KREDİ KARTIYLA SATIN ALINAN ÜRÜNÜN TESLİM EDİLMEMESİ – BANKA MÜŞTERİNİN KARTINA PARA İADESİ YAPMAK ZORUNDADIR

TC
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
2016/1953 E. , 2017/2895 K.

“İçtihat Metni”

Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı, sihirlikazan.com sitesinden toplam 11.900,48 TL tutarlı 2 ayrı alışveriş yaptığını, alışverişinde davalı banka tarafından verilmiş kredi kartını kullandığını, satın aldığı ürünlerin teslim edilmemesi üzerine davalı bankaya başvurarak chargeback kuralları gereğince ödediği bedelin kredi kartına iadesini talep ettiğini ancak davalı bankanın haksız yere talebi reddettiğini ileri sürerek, 11.900,48 TL’nin yasal faiziyle iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, satım ilişkisinin tarafı olmayan müvekkili bankaya husumet yöneltilemeyeceğini savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, yapılan yargılama ve benimsenen bilirkişi raporlarına göre, bankanın chargeback kuralını işletmesi gerekirken işletmeyerek kusurlu olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne, 8.898,03 TL ve 2.996,49 TL tutarlı alışveriş bedellerinin taksit ödeme tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.
>Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 10/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ADLİ ARAMA KARARI VEYA CUMHURİYET SAVCISININ YAZILI ARAMA EMRİNE İSTİNADEN ARAMA YAPILMASININ GEREKTİĞİ, ÖNLEME ARAMA KARARINA DAYANILARAK YAPILAN ARAMANIN HUKUKA AYKIRI OLDUĞU

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi

2023/14097 E. , 2024/18516 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2022/3150 E., 2023/1841 K.
SUÇ : Uyuşturucu madde ticareti yapma
HÜKÜMLER : Mahkûmiyet
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Temyiz istemlerinin esastan reddiyle hükümlerin onanması

Sanıklar hakkında bozma üzerine kurulan hükümlerin; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenlerin hükümleri temyize hak ve yetkilerinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçelerinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz istemlerinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmiştir.
Sanıklar …, … ve … müdafilerinin duruşmalı inceleme taleplerinin, 7079 sayılı Kanun’un 94 üncü maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanun’un 299 uncu maddesinin birinci fıkrası gereği takdîren reddine karar verilmekle, gereği düşünüldü:
I. HUKUKİ SÜREÇ
İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesinin yukarıda belirtilen kararı ile sanıklar hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan ve sanıklar …, …, …, …, … ve … yönünden re’sen de istinafa tabi olan hükümlere yönelik sanıklar ve müdafilerinin istinaf başvurularına ilişkin olarak 5271 sayılı Kanun’un 280 inci maddesinin birinci fıkrasının (g) bendi uyarınca Dairemizce verilen bozma ilamına uyulmak suretiyle duruşmalı yapılan inceleme neticesinde;
A. Sanık …’in uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 188 inci maddesinin üçüncü fıkrası, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası, 53 üncü maddesinin birinci, ikinci fıkraları ile üçüncü fıkrasının ilk cümlesi ve 58 inci maddesi uyarınca 10 yıl hapis ve 25.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve sanık hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanmasına,
B. Sanıklar … ve …’ın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan, 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin üçüncü ve beşinci fıkraları, 43 üncü maddesinin birinci fıkrası, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası, 53 üncü maddesinin birinci, ikinci fıkraları ile üçüncü fıkrasının ilk cümlesi ve sanık … yönünden 58 inci maddesi uyarınca 23 yıl 16 ay 15 gün hapis ve 93.750,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluklarına ve sanık … hakkında tekerrür hükümlerinin uygulanmasına,
C. Sanık …’in uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan, 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin üçüncü ve beşinci fıkraları, 43 üncü maddesinin birinci fıkrası, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası, 53 üncü maddesinin birinci, ikinci fıkraları ile üçüncü fıkrasının ilk cümlesi uyarınca 25 yıl 12 ay hapis ve 100.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna,
D. Sanık …’in uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan, 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin üçüncü ve beşinci fıkraları, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası, 53 üncü maddesinin birinci, ikinci fıkraları ile üçüncü fıkrasının ilk cümlesi ve 58 inci maddesi uyarınca 19 yıl 6 ay hapis ve 75.000,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve sanık hakkında ikinci kez tekerrür hükümlerinin uygulanmasına,
E. Sanık …’in uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan, 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin üçüncü ve beşinci fıkraları, 62 nci maddesi, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası, 53 üncü maddesinin birinci, ikinci fıkraları ile üçüncü fıkrasının ilk cümlesi uyarınca 16 yıl 3 ay hapis ve 62.500,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna,
F. Sanık …’ın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan, 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin üçüncü fıkrası, 43 üncü maddesinin birinci fıkrası, 52 nci maddesinin ikinci fıkrası, 53 üncü maddesinin birinci, ikinci fıkraları ile üçüncü fıkrasının ilk cümlesi uyarınca 12 yıl 6 ay hapis ve 31.250,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna,
Karar verilmiştir.
II. TEMYİZ SEBEPLERİ
A. Sanık … müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Suçun unsurlarının oluşmadığına,
2. Mevcut deliller kapsamında uyuşturucu maddeyi teslim edenin temyiz dışı sanık … olduğuna, nitekim sanığa isnat edilen olay nedeniyle … hakkında iddianame düzenlenip dava açıldığına,
3. Kuşku sınırlarını aşan, yeterli ve kesin delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
İlişkindir.
B. Sanık … ve müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Her türlü şüpheden uzak, inandırıcı ve kesin delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
2. Haberleşme özgürlüğü ihlal edilerek elde edilen delillerin hükme esas alınamayacağı,
3. Başka tedbirlere başvurularak delil elde edilmesi mümkün iken, iletişimin tespiti tedbirinin uygulanmasının hukuka aykırı olduğuna,
4. Eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturacağına,
5. Suça konu uyuşturucu maddeyi sanık …’tan temin ettiğine ilişkin beyanı nedeniyle sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması gerektiğine,
6. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna,
İlişkindir.
C. Sanık … müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. 27.11.2017 tarihli 5. olayda eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturacağına,
2. 29.11.2017 tarihli 6., 09.12.2017 tarihli 10. ve 12.12.2017 tarihli 11. olaylarda her türlü şüpheden uzak, kesin ve somut delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
3. Sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması gerektiğine,
4. 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin beşinci fıkrasının uygulanmasının hukuka aykırı olduğuna,
5. Para gönderme şeklinde gerçekleşen eylemin yardım etme niteliğinde olduğuna,
6. Sanık hakkında 5237 sayılı Kanun’un 62 nci maddesinin uygulanmamasının hukuka aykırı olduğuna,
7. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna,İlişkindir.
D. Sanık … ve müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Her türlü şüpheden uzak, somut ve yeterli delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
2. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna,
İlişkindir.
E. Sanık … müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Her türlü şüpheden uzak delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
2. Temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesinin hukuka aykırı olduğuna,
3. 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin beşinci fıkrasının uygulanmasının hukuka aykırı olduğuna,
4. İkinci kez mükerrirlik hükümlerinin uygulanabilmesi için suç tarihlerinin 08.07.2005 tarihinden sonra olması gerektiğine, bu nedenle sanık hakkında ikinci kez mükerrirlik şartlarının gerçekleşmediğine,
5. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna,
İlişkindir.
F. Sanık … müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Her türlü şüpheden uzak, kesin ve somut delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
2. Temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesinin hukuka aykırı olduğuna,
3. Sanığın iştirak iradesi ile hareket etmediğine, 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin beşinci fıkrasının uygulanmasının hukuka aykırı olduğuna,
4. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna,
İlişkindir.

G. Sanık … ve müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Fiziki takibe ara verildiğinde yapılamayan tespitler nedeniyle, varsayımlara dayanılarak ele geçen uyuşturucu maddenin sanıkla ilişkilendirilmesinin hukuka aykırı olduğuna,
2. Her türlü şüpheden uzak ve yeterli delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
3. Sanık hakkında etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması gerektiğine,
4. Sanık hakkında takdiri indirim hükümlerinin uygulanması gerektiğine,
İlişkindir.
III. GEREKÇE
A. Sanık … Hakkında Kurulan Hüküm Yönünden
Sanığın mahkûmiyetine konu 21.11.2017 tarihli olayda, kendisinde herhangi bir uyuşturucu ya da uyarıcı madde ele geçmeyen sanığın savunmasının aksine, hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan işlem yapılan tanık … ile sanık arasında uyuşturucu madde alışverişinin gerçekleştiğine dair görgüye dayalı tespit yapılamadığı, sanığın …’da ele geçirilen uyuşturucu maddeyle ilgisinin olduğuna dair, maddi bulgularla desteklenmeyen, farklı anlamlar taşıyabilecek telefon görüşmeleri ile …’un kovuşturma aşamasında döndüğü müdafisiz aleyhe kolluk beyanı dışında, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi hukuka aykırı görülmüştür.
B. Sanık … Hakkında Kurulan Hüküm Yönünden
Sanığın mahkûmiyetine konu 12.12.2017 tarihli olayda, İlk Derece Mahkemesinin ve Bölge Adliye Mahkemesinin suçun vasfına ve sübutuna, delillerin değerlendirilmesine, 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin beşinci fıkrasının uygulanmasına ilişkin takdirlerinde bir isabetsizlik bulunmadığı, sabıkalarının ikinci kez mükerrirliğe esas teşkil ettiği ve kararda bu yönüyle hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla, sanık müdafiinin temyiz sebepleri yerinde görülmemiş, hükümde açıklanan gerekçeler, tüm dosya kapsamına göre usul ve yasaya uygun bulunarak, aşağıda belirtilen dışında hükümde hukuka aykırılık tespit edilmemiştir.
Suça konu uyuşturucu maddenin net miktarına bağlı olarak önemi, değeri ve oluşturduğu tehlikenin
ağırlığı ile somut olayın özellikleri gözetildiğinde, alt sınırdan fazla uzaklaşmayı gerektiren bir neden bulunmadığı halde, 5237 sayılı Kanun’un üçüncü maddesinin birinci fıkrası ile 61 inci maddesine aykırı olarak temel hapis cezasının fiille orantılı olmayacak şekilde alt sınırdan çok fazla uzaklaşılarak belirlenmesi, hukuka aykırı görülmüştür.
C. Sanık … Hakkında Kurulan Hüküm Yönünden
Sanığın mahkûmiyetine konu 12.12.2017 tarihli olayda, İlk Derece Mahkemesinin ve Bölge Adliye Mahkemesinin suçun vasfına ve sübutuna, delillerin değerlendirilmesine, 5237 sayılı Kanun’un 188 inci maddesinin beşinci fıkrasının uygulanmasına ilişkin takdirlerinde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, sanık müdafiinin temyiz sebepleri yerinde görülmemiş, hükümde açıklanan gerekçeler, tüm dosya kapsamına göre usul ve yasaya uygun bulunarak, aşağıda belirtilen dışında hükümde hukuka aykırılık tespit edilmemiştir.
Suça konu uyuşturucu maddenin net miktarına bağlı olarak önemi, değeri ve oluşturduğu tehlikenin ağırlığı ile somut olayın özellikleri gözetildiğinde, alt sınırdan fazla uzaklaşmayı gerektiren bir neden bulunmadığı halde, 5237 sayılı Kanun’un 3 üncü maddesinin birinci fıkrası ile 61 inci maddesine aykırı olarak temel hapis cezasının fiille orantılı olmayacak şekilde alt sınırdan çok fazla uzaklaşılarak belirlenmesi, hukuka aykırı görülmüştür.
D. Sanık … Hakkında Kurulan Hüküm Yönünden
1. Sanığın mahkûmiyetine konu 09.12.2017 tarihli olayda; iletişimin tespiti kararı ve iletişim tespit içeriklerine göre açık kimlik bilgileri bilinen sanıklar … ve …’ın, hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan işlem yapılan tanık …’a uyuşturucu madde verecekleri yönünde kuvvetli şüphe oluşması üzerine gerçekleştirilen fiziki takip sonucu, sanıklar … ve … ile tanık …’un bir araya geldiklerinin ve de sanıklar … ve …’ın birlikte hareket ettiklerinin tespit edildiği, uyuşturucu madde alışverişinin gerçekleştiği değerlendirilerek …’un aracının durdurulduğu, önleme araması kararına istinaden araçta yapılan arama sonucu dikiz aynası içinde suça konu uyuşturucu maddenin ele geçirildiği anlaşılmakla;
Teknik ve fiziki olarak takip edilen olayda; adli arama kararı veya Cumhuriyet savcısının yazılı arama emrine istinaden arama yapılmasının gerektiği, önleme arama kararına dayanılarak yapılan aramanın hukuka aykırı olduğu, bu arama sonucu bulunan delilin, suçun maddi konusu “hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş” olacağından, Anayasa’nın 38 inci maddesinin altıncı fıkrası ile 5271 sayılı Kanun’un 206 ncı maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendi, 217 nci maddesinin ikinci fıkrası, 230 uncu maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi ve 289 uncu maddesinin birinci fıkrasının (i) bendi uyarınca hükme esas alınamayacağı gözetilmeden bu olay nedeniyle sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi,
2. Sanığın mahkûmiyetine konu 12.12.2017 tarihli olayda; İlk Derece Mahkemesinin ve Bölge Adliye Mahkemesinin suçun vasfına ve sübutuna, delillerin değerlendirilmesine, 5237 sayılı Kanun’un 62 nci maddesinin sanık hakkında uygulanmamasına ilişkin takdirlerinde bir isabetsizlik bulunmadığı, usulüne uygun olarak alınan iletişimin tespiti tedbiri sonucu elde edilen delillerin hukuka uygun nitelikte olduğu anlaşılmakla, sanık ve müdafiinin temyiz sebepleri yerinde görülmemiş, hükümde açıklanan gerekçeler, tüm dosya kapsamına göre usul ve yasaya uygun bulunarak, aşağıda belirtilenler dışında hükümde hukuka aykırılık tespit edilmemiştir.
a. Sanık …’in, İstanbul’dan temin ederek Aydın’da naklettiği suça konu uyuşturucu maddenin sanıklar …, … ve istinaf talebinden vazgeçmesi üzerine hakkında verilen mahkûmiyet hükmü kesinleşen temyiz dışı sanık … tarafından teslim alınmasından önce yapılan operasyon sonucu ele geçirilmesi karşısında, sanığın eyleminin 5237 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca teşebbüs aşamasında kaldığı gözetilmeden, sanık hakkında tamamlanmış suçtan ceza tayin edilmesi,
b. Suça konu uyuşturucu maddenin net miktarına bağlı olarak önemi, değeri ve oluşturduğu tehlikenin ağırlığı ile somut olayın özellikleri gözetildiğinde, alt sınırdan fazla uzaklaşmayı gerektiren bir neden bulunmadığı halde, 5237 sayılı Kanun’un üçüncü maddesinin birinci fıkrası ile 61 inci maddesine aykırı olarak temel hapis cezasının fiille orantılı olmayacak şekilde alt sınırdan çok fazla uzaklaşılarak belirlenmesi,
3. Sanığın mahkûmiyetine konu 27.11.2017 tarihli olayda; sanık ile haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan işlem yapılan … ve … arasında uyuşturucu madde alışverişinin gerçekleştiğine dair görgüye dayalı tespit yapılamaması, sanığın tüm aşamalarda … ve ..’ta ele geçirilen uyuşturucu maddeleri kendisinin satmadığını savunması, sanığın … ve …’ta ele geçirilen uyuşturucu maddelerle ilgisi olduğuna dair maddi bulgularla desteklenmeyen, farklı anlamlar taşıyabilecek telefon görüşmeleri ile Haluk’un müdafisiz aleyhe kolluk beyanı dışında delil bulunmadığı gözetilmeden, Haluk’un kovuşturma aşamasında hazır bulundurulup telefon görüşmeleri ve kolluk ifadesi okunup, varsa çelişkiler giderilerek tanık sıfatıyla beyanı alındıktan sonra, tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,
Hukuka aykırı görülmüştür.

E. Sanık … Hakkında Kurulan Hüküm Yönünden
1. Sanığın mahkûmiyetine konu 09.12.2017 tarihli olayda; elde edilen delilin atılı suçu birlikte işlediği sanık … hakkında yukarıda (D-1)’de gösterilen gerekçe ile hukuka aykırı elde edilen delil olduğunun ve mahkûmiyete esas alınamayacağının gözetilmemesi,
2. Sanığın mahkûmiyetine konu 12.12.2017 tarihli olayda; suça konu uyuşturucu madde bedelinin, temyiz talebinden vazgeçmesi üzerine hakkında verilen mahkûmiyet hükmü kesinleşen temyiz dışı sanık …’nin hesabına sanık tarafından yatırıldığına ya da sanığın suça konu uyuşturucu maddeleri teslim alacağına ve bu amaçla diğer sanıklar …, … ve istinaf talebinden vazgeçmesi üzerine hakkında verilen mahkûmiyet hükmü kesinleşen temyiz dışı sanık … ile birlikte hareket ettiğine dair her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,
3. Sanığın mahkûmiyetine konu 27.11.2017 tarihli olayda; sanığın sevk ve idaresinde bulunan araçta el freni yanında gözle görülür halde olan ve rızaen teslim üzerine ele geçirilen uyuşturucu maddeyi sanığın satma veya başkasına verme gibi kullanma dışında bir amaç için bulundurduğuna ilişkin delil elde edilememesi, söz konusu uyuşturucu maddenin net miktarı ve sanığın tüm aşamalarda istikrarlı bir şekilde uyuşturucu maddeyi kullanmak için satın aldığını beyan etmesi ve olay sonrası alınan raporunda suça konu uyuşturucu madde kullanımının pozitif çıkması dikkate alındığında, sanığın sabit olan eyleminin “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçunu oluşturduğu gözetilmeden, uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan hüküm kurulması,
4. Sanığın mahkûmiyetine konu 29.11.2017 tarihli olayda; İlk Derece Mahkemesinin ve Bölge Adliye Mahkemesinin suçun vasfına ve sübutuna, delillerin değerlendirilmesine, 5237 sayılı Kanun’un 62 nci maddesinin sanık hakkında uygulanmamasına ilişkin takdirlerinde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, sanık müdafiinin temyiz sebepleri yerinde görülmemiş, hükümde açıklanan gerekçeler, tüm dosya kapsamına göre usul ve yasaya uygun bulunarak, aşağıda belirtilen dışında hükümde hukuka aykırılık tespit edilmemiştir.
Sanık ile haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan işlem yapılan tanıklar … ve … arasında uyuşturucu madde alışverişinin gerçekleştiğine dair görgüye dayalı tespit yapılamadığı, uyuşturucu madde alışverişinin iletişim tespit tutanaklarından kesin ve net olarak anlaşılamadığı, sanık hakkında ..’in kovuşturma aşamasındaki aleyhe beyan ve teşhisi dışında yeterli delil bulunmadığı dikkate alınarak yapılan incelemede, suça konu uyuşturucu maddenin ele
geçirilmesinden sonra, aleyhinde yeterli delil bulunmadığı aşamada, Savcılıkta verdiği ifadesinde tevilli ikrarı ile kendi suçunun ortaya çıkmasına yardım eden sanık hakkında 5237 sayılı Kanun’un 192 nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca etkin pişmanlık hükmünün uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,
Hukuka aykırı görülmüştür.
F. Sanık … Hakkında Kurulan Hüküm Yönünden
1. Sanığın mahkûmiyetine konu 27.11.2017 tarihli olayda; sanık … ile arasında uyuşturucu madde alışverişinin gerçekleştiğine dair görgüye dayalı tespit yapılamadığı, sanığın, sanık …’te ele geçirilen uyuşturucu maddeyle ilgisinin olduğuna dair, maddi bulgularla desteklenmeyen, farklı anlamlar taşıyabilecek telefon görüşmeleri ile sanık …’in aleyhe beyanları dışında, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, sanığın beraati yerine, mahkûmiyetine karar verilmesi,
2. Sanığın mahkûmiyetine konu 01.12.2017 ve 12.12.2017 tarihli olaylarda; İlk Derece Mahkemesinin ve Bölge Adliye Mahkemesinin suçun vasfına ve sübutuna, delillerin değerlendirilmesine ilişkin takdirlerinde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, sanık ve müdafiinin temyiz sebepleri yerinde görülmemiş, hükümde açıklanan gerekçeler, tüm dosya kapsamına göre usul ve yasaya uygun bulunarak, aşağıda belirtilenler dışında hükümde hukuka aykırılık tespit edilmemiştir.
a. 12.12.2017 tarihli olayda, sanık …’in, İstanbul’dan temin ederek Aydın’da naklettiği suça konu uyuşturucu maddenin sanıklar …, … ve istinaf talebinden vazgeçmesi üzerine hakkında verilen mahkûmiyet hükmü kesinleşen temyiz dışı sanık … tarafından teslim alınmasından önce yapılan operasyon sonucu ele geçirilmesi karşısında, sanığın eyleminin 5237 sayılı Kanun’un 35 inci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca teşebbüs aşamasında kaldığı gözetilmeden, sanık hakkında tamamlanmış suçtan ceza tayin edilmesi,
b. 12.12.2017 tarihli olayda ele geçen uyuşturucu maddenin net miktarına bağlı olarak önemi, değeri ve oluşturduğu tehlikenin ağırlığı ile somut olayın özellikleri gözetildiğinde, alt sınırdan fazla uzaklaşmayı gerektiren bir neden bulunmadığı halde, 5237 sayılı Kanun’un üçüncü maddesinin birinci fıkrası ile 61 inci maddesine aykırı olarak temel hapis cezasının fiille orantılı olmayacak şekilde alt sınırdan çok fazla uzaklaşılarak belirlenmesi,
Hukuka aykırı görülmüştür.

