YOKSULLUK VE İŞTİRAK NAFAKASININ ARTTIRIMI HAKKINDA

T.C.
GAZİANTEP
BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ
2. HUKUK DAİRESİ
ESAS NO : 2023/1080
KARAR NO : 2023/2454

T Ü R K M İ L L E T İ A D I N A
İ S T İ N A F K A R A R I

İNCELENEN KARARIN
MAHKEMESİ : ŞANLIURFA 1. AİLE MAHKEMESİ
TARİHİ : 11/04/2023
NUMARASI : 2022/560 Esas – 2023/119 Karar
DAVACI : EMİNE A.
VEKİLİ : Av. SELİM HARTAVİ -[16958-59361-38738] UETS
DAVALI : FETHİ A…
DAVANIN KONUSU : Yoksulluk ve İştirak Nafakasının Artırımı
DAVA TARİHİ : 19/10/2022
KARAR TARİHİ : 25/12/2023
KARAR YAZMA TARİHİ : 25/12/2023

Yukarıda tarihi, konusu ve tarafları gösterilen hükme karşı taraflarca istinaf başvurusunda bulunulduğu, dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere mahkememize gönderildiği ve istinaf isteminin süresi içerisinde yapıldığı anlaşılmakla, dosya incelendi.
GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:
TALEP:
Davacı vekili; Şanlıurfa 1. Aile Mahkemesinin 2016/648 esas sayılı dosyasında müvekkili için hükmedilen aylık 700,00 TL tedbir nafakası ile müşterek çocuk için hükmedilen aylık 500,00 TL tedbir nafakasının aylık 7.000,00 TL’ye çıkarılmasına ve ileri ki yıllarda ÜFE oranında arttırılmasına karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
SAVUNMA:
Davalı vekili; davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİNİN KARARI:
İlk Derece Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda; davacının davasının kısmen kabulü ile davacı için daha önce hükmedilen aylık 700,00 TL tedbir nafakasının aylık 2.500,00 TL’ye, müşterek çocuk Zeynep için hükmedilen aylık 500,00 TL tedbir nafakasının da aylık 1.500,00 TL’ye çıkarılmasına ve ileri ki yıllarda TÜFE oranında arttırılmasına karar verilmiştir.

İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı vekili; ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve taleplerinin tümünün kabulüne karar verilmesi talebiyle, istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
Davalı vekili; ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına ve davanın reddine karar verilmesi talebiyle, istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

DEĞERLENDİRME VE SONUÇ:
HMK’nın 355. maddesine göre, re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırı haller dışında istinaf incelemesi istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır.
Dava, TMK’nın 197. maddesine göre hükmedilen tedbir nafakasının arttırılmasına ilişkindir.
Toplanan deliller ve dosya kapsamına göre; davacı ve müşterek çocuk için daha önce hükmedilen nafakaların üzerinden geçen süre, ÜFE-TÜFE oranlarındaki artış, paranın alım gücündeki düşüş, çocuğun büyümesi ve ihtiyaçlarının artması, tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, davalının çalıştığı kurum dışında SGK’dan aldığı maaş ile Türk Medeni Kanununun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesine göre davacı ve müşterek çocuk lehine hükmedilen tedbir nafakası artış miktarı az olduğundan, davacının istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesinin kararının kaldırılmasına, bu durum yeniden yargılamayı gerektirmediğinden davacı için daha önce hükmedilen aylık 700,00 TL tedbir nafakasının aylık 4.000,00 TL’ye, müşterek çocuk için hükmedilen aylık 500,00 TL tedbir nafakasının ise aylık 3.000,00 TL’ye çıkarılarak, mahkememizin karar tarihinden bir yıl sonra başlamak kaydıyla her yıl ÜFE oranında arttırılarak davalıdan tahsiline, davacının kabul edilen istinaf sebebine göre davalının istinaf başvurusunun reddine karar verilmiştir.

HÜKÜM:Yukarıda açıklanan nedenlerle ;
A)-1-Davacının istinaf başvurusunun KABULÜ ile; Şanlıurfa 1. Aile Mahkemesi’nin 25/05/2023 tarih 2023/134-222 esas-karar sayılı kararının KALDIRILMASINA,
2-6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-2. maddesi gereğince, esas hakkında düzelterek yeniden karar verilmesi gerektiğinden;
a)-Davacının davasının KABULÜ ile; Şanlıurfa 2. Aile Mahkemesinin 25/06/2018 tarih 2016/631 esas 2018/518 karar sayılı kararı ile davacı için hükmedilen aylık 700,00 TL tedbir nafakasının dava (19/10/2022) tarihinden itibaren aylık 4.000,00 TL’ye, müşterek çocuk Zeynep için hükmedilen aylık 500,00 TL tedbir nafakasının ise dava (19/10/2022) tarihinden itibaren aylık 3.000,00 TL’ye ÇIKARILMASINA, hükmedilen nafakaların mahkememizin karar tarihinden bir yıl sonra başlamak kaydıyla yıllık ÜFE oranında ARTTIRILMASINA,
b)-Davacı tarafından peşin yatırılan 198,02 TL karar harcının, 751,08 TL nispi karar harcından mahsubu ile, bakiye 553,06 TL nispi harcın davalıdan alınarak, hazineye gelir KAYDEDİLMESİNE,
c)-Davacı davada kendini vekille temsil ettirdiğinden, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan avukatlık asgari ücret tarifesinin 9. maddesine göre, 17.900,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak, davacıya VERİLMESİNE,
d)-Davacının yargılama nedeniyle yaptığı 80,70 TL başvurma harcı, 198,02 TL peşin harç, 11,50 TL vekalet harcı ile, 91,25 TL posta gideri olmak üzere toplam 381,47 TL yargılama giderinin, davalıdan alınarak davacıya VERİLMESİNE,
e)-Fazla yatan avans var ise Adalet Bakanlığı HMK Gider Avansı Tarifesi’nin 5. maddesine göre, karar kesinleştikten sonra talep sahibine elektronik ortamda hesap numarası var ise bu numara üzerinden, yok ise PTT aracılığı ile adreste ödemeli gönderilmesine (gönderme masrafının avanstan karşılanmasına),
3-Davacı tarafından, istinaf nedeniyle yatırılan 179,90 TL karar harcının davacıya İADESİNE,
4-İstinaf başvurusu nedeniyle davacının yaptığı 492,00 TL istinaf kanun yoluna başvurma harcı, 1 adet e- tebligat ücreti 10,00 TL ve istinafa dosya gönderme ücreti 59,50 TL olmak üzere toplam 561,50 TL’nin davalıdan alınarak, davacıya VERİLMESİNE,
B)-1-Davalının istinaf başvurusunun 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Davalı tarafından peşin yatırılan 179,90 TL istinaf nispi karar harcının, 382,37 TL istinaf nispi karar harcından mahsubu ile, bakiye 202,47 TL istinaf nispi karar harcının davalıdan alınarak hazineye gelir KAYDEDİLMESİNE,
3-İstinaf başvurusu nedeniyle davalının yaptığı giderlerin kendi üzerine BIRAKILMASINA,
4-Kararın kesin olması nedeniyle, ilk derece mahkemesi tarafından, taraflara TEBLİĞİNE,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, HMK’nın 362/1-a. maddesi uyarınca kesin olmak üzere oy birliği ile karar verildi. 25/12/2023

 

İNANÇ İLİŞKİSİ YAZILI DELİLLE KABUL EDİLECEĞİNDEN TARAFLAR KARI KOCA BABA VEYA ÇOCUK OLSALAR DAHİ TANIK DİNLENEMEYECEĞİ

TC
YARGITAY
(Kapatılan)14. Hukuk Dairesi
2006/2397 E. , 2006/6106 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 07.05.2003 gününde verilen dilekçe ile inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat istenmesi üzerine yapılan muhakeme sonunda; davanın kabulüne dair verilen 08.09.2005 günlü hükmün Yargıtayca, duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 30.05.2005 günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalı vekili Av…. …. ve Av……, karşı taraf davacılar vekili Av…… geldiler. Açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi. Duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Bilahare dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde tazminat isteğine ilişkindir.

5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği gibi; inanç sözleşmesi, inanç gösterilene bir hakkın kullanılmasında davranışlarını, inanç gösterenin tespit ettiği amaca uydurmak borcunu yükler. Diğer bir anlatımla, inanç gösterilen kişi, inanç gösteren namına yapılacak bir işlemden sonra, taşınmazın mülkiyetini, ona yani inanç gösterene geçirme yükümlülüğü altına girmiştir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde, bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmeleri anılan İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delil ile kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.

Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı taraf elinden çıkmış yazılı delil başlangıcı (HUMK.m.292) niteliğinde bir belge varsa inanç sözleşmesinin “tanık” dahil her türlü delil ile kanıtlanması olanaklıdır.

İddiasını yazılı delille veya yazılı delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa her türlü delille kanıtlayamayan davacının yemin deliline dayanması durumunda, mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.

Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında;

Davacılar, davalı …’in babaları olduğunu, yurt dışında sağladıkları kazançlarını babaları üzerinde topladıklarını ve dava konusu taşınmazları, birlikte sağladıkları kazançları ile satın aldıklarını ileri sürerek payları oranında adlarına tescilini istemişler. Mahkemece, ileri sürülen istek hayatın olağan akışına uygun kabul edilerek dava kabul edilmiş, hükmü davalı temyiz etmiştir.

Dava dilekçesinde ve yargılama aşamasında davacılar iddialarını herhangi bir yazılı delile dayandırmamıştır. Bunun gibi iddiaya kanıt sayılabilecek yazılı delil başlangıcı niteliğinde inanç ilişkisini doğrulayan başkaca delilleri de yoktur. Yukarıda özetlenen 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile 07.10.1953 tarih ve 7/8 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarında, inanç ilişkisinin yazılı delille kanıtlanması ilkesi kabul edildiğinden taraflar karı-koca, baba-çocuk olsalar dahi iddia tanık delili ile kanıtlanamaz. ( Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 28.12.2005 tarih 2005/677-774 sayılı kararı ).

Açıklanan nedenlerle; davanın reddi gerekirken yasaya ve somut olaya uygun düşmeyen bazı nedenlerle kabul edildiğinden karar bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin yatırılan temyiz harcının yatırana iadesine, 450.YTL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davacılardan alınıp davalıya verilmesine, 30.05.2006 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

ARABULUCULUK TUTANAĞININ SUNULMAMASI GEREKÇESİYLE DAVANIN REDDİNE KARAR VERİLEMEYECEĞİ

T.C.

İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ

14. HUKUK DAİRESİ

E. 2020/636

K. 2020/1052

T. 9.10.2020

DAVA : Taraflar arasında görülen itirazın iptali davasının ilk derece mahkemesince yapılan yargılaması sonucunda, ilamda yazılı nedenlerle davanın usulden reddine ilişkin verilen karara karşı, davacı vekilince istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine dairemize gönderilmiş olan dava dosyası incelendi.

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ : Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; Müvekkilinin davalı borçludan olan alacağının tahsili için 02/05/2019 tarihinde Bakırköy … İcra Müdürlüğünün … esas sayılı dosyası ile takibe başlandığını, ödeme emrinin davalıya tebliğ edildiğini, davalının süresinde icra takibine haksız ve yersiz olarak itirazda bulunarak takibi durdurduğunu, davalının müvekkiline olan borcunun faturaya dayanmakta olup, belge ile ispat olunduğunu belirterek davalının ödeme emrine haksız olarak yapmış olduğu itirazın iptaline ve icra takibinin devamına, kötü niyetli olarak itirazda bulunan borçlu aleyhine %20 icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.Dava dilekçesi karşı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinden karar verildiğinden, davalı tarafın cevabı yoktur.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : İlk derece mahkemesince, dosya üzerinden yapılan değerlendirme sonucunda; “…7155 Sayılı Kanunla 6102 Sayılı TTK’na 5/A maddesi eklenmiş ve anılan kanun hükmü ile ticari davalarda arabuluculuk dava şartı olarak kabul edilmiştir. 6102 Sayılı TTK’nun 5/A maddesine göre; ‘Bu Kanunun 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Arabulucu, yapılan başvuruyu görevlendirildiği tarihten itibaren altı hafta içinde sonuçlandırır. Bu süre zorunlu hâllerde arabulucu tarafından en fazla iki hafta uzatılabilir.’ Aynı yasa ile 6325 Sayılı kanuna eklenen 18/A maddesine göre ise ‘Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması halinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içerisinde mahkeye sunulması, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmezse dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması halinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine karar verilir.’ Somut olayda uyuşmazlık; itirazın iptali istemine olup, her iki tarafın tacir olması nedeniyle davanın TTK’nın 4. maddesi uyarınca ticari dava niteliğinde olduğu hususu açıktır. Yukarıda belirtildiği üzere ticari davalarda konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiştir. İşbu davada davacı tarafa arabuluculuk son tutanağı aslı veya arabulucu tarafından onaylı örneğini sunması için kesin süre verilmiş olup, yasal süresinde sunulmadığı” gerekçesiyle, davanın, dava şartı yokluğu nedeniyle, HMK’nın 115/2. maddesi uyarınca usulden reddine karar verilmiştir. Bu karara karşı, davacı vekili tarafından, yasal süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur.

İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF NEDENLERİ : Davacı vekili istinaf başvuru dilekçesinde özetle; davadaki uyuşmazlık konusu ile ilgili olarak Bakırköy Arabuluculuk Bürosunun … dosya numara ve .. arabuluculuk numarası ile arabuluculuk işlemlerinin tamamlandığı, 05.09.2019 tarihli tensip zaptının 3 numararı ara kararı uyarınca arabuluculuk son tutanağının aslı mahkemeye sunulduğunu ve sunulduğuna dair alındı belgesinin kalem personelince verildiğini, her ne kadar arabululuculuk son tutanağı dava dosyası arasına konulmuş olsa da dosya arasından çıkmış/çıkarılmış veya kaybolması sonucunda mahkemece son tutanak aslı sunulmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddedildiğini, davanın arabuluculuk son tutanağının verilen kesin süreye rağmen yasal süre içerisinde sunulmadığı yönündeki ilk derece mahkemesinin gerekçesinin yerinde olmadığını belirterek, ilk derece mahkemesinin usul ve yasaya aykırı kararının kaldırılmasına karar verilmesini istemiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE : Dava, hukuki niteliği itibariyle, ticari alım satımdan kaynaklanan itirazın iptali davasıdır. İlk derece mahkemesince, zorunlu arabuluculuğa ilişkin dava koşulunun gerçekleşmediği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Bu karara karşı davacı vekili tarafından, yasal süresi içinde istinaf kanun yoluna başvurulmuştur. İstinaf incelemesi, HMK’nın 355. maddesi uyarınca, davacı tarafından ileri sürülen istinaf başvuru nedenleriyle sınırlı olarak yapılmıştır. 6/12/2018 tarihli, 7155 Sayılı Kanun’un 20. maddesiyle TTK’ya eklenen 5/A maddesi uyarınca, “(1) Bu Kanunun 4. maddesinde ve diğer kanunlarda belirtilen ticari davalardan, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır.” 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesi uyarınca, “(1) İlgili kanunlarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş ise arabuluculuk sürecine aşağıdaki hükümler uygulanır. (2) Davacı, arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılamadığına ilişkin son tutanağın aslını veya arabulucu tarafından onaylanmış bir örneğini dava dilekçesine eklemek zorundadır. Bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde mahkemece davacıya, son tutanağın bir haftalık kesin süre içinde mahkemeye sunulması gerektiği, aksi takdirde davanın usulden reddedileceği ihtarını içeren davetiye gönderilir. İhtarın gereği yerine getirilmez ise dava dilekçesi karşı tarafa tebliğe çıkarılmaksızın davanın usulden reddine karar verilir. Arabulucuya başvurulmadan dava açıldığının anlaşılması hâlinde herhangi bir işlem yapılmaksızın davanın, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilir.” TTK’nın 5/A maddesine göre, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır. Davanın konusu (müddeabih), dava dilekçesindeki talep sonucu, yani neticei talep esas alınarak belirlenir. Neticei talebin bir para alacağının tahsili veya tazminata ilişkin olduğu durumlarda, arabulucuya başvuru yapılmış olması dava şartıdır. İtirazın iptali davalarında davacı, bir para alacağının tahsilini amaçladığından, dava açılmadan önce, yukarıdaki yasal düzenlemeye göre arabulucuya başvurulmuş ve arabulucu tarafından onaylanmış anlaşmaya varılamadığına ilişkin tutanağın dava dilekçesine eklenmiş olması dava şartıdır.

Bu hukuki açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; itirazın iptali davalarında arabulucuya başvurulmasının TTK’nın 5/A maddesi uyarınca dava şartı olduğuna dair ilk derece mahkemesinin değerlendirmesi isabetli ise de; davacının, iş bu davayı açmadan önce arabulucuya başvurduğu, arabulucunun katılımıyla düzenlenmiş olan anlaşmaya varılamadığına ilişkin 29.08.2019 tarihli tutanağın mevcut olduğu; dava dilekçesinde arabuluculuk son tutanağının düzenlendiğinden bahsedildiği, tutanağın UYAP sisteminden kolaylıkla görülebileceği, UYAP kayıtlarından temin edilebilecek bir belgenin asıl olarak kabulünün gerekeceği, bu nedenle mahkemece, arabuluculuk nihai tutanağının yasal süre içerisinde sunulmadığı gerekçesi ile davanın usulden reddine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu anlaşılmaktadır.

Açıklanan bu gerekçelerle, ilk derece mahkemesince dava şartlarına aykırı karar verildiği anlaşılmakla, HMK’nın 353/1.a.4. maddesi uyarınca, ilk derece mahkemesinin istinafa konu kararının kaldırılmasına ve davanın yeniden görülmesi için dosyanın, kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan gerekçelerle;

1-HMK’nın 353/1.a.4. maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesi’nin istinafa konu kararının KALDIRILMASINA,

2-Davanın yeniden görülmesi için dosyanın kararı veren ilk derece mahkemesine gönderilmesine,

3-Davacı tarafından yatırılan istinaf peşin karar harcının ilk derece mahkemesince talep halinde iadesine,

4-Davacı tarafından istinaf kanun yolu aşamasında yapılan yargılama giderlerinin, esas hükümle İlk Derece Mahkemesi tarafından, yargılama giderleri içinde değerlendirilmesine,

5-Gerekçeli kararın İlk Derece Mahkemesince taraflara tebliğine dair; Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oybirliğiyle ve kesin olarak karar verildi. 09.10.2020

NİTELİKLİ KASTEN ÖLDÜRME SUÇU- ASGARİ TAHRİK İNDİRİMİ

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU

2019/597 E. , 2021/344 K.

“İçtihat Metni”

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 52-24

Sanık … hakkında nitelikli kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonunda Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesince 25.03.2015 tarih ve 60-29 sayı ile; sanığın eyleminin kasten öldürme suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK’nın 81/1, 53, 63 ve 54/1. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye hükmedilmiştir. Karar tarihi itibarıyla resen temyize tabi olan hükmün sanık müdafisi, Cumhuriyet savcısı ve katılanlar vekili tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 18.09.2017 tarih ve 2516-2790 sayı ile;

“Mahkemenin 25.03.2015 tarihli kararının hüküm kısmının 8. bendinde ‘Suçun işleniş şekli ile mahkememizce alınan bir kısım tanık beyanları dikkate alındığında eylemin tek kişi tarafından işlenmediği düşünüldüğünden sanığın suç ortaklarının tespiti ve gereği için Yalvaç Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına’ denmesi karşısında;

Suç duyurusuna ve eksik soruşturmaya ilişkin evrak akıbetinin araştırılması, soruşturmanın devamı durumunda, sanık …’in hukuki durumunun da değişebileceği ihtimali karşısında makul bir süre beklenilerek, delil durumuna göre ilgili kişi ya da kişiler hakkında iddianame tanzimi yapılması hâlinde bu dava ile birleştirilerek, delillerin birlikte takdir ve tayin edilmesinde hukuki zorunluluk bulunması karşısında yazılı şekilde sanık hakkında hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş;

Daire Üyesi …; “…Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesi tarafından verilen kararın onanması gerektiği,” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Bozmaya uyan Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesince, Yargıtay ilamında belirtilen araştırma yapıldıktan sonra 21.03.2018 tarih ve 52-24 sayı ile; sanığın kasten öldürme suçundan TCK’nın 81/1, 53, 63 ve 54/1. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, mahsuba ve müsadereye karar verilmiş, ceza miktarı yönünden resen temyize tabi olan hükmün sanık müdafileri tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 21.05.2019 tarih ve 324-2876 sayı ile onanmasına karar verilmiş,
Daire Üyesi…; “…Dosya kapsamında olay gün ve saatine ilişkin sanığın savunması dışında tek bir delil bulunmamaktadır. Sanığın savunmasının aksine, maktul ile sanık arasında, Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesinin kabul ettiği, sayın çoğunluk görüşünün de benimsediği şekli ile taraflar arasında rızai ilişkinin varlığı hâlinde, sanığın olay günü maktulü eşinin evde olmadığından bahisle çağırıp, henüz eve dahi girmeden, kayınpederine ait tüfek ile onu vurması, süreç içerisinde 7 kez ateş etmeye devam etmesi, sonra bıçaklaması, hatta ve hatta bıçak ile maktulün başını vücudundan ayırıp, bıçağı onun göğsüne saplar şekilde bırakması (ki, maktulün vücudundan elde edilen bu bıçak üzerinde sanığın da dahil hiçbir parmak izine rastlanılmaması da düşündürücü olmakla birlikte) ne şekilde açıklanabilecektir. Bu husus hayatın olağan akışına, insanın tabiatına da aykırı bir durumdur.

Sanığın maktul ile ilişkisinin rızai, ya da zora dayalı olduğuna ilişkin tam bir tespit yapmak dosya kapsamına göre mümkün değil iken, yerel mahkeme sanığın yaşadığı çevrenin sosyal ve psikolojik konum ve durumlarını hiç değerlendirilmeden, ortada gözüken şekle göre bir karar verilmiştir.

Ancak, ilişkinin rızai olmadığına ilişkin lehe de bir şüphe bulunmaktadır. Bu da, TCK’nın ‘şüpheden, sanık yararlanır’ genel prensibi çerçevesinde sanık lehine değerlendirilmeli ve 5237 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 29. maddesi asgari dahi olsa, sanık lehine uygulanmalı düşüncesiyle kararın bozulması gerektiği düşüncesinde olduğumdan yerel mahkeme hükmünün onanmasına ilişkin, sayın çoğunluk görüşüne muhalifim.” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 12.07.2019 tarih ve 41573 sayı ile;

“…Sanık lehine asgari oranda tahrik indirimi uygulanması gerektiği,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 22.10.2019 tarih, 3288-4506 sayı ve oy çokluğuyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve müzakere sırasında Ceza Genel Kurul Başkanınca yeniden belirlendiği şekliyle Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanık hakkında TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığının,
2- Sanık hakkında TCK’nın 62. maddesi hükmünün uygulanmamasının isabetli olup olmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay yeri inceleme tutanağında; 28.08.2012 tarihinde saat 22.45 sıralarında, … ili, Yalvaç ilçesi, Koruyaka köyünde bir kişinin öldürüldüğünün bildirilmesi üzerine olay yerine gidildiği, yapılan incelemede, maktulün cesedinin köy camisinin karşısındaki iki evin arasında bulunduğu, sanık …’ın ikamet ettiği evin arka kısmında maktul …’e ait cesedin sırtüstü yatar hâlde olduğu, cesedin başının boyundan omuz hizasına kadar düz bir şekilde kesilmiş olduğu, boyun kemiğinin düz ve dağılmamış olduğu, toprak zeminde yoğun kan birikintisinin bulunduğu, cesedin karın bölgesine bir bıçağın saplanmış olduğu, cesedin yakınında maktule ait cep telefonu ile maktule ait olduğu düşünülen 7,65 mm çapında fişek kullanan tabancanın bulunduğu, olay yerinde 9 adet boş av tüfeği kartuşu olduğu, bir ucu balkona bağlı 685 cm uzunluğunda urganın diğer ucunun serbest hâlde olduğu, maktulün başının köy meydanına sanık tarafından savrulduğu yerde bulunduğunun söylenmesi üzerine köy meydanına gelindiği, kesilmiş olan başın yanında kanlı av tüfeği kartuş tapasının bulunduğu, bu kartuşun yakın atış sonucu maktulün yüzüne saplandığı, kesilmiş baş yere atılınca da baştan ayrıldığının değerlendirildiği ifade edilerek, kesilmiş başın 8-10 metre kuzeydoğusunda üzerinde iki adet çalışır durumda kamera bulunan aydınlatma direğinin olduğu, bu direkteki kameralardan birinin köy meydanından geçen yolu, diğerinin de sanık …’in evine giden yolu kapsayacak şekilde kayıt yaptığı, kaydedilen görüntüler incelendiğinde, sanık…’ın saat 22.07’de maktul …’in başını sağ eline alıp, av tüfeğini de sol omzuna asarak köy kahvesinin önüne geldiği, maktulün başını kahvede bulunanlara doğru fırlatıp geldiği yoldan geri döndüğünün görüldüğü tespitlerine yer verildiği,
… Jandarma Kriminal Laboratuvar Amirliğince düzenlenen 09.10.2012 tarihli raporda; olay yerinde bulunan 9 adet 12 kalibre av fişeği kartuşunun sanık …’in olayda kullandığını iddia edilen Üzümlü Efsane 4124-A marka av tüfeğinden atıldığının belirtildiği,
… Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünce düzenlenen ekspertiz raporunda; sanık … ve maktul …’e ait svap örneklerinde atış artıklarına rastlandığının tespit edildiği, maktul …’e ve sanık … (Yıldırım) Yıldız’a ait cep telefonlarında bulunan fotoğrafların sayısal olarak işlenerek tab edildiği, fotoğraflarda sanığın kendi yatak odasında uyurken, yanında maktul olduğu hâlde maktul tarafından çekilmiş görüntülerin bulunduğu,
… Jandarma Kriminal Laboratuvarı Başkanlığınca düzenlenen 22.11.2012 tarihli uzmanlık raporunda; maktulün başının kesilmesinde kullanıldığı iddia edilen 11,5 cm uzunluğunda namluya, 13,7 cm uzunluğunda kabzaya sahip, namlusu açık durumda iken toplam uzunluğu 25,2 cm olan, namlusunun sırt kısmı küt ve meyilli, tek ağızlı, sivri uçlu çakı bıçağında mukayeseye elverişli vücut izi bulunamadığı, 27.11.2012 tarihli raporda ise suça konu bıçağın 6136 sayılı Kanun’a göre yasak olarak mütalaa edilemeyeceğinin bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu … Grup Başkanlığınca düzenlenen 13.11.2012 tarihli otopsi raporunda; “Başı vücudundan ayrı hâlde olan, mevcut hâliyle 150 cm boyunda, yaklaşık 80-85 kg ağırlığında, 30-35 yaşlarında, kumral saçlı, sakallı, sünnetli erkek cesedinde, ölü katılığının devam ettiği, ölü lekelerinin vücudun arka kısımlarında bası görmeyen yerlerde açık renkte ve hafif şekilde oluştuğu görüldü. Baş uzunluğu 25 cm ölçüldü.
1- Sağ yanakta 10×6 cm’lik yıldızvari şekilli, av tüfeği saçma taneleri yarası,
2- Sağ uyluk 1/3 üst iç kısımda 8,5×8,5 cm’lik av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası ve etrafında birkaç adet satellit giriş deliği,
3- 2 nolu yaranın hemen altında 5×5 cm’lik av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası
4- Sol kasıkta 6,5×4 cm’lik av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası,
5- 4 nolu yaranın 1 cm altında 5×4 cm’lik av tüfeği saçma taneleri toplu giriş yarası ve dış yan kısmında bir adet satellit giriş deliği,
6- Sırtta göğüs ortadan glutea alt kısımlara kadar olan bölgede ve sol bacak yaygın, av tüfeği saçma tanesi yaraları,
7- 6 noda tarif edilen bölge içerisinde 3 adet av tüfeği iri saçma tanesi giriş deliği, sağ kol iç ve dış yüzde birer adet av tüfeği iri saçma tanesi giriş ve çıkış deliği, sağ orta koltuk altı çizgisinde memenin 4 cm altında av tüfeği iri saçma tanesi giriş deliği,
8- Sağ lomber bölgede dışta 2 adet av tüfeği iri saçma tanesi sıyrığı,
9- Anüste av tüfeği saçma tanesi çıkış yaraları nedeniyle harabiyet ve etrafında çok sayıda av tüfeği saçma tanesi çıkış yarası olduğu görüldü.
A- Sternum üzerinde 0,8 cm’lik etrafı ekimozsuz bir açısı dar, diğer açısı geniş, kesici delici alet yarası,
B- Göbeğin 10 cm üzerinde 2 cm’lik etrafı ekimozsuz bir açısı dar, diğer açısı geniş, kesici delici alet yarası olduğu tespit edildi.
Kafatası boyun bölgesinden C6 omur seviyesinden dekapite haldeydi. Yara kenarlarında ekimoz, yara kenarlarında, boyun doku ve damarlarında doku çekilmeleri veya herhangi bir canlılık bulgusu olmadığı görüldü.
Cesette başkaca travmatik değişim görülmedi. Otopsi öncesinde cesedin çekilen grafilerinde göğüs, batın ve pelvis bölgesinde çok sayıda saçma tanesi ve birkaç tane iri saçma tanesine ait metalik cisim imajı olduğu görüldü.

28.08.2012 tarihinde başı kesilmiş hâlde bulunduğu bildirilen … oğlu 1977 doğumlu …’in cesedine 29.08.2012 günü Adli Tıp Kurumu … Grup Başkanlığı Morg İhtisas Dairesi Otopsi salonunda yapılan otopsiden, tetkiklerden ve adli tahkikat evrakından elde edilerek yukarıya kaydedilen bilgi ve bulgular dikkate alındığında;
1- Kimya İhtisas Dairesinin raporuna göre; kişinin kanında 91mg/dl (0,91 promil) etil alkol tespit edildiği, metanol tespit edilmediği, kanda yapılan uyutucu uyuşturucu analizinde aranan maddelerin bulunmadığı, safrada sistematiğimizdeki maddelerin tespit edilmediği,
2- Biyoloji İhtisas Dairesinin raporuna göre; …’e ait DNA incelemesinin tamamlandığı ve sonucun muhafaza altına alındığı,
3- Kişinin vücudunda sağ yanakta bir adet, kasıklarda birer adet ve vücut arka tarafında iki adet olmak üzere toplam beş atışla husulü mümkün av tüfeği saçma taneleri yaralanması mevcut olup, oluşturdukları yaralanmaların müstakilen ölüm meydana getirir nitelikte olduğu,
4- Vücudun arka tarafında tarif edilen iki atışla husulü mümkün av tüfeği saçma giriş yaralarının cilt ve cilt altı bulguları göz önüne alındığında, bu atışların 6 metre üzeri mesafeden yapılmış olduğu, her iki kasık bölgesinde tarif edilen av tüfeği saçma giriş yaralarının cilt ve cilt altı bulguları dikkate alındığında, bu atışların 1 metre mesafe içerisinden yapılmış olduğu, ancak bu yaraların giysili bölgede olması nedeniyle kesin atış mesafesi tayini için şahsın üzerinde bulunan kıyafetlerin atış mesafesi tayini açısından incelenmesinin uygun olacağı, sağ yanakta tarif edilen av tüfeği saçma giriş yarasının cilt ve cilt altı bulguları dikkate alındığında, bu atışın 1-2 metre mesafe içerisinden yapılmış olduğu,
5- Cesetten bir adet iri saçma tanesi (şevrotin), dokuz adet 3-4 mm ebadında saçma tanesi elde edildiği, ayrıca otopsi öncesinde ceset torbası içerisinden bir adet plastik tapa elde edildiği ve ilgili Cumhuriyet Savcısına teslim edildiği,
6- Cesetteki morfolojik değişiklikler, bulunduğu ortam, mevsim koşulları ve beden yapısı gibi muhtelif faktörlere göre değişiklik göstermekle birlikte, ölü muayenesinde tarif edilen ve otopsisinde tespit edilen bulgular birlikte değerlendirildiğinde kişinin ölümünün kesin olmamakla birlikte ölü muayene tarihi olan 29.08.2012 günü saat 04:30’dan önceki 6-8 saatlik zaman dilimi içerisinde meydana gelmiş olabileceği,
7- Cesette dekapitasyona ait boyun bölgesindeki yara özellikleri dikkate alındığında kişinin başının ölüm sonrası kesildiği, göğüs ve batın bölgesinde A ve B olarak tarif edilen kesici delici alet yaralarının özellikleri göz önüne alındığında bu yaraların da ölüm sonrası meydana gelmiş olduğu,
8- Kişinin ölümünün av tüfeği saçma ve iri saçma taneleri yaralanmasına bağlı kafatası, yüz, çene ve pelvis kırıkları ile müterafık beyin kanaması, beyin doku harabiyeti, iç organ yaralanması, büyük damar yaralanması ve dış kanama sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatini bildirir rapordur.” tespitlerine yer verildiği,
Adli Tıp Kurumu … Grup Başkanlığınca düzenlenen 31.12.2012 tarihli raporda, maktul …’in %99,99 ihtimalle sanık …’ın 17.11.2012 tarihinde dünyaya getirdiği bebeğin biyolojik babası olabileceğinin bildirildiği,
Adli Tıp Kurumu Biyoloji İhtisas Dairesince düzenlenen 25.02.2013 tarihli raporda; maktulün giysilerinden elde edilen biyolojik bulgularda, maktul dışında başka bir kişiye ait biyolojik örneğe rastlanılmadığının ifade edildiği,
23.05.2013 tarihinde Yalvaç Cumhuriyet Başsavcılığınca olay yerinde keşif işlemi yapıldığı,
… Adli Tıp Kurumunca sanık… hakkında düzenlenen 17.11.2014 tarihli raporda; sanığın yapılan muayenesinde elde edilen bilgi ve bulguların yorumlanması sonucunda, cezai sorumluluğunu müessir ve kişide şuur ve hareket serbestisini ortadan kaldıracak veya azaltacak mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı ve zeka geriliği saptanmadığı, adli dosya tetkikinde sanığın mezkur suçu işlediği sırada fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak boyutta bir akli arızanın içinde olduğuna delalet edecek herhangi bir tıbbi bulguya rastlanmadığı, bu duruma göre sanık …’ın 28.08.2012 tarihinde sanığı bulunduğu suça karşı cezai sorumluluğunun tam olduğunun oy birliğiyle bildirildiği,
Sanık …’ın kendisine maktulün verdiğini belirttiği …, … ve … numaralı telefon hatları ile sanık ve maktul arasında 2010 yılında toplam 3 saat 46 dakika 31 saniye, 2011 yılında toplam 42 saat 3 dakika 10 saniye, 2012 yılında ise toplam 114 saat 47 dakika 33 saniye konuşma gerçekleştiği,
Maktul … ve sanık …’ın, …’in kullandığı ve kendi adına kayıtlı olan …no’lu telefon hattından, …’in kullandığı …’in eşi … adına kayıtlı olan … no’lu telefon hattıyla 26.08.2012 tarihinde saat 21.25’te 50 saniye, saat 21.32’de 1.414 saniye, saat 21.57’de 2.611 saniye, saat 23.06’de 25 saniye, saat 23.10’da 313 saniye, saat 23.26’da 1.591 saniye, 27.08.2012 tarihinde saat 10.11’de 117 saniye, saat 10.13’te 2.375 saniye, saat 10.53’te 567 saniye, saat 11.05’te 150 saniye, saat 11.24’te 22 saniye, saat 11.25’te 104 saniye, saat 11.27’de 124 saniye, saat 11.30’da 1.084 saniye, saat, saat 22.16’da 479 saniye, saat 22.26’da 22 saniye, saat 22.27’de 324 saniye, saat 22.34’te 2.246 saniye, 28.08.2012 tarihinde saat 21.38’de 906 saniye süren görüşmeler yapıldığı,
Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesinde yürütülen yargılamanın 10.01.2014 tarihli 3 ve 4. celselerindeki duruşma tutanağında;
“….Sanık gülümseyerek araya girerek tanığın beyanına göre demekki tek ben gülmüyormuşum. Herkes gülüşüp içiyordu dedi.
…Katılan vekili beyanda bulunurken sanığın katılan vekiline yönelik çıkıştığı, bir şeyler söylediği, ancak mahkeme heyetimizce ne söylediği tam olarak anlaşılmadığından, zapta geçilemedi.
….
Tanık dinlenirken ara ara tanığın beyanları üzerine sanık gülümsediği gözlemlendi.

