TEFECİLİK- AYRINTILI KOLLUK ARAŞTIRMASI YAPILMASI- BERAAT

T.C
YARGITAY
5. Ceza Dairesi
ESAS:2015/3494
KARAR:2019/16

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Tefecilik
HÜKÜM : Beraat

Mahalli mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle dosya incelenerek, gereği düşünüldü:
Sanıkların senetlerin araba satışı karşılığında alındığını savunmaları ile müşteki ve tanık …’nin soruşturma ve kovuşturma evrelerinde alınan beyanlarının birbiri ile çelişmesi hususları nazara alınarak, maddi gerçeğin hiçbir kuşkuya yer vermeyecek şekilde ortaya çıkarılması açısından, sanıklardan savunmalarında bahsi geçen araç satışına dair belgeleri ibraz etmeleri istenerek, sunmaları halinde birer suretinin dosya arasına alınmasından, ifadesinde belirttiği şekilde müşteki Fikret’in kaza yapıp yapmadığının araştırılmasından, sanıkların tefecilik yapıp yapmadıklarına ilişkin ayrıntılı kolluk araştırması yaptırılmasından, davaya konu senetlerle ilgili takip dosyalarının getirtilmesinden, ayrıca alacaklısı oldukları başkaca icra dosyası olup olmadığının tetkik edilerek varsa incelenmesinden ve borçlularının sanıklardan faiz karşılığında ödünç para alıp almadıkları hususunda tanık sıfatıyla dinlenilmesinden, gerektiğinde vergi dairesine yazı yazılarak yargılama konusu olayla ilgili olarak vergi inceleme raporu düzenlettirilmesinden, ayrıca sanıklar hakkında Antalya 17. Asliye Ceza Mahkemesinin 14/12/2015 tarihli ve 2013/742 Esas, 2015/771 Karar sayılı ilamı ile tefecilik suçundan hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği UYAP sorgulaması neticesinde tespit edilen dosyanın getirtilip incelenmesinden sonra tüm kanıtların hep birlikte değerlendirilerek sonucuna göre hukuki durumlarının takdir ve tayini gerektiği nazara alınmadan eksik inceleme ve yetersiz gerekçeyle yazılı şekilde hükümler kurulması,
Kanuna aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi de gözetilerek CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 07/01/2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

“SUÇ İŞLEMEK AMACIYLA ÖRGÜT KURMA/YÖNETME VE ÜYE OLMA”, “SİLAH TİCARETİ”, “NİTELİKLİ YAĞMA”, “2863 SAYILI KANUNA MUHALEFET”, “TEHLİKELİ MADDELERİ İZİNSİZ OLARAK BULUNDURMA VEYA EL DEĞİŞTİRME”, “6136 SAYILI KANUNA MUHALEFET”, “KİŞİYİ HÜRRİYETİNDEN YOKSUN KILMA”, “TEHDİT”, “ŞANTAJ”, “SUÇTAN KAYNAKLANAN MALVARLIĞINI AKLAMA”

T.C
YARGITAY
6. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/2577
KARAR:2019/194

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Yağma, Silah ticareti
HÜKÜM : İstinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine

… 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2017 gün, 2015/303 Esas ve 2017/174 sayılı kararı ile; sanıklar …, ve … hakkında, “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma/yönetme ve üye olma”, “Silah ticareti”, “Nitelikli yağma”, “2863 sayılı Kanuna muhalefet”, “Tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma veya el değiştirme”, “6136 sayılı Kanuna muhalefet”, “Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma”, “Tehdit”, “Şantaj”, “Suçtan kaynaklanan malvarlığını aklama” suçlarından verilen mahkumiyet hükümleri ile sanık … Karakurt hakkında, “Tefecilik” suçundan kurulan beraat hükmüne karşı, katılan … vekili ile sanıklar savunmanları ve bir kısım sanıklar tarafından CMK 272 ve müteakip maddeleri uyarınca istinaf kanun yoluna başvurulması üzerine; … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi’nce dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu verilen 23.01.2018 gün, 2017/2629 Esas ve 2018/86 sayılı karar ile;
1-) Sanık … Duran hakkında kurulan örgüte üye olma, sanık … hakkında silahlı örgüt adına suç işleme, sanık … hakkında örgüt faaliyeti çerçevesinde silah ticareti suçundan, sanıklar … ve … hakkında örgüt faaliyeti dışında iki veya daha çok kişinin silah ticareti suçundan, sanıklar …, ve … hakkında mağdur … ‘e karşı kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’ye yönelik yağmaya teşebbüs suçundan, sanıklar …, …, …, … ve … hakkında mağdur …’ye yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e yönelik şantaj suçundan, sanıklar …, …,… ve … hakkında mağdur …’a yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e karşı hukuki alacağını tahsil amacıyla tehdit suçundan, sanıklar… ve … hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet Etme suçundan, sanıklar… ve … hakkında tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçundan, sanıklar …,… ve … hakkında suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama suçundan kurulan mahkumiyet kararları ile ilgili delillerin duruşma açılarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varılıp, istinaf başvurularının kabulü ile CMK’nin 280/1-e maddesi uyarınca “Davanın yeniden görülmesine ve duruşma hazırlığı işlemlerine başlanılmasına, dosyanın tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydının yapılmasına”,
2-) Sanık …’in silahlı suç örgütü kurma ve yönetme eylemi ile sanıklar …, ve …’nun ise kurulan örgüte üye olma suçundan, sanıklar … ve … hakkında silah ticareti suçundan, sanıklar … ve … hakkında 6136 sayılı Yasaya aykırı bıçak bulundurma suçundan, sanıklar …, hakkında mağdur … ‘e yönelik yağma suçundan, sanıklar …, …, … hakkında mağdur …’ye yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’ye yönelik tehdit suçundan, sanıklar …, … ve… hakkında mağdur …’e yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur …’e yönelik şantaj suçundan, sanıklar …, … ve … hakkında mağdur … ‘a yönelik yağma suçundan, sanık … hakkında mağdur … ‘a yönelik tehdit suçundan, sanıklar … ve …hakkında mağdur … …’e yönelik yağma suçundan, sanıklar .. hakkında 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa Muhalefet suçundan, sanıklar …, . ve … hakkında tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurma suçlarından kurulan mahkumiyet hükümleri yönünden; “Sanıklar …, ve … hakkında silahlı örgüt kurma, örgüt faaliyeti çerçevesinde yağma, silah ticareti, 2863 sayılı Yasaya muhalefet, tehlikeli maddeleri izinsiz bulundurma suçlarından mahkumiyetlerine dair karar verilmiş olup, atılı suçları örgüt faaliyeti çerçevesinde işleyen sanıklar hakkında TCK’nin 58/9. maddesi gereğince cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve cezalarının infazından sonra denetimli serbestlik tedbirinin uygulanmasına karar verilmemiş ise de; örgüt mensubu sanıklar hakkında mahkûmiyetlerinin kanuni sonucu olarak bu durumun infaz aşamasında dikkate alınmasının mümkün olduğu” kabul edilip eleştirmek suretiyle CMK 280/1-a maddesi uyarınca “İstinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine”,
3-) Sanık … hakkında tefecilik suçundan verilen beraat kararı yönünden de, katılan … vekilinin “istinaf başvurusunun esastan reddine”,
Sanık … hakkında örgüt faaliyeti çerçevesinde silah ticareti, sanıklar … ve … hakkında örgüt faaliyeti dışında iki veya daha çok kişinin birlikte silah ticareti, sanıklar … ve … hakkında mağdur …’e karşı nitelikli yağma suçlarından verilen kararlar yönünden TEMYİZ yolu açık olmak üzere; diğer suçlardan verilen kararlar yönünden KESİN olmak üzere karar verildiği,
06.04.2015 tarihli eylem nedeniyle, örgüt faaliyeti çerçevesinde silah ticareti, örgüt faaliyeti dışında iki veya daha çok kişinin birlikte silah ticareti suçu ile, mağdur …’e karşı nitelikli yağma suçu yönünden verilen karar, sanık … savunmanı tarafından duruşmalı, sanıklar …, … ve … savunmanları tarafından duruşmasız olarak temyiz edilmekle;
Soruşturmanın sonuçlarını içeren tutanaklar, belgeler ve sanıklar …, … ve … savunmanlarının temyiz dilekçelerinde, sanık … savunmanı Av. … tarafından temyiz dilekçesinde ve duruşmada hukuka aykırı olduğu ileri sürülen hususlar ile re’sen incelenmesi gereken konular CMK’nin 288 ve 289. maddeleri kapsamında incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü;
I-) Sanıklar … ve … hakkında, mağdur …’e karşı yağma suçundan kurulan hükme yönelik temyiz itirazlarının, sanık … yönünden duruşmalı, sanık … hakkında duruşmasız olarak yapılan incelemesinde;
Toplanan deliller karar yerinde incelenip, suçların sübut, kabul, oluş, soruşturma sonuçlarına uygun şekilde tayin, takdire ilişkin cezayı azaltıcı nitelikte takdir kılınmış, savunma inandırıcı gerekçelerle reddedilmiş, sanıkların hukuken geçerli delillere göre hükümlülüklerine dair karar yerinde olup, istinaf isteminin esastan reddine dair kararda hukuka aykırılık bulunmadığından, sanıklar … savunmanının temyiz dilekçesinde, sanık … savunmanının temyiz dilekçesinde ve duruşmada ileri sürdüğü tüm itiraz ve savunmalarının REDDİNE, usule, yasaya ve hukuka uygun bulunan … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesinin 23.01.2018 gün, 2017/2629 Esas ve 2018/86 Karar sayılı esastan red kararına yönelik, sanıklar savunmanlarının açtıkları temyiz davasının CMK’nin 302/1. maddesi uyarınca esastan reddi ile, sanık … yönünden de duruşmalı incelemesi yapılan hükmün ONANMASINA,
II-) Sanıklar …, … ve … hakkında silah ticareti suçundan kurulan hükümlere yönelik temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;
Oluşa ve dosya içeriğine göre; … 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2017 gün, 2017/303 Esas ve 2017/174 sayılı kararının gerekçe kısmında, dosya kapsamı ile uyumlu olmayan şekilde “OLAY 2” başlığı altında; “Sanık …’in suç örgütü yöneticisi olması ve işlenen suçtan sorumlu olması nedeniyle zincirleme şekilde silah ticareti suçundan cezalandırılmasına” sözcüklerine yer verilip, tefhimle infaza esas kısa kararın ve gerekçeli kararın hüküm kısmının 9 numaralı bendinde, TCK’nin 43. maddesi ile ilgili bir uygulamaya yer verilmediği dikkate alındığında;
İlk derece Mahkemesinin, gerekçe kısmında “Sanık …’in suç örgütü yöneticisi olması ve işlenen suçtan sorumlu olması nedeniyle zincirleme şekilde silah ticareti suçundan cezalandırılmasına” şeklindeki yazım, maddi hata olup, yerinde düzeltilmesi olanaklı görüldüğünden, anılan husus bozma nedeni yapılmamış,
Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
Ancak;
28.06.2014 tarih ve 29044 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 6545 sayılı Yasanın 81. maddesiyle 5275 sayılı Yasanın 106. maddesinde yapılan değişiklik uyarınca, sanıklar hakkında hükmedilen adli para cezasının ödememesi halinde bu cezanın hapse çevrilemeyeceğinin gözetilmesi zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş, sanıklar …, … ve … savunmanlarının temyiz itirazları ve tebliğnamedeki düşünce bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, … Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesince dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu verilen 23.01.2018 gün ve 2017/2629 Esas, 2018/86 Karar sayılı hükmün, açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5271 sayılı CMK’nin 303/1-h maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, … 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.06.2017 gün, 2017/303 Esas ve 2017/174 sayılı kararının hüküm fıkrasından sanık hakkında “Ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğine” ilişkin bölümün çıkartılması suretiyle, eleştiri dışında diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA ilişkin oy birliğiyle alınan karar, 23/01/2019 gününde Yargıtay Cumhuriyet Savcısı …’ın katıldığı oturumda, sanık … savunmanı Av. …’in yokluğunda açıkça ve yöntemince okunup anlatıldı.

TİCARETİ TERK SUÇUNUN UNSURLARI-ARAŞTIRILACAK HUSUSLAR

T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu

Esas No:2013/702
Karar No:2014/491
K. Tarihi:1.1.1901

Ticareti terk suçundan sanık E. E.’nin İİK’nun 337/a maddesi uyarınca 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İstanbul 9. İcra Ceza Mahkemesince verilen 15.02.2011 gün ve 35-22 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Hukuk Dairesince 09.05.2012 gün ve 2275 – 4201 sayı ile;

“1- Borçlunun ticaret sicili memurluğunda kayıtlı bulunan adresinin, bilinen en son adresi olduğu, takibin açılmasından ve ödeme emirlerinin gönderilmesinden önce borçlu tarafından ticaret sicil memurluğuna, tebliğ merciine ya da alacaklıya adres değişikliğine dair bir bildirim de yapılmadığı anlaşılmakla, Tebligat Kanununun 35. maddesi uyarınca borçlunun ticaret sicili memurluğunda kayıtlı adresinde yapılan tebliğ işlemi usulüne uygun ise de, sanığın üzerine atılı ticareti terk suçunun özelliği dikkate alındığında, duruşma davetiyesinin usulüne uygun olarak tebliğ edildiğini kabul etmek doğru olmayacaktır. Ticareti terk ettiği ileri sürülen adrese Tebligat Kanununun 35. maddesine göre de olsa duruşma davetiyesinin tebliği geçersizdir. Zira, sanık zaten o adreste değildir.

Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun benzer bir olay nedeniyle verdiği 18.03.2008 tarih ve 2008/7-56 sayılı kararındaki ‘Anayasa’nın 36. maddesine göre; ‘herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile ‘adil yargılanma hakkı’na sahiptir. ‘Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin,’ adil yargılanma hakkını düzenleyen 6. maddesinin (b) ve (c) bentlerinde ise; ‘Her sanık en azından aşağıdaki haklara sahiptir: a)……… b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilmek…’ şeklindeki düzenlemelerden çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama hürriyetinin bir gereği olduğudur. Bu durum tebligat hukuku ile değil, münhasıran vazgeçilemez ve göz ardı edilemez nitelikteki savunma hakkı ve daha geniş manada da adil yargılanma hakkı ile ilgilidir. Bu nedenle çözümün tebligata ilişkin hükümler yerine, savunma hakkına ilişkin düzenlemelerde aranması yerinde olacaktır” şeklindeki değerlendirme de göz önünde bulundurularak somut olaya dönüldüğünde; ticareti terk etmek suçundan dolayı yapılan yargılamada duruşma davetiyesinin sanığın terk ettiği bildirilen adresine Tebligat Kanununun 35. maddesine göre yapılan tebligatın usulüne uygun olduğundan da söz edilemez. Zira terk edilen adrese bu şekilde yapılan tebligatın zaten sanığın eline geçmeyeceği şikayetçi ve hatta mahkeme tarafından da öngörülmektedir. Anayasanın 36. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde belirtilen adil yargılanma hakkı göz önünde bulundurularak, ticareti terk suçlarında duruşma davetiyesinin ya da mahkeme kararının, terk ettiği ileri sürülen adresine Tebligat Kanununun 35. maddesine göre tebliği geçersiz olup, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur. Hal böyle olunca, Tebligat Kanununda 11.01.2011 tarih ve 6099 sayılı Kanunla yapılan değişiklikler de dikkate alınmak suretiyle yeniden usulüne uygun olarak sanığa duruşma davetiyesinin tebliğini (Tebligat Kanununun 35. maddesi dışında) müteakip, yargılamaya devam edilmesi gerekirken, savunma hakkı kısıtlanmak suretiyle sanığın mahkumiyetine karar verilmesi,

2- Kabule göre de; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 tarih ve 2011/505, 509, 513, 21.02.2012 tarih ve 2011/506, 510, 511 ve 621 esas sayılı dosyalarında, ticaret şirketlerinin müdür ve yetkililerinin ticareti terk suçunu işlemelerinin mümkün olduğu yönünde oyçokluğuyla verilen karar doğrultusunda uygulama yapılması Dairemizce de uygun bulunmuş olmakla; ticaret şirket yetkilisi olan sanığa isnat edilen suçun oluşabilmesi için tacirin fiili olarak ticareti terk etmesi ve bu durumu onbeş günlük süre içerisinde kayıtlı olduğu ticaret siciline bildirmemesi ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini içeren bir mal beyannamesi vermemesinin gerekmesi nedeniyle, somut olayda borçlu ticaret şirketinin kayıtlı olduğu vergi dairesi müdürlüğünden mükellefiyetinin sürdürülüp sürdürülmediği sorularak varsa buna ilişkin ilgili beyannameler de getirtilerek, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir edilmesi gerekirken, eksik inceleme ile karar verilmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 12.02.2013 gün ve 172-23 sayı ile;

“…Alacaklı vekili tarafından 27.10.2009 tarihinde borçlu şirket adresine haciz tatbik amacıyla hacze gidildiği borçlu şirketin gösterilen adresi terk ettiği İzmir Ticaret sicil Memurluğunun 18.02.2010 tarih ve B-19/5694 sayılı yazısı ile borçlu şirketin halen faal olarak bildirildiği şirket yetkilisi E. E.’nin olduğu ticareti terk ettiğini İzmir Konak İlçe Emniyet Müdürlüğünün 05.07.2010 tarihli B.05.1.EGM.4.35.4553-1769/2010 sayılı müzekkere cevabında sanık tüzel kişiliğin adresinde araştırma yapıldığı ve adreste tüzel kişiliğin adresi terk ettiğini, tanıyan bilen olmadığı bildirmemekle İİK’nun 337/a maddesinde bulunan suça vücut verdiği ve yukarıdaki bilgilerin dosya içerisinde olması sebebiyle,

Ticareti terk etmek suçunun oluştuğu zira bu suç ile korunmak istenen hukuki yararın kamu güveni olduğu, kamu güveninin de bu şekilde ticareti terk ederek zedelendiği gözetilerek, unsurları oluşan suçtan dolayı suçun işleniş şekli ve niteliği dikkate alınarak sanığın takdiren asgari hadlen cezalandırılması gerektiği…” gerekçesi ile ilk hükümde direnilmesine karar vermiştir.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 22.10.2013 gün ve 191455 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Yerel mahkemece sanığa usulüne uygun şekilde davetiye tebliğ edilmek suretiyle (1) numaralı bozma nedeninin konusunu oluşturan aykırılık giderilmiş olup, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

İstanbul 13. İcra Müdürlüğünün 2009/350 Esas sayılı dosyasında; alacaklı B. Tekstil İç ve Dış Tic. Ltd. Şti. vekilinin talebi üzerine borçlular D. Tekstil San. ve Tic Ltd. Şti, E. E. ve Mustafa Koçhan aleyhine üç adet bonoya dayanılarak 12.950 Lira asıl alacak ve ferileri için kambiyo senetlerine mahsus takibe başlandığı, 07.01.2009 tarihli ödeme emrinin adı geçen şirketin daimi çalışanı H. T.’a şirketin Ticaret Sicil Müdürlüğündeki adresi olan “Şair Eref Bulvarı No: 33 Kat: 1 Montrö-İzmir” adresinde 15.01.2009 tarihinde tebliğ edildiği, takibin kesinleşmesinden sonra şirketin ödeme emrinin tebliğ edildiği adresine haciz işlemi yapılmak üzere 27.10.2009 tarihinde gidildiğinde, şirket ve yetkililerinin adreste bulunmadığının belirlendiği,

İzmir Ticaret Sicil Memurluğunun 18.02.2010 gün ve 5694 sayılı yazısında; kayıtlara göre halen faal durumda bulunan D. Tekstil San. ve Tic Ltd. Şti’nin yetkilisinin E. E. olduğu ve Aksoy Mah. 1731 sok No: 8’de oturduğunun bildirildiği,

İzmir Konak İlçe Emniyet Müdürlüğünün 05.07.2010 gün ve 1769 sayılı yazısında; borçlu şirketin adresinde Eli. Tekstil San. ve Tic. Ltd. Şti’nin bulunduğu, yapılan araştırmada 2005 yıllarında faaliyet gösteren ve yetkilisi E. E. olan borçlu şirketin adreste bulunmadığı, 667/1. Sok. No: 45 Şirinyer -Buca adresinde faaliyet gösterdiği,

Şirinyer Polis Merkez Amirliğinin 09.08.2010 günlü yazısına göre; belirtilen adreste bir demirci dükkanı olduğu ve borçlu şirketin işyerinin bilinmediği,

Karşıyaka Aksoy Mahallesi Muhtarlığınca düzenlenen ikametgah senedine göre sanık E. E.’nin Aksoy Mah. 1731 Sok. No: 8’de oturduğu,

Yargılama sırasında sanık adına ve fakat şirket adresine çıkarılan meşruhatlı davetiyenin muhatabın adres bırakmadan T.ındığı ve yeni adresi bilinemediğinden bahisle iade edilmesi üzerine, aynı adrese Tebligat Kanununun 35. maddesine göre tebligat yapıldığı,

Özel Dairece yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesinden sonra sanığa usulüne uygun şekilde tebligat yapıldığı, sanık E.’un kimlik bilgileri ve açık adresi ile borçlu şirketin tüm kayıtlarının 14.08.2012 tarihli müzekkere ile ticaret sicil müdürlüğünden istendiği, İzmir Konak Vergi Dairesi Müdürlüğüne borçlu şirketin mükellefiyetinin sürdürülüp sürdürülmediğinin tespiti ve ilgili beyannamelerinin temini için yazı yazıldığı, sözü edilen müzekkerenin Konak’ta birden fazla vergi dairesi bulunması ve hangi vergi dairesinden bilgi istendiğinin belirtilmemesi nedeniyle iade edildiği ve Ticaret Sicil Müdürlüğüne yazılan yazı cevabının gelmediği, anlaşılmaktadır.

İİK’nun “Ticareti Terk Edenler” başlıklı 44. maddesi;

“Ticareti terk eden bir tacir onbeş gün içinde keyfiyeti kayıtlı bulunduğu ticaret siciline bildirmeye ve bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanında bulunmaya mecburdur. Keyfiyet ticaret sicili memurluğunca ticaret sicili ilanlarının yayınlandığı gazetede ve alacaklıların bulunduğu yerlerde de mutat ve münasip vasıtalarla ilan olunur. İlan masraflarını ödemeyen tacir beyanda bulunmamış sayılır.

Bu ilan tarihinden itibaren bir sene içinde, ticareti terk eden tacir hakkında iflas yolu ile takip yapılabilir.

Ticareti terk eden tacir, mal beyanının tevdii tarihinden itibaren iki ay müddetle haczi kabil malları üzerinde tasarruf edemez.

Üçüncü şahısların zilyetlik ve tapu sicili hükümlerine dayanarak iyi niyetle elde ettiği haklar saklıdır. Ancak karı ve koca ile usul ve füru, neseben veya sıhren ikinci dereceye kadar (bu derece dâhil) hısımlar, evlat edinenle evlatlık arasındaki iktisaplarda iyi niyet iddiasında bulunulamaz.

Mal beyanını alan merci, keyfiyeti tapu veya gemi sicil daireleri ile Türk Patent Enstitüsüne bildirir. Bu bildiri üzerine sicile, temlik hakkının iki ay süre ile tahdit edilmiş bulunduğu şerhi verilir. Keyfiyet ayrıca Türkiye Bankalar Birliğine de bildirilir.

Bozulmaya maruz veya muhafazası külfetli olan veya tayin edilen kanuni müddet içinde değerinin düşmesi kuvvetle muhtemel bulunan mallar hakkında, tacirin talebi üzerine, mahkemece icra memuru marifetiyle ve bu kanun hükümleri dairesinde bu malların satılmasına ve bedelinin 9’uncu maddede yazılı bir bankaya depo edilmesine karar verilebilir” şeklinde olup, belirtilen yükümlülüklere aykırı davranmak, aynı kanunun 337/a maddesinde “Ticareti terk edenlerin cezası” başlığı altında;

“44’üncü maddeye göre mal beyanında bulunmayan veya beyanında mevcudunu eksik gösteren veya aktifinde yer almış malı veya yerine kaim olan değerini haciz veya iflas sırasında göstermeyen veya beyanından sonra bu malları üzerinde tasarruf eden borçlu, bundan zarar gören alacaklının şikâyeti üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez.

Borçlunun iflası halinde, birinci fıkradaki durum ayrıca taksiratlı iflas hali sayılır” biçiminde yaptırıma bağlanmıştır.

İİK’nun 44. maddesinde ticareti terk eden tacir açısından muhatapların kanuni haklarını korumaya yönelik bir takım yükümlülükler getirilmiş, yükümlülüklere aykırı hareket etmenin yaptırımı da aynı kanunun 337/a maddesinde gösterilmiştir.

06.06.1965 tarihinde yürürlüğe giren 538 sayılı Kanunun 22. maddesiyle değiştirilen İİK’nun 44. maddesinin gerekçesinde de; “Ticareti terk etmek suretiyle alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle mücadele etmek, kaçınılması imkânsız bir zaruret halini almıştır. Bilhassa son senelerde ticareti terk eden kötü niyetli borçluların işyerlerini terk ettikleri ve ellerindeki malları başkalarına devrederek alacaklılarını zarara uğrattıkları sık sık görülen hakikatlerdendir. Ticareti terk ederek alacaklıların takibinden kurtulmak isteyen kimselerle tesirli bir şekilde mücadeleyi temin için İcra ve İflas Kanunu sistemi içinde madde tadil edilmiş ve ayrıca bu maddeye muhalefet 337/a maddesiyle cezalandırılmıştır” denilmektedir.

Takibi şikâyete bağlı olan seçimlik hareketli bu suçun oluşabilmesi için;

1- İİK’nun 44. maddesine göre mal beyanında bulunulmaması,

2- Mal beyanında mevcudun eksik gösterilmiş olması,

3- Aktifte yer alan mal veya onun yerine kaim olan değerin, haciz veya iflas sırasında gösterilmemesi,

4- Mal beyanından sonra, beyan edilen bu mallar üzerinde tasarruf edilmesi,

Gereklidir.