G. Sanık … Hakkında Kurulan Hüküm Yönünden
1. Sanığın mahkûmiyetine konu 15.12.2017 tarihli olayda; kendisinde herhangi bir uyuşturucu ya da uyarıcı madde ele geçmeyen sanığın savunmasının aksine, hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan işlem yapılan tanık … ile sanık arasında uyuşturucu madde alışverişinin gerçekleştiğine dair görgüye dayalı tespit yapılamadığı, sanığın …’de ele geçirilen uyuşturucu maddeyle ilgisinin olduğuna dair, maddi bulgularla desteklenmeyen, farklı anlamlar taşıyabilecek telefon görüşmeleri dışında, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi,
2. Sanığın mahkûmiyetine konu 16.12.2017 tarihli olayda; İlk Derece Mahkemesinin ve Bölge Adliye Mahkemesinin suçun vasfına ve sübutuna, delillerin değerlendirilmesine, 5237 sayılı Kanun’un 62 nci maddesinin sanık hakkında uygulanmamasına ilişkin takdirlerinde bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşılmakla, sanık ve müdafiinin temyiz sebepleri yerinde görülmemiş, hükümde açıklanan gerekçeler, tüm dosya kapsamına göre usul ve yasaya uygun bulunarak, aşağıda belirtilen dışında hükümde hukuka aykırılık tespit edilmemiştir.
İletişim tespit tutanaklarının içeriğinden sanık ile hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan işlem yapılan tanık … arasında buluşmanın gerçekleştiği anlaşılmakla, suça konu uyuşturucu maddenin ele geçirilmesinden sonra, aleyhinde yeterli delil bulunmadığı aşamada, kovuşturma aşamasında tevilli ikrarı ile kendi suçunun ortaya çıkmasına yardım eden sanık hakkında 5237 sayılı Kanun’un 192 nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca etkin pişmanlık hükmünün uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,
Hukuka aykırı görülmüştür.
IV. KARAR
Gerekçe bölümünde (A), (B), (C), (D), (E), (F) ve (G) harfleriyle gösterilen bentlerde açıklanan nedenlerle sanıklar müdafileri ile sanıklar …, … ve …’ın temyiz istemleri yerinde görüldüğünden İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesi kararının 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,
Bozma nedenlerine ve tutuklu kaldıkları sürelere göre sanıklar … ve …’ın oy birliğiyle SALIVERİLMELERİNE, başka bir suçtan hükümlü ya da tutuklu bulunmadıkları takdirde salıverilmelerinin sağlanması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına,
Bozma nedenleri ile tutukluluk süreleri ve tutuklama koşullarında değişiklik bulunmaması karşısında sanıklar …, … ve … hakkındaki salıverilme taleplerinin Başkan Vekili …’ün karşı oyu ve oy çokluğuyla REDDİNE,
Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi uyarınca takdîren İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 17. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
09.05.2024 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY GEREKÇESİ
(Sanıklar …, … ve … Hakkında)

1. Avrupa İnsan Hakları ve Temel Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi (AİHS)’nin başlangıç bölümü ve 53 üncü maddesi hükümlerine göre;

a. AİHS insan hakları ve temel özgürlükleri asgari ölçüde koruyan bir sözleşmedir. Zamanla koruma sınırlarının genişletilmesi amaçlanmıştır.

b. AİHS’e taraf olan devletler, iç hukuklarında insan haklarını ve temel özgürlükleri daha fazla koruyacak düzenlemeler yapabilirler veya bu konuda başka bir sözleşmeyi kabul edebilirler. AİHS’in hiçbir hükmü, bu nitelikteki düzenlemelere aykırı düşecek şekilde yorumlanamaz. Başka bir anlatımla,

AİHS’e taraf olan devletlerin, iç hukuklarında veya kabul ettikleri başka bir sözleşmede yer alan insan haklarını ve temel özgürlükleri daha fazla koruyan hükümlerin, AİHS’e aykırılığı ileri sürülemez.

2. AİHS’nin 5 inci maddesine göre, tutuklu bulunan herkesin, makûl bir süre içinde serbest bırakılmaya hakkı vardır. Tutukluluk, makûl süreden fazla olamaz.

3. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, AİHS’in 5 inci maddesindeki tutuklulukta geçecek “makûl süre” kavramını yorumlarken, bu sürenin İlk Derece Mahkemesinin mahkûmiyet hükmünden sonraki aşamayı kapsamadığını kabul etmiştir. Ancak AİHS’in başlangıç bölümü ile 53 üncü maddesine göre, sözleşmeye taraf olan devletler kendi yasalarında sanığın özgürlüğünü daha fazla koruyucu hükümlere yer verebilirler. Bu nitelikteki hükümlerin AİHS’e aykırılığı ileri sürülemez.

4. 5271 sayılı Kanun’un 2 nci, 102 nci ve 104 üncü maddeleri ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 4 üncü maddesine göre;

a. İddianamenin kabulünden, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evre, kovuşturma evresidir.

b. Suç şüphesi altında bulunan kişinin, iddianamenin kabulünden, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evredeki sıfatı sanıktır.

c. Sanığın, hakkındaki mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinden, hükmün infaz edildiği tarihe kadar geçen evredeki sıfatı ise hükümlüdür.

d. 5271 sayılı Kanun’un 102 nci maddesinde düzenlenen azami tutukluluk sürelerine, hükmün kesinleşmesine kadar geçen süreler de dahildir.

5. Diğer yandan, aynı dava içinde birden fazla suç nedeniyle tutuklama kararı verilmiş olması durumunda da, tutuklamayla ilgili azami süre bir kez uygulanır.

6. Somut olaylarda, sanıklar … ile … 01.02.2018 tarihinden ve sanık … 12.12.2017 tarihinden beri tutuklu bulunmaktadırlar. Belirtilen tarihten bu güne kadar 5 yıllık azami tutukluluk süresi dolmuştur.

7. Azami tutukluluk süreleri dolmuş olan sanığın salıverilmesi gerektiği kanısını taşıdığımdan, çoğunluğun aksi görüşüne katılmıyorum. 09.05.2024

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
2024/2368 E. , 2024/23801 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ:Ceza Dairesi
SUÇ : Uyuşturucu madde ticareti yapma
HÜKÜM : İstinaf başvurularının esastan reddi

Sanık hakkında kurulan hükmün, yapılan ön inceleme neticesinde temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

A. Kahramanmaraş 4. Ağır Ceza Mahkemesince sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine karar verilmiştir.

B. B. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesinin yukarıda belirtilen kararı ile sanık hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükme yönelik istinaf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir.

Sanık müdafiinin temyiz sebepleri özetle;
1. Suçun unsurlarının oluşmadığına,
2. Yeterli delil bulunmadığına, beraat kararı verilmesi gerektiğine,
3. Eylemin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturacağına,
4. Kararın usul ve yasaya aykırı olduğuna,
5. Delillerin hukuka aykırı şekilde toplandığına,
İlişkindir.

Sanığın suç tarihinde üzerinde ve aracında az miktarda ele geçen uyuşturucu maddeleri aynı gün Gaziantep’ten aldığına ve evine giderken yakalandığına yönelik savunması karşısında; ele geçen kişisel kullanım sınırındaki suça konu uyuşturucu maddeleri kullanma amacı dışında, satma veya başkasına verme amacıyla bulundurduğuna ilişkin savunmasının aksine mahkûmiyete yeterli, her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı anlaşılmakla, sanığın eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğu, bu suçtan da evrakın tefrik edilerek ayrıca soruşturma yürütüldüğü gözetilmeden sanığın uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan beraatı yerine mahkûmiyetine karar verilmesi hukuka aykırı görülmüştür.

Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle sanık müdafiinin temyiz istemleri yerinde görüldüğünden Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesinin kararının 5271 sayılı CMK’nın 302/2. maddesi gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy çokluğuyla BOZULMASINA,

Bozma nedenine göre sanığın SALIVERİLMESİNE, başka bir suçtan hükümlü ya da tutuklu bulunmadığı takdirde salıverilmesinin sağlanması için ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına,

Dava dosyasının, 5271 sayılı CMK’nın 304/1. maddesi uyarınca Kahramanmaraş 4. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,
10.10.2024 tarihinde karar verildi.

(K.O.)
(K.O.)

KARŞI OY GEREKÇESİ

Suç tarihinde üzerinde ve aracında kullanım sınırlarında uyuşturucu maddeler ele geçirilen ve tahlillerinde ele geçen uyuşturucu maddeler ile aynı cinste uyuşturucu maddeleri kullandığı anlaşılan sanığın, aleyhinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan mahkûmiyetine yeterli delil bulunmadığı aşamada, müdafi huzurunda verdiği soruşturma beyanında arkadaşlarında uyuşturucu madde olmadığı zaman onlara verdiği için fazla miktarda uyuşturucu madde bulundurduğuna ilişkin dolaylı ikrarıyla başkalarına vermek amacıyla uyuşturucu madde bulundurma suçunun ortaya çıkmasına hizmet ve yardım etmesi nedeniyle 5237 sayılı TCK’nın 188/3 ve 192/3. maddeleri uyarınca mahkûmiyetine karar verilmesi kanısında olduğumuzdan Sayın çoğunluğun sanığın eyleminin kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçunu oluşturduğuna ilişkin görüşüne iştirak edilmemiştir. 10.10.2024

ARAMA KARARINDA ÜST ARAMASININ BULUNMAMASI UYUŞTURUCU TİCARETİ

TC
YARGITAY
9. Ceza Dairesi
2015/3925 E. , 2015/6075 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi : Ağır Ceza
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma, kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma
Hüküm : 1-Sanık … hakkında; TCK’nın 191/2. maddesi uyarınca tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri
2- Sanık … hakkında; TCK’nın 188/3, 62, 52, 53, 63. maddeleri uyarınca mahkumiyet

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:
1- Sanık … hakkında uyuşturucu madde kullanmak suçundan verilen kararın incelemesinde;
TCK’nın 191. maddesinde değişiklik yapan 6545 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 28.06.2014 tarihine kadar verilen kararlarla ilgili olarak;
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen 20.03.2012 tarih ve 2011/785-2012/101 sayılı kararında açıklandığı üzere; “kullanmak için uyuşturucu veya uyarıcı madde satın alma, kabul etme veya bulundurma” suçundan dolayı, TCK’nın 191. maddesinin 2. fıkrası gereğince verilen “tedavi ve denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına” ilişkin kararın, sözü edilen fıkraya 6217 sayılı Kanunla eklenen cümlenin yürürlüğe girdiği 14.04.2011 tarihinden önce ya da sonra verilip verilmediğine bakılmaksızın, temyiz değil itiraz kanun yoluna tabi olması nedeniyle, inceleme yapılmasına yer olmadığına, gereğinin merciince yerine getirilmesine,
2- Sanık … hakkında kurulan hükme yönelik yapılan incelemede;
a) CMK’nın 119/1. maddesi uyarınca verilmiş arama kararında, dosyanın diğer sanığı …’in üstünde, konutunda, işyerinde, ona ait diğer yerlerde ve müştemilatında arama yapılmasına karar verildiği, …’in işyerine arama yapmak için gelen kolluk görevlilerince işyeri önünde bulunan sanık hakkında herhangi bir arama kararı alınmadan üst aramasının yapıldığı, yapılan aramanın CMK’nın 119/4. maddesine aykırı olarak yapıldığı, Anayasanın 38/6. maddesinin “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”, CMK’nın 217/2. maddesinin “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”, 206/2-a maddesinin “ortaya konulması istenilen bir delil kanuna aykırı olarak elde edilmişse reddolunur” hükümlerine aykırı olarak gerçekleştirilen hukuka uygun olmayan arama işlemleri sonucunda sanığın üzerinde elde edilen maddi delillerin hükme esas alınamayacağı, sanığın tüm aşamalarda uyuşturucu ticareti yapmadığı yönündeki suçu inkara yönelik savunmaları ile tüm dosya kapsamı karşısında, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin değerlendirme dışı tutulması halinde, sanığın yüklenen suçtan cezalandırılmasına yeterli delil bulunmadığı gözetilmeden, beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,
b) Adli emanetin 2009/2127 sırasında kayıtlı uyuşturucu madde ile … Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü’nce suça konu uyuşturucu maddeden alınan numunenin müsaderesi hakkında karar verilmemesi,
Kanuna aykırı olup, sanık ve müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 25.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

UYUŞTURUCU MADDE TİCARETİ – GİZLİ SORUŞTURMACI- ADLİ KOLLUK GÖREVLİSİ- HUKUKA AYKIRI DELİL

TC
YARGITAY
10. Ceza Dairesi
2022/6866 E. , 2022/8544 K.

“İçtihat Metni”
Mahkeme : MANİSA 2. Ağır Ceza Mahkemesi

Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Mahkûmiyet
Dosya incelendi.

GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ :

Bozmaya uyulmuş ise de; bozma ilamında da belirtildiği üzere; sanık atılı suçu “örgüt faaliyeti çerçevesinde işlemediğinden” suç tarihi itibarıyla bu suçla ilgili gizli soruşturmacı atanması kanuna aykırıdır. Ancak adli kolluk görevlisi “suçu ve failini belirleme, suçla ilgili delilleri toplama” konusundaki genel görevi kapsamında, örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmese de, uyuşturucu madde ticareti yapma suçu ile ilgili olarak, alıcı rolüne girerek sanıklardan uyuşturucu madde alabilir. Bu şekilde elde edilen delil gizli soruşturmacının adli kolluk görevlisi olması halinde hukuka uygundur. Adli kolluk görevlisi de olsalar delil toplama faaliyetlerini 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 2/e. ve 161/2. maddeleri ile 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’nun (PVSK) ek 6. maddesine uygun bir biçimde gerçekleştirmesi halinde ele geçirilen deliller hükme esas alınabilecektir. Bu kapsamda görevlilerin kışkırtıcı ajan sayılabilecek şekilde faili suç işlemeye teşvik ettiği hallerde de ele geçirilen deliller hükme esas alınamayacaktır.

Kolluk görevlisinin, daha önceden faaliyetleri çerçevesinde uyuşturucu satın aldığı … isimli şahıstan sanığın cep telefonu numarasını öğrenmesi üzerine telefon ile sanığı aradığı ve sanığın çağırdığı yere giderek uyuşturucu madde satın aldığı olayda, görevlinin sanık ile telefon üzerinden irtibat sağlayarak sanığın serbest iradesi dışında uyuşturucu madde satışına teşvik etmesi üzerine suçun konusu olan uyuşturucu maddenin ele geçirildiği, kolluk görevlisinin sanığı suça teşvik etmesi suretiyle elde edilen delillerin hukuka aykırı olduğu ve Anayasa’nın 38/6. ve CMK’nın 206/2.a maddeleri uyarınca hükme esas alınamayacağı gözetilmeden, sanığın beraati yerine mahkûmiyetine karar verilmesi,
Kanuna aykırı, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan, hükmün BOZULMASINA, 29.06.2022 tarihinde oy birliği ile karar verildi.

UYUŞTURUCU ALIŞVERİŞİ- GİZLİ KAMERAYA KAYDI- HUKUKA AYKIRI DELİL

TC
YARGITAY
9. Ceza Dairesi
2015/1592 E. , 2016/2274 K.

“İçtihat Metni”
Mahkemesi :Ağır Ceza
Suç : Uyuşturucu madde ticareti yapma
Hüküm : Tüm sanıklar hakkında TCK’nın 188/3, 62, 52/4, 63, 53/1-2-3, 54. maddeleri uyarınca mahkumiyet (… hakkında ayrıca temyiz isteminin reddine)

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Sanık … müdafii olarak görevlendirilen avukat … askerlik görevi nedeniyle müdafiilik görevinden istifa etmesinden sonra yapılan tebligatın kanuna aykırı olduğu belirlenerek öğrenme üzerine sanık tarafından yapılan vaki temyizin süresinde olduğu ve 24.06.2009 tarihli temyiz isteminin reddine ilişkin kararın hukuken geçersiz ve yok hükmünde olduğu belirlenerek yapılan incelemede,

1- Sanıklar … ve … hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz incelemesinde;
…T.V. programı çalışanlarınca uyuşturucu alışverişinin gizli kamera ile görüntülendiği ve bu şekilde gerçekleştirilen görüntü alma işleminin Anayasanın 38/6. maddesinin “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez” CMK’nın 217/2. maddesinin “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.”, 206/2-a maddesinin “ortaya konulması istenilen bir delil kanuna aykırı olarak elde edilmişse reddolunur.” hükümlerine aykırı olduğu ve elde edilen maddi delillerin hükme esas alınamayacağı, sanıkların tüm aşamalarda uyuşturucu ticareti yapmadığı yönündeki suçu inkara yönelik savunmaları ile tüm dosya kapsamı karşısında, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin değerlendirme dışı tutularak sanıkların hukuki durumunun buna göre tayin ve takdiri gerekirken yazılı şekilde mahkumiyet hükmü kurulması,

2- Sanıklar …, … ve … hakkında kurulan hükümlere yönelik temyiz incelemesinde;
Suç tarihinde yapılan arama neticesinde ele geçirilen net 13,2 gram uyuşturucu maddeyi kullanma amacı dışında başka bir amaçla bulundurduklarına ilişkin savunmalarının aksini gösterir, yeterli ve kesin delil bulunmadığı, sanıkların sabit olan eyleminin “kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma” suçunu oluşturacağı, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden suçun vasfında yanılgıya düşülerek “uyuşturucu madde ticaret yapma” suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması,

3- Sanık … hakkında kurulan hükme yönelik temyize gelince;
Kendisinde herhangi bir uyuşturucu madde ele geçmeyen sanığın savunmasının aksine, ele geçirilen uyuşturucu maddeler ile ilgisinin bulunduğuna ve yüklenen suçu işlediğine dair her türlü şüpheden uzak yeterli ve kesin delil bulunmayan olayda kuşkunun bulunduğu, şüpheden sanık yararlanır şeklindeki ceza hukuku genel ilkesi de gözetilerek beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi,

Kanuna aykırı, sanık … ve müdafileri, sanık … ve müdafii, sanık … müdafii ile sanıklar …, …, …’ın temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, hükümlerin bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 07.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

HACİZ İHBARNAMESİNE GERÇEĞE AYKIRI BEYANDA BULUNMA

TC
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
2017/7627 E. , 2017/15326 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Ceza Mahkemesi
DAVALILAR :
3. KİŞİLER :… İnş. Taah. Tic. Ltd. Şti. ve yetkilisi …

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkikinin üçüncü kişiler tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
1-İşin niteliği bakımından temyiz tetkikatının murafaalı olarak yapılmasına HUMK.nun 438. ve İİK.’nun 366. maddeleri hükümleri müsait bulunmadığından bu yoldaki isteğin reddi oybirliğiyle kararlaştırıldıktan sonra işin esası incelendi:
2- Davalı üçüncü kişi …’ın temyiz isteminin incelenmesinde;
Üçüncü kişi … hakkında aleyhe hüküm kurulmadığı anlaşıldığından, anılan davalının, mahkeme kararını kendi adına temyizde hukuki yararı bulunmamaktadır. Bu nedenle adı geçene ait temyiz dilekçesinin (REDDİNE),
3- Davalı üçüncü kişi … İnşaat Taahhüt Tic. İmlt Ltd Şti.’nin temyiz isteminin incelenmesinde;
Alacaklı tarafından, üçüncü kişi konumunda bulunan davalının, İİK’nun 89. maddesi uyarınca gönderilen haciz ihbarnamesine karşı süresinde yapmış olduğu itirazın gerçeğe aykırı olduğu ileri sürülerek İİK’nun 89/4. maddesi gereğince tazminat ve İİK. 338. madde uyarınca hakikate muhalif beyanda bulunmak eyleminden dolayı cezalandırması talebinde bulunulduğu, mahkemece sanık hakkında ceza tertibine yer olmadığına, tazminat talebi yönünden istemin kabulüne karar verildiği görülmektedir.
İİK.’nun 89/4. maddesinde; “Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesine müddeti içinde itiraz ederse, alacaklı, üçüncü şahsın verdiği cevabın aksini icra mahkemesinde ispat ederek üçüncü şahsın 338. maddesinin 1. fıkrası hükmüne göre cezalandırılmasını ve ayrıca tazminata mahkum edilmesini isteyebilir. İcra mahkemesi tazminat hakkındaki davayı genel hükümlere göre halleder” düzenlemesi yer almaktadır. Kanun hükmünde yer alan tazminatın konusu, haciz ihbarnamesine karşı üçüncü kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunması sebebiyle takip alacaklısının uğradığı zarardır. Bu davada üçüncü kişinin gerçeğe aykırı beyanda bulunduğunu davacı takip alacaklısı ispat etmelidir. Üçüncü kişinin beyanının aksi, İİK.’nun 68. maddesinde sayılan belgelere bağlı olmaksızın her türlü delille ispat edilebilir. Anılan maddenin açık hükmü gereğince; icra mahkemesince, genel hükümlere göre yargılama yapılarak sonuca gidilmelidir.
Somut olayda alacaklı tarafından borçlu aleyhine çeke dayalı olarak kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla başlatılan takipte, 3. kişi Kaldırımoğlu…Ltd. Şti’ne 26/09/2012 tarihinde 89/1. haciz ihbarnamesi tebliğ edildiği 3. kişi şirketin … 29. İcra Müdürlüğü kanalı ile 89/1. haciz ihbarnamesine verdiği 01/10/2012 tarihli cevapta; 89/1 haciz müzekkeresinin cevap için zorunlu ve gerekli pullar eklenmeden tebliğe çıkartıldığı, eksiklik giderilmek suretiyle düzenlenip tebliğe çıkartıldığı takdirde cevap verilebileceği bildirilerek 89/1 haciz ihbarnamesinin iade edildiği, bunun üzerine 3. kişi şirkete 23/10/2012 tarihinde 89/2. haciz ihbarnamesinin tebliğ edildiği, 3. kişi şirketin 30/10/2012 tarihinde 89/2. haciz ihbarnamesine itiraz ettiği, buna rağmen yine 89/3 haciz ihbarnamesi tebliğ edildiği, 3. kişi şirketin İİK.’nun 89/3 haciz ihbarnamesine karşı …9. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2012/598 Esas sayılı dosyasında menfi tespit davası açtığı, yine 3. kişi şirketin 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnamelerinin iptali amacıyla açtığı davada,… 1. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 17/12/2012 tarih ve 2012/381 E. – 2013/458 K. sayılı kararı ile 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnamelerinin iptaline karar verildiği, tarafların kararı temyiz etmemesi üzerine hükmün 21/01/2013 tarihinde kesinleştiği,… 9. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin menfi tespit davasında da 20/11/2013 tarih ve 2012/598 E. – 2013/570 K. sayılı karar ile 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnamelerinin iptaline dair verilen kararın kesinleştiği gerekçesiyle davanın konusuz kalması nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verildiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, 3. kişi şirkete gönderilen 89/2 ve 89/3 haciz ihbarnamelerinin iptal edildiği ve kararın kesinleştiği, 89/1 haciz ihbarnamesine de 3. kişi şirket tarafından yapılmış bir itiraz olmadan pul eksikliği nedeniyle iade edildiği dolayısıyla 3. kişi şirketin 89/1 haciz ihbarnamesine karşı usulüne uygun bir itirazı olmadığı görülmekte olup İİK.nun 89/4. maddesi şartları oluşmamıştır.
O halde mahkemece, şikayetçi alacaklının isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Üçüncü kişi …İnşaat Taahhüt Tic. Ltd Şti.’nin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda (3) nolu bentte yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.12.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

89/1 HACİZ İHBARNAMESİNİN USULSÜZ TEBLİĞİ

TC
YARGITAY
12. Hukuk Dairesi
2010/9344 E. , 2010/22599 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :İcra Hukuk Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Şikayet

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki şikayetçi vekili tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olmakla okundu ve gereği görüşülüp düşünüldü :

Şikayetçi 89/1, 89/2 ve 89/3 ihbarlarının, kendisine usule uygun olarak tebliğ edilmediğini, tebliatın iptalini ve hacizlerin kaldırılmasını istemiştir.

