapılması ile tanıklar M.. Ü.., S..E.. B.., B.. A.., O..G.., B.. B.., A.. Y.., S.. K..ve M..E..B..’ın anlatımları da nazara alındığında; planlama, görevlendirme ve çalışmaların askeri hiyerarşiye, yazışma şekil ve tekniklerine uymadığına ve belgelerin içeriğine ilişkin itirazlar yerinde görülmemiştir.
2.3- Dijital Belgelerin Saklanması;
Sanıklar tarafından hazırlanan planlar, yapılan organizasyon ve görevlendirmeler, görevlendirmelerin gereklerine ilişkin çalışmalar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı, meşru görev ve yetkileri, mutad imkan ve kabiliyetleri kullanılarak açıktan yapılmış ve bu nedenlerle her zaman kolaylıkla tekrarlanabilir nitelikte işler olmayıp, ayrı bir hiyerarşik yapı ve illegal bir organizasyon ile gizlilik ve güvenlik prensiplerine uyularak nispeten kısıtlı imkanlarla yapılan işler olduğundan, imha edilmeyip daha sonra kullanılmak üzere ele geçirildikleri tarihe kadar saklanmaları, sanıklar tarafından girişilen eylemin ve ulaşılmak istenen neticenin mahiyetine ve bu çerçevede hayatın olağan akışına uygun görülmüştür. Kaldı ki aynı mahallerde Balyoz, Suga, Oraj harekat planları ve icrası ile ilgisi olmayan ancak Türk Silahlı Kuvvetlerinin görev ve yetkileri ile de ilgisiz aynı mahiyetteki ve sanıklar tarafından da kabul edilen çok sayıdaki belgenin de saklanmakta olduğu anlaşılmıştır. Bu durumda, yapılan bu tür yasadışı çalışmaların daha sonra yapılacak benzer faaliyetlerde de kullanılmak gibi sebeplerle saklanmakta olduğu sonucuna varılmaktadır.
Belgelerin ele geçiriliş şekli ve mahalleri, planlar dahilinde görevlendirilecek unsurların çeşitliliği ile de uyumludur. Plan ve planın icrası kapsamında, kara, hava ve deniz unsurlarının yer alması ile plan ve diğer belgelerin Donanma Komutanlığına ait istihbarat görevi icra eden bir mahalde ve Hava Kuvvetlerinden istihbarat görevindeyken ayrılmış bir emekli albayda gizlenmiş olarak ele geçirilmiş olması ve gazeteciye ulaştırılmış olan belgelerin de kara unsuru olan 1.Ordu Komutanlığının kozmik oda olarak bilinen kontrollü evrak bürosundan çıkarılmış olması arasındaki paralellik, oluşa ilişkin kabulün hayatın olağan akışına uygun olduğunu göstermektedir. Dava konusu plan ile bu kapsamdaki belgelerin, ilgili suçun icrası kapsamında olsun ya da olmasın, bu planın icrasında görev alan unsurlara ait yerlerde ve mensup kişilerde en az bir nüsha olarak çıkması görev bölümü ve oluşumu doğrular nitelikte görülmüştür.
2.4- 05-07 Mart 2003 Tarihli Plan Semineri
2.4.1- Süreç;
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “HAZIRLIK SAFHASI” adlı bölümünde, “Balyoz Güvenlik Harekat Planının, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde, “GİZLİ” gizlilik derecesinde ve özel seçilmiş, sınırlı sayıda personelin katılımıyla icra edilecek bir plan seminerinde denenip müzakere edileceği”,
“AST BİRLİKLERE GÖREVLER” adlı bölümünde ise, “Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde oynanacağı plan seminerine kadar, irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm listeler ile teşkil edilecek olan özel görev timlerinin listelerinin güncelleneceği” ifade edilmek suretiyle, Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının 2003 yılı Tatbikat Programlama (TATPROG) dokümanına göre, 04-06 Mart 2003 tarihlerinde 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde icra edilecek olan plan seminerinde, örtülü şekilde Balyoz Güvenlik Harekat Planının görüşüleceğinin kararlaştırıldığı,
Ayrıca 1.Ordu Komutanlığının, Tuğgeneral M.. Ö.. imzalı 07 Şubat 2003 tarihli yazısında, icra edilecek plan seminerindeki arzların mutlaka somut verilere dayandırılmasının ast birliklere emredilmesi suretiyle, Balyoz Güvenlik Harekat Planının yukarıda bahsedilen “ast birliklere görevler” başlıklı bölümü ile de paralellik sağlandığı,
1.Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın, 05 Mart 2003 günü plan seminerinin açılışında, “Aslında günümüzdeki gelişmeleri dikkate aldığımız zaman birinci öncelikli ele almamız gereken iç tehdidi bu seminerde öne alıyoruz. İçinde yaşadığımız koşulları hepiniz biliyorsunuz, yaşadığımız durumları ve gelişmeleri hepiniz biliyorsunuz ve olası en kötü senaryo derken o kötü senaryodan daha kötü senaryo aslında. Gelişmeler bir yönüyle bundan bir kaç ay evvel öngördüğümüz senaryodan daha kötüsüne mi gidecek bilmiyorum. Öyle bazı endişe verici bazı gelişmeler de var. Bütün gelişmeler içerisinde tabi sağduyulu ve sağlam düşünmek sağlam duruş vaziyetinde olması lazım silahlı kuvvetlerinin, çünkü halkımızın bütün olumsuz gelişmelere karşı tek dayanağı yine silahlı kuvvetler. Bu bakımdan da bu olumsuz gelişmeler içte gelişecek olumsuz gelişmelere karşı hazırlıklı olmak planları gözden geçirmek ve hatta yoksa planlarımız yeni planlar üretmek durumundayız ….. şimdi arkadaşlar, bu bir jenerik senaryo ama günümüzdeki gelişmelerle bir paralellik taşıyor” şeklindeki ifadelerinin de bu durumu teyit eder nitelikte olduğu anlaşılmıştır.
1.Ordu Komutanlığının 12 Aralık 2002 tarihli Plan Çalışması Uygulama Esasları yazısında plan seminerinin, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” esas alınarak icra edileceğinin belirtildiği; Kara Kuvvetleri Komutanlığının 02 Ocak 2003 tarihli yazı ve eklerine göre ise, icra edilecek plan seminerinde “Türkiye ile Kırmızı arasındaki sorunların barışçı yollardan çözümlenememesi ve giderek tırmanan gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içinde Ertuğrul Harekat Planı incelenmek suretiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığının Dumlupınar veçhesi gereği hazırlanan Harekat Planının geliştirilmesi, uygulamaya dönük hazırlıkların ve komuta kontrol sistemlerinin gözden geçirilmesi” hedeflenmiş ve 03 Ocak 2003 tarihli yazısına göre de “plan seminerinin, Genelkurmay Başkanlığı TATPROG 2003-2006 dokümanında emredildiği şekli ile icra edilmesi”, teklif edilen “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryonun” ise 04-06 Mart 2003 tarihli plan seminerinden sonraki bir tarihte “plan çalışması” şeklinde incelenmesi emredilmiştir.
Genelkurmay Başkanlığı TATPROG 2003-2006 dokümanı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının 03 Ocak 2003 tarihli açık emrine rağmen, 1.Ordu Komutanı Orgeneral Çetin Doğan’ın icra edilecek plan seminerini Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığının öngördüğü kapsamda yapmama kararlılığı nedeniyle, 1.Ordu Komutanlığı Karargahı tarafından, Ordu Komutanı ile Kuvvet Komutanının arası açılmasın düşüncesi ile Kara Kuvvetleri Komutanlığına Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içermeyen 14 Ocak 2003 tarihli, 1.Ordu ast birliklerine ise Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içerir 15 Ocak 2003 tarihli; “1.Ordu Plan Semineri-2003” konulu yazının gönderilmesi düşünülmüş ancak, hem ast birliklere hem de Kara Kuvvetleri Komutanlığına Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryoyu içerir 31 Ocak 2003 tarihli tek bir yazının gönderilmesine karar verilmiş olduğu, 1. Ordu Komutanlığı Harekat Y.Başkanı Tuğgeneral M.. Ö.. ve Harekat Şube Müdürü Kurmay Albay S.. T..’nin anlatımlarından anlaşılmıştır.
İcra edilecek plan seminerine ilişkin olarak 1.Ordu Komutanlığınca ast birliklere gönderilen 04 Ocak 2003 tarihli yazıda, seminerin 1 ve 2. gününde Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryonun, 3. gününde ise Egemen Harekat Planının esas alınacağı belirtilmiş iken, 06 Şubat 2003 tarihli yazıda, 04 Ocak 2003 tarihli emre ilişkin olarak metinden “Egemen Harekat Planı esas alınarak” ifadesinin çıkartılarak yerine “önceden gönderilecek özel durum esas alınarak” ifadesinin ilave edilmesi istenmiştir.
1.Ordu Komutanlığının 21 Şubat 2003 tarihli yazısı ile, 04-06 Mart 2003 tarihinde icra edilmesi planlanan seminerin 05-07 Mart 2003 tarihine alındığı ast birliklere bildirilmiştir.
Kara Kuvvetleri Komutanlığının “Harp Oyunu ve Plan Tatbikat/Seminerleri İcra Esasları”na göre, plan seminerinde gerçek isimlerin kullanılmayacağı belirtilmesine rağmen, 05-07 Mart 2003 tarihinde icra edilen plan seminerinde görevden uzaklaştırılması düşünülen bazı yer belediye başkanlarının adları ile imam hatip lisesi müdürlerine yer verildiği, ayrıca aynı emirlere aykırı olarak 1. Ordu Komutanı Ç.. D..’ın talimatı ile plan seminerindeki konuşmaların kayıt altına alındığı da görülmüştür.
2.4.2- Plan Seminerinde Yapılan Konuşmaların Balyoz Güvenlik Harekat Planı İçeriğini Doğrulaması;
Duruşmada sanıklar tarafından da doğrulanan plan seminerine ilişkin ses kayıtları dinlendiğinde, söz alan kimi katılımcıların, Balyoz Güvenlik Harekat Planı ve nihai hedefini seminerde örtülü bir biçimde tartıştıkları, siyasi iktidara yönelik yapılan askeri darbelerin yerinde müdahaleler olduğuna ilişkin anlatımlarda
bulundukları, bu kapsamda; 5. Kolordu 3. Zırhlı Tugay Komutan Yardımcısı Kurmay Albay E.. A..’ın, “Komutanım Türk Silahlı Kuvvetleri en tehlikeli senaryo olarak belirlenen bu senaryo ki, bana göre hafif bir senaryo, bunun daha ağır veçheleri de var. Bu senaryonun iç müdahale etmek için, iç tehdidi bertaraf etmeyi, behemehal bertaraf etmeyi takiben iç hat manevrasında olan bir ülkenin yapması gereken şeyi son derece tereddütsüz, sert ve seri bir biçimde yapması lazım, demokratik olmayan unsurların demokrasiyi yıkmak için demokratik haklardan yararlanmasına müsaade etmek akıllı devletlerin çözüm tarzı olmamalıdır”,
5. Kolordu Komutanı Korgeneral Ş.. S..’ın, “12 Eylül öncesinde ülke yangın yerine dönmüş, hergün 50 tane insan ölüyordu. Sağ sol birbirine girmişti. Ama bir 12 Eylül darbesi bütün bunların hepsini ortadan kaldırdı. O ülke sütliman haline geldi. Eee şimdi böyle bir tehdidin ortadan kaldırılması için fazla uğraşa gerek yok. Yani kuvvetleri sağa sola göndermenin, bana göre yapılacak en kolay harekat tarzı bir 12 Eylül gibi harekatın baştan itibaren organize edilmek suretiyle bir anda söndürülmesi imkan sağlar diye düşünüyorum. Burada, tabi burada söylemek istemedik ama sonunda bunu vurgulamaya çalışıyoruz. Bundan sonraki konuşmalarda da dikkate alın…” şeklinde anlatımlarda bulundukları tespit edilmiştir.
Yine, Balyoz Güvenlik Harekat Planının “YENİDEN YAPILANDIRMA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “Potansiyel tehdit teşkil eden unsurların belirlenmesi ve bunların ele geçirilmesi veya kontrol altına alınması; eldeki arşivin incelenmesi yanında, kim, nerelerde, hangi evlerde barınıyor bunların planlanması; kritik alanların tespiti ve başlangıçtan itibaren kontrol altına alınması doğru ve gerçekçi istihbarat akışını gerekli kıldığından askerden arındırılan Milli İstihbarat Teşkilatı (M.İ.T.) yeniden yapılandırılarak müzahir personel kilit görevlere getirilerek (EK-C) başına muvazzaf bir generalin atanacağı” belirtilmiş,
Bu çalışmayı doğrular tarzda plan seminerinde konuşan 5. Kolordu 3. Mekanize Piyade Taktik Tümen Komutanı Tümgeneral B.. B..’nın, “Bir diğer konu, az önce sayın komutanlarımızın büyük rakamlarla ifade ettiği bu boyuttaki irticai ve bölücü örgütlerin biz geçmişte bir 12 Eylül harekatında listelerini elimizde hazır bulduk. Bunların liderlerinin, o listeleri de hazır bulmamızın altında yatan neden istihbarat kuruluşlarının ki, bunların başında gelen Milli İstihbarat Teşkilatının başında askerin bulunmasından kaynaklanıyordu. İçinde bulunduğumuz ortamda bu listeleri sağlıklı bulup bulamama konusunda ben şahsen endişe taşıyorum. Bu bakımdan Kara Kuvvetleri Komutanına da Milli Güvenlik Kurulu üyesi, Genelkurmay Başkanına, bu kanunlarda her türlü teklifi yapabilecek makam Ankara’daki toplantıda bu atmosferde MİT’in başındaki yetkilinin de asker kökenli olmasının, hatta Kara Kuvvetlerinde bir sınıf halinde teşkilatlanan ancak şuanda pek fonksiyonel olmadığı konusunda hem fikir olduğumuz istihbarat sınıfında geçmişte olduğu gibi MİT içerisinde belli bir yüzde içerisinde, belli bir süre daha yer almasının uygun alacağını değerlendiriyorum. Arz ederim” şeklinde,