Tanık beyanda bulunurken sanığın gülümsediği gözlemlendi.”
Şeklinde ibarelerin tutağa geçirildiği,
Özel Dairece eksik araştırmayla hüküm kurulduğu gerekçesiyle bozulan 25.03.2015 tarihli kararda Yerel Mahkemece sanık hakkında TCK’nın 62. maddesinde düzenlenen takdirimi indirim hükmünün uygulanmamasına ilişkin olarak; “Somut olayda sanık duruşma tutanaklarına da yansıtıldığı üzere, özellikle 3. Celsede …ve …’in, 4. Celsede tanık … …’ın tanık olarak beyanları alınırken sanığın taşkın tavırlar sergileyerek tanıklar, katılan … ve katılanlar vekiline yönelik çıkışarak bir şeyler söylemiş ve ifadelerin alındığı sırada birçok kez Mahkeme heyetine karşı gülerek gayrı ciddi bir tutum sergilemiş, yargılamalar boyunca olumsuz hal ve tutum içinde bulunmuştur. Ayrıca sanık, maktulü av tüfeği ile öldürdükten sonra maktulün kafasını bıçakla keserek yaklaşık 200 metre mesafedeki köy meydanına götürüp atmıştır. Bu durum da sanığın fiilden sonraki olumsuz tutum ve davranışları olarak kabul edilmiştir.
Ayrıca tüm yargılama aşamasında sanık…’ın tüm dosya kapsamı itibarıyla, suçun işleniş şekli ile mahkememizce alınan bir kısım tanık beyanları dikkate alındığında eylemin tek kişi tarafından işlenmediği düşünülmüş, sanığın suç ortaklarının tespiti ve gereği için Yalvaç Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmiş olup, yargılamanın hiçbir aşamasında sanık…’ın Mahkeme heyetine yardımcı olmadığı anlaşılmıştır.
Açıklanan bu nedenlerle, bu şekilde sanığın fiilden sonraki ve duruşmalardaki olumsuz tutum ve davranışları dikkate alınarak 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinde yer alan takdiri indirim nedenleri uygulanmamıştır.”,
21.03.2018 tarihli kararda Yerel Mahkemece sanık hakkında TCK’nın 62. maddesinde düzenlenen takdirimi indirim hükmünün uygulanmamasına ilişkin olarak ise; “Somut olayda dinlenen tanık beyanları, sanık …’in bu husustaki beyanları, dosya içerisinde yer alan CD içerikleri, maktule ait otopsi raporu ve dosyadaki tüm bilgi ve belgelerden, sanık …’in maktulü av tüfeği ile öldürdükten sonra maktulün kafasını bıçakla keserek yaklaşık 200 metre boyunca elinde taşıyarak köy meydanına götürüp attığı sabit olup, bu durum sanığın fiilden sonraki olumsuz tutum ve davranışları olarak mahkememizce kabul edilmiş ve sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinde yer alan takdiri indirim nedenlerinin uygulanmasına yer olmadığı vicdani kanaatine varılmıştır.” şeklinde gerekçe gösterildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan … 31.08.2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında; “… benim öz oğlum olur. Biz gelinim, …, oğlum ve torunlarımla Koruyaka köyünde ikamet ederiz. Benim eşim 22 yaşında iken vefat etti. Ben üç çocuğumu kendim yetiştirdim. … çiftçilik yapardı. Yaklaşık üç yıl önce …, Polatlı pancar tarlasında oğlum … ile … birbirlerine yakınlık duymuşlar, birlikte olmuşlar. Gelinim de bundan haberdar olmuş. Bu nedenle tartışmışlar. Geldikten sonra bana bunu gelinim söyledi ama ben yapmayacaklarını düşündüğümden üzerine gitmedim. Yaklaşık 1 yıl önce gelinim … bana … ile …’in ilişkisinin olduğunu söyledi. Ben de bunun üzerine …’e olayı sordum. … olduğunu söyledi, bana … ile birbirlerini sevdiklerini söyledi. Ben de bunun üzerine …’in üzerine çıktım, üzerindeki elbiseyi parçaladım, ona vurdum. ‘Bu bize yakışmaz, ondan vazgeçeceksin’ dedim, o da ‘Vazgeçmem’ dedi. Biz … ile epeyce bu konuda tartıştık. …’i evden kovdum ancak … vazgeçmedi. 2012 yılının ocak ayında gelinim … bana …’in fotoğraflarını …’in telefonunda bulunduğunu söyledi. Yine aynı şekilde …’e vurdum. Üzerini başını parçaladım. …’e yine ‘Vazgeç bundan’ dedim, ancak … ‘Vazgeçmem’ dedi. Yaklaşık üç ay önce de gelinim … bana …’in cebinde …’in fotoğrafları olduğunu söyleyerek bu fotoğrafları bana gösterdi. Ben yine …’e kızdım, üçümüz bir araya geldik. ‘Bunu niye yaptın?’ dedim, … de bana ‘Beni kendisi çağırıyor, ben çağrı atınca kapıyı açıyor,’ dedi. Ben unutmasını söyledim, … bana ‘Unutmam, onda benim çocuğum var. Ben ettiğim şeyin ardında dururum. Beni vazgeçirmeye çalışmayın’ dedi. …, ne olacak dediğimizde ‘Onu da getireceğim, ona da bakacaksınız’ dedi. Ben ‘…’ın kardeşinin gelini, hazmedilmez, olmaz’ dedim. Ancak … getireceğini söyledi. Biz sürekli … ile bu ilişki konusunda tartıştık. … ve … çocuğun doğmasını istiyorlardı. Biz sonradan … ile …’in doktora gittiklerini öğrendik. … bana …’in karnındaki çocuğun eşi kendisinden olduğunu zannettiğini söyledi. Biz …’e ‘Ne olursa olsun …’i eve katmayız dedik’ … de bize ‘Ne olursa olsun ben onu getireceğim, gerekirse …’a …’ya alır giderim’ dedi. Ben de ‘Gidersen git yeter ki eve onu getirme’ dedim. … gelinim … ile her şeyi konuşurdu, ona …’in ilişkilerini annesi …’ya söylediğini, …’nın da bunu diğer aile büyüklerine söylediğini söylemiş. Ramazan ayında … babası …’ın evine gitmiş, … …’e ‘Babamla konuş, babamın gönlünü yap’ demiş, … de …’ın yanına gitmiş, durumu anlatmış, ‘Cezası neyse verin’ demiş. … de ‘Bunun sonu ölüm olur’ demiş. ‘Şu anda araştırıyorum’ demiş. … Kadir gecesi günü tekrar kayınpederinin evine gelmiş, bunu orada dövmüşler. … …’i telefonla arayarak, ‘Beni dövdüler, beni kaçıracaksan kaçır, seninle geleceğim’ demiş. O da …’e ‘Sen kararını verdiysen bana iki üç gün süre ver. Ben seni götüreceğim’ demiş. Bana bunları gelinim … söyledi. Ramazan Bayramının ikinci günü … …’e bakmaya gitmiş, caminin orada beklemiş, … de aşağı inmiş, yüzünün berelendiğini görmüş, bize bunu çok dövmüşler, onu götürmem lazım diye … bizzat kendisi söyledi. Olayın olduğu gün olan 28.08.2012 günü biz gelinim ve … ile birlikte ormana gittik, … ve … da silahla arkamızdan gelmiş, biz farklı bir yoldan gidince bizi görememişler. Aynı gün saat 11.00 sıralarında eve geldik saat 17.00 sıralarında da oğlum evden gitti, kendisinden bir daha haber alamadım. Oğlumun kayınpederi …, …’in babası …, …, … …, … tarafından öldürüldüğünü düşünüyorum çünkü bir yıl önceden ve bir hafta önceden ‘Biz …’in kafasını gövdesinden ayıracağız’ demişler. Bunu …’e … demiş. Benim bildiğim kadarıyla oğlum …’in silahı yoktu, bana göstermiş olduğunuz 7,65 çapındaki silahı ben iki haftadır görüyorum, ondan önce silahı yoktu, bu olaylardan sonra oğlum … tedirgindi. Başına bir iş geleceğinden korkuyordu. Hatta bana göstermiş olduğunuz, gelinimin vermiş olduğu fotoğrafları … gelinime verdi, ‘Bak başıma bir iş gelirse, bunları savcıya sen vereceksin’ demiş, bana bunları gelinim söyledi. Ben oğlumu öldüren bu kişilerden şikâyetçiyim.”,
Mahkemede; “2010 yılında ben bu olayı bakkalda köyde ve başka birkaç yerde duydum, oğlum …’e söyledim, …’e iki üç değnek vurdum, …’a … ablasının yanına gitti. Orada 8-10 gün durdu sonra pamuğa gittiler. 2010 yılında kimden duyduğumu isimlerini hatırlamıyorum, 1-2 yerde konuşulurken duydum. ben pamuğa gitmedim çocuklarla kaldım, pamuktan dönüşte gelinim … …’in vazgeçmediğini söyledi, ben de …’le tartıştım, … vazgeçtiğini bittiğini söyledi, aradan uzun zaman geçti … tekrar bana …’in …’le görüştüğünü söyledi, ben …’le konuştum, … …’in kendisini çağırdığını söyledi, ben de ‘O çağırıyorsa sen gitmeyeceksin’ dedim, … de ‘Bana sizden iyi davranıyor’ dedi. 3-4 günde bir gece 2’de 3’te gelirdi ben uyumaz onu beklerdim. Çok sordum çok dövüştüm, bana şuradaydım buradaydım derdi, arkadaşların yanındaydım diyordu. Ölüm olayından 3-4 ay önce hamileliği öğrendim, … kendisi söyledi, ben de …’e vurdum, evden kovdum. … başlarda …’i eve getireceğini söylemiyordu sonra illa eve getireceğim diyordu. … …’i eve getirseydi neler yaşanacağını bilemiyorum. …’i evden kovdum, o da ‘Sen beni düşünüyorsun …’i düşünmüyorsun’ dedi. Ben de ‘… çocuklarına sahip olsun, sen de çocuklarına sahip ol, sizin yaptığınız ayıp bir iş’ dedim, bunu ben kabul edemem, o da ‘Ben onu götürmedikten sonra gitmem, ben bu şerefsizliği …’e yapamam’ dedi, ben de …’e ‘Bizden uzak dur …’i nereye götürürsen götür’ dedim. Köylüye …’in öldürüleceği yayılmıştı, ben de …’e ‘Öldürülecekmişsin buradan git’ dedim, o da …’i götürmeden gitmeyeceğini söyledi, 2-3 gün geçtikten sonra ‘Samanları alıp gideceğim gayrı yoksa beni öldürecekler, garantiye koyacaklar bugün yarın öldürecekler’ dedi. Ben de …’e bunu arkadaşlarından ve herkesten duyduğunu neden gitmediğini söyledim, bunu … da kendisine söylemiş, başka arkadaşları da söylemiş. Bu olaydan önce … 3 tane dana sattı, 10 milyar civarıydı 1.000 TL’sini eve harcadı 9.000 TL’sini olay günü alacaktı. Onu da almaya koymadılar. Olay günü köyde düğün vardı. …’in düğünüydü, ben gündüzden …’e ‘Gece gitme, seni öldüreceklermiş’ dedim, o da ‘Siz ahırı görünceye kadar ben gelirim’ dedi. Olay günü silah sesi duymadık çünkü bizim evimiz uzaktadır, yürüyerek köy içiyle bizim ev 15-20 dakika sürer, …’in evi köy içindedir. Torunuma ambulans geçince sordum, torunum da babasını görmemiş, oğlum gelmeyince kalbime şüphe geldi ben de köy içinde torunumla yürüdüm, oraya kadar gelince beni gören kaçtı, beni köy meydanına sokmadılar, beni komşular geri getirdi. Bunu … yapmadı, adalet yerini bulsun, kesenler meydana çıksın, katiller meydana çıksın istiyorum, katiller elini kolunu sallaya sallaya geziyor, … …’i öldürmedi, ben …’in …’i öldürdüğüne inanmıyorum, sanığın kendi ailesi ve eşinin ailesinden şüpheniyorum.”,
Katılan … 31.08.2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında; “… benim eşim olur. Ben eşimle yaklaşık 16 yıldır evliyiz. Bu evliliğimizden 2001 ve 1997 doğumlu bir kız, bir erkek çocuğumuz vardır. Biz eşimin annesi, ben ve çocuklarım ile birlikte Koruyaka köyünde ikamet ederiz. Çiftçilikle uğraşırız. …’ı tanırım, … benim öz kardeşim …’ın gelini olur. …, … ile evlidir. Yaklaşık 7 yıl önce evlendiler. …, …’in teyzesinin kızı olur. Bunların 6 yaşında bir kızı, 3 yaşında da bir oğlu vardır. …lerle biz akraba olduğumuzdan dolayı birbirimize gider gelir konuşurduk. Benim eşim …, köy halkını toplar, çapaya götürürdü. 1,5-2 ay çalışırdık sonra tekrar köyümüze dönerdik. Genelde Polatlı, … ve …’ya sezonluk işçi olarak giderdik. Gittiğimizde evin altındaki garajlarda kalırdık, genelde topluca yatardık. Yaklaşık 3 yıl önce yine eşim köy halkından 13-15 kişiyi toplayıp Polatlı’nın Karailyas köyüne pancar çapasına götürdü. Götürdükleri arasında …, …’in kaynı … da vardı. Biz akraba olduğumuz için bir odada kaldık. Aynı odada yatıp kalktık. … ile … burada yakınlaşmışlar. Ben bunu bizzat görmedim ancak bana bunu diğer çalışanlar söylediler, ben her ikisine de güvendiğimden böyle bir şey olacağına ihtimal vermedim. Bana ‘Senin kocan yanlış yapıyor, bu ikisi birbirlerinin elini tutuyor, öpüşüyorlar, sen bunları takip et’ dediler. Ben takip ettim ancak şüpheli bir durum görmedim. Durumu kocama ve …’e sordum, her ikisi de yalanladılar, dedikodu inanma dediler. Ben de itimat ettim. Bundan dört ay sonra pamuk sezonunda yine aynı kişilerle eşim bizi …, Yanköy’e götürdü. Burada tüm çalışanlar aynı odada kaldık. Burada …’in eşi de vardı. Ben bir gün eşim … ile …’i banyonun önünde eşimi yarı çıplak hâlde gördüm Ben ilk etapta banyo havlusu sarılı olduğu için …’i görmemiştim. Eşime ‘Ne yapıyorsun burada, hadi çayı demledim’ dedim. Bu sırada …’in bütün vücudunu gördüm. … ile eşim öpüşüyorlardı. Bunun üzerine ben yerden iki taş alıp yanlarına vardım, ‘Sizin yediğiniz halt ne’ dedim, taşı tam vuracakken bayılmışım. Eşim beni tokatlayarak ayılttı, …’e de ‘Sen git, gözükme, ben bunu sustururum’ dedi. Ben o gün olayın etkisiyle işe gidemedim, herkese de hastayım, dedim, zaten eşim de beni çalışanlar arasında bulunan abim, aynı zamanda …’in kayınpederi olan …’a söylememden korktuğundan çalışmaya göndermedi. Biz o dönem eşimle uzun süre tartıştık. Akşamleyin eşim hiçbir şey yokmuş gibi yemek yaptırıp ameleye dağıttırdı. Ben hiç kimseye söylemedim, çalışmaya devam ettik. Eşim bir gün sonra pazara gitti, ben de tarlada …’i tenha bir yere götürüp …’e ‘Bak …, sen yabancı değilsin, kardeşimin gelinisin, beni de yakarsın, kendini de yakarsın’ dedim, kendisine yapmaması için yalvardım, ‘Ne olur 16 yaşında oğlum var, 11 yaşında kızım var, yapma, yuvamı yıkma, benim yuvamı da kendi yuvanı da yıkma, ben bunu sineye çekerim’ dedim. … de bana ‘Tamam söz hala, bir daha sana yanlış yapmayacağım’ dedi. Ben akşam aynısını eşime de söyledim, eşim bana söz verdi, ben de olanları sineye çektim, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım. Aradan 3-4 gün geçti, bunlar yine bu şekilde birbirlerine yakınlık göstermeye başladılar, birbirlerinin elinden tutup, tenha yerlere asılıp gidiyorlardı. Ben artık bunu böyle kabullendim, eşime niye yapıyorsun bunu dediğimde bana ‘Elimden gelmiyor, çok seviyorum’ dedi. Ben de bunun üzerine eşime ‘Beni istemiyorsan ben boşanırım, sana istediğin kızı bulmak için yardımcı olurum ancak bu kardeşimin gelini, bununla olmaz, bundan uzak dur, iki tane onun da senin de çocuğun var’ dedim. Eşim de bitirmeye çalışacağım dedi, bana söz verdi, ben bittiğini düşünmüştüm, bir daha peşlerine de düşmedim. 2-3 ay orada çalıştıktan sonra tekrar köye geldik. Köyde yine bu tarz dedikodular duymaya başladım, bana köy halkımız eşim … ile …’in birlikte olduklarını söylediler ancak ben her ikisine de güvenmek istedim ve bunların ilişkisinin olmadığını kendimi inandırmaya çalıştım, pek fazla araştırmamaya çalıştım, zaten bundan sonra bir daha pancara ya da pamuğa birlikte gitmedik. Bunların ilişkisi hiç kesintisiz devam etmiş, 2012 yılının ocak ayında ben eşimin telefonunu kurcaladım, telefonunu açtığımda telefonda Mavilim adında birçok arayan ve aranan olduğunu gördüm. Şüphelendim, kızım …’ten fotoğraflar kısmını açmasını istedim. … fotoğraflar kısımını açtı, size sunmuş olduğum resimlere benzer birçok resminin olduğunu gördüm. Ben daha sonra size sunmuş olduğum resimleri yaklaşık 3 ay önce eşimin arka cebinde kağıdı basılmış hâlde gördüm, şüphelendim, fotoğrafları çektim, çekince fotoğraflar yere döküldü. Yere dökülen fotoğrafları eşim hızlı bir şekilde yerden aldı, bana şimdi dışarıdayız, bunları sana sonra gösteririm, dedi ve eve girdi. Ben de eşimi takip ettim. Eşim fotoğrafları muşambanın altına sakladı. Ben hiç görmemiş gibi oturdum, eşimin gitmesini bekledim. Eşim gitti, ben fotoğrafları çıkardım ve size sunmuş olduğum fotoğrafları gördüm. Ben bizim arabanın içinde ve yanında …’in gözlüklerle gülerken, otururken fotoğrafları olduğunu da gördüm ancak o fotoğrafları eşim yırtmış. Eşim gelince ben eşime ‘Gerçekleri anlat’ dedim, o da bana ‘Sen ne biliyorsun?’ dedi, ben de ‘Ben fotoğrafları gördüm’ dedim. O da bunun üzerine ‘Benim üç yıldır, bununla ilişkim devam ediyor, kocası olmadığı zaman beni arar, biz onunla birlikte oluruz, ben onu seviyorum, ondan ayrılamıyorum ayrıca benim ondan çocuğum var’ dedi. Eşim bana bunları yaklaşık 3 ay önce anlattı. Bunun üzerine ben ‘Bunu nasıl yaparsın’ diye tepki gösterdim, durumu kaynanam …’e anlattım. Kaynanam fotoğraflara baktı, ‘Bunu nasıl yaparsın?’ dedi, kocam da ‘Biz birbirimizden vazgeçemiyoruz, artık ondan çocuğum var, ayrılamıyorum’ dedi. ‘Peki ne olacak?’ diye sorduğumda ‘Onu buraya getireceğim’ dedi. Ben ve kayınvalidem bunu kabul etmedik. Eşim …, bize ‘Kabul etseniz de etmeseniz de onu buraya getireceğim’ dedi. Biz ısrarla olmayacağını söyledik. Biz ona ‘Ya bizim ölümüzü çiğnersin, ya da o buraya gelmeyecek’ dedik, bu tartışmalar sürekli oldu. Biz kimseye belli etmemeye çalıştık. …’in eşi …’da çalışmada olduğu için bunlar sık sık görüşüyorlardı. Bizim yanımızda konuşmuyordu ancak … çağrı atıyordu. … de bizim yanımızdan uzaklaşıp …’i arıyordu. … bana kendisinin … ile görüşmek üzere telefon alıp …’e verdiğini, o numaradan konuştuklarını söyledi. Bana … …’in kendisinden hamile olduğunu, o çocuğun kendisinden olduğunu, ‘Eğer … ve ailesi bu çocuğu istemezlerse bu çocuğa sen bak, sen sahip çık, annelik yap, çocuklarından ayırma’ dedi, ben de ‘Ben bakamam’ dedim. … ve … bu çocuğun doğmasını istiyorlardı. Bana … …’in ve kendisinin bu çocuğun doğmasını istediklerini ancak …, eşi çalışmaya gittikten bir ay sonra hamile kaldığı için kuşkulanılacağını, bu nedenle aldırmalarının daha uygun olacağını düşündüğünü, bu nedenle o sıralarda hastaneye gittiklerini ve hastanede kendilerine çocuğun kalp atışları başlamış, bunu alamayız dediklerini söyledi. … eşinin ve eşinin akrabalarına sanki karnındaki çocuğa eşi … …’ya gitmeden önce (bir ay öncesi) hamile kaldığını söylüyormuş. Bana ve kayınvalideme … …’i çok sevdiğini, …’in de kendisini çok sevdiğini, birbirleri olmadan yapamayacaklarını söylüyordu. … bana …’in olanları annesi …’a anlattığını, …’nın … ile …’in ilişkisini ve çocuğun …’den olduğunu bildiğini söyledi. … da bunları diğer aile bireylerine söylemiş. …’in babası …’ın yanına … Ramazan Bayramından önce gidip … ile ilişkisinin olduğunu, çocuğun kendisinden olduğunu, … ile birbirlerini sevdiklerini söylemiş ve …’ye ‘Benim suçum ne, suçum ne ise cezasını ver, istiyorsan sana şu küreği vereyim istediğin kadar döv’ demiş. … de ‘Senin cezan sonra verilecek, araştırıyorum’ demiş. Bunları bana … söyledi. Bunun üzerine …’i aynı köyde bulunan babası …’ın evine bırakmışlar. … bir ay kadar burada kalmış. Ramazan Bayramında tekrar kendi evine getirmişler. Ramazan ayında da eşi … bu ilişkiden dolayı …’i dövmüş, bana bunları eşim … söyledi. … …’e ‘Annenin babanın evinde kal, kayınpederlerinin evine gitme, bunlar bu çocuğu öğrendi, sen de tehlikedesin, ben de tehlikedeyim’ demiş, … de …’e ‘Annem de babam da benim gitmemi istiyor, bana kimse sahip çıkmıyor’ demiş, bana bunu … söyledi. Ramazan Bayramında … bana …’in artık telefonlara çıkmadığını söyledi. Ramazan Bayramında kocası izne gelmiş. Ramazan Bayramında …’in dövmüşler. Eşim …’e …’in bayramın ikinci günü telefonla kendisini aşırı dövdüklerini söyledi. … de ona ‘Annengile sığın’ demiş. … de …’e ‘Benim dayak yememi onlar istedi, oraya gitmem, götürürsen senin evine geleyim’ demiş. … de ben …’in kayınpederinin kardeşi olduğum ve getirmesini istemediğim için getirmedi. Ben eşim …’e ‘Buraya sakın getirme, benim iki çocuğum var, ben çocuklarıma bakarım ancak nereye götürürsen götür, ben senden ekmek de istemiyorum’ dedim. … de onu … veya …’ya götürmek ya da Yalvaç’tan ev tutup oraya görmek istedi, ben de ona Yalvaç’ta … güvenliğinin olmadığını söyledim. Ramazan Bayramının ikinci günü … tekrar aradı, …’e ‘Beni dövdüler, gel halime bak, artık beni götür, dayanacak gücüm kalmadı’ demiş. … o gece gitmedi, bana sabahleyin ‘Merak ettim, gidip bakacağım’ dedi. Normalde … kaynanasına ‘kaltak’ kayınbabasına ‘o’ eşine de ‘boynuzlu’ dermiş. Ancak o gün bunlara kaynanam, kayınbabam ve eşim diye bahsetmiş. Bundan eşim … şüphelendi. …’e ‘Sen normalde onlara böyle demezdin, niye böyle dedin’ demiş, o da ‘Sen bu dayağı yemiş olsan, ne diyeceğini bilemezdin’ demiş. Eşim …’e ‘Madem gitmeye karar vermişsin gitmeden bir iki gün önce bana söyle ben de hazırlık yapayım’ demiş. Olayın olduğu 28.08.2012 günü ben, eşim ve kayınvalidem birlikte ormana gittik. Kesim alanında bekledik, bir şeyler yiyip içtik. Saat 11.00 sıralarında evimize geldik. Biz ormana gittiğimizde … ile … silahla bizim arkamızdan gelmişler ancak bizi görememişler. Bana bunu … söyledi. Bana …’in olay günü köyde olduğunu net bir şekilde gördüğünü söyledi. Eve geldik, evde yemeğimizi yedik, biraz istirahat ettik, sohbet ettik, … saat 17.00 sıralarında ben kahveye gideceğim dedi, biraz dolanıp geleceğim dedi, ben gitmesini istemedim ancak … gitti, 18.30-19.00 sıralarında ben ahıra girdim. Bu sırada oğlum Bekircan geldi, bana ‘Anne babamı merak etmeyecekmişsin, … ile gittiler’ dedi. Yaklaşık 20 dakika sonra oğlum kahvehaneye gitti, Bekircan babasını … ile birlikte bakkalın önünde görmüş. Daha sonra geri döndüğünde yoklarmış. Daha sonra ben eşimden bir daha haber alamadım. Eşim bana … ile arasında olan her şeyi anlatırdı. … ile … birbirlerini seviyorlardı. Kesinlikle …’in …’e tecavüz etmesi söz konusu olamaz. … …’i öldürebilecek bir durumu yoktu, bunun için ona …’i öldürmesi için kayınpederi …, annesi …, eşi …, dedesi …, …’in babası …, … ve …’nin bacanağı olan … ve …’nin kardeşi … planlayarak …’e öldürtmüşlerdir. Çünkü … bana kayınvalideme ‘Bunlar beni öldüreceklermiş, öyle konuşuyorlarmış, benim başımı gövdemden ayıracaklarmış, diye her tarafta söylemişler’ dedi. Hatta … …’e ‘Dikkat et, bunlar seni öldürecek’ demiş. … de bu nedenle bana göstermiş olduğunuz 7,65 mm çapındaki silahı yaklaşık 2 hafta önce almış, ben silahı iki haftadır görüyordum. … tedirgindi, bayramdan sonra fazla dışarıya çıkmazdı, özellikle son zamanlarda geceleri dışarı çıkmazdı. Bunların ilişkisi olduğunu herkes bilirdi. … size vermiş olduğum …’in fotoğraflarını ‘Bana bir şey olursa bunu savcılığa ver, ben bunlardan çekiniyorum’ diyerek verdi. … …’den şüphelenmiyordu, çünkü kendisini sevdiğini düşünüyordu ancak …’in ailesinden kendisine zarar vermelerinden çekiniyordu. Kesinlikle eşim bunu herkese duyurmadı, eşim bana …’i de beni de sevdiğini söylüyordu. Ben eşimi çok seviyordum, ondan dolayı bu yaptıklarına katlandım. Eşimi kıskanıyordum, … ile konuşup görüşmesini istemiyordum, ancak eşim beni dövüyordu ve … ile ilişkisini devam ettirdi, ben çaresizlikten katlanıyordum, çünkü bir tarafta eşim, bir tarafta da yeğenim ve kardeşim vardı. Ben mecburen bunlara katlanıyordum. Kesinlikle … ile …’in aralarındaki ilişki rızaya dayalıydı, …’in …’e tecavüz etmesi imkânsız. Ben tüm bu ismini saydığım kişilerden şikâyetçiyim.”,
Mahkemede; ” Şikâyetçiyim, davaya katılmak istiyorum, … bizim gelinimiz olurdu, kardeşimin gelinidir, benim de gelinim sayılır, yani onun kayınpederi benim kardeşim olur. …’i de …’i de çok severdim, daha önce de gitmiştik pancara, 2010 yılında da pancara gittik, pancara …’in ailesi yani kaynı, … ve ailesi, … ve ailesi, … ve ailesi Polatlı’ya pancar tarlasına gittik. 2 aya yakın süre orada kaldık. 20-25 gün sonra ben eşimle tartıştım, ağlamaya başladım, aile içi meseleydi, arkadaşlardan …yanıma gelerek ‘Sen daha çok ağlarsın seninkilerin yaptıklarını bir bilsen’ dedi, seninkiler derken … ile …’i kastetti, ben de ‘Ne yapıyorlar, bana da anlat’ dedim, o da takip etmemi söyledi, ben de takip ettim, ona ‘Ağzını topla o bizim gelinimiz’ dedim ben ilk başta inanmadım, …’e sordum, o da saçmalama, ‘O benim gelinim. Nasıl böyle düşünebiliyorsun, sen beni kaç yıldır tanıyorsun’ dedi, takip ettim, gülüşmelerini gördüm, …’e dedim ki siz sohbet mi ediyorsunuz, o da kabul etmedi, takip ettim ama herhangi bir yanlışını orada görmedim, aradan bir iki hafta geçti biz köye dönmek üzereydik, hâlâ Polatlı’dayken … ‘Birilerinin alnını karışlaman var’ dedi, ben de ‘Ağzını topla, düzgün konuş’ dedim, … …’i kastediyordu, diğer çalışanlar …, …, … …, … bunlar ilişkiyi biliyorlarmış, aralarında konuşup samimi olduklarını biliyorlarmış, gülüşüp öpücük atıyorlarmış, bana bunları öldükten sonra bu şahıslar söyledi, o gün … ile … kavga ettiler, … ettiklerini söyleyeceğim dedi, sonra ben …’ya sordum söylemedi, pancardan döndük Yalvaç’a döndük aradan 1-2 aylık zaman geçti. …’in cep telefonu ‘Mavilim’ adında çalmaya başladı, … telefonunu herkesin görebileceği yerlerde bırakırdı, ev telefonumuz yoktu, ben …’e Mavilim diye kayıtlı kişiyi sordum söylemedi. Aradan biraz zaman geçti nohutlar olgunlaşmıştı, ben gündelik çalışmaya gitmiştim, orada amelelerden bazıları bunun kocası ile …’in ilişkisi varmış dediler. bunları söyleyenlerin isimlerini hatırlamıyorum, ben eve gelince … ile konuştuk tartıştık, … bana ‘Sen ona mı inanıyorsun bana mı?’ dedi, ben …’e inandım. Pamuğa gitmemize 10 gün kala …’i cep telefonundan ev telefonu numarasını aradığını gördüm, hangi numaranın aradığını dikkat etmedim, …’in kayınpederi…’a yüklü bir cep telefonu faturası gelmiş, miktarını hatırlamıyorum. O günlerde …’le kaynanası … yufka yapmaya bize geldiler, …’a yüklü fatura geldiğini o gün öğrendik, ben de ‘Dokümanını çıkartın’ dedim, … de dedi ki ‘Benim aramayacağım kesin, benim arayacağım şahıslar bellidir’, ertesi gün … geldiğinde ‘Yarın … yufka yapmaya gelecek ben gelemeyeceğim’ dedi, kaynanam … bana …’in gelmesini istemediğini söyledi, sonra 10-15 gün sonra Kadir gecesi günü kaynanam köy içinden duyduğu kadarıyla …’le …’in ilişkisi olduğunu bana kaynanam söyledi. …’e böyle bir ilişki olursa evi terk edeceğimi gideceğimi söyledi, … kabul etmedi, o gün … eve gelmedi, …’a gitmiş, bundan benim haberim olmadı, …’in evi terk ettiğini düşündüm, … evi terk etmemi istemedi. …’dan 10 gün içinde döndü, sonra pamuğa …, …, …’in kayınbiraderi, kocası, kayınpederi ile beraber …’le … Yanköy’e pamuk toplamaya gittik. Pamuğa gitmeden…’ın evinin telefonundan …’in …’i aradığını duydum, …’e neden aradığını sordum, … de iş bulmak için aradığını söyledi, ben de inandım, pamuğa giderken …’e bu durumu sordum, iş bulsun diye aradığını söyledi. Gittikten 20-25 gün sonra bir birbirine bakmadılar. Büyük bir odada hepimiz kalıyorduk. Bir gün sabah ezanından sonra amelelerin kalkma saatinde … kalktı, duş almaya gitti, …’in üzerinde bir atlet ile uzun paçalı don vardı, havluyla sarılıydı, ben de 10 dakika sonra çayı koydum, kadınları uyandırdım. Kadınlar tuvalete gidip geliyorlardı, tuvalet ile duş alınan yerin yolları farklıdır, ben de eşimi çağırmak için yanına gittim, yanına yaklaştığımda duvara tuvaletini yapıyor sandım, ne yapıyorsun dedim, hızla döndüğünde …’in de …’in arkasında olduğunu gördüm, ikisinin de üzerlerinde havlu sarılıydı, … banyodan çıkmıştı havlu ikisine de sarılıydı, … duvarın dibindeydi, … de …’in önündeydi ben bakınca sadece …’i görüyordum havlu da ikisinin üzerine sarılıydı, …’in üzerinde elbisesi vardı, eşimin üzerinde de atletle uzun paçalı don vardı, her ikisini de öpüşürken gördüm. ‘Ne yapıyorsunuz siz, yediğiniz halt ne, duyduklarım doğruymuş’ dedim. Yerden taş aldım vuracağım sırada bayıldım. Ayıldığımda … beni uyandırmaya çalışıyordu … atıp su dökmüştü, bu olanları kardeşime söyleyeceğimi ifade ettim. … hâlâ başımda duruyordu, bir yere gitmemişti, benden başka bu olayı gören olmadı, … bana hadi sen git bunun bir çaresine bakarız dedi. Beni o gün işe götürmedi, … de işe gitmedi, … işe gitti, akşama kadar …’le tartışıp kavga etttik, sonra … bana bu olayı unutmamı kendisinin de …’i unutacağını söyledi. Söylersen …’e zarar vereceklerini öldüreceklerini söyledi, …’i öleceğine ihtimal bile vermemiştim, olayı kimseye söylemedim, … bana yemek hazırlattırdı amelelere dağıttırdı, bana yemin etti bir daha böyle bir şey yaşanmayacak dedi. Ben de eşimle …’i ayrı tutmaya çalıştım, aradan 2-3 gün geçti tekrar sırıttıklarını gördüm. Pamukta yine 10 gün geçmeden eşim çarşıya gideceğini söyledi, tarla uzundu, ben tarlanın öteki başına gideceğimi söyledim, …’e tarlanın öbür ucuna gitmek istedim, …’e her şeyi anlatacaktım, … tarlanın öbür tarafına gelmedi, … geldi, …’le konuştuk, …’e doğru yolda olmadığını, ‘Yuvamı yıkma, aranıza ölüm girer’ dedim. … bana bir daha asla böyle bir şey yaşanmayacağını söyledi. ‘Bir daha olmayacak’ dedi. … akşam geldiğinde aynısını ona da söyledim, … bana …’in de aynı şeyi kendisine söylediğini söyledi. Beni istemiyorsan boşanabileceğimi, kendisine bekâr bir kız alacağımı, çocuklarımla bırak beni dedim. … bu işi bitirdiğini söyledi. Bu arada … ve …’in birbirlerini sırıttıklarını ve şakalaştıklarını, birbirlerine karı kocanın yapacağı el şakalarını yapıyorlardı. Pamuktan döndükten sonra eşimle çalışmaya gitmeyeceğimi söyledim, mal varlığımızı birleştirerek devletten destek alarak hayvan satın aldık. … hayvanlara baktı, ben bir sezon daha başkalarının tarlasında çapaya gittim. …’in telefonları çalıyordu …’in olduğuna ihtimal vermiyordum, ta ki ölmeden önceki kışa kadar. 2012 yılının kış aylarında telefonlar sürekli çalmaya başladı, …’in bir kadınla konuştuğunu duyuyordum, sesin kime olduğunu anlamıyordum telefona baktığımda … yazıyordu, iki tane … telefonda kayıtlıydı, bana …’la konuştuğunu söylüyordu. …’in arka cebinde fotoğraflar vardı, bizim fotoğraflar zannettim, hızlıca almaya çalışınca yırtılıp yere düştü, kimin demeye kalmadan … fotoğrafları topladı, gizlice …’i takip ettim, … fotoğrafları sakladı sonra ben … evden çıkınca fotoğrafları aldım baktım, fotoğraflarda Toyota arabada …’in gözlüklü gülerken çekilmiş iki adet fotoğrafları ayrıca kendimizin de fotoğrafları vardı. fotoğrafları kaynanama gösterdim akşam … geldiğinde tartıştık, kaynanam …’i dövdü, … ‘Seviyorum, ok yaydan çıktı’ dedi. … bir çocuğu olacağını, söyledi. Ben de iki çocuğum olduğunu söyledim, ‘Senden değil …’den’ dedi. Ben …’i ve çocuğu istemediğimi söyledim, … de ‘… eninde sonunda burayı bulacak ikimiz de birbirimizi seviyoruz’ dedi. 2012 yılının haziran ayının vişne zamanında, …’in işleri yoğundu boş değildi. 25 tane büyükbaş ve küçükbaş hayvana bakıyordu, hayvanlar için dağlardan ot topluyorduk, beraber …’le topluyorduk. 2012 yılının Ağustos aylarında Ramazanın içinde …’i babasının evine sürdüklerini yani döverek gönderdiklerini söyledi. …’in söylediğine göre mandıranın önünde …’in kaynanası … ile babası …’nın tartıştıklarını, …’in …’ya ‘Al şu orospu kızını götür’ dediğini … bana söyledi. Ben de ‘Yapmasaydınız ikiniz de çekin. Ben üç yıldır çekiyorum siz de çekin’ dedim. Aradan 5-6 gün geçti, … …’in telefonunun kırıldığını ulaşamadığını söyledi, bizim evde eski bir telefon vardı, ben kullanıyordum onu alıp …’e götürmüş, … babasının evindeyken, …’le tekrar görüşmeye haber almaya başlamışlar. … bayrama 3-5 gün kala babasının evinden tekrar kocasının evine götürüldüğünü duydum. …’in söylediğine göre … …’in kendi babasıyla görüşmesini istediğini söylemiş. … kendi babasının evindeyken …’e bunu söylemiş. … mandıraya gitti. … mandırada işçiydi, … ve … orada görüşmüşler ve her şeyi anlatmış, … ‘Suçum neyse çekerim biz bu hatayı işledik, al git götür dediğin an alıp götürürüm. Dövüp sövmek istersen de al orada kürek var bana vurabilirsin’ demiş. … da ‘Biz bunu araştırıyoruz suçun varsa icabına bakarız, cezan idam’ demiş. Bayramın 2 ya da 3. günü telefon geldi, …’i cep telefonunu … aradı, ne konuşulduğunu duymadım. 25 ya da 26 Ağustos tarihinde eşimle hayvanları takibe gittiğimizde hayvanların yanına geldiğimizde gece saat 23.00 sıralarında …’e mesaj geldi, kimden olduğunu sorduğumda Vodafone’dan mesaj geldiğini söyledi, ‘Sen git ben ağaçların arasına bakacağım’ dedi, ben eve dönüp uyudum, yarım saat geçtikten sonra uyudum. 2 el silah sesi köy içinden duydum. … o sırada evde yoktu, … sürekli arkadaşlarının kendisine kendisinin öldürüleceğini söylediğini söyledi. … öldürüleceğini biliyordu. Kaynanama …’in evde olmadığını iki el silah sesi duyduğumu söyledim. …’i aradık, bulamadık, evin kenarına oturduk, dışarda oturduk. Tarlaların ordan eve doğru ışık sızdı, kaynanam …’in geldiğini gördü, biz …’in …’i getirdiğini zannetik biz onu sakladığını sanıyorduk. Kaynanam …’i eline sopa alıp dövdü, ‘Bu saatte kiminle konuşuyorsun senin yediğin halt ne?’ dedi, o da ‘Bilmediğiniz yerde iş var, … iki elin kanda da olsa gel beni götür’ diyor, …’in aşırı dövüldüğünü söyledi kendisinin inanmadığını, kayınpederinin hasta kaynanasının uyur olduğunu eşinin de evde olmadığını söyleyerek, kendisini götürmesini istemiş. … …’e ‘Sen bana tuzak kuruyorsun, sen kaynanana kaltak kocana da boynuzlu derdin neden şimdi böyle söylüyorsun sen de bir iş var’ demiş. O da inanmazsan fotoğrafımı çekip göndereyim demiş. … aradığında … benim yanımdaydı, … telefonu açmadı, sonra … …’i aradı, niye fotoğraf göndermediğini sordu o da bellek dolu olduğu için gönderemediğini söyledi. Yarın caminin oraya gelip sen de in bir bakayım dedi. … ertesi gün sabah 09.00’da traktörüyle caminin oraya gitti. O iki el silah sesinin düğün nedeniyle atıldığını köy halkından duyduk. … ve …’le alakası olmadığını sonradan öğrendik. Olaydan 1-2 gün önce … caminin yanına gitmiş, …’i anlattığına göre …’in gözü göz hâlinden çıkmıştı, gözünden ağır yaralandığını söyledi, o da iyileşmiş hâliymiş, …, …’e ‘Ben çocukları istemiyorum senle geleceğim’ demiş ilk başlarda kızını yanına alacağını kızını getireceğini söylüyordu, oğlunu bırakacağını söylüyordu, …le … …’a veya …’ya gidiceklerdi … güvenlikleri olmadıkları için Yalvaç’a gitmeyeceklerdi. 27.08.2012 tarihinde gece saat 23.30 civarında işten döndüğümüzde, hepimiz evin içinde oturuyorduk, inekler böğürmeye başladı, kaynanama ‘Gidip bakalım’ dedim o kabul etmedi …’e sordum o da ‘… güvenliğim yok, ev yanıp kül olsa gene gitmem’ dedi. … korktuğunu söyledi, ben yalnız hayvanlara bakmaya gittim, hayvanların hepsi ayaktaydı çok korkmuşlardı, ben eve girdiğimde dış kapıyı kapattım iç kapıyı kapatmadan horoz sesi duydum, sabah kalktığımda demir kapıya horozun kellesi az bir ilerdede horozun gövdesi duruyordu, savcılık aşamasında horozdan bahsetmedim, çünkü hiç ihtimal vermemiştim. …’e horozdan bahsettim, … de olabilir, bir hayvan yapmıştır dedi. Horozun boynu dümdüz kesilmiş şekildeydi, hayvan parçalaması gibi değildi, üç tane köpeğimiz vardır yabancı bir hayvan giremez. Horoz köpeklerin görmeyeceği taraftaydı. Olay günü ormana çubuk toplamaya gittik, eşim ve kaynanam da vardı, kesim yerini bulamadığmıız için gündüz 11.00 civarı geri döndük, kaynanam annesilere gitti. Yolda …’in dedesi ile kızkardeşi …’yi gördük, … işaret parmağıyla boynunu göstererek bana el işareti yaptı, …’in dedesi de …’e kafayı aşağı yukarı salladı. …’le beraber eve geldik yemek yedik. Saat 14.00-15.00 civarı … gidip annesini getirdi saat 17.00’ye kadar evde uyudu, … uyurken mesaj geldi uyanıp mesaja baktı ve tahminimce köy içine traktörle gitti. Ben ‘Gitme… seni vuracakmış. Ölmeni istemiyorum şuradan git’ dedim, o da ‘Tek beni mi düşünürsün … … değil mi? Ben asla öyle bir şerefsizlik yapmam’ dedi. …’in o gidişinden sonra bir daha görmedim. Oğlum … köy içindeydi, ana yolda tarla arasında bir yol vardır … …’ı oraya bırakmış, kendisine merak etmememizi söylemiş, … kayınbederinin evine dönünce bir daha …’le görüşmeyeceklerini düşündüm. … üç tane dana satmıştı, kesime vermişti, parasını da öldüğü gün alacaktı değerleri de yaklaşık 10.000 TL’ye yakındı. … …’le anlaştıklarını çocukları doğduğunda Kuzey Güney filminden esinlenerek kız olursa Cemre erkek olursa Kuzey koyacaklarını söylüyordu, …’in bunu kabul ettiğini söylüyordu, … de güzel isim bulduğunu söylemiş. Olay günü köyde düğün olduğu doğrudur, bizim evimiz uzak olduğu için silah sesi duymadım. …’e 2010 yıllarında ve daha sonrasında silahı yoktu, sadece olaydan 2 hafta önce …’de silah gördüm. 7,65 mm çapındaydı, …’in eve gece saat 02.00-03.00 civarı geldiği olurdu, şimdi düşündüğüm zaman mesaj geldiğinde gittiğini hatırlıyorum. Gece saat 02.00-03.00’te geldiği günler pek belli olmazdı. köyde internet kafe olduğu için bize orada olduğunu söylerdi. Ben şüphelendim ama yakıştıramadım. … hayatta …’den başkasıyla birlikte olmadı. …’in … adlı hayat kadınıyla birlikte olduğuna dair bilgiye sahip değilim. …’i her zaman takip etmediğim için nereye gittiğimi bilmem ama insanlara yardıma koşardı. … benim her şeyi bildiğimi söylerken pamuk toplamaya gittiğimiz zaman ikisini birlikte gördüğüm olayı kastediyor, … tecavüz edecek kapasiteye sahip değildir. Bu süreç zarfında bizim de evlilik birlikteliğimiz devam ediyordu. …’in …’i tek başına öldürdüğüne inanmıyorum, …, … öldükten sonra ateş etmiş olabilir, bunun sebebi de ellerinde barut izi çıksın diye, başkaları yardım etmiştir, hepsinin planlayarak bu işin içinde olduğunu düşünüyorum hepsi derken her iki tarafın ailesini kastediyorum, ben kendim … ile konuşmadım, …’in …’e anlattıklarına göre …’den dolayı …’nın öğrendiğini duydum. 2012 yılının Ramazan ayında kahvede köylüler tarafından …’in …’den hamile kaldığı babasının evine sürüldüğü konuşuluyordu. Zamansız bir hamilelik nedeniyle bu olay ortaya çıktı, ben …’in tecavüze uğradığını düşünmüyorum gönül ilişkisi olduğunu düşünüyorum. …’in başının … tarafından kesildiğini düşünmüyorum. 3 yıldır koynunda taşıdığı bir insanı … kesemez.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “…benim eşim olur. … ile biz 2007 yılında görücü usulüyle evlendik. …’i ben uzaktan görmüştüm, beğendim, ben aileme … ile evleneceğimi söyledim, benim ailem …’i ailesinden istedi ve ailesi de verdi. Bizim … ile evliliğimizden biri 6 biri 3 yaşında iki çocuğumuz oldu. Ben eşim …’i çok seviyorum. …’in de beni sevdiğini düşünüyorum. … ile bizim evliliğimiz boyunca büyük çapta bir kavga ya da tartışmamız olmadı, aile içinde ufak tefek kırgınlıklar oldu. …’i tanırım, … benim öz halamın eşidir. … yapı olarak içki içen karıya kıza giden onun bunun karısına göz diken birisidir, hatta Ramazan ayında bile sürekli içki içermiş. … bu yapıda biri olduğu için ben çok fazla hoşlanmazdım, onun için onunla da konuşmazdım, ancak akraba olduğumuz için zaman zaman bayramlarda gelirdi. Biz akraba olduğumuzdan dolayı eşim …’i pancarda çalışması için yaklaşık 2 yıl önce … ile birlikte kardeşim … ile birlikte gönderdik. Ben bu sırada sezonluk olarak …’da otelde çalışıyordum. … pancardan geldikten sonra bir araya geldik ancak … bana herhangi bir şey söylemedi. Biz eşim … ve …, babam, kardeşim ile birlikte 2010 yılında yine pamuk toplamaya …’ya gittik. Ben herhangi bir şüpheli durum görmedim, … de bana hiçbir şey söylemedi. Ben 2012 yılı ocak ayında …’nın Demre ilçesine bağlı Çarman köyünde bulunan … Bar adlı mermer ocağına günlük yevmiyeci olarak çalışmaya gittim. Ben burada yevmiye usulüyle çalışıyordum. Ben günlük 50 TL alıyordum. Biz şantiyede yatıp kalkıyorduk ve yeme içmemiz de firmaya aitti. Ben buraya 2012 ocak ayında gittim, nisan ayında izine geldim, 4-5 gün kalıp geri gittim. temmuz ayında Ramazan ayının başlarında geldim, 6-7 gün kaldım. Tekrar gittim. En son bayram iznine geldim, 18 Ağustos 2012’de geldim, 26 Ağustos 2012 günü geri … Demre’ye gittim. Demre’den hiç ayrılmadım, sürekli orada çalışıyordum. Bana olayın ertesi günü yani 29.08.2012 günü saat 12.00 sıralarında çalıştığım esnada arkadaşım geldi bana müdürün çağırdığını söyledi, ben de müdürümüzün yanına gittim. Ne oldu diye sordum, Bana müdürümüz eşimin … diye birini öldürdüğünü internetten okuduğunu söyledi ve beni iş yerinde birlikte çalıştığımız …, … ile köyüme gönderdi. Bana ailemden kimse arayıp durumu söylemedi. Bizim bulunduğumuz yer, dağın başı, her yerde telefon çekmez, bu nedenle bana ulaşamamışlar ve durumu bana bildirememişler. Ancak olayın olduğu gece babam ustam …’yı aramış, durumu bildirmiş. Ancak … beni durumdan haberdar etmedi. Bana müdürümüz söyledi, onu da internetten okuduğunu söyledi. Bana …söylemedi. Yusuf, Ahmet Ali ve ben üçümüz ticari taksiye benzer bir arabayla saat 12.00 sıralarında Demre’den yola çıktık, saat 17.00 sıralarında Yalvaç’a geldik. Geldikten sonra bir daha geri dönmedim. …abi aynı arabayla aynı gün geri gönderdik, çünkü … genç olduğu için zarar verebilir diye korktuk …’nın telefon numarası …’dir. Yalvaç’a geldiğimde … gözaltındaydı, onunla ayaküstü bir iki dakika görüştük. Ben …’e ‘Niye bana söylemedin, keşke bana söyleseydin’ dedim, o da ‘Sana kıyamadım, sana zarar gelmesini istemedim’ dedi. Ben de ‘Keşke söyleseydin’ dedim. Ben çalışmaya gittiğimde …, annem babamla dip dibe olan aynı merdivenden çıkılan evin çapraz üst katında çocuklarımla birlikte kalır, birlikte yer içerlerdi. Ben olayın nasıl olduğunu bilmiyorum. Duyduğuma göre, olay günü babam … kahveye gitmiş, evde eşim …, çocuklarım … ve… ile annem … kalmışlar. Çocuklardan 3 yaşındaki oğlum …’in yanındaymış. 6 yaşındaki kızım … da babaannesi …’in yanındaymış ve televizyon izliyormuş. Annem rahatsızlandığı için yatıp uyumuş. Uyurken … elleri kan içinde eve gelmiş, annemi uyandırmış, annem onu elinin kanlar içinde olduğunu görünce bayılmış. Sonra ayılmış ve … ile konuşmuşlar, … anneme ‘O şerefsizin kellesini kestim’ demiş. Annem ‘Niye kestin?’ falan deyince, … de ‘Namusumu temizledim’ demiş, daha sonra annem rahatsızlanmış, teyzem … ile komşularımız Şarkikaraağaç’a hastaneye götürmüşler. Hastanede anneme sakinleştirici vermişler, sabaha kadar yatırmışlar. Daha sonra jandarma gelmiş, …’i evden götürmüş. Benim kardeşim … da Saklıkent’te bir yerde 5-6 aydır çalışır. …’in telefon numarası … ve …0’tır. Bildiğim kadarıyla … köyde yoktu. Olayın olduğu gün benden önce gelmiş ben eve geldiğimde … evdeydi. Ancak nasıl geldiğini bilmiyorum. Ben daha önce de söylediğim gibi kesinlikle …’in …’den hamile kaldığını bilmiyordum. …’in …’e tecavüz ettiğini de bilmiyordum, ailem ve yakınlarımdan hiç kimse de bilmiyordu, … bize hiçbir şey söylemedi. Ben …’in karnındaki çocuğun benden olduğunu biliyordum. 2012 yılı Temmuz ayında ben …’da çalışırken buraya izne gelmeden önce bana benim kullanmış olduğum … no’lu telefonuma … no’lu telefondan mesajlar geldi, … no’lu telefondan ’04 Temmuz 2012 saat 23.34.48’da ‘Zaten gitcem ama ben sana babana hemen söyle mi dedim sana takımın cebine hattı bırakıyom gelince ceketinin iç cebinde adi’ içerikli mesaj gelmiş olduğu görüldü. +… no’lu telefondan ’04 Temmuz 2012 saat 17.22.56 da ‘Sen nası allıyorsan öyle beni artık gelen de s…yor giden de biliyorsun hayranım çok akşam benim istediklerimi babangile söylemezsen sana söyledim benden sana yar olmaz sen daha iyisini bulursun gelme konusuna gelince yaparsan dediğimi sana o zaman söylerim gelip gelmeceni yapmazsan hiç zahmet etme geldiğin gün her şey biter zaten biliyorsun sevmiyorum fazla şansını zorlama telefon çekmiyor … kocası dövdü diye kaçtı gitti bir ben olman ayrılacak beni gelen de s..ti giden de ben sana demedim mi çocuk senden değil deye sen benim dedin sen korunmuyor muydun zaten bana yazacaklarını yaz akşam bakarım kararını söyle beni bu şekil kabul ediyorsan babangile resmen ev istemediğimi altınları ettirip buradan gideriz yalnız sana anca bu kadar karı olurum s…ldim ezildim yaktı dedemgil beni öte tarafta alırım hakkımı’ içerikli mesaj gelmiş olduğu görüldü. … no’lu telefondan ’04 Temmuz 2012 saat 16.55.57 da ‘Hayır ne zaman altınları ettirisen beni bu kahbe anandan şerefsiz babandan kurtardın o zaman sana karılık yaparın deyilse benden sana karı olmaz bu sene evin ustasına kalfa durdum oda beni istediği gibi kullandı harç kar, şunu ver bunu getir yanından hiç ayırmadı sen adam olsaydın bunlar olmazdı bide para çekip gönderdin evin tapusunu bana yaptır madem sana karı olayım yarın bize y…ğını verirler, ben sana anca bunları yapar benden bir şey istersin eve telefon edip bunları söylemeni istiyorum hemen akşam konuştuğumuzu da söylemezsin bu telefonu da atacan kartı da bi da arama çocuk tam beş aylık oldu sen gideli kaç ay oldu hesapla ona bakıtcaktım yalvaca bile göndermediler ocakta gittin demi senin değil oda benim hadi sen bundan sonra ananla konuşursun akşam görücen deye bilecek misin’ içerikli mesaj gelmiş olduğu görüldü. Bu mesaj bana … no’lu telefondan geldi. Ben bu mesaj gelince doğrudan mesaj çeken bu numarayı defalarca aradım, açmadı. Bunun üzerine telefoncuya gidip sordum bana bunun ismini söyleyemeyeceklerini ancak ‘N.Y’ adına kayıtlı olduğunu söylediler. Ben de bunun… olduğunu düşündüm. …’i ev numarasından aradım ona ne demek istediğini, bu numaranın kime ait olduğunu sordum. Bana … numaranın kendisine ait olduğunu telefonu kendisinin satın aldığını söyledi. Ben de ‘Niye öyle bir mesaj yazdın?’ dediğimde ‘Sinirlendim de yazdım’ dedi. Ben ‘Bir daha böyle şeyler yazma’ dedim. … de bana ‘Tamam’ dedi. … bana telefonda ‘Gelen de s…yor, giden de s…yor’ şeklindeki mesajını ‘Gelen giden iş yaptırıyor’ şeklinde algıladım. Ben … ile …’in arasında nasıl bir ilişki olduğunu bilmiyorum. Mesajdan sonra Ramazan öncesi köye geldim, … ile konuştuk. … yine bana o mesajları kızgınlık anında yazdığını söyledi. O, ‘Sen yazılanlara bakma, benim konuştuğuma bak, bu çocuk senin, beni affet’ dedi. Ben de hiç kavga falan etmeden ‘Ben bunları hak etmiyorum, sen biraz annenin evine git, kafanı dağıt’ dedim ve annesinin evine gönderdim, ben de işe gittim. … 10-15 gün annesinin evinde kaldı, tekrar bizim eve geldi, bayram tatili için ben de geldim. Bayramda tartışmadık ancak …’in morali bozuktu fakat bana bir şey söylemedi. Ben …’in başka biriyle ilişkisi olduğunu ölüm olayından sonra öğrendim. Benim tecavüz olayıyla alakalı bilgim yoktur. Bana … çocuğa ocak ayında hamile kaldığını söylüyordu. Ben de ocak ayında ve nisan ayında … ile birlikte olduğumdan öyle zannediyordum. … bana hiç çaktırmadı, hiçbir şey ima da etmedi bu nedenle ben hiç de şüphelenmedim. Ben köydeki dedikoduları hiç duymadım, bana göstermiş olduğunuz eşim …’in gözlüklü fotoğrafını daha önce hiç görmedim. Ancak …’in fotoğraftaki yanında bulunduğu araba, bildiğim kadarıyla …’e ait Toyota marka arabadır. …’in yüzündeki yara bildiğim kadarıyla Ramazan ayının başında ben köyde bulunduğum sırada … danalara bakarken dana vurmuş bana bunu … söyledi.”,

İstinabe olunan Mahkemede; “Benim olaydan ölüm sonrası haberim oldu, ben Çağman’da mermer ocağında çalışıyordum, şef beni çağırıp olayı bildirerek memlekete gitmem gerektiğini söyledi, ben de memleketim Yalvaç’ a gittim, ölümden bir yıl önce maktul tüfekle köye gelerek bizimkileri ‘Sizi köyün yüzüne baktırmayacağım, insan içine çıkartmayacağım’ şeklinde sözlerle tehdit etmiş, buna …, …, …, … şahittir, savcılık ifademde bana gösterilen fotoğraflardan ben normal bir insanın onu yapabileceğini düşünmüyorum, bir şekilde baskı altında kalınmıştır, eşimin maktulle gönüllü olarak bir ilişki yaşadığını düşünmüyorum, çünkü gönüllü bir durum olsa bu olay olmazdı.”,
Tanık … 06.09.2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında; “Şüpheli … benim öz kızım olur. Yaklaşık 7 yıl önce …’ın ailesi gelip bizden …’i istediler, biz de verdik ve bu evlilikten 2 çocukları oldu. …’i tanırım, köylümüz olur, herhangi bir akrabalığım yoktur. Sadece selamlaşır, merhabalaşırız, samimiyetimiz yoktur, düşmanlığımız da yoktur. Ben … ile kızım …’in ilişkisini bilmiyordum, ben …’in …’e tecavüz ettiğini de bilmiyordum, bunları kızım … …’i öldürdükten sonra öğrendim. … Ramazan’dan önce kocası … ile tartışmış. Kocasına küsmüş, çocuklarını bırakıp bizim eve geldi. Ben karı koca arasına girilmez diye fazla üstelemedim. 8-10 gün sonra kayınvalidesi … gelinimi götüreceğim diye geldi, …’i alıp gitti. … geldiğinde yüzünde yara bere, ya da dayak yemiş görüntüsü yoktu. Olayın olduğu gün ben evde eşim ve kızım … ile oturuyorduk. Saat 22.00 sıralarında … ile eşi bize kızım …’in …’in kellesini kesip köy meydanına attığını söyledi. Bunu duyan kızım … rahatsızlandı, ben onunla ilgilendim, eşim … da olay yerine gitti. Gece yarısı da jandarma eşimi eve bıraktı. … ve eşi gayet mutlulardı, son zamanlarındaki tavırlarından da şüphelendiğim bir durum olmadı, evlendirdiğimiz ilk gün nasılsa sonraki bir yıl da aynı şekilde iyiydi. …’in eylem ve hareketlerinde tecavüze uğramış bir hâl yoktu, bize bu konuda hiçbir şey hissettirmedi. Gayet neşeliydi. … hiçbirimize bu konuda bir şey söylemedi. Benim bu konuyla alakalı bildiklerim bunlardır.”,
Mahkemede; “Savcılıkta verdiğim ifadelerimi kabul ediyorum ancak …’in doğurduğu çocuğun 50 bin TL karşılığında satışı konusunda telefon kayıtlarında geçen konuşmalardan dolayı beyanda bulunmak istiyorum. Ben bu görüşmeleri …’in psikolojisini düzeltmek için ona moral vermek amacıyla yaptım. Çocuklar derken … ve …’i kastediyorum, onlar dediler ki banka borçlarımızı kapatmak için bunu yapabileceğimizi söylediler, şaka yollu konuştuk. Olayla ilgili daha önce Savcılığa ifade verdim aynen tekrar ediyorum, … bana kızımın attığı mesaj gelene kadar herhangi bir bilgiye sahip değildim, … bana bu mesajı 2012 yılının bayramından önce tam tarihini hatırlayamadığım bir zamanda attı, … bana kızının adıyla bana bir mesaj geldi dedi ve o mesajın bir bölümünü bana gönderdi, ben okudum, mesajın gönderildiği telefon numarasının kime ait olduğunu bilmiyorum, …’in adına alınmış, … bana senin kızın bana böyle böyle dedi yani böyle böyle derken küfürlü konuştuğu, altın meselesi olaylarını söyledi ben de böyle birşey olamayacağını söyledim, mesajı sana yazan kızım değildir dedim. Bu mesaj bana geldiğinde kızım benim evimde değildi, bu mesajdan sonra …’e aynı gün böyle bir şüphen varsa kız benim kızım gelsin dedim, büyük bir şey yok dedim. konuşuruz dedim. 1-2 saat sonra ben gittim …’i yalnız aldım. Çocuklarını getirmedim. Ben …’e mesajları sordum, bana böyle bir hat olmadığını, kullanmadığını söyledi. Mesajın içeriğini de sordum doğru olmadığını da söyledi. Ben 2010 yılından olayın olduğu tarihe kadar …’e ait harhangi bir değişiklik farketmedim, … eşiyle anlaşmasa durmaz zaten, evlendiğinden bu yana … benim yanıma kaçak gelmedi, araları iyiydi, iyi olmasa 7-8 sene orada olmazdı, zaten birbirimizle akrabayız. … bana kızın bana mesaj çekti beni istemiyormuş dedi. …’ın da mesajdan haberi varmış, Savcılık beyanımda…’ın da bana kızını al götür dediğini kabul ediyorum. Kızım … benim evimde tahminen 8-10 gün kadar kaldı. Ben kızımı dövmedim, tarihini hatırlayamadığım bir zaman …’in kaynanası … gelerek yanlış anlama olduğunu söylerek …’i aldı, … de …’den önce gelip …’le görüştüler, konuşurlarken ben yanlarındaydım, konuştuklarını tam anlayacak kadar yakınlarında değildim, … götürmedi, …’in gelmesinden sonra … 2-3 gün sonra geldi. …’in gözünün neden morardığı konusunda bilgi sahibi değilim, ailesinin dövüp dövmediğini bilmiyorum, … bana olaydan sonra hayvan vurdu bana dedi. …’le …’in ilişkisine dair köyde yayılan dedikoduları duymadım. Dedikodu olduğu için biz en son duyduk, kayınpederinin de duyduğunu bilmiyorum, psikolojim elvermediği için hatırlayamıyorum, olay günü köyün kooperatifinde süt alımı yapıyordum, sabah 2-3 saat kadar çalıştım sonra tarladan mahsullerimi getirmek için gittim, oradan eve geldim, saat 6, 6 buçuk gibi eve geldim, sonra tekrar mandıraya döndüm, saat 22.00 sırlarında tekrar eve döndüm, mandırada benim çalıştığımı gören … vardı, … bu olaylardan önce bana ne tecavüz olayından ne ilişki olayından ne de eşinin ailesi tarafından dövüldüğüne dair birşey söylemedi duymadım, ben iddianameyi okudum, iddianamede yazan tanık ifadelerini kabul etmiyorum. Müşteki …’in ifadesini de okudum kabul etmiyorum, beyanları çelişkilidir, ben önceki ifadeleri okumadım ama ben basında geçen ifadeleri ile iddianameyi karşılaştırdığımda çelişki olduğunu düşünüyorum, gönüllü olan bir kimse çeker gider ne baba duyar ne anne duyar. …’in olaydan önce kızımla ilişkisi olduğuna dair benimle görüşme yaptığı hususunu kabul etmiyorum, Ben bilmiyordum, … ile bu konuyu konuşmadık sadece … kooperatife yem almaya gelirdi ben de yem verirdim. Benim av tüfeğim vardır, kızım benim av tüfeğimle atış yapmıştır, evleneceği vakitler atış yaptığı olmuştur. Bizim düğünlerde silah atılırdı, kızım da atmak istedi ve atış yaptı, kızım düzgün atış neden yapmasın, ben kızıma nişan alarak atış yaptırmıştım.”,
Tanık … 06.09.2012’de Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben …’ın kayınpederi olurum. Yaklaşık 7 yıl önce oğlum … …’i istediği için ikisini evlendirdik, bunlar birbirlerini seviyorlardı. Biz oğlum İsmaillerle birlikte aynı evde kalırız ancak onların evi bizim evin üstümüzdedir, aynı kapıdan girer çıkarız. Aramızda hiçbir sorun yoktur, biz gelinimizi severdik. Oğlum … 2012 yılı ocak ayında … Demre’ye çalışmaya gitti. Biz gelinim ve çocuklarımla birlikte kaldık. Oğlum … Nisan 2012’de izne geldi, 4 gün kaldı gitti. Ramazan ayından önce …, oğlum …’e bir mesaj çekmiş, mesajda çocuğun oğlum …’den olmadığını yazıyormuş. Oğlum bana telefonda bunu söyledi, ben de bunu …’e sordum, … ben yazmadım diye kabul etmedi, bu nedenle … babasıgile gitti. Bunun üzerine oğlum … köyümüze geldi. Bu sırada … babasının evine gitmişti. … …’in evine gitti, … ile görüştü, … gelmedi, … tekrar iş yerine gitti, gittikten bir müddet sonra eşim … gidip …’i getirdi. ‘Ramazan ayında arefe günü oğlum … geldi, bir gün sonra oğlum … de geldi. Oğlum … 8-10 gün kaldı ve 26.08.2012 günü gittim. … de hasta olduğu için evde kaldı. Cinayetin olduğu gün biz gündüz köydeydik. Kahvehaneye gitti, akşamleyin eve geldim. Hep birlikte gelinim …, oğlum …, eşim … ve torunlarımla birlikte yemek yedik. …’dan birine işçi bulmak için yatsıdan sonra kahvehaneye gittim, çay içtim, kahvede tek başıma oturdum. Bu sırada bana işçi bulduğum kişiden telefon geldi, telefonu …’e verdim, …’le bu kişi 5-6 dakika konuştu, köyümüzde o gün düğün vardı, düğün sahibi bana düğüne gitmeyecek misin dedi, ben de tamam geliyorum dedim ve eve gittim, tuvalete girdim. Tuvalet evin girişindeydi. Ben tuvaletteyken bir bağırma sesi duydum. Üst kata, evime çıktığımda hanımın bayıldığını, gelinimin de ellerinin kan olduğunu gördüm. Elinde otomatik Üzümlü marka 8 fişek alan tüfek vardı. Ben gelinime ‘Ne oldu?’ dedim. ‘Köpeğin kellesini attım’ dedi, ‘Kimin?’ diye sorduğumda ‘…’in’ dedi, bunun üzerine ben hemen jandarmayı aradım, jandarmaya gelinimin … diye birini öldürdüğünü söyledim, jandarma da bana ambulans göndereyim mi dedi, ben de gelinime ‘Öldü mü?’ diye sordum. O da bana ‘Kellesi kopan ölmez mi?’ dedi. Bu sırada evde oğlum … de vardı, … uyuyordu. …, … halasına gitti, niye gittiğini bilmiyorum, Ben, … ve eşim jandarmayı beklemeye başladık, bir müddet sonra jandarma geldi bizi aldı götürdü. Ben gelinim … ile …’in ne tür bir ilişkisi olduğunu bilmiyorum. Ben …’le jandarma gelene kadar sohbet ettik, ona niye kestiğini sordum, o da ‘Namusumu temizledim’ dedi. Ancak ayrıntıdan bahsetmedi, ‘Beni sonra anlarsınız’ dedi. …’in …’e tecavüz edip etmediğini bilmiyorum, bunu olayın olduğu gece bana avukat söyledi. Biz …’in karnındaki çocuğun oğlumdan olduğunu biliyorduk, … de bize öyle demişti. Ben daha önce hiç şüphelenmedim ancak olaydan yaklaşık 10-15 gün önce köyümüzden … bana, ‘Sana acı bir şey söyleyeyim, … senin eve girip çıkıyor’ dedi, ben bunu duyunca hiçbir şey diyemedim, bir gün sonra sorduğumda bana herkes biliyor, bunu … ve …’ın da bildiğini söyledi, ben bunun üzerine araştırmaya başladım, bunu gelinime sordum, gelinim bunu kabul etmedi, gelinim bana ‘Böyle bir şey olamaz. Bana inanmıyor musunuz?’ dedi. Ben bunları eşim …’e de söyledim. Ben bir daha bunun üzerine gitmedim. Ben gelinimin tavırlarından şüphelenmedim, bize gelin geldiği gün nasıl davranıyorsa son bir yıldır da aynı şekilde davranıyordu, hareket ve tavırlarında olumsuz bir şey görmedim, gayet mutlu neşeliydi, tecavüze uğramış görüntüsü yoktu, bize de böyle bir şey ima etmeye çalışmadı. Biz hiç şüphelenmedik, benim bu konuyla alakalı bildiklerim bunlardır,”,
Tanık … 28.02.2013’te Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben olayın olduğu gün bir arkadaşım beni …’dan beni işçi bulmam için telefonla aradı, ben de bunun üzerine kahveye gittim. Saatin kaç olduğunu hatırlamıyorum, ancak yatsıdan sonraydı. Kahvede tek başıma oturdum, çay içip sigara içtim. Bir müddet sonra telefon geldi, köyümüzde düğün olduğu için davul vurulmaya başladı. Telefonu ileri geçerek işçibaşına verdim, bunlar telefonda konuştular. Bana telefonu verdiğim … bana telefonu verdikten sonra düğün sahibi bana… düğüne gidelim dedi, ben de tamam dedim. Biraz dikildim ve evime gittim. Biraz rahatsız ettiğim için düğüne gitmek istemedim, doğrudan giriş katta bulunan tuvalete girdim. Tuvaletten çıkarken torunum …’ın ağladığını duydum. Hemen hızlı bir şekilde eve çıktım. Eve vardığımda odanın kapısının dibinde gelinim sırtında silah ve elleri kan içinde … dikiliyordu. Eşim … donmuş kalmıştı. Torunum … ağlıyordu. Oğlum …’ın içeride olup olmadığını hatırlamıyorum. Ancak ben kahveye gitmeden önce oğlum … evde yatıyordu. Ben geldiğimde evde …’in olup olmadığını hatırlamıyorum. Ben hemen jandarmayı aradım. Jandarmaya, ‘Benim gelin birisini vurmuş’ dedim. Bana jandarma ‘Öldü mü?’ dedi, ben de gelinime ‘Öldü mü?’ diye sordum. O da ‘Kellesi kopan ölmez mi?’ dedi, ben de jandarmaya ‘Öldü’ dedim. Bu sırada eve komşularımız ve akrabalarımız geldi torunum …’ı ve eşim …’i götürmüşler. Ben …’e ‘Ceset nerede?’ dedim, ‘Evin arkasında, kafası da kahvenin orada’ dedi. Ben bir müddet sonra jandarmayı karşılamak için aşağı indim, jandarma geldi, bana sordu, ben de jandarmayı …’in yanına götürdüm, …’i arabaya aldılar, … cesedin yerini gösterdi. Ben olay anında silah sesi duymadım, ben cami arasından geldim, yolda gelirken … ile de karşılaşmadım. Tuvalette bir sigara içecek kadar durdum. … farklı bir güzergâhtan gelmiş eve de normal işlediğimiz kapıdan değil arka taraftaki kapıdan girmiş, bu nedenle ben …’in geldiğini görmedim, sesini de duymadım, …’in arka kapıdan girdiğini … görmüş, Ben bunu komşulardan duydum. … da … elinde kelleyle giderken onu takip etmiş. Ben gelinim …’e tecavüz edilip edilmediğini bilmiyorum, gelinim ilk gün nasılsa son bir yıldır da öyleydi, hâl ve hareketlerinden şüphelendiğim bir durum yoktu. Benim köydeki dedikodulardan da haberim yoktu ancak 10-15 gün önce … bana ‘Acı bir şey söyleyeyim, … senin eve girip çıkıyor’ dedi ancak rızası olup olmadığını söylemedi, … …’in arkadaşıdır. Ben bunun üzerine araştırmaya başladım, gelinime sordum, gelinim ‘Yok böyle bir şey’ dedi, ben bunu eşim …’e de sordum, … de bana ‘O hırsıza mı inanıyorsun, o yapmaz’ dedi, ben kesinlikle cinayet olayıyla herhangi bir ilgim yoktur, ben gelinim …’in tecavüze uğradığından dolayı mı yoksa … buna söz verip de …’a götürmek için söz verip de yapmadığından dolayı mı …’i öldürdüğünü bilmiyorum, tecavüz edip etmediğini de bilmiyorum,”,
Mahkemede; “Ben bu konuda daha önce savcılıkta ifade vermiştim içeriğini tekrar ederim, olaydan yaklaşık 2 ay önce oğlum … beni arayarak gelinim …’in kendisine mesaj çektiğini bu mesajında ustalar da beni kullanıyor evi bana vereceksen ver vermeyeceksen verme şeklinde mesaj çektiğini bana söyledi, bunun üzerine ben de bu durumu …’le konuştum, … yemin ederek bu mesajı kendisinin çekmediğini bana söyledi, ben de konuyu araştırdım, Turkcell bayisine gittim mesajın kim tarafından gönderildiğini öğrenmeye çalıştım ancak öğrenemedim, bir müddet sonra oğlum … köye geldi, ayrıca Ramazan ayında … de geldi, ancak o sırada …’i babasının evine göndermiştik, mesajdan dolayı …’i babasının evine göndermiştik, bu arada … eşi ile görüşmeye gitti oradan da çalışmaya gitti, ayrıca ben de çalışmaya gittim, bir süre sonra eve geri döndüm, hasat işlerini tamamlandım, daha sonra … isimli şahıs bana olay yaşanmadan 10-15 gün öncesi gelinim … ile maktul … arasında ilişki yaşandığına ilişkin dedikoduların olduğunu, …’in gelinimin evine girip çıktığını bana söyledi, bunun üzerine ben …’a kızdım, bu ithamın ağır bir itham olduğunu ifade ettim, daha sonra bu durumu gelinim … ile görüştüm gelinim … bana, ‘Baba bana mı inanıyorsun yoksa babamın düşmanına mı inanıyorsun?’ şeklinde sözler sarf ederek olayı inkar etti, …’in babası ile … arasında daha önce tarlaların sınır ihtilafı sebebi ile husumet bulunduğundan ben de anlatılanlara inanmadım. Olay günü daha önce yanında çalıştığım … diye birisi beni aradı işe çağırdı, ancak çocuklarımın işte olması sebebiyle adama işe gidemeyeceğim için adama başka birini ayarlamak üzerne kahveye gittim, orada … isimli biriyle konuştuk daha doğrusu … beni aradı ikisini görüştürdü, … isimli köyde düğünü olan bir şahıs bana düğüne gelip gelmeyeceğimi sordu, ben de geleceğimi söyleyerek eve gittim, bizim evin tuvaleti evin dışında tahtadan yapılmış bir şekildedir, tuvelette bulunduğum sırada bağırma sesi geldi bunun üzerine ben yukarı gittim, gittiğimde …’in elinde tüfek vardı, yine elleri de kanlıydı, ben ‘Ne yaptın?’ diye bağırdığımda bana ‘Bir köpek kestim’ dedi, ben de ‘Kimi kestin?’ diye sorduğumda ‘… köpeğini kestim’ dedi, bunun üzerine ben de jandarmayı aradım jandarma ‘Bilgimiz var’ dedi, olay bundan ibarettir.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “… benim kızımın kızı olur. …’in kayınpederi … da diğer kızımın eşi olur. …lar diğer damadım …’dan …’i istediler, ben önce karşı çıktım ancak ısrar edilince ben de karışmadım, … ile … evlendiler 2 tane de çocukları oldu, bunlar mutlu bir şekilde yaşıyorlardı. Aralarında bir sorun olduğunu görmedim. Ben …’in … ile ne yaşadığını bilmiyorum ancak kahvelerde …’in …’i …’a kaçıracağı dedikodusunu duydum ancak ben bunu …’e ya da damatlarıma sormadım çünkü ben …’e çok güveniyordum, ben tecavüz edip etmediğini de bilmiyorum, ilişkilerini cinayetten sonra öğrendim. Cinayeti de olaydan bir gün sonra bakkalda bir kadından duydum. Ben eşim ile birlikte damatlarımdan ayrı bir yerde yaşıyorum, onun için olayı geç öğrendim, … ahlaklı, namuslu, kimseye zarar vermeyen hatta saçının telini dahi göstermeyen iffetli bir çocuktu, benim kanaatimce … kesinlikle rızasıyla ilişkiye girmemiştir, tecavüze uğramıştır.”,

Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben …’da ikamet ederim. … benim küçük kardeşim olur. … öz halamın oğlu …’ın gelinidir. Ben olay öncesine kadar …’in ismini duyardım ancak kim olduğunu bilmezdim. Biz 3 kardeşiz … haricinde bir de benim … adlı kız kardeşim vardır. Ben ve kız kardeşim …’da ikamet ederiz. … ise annem ve ailesi ile birlikte Koruyaka köyünde ikamet ederler. Biz … ile samimi olarak görüşürüz. … ve ben bir sıkıntımız olduğunda hemen telefonda paylaşırız, dertleşiriz. Yaklaşık 3 yıl önce beni annem … aradı, telefonda ağlıyordu. Bana annem telefonda ‘ağlayarak kızım …, halasının oğlu…’ın gelini … ile görüşüyorlar, sen bir şey söyle beni dinlemiyor, ondan uzak dursun.’ dedi. Bende ‘Tamam anne ben … ile konuşurum’ dedim. Daha sonra ben …’i aradım. …’e durumu sordum. … bana ‘Hayır abla ben konuşmuyorum.’ dedi. Ben de …’e ‘Hemen yarın akşam benim yanıma gel’ dedim. … bana yol parasının olmadığını söyledi. Ben de ‘Yol paranı karşılarım sen yeter ki gel’ dedim. 1 gün sonra … otobüs ile …’a geldi. …’da ben …’e yaptığının yanlış olduğunu söyledim. … de bana ‘Abla şu anda aramızda bir şey yok sadece arkadaşça konuşuyoruz’ dedi. Aynı şekilde eşim de …’i uyardı. Her ikimiz de …’e ‘O bizim akrabamız, yaptığın yanlış’ dedik. … de bize ‘Yanlış olduğunu biliyorum ancak onun bana karşı bir ilgisi var, ben reddettim, ancak size söz veriyorum bir daha olmayacak.’ dedi. Ben zaman zaman anneme ve …’e durumu soruyordum. Her ikisi de bana bittiğini, artık ailesine de iyi davrandığını söylüyorlardı. 2012 yılı Ramazan ayında annem … yine beni aradı. Telefonda ağlıyordu. Bana ‘O işin kapanmadığını …’in kendilerine, …’in kendisinden oğlu olacağını söyledi’ dedi. Ben de bunun üzerine hemen …’i aradım. … ilk etepta telefonu açmadı. Daha sonra ben durumu …’ye anlattım. Eşim de …’i aramış beni aramasını söylemiş. Yarım saat sonra … beni aradı. Ben …’e telefonda ‘Hani bitmişti bana söz vermiştin’ dedim. … de bana ‘Bitmedi, birbirimizi seviyoruz, yapamadık, birbirimizden ayrılamadık, … benden hamile’ dedi. Ben …’e kızdım. … yapacak bir şey yok dedi. …, ‘… benimle gelmek istiyor. …’a gelirsek biraz misafir eder misin?’ dedi. Ben de sinirlendim; ‘Sizi eve katmam, sizin yaptığınız çok yanlış’ dedim. … de bana sinirlendi. ‘Tamam kapat telefonu, ölüme de gelme ölüne de gelmem’ dedi. Aynı gün 17.00-17.30 sıralarında eşim … geldi. Eşim ile bu olayı konuştuk. Eşim bana … ile kendisinin konuştuğunu, ancak … ile …’in birbirlerini sevdiğini, kopamadıklarını söyledi. Eşim bana, ‘Sen bunu eve katmayacağım demişsin ancak senin bir tane erkek kardeşin var, onu orada öldürürler, ara konuş gönlünü al gelsinler’ dedi. Saat 18.00-18.30 sıralarında eşim…, …’i aradı. … eşime ‘Benim sizden başka kimsem yok, … hamile, …’i dövüp annesigilin evine göndermişler, onu bu hâlde bırakamam’ dedi. Ben bunun üzerine telefonu aldım, …’e telefonda ‘Senden hamile olduğunu nereden biliyorsun?’ dedim. O da ‘Ben eminim ocak 27’de kocası işe gitti, şubatın 5’inde de … beni aradı, kocam işe gitti gel dedi, o günlerde … ile birlikte olduklarını’ söyledi. Ben de kardeşime ‘O nasıl bir karıymış, kocası gideli 7 gün olmuş, erkeksizliğe dayanamamış mı?’ dedim. Ben gelip gelmemesi konusunda bir şey söylemedim. Ancak eşim …, …’e … ile birlikte gelmelerini söyledi. …, …’e ‘Madem böyle bir şey yapmışsınız ikiniz de buraya gelin kalın. Ancak eşin ile annenin ve çocuklarının rahatını bozmayın. İkiniz burada ev tutarsınız, buraya yerleşirsiniz, biz de sizlere iş buluruz’ dedi. … de bunu kabul etti. … ile birlikte …’a geleceklerdi. …, …’a ‘Beni öldüreceklerini söylüyorlarmış, işleri yoluna koyup hemen geleceğim.’ demiş. Ben başka bir gün …’i telefonla aradım, … ile epeyce bir konuştuk. … bana 3 yıl önce Polatlı’ya çapaya gittiklerini, Polatlı’da …’in eşinin yanında olmadığını, kendisinin çavuş olduğunu, …’in de işçi olduğunu, kendisinin zaman zaman işçilere su dağıttığını, normalde çalışırken …’in elinde eldiven olduğunu, ancak … su alırken eldiveni çıkarıp, ellerine dokunarak suyu aldığını, sık sık kendisine güldüğünü, kendisine tahrik edici hareketler yaptığını, kendisinin ilk etapta buna karşılık vermediğini söyledi. Daha sonra bunlar Polatlı’dan gelmişler. Polatlı’dan geldikten sonra güz aylarında pamuk toplamaya gitmeye karar vermişler, …, …’in annesi ve …’i de götürmeyelim demesine rağmen, ancak annem … ve eşi …, akrabamız olur, eşi çalışmada, onu ve kaynı …’ı da götürelim demişler. … de tamam o zaman demiş. Birlikte …’ya pamuğa gitmişler. İlişkilerinin böyle başladığını söyledi. O gün telefonda bunun dışında başka bir şey konuşmadık. Başka bir gün yine telefonla … bana ‘…’in bütün olanları annesine söylediğini, çocuğun kendisinden olduğunu, annesinin bildiğini ve annesinden yardım istediğini söylemiş. … annesine biz … ile birbirimizi seviyoruz, o beni burada bırakmayacak götürecek ancak telefonumu aldınız, ona ulaşamıyorum, sen bunu …’e söyle, ben o eve bir daha dönmem demiş. Annesi de ‘Kızım sen biraz sabret seni göndermeyeceğim, senin istediğin olacak’ dediğini söyledi. Ayrıca …, telefon alıp …’e bir şekilde verdiğini, bu telefonla konuştuklarını söyledi. Telefonda …, …’e ‘… ben anneme söyledim. Annem sıcak baktı bize yardımcı olacak ben babamla konuşana kadar seninle sadece telefonla konuşalım’ dediğini söyledi. Başka bir telefon konuşmamızda da … bana ‘…’i kaynanası ve kayınbabasının bakmadığını hatta … hasta yatağında yatarken kendisini telefonla aradığını, hastaneye götürmesini istediğini, kendisinin de arabayı caminin altına koyduğunu, gece …’in evine girip birlikte Şarkikaraağaç Hastanesine gittiklerini, orada …’e serum taktıklarını, gece saat 03.00 gibi eve gelip …’i yatırdığını, sobasını da kendisinin yaktığını giderken yanlarında …’in küçük oğlunun da olduğunu söyledi. Yine bana …, …’in kendisinden hamile olduğunu söylediğini, kendisinin de …’e çocuğun benden olduğunu nereden bileydim diyerek sorduğunu, …’in de kendisine kocasının ocak ayında çalışmaya gittiğini, izne geldiğinde bile … ile ilişkiye girmedim dediğini söyledi. …’in hamile kaldığı dönemde …, …’da çalışmada olduğundan ve … ile ilişkiye girmediğinden şüphelenileneceğini bu nedenle çocuğu aldırmak istediğini söylemiş hatta …’in annesine de ‘Ben 3 çocuğa bakamam bunu aldıracağım’ demiş. Annesinin de aldırma ben torunuma bakarım dediğini söyledi. … ve …’in annesi … ile Yalvaç Doğum Hastanesine geldiğini, …’in de kendisini telefonla aradığını, telefonda kendisine; ‘Biz annemle çocuğu aldırmaya gidiyoruz, sen de yanımda ol’ dediğini, kendisinin de Yalvaç’a geldiğini, …’in bir şekilde annesini atlattığını, doktora … ile birlikte girdiklerini, doktorun çocuğun canlandığını, alınamaz dediğini, bunun üzerine çocuğu aldırmadıklarını söyledi. Ayrıca … eşim …’a 2012 Yılı Ramazan ayı içerisinde …’nin kooperatifte oturduğunu, kendisininde yem almaya gittiğini, bu sırada …’nın kendisine ters ters baktığını, kendisininde ‘Bana ters ters bakma, al şu küreği başıma vur, öldür beni, ben kızını kabul ederim, ortada bırakmam ‘ dediğini, …’nın da ağladığını, kendisinin de buna dayanamadığını söylemiş. Ramazan Bayramı günü biz … ile yine telefonla konuştuk. Ben kendisine ne yaptın diye sorduğumda, olayların yoluna girmesini beklediğini ancak köyde dedikoduların çoğaldığını söyledi. Ben …’in tekrar kocasının evine gittiğini, artık seni istemediğini, onu tercih ettiğini söyledim. … bana ‘Onu zorla götürdüler onunla konuşacağım.’ dedi. Ayrıca bunların …’i döverek gönderdiklerini, …’in kendisine dövüldüğünü gösteren resmini ve kamera görüntüsünü çekip mesajla göndermesini istediğini, …’in de bunu yaptığını ancak telefonun kapasitesi dolduğundan gönderemediğini söylediğini, kendisinin de seni dövdüklerine nasıl inanayım diyerek sorduğunu, o zaman caminin altına sen gel ben de kapıya çıkacağım bana oradan bakarsın dediğini, kendisinin de caminin oraya gittiğini ve …’i yaralı hâlde gördüğünü, …’in kendisine ‘Ben bu hâldeyim artık dayanamıyorum, bana çok eziyet ediyorlar, beni götür’ dediğini, kendisinin de ‘Tamam götüreceğim’ dediğini söyledi. Benim … ile en son konuşmam buydu. Bunun dışında başka konuşmadık. Benim konuyla alakalı bildiklerim bunlardır. Ben ayrıca abim …’in elbiselerin içinden bulmuş olduğum, … ile …’in yan yana olduğu vesikalık fotoğrafı ve köyde …’in annem ile kalmış olduğu evde kullanmış olduğumuz sobanın içerisinde yırtık hâlde bulunan …’e ait fotoğrafı ibraz etmek istiyorum. …’in fotoğraf çekerken yanında bulunan Toyota marka araç abim …’in arabasıdır. Gözlük de abim …’in gözlüğüdür.”
İstinabe olunan Mahkemede; “Maktul … benim küçük erkek kardeşim olur. Sanık… da halamın gelini olur. Olay tarihinden 3 yıl önce annem beni aradı. Telefonda kardeşim …’in … ile görüştüklerini söyledi. Bunun üzerine ben kardeşimi aradım. Kardeşim bana böyle bir şey yok dedi. Kardeşime yanıma …’a gelmesini söyledim. Parasının olmadığını söyledi. Ben de ‘Yol paranı karşılarım sen gel’ dedim. Kardeşim 1 gün sonra …’a geldi. Biz bunun üzerine kardeşimle konuştuk. … ile aralarında ilişkilerinin olduğunu söyledi. Ancak bir daha görüşmeyeceğine dair bana söz verdi. 10 gün sonra memleketimiz olan …’ya geri döndü. Sonra o 3 yıllık dönemde ben … ile …’in ilişkilerinin bittiğini biliyordum. 2012 yılı Ramazan ayında annem beni tekrar aradı. …’in anneme …’in hamile olduğunu ve çocuğun kendisinden olduğunu söylediğini söylüyordu. Bunun üzerine ben …’i aradım. … telefonunu açmadı. Ben eşim …’yü aradım, durumu anlattım ve …’i arayarak beni aramasını söyledim. Yarım saat sonra kardeşim … beni aradı. ‘Bize söz vermiştin ne oldu?’ dedim. Kardeşim … ‘Biz birbirimizi seviyoruz, birbirimizden kopamadık olan oldu’ dedi. Ben bunun üzerine kızdım ve tartıştık. Kardeşim …’in annesinin her şeyden haberdar olduğunu çocuğun benden olduğunu, …’in annesinin bu işi halledeceğini söyledi. …’in kayınpederi ve kayınvalidesi de bu durumu öğrenmiş, sonra …’i kayınpederinin dövdüğünü öğrendim. Kardeşim bana ayrıca …’i bırakamayacağını ve …’in de kendisini bırakmayacağını söyledi. Ben …’in kardeşimi öldürdüğüne inanmıyorum. Asıl failin başkası olduğunu …’in kardeşimle olan gönül ilişkisini …’in de eşi ve ailesi de bildiği için …’in eşi ve ailesi tarafından bu cinayetinin işlendiğini düşünüyorum. … işlememiştir çünkü kardeşim öldürüldüğünde zaten … ile birlikteydi ve … kardeşimi çok seviyordu. Asıl suçluların bulunarak cezalandırılmasını istiyorum.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben Koruyaka köyünde çiftçilik yaparım. … benim çok samimi arkadaşım olur. … ise benim bacanağımın kızı ve diğer bacanağımın da gelini olur. Ben her iki tarafla da konuşur görüşürüm. Hiçbir husumetim yoktur. … ile biz çok samimi olarak konuşurduk. Bazen birlikte alkol alırdık. Ölümünden yaklaşık 1 yıl önce … bana eşinden başka birisini sevdiğini, onun da kendisini sevdiğini ve zaman zaman birlikte olduklarını, bana kadının kocasının olmadığı zamanlar kadının evine damdan çıkarak girdiğini ve zaman zaman arka kapıdan girdiğini, onunla birlikte olduğunu söyledi. Bana … ilk zamanlar kim olduğunu söylemedi. Yaklaşık bundan 1-1,5 ay sonra benim arabada birlikte bira içerken … bana kendisinin birlikte olduğu kişinin … olduğunu söyledi. Ben de kendisine ‘Oğlum o senin akraban olur, yaptığın hiç hoş değil, … ile konuş bu işi bitirin’ dedim. … bana ‘Tamam bitiririz’ dedi. Ben …’e ilişkinin ne zaman başladığını sordum. O da bana ‘İlk 2010 yılında pancarda başladığını, orada birbirlerini sevdiklerini söylediklerini, ilk orada öpüştüklerini, pancardan geldikten sonra …’in evine arkadaki kapıdan girdiğini, orada … ile cinsel ilişkiye girdiklerini’ söyledi. … bana ‘…’in eşi … çalışmaya gittiğinde …’in kendisini telefonla çağırdığını, kendisinin de …’in evine gidip sık sık birlikte olduklarını’ söyledi. Sonra bunlar pamuk toplamaya gitmişlerdi. … bana ‘Pamuk tarlasında … ile öpüşürken banyoda eşim … yakaladı, bizi görünce … bayıldı, ben de …’i yolladım, …’ı ikna ettim.’ dedi. … bana ‘Köye geldikten sonra da kopamadığını birbirlerini çok sevdiklerini bunun için ayrılamadıklarını, kocası … yazın …’ya çalışmaya gittiğini, … yokken kendisini …’in aradığını, önce evin arkasındaki kapıdan içeriye girdiğini, daha sonra bu kapının bulunduğu yere buğday konulduğunu, bunun üzerine kendisinin de evin arka kısmındaki damdan çıktığını, … ile burada birlikte olduklarını’ söyledi. Ben … ile …’i telefonla konuşurken duydum. Benim yanımda … ile … telefonla görüşürlerdi. Zaman zaman …, zaman zaman da … arardı. Aradıklarında ‘Canım cicim’ tarzında sevgili gibi konuşurlardı. Benim olaydan haberim olduğu tarihten beri yaklaşık 1,5 yıl bu şekilde … ve … ilişkilerini devam ettirdiler. …’in bu ilişkisini bir ben biliyordum. Daha sonra bunu …’in eşinin ve annesinin öğrendiğini öğrendim. 2012 yılının Ramazan Bayramının arefe günü …, …’ın ev telefonunu çaldırıp kapatmış. Ev telefonunda …’in telefonu görünmüş. Bunu … görmüş ve …’i aramış. … …’e ‘Ne arıyorsun, orospu mu var burada?’ demiş. … de…’a ‘Miras olan tarlayı ekme, kahvenin önünde görüşürüz lan’ diyerek telefonu kapatmış. …’in ev telefonunu aramadaki amacı …’le görüşmekmiş. … daha önceki aramalarında telefon numarasını gizleyerek arıyormuş. Bu sefer gizlemeyi unutmuş. … daha sonra kızmış ve evden tüfeğini alarak kahveye doğru gitmiş. Tüfeği kahveye giderken yolda elinden almışlar ve sakinleştirip eve götürmüşler. Bana bunları … anlattı. 2012 yılının Temmuz ya da Ağustos aylarında …’i annesinin evine kocası …’in gönderdiğini duydum. Ben bunu duyunca …’in babası …’a ‘… niye size geldi?’ diye sordum. … bana ‘… evde bunalmış, …’e mesaj atmış, … de mesaja kızmış, kızı iyice bunaltmışlar, o da bize geldi.’ dedi. Bana …’in …’e çekmiş olduğu mesajın bir kısmını gösterdi. Ben …’nın cep telefonundaki mesajı okudum. Mesajda …’in altınları istediği kısmı yazılıydı. Ben mesajın sadece o kısmını gördüm. Öbür kısımlarını okutmadı. Telefonu da kendi elinde tutuyordu. Bana da … ‘Kızın altınını almışlar vermemişler, kızım da bunalmış, altını isterim diye …’e mesaj atmış’ dedi. Ben bunu …’e sorduğumda … bana …’in …’e mesaj attığını, mesajda …’in kocası …’e şerefsiz dediğini, …’in de buna kızarak evine gönderdiğini söyledi. Ayrıca bana ‘Ben …’i kaçıracağım, bunu …’a götüreceğim’ dedi. …’i aradı ancak ulaşamadı. … …’in kullanmış olduğu telefonu ve telefon hatlarını kendisi alıp …’e veriyordu. … annesinin evine gittikten sonra …’e ulaşamadı. Yaklaşık 10-15 gün sonra … eşi …lerin evine geri geldi. …, … geri geldikten sonra …’e bir şekilde ulaşmış. Olay günü, …, … ve ben birlikte Yalvaç’taydık. Köyde benim evimde telefon çok çekmezdi. Yalvaç’ta iken …’in beni aradığını gördüm. Telefon ile …’i aradım. …’e beni niye aradığını sordum. … bana ‘ Canım sıkkın 2-3 şişe bira içelim’ dedi. Bende …’e Yalvaç’ta olduğumu söyledim. Gelince görüşürüz dedim. … ikişer bira aldı. Benim arabaya bindik. Koruyaka köyüne doğru yola çıktık. Köye yaklaşık 2-3 km kala durduk. Bir tarlada biraları içmeye başladık. Bu sırada … yanında … ile birlikte Göksöğüt kasabasına cambaz arabasına doğru gidiyorlardı. Bizim arabayı görünce durdular. … bize ‘Bize yok mu ‘ dedi. Ben de ‘Birer tane bize yetimlik var’ dedim. Daha sonra bunlar araba ile gittiler. Bizim biralar bitti. Köye geldik. Ben arabayı kahvenin önünce çektim. Bu sırada … geldi. Bana ‘Hadi gidelim.’ dedi. Ben de ‘Tamam gazı ben çekiyim, biraları da sen al, gidelim’ dedim. Daha sonra … 6 bira aldı. Benim arabaya bindik. Şarkikaraağaç yolunda bir yerde içtik. İçerken … bana ‘Dana parasını alıp, taksi kiralayıp, …’i …’a götüreceğini’ söyledi. Parayı … ölmeseydi 1 gün sonra kestirdiği yerden alacaktı. …’in danasını ben kestirmiştim. …’in danadan 9.000 TL alacağı vardı. Bu parayı alıp taksi kiralayıp …’i yanına alıp …’a gidecekti. Bana … buna … ile birlikte karar verdiklerini söyledi. Ben …’e ‘Çoluğun çocuğun ne olacak’ dediğimde bana ‘Ok yaydan çıktı’ dedi. Biz … ile burada içkilerimizi bitirdikten sonra benim arabaya binerek köye geldik. …’i evine bırakacaktım. Ancak … traktörünün aşağıda olduğunu, gidip onu alacağını söyledi ve arabadan inmedi. Biz de buradan …’in bakkalının önüne gittik. Çünkü traktör oradaydı. Arabadan indik. Bakkala girdik. Sigara aldık. Birbirimize çikolata ısmarladık. Çikolataları yedik. Daha sonra biz … ile dışarıya çıktık. Dışarıda mezarlığa doğru ayakladık. Bu sırada … bir yerleri aradı. Ben üşüdüğüm için arabama döndüm. … de yürüyerek arkamdan geldi. Ben arabada ceketimi giyindim. Arabada oturuyordum. … arabanın yan kapısını açtı. Torpidoya arabaya binerken koymuş olduğu tabancasını aldı. Bana ‘Eve mi gidiyorsun’ dedi. Ben de ‘Üşüdüm eve gideceğim’ dedim. Ben arabam ile eve gittim. … orada kalmıştı. Biz ayrılırken … gayet neşeliydi. Herhangi bir kimse ile tartışma yapmamıştı. Yapmış olsaydı zaten bana söylerdi. Herhangi bir endişeli hâli yoktu. Mutlu bir hâli vardı. … silahı yanında taşımasının sebebi …gil bir şeyler yapar diyerekten 5-6 aydır yanında taşıyor, tedbirli bulunuyordu. Ayrıca ben …’de hiç kurusıkı tabanca görmedim. …’in yanında o gün sadece bir tane tabancası vardı. O da kurusıkı değildi. Evime gittim yemek yedim. Sarhoş olduğum için yattım. 30-40 dakika sonra düğünde bulunan kızım ve eşim geldi. Bana ‘…’in kellesini kesmişler, kahvenin önüne atmışlar’ dedi. Ben buna inanamadım. Ben cinayetin nasıl işlendiğini bilmiyorum. Ancak daha önceden ben …’i uyarmıştım. …’e ‘Gittiğin yer çok ıssız, karanlık bir yer, oraya gitme, seni orada öldürürler ‘ dedim. Ancak … bana ‘Kimse öldüremez ‘diyordu. Ben herhangi bir …’e karşı tehdit olayı duymadım. ‘… de bana …’ın akrabalarının kendisini tehdit ettiğine dair bir şey söylemedi. Ben olayın olduğu gün …’in …’in evine gideceğini bilmiyordum. Ben … ile …’in … dana parasını aldıktan sonra …’a kaçıp gideceklerini biliyordum. … tüm planlarını bu şekilde yapmıştı. Bana göstermiş olduğunuz A1 numaralı fotoğraftaki kişi …’dır….’ın gözlüğü de …’in gözlüğüdür. Ben bu gözlüğü … arabasında gördüm. Arabada …’in arabasıdır. …’ın takmış olduğu gözlükteki yansımadaki kişi de …’dir. Ben bu fotoğrafı nerede çekildiklerini bilmiyorum. … de bu fotoğrafı nerede çekildiklerini bana söylemedi. … …’i çok seviyordu. …’in de kendisini sevdiğini söylüyordu. Bunu da çok gizli tutuyordu. Benim dışımda bildiğim kadarıyla bunların ilişkisini karısı biliyordu. Çünkü … …’in adının çıkmasını istemiyordu. Onu seviyordu. Ona zarar gelsin istemezdi. … bana …’in de kendisini sevdiğini söylüyordu. …’in …’e tecavüz etmesi imkânsız. Çünkü yanımda birbirleri ile sevgili gibi konuşuyorlardı. …’in …’i niye öldürdüğünü anlayabilmiş değilim. …, …’in kullanmış olduğu telefonu kendi telefonuna ‘… ‘olarak kaydetmişti. … aradığında benim ismim gözüküyordu. Bunu kimse şüphelenmesin diye yazmıştı. Ben bunu ölmeden 5-6 ay kadar önce bizzat gördüm. … bu numara ile … ile görüşüyordu. Bazen … onu bazen de o …’i arıyordu.”,
Mahkemede; “Her iki taraf da benim bacanaklarım tarafından akrabadır benim … ile bir samimiyetim vardı, canciğer arkadaşımdı, benim tarafların ilişkisine ilişkin bilgim vardır zira … bu olayları bana anlatırdı, bana çalışmaya gittiklerinde … ile yakanladığını yakalayan kişinin ise eşi olduğunu, eşinin kendilerini bir arada görmesi üzerine bayıldığını, eşini ayıltmak için uğraştığını anlattı, ayrıca zaman zaman …’in evine gittiğini anlatırdı, ayrıca evine girerken arka kapıdan girdiğini, yine evin yanında bulunan direkten faydalanmak suretiyle çıktığını da anlatıyordu. Ben … ile …’in babasının evine gitme meselesini konuştum, bana altın yüzünden …’e mesaj atmış bunun üzerine tartışma başlamış ve babasının evine gittiğini duydum, ben … öldürülmeden 10-15 gün önce köyde dedikoduların yayılması üzerine …’e kadının evine gitme, seni öldürürler diye ikazda bulundum ancak kesinlikle kimsenin öldüreceğine ilişkin bir şey duyduğumdan değil sadece arkadaşım olduğu için ikaz etmek istediğimden böyle bir şey söyledim. Ben, …, …, … birlikte içiyorduk, bu olay az önce söylediğim olaydan yani …’i ikaz ettiğim olaydan 10-15 gün önce yaşandı, … bana köyde birçok dedikodunun olduğunu, bu dedikodular sebebiyle bir haftaya kalmaz …’i belki öldüreceklerini söyledi, bunun üzerine ben de …’a karşı çıktım, dedikodu yüzünden kimse öldürülmez dedim.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben … ve …’ı tanırım. Benim babaannem …’ın eşinin teyzesi olur. …’in de halası olur. Her iki tarafla da konuşurum. Her iki tarafla da samimiyetim vardır. Herhangi bir düşmanlığımız da yoktur. Ben Koruyaka köyünde yaşarım. Çiftçiyim. Zaman zaman başka illere pancar ve pamuğa gideriz. Yaklaşık 3 yıl önce de benim ailem, …’ın ailesi ve … …, …’in kayını …, …’in ailesi ile birlikte … Polatlı’ya pancar çapasına gittik. Çapada yaklaşık 2-2,5 ay kaldık. … ve kaynı …, … ve eşi … ile birlikte aynı odada kaldılar. Bizler ise farklı odalarda kaldık. Biz gündüz çalışıyorduk. Akşamları da bu odalarda kalıyorduk. Kaldığımız yer boş kullanılmayan bir evdi. Biz burada yiyip içiyorduk. Bizi çavuş olarak … götürmüştü. Tarlayı o kiralıyordu. Tarla sahibi ile anlaşıyordu. Biz de çalışıyorduk. Daha sonra kazanmış olduğumuz parayı paylaşıyorduk. … tarlada çalışmazdı. Gezerdi. Herkesi kontrol ederdi. Bizim kıyafetlerimiz işçi kıyafeti olduğu hâlde o ütülü elbise giyerdi. İşin düzgün yapılıp yapılmadığını kontrol ederdi. Biz ilk zamanlar hiçbir şeyden şüphelenmedik. Şüpheli bir durum yoktu zaten. Ancak son bir ay bunlar birbirlerine çok yakınlık göstermeye başladılar. Sürekli şakalaşıp, gülüşüyorlardı. Birbirlerine çok samimi davranıyorlardı. Biz otururken … hemen kalkar …’e çay verirdi ve verirken birbirlerinin ellerine dokunurlardı. … uyurken … eşi ile birlikte sanki eşiymiş gibi başında bekler onu kaldırmaya çalışırdı. Hani bir erkekle kadının samimi olmayacağı derece fazla samimiydiler. Ben …’e bunu söyledim. Ben …’e ‘Bu kadar samimi olmanız uygun düşmez, yakışmıyor’ dedim. …’de bana yemin etti. ‘Aramızda bir şey yok. O benim akrabam, ondan dolayı bu kadar samimiyiz’ dedi. Hatta başka bir zaman ben …’in kaynı … ile konuşurken … bana ‘Bunu nasıl iş anlamıyorum, yengem babama bile böyle hizmet etmez, niye …’e böyle davranıyor ‘ dedi. Biz son zamanlarda çalışan kişiler … ile …’in yakınlıklarından çok rahatsız olduk. Bunu kendilerine söyledik. Ancak bunlar bizi dikkate almadılar. Bu nedenle köye gelmeden bir gün önce biz … ile tartıştık. Ben tarlada çalışırken ben biraz geride kaldım. … bana ‘Çapanız olmuyor’ dedi. Aslında … de düzgün yapmıyordu. Ancak … …’i sürekli koruyup, kolluyordu. Biz bu tartışmadan bir gün sonra köye geldik. Köye geldikten sonra ben … ile yaklaşık 1,5 yıl konuşmadım. Ölmeden yaklaşık bir yıl önce konuşmaya başladım. …lere de hiç gidip gelmedim. Çünkü tarladaki … ile …’in birbirlerine karşı davranışları beni çok rahatsız etti. Bu yüzden bunlarla konuşmadım. Bunlara da gidip gelmedim. Ben bunlarla konuşmuyordum. Ancak sağdan soldan duyduğuma göre bunların ilişkisi pancar tarlasından beri devam etmiş. Bunlar sürekli birbirleri ile konuşup görüşmüşler. Köyde pancar tarlasından beridir yaklaşık 3 yıldır … ile …’in ilişkisi olduğu konuşulurdu. Bunu bütün köy halkı bilir. Ancak hiç kimse …’in …’e tecavüz ettiğini düşünmüyor. 2010 yılının Eylül ayında yine … köyümüzden bir grup insanı pamuk toplamaya …’ya götürdü. Gidenler arasında; …, kocası …, kaynı … ve … da vardı. Ben burada aralarında ne yaşadıklarını bilmiyorum. Ancak daha sonra ben bunların pamuk tarlasında ilişkisi olduğunu duydum. Ben …’in sağda solda benim … ile ilişkim var dediğini duymadım. Aksine yemin ederek ilişkisinin olamadığını söylüyordu. Ben bunun köyde birilerine … ile ilişkisinin olduğunu söyleyip söylemediğini bilmiyorum. …’in öldürüldüğü gün benim amcamın kızı evleniyordu. Köy halkının çoğu düğün evindeydi. Düğün olduğu için sürekli havai fişek atılıyordu. Av tüfeği ile havaya ateş edenler de vardı. Ancak kim olduklarını bilmiyorum. Düğünde davul da vardı. herkes eğleniyordu. Birden düğünde bulunan herkes evlerine doğru koşmaya başladı. Ben ne oldu diye merak ettim ve kahveci …’ı aradım. … bana ‘Davulu kapatın, evinize gidin’ dedi. Ben ne oldu diye sorduğumda hiçbir şey söylemedi, evinize gidin dedi. Ben daha sonra kahveye gittim. Kahveye vardığımda …’in kellesi kahvenin önündeydi. Ben daha önce de söylediğim gibi … ile …’in pancar tarlasındaki samimi davranışlarından şüphelendim. Birbirlerine karşı çok ilgi alaka gösteriyorlardı. Birbirlerinin su verirken ellerine dokunuyorlardı. … sanki …’in eşiymiş gibi …’e ilgi alaka gösteriyordu. Ben ve orada çalışan diğer kişiler bundan çok rahatsız olduk. …’i uyardık. Ancak … ilişkilerinin olmadığını söylüyordu. Ben tarlada …’in … tarafından rahatsız edildiğine dair bir izlenim edinmedim. Çünkü …, …’e karşı çok ilgiliydi. … çapa yaparken arkada kalırdı. … de arkada olduğundan dolayı ikisi bir arada bulunurlardı. İkisi bizden bazen 10 bazen 50 metre geride kalırlardı. Ne konuştuklarını biz duymazdık. Ancak … bundan rahatsızlık duymazdı. Bana göstermiş olduğunuz …’ın gözlüklü fotoğrafındaki araba …’in Toyota marka arabasıdır. …’in gözündeki gözlük de …’in gözlüğüdür. Ben bu gözlüğü …’in arabasında asılıyken gördüm. Arabasına binmiştim orada gördüm. Gözlüğün camına yansıyan görüntüdeki kişi de …’in vücut yapısına benziyor.”,
Mahkemede; “Benim dava konusu olayla doğrudan bir bağlantım yoktur sadece bundan yaklaşık 3 yıl önce biz …’ya pancar çapalamaya gittik, bir süre çalıştıktan sonra ehliyet sınavım olduğu için o gün … dayım tarafından kiralanna arabayla Şarkikaraağaç’a geldim, sınava gridim daha sonra…, …, …, … bir arada yemek yemeye başladılar, bu durum bizim hoşumuza gitmedi daha önceden birbirlerine çok zıt olmalarına rağmen birbirlerine yakınlaştıklarını hissettik, bu durum bizim hoşumuza gitmedi. ben …’e bu yakınlaşmadan dolayı herkesin şüphelendiğini, bu durumun kimsenin hoşuna gitmediğini söyledim ancak kendisi bunu inkâr etti böyle bir durumun olmadığını söyledi, ancak orada çalışan ameleler dahi bu durumdan şüphelenmişti, benim bilgi ve görgüm bundan ibarettir, ben tarafların bizzat ilişki yaşadığına ilişkin bir şey görmedim. … bana ‘Bu ne biçim iş, bana bile babası ve annesine bile böyle hürmet etmez’ şeklinde yakınmaları oldu, ancak ben kendisine boşver dedim, ben ‘Babanın numarasını ver arayayım, gelsin sizi götürsün’ dedim o da para ihtiyacı olduğunu söyleyerek kabul etmedi. Bu olay sebebiyle ben … ile yaklaşık 1,5 – 2 yıl küs kaldım, zira ben kendisini bu hareketlerinden dolayı kınadığımı bizzat kendisine söyledim. Kurban Bayramında babannemin onunla birlikte kurban kesmesi ve araya bayram girmesi sebebiyle barıştık, daha önce samimi olmamıza rağmen sonraları sadece merhabalaşırdık çok fazla samimi değildik.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben…’ı ve …’i aynı köylü olduğumuzdan dolayı tanırım. … ile sadece soyadımız benzerdir. Benim her iki tarafla da akrabalığım ya da husumetim yoktur. … ile konuşur görüşürdüm. Ben Yalvaç ilçesinde Rampalı Çarşı’da internet kafe işletirim. Ancak Koruyaka köyüne de sık sık gider gelirim. 2012 yılı şubat ayına kadar da Koruyaka köyünde ikamet ediyordum. Ben …’i tanırım. Köyden arkadaşım olur. Bazen biz … ile içmeye giderdik. Yanımızda … da olurdu. … … ile ilişkisi olduğunu bana söylemedi. Çünkü … de kendisi de evliydi. Bunu saklardı. Ancak biz 3 yıldır bunların ilişkisi olduğunu duyuyorduk. Duyduğuma göre … 3 yıldır … ile …’in kocası evde yokken evin arka kapısından girip … ile ilişkiye girip çıkarmış. Bunu köy halkından herkes biliyordu. Hatta…’ın kayınpederi …’ın yeğeni, aynı zamanda bu kişi …’in de akrabası olan …, … eve girdiğinde kapıda gelip giden olup olmadığını …’e bildirmek için gözetmenlik yapıyordu. Bunu bana bizzat… kendisi söyledi. Hatta … bana … ile …’in birbirlerini sevdiklerini, sürekli telefonla konuştuklarını söyledi. … bana yaklaşık 2 yıl önce bunu söyledi. Kendisinin kapıda gözcülük yaptığını ve … ile …’in de …’in evinde buluştuklarını söyledi. Bana …’in söylediğine göre … ile … pamuğa gitmişler, ilişkileri orada başlamış ve bunu sürdürmüşler. Köye geldikten sonra da …’in evinde buluşuyorlarmış. Buluştuklarında da … zaman zaman kapıda gözcülük yapıyormuş. Bana bunu bizzat … kendisi söyledi. Bunu köy halkından …’in arkadaşları biliyordu. …’in samimi olduğu kişiler …, … ve Bakkalcı …’dir. Biz köyde …’in evine evinin tamiri için gelen ustalardan birinin kalfası ile ilişkisi olduğuna dair …’da duran …’i arayıp telefonda ‘Beni gelen de etti giden de etti, çocuk senden değil, beni götürmeyince her önünde gelen beni s…i’ dediğini bunun üzerine …’in babalığı …’ı aradığını, …’ya ‘Kızınızı götürün, ben geldiğimde kızınız evde olursa, onu öldürürüm’ dediğini, …’in annesinin de …’in babası …’ya ‘Al şu orospu kızını’ diyerek götürdüğü, götürmeden önce de …’i dövdükleri ve …’in birçok yerinde yara olduğunu, … babasının evine gittikten 20-25 gün sonra tekrar kayınpederi…’ın evine geri getirildiğini, …’ın evine …’in babası …’nın ”Bu benim evimde orospu olmadı, siz sahip çıkamadınız ondan dolayı orospu oldu’ dediğini bunun üzerine …’in geri gittiğini duydum. Tüm köy halkı bunları konuşuyordu. … ölmeden bir gün önce Yalvaç’ta karşılaştım …’e köyümüzden evli birisi ilişkisi olduğu evli bir bayanı kaçırmıştı, bunu konuşuyorduk. Konuşurken … kendisinin de kaçıracağını ancak kendi durumunun o kişiye benzemediğini, …’i kaçırmasına eşinin rıza gösterdiğini, ancak zamanın uygun olmadığını yakında kaçıracağını söyledi. Hatta ben …’in sakallı olduğunu görünce kendisine sakalları niye koydun hacımı oldun diyerekten sordum, o da bana …’i kavuşunca kestireceğim dedi. … bunları söylüyordu ancak tedirgindi. Tam anlamıyla her şeyi anlatamıyordu. Fakat tüm köy halkı … ile …’in rızaları ile birlikte olduğunu düşünüyordu. Hatta köyde … evin arkasında bulunan kapıdan eve girip çıkarken görenler olduğu söyleniyordu. Biz köy halkı olarak hiçbirimiz tecavüz olduğuna inanmıyoruz. Bana göstermiş olduğunuz…’ın bir arabanın yanında olduğu gözlüklü fotoğraftaki araba …’in Toyota marka kırmızı renkli pikap tarzı arabasıdır. Ben bu arabayı kasasındaki brandadan tanıdım. …’in gözündeki gözlük de …’in gözlüğüne benziyor. …’in böyle bir gözlüğü vardır. Gözlüğün camından yansıyan fotoğrafı çeken kişi de …’dir.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “… benim babamın amcasının oğlu olur…. da halamın gelini olur. ‘Biz 2010 yılı yaz aylarında Polatlı’ya pancar çapalamaya gitmiştik. Ben annem ile birlikte gitmiştim. … abla da kaynı … ile birlikte gitmişlerdi. Bizimle birlikte … ve ailesi, … ve ailesi, … ve ailesi vardı. … abla kaynı … ile birlikte … ve eşi ile aynı odada kalıyorlardı. Bizler de farklı odalarda kalıyorduk. Gündüz tarlada çalışıyorduk. Gece bu eve gelip herkes kendi odalarına giriyordu. … ile …’in kaldığı oda salondu. Biz kendi odamıza bunların kaldığı salondan geçerek gidiyorduk. Gece tuvalete gitmek gerektiğinde bunların kaldığı yerden geçerek gidiyorduk. Bunlar gördüğüm kadarıyla en kıyıda … ve eşinin yatağı, onun yanında …’in yatağı, en kıyıda da …’in yatağı vardı. Biz tarlada çalışmaya başladıktan 1 ay kadar sonra … abla ile … amcam çok samimi olmaya başladılar. … abla sanki … amcamın eşiymiş gibi ilgi alaka gösteriyordu. Ona çay veriyordu. Yatağını yapıyordu. Elbiselerini yıkıyordu. Bir keresinde tarlada çalışırken diğer çalışanlar gitmişti. … abla, … amcam ve ben tarlada kalmıştık. Bu sırada … amcamın telefonu çaldı. …’in babası aramış. … amcam … ablaya ‘Baban seni arıyor’ diye telefonu uzattı. Uzatırken de … amcam … ablaya öpücük attı. … abla da gülerek aynı şekilde karşılık verdi. … abla telefonla konuştu. Daha sonra telefonu verdi. Bunlar beni çocuk diye benim yanımda rahat hareket ediyorlardı. … amcam sürekli …’e yardımcı oluyordu. … ablam geride kalıyordu. İkisi sessiz sessiz konuşuyorlardı ve gülüşüyorlardı. Ben de geride kaldığımda onların bu konuşmalarını görüyordum. Ben tam olarak ne konuştuklarını duyamadım. Ancak … amcam ne söylerse … abla gülüyordu. Hatta bir keresinde … amcam eşi …’ı dövdü. Niye dövdüğünü hatırlamıyorum. Daha sonra … abla geldi ve … amcamın kolundan tutup götürdü. Ben ikisinin bu yakınlaşmasını anneme anlattım. Annem de bana olur mu öyle şey diye kızdı. Hatta ben anneme ‘Galiba …, … amcamı seviyor ‘ dedim. O da bana ‘git başımdan, milleti başımıza toplama’ dedi. Başka bir gün ben … abla ile konuşurken ona ‘Niye başka bir erkeğin yatağını yapıyorsun’ dedim. O da bana ‘Ne olacak dayım değil mi, akraba değil miyiz, bunu başka yerde sakın konuşma ‘ dedi. Daha sonra … abla bunu … amcama söyleymiş. … amcam da gelip bana ‘… ablana böyle mi dedin?’ dedi. Ben de ‘Evet söyledim’ dedim. Bunun üzerine … amcam beni dövdü. … ablam ile … amcamın bu yakınlaşmasında herkes rahatsızdı. Birlikte çalıştığımız … da bunu biliyordu. Bu nedenle … amcam ile aralarında tartıştılar. … amcam da herkese ‘Burada olanlar burada kalsın, herkes yemin etsin, köye gidince kimse bir şey söylemesin ‘ dedi. … da ‘Ben burada durmam iş falan tutmayın, ben yarın gideceğim’ dedi.”,
Mahkemede; “Soruşturma aşamasında Savcılıkta verdiğim beyanlarımı aynen tekrar ederim. Biz pancar tarlasında çalışırken … amca ile … abla çok samimi olmaya başladılar. … abla sanki … amcanın eşi imiş gibi davranıyorlardı. … abla bir insanın eşine göstereceği ilgiden daha fazlasını gösteriyordu. … abla kaynının ve …’in ailesinin elbiselerini yıkıyordu. … amcam normalde tarlaya geldiği gibi gelmiyordu. Ben amcamı uzun yıllardır tanırım. O zaman her zamankinden bir farkı vardı. Daha temiz düzgün giyiniyordu. Parfüm sıkıyordu. …’in eşi … aynı yerde olmasına rağmen … … amcama çay veriyordu. Yatağını yapıyordu. Elbisesini yıkıyordu. Ben aradaki yakınlaşmayı hissettim. Daha önceki ifadesinde de belirttiğim üzere tarlada çalışırken diğer işçiler gitmişti. Onlar tarlanın diğer tarafına gitmişti. Tarla büyük olduğu için biz diğer tarafta kalmıştık. Bu sırada … amcamın telefonu çaldı. …’in babasının aradığını söyleyerek, … amcam telefonu … ablaya ‘Baban seni arıyor’ diyerek telefonu uzattı. Uzatırken de … amcam … Abla’ya öpücük attı. … abla da gülerek aynı şekilde karşılık verdi. … abla telefonla konuştu. Daha sonra telefonu verdi. Bunlardan çocuk olduğum için benim yanımda rahat hareket ediyorlardı. … amcam … ablaya öpücük atarken … abla hiçbir şekilde rahatsız olmadı. Aynı şekilde o da öpücük attı. … amca bizim çavuşumuzdu. Normalde işçilere pek yardım etmez, ancak biz çalıştığımız zaman her zaman … ablaya yardım ederdi. Biz tarlada çalışırken … abla ve … amcam sürekli gülüşüyorlardı. Bir ara biz tarlada iken … amcam eşi … yengeyi dövdü. Niye dövdüğünü hatırlamıyorum. … amca tarlada bizim önümüzde dövdü. Döverken orada bulunan …, … ve oradaki işçilerde vardı. … amca hiç kimseyi dinlemedi. Sürekli dövmeye çalışıyordu. İşçilerin tutmasına rağmen … amcam vazgeçmedi. Ama … Abla gelip … amcamın kolundan tutunca gitti. Dövmeyi bıraktı. Ben her ikisinin yakınlaşmasını anneme anlattım. Annem bana kızdı, bir şey söyleme dedi. Ben anneme ‘Galiba bunlar birbirlerini seviyor’ dedim. Annem de bana kızdı ‘Kimseye söyleme’ dedi. Ben …’e orada iken ‘Niye başka bir erkeğin yatağını yapıyorsun. Bir kadın başka bir erkeğin yatağını yapar mı?’ dedim. O bana ‘Millet yanlış anlar, niye böyle bir şey diyorsun?’ dedi. Daha sonra … …’e söylemiş, … amcam beni bahane ederek dövdü. Niye düzgün yapmıyorsun. Genelde çavuşlar işçilerini güzel çapalamıyorsun diye dövmez, o güne kadar da amcamın tokatını daha yememiştim. Ben amcamın …’e söylediğim şeylerden dolayı …’in amcama anlattığını, amcamın beni bu nedenle dövdüğünü düşünüyorum. Biz tarlada çalışırken son güne doğru bizimle birlikte çalışan … da bu durumu fark etmiş rahatsız olmuş, … ile amcamın tartıştıklarını duydum. Daha sonra son gün amcam … bütün işçilere burada olanlar burada kalsın diyerek bizim … ile … arasındaki samimiyetten duyduğumuz rahatsızlığı, ilişkileri olduğuna dair şüphelerimizi kastederek, ‘Burada olanlar burada kalsın’ diyerek bizi uyardı. … da ‘Burada durmam iş falan tutmam’ dedi. Ben bunun dışında sonrasında aralarında ilişki olduğunu görmedim. Daha sonra pamuğa gittikten sonra da köyde dedikodular çıktı. Daha sonra dedikodular devam etti. Köydeki dedikodu … Abla ile … amcamın ilişkileri olduğuna yönelikti, amcamın …’i rahatsız ettiğine dair hiçbir söylenti yoktu. Ben çalıştığımız süre içerisinde …’in … amcamdan rahatsız olduğuna dair hiç bir şey görmedim.”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben … ve …’i aynı köylü olduğumuzdan dolayı tanırım. Benim her ikisiyle de akrabalığım yoktur. Ancak her iki tarafla da konuşur görüşürüm….’ın kayınpederi … ile samimiyimdir. Ben … ile …’in ilişkisini tam olarak bilmiyorum. Ben, … ölmeden yaklaşık 1 ay önce falan …’in babasının evine gönderildiğini duydum. Ben…’a bunu sorduğumda bana ‘Altın davası’ dedi. Kendisi evi yaparken …’in altınlarını aldığını, geri veremediğini, …’in de …’den altınları istediğini, bu nedenle tartıştıklarını, …’in …’e mesaj çektiğini …’in de bunun üzerine …’in babası … ile tartıştıklarını bunun üzerine …’in de evden kaçıp, babası …’nın evine gittiğini söyledi. Ben de ‘Çocuklar rezil olur gelini getir’ dedim. … da bana ‘… gelip kendi halletsin, ben karışmayacağım’ dedi. Aradan 10-15 gün geçtikten sonra … geldi. … da gidip …’nın evden …’i aldı geldi. Ben ölüm olayı gerçekleşmeden 15-20 gün önce kahvede duydum. Kahvede …, …’a ‘Gelin … ile düşüp kalkıyor’ demiş. Bunu kahvehanede konuşulurken 1 gün sonra duydum. … ile …’in ilişkisini o zaman öğrendim. Benim kahvede duyduklarım … ile …’in ilişkisi olduğu, bunların pancar tarlasında bu ilişkiye başladıkları, …’in …’in evine girip çıktığını, ya arka taraftaki kapıdan girdiğini ya da ip atarak girdiğini, ipin yukarıdan … tarafından atıldığını duyuyordum. Ancak ben bizzat görmedim. Benim duyduklarım dedikoduydu. Köyde konuşulanlar. Bunları bizzat gören olup olmadığını bilmiyorum. Ancak ben köyde bu dedikoduların …’in çıkardığını duymadım. Zaten … bana bu konular hakkında bir şey söylemezdi. Ben … ile …’in ilişkisinin tam olarak nasıl olduğunu bilmiyorum. Ancak köydeki dedikodulardan, bunların rızası ile ilişkilerinin olduğunu, hatta …’in başka birisiyle de ilişkisinin olduğunu, çocuğun da … ya da …’den değil de 3. kişiden olduğu konuşuluyor. Ancak ben bizzat bu konu ile alakalı bir şey görmedim.”,
Mahkemede; “Benim tarafların ilişkisine ilişkin uzun zamanlı bir bilgim yoktur yani daha önceden tarafların ilişkisini hiç duymadım ancak bir ara … babasının evine gitmişti ben de… ile hasat zamanı …’i çocukları olduğunu, bu sebeple gidip getirmemiz gerektiğini söyledim bunun üzerine… bana sen karışma dedi, çocuk gelsin, yani …’in eşi İsmali kastederek gelsin kendisi halletsin dedi, ayrıca …’in babasının evine gitme sebebini de sordum bana altın meselesi olduğunu söyledi, olaydan bir süre önce … ile… kahvehanede taraflar arasındaki ilişkiyi konuştuklarını, bu kişilerin konuşmasından birkaç gün sonra başkalarından duydum. Ben taraflar arasındaki ilişkiden dolayı …’in ip ile …’in yanına çıktığını veya arka kapıdan girip bir araya geldiklerini yine çocuğun bir başkasından olduğunu duydum ancak kimden duyduğumu hatırlamıyorum, köyde kahve önünde herkes grup hâlinde konuşuyorlar, konuşanları ister istemez duyduğumdan kim tarafından söylendiğini hatırlamıyorum”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben … ve …’ı aynı köylü olduğumuzdan dolayı tanırım. …’le fazlaca bir muhabbetimiz yoktur. Ben olay tarihinden yaklaşık 1 yıl kadar önce … ile … arasında bir ilişki olduğunu duydum. Köyde …’in …’in evine girip çıktığını ve birlikte olduklarını, birbirlerini sevdikleri konuşuluyordu. Ben bizzat bunların ilişkisi görmedim. Bu dedikodunun nasıl ortaya çıktığını bilmiyorum. Ancak … böyle bir dedikodu çıkarmadı. Ben hiçbir zaman …’den ben … ile ilişki yaşıyorum şeklinde bir şey duymadım. Kimse de bana … bu şekilde dedikodu yayıyor demedi. Ben hiçbir zaman …’in sağda solda …’in bende fotoğrafları var dediğini de duymadım. Ben ölüm olayı olmadan yaklaşık 1,5 ay önce kahvehanede otururken samimi arkadaşım olan…’a ‘… bak ben … ile …’in ilişkisi olduğunu duydum, eğer bu doğruysa …’i evden çıkar gitsin ‘ dedim. … bana hiçbir şey demedi. Bana tepki de göstermedi. Sadece sustu. Ben bu konuşmamızdan sonra…’ı hiç görmedim. Olay günü ben evdeydim. Köyümüzde düğün vardı. Saat 21.30 sıralarında … geldi bana ‘…’i kesmişler ‘ dedi. Olaydan da bu şekilde haberim oldu. Benim cinayeti nasıl işlendiğine dair bir bilgim yoktur.”,
Mahkemede; “Ben Savcılıkta ifade verdim aynısını tekrar ederim, yaşanan olaydan 1 yıl önce çeşitli dedikodular duydum, yani … ile …’in ilişkisini duydum, olaydan da yaklaşık 2 ay önce bu durumu…’la konuştum, ben…’a köyde bu ilişkinin duyulduğunu söyledim… herhangi bir tepki göstermedi.”
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben …’i tanırım. Dayımın oğlu olur. Samimi olarak konuşur, görüşürdük. … da benim teyzemin torunu olur. Onunla da aramızda herhangi bir problem yoktur. … ile biz sık sık bir araya gelir konuşurduk. Bir arada bulunduğumuz sırada bazen …’e telefon gelirdi. … telefon gelince hemen yanımızdan giderdi. Uzakta telefonla konuşmaya başlardı. Uzunca bir süre yaklaşık 1-2 saat sürekli telefonla konuşurdu. Biz kiminle konuştun diye sorduğumuzda bize cambaz bir arkadaş ya da bir arkadaşım derdi. Kiminle konuştuğunu söylemek istemezdi. Ancak ben köyde … ile …’in ilişkisi olduğunu duyduğumdan …’in … ile konuştuğunu düşünürdüm. … bana … ile olan ilişkisi hakkında bir şey söylemedi. Ben sorduğum hâlde ilişkisi olduğunu söylemedi. Bana ‘Köyün dedikodusu bunlara inanma’ dedi. Ancak bana bir kadın ile ilişkisi olduğunu birbirlerini sevdiklerini söylüyordu. Ben … ile …’in nasıl bir ilişkisi olduğunu bilmiyordum ancak köyde konuşulanlara göre … ile …’in ilişkisi pancar tarlasında başlamış 3 yıldır devam ediyormuş, … zaman zaman …’in evine giriyormuş. Ben bunu bizzat görmedim ancak bütün köy halkı bu şekilde konuşuyordu. Ben köyden hiç kimseden …’in …’e tecavüz ettiğini duymadım. İlişkilerinin rızaya dayalı bir ilişki olduğunu duyuyordum. Hatta bunların pamuk tarlasında görenler olmuş.”,
Mahkemede; ” Ben Savcılıkta ifade vermiştim. O ifademi aynen tekrar ederim. … benim dayımın oğlu olur. Hem de arkadaşız. Biz … ile birlikte iken …’e telefonlar geliyordu. Sık sık telefonlar geliyordu. Bazen bu telefonlara bizim yanımızda cevap vermiyordu. Meşgule alıyordu. Bazen de açtığında, yanımızdan uzaklaştığında bir iki saat konuşurdu. Kim olduğunu sorduğumda da geçiştirip pancardan, pamuktan vs gibi sözlerle geçiştiriyordu. Ben de bu yüzden bir bayan ile ilişkisi olduğundan şüpheleniyordum. Ancak kiminle olduğunu bilmiyordum. Ben kendisine çok sordum. Bir bayanla ilişkin var mı diye ancak beni savuşturuyordu. Bir şey söylemiyordu. Kendisine ‘… ile aranda bir şey var mı?’ diye sorduğumda köyün dedikodusu inanma diyordu. … benim dayımın oğlu olur. Sanık … de teyzemin torunu olduğu için … her iki taraftan da akraba olduğundan duyulur endişesi ile bana söylemediğini düşünüyorum. Yanımda hiç konuşmadığı için konuşmalarının içeriğini bilmiyorum. Tanık …’ın soruşturma aşamasında …’in …’in evine gittiği zaman …’ın gözcülük yaptığına ilişkin beyanı üzerine; kesinlikle ben gözcülük yapmadım. Görmedim. Ben …’in …’in evine girip çıktığını görmedim. Gözcülük de yapmadım. Kesinlikle kabul etmiyorum. Benim olaya ilişkin başka bir bilgim yoktur. Öldürme olayının nasıl gerçekleştiğini bilmiyorum. Ben Yalvaç’ta idim. Meydanda maktulün kafasını gördüm”,
Tanık … Cumhuriyet Başsavcılığında; “Ben ölen …’in öz amcasıyım, …’ın da kayınpederi…’ın öz dayısıyım, Benim her iki tarafla da husumetim yoktur. Her iki tarafla da konuşur, görüşürüm. Benim … ile …’in aralarındaki ilişkiye ilişkin, görgüye dayalı bir bilgim yoktur. Ben bunların arasında ilişki olduğunu … öldükten sonra öğrendim. Ben … öldükten sonra edindiğim bilgiye göre bunlar birbirlerini seviyorlarmış. …’in rızası dahilinde … …’in evine gidip … ile birlikte oluyorlarmış, bu ilişkilerden birinde de … hamile kalmış. Yaklaşık bir yıl önce … …’ın evini aramış ancak konuşmamış. Bunun üzerine yeni dijital telefon alan… telefonda arayan numarayı geri aramış. Telefona … çıkmış. …’e ‘Niye benim evi arıyorsun?’ demiş. … de ‘Benim tarlayı ekme’ demiş. O da buna sinirlenmiş, ana avrat küfretmiş. Bunun üzerine … sinirlenmiş köy meydanına gitmiş, köy meydanında telefonla…’ı aramış, ona ‘Gel ben buradayım, kozlarımızı paylaşalım’ demiş. …’ı eşi salmamış. Bu nedenle… gelmemiş. Böyle olduğunu bana komşumuzun birisi beni telefonla arayarak söyledi. Ben de bunun üzerine…’ın evine gittim. …’a ‘Derdiniz ne, benim tarla için niye birbirinize giriyorsunuz’ dedim. O da bana ‘mevzu tarla değil, senin bilmediğin şeyler var’ dedi. … benim eve telefon açıyor. Ben açtığımda cevap vermiyor, dedi. Ben de ‘Gelinin açsın sen dinle’ dedim. Verdiğimde de konuşmuyor, dedi. Ben ‘… olduğundan emin misin?’ dedim, o da ‘Kesinlikle eminim … o, dijital telefon aldım, onun numarası gözüküyor’ dedi. Ben de bunun üzerine ‘… senin evine niye açsın, senin gelinine mi karına mı açsın?’ dedim, o da ‘Yok öyle bir şey’ dedi. O da ‘Bilmiyorum açıyor işte’ dedi. Ben daha sonra …’in yanına gittim. …’e ‘…’ın evini niye arıyorsun?’ dedim. O da bana ‘Amca ben tarlayı ekme diye aradım’ dedi, o da bana küfretti dedi. Ben de ‘İnsan tarla için küfreder mi?’ dedim, ben de bunun üzerine kahveye gittim, kahvede telefon açtım, herkesin içinde gel kozumuzu paylaşalım, dedim, o da gelmedi dedi. Ben de ‘Tarla benim tarlam, bunun için kavga etmeyin’ dedim. Ancak benim anladığıma göre bunların her ikisi de … ile …’in ilişkisini saklamak için bahane ettiler, çünkü tarla benim tarlam, her ikisi de … ile …’in ilişkisi ortaya çıkmasın diye sakladılar. Zaten tüm köylü aralarındaki husumeti tarladan kaynaklandığını zannediyordu. Ben tekrar…’ın yanına vardım. …’a ‘Bak … seni tarla için aramış, sen niye küfrettin, dedim. O da ‘Dayı, bu benim evimi arayıp duruyor, sen olsan ne yaparsın?’ dedi. Ben de ‘O değildir’ dedim, o da ‘Keşke o olmasa’ dedi ve bana ‘Eğer böyle bir şey yaptıysa, ben …’in kellesini kesip köy meydanına atacağım, bunu sen de duyacaksın’ dedi, bunu … de söyledi. Bu sırada benim yanımda eşim …, kızım … ve oğlum … de bunu duydular. Bunun üzerine ben de…’a ‘Karşında bizi bulursunuz, ele küfrettirme’ dedim. O da bana ‘Tamam dayı senin hatırına bırakıyorum, ancak tekrar ederse, ben …’ı gözden çıkartım, …’i …’a öldürtürüm, suçu da …’e atarım, …’e tecavüz etti derim, ben cezaevine girsem şimdi çocuk perişan olur,’ dedi. Benim oğlum … da, ‘Dayı ben de seni arıyorum, ben de mi sapığım?’ dedi. O da ‘Olur mu yeğen ben seni görüyorum, seninki farklı’ dedi. Hatta ‘Bize iş bul, … ile …’i götür’ dedi, ben de ‘Tamam araştırayım’ dedim.”,
İstinabe olunan Mahkemede; “… ve… ilk tartıştıklarında bana söylediklerine göre benim olan tarlayı…’ın ekmesi nedeniyle aralarında bir tartışma olduğunu biliyorum. Ben… ile konuştuğunda …’in eve telefon açtığını, fakat ses vermediğini, bu durumdan rahatsız olduklarını söyledi. Bu durumu …’e de…’ın hanımına da sordum. Yani telefonların sebebini sordum. … böyle açılan bir telefon olmadığını söyledi. …’ın eşi de sessiz telefonları doğruladı. Cinayete dair herhangi bir görgüm yoktur. Ben …’dayken telefon geldi, …’i …’in öldürdüğünü söylediler. Yalnız öncesinde… ve eşi ile görüşmelerimde …’i öldüreceklerini, keseceklerini, bunu da …’e yükleyeceklerini söylemişlerdi. …’in anlatımlardan da anladığım üzere, … ile bir gönül ilişkisi olmuş fakat cinayet kesinlikle bir namus cinayeti değildir. Ben böyle olduğunu düşünüyorum.”,
Şeklinde ifade vermişlerdir.
Sanık … 29.08.2012 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığında; “Koruyaka köyünde ikamet ederim, benim 4 ve 5 yaşında iki çocuğum vardır. Ev hanımıyım, eşim 18 ocakta … iline mermer ocağında çalışmak üzere gitti. Kayınpederim ve kaynanamın evleri bizim eşimle kaldığımız eve bitişiktir, aynı terastan girip çıkarız. Ben eşimle bize ait olan bu evde kalırım, çocuklarım da zaman zaman bende zaman zaman da kayınpederim …’ın yanında kalırlar. … eşimin halasının kocası olur. … evlidir, …’in de iki çocuğu vardır, çocuklarından erkek olan liseye gider, kız da ortaokula gider. … ile biz ailecek konuşurduk. Birbirimize gider gelirdik. Ben …’i eşim … ile evlendikten sonra tanıdım. Öncesinden hiç tanışıklığım ve görüşmüşlüğüm yoktur. Yaklaşık iki yıl önce Polatlı’ya pancar çapasına köyümüzden bir grup insanla gittik, benim yanımda, eşimin kardeşi o zamanlar 15-16 yaşında olan … vardı. Bizi topluca amele olarak … götürmüştü, … bizim dayıbaşımızdı. Biz pancar tarlasında 1,5 ay kaldık. Polatlı’da eski bir binada kaldık. Binada iki hane bir odada kalacak şekilde ayrılmıştık. Biz de akraba olduğumuz için kayınbiraderim …, … ve …’in eşi ile birlikte aynı odada kaldık birlikte aynı odada yatıyorduk. İki kadın evin duvar kısmında olacak şekilde yatıyorduk. … ben yatarken zaman zaman bana dokunmaya, tahrik etmeye çalıştı ancak ben ‘Bağırırım yapma’ dedim. Bu nedenle … bir şey yapamadı. Ancak tarlada çapa yaparken ben diğer çalışanlardan ayrı olduğum zamanlarda … yanıma gelip bana ‘Sen benim olacaksın, bağırsan da çağırsan da benim olacaksın, şimdi dokunmuyorum ancak seni mahvedeceğim, köye vardığımızda herkese senin benimle ilişkin var diyeceğim’ diye beni tehdit ediyordu. … bu şekilde bana 5-6 kez tehditte bulundu. Ancak bana dokunmadı, herhangi bir ilişkimiz de olmadı. Biz köye geldikten sonra bu sefer … eşinin evde olmadığı zamanlarda beni kayınpederim adına kayıtlı … no’lu ev telefonundan arardı. ‘Köye geldin diye benden kurtulduğunu sanma, seni elbet yakalayacağım, ailene söyleyeceğim, seni internetlere vereceğim, köyde dedikodu yayacağım, nasıl olsa bir kişiye söylersem, bu yayılır herkes de bana inanır’ diyordu. Ben onu sabit telefondan iki yıl boyunca 5-6 kez aradım. Çünkü … bana ‘Sen beni aramazsan, eşini takip eder, benimle ilişkisi var derim’ diye tehdit ediyordu, ben de mecburen onu arıyordum. Aradığımda ya da o beni aradığında bana ‘Niye aramıyorsun beni?’ diyordu, ben de fırsat bulamıyorum diyordum. O da ‘Ben seni takip ediyorum, bana yalan söylüyorsun’ diyordu. Bana sürekli ‘Seni seviyorum, sen çok güzelsin’ diyordu. Ben ona ‘Beni arama, beni dile düşürme, benim yuvamı yıkma, benden uzak dur’ diyordum. Biz ev telefonu numarasını yaklaşık bir ay önce kapattık. … beni önceleri …no’lu numaradan arıyordu. Ben sonunun 9332 olduğundan eminim ancak ortadaki numaralardan emin değilim. … benimle telefonla görüşmediği zamanlarda beni tek başıma sokakta gördüğünde bana ‘Niye bana karşı geliyorsun, sen benim olacaksın, niye benimle olmuyorsun, bak seni ben mahvedeceğim, seni köylünün diline düşüreceğim, eşine babana tüm yakınlarına söyleyeceğim, sana iftira atacağım, seni köyde rezil edeceğim’ diyordu. Ben de ‘Benim çoluk çocuğum var, hayatımı mahvetme, benden uzak dur’ diyordum. Eşim … 18 Ocak 2012 tarihinde … iline mermer ocağına çalışmaya gitti, bunu fırsat bilen … beni daha çok rahatsız etmeye başladı. Bizim ev telefonumuzu gizli numaradan daha fazla aramaya başladı, telefonda fazla konuşmuyordu, telefonu çaldırıp kapatıyordu. Amacı beni kayınpederimin yanında zor durumda bırakmaktı. Eşim gittikten 2-3 gün sonra ben evde çocuklarım ile yatarken saat gece yarısı 01.00-02.00 arası birden kapı açıldı, içeriye … girdi, elinde küçük bir silah vardı. Bu sırada çocuklarım uyuyordu, ben sese birden kalktım. … evimizin dam kısmından arkadan çıkmış. Ben kapıyı kilitlememiştim, çünkü bazen çocuklara geceleri süt katıp içiriyordum, yorgunluktan unutmuşum. …’i görünce ben ‘Git evimden ne işin var’ dedim. Bana elindeki silahla ‘Sus bağırma, çocukların kafasına sıkarım’ dedi sonra üzerime saldırdı, sarhoştu, ben direnmeye çalıştım ancak direnemedim, ben bağırmadım, çünkü … sarhoştu ve elinde silah vardı, silahla çocuklarımı öldüreceğinden korktum. … ‘Bağırırsan çocuğa sıkarım’ diyordu. Sonra benim zorla alt kısmımda bulunan pijama ve külotumu çıkardı. Kendisi de cinsel organını çıkardı, ben direnmeme rağmen cinsel organını benim cinsel organımın içine soktu ve benim içime boşaldı. Ben ağladım, … de oturdu, bana ‘Sus ağlayıp durma, kayınpederlerine duyuracaksın, bak ağlarsan çocuklarına sıkıveririm’ dedi. Daha sonra bırakıp gitti. Ben korktuğumdan ve utandığımdan bunu hiç kimseye söylemedim. 3-5 gün sonra … gece vakti herkes uyuyunca özellikle bizim yorgun olduğumuz, inşaatta çalıştığımız zamanlarda önceki girmiş olduğu dam kısmından eve giriyordu. Ben kapıyı kilitliyordum, ancak … bana ‘Aç kapıyı bak aşağıdakilerin kafasına sıkarım, onlar şimdi uyumuştur, bağırsan da bizi duymazlar, duysalar da korkmuyorum, gider kafalarına sıkarım’ diyordu. Ben de mecburen kapıyı açıyordum. Her gelişinde … silahla geliyordu. Bu geldiğinde de benim üzerimi silah zoruyla çıkardı, kendisi de üzerini tamamen çıkardı. Yine cinsel organını benim cinsel organımın içine soktu, yine içime boşaldı. Bir müddet oturdu, üzerini giyindi, gitti. … 20 Ocak 2012 tarihinden günümüze kadar eşim olmadığı zamanlarda 5-6 günde bir bu şekilde evime gelip zorla benimle birlikte oldu. 4 yaşındaki çocuğum sürekli yanımda olurdu, 5 yaşındaki çocuğum da bazen yanımda bulunurdu. Ben … çocuklarıma eşime zarar verebileceği ve dedikodu çıkarabileceği korkusuyla artık ona karşı koyamaz oldum. Bir keresinde ben karşı koymaya çalıştım ancak beni darbetti, … her gelişinde aşırı derecede alkollü olurdu. … her birlikte oluşumuzda benim içime boşaldı. Sanki beni hamile bırakıp köye rezil etmek gibi bir amacı vardı. Eşim … 18 Ocak 2012 tarihinden sonra ilk defa temmuz ayının ortalarında köye geldi. Ben bu geldiğinde zaten 4-5 aylık hamileydim. Ben eşime anlamasın, çocuğun kendinden olduğunu zannetsin diye 6-7 aylık hamileyim dedim, oysa ben şubat ayının sonlarında …’den hamile kalmıştım. eşimse 18 ocakta gitmişti. Kasımın sonlarında da doğum yapacaktım, eşim benim eylül-ekim aylarında doğum yapacağımı biliyor. Ben eşim geldiğinde …’in yaptıklarından bahsedecektim ancak eşim çok tehlikeli bir işte çalıştığı için dalar, kendisine zarar verir düşüncesiyle onunla bir şey paylaşamadım. Eşim bayramda bir kez daha geldiğinde eşimle yine …’in yaptıklarından bahsetmek istedim ancak çekindim, paylaşamadım, her iki geldiğinde de eşimle birlikte oldum. Ben …’in bu yaptıklarından dolayı eşimin yüzüne bakacak hâlde değildim ancak kendisini yanlış düşünceye kapılmasın diye yapmacık da olsa birlikte oldum, onu mutlu etmeye çalıştım. Eşim bayramda 10 gün kaldı önceki geldiğinde de 4-5 gün kalmıştı. Eşim 26.08.2012 günü … iline gitti, eşim gittikten sonra … bana vermiş olduğu telefona mesaj çekti, mesajda ‘Niye aramıyorsun?’ yazılıydı. Ben bunu 27.08.2012 günü fark ettim. Aynı gün gece telefon titreşimdeydi, çaldı, ben uyuyordum, telefonun titreşimine uyandım. Telefonu açtım, bana ‘Uyuyor musun, yanına gelecektim’ dedi. Ben ‘Uyuyorum, çok yorgunum gelme’ dedim. O da bana ‘Yorgunsan gelmeyeyim ancak ben seni …’a götürmek istiyordum’ dedi. Ben ‘Gelme yorgunum’ dedim o da ‘Tamam’ dedi. 28.08.2012 günü akşam yemeğini yedikten sonra yatsıdan sonra beni telefonla aradı, bana ‘Ben gelip seni götüreceğim’ dedi, ben de ‘Gel götür’ dedim. Amacı yine bana sahip olup gitmekti. Ben onun yine bana sahip olmasından çok korkuyordum, artık iğreniyordum. Bu nedenle ona teslim olmak, onunla birlikte olmak beni çok korkutuyordu, beni tiksindiriyordu, onunla birlikte olmamak için ne yapabileceğimi düşündüm. Önce eve girdiğinde bana saldırırsa kendimi bıçakla savunayım dedim. Sonra onun güçlü olduğundan kendimi savunamayacağımı düşündüm. Bu sırada … evin arka kısmına kimsenin göremeyeceği harabe bir alana gelmişti. Saat 22.00 sıralarıydı. Ortam çok karanlıktı. Bana telefonla ‘İp salla buradan çıkayım’ dedi. Ben de buğday çuvallarını çıkarmakta kullandığımız ipi attım, daha önce … eve kendisi çıkıyordu. O gün ipi beni aşağı indirmek için istemiş olabilir çünkü o gün telefonda bana seni …’a götüreceğim demişti. Ben …’a götürmeyi düşündüğünü tahmin ediyorum. O ipten tırmanmaya başladı, ben bu içeri girdiğinde yine bana zorla sahip olur düşüncesiyle bana göstermiş olduğunuz kayınpederim …’a ait olan 8 adet fişek alan otomatik tüfeği alıp arkadan dolandım. Ben evin arkasına vardığımda … dama çıkmıştı. Tam ayağını dama attığında ben nişan alıp …’e iki el ateş ettim. Ateş edince … bana ‘Amına koyduğum, bana ateş ettin’ diyerek yere düştü. Yere düşmeden önce bana göstermiş olduğunuz 7,65 çapındaki sürekli benim evime gelip beni tehdit ettiği silahı belinden çıkarmaya çalışıyordu. Çıkarırken silah yere düştü. Ardından kendisi yere düştü. Yere düşünce küfrederek aşağı doğru kaçmaya çalıştı. Ben yukarıdan bir kez daha ateş ettim. Ateş edince yukarıdan düştüğü yerin 6-7 metre aşağısında yüzüstü düştü, sonra ben yanına vardım. ben yanına varınca sırtının üstüne doğru döndü, yüzü bana dönüktü, bana ha bire sinkaflı şekilde küfrediyordu, ben cinsel organının bulunduğu bölgesine ateş ettim ancak kaç el ateş ettiğimi hatırlamıyorum. Ben ateş edince küfretmeyi bıraktı, ben öldüğünü anladım. Bana göstermiş olduğunuz sarı saplı bıçağı yanımdan çıkardım, boğazını kestim, koparıp saçından tuttum, silahı da omzuma taktım, yaklaşık iki yüz metre ileride bulunan köy kahvesinin önüne doğru gittim. Düğün olduğu için kahvehanenin önü çok kalabalıktı, ben kafatasını meydana doğru fırlattım, fırlatırken de ‘İşte namusumla oynayanın kellesi, benim arkamdan konuşmayın’ tarzı laflar ettim ve dönüp evime geldim. Ben … ile hiçbir zaman rızam dâhilinde birlikte olmadım, … bana adetliyken bile zorla sahip oldu. Beni sürekli hakkımda dedikodu çıkarmakla yapmadığım hâlde kendisiyle birlikte olduğumu millete söylemekle ve eşime, çocuklarıma zarar verebileceğini, onları öldürebileceğini söyleyerek ayrıca beni, bana göstermiş olduğunuz silahla tehdit ederek birlikte oldu. … bana elinde benim çıplak resimlerim olduğunu, eğer onunla birlikte olmaya devam etmezsem bunu internetten herkese yayacağını, gazetelere vereceğini, insan içine çıkartmayacağını, beni mahvedeceğini söylüyordu. Ben o resimleri görmedim, bana … bunu evde ben uyurken gizlice çektiğini söyledi. Maktul …’in cep telefonunda bulunan fotoğrafların gösterilip sorulması üzerine; bana göstermiş olduğunuz fotoğraflar benim evimde çekilmiş fotoğraflardır. O fotoğraflardaki uyuyan kadın benim, yanımdaki erkek de …’dir. … bu resmi ben uyurken çekmiş, benim bu resimden haberim yok, ne zaman çektiğini de bilmiyorum ancak … bana ölmeden bir önce telefonda bana ‘Ben bebeğin fotoğrafını çektim, sen görmedin uyuyordun, şimdi onu izliyorum’ dedi. Ben köyde adımın çıkmasından eşimin, çocuklarımın, ailemin mahcup olmasından yuvamın bozulmasından çekindiğimden … ile birlikte olmak zorunda kaldım. Ben bunları kimseye söyleyemedim, çünkü adımın çıkmasından ve lekelenmesinden korktum. Hiç kimseye bunlardan bahsetmedim. Ben karakola ya da savcılığa da gelmedim çünkü gelmiş olsaydım, kendi adımı kendim kirletmiş olacaktım, oysa şimdi namusumu kendim temizledim. Şu anda benim karnımda …’in çocuğu bulunmaktadır. Tahminime göre 6-7 aylıktır. Ben ilk zamanlarda hamile olduğumu bilmiyordum. Çünkü … benimle adetliyken de birlikte oluyordu, bu nedenle ilk zamanlarda hamile olup olmadığımı anlayamadım, hamile olduğumu anladığımda Yalvaç Kadın Doğumevine gittim, bana burada çocuğun iki aylık olduğunu, alamayacaklarını söylediler. Sağ solda, gelip gidenler, hatta çocuklar bile, beni …’in kullandığını, ondan hamile kaldığımı konuşmaya başladılar, hatta ramazan bayramında bize misafirliğe gelenler bile bana köyde bunların konuşulduğunu doğru olup olmadığını sordular. ‘… her yerde bunları konuşuyor, senin onda çıplak fotoğrafın varmış, …’in oğlu fotoğrafları internete verecekmiş’ dediler. Küçük çocuklar bile bunu söyledi. Ben uzun süre kendimi öldürmek istedim ancak çocuklarımı düşündüm. Bu nedenle öldüremedim. Ben …’i namusumu temizlemek için yaptım ancak yine de pişmanım. … beni sürekli silah zoruyla kullanıyordu artık ben iğrenir hâle gelmiştim. Bana tekrar zorla sahip olmasına engel olmak için onu öldürdüm.”,