Mahkemece şikayet gecikmiş itiraz kabul edilerek ıttıladan itibaren 3 gün süre geçtiğinden bahisle red edilmiştir. Oysa şikayet usulsüz yapılan 89/1-2-3 ihbarlarının tebliğinin düzeltilmesine ilişkin olup, gecikmiş itiraz koşulları yoktur. Bu durumda yapılan tebliğin usulsüzlüğüne ilişkin şikayet, İİK’nun 16/1.maddesine göre (7) günlük sürede yapılmıştır.

Ayrıca şikayetçi adına çıkarılan 89/1 ihbar tebligatı 02.03.2009 tarihinde borçlu Ali C.’a yapılmış olup Tebligat Kanunu’nun 39.maddesi uyarınca bu kişiye yapılan tebligatlar hasıma tebliğ yasağı nedeniyle de usulsüzdür.

Bu durumda 89/1 ihbarının usulsüz tebliğ edilmesi halinde 89/92 ve 89/3 ihbarlarının tebliği geçersizdir.
Açıklanan nedenlerle şikayetin kabulü ile 89/1 ve buna bağlı gönderilen ihbarnamenin iptaline karar vermek gerekirken yanlış gerekçeyle yazılı şekilde red kararı verilmesi isabetsizdir.

SONUÇ : Şikayetçi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 07.10.2010 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ARAÇ KİRALAMA TEMİNAT AMACIYLA VERİLEN AÇIK SENET

TC
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi 2018/1282 E. , 2018/5550 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– K A R A R –

Davacı asil, davalının aleyhine kambiyo senetlerine özgü icra takibi başlattığını, takibe konu bononun araç kiralama sözleşmesi imzalanırken teminat amaçlı olarak açık bono şeklinde düzenlendiğini, kullanılan aracın hasarsız iade edildiğini, bononun bedelsiz olduğunu ileri sürerek, bono nedeniyle davalıya borçlu olmadığının tespitini ve takibin iptalini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının davalıdan araç kiraladığını, muhtemel zararlar için teminat amacıyla senet düzenletildiğini, davacının aracı hasarlı bir şekilde iade etmesi nedeniyle davalının zararının oluştuğunu, ayrıca davalının şahsi ilişki nedeniyle davacıya borç verdiğini, alacağın tahsili ve zararın tazmini amacıyla bononun takibe konu edildiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece taraflar arasında araç kiralama sözleşmesi yapıldığı, teminat amacıyla açık senet düzenlendiği, davalının, aracın hasarlı teslim edildiği, hasara davacının sebep olduğu ve davacıya borç para verdiği savunmasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne, davacının davalıya borçlu olmadığının tespitine karar verilmiş, hüküm davalı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 07/11/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.

ARAÇ KİRALAMA SÖZLEŞMESİ ALTINDA YER ALAN BONOYA DAYALI MENFİ TESPİT

TC
YARGITAY
19. Hukuk Dairesi
2017/5286 E. , 2019/1328 K.

“İçtihat Metni”
19. HUKUK DAİRESİ
MAHKEMESİ :Ticaret Mahkemesi

Taraflar arasındaki menfi tespit davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

– KARAR –

Davacı vekili, davalının oto kiralama işi yaptığını, davacının davalıdan araç kiraladığını, araç kiralama sözleşmesinin altında boş bononun bulunduğunu, boş bononun davacı tarafından imzalandığını, boş bononun kiralama süresi boyunca araçta doğacak muhtemel hasarlar veya diğer riskler için alındığını, davacının kira ücretini peşin olarak ödediğini, kiraladığı aracı davalıya hasarsız olarak iade ettiğini, davalının bononun olası trafik cezalarının teminatı olarak kendisinde kalacağını ve bir ay sonra iade edileceğini bildirildiğini, ancak bononun davalı tarafından doldurularak icra takibine konu edildiğini ileri sürerek, icra takibinden dolayı borçlu olmadığının tespitine ve davalı aleyhine kötüniyet tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın görevsiz mahkemede açıldığını dava konusu olayın kira ilişkisinden kaynaklandığını, görevli mahkemelerin sulh hukuk mahkemeleri olduğunu, davacının bononun boş olarak teslim ettiğine ilişkin iddiasını yazılı delille ispatının gerektiğini belirterek, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davacının bonoyu davalıya teminat senedi olarak verdiği iddiasını HMK’nın 200/1. maddesine göre yazılı delille ispatlaması gerektiği, buna göre ispat yükü üzerinde olan davacının takip konusu senedin teminat senedi olduğuna ilişkin delil ibraz etmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, taraflar arasında düzenlenen araç kiralama sözleşmesi nedeniyle verilen bonodan dolayı borçlu bulunulmadığının tespiti istemine ilişkindir. Her ne kadar dava konusu bonodan dolayı menfi tespit isteminde bulunulmuş ise de, her iki taraf da bu bononun kira sözleşmesi sebebiyle verildiğini kabul etmektedir. Hal böyle olunca somut olayda uyuşmazlık TTK’da düzenlenen kambiyo senetleri ile ilgili hükümlerden değil, taraflar arasındaki kira sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Kira ilişkisinden doğan tüm uyuşmazlıkların çözümünde 6100 sayılı HMK’nun 4/1-a maddesi uyarınca görevli mahkeme sulh hukuk mahkemesidir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin harcın istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 04/03/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

YASA DIŞI BAHİS VE PARA NAKLİNE ARACILIK

TC
YARGITAY
7. Ceza Dairesi
2022/12189 E. , 2024/5966 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Sulh Ceza Hâkimliği
SAYISI : 2020/4163 Değişik iş
KABAHAT : 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a muhalefet
İNCELEME KONUSU KARAR : İtirazın reddi
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : İlgili kararın kanun yararına bozulması

7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a (7258 sayılı Kanun) muhalefet eyleminden dolayı kabahatli … hakkında Konyaaltı İlçe Emniyet Müdürlüğü’nün 11.11.2019 tarihli ve 2019/1022 sayılı idarî yaptırım karar tutanağı ile uygulanan 8.000,00 Türk lirası idarî para cezasına karşı yapılan başvurunun reddine dair Antalya 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 02.11.2020 tarihli ve 2020/3206 değişik iş sayılı kararına karşı yapılan itirazın merci Antalya 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 20.11.2020 tarihli ve 2020/4163 değişik iş sayılı kararıyla reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Adalet Bakanlığının, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 309/1. maddesi uyarınca, 10.08.2022 tarihli evrakı ile kanun yararına bozma istemine istinaden düzenlenen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 02.11.2022 tarihli ve KYB-2022/113678 sayılı Tebliğnamesi ile dava dosyası Daireye gönderilmekle, gereği düşünüldü:

I. İSTEM
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, 02.11.2022 tarihli ve KYB-2022/113678 sayılı kanun yararına bozma isteminin; “…Dosya kapsamına göre, Denizli Cumhuriyet Başsavcılığınca şüpheli olarak bulunan … isimli şahsın adına kayıtlı banka hesaplarını yurt dışı kaynaklı yasa dışı bahis siteleri ile bağlantılı olarak para nakline aracılıkta kullandığından bahisle yapılan soruşturma sırasında, adı geçen kabahatli …’in de illegal bahis oynadığının ihbar edilmesi üzerine hakkında 7258 sayılı Kanun’un 5/d maddesi gereğince idari yaptırım kararının uygulandığı anlaşılmış ise de, kabahat eyleminin dayanağı olan şüpheli … hakkında yürütüldüğü anlaşılan Denizli Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma dosyasının akıbeti araştırılarak, varsa adı geçen şüpheli şahıs hakkında düzenlenen Masak raporunun ve/veya soruşturma dosyasının bir bütün halinde temin edilerek gerektiğinde bilirkişi incelemesi de yaptırılıp, muterizin yasa dışı bahis oynamak amacıyla para transferi yapıp yapmadığının tespit edilerek ortaya çıkacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde başvurunun reddine karar verilmesinde isabet görülmemiştir…” yönündeki gerekçeye dayandığı anlaşılmıştır.

II. GEREKÇE
26.10.1932 gün ve 29/12 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ve bu karar esas alınmak suretiyle verilen Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Özel Dairelerin süreklilik arz eden kararlarında belirtildiği üzere, kabul edip etmemenin hâkim veya mahkemenin takdirine bağlı olduğu istekler hakkında verilen kararlar ile kanıtların değerlendirilmesine ve şahsi hakka ilişkin kararlar kanun yararına bozma konusu olamaz.

Hâkimlikçe, kanun yararına bozma isteminde ileri sürülen nedenler yönünden dosya kapsamında tüm deliller tartışılıp takdir edilmek suretiyle karar verildiği ve delil takdiri yapılarak verilen kararlar aleyhine kanun yararına bozma yoluna gidilemeyeceği anlaşılmakla, kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmiştir.

III. KARAR
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, kanun yararına bozma istemi doğrultusunda düzenlediği tebliğnamedeki düşünce yerinde görülmediğinden 5271 sayılı Kanun’un 309 uncu maddesindeki koşulları taşımayan KANUN YARARINA BOZMA İSTEMİNİN oy birliğiyle REDDİNE,

Dava dosyasının, Mahkemesine sunulmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.06.2024 tarihinde karar verildi.

KKTC BAHİS ŞİRKETLERİ ARACILIĞIYLA OYNANAN BAHİSLER- KARTSIZ İŞLEM YAPMAK SURETİYLE PARA NAKLİNE ARACILIK

TC
YARGITAY
7. Ceza Dairesi 2021/23331 E. , 2023/11545 K.

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2019/87 E., 2019/1765 K.
SUÇ : 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans
Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a muhalefet
HÜKÜMLER : Beraat
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Esastan ret

İlk Derece Mahkemesince verilen hükme yönelik istinaf incelemesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun’un) 286 ncı maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz edilebilir olduğu, 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 291 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin süresinde olduğu, 294 üncü maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, 298 inci maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmiştir.

I. HUKUKÎ SÜREÇ
1.Analya 6. Asliye Ceza Mahkemesinin, 18.10.2018 tarihli ve 2018/428 Esas, 2018/776 Karar sayılı kararı ile sanıklar hakkında 7258 sayılı Futbol ve Diğer Spor Müsabakalarında Bahis ve Şans Oyunları Düzenlenmesi Hakkında Kanun’a (7258 sayılı Kanun) muhalefet suçundan aynı Kanun’un 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 62 nci maddesinin birinci fıkrası ve 52 nci maddesinin ikinci fıkrası uyarınca 2 yıl 6 … hapis ve 120,00 TL adlî para cezası ile cezalandırılmalarına karar verilmiştir.

2…. Bölge Adliye Mahkemesi 10. Ceza Dairesinin, 25.06.2019 tarihli ve 2019/87 Esas ve 2019/1765 Karar sayılı kararı ile sanıklar hakkında İlk Derece Mahkemesince kurulan hükümlere yönelik sanıkların istinaf başvurularının kabulüne karar verilerek 5271 sayılı Kanun’un 280 inci maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararlarının kaldırılması ile sanıklar hakkında 7258 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan 5271 sayılı Kanun’ un 223 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendi uyarınca beraat kararları verilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ
Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısının temyiz istemi; sanıkların soruşturma aşmasında alınan beyanlarında, soruşturması ayrı yürütülen … isimli şahsın oynattığı yasadışı bahis nedeniyle para transferine aracılık ettiklerinin ifade edildiğine, bu hususun sanık imzalarını içeren tutanaklarda da açıkça belirtildiğine, sanıklardan …’ın cep telefonu incelemesinde bahis sitelerinin web sayfasında bulunduğunun tespit edildiğine, sanıkların, skype sistemi üzerinden yaptıkları yazışmalarda para transferi ve bahse ilişkin açıklamaların bulunduğuna, dosya içerisinde bulunan 24.04.2018 tarihli MASAK raporunda, sanık beyanlarında geçen … Yenen isimli şahsın spor müsabakalarına dayalı şans oyunlarında bahis oynatılıp buna ilişkin para transferinde yer aldığına ve sanık …’ın para transferinde aracı olarak yer aldığının belirtildiğine, dosya içerisinde yer alan delillerin sadece sanık savunmalarından ibaret olmadığına, sanıkların soruşturma beyanlarını kabul etmemelerinin, dosyadaki tek delil olmaması nedeniyle hukuki sonuca etkili bulunmadığına, ayrıca, sanıkların duruşma aşamasında da önceki savunmalarını tamamen reddetmeyip paraların bahise ilişkin olduklarını bilmediklerini beyan etmekle birlikte, para transferi yaptıklarını, bahisten bilgilerinin olmadıklarını, daha sonra öğrendiklerini beyan ettiklerine, bu nedenlerle sanıkların mahkûmiyetine ilişkin yerel mahkeme kararına yönelik istinaf istemlerinin reddine karar verilmesi gerektiğine, yine gerektiğinde … Cumhuriyet Başsavcılığının konuya ilişkin yaptığı, MASAK raporunun da içinde bulunduğu 2018/76905 soruşturma numaralı kapsamlı soruşturma dosyası da incelenip sonucu araştırılmadan, sanıkların beraatine karar verilmesinin hukuka ve dosyaya uygun bulunmadığına ilişkindir.

III. OLAY VE OLGULAR
Temyizin kapsamına göre;
A. İlk Derece Mahkemesinin Kabulü
1.Sanıkların, Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyetinde bulunan bahis şirketleri aracılığı ile oynanan bahisler kapsamındaki paraların, telefonlarına gelen isim ve şifre ile cep bank uygulamasında kartsız işlem yapmak sureti ile nakline aracılık ettikleri iddiası ile haklarında dava açılmıştır.

2.Sanık … savunmasında, önceden tanıştığı … isimli arkadaşının maddi sıkıntılardan dolayı internet üzerinden alış veriş şirketi kurduğunu söylediğini, birlikte çalışalım demesi üzerine kabul ettiğini, cep telefon numarası ile cep banka gönderilen paraları kendisinin biriktirdiğini, daha sonrasında …’in hesabına yatırıyor olduğunu, bu hesabın …’in değil başkalarının hesapları olduğunu, bu işin alış veriş işi olduğunu düşündüğünü, işin bahis sitelerinde oynanan oyunlar nedeniyle para nakil işlemi olduğunu bilmediğini, yakalanmadan bir hafta önce … ile yapmış olduğu bir konuşmada … bir şahıs kazandı deyince bu işin kumar işi olduğunu anladığını, suçlamayı kabul etmediğini beyan etmiş, soruşturma aşamasında alınan beyanı ile aradaki çelişki sorulduğunda, göz altına alındıktan sonra polislerin kendilerini çok fazla sıkıştıkları için ne söylediğini tam olarak hatırlayamadığını, yukarıdaki beyanının … olduğunu ifade ettiği görülmüştür.

3.Sanık … savunmasında, sanık …’ın kendisinin arkadaşı olduğunu, sezonluk çalıştıklarını, Mustafa’nın kendisine internet üzerinden takı gümüş satışı yapan bir şirket olduğunu ve onlarla çalışıp çalışmadığını sorduğunu, kendisinin de kabul ettiğini, cep telefonlarına cep bank aracılığıyla para geldiğini ve bunları biriktirip daha sonra şahıslara yatırdıklarını, bu işin kumar işi olduğunu daha sonra anladığını, suçlamayı kabul etmediğini beyan etmiş, soruşturma aşamasında alınan beyanı ile aradaki çelişki sorulduğunda, göz altına alındıktan sonra polislerin kendilerini çok fazla sıkıştıkları için ne söylediğini tam olarak hatırlayamadığını, yukarıdaki beyanının … olduğunu ifade ettiği görülmüştür.

4.Sanık … savunmasında, … isimli şahıs ile diğer sanık … aracılığıyla tanıştığını, bu şahsın kendisine internet üzerinden satış işi olduğunu, birlikte çalışıp çalışmayacaklarını sorduğunu, kendisinin de kabul ettiğini, internet bankacılığı aracılığıyla cep bank şeklindeki uygulama ile çalışmış olduğunu düşündükleri … takı gümüş isimli şirket adına paralar yatırdıklarını, paranın çekilmesi için kullanılacak olan şifreyi …’in söylediğini, bu şekilde paraları topladıktan sonra …’in belirttiği şahsın hesabına yatırdıklarını, ilk işe başladıklarında … ya da ailesinden birinin adına parayı yatırdıklarını, daha sonra ise başka şahısların adına da yatırmaya başlayınca bu işin başka bir iş olduğunu yani kumar işi olduğunu öğrendiklerini beyan etmiş, soruşturma aşamasında alınan beyanı ile aradaki çelişki sorulduğunda, göz altına alındıktan sonra polislerin kendilerini çok fazla sıkıştıkları için ne söylediğini tam olarak hatırlayamadığını, yukarıdaki beyanının … olduğunu ifade ettiği görülmüştür.

5.Dosya içerisinde yer alan 27.01.2018 tarihli saat 03.30 ibareli tutanakta yer alan bilgilere göre, sanıklardan …’ın telefonunda yer alan skype programı içeriğindeki kayıtların dökümünün dosya arasında bulunduğu, anılan kayıtlarda para transferine ilişkin ifadelerin yer aldığı görülmüştür.

6…. Cumhuriyet Başsavcılığının 21.06.2019 tarihli yazısı ekinde gönderilen 24.04.2018 tarihli MASAK raporunda, sanık savunmalarında geçen … Hediyelik Eşya ve Bilişim Teknolojileri Sanayi Ticaret Limited Şirketi ve … Yenen bakımından yasa dışı bahis suçu kapsamında tespitler bulunduğu anlaşılmış, sanık …’ın da hesap hareketleri incelenmiş ise de mükerrir soruşturma bulunduğunun kabulü ile hakkında KYOK kararı verildiği anlaşılmıştır.

B. Bölge Adliye Mahkemesinin Kabulü
Bölge Adliye Mahkemesince ”…Sanıkların müdafiisiz alınan kolluk beyanlarını kabul etmedikleri, sanıkların spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli veya müşterek bahis ya da şans oyunlarıyla bağlantılı olarak para nakline aracılık ettiklerine ilişkin bir delil bulunmadığı, sanıkların kendilerine yüklenen suçu işlediklerini gösterir mahkumiyete yetecek derecede vicdani kanaat sağlayacak bir delil bulunmadığı, sanıkların beraatine karar verilmesi gerektiği…” yönündeki gerekçe ile sanıklar hakkındaki mahkûmiyet kararları kaldırılarak, sanıkların ayrı ayrı beraatlerine karar verilmiştir.

IV. GEREKÇE
5271 sayılı Kanun’un 148 inci maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca, müdafii hazır bulunmaksızın kollukça alınan ifadenin, sanıklar tarafından hâkim veya mahkeme huzurunda doğrulanmadıkça hükme esas alınamayacağı hususunda tereddüt bulunmamakta ise de, dosya münderecatı uyarınca, sanıklar hakkında müsnet suçun işlendiğine dair tek delilin müdafi hazır bulunmaksızın tespit edilen kolluk beyanlarının olmadığı, sanıkların, kovuşturma aşamasında tespit edilen savunmalarının kapsam ve içeriği dikkate alındığında, başlangıçta yasa dışı bahis suçu ile bağlantılı olarak para nakline aracılık ettiklerini bilmediklerini ifade etmelerine karşın, farklı olaylarla bunu öğrenmiş olmalarına rağmen, yakalandıkları tarihe kadar aracılık faaliyetlerine devam ettiklerinin anlaşılması, yine sanık savunmalarında adı geçen … Hediyelik Eşya ve Bilişim Teknolojileri Sanayi Ticaret Limited Şirketi hakkında hazırlanan MASAK raporu içeriğinde, … Yenen hakkında da tespitler bulunması, anılan şahsın ise sanık savunmalarına göre para çekmek için kendilerine şifreleri gönderdiği belirtilen kişi olduğunun görülmesi karşısında, müsnet suçtan mahkûmiyeti gereken sanıklar hakkında yasal ve yeterli olmayan gerekçe ile beraat kararı verilmesi hukuka aykırılık bulunmuştur.

V. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle Bölge Adliye Mahkemesi Cumhuriyet savcısının temyiz istemi yerinde görüldüğünden … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Ceza Dairesinin, 25.06.2019 tarihli ve 2019/87 Esas ve 2019/1765 Karar sayılı kararının 5271 sayılı Kanun’un 302 nci maddesinin ikinci fıkrası gereği, Tebliğname’ye aykırı olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,

Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (b) bendi uyarınca takdîren … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE,

25.12.2023 tarihinde karar verildi.

İŞYERİNDE YASA DIŞI BAHİS SİTELERİNE GİRMEK SURETİYLE BAHİS OYNATMA

TC
YARGITAY
7. Ceza Dairesi
2021/14908 E. , 2021/10154 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi

SUÇ : 7258 sayılı Yasaya muhalefet

HÜKÜM : Hükümlülük, müsadere

Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya okunduktan sonra Türk Milleti adına gereği görüşülüp düşünüldü;

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1-) Mahkemece, sanığın işyerinde ele geçen bilgisayardan; hangi yasa dışı bahis sitelerine hangi tarihlerde ve hangi yoğunlukta giriş yapıldığının, hangi miktarda yasa dışı bahis oynandığının, dosyada ele geçirilen bilgisayar kütüğü üzerinde yapılacak ayrıntılı bilirkişi incelemesi sonucu tespit edilmesi ile sonucuna göre dosyadaki diğer delillerle birlikte sanığın hukuki durumunun tayin ve takdir edilmesi gerekirken, sanığın işyerinde yasa dışı bahis oynattığının sabit olduğu gerekçesiyle, eksik inceleme sonucu mahkumiyetine karar verilmesi,

2-) Sanık hakkında düzenlenen iddianamede, 7258 Sayılı Kanun’un, 5/1. ve 5/a. maddelerinden cezalandırılması istemiyle dava açılmasına rağmen, kovuşturma aşamasında 5271 sayılı CMK’nin 226. maddesi uyarınca sanığa ek savunma hakkı verilmeksizin, eylemin 7258 sayılı Kanunun 5/1-b kapsamında kaldığından bahisle hüküm kurulmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,

3-) Açılan kamu davasının niteliğine göre, suçtan doğrudan zarar görmeyen ve bu nedenle davaya katılma hakkı bulunmayan … lehine vekalet ücreti tayin edilmesi,

Kanuna aykırı ve sanık müdafiinin temyiz nedenleri bu itibarla yerinde görüldüğünden, hükmün, 5320 sayılı Kanun’un 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca, tebliğnameye aykırı olarak BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın mahkemesine gönderilmesine, 16.09.2021 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

İDDİANAMENİN DÜZENLENDİĞİ TARİHTEN ÖNCE 2 ADET RUHSATSIZ TABANCA ELE GEÇEN EYLEME GÖRE HER BİR SİLAH BAKIMINDAN AYRI AYRI CEZA VERİLEMEYECEĞİ

TC
YARGITAY
8. Ceza Dairesi
2014/1313 E. , 2014/3365 K.