Kanun maddesinde gösterilen bu seçimlik hareketlerin herhangi birisinin işlenmesiyle, diğer şartların da gerçekleşmesi halinde ticareti terk suçu oluşacaktır.

İİK’nun 44. maddesine uygun bir biçimde mal beyanında bulunulduğundan söz edebilmek için, borçlunun ticareti bıraktıktan sonra onbeş gün içinde durumu ticaret siciline bildirmesi, bütün aktif ve pasifleri ile alacaklıların isim ve adreslerini içerecek şekilde mal beyanında bulunması gerekir. Ayrıca suçun oluşabilmesi için borçlunun fiilinden dolayı alacaklının zarar görmesi de gerekmektedir. Aynı kanunun 337/a maddesinin ikinci fıkrasındaki; “birinci fıkradaki fiillerin işlenmesinden alacaklının zarar görmediğini ispat eden borçluya ceza verilmez” hükmü uyarınca, alacaklının zarar görmediğini ispat etme zorunluluğu borçluya aittir.

Bunun yanında ticareti terk eden borçlunun ayrıca tacir sıfatı T.ıması gerekmektedir. Türk Ticaret Kanununun 14. maddesinde gerçek kişi tacir; “bir ticari işletmeyi, kısmen dahi olsa kendi adına işleten kimse” olarak tanımlandıktan sonra, aynı kanunun 18. maddesinde; “ticaret şirketleriyle, gayesine varmak için ticari bir işletme işleten dernekler ve kendi kuruluş kanunları gereğince hususi hukuk hükümleri dairesinde idare edilmek veya ticari şekilde işletilmek üzere devlet, vilayet, belediye gibi amme hükmi şahısları tarafından kurulan teşekkül ve müesseseler dahi tacir sayılırlar” denilmiş, 136. maddesinde ticaret şirketleri; “kolektif, komandit, anonim, limited ve kooperatif şirketleri” olarak sayılmıştır.

Bu aşamada ticareti terk kavramı üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır. Öğreti ve uygulamada; “ticari işletmeyi kendi adına işletmekten vazgeçmek veya ticari işletmeyi kapatmak ya da dağıtmak” olarak tanımlanan ticareti terk fiilinin, mevzuatta belirlenen hukuki yönteme uygun olarak ticari faaliyetin sonlandırılması şeklinde ortaya çıkması mümkün olduğu gibi, ticari işletme hukuki olarak varlığını devam ettirmekle birlikte, fiili olarak sona erdirilmesi şeklinde gerçekleşmesi de imkân dâhilindedir.

Sanığın, temsile yetkili olduğu şirketin limited şirket olması nedeniyle, anılan ticari şirkete ilişkin kanuni hükümlerin de incelenmesi gerekmektedir. TTK’nun 503. maddesinde; “iki veya daha fazla hakiki veya hükmi şahıs tarafından bir ticaret unvanı altında kurulup, ortaklarının mesuliyeti koymayı taahhüt ettikleri sermaye ile mahdut ve esas sermayesi muayyen olan şirkete limited şirket denir” tanımına yer verilmiş, aynı kanunun 540. maddesinde ortakların birlikte müdür sıfatıyla şirketi idare ve temsile yetkili olabilecekleri gibi, şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortaklarından biri veya birkaçının da müdür olarak belirlenebileceği, 541. maddesinde ise, şirket sözleşmesi veya genel kurul kararı ile ortak olmayan kişilerin de müdür olarak seçilebileceği hüküm altına alınmıştır.

TTK’nun 549 ve 550. maddelerinde limited şirketlerin tüzel kişiliğinin sona ermesine ilişkin “infisah” düzenlemesine yer verilmiştir. 552. maddesindeki yollama nedeniyle de anonim şirketin tasfiyesine ilişkin kurallar limited şirketler hakkında da uygulanacaktır.

İcra İflas Kanununda düzenlenen suçların tüzel kişilerin faaliyetleri sırasında işlenmesi halinde kimlerin sorumlu olacağı, “Hükmi şahısların muamelelerinde kimlerin ceza göreceği” başlıklı 345. maddesinde; “Bu kanunda yazılı suçlar, hükmi bir şahsın idare veya muamelelerini ifa sırasında işlenmiş ise ceza o hükmi şahsın müdürlerinden, mümessil ve vekillerinden, tasfiye memurlarından, idare meclisi reis ve azasından veya murakıp ve müfettişlerinden fiili yapmış olan hakkında hükmolunur” şeklinde hüküm altına alınmış olup, limited şirket müdürlerinin ve yetkili temsilcilerinin de bu kapsamda olduğu açıktır.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.02.2012 gün ve 513-29 sayılı kararı da bu doğrultudadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Ticareti terk etme suçunun oluşabilmesi için, gerçek kişi tacir ya da ticaret şirketi müdür veya yetkili temsilcilerinin fiili olarak ticareti terk etmesi ve bu durumu bütün aktif ve pasifi ile alacaklılarının isim ve adreslerini gösteren bir mal beyanı ile onbeş gün içerisinde kayıtlı bulundukları ticaret sicili memurluğuna bildirmemesinin gerekmesi karşısında; sanığın yetkilisi olduğu ticari şirketin ticareti gerçekten terk edip etmediği yönünde zabıta araştırması yaptırılması ve kayıtlı bulunduğu vergi dairesinden vergi mükellefliğinin devam edip etmediğinin belirlenmesinden sonra, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerekirken, eksik araştırmaya dayalı olarak mahkûmiyet hükmü kurulması isabetli değildir.

Bu itibarla, usul ve kanuna aykırı bir biçimde, eksik araştırmaya dayalı olarak verilen direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- İstanbul 9. İcra Ceza Mahkemesinin 12.02.2013 gün ve 172-23 sayılı direnme hükmünün, eksik araştırmaya dayalı olarak sanığın mahkûmiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 18.11.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.

DOLANDIRICILIK- İCRA TAKİBİ- MUVAZAALI SENET

T.C

YARGITAY

11.Ceza Dairesi

ESAS: 2006/2432

KARAR: 2008/2863

Dolandırıcılık suçundan sanıklar Duran ve A.Duran’ın yapılan yargılamaları sonunda: 5237 sayılı Kanun’un 158/1-D, 62, 52, 53 ve 63. maddeleri gereğince mahkumiyetlerine dair (Tokat Ağır Ceza Mahkemesi)’nden verilen 21.09.2005 gün ve 2004/312 Esas, 2005/218 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay’ca incelenmesi sanıklar müdafii tarafından istenilmiş olduğundan, dava evrakı C.Başsavcılığı’nın bozma isteyen 21.03.2006 tarihli tebliğnamesi ile Daireye gönderilmekle incelenerek gereği görüşüldü:

Katılanın satın aldığı aracın trafik sicil kaydını henüz üzerine geçirmemesi üzerine, sanıklar arasında muvazaalı olarak düzenlenen senetle bir diğerine borçlanıp icra takibi yoluyla aracın ele geçirilmesinden sonra 3. kişiye ikinci kez satılarak haksız yarar sağladıkları parayı da katılana iade etmeyen sanıkların dolandırıcılık kastı ile hareket ettiklerini kabul ederek mahkûmiyet hükmü kuran mahkemenin takdirinde bir isabetsizlik görülmediğinden tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.

Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma neticesine uygun şekilde oluşan inanç ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre, sanıklar müdafiinin hukuki ihtilaf olduğuna ilişen ve yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine;

Ancak; 5237 sayılı Yasa’nın 53. maddesinin 1. fıkrasının c bendinde yer alan hak yoksunluğunun koşullu salıvermeye, diğer bentlerde yazılı hak yoksunluklarının cezanın infazının tamamlanıncaya kadar uygulanabileceği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,

Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususta 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi gereğince karar verilmesi mümkün bulunduğundan; hüküm fıkrasında yer alan TCK’nın 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölüm çıkartılarak yerine “sanığın 53. maddenin 1. fıkrasının c bendinde yer alan haklarda koşullu salıverme tarihine, diğer bentlerde yazılı haklardan cezanın infazı tamamlanıncaya kadar yoksun bırakılmasına” denilmek suretiyle sair yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün (DÜZELTİLEREK ONANMASINA), 16.04.2008 gününde oybirliği ile karar verildi.

SAHTE ÇEK KULLANMAK SURETİYLE NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK

SAHTE T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU

ESAS NO:2013/833
KARAR NO:2014/356

MAHKEMESİ : OLTU AĞIR CEZA
GÜNÜ : 12.03.2009
SAYISI : 62-17

Sanık P.. C..’in resmi belgede sahtecilik suçundan 5237 sayılı TCK’nun 204/1 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl hapis; bankanın araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçundan ise aynı kanunun 149/1-f, 52 ve 53. maddeleri uyarınca 4 yıl hapis ve 30.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Oltu Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.03.2009 gün ve 62-17 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 02.10.2013 gün ve 805-14619 sayı ile;

“Sanık hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan cezalandırılmasına karar verilirken kısa kararda ve gerekçeli kararda dayanılan kanun maddesi 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f maddesi yerine aynı kanunun 149/1-f maddesi olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir yazım hatası kabul edilmiştir.

Tekerrüre esas mahkûmiyeti bulunan sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.

…Banka ya da kredi kurumlarının araç olarak kullanıldığından söz edilebilmesi için, dolandırıcılık fiili gerçekleştirilirken bankaların olağan faaliyetlerinden ya da bu faaliyeti yürüten sujelerden hileli araçlar kullanılarak yararlanılması veya banka ve kredi kurumlarının olağan faaliyetleri nedeniyle üretmiş oldukları maddi varlıkların suçta araç olarak kullanılarak haksız çıkarın elde edilmesi gerekir. Bankaların, ödeme aracı olarak kullanılması halinde bu fıkra uygulanamayacaktır.

Katılanın sahibi olduğu 50 adet küçükbaş hayvanı 2.000 TL kısmını peşin vermek, 10.000 TL kısmı için ise çek keşide etmek üzere toplam 12.000 TL’ye satın almak konusunda sanık Paşali C..le katılan N.. T..’in anlaştıkları, akabinde sanığın Mera Hayvancılık Tarım Ürünleri Ticaret Ltd. Şirketi’ne ait Akbank Beykoz Şubesi nezdindeki 0019307-8 numaralı hesaptan şirket yetkilisine atfen Z3913484 numaralı çeki, kendi yazısının çirkin olduğunu söyleyerek boş kısımlarını katılana yazdırdıktan sonra kendisi imzalayarak sanığa verdiği, bilahare 50 adet hayvanı sanığa teslim ettiği, sanığın ilerleyen tarihlerde anlaşma gereğince pesin olarak vermesi gereken 2.000 TL tutarı katılana vermemesi üzerine katılanın söz konusu çekin sağlam olup olmadığını araştırdığı ve bankasından çekin çalıntı olduğunu öğrendiği olayda; 10.01.2007 keşide tarihli 10.000 TL bedelli çalıntı çekin 6762 sayılı TTK’nın 692/5. maddesinde öngörülen zorunlu biçimsel ögelerden “keşide yerini” içermeyen; dosyadaki mevcut çek fotokopisinde keşidecinin ismi yanında da herhangi bir yer belirtilmemesine göre; resmi belge niteliğini taşımayan belgeyi sanığın aldığı hayvanlara karşılık imzalayıp vermesi eyleminin özel belgede sahtecilik ve 5237 sayılı TCK’nun 157/1 maddesinde tarif edilen dolandırıcılık suçlarını oluşturduğu gözetilmeden yazılı şekilde nitelikli dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından hüküm verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına, sahtecilik suçu yönünden oybirliğiyle, dolandırıcılık suçu yönünden ise oyçokluğuyla karar verilmiş, Daire üyesi O.Baş dolandırıcılık suçu yönünden;“…Çek kullanımının ticari hayatta bir güven unsuru taşımasının yanında, banka, keşideci, hamil ve cirantaya bir takım hak ve sorumluluklar yüklemesi nedeniyle 5941 sayılı Çek Kanununda ayrıntılı düzenlemelere yer verilmiş, anılan Kanunun 2. maddesinin 5. fıkrasında ise ‘çek defterleri bankalarca bastırılır’ hükmü yer almıştır. Bu yasal düzenleme karşısında, banka tarafından bastırılan çek defterinin bankanın maddi varlığı olduğu konusunda bir kuşku bulunmamaktadır. Çek yaprağının doldurulması sırasında Türk Ticaret Kanundaki unsurlardan birinin eksik olması bu belgeye çek vasfı kazandırmaz ise de; bu belgenin bankanın maddi varlığı olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu itibarla sanığın banka tarafından bastırılmış olan ve bu nedenle bankanın maddi varlığı olan boş çek yaprağını sahte olarak düzenleyip, aldığı mal karşılığı katılana vermesi nedeniyle, sanığın bankayı aracı kılmak suretiyle dolandırıcılık suçundan mahkûmiyetine ilişkin yerel mahkemenin kararı isabetli olup, ‘Hükümde uygulanan kanun maddesinin TCK’nun 158/1-f yerine 149/1-f olarak gösterilmesi mahallinde düzeltilmesi mümkün yazım hatası kabul edildiğinden bozma nedeni yapılmamıştır’ eleştirisi ile hükmün onanması gerekmektedir” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 05.11.2013 gün ve 266531 sayı ile;
“…Dolandırıcılık suçunun nitelikli hali olan 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f maddesinde düzenlenen ‘bilişim sistemlerinin, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması’ suretiyle dolandırıcılık suçuna baktığımızda; dolandırıcılık eylemlerinde banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması nitelikli bir unsur olarak tanımlanmıştır. Bu hüküm 765 sayılı TCK’nun 504/3. maddesinin karşılığı olarak yeni kanun metnine aynen alınmıştır. Burada araç olarak kullanılan kurumlar, işlenen dolandırıcılık suçundan doğrudan doğruya zarar gören kurumlar değildir. Banka, faizle para alıp veren, kredi, iskonto, kambiyo işlemleri yapan, kasalarında değerli değerli belge, eşya saklayan ve daha başka ekonomik etkinliklerde bulunan kuruluştur. Eğer suç, banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle değil de banka veya kredi kurumlarınca tahsis edilmemesi gereken bir kredinin açılmasını sağlamak maksadıyla işlenmişse bu durumda 158/1-f bendinin değil 158/1-j bendinin uygulanması gerekir.

Çek Türk Ticaret Kanunun da tanımlanmıştır ve unsurları sayılmıştır.

TTK’nun 692. maddesine göre;

‘1. ‘Çek’ kelimesini ve eğer senet Türkçe’den başka bir dille yazılmış ise o dilde ‘Çek’ karşılığı olarak kullanılan kelimeyi;

2. Kayıtsız ve şartsız muayyen bir bedelin ödenmesi için havaleyi;
3. Ödeyecek kimsenin “muhatabın” ad ve soyadını;
4. Ödeme yerini;
5. Keşide gününü ve yerini;
6. Çeki çeken kimsenin (Keşidecinin) imzasını; ihtiva eder.’ hükmünü içermektedir.
TTK’nun 693 maddesine göre;

‘ Yukarıki maddede gösterilen hususlardan birini ihtiva etmiyen bir senet aşağıdaki fıkralarda yazılı haller dışında, çek sayılmaz.

Çekte sarahat yoksa muhatabın ad ve soyadı yanında gösterilen yer, ödeme yeri sayılır. Muhatabın ad ve soyadı yanında birden fazla yer gösterildiği takdirde çek, ilk gösterilen yerde ödenir. Böyle bir sarahat ve başka bir kayıt da mevcut değilse çek muhatabın iş merkezinin bulunduğu yerde ödenir.

Keşide yeri gösterilmemiş olan çek, keşidecinin ad ve soyadı yanında yazılı olan yerde çekilmiş sayılır.’ hükmünü içermektedir.

Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde somut olayda çekin keşide yerininin bulunmaması nedeniyle, resmi belge statüsünde olmadığı, özel belge statüsünde olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Yüksek Yargıtay 11 ve 15. Ceza Dairelerinin zorunlu unsurları bulunmayan çekin özel belge sayılacağına ilişkin pek çok kararına rastlamak mümkündür. Unsurları eksik olan çek özel belge olsa da; banka tarafından bastırılan çek karnelerinin bankanın maddi varlığı olduğu konusunda bir kuşku bulunmamaktadır. Unsurları eksik olan çekin dolandırıcılık suçunda kullanılması durumunda bankanın maddi varlığı olan çek kullanılmak suretiyle TCK’nun 158/1-f maddesinde öngörülen nitelikli dolandırıcılık suçunun oluştuğunun kabulü gereklidir.

Tüm bu nedenlerle sanığın bankanın maddi varlığı olan çek yaprağını sahte olarak düzenleyip, aldığı mal karşılığında katılana vererek dolandırması eylemini, banka aracı kılınarak dolandırıcılık olarak kabul eden yerel mahkeme kararının onanması gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Dairesince 04.12.2013 gün ve 29343-19132 sayı ile; itiraz nedenlerinin oyçokluğuyla yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık hakkında nitelikli dolandırıcılık suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Suçun sübutuna ilişkin bir uyuşmazlık bulunmayan olayda, Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; keşide yerinin gösterilmemesi nedeniyle yasal unsurları eksik olan sahte çek kullanılmak suretiyle işlenen dolandırıcılık suçunun “banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle” nitelikli dolandırıcılık suçunu mu yoksa “basit dolandırıcılık” suçunu mu oluşturacağının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanığın olay tarihinde katılandan 2.000 Lirasını nakit olarak ödeyeceğini söyleyip kalanı için ise keşide yeri gösterilmeyen, düzenleyenin adı yanında yazılı bir yer de bulunmayan 10.000 TL bedelli çeki vererek toplam 12.000 Liraya 50 adet küçükbaş hayvan satın aldığı, söz verdiği tarihte nakit parayı ödemeyince, katılanın çekin durumunu araştırdığında çalıntı ve sahte bir çek olduğunu öğrendiği, yapılan imza incelemesi sonucunda çekteki keşideci imzasının sanığın eli ürünü olduğunun tespit edildiği, sanığın adli sicil kaydında tekerrüre esas olabilecek nitelikte mahkûmiyetlerinin bulunduğu, mahkemece eylemin “Banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık” suçunu oluşturduğu kabul edilmesine karşın, hükümde uygulama maddesinin “TCK’nun 149/1-f” olarak gösterildiği, anlaşılmaktadır.

Dolandırıcılık suçunun basit şekli 5237 sayılı TCK’nun 157. maddesinde; “Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir” şeklinde düzenlenmiş, 158. maddesinde ise bu suçun nitelikli halleri sayılmıştır.

Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle dolandırıcılık suçu da TCK’nun 158. maddesinin birinci fıkrasının (f) bendinde; “(1)Dolandırıcılık suçunun;… f-…banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle, … işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, (e), (f), (j) ve (k) bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adlî para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz” şeklinde düzenlenmiştir.

Maddenin bu bölümüne ilişkin gerekçesinde ise; “…Birer güven kurumu olan banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması, dolandırıcılık suçunun işlenmesi açısından önemli bir kolaylık sağlamaktadır. Banka ve kredi kurumları açısından dikkat edilmesi gereken husus, bu kurumları temsilen, bu kurumlar adına hareket eden kişilerin başkalarını kolaylıkla aldatabilmeleridir” açıklamalarına yer verilmiştir.

Dolandırıcılık suçunun bu nitelikli halinin kabulü ilk defa 5237 sayılı TCK ile olmamıştır. 765 sayılı TCK’nun 504/3. maddesinde de aynı şekilde dolandırıcılığın banka veya kredi kurumlarının vasıta olarak kullanılması suretiyle işlenmesi cezayı ağırlaştıran bir neden olarak kabul edilmiştir. Bu ağırlaştırıcı neden 765 sayılı TCK’na 21.11.1990 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 3679 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenmiş, değişiklik gerekçesinde de; “Dolandırıcılık fiilin…banka veya kredi kurumunun…vasıta olarak kullanılması suretiyle işlenmesi halinde kandırıcı niteliği fazla olacağından, bu durum nitelikli hal olarak kabul edilmiş bulunmaktadır” açıklaması yapılmıştır.

Görüldüğü üzere gerek 765 gerekse 5237 sayılı TCK bakımından kanun koyucu banka veya kredi kurumlarına duyulan güven nedeniyle, bunlar aracı kılınarak gerçekleştirilen eylemlerde, hilenin daha kolay gerçekleşmesi bankaya duyulan güvenden mağdur ya da mağdurların araştırma eğiliminin azalması ya da tümü ile ortadan kalkması nedeniyle, eylemlerin aldatıcı niteliklerini göz önüne alarak nitelikli dolandırıcılık olarak düzenlemiş ve daha ağır bir yaptırıma tâbi tutmuştur.

Banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanıldığından söz edilebilmesi için, dolandırıcılık fiili gerçekleştirilirken banka veya diğer kredi kurumunun mutad faaliyetlerinden ya da bu faaliyeti yürüten sujelerinden yararlanılması ya da banka ve kredi kurumlarının mutad faaliyetleri nedeniyle üretmiş oldukları maddi varlıkların suçta araç olarak kullanılması gerekmektedir.

Banka ve diğer kredi kurumlarının olağan faaliyet konuları 5411 sayılı Bankacılık Kanunun 4. maddesinde sayılmış olup bunlara; mevduat kabul etmek, kredi vermek, çek ve diğer kambiyo senetlerinin iştirası (alım satımı), kredi kartları, banka kartları ve seyahat çekleri gibi ödeme vasıtalarının ihracı ve bunlarla ilgili faaliyetlerin yürütülmesi işlemlerini örnek göstermek mümkündür.

Banka ve diğer kredi kurumlarının maddi varlıkları ise; adı geçen kurumlara ait dekont, teminat mektubu, basılı evrak, kimlik belgesi, giriş kartı, banka cüzdanı, çek, kredi kartı gibi ilgili kurumda etkin işlevi bulunan maddi varlıklardır. Kullanılan maddi varlığın belge niteliğinde bulunması şart olmayıp belge niteliğinde olanların da özel belge niteliğinde olması ile resmi belge niteliğinde olması arasında bir fark bulunmamaktadır.
Banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunun unsurları ile alakalı bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu “çek” ile ilgili olduğundan, çekin hukuki niteliği ve yapısının irdelenmesinde de yarar bulunmaktadır.
Çek, gerek mülga 6752 sayılı, gerekse mer’i 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunlarımızda poliçe ve bonodan sonra üçüncü bir kambiyo senedi türü olarak kabul edilmiştir. Çek hukuki niteliği itibariyle, poliçe gibi bir havaledir, ancak bu havalenin çek olarak vasıflandırılabilmesi için aynı zamanda bir banka üzerinde çekilmiş olması zorunludur. Bankada hesap bulundurmak mücerret çek keşide hakkını vermeyeceğinden, ayrıca önceden bu hesap üzerinde çek keşidesi suretiyle tasarruf edebileceğinin de kararlaştırılmış olması gerekir. Genellikle “çek anlaşması”, “çek sözleşmesi” olarak adlandırılan bu akit ile muhatap banka, keşideciye, üzerine çektiği çekteki miktarı ödemeyi vaad ederken, keşideci ise muhatap bankanın ödediği meblağları kendisine tediyeyi taahhüt etmektedir. Böylece, muhatap banka meşru hamil veya cirantaya kendi mal varlığından ancak keşidecinin şahsında hukuki sonuç doğurmak üzere ödemede bulunma yetkisini elde etmektedir.

Bir senedin “çek” niteliğine haiz olabilmesi için taşıması gereken bazı zorunlu yasal unsurlar bulunmaktadır.

Buna göre, çek;

1- Senet metninde “çek” kelimesini ve eğer senet Türkçe’den başka bir dille yazılmış ise o dilde “çek” karşılığı olarak kullanılan kelimeyi,
2- Kayıtsız ve şartsız belirli bir bedelin ödenmesi için havaleyi,
3- Ödeyecek kimsenin “muhatabın” ad ve soyadını (ticaret ünvanını),
4- Ödeme yerini,
5- Keşide tarihini ve yerini,
6- Keşidecinin imzasını, ihtiva etmelidir.

Bu unsurlardan birini taşımayan bir senet çek sayılmayacaktır. Ancak çekte açıklık yoksa, muhatabın adı ve soyadı (ticaret unvanı) yanında gösterilen yer ödeme yeri kabul edilecek, muhatabın ad ve soyadı (ticaret unvanı) yanında birden fazla yer gösterildiği takdirde çek, ilk gösterilen yerde, böyle bir açıklık ve başka bir kayıt da yoksa, çek muhatabın iş merkezinin bulunduğu yerde ödenecektir. Keşide yeri gösterilmemiş olan çek, düzenleyenin adı yanında yazılı olan yerde düzenlenmiş sayılacaktır. (6752 sayılı Kanunun 693/2-3, 6102 sayılı Kanunun 781/2-3. maddeleri)
Öte yandan Türk Ticaret Kanunu dışında “çek”e ilişkin çıkarılan özel kanunlarla da ayrıntılı düzenlemelere gidilmiştir. Bu kapsamda suç tarihinde yürürlükte bulunan Çekle Ödemelerin Düzenlenmesi ve Çek Hamillerinin Korunması Hakkındaki 3167 sayılı Kanunda bankaların çek hesabı açtırmak isteyenin yasaklı olup olmadığını araştıracakları, ayrıca ilgili kişinin ekonomik ve sosyal durumunun belirlenmesinde gerekli basiret ve özeni gösterecekleri, çek defterlerinin bankalarca bastırılacağı, çek defterlerinin baskı şeklini belirleyen esasların Türkiye Bankalar Birliğinin görüşü alınarak, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasınca belirlenerek Resmî Gazete’de yayımlanacağı, bankaların çek hesabı açtıranların açık kimlik ve adreslerini belirlemek için fotoğraflı nüfus cüzdanı örnekleri ile yerleşim yeri belgelerini, tacir olanların ayrıca ticaret sicili kayıtlarını almak, bunların açık kimliklerini, adreslerini, vergi kimlik numaralarını ve çek hesabının kapatılma hallerini onbeş gün içinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasına bildirmek ve bunlara ilişkin belgeleri hesapların kapatılmalarını izleyen beşinci yılın sonuna kadar saklamak zorunda oldukları, çek karşılığının tamamen veya kısmen bulunmaması halinde hamilin talebi üzerine keşidecinin bankaca bilinen adresleri kendisine verileceği kabul edilmiştir.