Aynı konuda konuşan Orgeneral Ç.. D..’ın ise, “Evet sıkıyönetim yeterli mi meselesi tabi ayrı bir konu, sıkıyönetim konusunda ben mevcut düzen içerisinde olabilecek hani çalışmaları bütün zorluklara rağmen yapılması gerekir, eee asker kişi olması yönünde biliyorsunuz arkadaşlarımızın hepside bilsinler zaten yasal mevzu, gerçekten de önemli MİT’in başında bir asker kişinin olması, önemli asker kişi önemli, asker kişi nasıl oluyor onları hep birlikte bilelim. Milli Güvenlik Kurulunda atama kararlaştırılır. Alınması ve yerine adam konması MİT’in, Milli Güvenlik Kurulunda yapılır. Milli, Milli Güvenlik Kurulunda da, mevcut, işte hükümet budur. Bu mevcut hükümetin efendim silahlı kuvvetlerin işine gelecek bir adamı şey yapacak kendisine bu konuda tarafsız doğru bilgiler verecek kimseyi getirmesi de söz konusu değil. Kendilerine yakın sandıkları bazı askeri kişileri de gündeme getirmişlerdir. Tabi bu sorun yaratacağı düşüncesiyle de bu da kabul edilmemiştir, yani yani bu konu Cumhurbaşkanı, yahut şu bu kimseler tarafından bazı adamlar uyanmıştır. Bu da bize gavurların dediği gibi “off the record” olarak söylüyorum. Adamlar kendilerine uygun kişileri oraya getirme çabasında, çok zor, iş bu şartlar altında MİT’i şey yapmak, o yüzden de biz iç hizmetin verdiği bize yetki var. Ötesi berisi yok kanun” biçiminde ifadelerde bulundukları görülmüştür.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “AST BİRLİKLERE GÖREVLER” adlı bölümünde, “Balyoz Güvenlik Harekat Planı’nın, “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” isimli jenerik bir plan şeklinde oynanacağı plan seminerine kadar, irticai, yıkıcı ve bölücü gruplara ait mevcut tüm listeler ile teşkil edilecek olan özel görev timlerinin listelerinin güncelleneceği” belirtilmiş,
Bu çalışmaya uygun olarak, Orgeneral Ç.. D.. ile 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y.. arasında plan seminerinde gerçekleşen konuşmada,
Ç.. D..’ın, “Bu son derece eksiklik zaten biz plan çalışması içerisinde bu konuda bilgi istedik. Yani her EMASYA bölgesindeki komutanlar kendileri, kendi bölgesindeki bilgileri, şahısları belirlemelerini istedik. Sanıyorum ki bu konuda bazı var”,M.. Y..’ın, “Klasörler burada yanımızda getirdik komutanım. İstanbul ili için daha çok bilgiye ihtiyacımız olmasına rağmen elimizde yeterli bilgi var. Yani fırınlarından pastanelerine kadar hepsini çıkardık. Listelerimiz hazır, örgütlerin nerelerde olduğu, vakıflar nerelerde, sinagoglar, kiliseler, nereleri korunacak, yeterli bir çalışma yaptığımızı sanıyorum. Gelişmeye muhtaç yalnız komutanım. Çünkü bazı noktalarda gelip tıkanıyorsunuz. Karşı tarafta muhatap olduğunuz kişiler neden acaba bu bilgiyi istiyor diye soru işareti ile size geldiğinde o zaman şu çalışmamızın gizlilik derecesi ifşa olma durumuna geldiği için emir verdik. Kolordu komutanımızda aynı şekilde emir verdiler orada durduk”,
Ç.. D..’ın, “Yoo yoo durmayın. Bilgi sahibi olmamızın, bazılarının bazı faaliyetlerde caydırmada etkisi olur. Yani silahlı kuvvetler olarak bazı bilgiler istenilmesi bazı şeyleri şey yapılması, insanların bilgi alması bu adamaların cüret ve cesaretlerini kırma bakımından şeyler olur, bizim duruşumuzu biliyorlar zaten, bizim duruşumuzu tutumumuzu biliyorlar ve bu durumda da silahlı kuvvetlerin boş durmadığını herhangi bir duruma karşıda tepki göstereceğini bilmeleri gerekir. Ben bu konuda gereğinden fazla birşey değil, bizim yasal zemin içerisinde yasal görevimizi bulmak için bir görev yapıyoruz. Bu durumda ben taa 1997 yılında o zaman Batı Çalışma Grubunun başında olarak bir yazı yazdım, bütün garnizon komutanlarına o dönemde ve bunu ele geçirmişler. Ele geçirende C.G. beni Devlet Güvenlik Mahkemesine mahkemeye verdi. Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildi. Orda şöyle yazmıştım. Açıkça bazı camilerde işte silahlı kuvvetler aleyhine şeyler oku, rejim aleyhine hutbeler okutulduğu konuşmalar yapıldığı, işte garnizon komutanları görevi müsait olan personelin tamam mı görevlendirilerek yer, zaman tespiti suretiyle bunların belgelendirilmesini ve bu suretle bizi bilgilendirilmesini, bizim de bunu bir şeyi ilgili yetkili, yetkili makamlara bunu duyuracağımız yönde bir yazı yaz, gayet demokratik bir yazı aynı şekilde de böyle yapan var, kim yapıyor ediyor bunları bizim bilme ülkenin birlik ve bütünlüğünü koruma yönündeki şeyimizin bir vazifemizin bir neticesidir” şeklinde ifadelerde bulundukları tespit edilmiştir.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “HAREKAT TASARISI” adlı bölümünde, “Devlet otoritesi hâkim kılınıncaya kadar kamu görevlerinin ifası için asker ve sivil şahıslar atanacağı, bu maksatla; bütün kilit görevleri Askeri personelin devralacağı, anılan kilit personelin, Harp Akademileri Komutanlığı, sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde emekli general, subay ve astsubaylardan tefrik edilerek, bu personele ait hazırlanmış olan isim listelerinin güncellenerek hazır tutulacağı” belirtilmiş,
Bu çalışma içeriğine uygun olarak, plan seminerinde konuşan 3. Kolordu İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Albay E.. K..’ın, “Kamu görevlerinin devralınması için önceden belirlenmiş olan personel görevlendirilmeleri icra edilecektir. Bu maksatla atanacak asker ve sivil şahıs listesi sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca güncellenmiş ve önceden sıkıyönetim komutanlığına gönderilmiş olacaktır. Askeri personel bütün kilit görevleri alacaktır. Bu personel Harp Akademileri, sınıf okulları ve diğer askeri birliklerdeki belirlenmiş general ve subaylardan, yetmediği takdirde emekli general ve subaylardan tefrik edilecektir. Sıkıyönetim komutan yardımcılıklarınca, personel tehdit eden, potansiyel tehdit eden şahıslar gözaltına alınacaktır. Bu şahısların gözaltına alınması için timler teşkil edilecek bunların her sıkıyönetim komutan yardımcılığı için belli yerlerde gözaltında tutulması planlanacaktır” biçiminde,
Aynı konuya ilişkin olarak Orgeneral Ç.. D.., 3. Kolordu 66. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral İ.. B.. ve 15. Kolordu 2. Zırhlı Tugay Komutanı M.. V.. tarafından yapılan konuşmalarda ise;
Ç.. D..’ın, “Belli yerlerdeki efendim belediye, büyükşehir belediye başkanlığı dâhil, büyükşehir belediye başkanlığının ötesinde küçük hani normal bağlı belediye başkanlıkları örgütleri var. Bunların bir bölümü irticacı, gerici ve değerlendirmeler içerisinde de ne yapıldı, Tümen Komutanınız bunlarında problem yaratacağını söyledi. Doğrudan doğruya bu belediyeye yönetimlerine el koyma gibi görevlendirmeleriniz yok mu? Mesela diyelim ki Pendik Belediye Başkanı, Yakacık Belediye Başkanı, Ümraniye Belediye Başkanı yahut şuradaki buradaki belirli mahallerde yönetimi bütünüyle buradaki halkın ihtiyaçları ve bilmem bir de askeri yönetimin doğrudan doğruya olması gereken, Şişli Belediye Başkanı demiyorum, belli yerlerdeki bütün faaliyetleri hizmetleri kontrol etme fiilen orda görevlendirme gibi bir düşünceniz yok bu şeye göre. Eskileri kontrollü olarak güdeceksiniz. Ama şu var yani. Gözle aşikar olan bir şey var. Şimdi bir büyükşehir belediyesi var. Bir İski’si bir keskisi bilmem nesi var. Şirketleri var, ondan sonra bunun ötesinde bir de neler var. Belli Pendik Belediye Başkanı var, yani adam. Üsküdar Belediye Başkanı var. Yani belli, irtica olan adamlar sıkıyönetimde ne yapıyor. İstanbul Belediye Başkanı değişti mi 12 Eylül’de, değişti değil mi? Buyurun. Ben şimdi daha bazı sorular soracağım, çünkü Kuvvai İnzibatiyenin temsilcisi var burada, Jandarma Bölge Komutanımız bu konularda hem istihbarat bilgisi bakımından…”,
İ.. B..’nın, “Komutanım bilgileri, biz belediye başkanlığına ulaşmakta güçlük çekiyoruz, malum nedenlerden dolayı direkt temasa da geçmemiz pek uygun değil, değişik zamanlarda gerek personelim gerekse kaymakamlıktan bilgi
almak suretiyle hangi belediyelerin müzahir, hangi belediyelerin böyle bir kalkışmada bizim vereceğimiz emirlere uymayabileceğini flu olarak çıkardım. Bölgemde 8 belediyenin böyle bir durum oluşması halinde verdiğim talimatlara aynen uyabileceğini değerlendiriyorum, ancak 4 belediyenin de uygun safhada başkanlarının değiştirilmesi için Kolorduya teklifim de var komutanım”,
M.. V..’un, “Bölgedeki bütün basın yayın kuruluşları kontrol altına alınacak, halkın kışkırtılması ve tansiyonun yükseltilmesine yönelik yayınlar engellenecek, rejim aleyhtarı yayın yapanlar kapatılacak, bütün eğitim kurum ve kuruluşlarında eğitimin kesintisiz devam ettirilmesi için gerekli tedbirler alınacak, halkın seyahat özgürlüğünün kısıtlanmaması için karayolu, havayolu ve demiryolu ulaşımı açık bulundurulacak. Tuzla Belediye Başkanı İ.G. ve Sultanbeyli Belediye Başkanı Y.K. yerine tespit edilen personelle değiştirilecek, Kartal’da 12, Pendik’te 2 ve Sultanbeyli de 3 olmak üzere, toplam 17 amacı dışında faaliyet gösteren kurum derhal kapanarak sorumlular hakkında yasal işlem yapılacak” şeklinde ifadelerde bulundukları görülmüştür.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “HAREKAT TASARISI” adlı bölümünde, “Alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personel listelerinde (EK-M) olası değişiklikler hassasiyetle takip edilecek ve herhangi bir aksaklığa meydan verilmeyeceği” belirtilmiş,
Bu konuyu doğrular şekilde plan seminerinde konuşan 3. Kolordu İstihbarat Şube Müdürü Kurmay Albay E.. K..’ın, “Başta gıda maddeleri olmak üzere bölge halkının temel gereksinimlerinin karşılanmasında kontrolün belediyelere bırakılmayacağını, sıkıyönetim komutan yardımcılıklarının büyük alışveriş merkezlerini doğrudan kontrol ederek bu merkezlerin imkânlarından yararlanılacağını” ifade ettiği,
Konuya ilişkin açıklamalarda bulunan Orgeneral Ç.. D..’ın ise, “Sıkıyönetim ilan edildiği zaman en önemli konu, en önemli konu, halkın günlük ihtiyaçlarının, yemesinden, içmesinden, barınmasından, asayişinden tamamen silahlı kuvvetlerin sorumlu olmasıdır. Ve yapılan her harekette, yanlış adımda, polisin yaptığı hareket yanlışsa, bizlerin yaptığı, sokakta devriye gezen bir jandarmanın yaptığı bir hareket yahut da bir merkez komutanlığına bağlı bir inzibat erinin yaptığı hareket kötüyse, faturası hepimize çıkacaktır. Onun için de bu konularda temel, temel yaklaşım biçiminin belirlenmesi icap eder. Sıkıyönetim hallerinde, sıkıyönetim hallerinde görev ve sorumlulukların belirlenmesinde Merkez Komutanlığı ve bu birim içerisinde görev yapanlar, diğer unsurlar tamamen halka davranış biçimlerini, halkla ilişkilerini çok iyi bilmesi lazım. Bilelim ki bütün ihtiyaçların karşılanmasında silahlı kuvvetler sorumlu görülecek. Şu halde Devlet Su İşleri, bölgedeki belediyelerin Diskisi, İskisi, Yaskisi, Maskisi diye bir sürü teşkilatlar ve şirketler var. Bu şirketler şuanda zaten gerici unsurların elindedir. Bu şirketler kendilerine serbest bırakıldıkları takdirde, bunları denetim planlarını yapmadığımız takdirde, bunlarla ilgili planlama, bunların başına kendi içimizden yani emekli olmuş personel geçirmediğimiz takdirde, bunları yeni bir yapıya kavuşmadığımız takdirde, bunların yaptığı her hareket bizi sabotaja yönelik olacaktır ve baltalayacaklardır ve faturası da halk üzerinde bize çıkacaktır. İşlerin tıkır tıkır işlemesi ve gitmesi lazım. Üniversitedeki hayatın, üniversitedeki gençlerin hani böyle gereksiz güç kullanma baskı kullanma şeklinde değil de, buradaki işlerde bile yani silahlı kuvvetlerin iyi temsilcilerinin bulunması, yani demir yumrukla değil, demir eldivenle değil ama böyle yönetimde kadife eldiven dedikleri bir tarzda irticai kesimle hiçbir surette beraber olmamış unsurların da silahlı kuvvetlerin yanında olmalarını sağlayıcı tertip ve tedbirler alınması lazım. Böyle bir olayda, böyle bir olayda Şükrü Paşa bir şey söylemişti, tabi bu adamlar eli kanlı sopalı falan filan bizim tabi silahlı kuvvetlerin unsurları varken yani halkı silahlandırmamız söz konusu değil. Ama halkın manevi gücünün, maddi varlığının bizim yanımızda olması, sonuna kadar götürülmesi önem taşıyor. Onun için halkla ilişkiler boyutu bu harekâtta çok önemli. Şimdiye kadar yaptığımız sıkıyönetim uygulamalarında temel hatamız, ben yaşamış, bölgede 1960’lardan beri bu tecrübeyi yaşamış bir kimse olarak söylüyorum, temel hatamız şu olmuştur, sıkıyönetim görevleri harp darp olmadığı halde hep tali görevler sayılmıştır” şeklinde açıklamalarda bulunduğu tespit edilmiştir.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının, “İCRA SAFHASI” adlı bölümünde, “Hiçbir hak ve özgürlüğün mutlak ve sınırsız olmadığı gibi, konu laik devletin bekası olunca haber verme ve basın özgürlüğünün de sınırsız ve mutlak olmadığı, harekâtın icrası ile birlikte her türlü yazılı, sözlü ve görsel basın yayın kuruluşlarının kontrol altında tutulacağı, önceden tespit edilen AKP, yıkıcı, bölücü ve irticai gruplara müzahir (EK-C) tüm basın yayın kuruluşlarının yayınlarının derhal durdurulacağı” belirtilmiş,