“İçtihat Metni”
İhbarname No : KYB-2014/4664

6136 sayılı Ateşli Silâhlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet suçundan sanık B.. Ö..’ün, anılan Kanun’un 13/1. maddesi (iki kez) gereğince 2 yıl hapis ve 343 yeni Türk lirası (iki kez) adlî para cezası ile cezalan- dırılmasına, 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 71. maddesi uyarınca cezaları içtima ettirilerek 4 yıl hapis ve 686 yeni Türk lirası adlî para cezası ile cezalandırılmasına dair (BAKIRKÖY) 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 13.12.2007 tarihli ve 2003/1020 esas, 2007/506 sayılı kararını kapsayan dosyasıyla ilgili olarak;

Dosya kapsamına göre, sanık tarafından yaralama suçunda kullandığından bahisle kolluk görevlilerine teslim edilen ruhsatsız tabancanın olayda kullanılmadığın anlaşılması üzerine, sanığın evinde yapılan arama sırasında suçta kullanılan ruhsatsız tabancanın ele geçirildiği somut olayda, sanığın eyleminin Mahkemesince 6136 sayılı Kanun’un 13/1. maddesi kapsamında değerlendirilerek iki suç oluştuğu kanaatiyle iki ayrı ceza verilmiş ise de, 6136 sayılı Kanun’un 13. maddesinde belirtilen suç yönünden ruhsatsız olarak taşınan silah sayısınca suç oluşmadığı, sanığın eyleminin tek bir suça vücut verdiği gözetilmeksizin karar tesisinde isabet görülmediğinden bahisle 5271 sayılı CMK.nun 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu Yüksek Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 25.12.2013 gün ve 78659 sayılı kanun yararına bozma istemine atfen Yargıtay C.Başsavcılığının 09.01.2014 gün ve KYB-2014/4664 sayılı ihbarnamesi ile dairemize tevdii kılınmakla incelendi.

Gereği görüşülüp düşünüldü:

6136 sayılı Yasaya aykırılık suçunun mütemadi suçlardan olduğu ve hukuki kesintiyi oluşturan iddianamenin düzenlendiği tarihe kadar gerçekleştirilen eylemlerin tek suç, bu tarihten sonra gerçekleştirilen eylemlerin ise ayrı suç oluşturacağı gözetilerek, kendisinden iddianamenin düzenlendiği tarihten önce 2 adet ruhsatsız tabanca ele geçen hükümlünün eyleminin kül halinde tek bir 6136 sayılı Yasaya muhalefet suçunu oluşturduğu gözetilmeden, her bir silah nedeniyle ayrı cezaya hükmolunması suretiyle fazla ceza tayini,

Yasaya aykırı ve Adalet Bakanlığı’nın Kanun Yararına Bozma istemine dayalı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ihbarname içeriği bu itibarla yerinde görül- düğünden Bakırköy 5. Asliye Ceza Mahkemesinin 13.12.2007 gün, 2003/1020 esas, 2007/506 karar sayılı kararının CMK.nun 309. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), hükmün 2-b-c maddelerinin hükümden çıkarılmasına, hükmün 2-a fıkrasından “ilk ruhsatsız tabanca nedeni ile” ibaresinin çıkarılarak yerine “2 adet ruhsatsız tabanca taşıması eylemi nedeniyle” ibaresinin yazılmasına, infazın bu şekilde yerine getirilme- sine, dosyanın Adalet Bakanlığına gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 17.02.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.

BİMER İHBAR- İFTİRA

TC
YARGITAY
8. Ceza Dairesi
2019/791 E. , 2020/12523 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : İftira
HÜKÜM : Beraat

Gereği görüşülüp düşünüldü:

Oluşa ve tüm dosya kapsamına göre; sanık …’ın BİMER’e göndermiş olduğu dilekçede; katılanın ruhsatsız silah bulundurduğunu, alkollü araç kullandığını ve katılana ait …plaka sayılı aracın plakasının sahte olduğunu beyan ederek ihbarda bulunduğu, ihbarı üzerine Bandırma Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2013/5777 nolu dosyası kapsamında katılan hakkında soruşturma başlatıldığı, ancak söz konusu aracın plakasının sahte olmadığı, silahın ruhsatsız olmadığı ve katılanın alkollü araç kullandığına dair bir tespit yapılamadığı anlaşılmakla kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği sanığın böylelikle katılanın üzerine atılı suçları işlemediğini bildiği halde aralarındaki husumet nedeniyle sırf katılan hakkında soruşturma ve kovuşturma başlamasını sağlamak için fiiller isnad etmek suretiyle üzerine atılı iftira suçunu işlediği sabit olmakla eylemine uyan TCK.nın 267/1. maddesi gereğince cezalandırılması gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,

Yasaya aykırı, katılan vekilinin, temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nın 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, 04.06.2020 gününde oy birliğiyle karar verildi.

SİLAH TİCARETİ YAPMA VE RUHSATSIZ SİLAH BULUNDURMA

TC
YARGITAY
8. CEZA DAİRESİ
ESAS: 2021/18770
KARAR: 2024/5836

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Ceza Dairesi
SAYISI : 2019/4537 E., 2021/747 K.
SUÇ : 6136 sayılı Kanuna aykırılık
HÜKÜM : İstinaf başvurusunun esastan reddi
TEBLİĞNAME GÖRÜŞÜ : Onama

Bölge Adliye Mahkemesi tarafından verilen kararın temyiz edilebilir olduğu, temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, temyiz isteminin süresinde olduğu, temyiz dilekçesinde temyiz sebeplerine yer verildiği, temyiz isteminin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

I. HUKUKÎ SÜREÇ
1. Uşak Cumhuriyet Başsavcılığının 19.04.2019 tarihli iddianamesi ile sanık hakkında silah ticareti yapma ve ruhsatsız silah bulundurma suçlarından 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun’un (6136 sayılı Kanun) 12/1, 13/1 inci ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 43 üncü, 53/1 inci, 63 üncü ve 54 üncü maddeleri gereğince cezalandırılması istemiyle dava açılmıştır.
2. Uşak 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 22.08.2019 tarihli kararı ile sanık hakkında silah ticareti yapma suçundan 6136 sayılı Kanun’un 12/1 inci, 5237 sayılı Kanun’un 52/1-4, 53/1-2-3, 58, 63 ve 54/1-4 üncü maddeleri gereğince 6 yıl hapis ve 12.000,00 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve müsadereye karar verilmiştir.
3. İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Ceza Dairesinin 24.03.2021 tarihli kararı ile istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ
Sanık müdafiinin temyiz sebebi;
Soyut gerekçelerle karar verildiğine, sanığın suçu işlediğine dair delil bulunmadığına, sanığın silahları güvenlik amacıyla bulundurduğuna, sanığa alt sınırın üzerinde ceza tayininin yasal olmadığına, sanık lehine hükümlerin uygulanmadığına, eksik inceleme ve hatalı kanaat ile hüküm kurulduğuna ilişkindir.

III. OLAY VE OLGULAR
Dava konusu olay, sanık …’ın silah ticareti yaptığı yönünde elde edilen bilgiler nedeniyle sanık hakkında iletişimin tespitine dair karar alındığı, sanığın silah ticaretiyle ilgili pek çok görüşmesinin bulunduğu, bu görüşmelerden birinde H.K. isimli kişinin sanıktan silah satın alacağının anlaşılması üzerine H.K.’nın bindiği aracın durdurulmak istendiği, sanığın araçtan bir adet tabancayı attığı, tabancanın ele geçirildiği ve 6136 sayılı Kanun kapsamında bulunduğuna ilişkin uzmanlık raporu alındığı anlaşılmıştır. Tanık H.K.’nın sanıktan silah satın aldığını beyan ettiği anlaşılmıştır. Sanığın evinde yapılan aramada ele geçirilen iki adet tabancaya ilişkin alınan uzmanlık raporuna göre tabancaların 6136 sayılı Kanun kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, isnat sanığın silah ticareti yapma suçunu işlediğine ilişkindir.

A. İlk Derece Mahkemesinin Kabulü
Sanığın tanık H.K. ile görüştüğü, silah alışverişi olacağının değerlendirilmesi üzerine kolluk tarafından gerekli tertibatın alındığı, tanık H.K.’nın köyden ayrıldıktan sonra Banaz istikametine doğru hareket ettiğinin görülmesi üzerine takibe alındığı, aracın Sivaslı ilçesine yönelmesi nedeniyle Sivaslı İlçe Emniyet amirliği ile irtibat kurularak aracın durdurulduğu, uygulama noktasına 20-25 metre kala araçtan bir cisim atıldığının görüldüğü, araç durdurulduğunda araçta tanık H.K., … ve …’ın olduğunun tespit edildiği, araçtan atılan nesne incelendiğinde Pietro Beratta marka 9 mm. çapında ruhsatsız tabanca ve tabancanın şarjöründe 8 adet fişek bulunarak bunların muhafaza altına alındığı, tanık H.K.’nın kollukta alınan 06.11.2018 tarihli beyanında o gün araçtan attığı silahı sanıktan 4.000,00 TL karşılığında aldığını, 3.250,00 TL parayı peşin olarak verip 750,00 TL’yi borçlandığını beyan ederek silah alışverişini doğruladığı, tanık H.K.’nın ruhsatsız ticarete konu silahla yakalandıktan sonra …’la başka görüşmelerinin bulunduğu, bu görüşme içeriklerinde tanık H.K.’nın kolluk tarafından ele geçirilen silahtan bahsettiği, silahın ”beygir” olarak şifrelenerek ifade edildiği, tanık H.K.’nın ruhsatsız silahla yakalandığı dikkate alındığında sanığın belirttiği beygir alışverişinin gerçekleşmesinin fiilen mümkün olmadığı, bu şekilde olay tarihinde sanığın tanık H.K.’ya yakalanan ruhsatsız tabancayı 4.000,00 TL bedelle sattığının anlaşıldığı, 16.10.2018 tarihinde sanığın evinde yapılan aramada bir adet Brownig marka 9 mm. çapında, bir adet Vizör marka 7.65 mm. çapında ruhsatsız tabanca ve bu tabancalara ait 75 adet dolu fişek bulunduğu anlaşılmakla sanığın silah ticareti yapma suçundan mahkumiyetine karar verilmiştir.

B. Bölge Adliye Mahkemesinin Kabulü;
Sanık hakkında 6136 sayılı Kanun’a aykırılık suçundan yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, gösterilen gerekçe ve uygulamaya, oluşa ve dosya içeriğine göre; mahkemenin kararında usule ve esasa ilişkin herhangi bir hukuka aykırılığın bulunmadığı, ispat bakımından değerlendirmenin yerinde olduğu, eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanunda öngörülen suç tipine uyduğu, cezanın kanuni bağlamda uygulandığı anlaşıldığından, istinaf başvurusunda bulunan sanık müdafiinin ileri sürdüğü nedenler yerinde görülmediğinden istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

IV. GEREKÇE
1. Sanık savunmaları, tanık beyanları, arama tutanakları ve ele geçirilen tabancalara ilişkin alınan uzmanlık raporlarına göre sanığın silah ticareti yapma suçundan cezalandırılmasına ilişkin hükümde hukuka aykırılık bulunmamıştır.
2. Yargılama sürecindeki işlemlerin usûl ve kanuna uygun olarak yapıldığı, aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemlere uyan suç vasfı ile yaptırımlarının doğru biçimde belirlendiği anlaşıldığından, sanık müdafinin yerinde görülmeyen diğer temyiz sebepleri de reddedilmiştir.

V. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenlerle İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Ceza Dairesinin 24.03.2021 tarihli ve 2019/4537 Esas, 2021/747 Karar sayılı kararında sanık müdafii tarafından ileri sürülen temyiz sebepleri ve 5271 sayılı Kanun’un 289 uncu maddesinin birinci fıkrası ile sınırlı olarak yapılan temyiz incelemesi sonucunda sanık müdafiinin temyiz sebeplerinin reddiyle, Tebliğnameye uygun olarak, oy birliğiyle TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİ İLE HÜKMÜN ONANMASINA,

Dava dosyasının, 5271 sayılı Kanun’un 304 üncü maddesinin birinci fıkrası uyarınca Uşak 1. Ağır Ceza Mahkemesine, Yargıtay ilâmının bir örneğinin ise İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 12. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.07.2024 tarihinde karar verildi.

İŞYERİNDE AMİRİNE ARGO TABİRLERİ AŞACAK İFADELERLE SAYGISIZLIK

TC
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ
ESAS: 2019/1465
KARAR: 2019/14419

“İçtihat Metni”

MAHKEMESİ : …BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 32. HUKUK DAİRESİ

DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine, işe iadesine ve yasal sonuçlarına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.
İlk Derece Mahkemesinin kabul kararına karşı davalı avukatı istinaf başvurusunda bulunmuştur.
…Bölge Adliye Mahkemesi …Hukuk Dairesi davalı avukatının istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir.
…Bölge Adliye Mahkemesi …Hukuk Dairesi’nin kararı süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili; davacının 18/08/2013-20/06/2016 tarihleri arasında egzoz emisyon teknisyeni olarak çalıştığını, mesai arkadaşları ve üstlerine karşı çalışma huzurunu ve düzenini bozacak şekilde münakaşa ettiği iddiasıyla işten çıkarıldığını, davacının asıl işten çıkarılma nedeninin Nakliyat İş Sendikasından istifa ederek TÜMTİS sendikasına üye olmak istediğini söylemesi ve TÜMTİS sendikasının yöneticileri ile görüşmeler yapması olduğunu ileri sürerek, feshin geçersizliğinin tespiti ile müvekkilinin işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili; davacının 18/03/2013 tarihinden itibaren egzoz emisyon teknisyeni olarak çalıştığını, saygısız ve rahatsız edici davranışları nedeniyle daha önce uyarılmış olmasına rağmen işyerinde herkesin içinde amirleri hakkında edep ve terbiye dışı beyanda bulunduğunu, iş akdinin tazminatsız olarak münakaşa çıkarması sonucunda sona erdirildiğini, davacının yazılı savunmasında da argo tabirler kullandığını kabul ettiğini, yaşanan olayla ilgili disiplin kurulunun toplanarak bu hususun görüşülmesini bizzat davacının talep ettiğini, sendika temsilcilerinin de bulunduğu disiplin kurulunda davacının tavır, davranışları ve söylemleri nedeniyle iş akdinin feshine oybirliği ile karar verildiğini, davalı şirketin sendika faaliyetlerini engellediği iddiasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu, yazılı savunmasında sendika hususunda beyanı olmadığı halde işe iade davasında bu hususun ileri sürülmesinin kötüniyetinin ispatı niteliğinde olduğunu savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, ”…Tüm dosya kapsamı, tanıkların ifadeleri, disiplin soruşturma evrakı birlikte değerlendirildiğinde; işyerindeki egzos emisyon mobunun açılmasının üç kişinin sorumluluğunda olduğu, mobun açılması yönünde davacı ile amiri arasındaki olayların davacı ile iş ilişkisini sürdürmenin imkansız hale getirmediği, işyerinde huzursuzluk yaşandığı somut delillerle ispat edilemediği, işyerinde 3 yıl çalışması bulunan ve daha önce uyarı cezası almayan davacının söz konusu eylemi nedeni ile disiplin cezası ile uyarılması mümkün iken iş akdinin feshi yolunun seçilmesi eylem ile orantılı olmadığı feshin son çare olma ilkesine uygun davranılmadığı, davacının eyleminin İş Kanunu’nun 25/II. madde kapsamında olmadığı ve feshin geçerli olmadığı…” gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Ç) İstinaf başvurusu :
İlk derece mahkemesinin kararına karşı, davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
D) Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti :
Bölge Adliye Mahkemesince özetle; “Davalı taraf davacının, olay günü amirine karşı “Ben kimsenin egosunu tatmin etmek için y.rağının altına yatmam” dediğini ileri sürmüştür. Davacı taraf ise dava dilekçesinde olay günü davacının amirine sitemli bir şekilde kimsenin egosunu tatmin etmek zorunda olmadığını beyan ettiğini belirtmiş, ayrıca davacı bila tarihli savunmasında “… saygısızlık etmek amaçlı bir tepki göstermedim. Sadece argo bir tabir ile örneklendirme yapma hatasında bulundum” şeklinde beyanda bulunmuş olduğu görülmekle, davacının davalı tarafça iddia edilen ifadeleri kullandığını kaçamak ifadelerle ikrar ettiği, dinlenen tanık beyanlarıyla da davacının olay günü davalı tarafça iddia edilen ifadeleri kullandığı anlaşılmıştır. Ancak davacının, olay günü sarf ettiği bu sözler ağır argo tabir içerir kaba sözler olmasına karşılık, halk arasında zaman zaman kullanılan argo bir deyim olduğu, davacının amirine yönelttiği bir küfür veya hakaret söz konusu olmadığı, olayın anlık gelişen bir hadise olduğu, büyümeden tarafların birlikte yemekhaneye geçtikleri, işyerinde olumsuzluğa veya huzursuzluğa neden olacak bir durum söz konusu olmadığı kanaatine varılmıştır. Davacı hakkında daha önce tutulmuş bir tutanak veya verilmiş bir ceza da bulunmamaktadır. Bu nedenle davacının olay günü argo deyim içerir bu sözleri ile amirine yönelik tavırlarının iş akdinin feshini gerektirecek ağırlıkta olmadığı, davacının hizmet sözleşmesi korunarak daha hafif bir yaptırımla cezalandırılması yerine iş akdinin feshi yoluna gidilmesinin fesihte ölçülülük ilkesine aykırı olduğu, bu nedenle davalı işverence gerçekleştirilen fesih işleminin geçersiz olduğu…” gerekçeleriyle davalının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
E) Temyiz başvurusu :
Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararına karşı davalı vekili temyiz başvurusunda bulunmuştur.
F) Gerekçe:
İş sözleşmesinin, işçinin amirine karşı sarfettiği sözler nedeniyle işverence haklı olarak feshedilip feshedilmediği noktasında taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Somut uyuşmazlıkta, dosya içeriğine göre iş sözleşmesinin davacının, olay günü amirine karşı “Ben kimsenin egosunu tatmin etmek için …(sinkaf) altına yatmam” dediği gerekçesiyle feshedildiği, davacının yazılı savunmasında bu sözleri söylediğini tevil yollu ikrar ettiği ayrıca tutanak mümzii davalı …B’nin de olayı doğruladığı, davacının sözlerinin amirinin şahsına karşı olmadığı ancak argoyu aşan ağır tanımlamalar olduğu anlaşılmaktadır. Bu şekilde sözler sarfeden davacının bu davranışının işyerinde olumsuzluklara yol açtığı sabittir. Buna göre, feshin geçerli nedene dayandığının kabulü ile davanın reddi gerekirken Mahkemece yazılı gerekçe ile kabulü hatalıdır.
Dairemizce 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20/3. maddesi uyarınca aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir.
HÜKÜM:
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1- İlk Derece Mahkemesinin kararı ile Bölge Adliye Mahkemesi’nin temyiz edilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2-Davanın REDDİNE,
3-Alınması gereken 44,40 TL karar-ilam harcından peşin alınan 29,20 TL’nin mahsubu ile bakiye 15,20 TL karar harcının davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
4-Davacının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
5-Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre belirlenen 2.725 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-Kullanılmayan avansların talep halinde ilgilisine iadesine,
7-Peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, dava dosyasının İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, kesin olarak 27/06/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

İŞE İADE -İŞ AKDİNİN FESHİ- İŞYERİNDE AMİRİNE SAYGISIZLIK

TC
YARGITAY
9. HUKUK DAİRESİ

ESAS:2019/230
KARAR: 2019/12192

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ : İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 28. HUKUK DAİRESİ

DAVA : Davacı, feshin geçersizliğine, işe iadesine ve yasal sonuçlarına hükmedilmesine karar verilmesini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

İlk Derece Mahkemesinin kabul kararına karşı davalı avukatı istinaf başvurusunda bulunmuştur.
İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesi davalı avukatının istinaf başvurusunu esastan reddetmiştir.

İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 28. Hukuk Dairesi’nin kararı süresi içinde davalı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili ; davalı şirkete ait işyerinde 05/05/2015 tarihinde çalışmaya başlayan müvekkilinin bu çalışmasının 24/04/2017 tarihine kadar kesintisiz sürdüğünü; davacının 24/04/2017 tarihli fesih bildirimi elden tebliğ edilerek işten çıkarıldığını; işverenin fesih gerekçesinin “Verilen işi yapmak istememe, çalışma arkadaşlarına ve amirlerine saygısızlık ve söz dinlememe, işyeri çalışma düzeni ve disiplinine karşı gelme, disiplin kuruluna amirler ile alakalı olumsuz durumu bildirme, iş akışını etkileyen tutum ve davranışları nedeniyle 4857 Sayılı İş Kanunun 25/II bendi uyarınca….” nedenine dayandığını, oysa bu gerekçelerin gerçeği yansıtmadığını; müvekkiline fesih yazılı olarak verilse de ortada kesin bir nedenin bulunmadığını, müvekkilinin işten çıkarılmasını gerektiren hiçbir nedenin olmadığını, feshin hem biçim hem de içerik olarak geçerli bir nedene dayanmadığını; fesih bildiriminden de anlaşıldığı gibi davalı işverenin tümden soyut yer ve zaman belirtmeyen suçlamalar yöneltip savunmasını da alıp işten çıkarma yoluna gittiğini; feshin tümden haksız ve kötü niyetli olduğu gibi işverence feshin son çare olması ilkesine de uyulmadığını iddia ederek feshin geçersizliğinin tespiti ile müvekkilinin işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili ; davacının müvekkili şirkette 05/05/2015 – 24/04/2017 tarihleri arasında çalıştığını, davacının, amirinin verdiği iş yapmak istemediğini, bunu yapmayacağını en yakın amirlerine söylediği, disiplin tutanağında Profil Haddehane Müdürü huzurunda, Kalite Kontrol Formeni …’na hitaben “ben seninle çalışmak istemiyorum, ben eşek gibi mal çevirmem çıkar beni işten” yolunda beyanda bulunduğunu belirterek iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, ”… davacının profil haddehane bölümünde dönüşümlü olarak doğrultmacı, çevirmeci-çemberci, istifçi-paketlemeci olarak çalıştırıldığı; davacının çevirmeci-çemberci olarak amirleri tarafından sözlü olarak görevlendirildiğinde davacının bu göreve sözlü olarak itirazda bulunduğu ancak verilen görevi itirazda bulunmasına rağmen yerine getirdiği; aynı şekilde 13/04/2017 tarihinde profil haddehane bölümünde kalite kontrol formeni olarak görev yapan … tarafından aynı bölümde çevirmeci-çemberci olarak görevlendirildiği, davacının amiri pozisyonunda olan formene “ben çevirmede mal çeviremem, beni niye oraya veriyorsun” şeklinde sözlü itirazda bulunması üzerine formen … tarafından haddehane müdürü …’ın yanına gidelim konuşalım teklifini davacının kabul ettiği ve profil haddehane müdürü …’ın odasına formen … ile davacının birlikte gittikleri; davalı tanığı …’nun beyanına göre davacının haddahane müdürü ve formenin bulunduğu ortamda “Ben eşşek gibi mal çeviremem, beni işten çıkarın” şeklinde bir söylemde bulunduğu, bu durumun profil haddehane müdürü … tarafından tutanak altına alınıp davacıdan savunma talep edildiği; davacının 13/04/2017 tarihinde yazılı savunmasını verdiği, akabinde davacının aynı gün profil haddehane müdürü tarafından disipline sevk edildiği; disiplin kurulunun 17/04/2016 tarihinde yapmış olduğu toplantıda disiplin kurulu üyelerden … ve disiplin kurulu başkanı …’in işten çıkarma, davacı tanığı olarak dinlenen Birleşik Metal İş sendikası üyesi ve disiplin kurulu üyesi olan … ile diğer disiplin kurulu üyesi Fahri Keleş’in amirine karşı itaatsizlik cezası ile cezalandırılması yönünde oy kullandıkları, disiplin kurulu kararının TİS’in 25. Maddesi uyarı genel müdüre tevdii olmasına müteakip davacının iş akdinin 24/04/2017 tarihinde feshedildiği anlaşılmış ise de tüm dinlenen tanık anlatımları bir bütün halinde değerlendirildiğinde davacının davalı işverenin fesih bildiriminde iddia ettiği şekilde amirlerine karşı davacının herhangi bir saygısızlıkta bulunmadığı, davacının işyeri çalışma düzenini ve disiplinine karşı gelmediği, disiplin kuruluna yapmış olduğu savunmasını içerir yazıda davacının iş akdinin feshini gerektirecek herhangi bir söylemde, harekette bulunmadığı, keza davacının işyerinde iş akışını olumsuz etkileyen davacının iş akdinin feshini gerektiren tutum ve davranışlarda bulunmadığı; davacı fesih bildiriminde belirtilen 13/04/2017 tarihinde meydana gelen olayda ki davacının hareketlerinin söylemlerinin ve 13/04/2017 tarihli yazılı savunmasında ki hususların davacının iş akdinin feshini gerektirecek düzeyde olmadığı; davacının iş akdinin davalı işveren tarafından haksız ve geçersiz, feshin son çare olması ilkesine aykırı olarak feshedildiği ” gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
D) İstinaf başvurusu :
İlk derece mahkemesinin kararına karşı, davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
E) Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti :
Bölge Adliye Mahkemesince özetle; “……..bir kez gerçekleşen olayda davacının geçici görev değişikliğine verimli olamayacağı gerekçesiyle itirazda bulunduğu, bu konuda davacıya yapması gereken görevin açıkta bildirilmesi ve işi tamamlaması için süre verilmesi yönündeki işveren yükümlülüklerinin yerine getirilmediği, işverenin hatırlatmasının ardından görevi yerine getirmeme gibi bir durumun olayımızda sözkonusu olmadığı anlaşılmakta olup, haklı nedenle fesih gerekçesinin olayımızda gerçekleşmediği, feshin haklı nedene dayandığı savunmasının yerinde olmadığı, davacının eyleminin geçerli nedenle feshe hak verecek mahiyette de olmadığı olayın merkezinde yeralan kalite kontrol formeni …’nun duruşmadaki anlatımlarından anlaşıldığından feshin geçerli nedene dayandığı” gerekçesiyle davalı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
F) Temyiz başvurusu :
Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararına karşı davalı vekili temyiz başvurusunda bulunmuştur.
G) Gerekçe:
4857 sayılı İş Kanunu’nun 20/II.c.1 maddesinde açıkça, feshin geçerli nedenlere dayandığının ispat yükü davalı işverene verilmiştir.
İşveren ispat yükünü yerine getirirken, öncelikle feshin biçimsel koşullarına uyduğunu kanıtlayacaktır. Buna göre fesih işlemini yazılı yapmış olması, belli durumlarda işçinin savunmasını istediğini belgelemesi, yazılı fesih işleminin içeriğinde dayandığı fesih sebeplerini somut ve açık olarak göstermiş olması gerekir. İşverenin biçimsel koşulları yerine getirdiği anlaşıldıktan sonra, içerik yönünden fesih nedenlerinin geçerli (veya haklı) olduğunun kanıtlanması aşamasına geçilecektir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 18. maddesi işverene, işçinin davranışlarından ve yeterliliğinden kaynaklanan nedenlerle iş sözleşmesini feshetme yetkisi vermiştir. İşçinin davranışlarından kaynaklanan fesihte takip edilen amaç, işçinin daha önce işlediği iş sözleşmesine aykırı davranışları cezalandırmak veya yaptırıma bağlamak değil; onun sözleşmesel yükümlülükleri ihlale devam etmesi, tekrarlaması olasılığından kaçınmaktır. İşçinin davranışları nedeniyle iş sözleşmesinin feshedilebilmesi için, işçinin iş sözleşmesine aykırı, sözleşmeyi ihlal eden bir davranışının varlığı gerekir. İşçinin kusurlu davranışı ile sözleşmeye aykırı davranmış ve bunun sonucunda iş ilişkisi olumsuz bir şekilde etkilenmişse işçinin davranışından kaynaklanan geçerli bir fesih söz konusu olur. Buna karşılık, işçinin kusur ve ihmaline dayanmayan sözleşmeye aykırı davranışlarından dolayı işçiye bir sorumluluk yüklenemeyeceğinden işçinin davranışlarından kaynaklanan geçerli fesih nedeninden de bahsedilemez.
İşçinin davranışlarından ve yeterliliğinden kaynaklanan nedenler, aynı yasanın 25. maddesinde belirtilen nedenler yanında, bu nitelikte olmamakla birlikte, işyerlerinde işin görülmesini önemli ölçüde olumsuz etkileyen nedenlerdir. İşçinin davranışlarından veya yetersizliğinden kaynaklanan nedenlerde, iş ilişkisinin sürdürülmesinin işveren açısından önemli ve makul ölçüler içinde beklenemeyeceği durumlarda, feshin geçerli nedenlere dayandığını kabul etmek gerekecektir.
İspat yükü kendisinde olan işveren, geçerli ve haklı nedende davacının davranışının veya yetersizliğinin işyerinde olumsuzluklara yol açtığını ve iş ilişkisinin çekilmez hal aldığını da ispat etmelidir.
Somut uyuşmazlıkta, davacının iş akdinin 24/04/2017 tarihli fesih bildirimi ile davalı işveren tarafından feshedildiği; fesih bildiriminde fesih gerekçesi olarak “13/04/2017 tarihinde size verilen işi yapmak istemediğinizi, çalışma arkadaşlarınıza ve amirinize karşı saygısızlık ve söz dinlememeniz, işyeri çalışma düzeni ve disiplinine karşı gelmeniz, disiplin kuruluna yazdığınız yazıda konuşma ve tavır konusunda amirlerinize uyarı yapmamızı, kendilerine sorularak iş yapılmasını bildirmeniz, iş akışını olumsuz etkileyen tutum ve davranışlarınız disiplin kurulunda tartışılmıştır. Toplu İş Sözleşmesinin 4857 Sayılı İş Kanunun 25/II bendi uyarınca iş akdinin feshi ile yetkili genel müdürlüğümüz olayla ilgili savunmanızı, iş amirleriniz ile çalışma arkadaşlarınızın yazılı beyanlarını ve disiplin kurulu kararını hep birlikte değerlendirmek suretiyle tutum ve davranışlarınız ile işyerinde iş akışını olumsuz etkilediğiniz sonucuna varmış ve iş akdinizin 24/04/2017 tarihi itibariyle bildirimsiz ve tazminatsız feshedilmesine karar vermiştir…” denildiği görülmektedir.
Yargılama sırasında dinlenen davalı tanığı … beyanında; davacının amirleri … bey ya da … beye hakaret içerir bir söz söylediğine şahit olmadığını, davacının fesih öncesinde personel yetersizliği nedeniyle profil çevirmede görevlendirildiğini, o zaman … beye profil çevirmede mal çeviremem beni niye oraya veriyorsun dediğini, ancak hakarette bulunmadığını, daha sonra kapalı kapılar ardında ne olduğunu bilmediğini söylemiştir. Davalı tanığı … ise davacının doğrultmacı-paketlemeci olarak çalıştığını, ancak personel eksikliği nedeniyle o gün çevirmeci-çemberci olarak görevlendirdiğini, davacının kendisine “ben çevirme yapmam, sigortaya gider istirahat alırım, beni işten çıkarın” dediğini, her görevlendirmede itiraz etmesi nedeniyle haddehane müdürü … beyin yanına gidip üçü birlikte konuştuklarında “ben eşşek gibi mal çeviremem, beni işten çıkarın” dediğini, bunun üzerine müdürleri tarafından tutanak tutulduğunu, disipline sevk edildiğini ve işten çıkarıldığını, fesihten önce kendisine bir saygısızlıkta bulunmadığını, … beyle konuşurken sesinin yüksek çıktığını ancak hakaret etmediğini, saygısız davranmadığını, işyeri düzenini bozacak bir harekette de bulunmadığını söylemiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelerden davacı işçinin 13.04.2017 tarihinde davacıya çevirme makinesinde çalışacağını bildiren formeni …’na itiraz ederek çevirmeci olarak çalışmak istemediğini bildirmesi üzerine formeni tarafından çağrılarak konuştukları sırada davacının “seninle çalışmak istemiyorum, ben eşek gibi mal çeviremem, çıkarın beni işten” dediği yönünde tutanak tanzim edilmiş ve savunması talep edilmiştir. Davacının aynı tarihli savunmasında çalışma şeklinden memnun olduğunu, doğrultma-çevirmeden anlamadığını, bu nedenle verimli olamayacağını ve dayatmalardan dolayı üstüne çok gelindiğinden doğal hakkı olan çıkışını istediğini bildirmiştir. Savunma alındıktan sonra davacı işçinin insan kaynakları tarafından disiplin kuruluna sevki istenmiş olup , disiplin kurulu tarafından 17.04.2017 tarihli karar ile davacının işyeri çalışma düzenine ve disiplinine karşı gelmesi ve amirine saygısızlık ve itaatsizlik etmesi nedeniyle işten çıkarma cezası ile cezalandırılması kararı alınmıştır.
Somut olayda işyerinde doğrultmacı olarak çalışan davacının çevirme makinesinde dönüşümlü olarak çalışılması gerektiği bildirilince itiraz ettiği, tutanaklar ve tanık beyanlarıyla sabit olduğu üzere “ ben eşek gibi mal çeviremem, çıkarın beni işten” dediği, 13.04.2017 tarihli savunmasında ise doğrultmacı olarak çalışma şeklinden memnun olduğunu, çevirmeden anlamadığını, bu nedenle verimli olamayacağını, dayatmalardan dolayı üstüne çok gelindiğinden doğal hakkı olan çıkışını istediğini bildirdiği hususları ve dosya kapsamındaki tüm deliller bir bütün halinde değerlendirildiğinde davacının verilen işe haklı bir neden olmadan itiraz etmesi, amirleriyle tartışması ve çıkışını istemesi yönündeki bu davranışlarının işyerinde olumsuzluklara yol açtığı sabittir. Buna göre, feshin haklı nedene değil ancak geçerli nedene dayandığının kabulü ile davanın reddi gerekirken Mahkemece yazılı gerekçe ile kabulü hatalıdır.
Dairemizce 4857 sayılı İş Kanunu’nun 20/3. maddesi uyarınca aşağıdaki gibi karar vermek gerekmiştir.
H) HÜKÜM:
Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
1- İlk Derece Mahkemesinin kararı ile Bölge Adliye Mahkemesi’nin temyiz edilen kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2-Davanın REDDİNE,
3-Alınması gereken 44,40 TL karar-ilam harcından peşin alınan 29,20 TL’nin mahsubu ile bakiye 15,20 TL karar harcının davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
4-Davacının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı 160,40 TL. yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,
5-Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre belirlenen 2.725 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,
6-Kullanılmayan avansların talep halinde ilgilisine iadesine,
7-Peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, dava dosyasının İlk Derece Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmesine, kesin olarak 27/05/2019 gününde oybirliğiyle karar verildi.

RUHSATSIZ ATEŞLİ SİLAHLARLA MERMİLERİ SATIN ALMA VEYA TAŞIMA VEYA BULUNDURMA- ÖNLEME KARARI İLE ARAMA YAPILMASI

T.C
YARGITAY
8. CEZA DAİRESİ
2021/6595 E. , 2023/2231 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Ceza Mahkemesi
SUÇ : Ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma
HÜKÜM : Beraat

Sanık hakkında kurulan hükmün; karar tarihi itibarıyla 6723 sayılı Kanun’un 33 üncü maddesiyle değişik 5320 sayılı Kanun’un 8 inci maddesi gereği yürürlükte bulunan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (1412 sayılı Kanun) 305 inci maddesi gereği temyiz edilebilir olduğu, karar tarihinde yürürlükte bulunan 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (5271 sayılı Kanun) 260 ıncı maddesinin birinci fıkrası gereği temyiz edenin hükmü temyize hak ve yetkisinin bulunduğu, 1412 sayılı Kanun’un 310 uncu maddesi gereği temyiz isteğinin süresinde olduğu, aynı Kanun’un 317 nci maddesi gereği temyiz isteğinin reddini gerektirir bir durumun bulunmadığı yapılan ön inceleme neticesinde tespit edilmekle, gereği düşünüldü:

I. HUKUKÎ SÜREÇ
1. Sanık hakkında Samsun Cumhuriyet Başsavcılığının 21.01.2016 tarihli iddianamesi ile ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma suçundan, 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunun (6136 sayılı Kanun) 13 üncü maddesi birinci fıkrası ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun (5237 sayılı Kanun) 53 üncü maddesi ve 54 üncü maddesi uyarınca cezalandırılması istemi ile dava açılmıştır.
2. Samsun 7.Asliye Ceza Mahkemesinin, 12.05.2016 tarihli kararı ile sanığın 5271 sayılı kanunun 223 üncü maddesinin ikinci fıkrasının (e) bendi uyarınca beraatine ve tabancanın 5237 sayılı kanunun 54 üncü maddesi uyarınca müsaderesine karar verilmiştir.

II. TEMYİZ SEBEPLERİ
Cumhuriyet savcısı sanığın ruhsatsız silah taşıdığı sabit olmasına rağmen, yetersiz gerekçeler ile beraat kararı verildiği belirterek hükmü temyiz etmiştir.

III. OLAY VE OLGULAR
1 Dosya içinde Samsun 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun (2559 sayılı Kanun) 9 uncu maddesine göre olay yeri ve tarihini kapsayacak nitelikte “önleme araması kararı” mevcuttur.
2. Olay tarihinde sanığın içinde bulunduğu 55 SL 869 plakalı kamyonet, asayiş uygulama noktasında durdurulmuş, Samsun Sulh Ceza Mahkemesinin 21.12.2015 tarihli ve 2015/3849 Değişik İş sayılı önleme araması kararı uyarınca araçta aranma yapılmış, numarasız el yapımı sol yüzünde …PZAHADXRRFADA.. yazılı ruhsatsız bir silah ve şarjörü içinde 5 adet fişek ele geçirilmiştir. Sanık silahın kendisine ait olduğunu beyan etmiş, silah muhafaza altına alınmış ve bu işlem Samsun 2. Sulh Ceza Hakimliğinin 24.12.2015 tarihli kararı ile onaylanmıştır.
3. Sanık … savunmasında, arkadaşı Alaaddin’in kullandığı araç ile köye gittiklerini, polis memurlarının uygulama noktasında aracı durdurduğunu, üzerindeki ruhsatsız tabancayı torpido gözüne sakladığını ancak polislerin torpido gözünde tabancayı bulduğunu, tabancanın babasından kaldığını ve ruhsatsız olduğunu beyan etmiştir.
4. Samsun Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü tarafından tanzim edilen 03.01.2016 kabul tarihli raporda, suça konu silahın el yapısı, yarı otomatik bir tabanca olduğu, tabanca ve beraberinde gönderilen fişeklerin 6136 sayılı kanun kapsamında yasak nitelikli olduğu belirtmiştir.

IV. GEREKÇE
Mahkeme gerekçesinde, suça konu silahın önleme araması kapsamında ele geçirildiğini, olayda aramanın, adli arama kararı ile yapılması gerekirken bunun yapılmadığını, usulüne uygun sözlü veya yazılı adli arama emrinin de bulunmadığını belirterek sanık hakkında beraat kararı vermiştir.
1. Dosya içinde Samsun 2. Sulh Ceza Hakimliği tarafından, 2559 sayılı Polis Vazife ve Selahiyet Kanunu’nun (2559 sayılı Kanun) 9 uncu maddesine göre olay yeri ve tarihini kapsayacak nitelikte “önleme araması kararı” mevcut olup, araçtaki arama bu karara istinaden usulüne uygun yapıldığından delillerin elde edilmesinde bir hukuka aykırılık görülmemiştir. Olay ve olgular bölümünde belirtilen deliller ve tüm dosya kapsamına göre, ruhsatsız silah taşırken yakalanan ve suçunu ikrar eden sanık hakkında atılı suçtan mahkumiyet kararı verilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle beraat hükmü kurulması,
Bozma gerekçesine göre;
2. Suç tarihi , 7331 sayılı kanunun 22. maddesi ile değişik CMK 251/11 fıkrasında 08.07.2021 tarihinde yapılan değişiklikten önce olmakla ;
Anayasa Mahkemesi’nin, 02/08/2022 gün ve 31911 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 21/04/2022 gün ve 2020/87 esas, 2022/44 sayılı kararı ile; 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’na 17/10/2019 tarih ve 7188 sayılı Kanun’un 31. maddesiyle eklenen geçici 5. maddenin (d) bendinde yer alan “…kovuşturma evresine geçilmiş, hükme bağlanmış…” ibaresinin “…seri muhakeme usulü…” yönünden Anayasaya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiş olması ve yargılama konusu suçun seri muhakeme usulüne tabi olması karşısında, sanık hakkında 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 250. maddesinde düzenlenen Seri Yargılama Usulünün uygulanabilmesi için yerel mahkemece dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığı’na tevdi edilmesinde zorunluluk olması, nedenleriyle hüküm hukuka aykırı bulunmuştur.

V. KARAR
Gerekçe bölümünde açıklanan nedenle Samsun 7.Asliye Ceza Mahkemesinin, 12.05.2016 tarihli ve 2016/61 Esas, 2016/318 Karar sayılı kararına yönelik Cumhuriyet savcısının temyiz isteği yerinde görüldüğünden hükmün, 1412 sayılı Kanun’un 321 inci maddesi gereği, Tebliğnameye uygun olarak, oy birliğiyle BOZULMASINA,
Dava dosyasının, Mahkemesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.04.2023 tarihinde karar verildi.

RUHSATSIZ SİLAH TAŞIMAK- BULUNDURMA RUHSATLI SİLAH- SUÇ İŞLEME KASTI

T.C
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
ESAS : 2006/8-201
KARAR :2006/190

RUHSATSIZ SİLAH TAŞIMAK
“İçtihat Metni”

Ruhsatsız silah taşımak suçundan sanık A…

……. D…

…..’un beraatine ilişkin olarak Sandıklı Asliye Ceza Mahkemesinden verilen 08.05.2002 gün ve 76-179 sayılı hüküm, Sandıklı Cumhuriyet Başsavcısı tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 25.03.2004 gün ve 1656/2661 sayı ile;

“Oluşa, dosya içerisindeki kanıtlara göre sanığın, oğluna ait bulundurma ruhsatlı tabancayı beline takarak köy içinde dolaştığı yolunda kolluğa yapılan ihbar üzerine köye giden görevlilerce yakalandığı anlaşılmakla, tabancanın kullanılmaya elverişli olmasının saptanması halinde atılı suçun oluşacağı gözetilmeden, yanlış kabulle beraat kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel Mahkeme 07.06.2004 gün ve139-171 sayı ile;

“Sanık silahı mahzene bırakmak için üzerine almıştır. Bu sebeple sanıkta taşıma kastı bulunmamaktadır. Bu tür taşıma kısa süreli taşıma olarak kabul edilmektedir. Y.8.C.D. nin aşağıya aldığımız içtihatlarına konu olduğu gibi bu tür taşımalarda suçun manevi unsuru oluşmamaktadır. Suçun manevi unsuru genel kasttır. Kısa süreli, şekli ve zaruri taşımalarda suçun hukuka aykırılık unsuru oluşmadığı gibi manevi unsuru da oluşmaz. Sanık ruhsatsız silah taşıdığını bilmekte ve taşımayı istemektedir.

Ancak bu irade silahı işlevine uygun olarak taşına amacını içermemektedir. Bu nedenle suçu silah edinmek olarak adlandırmak daha uygun olacaktır. Taşımak kavramının içermediği irade, edinmek kavramında bulunmaktadır. Şekli suçlar kasttan mücerret olamaz. Salt hareket suçun oluşmasına yetmez. Bu hareketin korunan hukuki yararı ihlal etmek kastına bağlı olması lazımdır. Halbuki olayımızda sanık silahı taşımak için değil, oğlunun talimatı üzerine mahzene bırakmak için üzerine almıştır. Daha sonra gelen misafirler ile ilgilendiği sırada silah üzerinde yakalanmıştır. Hem zaman hem de mesafe nazara alındığında sanığın taşıma kastı ile hareket ettiğini kabul etmek mümkün değildir. Sanığın başka yer ve zamanlarda bu silahı taşıdığı konusunda iddia ve ispat yoktur.