Bu açıklamalar ve belirtilen kanuni düzenlemeler karşısında çekin bankanın maddi varlıklarından olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu nedenle tüm unsurlarını havi bir çek kullanılarak işlenen dolandırıcılık suçunun 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f. maddesi kapsamında olduğunun kabulü gerekmektedir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin duraksamasız uygulamaları da bu doğrultudadır. (Örneğin; Ceza Genel Kurulu’nun 28.12.2004 gün ve 173-228, 11 CD’nin 21.01.2014 gün ve 22187-1123, 15 CD’nin 03.03.2014 gün ve 10228-3826 sayılı kararları)

Ancak Türk Ticaret Kanununda öngörülen yasal unsurları eksik olan, örneğin somut olayda olduğu gibi keşide yeri gösterilmeyen ya da tümüyle sahte oluşturulmuş bir çek kullanarak işlenen dolandırıcılık suçunun da 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f. maddesi kapsamında kabul edilip edilmeyeceği hususu uyumazlığın konusunu oluşturmaktadır.
Çekin hile unsuru olarak kullanılmasının daha ağır bir cezayı gerektirmesinin nedeni mağdura bakan yönüdür. Yasal unsurları eksik ya da tümden sahte oluşturulmuş bir çek kullanılarak işlenen dolandırıcılık suçlarında da, bankanın bir maddi varlığı veya böyle bir maddi varlığın bulunduğu algısı hile olarak kullanılmakta, mağdur “çek”e güvendiği için daha kolay aldatılmaktadır. Kaldı ki çekin unsurlarının eksik olması bankanın maddi varlığı olduğu olgusunu da değiştirmemektedir. Bu nedenle iğfal kabiliyetini haiz olması şartıyla çekin tümden sahte olarak oluşturuşmuş olması veya unsurlarının eksik olmasının suçun bu nitelikli halinin oluşumu bakımından bir önemi bulunmamaktadır.
Çekin belgede sahtecilik suçu bakımından resmi belge niteliğinde kabulü ile dolandırıcılık suçunda hile unsuru olarak kullanılması aynı esaslara dayanmamaktadır. Çek esasında özel bir belgedir. Ancak kanun koyucu ticarî hayatta büyük yer tutan ve ciro ile veya buna bile gerek görülmeksizin tedavül eden çekleri ve diğer kambiyo senetlerini daha ciddî bir şekilde korumak istemiş ve bunlarda sahtecilik yapılması hâlinde, resmî belgede sahtecilik suçuna ilişkin hükümlerin uygulanmasını kabul etmiştir. Bu itibarla çekin resmi belge olarak kabulünün nedeni topluma bakan yönü olup, unsurları eksik olan çek bir taraftan özel belge olarak kabul edilirken, diğer taraftan nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturması arasında bir çelişki bulunmamaktadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın keşide yeri gösterilmeyen çalıntı sahte bir çek vermek suretiyle katılandan mal aldığı somut olayda, bankanın maddi varlıklarından olan çekin suçta araç olarak kullanılması nedeniyle eylemin 5237 sayılı TCK’nun 158/1-f madde ve fıkrasında yazılı banka veya kredi kurumlarının araç olarak kullanılması suretiyle nitelikli dolandırıcılık suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

Öte yandan, tekerrüre esas sabıkası bulunan sanık hakkında TCK’nun 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz bulunmadığından, hükümde uygulama maddesinin TCK’nun 158/1-f yerine, 149/1-f olarak gösterilmesi ise mahallinde düzeltilebilir yazım hatası niteliğinde olduğundan bozma nedeni sayılmayıp, ancak eleştiri konusu yapılabilecektir.

Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının nitelikli dolandırıcılık suçu yönünden kaldırılmasına ve eleştiri dışında usul ve kanunu uygun bulunan yerel mahkeme hükmünün nitelikli dolandırıcılık suçu yönüyle onanmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 02.10.2013 gün ve 805-14619 sayılı bozma kararının nitelikli dolandırıcılık suçu yönünden KALDIRILMASINA,
3- Oltu Ağır Ceza Mahkemesinin 12.03.2009 gün ve 62-17 sayılı hükmünün, dolandırıcılık suçuna ilişkin olarak, “Tekerrüre esas sabıkası bulunan sanık hakkında TCK’nun 58. maddesinin uygulanmaması aleyhe temyiz bulunmadığından, hükümde uygulama maddesinin TCK’nun 158/1-f yerine 149/1-f olarak gösterilmesi ise mahallinde düzeltilebilir yazım hatası niteliğinde olduğundan bozma nedeni yapılmamıştır” eleştirisi ile ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.07.2014 günü yapılan müzakerede oybrliğiyle karar verildi.

SAHTE DİPLOMA- NİTELİKLİ DOLANDIRICILIK RESMİ BELGEDE VE MÜHÜRDE SAHTECİLİK

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS: 2014/11283
KARAR: 2017/902

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede sahtecilik, mühürde sahtecilik
HÜKÜM : Beraat

Sanık hakkında nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede ve mühürde sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümleri, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanığın, … Yüksekokulu Teknik Programlar bölümünden mezun olmuş gibi noterden tasdikli sahte diploma düzenleyerek Kars …’nde tekniker olarak görev yapıp, katılan kurumu 35.862,78 TL zarara uğratmak suretiyle nitelikli dolandırıcılık, resmi belgede ve mühürde sahtecilik suçlarını işlediğinin iddia olunan somut olayda; …. Noterliği’nin yazıları ile sahte olarak oluşturulduğu tespit olunan 02/11/2009 tarihli belgenin aslının ele geçirilemediği, dolayısıyla iğfal kabiliyetinin olup olmadığının anlaşılmaması ve ayrıca sanığın yaptığı iş ile ilgili bir yüksekokulda okuması ve mezun olduğunu zannederek iş başvurusunda bulunduğuna dair savunması, aldığı ücret karşılığı katılan kuruma hizmet vermesi hususları dikkate alındığında, sanığın dolandırıcılık kastı ile hareket etmediğinin anlaşılması karşısında, unsurları itibariyle oluşmayan resmi belgede sahtecilik, mühürde sahtecilik ve nitelikli dolandırıcılık suçlarından verilen beraat hükümlerinde bir isabetsizlik görülmediğinden, dolandırıcılık yönünden sanığın mahkumiyetine yönelik tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin herhangi bir nedene dayanmayan temyiz itirazının reddiyle hükmün ONANMASINA, 24/01/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE DİPLOMA İLE ÖZEL ŞİRKETTE İŞE GİRME- GÜVENİ KÖTÜYE KULLANMA- EVRAKTA SAHTECİLİK- BERAAT

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS:2014/19585
KARAR:2017/7970

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Resmi belgede sahtecilik, Güveni kötüye kullanmak
HÜKÜM : 1- TCK 204/1, 62, 51 mad gereğince mahkumiyet
2- TCK 155/2, 62, 51 mad gereğince mahkumiyet

Resmi belgede sahtecilik ve hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçlarından sanığın mahkumiyetine ilişkin hükümler, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanığın daha önce çalışmış olduğu bir iş yerindeki kimya mühendisinin diplomasının fotokopisini çekerek ilgili yere kendi ismini yazıp, katılanın yetkilisi olduğu firmaya başvurduğu, kendisini kimya mühendisi olarak tanıttığı, sanığın bu diplomayı işe girdikten yaklaşık bir yıl sonra tanzim edip, çalıştığı firmaya verdiği, bu şekilde dört yıl kadar çalışmaya devam ettiği, 2009 yılında yaşanan ekonomik kriz nedeni ile işten çıkarıldığı, sanığın katılanın yetkilisi olduğu şirket adına müşterilerden yaptığı 21.000-TL’lik tahsilatı iade etmeyerek uhdesinde tutmak suretiyle resmi belgede sahtecilik ve hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçlarını işlediği iddia edilen olayda;

1-Hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma suçundan verilen mahkumiyet hükmüne yönelik yapılan temyiz incelemesinde;

Sanığın savunması, katılan beyanı, tanık anlatımları ve tüm dosya kapsamına göre sanığın atılı suçtan mahkumiyetine yönelik mahkemenin kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; katılan vekilinin bir nedene dayanmayan temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA,

2-Resmi belgede sahtecilik suçundan verilen mahkumiyet hükmüne yönelik yapılan temyiz incelemesinde;

Sanığın, sahte diploma tanzim ederek işyerine verdiği tespit edilmiş ise de; diploma aslının ele geçirilemediği, fotokopi belgeden ibaret diplomanın iğfal kabiliyeti olup olmadığı tespit edilemediğinden unsurları itibariyle atılı suçun oluşmayacağı gözetilmeden, yazılı şekilde resmi belgede sahtecilik suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,
Bozmayı gerektirmiş, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Kanun’un 6723 sayılı Kanun’un 33. maddesi ile değişik 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 22.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.

SAHTE DİPLOMA- EVRAKTA SAHTECİLİK- İĞFAL KABİLİYETİ- İNFAZIN DURDURULMASI

T.C
YARGITAY
11. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/1534
KARAR: 2018/1226

“İçtihat Metni”

Resmi belgede sahtecilik suçundan sanık … hakkında yapılan duruşma sonunda mahkumiyetine ilişkin … 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nce verilen 29.03.2016 gün ve 2015/117 Esas,2016/319 Karar sayılı hükmünün sanık müdafii tarafından temyizi üzerine Yargıtay 21.Ceza Dairesinin12.10.2016 tarih ve 2016/8705 Esas, 2016/6109 sayılı ilamıyla verilen düzeltilerek onama kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yaptığı itiraz üzerine 05.07.2012 günlü Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yasa’nın 99. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi uyarınca dosya dairemize gönderilmekle gereği görüşüldü:

Sanık hakkında, … Belediyesi’nin hizmet alım şartnamesinde bulunmasını zorunlu kıldığı, sahte olarak düzenlediği … Üniversitesi Mühendislik Fakültesi lisans diplomasını, … 2. Noterliğine ibraz ederek suret tasdiki yaptırıp, sahte belge aslını kendisinde tutarak noter tasdikli suretini … Belediyesi’nin hizmet alım ihalesi için ibraz etmek suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddiasıyla açılan kamu davasında; suça konu belgenin bizatihi … Belediyesi’ne ibraz için üretildiğinin kabulünün mümkün bulunmaması, belgenin düzenlenmesiyle atılı suçun oluştuğunun anlaşılması karşısında, … Büyükşehir Belediye Başkanlığı’ndan hizmet alım ihalesinde sunulan belgelerin doğruluğunun ilgili kurumlardan sorularak teyit edilmesinin mutad olup olmadığı sorularak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun takdir ve değerlendirilmesi gerektiğine yönelik itiraz ile aldatma niteliğinin ilgili fakültenin orijinal lisans diplomasının birebir suça konu sahte diploma ile karşılaştırılması suretiyle tespitinin,sahteciliğin açık ve ilk görüşte anlaşılabilir nitelik taşıması ve objektif olarak anlaşılması gerekliliği ilkelerine uygun bulunmaması, suça konu belgenin objektif olarak aldatma niteliğinin bulunduğunun anlaşılması karşısında, mahkemece… Üniversitesi Mühendislik Fakültesine ait orijinal diploma örneği ile suça konu diploma örneğinin mukayesesinde benzer nitelikte olduğu ancak orijinal diplomanın baş kısmında 1 adet… Üniversitesi amblemi bulunduğu halde suça konu diploma suretinde 2 adet sağda ve solda olmak üzere amblemin bulunduğu, dekanların farklı olduğu, ayrıca orijinal diploma örneğinde lisans diploma sahibinin doğum tarihi ve baba adı ile doğum yerinin yazılı olduğu, suça konu diploma suretinde ise herhangi bir doğum tarihi, baba adı ve doğum yerinin bulunmadığının tespit edildiği, bu haliyle sahteciliğin ilk bakışta anlaşılması nedeniyle aldatıcılık niteliği bulunmadığına yönelik Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın itirazları yerinde görülmediğinden KARARIN DÜZELTİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 6352 sayılı Yasa ile değişik 5271 sayılı CMK.nun 308/3 maddesi uyarınca itiraz konusunda karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na GÖNDERİLMESİNE, Yargıtay Ceza Genel Kurulundaki inceleme sırası, iş yoğunluğu dikkate alınarak telafisi imkansız zarara yol açılmaması bakımından,bu suç yönünden infazın durdurulması ile sanığın TAHLİYESİNE, 14.02.2018 gününde oybirliği ile karar verildi.

RESMİ BELGEDE SAHTECİLİK- SAHTE DİPLOMA- ÜNİVERSİTE DOĞRUDAN ZARAR GÖRMEDİĞİNDEN KAMU DAVASINA KATILMA HAKKININ BULUNMADIĞI

T.C
YARGITAY
11. Ceza Dairesi
ESAS:2016/766
KARAR: 2018/6415

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Resmi belgede sahtecilik
HÜKÜM : Beraat

Sahte diploma kullanarak iş başvurusunda bulunmak suretiyle resmi belgede sahtecilik suçunu işlediği iddia olunan sanığa yüklenen suçtan, doğrudan doğruya zarar görmeyen şikayetçi Yıldız Teknik Üniversitesi Rektörlüğünün kamu davasına katılma hakkı bulunmadığından ve usulsüz verilmesinden dolayı hukuken geçersiz olan katılma kararı hükmü temyiz etme yetkisi vermeyeceğinden, vaki temyiz isteminin 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 317. maddesi uyarınca REDDİNE, 10.07.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

SAHTE DİPLOMA İLE İŞE GİRMEK- EVRAKTA SAHTECİLİK VE KAMU KURUMUNU DOLANDIRICILIK

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS: 2015/12232
KARAR:2018/6255

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Resmi belgede sahtecilik, dolandırıcılık
HÜKÜM : Beraat

Sanık hakkında dolandırıcılık ve resmi belgede sahtecilik suçlarından verilen beraat hükümleri katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanığın İTÜ Bilgisayar ve Bilişim Fakültesinden mezunmuş gibi sahte diploma düzenleyerek İskenderun ilçesinde faaliyet gösteren Limak Uluslararası Liman İşletmeciliği A.Ş’de işe girdiği ve 7 ay kadar çalıştığı, daha sonra diplomanın sahte olduğu anlaşılmakla katılan şirketin sanık hakkında şikayetçi olduğu sanık hakkında soruşturma yürütüldüğü ancak İskenderun Cumhuriyet Başsavcılığınca sanık hakkında fotokopiden ibaret bilgisayar çıktısı diploma örneğinin yetkili kamu görevlilerince onaylanmadığı bu nedenle hukuki sonuç doğurmayacağı ve belgenin kanıt gücü taşımadığı dolayısıyla iğfal kabiliyetinin bulunmadığı sanık hakkında resmi belgede sahtecilikten ayrıca dolandırıcılıktan kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin karar verildiği, anılan karara katılan tarafından itiraz edildiği ve itiraz sonucu anılan kararın Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesince kaldırılararak İskenderun 2. Asliye Ceza Mahkemesince yargılama yapıldığı somut olayda; suça konu diplomanın fotokopiden ibaret olup iğfal kabiliyeti taşımadığı ve her iki müsnet suçun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesine dayanan mahkemenin beraat yönünde kabulünde bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, katılan vekilinin eksik inceleme ile hüküm kurulduğuna ilişkin temyiz itirazlarının reddiyle, sanık hakkında kurulan beraat hükümlerinin ONANMASINA, 03/10/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HIRSIZLIK – İŞYERİ DOKUNULMAZLIĞININ İHLALİ- MALA ZARAR VERME

T.C
YARGITAY
17. CEZA DAİRESİ
ESAS:2018/1842
KARAR:2018/6080

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Hırsızlık, işyeri dokunulmazlığının ihlali, mala zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet

Antalya Bölge Adliye Mahkemesince; verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararların niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Suça sürüklenen çocuk …’ın 07.11.2017 ve 23.01.2018 tarihli dilekçelerinde “…dosyamın onaylanmasını istiyorum” şeklindeki temyizden vazgeçme talebinin, vazgeçme tarihi itibari ile 18 yaşından küçük olan suça sürüklenen çocuk hakkında hüküm ifade etmeyeceği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesi gereğince suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz talebine üstünlük tanınarak yapılan incelemede;

Sanık müdafiinin 22.01.2018 tarihli temyiz ve eski hale getirme talepli dilekçesinde, “Müvekkil … hakkında sayın mahkemeniz tarafından verilen karar tebliğ mazbatasında yazdığı üzere 10.07.2017 tarihinde iş yerinde daimi çalışana tebliğ ibaresi belirtilerek … … isimli şahsa tebliğ edilmiştir. İstinaf başvuru dilekçemde, süre tutum dilekçemde ve son duruşmada sunmuş olduğum yetki belgesinde belirtildiği üzere iş yerimin adresi Bahçelievler Mah. ….t/ANTALYA’dır. Bu durum vergi levham ile de sabittir. Bu adreste meslektaşım Avukat … …. … ile birlikte çalışmaktayız ve iş yerinde hiçbir zaman bir çalışanımız olmamıştır. Tebligatın ise Bahçelievler Mah. ….’daki meslektaşımız Av. … … çalışanına yapılmış olduğunu 19.01.2018 tarihinde sistemden öğrenmiş bulunmaktayım. Kararı tebellüğ eden … … Av. … … sigortalı çalışanı olduğuna ilişkin SGK evrakını ekte sunuyorum. Zabıta ve SGK araştırması ile de bu durum tarafınızdan açıklığa kavuşturulacaktır. Tebligat mazbatasındaki adres ise avukat olarak ilk çalıştığım yerin adresidir ve tebliğ alan kişi tebliğ zarfında adresi yazılı iş yeri olan … …. Bürosu’nda da hiç çalışmamıştır. Tebligat bu adrese de yapılmamıştır. Yukarıda açıkladığım sebeplerle tarafıma yapılmış olduğu iddia edilen tebligat, Tebligat Kanunu’na göre geçersiz olup, öğrenme tarihim olan 19.01.2018 tarihinin temyiz süremin başlangıç tarihi olarak kabul edilmesini talep ediyorum” eski hale getirme taleplerini belirttiği, ekte sunmuş olduğu SGK evrakı incelendiğinde tebliğ yapılan … … Av. … … çalışanı olduğu, müdafinin istinaf başvuru dilekçesinde adres olarak Bahçelievler Mah…. Manavgat/ANTALYA adresini gösterdiği, istinaf ilamının ise müdafiinin eski adresine gönderildiği anlaşılmakla suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz ve eski hale getirme talebi kabul edilerek yapılan incelemede;

Suça sürüklenen çocuk hakkında mala zarar verme suçundan kurulan ve 5271 sayılı CMK’nın 272-3.c maddesine göre istinaf yoluna başvurulamayacak olan hüküm ile ilgili olarak istinaf başvurusunun reddine dair kararın aynı Kanun’un 279. maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna tabi olduğunu tesbitle;

I-Suça sürüklenen çocuk hakkında işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;

Hükmolunan cezanın miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizleri mümkün olmadığından, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE,

II-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;

5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.”, aynı Kanun’un 294. maddesinin ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.” ve aynı Kanun’un 301. maddesinin ”Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin ceza miktarının fazla olduğuna yönelik olduğu belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede;

Mahkemenin alt sınırdan uzaklaşma gerekçesinin yeterli olduğu, suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, istinaf isteminin esastan reddine dair karar hukuka uygun bulunduğundan, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz nedenlerinin reddiyle, CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİNE, 30.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ- UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ- KULLANIM SINIRI

T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2011/10-387
K. 2012/75
T. 6.3.2012

ÖZET : Uyuşturucu madde ticareti suçunda; uyuşmazlık; sanığın sübuta eren eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir. Evinde yapılan arama sonucunda ele geçen uyuşturucu madde dışında, sanığın uyuşturucu maddeyi sattığı yolunda başka bir kanıtın elde edilememesi, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında belirtilen günlük kullanım miktarı dikkate alındığında, bilirkişi raporunda belirtilen 276 gramlık uyuşturucu madde miktarının iki aylık kişisel kullanım sınırları içinde olması, sanığın tüm aşamalarda evinde bulunan uyuşturucu maddeyi satmak için değil, kullanmak için bulundurduğu yönündeki aksi kanıtlanamayan savunmaları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği kuşku boyutunda kalmaktadır. Kuşkudan sanık yararlanır ilkesi uyarınca, yerel mahkemece, sübuta eren eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kesin bir kanaat vermekten uzak kanıtlara dayanılarak, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi hukuka aykırıdır.

DAVA : Sanık S. E.’ün uyuşturucu madde ticareti suçundan 5237 Sayılı T.C.K.nın 188/3, 62, 52, 53 ve 58 inci maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis ve 3.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezanın mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine dair İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 10.4.2008 gün ve 61-107 Sayılı hükmün sanık ve müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 13.4.2009 gün ve 15808-6828 sayı ile;

“… 1- 10.12.2007 tarihli tutanak içeriğine, sanığın yakalanış biçimine suça konu uyuşturucu maddenin miktarı ve ele geçiriliş şekli ile tüm dosya kapsamına göre; sanığın ele geçen esrarı kullanma dışında bir amaçla bulundurduğuna dair kuşkudan uzak, inandırıcı ve kesin kanıt bulunmadığı ve eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması,

2- ) Kabule göre;

a- ) Adli para cezasının; 5083 Sayılı Kanun’un 1 inci maddesiyle hükümden sonra 01.01.2009 tarihinde yürürlüğe giren Bakanlar Kurulunun 4.4.2007 tarih ve 007/11963 Sayılı kararının 1 inci maddesi uyarınca Türk Lirası ( TL ) olarak belirlenmesinde zorunluluk bulunması,

b- ) Sanık hakkında hükmolunan gün adli para cezasından, T.C.K.nın 62 nci maddesi uyarınca 1/6 oranında indirim yapılırken, sonuç cezanın 100 gün yerine 120 gün olarak gösterilmesi…”,

İsabetsizliklerinden BOZULMASINA ve sanığın tahliyesine karar verilmiştir.

İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesince 27.7.2009 gün ve 253-286 sayı ile;

“… Olay öncesi İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Büro Amirliği ekiplerinin yaptığı istihbari çalışmalarda ve ( x ) elemanından alınan bilgilerde Seyfo lakaplı hırsızlık suçundan sabıkalı sanığın olay yeri evinde uyuşturucu bulundurup, bulundurduğu esrar maddesini gramlar halinde müşterilere sattığı duyumu alındığına ve bu duyum değerlendirildikten sonra sulh ceza mahkemesinden alınan karar doğrultusunda sanığa ait olay yeri evde arama yapıldığına ve dedektör köpeğin yardımıyla yapılan aramada evin 2. katındaki odunlukta net 276 gr. esrar maddesi ele geçirildiğine göre; 10.12.2007 tarihli tutanak içeriğine, tutanak düzenleyicilerinin yeminli beyanlarına, İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Suçlar Büro Amerliğinde görevli tutanak düzenleyicisi polis memurlarının yaptıkları istihbari çalışmalar sürerken ( x ) elemanından al-dıkları bilgilerde Bornova Doğanlar Mah. … Sokak No:… Sayılı yerde ikamet eden S. lakaplı sanığın evinde, eve gelen müşterilere gramlar halinde esrar maddesi sattığı bilgisinin edinilmesine ve istihbari çalışmalar ile ( x ) elemanından alınan bilgiler doğrultusunda yapılan aramada evin 2. katında dedektör köpek yardımıyla yapılan aramada uyuşturucu maddenin bulunup el konulmasına göre sanığın eyleminin 5237 Sayılı T.C.K.nın 188/3 üncü maddesindeki satmak maksadıyla suça konu esrar maddesini bulundurmak suçunu oluşturduğu kabul ve tavsif olunmuştur.

Sanığın suça konu maddeyi içmek maksadıyla bulundurduğu yolundaki savunmasının ve sanık müdafinin sanığın suça konu maddeyi içmek maksadıyla bulundurmak suçundan ce-zalandırılması yolundaki savunmasının sanığın daha az ceza almasına yönelik bir savunma olduğu kabul edilerek itibar edilmemiştir.

İzmir Emniyet Müdürlüğü Kaçakçılık ve Organize Suçlar Şubesi Narkotik Büro ekiplerinin yaptığı istihbari çalışmalarda ve ( x ) elemanından alınan bilgilerde sanığın olay yeri evde uyuşturucu sattığı bilgisi üzerine sanığın evinde dedektör köpeğin de yardımıyla yapılan aramada uyuşturucu maddenin gizlendiği yerden bulunduğuna göre olayımızda 5237 Sayılı T.C.K.nın 192/1-3 üncü maddesinin unsurlarının olmadığı anlaşılmıştır.

Sanık ve müdafinin İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayden C. E. ve arkadaşları hakkında açılan davanın sonucunun beklenmesi talep edilmiş ise de; İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. sayılı dosyası içeriğine ve C. E. ve bir kısım arkadaşları hakkında teşekkül oluşturarak uyuşturucu yapmak suçundan kamu davası açılmasına dair iddianamede sanığın uyuşturucu esrar maddesini aldığını söylediği Hasan isimli kişi hakkında bir davanın açılmamış bulunmasına ve İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı dava dosyasında buna dair bir beyan ve belgenin de bulunmamasına gö-re; sanık hakkında satmak maksadıyla uyuşturucu madde bulundurmak suçundan açılan dava ve dosyanın İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı dava dosyasıyla birleştiril-mesi yoluna gidilmemiş ve İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/51 E. kayıtlı C. E. ve arkadaşları hakkındaki dava dosyasının sonuçlanması beklenmemiştir…”,

Gerekçeleriyle eylemin nitelendirilmesine dair bozma nedenine direnilip, diğer bozma nedenlerine uyularak hüküm kurulmuştur.

Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C. Başsavcılığının “bozma” istemli 13.5.2011 gün ve 32272 Sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay 10. Ceza Dairesine, Yargıtay 10. Ceza Dairesince de 11.10.2011 gün ve 11975-55724 sayıyla Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:

KARAR : Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın sübuta eren eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

Sanığın uyuşturucu madde sattığı yönünde kolluk görevlilerince yapılan istihbari çalışmalar ve yardımcı elemandan alınan bilgiler üzerine İzmir 1. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 10.12.2007 gün ve 1962 Sayılı arama kararı üzerine sanığın evinde yapılan aramada, 2 kattan ibaret evin 2. katında bulunan odun kulübesine gizlenmiş halde mavi naylon poşet içerisinde esrar elde etmede kullanılan 550 gram hint keneviri bitkisinin ele geçirildiği,

İzmir Kriminal Polis Laboratuvarınca düzenlenen 15.01.2008 gün ve 15643 Sayılı raporda; incelenmek üzere gönderilen net 460 gram ağırlığındaki maddenin esrar ihtiva eden ve esrar elde etmede kullanılan hint keneviri bitkisinin uç kısımları olduğu, eleme usulüyle yapılan miktarsal çalışmalar sonucu, net 276 gram esrar elde edilebileceğinin belirtildiği, anlaşılmaktadır.

Sanık hakkında istihbari çalışma yapan ve arama işlemine katılan tutanak tanıklarından M. G. mahkemede; “Sanıkla ilgili olayın istihbari çalışmasını Osman isimli polis memuru ile ben yaptım, yaptığımız istihbari çalışmalar sırasında okunan olay yakalama, ev arama tutanağında bahsedilen adreste oturan Seyfo lakaplı şahsın uyuşturucu sattığı duyumu alınınca, bu duyum değerlendirildi, daha sonra Sulh Ceza Mahkemesinden arama kararı alınıp tutanakta belirtildiği şekilde arama kararı alınan evde arama yapıldı, tutanakta yazılı olduğu gibi uyuşturucu madde bulundu, sanık arama bittikten sonra geldi, olayla ilgili okunan tutanak düzenlendi, olayın faili olarak gözetim altına alınan huzurda bulunan sanıkla üzerinde yapılan aramada satışa hazır vaziyete getirilmiş esrar maddelerini Hasan isimli şahıstan aldığı yolunda bir beyanda bulunup bulunmadığını hatırlamıyorum” ,

Tanık O. B. ise; “Olay üzerinden bir süre geçmiştir, birçok uyuşturucu operasyonlarına katıldığım için olayı tam detaylı olarak hatırlamıyorum, ancak okunan tutanaklar ve içerikleri doğrudur. Sanıkla ilgili uyuşturucu olayının istihbari çalışmalarını polis memuru M. G. ile birlikte yaptık, ek 14 teki tutanakta yazılı adreste oturan Seyfo lakaplı şahsın tutanakta belirtildiği şekilde uyuşturucu sattığı duyumunu aldık, bu duyumu değerlendirdik, daha sonra Sulh Ceza Mahkemesinden arama kararı alındı, arama kararı alındıktan sonra olay saati evde olay gün ve saatinde arama yapıldı, polis memurları olay yeri evde yapılan operasyon için ayrı ayrı ekipler halinde operasyona dahil oldu, operasyonun başlangıcında sanığın olay yeri evde olup olmadığını hatırlamıyorum, ancak sanık olay sonrası geldi ve tutanağı da imzaladı, eğer sanık uyuşturucunun kendisine ait olduğunu, Hasan isimli şahıstan aldığını söylemiş ise bu beyanına göre tutanak düzenlenmiştir” biçiminde anlatımda bulunmuşlardır.

Sanık, müdafii huzurunda kollukta; “Ben 5-6 aydır esrar maddesi kullanırım. 10.12.2007 günü yani yakalandığım gün polisler arama kararıyla birlikte evime geldiler, bana arama kararını gösterip okuduktan sonra ikametinde arama yaptılar ve evimin çatısında poşet içerisinde bulunan esrar maddesini buldular. Bu esrar maddesini bana 2 gün evvel ismini Hasan olarak bildiğim açık kimliğini ve adresini bilmediğim bir arkadaşım getirdi. Kendisi benim evimin karşı tarafında bulunan araziye geldi Hasan isimli kişi plakasını bilmediğim kırmızı Murat 131 model araçla geldi. Ben bu arkadaşı eniştem olan C. E. vasıtasıyla tanıdım. Kendisini de bir iki kez eniştem C. E.’ün yanında görmüştüm. Hasan isimli arkadaş benim esrar maddesi içtiğimi de birkaç kez gördü, bana geldiğinde benzin pa-rası olmadığını söyledi, bana para karşılığında bu esrar maddesini verebileceğini söyledi, bende esrar maddesi kullandığım için kabul ettim ve kendisine 160 ytl para verdim ve karşılığında iki adet poşete sarılı içerisinde 300 gram esrar maddesi olan poşeti aldım ve karşılığında 160 ytl para verdim ve evime koydum, içme ihtiyacım oldukça kendim bu esrar mad-desini içtim. Ben tam olarak tartımını bilmiyorum. Bana Hasan bu esrar maddesini iki adet poşet içerisinde 300 gram olarak getirdiğini söyledi. Ben 3-5 kez içerisinde aldım ve içtim. Ben 5 aydır esrar maddesi içerim benim hakkımda atılı bulunan bu ihbarlar asılsızdır”, 11.12.2007 günü sorguda; “Ben 5-6 aydır esrar maddesi kullanıyorum, tedavi olmak istiyorum. Ben esrar maddesi satmıyorum, satmak suçlamasını kabul etmiyorum. Olay tarihinde evimde polisler tarafından dedektör köpek tarafından arama yapıldı. 550 gram esrar maddesine el konuldu, ben bu esrar maddesini içmek için evimde bulunduruyordum”,

Mahkemede ise; “6-7 ay öncesi çocuğum hastalanınca bunun verdiği sıkıntı sebebiyle esrar kullanmaya başladım, iş dönüşleri ara sıra kullanıyorum, kullandığım esrarı Kuruçay semtinde oturanlardan temin ediyordum, olay öncesi içeceğim esrar maddesini kırmızı otosu olan Hasan isimli bir şahıstan 160 ytl’ye satın aldım, bildirdiğim adresteki evde çocuklarım da olduğu için çocuklarımın eline geçmesini önlemek için 2. katta bulunan odun kulübesine koydum, olay günü aramaya gelen polisler odun kulübesinde esrar maddesini buldular, 2. kattaki odun kulübesinde bulunan esrar maddesi bana aittir, içecektim, ben esrar satı-cısı değilim, ne alıcı kılığına giren polis memuruna ne de ( x ) elemanına esrar maddesi satma-dım” şeklinde savunmada bulunmuştur.

Uyuşmazlıkla ilgili yasal düzenlemeler incelendiğinde;

5237 Sayılı T.C.K.nın “Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde İmal ve Ticareti” başlıklı 188 inci maddesinin 3 ve 4 üncü fıkraları; ” ( 3 ) Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruh-sata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, başkalarına veren, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi, beş yıldan onbeş yıla kadar hapis ve yirmibin güne kadar adlî para cezasıyla cezalandırılır.

( 4 ) Uyuşturucu veya uyarıcı maddenin eroin, kokain, morfin veya bazmorfin olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır” biçiminde olup, anılan madde gerekçesinde de vurgulandığı gibi 3. fıkrada, uyuşturucu ve uyarıcı madde ticaretine dair çeşitli fiiller, ayrı bir suç olarak tanımlanmıştır. Buna göre; uyuşturucu veya uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satışı, satışa arzı, başkalarına verilmesi, nakli, depolanması ya da kazanç amacıyla satın alınması, kabul edilmesi veya bulundurulması, bir ve 2. fıkralara göre ayrı bir suç oluşturmaktadır.

Aynı Kanunun “Kullanmak İçin Uyuşturucu veya Uyarıcı Madde Satın Almak, Kabul Etmek veya Bulundurmak” başlıklı 191 inci maddesinin 1. fıkrası ise; ” ( 1 ) Kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alan, kabul eden veya bulunduran kişi, bir yıldan iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, gerekçesinde de belirtildiği üzere, madde metninde, izlenen suç politikası gereği olarak, uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak değil, kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın almak, kabul etmek ve-ya bulundurmak fiilleri suç olarak tanımlanmıştır.

Uyuşturucu madde bulundurma eyleminin, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurmak suçunu mu, yoksa uyuşturucu madde ticareti suçunu mu oluşturduğunun tespitinde belirgin rol oynayan husus, bulundurmanın amacıdır. Ceza Genel Kurulunun 15.06.2004 gün ve 107-136 Sayılı kararında da belirtildiği üzere, uyuşturucu madde bulundurmanın, kullanma maksadına matuf olduğunun belirlenmesinde dikkate alınması gereken ve öğretiyle uygulamada da kabul görmüş olan bazı kriterler bulunmaktadır.

Bunlardan ilki; failin bulundurduğu uyuşturucu maddeyi başkasına satma, devir veya tedarik etmek hususunda herhangi bir davranış içine girdiğinin tespit edilememesidir.

İkinci kriter, bulundurulan yer ve bulunduruluş biçimidir; kişisel kullanım için uyuşturucu madde bulunduran kimse, bunu her zaman kolaylıkla erişebileceği bir yerde, örneğin genellikle evinde veya işyerinde bulundurmaktadır. Uyuşturucunun çok sayıda özenli olarak hazırlanmış küçük paketçikler halinde olması, her paketçiğin içine hassas biçimde yapılan tartım sonucu aynı miktarda uyuşturucu madde konulmuş olması, uyuşturucu maddenin ele geçirildiği yerde veya yakınında, hassas terazi ve paketlemede kullanılan ambalaj malzemelerinin bulunması, kullanım dışında bir amaçla bulundurulduğu hususunda önemli bir belirtidir.

Üçüncü kriter de, bulundurulan miktardır. Kişisel kullanım için kabul edilebilecek miktar, kişinin fiziksel ve ruhsal yapısıyla uyuşturucu veya uyarıcı maddenin niteliğine, cinsine ve kalitesine göre değişiklik göstermekle birlikte, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında esrar kullananların her defasında 1-1,5 gram olmak üzere günde üç kez esrar tüketebildikleri bildirilmektedir. Esrar kullanma alışkanlığı olanların bunları gözönüne alarak, birkaç aylık ihtiyaçlarını karşılayacak miktarda esrar maddesini ihtiyaten yanlarında veya ulaşabilecekleri bir yerde bulundurabildikleri de adli dosyalara yansıyan bilinen bir husustur. Buna göre, esrar kullanan faillerin olağan sayılan bu süre içinde kişisel olarak kullanıp tüketebilecekleri miktarın üzerinde esrar maddesi bulundurmaları halinde, bulundurmanın kişisel kullanım amacına yönelik olmadığı kabul edilmelidir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Evinde yapılan arama sonucunda ele geçen uyuşturucu madde dışında, sanığın uyuşturucu maddeyi sattığı yolunda başka bir kanıtın elde edilememesi, Adli Tıp Kurumunun mütalaalarında belirtilen günlük kullanım miktarı dikkate alındığında, bilirkişi raporunda belirtilen 276 gramlık uyuşturucu madde miktarının iki aylık kişisel kullanım sınırları içinde olması, sanığın tüm aşamalarda evinde bulunan uyuşturucu maddeyi satmak için değil, kullanmak için bulundurduğu yönündeki aksi kanıtlanamayan savunmaları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçunu işlediği kuşku boyutunda kalmaktadır.

Ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “in dubio pro reo” yani “kuşkudan sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel koşulu, suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli kuşkulu ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkumiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkumiyeti, yargılama sürecinde toplanan kanıtların bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanıya değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir kuşku ve başka türlü bir oluşa olanak vermeyecek açıklıkta olmalıdır. Yüksek de olsa bir olasılığa dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza yargılamasının en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan, varsayıma dayalı olarak hüküm vermek anlamına gelir. O halde ceza yargılamasında mahkumiyet, büyük veya küçük bir olasılığa değil, her türlü kuşkudan uzak bir kesinliğe dayanmalıdır. Adli hataların önüne geçilebilmesinin başka bir yolu da bulunmamaktadır.

Bu nedenle, yerel mahkemece, sübuta eren eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu gözetilmeden, kesin bir kanaat vermekten uzak kanıtlara dayanılarak, sanığın uyuşturucu madde ticareti suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi suretiyle suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsizdir.

Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı yerinde olup, yerel mahkeme direnme hükmünün BOZULMASINA karar verilmelidir.

Bununla birlikte Yerel Mahkeme Özel Dairenin 2 numaralı bozma nedenlerine uymuş ise de, direnme hükmünün bozulmuş olması sebebiyle yerel mahkemece bozma doğrultusunda yeni bir hüküm kurulacağından artık bu husus yönünden hükmün incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesinde bir yarar bulunmamaktadır.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul üyesi ise; isabetli olan yerel mahkeme hükmünün onanması gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1- İzmir 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 27.07.2009 gün ve 253-286 Sayılı direnme hükmünün suç niteliğinin hatalı belirlenmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, 06.03.2012 tarihinde yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oyçokluğuyla karar verildi.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın atılı hırsızlık suçunu işleyip işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya içeriğinden;

16.11.2005 tarihinde Konya İli Selçuklu İlçesi Biçer Köyünde ikamet eden Erol isimli müştekinin evine bitişik olan ahırından bir inek ve bir erkek buzağının çalındığı, müştekinin evinin bitişiğinde oturan komşusu ve akrabası İsmail ‘in gece saat 02.00 sıralarında camdan dışarı baktığında eski bir Peugout marka beyaz renkli minibüsü gördüğünü beyan ettiği, olaydan 13 gün sonra müştekinin amcasının oğlu Sefer ‘i telefonla arayan bir şahsın, çalınan hayvanların Konya İli Sarayönü İlçesi İnli Mahallesinde bulunan Hanifi isimli şahsın ahırında olduğunu söylediği, 02.12.2005 tarihinde yapılan aramada Hanifi ‘ye ait olup hakkındaki beraat kararı temyiz edilmeksizin kesinleşen sanık Orhan ‘ın kullandığı ahırda müştekiden çalınan iki adet büyükbaş hayvanının ele geçirildiği ve müştekiye iade edildiği, suça konu hayvanların toplam değerinin 1.200 Lira olduğunun belirlendiği, hakkındaki beraat kararı kesinleşen sanıklardan Yılmaz ‘a ait 42 …….5 plakalı aracın tanık İsmail ‘e gösterildiğinde, tanığın şüpheli olarak gördüğü aracın bu araca benzediğini söylemesi üzerine olay yerinde tespit edilen izler ile bu araca ait izlerin kıyaslandığı ancak kesin bir belirlemeye ulaşılamadığı anlaşılmaktadır.

Hakkındaki beraat kararı temyiz edilmeksizin kesinleşen sanıklardan Orhan kollukta özetle; suça konu hayvanları 15 gün önce Semih isimli şahıstan 1.200 Lira karşılığında satın aldığını, Cihan adlı arkadaşı ile birlikte satın aldığı hayvanları Semih’in kayınpederi olan Murat ‘a ait avluda teslim alarak kendi ahırına getirdiklerini, suça konu hayvanları satın alırken menşei şahadetnamesi bulunup bulunmadığını sormadığını, her iki hayvanın da kulak küpelerinin bulunmadığını, satın almış olduğu buzağıya sonradan kendisinin kulak küpesi taktırdığını,

Cumhuriyet Başsavcılığında özetle; Sarayönü ilçesinde bir kasapta maaş karşılığı çalıştığını, 2005 yılı Kasım ayı içerisinde Semih ‘den 1 adet inek ile 1 adet buzağıyı 1.200 Lira karşılığında satın aldığını, Cihan adlı arkadaşı ile birlikte Murat adlı şahsın bahçesinde bulunan hayvanları Semih’ten teslim aldıklarını, Murat ‘ın teslim anında olay yerinde bulunmadığını,

Yargılama aşamasında özetle; suça konu 1 adet inek ile 1 adet buzağıyı ahırında yapılan aramadan 25-30 gün önce Semih isimli şahıstan 1.200 Lira karşılığında satın aldığını, Cihan isimli arkadaşı ile birlikte Murat’ın evine giderek Semih ile görüşüp, hayvanları ahırdan alarak bağlı oldukları ipi çekmek suretiyle kendi ahırına getirdiklerini, yakın yerlerden getirilen hayvanların menşei şahadetnamesine bakmadıklarını, hayvanların kulak küpelerinin bulunmadığını, 25-30 gün sonra hayvanların yakalandığını,

Hakkındaki beraat kararı kesinleşen diğer sanık Yılmaz soruşturma evresinde özetle; Orhan, Cihan Şen ve Murat ‘ı tanıdığını, 42 …..5 plakalı aracı ağustos ayı içerisinde arkadaşı olan Semih ‘e verdiğini, Semih ‘in bu aracı kendisiyle kavga etmeden 1-2 gün önce 18.11.2005 tarihinde tekrar kendisine teslim ettiğini, Semih ‘in 19.11.2005 tarihinde parasını zorla alarak kaçtığı için şikayetçi olduğunu ve hakkında yakalama kararı çıkartıldığını, Semih ‘in bu araçla hırsızlık yapmış olabileceğini, ancak bu hırsızlıktan haberinin olmadığını, kendisine ait aracın hırsızlık suçunda kullanıldığının kesin olarak belirlenemediğini,

Yargılama aşamasında özetle; 42 ……5 plakalı Peugeout marka minibüsün dinamosu çalışmadığı için Konya ilinde bulunan tanıdıklarına yaptırması için 1,5 yıl önce Semih ‘e emaneten verdiğini, 1,5-2 ay süreyle aracın Semih ‘de kaldığını, aracı verirken aracın koltuklarının bulunmasına karşın, teslim alırken koltukların bulunmadığını, Semih’in yumurta sattığı için aracın koltuklarını söktüğünü, aracının hayvan taşımaya müsait olmadığını,

Tanık Cihan kollukta özetle; suça konu hayvanların Orhan tarafından, Semih ‘den satın alındığını, hayvanları Orhan ile birlikte Yukarı Mahallede ikamet eden Murat ‘ın avlusundan teslim alarak iplerinden çekmek suretiyle Orhan’a ait ahıra getirdiklerini, hayvanları avludan çıkarırken Semih’in de avluda bulunduğunu ancak paranın verilmesini görmediğini,

Cumhuriyet Başsavcılığında özetle; Orhan ‘ın arkadaşı olduğunu, 15-20 gün önce tesadüfen karşılaştıklarında satın aldığı iki adet ineğin getirilmesi konusunda kendisinden yardım istemisi üzerine Orhan’a ait araca binerek Semih ‘in kayınpederinin evinin bulunduğu dar sokağa gittiklerini, burada Semih ‘in yanlarına gelerek Orhan ile birlikte hayvanları getirmek üzere ayrılırken kendisinin araçta beklediğini, bir süre sonra inekleri getirdiklerini, olay anında Murat ‘ı görmediğini, ineklerin getirildiği sokakta Semih’in kayınpederinin evi bulunduğu için kolluktaki ifadesinde ineklerin Murat ‘ın avlusundan getirildiğini söylediğini, gerçekte ineklerin Murat’ın avulusundan getirildiğini görmediğini, inekleri iplerinden çekerek Orhan’ın ahırına getirdiklerini,

Yargılama aşamasında 16.10.2008 tarihinde özetle; iddianamede anlatılan olaydan hiç bir haberinin olmadığını, sanıkları tanıdığını, bu şahısların böyle bir olayı gerçekleştirip gerçekleştirmediklerini bilmediğini, 30.04.2009 tarihinde ise; geçmişte Orhan ‘ın, Semih ‘den iki adet inek satın aldığını bildiğini, ancak inekleri nereden getirdiklerini bilmediğini,

Tanık sıfatıyla dinlenen sanığın kayın pederi Murat kollukta özetle; Semih ‘in kendi evine gelip gitmediğini, ahırının yıllardır boş olduğunu, Orhan ‘ın kendisine ait avludan hayvan götürmediğini,

Cumhuriyet Başsavcılığında özetle; Semih ‘in damadı olduğunu, ancak 1,5-2 yıldır evine gelmediğini, kendisinden habersiz hiç kimsenin ahırına hayvan koyamayacağını, Semih hakkında gıyabi tutuklama kararının bulunduğunu, buna rağmen Semih ile Orhan arasında alışveriş yapılabileceğini ancak bunu kendisinin bilmediği gibi kendi ahırına hayvan konulmadığını, bu duruma komşuları olan Burhan ile Mevlüt ‘ün tanıklık edebileceğini, Orhan ‘ın yanında bulunduğu söylenen Cihan ‘ı tanımadığını, bunların şebeke halinde çalıştığını, Semih hakkında gıyabi tutuklama kararı bulunduğu için bu şekilde senaryo uydurduklarını, sanık Orhan’ın hırsızlık yapıp yapmadığını bilmediğini ancak hayvanların onun ahırında olduğunu duyduğunu, suçu başkasının üzerine atmaya çalıştığını,

Yargılama aşamasında özetle; neden tanık olarak adının geçtiğini anlamadığını, Semih’in damadı olmasına rağmen 3 yıldır konuşmadığını, hırsızlık yapıp yapmadığını bilmediğini,

Tanık Burhan kollukta özetle; Murat ‘ın komşusu olduğunu, ahırına son bir ay içerisinde herhangi bir şekilde hayvan gelmediğini, gelmiş olması halinde kendisinin dikkatini çekeceğini, Semih ‘in ramazan ayında gece Murat ‘a ait eve geldiğini, hayvanların çalınması ile ilgili hiç bir bilgisinin olmadığını,

Yargılama aşamasında; Murat ‘ın komşusu olduğunu, olayla ilgili hiç bir bilgisinin olmadığını, Murat’ın evinde suç tarihinde büyükbaş hayvan görmediğini,

Sanığın kayın pederi olan Murat ‘un komşularından olan tanık Mevlüt kollukta özetle; Murat isimli şahsın komşusu olduğunu, evinde hayvan beslediğini hiç bir zaman görmediğini, hayvanın beslenmesi halinde kendisinin görebileceğini, Murat’ın damadı olan Semih ‘in Sarayönü’ne geldiğini görmediğini,

Beyan etmişlerdir.

Soruşturma aşamasında bulunamaması nedeniyle hakkında yakalama kararı çıkartılan sanık Semih yargılama aşamasında yakalandığında özetle; Yılmaz ‘ı tanımasına karşın 4 yıldır konuşmadığını, Orhan ‘ı ise hiç tanımadığını, hakkında başka bir mahkemede dava bulunduğu için suçun diğer sanıklar tarafından kendi üzerine atıldığını savunmuştur.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Haklarındaki beraat kararları kesinleşen sanıklar Orhan ve Yılmaz ‘ın beyanları ile tanık Cihan ‘ın soruşturma aşamasındaki anlatımları gözönüne alındığında sanık Semih ‘in atılı hırsızlık suçunu işlediği yolunda bir kanaat oluştuğu gözardı edilemez bir olgudur. Ancak bununla birlikte, tanık Cihan’ın soruşturma evresindeki; “Orhan ‘ın suça konu iki adet büyükbaş hayvanı sanık Semih ‘den satın aldığını ve bunları Semih’in kayın pederi Murat ‘ın evinden teslim alarak birlikte Orhan’ın ahırına getirdikleri” şeklindeki beyanlarından dönerek kovuşturma aşamasında; “olaydan hiç bir haberinin olmadığını” söylemesi, sanığın kayın pederi Murat ile tanık olarak dinlenilen komşuları Burhan ve Mevlüt ‘ün, Murat ‘n ahırına suç tarihinde herhangi bir hayvan getirilmediği ve sanık Semih’in son zamanlarda buraya gelip gitmediği yönündeki anlatımları gibi hususlar tüm dosya içeriği ile birlikte değerlendirildiğinde sanığın atılı suçu işlediği şüphe boyutunda kalmakta ve sübuta ermemektedir.