Bu çalışmaya uygun olarak, plan seminerinde konuşan 3. Kolordu 52. Zırhlı Tümen Komutanı Tümgeneral M.. Y..’ın, “26 televizyon, 130 radyo, 2685 neşredilen yayın ve 2015 matbaa ile Türkiye’deki yazılı ve görsel basının büyük bir bölümü İstanbul da bulunmaktadır” biçiminde anlatımda bulunduğu anlaşılmıştır.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “MAKSAT” adlı bölümünde, “Harekatın maksadının; ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek ve laik demokratik düzenin işlemesine mani olan sebepleri, bir daha hortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırmak” olduğu belirtilmiş,
Bu konu, planın “VAZİFE” başlıklı bölümünde ise, “laik demokratik düzenin işlemesine mani olan sebeplerin, bir daha hortlamamak üzere ebediyen ortadan kaldırılması maksadıyla; derhal, AKP Hükümetinin iktidardan uzaklaştırılacağı ve mevcut irticai yapılanmanın şiddetle bertaraf edilerek, belirlenen kadroların iktidara getirilmesi ile laik devlet otoritesi ve varlığının yeniden tesis edileceği” şeklinde vurgulanmış,
Plan seminerinde konuşan 5. Kolordu Komutanı Korgeneral Ş.. S..’ın; “Şimdi komutanım, ordu karar, şurada ordu komutanı olarak şuna karar vermek lazım. Şimdi ortada son derece önemli bir tehdit var. Buradaki bir başarı sadece İstanbul’la sınırlı kalmayacak bunu gözleyenler bekleyenler var ve buradaki hareketin başarısına bağlı olarak İç Anadolu’da Türkiye’nin genelinde bazı bölgelerde bu olaylar tırmanma gösterebilecek. Onun için buradaki hareketin süratle bastırılması birinci prensiptir. Bunun için ben, 2. Ve 5. Kolordu Komutanlıklarımız dâhil olmak üzere, benim için ikinci öncelik dış tehdide müdahale etmektir. Ben önce iç tarafı halletmek durumundayım. Onun için bu biraz önce ifade edilen seferde kurulacak birliklerle falan bu işin halledilmesi mümkün değil. Onun için ben, 2. ve 5. Kolordu Komutanlığından yeterli emniyet tedbirlerini alabilecek bütün birliklerimi oraya görevlendiririm. Onun dışındakilerin tamamını buraya getiririm. Getiririm İstanbul’un üzerine çökerim. Ve belediye başkanıymış, yok ondan sonra savcıymış, hâkimmiş, kaymakammış, bu konuya olumsuz bakan tablolarda yer alan insanları, gerekirse belediye başkanlıkları, komutanları o görev de uhdesinde olacak şekilde görevlendirmek suretiyle ve ağır bir baskı ve biraz evvel ifade ettiği gibi ben tabi komutan arkadaşıma katılıyorum, ama bir yerde de hani karşımıza halkı almak meselesi ayrı, bunlar kararlarını vermişlerdir bu ülkeyi bölecek parçalayacaklardır ve ülkeyi başka bir rejimin içerisine taşıyacaktır. Böyle kararlı olan bir halka karşı da acımasızca hareket etmek bizim görevimizdir” biçimindeki anlatımlarının da anılan hususu kapsar nitelikte olduğu görülmüştür.
Balyoz Güvenlik Harekat Planının “YENİDEN YAPILANDIRMA SAFHASI” başlıklı bölümünde, “İktidardan düşürülecek olan AKP Hükümetinin yerine planlanan Hükümet ve bürokratik kadroların görevi devralmasının sağlanacağı, DP iktidarından beri devam ettirilen takiyye geleneğine dayalı muhafazakâr iktidarların devlete sızan ve devlet bürokrasisine sinen bütün çağdışı anlayış ve izlerinin silinebilmesi için, ekli programı uygulayacak uzun süreli bir milli mutabakat hükümetinin oluşturulmasının temin edileceği” belirtilmiş,
Bu çalışmayı doğrular biçimde plan seminerinde konuşan Orgeneral Ç.. D..’ın, “Evet içteki birlik bütünlüğü nasıl sağlayacağız, arkadaşlarımız bu konuyu işte gündeme getirdiler, milli birliğin ve beraberliğin oluşmasında evvela inandırıcı milli birliğin sağlayıcı bir hükümetin varlığı ile olur. Dini öne çıkartan, ümmet anlayışını öne çıkartan bir anlayışla milli birliğimiz hiçbir zaman sağlanmaz, insanların dini inançları farklı farklıdır, bu eski ümmet Osmanlı döneminde din adına, gaza yapma adına savaşlar vardı, eski dönemlerde bütün ulusları işte 7 yıl 40 yıl 100 yıl savaşlarına falan soktular, ama şimdiki dönemde ulusal çıkarlarımız ulus devlet olmanın özelliğinden dolayı ulusal birliğimizde, ilk Atatürk’ün o sözü ulusal birliğimizi öne çıkarır. Bunun içinde herşeyden önce, evet hükümetin ve meclisin kendisine çekidüzen verdirici, ben onu söyleyeceğim, şeyde Genelkurmay Başkanına, Kuvvet Komutanına diyeceğim ki, siz meclisi ve hükümeti uyarıcı, bu gidişe dur deyici bir ültimatom verin gerekirse, gerekirse çağırın bu işin sonu b…ktur işte sonunuz böyledir, bu konuda gerekli tertip ve tedbirleri alın. Evvela ulusal birliğimizin, evvela inandırıcı bir milli mutabakat, buraya öyle yazmışım, milli mutabakat hükümeti kurulması sureti ile halkın tasvip edeceği tarafsız bağımsız, bu kadar gaile içinde ülkeyi daha sonra bütün bu gailelerden sonra seçime götürecek bir hükümetin kurulmasını” ifade etmek suretiyle seminerde oynanmakta olan “Olasılığı En Yüksek Tehlikeli Senaryo” içinde öngörülmeyen, ancak “Balyoz Güvenlik Harekat Planında” bulunan ve kendisi tarafından yazıldığını belirttiği elindeki metinde de geçtiği anlaşılan “Milli Mutabakat Hükümeti” tabiri ve yukarıda yapılan belirlemelerle Balyoz Güvenlik Harekat Planı içeriği ile Plan Seminerinde gerçekleşen konuşmaların paralelliği de nazara alındığında, seminerde örtülü biçimde “Balyoz Güvenlik Harekat Planının” değerlendirildiği sonucuna ulaşılmıştır.
Ayrıca Plan Seminerinin, “Ertuğrul Harekat Planını” incelemek suretiyle, Kara Kuvvetleri Komutanlığının Dumlupınar veçhesi gereği hazırlanan harekat planını geliştirme, uygulamaya dönük hazırlıkları ve komuta kontrol sistemlerini gözden geçirmeye ilişkin resmi gündemi dışında ve gündemle de hiçbir şekilde bağdaşmayan başka bir amaca dönük olarak yapıldığı, seminerin icra makamı olan 1.Ordu Komutanı Orgeneral Ç.. D..’ın seminer kapanış konuşmasından da açıkça anlaşılmaktadır.
Anılan konuşmada Ç.. D.., “Arkadaşlar bu plan seminerini, plan çalışmasını kasıtlı olarak belli bir çerçeveye koyduğumuzu, günün şartlarımıza günün konjonktürel gelişmelerine göre dikkatlerimizi nerelerde yoğunlaştırmamız gerektiğini ortaya koymak için yaptığımı herhalde hepiniz anlamışsınızdır. Yani buradaki Yunanistan meselesi tali bir meseledir. Yunanistan eee.. meselesi böyle bir ortam içerisinde zaten olasılığı en uzak bir senaryodur. Aslında içinde yaşadığımız senaryo bu senaryonun neler getirip neler götüreceği konusu önem arz etmektedir. Bunun için ben sizlere evvela iç güvenlik ve Kuzey Irak hakkında son gelişmeler ve buradaki yapılan çalışmalar sonucunda nelerin üzerinde daha fazla durmamız gerektiği konusundaki düşüncelerimi aktaracağım. Sesim duyuluyor değil mi? Daha fazla yaklaştırmayayım herhalde değil mi? Rahatlıkla duyuluyor. Gerçekten de şu anda ülkenin içinde bulunduğu durum bütün yurttaşlarımız tarafından endişeyle takip ediliyor. Bir yanda kontrol imkânını pek bulmadığımız çok önemli gelişmeler var dışarıda, Kuzey Irak’ta ve Irak’ta, bunun ötesinde de içerde de belli bir partinin militan kadrosu adım adım irticai örgütlenmeyi bütün yurt sathında yaymak için bazen geri adım atarak, bazen bir adım geri atarak fakat fırsat bulduğu zaman, geçit bulduğu zaman da iki adımla bunu telafi ederek mesafe almaktadır…” ifadelerini kullanmaktadır.
Yukarıdaki açıklamalar ve dosya kapsamına göre; bir çok belgeden de anlaşılacağı üzere, “bilmesi gereken” ve “bilinmesi gereken” prensiplerine uygun hareket tarzını esas almak suretiyle gizliliğe de riayet ettiği anlaşılan, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında amaç suçu işlemeye dönük ayrı bir yapılanmaya giden oluşumun, planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun çalışmaları yaptığı sonucuna ulaşılmıştır.
3-HUKUKİ NİTELENDİRME
3.1-Genel Olarak;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 6. maddesine göre egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti, kendisine ait olan egemenliği Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliği kullanmaya ilişkin yetki ve görev Anayasa tarafından Yasama, Yürütme ve Yargı erklerine verilmiştir. Bu erkler, esasen millete ait olan egemenliği Anayasanın görevlendirme ve yetkilendirmesine dayanarak kullanırlar. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz. Anayasanın 8. maddesine göre
yürütme, kullanılacak bir yetki ve yerine getirilecek bir görev olarak Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kuruluna verilmiştir. Cumhurbaşkanı ve Bakanlar kurulunun kullandığı devlet yetkisi Anayasadan kaynaklanmaktadır.
Anayasal bir erk olan yürütme erkinin ceza hukuku bağlamında korunması tabiidir. 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi, yürütme organının icra fonksiyonlarını, bu organın üyelerinden bağımsız olarak korumak için düzenlenmiştir. Bu düzenlemedeki koruma, yürütme organının bütün olarak siyasi icra fonksiyonlarına yönelik olduğundan, korunan elbette tek tek yürütme organına mensup kimseler veya bu kimselerin başında bulundukları bakanlıkların idari fonksiyonları değil, siyasi icra fonksiyonlarını bir araya getirerek oluşturdukları yürütme organının bütünü, yani hükümet ile hükümetin siyasi icra fonksiyonları olmaktadır. Aynı doğrultuda, Anayasamızın 112. maddesinde, Bakanlar Kurulu, hükümetin genel siyasetinin yürütülmesinden birlikte sorumlu tutulmuştur.
Yasa koyucunun doğrudan doğruya yürütme organını korumak amacıyla yapmış olduğu düzenleme sadece bu maddeden ibaret değildir. Gerçekten yasa koyucu, “yürütme organını cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etmek veya bunları teşvik eylemek” suçunu 765 sayılı TCK’nın 147. maddesi ile (5237 sayılı TCK’nın 312. maddesi) cezalandırırken, bu suçun icra hareketlerinin dahi başlamadığı safhada “bu suçu işlemek için birkaç kişinin gizlice ittifak etmesini” 765 sayılı TCK’nın 171/2. maddesinde (5237 sayılı TCK’nın 316. maddesi), “halkı hükümet aleyhine silahlı isyana teşvik etmek” suçunu ise 765 sayılı TCK’nın 149. maddesinde (5237 sayılı TCK’nın 313. maddesinde) düzenlemiş bulunmaktadır. Sanıkların eylemlerine uyan yasal düzenlemenin değerlendirilmesinde, yasa koyucunun hukuki konuya verdiği önem ve korunması bakımından yaptığı diğer düzenlemeler ile bunların niteliği de dikkate alınmalıdır.
Demokratik bir devlet olan Türkiye Cumhuriyetinin Hükümeti/Bakanlar Kurulu demokratik seçimler sonucunda ve anayasal prensipler çerçevesinde oluşur ve görev yapar. Hükümet, demokratik teamüllere ve anayasal kurallara uygun olarak, demokratik zeminde sürdürülen yarış sonucunda seçmenlerin tercihine göre belirlenen siyasi partilere mensup yasama organı üyeleri tarafından kurulur ve siyasi iktidar bu siyasi kadrolar tarafından üstlenilir. Seçimleri kazanan siyasi partiler, hükümetler üzerinden siyasi iktidarı anayasal çerçevede kullanırlar ve doğal olarak da kendi programları çerçevesinde icraatta bulunurlar. Nitekim, Anayasamızın 68/2. maddesine göre de, siyasi partiler, demokratik siyasi hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Anayasa Mahkemesinin 30.07.2008 tarih ve 2008/1 esas, 2008/2 sayılı (Siyasi Parti Kapatma) kararında da belirtildiği gibi, “Temsili parlamenter sistemin etkinliğini ve işlevselliğini siyasi partiler sağlar. Özgür siyasi partilerin olmadığı bir sistemin demokrasi olarak nitelendirilmesi kabul edilemez. Çünkü siyasi partiler olmaksızın, toplumsal talep ve beklentilerin siyasal direktifler biçiminde somutlaşması, ulusal iradenin oluşması, toplumsal barışın sağlanması ve devlet yönetiminin halka dayanması mümkün değildir.