Şu halde ruhsatsız silah edinmek suçu şekli bir suçtur. Diğer bir ifadeyle hareket suçudur. Ancak suçun biçimsel bir nitelik taşıması kasttan mücerret olmasını gerektirmez. Şekli suçlar dahi kasta bağlı olmalıdır. Kasta makrun olmayan hareketler sadece icra edildiği için suç oluşturmazlar.

Ruhsatsız silah edinmek suçundan sanık, silahın fonksiyonlarından faydalanma, mal edinme, sahiplenme duygusu ile hareket etmiş olmalıdır. Böyle bir amaç olmadan silahın maddi varlığı ile bağlantılı, fakat fonksiyonel yapısı ile ilişkisiz olan edinmeler suç oluşturmaz. Örneğin; tamircinin bulundurması, kısa bir süre için alıp ateş etmek, olay çıkmasını engellemek amacıyla muhafaza altına almak hallerinde suç oluşmayacağı karara bağlanmıştır.

Konunun sırf biçim ve şekil süreci üzerinde durulduğu, cürüm niteliğindeki suçlarda öncelikle manevi unsur olan kusurlu iradi hareketin saptanması gerektiği. (Y.8.C.D.16.10.1997/12358 1997/13688)

Tamir için bırakılan silahı ruhsatını sormayarak bulunduran sanığın eyleminde kast yoktur. (Y.8.C.D. 11.02.1998 1998/596 1998/1498)

Sanığın ruh hastası yeğenine ait tabancayı bir olay olmasından endişe ederek evinde birkaç gün bulundurması eyleminde kast unsuru oluşmaz. (Y.8.C.D. 03.03.1992 1992/227-2917)

Değişik Yargıtay kararlarında işyerinde yaralanan işçiyi hastaneye götüren kişinin farkında olmadan silahı da götürmesi, tarlada çalışan eşinden silahı kısa bir süre için muhafaza amacıyla alan ve bulunduran sanığın eyleminde kast bulunmamıştır.

Sanık bulundurma ruhsatlı tabancasını, yerel kolluktan aldığı izne dayalı olarak, bir evinden diğerine taşırken, yolda yakalanmıştır. Bu durumda sanıkta suç işleme kastı olmadığının kabulü gerekir. (Y.C.G.K. 16.04.1996 1996/8-70-81)

Sanığın işyerinde bulundurmak üzere ruhsata bağlattığı silahını, işyerini naklederken eşyaları ile birlikte getirip yeni işyerinde bulundurması eyleminin sadece nakil aşamasında yetkili mercilerden izin almamasından dolayı idari işlem eksikliği olarak değerlendirilmesi gerekir. (Y.8.C.D. 27.05.2002 2001/25564 2002/6300)

Hakkındaki mahkumiyet hükmünü temyiz etmeyen sanık H’yi düğün evine kadar aracıyla götüren sanığın, aracının torpido gözüne H tarafından habersiz olarak bırakılan ruhsatsız tabancayı alıp kısa bir süre taşıması, diğer sanığın da oluşu bu şekilde anlatması nedeniyle eyleminde 6136 Sayılı Yasada amaçlanan biçimde tabancayı taşımak kastının bulunmadığı gözetilmeden mahkumiyet hükmü kurulması hatalıdır. (Y.8.C.D. 17.06.2002 2001/8242, 2002/7014)

Bir olayda maktule ait tabancayla onu öldürüp tabancayı bir müddet sakladıktan sonra getiren ve teslim olan sanık hakkında ruhsatsız silah edinmekten hüküm kurulması hatalı bulunmuş ve kast olmadığına karar verilmiştir.

Arkadaşlarına hava atmak için silahı kısa süre taşıyan sanığın eyleminde kast bulunmamıştır.

Sanığın babasına ait tabancayı onun bilgisi dışında arkadaşlarına hava atmak için kısa sürede bulundurmaktan ibaret eyleminde kast yoktur. (Y.8.C.D. 29.09.199, 41994/9811-10319)

Konuya ilişkin diğer içtihatlar aşağıya alınmıştır.

Sanığın arkadaşına ait tabancayı çok kısa bir süre aldığı ve ateş ettiği suç kastının bulunmadığı. (Y.8.C.D. 12.05.1992, 1992/4680-6275)

Kavga edenleri gören sanığın evinde bulunan tabancayı alıp kavgada teşhir etmesinde taşıma kastı oluşmamıştır. (Y.8.C.D. 19.9.1994, 1994/8790-9771)

Sanığın evinde bulundurma ruhsatlı tabancasını, evinin önünde park halinde bulunan araca koymasında silahın güvenlik alanı dışına çıkarılması söz konusu olmadığından kast unsuru oluşmamıştır. (Y.8.C.D. 25.05.1995, 1995/6200-7552)

Sanığın, alkollü vaziyette kahvehaneye gelen kardeşinin üzerinden olay çıkmasını önlemek için tabancayı alıp, dışarı çıkarken yakalanmasından ibaret kısa süreli taşıma eyleminde suçun kast unsuru oluşmaz. (Y.8.C.D. 27.11.1998, 1996/15380, 1996/15882)

Sanığın silahını düğün yerine getirdiği bir müddet sonra düğün yerinden başka bir yere gitmesi gerektiği ve silahı arkadaşına bıraktığı bu sanığın da silahı yarım saatlik kısa bir süre taşıdığı düğünde arama yapan polisler tarafından yakalandığı anlaşıldığından suçun kast unsuru oluşmaz. (Y.8.C.D. 27.11.1996, 1996/13850, 1996/15084)

Sanığın dayısı olan diğer sanığın talimatı ile ruhsatsız tabancayı dükkandan alıp eve getirdiği, ancak tabancayı başkasına göstermek için yakındaki akaryakıt istasyonuna götürdüğü kollukça yapılan aramada ele geçirildiği suç kastının bulunmadığı. (Y.8.C.D. 24.11.1997, 1997/15190, 1997/16305)

Diğer taraftan dava suçüstü hükümlerine göre yürütülmüştür. Bu nedenle sanıkların bir savunma planı oluşturmalarına imkan yoktur. Ve savunma inandırıcıdır. Bu nedenle mahkemenin kabulünde bir hata bulunmamaktadır.

Sanığın amacı tabancanın ele geçmesini önlemektir, maksadı tabancayı mahzene saklamaktır, saiki ise oğluna yardımcı olmaktır. Görüldüğü gibi ruhsatsız silah taşımak amacıyla edinmek kastı sanıkta bulunmamaktadır” gerekçesi ile önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükmün de yerel Cumhuriyet başsavcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine; dosya, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “onama” istekli 07.12.2005 gün ve 153893 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Sanık A…

…… D…

…..’un ruhsatsız silah taşıma suçundan beraatine karar verilen olayda; Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın oğluna ait bulundurma ruhsatlı tabancayı, bulundurulmasına izin verilen yer dışında bir süreliğine taşımasının ruhsatsız silah taşıma suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkindir.

İnceleme konusu olayda;

Dosyada bulunan ve kolluk tarafından düzenlendiği belirlenen 19.02.2002 tarihli olay yeri tespit tutanağından A…

…… D…

…..’un Z…

…. G…

….’e ait kahvehane çevresinde oğluna ait bulundurma ruhsatlı tabancayı üzerinde taşıdığının ihbar edildiği anlaşılmaktadır. Tutanakta ihbarı kimin yaptığı yazılı değildir. Yine aynı tarihli el koyma tutanağına göre; alınan ihbar üzerine köye gelen kolluk görevlileri Z…

… G…

….’e ait kahvehanede yaptıkları arama sırasında sanık A…

…… D…

…..’un üzerinde 7.65 mm. çaplı, 95264232 numaralı tabancayı bulmuşlardır. Sanığın evi ile arama yapılan kahvehane arasındaki mesafe sanığın kendi beyanına ve tanıklara göre 500 metre civarındadır.

Olayla ilgili olarak savunması alınan sanık A…

…… D…

…..; kollukta alınan 19.02.2002 tarihli savunmasında: Karakolda ifade vermek istemediğini söyledikten sonra, oğlu S…

……’ın 19.02.2002 tarihinde ifade vermesi üzerine, S…

…….’ın ifadesine uygun şekilde geliştirerek Cumhuriyet savcısı huzurunda yaptığı 20.02.2002 tarihli savunmada:

Evimde oğlum S…

…….’a ait bulundurma ruhsatlı tabanca vardı, ev diğer oğlumun nişan töreni sebebiyle kalabalık olduğu için, A…

…..’da çalışan oğlum S…

….. tabancayı bulunduğu çekmeceden alıp, evin alt katındaki kilitli bir yere bırakmamı istedi, ben de alt kata bırakmak üzere silahı üzerime aldım, aşağı indim, o sırada benden kurbanlık hayvan almak isteyen A…

…. B…

…. beni çağırdı, kapının önüne indim, tam kapının önüne çıkmıştım ki, köye o sırada arama yapmaya gelen jandarma ekipleri herkesin üzerini aradılar ve bendeki silahı gördüler. Kesinlikle silahı kullanma gibi bir amacım yoktur. Öyle olsa idi, şarjörün içine mermi bırakırdım, suçsuzum, dedikten sonra; Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki 20.02.2002 (3005 SY göre) tarihli savunmasında; önceki savunmasını tekrar ettikten sonrA ……… biz oğlumla aynı evde otururuz, ben aşağı indiğimde evimiz kahveye yakın olduğu için jandarmalar beni çağırdı ve üzerimde silahı buldular….Benim evim kahvehaneye 500 m. uzaktadır. Silah olay günü çıplak olarak pantolonumun kemerine takılı idi. Üzerimde ceketim de vardı. Kim görüp, ihbar etti bilmiyorum, demek suretiyle savunmasına eklemeler yapmıştır. 07.06.2004 tarihinde bozmaya karşı diyecekleri sorulduğunda ise; bozmaya uyulmasın diyerek, suç saatinin 21.00 olduğunu belirtmiştir.

Sanığın oğlu ve sanığın üzerinde yakalanan silahın sahibi olduğu anlaşılan Süleyman Durmuş tanık olarak dinlenmiştir. S…

…… D…

….. kolluk tarafından alınan 19.02.2002 tarihli ifadesinde; A…

….. Dinlenme Tesislerinde çalışıyorum. 19.02.2002 de kardeşimin nişanı vardı. Saat 20.00’de babamı telefonla aradım. Evde çekmecede bulunan tabancayı üzerine al, çocukların eline geçerse bir kaza olur dedim. Babam da tabancayı üzerine almış ve kahvehanenin orada arama sırasında yakalanmış şeklinde beyanda bulunurken; yeminden ve tanıklıktan çekinme hakkı hatırlatıldıktan sonra, takdiren yeminsiz olarak dinlendiği 20.02.2002 tarihli Cumhuriyet savcılığı ifadesinde; önceki ifadesini kısmen tekrar ettikten sonra,….babama telefon ettim, silahın başkasının eline geçmemesi için aşağı kata kilitli bir yere bırakmasını söyledim. Sonra yakalanınca haberim oldu. Zaten silahın mermisi de yoktu demiştir. Asliye Ceza Mahkemesi’nde verdiği 20.02.2002 tarihli ifadesi de aynıdır.

Sanık, söylediklerinin doğru olduğunu ispatlamak için tanık dinletmek istemiştir. Bu nedenle dinlenen tanık A…

….B…

…., Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki 27.03.2002 tarihli ifadesinde; olay günü köye hayvan alıcıları gelmiş, sanık A…….’ta hayvan bulunduğu için bu şahısları A…

……’ın evine götürdüm. Orada hayvan alıcıları ile A…

…… anlaşamadılar. Alıcılar, yabancı oldukları için onları yolcu etmek amacıyla birlikte evden çıktık, cami önüne doğru gidiyorduk. Kahvenin önüne geldiğimiz sırada kahvede bulunan jandarmalar dışarı çıktılar, bizi kalabalık görünce durdurdular. Hepimizin üzerini aradılar. Arama sırasında A…

……’ta silah bulundu şeklinde ifade vermiştir. Yine olayın geçtiği kahvehanenin sahibi Z…

…G…

…. tanık olarak dinlenmiş ve Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki 17.04.2002 tarihli beyanında; olay günü jandarmalar kahveye geldiğinde sanık kahvehanede değildi. Yanında bulunan ve hayvan alıcısı olan şahıslarla birlikte yolda yürüyordu. Jandarmalar bu şahısları da kahvehaneye çağırdılar, üstlerini aradılar, arama sonucunda sanığın üzerinde bir adet tabanca yakalandı. Daha önce sanığı tabanca taşırken görmedim. Sanığın evi kahvehaneye 500 m. uzaktadır. Olay günü, A…

……’ın evinde nişan merasimi vardı şeklinde ifade vermiştir.

Olay yeri tespit tutanağı ve el koyma tutanağını düzenleyen kolluk görevlileri de tanık olarak dinlenmişlerdir. Bunlardan, Karadirek Jandarma Karakol Komutanı Y…

…. Y…

…… Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki 17.04.2002 tarihli ifadesinde; olay günü, ismi bizde saklı olan ve sanıkla aynı köyde oturan bir şahıs bize telefon etti. Sanığın bulundurma ruhsatlı silahı o anda üzerinde taşıdığını söyledi. Derhal olay yerine gittik. Yarım saat, bir saat içinde orada olduk. Köy kahvesine gidip, kahvenin dışındaki şahısları içeri aldık. Genel arama yaptık. Arama sonucu bu şahsın üzerinde tabanca çıktı. Şahsın evi ile kahvehanenin yakın olduğunu söylediler, ancak biz bu durumu incelemedik diyerek tutanakları doğrularken; uzman çavuş M…

…. Y…

….. da Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki 17.04.2002 tarihli ifadesinde; tanık Y…

…. ile aynı doğrultuda beyanda bulunup, buna ek olarak ……. şahsa sorduğumuzda, silahı sürekli taşımadığını, düğün sırasında çalınmasını önlemek için üzerine geçici olarak aldığını söyledi, demiştir. Jandarma eri H…

…. A…

… ise Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki 17.04.2002 tarihli beyanında; diğer iki zabıt düzenleyicisi ile aynı doğrultuda ifade vererek, ayrıca ……. kendisine sorduğumuzda verdiği cevabı ben hatırlamıyorum. Sadece aramaya katıldım demekle yetinmiştir.

Sanığın üzerinde yakalanan silah oğlu S…

……. adına evde bulundurma ruhsatlıdır. Dosyada bulunan ruhsatname fotokopisine göre ruhsatın geçerlik süresi 15.02.2004 tarihine kadar devam etmektedir.

Dosyadaki kanıtların değerlendirilmesinden;

Sanık A…

…… D…

…..’un, olay akşamı saat 20.00-20.30 sıralarında şehir dışında çalışmakta olan oğlu Süleyman’ın telefon ederek, “evde nişan var, tabancayı bulunduğu yerden al, çocukların eline geçmesin” demesi üzerine, S…

……’a ait bulundurma ruhsatlı tabancayı beline takarak dışarı çıktığı, sanığın belinde silah olduğunu gören bir kişinin Jandarma Karakolunu arayarak A…

…….’ın silah taşıdığı yönünde ihbarda bulunduğu, bunun üzerine kolluk güçlerinin köye hareket ettikleri, 21.30 sıralarında köy kahvehanesinde arama yapmaya başladıkları, bu sırada sanığı da kahvehanenin önünde görerek çağırıp aradıklarında üzerinde silahı buldukları, kahvehane ile sanığın evinin arasındaki mesafenin 500 metre civarında olduğu anlaşılmaktadır.

Sanığın silahı üzerinde taşıdığı sabittir, sanık silah taşıma eylemine kolluk görevlileri tarafından yakalanıncaya kadar devam etmiştir, yakalandığı yer evi veya evinin önü değildir, aksine kolluk tarafından yakalandığında evinden uzaklaşmaya devam etmektedir. Olayın oluş şekli de göz önünde bulundurulduğunda; oğlu S…

…… adına evde bulundurma ruhsatlı olan silahın, bulundurulmasına izin verilen yer dışında sanığın iradesi dahilinde 1 veya 1,5 saat süreyle, 500 metrelik mesafe boyunca ruhsatsız olarak taşınması nedeniyle, tabancanın sağlam ve atışa elverişli olduğunun bilirkişi raporuyla saptanması halinde ruhsatsız silah taşıma suçunun kast unsurunun gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Bu nedenle isabetli görülmeyen yerel mahkemenin direnme hükmü bozulmalıdır.

SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;

1-Yerel Mahkemenin direnme hükmünün BOZULMASINA,

2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına tevdiine, 19.09.2006 günlü müzakerede tebliğnamedeki düşünceye aykırı olarak oybirliği ile karar verildi.

BANKADAKİ HACİZLİ PARA -HACİZ DÜŞME SÜRESİ

T.C.
Yargıtay
12. Hukuk Dairesi
Esas No:2015/2981
Karar No:2015/13263
K. Tarihi:11.5.2015

İİK’nun 106. maddesine göre; “Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir. Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı taşınır hükmündedir. Aynı Kanun’un 110. maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda; haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konulmuş olup İİK’nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de mahçuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, paranın icra dosyasına celbi talebi satış talebi gibi değerlendirilmelidir.

Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi Ahu Başgöz tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:

Alacaklı tarafından, kesin rehin açığı belgesine dayanılarak, yapılan genel haciz yoluyla takibin kesinleşmesi üzerine takip borçlusunun T.C. Ziraat Bankası’nda bulunan para alacaklarına 12.02.2014 tarihinde haciz şerhi konulduğu, borçlunun 21.08.2014 tarihinde İİK’nun 106. ve 110. maddeleri gereğince haczin kaldırılması talebinin icra müdürlüğünce reddedildiği, bu kararın şikayet konusu yapıldığı, mahkemece takip tarihi dikkate alınarak haciz konulmasının üzerinden menkul mallar için öngörülen 1 yıllık sürenin geçmediğinden bahisle şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir.

İİK’nun “paraya çevirme” başlığını taşıyan 106 ve devamı maddelerinde taşınır ve taşınmaz malların satış usulü düzenlenmiştir. 02/07/2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişikliklerin; anılan Kanun’un 106. maddesine göre Kanunun yayım tarihi olan 05/07/2012 tarihinden itibaren 6 ay sonra yürürlüğe gireceği düzenlenmiştir. 12.02.2014 günlü haciz tarihi itibari ile yürürlükte bulunan 6352 Sayılı Yasa ile değişik İİK’nun 106. maddesine göre; “Alacaklı, haczolunan mal taşınır ise hacizden itibaren altı ay, taşınmaz ise hacizden itibaren bir yıl içinde satılmasını isteyebilir. Borçlunun üçüncü kişilerdeki alacağı taşınır hükmündedir. Aynı Kanun’un 110. maddesinde ise; “Bir malın satılması kanuni müddet içinde istenmez veya talep geri alınıp da, bu müddet içinde yenilenmezse o mal üzerindeki haciz kalkar” hükmü yer almaktadır.

Somut olayda; haciz, satılarak paraya çevrilmesi zorunlu mala değil bankadaki paraya konulmuş olup İİK’nun 106. maddesinin 2. fıkrası hükmüne göre borçlunun üçüncü kişi bankadaki alacağı menkul hükmünde ise de mahçuz para alacağı için satış söz konusu olmadığından, paranın icra dosyasına celbi talebi satış talebi gibi değerlendirilmelidir.

Bu durumda alacaklı tarafından haciz tarihinden itibaren 6 aylık süre içinde bu paraların istenerek icra dairesine gönderilmesi isteminde bulunulmadığı ve borçlunun haczin kaldırılmasını talep ettiği 21.08.2014 tarihinde 6 aylık sürenin geçmiş olması nedeni ile haciz İİK’nun 110. maddesi uyarınca kalkmıştır.

O halde; mahkemece, şikayetin kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ :Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11/05/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.

DEPREM -KURTARMA ÇALIŞMALARININ YETERSİZLİĞİ – MANEVİ TAZMİNAT

TC

YARGITAY

11. HUKUK DAİRESİ

DEPREM SONRASI KURTARMA FAALİYETLERİNİN VE KOORDİNASYON ÇALIŞMALARININ YETERSİZLİĞİ ( Manevi Tazminat – Olumsuz Eylem/Olayda İdarenin Hareketsizliğinin Söz Konusu Olması )

(30.4.2004, 4552/2026).

ÖZET : Davacıların, depremde yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri manevi zararı, davalı idarenin deprem sonrasında yapması gereken kurtarma faaliyetlerinin ve koordinasyon çalışmalarının yetersizliğine dayandırdıkları, dolayısıyla manevi zarar, söz konusu hizmetlerin geç veya hiç işlememesi şeklinde oluşan fiil ve hareketlerle somutlaştığından, bu şekilde oluştuğu ileri sürülen zararın idari işlemlerden değil, idari eylemlerden kaynaklandığı sonucuna ulaşılmaktadır. Durum böyle olunca, olayda idarenin hareketsizliği söz konusu olmakta ve böylelikle öğretide de kabul edildiği gibi, idarenin bu hareketsizliğinin “”olumsuz eylem”” olarak kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın, idarenin olumsuz eyleminden kaynaklandığı sonucuna ulaşıldığından, idare mahkemesince 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca davanın süresi içinde açılıp açılmadığının değerlendirilmesi ve bu sonuca göre uyuşmazlığın çözümü yoluna gidilmesi gerekir.
KARAR : 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü kanununun 13. maddesinde, “”idari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka bir suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi içinde dava açılabilir”” hükmü yer almaktadır.
Anayasa’nın 125. maddesinin 1. fıkrasında, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında; idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır.
Bir idari işlem veya bir idari sözleşmenin uygulanması durumunda olmayan, idarenin her türlü faaliyetlerinden veya hareketsiz kalmasından, araçlarının kullanımından, taşınır ve taşınmaz mallarının veya tesislerinin işletilmesinden dolayı oluşan zararları idari eylem sonucu oluşan zarar ve buna yolaçan eylemi de sonuç olarak idari eylem kavramı içerisinde kabul etmek gerekir.
Olayda davacıların, depremde yakınlarını kaybetmeleri nedeniyle uğradıklarını ileri sürdükleri manevi zararı, davalı idarenin deprem sonrasında yapması gereken kurtarma faaliyetlerinin ve koordinasyon çalışmalarının yetersizliğine dayandırdıkları, dolayısıyla manevi zarar, söz konusu hizmetlerin geç veya hiç işlememesi şeklinde oluşan fiil ve hareketlerle somutlaştığından, bu şekilde oluştuğu ileri sürülen zararın idari işlemlerden değil, idari eylemlerden kaynaklandığı sonucuna ulaşılmaktadır. Durum böyle olunca, olayda idarenin hareketsizliği söz konusu olmakta ve böylelikle öğretide de kabul edildiği gibi, idarenin bu hareketsizliğinin “”olumsuz eylem”” olarak kabulü gerekmektedir.
Bu durumda, uğranıldığı ileri sürülen manevi zararın, idarenin olumsuz eyleminden kaynaklandığı sonucuna ulaşıldığından, idare mahkemesince 2577 sayılı Yasanın 13. maddesi uyarınca davanın süresi içinde açılıp açılmadığının değerlendirilmesi ve bu sonuca göre uyuşmazlığın çözümü yoluna gidilmesi gerekirken, davanın süre aşımı nedeniyle reddedilmesinde hukuka uyarlık görülmemiştir

TERÖR ÖRGÜTÜNE ÜYE OLMA

                  T.C
CEZA GENEL KURULU
2019/188 E., 2021/338 K.