Ceza muhakemesinin en önemli ilkelerinden biri olan ve Latince “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesi uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılmasının temel şartı, suçun şüpheye yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli ve tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, bir suçun gerçekten işlenip işlenmediği veya işlenmiş ise gerçekleştirilme biçimi konusunda şüphe belirmesi halinde uygulanacağı gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, yargılama sürecinde toplanan delillerin bir kısmına dayanılarak ve diğer bir kısmı göz ardı edilerek ulaşılan ihtimali kanaate değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalıdır. Bu ispat, hiçbir şüphe ve başka türlü bir oluşa imkan vermeyecek açıklıkta olmalıdır.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, sanığın atılı suçu işlediğini kabul eden Özel Daire kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün, sanığın beraatı yerine, birbiriyle çelişkili ve kesin bir kanaat vermekten uzak delillere dayanılarak mahkumiyetine hükmolunması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 23.02.2012 gün ve 3044-3722 sayılı kararının KALDIRILMASINA,

3- Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 01.10.2009 gün ve 142-930 sayılı hükmünün BOZULMASINA,

4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 21.05.2013 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi

CEZA HUKUKUNDA ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR KARİNESİ-HIRSIZLIK SUÇUNDA KESİN VE İNANDIRICI DELİL


T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS NO: 2012/6-1309
KARAR NO: 2013/258

Hırsızlık suçundan sanık Semih ‘in 5237 sayılı TCK’nun 142/2-g, 143 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Konya 5. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 01.10.2009 gün ve 142-930 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 23.02.2012 gün ve 3044-3722 sayı ile;

“…Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1-Kolluk tarafından düzenlenen ve mağdurun anlatımı ile örtüşen olay yeri çizelgesine göre, hayvanların çalındığı ahırın mağdura ait evin bitişiğinde olduğunun anlaşılması nedeniyle, suçun 5237 sayılı TCK’nın 142. maddesinin (1-b) fıkra ve bendine uyduğu gözetilmeden, aynı Yasa maddesinin uygulama yeri olmayan (2-g) fıkra ve bendi ile hüküm kurulması,

2-Suçun gece vakti işlendiğine ilişkin kuşkudan uzak, hukuka uygun, kuvvetli ve inandırıcı kanıtlar karar yerinde açıklanıp tartışılmadan, sadece gece saat 02.00 sıralarında köy yerinde bir minibüsün dolaştığı bilgisine dayanılarak 5237 sayılı TCK’nın 143/1. maddesi ile cezada arttırma yapılması,” isabetsizliğinden oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiş, Daire Üyesi M. Simavlı, sanığın eyleminin sübuta ermediği düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay C. Başsavcılığı ise 17.04.2012 gün ve 319708 sayı ile;

“…Gerek hazırlık aşamasında gerekse yargılama aşamasında yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğine dair mahkumiyete yeterli ve inandırıcı şüpheden arındırılmış kesin kanıtlara ulaşılamamıştır. Zira hakkında beraat kararı verilen Orhan ‘ın suçtan kurtulmak amacıyla suça konu hayvanları sanık Semih ‘den satın aldığını söyleme ihtimali mevcuttur. Adı geçen şahsın tanık olarak gösterdiği şahıslardan sadece Cihan ‘ın kendi beyanını kısmen doğrulamasına karşın, adı geçen tanık Cihan ‘ın hakkında beraat kararı verilen Orhan ile birlikte hareket ettiğinin Murat tarafından iddia edildiği gibi tanık Cihan ‘ın aşamalardaki ifadeleri arasında çok büyük çelişkiler bulunmaktadır. Benzer olaylarda sanık ya da sanıkları sadece olay nedeniyle tanıyan tanıkların dosya içeriğine uygun iddialarına üstünlük tanınması gerektiği konusunda gerek uygulamada gerekse teoride herhangi bir duraksamanın mevcut olmamasına karşın, incelemeye konu eylemde olduğu gibi sanık ya da sanıkları önceden tanıyan tanık ya da tanıkların beyanlarının daha kuşkulu karşılandığı bilinen bir gerçektir. Yerel mahkemenin toplanan deliller ışığında sanık Semih hakkında verdiği mahkumiyet kararının yerleşik içtihatlara aykırı olacağı gibi oldukça sakıncalı sonuçlara yol açacağı da açıktır. Zira benzer olaylarda suça konu eşyalarla birlikte yakalanan herhangi bir şahısın, bir tanık dinleterek suçtan rahatlıkla kurtulabileceği gibi olayla hiç bir ilgisi olmayan kişinin mahkumiyetine de neden olmasının önü bir anlamda açılacaktır. Bu duruma çağdaş herhangi bir hukuk sisteminin izin vermesi düşünülemez.

Hakkında beraat kararı verilen Orhan ‘ın şüpheli davranışları, tanık olarak dinlenmesini istediği Murat ile Hakan ‘ın kendisini doğrulamamaları, kendisini doğrulayan Cihan ‘ın ise aşamalardaki ifadeleri arasındaki çok büyük çelişkiler ve sanık Semih ‘in kayınpederi olmasına karşın, adı geçeni koruma güdüsüyle hareket etmediği açıkça anlaşılan Murat ‘un dosya içeriğine uygun beyanları sanık Semih başlangıç aşamasından itibaren mevcut olan şüpheyi iyice artırmıştır.

Bütün ihtimalleri değerlendirmek zorunda olan mahkeme tarafından çelişkiler ve tereddütler giderilmediği gibi suça konu hayvanları ahırında bulunduran Orhan ‘ın savunmasının, hangi nedenle yüklenen suçu işlemediğini beyan eden sanık Semih ‘in savunmasına üstün kılındığı karar yerinde denetime olanak sağlayacak ve başta davanın tarafları olmak üzere herkesi ikna edecek şekilde açıklanmamıştır. Denetimden yoksun gerekçe ile mahkumiyet kararı verilmesi suretiyle Anayasanın 141, CYY’nın 34, 230. maddeleri ile 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi delaletiyle halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CYUY’nın 308/7. maddesine aykırı davranılmıştır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 27.09.2012 gün ve 16931-16172 sayı ile, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
17. Ceza Dairesi
ESAS:2018/1842
KARAR:2018/6080

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SUÇLAR : Hırsızlık, işyeri dokunulmazlığının ihlali, mala zarar verme
HÜKÜM : Mahkumiyet

Antalya Bölge Adliye Mahkemesince; verilen hükümler temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararların niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Suça sürüklenen çocuk …’ın 07.11.2017 ve 23.01.2018 tarihli dilekçelerinde “…dosyamın onaylanmasını istiyorum” şeklindeki temyizden vazgeçme talebinin, vazgeçme tarihi itibari ile 18 yaşından küçük olan suça sürüklenen çocuk hakkında hüküm ifade etmeyeceği anlaşılmakla, 5271 sayılı CMK’nın 266/3. maddesi gereğince suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz talebine üstünlük tanınarak yapılan incelemede;

Sanık müdafiinin 22.01.2018 tarihli temyiz ve eski hale getirme talepli dilekçesinde, “Müvekkil … hakkında sayın mahkemeniz tarafından verilen karar tebliğ mazbatasında yazdığı üzere 10.07.2017 tarihinde iş yerinde daimi çalışana tebliğ ibaresi belirtilerek … … isimli şahsa tebliğ edilmiştir. İstinaf başvuru dilekçemde, süre tutum dilekçemde ve son duruşmada sunmuş olduğum yetki belgesinde belirtildiği üzere iş yerimin adresi Bahçelievler Mah. ….t/ANTALYA’dır. Bu durum vergi levham ile de sabittir. Bu adreste meslektaşım Avukat … …. … ile birlikte çalışmaktayız ve iş yerinde hiçbir zaman bir çalışanımız olmamıştır. Tebligatın ise Bahçelievler Mah. ….’daki meslektaşımız Av. … … çalışanına yapılmış olduğunu 19.01.2018 tarihinde sistemden öğrenmiş bulunmaktayım. Kararı tebellüğ eden … … Av. … … sigortalı çalışanı olduğuna ilişkin SGK evrakını ekte sunuyorum. Zabıta ve SGK araştırması ile de bu durum tarafınızdan açıklığa kavuşturulacaktır. Tebligat mazbatasındaki adres ise avukat olarak ilk çalıştığım yerin adresidir ve tebliğ alan kişi tebliğ zarfında adresi yazılı iş yeri olan … …. Bürosu’nda da hiç çalışmamıştır. Tebligat bu adrese de yapılmamıştır. Yukarıda açıkladığım sebeplerle tarafıma yapılmış olduğu iddia edilen tebligat, Tebligat Kanunu’na göre geçersiz olup, öğrenme tarihim olan 19.01.2018 tarihinin temyiz süremin başlangıç tarihi olarak kabul edilmesini talep ediyorum” eski hale getirme taleplerini belirttiği, ekte sunmuş olduğu SGK evrakı incelendiğinde tebliğ yapılan … … Av. … … çalışanı olduğu, müdafinin istinaf başvuru dilekçesinde adres olarak Bahçelievler Mah…. Manavgat/ANTALYA adresini gösterdiği, istinaf ilamının ise müdafiinin eski adresine gönderildiği anlaşılmakla suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz ve eski hale getirme talebi kabul edilerek yapılan incelemede;

Suça sürüklenen çocuk hakkında mala zarar verme suçundan kurulan ve 5271 sayılı CMK’nın 272-3.c maddesine göre istinaf yoluna başvurulamayacak olan hüküm ile ilgili olarak istinaf başvurusunun reddine dair kararın aynı Kanun’un 279. maddesi uyarınca itiraz kanun yoluna tabi olduğunu tesbitle;

I-Suça sürüklenen çocuk hakkında işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;

Hükmolunan cezanın miktarı ve türü gözetildiğinde, 5271 sayılı CMK’nın 286/2-a maddesi uyarınca, ilk derece mahkemelerinden verilen beş yıl veya daha az hapis cezaları ile miktarı ne olursa olsun adli para cezalarına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddine dair bölge adliye mahkemesi kararlarının temyizleri mümkün olmadığından, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz isteminin 5271 sayılı CMK’nın 298. maddesi uyarınca REDDİNE,

II-Suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesine gelince;

5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin ”Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.”, aynı Kanun’un 294. maddesinin ”Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır. Temyiz sebebi ancak hükmün hukuki yönüne ilişkin olabilir.” ve aynı Kanun’un 301. maddesinin ”Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında incelemeler yapar.” şeklinde düzenlendiği de gözetilerek suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin ceza miktarının fazla olduğuna yönelik olduğu belirlenerek anılan sebeplere yönelik yapılan incelemede;

Mahkemenin alt sınırdan uzaklaşma gerekçesinin yeterli olduğu, suça sürüklenen çocuk hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümde herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, istinaf isteminin esastan reddine dair karar hukuka uygun bulunduğundan, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin yerinde görülmeyen temyiz nedenlerinin reddiyle, CMK’nın 302/1. maddesi uyarınca, usul ve yasaya uygun olan Bölge Adliye Mahkemesi kararına yönelik TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİNE, 30.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HİLELİ İFLAS- TİCARİ DEFTERLERİN AÇILIŞ VE KAPANIŞ ONAYLARININ NOTERDEN SORULMASI- ÜÇLÜ BİLİRKİŞİ KURULUNDAN RAPOR ALINMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
8. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/3564
KARAR:2018/11286

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : Hileli iflas
HÜKÜM : Beraat

Gereği görüşülüp düşünüldü:

Sanığın yetkilisi olduğu …Madencilik Nakliyat ve Dış Ticaret Sanayii ve Ticaret Limited Şirketi’nin iflasına karar verildikten sonra iflas müdürlüğü tarafından iflas tarihinden önceki 3 yıla ait defter ve belgelerin ibrazı ve haczi kabil menkul malların teslim etmesi için yapılan muhtıra içerikli tebligata rağmen defter ve belgeleri ibraz etmeyen sanığın, bu şekilde tacir olmanın gerekli kıldığı dikkat ve özeni göstermeyerek 2004 sayılı İİK’nun 310/7. maddesi gereğince taksirli iflas suçunu işlediği iddia edilen somut olayda;

Türk Ticaret Kanununun 66 ve devamı maddelerine göre tacirler bir kısım defterleri tutmak zorunda olup, 5237 sayılı TCK’nın 161/1-b maddesindeki düzenlemeye göre ilgili defter ve belgelerin tevsik edileceği borçlunun mal varlığını kaçırmaya yönelik tasarruflarda bulunması halinde önem arz edeceği, borçlunun mallarını kaçırmaya yönelik gerçekleştirilmiş olan hileli bir tasarruf olmaksızın ilgili ticari defter, kayıt ve belgelerin istenildiği halde verilmemesinin hileli iflas suçunu gerçekleştirmek için başlı başına yeterli olmayacağı, sanığın ticari defter, kayıt veya belgeleri gizlemesi veya yok etmesi eyleminin, hileli tasarrufların ortaya çıkmasını önlemek için yapılmış olması gerekmesi karşısında; öncelikle sanıkdan özellikle şirkete ait ticari defter ve belgelerin tutulup tutulmadığı, tutuldu ise muhasebeci, şirket merkezi v.s. nerede olduğunun sorulması, savunma içeriğine göre defter ve belgelerin temininin sağlanmasına, ayrıca ticari defterlerin açılış ve kapanış onaylarının noter tarafından yapılması gerekmekte olup, şirketin merkezinde bulunan noterlerden şirkete ait ticari defterlerin açılış ve kapanış onaylarının yapılıp yapılmadığının, dolayısıyla şirketin en başından itibaren ticari defterlere sahip olup olmadığının ve sanığın savunmasının içeriğinin doğru olup olmadığının tespiti açısından sanığın şirketin kuruluş ve işleyişindeki durumları ilgili ticaret sicil memurluğu ve vergi dairesinden usulünce araştırılıp, tüm delil ve belgeler üzerinde Ticaret, İcra ve İflas Hukuku Öğretim üyesi ile Mali Müşavirden oluşan bilirkişi kurulu aracılığıyla inceleme yaptırılarak TCK.nun 161, 162. maddelerinde sayılan eylem ve işlemlerin bulunup bulunmadığı, alacaklıları zarara uğratma amacına yönelik eylem olup olmadığı duraksamaya yer vermeyecek şekilde saptanması, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayini gerekirken yazılı şekilde beraatına hükmedilmesi,

Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 18.10.2018 gününde oybirliği ile karar verildi.

TEBLİĞ MAZBATASINDAKİ İMZANIN SAHTELİĞİ- ESKİ HALE GETİRME – USULSÜZ TEBLİĞ

T.C
YARGITAY
21. CEZA DAİRESİ
ESAS :2015/4510
KARAR:2015/5417
TARİHİ:24.11.2015

Yapılan duruşmaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin tahkikat neticelerine uygun olarak tecelli eden kanaat ve takdirine, tetkik olunan dosya içeriğine göre sanık müdafiinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,

Ancak;

Hüküm sanığın yokluğunda tefhim edilmiş, sanık adına düzenlenmiş olan ve gerekçeli kararı içeren tebligatın her ne kadar 20/10/2011 tarihinde bizzat sanığa tebliğ edildiği Tebliğ Mazbatasında yazılı ise de; sanık müdafiinin 01/12/2011 tarihli dilekçesi ile; Tebliğ Mazbatasındaki imzanın sanığa ait olmadığını belirterek Eski Hale Getirme ve temyiz isteğinde bulunması üzerine; mahkemece yapılan araştırma sonucu Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fizik İhtisas Dairesi Adli Belge İnceleme Şubesi’nce düzenlenmiş olan 16/04/2012 tarih 2012/14884/2090 sayılı raporda,Tebliğ Mazbatasındaki imzanın sanığa ait olmadığının belirtilmiş olması nedeniyle sanık müdafiinin eski hale getirme isteğinin kabulü ile sanık müdafiinin temyiz isteğinin öğrenme üzerine ve yasal temyiz süresinde yapılmış olduğunun kabulü ile yapılan incelemede gereği görüşüldü,

Sanığın savunmasında; şoförlük yaptığı minibüsün yol güzergah belgesini kendisinin sahte olarak düzenlemediğini, hat sahibinin babası ….., minibüsü satın aldıkları kişinin de …. …. olduğunu ve sahteciliği kimin yaptığını bilmediğini beyan etmesi karşısında, gerçeğin kuşkuya yer bırakmaksızın tespiti amacıyla; …….plakalı aracın suç tarihindeki trafik kaydının getirtilerek incelenmesi ve sanığın savunmasında isimlerini bildirmiş olduğu ….. ve ……ın tanık sıfatıyla bilgi ve görgüleri tespit edilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeden eksik inceleme ile yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,

Yasaya aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan sair yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun 321. maddesi uyarınca istem gibi BOZULMASINA, 24.11.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.

YALAN TANIKLIK- MAHKUMİYET

T.C.
YARGITAY
16. CEZA DAİRESİ

Esas No:2015/1336
Karar No:2015/3686
K. Tarihi:21.10.2015

Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Yalan tanıklık, Tehdit
Hüküm : a- Sanık … hakkında;
TCK’nın 28, CMK’nın 223/3-b. maddeleri gereğince ceza verilmesine yer olmadığına dair
b- Sanık … hakkında;
1- TCK’nın 106/1-1, 62, 53. maddeleri gereğince mahkumiyet
2- TCK’nın 272/2, 62, 53. maddeleri gereğince mahkumiyet
Temyiz edenler : Sanık … müdafii, O yer Cumhuriyet savcısı

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Kusurluluğu ortadan kaldıran bir hal olarak 5237 sayılı TCK’nın 28. maddesinde düzenlenen tehdit ve korkutmadan bahsedebilmek için; tehditte bulunanın emirlerine boyun eğmeden zarardan kurtulma imkanının bulunmaması, tehdidin sonuç almaya elverişlilik açısından belli oranda ağır ve muhakkak olması ve ihlal edilen hakla korunmak istenen yarar arasında orantılılık bulunması gerekmektedir. TCK’nın 28. maddesinde düzenlenen tehdit bir yönüyle kaynağı insan davranışları olan zorunluluk halidir.

Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2009/920 sayılı soruşturma kapsamında tanık sıfatıyla ifadesine başvurulan sanık …’un “Sanık …’in elindeki ekmek bıçağıyla kovaladığı …’yı seni öldüreceğim derini yüzeceğim diye tehdit ettiğini” beyan ettikten sonra aynı olayla ilgili açılan ve …nin 2009/324 sayılı esasına kayden görülen kamu davasının duruşma gününde adliye dışında bekleyen …’un yanına gelen sanık …’nin diğer tanıkları kastederek “….onların hepsi yalan söylüyor onlar zaten dayağı yiyecekler aralarında sende yanma ifadeni değiştir kurtul…” şeklinde sözlerinden sonra duruşmaya katılan …’un bu kez soruşturma ifadesinin aksine “…’in …’yı tehdit etmediğini” ifade etmesi şeklindeki gelişen olayda; tehdit ve korkutma unsurları yönünden, TCK’nın 28. maddesinin uygulama koşullarının oluşmadığı,

Bu itibarla;

A- Sanık …’in eyleminin suç tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı TCK’nın 38. maddesi delaletiyle 272/3 ve hüküm tarihinden sonra 05.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6532 sayılı Kanunun 90. maddesiyle değiştirilen 277/1-2 maddesinde düzenlenen suça temas etmesi nedeniyle TCK’nın 7/2 maddesi gereğince sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması

B- Sanık …’un ise sübut bulan yalan tanıklık suçundan mahkumiyetine karar vermek gerekirken yasal olmayan gerekçeyle yazılı biçimde karar verilmesi,

Kanuna aykırı, sanık … müdafii ile Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükümlerin bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 21.10.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HARİCİ GAYRİMENKUL SATIŞ SÖZLEŞMESİ KARŞILIĞI VERİLEN TEMİNAT SENEDİ- BEDELSİZ SENEDİ KULLANMA SUÇU UYUŞMAZLIĞIN HUKUKİ İHTİLAF BOYUTUNDA KALMASI

T.C
YARGITAY
15. Ceza Dairesi
ESAS:2017/27915
KARAR:2018/9180 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Ceza Mahkemesi
SUÇ : Bedelsiz senedi kullanma
HÜKÜM : CMK’nın 223/2-b maddesi gereğince beraatine

Bedelsiz senedi kullanma suçundan sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Sanık ile katılanın harici olarak gayrimenkul satış sözleşmesi yaptıkları ve katılanın teminat olarak sanığa 55.000 TL. bedelli senet verdiği, ancak binanın tamamlanmaması üzerine bu kez katılanın önceden vermiş olduğu senet geri alınmak koşuluyla 59.500 TL. bedelli senedi yine teminat olarak sanığa verdiği, ancak sanığın önceden almış olduğu ve katılana iade etmesi gerektiği senedi iade etmeyerek İ… İcra Müdürlüğünün 2013/2581 esas sayılı dosyası ile takibe koyduğu, olay nedeniyle tarafların uzlaşmayı kabul etmedikleri, böylece sanığın üzerine atılı bedelsiz senedi kullanma suçunu işlediği iddia olunan somut olayda;

Katılan beyanı, sanık savunması ve tüm dosya kapsamından, taraflar arasındaki uyuşmazlığın hukuki ihtilaf boyutunda kalması, yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması gerekçesiyle verilen beraat hükmünde herhangi bir isabetsizlik görülmemiştir.

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; katılan vekilinin suçun sübuta erdiği, delil takdirinde hata sonucu beraat kararı verildiği hususuna ilişkin ve sair temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 06.12.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

GÖRÜNTÜ VEYA SESLERİN İFŞA EDİLMESİ SURETİYLE ÖZEL HAYATIN GİZLİLİĞİNİ İHLAL

T.C
YARGITAY
12. Ceza Dairesi
ESAS:2017/3888
KARAR:2018/3191

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Asliye Ceza Mahkemesi
Suç : Görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal
Hüküm : TCK’nın 134/2-1, 31/3, 62/1, 51/1-3. maddeleri gereğince mahkumiyet

Görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan suça sürüklenen çocuğun mahkumiyetine ilişkin hüküm, suça sürüklenen çocuk müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, suça sürüklenen çocuk müdafiinin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
1- Dosya kapsamına göre; suç tarihi itibariyle 17 yaşını tamamlamış olan suça sürüklenen çocuk …’nin, erkek arkadaşının eski sevgilisi olan 15 yaşındaki mağdur …’un yarı çıplak resmini, ortak arkadaşlarından oluşan whatsapp grubunda paylaştığı olayda;
Mağdurun fiziksel mahremiyetine ilişkin sütyenli yarı çıplak resmini, onun bilgisi ve rızası dışında ifşa eden suça sürüklenen çocuğun eyleminde TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasında tanımlanan görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun yasal unsurlarının oluştuğu; ayrıca, 15 yaşındaki mağdurun, cinsel arzuları tahrik ve istismar eden, toplumun sahip olduğu ortak edep duyguları ile yerleşik edep kurallarını incitici nitelikteki müstehcen fotoğrafını, kendisi gibi çocuk olanların yer aldığı whatsapp grubunda paylaşarak onların bu görüntüyü görmelerini sağlayan suça sürüklenen çocuğun TCK’nın 226/5. madde ve fıkrasında tanımlanan müstehcenlik suçunu da işlediği, bir fiili ile birden fazla farklı suçun oluşmasına neden olan suça sürüklenen çocuğun, TCK’nın 44/1. madde ve fıkrası gereğince daha ağır cezayı gerektiren müstehcenlik suçundan cezalandırılması, görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan ise hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmesi gerekirken, suça sürüklenen çocuk hakkında yazılı şekilde TCK’nın 134/2. madde ve fıkrasındaki görüntü veya seslerin ifşa edilmesi suretiyle özel hayatın gizliliğini ihlal suçundan mahkumiyet hükmü kurulması,
2- Kabul ve uygulamaya göre de:
a) Özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun TCK’nın 139/1 ve CMK’nın 253/1-a madde ve fıkraları gereğince uzlaşmaya tabi suçlardan olduğu gözetilmeksizin, soruşturma evresinde CMK’nın 253. maddesi uyarınca uzlaştırma işlemleri yerine getirilmeden dava açılması, yargılama aşamasında da aynı Kanun’un 254. maddesi gereğince bu eksikliğinin giderilmemesi,
b) TCK’nın 61/1. madde ve fıkrasında yer alan ölçütler nazara alınarak, dosyaya yansıyan bilgi ve kanıtlar birlikte ve isabetle değerlendirilip, denetime olanak verecek ve somut gerekçeler de gösterilmek suretiyle aynı Kanun’un 3/1. madde ve fıkrası uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, temel cezanın asgari hadden tayin edilmesi,
c) Cezası ertelenen suça sürüklenen çocuk hakkında, TCK’nın 51/3. madde ve fıkrası gereğince mahkum olunan ceza süresinden az denetim süresi belirlenemeyeceği gözetilmeden, hükmolunan 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası ertelenen suça sürüklenen çocuğun 1 yıl süre ile denetim altında bulundurulmasına karar verilmiş olması,
d) Suça sürüklenen çocuğun fiili işlediği sırada onsekiz yaşını doldurmamış olması nedeniyle TCK’nın 53/4. madde ve fıkrası gözetilerek aynı maddenin 1. fıkrasının uygulanmadığına dair hüküm kurulması yerine, suça sürüklenen çocuğa hükmedilen 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasının TCK’nın 49/2. madde ve fıkrası gereğince uzun süreli olduğu da gözetilmeksizin, “Suça sürüklenen çocuk hakkında verilen kısa süreli hapis cezasının ertelenmiş olması nedeniyle…” biçimindeki isabetsiz gerekçelerle TCK’nın 53/1. madde ve fıkrasındaki hak yoksunluklarına karar verilmediğinin açıklanması,
Kanuna aykırı olup, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün bu nedenlerle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, aynı Kanun’un 326/son maddesi uyarınca ceza miktarı yönünden suça sürüklenen çocuğun kazanılmış hakkının saklı tutulmasına, 21.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

CİNSEL TACİZ SUÇU- WHATSAP YAZIŞMALARININ DELİL NİTELİĞİ

T.C
YARGITAY
14. Ceza Dairesi
ESAS:2018/3797
KARAR:2018/7322

“İçtihat Metni”

Cinsel saldırı suçundan şüpheli … hakkında yapılan soruşturma evresi sonucunda, Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 24.10.2017 gün ve 2017/16246 soruşturma, 2017/8177 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı yapılan itirazın reddine ilişkin Erzurum 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 12.12.2017 günlü ve 2017/7360 Değişik iş sayılı kararını kapsayan dosya incelendi.