………………
Siyasi partilerin kendilerine göre öne çıkardıkları ülke sorunlarına ilişkin farklı çözüm önerileri getirmeleri, demokratik siyasi yaşamda üstlendikleri işlevin doğal sonucudur. Siyasi partiler devlet erkine yönelik toplumsal talepleri yalnızca dile getiren kurumlar değil, toplumsal direktifleri somutlaştıran, yorumlayan ve devlete yönlendiren yaşamsal kurumlardır”.
Diğer yandan, AİHM’nin 30 Ocak 1998 tarihli Türkiye Birleşik Komünist Partisi vd-Türkiye kararında ulaşılan sonuçta da vurgulandığı gibi, tarafı olduğumuz AİHS bakımından da demokrasi yegane politik modeldir ve siyasi partilerin rejimin bütününü etkileme kapasitesine sahip olmaları, oynadıkları rolün gereğidir. “Hiç kuşkusuz demokrasi Avrupa kamu düzeninin temel bir unsurudur… Bu ilk önce, Sözleşmenin, insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesinin, bir yandan gerçekten etkili bir siyasal demokratik rejime ve öte yandan ortak bir insan hakları kavramına ve insan haklarına ortak bir saygıya dayandığını bildirerek, sözleşme ile demokrasi arasında çok açık bir bağlantı kuran, dibacesinden çıkmaktadır…..Demokrasi Sözleşme tarafından tasarlanan yegane politik modeldir ve sadece o Sözleşmeyle bağdaşabilir.
………………
İktidara gelen yegane oluşumlar olarak siyasi partilerin ülkelerindeki rejimin bütününü etkileme kapasitesine sahip olmaları, oynadıkları rolün gereğidir. Siyasi partiler siyasi arenaya müdahale eden diğer örgütlerden, seçmenlere sundukları toplumsal model önerileriyle ve iktidara geldikten sonra bu önerileri uygulama yetenekleriyle ayrılırlar”. Bu nedenle, bir programın uygulanması vaadiyle demokratik serbest seçimler sonucunda millet tarafından iktidara getirilen siyasi partilerin, siyasi iktidarı kullanma bağlamında siyasi icraatlarda bulunmaları tabiidir. Siyasi partilerin her türlü denetiminin nasıl, kimler ve hangi kurumlar tarafından yapılacağı ile iktidardan uzaklaştırılmalarına ilişkin hukuka uygun-meşru yol ve yöntemler de Anayasa ve yasalarda gösterilmiştir. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamayacağına göre, meşru yollarla işbaşına gelmiş bir siyasi iktidarın buradan uzaklaştırılması ancak, ilgili kurallar çerçevesinde ve yetkisini Anayasadan alan kurumlar eliyle olabilecektir. Bu husustaki meşruiyet ve yetki çerçevesi Anayasadan, hukuka uygunluktan ve demokrasiden başka bir yerde, başka bir anlayışta aranmamalıdır.
3.2- 765 Sayılı TCK’nın 171 ve 5237 Sayılı TCK’nın 316. Maddeleri;
Yukarıda da değinildiği üzere, yasa koyucu suçun konusunu farklı açılardan korumak üzere farklı suçlar düzenlemiştir. Bu bağlamda kalan ve 765 sayılı TCK’nın 171/2 ile 5237 sayılı TCK’nın 316. maddelerinde düzenlenmiş bulunan gizli ittifak suçu, “hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunu hususi vasıtalarla işlemek konusunda gerçekleşecek bir irade birliği ile tamamlanacaktır. Buradaki amaç suç cebren işlenecek olduğundan, ittifak iradesinin de cebir içermesi gerektiği tabiidir. İttifakın; vasıtaları tespit etmiş olması, ciddi, amaca yakın ve korunan hukuki değeri tehlikeye düşürecek nitelikte bulunması gereklidir. Suçun oluşması için vasıtaların temin edilmiş olması gerekmez.
Bu ittifakın sağlanması ve ittifak edenlerin iradelerinin tek bir irade haline gelmesi ile bu suç oluşacağından, cebir de içeren bu ittifakın icabı olarak, bu ittifakı takiben amaç suçun icrası kapsamında gerçekleştirilen faaliyetler, amaç suçun, yani hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme suçunun icra hareketleri sayılacaktır. Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 05.11.1987 tarih ve 1987/103-161 sayılı kararında da belirtildiği gibi, “T.C.K.nun 171. maddesinde belirtilen ittifak suçu: İttifaka dahil kişiler arasında fikir uygunluğunun belirli, programlı bir şekle girmiş olması, vasıtaların tespit edilmesi ve gayeye yakın, ciddi ve tehlikeli olmasıdır. Teşekkül eden ittifakın gayeye ait bir takım faaliyetlerde bulunmuş olması halinde ise esas suça ait icra hareketlerine başlanılmış olmaktadır.”
“Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunun işlenebilmesi için elverişlilik bakımından gerekli olan unsurlardan biri de, bu suçu işleyecek olan elverişli sayıdaki failin, elverişli bir biçimde bir araya gelmiş ve elverişli vasıtalarla harekete geçmiş olmasıdır. Bu bir araya gelme olgusu hem elverişlilik bakımından hukuksal bir gereklilik hem de icra hareketlerinin neticeye ulaşması bakımından fiili bir zorunluluktur. Dolayısıyla sanıklara yüklenen suçun işlenmesi bakımından gerekli olan icra hareketlerinin başlangıcında, bu icra hareketlerini amaç suç istikametinde yönetecek, yönlendirecek bir anlaşmanın
bulunması zorunludur.
Bu açıdan bakıldığında; Balyoz Güvenlik Harekat Planı, Suga Harekat Planı ve Oraj Hava Harekat Planının hedef, yöntem ve içerikleri, bu planların birbirleri ile uyumları, ortaya koydukları amaç, organizasyon ve çalışmalar, diğer belgeler ve seminer konuşmaları ile tüm dosya kapsamından, sanıkların meydana getirdikleri oluşumun, icra hareketleri başlamadan önce amaç suçun işlenmesine ilişkin bir ittifakı içerdiği açıkça görülmektedir.
Sanıklar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik organizasyonu içerisinde hareket etmeyip illegal bir oluşum olarak faaliyet gösterdiklerinden ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru emir komuta zinciri dışına çıkabilen, gizliliğe, güvenliğe, denetime önem veren ayrı bir hiyerarşik yapı oluşturduklarından, oluşum çerçevesindeki görevlerin Türk Silahlı Kuvvetlerinin meşru hiyerarşik yapısı yerine bu illegal hiyerarşi kapsamında verildiği ve bu nedenle görevlerin tebliği ve kabulünün yasal askeri hiyerarşi ve bu hiyerarşiye ilişkin teamüller yerine, bu yasadışı oluşuma ilişkin hiyerarşi kapsamında ele alınması gerektiği anlaşılmaktadır. Amacı ve yöntemi itibariyle askeri hizmetlerin görülmesiyle uygunluk göstermesi mümkün olmayan bu görevlerin, mahiyetiyle birlikte anlatılmaksızın tebliğ edilmesi ve anlaşılmaksızın kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı, yapılan görevlendirmelerin kendi içerisinde ve sanıkların görev ve konumları ile uyumlu olduğu, planın diğer asli ve tali belgeleri ile paralellik gösterdiği, bu görevlendirmelere dair gereklerin pek çoğunun planın icrası kapsamında yerine getirilmiş olduğu da nazara alınarak; gizlilik, güvenlik ve denetime önem veren böyle bir yasadışı oluşumda, önceden tebliğ yapılmadan ve görevin kabulüne ilişkin teyitler alınmadan, belirli derecelerdeki görevlendirmelerin yapılmayacağının ve kayda geçirilmeyeceğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Buna göre; gerçekleşen ittifak olgusunun 765 sayılı TCK’nın 147. ve 5237 sayılı TCK’nın 312. maddelerinde düzenlenen suçu işlemeye yönelik olduğu, bu suçu hususi/elverişli vasıtalarla işlemeye ilişkin bulunduğu, sayısal yeterliliği ve gizliliği içerdiği, maddi olgularla belirlenen bir biçimde gerçekleştiği ve amaç suça yönelik olarak harekete geçmekten başka yapacak bir şey kalmayacak şekilde tamamlandığı görülmektedir. Sanıklarca gerçekleştirilen ittifak, suçun hem 765 sayılı TCK’daki hem de 5237 sayılı TCK’daki unsurlarını taşımaktadır.
Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 24.12.1987 tarih ve 1987/173-208 sayılı kararında da belirtildiği gibi, ittifakı bizzat gerçekleştirenlerle birlikte sonradan bu ittifaka dahil olanlar da gizli ittifak suçunun failleri olabilir. Buna göre; amaç suça yönelik icra hareketlerinin başlangıcında mevcut olan anlaşmaya dahil olduğu tespit edilen, ancak; amaç suçun icrasına yönelik faaliyetlerin içinde bulundukları kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanamayan sanıkların hukuki durumunun, şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereğince ittifak suçu kapsamında kaldığının kabulü gerekmiştir.
Mütemadi bir suç olan ittifak suçunda, suç tarihi temadinin kesildiği tarihtir. Buna göre; gerçekleştirilen ittifak sonrasında bir kısım sanıklarca başlatılan icra hareketlerinin elde olmayan nedenlerle tamamlanamadığı somut olayda, icra hareketlerinde bulundukları kesin olarak saptanamayan bir kısım sanıkların ittifak halinin de, aksi kanıtlanmadığı sürece; icra hareketlerinin yarıda kaldığı bu aşamaya kadar temadi edeceği kabul edilmelidir. Somut olayın özellikleri nazara alındığında olaydaki ittifakın; birleşen iradeleri, hususi ve elverişli vasıtaları, gizliliği ve maddi olgularla belirlenme ölçütünü koruyacak biçimde soruşturmanın başlangıcına kadar temadi ettiğinin kabulü, hayatın olağan akışına aykırıdır. Bu durumda, “Hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme” suçunu işlemek üzere oluşan ittifaka dahil olup da bu yönde icrai bir faaliyette bulunmayan bir kısım sanıkların soruşturmanın başlamasından evvel bu ittifaktan çekilmiş olduklarının kabulü gerekir.
Bu kapsamda, 765 sayılı TCK’nın gizli ittifak suçunu düzenleyen 171. maddesinin son fıkrasında “Cürmün icrasına ve kanuni takibata başlanmazdan evvel bu ittifaktan çekilenler ceza görmezler” ve 5237 sayılı TCK’nın 316. maddesinin 2. fıkrasında “Amaçlanan suç işlenmeden veya anlaşma dolayısıyla soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifaktan çekilenlere ceza verilmez” denilmek suretiyle etkin pişmanlık hali düzenlenmiştir. Yukarıda da açıklandığı gibi, somut olaydaki suçun icrasına başlanmasından sonra, ancak; “soruşturmaya başlanmadan önce” gerçekleşen ve çekilme olarak kabul edilmesi gereken halin, 5237 sayılı TCK’nın 316. maddesinin 2. fıkrasına uyduğu ve bu düzenlemenin ittifak suçunu işledikleri kabul edilen sanıklar bakımından lehe olduğu anlaşılmaktadır.
3.3- Cebir/Şiddet ve Elverişlilik Unsuru
Amaç suça ilişkin maddede aranan cebir/şiddet, her durumda ve her aşamada dar anlamıyla maddi cebir, fiziki kuvvet kullanımı olarak anlaşılmamalıdır. Suç, elverişli olmak kaydıyla manevi nitelikteki bir cebirle de işlenebilecektir. Buradaki cebrin, suçun konusu, suçla korunan hukuki yarar da dikkate alındığında; hukuka aykırı iradede mevcut, cebirle ulaşılacak hukuka aykırı amaçlara cebir içeren zorlayıcı iradeyle yönelmiş ve gerektiğinde fiziki cebir kullanacağı, fiziki cebirle sürdürüleceği duraksamaya yer vermeyecek biçimde ortaya çıkmış hareketler olarak anlaşılması zorunludur. Dolayısıyla maddedeki cebir geniş anlamıyla kabul edilmelidir.
Cebrin/şiddetin niteliği ve mevcudiyeti somut olay çerçevesinde belirlenirken, failin kullandığı vasıtalar, suçun konusu olan hükümet ile konumu ve ilişkisi, kullandığı cebrin şekli, kaynağı, etki alanı, düzeyi, cebir kullanmaya ilişkin olarak sahip olduğu imkan ve kabiliyetleri ile mümkün olan engel sebepler de dikkate alınmalıdır. Siyasi iktidar düzeni ve fonksiyonları aleyhine suçların, genel olarak devlet düzeni dışında kalan kimseler, terörist gruplar gibi suç örgütleri tarafından işlenmesine girişileceği düşünülebilirse de; başka ülkelerdeki örneklerde de görüldüğü gibi, özellikle yürütme erkinin cebren ıskatı suçunun, genellikle o ülkelerin silahlı kuvvetlerine mensup faillerce işlendiği görülmektedir. Zaten yasal düzenlemede bu suç, failler bakımından bir özellik göstermemekte, devlet düzenine dahil faillerce de bu suçun işlenebileceği görülmektedir. Önemli olan, hukuka aykırı bir biçimde, cebri nitelikteki amaç suça yönelen yasadışı oluşumun, bu suçu işlemek bakımından gerekli elverişliliğe sahip olup olmamasıdır.