“İçtihat Metni”

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi

Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık … hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 07.02.2019 tarih ve 49 – 6 sayı ile; sanığın TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 62, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba karar verilmiştir.

Hükmün sanık ve müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “onama” istemli 08.04.2019 tarihli ve 34508 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI

Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:

Hükmolunan ceza miktarı yönünden yasal şartları oluşmadığından sanık müdafisinin duruşmalı inceleme isteminin CMK’nın 299. maddesi uyarınca reddine karar verilmiştir.
Ceza Genel Kurulunca, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılma istemiyle açılan davada, İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesinde yapılan yargılama sonunda, bu suçtan kurulan mahkumiyet hükmünün hukuki yönüne ilişkin temyiz incelemesi yapılacaktır.

I) TEMYİZ EDENLERİN SIFATI, BAŞVURULARIN SÜRESİ VE TEMYİZ NEDENLERİNE GÖRE YAPILAN İNCELEMEDE:

A) Uygulanacak Temyiz Hükümleri:
07.10.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmekle birlikte 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Ek 7 nolu protokolün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesinin “Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkum edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir. 2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” hükmü doğrultusunda, bazı kamu görevlilerin özel yetki kuralları uyarınca Yargıtayda veya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesinde yargılanmaları halinde istisna getirebilme olanağına rağmen iç hukukumuzda, ilk derece olarak Yargıtayda yargılanacak kişiler bakımından verilen hükümlerin temyiz edilebileceği öngörülerek, iki dereceli sistem benimsenmiştir.

B) Temyiz Süresi ve Neden Bildirme Yükümlülüğü:

Hüküm fıkrasında, verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağı bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresinin, mercisi ve şekillerinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilerek hazır bulunan sanığa ve müdafisine bildirilmesi gerekmektedir.
Temyiz istemi, tutuklu bulunan sanıklar hakkında CMK’nın 263. madde hükmü saklı kalmak üzere, hükmün açıklanmasından itibaren eğer temyiz yoluna başvurma hakkı olanların yokluğunda açıklanmışsa tebliğ tarihinden itibaren on beş gün içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt kâtibine bir beyanda bulunulması suretiyle yapılmasının gerekliliği, temyiz sebebinin ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabileceği gözetilerek, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorunda olduğu, başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde bu nedenleri içeren bir ek dilekçe verilmesi gerekliliğine uyularak usulüne uygun başvuru yapıldığı anlaşılmakla işin esasına geçilmiştir.

C) Temyiz Nedenleri ve İncelemenin Kapsamı:

İstinaf mahkemelerinin Türk yargı sistemine dahil olmasıyla kanun yolu yargılamasında yeni bir anlayışı benimseyen kanun koyucu, istinaf başvurusunda Cumhuriyet savcısı dışındaki diğer kişiler bakımından sebep gösterme zorunluluğu öngörmezken, temyiz kanun yolunda, mülga 1412 sayılı CMUK’tan farklı şekilde resen temyiz tercihinden vazgeçerek, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini, temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğunu ve temyiz başvurusunda temyiz nedenleri gösterilmemişse temyiz başvurusu için belirlenen sürenin bitmesinden veya gerekçeli kararın tebliğinden itibaren yedi gün içinde hükmü temyiz olunan bölge adliye mahkemesine bu nedenleri içeren ek bir dilekçe vermesini öngörmüştür. Gerekçeli temyiz dilekçesi, (ek dilekçe, temyiz layihası) temyiz nedenlerinin gösterildiği dilekçedir. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekir.

Bir muhakemede, çözümü amaçlanan iki temel sorun vardır. Bunlar, maddi sorun ve hukuki sorundur. Maddi sorun, “olgusal dünya”ya; hukuki sorun, “normatif dünya”ya aittir. Mahkemede önce maddi sorun, sonra hukuki sorun çözülür. Maddi sorunun çözümü geçmişte yaşanmış bir olayın temsili, nasıl gerçekleştiğinin tespitidir. Bu çözüm de sadece hukukun izin verdiği yöntemlerle gerçekleşecektir. Maddi olayın gerçeğe uygun temsil edilebilmesi öncelikle, eksiksiz soruşturma yapılması ve toplanan tüm delil araçlarının doğru değerlendirilmesine bağlıdır. Hâkim; delil araçlarını, akıl yürütmek ve bu arada tecrübe kurallarına başvurmak suretiyle, vicdanına göre değerlendirecektir. Yine akıl yürüterek boşlukları dolduracaktır. Dolayısıyla vicdani kanaate sezgilerle değil akıl yoluyla ulaşılacaktır.

Temyiz denetiminde, maddi olayın tespitinde ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüzyüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir ederken, delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görüşülüp incelenebileceği gibi maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıkları da gerekçe üzerinden denetlenebilecektir.

Temyiz dilekçesinde bir temyiz nedeni var olmasına rağmen muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz sebebi olarak gösterilmemesi ya da gösterilmekle birlikte hükme etki edecek nitelikte olmadığının anlaşılması durumunda usul hükümlerine uygunluk bakımından sadece 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesi kapsamındaki hukuka kesin aykırılık hâlleriyle sınırlı bir temyiz incelemesi yapılacak, inceleme sırasında tespit edilen ancak hükmü etkilemeyen muhakeme hukukuna aykırılıklar Yargıtay tarafından bozma nedeni yapılmayarak kararda bu aykırılıklara işaret edilmekle yetinilecektir.

Temyiz nedeninin, maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanması hâlinde ise maddi hukuka aykırılık nedeniyle hükmün temyiz edilmesi yeterli olup cezai yaptırımların kişiler üzerindeki telafisi mümkün olmayan ağır sonuçları da gözetilerek somut olayda adaleti gerçekleştirme ve doğru bir hüküm oluşturma ile yükümlü olan Yargıtayca dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar tespit edilip temyiz edenin sıfatı da dikkate alınmak suretiyle bozma nedeni yapılması gerekecektir.
CMK’nın 289. maddesinde yazılı olan “Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır” kuralı, hiçbir temyiz nedeni içermeyen bir temyiz başvurusunda, mutlak temyiz nedenlerinin kendiliğinden gözetileceği şeklinde anlaşılamaz. Bu noktada dilekçe yalnızca bir veya birden fazla nispî temyiz nedeni içeriyorsa, bu nedenler kabul edilmese dahi 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yer alan mutlak hukuka aykırılık hâllerinden birine dayanarak hükmün bozulması mümkündür.

Bu açıklamalar ışığında dosya kapsamında ileri sürülen temyiz nedenleri incelendiğinde;
a) Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla gerçekleştirilen yargılama sonucunda 07.02.2019 tarihinde yapılan oturumda hüküm özünün, hazır bulunan sanık ve müdafisine, karara karşı başvurulacak kanun yolu, süresi, mercisi ve şekilleri de belirtilmek suretiyle açıkça okunup usulen anlatıldığı,

Mahkumiyet hükmüne yönelik olarak sanığın 14.02.2019, müdafisinin ise 13.02.2019 tarihli ve süresi içerisinde sundukları dilekçelerle temyiz kanun yoluna başvurdukları,

b) Temyiz dilekçeleri içeriklerinden; sanığın kararın usul ve yasaya, sanık müdafisinin ise hukuka aykırı olması nedenine dayanmak suretiyle gerekçeli kararın kendilerine tebliğ edilmesini talep ettikleri,

c) Gerekçeli kararın sanığa 18.03.2019, sanık müdafisine ise 14.03.2019 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği,

Sanık müdafisinin 21.03.2019, sanığın ise 25.03.2019 tarihinde sundukları ek temyiz dilekçelerinde özetle; iddia edilen suçun oluşmadığı, ceza miktarının isabetsiz olduğu, iddia olunan eylemlerin terör örgütü üyeliği olarak değerlendirilmesinin mümkün olmadığı, suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı, Yargıtay üyeliğine örgüt üyeliği nedeniyle değil, liyakati sebebiyle seçildiği, …’ın beyanlarının gerçekleri yansıtmadığı ve çelişkili olduğu, … ve …’in ifadelerine dayalı olarak mahkemenin örgüt üyesi olduğu yönünde kabulde bulunmasına rağmen her iki tanığın da sanığın örgüt üyeliği ile ilgili somut bir bilgilerinin bulunmadığı, üyelik seçimlerinde sanığı destekleyen isimler dolayısıyla örgüte yakın olduğu kanısına vardıklarına dair beyanda bulundukları, üye seçiminde sanığı destekleyenlerin çoğunun sınıf arkadaşı, hemşehrisi veya kürsüden tanıdığı arkadaşları olduğu, 2014 yılında HSYK seçimlerinde örgüt lehine çalışma yaptığına kabulde yer verilmiş olmakla birlikte bu konuda ne tanık ifadesi ne de başka bir delilin bulunduğu, yalnızca adaylardan şahsen tanıdığı olup olmadığını soran samimi meslektaşlarına şahsen tanıdığı bir iki üyeden bahsetmiş olduğu, hiçbir meslektaşına örgüt adaylarına oy vermelerini söylemediği, mahkemenin kabule aldığının aksine hiçbir tanığın sanığın örgütsel bir eyleminden bahsetmediği, böyle bir eylemine tanık olmadıklarını beyan ettikleri, tanıkların düşünce ve kanaatlerinin birlikte dolaştığı kişiler ile katıldığı sosyal faaliyetlerden kaynaklandığı, mahkeme sosyokültürel birikimi, eğitim düzeyi gibi nedenlerle bu oluşumun silahlı terör örgütü olduğunu bilebileceği varsayımında bulunmuş ise de devletin dahi son olaylara kadar bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu anlayamadığı bir olayda sanıktan bunu anlamasının beklenmesinin mümkün olmadığının ortada olduğu, adı geçen örgüte üye olmadığı, kabulde benimsemediği ve katılmadığı bir eylem nedeniyle tehlikelilik durumunun ortaya çıktığına yer verilmesinin isabetli olmadığı, mahkemenin bu anlamda gerekçeye aldığı hususun gerçeklerle uyuşmadığı, bilgisayarında Bylock kalıntısı bulunmasının örgüt üyesi olduğunu değil aksine üye olmadığını gösteren bir delil olduğu, zira Bylock ismini duyduktan sonra internette bu kelimeyi arattığı, karmaşık ve şifreli bir program olduğunu görünce araştırıp kullanmaktan vazgeçtiği, Bylock programını indirmediği ve kullanmadığı, bunun dosyaya gelen yazı ve cevaplarla da sabit olduğu, kararda belirtilenin aksine “herkul.org” sitesini takip ettiğine dair bilirkişi raporunda bir belirleme olmadığı, tersine ziyaret edilen web sitelerinin otomatik olarak kaydedildiği “temporary internet files” adı altında otomatik kaydedilen dosyalardan olduğunun belirtildiği, mahkemenin bu anlamda gerekçeye aldığı hususun gerçeklerle uyuşmadığı, üzerine atılı eylemlerden hiçbirinin silahlı terör örgütü üyeliğinin oluşumu için yeterli olmadığı, hakkında isnat edilen eylemlerin sosyal faaliyet kapsamında anayasal ve evrensel hak ve özgürlüklerin kullanılması mahiyetinde fiiller olduğu, ayrıca eylemleri sırasında hukuken varlığı tescillenmiş bir silahlı terör örgütü olgusunun da mevcut olmadığı, dolayısıyla suçun manevi unsurunun oluşmadığı, bir örgütsel eyleminin bulunmadığı, cezanın asgari hadden uzaklaşılarak tayin edilmesinin isabetli olmadığı, temel ceza belirlenirken herhangi bir kişiselleştirme yapılmadığı, genel şablon ifadeler gerekçe yapılarak asgari haddin üzerinde ceza tayin edildiği,

Nedenlerine dayalı olarak hükmün bozulmasını talep ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Temyiz edenlerin sıfatı, başvuruların süresi ve temyiz nedenleri bu şekilde değerlendirildikten sonra sanık hakkındaki mahkumiyet hükmünün; sanığın fiilinin suç oluşturup oluşturmadığı, fiilin hangi suçu oluşturduğu, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulup kurulmadığı, hükmün doğru tesis edilip edilmediği, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, dosyaya yansıyan ve hükme etki edebilecek delillerin karar yerinde tartılışıp tartışılmadığı, bu bağlamda maddi sorunun isabetli bir şekilde tespit edilip edilmediği gibi dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar ile usul hükümlerine uygunluk bakımından ve 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yazılı bulunan hukuka kesin aykırılık hâllerinin mevcut olup olmadığı yönlerinden temyiz denetimine geçilmiştir.

Ceza Genel Kurulunun 17.03.2021 tarihli ve 495-116 sayılı kararında ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere;

II) USULE İLİŞKİN İTİRAZLAR VE RESEN İNCELENMESİ GEREKEN HUSUSLAR:

A) Soruşturma Usulleri ve Kovuşturma Mercisi:
aa) Genel Olarak:
Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır. Anayasa’nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği öngörülmekle birlikte; yargı kollarında yer alan Yüksek Mahkemeler yönünden kanunilik esasının ötesinde bu mahkemelerin niteliklerine, üyelerin ne şekilde atanacağına ya da seçileceğine, görev ve yetkilerinin neler olduğuna dair konular doğrudan doğruya Anayasa’da hüküm altına alınmıştır.

Ülkemizdeki yargı kolları arasında yer alan adli yargı; diğer yargı kollarının (anayasa yargısı ve idari yargının) görevine girmeyen davaların çözümlendiği olağan ve genel yargı kolu olup teşkilât yapısı ilk derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay olmak üzere üç derecelidir.

Kamu görevinin etkin ve kesintisiz biçimde sürdürülmesi ve soruşturulmasında kamu yararı bulunmayan kimi iddialarla ilgili gereksiz işlem yapılmasının önüne geçilmesi amacıyla kamu görevlilerinin bağlı bulundukları yasalara göre özel soruşturma usulleri öngörülmüştür.
Hâkimlerin suç işlemeleri hâlinde cezai sorumluluklarının bulunduğu, çağdaş hukuk sistemlerinin ortak kabulüdür. Bir hâkimin göreviyle ilgili ya da kişisel bir suç işlemesi mümkün olup bu durumda kişinin hâkim olması nedeniyle işlediği suçun yaptırımsız kalması düşünülemez. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz içinde hâkimlerin görevleriyle ilgili ya da kişisel nitelikte işledikleri ve suç oluşturan eylemlere ilişkin Anayasa, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu, 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu gibi kanunlarla kural olarak özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ve mercileri öngörülmüştür.
Suçun görev sebebiyle işlendiğinin kabulü için, eylemin memuriyet işleriyle ilgili olması, diğer bir anlatımla suçu doğuran fiil ile görev arasında illiyet bağı bulunması, görevle bağlantılı olması ve görevin sağladığı imkanlardan faydalanılarak işlenmesi gerekir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.02.2004 tarihli ve 2004/2-10 Esas 2004/40 Karar sayılı kararında “Görev sebebiyle işlenen suç kavramının, memuriyet görevinden doğan, görev ile bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenebilen suçları ifade eder.” şeklinde kabul edilmiştir. Yargıtayın yerleşik uygulamasına göre kamu görevlilerinin herhangi bir suç örgütüne üye veya yönetici olmaları kişisel suç niteliğindedir.

Özel soruşturma ve kovuşturma usulleri öngören düzenlemelerden; yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa’nın 83. maddesi, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına ilişkin 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine ilişkin 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesi, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesi ile diğer kamu görevlilerine ilişkin 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 2. maddesinde “ağır cezalık suçüstü hâli” ortak bir kavram olarak kullanılmaktadır. Aynı kavram, suç tarihinden sonra 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesine 680 sayılı KHK ile eklenen ve 7072 sayılı Kanun’la aynen kabul edilerek kanunlaşan altıncı fıkrada da yer almaktadır.

5271 sayılı CMK’nın “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde de “Suçüstü hâli”nin;
“1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu” ifade ettiği öngörülmüştür.
Belli bir suçun bulunması, failin yakalanmış olması ve failin suçu işlediği an ile yakalandığı an arasında uzun sürenin geçmemiş olması, suçüstü hâlidir.
Öte yandan, suçüstü hâlinin varlığı açısından hukukî düzenlemelerde açıkça bir zaman sınırı öngörülmediği göz önüne alındığında, bir zaman sınırlaması getirmek mümkün değildir. Bir olayın hangi ana kadar “suçüstü” olarak nitelendirilebileceği, o olayın özelliklerine, işlenen suça, türüne, işlenme biçimine, icra ile yer ve zaman bakımından gerçekleşen illiyet bağına göre takdir edilmelidir.
Suçüstü hâli doktrinde, dar anlamda ve geniş anlamda suçüstü olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulmuştur (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, 5. Bası, Sevinç Matbaaası, Ankara, 1978, s. 692, 693). Konumuza ilişkin olarak, asıl suçüstü ya da dar anlamda suçüstü, CMK’nın 2. maddesinin (j) bendinde yer alan (1) numaralı alt bentteki “işlenmekte olan suç”u ifade etmektedir.
bb) Mütemadi Suçlarda Suçüstü Hâli:
Doktrinde genel kabul gören görüş; mütemadi suçlar suçüstü hâlinde işlenebilen suçlardır. Mütemadi suçlarda, temadi devam ettikçe suçüstü hâlinin devam ettiği, icra hareketlerinin tamamlanmasının gerekmediği, mütemadi suçu oluşturan icra hareketlerinin bir kısmında sanığın geniş anlamda yakalanmasının yeterli olduğu, kanuni düzenlemelerde bu konuda bir ayrıma gidilmediği ve suçüstü hâlinde temadinin sona ereceğine ilişkindir.
Türk Hukukundaki silahlı örgüt suçuna ve usul hukukuna ilişkin düzenlemelere ayrıca değinilecek olmakla birlikte, faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir.
cc) Terör Suçlarında Özel Soruşturma Usulleri:
Kamu görevlilerinin görev nedeniyle işledikleri suçlar bakımından haklarında doğrudan soruşturma yapılabilmesi, fiilin ağır ceza mahkemesinin görevine girmesi ve failin suçüstü hâlinde yakalanması terör suçları bakımından gerekli görülmemiştir.
Demokratik yaşama ciddi tehdit oluşturan terör suçlarının soruşturulması usulüne ilişkin uzun yıllardan beri yürürlükte olan özel düzenlemeler söz konusudur. Nitekim, 16.06.1983 tarih ve 2845 sayılı yasa ile kurulan Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Görev” başlıklı ikinci bölümünün “Devlet güvenlik mahkemelerinin görevleri” başlıklı 9. maddesi;
“Devlet Güvenlik Mahkemeleri aşağıdaki suçlarla ilgili davalara bakmakla görevlidir.
a) Türk Ceza Kanununun 125 ila 139 uncu maddelerinde; 146 ila 157 nci maddelerinde; 161, 168, 169, 171, 172, 174 üncü maddelerinde; 312 nci maddenin 2 nci fıkrasında; (…); 499 uncu maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar,
Yukarıda belli edilen suçları işleyenler ile bunların suçlarına iştirak edenler, sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanırlar.
Ancak, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hali dahil Askeri Mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.”
Şeklindedir.
“Soruşturma usulü” başlıklı 10. maddesinde;
“…Bu Kanun kapsamına giren suçlar hakkında, suç görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılıklarınca doğrudan doğruya takibat yapılır.” hükmü yer almaktadır.
5271 sayılı CMK’nın 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen 250. maddesi;
“(1) Türk Ceza Kanununda yer alan;

c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç),
Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür.