Cumhuriyet Başsavcılığında 25.02.2013 tarihinde; “Ben daha önce bu konu ile alakalı Cumhuriyet Başsavcılığınıza ifade vermiştim. Önceki ifademi kabul ediyorum. Aynen tekrar ederim. Ben önceki ifademde de belirttiğim gibi … ile herhangi bir rızaya dayalı ilişkim olmadı. … bana zorla sahip oldu. Ben … ile birlikte hiçbir yere gitmedim. Sadece onunla pancar ve pamuğa gittim. Pancar ve pamuk tarlasında da … ile hiç fotoğraf çekinmedim. Ona fotoğraf da çektirtmedim. Ona evimde ya da dışarıda rızam dâhilinde fotoğraf çektirip çektirmediğimi hatırlamıyorum. Ben … ile onun arabasıyla hiçbir yere gitmedim. Bir yere gitmediğimiz için arabasında da fotoğraf çekinmedim. Biz pancar tarlasında ya da pamuk tarlasında kesinlikle … ile sevgili gibi davranmadık. Aksine ben …’i kendimden sürekli kendim uzaklaştırmaya çalıştım. Tavırlarından rahatsızdım. Çünkü … pancar tarlasında bana 5-6 kez tacizde bulundu. Ben bu nedenle …’in bu tavırlarından rahatsızdım. Ancak kimseye …’in bana yaptıklarını söylemedim. Ben hiçbir zaman telefon hattı almadım. … üzerime kayıtlı gözüken telefon hatlarını benim adıma benim imzamı taklit ederek almış. Benim kimliğimi de benim rızam dışında ele geçirmiş ancak nasıl benim kimliğimi ele geçirdiğini bilmiyorum. Ben …’in benim kimliğim ile hat aldığından haberim yok. Ben …’in benim adıma kaç tane hat aldığını bilmiyorum. Ama bana 1’den fazla telefon verdi. Ancak kaç tane verdiğini hatırlamıyorum. Benim adıma kayıtlı olan …numaralı 27.05.2010 tarihinde alınan sözleşmedeki imza bana ait değildir. … numaralı 09.06.2012 tarihinde alınan sözleşmedeki imza da bana ait değildir. Ben bu numaraları kullanıp kullanmadığımı bilmiyorum. Ben 2010 yılında cep telefonu kullandım. Ancak numarasını bilmiyorum. 2010 yılında …’i bu numaradan ya da başka bir numaradan arayıp aramadığımı hatırlamıyorum. O yıllarda ben …’e mesaj çekmedim. Telefon da açmadım. O da beni aramadı. … ile ilk telefonla ne zaman konuştuğumu hatırlamıyorum. Ancak ben …’den çekindiğimden zaman zaman onu aramak zorunda kaldım. Aradığımda ve mesaj çektiğimde korktuğumdan dolayı Ben de ona ‘Seni seviyorum’ gibi sözler söylüyordum çünkü …’in zarar vermesinden korkuyordum. … bana vermiş olduğu telefonun kontörlerini kendisi alırdı. Bana telefon da almıştı. Bana zorla verirdi. Beni bu numaradan arayacaksın derdi. Bana telefon ve hattı 2010 yılında pancardan geldikten sonra verdi. Ancak tam tarihini hatırlamıyorum. Ancak ev telefonumuz kesildikten sonra olma ihtimali yüksektir. Ben … ile bana vermiş olduğu telefon ve hatlardan 2010 yılından beridir konuşuyordum. Genelde o beni arardı. Ben onu aramadığımda bana ‘beni arayacaksın, beni kızdırma’ derdi. Ben de korktuğumdan mecburen zaman zaman onu arardım. Telefonla konuşurduk. Telefonla günün hangi saatlerinde konuştuğumuzu hatırlamıyorum. Ben aradığımda uzun süre konuşmak zorunda kalıyordum. Çünkü korkuyordum. Ben iddia edildiği gibi geceleyin evde rahatsızlanıp … tarafından hastaneye götürülüp götürülmediğimi hatırlamıyorum. Hastanede bana serum takılıp tekrar … tarafından evime getirilip gece evime bırakıldığımı ve evimdeki sobamın … tarafından yakılıp yakılmadığını hatırlamıyorum. Ben hiç kurban kesmedim. Ancak daha önce birçok kez silah atmıştım. Bu nedenle silah atmasını bilirim. Ancak kurban kesemem. …’in kafasını bana yapmış olduğu eylemler nedeniyle sinirimden kestim. Ben … ile …’in dedesi …’nün evine 2012 yılının ilkbahar ayında gece ya da gündüz gitmedik. Ancak ben, halam …’ün evine davet olduğu için gitmiştim. Gündüz saat 17.00 gibi evimize geri geldim. Benim …’de benim evimde benim haberim varken çektiği fotoğrafım yoktur. Ben uyurken fotoğrafımı çekmiş. Bu fotoğrafı ben hamileyken çekmiş. …’in beni uyanıkken ve gülerken çektiği fotoğraf bildiğim kadarıyla yoktur. Pamuk toplarken çekindiğim fotoğrafı amcamın kızı … çekmişti. Bu fotoğraf …’in eline nasıl geçti bilmiyorum. Ben bilerek …’e hiç fotoğraf çektirmedim. Yalvaç Hastanesine geldiğimizde … annemgil yanımda olmadığı bir vakitte yanıma geldi. Hastanenin yakınında bir yerde arabasının yanına beni götürdü. Bana gözlüğünü zorla taktırdı ve benim fotoğrafımı çekti. Ben çekinmek istememiştim. Bu olay ben kürtaj yaptırmak amacıyla Yalvaç Devlet Hastanesine geldiğim sırada oldu. Fotoğrafı çektiği yer hastanenin çok yakın bir yerindeydi. Ben …’den hamile kaldığımı bilmiyordum. Çünkü dişim için antibiyotik kullanıyordum. Antibiyotik kullandığım için adetim olmuyordu. Ben bu nedenle farkına varamadım. Ben hastaneye annem ile hamile kaldıktan 2 ay sonra gittim. Hastanede hamile olduğumu öğrendim. Doktora aldırmak istediğimi söyledim. Ancak doktor eşinizin rızası gerekir dedi. Ben de bu nedenle aldıramadım. Bu sırada … beni takip etmiş. Annem çocuk ile ilgilenirken … doktorun yanına girmiş. Doktora ‘niye geldi ‘diye sormuş. Sonra benim hamile olduğumu doktor söylemiş. Bana bunu sonradan … söyledi. Pancar tarlasından döndükten sonra ben 2 kez …’i kayınpederim üzerine kayıtlı ev telefonundan aradım. Aramamın nedeni; …, beni ‘birlikte pamuğa gidelim, aileni ikna et ‘diye baskı yapıyordu. Ben bu nedenle …’i aradım. …’e ‘tamam ben ailemi ikna edeceğim, pamuğa birlikte gideceğiz ‘diye söyledim. Ben eşim …’e evi yakmasını o evde kötü günler geçirdiğimden dolayı söyledim. … de bunun için bana tamam yakacağım dedi. Ancak yakmadı. Her ne kadar ev bizim bu konuşmamızdan birkaç gün sonra yanmış ise de bu tamamen tesadüftür. Ben uyurken … benim parmağımdaki yüzüğü çıkarmış yanına almış götürmüş. Ben uyuduğumdan dolayı bunun farkında değilim. Daha sonra … bana senin yüzüğünü aldım. Bunu kocana göndereceğim … bana verdi diyeceğim dedi. Ben de bunu yapma, geri getir dedim. … epey bir süre bunu vermedi. Daha sonra yüzüğü getirdi. Ben bana okumuş olduğunuz 4 Temmuz 2012 tarihinde saat 17.22 de … numaralı telefondan çekilen ‘Sen nasıl anlıyorsan öyle…’şeklinde başlayan mesajı ve aynı telefondan aynı tarihte 16.55 de çekilen ‘Hayır ne zaman altınları ettirirsen beni bu kahpe anandan, şerefsiz babandan kurtardın…’ şeklinde mesajı ben eşim …’e çekmedim. Bunu … benim adıma almış olduğu hattan … ile aramızı açmak için o çekmiş. Ben bu hattı o tarihlerde kullanıp kullanmadığımı hatırlamıyorum ancak mesajları ben çekmedim. Bu mesajı …’in nereden çektiğini bilmiyorum. …’in bu bilgileri sağdan soldan duymuştur. Eşim bu mesajlardan sonra babası…’ı aradı…. ‘… benim yanımda böyle bir şey yapmadı.’ dedi. Biz o gün sabahtan akşama kadar kayınpederim… ile birlikte evi badana yapıyorduk. … hattın benim adıma olduğunu öğrenmiş. Mesajı babama göndermiş. Babam da ‘Benim kızım böyle bir şey yapmaz. Seninle birileri oynuyor’ demiş. Babam bizim eve geldi. ‘Ben kızıma inanıyorum. Kızım böyle bir şey yapmaz’ dedi ve beni kendi evine götürdü. Evinde kimse hastaneye gidip çocuk kaç aylık baktıralım demedi. Bana inandılar. Ben eşimin anne ve babasına ‘Bu mesajı sinirlendim attım’ dedim. Ben babamgilde iken 1 hafta kadar sonra … geldi. Bana bu mesajları sordu. Ben de … attı diyemediğimden ‘Tamam ben attım, sinirlendim, sana kızdığım için attım, şaka yaptım ‘ dedim. Daha sonra …’in izni bitti. Ben hâlen annemlerin evinde kalıyordum. Bana … telefon açarak, ‘Ben sana inanıyorum. Eve git’ dedi. Ben bunu kabul etmedim. Çünkü … beni o evde rahat bırakmıyordu. Beni … burada rahatsız etmiyordu. Ben 20-25 gün annemlerde kaldıktan sonra çocuklarım perişan olmasın diye geri kocamın evine döndüm. Ben anne babamın evinde iken … bizim eve girmiş. Evde benim fotoğrafımı almış. Arkasına yazı yazmış. Bunu yırtmış. Kayınpederimin evine girip çıktığı tarafa atmış. Ben ne yazdıklarını bilmiyorum. … bunu beni eşimden soğutmak için yaptı. Fotoğraf benim oğlum ile birlikte çekindiğim bir fotoğraftı. Bana … Kuzey-Güney dizisini çok sevdiğinden karnımdaki çocuk kız olursa Cemre, erkek olursa Kuzey koyacağım dedi. Ben de geçiştirmek için tamam dedim. Daha önce de söylediğim gibi ben … ile kesinlikle rızam dahilinde ilişkiye girmedim. … bana zorla tecavüz etti. Ben de bu nedenle …’i öldürdüm. Ben daha önce …’in beni rahatsız ettiğinden dolayı savcılığa ya da karakola gelmememin nedeni …’in aileme zarar vermesinden korktum. Ayrıca … sürekli beni takip ediyordu. … bana eşim …’i de sürekli takip ettiğini söyledi. Ben çekindiğimden kimseye de bu olaydan bahsetmedim. Bu nedenle tek başıma savcılığa ya da karakola gelemezdim. Telefon açmak da aklıma gelmedi.”,
Tutuklanması talebiyle sevk edildiği Sulh Ceza Mahkemesinde; “Maktulün cep telefonunda bulunan fotoğraflarda uyurken yarı çıplak olarak çekilmiş hamile kadın benim, yine fotoğraflardan bir tanesi de …’in kendi fotoğrafı ben bu fotoğrafları Savcı gösterdiğinde ilk defa gördüm ama çıplak fotoğraflarım olduğunu söylüyordu. Ben kendi isteğimle …’le birlikte olmadım onunla kaçmayı planlamadım. Onu öldürmeyi de önceden planlamadım, her şey son anda yine bana sahip olacak korkusu ile oldu, başını da o anki kendimi kaybetmemin etkisi ile kestim. Böyle bir şey yapmayı da planlamamıştım. Tüm yaşananlardan pişmanım, ben kendim dile düşerim diyerek polise, savcıya gitmekten çekindim ve olaylar buraya geldi.”,
Mahkemede; “Suçlamaları kabul etmiyorum, …’i eşimle evlendikten sonra tanıdım, …’i halamın kocası olarak tanırdım, iddianamedeki iddiaları kabul etmiyorum, yaşanan şeylerin hiçbirini gönüllü olarak yaşamadım, olay günü bana yeniden sahip olmasından korktum, geldiğinde beni götürmek istediğini söyledi, ben gitmek istemediğimi söyledim, ‘Ben seni buradan indireceğim’ dedi, ben de inmek istemedim, duvardan yukarı tırmandı, ip sarkıttım, ben daha sonra eve içeriye girdim, tüfeği aldım, av tüfeği sürekli bizim evde dururdu, yüksek bir yere duvara asılıydı, eşim ava gittiği için bizim evde dururdu, ben evlenmeden önce babamın tüfeği vardı daha önceden atış yapmıştım, evin küçük salonundan arkaya dolandım arka kapıdan çıktım, arkaya dolandım arkada yol vardı, … damda dinleniyordu, …’in saat kaçta geldiğini tam olarak hatırlamıyorum ama akşam 22.00 civarıydı köyde o gün düğün vardı ama kimin olduğunu bilmiyorum, bizim aileden kimse düğüne gitmemişti sadece kayınpederim kahvedeydi, kayınpederimi düğüne çağırmışlardı, kayınpederim kahveye gideceğim oradan düğüne gideceğim demişti, çocuklarım kaynanamın yanındaydı, kaynanam da kendi evindeydi, akşam ezanıyla hep beraber kayınvalidem kayınpederim çocuklarım ve kaynımla beraber yemek yedik, sonra bulaşıkları yıkadım, sonra cocuklar kaynanamla uyuyorlardı, ben yukarıya çıkmıştım, kaynım …’in tam olarak nerde olduğunu hatırlamıyorum, karanlıkta isabet gözetmeden önce bir el ateş ettim, o da bana bağırıp küfretti, sonra bana ateş etmek istedi herhâlde çünkü silahını çıkardı, ancak silahını eline alıp alamadığını görmedim silah kendisiyle beraber yere düştü, sonra ben içeriye girdim damdan ateş ettim, kasıklarına ateş ettim ama kaç el ateş ettiğimi hatırlamıyorum, bana küfrederek yerde sürünüyordu, … sürünerek kaçmaya çalıştı, sonra gittim baktım yanına hareket etmiyordu, yanına vardığımda yine ateş ettim ama tam olarak yüzüne denk gelip gelmediğini hatırlamıyorum, … beni köye kendisi anlattığı eşim anlattı diye de yalan söylediği için karanlıkta rastgele ateş ettim, yüzünü hedef almadım, kasıklarına bilerek ateş ettim, sonrasını hatırlamıyorum. köy meydanına silah omzumda bir vaziyette gittiğimi hatırlamıyorum. olaydan sonra eve gelmişim, kızım ağlıyordu ‘Anne ellerin kan olmuş’ dedi. Ben de ellerime baktım, ben de şoktaydım, ellerimde kan ve av tüfeği vardı, evde kimin olup olmadığını hatırlamıyorum, sonra Jandarmalar geldi. Evin ahşap olduğu doğrudur, yüksek sesle konuşulduğu zaman gürültü olduğu zaman aşağıdan duyulur. İlk olarak eşim 2012 yılının ocak ayında …’ya çalışmaya gittiğinde, meydana geldi. Ama olayı anlatmak istemiyorum, olayla ilgili Mahkemenize anlatmak istediğimi başkaca bir husus yoktur, pişmanım, insan namusu şerefi için …, yine olsa yaparım ama pişmanım. ‘Ferhat gibi dağları aşsam Şirin gibi yare kavuşsam’ şeklinde ‘Seni çok seviyorum, bugün çok yaramaz’ içerikli 28.06.2012 tarihinde …’in telefonuna gönderilen mesajı çekmedim, çektiğimi kabul etmiyorum, …’e beni ara diye çağrı bıraktığım doğrudur ancak çağrı bırakmadığıma kızdığı için çağrı bırakıyordum, … ilk eve geldiğinde çocuklar uyuyordu, uyanmadılar, …’le ilk tecavüz olayını hatırlamıyorum. …’e ‘Kocam gitti gel’ diye mesajlar atmadım, kapıyı kilitsiz bıraktığım iddiaları doğru değildir, ‘Eşin seni dövdü bana söylemiyorsun yüzündeki yara izini telefonuna çek bana gönder’ dedi, ben de çektim ama göndermedim, isteyerek göndermedim, …’in daha sonra caminin oraya gelip beni dövdüğü doğru değil, …’e niye dövdü diye sorduğunda ‘Ben seni söylediğin gibi eşim …’e seni sevmiyorum dedim o da bunun için dövdü’ dedim, hiç kimse dövmedi beni, hayvan biz tarladan gelene kadar ipini koparmıştı biz kaynanamla bağladık, hayvan boynuzunu gözümün altına vurduğu için yaralandım, olaydan bir gün önce telefona ‘Uyudun mu bebeğim kahveye gittim diyecektim ama neyse uyudunsa önemli değil’ içerikli mesajı okumadım, olayın olduğu gün saat 15.55’te ‘Bugün aramadın ne oldu nerelerdesin ara’ şeklinde mesajı okumadım, telefonum bendeydi, telefon sürekli bende durmuyordu, telefonu bana … vermişti, 3 gün bende duruyorsa 10 gün onda duruyordu. Yüzüne ateş etmekte amacım …’in bana söylediği yalanlar ve küfretmesinden, kasıklarına tecavüz yüzünden dolayı ateş ettim, yanına vardığımda hiç ses çıkarmıyordu hareket etmiyordu, boğazını kesmem ne kadar sürdü hatırlamıyorum, bir anlık öfkeyle oldu, önceden planlamadım, olaydan önce telefonla …’i evime çağırdığımı kabul etmiyorum. … bazen telefonu ve hattı değiştirerek bana sürekli telefon veriyordu, kaç tane verdiğini hatırlamıyorum, neden telefonu ve hattı değiştirdiğini bilmiyorum, …’in bana ilk ne zaman telefon verdiğini hatırlamıyorum, evden konuşamadığımız içine bana telefon verdi, telefonu ilk ne zaman verdiğini hatırlamıyorum. …’e ‘Seni seviyorum’ gibi sözler söylediğimi kabul ediyorum ama korktuğum için söyledim, …’den korktuğum için yalan söyledim, … sürekli tabancasıyla geliyordu, …’in tabancası küçüktü cebinde taşıyordu. Tabancayı 2012 yılının Şubat ayından sonra gördüm, her zaman tabancayla gelirdi yanıma, her ne kadar …’in telefon ve hattı 2010 yılında pancardan geldikten sonra zorla verdiğimi söylemiş isem de şimdi bu beyanımı kabul etmiyorum, ev telefonu kesildikten sonra bu telefonu … bana vermiş olabilir, kontörleri … alıyordu, bu telefonlarla 2010 yılından beri …’le konuştuğumu kabul etmiyorum, … bir sefer ev telefonundan aradı, … sürekli evden arayıp çaldırıp konuşmadan kapatıyordu, o arada kayınpederim geldi, dijital telefon yani aranan numarayı gösteren telefon taktırmıştı, kayınpederim sık sık konuşmadan aranan telefonlardan rahatsılık duydu ve telefonu değiştirdi, sonra …’in numarasını gördü, …’in numarası telefona kayıtlı olduğu için … olduğunu anladı, geri aradı neden arıyorsun dedi, o da tarlayı ekmemesi için aradığını söyledi, ancak bana göre öyle değildi, aslında benle görüşmek için arıyordu, hangi saatlerde ve hangi günlerde aradığını hatırlamıyorum. Yalvaç Devlet Hastanesine kürtaj olmak için annem … ile birlikte gittim ancak tarihini hatırlamıyorum, doktor eşimin imzası gerektiğini söyledi, ben de alamam dedim, 1 ayı geçtiğini 2. aya döndüğünü kürtaj yapamayacağını söyledi, eşinin imzası gerektiğini …’ya gitmem gerektiğini söyledi, sonra ben çıktım. … biz hastanedeyken yanımıza geldi, çocuğu aldırmamamı istedi, sonra benimle geleceksin dedi, … arabasıyla gelmişti, arabasının hangi renk hangi model olduğunu hatırlamıyorum, arabaya binip binmediğimi, …’in gözlüğünün takarak fotoğraf çektirip çektirmediğimi hatırlamıyorum, annem kimden hamile kaldığımı bilmiyordu, …’in bana tecavüz ettiğini bilmiyordu. Gözlük takılı fotoğraflardaki kişi benim, bu gözlük …’in gözlüğüdür, … gülmemi istediği için ben de güldüm, beni annemle ve çocuklarımla tehdit ettiği için ben de güldüm, bu fotoğrafların aynı gün çekildiğini düşünüyorum, fotoğrafın nerede çekildiğini hatırlamıyorum, hastane derken Yalvaç Doğum Hastanesini kastediyorum, araba hastanenin biraz aşağısında gibiydi, … bana arabanın hastanenin civarında olduğunu söylemişti, arabaya binip biraz gittik, yol ne kadar sürdüğünü bilmiyorum, … bana hastanenin arkasına gidiyoruz dedi, …’in amacı fotoğraf çektirmekmiş, beni …’in niye oraya götürdüğünü bilmiyorum, … sonra beni hastanenin oraya geri getirdi, biz …’le arabayla gittik, annem bizi görmedi, bu sırada annem ve çocuklarım nerede ne yaptıklarını bilmiyorum, sonra ben annemi telefonla aradım, Yalvaç merkezinde parkta oğlumla olduklarını söyledi, … beni tekrar hastaneye bıraktı, ben de yürüyerek parka gittim, Yalvaç merkezde apartmanın arasında bir parkta oturuyordu, annem nereye gittiğimi sordu, ben de sıra vardı beklediğimi söyledim, anneme …’le gittiğimi söylemedim, anneme günlerimin geçtiğini söyledim baktıracağımı söyledim, anneme hiç …’den bahsetmedim, anneme …’in tehditlerinden ve tecavüzünden de bahsetmedim, …’i hiçbir zaman ne savcıya ne polise ne de başkalarına söylemedim, şikâyet etmedim, yalnız kaldığım zamanlarda bile şikâyetçi olmadım, … beni takip ediyordu, benim yaptıklarımı benden fazla biliyordu, şikâyet etmek için hiç fırsat bulamadım, korktum. Bayramda misafirler gelmişti, çocuklar ‘A bu kadın böyle yapmış …’den hamile kalmış, oğlu … internete resimlerini koyacakmış,’ dediklerini ben de duydum, ilk kez 2012 yılında hangi ayda olduğunu hatırlamıyorum bayramda duydum, ben namusum için, adım çıkmasın diye şikâyetçi olmadığımı söylemiştim, dedikoduları sonradan duydum. Eşim 2012 yılının ocak ayında çalışmaya gitti. Eşim bayramdan önce 5-6 günlüğüne geldi, bir de bayramda geldi. Ben çok yalnız kalırdım eşim uzun süre …’da çalışırdı. Eşime çektiğim iddia edilen mesajların ben çekmedim, ben …’e kızdığım için mesajları attığımı söyledim ancak ben atmadım, telefon benim adıma kayıtlı ancak ben o hattı kendim almadım, bu mesajları …’in attığını düşünüyorum, eşimle beni ayırmak istediğini düşünüyorum. … mesajları babama göndermiş, kendi ailesine de bahsetmiş, eşim o zaman gelmedi. Bu mesajlardan sonra babamın evine gittim, 5-6 gün kaldıktan sonra eşim beni aradı, hattın bana ait olduğunu söyledi, ben de hat almadığımı söyledim, niye mesajları attığımı sordu, bende ispat edemeyince kızgınlıkla attığımı söyledim sonra şaka yaptım dedim, babam da benim attığıma inanmadı, kendi ailem beni dövmedi, kayınpederimle kayınvalidem de beni dövmedi, bu mesajlar yüzünden kayınpederim ve kayınvalidem beni kovmadılar, çocukları bırakıp babamın evine gittim, gerçekleri gösteremeyince çocukları yanıma almadım yalnız gittim, ben zaten çalışmaya gittiğimde de çocukları kayınvalidemde bırakırdım. Ben babamın evine eşimin kızgınlığı geçinceye kadar durmak için gittim. Ailemin bana sahip çıkmadığı iddiaları doğru değildir. Bu dedikodular çıktığında ve ilişkimiz olduğu iddia edildiğinde ben ilişkimiz olduğunu korktuğum için söyleyemedim. Bu olaylar nedeniyle …’in eşi … benimle hiç konuşmadı, … her şeyi başından beri biliyordu. …’ın bildiğini bizi gördüğü için biliyorum. Bizi pamuktayken gördü, biz sabah kalktık … banyoya gidecekmiş, … da suya gidecekmiş ben lavaboya gidiyordum sonra … üzerime doğru yürüdü, bana doğru ellerini kaldırdı, beni tutmak istedi, … beni tutacaktı, ben iterken geriye … geldi, benim onu ittiğimi … gördü, bizi uygunsuz hâlde görmedi. …’ın bayılıp bayılmadığını bilmiyorum işe gitmediği doğrudur, …’in çektiği fotoğrafların hiçbirisinden haberim yok, …’in hamile kaldıktan sonra göbeğimi çekip sonra mesaj atarak bebeğimizi çektim diyerek mesaj attığını kabul etmiyorum. Ben uyurken çekilirken fotoğrafları kabul etmiyorum, bana göstermiş olduğunuz fotoğraftaki mor kazak ve eşarp takılı bayan benim, yanımdaki siyah gömlekli ise …’dir. Bu fotoğrafın çekme olduğunu kabul etmiyorum bu zamanında ben bekârdım, …’in fotoğrafı ise en son hâli olabilir, fotoğraftaki benim yaşım bekârlık hâlim, o fotoğraftaki yaşımı tam olarak hatırlamıyorum ama vesikalık olarak babam çektirmişti, bu fotoğrafın emniyetin eline nasıl geçtiğini bilmiyorum. Ben bu suçu namusum için işledim, ortada kalma düşüncesi, kimsenin sahip çıkmasa ya da kullanıldığım hissiyle işlemedim, hamileliğimin herkes eşimden olduğunu biliyordu, ben kimseye söylemedim, aileme ve çocuklarıma bir şey yapılır düşüncesiyle korktuğum için Devlete başvurmadım ve kimseye bir şey söylemedim, Eşimin çalıştığı yerde …’in adamı varmış, beni tehdit etti, eşime zarar vermekle beni tehdit etti, ben de eşime zarar verilmesini istemedim, ben kendimi düşünmedim, eşimi ve çocuklarımı düşündüm. Tanık beyanlarını kabul etmiyorum, beyanların hepsi yalan,”
Şeklinde savunmada bulunmuştur.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
1- Sanık hakkında TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığı,
İnsanın dış dünyaya yansıyan davranışlarını esas alan ceza hukuku, onun davranışlarında iç dünyasının, o anki ruh hâlinin ve genel psikolojik özelliklerinin önemi bulunduğunu kabul ederek bu psikolojik durumlara belli bir hukuki değer vermektedir. Bu itibarla modern ceza hukuku sadece işlenen suçu değil, suçun işlenmesinde etkili olan nedenleri göz önünde bulundurarak cezalandırma yoluna gitmektedir (Devrim …, Yeni Türk Ceza Kanunu’nda Haksız Tahrik, AÜHFD, 2004, C. 54, s.225.).
Haksız hareketin kişi üzerinde ve onun psikolojik aleminde bir tepki doğuracağını kabul eden modern ceza hukuku, failin bu durumunu değerlendirmekte, cezai sorumluluğunu azaltan bir sebep olarak görmektedir. Failin bu subjektif durumuna önem veren çeşitli ülkelerin ceza kanunlarında, failin cezasında belli oranlarda indirim yapılması esası kabul edilmiştir (M. Muhtar Çağlayan, Yargıtay İçtihatları Işığında Haksız Tahrik üzerine Bir İzah Denemesi, Adalet Dergisi, Ocak –Şubat, 1982, S.1, s.14.).
Bu düşünceden hareketle 5237 sayılı TCK’nın 29. maddesinde de haksız tahrik;
“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir” şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak kabul edilmiştir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik, kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet ya da şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu hâlde fail, suç işleme yönünde önceden bir karar vermeden, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısı üzerinde meydana getirdiği karışıklığın neticesi olarak bir suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan nedenlerden biridir. Başka bir anlatımla, haksız tahrik hâlinde failin iradesi üzerinde zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun istikrar kazanmış kararları ile öğretide de kabul gören görüşler doğrultusunda haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,
b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
c) Failin işlediği suç bu ruhsal durumunun tepkisi olmalı,
d) Haksız tahrik teşkil eden eylem mağdurdan sadır olmalıdır.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, 765 sayılı Kanun’da yer alan “ağır – hafif tahrik” ayırımına son verilerek; tahriki oluşturan eylem, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilip, sanığın iradesine etkisi göz önünde bulundurulmak suretiyle, maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda cezasından indirim yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Haksız tahrik hükmünün uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlememesi önemlidir. Mağdur ya da ölenden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hâllerde, haksız tahrik hükmünün uygulanması gerekmektedir.
Yerleşmiş yargısal kararlarda kabul edildiği üzere, gerek fail, gerekse mağdurun karşılıklı haksız davranışlarda bulunması hâlinde, tahrik uygulamasında kural olarak, haksız bir eylem ile mağduru tahrik eden fail, karşılaştığı tepkiden dolayı tahrik altında kaldığını ileri süremez. Ancak maruz kaldığı tepki, kendi gerçekleştirdiği eylemle karşılaştırıldığında aşırı bir hâl almışsa, başka bir deyişle tepkide açık bir oransızlık varsa, bu tepkinin artık başlı başına haksız bir nitelik alması nedeniyle fail bakımından haksız tahrik oluşturduğu kabul edilmelidir.
Karşılıklı tahrik oluşturan eylemlerin varlığı hâlinde, fail ve mağdurun biri diğeri yönünden tahrik oluşturan bu haksız davranışları birbirlerine oranla değerlendirilmeli, öncelik-sonralık durumları ile birbirlerine etki-tepki biçiminde gelişip gelişmediği göz önünde tutulmalı, ulaştıkları boyutlar, vahamet düzeyleri, etkileri ve dereceleri gibi hususlar dikkate alınmalı, buna göre; etki-tepki arasında denge bulunup bulunmadığı gözetilerek, failin başlangıçtaki haksız davranışına gösterilen tepkide aşırılık ve açık bir oransızlık saptanması hâlinde, failin haksız tahrik hükümlerinden yararlandırılması yoluna gidilmelidir.
Evrensel bir ceza hukuku temel ilkesi olan “kuşkudan sanık yararlanır” prensibi uyarınca bir olayda ilk haksız hareketin sanıktan mı, yoksa maktul ya da mağdurdan mı kaynaklandığının her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle kanıtlanamaması hâlinde, oluşan kuşku sanık lehine yorumlanarak sanığın TCK’nın 29. maddesindeki haksız tahrik hükmünden yararlandırılması gerektiği hususunda herhangi bir tereddüt bulunmadığı açık ise de bu kabulün dosya kapsamından anlaşılan olayın gerçekleşme biçimine, somut olayın özelliklerine ve hayatın olağan akışına uygun düşmesi zorunluluğu karşısında her olayın kendine özgü koşulları değerlendirilerek bir sonuca varılmalıdır.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Maktul …’in 1977 yılında … ilinin Yalvaç ilçesine bağlı Koruyaka köyünde doğduğu, 1996 yılında katılan … ile evlendiği, bu evlilikten iki çocuğunun bulunduğu, annesi katılan … ve ailesiyle birlikte ikamet ettiği, çiftçilik yaparak geçimini temin ettiği, bahar ve yaz aylarında da çeşitli illerde çalıştırılmak üzere köy halkından tarım işçileri temin ettiği, tarlada çalışan işçilere çavuşluk yaptığı, sanık …’ın ise 1986 yılında Yalvaç ilçesine bağlı Koruyaka köyünde doğduğu, 2006 yılında görücü usulüyle teyzesinin oğlu … ile evlendiği, bu evlilikten 5 ve 3 yaşında iki çocuğunun bulunduğu, maktul …’in sanığın kocası …’in halasının eşi olduğu, sanık …’in Koruyaka köyünde kayınvalidesi ve kayınpederinin alt katında ikamet ettikleri yığma taş ve ahşaptan yapılı evin üstünde küçük bir odada eşi ve çocuklarıyla birlikte yaşadığı, sanığın eşi …’ın yaz aylarında … ilinde otellerde ve mermer ocaklarında çalışmaya gittiği, maktul …’in 2010 yılının bahar aylarında … ilinin Polatlı ilçesine bağlı bir köyde, pancar ekili tarlanın çapasında çalışmak üzere kendi eşi …’in yanı sıra Koruyaka köyünden kimi komşuları ile sanık …ve …’in kayınbiraderi …’ı Yalvaç’tan Polatlı’ya götürdüğü, gündüzleri tarlada çalışıp akşamları boş bir evde kaldıkları, maktul …, …’in eşi …, sanık … ve …’in kayınbiraderi …’in aynı odada yatıp kalktıkları, birlikte yemek yedikleri, diğer işçilerin ise farklı odada kaldıkları, Polatlı’ya çalışmaya gittikten bir süre sonra maktul … ile sanık …’in yakınlaşmaya başladıkları, sanık …’in maktulün …’in çayını ve yemeğini hazırladığı, elbiselerini yıkadığı, yatağını yaptığı, sık sık gülüşüp şakalaştıkları, maktulün sanığa öpücük gönderdiği, sanığın da maktule aynı şekilde karşılık verdiği, tanık …’nün bu durumu gördüğü ve durumu annesi …’ye de anlattığı, sanık ve maktulün köylüsü ve komşuları olan diğer işçilerin her ikisi de evli ve çocuklu olan maktul ve sanığın bu yakın ilişkisinden rahatsızlık duydukları, durumu maktulün eşi …’e “Senin kocan yanlış yapıyor, bu ikisi birbirinin elini tutuyor, bunlar öpüşüyorlar.” dedikleri, …’ın da bunu sanık ve maktule sorduğu ancak her ikisinin de bu durumu inkâr ettikleri, maktulün sanıkla olan ilişkisini gizlemeye yönelik tedbirler aldığı, bu maksatla Polatlı’ya çalışmaya götürdüğü işçileri Yalvaç’a dönmeden hemen önce yaşananları Yalvaç’ta kimseye anlatmamaları hususunda tembihlediği, Polatlı’daki tarla çapalama işini bitirerek memleketlerine döndükten sonra da sanıkla maktul arasındaki yakınlaşmanın sürdüğü, maktul …’in, olaydan yaklaşık bir buçuk ay önce yakın arkadaşı tanık … ile içki içtiği sırada …’a, “… ile pancar tarlasında bulundukları sırada öpüştüklerini, pancardan geldikten sonra da …’in eşi …’in evde bulunmadığı bir gün kendisini evine çağırdığını, kendisinin de evin arka kısmında bulunan kapıdan içeri girdiğini, … ile ilk kez o gün cinsel ilişkiye girdiklerini, …’in eşi … evde bulunmadığı zamanlarda kendisini çağırdığını ve cinsel ilişkiye girdiklerini” söylediği, 2010 yılının güzünde maktul …’in pamuk toplamada çalıştırılmak üzere sanık …, …’in eşi …, kayınpederi…, kayınbiraderi … yanı sıra kendi eşi …’ın da içlerinde bulunduğu bir grup işçiyi …’ya götürdüğü, işçilerin gündüz tarlada çalıştıkları, akşamları da bir evin alt katında hep birlikte kaldıkları, bir sabah maktul …’in eşi …’ın işçilerin banyo yapmak için kullandıkları bölüme …’i çağırmaya gittiğinde maktul …’i yarı çıplak bir hâlde sanık … ile öpüşürken gördüğü, bu olaydan bir gün sonra katılan …’ın …’e “Bak …, sen yabancı değilsin, kardeşimin gelinisin, beni de yakarsın, kendini de yakarsın, ne olur 16 yaşında oğlum var, 11 yaşında kızım var, yapma, benim yuvamı da kendi yuvanı da yıkma, ben bunu sineye çekerim.” dediği, sanık …’in de, “Tamam hala söz bir daha yanlış yapmayacağım.” dediği, …’ın aynı şekilde maktul …’i de uyardığı, ancak aradan 3-4 gün geçtikten sonra katılan …’ın, sanık … ve maktul …’in birbirlerinin elinden tutarak ıssız yerlere gittiklerini gördüğü ve eşi maktul …’e “Niye böyle yapıyorsunuz?” dediği, maktulün de “Elimden gelmiyor, çok seviyorum.” diye cevap verdiği, katılan …’ın maktule “Beni istemiyorsan, boşanırım, sana istediğin kızı bulman için yardımcı olurum, ancak bu kardeşimin gelini bununla olmaz bundan uzak dur, ikinizin de çocukları var,” dediği, maktulün de “Bitirmeye çalışacağım.” diye karşılık verdiği, pamuk tarlasındaki birkaç aylık çalışmanın ardından tüm işçilerin Koruyaka köyüne döndükleri, köye geldikten sonra da sanık … ile maktul …’in sanık … ile önceleri …’in kayınpederi … üzerine kayıtlı sabit telefonundan ardından ise maktulün alıp sanık …’e verdiği cep telefonu ile görüşmeyi sürdürdükleri, bu görüşmelerde maktul ile sanığın birbirlerine “Canım, cicim, seni seviyorum” şeklinde sözler sarf ettikleri, kimi görüşmeleri tanık …’ın da işittiği, katılan …’ın 2012 yılının ocak ayında maktul …’in cep telefonunu alarak incelediği sırada, telefonda “Mavilim” ismiyle kayıtlı bir kişi ile maktulün sık sık görüştüğünü, telefonda sanığın çok sayıda fotoğrafının kayıtlı olduğunu gördüğü, sanığın eşi …’in 2012 yılı ocak ayında … ilinin Demre ilçesinde bulunan bir mermer ocağında çalışmak üzere Koruyaka köyünden ayrıldığı, sanığın ise çocukları ile birlikte kayınpederi …’ın evinin üst katında kaldığı, maktulün 5-6 günde bir sanık … ile haberleşerek …’in evine geldiği ve … ile cinsel ilişkiye girdiği, sanık …’in, maktul … ile cinsel ilişkiye girdiği şubat ayında hamile kaldığı, ancak sanık …’in eşine ve ailesine ocak ayında eşi …’den hamile kaldığını söylediği, maktul öldürülmeden yaklaşık üç ay önce eşi katılan …’ın, …’in cebinde sanık …’in, …’in gözlüğünü takarak …’e ait Toyota marka aracın içinde ve yanında gülerken çekilmiş fotoğraflarını gördüğü, durumu maktule sorduğunda maktulün katılana “Benim üç yıldır … ile ilişkim devam ediyor, … kocası olmadığı zamanlarda beni arar, onunla birlikte oluruz, ben onu seviyorum, ondan ayrılamıyorum, ayrıca benim ondan çocuğum olacak, kendisi çağırıyor, ben çağrı atınca kapıyı açıyor, …’i unutamam onda benim çocuğum var, ben yaptığım şeyin arkasında dururum, beni vazgeçirmeye çalışmayın, onu getireceğim, ona da bakacaksınız, gerekirse …’a veya …’ya alır giderim, ya da Yalvaç’tan ev tutarım.” şeklinde sözler sarf ettiği, 4 Temmuz 2012 tarihinde saat 16.55’te sanık …’ın adına kayıtlı … numaralı telefon hattından sanığın eşi …’ın kullandığı … numaralı telefon hattına “Hayır ne zaman altınları ettirirsen, beni bu kahpe anandan, şerefsiz babandan kurtardın o zaman sana karılık yaparım, değilse benden sana karı olmaz, bu sene evin ustasına kalfa durdum, o da beni istediği gibi kullandı, harç kar şunu ver, bunu getir yanından hiç ayırmadı, sen adam olsaydın bunlar olmazdı bir de para çekip gönderdin, evin tapusunu bana yaptır, madem sana karı olayım yarın bize y…ğını verirler ben sana anca bunları yapar benden bir şey istersin eve telefon edip bunları söylemeni istiyorum, hemen akşam konuştuğumuzu da söylemezsin bu telefonu da atacan kartı da birde arama; çocuk tam beş aylık oldu sen gideli kaç ay oldu hesapla ona bakıtcaktım Yalvaça bile göndermediler ocakta gittin değilmi senin değil o da benim, hadi sen bundan sonra ananla konuşursun akşam görücen deye bilcek misin”; saat 17.22’de “Sen nası anlıyorsan öyle, beni artık gelen de s..yor giden de, biliyorsun hayranım çok akşam benim istediklerimi babangile söylemezsen sana söyledim benden sana yar olmaz, sen daha iyisini bulursun, gelme konusuna gelince yaparsan dediğimi, sana o zaman söylerim gelip gelmeyeceğini, yapmazsan hiç zahmet etme, geldiğin gün her şey biter zaten biliyorsun sevmiyorum, fazla şansını zorlama, telefon çekmiyor, … Kocası dövdü diye kaçtı gitti, bir ben olmam ayrılacak, beni gelen de s..ti giden de, ben sana demedim mi çocuk senden değil diye, sen benim dedin, sen korunmuyor muydun, zaten bana yazacaklarını yaz akşam bakarım kararını söyle beni bu şekil kabul ediyorsan babangile resmen ev istemediğimi, altınları ettirip buradan gideriz yalnız sana anca bu kadar karı olurum s…dim, ezildim yaktı dedemgil beni öte tarafta alırım hakkımı” içerikli mesajlar çekildiği, …’ın neden kendisine bu şekilde mesajlar gönderdiğini sorduğu sanığın da “Sinirlendim yazdım” şeklinde cevap verdiği, bu nedenle … ile eşi sanık …’in telefonda tartıştıkları, sanık …’in babası …’ın evine gittiği, yaklaşık iki hafta sonra sanık …’in kayınvalidesi …’in, …’nın evine giderek …’i evine geri getirdiği, …ı’nın ikinci günü maktul …’in eşi … ve ablası …’ya, …’in kendisine “Beni dövdüler gel hâlime bak, beni götür artık dayanacak gücüm kalmadı, bana çok eziyet ediyorlar, beni götür.” dediğini aktardığı, olay akşamı tanık … ile içki içen maktul …’in …’a yetiştirip sattığı danalardan alacağı olan yaklaşık 9.000.00 TL ile taksi kiralayacağını ve sanık …’i …’a götüreceğini, buna … ile birlikte karar verdiklerini söylediği, …’ın da maktul …’e “Çoluğun, çocuğun ne olacak?” dediği, maktul …’in ise “Ok yaydan çıktı.” diye cevap verdiği, maktul …’in telefonla sanık …’i saat 21.38’de aradığı ve sanıkla 906 saniye süren bir görüşme yaptıkları, maktulün son birkaç aydır yanında taşıdığı tabancayı yanına alarak saat 22.00 sıralarında sanık …’in evinin kuzey kısmında yer alan açıklık alana geldiği ve sanığın evinin dam kısmında bulunan ipe sarılarak eve tırmanmaya başladığı, sanık …’in evde bulunan bıçak ile ruhsatlı av tüfeğini alarak evin dam kısmına çıkan maktule yaklaşık 6 metre mesafeden nişan alarak iki el ateş ettiği, saçmaların maktulün …’in beline ve kalçasına isabet ettiği, sırtüstü yere düşen sanığın sürünerek kaçmaya çalıştığı, maktulün yanına giden sanığın av tüfeğini maktulün kasıklarına dayayarak iki el, bir el de maktulün başına ateş ettiği, maktulün yaşamını kaybetmesinden sonra bıçağını çıkararak maktul …’in başını gövdesinden ayırdığı, elindeki bıçağı maktulün göğsüne sapladığı, maktulün başını eline alıp, av tüfeğini omzuna astıktan sonra köy meydanında bulunan kahvenin önüne gittiği, maktulün başını köy meydanına atarak “İşte namusumla oynayanın kellesi, benim arkamdan konuşmayın” diyerek eve döndüğü anlaşılan olayda;
Maktulün annesi katılan …, maktulün eşi …’in beyanları ile maktulün samimi arkadaşları … ve …’in ifadeleri ve yine sanık ve maktulle birlikte tarım işçiliği yapan tanıklar …, … ve …’ın anlatımları, sanığın maktul tarafından çekilmiş maktulün güneş gözlüğünü takıp gülerken çekilmiş fotoğrafı, sanıkla maktul arasında 3 yıla yayılan telefon görüşmeleri, 2012 yılında gerçekleşen 114 saat 47 dakika 33 saniyelik toplam konuşma süresi, sanık ve maktul arasındaki görüşme ve mesajlaşmalarda “Seni seviyorum, canım” gibi sevgi içeren samimi sözlerin kullanıldığına ilişkin iletişim kayıtları ve buna ilişkin katılan … ile tanık …’ın beyanları, sanık …’in de bu tür sözleri sanıktan korktuğu için söylediğine ilişkin tevilli ikrarı bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde, sanık …’in maktul …’in birkaç yıl boyu süren sistematik tecavüzüne uğradığı için maktulü öldürdüğü yönündeki cezadan kurtulmaya yönelik soyut iddiadan ibaret savunmasına itibar edilemeyeceği, maktulden kaynaklanarak sanığa yönelen haksız bir fiil bulunmayan olayda, sanığın rızaya dayalı maktulle yaşadığı cinsel birlikteliğin sanık lehine haksız tahrik hükmünün uygulanmasına yol açmayacağının da anlaşılması karşısında sanık hakkında TCK’nın 29. maddesinde düzenlenen haksız tahrik hükmünün uygulanma koşullarının bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, bu uyuşmazlık konusu yönünden haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Maktul …’in iş çavuşluğu yaptığı, maktulun iş çavuşu olarak uzaktan akrabası ve kendisinden yaşça küçük olan sanık …’ı başka illerde tarlada çalışmak üzere işe aldığı, maktulun işçi çavuşu olması nedeniyle işçisi olan sanık üzerinde otorite sahibi olduğu, bu anlamda maktulun, sanığın çalışacağı tarlayı, yapacağı işi, kalacağı yeri belirleme yetkisi olduğu, maktulun evli olup ailesinden ayrı olan sanık …’in üzerindeki nüfuzunu kötüye kullanarak çalışma ortamında sanık …’in kabul etmemesine rağmen ona duygusal/cinsel anlamda yakınlaştığı, bu durumun dosyada tanık olarak diğer işçiler tarafından da doğrulandığı, maktulun ısrarlı davranışları sonucu, yakınlaşmaya rızası bulunmayan sanık ile maktulun arasında maktulun nüfuzunu kullanmasından kaynaklı cinsel birliktelik başladığı, maktul ile sanık arasındaki bu birlikteliğin ikamet ettikleri köyde yaklaşık üç yıl boyunca devam ettiği, maktulun zaman zaman sanığın eşinin çalışma amacıyla köy dışına gittiği sıralarda sanığın evine giderek orada sanıkla birlikte oldukları, sanığın ısrarla maktule kendisini köyden alıp …’a götürmesini orada birlikte yaşamalarını söylemesine, maktulun de bunu kabul etmekle beraber maktulun sürekli olarak sanığı oyalayıp …’a gitme durumunu ertelediği, bu arada sanığın maktulden hamile kaldığı, sanığın hamileliğinin ilerlediği ve dışarıdan bakıldığında anlaşılabildiği, maktulun köy içerisinde ulu orta sanıkla ilişkisi olduğu yönünde konuşmalar yaptığı, sanık ile maktul arasındaki gayri meşru bu ilişkinin maktulun konuşmaları sonucu köyde olan herkes tarafından öğrenilmesi üzerine dedikodu mahiyetinde konuşmalar başladığı, bu konuşmaları sanık, sanığın eşi ve ailelerinin de duyup öğrendiği, hatta sanığın eşinin sıklıkla il dışında olduğu için sanığın hamileliğinin maktulden olduğunun dahi konuşulduğu,
Sanık ve maktulun ikamet edip yaşadıkları küçük köy hayatının kapalı ve tutucu ortamında sanık ve maktulun her ikisinin de evli ve çocuklu olmaları nedeniyle bu ilişkinin toplum tarafından kabul görmemesi, bu anlamda sanığın köyde kimsenin yüzüne bakamayacak duruma gelmesi, ilişkinin, sanığın işçi çavuşluğu ve yaşça büyük olması şeklindeki nüfuzunu uzaktan akrabası olan sanık aleyhine kötüye kullanarak başlamış olması, maktulun sanığı …’a götüreceğini söylemesine rağmen sanığı oyalayarak götürmemesi, maktulun sanıkla ilişkisi olduğunu köy içerisinde gizli tutmayıp konuşup yayması, sanığın hamile olduğunu öğrendiğinde çocuğu hamileliğin ilerlemiş olması nedeniyle aldıramaması,
Hususlarının, yoğunluklu olarak maktul tarafından sanığa yönelik bir haksızlık içerdiği ve sanığın maktulden kaynaklanan kendisine yönelik haksızlık içeren bu davranışların etkisi ile içinde bulunduğu açmazdan kurtulamadığı ve maktulu dosyaya yansıyan şekilde öldürdükten sonra köy meydanına gidip, maktulun kafasını köylülerin önüne atarken söylediği “işte namusumla oynayanın kellesi, benim arkamdan konuşmayın” şeklindeki sözlerin sanığın maktulden kaynaklanan kendisine yönelik haksızlık içeren davranışlarının sonucundaki tahrik altındaki ruh halini gösterdiği dolayısıyla sanığın maktulu öldürme eyleminde sanık lehine tahrik hükümlerinin uygulanması gerekirken, olayda tahrik hükümlerinin uygulanmamasına dair sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.”,
Aynı uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanması gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanık hakkında TCK’nın 62. maddesi hükmünün uygulanmamasının isabetli olup olmadığı,
5237 sayılı TCK’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasında;
“Suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur.” hükmü getirilmiş, bu düzenleme ile işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması, böylelikle suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak yaptırımın haklı ve ölçülü olması gerektiği de göz önünde bulundurulacağı hüküm altına alınmıştır.
Suçların gerçekleştirilme şekilleri birbirinden farklı olduğu gibi, faillerin kişisel özellikleri, sosyal ve psikolojik hâlleri de birbirinin aynı değildir. Bu nedenle, fiil ile karşılığı olan yaptırım arasında bir denge kurulabilmesi ve cezanın bu suretle belirlenebilmesi bakımından hâkime bazı hususları göz önünde bulundurma zorunluluğu getirilmiştir. Buna göre hâkim, 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesine göre; işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırları arasında temel cezayı takdir ederken, “suçun işleniş biçimini, suçun işlenmesinde kullanılan araçları, suçun işlendiği zaman ve yeri, suç konusunun önem ve değerini, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını, failin güttüğü amaç ve saiki” göz önünde bulunduracaktır. Ancak, fiil ve faillerdeki farklılıklar karşısında, cezanın bu yöntemle takdir edilmesi hâlinde dahi, yaptırımın tam olarak belirlendiğinden ve bireyselleştirildiğinden söz edilemez. Bu itibarla, cezanın gerek toplum gerekse fail açısından etkili ve tatminkâr olabilmesi, yasal nedenler dışında da hâkime takdir hakkının verilmesiyle mümkün olabilir.
Nitekim 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Takdiri indirim nedenleri” başlıklı 62. maddesinde;
“Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir. Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir”,
Şeklindeki düzenleme mülga 765 sayılı TCK’nın 59. maddesindeki;
“Kanuni tahfif sebeplerinden ayrı olarak mahkemece her ne zaman fail lehine cezayı hafifletecek takdiri sebepler kabul edilirse ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis cezası yerine müebbet ağır hapis ve müebbet ağır hapis yerine 30 sene ağır hapis cezası hükmolunur, diğer cezalar altıda birden fazla olmamak üzere indirilir”,
Biçimindeki düzenleme ile temelde aynı olmakla birlikte, ikinci fıkra yönünden kısmen farklıdır.
5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinin ikinci fıkrasında takdiri indirim nedenleri sayıldıktan sonra “gibi” denilmek suretiyle takdiri indirim nedenlerinin kanunda sayılanlarla sınırlı olmadığı, aksine bunların örnek olarak sayıldığı açıkça vurgulanmıştır. Burada sayılan “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri” gibi nedenler, uygulamada hâkimi sınırlayıcı değil, yol gösterici nitelikteki gerekçelerdir. Bunun sonucu olarak da 5237 sayılı TCK’nın, tıpkı mülga 765 sayılı TCK’da olduğu gibi takdiri indirim nedenleri yönünden sınırlayıcı sistemi değil, serbest değerlendirme sistemini benimsediği kabul edilmektedir.
Serbest takdir sisteminin bir gereği olarak da olayda sanık yararına takdiri indirimin uygulanmasını gerektiren nedenlerin varlığını veya yokluğunu belirleme yetkisi yargılamayı yapan hâkime ait olacaktır. Zira yargılama süreci boyunca maddi gerçeğe ulaşma ve adaleti sağlama yolunda çaba harcayan hâkim, sanığı birebir gözlemleyen ve bu bağlamda takdiri indirim nedenlerinin varlığı ya da yokluğunu en iyi tespit edebilecek konumdaki kişidir. Hâkim; “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri”nin yanında, her somut olaya göre değişebilecek ve önceden öngörülemeyecek nedenleri de birlikte değerlendirerek, bu hususta hak, adalet ve nasafet kurallarına uygun biçimde uygulama yapacaktır.
07.06.1976 tarihli ve 3-4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile bu doğrultudaki birçok Ceza Genel Kurulu kararında açıkça vurgulandığı üzere; kanun koyucu, hâkime takdiri indirim hükmünün uygulanması konusunda geniş bir takdir yetkisi tanıyarak, uygulamada çıkabilecek olan ve önceden öngörülme imkânı bulunmayan çeşitli hâlleri kapsayacak bir kalıp bulmanın zorluğu karşısında, hâkimin bu yetkisini sınırlamaktan özenle kaçınmış, bu tavrını 5237 sayılı TCK’da da devam ettirmiştir.
Ancak, hâkimin bu konudaki takdir yetkisi sınırsız değildir. Bütün kararlarda olduğu gibi takdiri indirimin uygulanmasına veya uygulanmamasına ilişkin kararlar da gerekçeli olmalıdır. Bununla birlikte gösterilen gerekçelerin hak, adalet ve nasafet kuralları ile dosya içeriğine uygunluğunun Yargıtay denetimine tâbi olacağında da şüphe bulunmamaktadır.
Anayasa’nın 141. ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının gerekçeli yazılması zorunludur. Gerekçe, verilen hükmün dayanaklarının akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun olarak izah edilmesidir. Yasal ve yeterli olmayan, dosya içeriğine uymayan bir gerekçeyle karar verilmesi hem kanun koyucunun amacına uygun düşmeyecek, hem de tarafları tatmin etmeyerek keyfiliğe yol açacaktır.
Bu açıklamalar ışığında ikinci uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Maktul ile üç yıl boyunca karşılıklı rıza doğrultusunda birliktelik yaşayan ve olay gecesi av tüfeği ile 5 isabetle öldürdüğü maktulün başını kesip gövdesinden ayırdıktan sonra, suçta kullandığı bıçağı maktulün göğsüne saplayıp, maktulün kesik başını 200 metre uzaktaki köy meydanına götürerek kahvehane önüne savurduktan sonra evine geri dönen sanık …’la ilgili olarak, yargılamanın yürütüldüğü Yalvaç Ağır Ceza Mahkemesinin “Tanık olarak beyanları alınırken sanığın taşkın tavırlar sergileyerek tanıklar, katılan … ve katılanlar vekiline yönelik çıkışarak bir şeyler söylemiş ve ifadelerin alındığı sırada birçok kez Mahkeme heyetine karşı gülerek gayriciddi bir tutum sergilemiş, yargılamalar boyunca olumsuz hâl ve tutum içinde bulunmuştur” şeklindeki tespitleri de dikkate alındığında; işlediği fiiller ile Kanunda yazılı karşılığı olan yaptırım arasında bir denge kurulabilmesi ve cezanın bu suretle belirlenebilmesi ve yine cezanın gerek toplum gerekse fail açısından etkili ve tatminkâr olabilmesi maksadıyla 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinde hâkime tanınan takdir hakkının somut olayın özellikleri ve sanığın eyleminin ağırlığı gözetildiğinde lehe uygulanma yeri bulunmadığı, 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinin de bir atıfet maddesi olmadığı hususu birlikte değerlendirildiğinde “…sanığın fiilden sonraki olumsuz tutum ve davranışları olarak mahkememizce kabul edilmiş ve sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinde yer alan takdiri indirim nedenlerinin uygulanmasına yer olmadığı vicdani kanaatine varılmıştır.” şeklindeki gerekçeyle sanık hakkında takdiri indirim hükmünün uygulanmamasına karar veren Yerel Mahkeme kararında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanık hakkında TCK’nın 62. maddesinde düzenlenen takdiri indirim hükmünün uygulanması gerektiği düşüncesiyle;
Her iki uyuşmazlık yönünden çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri; …, … ve … “Haksız tahrik kişinin haksız bir / birkaç fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi halinde ceza sorumluluğunu azaltan ‘ceza indirim’ nedenidir. Haksız tahrikin şartları TCK’nın 29. maddesinde belirlenmediğinden uygulamada Yargıtay kararlarıyla belirlenmiştir. Bunlar:
1- Haksız tahrik oluşturan bir fiil bulunmalıdır. Bu fiil, Mağdurdan sanığa yönelmeli ve somut bir fiil niteliğinde olmalıdır.
2- Haksız tahrik oluşturan fiil ‘haksız bir fiil’ olmalıdır. Mağdurdan sanığa yönelen fiil haklı bir nedene dayanmamalıdır. Bunun tespiti de her somut olay için ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
3- Haksız hareket sanığa yönelmeli ya da sanıkta öfke veya elem yaratacak nitelikte olmak kaydıyla yakınlarına yönelmiş olmalıdır.
4- Fail haksız hareketin öfke ve şiddetli eleminin etkisi altında kalmalıdır. Sanığın kendi şartları değerlendirilerek ondan öfke veya şiddetli elem meydana gelip gelmediği somut olaya göre belirlenmelidir.
5- İşlenen suç, sanıkta oluşan öfke veya şiddetli elemin oluşturduğu ruhi durumun sonucu olmalıdır.
Yerleşik yargısal kararlarda kabul edildiği üzere mağdur ve failin karşılıklı haksız davranışlarında etki tepki oranına bakılmalı ve haksızlıkların sürekliliği önem kazanmaktadır.
Somut olayın değerlendirilmesinde 20 yaşlarında 2 çocuk sahibi köy yerinde genç bir gelin olan sanığın eşi de çalışmak için başka şehirlerde iken kayınbiraderi ile tarla işlerinde çalışmak üzere gönderildiği ve yatılı kaldıkları yerde akrabası olan ve kendisinden 10-15 yaş büyük evli ve çocuklu maktulün kendisine gösterdiği yakınlığın etkisinde kalarak gönül ilişkisine girdiği ve ileri boyutta köye döndükten sonra da ilişkiyi devam ettirdiği sabittir. Ancak bir süre sonra maktulden hamile kalan sanığın durumunun etraftan duyulması üzerine sanık açısından sıkıntılı bir dönemin başladığı, maktulün kendisini başka bir ile/ ilçeye götürüp ayrı bir hayat kuracağına dair süre gelen sözlerine inandığı, ancak hamileliğin ilerlemesiyle hakkındaki konuşmaların yaygınlaştığı, maktulün ise sanıktan cinsel yönden istifadeye devam ettiği, ilişkilerini etrafta konuştuğu ve son gün yine geceleyin bu sebeple sanığın evine girmeye çalışırken sanık tarafından av tüfeğiyle vurulup öldürüldüğü, akabinde genç ve hamile bir kadın olan sanığın maktule yönelen öfkesini ve yaşadığı şiddetli elemini gösterir şekilde başını keserek köy meydanına omzunda tüfekle getirip, ‘namusum hakkında konuşanların sonu budur’ diyerek attığı; olaydan haksız tahrikin etkisi altına kaldığının kabulü ile cezasından TCK’ nın 29. maddesi uyarınca olaya uyan makul bir tespitle indirime gidilmesi gerektiği görüşünde olduğumuzdan;
Serbest takdir sisteminin gereği olarak olayda, sanık yararına takdiri indirimin uygulanmasına dair nedenlerin varlığını takdir yetkisi yargılamayı yapan hakime ait olmakla birlikte, Anayasanın 141. ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının denetime imkan verecek ve dosya içeriğiyle uyumlu olacak şekilde gerekçelendirilmesi zorunlu olduğundan, susma hakkı olduğu kadar kendisi aleyhine olacak hususlarda açıklama yapmama hakkına da sahip olan sanığın olayı tek başına yapmadığına dair şüphe ile yeterli gerekçe göstermeden ceza takdirinde TCK’nın 62. maddesinin uygulanmamasını haklı ve yerinde görmediğimizden;
Sanık hakkından verilen cezanın onanması yönündeki özel Daire kararına yönelen Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulü gerektiği görüşünde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyoruz.” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Bu itibarla her iki uyuşmazlık yönünden de Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının her iki uyuşmazlık konusu yönünden REDDİNE,
2- Sanık hakkında verilen ceza miktarı ile sanığın tutuklulukta geçirdiği süre göz önüne alınarak sanık müdafisinin tahliye talebinin REDDİNE,
3- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 22.06.2021 tarihinde yapılan müzakerede (1) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğuyla, (2) numaralı uyuşmazlık konusu bakımından birinci müzakerede yasal çoğunluk sağlanamadığından, 06.07.2021 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