Dosya kapsamına göre, müştekinin şikayet dilekçesi ve aşamalardaki sözlü anlatımlarında, eşiyle 8-9 aydır ayrı yaşadıklarını ve boşanma aşamasında olduklarını, şüphelinin ise kayınpederi olduğunu, kayınpederinin eşinin eczanesinde mali işlere yardım ettiğini, olay günü kayınpederini eczanedeki nöbet sonunda torunlarını görmesi için evine davet ettiğini, saat 00:30’da kayınpederinin evine geldiğini, yaklaşık 2 saat boyunca eşi ile olan sıkıntılarını şüpheliye anlatığını ve olayın tesiri ile ağlamaya başladığını, şüphelinin bunun üzerine kendisine sarıldığını akabinde yanaklarından öptüğünü, neden sen beni öpmüyorsun demesi üzerine kendisinin de kayınpederini yanağından öptüğünü sonrasında şüphelinin kendisini boynundan öptüğünü, bu sefer yanından çekildiğini ancak tekrar boynundan öptüğünü, bunun üzerine paniğe kapıldığını, şüpheliye yatağını hazırlayabileceğini söylediğini, şüphelinin yatmak istemediğini söylediğini, bunun üzerine 1,5 yaşındaki kızının sesini bahane ederek odadan ayrıldığını, şüphelinin arkasından çocuk odasına geldiğini, akabinde mama hazırlamak için mutfağa geçtiğini ancak bu kez de şüphelinin mutfağa gelerek göğüslerinin üzerinden olacak şekilde sarıldığını, ani bir hareketle mutfaktan ayrıldığını, oğlunu şüphelinin evden gitmesini sağlamak için uyandırdığını ve tuvalete kaldırdığını, oğlunu tekrar yatırınca bu kez şüphelinin kendisine “bu gece benimle yat, sana hiçbir şey yapmam, sadece sarılarak uyuruz” dediğini, bu teklifi reddetmesi üzerine şüphelinin bir kaç kez tekrarladığını, bunu takiben yatak odasına gidip yattığını ancak şüphelinin 5 dakika boyunca yatak odasının kapısında beklediğini, sonrasında “bir dakika benimle yat sonra yatağına geri dönersin” şeklinde teklifte bulunduğunu, buna karşılık olmaz baba ayıptır dediğini, akabinde de eşine mesaj attığını ve babasını arayarak evden ayrılmasını söylemesini istediğini, eşinin kendisine inanmadığını belirtir mesajlar gönderdiğini, buna karşın eşinin şüpheliyi aradığını akabinde de eşinin kendisine inanmasını da sağlamak için eşini arayarak telefonu açık olduğu halde şüphelinin yanına gittiğini, bu kez de şüphelinin tekrar kendisine sarıldığını, “göğsünden bir kere öpebilirmiyim?” dediğini, sonrasında şüphelinin evden ayrılırken “cumartesi gecesi tekrar geleceğim, yanıma telefon almayacağım, bütün gece birlikte uyuyacağız” şeklinde sözler söyleyerek evden ayrıldığını iddia etmesi,

Şüphelinin kollukta vermiş olduğu sözlü ifadesinde, olay günü gelininin evine gece saat 01:00’da gittiğini, gelininin eşi ile olan sorunları anlatırken hıçkırarak ağladığını, başını göğsüne dayayarak, kendisine sarıldığını, bu şekilde ağlamasına üzülerek, başını okşamak sureti ile teselli etmeye çalıştığını ve kafasını kaldırarak müştekiyi alnından ve gözlerinden teselli amacıyla öptüğünü, konuşmanın devamında tekrar ağlamaya başladığını, hıçkırarak başını göğsüne dayadığını, bu kez de başını tutup saçlarını okşayarak teselli ettiğini, akabinde hiç bir sıkıntı olmadan yattıklarını buna karşın gece saat 03:30 sıralarında oğlunun telefonu ile uyandığını, oğlunun kendisine çabuk evi terk et demesi üzerine evi terk ettiğini, müştekinin iddialarının gerçek dışı olduğu şeklindeki anlatımları,

Müştekinin eşi, şüphelinin oğlu olan tanık S. nin, olay gecesi müştekinin kendisine, baban bana sarılmak istedi, öpmek istedi, yanına yatmamı istedi şeklinde mesaj atarak, babasının evden gitmesini istediğini bildirdiği, bunun üzerine babasını arayarak evden ayrılmasını sağladığını belirtmesi, dosya arasına alınan müşteki ve tanık arasındaki whatsapp yazışmaları ve tanık tarafından sunulan müştekinin telefon hattına ilişkin olay gecesine ilişkin içerik bilgisi de hep birlikte değerlendirildiğinde, şüphelinin üzerine atılı suçu işlediği hususunda toplanan delillerin kamu davası açılmasını gerektirir nitelikte bulunduğu ve bu delillerin mahkemesince değerlendirilmesi gerektiği gözetilmeksizin, itirazın kabulü yerine yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesi uyarınca, anılan kararın bozulması lüzumu Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 27.02.2018 gün ve 94660652-105-25-411-2018-Kyb sayılı yazılı istemlerine müsteniden ihbar ve mevcut evrakla birlikte Daireye tevdii kılınmakla gereği düşünüldü:
Tüm dosya içeriği nazara alındığında kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yönelik itirazın reddine dair Erzurum 1. Sulh Ceza Hakimliğinin 12.12.2017 günlü, 2017/7360 Değişik iş sayılı kararı usul ve kanuna uygun olup kanun yararına bozma istemine dayanan ihbarname içeriği yerinde görülmediğinden talebin REDDİNE, dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, 06.12.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

TASARLAYARAK KASTEN ÖLDÜRME SUÇUNA YARDIM ETMEK- KASTEN ÖLDÜRMEYE TEŞEBBÜS VE KASTEN ÖLDÜRMEYE AZMETTİRMEK

T.C
YARGITAY
1. Ceza Dairesi
ESAS: 2018/4713
KARAR:2018/4853

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ağır Ceza Mahkemesi
SUÇ : İştirak halinde kasten öldürme ve bu suça yardım, tasarlayarak öldürme suçuna yardım, kasten öldürmeye teşebbüs ve bu suça azmettirmek, olası kastla yaralama, mala zarar verme, olası kastla mala zarar verme, 6136 sayılı Kanuna muhalefet.
HÜKÜM : Sanık … hakkında;
a- TCK’nin 37/1, 81/1, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 25 yıl hapis cezası,
b- TCK’nin 81/1, 35/1-2, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezası,
c- TCK’nin 151/1, 62, 52, 52/4. maddeleri uyarınca 2.000.00. TL adli para cezası,
d- 6136 sayılı Yasanın 13/1, TCK’nin 62/1, 52, 53/1. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 80.00. TL adli para cezası.
Sanık … hakkında;
a- TCK’nin 37/1, 81/1, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 25 yıl hapis cezası,
b- …’nu kasten yaralama suçundan; TCK’nin 86/1, 86/3-e, 21/2, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası,
c- Katılan mağdur …’na yönelik mala zarar verme suçundan; TCK’nin 151/1, 21/2, 62/1, 53/1. maddeleri uyarınca 2 ay 6 gün hapis cezası,
Sanık … hakkında;
14/02/2015 suç tarihli kasten öldürmeye teşebbüs suçuna azmettirmek suçundan beraat.
Sanık … hakkında;
27/03/2015 suç tarihli tasarlayarak kasten öldürme suçuna yardım etmek suçundan beraat.
Sanık … hakkında;
Kasten öldürmeye teşebbüs ve kasten öldürmeye azmettirmek suçlarından ayrı ayrı beraat.
Sanık … hakkında;
Kasten öldürmeye yardım suçundan beraat.

Sanık … müdafiinin süresinden sonra vaki duruşma talebinin CMUK.un 318. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir.
Katılanın, 6136 sayılı Yasaya aykırılık suçundan kurulan hükmü temyize yetkisi bulunmadığından, katılan … vekilinin, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında bu suçtan kurulan hükme yönelik temyiz isteminin CMUK.un 317. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir.
Katılanın, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında mağdur …’a yönelik mala zarar verme, sanık … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında mağdur …’a yönelik mala zarar verme ve mağdur …’e yönelik kasten yaralama suçlarından kurulan hükümleri temyize yetkisi bulunmadığından, katılan … vekilinin temyiz istemlerinin CMUK.un 317. maddesi uyarınca REDDİNE karar verilmiştir.
Sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında; 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçundan kurulan hükümde, aynı Yasanın 13/1. maddesi uyarınca hapis cezasının yanında hükmolunması gereken adli para cezası miktarının 30 gün ile 100 gün arasında olması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde temel para cezası miktarının 5 gün olarak belirlenmesi suretiyle eksik ceza tayini, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır.
Temyiz dilekçelerinin kapsamı ve temyiz edenlerin sıfatlarına göre; sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürme suçuna azmettirme, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, sanıklar … ve … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u tasarlayarak kasten öldürme suçuna yardım suçlarından kurulan beraat hükümlerinin katılan … vekili ve Cumhuriyet savcısının temyizi üzerine, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’a yönelik kasten öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı Yasaya muhalefet ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçları ve 27.03.2015 tarihli olay kapsamında kasten öldürme suçları ile sanık … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürme, mağdur …’e yönelik kasten yaralama ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlerin, sanıklar … ve … müdafileri ile Cumhuriyet savcısı ve katılan … vekilinin temyizleri üzerine yapılan incelemede;
Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık …’ın, maktul …’u 14.02.2015 tarihli olay kapsamında kasten öldürmeye teşebbüs, 6136 sayılı Yasaya muhalefet ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçları ile 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’a yönelik eylemi ile sanık …’ın 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’a yönelik eylemi ile mağdur …’e yönelik olası kastla yaralama ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçlarının sübutu kabul, bozma nedenleri saklı kalmak üzere oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç nitelikleri tayin, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebin nitelik ve derecesi takdir kılınmış, savunmaları inandırıcı gerekçelerle değerlendirilip reddedilmiş, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürme suçuna azmettirme, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, sanıklar … ve … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u tasarlayarak kasten öldürme suçuna yardım suçlarından suçlarından elde edilen delillerin mahkumiyete yeter nitelik ve derecede bulunmadığı mahkemece kabul ve takdir kılınmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde eleştiri, düzeltme ve bozma nedenleri dışında bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık … müdafilerinin; eksik incelemeye, sanık … müdafilerinin; kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna, sanık hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğine, Cumhuriyet savcısının; sanıklar …, … ve …’ün azmettiren, sanık …’in yardım eden olarak cezalandırılmaları gerektiğine, katılan … vekilinin; sanıklar …, …, … ve … hakkındaki beraat kararlarının usul ve yasaya aykırı olduğuna vesaireye ilişkin ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,
Sanık …’ın 14.02.2015 tarihli olay kapsamında 6136 sayılı Yasaya muhalefet ve mağdur …’a yönelik mala zarar verme, sanık …’ın 27.03.2015 tarihli olay kapsamında mağdur …’e yönelik olası kastla yaralama, mağdur …’a yönelik mala zarar verme suçları yönünden;
Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile TCK’nin 53. maddesinin iptal edilen bölümleri nazara alındığında mahkemenin bu madde ile yaptığı uygulama kanuna aykırı ise de, bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, CMUK’un 322. maddesinin tanıdığı yetkiye dayanılarak hüküm fıkrasının mahsus bölümünde yer alan TCK’nin 53. maddesinin uygulanmasına ilişkin bölümün “Anayasa Mahkemesinin iptal kararındaki hususlar gözetilerek TCK’nin 53/1-2-3. maddelerinin tatbikine” şeklinde değiştirilmesine karar verilmek suretiyle DÜZELTİLEN mahkumiyet hükümleri ile sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında, maktul …’u kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, 27.03.2015 tarihli olay kapsamında, maktul …’u kasten öldürme suçuna azmettirme, sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında, kasten öldürmeye teşebbüse azmettirme, sanıklar … ve … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında, maktul …’u tasarlayarak kasten öldürme suçuna yardım suçlarından kurulan beraat hükümlerinin tebliğnamedeki düşünce gibi ONANMASINA,
1) Sanık … hakkında 14.02.2015 tarihli olay kapsamında; maktul …’u kasten öldürmeye teşebbüs suçu yönünden yapılan incelemede;
Oluşa ve dosya içeriğine göre; 14.02.2015 tarihli olay kapsamında; olay günü sanık …’ın, sanık … ile araç ile gezdiği sırada maktul …’u mağdur …’a ait ayakkabıcı dükkanına girerken gördüğü ve aracı kullanan …’dan durmasını isteyerek, kız arkadaşına sevgililer günü olması nedeniyle hediyelik eşya alacağını söyleyerek araçtan ayrıldığı, daha sonra maktulün girdiği mağdur …’ın dükkanının karşısına giderek üzerinde bulunan ruhsatsız tabanca ile maktulü hedef alarak 4 el iş yerine dışarıdan ateş ettiği, atışlar sonucu maktul …’un sol ayağından basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralandığı olayda;
Teşebbüs nedeniyle 9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören 5237 sayılı TCK’nin 35. maddesi ile yapılan uygulama sırasında, alt ve üst sınırlar arasında makul bir ceza tayini yerine yazılı şekilde hiç isabet almaması durumlarında uygulanan 9 yıl hapis cezasına hükmolunması suretiyle eksik ceza tayini,
2) Sanıklar … ve … hakkında 27.03.2015 tarihli olay kapsamında maktul …’u kasten öldürme suçları yönünden yapılan incelemede;
Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanıkların arkadaşı olan …’nın, maktulünde aralarında bulunduğu bir grup tarafından 02.09.2014 tarihinde öldürülmesinden sonra sanıkların sık sık bir araya gelerek …’nın öldürülme olayını kendi aralarında değerlendirdikleri ve öldürülme olayını hazmedemeyerek …’nın kanının yerde kalmaması hususunda konuştukları, bu suçun faili olarak hakkında tasarlayarak adam öldürme suçundan dava açılan maktul …’un tutuklandığı, bir süre sonra maktul …’un serbest bırakıldığı, bu sebeple ölen …’nın yakın arkadaşlarının maktul …’a karşı husumet duyduğu, sanıklardan …’ın, diğer sanık arkadaşlarına kendini kabullendirmek, onlar arasında itibar sahibi olabilmek …nın katili olarak değerlendirdikleri maktül …’un öldürülmesi olayını gerçekleştireceğini beyan ettiği ve sanık …’ın 14.02.2015 tarihli ilk eylemi gerçekleştirdiği ancak bu eylemden sonuç alınamamış olup maktule yönelik bu eylemin teşebbüs boyutunda kaldığı, bu eylem üzerinden uzunca bir süre geçtikten sonra sanıklar … ve …’ın TCK’nin 37. maddesi kapsamında hareket ederek nihai sonucun elde edilmesi için durumu müzakere edip, düşünüp plan yaparak, maktulu bulabilecekleri yeri araştırdıkları ve olay günü maktulü bulduktan sonra sanık …’ın yakın mesafeden ateş ederek maktulü öldürdüğü olayda;
Sanıklar … ve …’ın, maktulü öldürme kararı verip, tasarlamayı kabule elverişli makul süre içinde verdikleri kararda sebat ve ısrar ederek maktulü öldürdükleri, tasarlamanın şartları bulunduğu ve sanıklar… ve …’ın eylemlerinin 82/1-a maddeleri gereğince tasarlayarak öldürme suçlarını oluşturduğu gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulması,
3) Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 tarih, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile TCK’nin 53. maddesinin iptal edilen bölümlerinin değerlendirilmesi zorunluluğu,
Bozmayı gerektirmiş olup, katılan … vekilinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükümlerin tebliğnamedeki düşünceye kısmen uygun olarak BOZULMASINA, 21/11/2018 gününde oy birliği ile karar verildi.

OĞLUMA ALAMADIM KENDİME İSTİYORUM- SANA İÇİM KAYNIYOR- CİNSEL TACİZ

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS: 2017/244
KARAR:2018/601
“İçtihat Metni”
Sanık …’nın cinsel taciz suçundan beraatine ilişkin Çeşme Sulh Ceza Mahkemesince verilen 05.04.2012 tarihli ve 172-121 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 14. Ceza Dairesince 23.06.2015 tarih ve 10886-7569 sayı ile;
“Sanıkla arasında dosyaya yansıyan herhangi bir husumet bulunmayan müştekinin soruşturma evresinde verdiği ayrıntılı ifadesi ile tanık Fevziye’nin aşamalardaki beyanları nazara alındığında sanığın bir suç işleme kararının icrası kapsamında değişik tarihlerde müştekinin kullandığı cep telefonundan arayıp ilk aramasında hoşlandığını, sevdiğini, kanının kaynadığını söylediği, ertesi gün gerçekleştirdiği ikinci aramasında ise yürekten sevdiğini söylemek suretiyle üzerine atılı suçu işlediği tüm dosya içeriğinden anlaşıldığından, sanığın müsnet suçtan eylemine uyan TCK’nın 105/1,43/1. maddeleri gereğince cezalandırılması yerine oluşa uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle beraatine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Çeşme 2. Asliye Ceza Mahkemesi ise 11.02.2016 tarih ve 537-48 sayı ile;
“…Sanığın müştekiye sarf ettiği sözlerin duygu açıklaması niteliğinde olduğu, kanunun aradığı anlamda cinsel amaçlı sarf edilmediği, sanık ile müşteki arasındaki yaş farkı dikkate alındığında sözlerin ahlaken eleştirilebilir nitelikte olduğu kabul edilse dahi, bu sözlerin cinsel taciz suçuna vücut vermeyeceği kabul edilmelidir…” şeklindeki gerekçe ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.05.2016 tarihli ve 187118 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 873-1723 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 06.03.2017 tarih ve 375-1186 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanığa atılı cinsel taciz suçunun yasal unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının,
2-Suçun unsurlarının oluştuğu sonucuna ulaşılırsa, zincirleme suç hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
Şikâyetçi …’un suç tarihi itibarıyla 27 yaşında ve bekar, sanık …’nın ise 50 yaşında ve evli olduğu,
Şikâyetçinin 25.07.2005 tarihinde Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek sanığın kendisini taciz ettiğini beyan etmesi üzerine sanık hakkındaki soruşturmanın başladığı,
Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığının 27.10.2009 tarihli ve 875-415 sayılı iddianamesinde “Müşteki ve şüphelinin ailecek tanıştıkları, olay tarihinde şüphelinin akşam 23.00 sıralarında müştekiyi telefonla arayarak kendisinden hoşlandığını, gönülden sevdiğini, kanının kaynadığını söylediği,…bir süre sonra şüphelinin telefonla yine müştekiyi aradığı, müştekinin telefonunun hoparlörünü dışarı açması üzerine tanık Fevziye’nin de hazır olduğu ortamda müştekiye hitaben ‘bir insan yürekten sevemez mi, ben seni yürekten sevdim, ortalık çok karıştı, ailene yanlış anladığını söyle’ şeklinde sözler söylediği…” biçiminde anlatımlara yer verilerek sanığın cinsel taciz suçundan cezalandırılmasının talep edildiği,
Anlaşılmıştır.
Şikâyetçi … Çeşme Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu 25.07.2008 havale tarihli dilekçede; aile dostu olan sanığın, 22.07.2008 tarihinde saat 23.06’da telefonla arayıp kendisinden hoşlandığını, fakat yanaşamadığını, kendisini evli olan oğlu Mustafa Çokbaşarıcı’ya istediğini söylediğini, bunu kabul etmemesi üzerine “Sana içim kıpırdıyor, kanım kaynıyor, seni gönülden seviyorum” dediğini, bu durumu sanığın eşine iletmesinin ardından sanığın kendisini ertesi gün 11.16’da tekrar arayarak “Ortalık çok karıştı, beni yanlış anladığını söyle” dediğini, kendisini taciz eden sanıktan şikayetçi olduğunu,
Savcılıkta; sanığın aile dostu olduğunu ve İzmit’te ikamet ettiğini, kendisiyle telefonla da görüştüğünü, aile dostu olması ve 55-60 yaşlarında olması nedeniyle konuşmalarında bir art niyet aramadığını, ancak sanığın 22.07.2008 tarihinde saat 23.06’da telefon açıp kendisinden hoşlandığını, gönülden sevdiğini, kanının kaynadığını söylediğini, bunun üzerine “Siz benim amcamsınız, kızım derken nasıl böyle düşünürsünüz” diyerek telefonu kapattığını, bu durumu ertesi gün kendi ailesine söylediğini, ailesinin ise durumu sanığın eşine bildirdiğini, sanığın 23.07.2008 tarihinde kızına ait hattan kendisini tekrar arayarak ortalığın çok karıştığını, kendisini yanlış anladığını söylemesini ve konuyu kapatmasını istediğini,
Tanık….savcılıkta; 22.07.2008 tarihinde müştekinin telefonda konuşurken ağlamaya başladığını, karşısındaki kişiye “Nasıl olur Zeki amca, ben size amca diyorum, babam yaşındasınız, nasıl böyle bir şey söylersiniz” dediğini, telefonu kapatıp durumu kendisine anlattığını, ertesi gün sanığın müştekiyi tekrar aradığını, müştekinin konuşmaları hoparlöre verdiğini, sanığın müştekiye “Bir insan yürekten sevemez mi, ben seni yürekten sevdim, ortalık karıştı, ailene yanlış anladığını söyle” dediğini,
Duruşmada; şikâyetçinin teyzesinin kızı olduğunu, sanığın ise şikâyetçinin abisinin kayınpederi olduğunu, olay tarihinde Çeşme’de şikâyetçi ile birlikte olduklarını, şikâyetçinin kendisine sanığın kendisini işyerindeyken arayıp “Seni oğluma alamadım ama kendime istiyorum” dediğini anlattığını, o günün akşamı sanığın yeniden araması üzerine şikâyetçinin hoparlörü açtığını, sanığın şikâyetçiye “Senden hoşlanıyorum, seni gönülden seviyorum” dediğini, şikâyetçinin ise “Siz benim amcamsınız, nasıl böyle düşünürsünüz” diyerek telefonu kapattığını, bir süre sonra tekrar arayan sanığın şikâyetçiye yürekten sevdiğini söyleyip ortalık karışacağı için ailesine yanlış anlaşılma olduğunu anlatmasını istediğini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık …; iddianamede belirtilen sözleri söylediğini, bir cahillik yaptığını, pişman olduğunu, şikâyetçinin sıcak kanlı olduğunu düşünerek bu sözleri sarfettiğini savunmuştur.
Sanığa atılı cinsel taciz suçunun yasal unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığına ve suçun unsurlarının oluştuğu sonucuna ulaşılması durumunda, zincirleme suç hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığına ilişkin uyuşmazlık konularının birlikte değerlendirilmesinde;
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 105. maddesinde;
“(1) Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına hükmolunur.
(2) Bu fiiller; hiyerarşi, hizmet veya eğitim ve öğretim ilişkisinden ya da aile içi ilişkiden kaynaklanan nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle ya da aynı işyerinde çalışmanın sağladığı kolaylıktan yararlanılarak işlendiği takdirde, yukarıdaki fıkraya göre verilecek ceza yarı oranında artırılır. Bu fiil nedeniyle mağdur; işi bırakmak, okuldan veya ailesinden ayrılmak zorunda kalmış ise, verilecek ceza bir yıldan az olamaz” şeklindeki düzenleme yer almaktadır.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde taciz; “tedirgin etme, rahatsız etme veya sıkıntı verme” şeklinde tanımlanmıştır.
Madde gerekçesinde, “cinsel yönden, ahlâk temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesi” şeklinde tanımlanmış olan cinsel taciz eyleminin ne tür davranışlarla gerçekleştirilebileceği hususunda kanunda bir açıklık bulunmamakla birlikte öğreti ve yargısal kararlarda, mağduru hedef almış, onun vücut dokunulmazlığı ihlal edilmeksizin cinselliğine yönelen söz veya davranışlarla cinsel taciz suçunun işlenebileceği kabul edilmektedir.
Cinsel taciz eylemlerinin suç olarak kabul edilebilmesi için bu eylemlerin hukuka aykırı olarak, başka bir ifadeyle mağdurun rızası hilafına gerçekleştirilmiş olması zorunludur. Rıza açıklama ehliyetine sahip bulunan bir kişinin, cinsel taciz eylemlerine TCK’nun 26. maddesi kapsamında göstereceği rıza ceza sorumluluğunu kaldıracaktır. Rızanın varlığı somut olayın özelliklerine göre belirlenecektir.
Cinsel taciz oluşturacak davranışlar, mağdurun vücuduna temasta bulunmamak şartıyla ani olabileceği gibi, devamlı nitelikte de gerçekleşebilir. Suçun oluşabilmesi için, failin cinsel amaç gütmesi ve eylemin belirli kişi ya da kişilere karşı gerçekleştirilmiş olması gerekir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.03.2015 tarihli ve 2014/669-68 sayılı kararında da belirtildiği üzere; cinsel taciz suçunun maddi unsuru, bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz etmektir. Suçun manevi unsuru ise kast olup, failin cinsel amaç gütmesi gerekmektedir.
Eylemin cinsel amaçla işlenip işlenmediği ya da hangi fiilin cinsel taciz suçunu oluşturacağı belirlenirken sosyal hayatın gerekleri, tarafların konumları ile aralarındaki ilişki gözetilmeli, bu kapsamda ahlaki kurallara uygun evlenme teklifi, tanışma isteği veya beğeni ifadelerinin cinsel taciz suçunu oluşturmayacağı kabul edilmelidir. Bununla birlikte evlenme veya arkadaşlık isteğinin iç çamaşırı hediye etme veya cinselliğe yönelen sözlerle gerçekleştirilmesi örneklerinde olduğu gibi kaba ve rahatsız edici bir üslupla yapılması, teklifin reddedilmesine karşın eylemin mağduru rahatsız edecek şekilde sürdürülmesi yahut mağdurun Medeni Kanun hükümlerine göre evlenme imkanı bulunmayan bir çocuk veya taraflardan birinin evli olması örneklerinde olduğu gibi evlilik veya arkadaşlık ilişkisinin önünde kanuni veya ahlaki engellerin bulunması durumlarında cinsel taciz suçunun oluşacağında hiç bir şüphe bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları değerlendirildiğinde,
Şikâyetçi … ve sanık … beyanlarında aile dostu olduklarını ifade etmişlerdir. Tanık Fevziye Ak’ın beyanına göre ise sanık, şikâyetçinin abisinin kayın pederidir.
Suç tarihinde şikâyetçi 27 yaşında ve bekar, sanık ise 50 yaşında ve evlidir. Dosya kapsamından taraflar arasında önceye dayalı duygusal bir ilişkinin bulunmadığı da görülmektedir.
Şikâyetçinin ve tanığın beyanları ile sanığın ikrarından, sanığın şikâyetçiyi ilk aramasında hoşlandığını, sevdiğini, kanının kaynadığını, şikâyetçinin durumu sanığın eşine bildirmesinin ardından yaptığı ikinci aramasında ise yürekten sevdiğini, ortalığın karıştığını, ailesine olayın yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını anlatmasını söylediği hususlarında bir şüphe bulunmamaktadır.
Buna göre;
Daha önce aralarında duygusal bir ilişki bulunmayan şikâyetçi ve sanık arasındaki yaş farkı, sanığın medeni durumu ve taraflar arasındaki sosyal ilişki gözetildiğinde; sanığın şikâyetçiyi cinsel yönden ahlâk temizliğine aykırı olarak rahatsız edecek şekilde ilk aramasında hoşlandığını, sevdiğini ve kanının kaynadığını söylemesinin cinsel taciz suçunu oluşturduğu, bununla birlikte sanığın ikinci aramasını, aile içinde oluşan infialin önüne geçmek maksadıyla gerçekleştirdiği ve bu kapsamda sarfettiği sözlerin cinsel amaç taşımadığı anlaşıldığından, sanık hakkında TCK’nın 43/1. maddesinin uygulanma koşullarının bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yerel Mahkemenin direnmeye konu kararının, sanığın zincirleme suç hükmü uygulanmaksızın cinsel taciz suçundan mahkumiyeti yerine, beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Birinci uyuşmazlık konusu bakımından çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi …; “Sanık …’ya yönelik cinsel taciz suçunun yasal unsurlarının oluştuğuna ilişkin sayın çoğunluğun kararı yerinde değildir. Şöyle ki;
Sanık … ile müşteki … ailece tanışıp sanık Çeşme ilçesinde müşteki ise İzmit ilinde oturmaktadır. Yine müşteki suç tarihinde 29 yaşında olup evli değildir. Sanık müştekinin kullandığı cep telefonunu arayıp ilk aramasında ‘hoşlandığını, sevdiğini, kanının kaynadığını’ söylediği, ertesi gün gerçekleştirdiği ikinci aramasında ise ‘yürekten sevdiğini’ söylemiştir. Bu sözlerin söylendiği konusunda duraksama yoktur.
TCK’nun 105. maddesinde düzenlenen cinsel taciz suçu ‘kişinin vücut dokunulmazlığının ihlali niteliğini taşımayan, cinsel yönden ahlak temizliğine aykırı olarak mağdurun rahatsız edilmesidir’. Öğretide yapılan tanımlara göre ise cinsel taciz ‘bir kişinin bir başkasını rızası olmadan sözle, gözleriyle veya bedeniyle, cinselliğini hedefleyerek rahatsız etmesi’, ‘bireylerin edep ve iffetlerine yönelik, rahatsız edici nitelikteki hareketlerde bulunması’ ya da ‘mağdurda rahatsızlık yaratacak nitelikte yapılan her türlü cinsel davranıştır. (Özbek, Özer Veli TCK İzmir Şerhi Yeni Türk Ceza Kanununun Anlamı Cilt II sh 62).
Cinsel tacizi oluşturan hareket madde metnine göre mutlaka cinsel amaçlı olarak yapılmalıdır. TCK’nun 105. maddesinde fail açıkça ‘cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi’ olarak belirtildiği için sanığın özel bir saik olan ‘cinsel amaç’ ile hareket etmesi gerekir.
Somut olayımızda, olayın oluş şekli itibarı ile sanık …’nın amacı müştekiyi ‘cinsel olarak taciz etmek’ değildir. Sadece sevgi ve duygu açıklaması olarak söz konusu konuşmaları yapmıştır. Sanığın evli olması ve yaş farkı nedeni ile ahlaken eleştirilebilir ise de cinsel amaçla hareket etmediğinden yüklenen suçun yasal unsurları oluşmamıştır. Bu nedenle direnme kararının bozulması yönündeki sayın çoğunluğun kararına katılmıyorum” açıklamasıyla,
Çoğunluk görüşüne katılmayan Dört Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Çeşme 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 11.02.2016 tarihli ve 537-48 sayılı direnme kararına konu hükmünün,sanığın zincirleme suç hükmü uygulanmaksızın cinsel taciz suçundan mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 04.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede, birinci uyuşmazlık konusu bakımından oy çokluğu, ikinci uyuşmazlık konusu bakımından oy birliğiyle karar verilmiştir.