Dava konusu olayda, hükümeti cebren ıskat veya vazife görmekten cebren men etme eylemini gerçekleştirmek üzere, bir kısım sanıkların önceden gizlice ittifak etmiş oldukları dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu ittifakın sağlanmasından sonra, amaç suçun icrasına başlanmasından tüm neticelerinin gerçekleşmesine kadarki safhaları belirleyen bir planlama, bu planlamayı hayata geçirecek kapsamlı bir organizasyon, bu organizasyona uygun bir iş bölümü, bu iş bölümü dahilinde görevlendirmeler ve bu görevlendirmelerin gereklerine uygun görüşmeler, çalışma grupları, fişlemeler, takipler, keşifler, istihbarat faaliyetleri ile özel operasyon ve sorgulama, özel görevli toplama, darbe harekatı, gözaltı ve hasar tespit timlerinde görevlendirilecek personeller, sıkıyönetim mahkemelerinde, kamu kurum ve kuruluşlarında, özel hastaneler ve ilaç depolarında, gümrükler, depolar, ambarlarda, alışveriş merkezleri ve gıda toptancılarında görevlendirilecek personeller, operasyonel faaliyetleri yürütecek, öncelikli ve özellikli görevlendirilecek personeller, müzahir subay ve astsubaylar, keşif timleri, tahrip timleri, hassas personel, ilişiği kesilecek personel, tutuklanacaklar, toplama merkezleri, gıda depoları vb. yerlerin belirlenmesine kadar Balyoz Güvenlik Harekat Planındaki ifadesiyle “harekat ortamının şekillendirilmesi”, maddi cebir olarak ortaya çıkacak hareketlerin kolaylaşması, aksamadan yürütülmesi ve amaç suç bakımından öngörülen neticeye ulaşmasını sağlayacak binlerce belgeyi bulan çalışmaların tamamlandığı, geriye sadece fiziki kuvvet kullanmaya bağlı maddi cebri içeren ve artık karşı koymanın mümkün olmadığı “sokağa çıkma” diye tabir edilen hareketlerin kaldığı anlaşılmaktadır. Dosya kapsamından, sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinde mevcut olan ve başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da kullandıkları görülmektedir. Sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı, görev ve yetki sınırları içerisinde kaldıkları sürece, anayasal ve yasal çerçevede kendilerine tevdi edilen iç güvenlik görevleri doğrultusunda meşru bir cebri kullanabilecek olan kimselerdir. Ancak, sanıklar Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik yapısı dışında ve mensubu olmakla sahip oldukları silahlı güce ve kaynağını Anayasadan ve yasalardan almayan hukuka aykırı bir yetkiye dayanmak suretiyle meydana getirdikleri oluşumla, icra organını cebren ıskata veya vazifeden men etmeye girişmişlerdir. Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, Devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır. Zira, planlama doğrultusunda, emniyet kuvvetlerini de etkisiz hale getirip sonuçta Türk Silahlı Kuvvetlerinin hiyerarşik imkanlarını kullanacak olan sanıkların, amaç suçla öngörülen neticeyi elde etmek yolunda hiçbir maddi engelle karşılaşmayacakları açıktır. Kaldı ki; bu yasadışı oluşum tarafından bu oluşuma yakınlıkları değerlendirilerek hazırlanmış bulunan “Gen Etüd” listesi ve benzeri listeler ile müzahir listeleri de dikkate alındığında, sanıkların amaç suçu işleme ve mümkün olan engel sebeplerin ve kişilerin bertaraf edilmesi yönünde aldıkları mesafe göz önünde bulundurulmalıdır. Suçun oluşumu için gerekli olan cebir/şiddet ve elverişlilik gibi unsurların değerlendirilmesinde, bu hususlar da nazara alınmalıdır.
Bu kapsamda; sanıklara yüklenen eylemin kanıtlanan şekliyle 765 sayılı TCK’nın 147. ve 5237 sayılı TCK’nın 312. maddelerinde düzenlenen suçları oluşturduğu ve mahkemece yapılan lehe yasa değerlendirmesinin sonucu itibariyle isabetli olduğu neticesine varılmış, eylemlerinin neticeyi oluşturmaya elverişli olmadığı ve cebir/şiddet içermediğine ilişkin olarak ileri sürülen itirazlar yerinde görülmemiştir.
Ayrıca, sanıklara yüklenen suçun niteliği ve işleniş şekli itibariyle; amaç suçu birlikte işlemeye yönelmiş icra hareketlerinin bir bütün olarak değerlendirilmesi zorunludur. Pek çok sanık bizzat işledikleri araç eylemler/suçlarla, hep birlikte yöneldikleri amaç suçu gerçekleştirmeye çalışmaktadırlar. Gerçekleşen ittifakın
amacına uygun, aynı zamanda sanıkların görev ve konumlarıyla uyumlu bir iş bölümü; suçun niteliği ve işleniş şekli bakımından bir gerekliliktir. Bu nedenle amaç suç bakımından suçun işlenişine 765 sayılı TCK’nın 65/3 ve 5237 sayılı TCK’nın 39. maddelerinde düzenlenen iştirak hükümlerinin uygulanması mümkün değildir. Yüklenen amaç suçun işlenmesi bağlamında gerçekleştirilecek eylemlerin ayrı bir suç oluşturması halinde bu suçlara anılan biçimde iştirak mümkündür. Ancak bu tür bir iştirakin mümkün olduğu araç suçlar, 765 sayılı TCK bakımından amaç suç içerisinde fikri içtimaya uğrayacağından ayrıca cezalandırılmayacaktır. Bu nedenlerden dolayı, amaç suçun icrasına yönelik faaliyetlerin içerisinde oldukları tespit edilen sanıklar arasında amaç suça gösterilen biçimde iştirak bakımından bir ayırıma gidilmeyip, asli fail olarak sorumlu tutulmalarında bir isabetsizlik görülmemiştir.
Nitekim konu, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.02.1992 tarih, 1991/364 esas ve 1992/23 sayılı ve 22.12.2009 tarih, 2009/93-308 sayılı kararlarında 765 sayılı TCK’nın 125. maddesi bakımından tartışılmış ve aynı Kanunun 65/3. maddesinde düzenlenen iştirak hükümlerinin uygulanma imkanının bulunmadığı sonucuna varılmıştır.
3.4- Delil Değerlendirmesinin Denetlenmesine İlişkin Ölçütler;
– Denetim sırasında her bir delil, suç için ittifak temelinde belli sanıklar tarafından oluşturulmuş gizlilik içerisinde hareket eden yasadışı bir oluşumun faaliyetleri kapsamında ele alınmış, faaliyetlerin niteliği, yüklenen suçla ilişkisi, harekat planları ve diğer belgelerle bağlantısı, ilişkilendirilen sanıkların bu faaliyetleri yüklenen suç kapsamında gösterip göstermedikleri hususu; görevlendirme yazıları, üst yazılar, asıl ve bağlantılı belge içerikleri ayrıntılı bir incelemeye tabi tutularak belirlenmiş, bu belirlemeler yapılırken belgelerin oluşturulma ve kaydedilme tarih ve süreçleri ile bu süreçlerde yer alan sanıkların yüklenen suçun icrası bakımından üstlendikleri roller dikkate alınmış, sanıkların uzmanlık alanları ve görevleri ile faaliyet alanları karşılaştırılmış, sanıkların yer aldıkları belgelerin sayısı ile önem ve değeri göz önünde bulundurulmuştur.
– Anayasamızın 137. maddesinde kanunsuz emir konusu “Kamu hizmetlerinde herhangi bir sıfat ve suretle çalışmakta olan kimse, üstünden aldığı emri, yönetmelik, tüzük, kanun veya Anayasa hükümlerine aykırı görürse, yerine getirmez ve bu aykırılığı o emri verene bildirir. Ancak, üstü emrinde ısrar eder ve bu emrini yazı ile yenilerse, emir yerine getirilir; bu halde, emri yerine getiren sorumlu olmaz. Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz. Askeri hizmetlerin görülmesi ve acele hallerde kamu düzeni ve kamu güvenliğinin korunması için kanunla gösterilen istisnalar saklıdır” şeklinde düzenlenmiştir. Konusu suç teşkil eden emrin hiçbir suretle yerine getirilmeyeceğine ve yerine getirenin sorumluluktan kurtulamayacağına dair bu anayasal düzenlemenin istisnalarından birinin de “askeri hizmetlerin görülmesi” olduğu ve istisnanın “kanunla gösterilmesi” gerektiği anlaşılmaktadır.
Sanıklara yüklenen suçun “askeri hizmetlerin görülmesi” kapsamında bulunmadığı açıktır.
Konu; 765 sayılı TCK’nın 49. maddesinde, “Kanunun bir hükmünü veya salahiyettar bir merciden verilip infazı vazifeten zaruri olan bir emri icra suretiyle,…………….işlenilen fiillerden dolayı faile ceza verilemez” şeklinde, 5237 sayılı TCK’nın 24/2-3. maddelerinde “Ceza Sorumluluğunu Kaldıran ve Azaltan Nedenler” başlığı altında “(2) Yetkili bir merciden verilip, yerine getirilmesi görev gereği zorunlu olan bir emri uygulayan sorumlu olmaz. (3) Konusu suç teşkil eden emir hiçbir surette yerine getirilemez. Aksi takdirde yerine getiren ile emri veren sorumlu olur” şeklinde düzenlenmiştir.
Sanıklara yüklenen suç kapsamında oluşturulan yasadışı oluşumdaki emir verme konumlarının yetkili/salahiyettar bir merci olarak değerlendirilmesi mümkün değildir.
Konu; Anayasamızın 137. maddesi bağlamında askeri hizmetlerin görülmesi için kanunla getirilen istisnalar bakımından ele alındığında;
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanununun 14/1. maddesinde, “Ast; amir ve üstüne umumi adap ve askeri usullere uygun tam bir hürmet göstermeye, amirlerine mutlak surette itaate ve kanun ve nizamlarda gösterilen hallerde de üstlerine mutlak itaate mecburdur” şeklinde,
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Yönetmeliğinin 33. maddesinde, “Emirlerin, hizmete mütaallik olması (Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu madde 8 ve 16) ve kanun ve nizamları ihlal etmemesi şarttır. Ancak Askeri Ceza Kanununun 41. maddesinin b fıkrası şümulüne giren haller haricinde ast, aldığı emri kanun ve nizama uygun bulmasa bile emri yapar ve ondan sonra şikayet eder.
Amirin verdiği emir Askeri Ceza Kanununun 41. maddesinin b fıkrası şümulüne giren hallere mütaallik ise emir ifa olunmaz ve fakat gecikmeksizin en kısa yoldan bir derece yukarı amire malûmat verilir. Bu takdirde emrin yapılmasından doğacak bütün mesuliyet as’ta aittir” şeklinde düzenlenmiştir.
Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanunu 16. maddesi “Amir; maiyetine hizmetle münasebeti olmıyan emir veremez….” şeklinde,
8. maddesi ise, “Emir: Hizmete ait bir talep veya yasağın sözle, yazı ile ve sair surette ifadesidir” şeklinde, hükümler içermektedir.
Konuyu ilgilendiren Askeri Ceza Kanunu hükümlerine gelince;
41/2-3. maddesi “2 – Hizmete mütaallik hususlarda verilen emir bir suç teşkil ederse bu suçun işlenmesinden emir veren mesuldur. 3 – Aşağıdaki hallerde maduna da faili müşterek cezası verilir: A: Kendisine verilen emrin hudutlarını aşmış ise, B: Amirin emrinin adli ve askeri bir suç maksadını ihtiva eden bir fiile mütaallik olduğu kendisince malüm ise” şeklinde,
109. maddesi ise “1. Rütbe veya makam ve memuriyetinin nüfuz ve salahiyetini suistimal ederek madununa bir suçun yapılmasını teklif eden, amir veya mafevk iki seneye kadar hapsolunur.
2. Suç yapılır veya yapılmağa teşebbüs edilirse faili asliye muayyen olan ceza, emir veren hakkında artırılarak hükmolunur” şeklindedir.
Askeri Ceza Kanununun ek 8/1 maddesi uyarınca, 5237 sayılı TCK’nın genel hükümlerine dahil olan 24. maddesi hükmü Askeri Ceza Kanununda yer verilen suçlar hakkında da uygulanacaktır.
İncelenen askeri mevzuattan da anlaşıldığı üzere, Anayasamızın 137. maddesinde yer alan “Konusu suç teşkil eden emir, hiçbir suretle yerine getirilmez; yerine getiren kimse sorumluluktan kurtulamaz” şeklindeki hükme askeri hizmetlerin görülmesi için kanunla getirilen bir istisna bulunmamaktadır.
Bu kapsamda, Dairemiz tarafından delillerin değerlendirilmesine ilişkin denetim yapılırken, sanıkların verilen emirlerin askeri hizmetlerin görülmesi bağlamında olduğuna dair bir yanılgıya düşmüş olup olamayacakları da değerlendirilmiştir.
– 05-07 Mart 2003 tarihinde 1. Ordu Komutanlığı bünyesinde icra edilen plan seminerine, yasal bir görevin ifası kapsamında katılmanın hukuki sorumluluk doğurmayacağında kuşku bulunmamaktadır. Bu durumun, plan seminerine katılan pek çok kişi hakkında kamu davası açmamış bulunan Cumhuriyet Başsavcılığı
tarafından da kabul edildiği açıktır. Ancak yukarıda plan seminerine ilişkin açıklamalarda da izah edildiği üzere, anılan plan seminerinde örtülü biçimde “Balyoz Güvenlik Harekat Planının” değerlendirildiği de maddi bir vakıadır. Buna göre, plan seminerine katılan sanıkların hukuki durumlarının tespiti noktasında, plan seminerinin örtülü gündemini bilerek katılıp katılmadıklarının belirlenmesi aranmış; sanıkların konumu, amaç suça matuf hazırlanan hangi liste ya da listeler içinde yer aldıkları, plan seminerinde yaptıkları sunum ya da konuşmalarının içeriği bu belirlemede nazara alınmıştır.
– Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden personel olarak nitelendirilen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesinde yer alıp, yasadışı oluşumdaki konumları itibariyle dahil oldukları ittifakın mahiyetini bilecek durumda olan ve fakat ittifakın amacı istikametindeki faaliyetlerin içinde bulundukları kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanamayan sanıkların hukuki durumları yukarıda açıklandığı şekli ile ittifak suçu kapsamında değerlendirilmiştir.
-Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında düzenlenen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesi dışında, görevlendirme veya değerlendirme içeren diğer listelerde adları bulunan sanıkların; bir kısmına amaç suç kapsamında görev tevdii edildiği; bir kısmının kendileri için belirlenen görevlerle ilgili çalışma yaptıkları; tevdii edilen görevleri yerine getirdiği anlaşılan bir kısmının ise faaliyetlerinin bu amaç suç kapsamında olduğunu bildikleri kuşkuya yer bırakmayacak biçimde saptanamamış, eylemleri başka bir suç da oluşturmayan bu sanıkların beraatlerine karar verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır.
C- KARAR
I- Sanıklar A.. A.., A.. A.., A.. Ç.., A.. Y.., A.. G.., A.. D.., A.. B.., D.. A.., E.. Ş.., E.. Y.., E.. Y.., E.. E.., E.. K.., E.. A.., F.. C.., H.. Ö.., H.. Y.., H.. B.., H.. D.., İ.. Ç.., İ.. S.., İ.. K.., L.. G.., L.. M.., M.. B.., M.. B.., M.. F.., M.. A.., M.. K.., M.. K.., O.. Ç.., R.. Y.., R.. G.., S.. G.., S.. D.. ve U.. Ü.. hakkında kurulan hükme yönelik yapılan temyiz incelemesinde;
Sanık A.. A.. hakkındaki mahkumiyet hükmüne esas alınan “24 Ocak – 30 Ocak ve 31 Ocak – 20 Şubat 2003” tarihli belgelerin Balyoz Güvenlik Harekat Planı ve ekleri kapsamında hazırlandığına dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemediği gibi, 1400 kişinin yer aldığı EK-B listesinde adının geçmesinin oluş, tüm dosya kapsamı ve yukarıda açıklanan ölçütlere göre mahkumiyet için yeterli olmadığı anlaşıldığından tebliğnamedeki bu sanığa ilişkin bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılama sonunda yüklenen suçun sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı gerekçeleri gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan Cumhuriyet savcısının yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, beraate ilişkin hükmün ONANMASINA,
II- Sanıklar Ç.. D.., H.. F.., Ö.. Ö.., A.. E.., A.. G.., A.. E.., A.. N.., A.. Ö.., A.. E.., A.. Y.., A.. K.., A.. Ç.., A.. Ç.., A.. T.., B.. B.., B.. B.., B.. T.., C.. Ç.., C.. T.., C.. B.., C.. K.., D.. C.., D.. S.., E.. A.., E.. B.., E.. S.., E.. B.., F.. D.., F.. M.., G.. K.., H.. K.., H.. Y.., H.. C.., H.. H.., H.. H.., İ.. Ö.., İ.. B.., İ.. O.., K.. S.., K.. K.., K.. P.., K.. A.., L.. S.., M.. H.., M.. İ.., M.. V.., M.. O.., M.. Y.., M.. Ö.., M.. G.., M.. K.., M.. T.., M.. Ö.., M.. Ö.., M.. E.., N.. B.., N.. A.., N.. K.., Ö.. K.., R.. G.., S.. B.., S.. K.., S.. B.., S.. P.., S.. T.., Ş.. S.., T.. B.., T.. G.., T.. Ç.., T.. A.., U.. U.., Y.. B.., Y.. O.., Y.. T.., Z.. G.., A.. K.., A.. D.., A.. E.., A.. H.., A.. K.., A.. Ü.., A.. D.., A.. Ü.., A.. T.., A.. T.., A.. A.., A.. Ö.., A.. Ü.., A.. Ö.., A.. S.., A.. G.., A.. G.., A.. K.., A.. Ü.., A.. T.., A.. Y.., B.. K.., B.. M.., B.. T.., B.. D.., B.. K.., B.. A.., B.. G.., B.. K.., B.. O.., C.. G.., C.. E.., C.. H.., Ç.. C.., D.. Ç.., D.. G.., D.. Ö.., D.. R.., D.. T..,
D.. Ç.., E.. K.., E.. G.., E.. K.., E.. K.., E.. İ.., E.. A.., E.. B.., E.. Ü.., E.. A.., E.. A.., E.. K.., E.. Ş.., E.. U.., F.. Y.., F.. U.., F.. Y.., F.. G.., G.. K.., G.. Y.., G.. Ç.., H.. Ç.., H.. K.., H.. S.., H.. E.., H.. A.., H.. Ş.., H.. Ö.., H.. Ş.., H.. G.., H.. Ç.., H.. D.., H.. Ö.., H.. T.., İ.. K.., İ.. T.., İ.. T.., K.. A.., K.. D.., K.. Y.., K.. B.., K.. E.., L.. Ç.., M.. A.., M.. K.., M.. Ç.., M.. O.., M.. D.., M.. E.., M.. E.., M.. Ç.., M.. K.., M.. E.., M.. Ö.., M.. A.., M.. U.., M.. Y.., M.. Y.., M.. S.., M.. D.., M.. A.., M.. Ö.., M.. S.., M.. Ü.., M.. Ç.., M.. P.., M.. B.., M.. İ.., M.. K.., N.. E.., N.. İ.., N.. S.., N.. S.., N.. K.., N.. G.., N.. Ü.., O.. U.., O.. B.., O.. G.., O.. K.., Ö.. K.., Ö.. Ç.., R.. O.., R.. G.., R.. A.., R.. D.., R.. Y.., R.. T.., R.. U.., S.. K.., S.. T.., S.. A.., S.. K.., Ş.. Y.., Ş.. B.., T.. D.., T.. Ç.., T.. E.., T.. Y.., T.. K.., U.. A.., Ü.. M.., Ü.. Ö.., Y.. E.., Y.. K.., Y.. A.., Y.. K.., Y.. Y.., Y.. G.., Z.. İ.., B.. M.., A.. Ş.., A.. K.., B.. T.., E.. Ö.., E.. A.., L.. E.., L.. U.., M.. K.., O.. T.., Ö.. T.., S.. B.. ve H.. B.. hakkında kurulan hükme yönelik temyize gelince;
İmza bloğunda sanık S.. B..’in adının bulunduğu “Bilgi Notu” başlıklı, “Teklif” konulu, 27 Aralık 2002 tarihli belge içeriğine göre, sanık R.. T..’ın; bürokrat, yerel yönetici, medya mensubu gibi gözetim altına alınacak hassas şahısların Yassıada ve İmralı Ada’ya transfer edilerek, gözetim süresince bahse konu adalarda tutulmasına ilişkin detaylı planlamaların yapıldığı çalışmalara katıldığının,
“Ankara Bölgesi Müzahir Subay-Astsubay” listesinde adı yer alan sanık A.. Ş..’in, Suga Harekat Planı kapsamında “Bilgi Notu” başlıklı, “Sıkıyönetim İlanı” konulu Ocak 2003 tarihli belgeyi hazırladığının,
“Çarşaf” ve “Sakal” eylem planlarına esas teşkil eden tedhiş eylemlerinde, en uygun camilerin belirlenebilmesi için oluşturulan ekipler tarafından keşif ve gözlem faaliyetleri yapıldığı, “Görevlendirme Çizelgesi” başlıklı çizelgeye göre Eyüp Camii ekip lideri olan sanık H.. S..’ın emrinde bulunan sanıklar N.. İ.. ve M.. K.. tarafından da anılan camiye ilişkin olarak keşif ve gözlem yapıldığının dosya kapsamından anlaşılması karşısında,
Amaç suç istikametindeki faaliyetlerin içerisinde bulundukları tespit edilen sanıklar R.. T.., A.. Ş.. ve H.. S..’ın yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmemiş, adı geçen sanıklar hakkında tebliğnamedeki bozma düşüncesine bu nedenle iştirak edilmemiştir.
Yapılan yargılama sonunda toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinin yasal teşkilat ve hiyerarşik yapılanması dışında yasadışı bir oluşum meydana getirerek, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırma veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engelleme amacına yönelik olarak cebir içeren elverişli eylemleri gerçekleştirdikleri, sanıkların sübutu kabul olunan eylemlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusundaki yapısal bağlılık ve bütünlüğüne nazaran amacı gerçekleştirme tehlikesi yaratabilecek nitelikte olduğu belirlenip, kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, sanık H.. B..’ün ise suç delillerini gizleme suçunu işlediği kabul olunmuş, bir kısım sanıklar hakkında cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, incelenen dosya kapsamına göre verilen hükümde aşağıdaki hususlar dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanıklar ve müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında bir kısım sanıklar müdafilerinin ileri sürdükleri yerinde görülmeyen diğer temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Yüklenen suçun niteliği ve dosya kapsamına göre suçtan doğrudan zarar görmeyen A.. D.., H.. T.., R.. K.., A.. K.., A.. K.., M.. G.., Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği ile Hukukçular Derneğinin davaya katılmalarına karar verilerek lehlerine vekalet ücreti tayin edilmesi,
2- Sanık B.. D..’in baba ve koca olmadığı gözetilmeden, 4721 sayılı Medeni Kanunun 471. maddesi nazara alınarak 765 sayılı TCK’nın 33. maddesi uyarınca hapis halinin sona erdirilmesine kadar babalık ve kocalık sıfatının verdiği hakları kullanmaktan mahrumiyetine karar verilmesi,
Kanuna aykırı olup hükmün bu nedenlerle BOZULMASINA, bu hususların yeniden yargılama yapılmaksızın CMUK’nın 322. maddesine göre düzeltilmesi mümkün bulunduğundan,
a- Hükmün, katılanlar lehine vekalet ücreti verilmesine ilişkin 13. bendinin karardan çıkartılmasına,
b- Hüküm fıkrasının “babalık ve kocalık sıfatının verdiği hakları kullanmaya” ilişkin 8. bendinin 6. paragrafındaki “ayrıca bu süre boyunca” ibaresinden sonra gelmek üzere “Sanık B.. D.. dışında kalan diğer sanıkların” ibaresinin eklenmesi suretiyle bir kısım sanıklar yönünden re’sen de temyize tabi olan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
III-a) Sanıklar B.. S.., H.. G.., L.. G.., A.. T.., A.. Ç.., A.. S.., A.. C.., B.. E.., B.. K.., B.. G.., B.. G.., C.. B.., C.. C.., C.. S.., D.. K.., D.. K.., E.. K.., E.. K.., F.. A.., F.. Ç.., F.. P.., G.. G.., H.. A.., H.. Y.., H.. P.., H.. Ö.., H.. A.., H.. D.., H.. N.., İ.. Ö.., İ.. N.., K.. D.., M.. Ş.., M.. G.., M.. Ü.., M.. A.., M.. H.., M.. Y.., N.. K.., N.. U.., N.. Ö.., O.. G.., R.. T.., S.. Y.., S.. Y.., S.. G.., S.. C.., T.. E.., V.. T.., Y.. D.., Y.. E.., Y.. G.., Z.. K.., A.. Ş.., A.. T.., G.. Ü.., K.. E.., L.. E.., M.. C.., N.. I.., R.. E.., S.. D.. ve T.. G.. hakkında kurulan hükme ilişkin incelemede;
Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında kendilerine kişiye özel olarak görev tevdi edilen ve bu onurlu görevi kabul eden personel olarak nitelendirilen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listelerinde yer alıp, yasadışı oluşumdaki konumları itibariyle dahil oldukları ittifakın mahiyetini bilecek durumda olan ve fakat ittifakın amacı istikametindeki faaliyetlerin içerisinde bulunduklarına dair her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil elde edilemeyen sanıkların,
yukarıda da ayrıntısı ile açıklandığı üzere; sübut bulan eylemlerinin amaç suçun işlenmesine yönelik ittifak suçu kapsamında kaldığı, suç için gerçekleştirilen ittifakın dosya kapsamına göre soruşturmanın başlangıcına kadar temadi ettiğinin kabulünün de mümkün olmadığı nazara alındığında, soruşturma başlamadan önce ittifaktan çekilmiş olarak kabul edilmesi gereken sanıklar hakkında lehe olan 5237 sayılı TCK’nın 316/2. ve CMK’nın 223/4-a maddeleri gereğince “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerekirken, suç vasfının tayininde yanılgıya düşülerek yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,
III-b) Sanıklar A.. D.., A.. A.., H.. H.., A.. B.., A.. D.., A.. T.., B.. A.., C.. E.., D.. U.., G.. Ç.., G.. S.., H.. I.., H.. P.., İ.. Y.., İ.. K.., Ş.. D.., T.. Ö.., T.. K.., A.. C.., C.. U.., C.. T.., K.. Y.., M.. D.., Ö.. Y.. ve T.. D.. hakkında kurulan hükme ilişkin yapılan temyiz incelemesinde;
Balyoz Güvenlik Harekat Planı kapsamında düzenlenen “görevlendirmede yetkili personel” başlıklı EK-A listesi ile Suga Harekat Planı kapsamında hazırlanan “görev bölümü” başlıklı EK-A listesi dışında, görevlendirme veya değerlendirme içeren diğer listelerde adları bulunan sanıkların; bir kısmına amaç suç kapsamında görev tevdii edildiğine; bir kısmının kendileri için belirlenen görevlerle ilgili çalışma yaptıklarına; tevdii edilen görevleri yerine getirdiği anlaşılan bir kısmının ise faaliyetlerinin bu amaç suç kapsamında olduğunu bildiklerine dair her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmaması ve ayrıca eylemlerinin başka bir suç da oluşturmaması karşısında beraatleri yerine yazılı şekilde mahkumiyetlerine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanıklar ve müdafilerinin temyiz dilekçeleri ile duruşmalı inceleme sırasında sanıklar müdafilerinin ileri sürdükleri temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, bir kısım sanıklar yönünden re’sen de temyize tabi olan hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozmanın niteliğine göre tutuklama kararlarının kaldırılarak tutuklu olan sanıkların TAHLİYELERİNE, başka bir suçtan tutuklu ya da hükümlü değillerse salıverilmeleri için yazı yazılmasına, tutuklama amacıyla yakalama kararı çıkartılan sanıklar hakkındaki YAKALAMA EMİRLERİNİN GERİ ALINMASINA, 09.10.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