MENFİ TESPİT – YANLIŞ KİŞİYE KARŞI İCRA TAKİBİ YAPILMASI

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi

2020/3160 E. , 2020/4428 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen menfi tespit davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın husumetten reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı; elektrik borcu bulunduğundan bahisle davalı şirket tarafından aleyhine icra takibi başlatıldığını, davalı kurumun elektrik abonesi olmadığını, isim benzerliğinden dolayı hakkında icra takibi başlatılmış olabileceğini ileri sürerek; Kızıltepe İcra Müdürlüğü’nün 2012/3043 E. sayılı takip dosyasından dolayı borçlu olmadığının tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece; ön inceleme duruşması yapılmaksızın, davaya konu abonelik başlangıç tarihinin 01/01/1983, davacının ise 1984 doğumlu olduğu, davalı kurum tarafından sehven yanlış kişiye icra takibi yöneltildiği gerekçesiyle, davanın kabulüne, davacının Kızıltepe İcra Müdürlüğü’nün 2012/3043 E. sayılı takip dosyasına borçlu olmadığının tespitine, takibin iptaline karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; Dairemizin 19.04.2018 tarih ve 2016/14434 E. – 2018/4289 K. sayılı ilamı ile, “…Somut olayda ise, mahkemece; dava dilekçesi davalı tarafa tebliğ edilmiş ise de cevap süresi beklenilmemiş, ön inceleme tutanakları hazırlanmamış, usulüne uygun bir ön inceleme yapılmamış, böylece yukarıda belirtilen HMK’nın 118 vd. maddelerinde açıklanan yazılı yargılama usulüne uyulmadan dosyada bu haliyle hüküm kurulmuş olması, usul ve yasaya uygun bulunmamıştır. O halde mahkemece yapılacak iş; öncelikle HMK md. 118 vd. göz önünde bulundurularak usulüne uygun bir yazılı yargılama yapmak , tarafların tüm delilleri toplanıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, tüm bu hususlar göz ardı edilmek suretiyle , tarafların hukuki dinlenilme hakkı ihlal edilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde; davacı tarafın yargılama aşamasında taraf değişikliği isteminde bulunduğu, davacının taraf değişikliği talebinin HMK’nın 124. maddesi bağlamında kabul edildiği; menfi tespit davalarında, icra takibinde alacaklı olarak görünen kişinin davalı, borçlu olarak görünen kişinin ise davacı sıfatıyla yer alması gerektiği, taraf değişikliği sonrası davalının …, takip alacaklısının ise DEDAŞ olduğu, husumetin yanlış kişiye yöneltildiği gerekçesiyle; davanın pasif husumet yokluğundan reddine karar verilmiş; hüküm, süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraf sıfatı, bir başka deyişle husumet ehliyeti; dava konusu hak ile kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Sıfat, bir maddi hukuk ilişkisinde tarafların o hak ile ilişkisinin olup olmadığının belirlenmesi anlamına gelir. Davacı sıfatı, dava konusu hakkın sahibini, davalı sıfatı ise dava konusu hakkın yükümlüsünü belirler. Uygulamada davacı sıfatı, aktif husumeti, davalı sıfatı ise pasif husumeti karşılayacak şekilde kabul edilmektedir. Dava konusu şey üzerinde kim ya da kimler hak sahibi ise, davayı bu kişi veya kişilerin açması ve kime karşı hukuki koruma isteniyor ise o kişi veya kişilere davanın yöneltilmesi gerekir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir. Taraf sıfatı bu anlamda, defi değil itiraz niteliğinde olup; taraflarca süreye ve davanın açılmasına bakılmaksızın her zaman ileri sürülebileceği gibi taraflar ileri sürmemiş olsa bile mahkemece resen nazara alınmalıdır. ( Kuru, Baki- Arslan, Ramazan – Yılmaz, Ejder : a.g.e.,s. 231-232 ; Üstündağ, Saim; Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s. 307)

Elektrik Piyasası Düzenleme Kurumu’nun 27.09.2012 tarih 28424 sayılı resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 12.09.2012 tarihli 4019 sayılı kurul kararı ile Elektrik Piyasası Kanununun 3 üncü maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi hükmü çerçevesinde, dağıtım ve perakende satış faaliyetlerinin dağıtım şirketleri tarafından 01/01/2013 tarihinden itibaren ayrı tüzel kişilikler altında yürütülmesine ilişkin hazırlanan, “Dağıtım Ve Perakende Satış Faaliyetlerinin Hukuki Ayrıştırılmasına İlişkin Usul Ve Esaslar”ın kabul edilerek, dağıtım lisansı sahibi tüzel kişiler tarafından dağıtım ve perakende satış faaliyetlerinin 01/01/2013 tarihinden itibaren ayrı tüzel kişilikler altında yürütülmesine karar verilmiştir.

Yukarıdaki karar çerçevesinde; her ne kadar Dicle Elektrik Dağıtım Anonim Şirketi 01/01/2013 tarihli bölünme sözleşmesi ile Dicle Elektrik Perakende Satış A.Ş. olarak ayrılmış ise de, tedarikçi konumunda olan dağıtım şirketi DEDAŞ ile pazarlayıcı konumunda olan perakende satış şirketi … abonelere karşı müştereken ve müteselsilen sorumludur.

Somut olayda; DEDAŞ tarafından davacı adına tahakkuk ettirilen fatura bedelinin tahsili amacıyla, Kızıltepe İcra Müdürlüğü’nün 2012/3043 E. sayılı takip dosyası ile davacı aleyhine icra takibi başlatıldığı, icra takibi nedeniyle açılan iş bu menfi tespit davasında husumetin DEDAŞ’a karşı yöneltildiği, yargılama sırasında davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile taraf değişikliği isteminde bulunulduğu, mahkemece talep kabul edilerek davalı taraf olarak …’ın gösterildiği anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca, mahkemece; yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, icra takibinden ötürü menfi tespit istemiyle açılan iş bu davada, davalı …’ın pasif husumet ehliyetinin bulunduğu dikkate alınarak, işin esasına girilip, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile HUMK’nın 428. maddesi uyarınca hükmün davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nın Geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 440. Maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 21.09.2020 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

DASK SİGORTA POLİÇESİ -DEPREMDE HASAR GÖREN KONUTUN YÜZ ÖLÇÜMÜNÜN EKSİK BİLDİRİLMESİ

T.C
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
2018/4350 E. , 2020/5159 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın süresi içinde davalı DASK vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü:

– K A R A R –

Davacı vekili, müvekkiline ait konutun meydana gelen depremler nedeniyle yıkıldığını, müvekkilinin daireyi 18/07/2011 tarihinde … , … ve … satın aldığını, müvekkilinin taşınmazı satın almadan önce … Sigorta A.Ş tarafından … adına konutun bedeli 77.550,00 TL olarak belirlenip DASK sigortası yaptırıldığını, daha sonra aynı sigorta şirketinde … adına konutun 101 m² kabul edilerek 59.590,00 TL bedelle DASK sigortası yaptırıldığını, DASK tarafından müvekkiline 58.400,00 TL ödendiğini, oysa ki müvekkilinin konutunun 141 m² olup değerinin 83.190,00 TL olduğunu, DASK’ın 23.126,00 TL eksik ödeme yaptığını belirterek eksik hesaplanan 23.126,00 TL’nin 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyen yasal faiziyle birlikte davalılardan tahsilini talep etmiştir.

Davalı …Ş vekili, müvekkili şirketin sadece bir aracı olduğunu, düzenlediği sigorta poliçelerini DASK nam hesabına yaptığını, bu nedenle müvekkili şirketi yönetilecek bir husumet olamayacağını belirterek pasif husumet nedeniyle müvekkile aleyhine açılan davanın reddini savunmuştur.

Davalı DASK vekili, müvekkili kurumun üzerine düşen bütün yükümlülüğü yerine getirdiğini, çünkü poliçelerin konut sahiplerinin beyanı ve bilgileri doğrultusunda düzenlendiğini, bir yanlışlık varsa da müvekkili kurumun değil davacının kendi beyan ettiği bilgilerinden kaynaklandığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Yapılan yargılama sonucu davanın reddine dair verilen hüküm, davacı vekili temyizi üzerine, Dairemizin 17.11.2016 gün ve 2014/8383 E. 2016/10563 K. sayılı ilamı ile bozulmuştur. Mahkemece, uyulmasına karar verilen bozma ilamı, toplanan delillere göre; davalı … Sigortaları Kurumu aleyhine açılan davanın kısmen kabulü ile 14.878,61 TL alacağın 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte bu davalıdan alınarak davacıya verilmesine, davalı …Ş aleyhine açılan davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davalı DASK vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-) Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde bir usulsüzlük bulunmamasına, uyulan bozma kararı doğrultusunda inceleme yapılıp hüküm verilmiş olmasına göre, davalı DASK vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-) 6305 Sayılı Afet Sigortaları Kanunu’nun Doğal Afet Sigortaları Kurumu başlıklı 3. maddesinin 2. fıkrası hükmü: “Kurum gelirleri her türlü vergi, resim ve harçtan muaftır.” şeklinde olup mahkemece davalı … Sigortaları Kurumu karar ve ilam harcından sorumlu tutulmaması gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

3-) DASK Genel Şartlar “tazminat ödenmesi” başlıklı B.4 maddesinde; “ Tazminat miktarının yasa ve bu poliçe hükümlerine göre tespit edilmesinden sonra DASK, sigorta bedelini aşmamak kaydıyla kesinleşmiş olan tazminat miktarını en geç takip eden bir ay içerisinde hak sahibine ödemek zorundadır.” düzenlemesine yer verilmiştir. Somut olayda, davacı taraf riziko tarihinden itibaren faiz işletilmesini talep etmiş mahkemece de bu doğrultuda karar verilmiştir. Dosya kapsamına göre davalı kurum tarafından yaptırılan ekspertiz inceleme rapor tarihinin 14.01.2012 olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, mahkemece, DASK Genel Şartlar B.4 maddesi uyarınca davalı kurumun ekspertiz rapor tarihini takip eden 1 ay sonrası 14.02.2012 tarihinde temerrüte düştüğü kabul edilerek bu doğrultuda karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde riziko tarihinden faiz işletilmesi doğru değildir.