ÇEKİ ÇALINMADIĞI HALDE ÇALINDIĞINDAN BAHİSLE YETKİLİ MAKAMLARA İHBAR VE ŞİKÂYETTE BULUNMAK – SUÇ UYDURMA SUÇU- İFTİRA SUÇU

T.C

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

ESAS:2014/839

KARAR:2018/146

“İçtihat Metni”

Kararı veren

Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi

Mahkemesi :Asliye Ceza

Günü : 04.07.2011

Sayısı : 1101-560

Suç uydurma suçundan sanık …’nın TCK’nun 271/1, 50/1-a, 52/2-4. maddeleri uyarınca 7.300 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve taksitlendirmeye ilişkin Eyüp 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.07.2011 gün ve 1101-560 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 13.03.2014 gün ve 14274-2909 sayı ile;

“…Aralarındaki ticari ilişkiye istinaden kendi rızasıyla mağdura verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir isim vermemekle birlikte tahsil için ibrazı halinde mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılacağını bilerek şikâyetçi olan sanığın eyleminin, TCK’nın 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,

Daire üyesi C. Özer; “Sanığın mağdura olan 5000 TL borcundan dolayı tarafların noterde borç senedi düzenledikleri, sanığın borcu ödememesi nedeniyle mağdurun sanığı icraya vereceğini söyleyince bu defa sanığın mağdura suça konu 05.05.2009 ödeme tarihli 7000 TL’lik çeki verdiği, mağdurun önce düzenleme borç senedini tahsil için 09.03.2009 tarihinde Eyüp 2. İcra Müdürlüğünün 2009/807 Esas sayılı dosyasında icra takibi başlattığı, sanığın ise 08.04.2009 tarihinde söz konusu çekin çalındığından bahisle Cumhuriyet Başsavcılığına isim belirtmeden şikâyetçi olduğu, mağdurun ise 05.05.2009 tarihinde çeki tahsil için banka şubesine başvurduğu, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından, çekin bankaya ibrazında el konulması istendiğinden mağdur hakkında hırsızlık suçundan ek takipsizlik kararı verilerek sanık hakkında suç uydurmadan kamu davası açıldığı, katılan ve sanığın savunmalarından anlaşılan ve aksi sabit olmayan sanık savunmasına göre çeke tedbir koydurduğu için çeki tahsile gitmemesi konusunda mağdurun uyarıldığı somut olayda; sayın çoğunluk ile aramızdaki hukuki uyuşmazlık sanığın eyleminin suç uydurma suçunu mu yoksa iftira suçunu mu oluşturduğu konusundadır.

Sanık ile mağdur arasında bir ticari ilişki olduğu, bu ilişki nedeniyle sanığın mağdura 5000 TL borcu bulunduğu, bu borç karşılığında Bakırköy 20. Noterliğinde tanzim edilmiş 00321 yevmiye nolu 5000 TL bedelli 05.01.2009 tarihli düzenleme borç senedi ile 7000 TL bedelli 05.05.2009 keşide tarihli çekinverildiği, mağdurun hem düzenleme borç senedini tahsil için icra takibi başlattığı, hem de çeki tahsil için suç tarihinde bankaya ibraz ettiği konusunda hiçbir tartışma ve kuşku bulunmamaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle iftira ile suç uydurma arasındaki farklara ve her iki suçu birbirinden ayırmakta kullanılacak ölçütün ne olduğuna değinmek gerekmektedir. İftira suçu soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak maksadıyla yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın yoluyla bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnadıyla işlenirken, suç uydurma ise yetkili makamlara işlenmediğini bildiği bir suçu işlenmiş gibi ihbar ederek ya da bir suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılabilecek biçimde uydurarak işlenmektedir. Yani iftira ile suç uydurmayı ayıracak en önemli ölçüt iftira suçunda belli bir kimseye isnatta bulunulması, suç uydurmada ise uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesidir. İftira suçunun failinde suçun mağduru hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlama amacı yani özel kasıt bulunması gerekirken, suç uydurmada bu suçun failinin hangi saikle bu suçu işlediğinin önemi yoktur. Dolayısıyla iftira suçu ancak özel kasıtla işlenebilirken, olası kasıtla işlenemezken, suç uydurmada genel kasıt yeterlidir. Failde özel kastın bulunması ve hukuka aykırı fiil isnat edilen kişinin belirlenebilir olması şartlarının birlikte gerçekleşmesi halinde iftira suçu oluşabilmektedir. İsnatta bulunulan kişinin belirlenebilir olması ve soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacının varlığı iftira suçunun manevi unsuru içinde yer alan ancak birbirinden farklı kavramlardır. Somut olayda sanık çekle ilgili şikâyetinde katılan hakkında bir isnatta bulunmadığından ve çekin tahsili için ibrazı halinde mağdur hakkında kovuşturma yapılabileceğini bilmesi soruşturma ve kovuşturma yapılmasını sağlamak amacını göstermeyeceğinden dolayısıyla sanıkta iftira özel kastı bulunmadığından, iftira suçunun unsurları somut olayda oluşmamıştır.

Sanıkta mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacının bulunmadığı sanığın savunmasında belirttiği ‘sen haksız yere kazanç sağlıyorsun, çeke tedbir koydurdum, çeki bozdurmaya gitme, gidersen ben sorumlu değilim’ sözleri ile müştekinin mahkemede ‘sanığın şifahi olarak borcu ödeme gücü olmadığı için zaman kazanmak için çekin çalındığını söylediğine’ dair anlatımından anlaşılmaktadır. Zira sanık mağdura 5000 TL borçludur, ancak mağdur sanıktan 5000 TL bedelinde senet ve 7000 TL bedelli çek almış ve her iki kambiyo senedini tahsil için hareket etmektedir. Hem çeki hem de senedi tahsil ettiği takdirde mağdur haksız kazanç sağlayacaktır. Sanıkta borcun fazlasıyla kendisinden tahsil edilmesini önlemeye çalışmaktadır. Bu maksatla hukuki yollara müracaat etmek yerine çekin çalındığına dair şikâyette bulunmakla suç uydurma suçunu işlemiştir. Ancak sanık borcun kendisinden mükerrer olarak tahsilini önlemek için bu yola başvurduğundan, kendisinde mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacı yani iftira özel kastı bulunmadığından iftira suçunun unsurları somut olayda oluşmamıştır.

Sonuç olarak aralarındaki ticari ilişki nedeniyle verdiği çek veya senedin çalındığı iddiasıyla yetkili makamlara bir isim belirterek şikâyetçi olan kişinin iftira suçunu işleyeceği, herhangi bir kimse hakkında ihbar ve şikâyette bulunmadan sadece çekinin çalındığı iddiasıyla yetkili makamlara başvuranın eyleminin ise suç uydurma suçunu oluşturacağı, şayet yetkili makamlara ihbar ve şikâyette bulunmadan çekinçalındığı veya kaybolduğu iddiasıyla hukuk mahkemelerine dava açılırsa herhangi bir suçun oluşmayacağı düşüncesinde olduğumdan; somut olayda sanığın borcunun iki kez ödenmesini önlemek maksadıyla, hukuki yollara müracaat etmek yerine mağdur hakkında herhangi bir isnatta bulunmadan, gerçekte çeki çalınmadığı halde çalındığından bahisle yetkili makamlara ihbar ve şikâyette bulunarak suç uydurma suçunu işlediği, sanıkta mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılması amacı bulunmadığı, borcun iki kez tahsilini önleme amacının olduğu, bu nedenle özel kasıtla işlenebilen iftira suçunun unsurlarının somut olayda oluşmadığı, yerel mahkemenin suç uydurmadan verdiği mahkûmiyet hükmünün doğru olduğu, onanması gerektiği” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 30.05.2014 gün ve 382635 sayı ile;

“5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 271. maddesinde suç uydurma suçu düzenlenmiştir.

Madde 271: ‘İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir’ hükmünü içermektedir.

Söz konusu suç, işlenmediğini bildiği bir suçu yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar etmek ya da işlenmeyen suçun delil ve emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak şekilde, uydurmak suretiyle işlenmektedir. Suçun iki tür işleniş biçimi bulunmaktadır. Öğretide, birincisi eylemin ihbar edilmesi, buna şekli suç uydurma denilmektedir. İkincisi ise, delil ve emareler uydurmaktır, buna maddi suç uydurma denilmektedir.

Suç uydurma suçunun konusu, suç olmalıdır. Kabahat ya da disiplin eylemleri suçun konusu olmayacaktır. Fail tarafından ihbar suretiyle veya deliller ileri sürülerek uydurulan suçların taksirli ya da kasten işlenen suçlar olmasının bir önemi bulunmamaktadır.

Suçun oluşması için belirli bir kişiye suç isnad edilmemelidir. İşlenmeyen bir suçu uyduran failin, suçu işleyen ya da iştirak edenlerin ismini vermiş olması hâlinde, eylem iftira suçunu oluşturmaktadır. Suç uydurma suçunun tamamlanması için bir zarar ya da tehlikenin meydana gelme koşulunun varlığı gerekmemektedir.

Suç oluşması için amaç ve saik aranmayıp doğrudan genel kast ile işlenmektedir.

Maddi olayda, sanık ile mağdur arasında bir ticari ilişki olduğu, bu ilişki nedeniyle sanığın mağdura 5.000 TL borcu bulunduğu, bu borç karşılığında Bakırköy 20. Noterliğinde tanzim edilmiş 00321 yevmiye nolu 5.000 TL bedelli 05.01.2009 tarihli düzenleme borç senedi ile 7.000 TL bedelli 05.05.2009 keşide tarihli çekin verildiği, mağdurun düzenlenen borç senedini tahsil için icra takibi başlattığı, sanığın ise 08.04.2009 tarihinde söz konusu çekin çalındığından bahisle Cumhuriyet Başsavcılığına isim belirtmeden şikâyetçi olduğu, mağdurun, kendisine sanık tarafından verilen çeki ve noterden düzenlenen senedi tahsil ettiği takdirde haksız kazanç sağlayacağı açıktır. Bu itibarla sanık, varolan borcunu fazlasıyla kendisinden tahsil edilmesini önlemeyi amaçlamaktadır. Bu nedenle hukuki yollara müracaat etmek yerine çekin çalındığına dair şikâyette bulunmakla suç uydurma suçunu işlemiştir. Sanığın mağdura yönelik herhangi bir suç isnadı bulunmamaktadır.

5237 sayılı TCK’nun madde 267- ‘(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’ şeklinde birinci fıkrası düzenlenmiştir.

İftira suçu failin, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnadıyla ihbar ve şikâyette bulunması suretiyle işlenmektedir. Failin mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari yaptırım uygulamasını sağlamak amacıyla suçsuz olduğu hâlde sırf suç yükleme özel kastıyla hareket ederek sanık hakkında suç isnadında bulunmasıdır.

İftira suçunda korunan hukuki yarar, suç isnadı ile yargı makamlarının yanıltarak, kişiler hakkında haksız yere soruşturma ve kovuşturma açılmasının engellenmesini amaçlamaktadır.

İftira suçunda kanunda yazılı tipik eylemin gerçekleşmesi durumunda, fiilin hukuka aykırılık öğesi de gerçekleşmektedir. İftira suçunda hukuka uygunluk nedenlerinin gerçekleşmemesi gerekmektedir.

İftira suçunda TCK’nun 26. maddesinde yazılı hukuka uygunluk nedenlerinin varlığı hâlinde (örneğin, ‘şikâyet hakkı, gazetecilik, haber ve eleştiri hakkı, savunma dokunulmazlığı’ gibi) hakkın kullanılması hâlinde, suçun hukuka aykırılık öğesinin gerçekleşmediği kabul edilmelidir.

İftira suçunda şüphe ve olasılığa dayanarak yapılan ihbar ve şikâyetin, maddi olaylara dayandığı kabul edilerek anayasal şikâyet hakkı olarak kabulüne olanak bulunmaktadır.

Bunun dışında, işlenen ya da gerçekleşen olaya ilaveler yapılarak suç isnad edilmesi durumunda, sanığın iftira suçunu işlemiş sayılacağı kabul edilmelidir.

Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, sanık …’nın Eyüp Polis Karakoluna başvuruda bulunarak çekinin çalındığı konusunda ihbarda bulunmak şeklindeki eyleminin, mağdura olan borcunun iki kez tahsil edilmesini önlemek maksadıyla, hukuki yollara müracaat etmek yerine mağdur hakkında herhangi bir isnatta bulunmadan, gerçekte çeki çalınmadığı hâlde çalındığını ihbar ettiği, çekin bankaya ibrazı sonrasında çekin çalıntı olmadığının kolaylıkla anlaşılacağını sanık bilmektedir. Sanık, mağdurun elinde bulunan çekin banka tarafında tahsilini engellemeye çalışmaktadır. Sanığın eyleminde, sırf suç yükleme özel kastıyla hareket edilerek suç isnad edilmemektedir. Bu itibarla sanık hakkında iftira suçunun yasal öğelerinin oluşmadığı kabul edilmelidir.

Bu nedenle, Yüksek Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13.03.2014 gün ve 2013/14274 Esas, 2014/2909 Karar sayılı suç vasfına yönelik bozma kararı hukuka aykırı niteliktedir. Anılan bozma kararının kaldırılarak sanığın suç uydurma suçundan mahkûmiyetine ilişkin Eyüp 4. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.07.2011 tarih ve 2009/1101 Esas ve 2011/560 Karar sayılı ilamın onanmasına karar verilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.

CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 20.11.2014 gün ve 5312-11761 sayı ile, itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1- Sanığın eyleminin suç uydurma suçunu mu, yoksa iftira suçunu mu oluşturduğunun,

2- Karar tarihinden sonra 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik gözetildiğinde, hüküm fıkrasında yer alan “ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin belirtilmesine (sanığa ihtarat yapıldı)” ilişkin kısmın uygulanma imkânının kalıp kalmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Sanık … ile şikâyetçi … arasında borç ilişkisi bulunduğu, buna istinaden Bakırköy 20. Noterliğince 5.150 TL bedelli, 20.02.2009 ödeme tarihli, borçlusu sanık …, alacaklısı şikâyetçi Sadi olan borç senedinin 05.01.2009 tarihinde tanzim edildiği,

Söz konusu borç senedine rağmen borcunu ödemeyen sanık …’ın, … Boya Pazarlama Ticaret adına tanık Nihat …cı’nın 05.05.2009 tarihinde hamiline yazılı şekilde keşide ettiği 7.000 TL bedelli çeki ciro ederek, icra takibine uğramamak amacıyla şikâyetçi Sadi’ye verdiği, çekin yalnızca sanık … tarafından ciro edildiği,

Sanık …’ın, borç senedine konu bedeli vadesinde ödememesi üzerine şikâyetçi Sadi tarafından 09.03.2009 tarihinde sanık … aleyhine Eyüp 2. İcra Müdürlüğünün 2009/807 sayılı dosyası üzerinden bahse konu borç senedi dayanak gösterilerek icra takibi başlatıldığı,

Sanık …’ın, şikâyetçi Sadi’ye verdiği 05.05.2009 keşide tarihli çekle ilgili olarak; minibüste yolculuk yaparken üzerinde taşımakta olduğu çekin kaybolduğundan bahisle Eyüp Cumhuriyet Başsavcılığına 08.04.2009 havale tarihli dilekçeyle başvurduğu, aynı gün savcılıkta alınan ifadesinde çekin çalındığını beyan ettiği, sanık …’ın gerek dilekçesinde gerekse savcılık ifadesinde herhangi bir kişiden şüphelendiğine dair anlatımda bulunmadığı,

Şikâyetçi Sadi’nin, 05.05.2009 tarihinde banka şubesine şikâyete konu çeki ibraz etmesi üzerine, bu çekle ilgili olarak çalıntı kaydı bulunduğundan bahisle banka görevlisince kolluğa haber verildiği, aynı gün kollukta şikâyetçi Sadi’nin şüpheli, sanık …’ın ise şikâyetçi şüpheli sıfatıyla ifadelerinin alındığı, yürütülen soruşturmada elde edilen deliller doğrultusunda sanık … hakkında suç uydurma suçundan kamu davası açılırken, şikâyetçi Sadi hakkında ise hırsızlık suçundan kovuşturmaya yer olmadığına dair ek karar verildiği, anlaşılmaktadır.

Şikâyetçi … şüpheli sıfatıyla soruşturmada; 2007 yılında sanık … ile ortak iş yapmayı planladıklarını, o dönemde adı geçene 7.500 TL borç verdiğini, ancak işi yapamadıklarını ve ortaklıklarının bittiğini, bu borca ilişkin kendisini devamlı oyalayan sanık …’ın 2009 yılı başında 2.500 TL tutarında bir ödeme yaptığını, kalan 5.000 Lira için noter huzurunda 20.02.2009 vadeli borç senedi düzenlediklerini, ancak ödeme tarihi gelince defalarca uyarmasına rağmen sanık …’ın borcunu ödemediğini, sanık …’a borcunu ödememesi hâlinde icra takibi başlatacağını söylemesi üzerine sanık …’ın 05.05.2009 keşide tarihli çeki verdiğini, sanık …’ın borcunu yine ödemeyeceğini anladığı için bu çeki kabul ettiğini, aynı gün kendisini arayan sanık …’ın “Çeki getir, sana paranı vereceğim” dediğini, kendisinin de “Zaten iki yıldır oyalıyorsun, sen parayı getir, o zaman sana çeki veririm” demesi üzerine sanık …’ın “Sana hiçbir şey vermeyeceğim, elinden ne geliyorsa yap” dediğini, sonrasında borç senedini icra takibine koyduğundan sanık …’ın evinde haciz yapıldığını, 05.05.2009 tarihinde ise şikâyete konu çeki tahsil için bankaya ibraz edince çalıntı kaydı nedeniyle ödeme yapılmadığını,

Kovuşturmada sunduğu 17.06.2009 tarihli dilekçesinde; sanık …’ın, çeki çaldığını iddia ederek kendisini töhmet altında bırakmaya çalıştığını, ancak yapılan soruşturma neticesinde tarafına iftira atıldığının ortaya çıktığını,

Kovuşturmada istinabe olunan mahkemede; herhangi bir ortaklıkları bulunmayan sanık …’ın, kendisine olan borcu nedeniyle şikâyete konu çeki verdiğini, adı geçenin borcu ödeme gücü olmadığı için, çalındığından bahisle müracaatta bulunduğunu sonradan kendisine söylediğini,

Kovuşturmada sunduğu 02.06.2011 tarihli dilekçesinde de; şikâyete konu çekle ilgili şikâyetinden ve hakkından feragat ettiğini,

Tanık Nihat …cı; şikâyete konu çeki 2009 yılı Mart ayında sanık …’ın isteği üzerine hatır çeki olarak verdiğini, ancak sanık …’ın söz konusu çeki kaybettiğinden bahisle 08.04.2009 tarihinde Cumhuriyet Başsavcılığına başvurduğunu anlattığını İfade etmişlerdir.

Sanık … şikâyetçi şüpheli sıfatıyla soruşturmada; tekstilcilik yaptığı dönemde Saadet Güzeller’e olan 5.000 TL borcu nedeniyle, adı geçenin amcasının oğlu olan şikâyetçi Sadi’nin kendisinden bu borcu ödemesini istediğini, bunun üzerine, arkadaşı olan tanık Nihat’tan bir iş dolayısıyla almış olduğu şikâyete konu 7.000 TL bedelli çeki 2009 yılının Şubat Ayında şikâyetçi Sadi’ye verdiğini, çeki kontrol ettireceğini söyleyerek alan şikâyetçi Sadi’den çek ile borç miktarı arasındaki bedel farkı olan 2.000 TL’yi geri getirmesini istediğini, ancak ertesi gün kendisini arayan şikâyetçi Sadi’nin “Çeki geri vermiyorum, elime koz geçti, seni icraya vereceğim” dediğini, bu görüşmeden on gün sonra evinde haciz işlemi yapıldığını, bu tarihten on gün sonra da şikâyetçi Sadi’yi hırsızlıkla suçlamamak için söz konusu çekin kaybolduğuna ilişkin müracaatta bulunduğunu, çekin bankaya ibrazından bir gün önce yaptıkları görüşmede, söz konusu çeki tahsil edeceğini söyleyen şikâyetçi Sadi’ye “Sen haksız yere kazanç sağlıyorsun, çeke tedbir koydurdum, çeki bozdurmaya gitme, gidersen ben sorumlu değilim” dediğini, şikâyetçi Sadi’nin aralarında anlaşabileceklerini söylemesi üzerine de “Beni icraya verdiğin senedi çekeceksin, çekimi bana geri vereceksin, o zaman paranı öderim” dediğini, 05.05.2009 tarihinde şikâyetçi Sadi’nin kendisini arayarak “Çeke tedbir koydurmuşsun, beni içeri aldılar, buraya gel” demesi üzerine karakola gittiğini, şikâyetçi Sadi’nin zarar görmemesi amacıyla çekin kaybolduğundan bahisle başvuruda bulunduğunu,

Kovuşturmada; şikâyete konu çekle, şikâyetçi Sadi’ye olan borcundan fazla ödeme yaptığını, bu nedenle şikâyetçi Sadi’den alacaklı olduğu 2.000 TL’yi istediği hâlde kendisine çekin kaybolduğunu söylediğini, bu sebeple çekle ilgili başvuruda bulunduğunu, daha sonra şikâyetçi ile aralarında anlaştıklarını savunmuştur.

Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, iftira ve suç uydurma suçları üzerinde durulması gerekmektedir.

5237 sayılı TCK’nun “Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “İftira” başlıklı 267. maddesinin uyuşmazlık konusuyla ilgili 1. fıkrası;

“Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.

İftira suçu, failin, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için, bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat etmesidir. İftira suçunun konusunu hukuka aykırı fiil oluşturur. Bu fiilin suç oluşturması şart değildir. Disiplin yaptırımını veya başka bir idari yaptırımı gerekli kılan fiiller de iftira suçunun konusunu oluşturabilir. Hukuka aykırı bir eylemin gerçekleştirildiğine yönelik isnat yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunmak suretiyle yapılabileceği gibi basın ve yayın aracılığıyla da yapılabilir.