TEFHİM ŞERHİ:
09.10.2013 Tarihinde verilen iş bu karar, Yargıtay Cumhuriyet savcısı Z..A..’ün huzurunda, bir kısım sanıklar müdafiileri Av.M..U.., Av. M.. M.., Av. Z.. A.., Av. N.. Ç.., Av. K.. G.., Av. Ş.. Y.., Av. M.. I.., Av. A.. A.., Av. O.. O.., Av. T.. S.., Av. H.. E.., Av. N.. K.., Av. H.. K.., Av. G.. Y.., Av. K.. G.., Av. M.. K.., Av. S.. S.., Av. A.. A.., Av. S.. A.., Av. Ş.. E.., Av. Z.. K.., Av. E.. T.., Av. İ.. Ş.., Av. H.. T.., Av. Serhat Zenginpedük, Av. A.. K.., Av. B.. O.., Av. A.. K.., Av. B.. H.., Av. Kürşat Veli Eren, Av. H.. P.., Av. B.. A.., Av. E.. K.., Av. G.. D.., Av. R.. U.., Av. L.. Ö.., Av. V.. K.., Av. C.. E.., Av. G.. B.., Av. Levent Türkoğlu, Av. S.. Ş.., Av. A.. A.., Av. A.. Ü.., Av. İ.. T.., Av. D.. E.., Av. K.. S.., Av. M.. E.., Av. N.. Ç.., Av. K.. A.., Av. Y.. A.., Av. A.. S.., Av. A.. H.., Av. M.. Y.., Av. H.. E.., Av. İ.. S.., Av. C.. Ç.., Av. B.. C.., Av. F.. K.., Av. A.. U.., Av. Ç.. Y.., Av. G.. Y.., Av. A.. E..G..’nün yüzlerine karşı 09.10.2013 tarihinde usulen ve açık olarak tefhim olundu.