2 ve 3 numaralı bentte yazılan hususlar bozma nedeni ise de; bu yanılgıların giderilmesi yargılamanın tekrarını gerektirir nitelikte görülmediğinden, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3/2. maddesi delaletiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/7. maddesi uyarınca hükmün düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı DASK vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, (2) ve (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı DASK vekilinin temyiz itirazının kabulü ile hüküm fıkrasının 1 nolu bendinde yer alan “23.10.2011” ibaresinin hükümden çıkarılarak yerine “14.02.2012” ibaresinin eklenmesine; 2 ve 7 nolu bentlerde yazan ibarelerin hükümden tamamen çıkarılmasına ve yerine “Davalı harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, davacı tarafından başlangıçta yatırılan 343,45 TL harcın talep halinde iadesine” ibaresinin eklenmesine, 4 nolu bentte yazan “ 2.423,75 TL’nin” ibaresinin hükümden çıkarılarak yerine “2.080,30 TL” ibaresinin eklenmesine ve yine 4 nolu bentte yazan “ 1.559,37 TL’sinin” ibaresinin hükümden çıkarılarak yerine “1.338,40 TL’sinin” ibaresinin eklenmesine ve hükmün bu şekilde DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 06/10/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DASK POLİÇESİ İÇİN KONUTUN ADRESİNİN YANLIŞ BİLDİRİLMESİ-DEPREM NEDENİYLE TAZMİNAT

T.C
YARGITAY

17. Hukuk Dairesi
2019/6044 E. , 2020/3736 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki tazminat davası üzerine yapılan yargılama sonunda, kararda yazılı nedenlerle, davanın kısmen kabulüne ilişkin verilen hüküm, davalı DASK vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği düşünüldü:

-K A R A R-

Davacı vekili, davacıya ait konutun davalı DASK nezdinde zorunlu deprem sigortalı olduğunu, … ilinde gerçekleşen depremler sonucu ağır hasar gören konutun yıkıldığını, DASK’ın taşınmazın ticarethane olduğu gerekçesiyle ödeme yapmayı reddettiğini, davalı bankanın konut tapu bilgilerini yazmaması ve riziko adresini yanlış yazması nedeniyle kusurlu ve zarardan sorumlu olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 75.000,00 TL’nin 21.11.2011 tarihinden işleyecek avans faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsilini talep etmiştir.

Davalı banka vekili, davada İstanbul mahkemelerinin yetkili olduğunu, alacağın zamanaşımına uğradığını, bankalarına husumet düşmeyeceğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı DASK vekili, hasardan sonra yapılan incelemede poliçede yazılı adreste bulunan taşınmazın mühendislik ofisi olduğunun saptandığını, ticarethane niteliğindeki taşınmazda oluşan hasarın teminat dışı olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davalı banka hakkındaki davanın reddine; diğer davalı DASK hakkındaki davanın kabulü ile 75.000,00 TL. tazminatın 21.11.2011 tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte bu davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı DASK vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına; DASK poliçesinde dain-i mürtehin kaydı olan banka, tazminatın davacıya ödenmesine muvafakat ettiğinden, davacının aktif dava ehliyetinin bulunmasına; davacıya ait iki ayrı taşınmaz (konut ve büro) üzerinde ipotek hakkı bulunan davalı bankada (DASK adına poliçe düzenlemeye yetkili) tapu bilgilerinin bulunduğu ve DASK poliçesinin düzenlenmesi sırasında, davacıya ait konut bilgileri yerine büro bilgilerinin yazılmasında davacıya yüklenecek bir kusur olmadığı, davalı banka şubesinin 07.11.2019 tarihli yazı cevabına göre de poliçelerin düzenlenmesinde davacı müşteri talimatının alınmadığı gözetildiğinde, riziko adresine ilişkin bilgiler konusunda doğru beyan yükümlülüğüne uyulmadığından bahsedilemeyecek olmasına ve zararın DASK teminatı kapsamında olduğuna ilişkin mahkeme kabulünde bir usulsüzlük görülmemesine göre; davalı DASK vekilinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar verme gerekmiştir.

2-Dava, zorunlu deprem sigorta poliçesi gereği tazminat istemine ilişkindir.

Davacı, davaya konu deprem olayı sonucu ağır hasar görüp yıkılan evi nedeniyle, DASK poliçesi kapsamında 75.000,00 TL. tazminat isteminde bulunmuştur. Mahkemece, 16.02.2015 tarihli bilirkişi heyeti raporu benimsenip, davacının talebiyle de bağlı kalınarak davanın kabulüne karar verilmiştir. Hükme esas alınan bilirkişi heyeti raporu incelendiğinde; sadece, davalıların zarardan sorumluluklarına ilişkin tespitler yapılıp, DASK poliçesindeki teminat limiti olan 76.700,00 TL’den davalıların sorumlu olduğu şeklinde görüş bildirildiği; davacının hasar gören konutunda oluşan gerçek zararın belirlenmesi için bir hesaplama yapılmadığı görülmektedir.

Zorunlu Deprem Sigortası Genel Şartları’nın B.3-1. maddesinde “sigorta tazminatının hesabında, tam veya kısmi hasar olmasına bakılmaksızın, rizikonun gerçekleştiği yer ve tarihte, benzer yapı özellikleri göz önünde bulundurularak, binanın piyasa rayiçlerine göre hesaplanan yeniden yapım maliyeti esas alınır” düzenlemesi yapılarak, DASK’ın tazminle yükümlü olduğu gerçek zarar miktarının hesap usulü belirlenmiştir. Bu düzenleme dahilinde hiçbir hesaplama içermeyen bilirkişi raporu hüküm kurmaya elverişli değildir.

Açıklanan vakıalar karşısında mahkemece; DASK poliçesindeki teminat miktarının DASK’ın sorumluluğunun üst sınırını teşkil ettiği ve DASK’ın ancak gerçek zarardan (limiti aşmamak kaydıyla) sorumlu tutulabileceği dikkate alınmak suretiyle, ZDS Genel Şartları’nın B.3-1 maddesindeki ilkeler doğrultusunda, zararın meydana geldiği 2011 yılı serbest piyasa rayiç birim fiyatlarına göre hasar bedelinin (davacıya ait konutun yeniden yapım maliyetinin) belirlenmesi için, rapor düzenleyen inşaat mühendisi bilirkişiden ek rapor alınıp oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeyle, yazılı biçimde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

3-6305 sayılı Afet Sigortaları Kanunu’nun 3/2. maddesi gereği, davalı … Sigortaları Kurumu karar ve ilam harcından sorumlu olmadığı halde, harçtan sorumluluğuna karar verilmesi de doğru olmamıştır.
SONUÇ : Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle, davalı DASK vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE; (2) ve (3) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle, davalı DASK vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA; 22/06/2020 gününde oybirliğiyle karar verildi.

SİGORTALININ BANKAYA TALİMAT VERMEDEN DASK POLİÇESİNİN YENİLENMEMESİ NEDENİYLE BANKANIN SORUMLU OLUP OLMADIĞI

T.C.
İSTANBUL
5. ASLİYE TİCARET MAHKEMESİ

ESAS NO : 2015/190 Esas
KARAR NO : 2018/566

DAVA : Alacak (Ticari Satımdan Kaynaklanan)
DAVA TARİHİ : 06/01/2014
KARAR TARİHİ : 18/05/2018

Mahkememizde görülmekte olan Alacak davası İstanbul 4. Tüketici Mahkemesinin 2014/23 E. 2014/1659 karar sayılı 23/10/2014 tarihli görevsizlik kararı üzerine dosya Mahkememize tevzi edilmekle davanın yapılan açık yargılaması sonunda,

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; davacının 2008 yılında kullanmak istediği esnaf kredisi nedeniyle Van ilinde bulunan konutu üzerinde davalı … T.A.Ş. lehine ipotek tesis ettiğini, ipotek tesis işlemi sırasında depreme karşı taşınmaza zorunlu DASK sigortası yaptırması ve ayrıca taşınmazı her türlü riske karşı güvence altına almak üzere konut paket sigorta poliçesi yaptırması gerektiğini ve taraflar arasında düzenlenen sözleşmede zorunlu sigortaların yapılmasında davalı bankanın yetkili kılındığını, davalı bankanın tüketici kredisi kullanımı sırasında diğer davalı şirkete konut paket sigortası yaptırdığını, sigortanın 03.02.2011 ile 03.02.2012 dönemini kapsayan şekilde yenilendiğini, …’da 09.11.2011 tarihinde meydana gelen depremde davacının evinin ağır hasar gördüğünü, 10.01.2012 tarihli raporda ağır hasarlı olduğu tespit edilen konutun Van Valiliği tarafından yıkıldığını, bunun üzerine davacının davalı bankaya başvuruda bulunduğunu, DASK sigortasının yapılmadığını öğrendiğini, bu kez … A.Ş.’den konut paket sigortası kapsamında zararın karşılanmasının istendiğini ancak bina deprem teminatının çok düşük gösterildiğinin görüldüğünü, davacının halen kullandığı kredinin geri ödemesini yaptığını, tüketici kredisi sözleşmesi gereği davalıların hizmet kusuru nedeniyle davacının sigorta güvencesinden mahrum bırakıldığını belirterek davalıların hizmet kusuru nedeniyle davacının uğradığı maddi zararın tespiti ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik taşınmazın yıkım tarihindeki değeri olan 80.000 TL’nin yıkım tarihinden itibaren işleyecek ticari avans faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı … A.Ş. vekili cevap dilekçesini özetle; davacının davalı bankanın ticari mikro finans kredi müşterisi olduğunu, taraflar arasında genel kredi sözleşmesi düzenlendiğini, tüketici kredisinin imzalanmadığını, davanın görev nedeniyle reddi gerektiğini, ticari mikro finans kredisi müşterisi olan davacının davalı banka ile genel kredi sözleşmesi düzenlediğini, kredilerin teminatı olarak maliki bulunduğu taşınmaz üzerinden ipotek alındığını bu sırada konut sigortası yapıldığını, davacının isteği üzerine DASK sigortasının davalı banka tarafından yapılmadığını, … Sigorta Kurumu Tarafından davacının isteği doğrultusunda yapıldığını, genel kredi sözleşmesinin sigorta ile ilgili maddeleri gereği davalı bankanın sigorta yaptırma konusunda mecburiyeti bulunmadığını, tapu müdürlüklerinin ipotek tesisi işlerinde mutlaka DASK zorunlu deprem sigortasının talep edildiğini, aksi halde ipotek tesis işleminin yapılmadığını, DASK sigortasının banka tarafından yapılmasının kararlaştırılması durumunda poliçe düzenlendiğini, olayda DASK sigortasının … Sigorta tarafından yapıldığını, konut sigortasının ise davalı banka tarafından … Kurumu’na yaptırıldığını, poliçe primlerinin müşteri hesabından karşılandığını, DASK poliçesi konusunda davalı bankanın bilgilendirilmediğini, davalı bankanın DASK sigortası yaptırma yükümlülüğünün bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Davalı … A.Ş. vekili cevap dilekçesinde özetle; sigorta sözleşmesinden doğan taleplerin iki yıllık zaman aşımı süresine tabi olduğunu, davanın zaman aşımı nedeniyle reddi gerektiğini, konut paket sigorta poliçesinde deprem teminatının 1.360 TL olduğunu, kredi sözleşmesinde taraf olmayan, üçüncü kişi konumunda olan davalı şirketin kredi sözleşmesi kapsamında yükümlülüğünün bulunmadığını, ihtiyari nitelikte olan ve yapılması zorunlu olmayan konut paket sigorta poliçesinin DASK sigorta bedelini aşan kısım için verilen teminat olduğunu, metrekare maliyetler ile sigorta şirketlerinin uyguladığı birim fiyatlar dikkate alınarak poliçe bedelinin belirlendiğini, teminat rakamının düşük olmasının da davalı şirkete yüklenebilecek kusur ve sorumluluk bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.

Tarafların iddia ve savunmaları ile celp edilen delillerin dosya kapsamınca değerlendirilmesi amacıyla dosya bilirkişi Mali Müşavir …, Sigortacı … ile Sigortacı …’a tevdii edilmiş olup, 16/06/2017 tarihli bilirkişi raporunda özetle; dava konusu … numaralı Konut Paket Sigorta Poliçesinin 05.06.2009-2010 vadeli olarak düzenlendiği, acente … … Şubesi olduğu, …. AŞ’nin dain-i mürtehin olarak yer aldığı, deprem teminatının bina için 6.800, OO TL olarak belirlendiği, sigortalının … olduğu, riziko adresinin depremde zarar gören “… ili … ilçesi şehir stadı arkası …” olarak yer aldığı, poliçenin ilk poliçe olduğu 09.11.2011 tarihinde meydana gelen hasarı kapsamadığı, 05.06.2010-2011 vadeli olarak yenilenmesi gereken poliçe dosyada bulunmadığı, ancak olay tarihini kapsamaması nedeniyle sonuca etkili olmadığı, olay tarihini kapsayan … numaralı poliçe ile banka tarafından yenileme yapılmadığı, … numaralı Konut Paket Sigorta Poliçesinin 03.02.2011-2012 vadeli olarak düzenlendiği, acente … … Şubesi olduğu, … A.Ş.’nin dain-i mürtehin olarak yer aldığı, deprem teminatının bina için 1.360,00 TL olarak belirlendiği, sigortalının … olduğu, riziko adresinin depremde zarar gören “… ili Merkez ilçesi şehir stadı arkası …” olarak yer aldığı 09.11.2011 tarihinde meydana gelen deprem rizikosunun poliçe teminat süresi içinde bulunduğu deprem bina sigorta bedelinin 1.360,00 TL olarak kayıtlıdır.

Dava konusu konutun 06.03.2009-2010 vadeli DASK poliçesinin incelenmesinde dairenin …A Sigorta A.Ş. tarafından acentesi … Bank … Şubesi aracılığıyla düzenlendiği, 1 yıllığına 77.000,00 TL bedelle sigortalandığı ve dairenin brüt alanının 140m2 olarak baz alındığı, 01.08.2016 tarihli … Bank A.Ş. yazısında DASK Poliçesi tutarı 06.03.2009 tarihinde … tarafından yapılmış havale işlemi ile gerçekleştirilmiş olup imzalı ve onaylı dekont görüntülerinin gönderilmiş olduğu, açıkla kısmında; “para transferi talep formu” ve prim ödeme makbuzu gönderildiği, talep formunda ve havale makbuzunda davacı imzası bulunduğu, bu kapsamda 06.03.2009 tarihli ilk DASK Poliçesinin davacı tarafından, davalı banka ile ilgisi bulunmayan … Sigorta A.Ş.’e … Bank A.Ş. Van Şubesi aracılığıyla yaptırıldığı, davalı banka tarafından gönderilen sözleşme örnekleri ve ödeme planları ve banka ekstresi incelenmesinde; hesap ekstresinde 11.09.2009 tarihinden itibaren primleri alınmaya başlayan 907822 numaralı poliçenin neye ilişkin olduğu dosya kapsamında belirsiz olup, … numaralı poliçe örneği dosyaya sunulmadığı, sözleşme hükümleri incelenmiş “değerlendirme” bölümünde irdelenmiş olup, Van Valiliği hasar tesnit ve teknik raporlarında; davacıya ait konutun ağır hasarlı olarak değerlendirildiği, güçlenmeye değer görülmediği, belirlenmiş olup, davacının konutun hak sahibi olduğu, kurum kayıtlarında yıkım tutanağı bulunmadığından gönderilmemiştir.

Dava konusu olan ihtilafın, davacıya ait “… adresinde” bulunan dairenin, 06.03.2010-2011 ve 06.03.2011-2012 vadeli DASK poliçelerinin düzenletilmemesi sebebiyle 09.11.2011 tarihinde meydana gelen deprem sonucu dairenin yıkılmasından kaynaklanan zararın poliçeyi yeniletmedği gerekçesi ile kredi veren kurum, olan bankadan ve düşük bedelle ihtiyari deprem poliçesini düzenleyen sigorta şirketinden karşılanmasına ilişkin olduğu, ihtilaf farklı mevzuatlara tabi olması sebebiyle her iki davalı yönünden ayrı ayrı değerlendirilmesi neticesinde;

Davalı banka … T.A.Ş. yönünden; Davalı banka ile davacı arasında imzalanan genel kredi sözleşmesi kapsamında ticari ilişkisi bulunduğu, davacı tarafından, alınan kredi tüketici kredisi olarak değerlendirildiğinden önce Tüketici Mahkemesinde açıldığı, ancak Tüketici Mahkemesi tarafından, davacının mikro fınans müşterisi olması sebebiyle verilen kredinin genel kredi sözleşmesi olduğu taraflar arasında 4822 sayılı yasa ile değişik 4077 sayılı yasanın 10/A md. kapsamında ilişki bulunmadığı bu sebeple uyuşmazlığın genel hükümlere göre çözümlenmesi gerektiği kanaatine varılarak görevsizlik karan verilmiş dava Ticaret Mahkemesine gönderilmiştir.
Kredi sözleşmesinin 12. Md. de “sigorta” baş lığı altında yapılan düzenlemede, “banka bu sözleşme içerisinde tesis edilmesi ve verilmesi gerekli biitiin teminatların müşterinin merhun olan ve olmayan aktiflerin ve akreditif konusu emtiasının yangına, nakliye rizikosuna ve bankanın gerekli göreceği diğer her türlü rizikolara ve olağanüstü hallere karşı banka lehine sigorta ettirilmesini ve daha önce sigorta yapılmış ise bankanın uygun görmesi halinde bu sigortaya ait poliçeye bankanın istediği şekilde değiştirilmek ve tamamlanmak şartıyla sona erme tarihine kadar bütün hukuki sonuçlarıyla devredilmesini müşteriden istiyebilir. Banka prim ve borçlnyı müşteriye ait olmak üzere banka ya da muhabir adına sigorta da yaptırabilir. Ancak bu yüzden banka hiçbir şekilde sorumlu tutulmayacaktır.” ‘Yine sözleşmenin 12.8. md. süresi biten poliçe yenilemelerine \ ilişkin olup, “ süreleri biten sigortalar da bu madde esastan içinde yenilenir. Ancak bu husus banka için bir mecburiyet teşkil etmeyecektir.” Düzenlemesine havidir. Sözleşmede sigorta ile ilgili düzenlemerde, banka poliçelerin yaptırılması konusunda görev üstlenmemiş, isteği halinde kullanmak üzere yetki almıştır. Davacı tarafından poliçelerin banka tarafından yaptırılması konusunda verilen özel bir talimat bulunmamaktadır. Aksine kredi aldığı dönemde poliçeyi başka bir bankanın acenteliğinden bizzat kendisi düzenletmek suretiyle poliçe düzenletme ve yenilemeyi takip sorumluluğunu üzerine almıştır. Dava konusu ihtilafta söz konusu olan poliçe DASK poliçesidir. Dosyaya sunulan DASK poliçesi 06.03.2009-2010 vadeli ölüp, … Sigorta A.Ş. tarafından düzenlenmiştir. Poliçe davacı tarafından bizzat kendi hesabından gönderilen poliçe primi mukabilinde dain-i mürtehin … AŞ olmak kaydıyla …BANK … Şubesi aracılığıyla düzenletilmiştir. Poliçenin düzenlenmesinde davalı … TAŞ’nin bir dahli olmamıştır.

Zorunlu Deprem Sigortası Tarife ve Talimatı incelendiğinde Bankalara 01.01.2013 tarihinden itibaren 7/2. Md. deki “ Bankalar tarafından kullandırılan konut kredileri ile bağlantılı olarak yaptırılması gereken zorunlu deprem sigortası, konut kredisi kullanan tarafından yaptırılmamış ise krediyi veren banka tarafından sigortalıya bilgi verilerek yapılır. Kredi süresince, sigortalı tarafından yenileme yapılmaması durumunda, banka tarafından sigortalıya bilgi verilerek ilgili poliçenin yenilemesi gerçekleştirilir.” şeklindeki düzenleme gereğince zorunluluk yüklenmiş olup, 01.01.2013 tarihinden önceki talimatta bu şekilde bir zorunluluk bulunmadığı, davaya konu poliçe 01.01.2018 değişikliğinden önceki dönemde yaptırılmıştır. Dolayısıyla … T.A.Ş’nin kendi aracılığıyla yaptırılmayan ve düzenletilmesi konusunda müşteri olan davacının sorumluluk üstlendiği DASK poliçesini yeniletme yükümlülüğünün söz konusu olamayacağı, düzenlenen poliçe … Sigorta tarafından düzenlenmiş olup, süre bitiminde sigortalısını bilgilendirme yükümlülüğü … Sigorta AŞ’ne ait olduğu, dava dışı dışı olması sebebiyle bilgilendirme yapılıp yapılmadığı belirsizdir. 06.03.2009 – 2010 vadeli olan DASK poliçesi 06.03.2010 tarikinde sona ermiş 06.03.2010 – 2011 vadeli olarak düzenlenmesi gereken yeni poliçe düzenletilmemiş, bu konuda davacının da talebi olmamış, bilahare 2. defa yenileme süresi gelen 06.03.2011- 2012 vadeli olması gereken DASK poliçesi döneminde deprem meydana gelmiştir. Dolayısıyla davacı 06.03.2010 tarihinde süresi biten DASK poliçenin yenileme konusunda hiçbir girişimde bulunmamış, depremin meydana gelmesinden sonra 2 yıl yenilenmeyen poliçeden dolayı bankayı sorumlu tutarak dava yöneltmiştir. Yargıtay 17. HD’nin E. 2014/20079 K. 2017/3339 T. 6.4.2017 tarihli en yeni kararında dava konusu olayla örtüşen ve … depremi ile ilgili emsal bir olayda, “Davacı tarafından davaya konu taşınmazın DASK poliçesinin, yenilenmesi hususunda, davacı tarafından bankaya verilen talimat ya da ihtarın dosyada mevcut olmaması, sigortanın sona erdiği tarihin davacı tarafından bilinmesine rağmen sigortanın yenilenmesine dair herhangi bir talimat verilmemiş olduğu ve davaya konu taşınmazın sigorta poliçesinin yapılmamış olmasında davalı bankanın herhangi bir sorumluluğu bulunmadığı gözetilmeden davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmayıp bozmayı gerektirmiştir.” şeklinde görüş ve kanaat bildirilmiştir.
Davalı sigorta şirketi yönünden; davacıya ait “… ili … ilçesi … adresinde” bulunan daire 1676586 numaralı Konut Paket Sigorta Poliçesi ile 03.02.2011-2012 vadeli olarak acente … … Şubesi tarafından … AŞ hin dain-i mürtehin olarak yer alacak şekilde davalı …. AŞ tarafından düzenlenmiş olup, deprem, teminatının bina için 1.360,00 TL olarak belirlendiği, davalıya husumet yöneltilmesinin gerekçesi, ihtiyari deprem teminatının düşük bedelle poliçede verilmesi olduğu, olay tarihinde yürürlükte olan zorunlu deprem sigortası tarike ve talimatı’nın 8. Mddesi “ihtiyari sigorta” başlığı ile düzenlenmiş olup, ihtiyari nitelikteki “deprem” teminatının DASK Zorunlu Deprem Sigortası” teminatı üzerinde kalan tarifenin 3. Maddesine göre hesaplanacak DASK poliçesi sigorta bedeli üzerinde kalan kısımlar için söz konusu olabilecektir.

MADDE 8 — (1) Doğal Afet Sigortaları Kurumu dışındaki kişi ve kuruluşlar Zorunlu Deprem Sigortası yapamazlar. Ancak, Zorunlu Deprem Sigortası yapılan bağımsız bölüm veya binaların değerinin 3 üncü maddeye göre hesaplanan sigorta bedelinden yüksek olması durumunda söz konusu sigorta bedelini aşan kısım için, Zorunlu Deprem Sigortasının yapılmış olması kaydıyla, sigorta şirketleri tarafından ihtiyari deprem sigortası yapılabilir. zorundadır.” Cümlesi eklenmiş, 31 Aralık 2016 tarihinde yayınlanan tarife ve talimatta ise 8. Maddeye 2. fıkra eklenerek “ Deprem teminatı içeren tüm sigorta poliçeleri yapılırken sigorta şirketleri tarafından Zorunlu Deprem Sigortasının varlığı kontrol edilir, yapılmamışsa sigortalıya bilgi verilerek ilgili sigorta şirketi tarafından Zorunlu Deprem Sigortası yapılır.” Düzenlemesi ile sigorta şirketlerine zorunluluk getirilmiştir. Davaya konu poliçe 2011 yılı düzenlemesi olmakla sigorta şirketinin dask poliçesini sorgulama konusunda yükümlülükleri bulunmadığı, DASK Poliçe genel şartları A.4. de “sigorta bedelinin tespiti “ başlığı altında yer alan düzenlemede; Sigorta bedelinin tespitinde, sigorta edilen meskenin yapı tarzı için Hazine Müsteşarlığınca yayımlanan ”Zorunlu Deprem Sigortası Tarife ve Talimatında belirlenen metrekare bedeli He aynı meskenin brüt yüzölçümünün çarpılması sonucu bulunan tutar esas alınır. Zorunlu Deprem Sigortası yapılan bir meskenin sigorta bedeli, her halde “Zorunlu Deprem Sigortası Tarife ve Talimatı”nda belirlenen azami teminat tutarından çok otamaz” düzenlemesinde de Brüt alanının dikkate alınacağı vurgulanmıştır. Dairenin metrekare ölçümü konusunda ihtilaf bulunmayıp, olay tarihindeki 25.12.2010 tarihli 27796 sayılı resmi gazete yayınlanan ve 01.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren “zorunlu deprem sigortası tarife ve talimatına göre davacının çelik betonarme karkas yapı tarzındaki binası için öngörülen birim, metrekare değer 590 TL’dir. 140 metrekare olan daire için DASK sigorta bedeli 82.500 TL (590X140) olup, sigorta şirketinin yükümlülüğü bu miktarın üzerindeki bedel ile sınırlıdır. Poliçede bina teminatı 81.600,00 TL olarak belirtilmiş olup, bu miktara da davacı tarafından itiraz edilmemiştir. İtiraz deprem teminatı miktarına ilişkindir. Buna göre; esasen sigorta şirketi yönünden ihtiyari deprem teminatı verilmesine gerek bulunmamaktadır. Zira binanın değeri 81.600,00 TL olup, bu miktar da DASK teminatı içinde bulunmaktadır.

İhtiyari deprem teminatı Yangın poliçesi teminatı içinde ek kloz ile düzenlenmektedir. Sigorta bedeli ise, Bayındırlık Bakanlığı yapı yaklaşık maliyet fiyatlarına göre belirlenmektedir. 2011 yılı konutlar için birim fiyat 565 TL olarak belirtilmiş olup, 140X565=79.100 TL olup, esasen sigorta şirketi 81.600 TL sigorta bedeli ile sigorta etmekle bina sigorta bedelinde yanılgıya düşmemiş, değerin üstünde sigorta etmiştir. Dolayısıyla, davacının dairesinde deprem sebebiyle meydana gelen zarar tamamen DASK Poliçesi kapsamında kalması ve poliçe düzenlendiği tarihte geçerli ve yürürlükte olan Tarife ve Talimata göre sigorta şirketinin DASK poliçe sininin yapılıp yapılmadığını sorgulama yükümlülüğü bulunmaması esasen davacının da sigorta şirketi yönünden bu hususa ilişkin iddiasının olmaması, sebebiyle davalı sigorta şirketine zarardan dolayı düşen bir yükümlülük kalmamaktadır.
Davacı delili olarak dava dilekçesi ekinde dosyaya sunulan Konut Paket Sigorta Poliçesinin 2. Sayfasında “bina deprem klozu” açıklaması altında açıkça Sigorta şirketi poliçenin, yapıldığı tarih itibarıyla Zorunla Deprem Sigortası poliçesine esas teşkil eden teminat limitinin üzerindeki miktardan sorumludur.” şeklinde belirtilen yazılım, ile sigorta şirketi teminat kapsamı yönünden açıklamasını yapmıştır.

Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; Dava; davacı ile davalı banka arasında düzenlenen genel kredi sözleşmesine dayalı olarak davacıya kullandırılan esnaf kredisinin teminatı olarak davacıya ait konut üzerinde davalı banka lehine tesis edilen ipotek nedeniyle davacıya ait taşınmazın depreme karşı zorunlu deprem sigortası yapılacağının vaat edilmesine rağmen davalı banka tarafından zorunlu deprem sigortası yapılmadığı, diğer sigorta şirketinin ise poliçe bedelini düşük tuttuğu ileri sürülerek deprem nedeniyle oluşan zararın tazminine ilişkindir.

Dosya kapsamında bulunan, hüküm kurmaya elverişli, ayrıntılı ve irdeleyici sigorta tahkim hakemi, bankacı bilirkişi ve sigorta tahkim komisyonu hakemi bilirkişi heyetinin sunmuş olduğu raporda; davacıya ait “… ili … ilçesi … adresinde” bulunan dairenin 09.11.2011 tarihinde meydana gelen … depreminde ağır hasarlandığı ve yıkımına karar verildiği, davacının kullandığı Kredinin tüketici kredisi olmayıp, sebebiyle, dosyada … 4. Tüketici Mahkemesinin … tarihli kararı ile görevsizlik karan verildiği Mahkemesine gönderildiği, davacının davalı … T.A.Ş’ den genel kredi sözleşmesi ile kredi kullandığı, kredi sözleşmesinin imzalandığı ve tahsis edildiği tarihte daireye ait … numaralı DASK Zorunlu Deprem Poliçesinin davacı tarafından … Bank aracılığıyla … Sigorta AŞ tarafından 06.03.2009-2010 vadeli olarak düzenlendiği, primin davacı tarafından bizzat ödendiği, takip eden 06.03.2010-2011 ve rizikonun gerçekleştiği 09.11.2011 tarihini kapsaması gereken 06.03.2011-2012 vadeli DASK poliçelerinin davacı tarafından düzenletilmediği, poliçe vadelerinin bittiği konusunda bilgilendirme yükümlülüğünün davadışı … Sigorta AŞ’de olduğu, davalı … T.A.Ş. davacı tarafından pçliçelerin yeniletilmesi konusunda talimat ve ihbarın bulunmadığı, … T.A.Ş’nin ilk DASK poliçesinin düzenletilmesinde aracılığı bulunmadığı, davaya konu taşınmazın DASK sigorta poliçesinin yapılmamış olmasında davalı bankanın herhangi bir yükümlülüğü, kusur ve ihmalinin bulunmadığı, davalı sigorta şirketinin deprem teminatını ihtiyari nitelikte verdiği, poliçenin düzenlendiği 03.02.2011 tarihinde yürürlükte olan DASK Tarife ve talimatı gereğince DASK poliçesinin yapılıp yapılmadığını sorgulama yükümlülüğü bulunmadığı, 2011 yılı Bayındırlık İnşa Maliyetleri dikkate alındığında poliçede verilen bina teminatının uygunluk arz ettiği, DASK Tarife ve talimatına göre 201 1 yılı birim fiyatının 590 TL olduğu, DASK poliçesi yapılmış olsa idi 82.600 TL bedelle binanın sigorta edileceği, bu durumda ihtiyari teminatın devreye girmeyeceği, dolayısıyla sigorta şirketinin ihtiyari deprem teminatını düşük gösterdiği yönündeki iddiaların yasal mevzuat kapsamında uygunluk arz etmeyeceği belirtildiğinden davanın reddine dair aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

H Ü K Ü M : Yukarıda açıklanan nedenlerle;
1-Davanın REDDİNE,
2-Harçlar tarifesine uyarınca alınması gereken 35,90 TL karar ve ilam harcı davacıdan tahsil edilerek Hazineye irat kaydına,
3-Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
4-Davalı … T.A.Ş. tarafı duruşmalarda vekil ile temsil edildiğinden, reddedilen dava değeri itibariyle AAÜT tarifesi uyarınca hesap olunan 9.150,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsil edilerek davalı … T.A.Ş. tarafına verilmesine,
5-Davalı … A.Ş. tarafı duruşmalarda vekil ile temsil edildiğinden, reddedilen dava değeri itibariyle AAÜT tarifesi uyarınca hesap olunan 9.150,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsil edilerek davalı … A.Ş. tarafına verilmesine,
6-Davalılar tarafından belgelendirilen bir yargılama masrafı olmadığından bu hususta karar verilmesine yer olmadığına,
7-Bakiye gider avansının karar kesinleştiğinde talep halinde yatıran tarafa iadesine,
Dair, davacı vekilinin yüzüne karşı davalı tarafın yokluğunda tebliğden itibaren 2 haftalık sürede HMK 341 maddesi uyarınca istinaf yolu açık olmak üzere karar verildi. 18/05/2018

Katip
¸e-imzalıdır

Hakim
¸e-imzalıdır

FUZULİ İŞGAL NEDENİYLE TAHLİYE – ECRİMİSİL – GÖREVLİ MAHKEME

TC
YARGITAY
17. Hukuk Dairesi
2014/13990 E. , 2015/508 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi
…,…,

Taraflar arasındaki davada … Sulh Hukuk ve … Asliye Hukuk Mahkemelerince ayrı ayrı görevsizlik kararı verilmesi nedeni ile yargı yerinin belirlenmesi için gönderilen dosya içindeki tüm belgeler incelendi gereği düşünüldü;

-K A R A R-

Dava,fuzuli işgale dayalı tahliye ve ecrimisil istemine ilişkindir.

Sulh Hukuk Mahkemesince,taraflar arasında kira sözleşmesi bulunmadığı,davacı vekilinin 22.11.2012 tarihli duruşmada taleplerinin fuzuli işgal nedeniyle tahliye ve ecrimisil olduğunu beyan ettiği gerekçesiyle görevsizlik yönünde hüküm kurulmuştur.

Asliye Hukuk Mahkemesi ise, kira sözleşmesinin kurulmasının yazılı şekle tabi olmadığı,davacı vekilinin dava dilekçesi ve 22.11.2012 tarihli celsede tahliye ve kira ilişkisinden kaynaklı ecrimisil talep ettiği, kira ilişkisinden doğan davalarda sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik yönünde hüküm kurmuştur.

Somut uyuşmazlık, davacılar vekili müvekkilerinin babasının dava konusu taşınmazı satın aldıktan sonra davalıdan kira bedelini ödemesi ve tahliyesi için talepte bulunduğunu,tahliye ve kira alacağı için icra takibi başlattığını,İcra Hukuk Mahkemesinde yargılama sürerken murisin vefatı nedeniyle dosyanın müracaata kaldığını ileri sürerek fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak kaydıyla taşınmazın tahliyesi ile 7.000,00 TL ecrimisil tazminatının davalılardan tahsilini talep etmiş,21.06.2012 tarihli celsede taleplerini kira sözleşmesine göre yaptıklarını beyan etmiş,22.11.2012 tarihli celsede ise kira kontratını kesin süre içerisinde ibraz edememeleri nedeniyle fuzuli işgal nedeniyle ecrimisil ve tahliye talep ettiklerini beyan etmiştir.Davacı ile davalı arasında akdedilmiş bir kira sözleşmesi bulunmayıp,davacı vekili dava dilekçesinde fuzuli işgal nedeniyle tahliye ve ecrimisil talebinde bulunmuştur.

6100 Sayılı HMK.’nun 2/1. maddesinde “Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir.” hükmüne yer verilmiştir. Buna göre uyuşmazlığın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp, sonuçlandırılması gerekmektedir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; 6100 Sayılı HMK.’nın 21. ve 22. maddeleri gereğince … Asliye Hukuk Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE, 19.01.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KİRA İLİŞKİSİ BULUNMADAN TAŞINMAZIN İŞGALİ- FUZULİ İŞGAL -GÖREVLİ MAHKEME

TC
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi
2017/8913 E. , 2018/2217 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :SULH HUKUK MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki fuzuli işgal nedeniyle tahliye davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içerisinde , davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı, davalının Belediyeye ait bulunan dükkanı kira sözleşmesine dayalı olmadan kullandığını, davalı ile yapılan yazışmalarda davalının söz konusu taşınmazın dava dışı… isimli kişiye ait olduğunu ve taşınmazı adı geçen kişiden kiraladığını beyan ettiğini ancak davalının ismini bildirdiği dava dışı… ile Belediye Başkanlığı arasında … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 1999/426 E., 1999/473 E., sayılı dosyada görülen tapu iptal ve tescil davasında dava konusu taşınmazın mülkiyetinin Belediye Başkanlığına verildiğini; Davalının söz konusu taşınmazdaki durumunun 6570 sayılı yasanın 12. Maddesinde karşılığında bulunan fuzuli işgalin konusunu oluşturduğunu, bu maddenin birinci fıkrası hükmüne riayet etmeyerek bir gayrimenkule kiracı veya devir alan sıfatıyla girenler veya bu gayrimenkulü işgal edenler hakkında hiçbir ihtara hacet kalmaksızın Sulh Mahkemelerinde tahliye davası açılabileceğini belirterek davalının dava konusu taşınmazdan tahliyesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı, dava konusu taşınmazda fuzuli şagil olarak bulunmadığını, taşınmazı uzun seneler önce maliki olduğunu söyleyen dava dışı… isimli şahıstan kiraladığını belirterek davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kabulü ile dava konusu taşınmazdan davalının fuzuli işgal nedeniyle tahliyesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-1086 Sayılı HUMK’nun 76. (6100 Sayılı HMK’nun 33.) maddesi gereğince bir davada olayları ortaya koymak taraflara ait olup öne sürülen maddi olguların hukuki nitelendirmesini yapmak ve uygulanacak yasa maddelerini bulmak ve uygulamak hakime aittir.

Somut olayda; Davacı … ile dava konusu taşınmazla ilgili aralarında tapu iptal tescil davası bulunduğu bildirilen dava dışı… veya davacı ile davalı arasında herhangi bir kira ilişkisi olmadığı bu itibarla da taraflar arasında kira akdinden kaynaklanan herhangi bir ihtilafın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda açılan davanın HMK’nun 4. maddesinde sayılan kira akdinden kaynaklı olmayıp, müdahalenin önlenmesi istemine ilişkin olduğu anlaşıldığından davaya bakma görevi Asliye Hukuk Mahkemesi’ne aittir. Bu itibarla mahkemece davaya bakmakla görevli olmadığından görevsizlik nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde işin esası hakkında karar verilmesi doğru değildir.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

2-Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davalı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davalı tarafın diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.03.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KADASTRO TESPİTİ ESNASINDA DEVREDİLEN TAŞINMAZLAR – HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE – KETMİ VERASE (KARŞI OY YAZISI)

TC
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi

2021/5324 E. , 2021/6955 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 13. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen dava, tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Kadastro sonucu Çankaya İlçesi Balgat Mahallesi çalışma alanında bulunan 59,60 ve 64 parsel sayılı muhtelif yüzölçümlü taşınmazlar tapu kaydına dayalı olarak … ve diğerleri adına paylı olarak tespit ve tescil edilmiştir.

Davacılar … … ve arkadaşları, çekişmeli taşınmazların evvelinde kösoğlu … isimli kök murise ait iken ölümü ile mirasçılarına kaldığını, kızı …’nin önceki eşi olan …’ten oğlu …’nın bulunduğunu, …’nin ikinci evliliği olan …’ten de … isimli oğlu olduğunu, …’nin ölümü neticesinde oğlu …’ya ve onun ölümü ile babası …’e intikal edecek olan miras payının verilmediğini, kendilerinin … mirasçısı olduklarını belirterek 59, 60 ve 64 parsel sayılı taşınmazların imar sonucu gitti parselleri olan 27485 ada 1, 2 ve 3 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile payları oranında adlarına tescil istemiyle dava açmış, birleşen dosya ile 27466 ada 1, 26246 ada 1, 27484 ada 1, 27485 ada 6, 27486 ada 3, 27487 ada 3 ve 27540 ada 3 parsel sayılı taşınmazlar için aynı talepler ile dava açmıştır.
Davalı vekili, açılan davanın hak düşürücü süre nedeniyle reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesince

, 3402 sayılı yasanın 12/3 maddesi gereğince hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 13. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1-b/1 maddesi gereğince esastan reddine karar verilmiş,

Karar, davacılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 18.11.2021 Perşembe günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekilleri Avukat … ve Avukat … ile temyiz edilen davalılar vekili Avukat … geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, 24.11.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz edilen vekili için 3.050.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin ve aşağıda yazılı 4,90 TL bakiye onama harcının temyiz edenden alınmasına, 18/11/2021 gününde kesin olmak üzere oyçokluğuyla ile karar verildi.

(Muhalif)

-KARŞI OY-

Dava, kadastro tespiti ile oluşan tapu kaydının, ketmi verese hukuki sebebine dayalı olarak iptal tescil isteğine ilişkindir.
İlk derece mahkemesince dava, 3402 sayılı yasanın 12/3.maddesinde belirtilen hak düşürücü sürede açılmadığı gerekçesiyle reddedilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince de davacıların başvurusu esastan reddedilmiştir.

Sayın çoğunluk ile aramızda çıkan uyuşmazlık, somut olayda 3402 sayılı yasanın 12/3.maddesinde belirtilen hak düşürücü sürenin uygulanıp uygulanmayacağına ilişkindir.

Bilindiği üzere, 3402 sayılı yasa bir tasfiye yasasıdır. Bu nedenle davaların hak düşürücü sürede açılıp açılmadığı önemsenmiş, mahkemelerce resen gözetilme ilkesi benimsenmiştir.

Söz konusu maddenin uygulanması mutlak mıdır? Bir başka ifadeyle istisnası var mıdır? Çözümlenmesi gereken husus budur. Yasa koyucu, maddenin ilk halinde kamu malı- özel mülk ayrımı yapmamışken uygulama ile devletin hüküm ve tasarrufunda olan taşınmazlar bakımından hak düşürücü süre uygulanmamış, bunun üzerine yine Yasa Koyucu 5841 sayılı yasanın 2.maddesi ile ilgili maddede değişikliğe giderek “ bu hüküm iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dahil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” Şeklinde düzenleme yaparak istisnaya yer vermemiş, ne var ki bu düzenleme Anayasa Mahkemesinin 2009/31 E, 2011/77K sayılı 12,05.2011 tarihli kararıyla iptal edilmiştir. Bu bakımdan bir istisna getirildiği açıktır.

Diğer yandan Dairemiz muris muvazaasına ilişkin bir çok kararında, murisin kadastro tespitinden önce taşınmazını muvazaalı olarak temlik etmesi üzerine, kadastro tespiti sonucu tescillerde murisin ölümünün tespitin kesinleşmesinden sonra olması halinde, hak düşürücü sürenin işlemeyeceğini kabul etmiş ve uygulama da bu şekilde yerleşmiştir. ( 1.H.D. 2017/1863 E, 2020/ 811K- 1.H.D. 2016/1993E, 2018/15445K – 2014/17670E, 2016/ 5739K)

Daire ayrıca 2016/18038E, 2018/ 413 K sayılı ilamı ile “ …taşınmazlar yönünden ise 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12. Maddesinde düzenlenen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki; ketmi verese (mirasçılığın gizlenmesi ) davalarında uyuşmazlığın çözümü, hasımlı veraset ilamı alınmak üzere açılacak bir dava sonucu, mirasbırakanın tüm mirasçılarının belirlenmesi ve davacının bu mirasçılar arasında yer alıp almadığının saptanmasına bağlıdır.” Demek suretiyle ketmi verese hukuki sebebine dayalı davada hak düşürücü sürenin uygulanmayacağını kabul etmiştir.
Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2004/8807E, 2005/308 K sayılı, 24.01.2005 tarihli kararında ketmi verese hukuki sebebine dayalı davanın reddi üzerine, mirasçıların gizlendiği veraset ilamının iptali nedeniyle istenen yargılamanın iadesi talebini kabul etmiş, direnme üzerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2006/8-721E, 2006/716 K sayılı 15.11.2006 tarihli kararında özetle;

“…Somut olayda; davacılar, mirasçılık sıfatlarının gizlenmiş olması karşısında hasımlı olarak aldıkları ikinci mirasçılık belgesi ile … oğlu …’nin mirasçıları olduklarını kanıtlamış ve belgelendirmişlerdir. Daha önce açılan davada nazara alınan mirasçılık belgesi kesinleşen yeni bir hükümle ortadan kaldırılmıştır. Bu hüküm HUMK.nun 445/3.fıkrasında düzenlenen yargılamanın yenilenmesi sebebidir. Böyle bir hükme dayanılarak yargılamanın yenilenmesi isteğinde bulunulması mümkündür. Mahkemece görülmekte olan davanın açıldığı tarihte yeni tarihli mirasçılık belgesinin elde edilmediği, daha önce açılan ve retle sonuçlanan davada, taşınmazların miras bırakanı annesi …’den kaldığı, bu davada da ortak miras bırakan … oğlu …’den kaldığı yönünden davacıların çelişik iddiada bulundukları, bu nedenle edinme sebepleri farklı olduğu gerekçesiyle dava reddedilmiştir. Yargılamanın yenilenmesi yoluyla ortadan kaldırılması istenen davada davacılar taşınmazın miras bırakanın …’den kaldığını, …’den kalan yerler olmasa bile … oğlu …’nin eşi olması nedeniyle miras payı ve hakkının bulunduğunu ileri sürmüşler, görülmekte olan davanın açıldığı tarihte ikinci mirasçılık belgesinin alınması için dava açmış olmaları karşısında mahkemenin ret gerekçesine katılmak mümkün değildir. Yargılamanın yenilenmesi isteği mesmu görüldüğü takdirde iddia ve savunma çerçevesinde taraf delillerinin toplanarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmuş olmasında bir isabet görülmemiştir….) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir. “ dedikten sonra Daire kararına uyulması gerekçesiyle direnme kararını bozmuştur.

Yargıtayın bu kararlarından sonra Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Ek Protokol 1. Maddesi ile “Madde 1 Mülkiyetin korunması
Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir. Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez.” Diyerek mülkiyet hakkının hangi hallerde sınırlanabileceğini belirtmiş,

Anayasa’nın 35. Maddesi ile de “ Herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu haklar ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir. Mülkiyet hakkının kullanılması toplum yararına aykırı olamaz.” Denilerek yine bu sınırlandırmalar düzenlenmiştir.

Türk Medeni Kanununun 705. Maddesi gereğince, miras, mülkiyetin tescilsiz kazanım hallerinden biridir.

Değerlendirilmesi gereken bir başka husus ise; ketmi verese hukuki sebebinin kadastro öncesi sebep sayılıp sayılmayacağı hususudur. Ketmi verese hukuki sebebinde çoğu zaman miras hakkı ketmedilen mirasçının, mirasçı olduğu kadastro tutanağının kesinleşmesinden çok sonra anlaşılmaktadır. Henüz hakkı kullanma imkanı yokken, hakkın süresinde kullanılmadığı gerekçesiyle şahsın hak arama hürriyeti ve devamında mülkiyet hakkından yoksun bırakılmasını kabul etmek mümkün olmadığı gibi, murisin ölümü ile intikal eden miras payı bakımından kusuru olmayan hak sahibini hakkından mahrum edip, diğer mirasçıyı ketmederek hak sahibi olan davalıyı ödüllendirmenin kabulü de mümkün değildir.

Bunu örneklendirmek gerekirse, kadastro tespiti sırasında veya öncesinde ölen miras bırakanın zilyetliğine dayalı olarak taşınmazın mirasçıları adına tespit görmesi halinde, murisin üç mirasçısından ikisinin reşit, birinin de yedi yaşında olduğunu ve bu küçüğün hakkını koruyacak kimsenin olmaması nedeniyle taşınmazın (taşınmazların) reşit olan mirasçılar adına tespit görmesi halinde, küçük reşit oluncaya kadar on yıllık hak düşürücü süre çoktan geçmiş olacak, tespit sırasında küçük olması dışında hiçbir kusuru bulunmayan mirasçı en kutsal hakkı olan miras ve buna bağlı mülkiyet hakkından mahrum kalacaktır.

Yine, kadastro tespiti sırasında hayatta olmayan mirasbırakanın bir çocuğunun kadastro tespitinin kesinleşmesinden on yıl geçtikten sonra ortaya çıkması, mirasçı olduğunun kesinleşmesi halinde de aynı şeyleri söylemek mümkün olacaktır. Bu ve benzeri örneklerde bir kısım mirasçıların miras haklarının yok sayılması mülkiyet hakkının özüyle bağdaşmayacağı gibi, kamu oyunun adalet duygusunu da incitecektir. Bu nedenle kadastro tutanağına itiraz etmesi mümkün olmayan mirasçılar bakımından, itiraz imkanının (hak düşürücü süre geçmiş bile olsa) doğduğu anın kadastro tespitinden sonra olması nedeniyle itiraz sebebinin kadastro sonrası sebep sayılmasına engel bir durum olmayacaktır.

Bütün bu yasal düzenlemeler ve içtihatlar karşısında somut olaya döndüğümüzde;
Davacılar, muris …’nın mirasçıları olmalarına rağmen, murisleri …’nın yok sayılarak davalıların murisi adına, davaya konu taşınmazların tespit ve tescil edildiğini, bir başka ifadeyle murislerinin miras haklarının ketmedildiğini iddia etmişlerdir.
Bu durumda öncelikle davacıların murisinin kök muris …’nın mirasçısı olup olmadığı belirlenmelidir. Davacılar bu yönde dava açmış olup yargılama aşamasında derdest olduğu, sonucunun beklenmediği dosya kapsamıyla sabittir.
Açıklanan bu nedenlerle, mahkemece öncelikle davacıların, kök muris …’nın mirasçısı olup olmadığına ilişkin dava sonucu beklenerek, mirasçı olmaları halinde, ketmi verese hukuki sebebinin Kadastro Kanununun 12/3. Maddesinin istisnalarından biri olduğu kabul edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddinin doğru olmadığı düşüncesiyle sayın çoğunluğun, reddin doğru olduğuna ilişkin görüşüne katılmıyorum.

BAŞKAN …

MUVAZAA – KADASTRO TESPİTİNDEN ÖNCE DEVREDİLEN TAŞINMAZ

TC
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
2017/1863 E. , 2020/811 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kısmen kabul kısmen reddine ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili ve davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 21.01.2020 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılardan asıl … ile diğer temyiz eden davacılar vekili Avukat … Kar geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin ve asilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı miras payı oranında tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel ve tenkis isteğine ilişkindir.
Davacılar, kök mirasbırakanları İbrahim U.’nun toplam 18 parça taşınmazların bir kısmını kadastro tespitinden önce, bir kısmını ise kadastro tespiti sırasında oğlu …’e devrettiğini, temliki işlemlerin bedelsiz, mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek çekişmeli taşınmazların tapu kaydının miras payları oranında iptali ile adlarına tesciline, olmazsa bedele ve tenkise karar verilmesini istemişlerdir.
Davalı, davanın hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığını, çekişmeli taşınmazların tamamının mirasbırakan İbrahim’e ait olmadığını, bir kısım taşınmazları dava dışı üçüncü kişilerden satın aldığını, diğer taşınmazların kadastro tespiti sırasında davacıların mirasbırakanı annelerinin rızası ile miras payını ödeneyerek satın aldığını belirterek reddini savunmuştur.

Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçirildiği gerekçesiyle davanın reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece, “… Dosya içeriği ve toplanan delillerden, miras bırakanın kadastro tespitinden sonra öldüğü anlaşılmaktadır. Bu durumda, 3402 Sayılı Yasanın 12/3. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin somut olayda uygulanamayacağı tartışmasızdır. Hal böyle olunca, işin esasına girilerek gerekli inceleme ve araştırmanın yapılması, tarafların iddia ve savunmalarının değerlendirilmesi, ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. ..…” gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, çekişmeli taşınmazların bir kısmı yönünden davanın kabulüne, kalan kısmı yönünden davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1924 doğumlu mirasbırakan İbrahim U.’nun 01.06.1994 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacıların annesi kızı …, davalı oğlu … ve dava dışı kızı … ile eşi …’ın kaldıkları, eşi … ile kızı …’nın (davacıların annesi) 1996 yılında öldükleri, kadastro işlemi ile çekişme konusu 43, 54, 157, 159, 173, 531, 540, 665, 717, 919, 989 ve 1086 parsel sayılı taşınmazlar mirasbırakanın zilyetliğinde iken davalı …’e bağışlandığı belirtilerek davalı … adına, diğer çekişme konusu 324, 934, 935, 940, 1085 ve 1216 parsel sayılı taşınmazlar ise davalı …’in zilyetliğinde olduğu belirtilerek davalı … adına tespit ve tescil edildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği ve 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, mirasbırakanın asıl amacı bağış olduğu halde, mirasçısından mal kaçırmak amacı ile tapu sicilinde satış göstermek suretiyle yaptığı temliklerde görünürdeki satış akti muvazaa nedeniyle, gizlenen bağış akti ise şekil noksanlığı yönünden geçersizdir.