Özgü suç olarak düzenlenmediği için herkes tarafından işlenebilen iftira suçunda, hukuka aykırı fiil isnadının belli bir kişiye yönelik olması gerekir. Ancak, isnada muhatap kişinin yapılacak bir araştırma sonucunda kimliğinin belirlenebilir olması yeterli olup isminin açıkça belirtilmesi zorunlu değildir. Başka bir deyişle, yetkili makamlara isnada muhatap kişinin açık kimlik bilgilerinin verilmesi şart olmayıp, kişinin kimliğini belirleyecek hususların verilmesi yeterlidir. Bununla birlikte, isnadın kime yönelik olduğunun yapılan açıklamalardan anlaşılabilir olması gerekmektedir. İsnadın kime yönelik olduğunun yapılan açıklamalardan dolaylı olarak dahi anlaşılamaması hâlinde ise, eylem iftira suçuna değil suç uydurma suçuna vücut verecektir.

İftira suçu failinin, isnat ettiği fiil gerçekte hiç işlenmemiş olabileceği gibi, işlenmiş olmakla birlikte kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından işlenmemiş olabilir. Yine, kendisine isnatta bulunulan kişi tarafından hukuka aykırı bir fiil işlenmiş bulunmakla birlikte; iftira suçunun faili, bu fiilin karşılığında isnatta bulunulan kişiye verilecek yaptırımı ağırlaştıracak bazı eklemelerde bulunmuş olabilir. Bu durumlarda da iftira suçunun oluştuğunu kabul etmek gerekir.

İftira suçunun oluşabilmesi için, iftira suçu failinin, hukuka aykırı fiil isnat ettiği kişinin bu fiili işlemediğini bilmesi gerekmektedir. Bu açıdan, iftira suçu ancak doğrudan kastla işlenebilir. Ancak bu suçun oluşabilmesi için, doğrudan kast tek başına yeterli olmayıp; ayrıca failin hukuka aykırı fiil isnat ettiği kimse hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir müeyyideye maruz kalmasını sağlamak amacıyla hareket etmesi gerekir. Bu nedenle, iftira suçu açısından failde kastın ötesinde belirtilen amacın varlığı, bir başka deyişle özel kastın bulunması gerekmektedir.

Suç uydurma suçu ise TCK’nun 271. maddesinin birinci fıkrasında;

“(1) İşlenmediğini bildiği bir suçu, yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar eden ya da işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerini soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uyduran kimseye üç yıla kadar hapis cezası verilir” biçiminde düzenlenmiştir.

Suç uydurma suçu ile, adlî makamların gereksiz olarak işgal edilmesi veya yanlış yollara yönlendirilerek boşuna uğraştırılması eylemleri yaptırım altına alınmıştır. Böylece adlî makamların yıpratılıp itibar kaybına uğraması önlenmek istenmiştir.

Bu suç, belirli bir kimseye isnat yöneltilmeden, işlenmediği bilinen bir suçun yetkili makamlara işlenmiş gibi ihbar edilmesi veya işlenmeyen bir suçun delil veya emarelerinin soruşturma yapılmasını sağlayacak biçimde uydurulması suretiyle işlenmektedir. Bu anlamda, söz konusu suç tipinde, uydurulan suçun ceza hukuku açısından suç olması gerekmektedir. Kabahat veya diğer hukuk dallarına ilişkin olan, örneğin bir idari soruşturma veya yaptırımı gerektiren eylemin uydurulması bu suça vücut vermeyecektir. Buna göre, suç uydurma suçunda yetkili makamlara bildirilen fiilin suç teşkil eden bir eylem olması gerekmektedir.

İhbar veya uydurma hareketlerinin gerçekleştirilmesi ile tamamlanan bu suçun iki tür işleniş biçimi bulunmakta olup fiilin, ihbar suretiyle işlenmesine şekli suç uydurma, delil veya emarelerini uydurmak suretiyle işlenmesine ise maddi suç uydurma denilmektedir. Söz konusu suçun unsurlarını; işlenmemiş bir suçun olması, suç duyurusunun kanuni tipte belirtilen makamlara yapılması ve uydurulan suçun belli bir kimseye isnat edilmemesi olarak saymak mümkündür.

Suç uydurma suçu kasten işlenebilen bir suçtur. Neticesini bilerek ve isteyerek ihbarda bulunma ya da delil veya emare uydurma iradesi suçun manevi unsurudur. Bu suçun manevi unsuru bakımından doğrudan ve genel kastın bulunması yeterli olup failin suçu işleme nedeninin, maksadının veya saikinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu suçta özel kast aranmamaktadır.

Uyuşmazlık konusuyla bağlantılı olarak, suç uydurma ve iftira suçlarının arasındaki farkın ortaya konulması bakımından isnadın belirli veya belirlenebilir bir kimseye yöneltilmesinin gerekip gerekmediği hususu üzerinde durulması gerekmektedir.

Suç uydurma suçunda uydurulan suçun, belirli bir kimseye isnat edilmemesi gerekmektedir. Bu şekilde, belirli olmayan veya belirlenmesi de mümkün olmayan kimseye yönelik isnatlar suç uydurma, belirli veya belirlenebilir bir kimse hedefe konulmuşsa iftira suçu oluşmaktadır. Suç uydurma suçunda, uydurulan suçun belirli veya basit bir araştırmayla tespit edilmesi mümkün olan kişi ya da kişilere isnat edilmemiş olması aranmaktadır. Ayrıca uydurulan suçun, açık veya zımnen bilinmeyen kişiler veya hayali insanlara yöneltilmesi hâlinde de yine suç uydurma suçu oluşacaktır. Şu hâlde, muayyen veya tayin edilmesi mümkün bir kişi hedef alınarak suç isnadında bulunulmuş ise eylem, TCK’nun 267. maddesinde düzenlenen iftira suçunu, belirli bir kimse hedeflenmeden ve belli bir kimseden söz edilmeden gerçekleştirilen isnatlar, TCK’nun 271. maddesinde düzenlenen suç uydurma suçunu oluşturmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanık …’ın, şikâyetçi Sadi’ye olan borcundan dolayı önceden verdiği borç senedine konu bedeli ödememesi üzerine suça konu hamiline yazılı çeki verdiği, sanığın, şikâyetçi Sadi’nin borç senedine dayalı olarak icra takibi başlatması üzerine Cumhuriyet Başsavcılığına başvurup herhangi bir kişiden şüphelendiğine dair anlatımda bulunmadan, söz konusu çekin çalındığını belirterek şikâyetçi olmasından sonra, şikâyetçi Sadi’nin suça konu çeki bankaya ibraz ettiğinde çekte çalıntı kaydı bulunması nedeniyle hakkında hırsızlık suçundan soruşturma başlatıldığı olayda; sanık …’ın, kendisinden aynı borca yönelik mükerrer tahsilat yapılmasını önlemek amacıyla başvuruda bulunması gözetildiğinde, sanığın şikâyetçi Sadi hakkında soruşturma başlatılmasına yönelik özel kastı bulunmaması ve para gibi tedavülü söz konusu olan hamiline yazılı çekin, şikâyetçi Sadi dışında üçüncü kişi tarafından bankaya ibraz edilebileceği nazara alındığında da, sanığın belirli bir kimseyi hedefe koymamış olması birlikte değerlendirildiğinde; somut olayda iftira suçunun oluşmayacağı, sanığın, şikâyetçiye rızasıyla verdiği çekin çalındığı iddiasıyla herhangi bir kişiyi hedef göstermeksizin yetkili makamlara başvurmaktan ibaret eyleminin suç uydurma suçunu oluşturduğu kabul edilmelidir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, uygulamanın denetlenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi; “itirazın reddine karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

Ulaşılan sonuç karşısında, bu aşamada 6545 sayılı Kanunla 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunun 106. maddesinin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik gözetildiğinde, hüküm fıkrasında yer alan “ödenmeyen adli para cezasının hapse çevrileceğinin belirtilmesine (sanığa ihtarat yapıldı)” ilişkin kısmın uygulanma imkânının kalıp kalmadığına ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirilmemiştir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 13.03.2014 gün ve 14274-2909 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,

3- Dosyanın, uygulamanın denetlenmesi amacıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.04.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.

EMNİYET ŞERİDİNDE PARK -ASLİ KUSUR

T.C.
Yargıtay
Ceza Genel Kurulu

Esas No:2014/804
Karar No:2015/70
K. Tarihi:

Taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma suçundan sanık H.. Ç..’ın beraatine ilişkin, Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.10.2011 gün ve 88-564 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 21.11.2013 gün ve 3956-26392 sayı ile;

“18.01.2011 günü saat 16.30 sıralarında, sanığın kullandığı kargo şirketine ait kamyonetin Ankara-Çubuk karayolunda, havalimanı yönünde üç şeritli yolun sağ şeridinde, yolun karşısında bulunan işyerine kargo bırakmak için yardımcı elemanın karşıya geçtiği ve sanığın aracın içindeyken dörtlülerini yakıp duraklamakta olduğu esnada; aynı yönden gelen ve ölen M.. D..’nin kullandığı otomobilin kargo kamyonetine arkadan çarpması ve iki kişinin ölümü ile bir kişinin hayat fonksiyonlarına etkisi dördüncü derece kemik kırığı olacak şekilde yaralanması ile sonuçlanan olayda; sanığın duraklamanın yasak olduğu taşıt yolu üzerinde duraklaması nedeni ile kusurlu olduğunun tespitine ilişkin trafik kaza tespit tutanağının oluşa ve dosya içeriğine uygun olduğu ve sanığın mahkumiyeti yerine bilirkişi raporuna itibarla sanığın beraatına karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkeme ise 02.04.2014 gün ve 93-110 sayı ile;
“…Olay günü maktul M.. D..’nin sevk ve idaresindeki 06 …. plakalı araçla Ankara-Çubuk istikametinde seyir halinde iken yol kenarında park etmiş ve uyarı babından dörtlü sinyallerinin yanık olduğu anlaşılan 34 …plaka sayılı araca arkadan çarpmak suretiyle iki kişinin öldüğü ve katılan K.. D..’nin ağır şekilde yaralandığı sabittir.

İlk kararımızda da belirtildiği üzere olay tarihinde güneşin batış saati 18.03 olup kazanın 17.00 sıralarında meydana gelmiş olması nedeni ile havanın aydınlık olduğunda bir tereddüt yoktur.

Trafik kaza tutanağından da görüleceği üzere Ankara-Çubuk yolunun asfalt kaplama, 12.70 metre genişliğinde, 3 şeritli ve yüzeyinin kuru olduğu anlaşılmaktadır. Kazanın meydana geldiği yerde görüşü engelleyecek viraj, tepe üstü şeklinde bir mani de yoktur. Trafik memurlarınca düzenlenen ve Yargıtay bozma ilamına konu 18.01.2011 tarihli raporda; sanığın yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde zorunlu haller dışında park etme, duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama kuralını ihlal ettiği gerekçesi ile kusurlu bulunmuştur.
Trafik Kaza Raporu yolun teknik durumu itibari ile salt taşıt yolunda durmuş olması sebebi ile kazanın meydana gelmesinde kusurlu sayılıp sayılmayacağı konusunda uzman teknik bilirkişiye gidilmiş 18.04.2011 tarihli raporda; açıkca durulan yer ve sebepleri de yazılmak suretiyle sanığa kusur atfedilemeyeceği belirtilmiş, bu rapor mahkememizce yeterli ve yerinde bulunmuştur.

2918 sayılı Yasanın 59 ve 60. maddeleri açıkça duraklamanın yasak olduğu yerleri zikretmiş olup sanığın durakladığı yerin 2918 sayılı Yasanın 60. maddesinde sayılan yerlerden olmadığı açıkça görülmektedir.

Kaldı ki; sanığın duraklaması, park etmesi yasak yerlerden olduğu kabul edilse dahi idari nitelikte kusur sayılacak bu eylemin meydana gelen neticeye sebep olup olmayacağı tartışılmalıdır.

Suçun maddi unsurları teoride tanımlanırken hareket, netice ve aradaki illiyet bağının varlığı aranmaktadır.

Olayda sanık yukarıda değinildiği gibi hatalı park etmiş olsa dahi bu park sebebi ile kazanın oluşup oluşmadığı zikredilmelidir. Zira trafik kaza tutanağı sadece durulması yasak yerlerde durmuş olması nedeni ile sanığa kusur atfetmektedir.

Kaza netice itibari ile facia denecek ağırlıktadır. 2 ölü 1 ağır yaralının mevcudiyeti karşısında duygusal olarak düşünülecek olursa sanığı cezalandırmak gerekebilir, ancak ceza yargılamasında duygusallığa yer vermek adaletsizliğin ta kendisi olacaktır, hak ihlali olacaktır.

Havanın gündüz, yolun 3 şeritli, aracın durması sebebi ile görüşün herhangi bir şekilde engellenmemiş olması ve özellikle aksi de kanıtlanamadığından dörtlü sinyallerin de yanık olması karşısında maktulün rahatlıkla iki ayrı şeritten geçip gitme ihtimali varken dalgınlık, uykusuzluk ve benzeri sebeple yolda duran ve geçişi engellemeyen sanığın aracına gidip arkadan çarpmasında kanunun aradığı manada illiyet bağının olmadığı kanaatına varılmıştır.

Taksirli suçlar Yargıtay uygulamalarından da anlaşılacağı üzere kişilere dikkatli ve özenli davranma konusunda yükümlülük getirmektedir. Bu yükümlüğün ihlali yaptırımla karşılanmaktadır. Ancak gerek kasıtlı gerek taksirli suçlar bakımından da fiil ile netice arasında illiyet bağının varlığı yukarıda tanımlandığı gibi zorunludur.

Sanığın yolda duraklamış olması kusurlu kabul edilse dahi bu trafik cezasını gerektirecek nitelikte bir eylem olup salt bu eylem ile netice arasında illiyet bağı olmadığından sanığa kusur atfedilememiştir” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 08.12.2014 gün ve 163927 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iki kişinin ölümü ve bir kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olayda sanığın kusurunun bulunup bulunmadığı ve buna bağlı olarak taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma suçunun sabit olup olmadığının tespitine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;

Bir kargo şirketinde şoför olarak çalışan sanığın aynı işyerinde kurye olan tanık Y.. B..’yı yanına alıp Çubuk İlçesi’ne kargo teslim etmek üzere Ford Transit marka kapalı kasa kamyonetle yola çıktığı, saat 16.30-17.00 sıralarında Ankara-Çubuk Karayolu’nun 3,8. km’sinde teslimat yapacakları firmanın karşısına geldiklerinde, üç şeritli yolun en sağ şeridinde duraklayıp aracı stop ettirmeden el frenini çekip dörtlü flaşörlerini de yakarak kuryeden yolun karşısındaki büfeye gidip kargoyu büfeye mi yoksa fabrikaya mı teslim edeceklerini sormasını istediği, kurye büfeye giderken sanığın araçta beklediği sırada sürücü koltuğunda M.. D.., ön sağ koltuğunda A.. D.. ve arka koltukta katılan K.. D..’nin bulunduğu 1997 model Doğan SLX marka aracın, sanığın duraklamakta olan aracına arkadan çarptığı, A.. D..’nin kaza mahallinde, M.. D..’nin üç gün yoğun bakımda kaldıktan sonra hastanede öldüğü, K.. D..’nin ise, hayati tehlike geçirmeyecek, ancak basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif olmayan, hayat fonksiyonlarına etkisi dördüncü derece kemik kırığı olacak şekilde yaralandığı, sürücü belgeli sanığın alkolsüz olduğu, ölen şoför M.. D..’nin ise alkol tetkikinin yapılmadığı,

Trafik kazası tespit tutanağında; Ankara ilinden Çubuk ilçesi istikametine seyir halinde olan ölen M.. D.. yönetimindeki aracın Ankara-Çubuk yolunun 3,8. km’sine geldiğinde yolun sağ şeridinde duraklamış olarak bekleyen sanığın aracına arkadan çarpması sonucu kazanın meydana geldiği, bu kazada ölen M.. D..’nin asli kusurlardan “arkadan çarpma” sanığın ise yine asli kusurlardan “yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde zorunlu haller dışında park etme veya duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama” kuralını ihlal ettiği bilgilerine yer verildiği,

Olay yeri inceleme raporunda; asfalt yol yüzeyinin kuru, genişliğinin 12,70 metre olduğu, kaza mahallinde herhangi bir fren izinin bulunmadığı, kaza mahallinde duraklama yapıldığına dair bir uyarı işaret levhasının da olmadığının belirtildiği,

Kovuşturma aşamasında emekli trafik uzmanı bilirkişi tarafından düzenlenen raporda ise; 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun tanımlar maddesinde duraklamanın; trafik zorunlulukları dışında araçların insan indirmek ve bindirmek, eşya yüklemek boşaltmak veya beklemek amacıyla kısa süre için durdurulması olarak tarif edildiği, aynı kanunun 59. maddesinde yerleşim birimleri dışındaki karayolunda zorunlu haller dışında taşıt yolu üzerinde duraklamak veya park etmenin yasak olduğunun belirtildiği, 60. maddesinde ise, duraklamanın yasak olduğu yerlerin açıklandığı, bu durumda sanığın kullandığı kamyonetin durakladığı yerde belirtilen yasakların hiçbirinin bulunmadığı, sanığa olayın meydana geldiği yerde duraklamasından dolayı kusur izafe edilemeyeceği, arka istikametten gelerek arkadan çarpan müteveffa sürücünün otomobilinden korunma ya da olayı önleme imkanının bulunmadığı, müteveffa sürücünün ise seyrettiği yolun refüjle bölünmüş tek istikametli ve 12,70 metre genişlikte olduğunu düşünerek, yolda seyreden diğer araçları da dikkate alarak süratini tehlikeli bir durumun oluşması halinde en kısa mesafede aracını durdurabileceği asgari hıza düşürmesi, yolu kontrol edip dikkatini yola vermesi, önünde ve sağında duraklamış olarak bekleyen sanığın aracını gördüğünde yolun boş olan sol tarafına girmesi gerekirken bu tedbirlere dikkat etmeden sanığın aracına çarpmasıyla 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 84. maddesinin d bendinde belirlenen trafik kuralını ihlal edip aşırı derecede dikkatsizlik ve tedbirsizlikte bulunduğu ve olayda tamamen kusurlu olduğu, dosyadaki trafik kazası tespit tutanağını düzenleyen bilirkişilerin kanaatine iştirak edilmediği, zira raporun Karayolları Trafik Kanunu’nun 60. madde hükümleri dikkate alınmadan sadece 59. maddesi esas alınmak suretiyle düzenlendiği kanaatinin açıklandığı,

Anlaşılmaktadır

Ölenlerin bulunduğu aracın arka koltuğunda oturan ve kazada yaralanan müdahil K.. D..; Çubuk’a geldiklerinde Ankara Bulvarı’nda bir araca çarptıklarını, kaza anını hatırlamadığını beyan etmiş

Tanık Y.. B..; Ankara-Çubuk yolunda ilerlerken sanığın yolun sağında durduğunu, kendisinin yolun karşısında bulunan büfeye kargoyu nereye bırakacaklarını sormaya gittiğini, dönerken tam orta refüjde bulunduğu sırada büyük bir gürültü duyunca dönüp baktığında kazayı gördüğünü, kaza esnasında karşıdan karşıya geçtiği için yolun diğer tarafına baktığını, bu nedenle çarpma anını göremediğini, ancak herhangi bir fren veya korna sesi duymadığını, kaza esnasında sanığın aracının yol kenarında dörtlü sinyal lambaları yanık, motorunun çalışır vaziyette olduğunu, havanın henüz kararmadığını, yolun düz olduğunu, görüşü engelleyen bir hal bulunmadığını belirtmiş,

Sanık ise; Ankara Bulvarı üzerinde kullandığı aracı yolun en sağına gelecek şekilde durdurduğunu, el frenini çekip dörtlüleri yaktığını, yol kenarında bekleme yaptığı esnada büyük bir gürültüyle aracın sallandığını, kafasını sert şekilde direksiyona çarptığını, aracından inip çarpan araca doğru giderken bayıldığını, aracını park etmediğini, motor çalışır vaziyetteyken kısa süreli bekleme yaptığını, aracını kurallara uygun olarak durdurduğunu, olayda kusurunun olmadığını savunmuştur.

5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç kural olarak; ancak kastla işlenebilecekken, kanunda açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde tanımlanmıştır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.02.2014 gün ve 10-80, 25.03.2008 gün ve 43-62; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204; 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında vurgulandığı ve öğretide benimsendiği üzere taksirin unsurları;
1- Taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5-Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.

Taksirli suçlarda da, gerek icrai gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.

Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.

5237 sayılı TCK’nun 22. maddesinin gerekçesinde; “…Taksirle işlenen suçlardan dolayı kusurluluk, bir değerlendirmeyle ancak olay hâkimi tarafından yapılabilir. Bu nedenle, taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.

Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif bir değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan bir ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızasının olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda, bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder…” şeklinde açıklamalara yer verilmiştir.

Buna göre; yargılamayı gerçekleştiren hâkimin, bilirkişilerin tespit ettikleri kusurun varlığı ya da yokluğu ve kusur oranları ile bağlı olmayıp, bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun bulunup bulunmadığının, varsa kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının, her olayın özelliklerine göre ve kanuni gerekçelerle bizzat belirlemesi gerekmektedir. Bu kapsamda olayın gerçekleşme şeklini belirleme görevi de hâkime ait olup bilirkişi ancak bu hususta ortaya koyacağı teknik veriler ile hâkime yardımcı olabilecek ve tarafların taksirli davranışlarının ve kusur durumlarının nelerden ibaret olduğunu gösterecektir. Nitekim CGK’ nun 26.11.2013 gün ve 422-519 ve 25.03.2014 gün ve 9-138 sayılı kararları da aynı doğrultudadır.

Diğer taraftan 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun “tanımlar” başlıklı 3. maddesinde duraklama; “trafik zorunlulukları dışında araçların, insan indirmek ve bindirmek, eşya yüklemek, boşaltmak veya beklemek amacı ile kısa bir süre için durdurulması” şeklinde tanımlanmış, “duraklama ve park etme” başlıklı 59. maddesinde; “yerleşim birimleri dışındaki kara yolunda zorunlu haller dışında taşıt yolu üzerinde duraklamak veya park etmenin yasak olduğu” açıklanmış, “duraklamanın yasak olduğu yerler” başlıklı 60. maddesinde;

“ Taşıt yolu üzerinde;
a) Duraklamanın yasaklandığının bir trafik işareti ile belirtilmiş olduğu yerlerde,
b) Sol şeritte,(raylı sistemin bulunduğu yollar hariç),
c) Yaya ve okul geçitleri ile diğer geçitlerde,
d) Kavşaklar, tüneller, rampalar, köprüler ve bağlantı yollarında ve buralara, yerleşim birimleri içinde beş metre ve yerleşim birimleri dışında yüz metre mesafede,
e) Görüşün yeterli olmadığı tepelere yakın yerlerde ve dönemeçlerde,
f) Otobüs, tramvay ve taksi duraklarında,
g) Duraklayan veya park edilen araçların yanında,
h) İşaret levhalarına, yaklaşım yönünde ve park izni verilen yerler dışında; yerleşim birimi içinde onbeş metre ve yerleşim birimi dışında yüz metre mesafede,
Duraklama yasaktır” hükmü yer almış ve “trafik kazalarında sürücü kusurlarının tespiti ve asli kusur sayılan haller” başlıklı 84. maddesinin k bendinde ise;
“Araç sürücüleri trafik kazalarında;

k) Yerleşim birimleri dışındaki karayolunun taşıt yolu üzerinde, zorunlu haller dışında park etme veya duraklama ve her durumda gerekli tedbirleri almama, …
Hallerinde asli kusurlu sayılırlar…” hükümlerine yer verilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Olay tarihinde saat 16.30-17.00 sıralarında sanığın sevk ve idaresindeki kamyonetle Ankara-Çubuk karayolunda seyir halindeyken Ankara Bulvarı’na geldiğinde, araçta bulunan kurye Y.. B..’nın kargoyu bırakacakları yeri sormak üzere yolun karşısındaki büfeye gittiği sırada gidiş ve geliş yönünün refüj ile ayrıldığı, zemini kuru olan üç şeritli asfalt yolun en sağ şeridinde kamyonetinin motoru çalışır vaziyette iken el frenini çekip dörtlü flaşörlerini de yakarak duraklama yaptıktan kısa bir süre sonra, arkadan gelen M.. D..’nin sevk ve idaresindeki otomobilin sanığın aracına arkadan çarptığı, otomobilde bulunan M.. D.. ve A.. D..’nin öldüğü, aynı araçta bulunan K.. D..’nin yaralandığı olayda, ölen M.. D..’nin Karayolları Trafik Kanununun 84. maddesinin (d) bendinde belirtilen “arkadan çarpma” kuralını ihlal etmesi, aracının hızını trafik akışına uydurmamak suretiyle dikkatsiz ve tedbirsiz davranması nedeniyle asli kusurlu olduğu, sanığın da; kısa süreliğine adres sorulup yola devam edilmesinin trafikte zorunlu hal olarak nitelendirilemeyeceği gözetildiğinde, aynı kanunun 59. maddesine göre; yerleşim birimleri dışındaki karayolunda yasak olan yerde duraklaması, trafiğin aktığı asfalt kaplama yolun dışındaki toprak kısımda duraklama imkanı varken üç şeritli karayolunun bir şeridini işgal etmesi, duraklanan yerin yerleşim birimleri dışında bulunması nedeniyle anılan kanunun 60. maddesinin somut olayda uygulama imkânının olmadığı, dolayısıyla kazanın ve bunun sonucunda ölüm ile yaralanmanın meydana gelmesinde ölenle birlikte kusurlu olduğu ve kaza tespit tutanağının oluşa uygun bulunduğu gözetilmeden, mahkumiyeti yerine beraatine karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.

Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün somut olayda kusuru bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1-Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 02.04.2014 gün ve 93-110 sayılı direnme hükmünün somut olayda kusuru bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 24.03.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.

Exit mobile version