REHİN ALACAKLISININ SATIŞA MUVAFAKAT ETMEDİĞİ GEREKÇESİ İLE SATIŞ TALEBİNİN REDDİ YÖNÜNDE İŞLEM TESİSİNİN MÜMKÜN OLMADIĞI

T.C

YARGITAY

12.HUKUK DAİRESİ

ESAS:2016/708

KARAR:2016/14104

“İçtihat Metni”

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu aleyhine genel haciz yolu ile başlatılan ilamsız takipte, alacaklının talebi ile icra müdürlüğünce, hacizli olan … plakalı aracın kaydında lehine rehin şerhi bulunan …’na İİK’nun 100. maddesi uyarınca müzekkere gönderildiği, … cevabında, 77.000 TL kefaletten dolayı rehin şerhinin devam ettiğini, araç satışına muvafakati olmadığını bildirdiği, alacaklının satış talebi üzerine, icra müdürlüğünce, rehin alacaklısının satışa muvafakat etmediği gerekçesi ile satış talebinin reddi yönünde işlem tesis edildiği, alacaklının icra mahkemesine şikayet yolu ile başvurarak, satış talebinin reddine ilişkin memurluk işleminin iptalini talep ettiği, mahkemece şikayetin reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Rehin hakkı; bir alacağı temine yarayan, başkasına ait menkul mal veya hak üzerinde tesis edilen sınırlı bir ayni hak olup, alacaklıya, borçlulardan alacağını alamaması halinde, rehinli malın satış bedelinden alacağını tahsil yetkisi veren bir haktır. Rehin hakkı, sahibine, satışa muvafakat etmeme hakkı tanımaz. İhale bedelinin, rüçhanlı alacağı karşılayıp karşılayamayacağı satış sonucunda belli olacağından, icra müdürlüğünce belirtilen nedenle satış talebinin reddedilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

O halde mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile şikayetin reddi yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 12/05/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞYERİNDE BEYİN KANAMASI SONUCU ÖLÜM- İŞ KAZASI

T.C.
YARGITAY
21. HUKUK DAİRESİ

ESAS NO : 2016/5106
KARAR NO : 2016/14745

Y A R G I T A Y İ L A M I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : Bakırköy 21. İş Mahkemesi
TARİHİ : 01/10/2015
NUMARASI : 2013/502-2015/419
DAVACILAR : S. K. vs. Vek. Av.
DAVALI :1-…..Fabrikaları San. Tic. A.Ş. Vek.
2-….. Koruma Ve Güvenlik Hizmetleri Ltd Şti

Davacılar murisinin, iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerle, davanın reddine ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi davacılar vekilince istenilmesi ve de duruşma talep edilmesi üzerine dosya incelenerek işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma için 06/12/2016 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti. Duruşma günü davalılardan İstanbul Asfalt Fabrikaları San. Tic. A.Ş vekili Avukat Yakup Çolak geldi. Davacılar ile diğer davalı adına gelen olmadı. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatın sözlü açıklaması dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek aynı gün Tetkik Hakimi Mehmet Fatih Kapusuzoğlu tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okundu, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine işin gereği konuşulup düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

K A R A R

Dava, sigortalının iş kazası sonucunda vefatı nedeniyle yakınlarının maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, olayın %100 kaçınılmazlıktan kaynaklandığı, işverenin kusursuz olduğundan bahisle davanın reddine verilmiştir.

Dosya kapsamından murisin beyin kanaması nedeniyle vefat ettiği, olayın iş kazası olduğunun tespitine dair mahkeme ilamının onanarak kesinleştiği, dosya kapsamında aralarında operatör doktor bir hekimin de bulunduğu heyetten kusur raporu alındığı, bu raporda beyin kanamasının meydana gelişinde %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu konusunda görüş bildirildiği anlaşılmaktadır.

Kaçınılmazlık; hukuksal ve teknik anlamda; fennen önlenmesi mümkün bulunmayan başka bir anlatımla, işverence mevzuatın öngördüğü tüm önlemlerin alınmış olduğu koşullarda dahi önlenmesi mümkün bulunmayan durum ve sonuçları ifade eder. Olayın önlenemezliği hususunu açmak gerekirse; buradaki önlenemezlik olayla ilgili değildir. Önlenemezlik unsuru, tamamen davranış normu ve borca aykırılıkla ilgili olup alınabilinecek tüm tedbirler alınmış olunsa dahi bir davranış normunun veya sözleşmeden doğan bir borcun ihlalinin ifadesidir. Yani olay önlenemez olmasına rağmen bir davranış kuralına yada sözleşmeden doğan borca aykırılık önlenebiliyorsa artık kaçınılmazlıktan söz etme imkanı yoktur.

Bu açıklamalardan olarak somut olayda her ne kadar hükme esas alınan bilirkişi kusur raporunda beyin kanaması neticesinde ölüm sonucunun ortaya çıkmasında %100 oranında kaçınılmazlığın etkili olduğu yönünde görüş bildirilmiş ise de bu görüşe katılmak mümkün değildir.

Yapılacak iş, murisin vefatından önceki döneme ve vefatına ilişkin tüm tıbbi belgeler dosyaya celp edildikten sonra aralarında bir nörologun da bulunduğu iş güvenliği uzmanlarından oluşan heyetten beyin kanamasının oluşmasında işyeri koşullarının etkili olup olmadığı, sigortalının kendi bünyesinden kaynaklanan nedenlerin ne kadar etkili olduğu konusunu da kapsayacak şekilde kusur raporu almak ve oluşacak sonuca göre bir karar vermekten ibarettir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular nazara alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davacıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, sair yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacılara iadesine 06/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Başkan
Mesut BALCI
Üye
H. KARA
Üye
B. SONER
Üye
B. AYDOĞAN
Üye
A. YENER
C.C

BONODA MALEN KAYDI YERİNE EV İÇİNDİR İBARESİNİN BULUNMASI- KAMBİYO SENEDİ VASFI

T.C.
Yargıtay
12. Hukuk Dairesi

Esas No:2012/26295
Karar No:2013/4039
K. Tarihi:14.02.2013

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki alacaklı tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi  tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü :

Borçlu, alacaklı tarafından aleyhine başlatılan kambiyo senetlerine özgü haciz yolu ile takipte, ödeme emrinin kendisine tebliğinden itibaren 5 günlük yasal süre içerisinde icra mahkemesine başvurarak, senedin teminat senedi olduğu kambiyo vasfında olmadığını ileri sürerek icra takibinin iptalini talep etmiştir.

Mahkemece; takip dayanağı olan bonoda ”ev içindir” ibaresinin yazılı olması nedeniyle alacağın tahsilinin yargılamayı gerektirdiği” gerekçesiyle davacının borca itirazının kabulü ile icra takibinin durdurulmasına karar verilmiştir.

Bütün mücerret alacaklarda olduğu gibi kambiyo senedi alacağı da kural olarak uygun bir asıl borç ilişkisine, bir illi ilişkiye dayanır. Bir kambiyo senedi düzenleyip veren ve bu senedi alan herkes, bütün hukuki işlemlerin yapılmasına temel teşkil eden bir gayeye ulaşmak istemektedir. İşte bu gaye bir kambiyo senedinde mündemiç hakkın doğumu ve devri açısından hukuki sebebi teşkil eder. Kambiyo senedi düzenlenmesi dolayısıyla ortaya çıkan ilişki “kambiyo ilişkisi” ismiyle anılmaktadır. Kambiyo senedi vermek suretiyle borç altına giren borçlu “kambiyo taahhüdü”nde bulunmuş olur. Kambiyo ilişkisinin altında esas itibariyle bir asıl/temel borç ilişkisi vardır. Kambiyo senedinden kaynaklanan talebin geçerliliği, temel ilişkiden kaynaklanan temel talebin ve bununla ilgili olarak taraflar arasında varılmış amaca ilişkin mutabakatın geçerliliğinden tamamen bağımsızdır. Kambiyo senedinden doğan talep hakkına kambiyo hukuku, temel talebe ise, bu talebin ait olduğu hukuk kuralları uygulanır.

Bu genel açıklamadan sonra hemen belirtmek gerekirki; bono, ödeme vaadi niteliğinde bir kambiyo senedidir. Bu nedenle bonoyu düzenleyen, asıl borçlu durumundadır (TTK.m. 691/1).

Bonoda şekil şartları TTK’nun 688.maddesinde sayılmıştır. Bunlar; “Bono” yada “emre muharrer senet” ibaresi, kayıtsız şartsız muayyen bir bedeli ödeme vaadi, vade, ödeme yeri, lehtar, keşide yeri ve tarihi, keşidecinin imzasıdır. Zorunlu şartlardan biri eksik olduğu takdirde, senedin bono niteliği kaybolur. Bunlardan vade ve ödeme yeri esaslı şekil şartlarından değildir. Sayılan zorunlu şekil şartlarının yanında seçimlik şartlar da vardır. Bonoya isteğe bağlı olarak, faiz, bedelin nakden yada malen alındığı veya yetkili mahkeme kayıtları da konabilir.

Yerleşik Yargıtay İçtihatlarında ve öğretide de kabul edildiği gibi, bonolara özgü seçimlik unsurlardan biri de, temel borç ilişkisinden kaynaklanan borcun dayandığı nedenin gösterilmesine yönelik “bedel kaydı“dır. Yinelemek gerekirse “bedel kaydı” kambiyo senedinin ihtiyari kayıtlarındandır. Bu kayıt keşidecinin (borçlunun), senedin lehtarından (alacaklıdan) karşı edayı aldığını ispata yarar. Aslında kambiyo senetleri hukuku yönünden bu kayıtların bir anlamı ve önemi yoktur. Çünkü, kambiyo senedinin düzenlenmesiyle, mücerret bir borç ilişkisi yaratılmaktadır. Bu nedenle de karşı edimin elde edilip edilmediğinin önemi de bulunmamaktadır. Temel borç ilişkisinin bir sözcükle senede yansıtılması şeklinde ortaya çıkan bedel kaydının, varlığı ya da yokluğu senedin bono niteliğini etkilemez. Bedel kayıtları daha çok keşideci ile lehdar arasındaki iç ilişki yönünden ve ispat konusunda önem taşır. Kişisel def’i nedenlerinin varlığının kanıtlanmasını kolaylaştır (HGK 2003/19-781 E, 2003/768 K. ). Bonoda ki ”ev içindir” ibaresi malen kaydı gibi bir bedel kaydıdır.

Bu durumda senette “ev içindir” ibaresinin bulunması, T.T.K.’nun 688. maddesi uyarınca, bono niteliğini etkilemeyeceğinden takip dayanağı bono yasal unsurları içeren kambiyo senedi vasfındadır. Borçlu itirazının reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 14/02/2013 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version