Ancak, tapuda kayıtlı olmayan taşınmazlar, taşınır mal niteliğindedir ve zilyetlikten ibaret olan hakkın devri suretiyle yapılan elden bağışlama sözleşmeleri hiçbir biçim koşuluna bağlı değildir. Bu nedenle de gizlenerek yapılan bağışlama niteliğindeki tasarruf geçerlidir. Mirasbırakan tarafından tapusuz taşınmazların zilyetliğinin devri suretiyle gerçekleştirilen geçerli işlemlere karşı 01.04.1974 tarih ve 1/2 sayılı İçtihatı Birleştirme Kararının uygulama yeri yoktur.

Somut olayda; çekişme konusu taşınmazlar tapusuz olup, kadastro tespiti sırasında bir kısmının mirasbırakan tarafından bağış biçiminde davalı …’e temlik edildiği belirtilerek, bir kısmının ise mirasbırakanla hiçbir bağlantısından bahsedilmeksizin zilyetlikten dolayı davalı adına senetsizden tespit görmüş olduğundan 01.04.1974 tarih, 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararının uygulama yerinin bulunmadığı ve muris muvazaasına ilişkin iddianın dinlenemeyeceği açıktır.

Ne var ki, davacılar 17.07.2012 tarihinde kademeli olarak tenkis isteğinde de bulunduklarına göre, tenkis yönünden araştırma yapılmasında zorunluluk vardır.

Mirasçılık ve mirasın geçişi miras bırakanın ölüm tarihinde yürürlükte olan hükümlere göre belirlenir (4722 s. Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun m. 17) Miras bırakan 1.1.2002 tarihinden önce ölmüşse 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi hükümlerinin, 1.1.2002 tarihinden sonra ölmüşse 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun ilgili hükümleri uygulanır.

Tenkis (indirim) davası, mirasbırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların (bağış) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili, yenilik doğurucu (inşai) davalardandır. Tenkis davasının dinlenebilmesi için öncelikli koşul;miras bırakanın ölüme bağlı veya sağlar arası bir kazandırma işlemi ile saklı pay sahiplerinin haklarını zedelemiş olmasıdır. Saklı payların zedelendiğinden söz edilmesi ise kazandırma konusu tereke ile kazandırma (temlik ) dışı terekenin tümü ile bilinmesiyle mümkündür. Tereke mirasbırakanın ölüm tarihinde bırakmış olduğu malvarlığı kıymetleri ile iadeye ve tenkise tabi olarak yaptığı kazandırmalardır. Bunlar terekenin aktifini oluşturur. Miras bırakanın borçları, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin 743 sayılı Kanun uygulanacaksa bir aylık 4721 sayılı Kanun uygulanacaksa üç aylık nafakası, terekenin defterinin tutulması, mühürlenmesi, cenaze masrafları gibi giderler de pasifidir. Aktiften belirtilen borçların indirilmesi net terekeyi oluşturur. Tereke bu şekilde tesbit edildikten sonra mirasın açıldığı tarihteki fiyatlara göre değerlendirilmesi yapılarak parasal olarak miktarının tespiti gerekir. (TMK m.565) Miras bırakanın TMK’nin 564. maddesinde belirlenen saklı paya tecavüz edip etmediği bulunan bu rakam üzerinden hesaplanır. Tasarruf oranı aşılmış ise tasarrufun niteliğine göre icap ederse kazandırma işleminde, saklı payları zedeleme kastının bulunup bulunmadığı objektif (nesnel) ve sübjektif (öznel) unsurlar dikkate alınarak belirlenmelidir. Zira tasarruf oranını aşan her kazandırmada saklı payları zedelenen kastının varlığından söz edilemez.

Mutlak olarak tenkise tabi tasarruflarda (ölüme bağlı tasarruflar veya Medeni Kanunun 565. maddesinin 1, 2 ve 3 bentlerinde gösterilenler) veya saklı payın ihlal kastının varlığı kesin olarak anlaşılan diğerlerinde özellikle muayyen mal hakkında tenkis uygulanırken Medeni Kanunun 570. maddesindeki sıralamaya dikkat etmek davalı mahfuz hisseli mirasçılardan ise aynı kanunun 561. maddesinde yer alan mahfuz hisseden fazla olarak alınanla sorumluluk ilkesini gözetmek, dava konusu olup olmadığına bakılmayarak önce ölüme bağlı tasarruflarla davacının saklı payını tamamlamak, sonra sağlar arası tasarrufları dikkate almak gerekir. Bu işlem sırasında dava edilmeyen kişi veya tasarrufların tenkisi gerekeceği sonucu çıkarsa davacının onlardaki hakkını dava etmemesinin davalıyı etkilemeyeceği ve birden çok kişiye yapılan teberru tenkise tabi olursa 563. maddede yer alan, alınanla mütenasip sorumluluk kuralı gözetilmelidir.

Davalıya yapılan tasarrufun tenkisine sıra geldiği takdirde tasarrufun tümünün değeri ile davalıya yapılan fazla teberru arasında kurulan oranda (Sabit Tenkis Oranı) tasarrufa konu malın paylaşılmasının mümkün olup olamayacağı (TMK m.564) araştırılmalıdır. Bu araştırma sonunda tasarrufa konu mal sabit tenkis oranında bölünebilirse bu kısımların bağımsız bölüm halinde taraflar adına tesciline karar verilmelidir.

Tasarrufa konu malın sabit tenkis oranında bölünmezliği ortaya çıktığı takdirde sözü geçen 564. maddedeki tercih hakkı gündeme gelecektir. Böyle bir durum ortaya çıkmadan davalının tercih hakkı doğmadan davalının tercihinin kullanması söz konusu olamaz. Daha önce bir tercihten söz edilmişse sonuç doğurmaz. O zaman davalıdan tercihi sorulmak ve 11.11.1994 günlü 4/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca sür’atle dava konusu olup sabit tenkis oranına göre bölünemeyen malın, karar tarihindeki rayice göre değeri belirlenmeli ve bu değerin sabit tenkis oranıyla çarpımından bulunacak naktin ödetilmesine karar verilmelidir.

Hal böyle olunca, yukarıda değinilen ilkeler gözetilmek suretiyle tenkis isteği bakımından araştırma yapılması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile muris muvazaası yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmesi isabetsizdir.

Taraf vekillerinin açıklanan gerekçeyle yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 02.01.2020 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince temyiz eden taraflardan gelen davacılar vekili için 2.540.00. TL. duruşma vekâlet ücretinin diğer temyiz eden davalılardan alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12/02/2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İSTİRDAT DAVASI SONRASINDA AYRI İCRA TAKİBİ YAPILAMAYACAĞI

TC
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi

2007/22781 E. , 2008/681 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : Şişli 3. İcra Mahkemesi
TARİHİ : 11/09/2007
NUMARASI : 2007/238-2007/1014

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüşmesi üzerine, mahkemenin davanın kabulüne karar vermesi halinde, bu kararın icra takibinde ödenmiş olan paranın borçluya geri verilmesine ilişkin bölümü için, borçlunun ayrı bir ilamlı takip yapmasına olanak ve gerek yoktur. Borçlunun İİK.nun 72/5.maddesi hükmüne göre icranın eski hale getirilmesini istemesi gerekir.

Ayrıca, aynı hüküm gereğince menfi tespit davası borçlu lehine hükme bağlanırsa takip durur. İlamın kesinleşmesi üzerine, içeriği esas alınarak yeni bir hükme gerek kalmadan icra kısmen veya tamamen eski hale iade edilir. Menfi tespit davasının İİK.nun 72/6.maddesi gereğince istirdat davasına dönüşmüş olması, bu ilamın infazı için kesinleşmesi koşulunu ortadan kaldırmaz. İlamda yer alan eklentiler için de aynı kuralın uygulanması zorunludur.

Mahkemece şikayetin bu ilkeler çerçevesinde incelenerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, takibin durdurulduğuna dair ihtiyati tedbir kararı olmadığından bahisle şikayetin reddi isabetsizdir.

SONUÇ :Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK.366. ve HUMK.428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 21/01/2008 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞÇİ ALACAĞI- FAZLA MESAİ- BİLİRKİŞİ RAPORU ÖZEL VE TEKNİK BİLGİ GEREKTİRMEDİĞİNDEN RAPORA İTİRAZ EDİLMEMESİNİN USULİ KAZANILMIŞ HAK OLUŞTURMAYACAĞI

TC.
YARGITAY

22. Hukuk Dairesi
2017/27280 E. , 2020/3047 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :İş Mahkemesi
AVUKAT …
DAVA TÜRÜ : ALACAK

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi taraflar vekillerince istenilmekle, temyiz taleplerinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Y A R G I T A Y K A R A R I

Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini belirterek bir kısım işçilik alacaklarının tahsilini talep etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davanın reddini talep etmiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanılan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz:
Karar süresi içerisinde taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Taraflar arasında davacının fazla çalışma yapıp yapmadığı hususunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp ispatlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda iş yeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, iş yeri iç yazışmaları, delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın bu tür yazılı belgelerle ispatlanamaması durumunda tarafların dinletmiş oldukları şahit beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada gözönüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille söz konusu olabilir. Buna karşın, bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda dahi, işçinin geçerli bir yazılı belge ile bordroda yazılı olandan daha fazla çalışmayı yazılı delille ispatlaması gerekir. Bordrolarda tahakkuk bulunmasına rağmen bordroların imzasız olması halinde ise, varsa ilgili dönem banka ve tüm ödeme kayıtları celp edilmeli ve ödendiği tespit edilen miktarlar yapılan hesaplamadan mahsup edilmelidir.
Fazla çalışmanın yazılı delil ya da tanıkla ispatı imkan dahilindedir. İşyerinde çalışma düzenini bilmeyen ve bilmesi mümkün olmayan tanıkların anlatımlarına değer verilemez.
Fazla çalışmanın belirlenmesinde 4857 sayılı İş Kanunu’nun 68. maddesi uyarınca ara dinlenme sürelerinin dikkate alınması gerekir.
Somut uyuşmazlıkta, 15.10.2015 tarihli bilirkişi raporunda fazla çalışma ücreti alacağı tahakkuku bulunmayan 2010 yılı Kasım, 2014 yılı Haziran, Temmuz, Ağustos, Eylül ayları ile dosyaya ücret hesap pusulaları sunulmamış olan 2011 yılı Haziran, 2011 yılı Ekim ve 2012 yılı Ekim ayları için fazla çalışma olup olmadığını tespit konusunda ile tanık anlatımları ile sonuca gidileceği belirtilmiş ve alacağın söz konusu aylarlar için (bir hafta haftada 32 saat, günde 5.5 saat, diğer hafta ise haftada 35.5 saat, günde 6 saat çalışıldığı sonucuna ulaşılarak) hesaplandığı anlaşılmıştır. 10.02.2016 tarihli ek raporda ise bordrolar yeniden değerlendirilerek 2010 yılı Kasım, 2011 yılı Haziran, Ekim, Aralık, 2013 yılı Ekim, 2014 yılı Haziran, Temmuz, Ağustos ve Eylül ayları için itiraza konu bilirkişi raporunda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere tanık anlatımları doğrultusunda (bir hafta haftada 32 saat, günde 5.5 saat, diğer hafta ise haftada 35.5 saat, günde 6 saat çalışıldığı sonucuna ulaşılarak ) fazla çalışma ücreti alacağı yeniden hesaplanmıştır. İtiraza konu 15.10.2015 tarihli bilirkişi raporunda sehven 2011 yılı Aralık ayı ücret bordrosunda fazla çalışma ücreti tahakkuku bulunmadığı (fazla mesai ile ilgili bölümde “0” yazdığı ile 2013 yılı Ekim ayı ücret bordrosunun sunulmadığı gözden kaçmıştır. Bahse konu sehven yapılan hata işbu ek raporda düzeltildiği belirtilmiş ve 2012 yılı Ekim ayı ücret bordrosu dosyaya sunulduğundan ve bahse konu ücret bordrosunda fazla çalışma ücreti tahakkuku bulunduğundan belirtilen 2012 yılı Ekim ayı için ise fazla çalışma ücreti alacağı hesaplanmadığı açıklanmıştır. Mahkemece, davacının ilk rapora itiraz etmemesi nedeniyle ek bilirkişi raporunda fazla mesai alacağı ilk rapordan daha fazla tespit edilmiş ise de asıl raporda tespit edilen fazla mesai alacağına davacı tarafın itirazının bulunmadığı, davalı yönünden kazanılmış hak teşkil ettiği gerekçesiyle ilk raporun esas alınarak hüküm tesis edilmiştir. Ancak söz konusu bilirkişi raporları 6100 sayılı Kanun’un 266. maddesinde kapsamında özel ve teknik bilgiyi gerektiren bir halde alınmış rapor olmadığından, itirazların taraflar yönünden kazanılmış hak oluşturacağının kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Davalı temyizi yönünden; 2012 yılı Ekim ayı bordrosu imzalı olduğundan ve fazla çalışma tahakkuku bulunduğundan ek bilirkişi raporunda olduğu gibi söz konusu ayın hesaplamada dışlanması, 2011 yılı Ekim ayı bordrosunun ise imzasız olması ve fazla çalışma tahakkuku içermesi nedeniyle ödendiği anlaşılan tahakkukun (154,81 TL)hesaplamadan mahsup edilmesi gerekir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 20.02.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

İNANÇLI İŞLEME DAYALI TAPU İPTAL VE TESCİL – TAZMİNAT

TC
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
2020/1419 E. , 2021/2560 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL – TAZMİNAT

Taraflar arasında görülen tapu iptal ve tescil, tazminat davası sonucunda; ilk derece mahkemesince davanın tazminat istemi yönünden kabulüne dair verilen kararın davalılar vekili ile davacı vekili tarafından istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi tarafından ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine dair verilen karar davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi …’ın düzenlemiş olduğu rapor okundu, açıklamaları dinlendi, dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü;

-KARAR-

Dava, inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan babası …’in 213 ada 7 parsel 3 nolu bağımsız bölümün adına satın alınması için davalı …’ı Kocaeli 2. Noterliği’nin 12/05/2011 tarih ve 7941 yevmiye numaralı vekaletnamesi ile vekil kıldığını, …’ın anılan vekaletname ile mirasbırakan adına 83.000 TL bedelli konut kredisi kullandığını, ancak mirasbırakan sağken taşınmazı davalı eşi Semiha adına tescil ettirdiğini, mirasbırakanın kredi tutarını maaşından kesilerek 4-5 ay ödedikten sonra ölmesi nedeniyle kalan bedelin Grup Hayat Sigortası kapsamında ödendiğini, tarafına taşınmaz satışı nedeniyle ödenmiş paranın bulunmadığını ileri sürerek taşınmazın tapusunun iptali ile adına tesciline, olmazsa şimdilik 10.000 TL tazminatın tahsiline karar verilmesini istemiştir,

Davalılar, taşınmazı satın aldıklarını, ancak bankaların kredi vermemesi nedeniyle akrabaları olan mirasbırakanın kredi çektiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, mirasbırakan ile davalılar arasındaki hukuki ilişkinin inançlı işlem olduğu, sözleşme gereği davalıların ödemesi gereken 83.000 TL’yi ödemedikleri gerekçesiyle davanın tazminat olarak kabulüne dair verilen kararın davalılar vekili ile davacı vekili tarafından istinafı üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi tarafından mirasbırakanın kredi borcunun sigorta kapsamında kapatıldığı ve maaşından yapılan kesintilerin ise davalı … tarafından banka havalesi yolu ile ödendiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1942 doğumlu mirasbırakan …’in 10.10.2011 tarihinde ölümü ile geride tek mirasçısı davacı kızının kaldığı, davalı …’nın yeğeni olduğu, diğer davalı … ile davalı …’nın da karı-koca olduğu, mirasbırakan tarafından Kocaeli 2. Noterliği’nin 12.05.2011 tarih ve 7941 yevmiye numaralı vekaletnamesi ile dava konusu 213 ada 27 parsel 3 nolu bağımsız bölümün adına satın alınması, banka hesaplarından para çekilmesi, satın alınan taşımazın dilediğine dilediği bedelle satışı husunda davalı …’ın vekil kılındığı, davalı …’ın anılan vekaletle mirasbırakan adına 23.05.2011 tarihinde Ziraatbank AŞ’den 83.000 TL bedelli, 120 ay vadeli konut kredisi kullanarak mirasbırakan lehine Grup Hayat Sigortası yaptırdığı, kredi olarak ödenen 80.000 TL’nin mirasbırakan adına vekili … tarafından tahsil edildiği, taşınmazın mirasbırakan adına tescil edildiği, vekil …’ın aynı vekaletle dava konusu taşımazı davalı eşi Semiha’ya 21.06.2011 tarihinde üzerinde 175.000 TL ipotek varken 83.000 TL bedelle sattığı, mirasbırakanın kredi ödemeleri devam ederken ölümü ile Grup Hayat Sigortası kapsamında 87.725 TL ödenerek kredi borcunun kapatıldığı ve taşınmaz üzerindeki ipoteğin 07.12.2011 tarihinde fek edildiği, mirasbırakanın emekli maaşının kredi taksitlerinden düşük olduğu, davalı … tarafından mirasbırakan adına 05.12.2011 tarihinde 1.565 TL ödeme yapıldığı, davalı tarafça dosyaya sunulan tarihsiz belgede ise mirasbırakan ile davalı …’ın imzasının bulunduğu, içerik olarak mirasbırakanın taşınmazın davalı …’a ait olduğunu kabul ettiği, kredi temini için mirasbırakan adına tescil gördüğünün bildirildiği, davacı tarafın mirasbırakanın imzasına itirazı üzerine yapılan imza incelemesi ile imzanın mirasbırakana ait olduğunun tespit edildiği dosya kapsamı ile sabittir.

Somut olayda, dava konusu taşınmazın davalı … adına satın alındığı, ancak mirasbırakan adına tescil edildiği anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, inançlı işlem iddiasının sabit olduğu gözetilerek, mirasbırakanın 23.05.2011 tarihli …, AŞ.’den kullandığı kredi taksitlerinden ne kadarını ödediğinin tespiti ile tespit edilen bedelin davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.

Davacı vekilinin değinilen yön itibariyle yerinde görülen temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nun 371/1-a maddesi gereğince İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, bozma nedenine göre vekalet ücretine yönelik temyiz itirazının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, HMK’nun 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26/04/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

MİRASBIRAKANIN İLK EŞİNDEN OLAN ÇOCUKLARINDAN MAL KAÇIRMASI İDDİASI TAPU İPTALİ TESCİLİ MUVAZAA

TC
1. Hukuk Dairesi
2021/943 E. , 2021/3032 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
DAVA TÜRÜ : TAPU İPTALİ VE TESCİL

Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, mirasbırakan babaları …nin, ilk eşten olma çocuklarından mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak dava konusu 112 parsel sayılı taşınmazda bulunan 4 nolu bağımsız bölümü davalı ikinci eşine 16.12.1998 tarihinde satış yoluyla temlik ettiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini istemişlerdir.

Davalı, mirasbırakanla evlenmeden önce yurt dışında çalışarak yaptığı birikimlerle aldığı dava dışı taşınmazı mirasbırakana yardımcı olabilmek için sattığını ve parasını mirasbırakana verdiğini, mirasbırakanın davacı oğullarının borçlarını kapatmak için kendisinden ve akrabalarından para aldığını, babasından miras olarak gelen parayı da mirasbırakana verdiğini, tüm bunlara karşılık mirasbırakanın dava konusu taşınmazı kendisine devrettiğini, mirasbırakanın davacı oğulları …’a da taşınmaz verdiğini, davacı oğlu …’e otobüs yazıhanesinin işletmesini devrettiğini, mirasbırakanın başkaca taşınmazları da bulunduğunu belirtip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, temlikin muvazaalı olduğunun ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar Dairece; “mirasbırakandan kalan tüm taşınmazların değerlerinin belirlenmesi sonrasında, dava konusu taşınmazın mirasbırakanın mal varlığı içerisindeki oranı da gözetilerek değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirme yapılarak sonuca gidilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığına” işaret edilerek bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, temlikin makul sınırda kalmadığı ve muvazaalı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne dair karar bu kez Dairece “…muris muvazaasında en önemli unsur mirasbırakanın diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacıyla temliki yapmasıdır. Eldeki davada mirasbırakanın ilk eşinden olma davacı çocuklarıyla arasında herhangi bir ihtilaf ya da onlardan mal kaçırmasını gerektirir bir durum ortaya konulabilmiş değildir. Bir önceki bozma ilamında değinildiği üzere mirasbırakanın geride kalan taşınmaz değerleri saptanmış ve mirasbırakan üzerinde olanların daha değerli olduğu anlaşılmıştır. Toplanan tüm deliller yukardaki ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde mirasbırakanın mal kaçırmak amacıyla temliki yaptığı iddiası sübuta ermemiştir. Hâl böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesi ile bozulmuş, bozma kararına uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi …’nun raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

-KARAR-

Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Davacıların yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, harç peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 03/06/2021 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(Muhalif)

-KARŞI OY-

2017/185 Esas, 2020/777 Karar sayılı 01.02.2020 tarihli bozma ilamına yazdığım muhalefet gerekçesiyle kararın bozulması düşüncesinde olduğumdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

ŞUFA NEDENİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİLİ- TEMYİZ KESİNLİK SINIRI

T.C
YARGITAY

7. Hukuk Dairesi

2022/3713 E. , 2022/4267 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi
İLK DERECE MAHKEMESİ : Uşak 1. Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacılar vekili tarafından, 27/04/2018 tarihinde verilen dilekçeyle önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın reddine dair verilen 28/05/2019 tarihli hükmün İzmir Bölge Adliye Mahkemesince istinaf yoluyla incelenmesi davacılar vekili tarafından talep edilmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesince istinaf talebinin kararın verildiği tarih itibarıyla kesin olması nedeniyle istinaf başvuru dilekçesinin usul yönünden reddine dair verilen kararın davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi tarafından 13.05.2022 tarihli ek kararı ile temyiz talebinin reddine karar verilmiştir. Temyiz talebinin reddine dair ek kararın davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya ve içeriği incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü.

K A R A R

Dava, önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemlerine ilişkindir.

Yerel mahkemenin 28.05.2019 tarihli Kararıyla; davanın fiili taksime uygun olarak taşınmazın kullanılması nedeniyle davacının önalım hakkını kullanmasının TMK’nun 2. maddesi kapsamında iyi niyet kurallarıyla bağdaşmadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiş, davacılar vekili istinaf talebinde bulunmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi 13.03.2020 tarihli Kararıyla, davalının davaya konu 127 ada 101 parsel sayılı taşınmazı 2.000,00 TL bedelle, 127 ada 105 parsel sayılı taşınmazı 1.500,00 TL bedelle satın aldığını, dava konusu taşınmaz yönünden ayrı ayrı nazara alınması gerektiğine göre önalım davasına konu her bir taşınmazın harca esas alınan değerinin (önalım bedellerinin) kararın verildiği 28.05.2019 tarihindeki kesinlik sınırı olan 4.400,00 TL’yi aşmadığı gerekçesiyle davacılar vekilinin istinaf başvuru dilekçesinin Hukuk Muhakemeleri Kanununun 352. maddesi uyarınca yapılan ön inceleme neticesinde reddine dair miktar itibariyle kesin olmak üzere karar vermiştir.

Davacılar vekili temyiz talebinde bulunmuştur.

İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesi 13.05.2022 tarihli ek kararıyla, HMK’nın 362/1-a maddesi gereğince davacılar vekilinin temyiz başvuru dilekçesinin reddine karar vermiştir.

Davacılar vekili, ek kararı ve asıl kararı temyiz etmiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanan delillere ve dosya içeriğine göre, temyiz olunan kararda yazılı gerekçelere ve özellikle dava değeri ve hükme esas alınan miktar itibari ile geçerli olan (2022 yılı için 107.090,00TL’lik) temyiz sınırının altında kaldığına göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 22. Hukuk Dairesinin ek kararının ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine, dosyanın İLK DERECE MAHKEMESİNE, kararın bir örneğinin ilgili Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 14/06/2022 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

İŞ KAZASINA YÖNELİK TAZMİNAT DAVASINDA ZAMANAŞIMI SÜRESİNİN BİLİRKİŞİ TARAFINDAN HESAPLANMASINDAN İTİBAREN İŞLEMEYE BAŞLAYACAĞINA DAİR ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

Anayasa Mahkemesi 2019/430 başvuru numaralı ve 23/3/2023 tarihli kararı

I. BAŞVURUNUN KONUSU

1. Başvuru; iş kazasından kaynaklanan tazminat davasında talebin daha sonra artırılan kısmının zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi ve aleyhe yüksek vekâlet ücretine hükmedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.

II. BAŞVURU SÜRECİ

2. Başvuru 21/12/2018 tarihinde yapılmıştır.

3. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur.

4. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.

5. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.

6. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

7. İkinci Bölüm tarafından 2/11/2022 tarihinde yapılan toplantıda, niteliği itibarıyla başvurunun Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) 28. maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR

8. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:

9. Başvurucu, hükümlü olarak bulunduğu ve hizmet akdine dayalı olarak çalıştığı Çanakkale Açık Ceza İnfaz Kurumunda 5/1/2005 tarihinde mahpuslardan birinin kullandığı forklift aracının üzerinde iken aracın yükseltilmesi neticesinde yere düşüp kafa travması geçirmek suretiyle yaralanmıştır.

10. Başvurucu 6/8/2007 tarihinde Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri İşyurtları Kurumu (davalı Kurum) aleyhine açtığı davada fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla ve kaza tarihinden itibaren işletilecek yasal faizleri ile birlikte 2.000 TL maddi tazminat talebinde bulunmuştur.

11. Ankara 1. İş Mahkemesince (Mahkeme) görülen davada (E.2007/749) maddi tazminatın hesabı yönünden bilirkişi heyetinden rapor alınmasına karar verilmiştir.

12. Başvurucu bu arada Mahkemenin 2007/749 Esas sırasında açtığı maddi tazminat talepli davası devam ederken davalı Kurum aleyhine 31/12/2014 tarihinde Ankara 19. İş Mahkemesinin 2015/24 Esas sırasında kaydedilen, 5.000 TL maddi tazminat ile 20.000 TL manevi tazminat istemli olarak belirsiz alacak davası olarak nitelendirdiği bir dava açmış ve bu dava Mahkemece asıl dava ile 12/1/2015 tarihinde birleştirilmiştir.

13. Sosyal Güvenlik Kurumu İstanbul Sağlık Kurulu tarafından düzenlenen 10/9/2015 tarihli raporla başvurucunun maluliyet oranı %37,2 olarak tespit edilmiştir. Mahkemeye sunulan 27/10/2016 tarihli bilirkişi raporunda başvurucunun karşılanmamış maddi zararı 121.312,31 TL olarak hesaplanmıştır.

14. Başvurucu 8/11/2016 tarihli bedel artırım olarak nitelediği dilekçesiyle maddi tazminata ilişkin dava değerini bilirkişi raporu doğrultusunda artırmıştır. Davalı Kurum, artırılan maddi tazminat talebi yönünden zamanaşımı defini ileri sürmüştür.

15. Mahkeme 28/12/2016 tarihinde davanın kabulüne karar vermiştir. Mahkeme gerekçeli kararında başvurucunun bilirkişi raporu üzerine sunduğu 8/11/2016 tarihli dilekçeyi ıslah dilekçesi olarak kabul etmiş ve maddi tazminat bedeli olarak 121.312,31 TL ile manevi tazminat bedeli olarak 20.000 TL’nin 5/1/2005 tarihinden itibaren yürütülecek yasal faizi ile birlikte davalı Kurumdan tahsili ile başvurucuya ödenmesine hükmetmiştir.

16. Davalı Kurum istinaf talebinde bulunmuştur. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi (Bölge Adliye Mahkemesi) 4/4/2017 tarihli kararıyla mahkeme kararını kaldırılmış; 7.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi olmak üzere toplam 27.000 TL tazminatın yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak başvurucuya verilmesine, kalan tazminat taleplerinin zamanaşımı nedeniyle reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir.

“Tespit edilen kusur oranına göre davacıya SGK tarafından bağlanan gelirin ilk peşin sermaye değeri kusur oranında düşülmek suretiyle işçinin hesap bilirkişisi tarafından karşılanmamış gerçek zararı 121.312,31 TL olarak tespit edilmiştir.

Davalının olayın meydana gelmesindeki %70 kusur oranı, olay tarihi, paranın satın alma gücü, tarafların sosyal ve ekonomik durumu ile yaralanma olayının kişi üzerindeki etkileri, %37,2 oranındaki maluliyet oranı dikkate alındığında mahkemece tespit edilen 20.000,00 TL manevi tazminat miktarı yerindedir.

Davacı Ankara 1. İş Mahkemesinin 2007/749 esas sırasında açmış olduğu kısmi davası devam ederken davalı aleyhine Ankara 19. İş Mahkemesinin 2015/24 esas sırasında 31/12/2014 tarihinde kısmi maddi tazminat ile manevi tazminat istemli olarak açmış olduğu ek davasına karşı davalı taraf süresi içerisinde zamanaşımı savunmasında bulunmuştur.

Yine davalı taraf, davacı tarafça harç tamamlama olarak nitelendirilmiş olsa bile Ankara 1. İş Mahkemesinin 2007/749 esas sayılı davasının açıldığı tarihte mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu yürürlükte olup bu kanunda belirsiz alacak davası diye bir dava türü yer almadığından sonradan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlükte olduğu dönem açılan ek dava asıl davanın devamı niteliğinde olup bu dava dosyası ile de birleştirildiğinden davacı tarafça yapılan işlem gerçekte ıslah işlemidir. Yargıtay’ın yerleşik içtihatları da bu yöndedir. Davacı tarafça 08/11/2016 tarihli ıslaha karşı davalı taraf süresi içerisinde zamanaşımı savunmasında bulunmuştur.

Meydana gelen iş kazası 05/01/2005 tarihinde gerçekleşmiştir. Dava konusu olayda bir meslek hastalığı nedeniyle malüliyetin artması söz konusu değildir. Uyuşmazlık bu tür davalarda gerek yürürlükten kalkan 818 sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesi ve gerekse yürürlükteki 6098 sayılı yasanın 146. maddesi gereğince uygulanmakta olan 10 yıllık zaman aşımı süresinin hangi tarihte başlatılması gerektiği noktasında toplanmaktadır.

Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir. Vücut bütünlüğünün ihlalinden doğan zarar, ancak bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşur. Bedensel zararın gelişim, gösterdiği durumlarda zamanaşımına başlangıç olarak hastalık seyrinin yani gelişimin tamamlandığı tarihin esas alınması gerekir. Somut olayda davacı forkliftin bıçağı üzerinden düşerek kafasının sol bölgesi ile sol gözünden yaralanması nedeniyle görme yetisinde kısmi bir kayıp oluşan davacı bakımından değişen ve gelişen bir durumun söz konusu olmadığı ve en geç bu tarihte zararın öğrenildiği ortadadır.

Davacının ıslah dilekçesinde ileri sürdüğü, istemin sonucunun artırılması şeklinde olsa da, yeni bir dava niteliğindedir. O halde ıslah dilekçesiyle artırılan talep için yeni bir dava da ileri sürülmesi gereken tüm itiraz ve def’ilerin ileri sürülmesi mümkündür. Davacı tarafından 08/11/2016 tarihinde maddi tazminat isteminin ıslah yoluyla artırılması üzerine, süresi içerisinde davalı tarafından ileri sürülen zamanaşımı def’i nin kabul edilerek ıslahen artırılan miktara ilişkin maddi tazminat talebinin reddi gerekmektedir.

Davacının hak kazandığı maddi tazminat alacağı 121.312,31 TL ise de ıslaha karşı yapılan zamanaşımı savunması nazara alındığında, Ankara 1. İş Mahkemesinin 2007/749 esas sayılı dosyasında talep edilen 2.000,00 TL ile birleşen Ankara 19. İş Mahkemesinin 2015/24 esas sayılı dosyasında talep edilen 5.000,00 TL olmak üzere toplam 7.000,00 TL maddi tazminat alacağı hüküm altına alınmıştır. Bakiye kısım ise zamanaşımı nedeniyle reddedilmiştir.”

17. Bölge Adliye Mahkemesi kararında, reddedilen maddi tazminat miktarı üzerinden başvurucu aleyhine 11.894,98 TL nispi vekâlet ücretine hükmetmiştir.

18. Başvurucu ve davalı Kurum tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 13/11/2018 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiş; nihai karar başvurucuya 21/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir.

19. Başvurucu 21/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.

IV. İLGİLİ HUKUK

A. Ulusal Hukuk

1. Kanun Hükümleri

20. Dava tarihinde yürürlükte bulunan 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı mülga Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 83. maddesi şöyledir:

”İki taraftan her biri usule mütaallik olarak yaptığı muameleyi tamamen veya kısmen ıslah edebilir. Aynı davada her taraf ancak bir kere ıslah hakkını kullanabilir.”

21. 1086 sayılı mülga Kanun’un 84. maddesi şöyledir:

”lslah, tahkikata tabi olan davalarda tahkikat bitinciye kadar ve tabi olmıyanlarda muhakemenin hitamına kadar yapılabilir.”

22. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 107. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:

“Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.

Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.”

23. 6100 sayılı Kanun’un 176. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Taraflardan her biri, yapmış olduğu usul işlemlerini kısmen veya tamamen ıslah edebilir.”

24. 6100 sayılı Kanun’un 177. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

” Islah, tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir.”

25. 22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu’nun dava tarihi itibarıyla yürürlükte olan 125. maddesi şöyledir:

”Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.”

26. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddesi şöyledir:

”Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, her alacak on yıllık zamanaşımına tabidir.”

27. 6100 sayılı Kanun’un 448. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:

“Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.”

2. Yargıtay Kararları

28. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 16/3/2016 tarihli ve E.2014/4-896, K.2016/332 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“…

Davanın kısmen ıslahı durumunda ise davacı; kısmi davada saklı tuttuğu fazlaya ilişkin haklarını, ek bir dava açarak isteyebileceği gibi, müddeabihin arttırılmasını önleyen yasal düzenlemenin yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesinin kararı ile ortadan kalkmasından yararlanarak müddeabihi aynı davada kısmi ıslah dilekçesi verip harcını yatırmak suretiyle arttırabilecektir.

Bu aşamada açıklanması gereken diğer bir husus zamanaşımının kesilmesi konusudur. Bir davanın açılması halinde zamanaşımı kesilir (Mülga 818 sayılı BK.m.133/2). Ancak, kesilen zamanaşımı, kesilme tarihinden başlayarak yeniden işler (Mülga 818 sayılı BK.m.135/1). Dava ile kesilmiş zamanaşımı, davanın devamı süresinde taraflardan birinin yargılamaya ilişkin her bir işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden cereyana başlar.

Öğretide, kısmi davada dava edilmeyen alacak kesimi için, fazlaya ilişkin hakkın saklı tutulmuş olmasının zamanaşımını kesmeyeceği kabul edilmektedir (Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt:II s.1541 vd.; Pekcanıtez Hakan/Atalay Oğuz/Özekes Muhammet, Hukuk Muhakemeleri Kanununa Göre Medeni Usul Hukuku, 12.Bası, s.321). Kısmi dava açılması halinde zamanaşımı yalnız alacağın kısmi dava konusu yapılan miktarı için kesilir (HGK’nun 20.3.1968 gün ve E:1968/9-210, K:151; 3.7.2002 gün ve E:2002/9-564, K:572; 9.10.2002 gün ve E:2002/9-809, K:802; 06.03.2013 gün ve E:2012/4-824, K:2013/305 sayılı ilamları)

…”

29. Yargıtay 21. Hukuk Dairesinin 2/6/2015 tarihli ve E.2014/26428, K.2015/12635 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“…

iş kazası sonucu sürekli iş göremezlik veya ölüm nedeniyle uğranılan zararların giderilmesi amacıyla açılan maddi ve manevi tazminat davalarında zamanaşımı süresi 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125. ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146. maddeleri gereğince 10 yıldır. Uygulama ve öğretide kabul edildiği üzere, zamanaşımı failin ve zararın öğrenildiği tarihten başlatılmalıdır. Zarar görenin zararı öğrenmesi demek, zararın varlığı, mahiyeti ve esaslı unsurları hakkında bir dava açma ve davanın gerekçelerini göstermeye elverişli bütün hal ve şartları öğrenmiş olması demektir.

Somut olayda, zararlandırıcı olayın iş kazası olduğu sabit olup, davalılar asıl işveren Gediz Elektrik A.Ş. ile alt işveren V.Y. yönünden zamanaşımı süresinin 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 125. gereğince kaza tarihinden itibaren 10 yıl olduğu ve dava tarihi olan 18.09.2009 tarihi itibariyle zamanaşımı süresinin dolmadığı, ayrıca haksız eylem sorumlusu davalılar Y.Y. ve İ.A.’nın da davaya karşı zamanaşımı def’ilerinin bulunmadığı anlaşıldığından, Mahkemece işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken, hatalı değerlendirme ile davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi doğru olmamıştır

…”

30. Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 27/2/2017 tarihli ve E.2017/5677, K.2017/3827 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“…

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu ‘eksik bir borç’ haline dönüştürür ve ‘alacağın dava edilebilme özelliği’ni ortadan kaldırır.

Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 371/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.

…”

31. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/10/2019 tarihli ve E.2017/11-11, K.2019/1071 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“…

Belirsiz alacak davası ise hukukumuza ilk kez 6100 sayılı HMK ile girmiştir. Bu Kanun’un 107/1’inci maddesinde; ‘Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir.’ düzenlemesi mevcuttur. Ancak yukarıdaki açıklamalar ışığında eldeki davada, dava dilekçesinin mahkemeye verilmesi ve gerekli harçların yatırılması ile dava açma işlemi tamamlanmış olduğundan 6100 sayılı HMK ile getirilen belirsiz alacak davasına ilişkin hükümler uygulanamayacaktır. Başka bir deyişle 1086 sayılı HUMK’nın yürürlükte olduğu dönemde fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak kısmi dava şeklinde açılan eldeki davanın, 6100 sayılı HMK’nın yürürlüğe girmesiyle kendiliğinden belirsiz alacak davasına dönüşeceği kabul edilemez. Ayrıca 1086 sayılı HUMK’nın yürürlükte olduğu dönemde açılan davalar 6100 sayılı HMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra kısmi ıslahla belirsiz alacak davasına dönüştürülemeyeceği gibi tam ıslahla dahi belirsiz alacak davası hâline gelmez. Zira davanın tamamen ıslahında, tamamen ıslah edilen dava, ilk açılan davanın devamı niteliğinde olduğundan, ilk dava tarihinde açılmış kabul edilecek ve ilk dava tarihinde yürürlükte olan usul hükümleri uygulanacaktır.

Ne var ki davacının açıkça ıslah kurumunu işlettiği eldeki dava, 6100 sayılı HMK’nın yürürlüğe girdiği tarihten önce açılmış olmakla birlikte 6100 sayılı HMK ile hukukumuza giren belirsiz alacak davasına ilişkin düzenlemenin somut uyuşmazlıkta uygulanabilirliği bulunmamaktadır.

…”

32. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 17/11/2020 tarihli ve E.2019/17-853, K.2020/907 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:

“…

23. Alacağın yalnızca bir bölümü için açılan davaya kısmi dava denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağın tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve alacağın şimdilik belirli bir kesiminin dava edilmesi gerekir. Diğer bir söyleyişle, bir alacak hakkında daha fazla bir miktar için tam dava açma imkânı bulunmasına rağmen, alacağın bir kesimi için açılan davaya, kısmi dava denir. Kısmi dava açılabilmesi için talep konusunun bölünebilir olması gerekli olup, açılan davanın kısmi dava olduğunun dava dilekçesinde açıkça yazılması gerekmez. Dava dilekçesindeki açıklamalardan davacının alacağının daha fazla olduğu anlaşılıyor ve istem bölümünde ‘fazlaya ilişkin haklarını saklı tutması’ ya da ‘alacağın şimdilik şu kadarını dava ediyorum’ şeklinde bir ifadeye yer verilmiş ise, bu husus, davanın kısmi dava olarak kabulü için yeterli sayılmaktadır …

26. Dava şartları ise, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için gerekli olan unsurlardır. Diğer bir anlatımla, dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı tarihte hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı tarih itibariyle bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu (dinlenebilir) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.

28. HMK’nın 115. maddesinin ikinci fıkrasına göre ise ‘Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder’. Bu düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir. 115. maddenin üçüncü fıkrasına göre ise, ‘Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez’.

29. Dava dilekçesinde bulunması gereken unsurlar HMK’nın 119. maddesinde düzenlenmiştir…

30. Öte yandan 119. maddenin 2. fıkrası uyarınca ‘Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır’. Şu hâlde mahkemenin adı, dava konusu ve değeri, vakıalar, deliller ve hukuki sebepler dışında kalan unsurlardan herhangi birinin eksik bırakılmış, yazılmamış olması durumunda, hâkim tarafından verilen bir haftalık kesin süre içerisinde eksikliğin tamamlanmadığı takdirde davanın açılmamış sayılmasına karar verilecektir.

31. Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemede bir davanın açılabilmesi için, davacının bu davayı açmakta ve mahkemeden hukuksal korunma istemekte bir çıkarının bulunması gerektiğine ilişkin ilke anlamına gelir. Davacının davayı açtığı tarih itibariyle dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalıdır. …

35. 6100 sayılı HMK’nın ‘Hâkimin davayı aydınlatma görevi’ başlıklı 31. maddesine göre, ‘Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.’

36. …Görüldüğü üzere, hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir. Öte yandan HMK’nın 33. maddesi uyarınca hâkim Türk hukukunu resen uygular. Bu nedenledir ki, dava dilekçesinde davacının talebini dayandırdığı vakıalara uygun hukuki sebepleri dava dilekçesinin zorunlu unsurları arasında sayılmamıştır. Zira davacının dayandığı vakıalara uygun hukuki sebepleri hâkim kendiliğinden bulup uygulamakla yükümlüdür.

39. …Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.

40. Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukuki yarar olmadığından söz edilemeyecek alacağın istenmesinde hukuki yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.

41. Yukarıdaki açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği konusuna dönecek olursak; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz.

42. Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmî davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.

…”

B. Karşılaştırmalı Hukuk

33. Alman hukukunda dava açılırken alacağın veya tazminatın miktarının belirlenebilmesinin mümkün olmadığı hâllerde açılabileceği kabul edilen belirsiz alacak davası kanunla açıkça düzenlenmemiş, 19. yüzyıldan bu yana içtihat yoluyla geliştirilmiştir (ilgili bazı kararlar için bkz. Alman Federal Yüksek Mahkemesi-BGH, III ZR 144/50, 13/12/1951; III ZR 153/92, 8/7/1993). Davacının karşı tarafın elindeki bilgi ve belgelere dayalı olarak alacağı veya tazminatı belirleyebildiği hâllerde açılabilecek kademeli dava Alman Medeni Usul Kanunu’nun 254. maddesinde açık olarak düzenlenmiştir. İsviçre hukukunda ise İsviçre Federal Yüksek Mahkemesince usul ekonomisi ve ölçülülük ilkelerine atıfla kademeli dava kabul edilmiş (ilgili bazı kararlar için bkz. İsviçre Federal Yüksek Mahkemesi-BGE, 116 II 215, 1/5/1990; 123 III 340, 17/2/1997), belirsiz alacak davası ise İsviçre Medeni Usul Kanunu’nun 85. maddesinde düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre alacağın miktarının dava tarihi itibarıyla belirlenebilmesi imkânsızsa veya makul kabul edilemiyorsa belirsiz alacak davası açılabilir.

C. Uluslararası Hukuk

1. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi

34. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:

“Herkes medeni hak ve yükümlülükleri ile ilgili uyuşmazlıklar … konusunda karar verecek olan,… bir mahkeme tarafından davasının … görülmesini istemek hakkına sahiptir…”

2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İçtihadı

35. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrasında açık bir biçimde mahkeme veya yargı merciine erişim hakkından söz edilmese de maddede kullanılan terimler bir bütün olarak dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkının da garanti altına alındığı sonucuna ulaşıldığını belirtmiştir (Golder/Birleşik Krallık [GK], B. No: 4451/70, 21/2/1975, §§ 28-36). AİHM’e göre mahkemeye erişim hakkı Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrasında mündemiçtir. Bu çıkarsama, Sözleşmeci devletlere yeni yükümlülük yükleyen genişletici bir yorum olmayıp 6. maddenin birinci fıkrasının birinci cümlesinin lafzının Sözleşme’nin amaç ve hedefleri ile hukukun genel prensiplerinin gözetilerek birlikte okunmasına dayanmaktadır. Sonuç olarak Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrası, herkesin medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili iddialarını mahkeme önüne getirme hakkına sahip olmasını kapsamaktadır (Golder/Birleşik Krallık, § 36).

36. AİHM; adil yargılanmanın bir unsurunu teşkil eden mahkemeye erişim hakkının mutlak olmadığını, doğası gereği devletin düzenleme yapmasını gerektiren bu hakkın belli ölçüde sınırlanabileceğini kabul etmektedir. Ancak AİHM; bu sınırlamaların kişinin mahkemeye erişimini hakkın özünü zedeleyecek şekilde ve genişlikte kısıtlamaması, zayıflatmaması gerektiğini ifade etmektedir. AİHM’e göre meşru bir amaç taşımayan ya da uygulanan araç ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurmayan sınırlamalar Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrasıyla uyumlu olmaz (Sefer Yılmaz ve Meryem Yılmaz/Türkiye, B. No: 611/12, 17/11/2015, § 59; Eşim/Türkiye, B. No: 59601/09, 17/9/2013, § 19; Edificaciones March Gallego S.A./İspanya, B. No: 28028/95, 19/2/1998, § 34).

37. AİHM, dava hakkını süre sınırına bağlayan iç hukuk hükümlerinin yorumlanmasının öncelikli olarak kamu otoritelerinin ve özellikle mahkemelerin görevi olduğunu belirtmekte, rolünün bu yorumun etkilerinin Sözleşme’yle uyumlu olup olmadığının tespitiyle sınırlı olduğunu ifade etmektedir. Süre sınırı getiren kuralların uygun adalet yönetiminin güvence altına alınması amacına dayandığına işaret eden AİHM, bu kuralların veya bunların uygulanmasının ilgililerin ulaşılabilir başvuru yollarına müracaatlarını engelleyecek mahiyette olmaması gerektiğini değerlendirmektedir. AİHM, bu bağlamda her bir olayın somut başvuru yolunun özellikleri ışığında ve Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrasının amaç ve hedefleri çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizmektedir (Eşim/Türkiye, § 20). AİHM, bu ilkeler uyarınca mahkemelerin dava açılabilmesi için öngörülen yasal yükümlülükleri uygularken hem yargılama adaletinin zayıflamasına yol açacak düzeyde aşırı şekilcilikten hem de kanunlarda öngörülen usule ilişkin gereklilikleri abes hâle getirecek seviyede aşırı esneklikten kaçınması gerektiğini belirtmektedir. AİHM, kuralların belirliliği ve iyi adalet yönetimini sağlama amacına hizmet etme işlevlerini yitirmesi hâlinde ve davaların esasının yetkili mahkeme tarafından karara bağlanmasını önleyecek birtakım bariyerler oluşturma fonksiyonu görmeleri durumunda mahkemeye erişim hakkının zedeleneceğini ifade etmektedir (Eşim/Türkiye, § 21).

38. AİHM; tazminat yargılamalarına ilişkin süre sınırını, başvuranın iddiadan ya da bu tür bir iddiayı yapabilmek için gerekli olan olaya ilişkin temellerden haberinin olmadığı ya da olamayacağı bir zamanda başlatıldığında Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci paragrafı kapsamında mahkemeye erişim hakkının zarar görebileceğini belirtmiştir (Kurşun/Türkiye, B. No: 22677/10, 30/10/2018, § 103). AİHM’in Yargı/Türkiye (B. No: 22684/10, 27/4/2021) kararına konu olayda başvurucunun açtığı tazminat davasında ek tazminat talebi zamanaşımı süresinden sonra yapıldığı gerekçesiyle reddedilmiştir. AİHM başvurucunun talep ettiği taşınmazdaki değer kaybı ve kira geliri kaybının hesabının teknik değerlendirmeler ve uzmanlık gerektirdiğini vurgulamıştır. AİHM’e göre mahkemece atanan bilirkişiler tarafından yapılan değerlendirme, başvuranın taşınmazındaki değer kaybının ve kira geliri kaybının kendisi tarafından iddia edilenden daha yüksek olduğunu göstermiştir. Başvurucu, dolayısıyla bilirkişilerin değerlendirmesi ışığında talebini arttırmak üzere başvuruda bulunmuştur (Yargı/Türkiye, § 40). AİHM ayrıca konunun karmaşıklığı gözönüne alındığında başvurucunun ilk davanın başlangıcında yalnızca ilk tazminat davası sırasında bilirkişiler tarafından yapılan değerlendirmeler ile açığa çıkarılan zararın tamamını bilmesinin beklenemeyeceğini değerlendirmiştir (Yargı/Türkiye, § 42). AİHM daha yüksek yargılama harçları ödenmesinin daha yüksek bir miktar talep etmeyi gerektirmenin makul olmadığını belirtmiştir. AİHM sonuç olarak başvurucunun ek dava yoluyla ilk talebini artırma hakkının olayın koşulları altında etkisiz bırakıldığını ve bütün zararı için tazminat talep edemediğini belirterek Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci paragrafı kapsamında mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir (Yargı/Türkiye, §§ 42, 43). AİHM, Doğu/Türkiye (B. No: 16312/10, 27/4/2021) kararında da benzer şekilde ihlal sonucuna varmıştır.

V. İNCELEME VE GEREKÇE

39. Anayasa Mahkemesinin 23/3/2023 tarihinde yapmış olduğu toplantıda başvuru incelenip gereği düşünüldü:

A. Mahkemeye Erişim Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Tazminat Talebinin Sonradan Artırılan Kısmının Zamanaşımı Gerekçesiyle Reddedilmesi Yönünden

a. Başvurucunun İddiaları

40. Başvurucu; bedel artırım dilekçesiyle arttırdığını belirttiği kısım yönünden davanın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğunu, usul kurallarının kapsamının yorum yolu ile daraltılarak hak arama özgürlüğünün sınırlandırılmasının kanunun amacına uygun düşmediğini belirtmiştir. Başvurucu; zararı öğrenmesinin bilirkişi raporu sonucu parasal tutarı öğrenmesi ile gerçekleştiğini, maddi zararının 27/10/2016 tarihli bilirkişi raporunda tespit edilmesinin ardından süresinde bedel artırım dilekçesi verdiğini ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca ilk olarak açtığı kısmi dava henüz sonuçlanmamışken 6100 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesiyle birlikte ek dava olarak belirsiz alacak davası niteliğinde dava açtığını, buna hukuki açıdan bir engel bulunmadığını ileri sürmüştür. Başvurucu son olarak Mahkemenin uzun yıllar kusur raporunun sonucunu beklediğini, zamanaşımı süresinin geçirilmesinde herhangi bir kusurunun olmadığını belirterek Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir.

b. Değerlendirme

41. Anayasa’nın iddianın değerlendirilmesinde dayanak alınacak “Hak arama hürriyeti” kenar başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası şöyledir:

“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”

42. Başvuru, adil yargılanma hakkı çerçevesinde, mahkemeye erişim hakkı kapsamında incelenmiştir.

i. Kabul Edilebilirlik Yönünden

43. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

ii. Esas Yönünden

(1) Hakkın Kapsamı ve Müdahalenin Varlığı

44. Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddiada bulunma ve savunma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Dolayısıyla mahkemeye erişim hakkı, Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğünün bir unsurudur. Diğer yandan Anayasa’nın 36. maddesine “adil yargılanma” ibaresinin eklenmesine ilişkin gerekçede, Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de güvence altına alınan adil yargılanma hakkının madde metnine dâhil edildiği vurgulanmıştır. Sözleşme’yi yorumlayan AİHM, Sözleşme’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının mahkemeye erişim hakkını içerdiğini belirtmektedir (Özbakım Özel Sağlık Hiz. İnş. Tur. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. No: 2014/13156, 20/4/2017, § 34).

45. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan hak arama özgürlüğü, bir temel hak olmanın yanında diğer temel hak ve özgürlüklerden gereken şekilde yararlanılmayı ve bunların korunmasını sağlayan en etkili güvencelerden biridir. Bu bakımdan davanın bir mahkeme tarafından görülebilmesi ve kişinin adil yargılanma hakkı kapsamına giren güvencelerden faydalanabilmesi için ilk olarak kişiye iddialarını ortaya koyma imkânının tanınması gerekir. Diğer bir ifadeyle dava yoksa adil yargılanma hakkının sağladığı güvencelerden yararlanmak mümkün olmaz (Mohammed Aynosah, B. No: 2013/8896, 23/2/2016, § 33).

46. Mahkemeye erişim hakkı bir uyuşmazlığı mahkeme önüne taşıyabilmek ve uyuşmazlığın etkili bir şekilde karara bağlanmasını isteyebilmek anlamına gelmektedir (Özkan Şen, B. No: 2012/791, 7/11/2013, § 52).

47. Başvurucunun açtığı davanın bedel artırım olarak nitelediği dilekçesiyle tutar olarak arttırdığını belirttiği kısım yönünden zamanaşımı nedeniyle reddedilmesi mahkemeye erişim hakkına müdahale teşkil etmektedir.

(2) Müdahalenin İhlal Oluşturup Oluşturmadığı

48. Anayasa’nın 13. maddesi şöyledir:

“Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

49. Yukarıda anılan müdahale, Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen koşulları yerine getirmediği müddetçe Anayasa’nın 36. maddesinin ihlalini teşkil edecektir. Anılan madde uyarınca temel hak ve özgürlükler, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olmaksızın Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.

(a) Kanunilik

50. Hak ve özgürlüklerin, bunlara yapılacak müdahalelerin ve sınırlandırmaların kanunla düzenlenmesi bu haklara ve özgürlüklere keyfî müdahaleyi engelleyen, hukuk güvenliğini sağlayan demokratik hukuk devletinin en önemli unsurlarından biridir (Tahsin Erdoğan, B. No: 2012/1246, 6/2/2014, § 60).

51. Müdahalenin kanuna dayalı olması öncelikle şeklî manada bir kanunun varlığını zorunlu kılar. Şeklî manada kanun, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından Anayasa’da belirtilen usule uygun olarak kanun adı altında çıkarılan düzenleyici yasama işlemidir. Hak ve özgürlüklere müdahale edilmesi ancak yasama organınca kanun adı altında çıkarılan düzenleyici işlemlerde müdahaleye imkân tanıyan bir hükmün bulunması şartına bağlıdır. TBMM tarafından çıkarılan şeklî anlamda bir kanun hükmünün bulunmaması hakka yapılan müdahaleyi anayasal temelden yoksun bırakır (Ali Hıdır Akyol ve diğerleri [GK], B. No: 2015/17510, 18/10/2017, § 56).

52. Kanunun varlığı kadar kanun metninin ve uygulamasının da bireylerin davranışlarının sonucunu öngörebileceği kadar hukuki belirlilik taşıması gerekir. Bir diğer ifadeyle kanunun kalitesi de kanunilik koşulunun sağlanıp sağlanmadığının tespitinde önem arz etmektedir (Necmiye Çiftçi ve diğerleri, B. No: 2013/1301, 30/12/2014, § 55). Müdahalenin kanuna dayalı olması, iç hukukta müdahaleye ilişkin yeterince ulaşılabilir ve öngörülebilir kuralların bulunmasını gerektirmektedir (Türkiye İş Bankası A.Ş. [GK], B. No: 2014/6192, 12/11/2014, § 44).

53. Somut olayda başvurucunun açtığı ikinci davada bilirkişi raporunun tebliği sonrası arttırdığı kısım zamanaşımı nedeniyle reddedilmiştir. Anılan kararda, arttırılan kısma ilişkin alacağın zamanaşımı nedeniyle reddedilmesinin başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yönelik bir müdahale teşkil ettiği, 818 sayılı mülga Kanun’un 125. ve 6098 sayılı Kanun’un 146. maddelerine göre verilen zamanaşımı kararıyla başvurucunun mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahalenin kanuni dayanağının bulunduğu görülmüştür.

(b) Meşru Amaç

54. Hukuki işlem ve kuralların sürekli dava tehdidi altında olması hukuk devletinin unsurları olan hukuki güvenlik ve istikrar ilkeleriyle bağdaşmaz. Bu nedenle mahkemeye erişim hakkı ile hukuki güvenlik ve istikrar gerekleri arasında makul bir denge gözetilmelidir (AYM, E.2014/177, K.2015/49, 14/5/2015). Dava açılmasının belli bir süre koşuluna bağlanmasının hukuki güvenlik ve istikrarın sağlanması ile mahkemeye erişim hakkı arasında makul bir denge kurulması amacına yönelik olduğu anlaşılmaktadır. Bu sebeple dava hakkının on yıllık süre koşuluyla sınırlandırılmasının meşru bir amaca yönelik olduğu sonucuna ulaşılmıştır.

(c) Ölçülülük

(i) Genel İlkeler

55. Anayasa’nın 13. maddesi uyarınca hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasında dikkate alınacak ölçütlerden biri olan ölçülülük, hukuk devleti ilkesinden doğmaktadır. Hukuk devletinde hak ve özgürlüklerin sınırlandırılması istisnai bir yetki olduğundan bu yetki ancak durumun gerektirdiği ölçüde kullanılması koşuluyla haklı bir temele oturabilir. Bireylerin hak ve özgürlüklerinin somut koşulların gerektirdiğinden daha fazla sınırlandırılması kamu otoritelerine tanınan yetkinin aşılması anlamına geleceğinden hukuk devletiyle bağdaşmaz (AYM, E.2013/95, K.2014/176, 13/11/2014).

56. Ölçülülük ilkesi elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere üç alt ilkeden oluşmaktadır. Elverişlilik öngörülen müdahalenin ulaşılmak istenen amacı gerçekleştirmeye elverişli olmasını, gereklilik ulaşılmak istenen amaç bakımından müdahalenin zorunlu olmasını yani aynı amaca daha hafif bir müdahale ile ulaşılmasının mümkün olmamasını, orantılılık ise bireyin hakkına yapılan müdahale ile ulaşılmak istenen amaç arasında makul bir dengenin gözetilmesi gerekliliğini ifade etmektedir (AYM, E.2011/111, K.2012/56, 11/4/2012; E.2013/66, K.2014/19, 29/1/2014; E.2016/16, K.2016/37, 5/5/2016; Mehmet Akdoğan ve diğerleri, B. No: 2013/817, 19/12/2013, § 38).

57. Mahkemeye erişim hakkının sınırlandırılması için seçilen aracın öngörülen amaca ulaşılabilmesi bakımından elverişli olması gerekir. Ayrıca seçilen araç bu hakkı en az zedeleyici nitelikte olmalıdır. Bununla birlikte hakkı daha az zedeleyen aracın tercih edilmesi gerektiğinin söylenebilmesi için söz konusu araç aynı amacı gerçekleştirmeye uygun olmalıdır. Daha hafif sınırlama teşkil eden aracın tercih edilmesi hâlinde öngörülen amaç gerçekleşmeyecek ise daha ağır müdahale oluşturan aracın seçimi hususundaki tercih, Anayasa’ya aykırı olmaz. Bunun dışında hangi müdahale aracının tercih edileceği hususunda kamu otoritelerinin belli ölçüde takdir yetkisi bulunmaktadır (Mustafa Berberoğlu, B. No: 2015/3324, 26/2/2020, § 48).

58. Öte yandan mahkemeye erişim hakkına yönelik müdahaleler orantılı olmalıdır. Orantılılık, amaç ile araç arasında adil bir denge kurulmasını gerektirmektedir. Buna göre mahkemeye erişim hakkına getirilen sınırlamayla ulaşılmak istenen meşru amaç ve başvurucunun mahkemeye erişim hakkından yararlanmasındaki bireysel yarar arasında makul bir orantı kurulmalıdır. Hedeflenen amaca ulaşıldığında elde edilecek kamusal yararla kıyaslandığında sınırlama ile kişiye yüklenen külfetin aşırı ve orantısız olmaması gerekir (Mustafa Berberoğlu, § 49).

(ii) İlkelerin Olaya Uygulanması

59. Anayasa Mahkemesi, Gülhan Dursun (B. No: 2016/9312, 27/11/2019) başvurusunda, davanın ıslah ile artırılan kısmının zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal etmediği sonucuna ulaşmıştır. Mahkeme bu sonuca varırken özellikle tazminat miktarı tam olarak belirlenebilir olmasa da başvurucunun zararını yaklaşık olarak hesaplamak suretiyle zamanaşımı süresi içinde ıslah talebinde bulunmasının mümkün olduğuna dayanmıştır. Karara göre başvurucunun tazminat davasıyla eş zamanlı olarak yürütülen ceza yargılamasındaki belge ve raporlara dayanarak uğradığı maddi zararın yaklaşık tutarını haricen uzman kişilere hesaplattırarak ıslah talebinde bulunması mümkündür. Sözü edilen Bölüm kararının Türk hukukundaki ve uluslararası hukuktaki gelişmeler dikkate alınarak gözden geçirilmesi gerektiği düşüncesiyle bu başvuru Bölüm tarafından Genel Kurula sevk edilmiştir.

60. Anayasa Mahkemesinin asli görevinin Anayasa’yı yorumlamak, Anayasa’da yer alan temel hak ve özgürlüklerin kapsam ve sınırlarını belirlemek olduğu kuşkusuzdur.

61. Başvuru konusu davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan 1086 sayılı mülga Kanun hükümleri ve yargısal uygulamalara göre kısmi davalarda saklı tutulan fazlaya ilişkin haklar ek bir dava ile istenebileceği gibi aynı davada müddeabihin artırılması, harç yatırılarak ıslah dilekçesi verilmesiyle de talep edilebilecektir.

62. Bununla birlikte dava tarihinden sonra 1/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesi ile belirsiz alacak davası adıyla yeni bir dava türü düzenlenmiştir. Belirsiz alacak davası, davanın açıldığı tarihte alacağını tam olarak hesaplayamayan davacının zamanaşımı nedeniyle hak kaybına uğramasının önlenmesini hedeflemektedir. Böylece davacı, dava dilekçesinde alacağın tam miktarını gösterme mecburiyetinden kurtulmakta; yargılama sırasında tespit edilen gerçek alacak miktarına -davanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın ve zamanaşımı riskiyle karşılaşmaksızın- kavuşma imkânı elde etmektedir. Dolayısıyla belirsiz alacak davasının alacaklının mahkemeye erişim hakkından yararlanması bakımından bazı avantajlar getirdiği anlaşılmaktadır.

63. 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesinin gerekçesinden de anlaşılacağı üzere belirsiz alacak davasının öngörülme amacı hak arama hürriyetinden yararlanılmayı sağlamak ve kişilerin mahkemeye erişimlerini kolaylaştırmaktır. Kanun koyucu, alacaklının alacağını tam olarak hesaplamasının mümkün olmadığı durumlarda usule ilişkin bazı sebeplerle hak kaybına uğramasını önlemek amacıyla belirsiz alacak davası açma imkânı getirmiştir. Nitekim söz konusu müessesesinin karşılaştırmalı hukukta da usul ekonomisi ve ölçülülük ilkeleri çerçevesinde gerek kanuni düzenlemeler gerekse de yargısal içtihat yoluyla kabul edildiği görülmüştür (bkz. § 33).

64. Başvurucu 5/1/2005 tarihinde gerçekleşen iş kazasından sonra 6/8/2007 tarihinde fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla 2.000 TL maddi tazminat talepli dava açmıştır. Başvurucu daha sonra 31/12/2014 tarihinde belirsiz alacak davası olarak nitelediği ikinci davayı açmış ve 5.000 TL maddi 20.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvurucunun açtığı ikinci dava 12/1/2015 tarihinde ilk dava ile birleştirilmiş ve yapılan bilirkişi incelemesi sonucu maddi zarar 121.312,31 TL olarak belirlenmiştir. Bilirkişi raporunun tebliği üzerine başvurucu 8/11/2016 tarihli dilekçe ile maddi tazminat talebini bilirkişi raporundaki tutar kadar arttırmış, Mahkeme de başvurucunun davasını kabul etmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi, açılan ek davanın asıl davanın devamı niteliğinde olup ilk dava dosyası ile birleştirildiğinden başvurucunun yaptığı bedel artırımının gerçekte ıslah işlemi olduğunu belirtmiştir. Bölge Adliye Mahkemesi bu yorumdan hareketle iş kazasının meydana geldiği tarihten itibaren başlayan zamanaşımının ıslah dilekçesinin sunulduğu 8/11/2016 tarihinde dolduğu gerekçesiyle bilirkişi raporu doğrultusunda artırılan maddi tazminat kısmı yönünden davayı reddetmiş, başvurucuya yalnızca 7.000 TL maddi ve 20.000 TL manevi tazminatın ödenmesine hükmetmiştir (bkz. § 16).

65. Başvuruya konu olayda, iş kazasından kaynaklanan tazminat talebinin daha sonra artırılan kısmının zamanaşımına uğrayıp uğramadığını tespit etmek Anayasa Mahkemesinin görevi değildir. Anayasa Mahkemesinin bu yönüyle yapacağı denetim Bölge Adliye Mahkemesinin yaptığı değerlendirmenin sonucu itibarıyla ölçülü olup olmadığı ve başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet getirilip getirilmediği hususlarının değerlendirilmesine ilişkindir (İsmail Avcı, B. No: 2019/12190, 22/2/2022, §§ 37-56). Başvurunun koşulları dikkate alındığında müdahalenin elverişliliği ve gerekliliği yönünden bir değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir. Buna göre müdahalenin yukarıda değinilen amaçları ile kullanılan aracın ve dolayısıyla başvurucuya yüklenen külfetin ağırlığı karşılaştırılarak orantılılık ölçütü yönünden sonuca varılacaktır.

66. Somut olayda başvurucu her iki davayı Kanun’da öngörülen süre içinde açmış ve toplamda 7.000 TL maddi, 20.000 TL manevi tazminat talep etmiştir. Bununla birlikte dava sürecinde Mahkemece atanan bilirkişiler tarafından yapılan değerlendirmede başvurucunun daimî ve geçici iş göremezlik zararının toplam 121.312,31 TL olarak belirlendiği ve bu tutarın başvurucunun iddia ettiğinden daha yüksek olduğu görülmüştür. Başvurucu bilirkişilerin bu değerlendirmesi ışığında talebini arttırmak üzere Mahkemeye talepte bulunmuştur. Başvurucunun söz konusu zararı bilirkişi raporu alınmadan bilebilmesi ihtimalinin olmadığı ortadadır. Bununla birlikte Bölge Adliye Mahkemesi, başvurucunun olay tarihinden itibaren başlayan on yıllık yasal süre sınırı içinde ıslah talebinde bulunmadığını belirterek ıslah olarak nitelediği alacak tutarı yönünden zamanaşımı süresinin geçtiği sonucuna varmıştır.

67. Mevcut davaya özgü koşullar dikkate alındığında zamanaşımı süresinin bu şekilde uygulanması başvurucuyu tazminatın tamamını talep edebilme imkânından mahrum bırakmaktadır. Nitekim söz konusu zararın parasal karşılığı ancak ikinci tazminat davası sonrasında bilirkişiler tarafından yapılan değerlendirmeler ile açıklığa kavuşturulmuştur. Üstelik ilgili bilirkişi raporu ancak başvurucunun ilk davayı açmasından yaklaşık 9 yıl, ikinci davayı açmasından ise yaklaşık 1 yıl 10 ay geçtikten sonra düzenlenebilmiştir.

68. Davaya konu söz konusu zararın tespit edilmesi teknik değerlendirmeler içermekte, dolayısıyla belli bir uzmanlık gerektirmektedir. Mahkeme bu nedenle başvurucunun zararının boyutunun belirlenebilmesi için bilirkişi raporu hazırlanmasına karar vermiştir. Dolayısıyla davanın niteliği ve meselenin karmaşıklığı gözönüne alındığında bilirkişiler tarafından yapılan değerlendirmeler ile açığa çıkarılan zararının tamamını yargılamanın başlangıcında bilmesinin başvurucudan beklenemeyeceği, bu sebeple başvurucunun tüm zararı için tazminat talep edemediği kanaatine ulaşılmıştır.

69. Nitekim karşılaştırmalı hukukta bireylerin yargılamanın başında alacak veya tazminat miktarını belirleyebilmelerinin kendilerinden beklenemeyeceği hâllerde belirsiz alacak davası veya kademeli dava açabilmeleri mümkündür (bkz. § 33). Türk hukukunda da belirsiz alacak davası kabul edilmiştir (bkz. § 22). Türk hukukunda bu düzenlemenin kabulünden önceki döneme ilişkin olarak açılan kısmi davalarda başvurucuların zararın miktarını dava tarihi itibarıyla öğrenebilmelerinin kendilerinden beklenemeyeceğine işaret eden AİHM, zamanaşımı sebebiyle bedelin artırılması talebinin reddedilmesinin mahkemeye erişim hakkını ihlal ettiği sonucuna ulaşmıştır (bkz. § 38).

70. Somut başvuruda ise Bölge Adliye Mahkemesi, açılan ek davanın asıl davanın devamı niteliğinde olup ek davayı ilk dava dosyası ile birleştirdiğinden başvurucunun yaptığı bedel artırımının gerçekte ıslah işlemi olduğu sonucuna ulaşmıştır. Bölge Adliye Mahkemesine göre iş kazasının meydana geldiği tarihten başlayan zamanaşımı süresi dilekçenin sunulduğu tarihte dolmuştur. Bu çerçevede bilirkişi raporu doğrultusunda artırılan kısma yönelik olarak dava reddedilmiştir. Dolayısıyla belirsiz alacak davasına ilişkin getirilen yeni düzenleme ikinci davanın açıldığı tarih itibarıyla yürürlükte olduğu hâlde uygulanmamıştır.

71. Anayasa’nın 11. maddesi uyarınca Anayasa hükümleri yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır. Buna göre kamu gücü kullanan makamların her türlü iş ve işlemlerinde öncelikle Anayasa hükümlerini gözetmeleri zorunludur. Diğer taraftan Anayasa’nın 138. maddesine göre hâkimler Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler. Görüldüğü üzere yargı organlarının uyuşmazlıkları öncelikle Anayasa hükümlerini dikkate alarak çözüme kavuşturmaları anayasal bir zorunluluktur. Bu bağlamda bireysel başvurunun ikincilliği ilkesi Anayasa Mahkemesinin ilk elden yani doğrudan inceleme yapmamasını ifade ettiği gibi esas itibarıyla idari ve yargısal makamların önlerindeki meseleleri ve uyuşmazlıkları öncelikle Anayasa’ya uygun biçimde sonuca bağlamaları yönünden birincil derecede sorumlu olduklarını göstermektedir (bazı değişikliklerle birlikte bkz. Mehmet Apaydın, B. No: 2015/13099, 8/1/2020, § 46).

72. Nitekim özellikle temel kanunlarda öngörülen dürüstlük ve iyi niyet kuralları, hakkın kötüye kullanılması yasağı gibi genel ilkeler ile bazı hâllerde olayın özelliklerine ve durumun gereklerine göre hâkime takdir yetkisi tanınması uyuşmazlıkların çözümünde Anayasa’ya uygun yorum imkânı tanıyan söz konusu etkili hukuksal korumanın bir gereği olarak görülmelidir. Dolayısıyla ister özel kişiler arası isterse de taraflardan birinin kamu gücü olduğu uyuşmazlıklar olsun her durumda hâkimin hukuk kurallarını Anayasa’ya uygun bir biçimde yorumlaması ve yargı yetkisinin kullanımı çerçevesinde özellikle Anayasa ile güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerin korunmasını gözetmesi beklenmektedir (Mehmet Apaydın, § 47).

73. Somut başvuruda ise başvurucunun dava tarihi itibarıyla davaya konu tazminat miktarını tespit edebilmesinin mümkün olmadığı, tazminat tutarının ancak bilirkişi raporuyla belirlenebildiği ve bu raporun ise zamanaşımı süresinin geçmesine yol açacak şekilde olay tarihinden itibaren 11 yılı aşkın, ilk dava tarihinden itibaren ise yaklaşık 9 yıllık bir süre geçtikten sonra alınabildiği gözetilmelidir. Üstelik başvurucunun bu sürenin uzamasına yönelik bir kusuru da ortaya konulamamıştır. Başvurucunun zamanaşımı süresi dolmadan önce talep edeceği tazminat tutarını gerekirse uzman görüşü de alarak yaklaşık olarak belirleyebileceği şeklindeki bir yorum ise davanın sonunda aleyhe hükmedilebilecek yargılama giderleri de dikkate alındığında adaletin iyi yönetimi ilkesiyle bağdaşmayacağı gibi böylesine bir kabul, Anayasa’nın 141. maddesinin son fıkrasında öngörülen “Davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir.” şeklindeki hüküm ile de bağdaşmamaktadır. Neticede Bölge Adliye Mahkemesinin zamanaşımı süresinin başlangıcı yönünden zararın öğrenilmesi kavramını dar yorumlamak suretiyle başvurucunun zararının miktarını dava açtığı tarihte bilebilmesinin mümkün olmadığı hususunu dikkate almaması, başvurucunun bilirkişi raporuyla belirlenen tazminat tutarının tamamını talep edebilme imkânını ortadan kaldırmıştır. Ayrıca Bölge Adliye Mahkemesinin belirsiz olarak açılan ikinci davayı da ilk davanın devamı olarak kabul ederek belirsiz alacak davasına ilişkin kanun hükümlerini uygulamadığına da dikkati çekmek gerekir. Dolayısıyla somut olayın koşulları altında davaya konu alacağın niteliği ve yargılama sırasında belirlenen miktar da dikkate alındığında mahkemeye erişim hakkına yapılan müdahale başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklemiştir.

74. Sonuç olarak başvurucunun açtığı ikinci davadan sonra artırdığı alacak talebinin zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesine ilişkin yorumun başvurucuya şahsi olarak aşırı bir külfet yüklediği, başvurucunun katlanmak zorunda kaldığı külfet hedeflenen meşru amaçla karşılaştırıldığında külfetin orantısız olduğu, dolayısıyla müdahalenin ölçülü olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.

75. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

2. Aleyhe Vekâlet Ücretine Hükmedilmesi Yönünden

76. Başvurucu; yargılama sonucunda aleyhine hükmedilen vekâlet ücretinin yüksek olduğunu, tazminat bedeline yakın vekâlet ücretine hükmedildiğini belirterek mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini iddia etmiştir. Yukarıda değinildiği üzere Anayasa’nın 36. maddesi kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği sonucuna varıldığından başvurucunun bu başlık altında ileri sürdüğü şikâyet hakkında bu aşamada ayrıca değerlendirme yapılmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekir.

B. Makul Sürede Yargılanma Hakkının İhlal Edildiğine İlişkin İddia

1. Başvurucunun İddiaları

77. Başvurucu, uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.

2. Değerlendirme

a. Kabul Edilebilirlik Yönünden

78. Açıkça dayanaktan yoksun olmadığı ve kabul edilemezliğine karar verilmesini gerektirecek başka bir neden de bulunmadığı anlaşılan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.

b. Esas Yönünden

79. Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın süresi tespit edilirken sürenin başlangıç tarihi olarak davanın ikame edildiği tarih, sürenin sona erdiği tarih olarak -çoğu zaman icra aşamasını da kapsayacak şekilde- yargılamanın sona erdiği tarih, yargılaması devam eden davalar yönünden ise Anayasa Mahkemesinin makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetle ilgili kararını verdiği tarih esas alınır (Güher Ergun ve diğerleri, B. No: 2012/13, 2/7/2013, §§ 50, 52). Medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılama süresinin makul olup olmadığı değerlendirilirken yargılamanın karmaşıklığı ve kaç dereceli olduğu, tarafların ve ilgili makamların yargılama sürecindeki tutumu ve başvurucunun yargılamanın süratle sonuçlandırılmasındaki menfaatinin niteliği gibi hususlar dikkate alınır (Güher Ergun ve diğerleri, §§ 41, 45).

80. Anılan ilkeler ve Anayasa Mahkemesinin benzer başvurularda verdiği kararlar dikkate alındığında üç dereceli yargılamada 11 yıl 3 aylık yargılama süresinin makul olmadığı sonucuna varmak gerekir.

81. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.

C. 6216 Sayılı Kanun’un 50. Maddesi Yönünden

82. Başvurucu, ihlalin tespit edilmesini ve yargılamanın yenilenmesine hükmedilmesini talep etmiştir. Ayrıca makul sürede yargılanma hakkının ihlali nedeniyle maddi ve manevi tazminata karar verilmesini istemiştir.

83. Başvuruda tespit edilen hak ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmaktadır. Bu kapsamda kararın gönderildiği yargı mercilerince yapılması gereken iş, yeniden yargılama işlemlerini başlatmak ve Anayasa Mahkemesini ihlal sonucuna ulaştıran nedenleri gideren, ihlal kararında belirtilen ilkelere uygun yeni bir karar vermektir (Mehmet Doğan [GK], B. No: 2014/8875, 7/6/2018, §§ 54-60; Aligül Alkaya ve diğerleri (2), B. No: 2016/12506, 7/11/2019, §§ 53-60, 66; Kadri Enis Berberoğlu (3) [GK], B. No: 2020/32949, 21/1/2021, §§ 93-100).

84. Yeniden yargılama yapılmasına karar verilmesi mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçları bakımından yeterli bir giderim oluşturduğundan başvurucunun maddi tazminat talebinin reddine karar verilmesi gerekir.

85. Öte yandan makul sürede yargılanma hakkı yönünden ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında net 58.000 TL manevi tazminatın başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

86. Dosyadaki belgelerden tespit edilen 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.

VI. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. 1. Mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

2. Makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,

B. 1. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki mahkemeye erişim hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

2. Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı kapsamındaki makul sürede yargılanma hakkının İHLAL EDİLDİĞİNE,

C. Aleyhe vekâlet ücretine hükmedilmesine yönelik iddianın İNCELENMESİNE YER OLMADIĞINA,

D. Kararın bir örneğinin mahkemeye erişim hakkının ihlalinin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmak amacıyla Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesine (E.2017/638, K.2017/592) iletilmek üzere Ankara 1. İş Mahkemesine (E.2007/749, K.2016/953) GÖNDERİLMESİNE,

E. Başvurucuya net 58.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,

F. 294,70 TL harç ve 9.900 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 10.194,70 TL yargılama giderinin başvurucuya ÖDENMESİNE,

G. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,

H. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 23/3/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ- EN AZ İKİ ARAMA TANIĞI BULUNMADAN YAPILAN ARAMANIN HUKUKA AYKIRI DELİL NİTELİĞİNDE OLDUĞU- SANIĞIN UYUŞTURUCU MADDE BULUNDURMASINA İLİŞKİN BEYANI

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi

2022/15582 E. , 2023/5298 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2020/2199 E., 2020/3254 K.
SUÇ : Uyuşturucu madde ticareti yapma
HÜKÜM : Hükmün düzeltilerek istinaf başvurusunun esastan reddi

İlk Derece Mahkemesince verilen hükme yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmiştir.

I. HUKUKİ SÜREÇ
A. Fethiye Ağır Ceza Mahkemesinin, 13.10.2020 tarihli ve 2019/373 Esas, 2020/299 Karar sayılı kararı ile sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 188 inci maddesinin üçüncü fıkrası, dördüncü fıkrasının (a) bendi, 62 nci maddesi, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası, 53 üncü maddesinin birinci, ikinci fıkrası ile üçüncü fıkrasının ilk cümlesi uyarınca 12 yıl 6 ay hapis ve 25.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluklarına karar verilmiştir.
B. … Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesinin, 29.12.2020 tarihli ve 2020/2199 Esas, 2020/3254 Karar sayılı kararı ile, sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükümdeki hukuka aykırılıklar düzeltilerek, hükme yönelik sanık müdafiinin istinaf başvurusunun 5271 sayılı Kanun’un 280 inci maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca esastan reddine karar verilmiştir.
C. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca özetle; hükmün düzeltilerek onanması yönünde karar verilmesi görüşünü içeren Tebliğname ile dava dosyası Daireye tevdi edilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ

Sanık müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Suçun unsurlarının oluşmadığına,
2. Yeterli delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
3. Eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturacağına,
4. 5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı şekilde ikamet araması yapıldığı, arama işlemi esnasında sadece bir azanın hazır olarak bulunduğu bu şekilde hukuka aykırı elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağına,İlişkindir.

III. OLAY VE OLGULAR

Temyizin kapsamına göre;

A. İlk Derece Mahkemesinin Kabulü
Sanığın yabancı müşterilere uyuşturucu madde sattığına ilişkin edinilen bilgi üzerine, ikametinde yapılan aramada suç konusu esrar ve kokainin ele geçirildiği; ele geçen uyuşturucu maddelerin çeşitliliği ve suça konu kokainin kişisel kullanım sınırının çok üzerinde olması hususu birlikte değerlendirdiğinde, sanığın ikametinde ele geçen uyuşturucu maddeleri ticari amaçla bulundurmak suretiyle uyuşturucu madde ticareti yapma suçunu işlediği gerekçesiyle mahkûmiyetine karar verilmiştir.
B. Bölge Adliye Mahkemesinin Kabulü
İlk Derece Mahkemesince kabul edilen olay ve olgular konusunda, Bölge Adliye Mahkemesince sanık hakkındaki hükmün, ele geçen maddenin miktarı dikkate alınarak 5237 sayılı Kanun’un 61 inci maddesindeki ölçütler ile 3 üncü maddesindeki orantılılık ilkesi gereğince temel hapis cezasının alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi hususu eleştirilip, 5237 sayılı Kanun’un 53 üncü maddesinin uygulanması ile ilgili olarak 7242 sayılı Kanun’un 10 uncu maddesi ile yapılan değişikliğin gözetilmemesi ve şahit numunelerin müsadere edilmemesi nedenleriyle oluşan hukuka aykırılıklar düzeltilerek İlk Derece Mahkemesi hükmüne yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

IV. GEREKÇE

5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasında “Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur” hükmünün düzenlendiği, söz konusu hüküm gereği, “ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi”nin aramanın başından sonuna kadar hazır bulundurulmasının zorunluğu olduğu, Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.02.2020 tarih ve 2016/18-1146 Esas, 2020/68 Karar sayılı kararında bahsedildiği üzere “kollukça yapılan aramalarda arama tanığı bulundurma zorunluğunun kabul edilme sebebinin ileride doğabilecek iddiaların, aslında orada olmayan delillerin görevlilerce yerleştirildiği gibi uygulamada sıklıkla karşılaşılan suçlamaların önüne geçmek ve böylece aramanın her türlü şüpheden uzak bir şekilde yapılmasını ve arama sonucunda elde edilen delillerin güvenilirliğini sağlamak olduğu”, 5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olarak “ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi hazır bulundurulmaksızın yapılan aramanın icrası bakımından hukuka aykırı olduğu ve bu arama işlemi sırasında ele geçirilen delillerin de hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olduğu”, 5271 sayılı Kanun’un yüklenen suçun, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği hükmünü düzenleyen 217 inci
maddesinin ikinci fıkrası ile kanuna aykırı olarak elde edilen delilin reddolunacağı hükmünü düzenleyen 206 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca hukuka uygun elde edilmeyen delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağı hususları gözetilerek yapılan incelemede;
5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına aykırı olarak sanığa ait evde yapılan arama sırasında sadece ihtiyar heyetinden bir azanın hazır bulundurulduğu, bunun dışında ihtiyar heyetinden veya komşulardan bir kişinin daha aramanın başından sonuna kadar hazır bulundurulmadığı, yukarıdaki açıklamalar ışığında sanığa ait evde yapılan arama sonucu ele geçirilen uyuşturucu maddelerin hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil niteliğinde olduğu ve mahkûmiyet hükmüne esas alınamayacağı, sanığın tüm aşamalarda hukuka aykırı arama sonucu bulunan uyuşturucu maddelerin varlığını ve zilyetliğini kabul etmesinin, delillerin hukuka aykırı olarak elde edilmiş olduğunu bertaraf etmeyeceği, evde ele geçirilen uyuşturucu madde dışında uyuşturucu madde ticareti yapıldığına ilişkin başkaca da bir delil bulunmadığı gözetilmeden beraat yerine mahkûmiyet kararı verilmesi hukuka aykırı görülmüştür.

V. KARAR

Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle sanık müdafiinin temyiz istemi yerinde görüldüğünden … Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesinin, 29.12.2020 tarihli ve 2020/2199 Esas, 2020/3254 Karar sayılı kararının 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy çokluğuyla BOZULMASINA,
Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi uyarınca Fethiye Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise … Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
08.06.2023 tarihinde karar verildi.

(Karşı Oy)
(Karşı Oy)

KARŞI OY

Ceza yargılamasının amacının maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde ortaya çıkarılması olduğu, bu nedenle 5271 sayılı Kanun’un 217 nci maddesinde “yüklenen suçun, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği” hükmüne yer verildiği bu anlamda bir suç soruşturması kapsamında hükümlünün konutunda veya üzerinde yapılacak aramanın da nasıl yapılacağı hususunun 5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasında açıkça düzenlendiği tartışmasız olup tartışma konusu olan husus; söz konusu maddenin dördüncü fıkrasında yer alan arama sırasında ” ihtiyar heyeti üyelerinden veya komşulardan iki kişi hazır bulundurulur” şeklindeki son cümlesine aykırı olarak arama işlem tanığı olarak isimlendirilen bu kişi ya da kişiler bulunmadan yapılan aramanın hukuka mutlak aykırı olup olmadığı ve bu suretle ele geçen delillerin hükme esas alınıp alınamayacağına ilişkindir.

5271 sayılı Kanun’un 119 uncu maddesinin dördüncü fıkrasının son cümlesindeki işlem tanığı bulundurma zorunluluğu düzenlemesinin amacının bir taraftan kişilerin ev ya da işyeri gibi umuma açık olmayan mahrem alanlarında yapılacak aramanın daha sıkı şartlara tabi tutularak hukuk devletinin gereği olan bireyin hukuki güvenliğinin en üst düzeyde sağlanması diğer taraftan Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.02.2020 tarih, 2016/18-1146 Esas, 2020/68 sayılı kararında olduğu gibi ” aslında oradan olmayan delillerin görevlilerce yerleştirildiği gibi ” iddiaların önlenmesi ve delillerin güvenilirliğinin sağlanması olduğu izahtan varestedir. Görüldüğü üzere Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararında da işlem tanığı bulundurma zorunluluğunun işlemin sıhhatine yönelik olmayıp sahtelik iddialarının önüne geçilmesi şeklinde olduğu söz konusu maddenin parlemento gerekçesinde de 118 inci maddenin ikinci fıkrasında belirtilen; suç üstü hali ve gecikmesinde sakınca bulunan hallerde bu hususa uyma zorunluluğunun bulunmadığı açıklamalarından da bu eksikliğin mutlak hukuka aykırılık olarak görülmediği, nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.06.2007 tarih ve 147-159 ve 13/03/2012 tarih 278-96 Esas ve Karar sayılı kararlarında “sırf arama sırasındaki şekle ilişkin bu koşulun ihlal edilmesine dayanılarak yapılan arama işlemenin hukuka aykırı sayılamayacağı gibi delillerin de hukuka aykırı biçimde ele geçirilmiş delil olarak nitelendirilemeyeceğinin belirtildiği, aynı hususta Anayasa Mahkemesinin Jakop Gabriel davasında 15.04.2015 tarih, 2013/2392 bireysel başvuru nolu kararında da “başvurucunun konutunda icra edilen arama işlemindeki kanunda belirtilen usule ilişkin eksikliğin bu işlemin sıhhatini ve bu işlem sonucunda elde edilen delillerin gerçekliğini şüpheli hale getirmediği, anılan eksikliğe rağmen bu aramada ele geçen delillerin esas alınarak mahkûmiyetle sonuçlanan yargılamanın adilliğini zedelemediği” tespiti yapılarak bu şekli eksikliğini aramayı ve ele geçen delilleri şüpheli hale getirmediği dolayısı ile hukuka aykırı elde edilen delilden söz edilemeyeceği belirtilmek suretiyle; söz konusu kararlarla bir taraftan bireyin hukuk güvenliği sağlanırken diğer taraftan 5237 sayılı Kanun’un Kamunun Sağlığına Karşı Suçlar başlığı altında düzenlenen orta okul önlerine kadar
yaygınlaşmış olan ve her geçen gün mücadele etmenin zorlaştığı uyuşturucu madde ticaretine yönelik suçlarda yasal zeminde etkin mücadele etme yolunun sağlandığı, bu şekildeki amaçsal yorumun; yasa koyucunun yasama gerekçesine uygun olduğu gibi suç soruşturmalarında en önemli delillerden olan görevli kolluk birimlerince tutulan belgelerin aslı kanıtlanıncaya kadar geçerli resmi belge olma gerekliliği ile de uyumlu olduğu aşikardır.

Yukarıdaki açıklamalar doğrultusunda somut olay incelendiğinde hakkında uyuşturucu madde sattığı şeklinde ihbar bulunan ve istihbari çalışma ile de ihbar içeriği doğrulanan sanığın evinde aynı gün 20.09.2019 tarihinde (gecikmesinde sakınca bulunan hal kapsamında) Cumhuriyet savcısı tarafından verilen arama kararı doğrultusunda yapılan aramada kişisel kullanım sınırı üzerinde 4 parça halinde kokain ve 1 parça halinde esrar ele geçirildiği, arama tutanağının hazır bulunan aza ve yine hazır bulunan sanık tarafından itiraz edilmeksizin imzalandığı, tutanağın bu haliyle hem Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararlarında olduğu gibi delillerin oraya yerleştirildiği iddialarını önleyecek şekilde olduğu ve hükme esas alınmasının Anayasa Mahkemesinin kararı gereğince adil yargılanma hakkını ihlal etmeyeceği gibi hem de yasama gerekçesindeki istisnai halini yani 5271 sayılı Kanun’un 118 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki halin gerçekleşmesi nedeniyle hazirun bulundurma zorunluluğunun bulunmaması karşısında usulüne uygun olduğu, sanığın uyuşturucu madde ticareti yapmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan mahkûmiyetine dair verilen kararın bozulmasına ilişkin sayın çoğunluğun görüşüne katılmamaktayız. 08.06.2023

DAVA DEĞERİNİN TEMYİZ KESİNLİK SINIRI ALTINDA KALMASI- ÖNALIM HAKKI SEBEBİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

TC
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi

2019/4069 E. , 2019/6584 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : … Bölge Adliye Mahkemesi …Hukuk Dairesi

Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 02.02.2018 tarihinde verilen dilekçeyle önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda davanın kabulüne dair verilen 10.05.2019 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından talep edilmiştir. … Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi’nce istinaf başvuru dilekçesinin reddine dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilince istinaf talebinde bulunulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun dilekçesinin reddine karar verilmiştir.

Bu karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

6100 sayılı HMK’nin 341. maddesinde istinaf yoluna başvurulabilen kararlar, 361 ve 362. maddelerinde de temyiz edilebilen ve temyiz edilmeyen kararlar belirlenmiştir.

Dosya içeriğine göre, dava değeri 600,00 TL olarak gösterilmiş ve bu miktar üzerinden harçlandırılarak karar verilmiştir. Davacı önalım bedeli olarak 825,28 TL depo etmiştir. Dava değeri ve hükme esas alınan miktar karar tarihi itibariyle geçerli olan 2019 yılı için 58.800 TL’lik temyiz kesinlik sınırının altında kaldığından davalı tarafın temyiz hakkının bulunmadığı anlaşılmış, bu nedenle temyiz isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle HMK’nın 362/1-a ve 362/2 maddeleri uyarınca davalı vekilinin TEMYİZ TALEBİNİN REDDİNE, dosyanın mahalli mahkemeye İADESİNE, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 14.10.2019 tarihinde kesin olarak oy birliğiyle karar verildi.

İSTİNAF BAŞVURUSUNUN KESİNLİK SINIRININ ALTINDA KALMASI- ÖNALIM NEDENİYLE TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

TC
Yargıtay
14. Hukuk Dairesi

2020/1331 E. , 2020/3274 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : Menderes 1. Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 18/09/2018 tarihinde verilen dilekçeyle önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 30.05.2019 tarihli hükmün İzmir Bölge Adliye Mahkemesince istinaf yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından talep edilmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesince istinaf talebinin kesinlik sınırının altında kalması nedeniyle reddine dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya ve içeriği incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü.

K A R A R

Dava, önalım hakkı nedenine dayalı tapu iptal ve tesciline ilişkindir.

Yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı vekilince istinaf talebinde bulunulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun kesinlik sınırının altında kalması nedeniyle reddine karar verilmiştir.

Bu karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

6100 sayılı HMK’nın 341. maddesinde istinaf yoluna başvurulabilen kararlar, 361 ve 362. maddelerinde de temyiz edilebilen ve temyiz edilmeyen kararlar belirlenmiştir.

Dosya içeriğine göre, dava değeri 4.000 TL olarak gösterilmiş ve ıslah ile 4.110,98 TL üzerinden harçlandırılarak karar verilmiştir. Dava değeri ve hükme esas alınan miktar karar tarihi itibariyle geçerli olan 2019 yılı için 58.800 TL temyiz kesinlik sınırının altında kaldığından davalı tarafın temyiz hakkının bulunmadığı anlaşılmış, bu nedenle temyiz isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle HMK’nın 362/1-a ve 362/2 maddeleri uyarınca davalı vekilinin TEMYİZ TALEBİNİN REDDİNE, dosyanın mahalli mahkemeye İADESİNE, 02.06.2020 tarihinde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.

ÖNALIM HAKKINDAN KAYNAKLANAN TAPU İPTALİ VE TESCİL- TEMYİZ KESİNLİK SINIRININ ALTINDA KALAN HÜKMÜN TEMYİZ EDİLEMEYECEĞİ

TC
YARGITAY
7. Hukuk Dairesi

2021/5908 E. , 2022/5903 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesi
İLK DERECE
MAHKEMESİ : Selendi Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı vekili tarafından, davalı aleyhine 29/05/2018 tarihinde verilen dilekçeyle önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil talep edilmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; davanın kabulüne dair verilen 26/02/2019 tarihli hükmün istinaf yoluyla incelenmesi davalı vekili tarafından talep edilmiştir. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesince istinaf talebinin esastan reddine dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içeriğindeki tüm kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü.

K A R A R

Dava, önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davacı vekilince istinaf talebinde bulunulması üzerine İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 14. Hukuk Dairesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bu karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

6100 sayılı HMK’nın 341. maddesinde istinaf yoluna başvurulabilen kararlar, 361. ve 362. maddelerinde de temyiz edilebilen ve temyiz edilmeyen kararlar gösterilmiştir.

Dosya içeriğine göre ise, dava değeri 8.000,00 TL olarak gösterilmiş, bu miktar üzerinden dava harçlandırılmış ve sonrasında, önalım hakkına esas alınan resmi satış senedinde yazılı satış bedeli ile tapu harç ve masraflarının toplamı olan 8.280,00 TL önalım bedeli mahkeme veznesine depo edilmiş ve bu miktar üzerinden bakiye kısım harçlandırılarak hüküm kurulmuştur.

Dava değeri ve hükme esas alınan miktar karar tarihi itibariyle geçerli olan (2021 yılı için 79.630,00 TL) temyiz kesinlik sınırının altında kaldığından davalı tarafın temyiz hakkının bulunmadığı anlaşılmış, bu nedenle miktar yönünden temyiz isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle HMK’nın 362/1-a ve 362/2. maddeleri uyarınca davalı vekilinin TEMYİZ TALEBİNİN REDDİNE, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, dosyanın İLK DERECE MAHKEMESİNE, kararın bir örneğinin ilgili Bölge Adliye Mahkemesine GÖNDERİLMESİNE, 06/10/2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

ÖNALIM HAKKI TAPU İPTALİ VE TESCİLİ – KESİNLİK SINIRI

T.C
YARGITAY
7. Hukuk Dairesi
2022/2940 E. , 2022/6331 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı ve asli müdahiller vekilleri tarafından, davalı aleyhine 09/10/2013 ve 30/10/2014 günlerinde verilen dilekçelerle önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil istenmesi üzerine Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyularak yapılan duruşma sonunda; davanın ve asli müdahalenin davasının kabulüne dair verilen 16/12/2021 günlü hükmün Yargıtayca incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle dosya ve içerisindeki bütün evrak incelenerek gereği düşünüldü:

K A R A R

Dava, önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece, Yargıtay 14. Hukuk Dairesinin bozma ilamına uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemesince bir karar verilebileceği gibi 01/06/1990 tarihli ve 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtayca da temyiz isteminin reddine karar verilebilmektedir.

Bu açıklamalar ışığında; dava değeri 2.692,50 TL olup; temyiz edilen miktar, karar tarihi olan 2021 yılı itibariyle temyiz kesinlik sınırı 4.270,00 TL’yi geçmediğinden; davacı tarafın, kararı temyiz etme hakkının bulunmadığı anlaşılmış, bu nedenle temyiz istemini içerir dilekçenin reddine karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen tazminat miktarı 2021 yılı itibariyle kesinlik sınırı içinde kaldığından 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 427/2 ve 432/4. maddeleri uyarınca, davacı vekilinin temyiz dilekçesinin REDDİNE, peşin yatırılan harcın yatırana iadesine, 27/10/2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

BELİRSİZ ALACAK DAVALARINDA DAVACI VEKİLİNE KESİN TALEP SONUCUNU BELİRTMEK ÜZERE SÜRE VERİLMESİ ZORUNLUDUR.

TC
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
2021/5273 E. , 2021/11010 K.

İçtihat metni

7251 sayılı Kanun ile 107. maddede yapılan değişiklikler Dairemizce şartları mevcut olan belirsiz alacak davasında yapılan yargılama ile alacağın belirli hale gelmesi durumunda hâkimin geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için alacaklıya süre vermesi gerektiği yönünde değerlendirilmiştir.

Belirsiz alacak davası açan davacı, talep artırım yahut ıslah suretiyle neticei talebini artırabilir. Ayrıca belirsiz alacak davası türünde dava açılması durumunda alacağın tamamı dava konusu edildiğinden aynı dava konusu ile ilgili ek dava açılması halinde derdestlik dava şartı söz konusu olur.

Somut uyuşmazlıkta dava belirsiz alacak davası türünde açılmış, 10.07.2018 tarihli celsede davacı vekili tarafından alacak miktarlarını belirlemek amacıyla süre talep edildiği halde mahkemece davacı tarafa geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için süre verilmediği anlaşılmış olup, belirsiz alacak davasında alacağın tamamı dava konusu yapıldığı ve belirsiz alacak davasına konu edilen alacaklar bakımından ek dava açılamayacağı düşünüldüğünde, mahkemece HMK. m. 107 uyarınca davacı vekiline kesin talep sonucunu belirtmesi için süre verilmemesi hukuki dinlenilme hakkının kısıtlanmasına yol açar. Davacıya geçici talep sonucunu kesin talep sonucuna dönüştürmesi için süre verilerek sonucuna göre karar verilmelidir. Eksik inceleme ile sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

İHTİYARİ DAVA ARKADAŞLARI İÇİN HÜKMEDİLEN TAZMİNAT BAKIMINDAN TEMYİZ SINIRI AYRI AYRI GÖZETİLMESİ GEREKTİĞİ

TÜRK MİLLETİ ADINA

T.C.
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi

ESAS NO : 2021/20061
KARAR NO : 2022/15289

Y A R G I T A Y İ L A M I

MAHKEMESİ : İstanbul Anadolu 7. Asliye Ticaret Mahkemesi
TARİHİ : 01.06.2021
NUMARASI : 2021/370-2021/370
DAVACILAR : Hava, İbrahim Halil, Medine, Gazal, İsmail, Yusuf, Mustafa, Mehmet, Resul A.
VEKİLİ :Av. Selim Hartavi
DAVALI : D……Sigorta A.Ş.

Davacılar vekili tarafından, davalı aleyhine 27.10.2020 tarihli dilekçe ile maddi tazminat istenmesi üzerine İtiraz Hakem Heyetince verilen 24.05.2021 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

K A R A R

Davacılar vekili; davalı sigorta şirketi tarafından trafik sigortalı Haliliye Belediye Başkanlığı’na ait çöp toplama aracının karıştığı kazada davacılar desteğinin vefat ettiğini belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla her bir davacı için ayrı ayrı 500,00 TL olmak üzere toplam 2.000,00 TL destekten yoksun kalma tazminatının ve ayrıca desteğin vefat tarihine kadar yatalak hasta olarak yaşamını idame ettirmesi sebebiyle 3.000,00 TL bakıcı giderinin davalıdan tahsilini talep etmiş; 05.02.2021 tarihli dilekçesi ile talebini toplam 263.000,00 TL’ye yükseltmiştir.
Davalı vekili; davanın reddini savunmuştur.
Uyuşmazlık Hakem Heyetince, iddia, savunma ve toplanan kanıtlara göre; Ali A.’nın mirasçıları sıfatıyla 54.129,75 TL bakıcı gideri talebinde bulunan Hava A, İbrahim Halil A, Medine A., Gazal A., İsmail A., Mehmet A., Resul A., Mustafa A. ve Yusuf A.’nın başvurularının aktif dava ehliyeti yokluğundan usulden reddine; Hava A.’nın davasının taleple bağlı kalınarak kabulü ile 142.705,78 TL destekten yoksun kalma tazminatının 20.11.2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine; Yusuf A.’nın davasının taleple bağlı kalınarak kabulü ile 38.011,57 TL destekten yoksun kalma tazminatının 20.11.2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, Mustafa A.’nın davasının taleple bağlı kalınarak kabulü ile 22.385,13 TL destekten yoksun kalma tazminatının 20.11.2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, Mehmet A.’nın davasının taleple bağlı kalınarak kabulü ile 10.767,77 TL destekten yoksun kalma tazminatının 20.11.2019 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiştir. Karara itiraz edilmesi üzerine itirazın reddine karar verilmiş; karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davalı vekilinin davacılardan Yusuf, Mustafa ve Mehmet A.’ya yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

../…

-2-
ESAS NO : 2021/20061
KARAR NO : 2022/15289

5684 sayılı Sigortacılık Kanunu’nun 30. maddesinin 12. fıkrası gereği Sigorta Tahkim Komisyonlarının 40.000,00 TL’yi geçmeyen kararları kesindir. Kesin olan kararların temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun 01.06.1990 tarihli, 3/4 sayılı kararı uyarınca Yargıtayca da temyiz isteminin reddine karar verilebilir. Davacılar ihtiyari dava arkadaşı durumunda olduğundan 40.000,00 TL’lik kesinlik sınırı her bir davacı yönünden ayrı ayrı gözetilmelidir.
Adı geçen davacılar lehine hükmedilen tutarlar davalı yönünden kesin niteliktedir. Bu nedenle, davalı vekilinin İtiraz Hakem Heyeti kararına karşı davacılardan Yusuf A. Mustafa A. ve Mehmet A.’ya yönelik temyiz isteminin miktar yönünden reddine karar vermek gerekmiştir.
2-Davalı vekilinin, davacı Hava A.’ya yönelik temyiz itirazlarına gelince:
Dosya içerisindeki bilgi ve belgelere, kararın gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre davalı vekilinin yerinde görülmeyen tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan kararın onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte gösterilen nedenle davacılardan Yusuf A., Mustafa A. ve Mehmet A.’ya yönelik temyiz dilekçesinin kararın kesin olması nedeniyle REDDİNE, (2) nolu bentte gösterilen nedenlerle davalı vekilinin davacı Hava A.’ya yönelik temyiz itirazlarının reddiyle kararın ONANMASINA ve aşağıda dökümü yazılı 5.171,23 TL kalan onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına 23.11.2022 gününde oy birliğiyle karar verildi.

Başkan Üye Üye Üye Üye
K.Özerdoğan G.M.Özyurt Y.Yılmaz Ö.F.Aydıner M.Arı

Davalı:
9.748,23 TL 0.H.
4.577,00 TL P.H.
5.171,23 TL Kalan

Karşılaştırıldı.
GA AE

Exit mobile version