(3) Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile (…) askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.”,
Aynı Kanun’un 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen “Soruşturma” başlıklı 251. maddesi ise;
“(1) 250 nci madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet Başsavcılığınca 250 nci madde kapsamındaki suçlarla ilgili davalara bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez….”
Şeklindedir.
“Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 3713 sayılı Terörler Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin 21.02.2014 tarihli 6526 sayılı Kanun’un 19. maddeleriyle yürürlükten kaldırılmadan önceki hâli;
“Bu Kanun kapsamına giren suçlar dolayasıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.
Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak;
a) Soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet başsavcılığınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316’ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 01.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26’ncı maddesi hükmü saklıdır” biçimindedir.
Mülga hükümlerin incelenmesinde de görülmektedir ki; silahlı terör örgütüne üye olma suçuyla ilgili olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’la kural olarak, soruşturmanın genel hükümlere göre, bu kanun uyarınca kurulmuş mahkemelerde görev yapan Cumhuriyet savcıları tarafından yapılacağı kabul edilmektedir. Devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılmasından sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 250. maddesi ile de bu genel kural aynen korunmuştur.
05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesinin 3. fıkrasının (b) bendi ile TCK’nın 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316 maddelerinde yazılı olup 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca doğrudan terör suçu kabul edilen suçlar hakkında görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet Savcıları tarafından doğrudan soruşturma yapılacağı hüküm altına alınmış olup aynı Kanun maddesinin bendinde 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 26. maddesi hükmünü saklı tutmuştur.
Daha sonra 06.03.2014 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesi yürürlükten kaldırılmış ve aynı Kanun’un 15. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ıncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmü 8. fıkra olarak eklenmiştir. Suç tarihinde bu hüküm yürürlüktedir.
Dolayısıyla suç tarihinde 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı terör suçları yönünden yapılacak soruşturmalarda görev ya da kişisel suç olup olmadığına bakılmaksızın Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay ve HSK üyelerine yönelik kendi özel kanunlarına ilişkin özel bir koruma öngörülmemiştir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5235 sayılı Kanun’un “Ağır ceza mahkemesinin görevi” başlıklı 12. maddesinde ağır ceza mahkemesinin görevine giren davaların istisnası olarak yer verilen “Anayasa mahkemesi Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler askeri mahkemelerin görevine giren hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır.” şeklindeki hüküm de kovuşturma aşamasında görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkin olup soruşturmanın usulüne ilişkin düzenleme içermemektedir.
Bu bağlamda ele alınması gereken ve 2575 ile 2797 sayılı Kanun’ların yürürlük tarihinden sonra, somut olayımızda suç tarihinden önce 06.03.2014 tarihli ve 28933 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine eklenen sekizinci fıkrada “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmüne ilişkin düzenlemede, aralarında silahlı örgüt suçunun da sayıldığı bazı suçların vahameti ve bu suçlarla korunan hukuki değer dikkate alınarak 2937 sayılı Kanun’da sayılan kişilere yönelik istisna haricinde, bu suçların soruşturmasının genel hükümlere göre yürütüleceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Buna göre Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesinin 6. fıkrasında belirtilen kişisel suç ağır cezalık olmasa ve fail suçüstü hâlinde yakalanmasa dahi, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrası gereğince doğrudan soruşturulabilecektir. Dolayısıyla TCK’nın 314. maddesinde yazılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle genel hükümlere göre soruşturma yapabilmek için suçüstü hâlinin bulunmasına gerek yoktur.
Ayrıca, 15.07.2016 tarihinde ülke genelinde başlayan ve 19.07.2016’e kadar devam eden hükûmeti devirmeye ve Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs edilmesi sebebiyle ve demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla ilan edilen olağanüstü hâlin varlığı, ülkede terör saldırılarının yoğunlaştığı bir dönemde gerçekleşen 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün ulusal güvenlik üzerinde oluşturduğu tehdit ve tehlikenin boyutu, darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi amacıyla yapılan işlemlerin uygulanabilmesi ve demokrasinin korunarak hukuk devleti ilkesine bağlılığın sağlanması için ihtiyaç duyulan süre darbenin yapıldığı günle sınırlı olmamıştır. Mevcut iktidar tarafından Anayasal düzeni korumakla görevli kolluk güçleri ile soruşturma ve yargılama organları üzerindeki terör örgütünün kontrolünün boyutu bilinmediğinden zira üst düzey yöneticilerin en yakınındaki görevlilerin örgüt mensubu olduğunun anlaşıldığı ortamda, çağrı üzerine halkın günlerce meydanlarda demokrasi nöbeti tutarak güvenliğin sağlanmaya çalışıldığı bir süreçte; 15.07.2016 tarihinde başlayan ve sonrasında da devam eden darbe teşebbüsünün savuşturulması sürecinde sanığın yakalanıp gözaltına alındığı ve tutuklandığı hususları dikkate alındığında; sanığa isnat edilen suça ilişkin suçüstü hâlinin bulunduğu yönünde soruşturma ve kovuşturma mercilerince yapılan değerlendirmelerin olgusal ve hukuki temelden yoksun ve keyfî olduğu kabul edilemeyecektir.
B) Hâkim ve Savcılar Sınıfı:
Hâkim ve savcılarla ilgili olarak 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 82 ve müteakip maddelerine göre “görevden doğan veya görev sırasında işlenen suçlardan dolayı” soruşturma yapılması izne bağlanmış, aynı Yasa’nın 90. maddesi gereğince birinci sınıfa ayrılmış hâkim ve savcılar için Yargıtayın ilgili ceza dairesi, birinci sınıfa ayrılmayan hâkim ve savcılar için de bağlı bulundukları yargı çevresindeki Ağır Ceza Mahkemesi kovuşturma mercisi olarak belirlenmiştir. Hâkim ve savcıların kişisel suçları ile ilgili soruşturma, görev yerlerine en yakın Ağır Ceza Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılır. Bu suçlar yönünden kovuşturma mercisi aynı yargı çevresindeki Ağır Ceza Mahkemesidir. (2802 sayılı Kanun’un 93. maddesi). Ağır Ceza Mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlinde ise soruşturma genel hükümlere göre bizzat Cumhuriyet savcısı tarafından yapılacaktır. (Aynı Yasa’nın 94. maddesi) Hâkim ve savcıların görev suçları yanında görev sırasında işledikleri suçlar yönünden de özel soruşturma usulü benimsenmiştir. Ancak bu kuralın iki istisnası bulunmaktadır: ağır cezalık suçüstü hâli ve Türk Ceza Kanunu’nun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316. maddelerinde yer alan suçların işlendiği iddiasıyla yapılan soruşturmalardır. (CMK’nın 161/8. maddesi)
Görev suçlarında soruşturma sırasında alınması gerekli koruma tedbirleri bakımından 2802 sayılı Yasa’nın 85. maddesinde “Soruşturma sırasındaki tutuklama istemleri, son soruşturma açılmasına karar vermeye yetkili merci tarafından incelenir ve karara bağlanır.” şeklinde açık biçimde düzenlenmiş iken, şahsi suçlar yönünden özel bir hüküm bulunmadığından kanun koyucu burada genel kuraldan ayrılmamış olup bu hâlde soruşturma yapan Cumhuriyet Başsavcılığının yargı çevresindeki sulh ceza hâkimleri yetkili olacaktır.
C) Yargıtay Başkanı ve Üyeleri:
Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Bu ilke Anayasal bir hak olarak korunmuş olup Anayasa’nın 37. maddesinde “Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” şeklinde ifade edilmiştir.
Yargıtay, adli yargı içerisinde Anayasal boyutta bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak düzenlenmiş olup adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı mercisine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercisidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmakla görevli kılınmıştır. Yargıtay Başkan ve Üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak bu görevler kapsamındadır.
Bilindiği üzere, 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra Milli Güvenlik Kurulu 20.07.2016 tarihinde yaptığı toplantıda “demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla” hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20.07.2016 tarihinde, ülke genelinde 21.07.2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21.07.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün TBMM tarafından onaylanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti 21.07.2016 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir.
Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 05.10.2016, 03.01.2017 ve 17.04.2017 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmıştır.
Olağanüstü hâl döneminde çıkarılan KHK’lar ile bazı yasalarda değişiklikler yapılmıştır.
2797 sayılı Kanun’un; Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı yapılacak inceleme, soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 46. maddesi suç tarihi itibarıyla;
“Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.
Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.
Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.
Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.
Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.
Sanık, Ceza Genel Kurulunca verilen kararın tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yeniden incelenmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmişken, bu maddenin beşinci fıkrasında 680 sayılı KHK’nın 5. maddesiyle değişiklik yapılarak bu kişilerin kişisel suçlarında kovuşturma makamı “Yargıtay Ceza Genel Kurulu” yerine “Yargıtay ilgili ceza dairesi” olarak yeniden belirlenmiş ve maddenin altıncı fıkrası da yürürlükten kaldırılmıştır. Bu değişiklik 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Son olarak, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesinin yürürlükten kaldırılan altıncı fıkrası bu kez 690 sayılı KHK’nın 2. maddesiyle yeniden düzenlenmiş ve bu fıkra;
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.” biçiminde son hâlini almış ve bu düzenleme de 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Söz konusu değişikliklerle birlikte, 2797 sayılı Kanun’un “Dairelerin Görevleri” başlıklı 14. maddesinde yine 680 sayılı KHK’nın 3. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan değişiklik sonucunda bu maddeye “Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulu bir veya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebilir. Bu durumda, görevlendirilen dairenin bakmakta olduğu işler, bir sonraki takvim yılı beklenmeksizin Birinci Başkanlık Kurulu tarafından başka dairelere verilebilir.” biçiminde (f) bendi eklenmiştir.
2797 sayılı Kanun’un 14 ve 46. maddelerinde yapılan değişiklikler üzerine toplanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca öncelikle 11.07.2017 tarih ve 245 sayı ile; söz konusu düzenlemelere yer verildikten sonra “kovuşturma işlemlerini yürütmek üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesinin görevlendirilmesine” karar verilmiş ve bu karar 18.07.2017 tarihli ve 30127 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.
Gelinen aşamada, suç tarihi itibarıyla Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılayacağı kişilerin, şahsi suçları bakımından kovuşturma makamı Yargıtay Ceza Genel Kurulu iken, sonradan olağanüstü hâl döneminde yürürlüğe konulan 680 sayılı KHK ile bu makamın Yargıtay ilgili ceza dairesi olarak değiştirilmesinin ve yargılamanın bu doğrultuda Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasının tabii hâkim ilkesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararında; Yargıtay Daireleri arasındaki görev ilişkisinin, adli yargı ilk derece mahkemeleri arasında var olan ve kamu düzenine ilişkin bulunan görev ilişkisi niteliğinde olmayıp 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 6545 sayılı Kanun’la değişik 14. maddesinde yer alan “hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında iş bölümü esasına göre çalışır” şeklindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere idari nitelikte iş bölümü ilişkisi olduğu, ancak kamu düzenine ilişkin görev ve bu husustaki uyuşmazlığın değerlendirilmesi açısından ilk derece yargılamasına konu dosyayı ele alan ve davaların birleştirilmesi hususunda farklı görüş bildiren Özel Dairelerin birbirinden farklı mahkemeler değil, istisnai hâllerde ilk derece yargılaması yapan “Yargıtay”, dolayısıyla tek mahkeme olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Terör suçlarına ilişkin davalara yönelik kanun yolu incelemeleri Yargıtay 16. Ceza Dairesince yapılmakta iken, bu suçlardan kaynaklanan davalardaki artış, bu artışın Yargıtayın tali ve istisnai görevi olan ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma görevine de yansıması ve bu nedenle oluşan ciddi iş yoğunluğu, beraberinde daireler arasında bu hususta da iş bölümü yapılması sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda 2797 sayılı Kanun’da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçlarında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması hususunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi görevlendirilmiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanınca hazırlanan Çalışma Yönergesi’ne göre ise iş yoğunluğu nedeniyle Dairede birden fazla heyet oluşturularak çalışma usulüne gidilmiştir.
Suç tarihinden önce ve sonrasında da 2018 yılının Eylül ayına kadar Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise 2797 sayılı Kanun’da ve Yargıtay İç Yönetmeliği’nde düzenlenen çalışma usulleri gereğince, değişken üyelerle haftada ancak bir kez toplanabilen ve zamanaşımı yakın, tutuklu iş niteliğinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının mahiyeti ve infaza dair olası hukuki sonuçları vb. nedenlerle önceliği bulunan dosyaların yoğun olarak görüşüldüğü bir karar organı olarak faaliyet göstermekteydi. Söz gelimi, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen sayısal verilere göre; 2017 yılında özetle 271’i itiraz, 877’si direnme olmak üzere esasa kaydedilen toplam 1148 dosyanın toplam 524’ü karara bağlanmış, karara bağlanan dosya sayısı 2018 yılında da 698 olarak ortaya çıkmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunda suç ayrımı yapılmaksızın tüm dairelerden gelen dosyaların karara bağlanmasına, derdest dosyaların çokluğu ve niteliğine, çalışma usulleri gereği önceden değişken tek heyet, sonradan ise sabit tek heyet hâlinde ve haftada en fazla 1-2 gün toplanabilmesine karşın, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bir uzmanlık mahkemesi biçiminde faaliyet göstermesi, bu Dairenin dahi yargılamaların makul sürede tamamlanabilmesi için haftanın bir çok günü ve birden fazla heyetle toplanarak yargılama yapıyor olması, mevcut çalışma prensipleri ve suç tarihinden sonra ortaya çıkıp belirginleşen iş yoğunluğu da dikkate alındığında, kişisel suçları nedeniyle Yargıtayda yargılanacak kişilerin kovuşturma makamının Yargıtay Ceza Kurulu olarak belirlenmesi, bu Kurulun önceden istisnai görevi olarak öngörülen yargılama yapma yetkisini asli görevi hâline getireceği, bu nedenle hem derdest dosyaların hem de kovuşturma yapılmak üzere gelen dosyaların adil yargılanma hakkına uygun olarak makul sürede tamamlanmasının imkânsızlaşacağı, dolayısıyla kovuşturma yapma yetkisinin Yargıtay ilgili ceza dairesine devredilmesine dair düzenlemenin, salt Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bu görevin yerine getirilmesindeki zorluk yerine adil yargılanma hakkının sağlanması ve davaların makul süre içinde sonuçlandırma gibi evrensel hukuk ilke ve kuralları açısından uluslararası üst normlardan kaynaklanan zorunluluğun gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu değişiklik üzerine kovuşturmanın Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılmasının usul ve kanuna uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Bu nedenle; dava konusu olayda sanığa atılı suç nedeniyle yargılamanın Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmaktadır.
D) Danıştay Başkanı ve Üyeleri:
Danıştay üyelerinin hukukî durumları 2575 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un 3. maddesinde Danıştay Başkanı, Danıştay Başsavcısı, Danıştay başkanvekili, daire başkanları ile üyelerin “Danıştay Meslek Mensupları”nı ifade ettiği, 4. maddesinde de bu görevlilerin yüksek mahkeme hâkimleri olarak Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve kanunların kendilerine sağladığı teminat altında görev yapacakları belirtilmiştir.
2575 sayılı Kanun’un “Soruşturma” başlıklı 76. maddesi;
“1-Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin görevlerinden doğan veya görevleri sırasında işlemiş bulundukları suçlardan dolayı, Danıştay Başkanının seçeceği bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından ilk soruşturma yapılır.
2-Danıştay Başkanı hakkında soruşturma, kendisinin katılmayacağı Başkanlık Kurulunca seçilecek bir daire başkanı ile iki üyeden oluşan bir kurul tarafından yürütülür.
3-Kurul, soruşturma sonunda düzenleyeceği fezlekeyi ve buna ilişkin evrakı Danıştay Başkanına, soruşturma Danıştay Başkanı hakkında ise fezlekeyi ve evrakı başkanvekiline verir. Bu husustaki dosya Danıştay Başkanı veya vekili tarafından gerekli karar verilmek üzere İdari İşler Kurulu Başkanlığına tevdi edilir. Bu Kurulun vereceği kararlar sanığa ve varsa şikayetçiye tebliğ olunur.
4-Yargılamanın men’i kararı kendiliğinden ve son soruşturmanın açılmasına dair kararlar itiraz üzerine İdari İşler Kurulu Başkan ve üyelerinin katılmayacağı Danıştay Genel Kurulunda incelenir.
5-Danıştay Genel Kurulunun bu toplantılarında yeter sayı en az otuzbirdir. Toplantıda hazır bulunanlar çift sayıda ise en kıdemsiz üye toplantıya katılmaz.” ,
Aynı Kanun’un “Soruşturma dosyasının yargı yerlerine gönderilmesi” başlıklı 79. maddesi;
“76 ncı madde gereğince verilen son soruşturmanın açılmasına dair kararlar üst kurulca onanmak veya itiraz olunmamak suretiyle kesinleştikten sonra, soruşturma dosyası, gereği yapılmak üzere Danıştay Başkanı veya vekili tarafından Cumhuriyet Başsavcısına gönderilir.”,
Aynı Kanun’un “Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun uygulanacağı haller” başlıklı 81. maddesi;
“…belirtilen bu maddelere göre yapılacak soruşturmalarla verilecek kararlarda, bu Kanun’da hüküm bulunmayan hallerde, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun soruşturmaya ilişkin hükümleri uygulanır.
2. Soruşturma kurulları sorgu hakiminin yetkilerini haizdir.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
“Şahsi suçların kovuşturma usulü” başlıklı 82. maddesinin birinci fıkrasında ise Danıştay Başkanı, Başsavcı, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyelerin şahsi suçlarının takibinde Yargıtay Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı ve üyelerinin şahsi suçlarının takibiyle ilgili hükümlerin uygulanacağı öngörülmüştür.
Söz konusu hukuki düzenlemeler ile yukarıda Yargıtay üyelerine ilişkin kısımda yer verilen açıklamalar bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde;
Danıştay üyelerine atılı kişisel suçun, suçüstü hâli bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı suçlardan olması ya da “ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli” kapsamında işlenmesi durumunda, soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 2797 sayılı Kanun’da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.
E) Hâkimler ve Savcılar Kurulunun Seçimle Gelen Üyeleri:
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerinin hukukî durumları 6087 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. Anılan Kanun’un “Haklarındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı beşinci kısmında yer alan “Üyelerin Hukuki Durumları” başlıklı birinci bölümünde düzenlenen 34. maddesi uyarınca, Kurulun seçimle gelen üyelerinir görevleri süresince Yargıtay daire başkanı için ilgili mevzuatta öngörülen tüm malî ve sosyal haklardan yararlanacakları hüküm altına alınmıştır.
Yine, 6087 sayılı Kanun’un Beşinci Kısmında yer alan “Üyeler Hakkındaki Soruşturma ve Kovuşturmalar” başlıklı İkinci Bölümde, üyeler hakkında disiplin ve adli yönden yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerine dair düzenlemelere yer verilmiştir.
6087 sayılı Kanun’un “Üyelerin adli suçlarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 38. maddesi;
“(1)(Değişik: 18/6/2014-6545/100 md.) Kurulun seçimle gelen üyelerinin görevleriyle ilgili suçları ile kişisel suçları hakkındaki soruşturma ve kovuşturma izni işlemleri Genel Kurul tarafından, kovuşturma açılması kararı ve kovuşturma mercilerinin belirlenmesi ise gösterilen yetkili merciler tarafından bu Kanun hükümleri uyarınca yapılır.
(2) Kurulun seçimle gelen üyeleri hakkında yapılan ihbar ve şikâyetlerde Başkan, işi Genel Kurula götürmeden önce daire başkanlarından birine ön inceleme yaptırabilir. Görevlendirilen bu daire başkanı, incelemesini yaptıktan sonra, durumu bir raporla Başkana bildirir.
(3) Başkan suç ihbar veya şikâyetini doğrudan ya da inceleme yaptırdıktan sonra Genel Kurula sunar. Yapılan görüşme sonucunda; soruşturma açılmasına yer olmadığına ya da soruşturma açılmasına karar verilir. Soruşturma açılmasına karar verilmesi hâlinde, Genel Kurul tarafından soruşturma yapmak üzere gizli oyla bir üye seçilir.
(4) Soruşturma için seçilen üye, 5271 sayılı Kanuna göre işlem yapar ve kanunların Cumhuriyet savcısına tanıdığı bütün yetkileri kullanır. Soruşturma sırasında hâkim kararı alınması gereken hususlarda ilgililer hakkında isnat edilen suçun niteliğine göre belirlenmiş bulunan kovuşturma mercilerine başvurur.
(5) Soruşturmayı yürüten üye, soruşturmayı tamamladıktan sonra kovuşturma açılmasına yer olup olmadığı hakkındaki kanaatini belirten bir rapor hazırlayarak, rapor ve eklerini Genel Kurula sunulmak üzere Başkana verir.
(6) Genel Kurul, dosyayı inceledikten ve varsa eksiklikleri tamamlattıktan sonra, kovuşturma yapılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına karar verir; aksi hâlde kovuşturma yapılmasına izin verir.
(7) Kovuşturma yapılmasına ilişkin verilen iznin kesinleşmesi üzerine dosya;
a) Görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesine,
b) Kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesine,
kamu davası açılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir.
(8) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı iddianamesini düzenleyerek evrakı, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla yargılama yapmak üzere Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda ise Yargıtay ilgili ceza dairesine gönderir.
(9) Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yürütülür ve durum hemen Kurula bildirilir. Soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezleke ile birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Başsavcılık tarafından yerine getirilecek müteakip iş ve işlemlerde 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanununun 46 ncı maddesinin altıncı fıkrası hükümleri uygulanır. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma, görevle ilgili suçlarda Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesince, kişisel suçlarda Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır….”
Biçiminde son hâlini almıştır.
Söz konusu hukuki düzenlemeler ile yukarıda Yargıtay üyelerine ilişkin kısımda yer verilen açıklamalar incelendiğinde;
Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine atılı suçun, suçüstü hâli bulunup bulunmadığına bakılmaksızın, CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı suçlardan olması ya da “ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli” kapsamında işlenmesi durumunda, görev suçu ya da kişisel suç olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Bu hâlde soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 6087 sayılı Kanun’da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.
F) AİHM Kararı Işığında Suçüstü Hâlinin Uygulanmaması Durumunda Uygulanacak Usul Hükümleri:
Suçun işlendiği tarihte yüksek yargı mensubu olarak görev yapan sanığın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin suçüstü hâline ve mütemadi suça ilişkin kararı doğrultusunda, örgüt üyeliği eylemini suçüstü koşulları altında gerçekleştirmediğinin kabulü hâlinde hakkında uygulanacak hükümlerin değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
Kişisel suçlar bakımından 2802 sayılı Hâkimler Savcılar Kanunu’nda olduğu gibi Yargıtay Kanunu, Danıştay Kanunu ile Anayasa Mahkemesinin Kuruluş Ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanun’da özel düzenlemelere yer verilmiştir. Sanık, anılan kanunlar gereğince yukarıda açıklandığı üzere özel soruşturma usulüne tabidir. Suç işlediği şüphesinin Yargıtay veya Danıştay Birinci Başkanlık Kurulu tarafından öğrenilmesi hâlinde bu işin ön incelemesini yapmak üzere ilgiliden daha kıdemli bir üye veya başkan görevlendirilerek gerekli soruşturmanın yapılacağı, soruşturma sonrasında adli veya idari yönden bir suç işlendiği kanaatine varılması hâlinde düzenlenecek raporların Birinci Başkanlık Kuruluna sunulacağı, Başkanlık Kurulunca düzenlenecek talepnameyle ilgili hakkında dava açılacağı anlaşılmakta ise de sanığın mensup olduğu iddia edilen terör örgütünün Anayasal düzene yönelik darbe girişimi sonrasında açığa alınan ve hakkında disiplin soruşturması başlatılan sanık istifaya davet edilmiş, bu daveti kabul etmemesi üzerine görevine son verilmek suretiyle disiplin suçu bakımından en ağır yaptırım uygulanmıştır. Bu arada Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından soruşturma yürütülüp sevk edildiği Sulh Ceza Hâkimliğince de tutuklandığı anlaşılmaktadır. Yargılamada gelinen bu aşamada yukarıda izah edilen özel soruşturma hükümlerinin uygulanmamasının, yargılamanın durması için bir neden teşkil edip etmeyeceği değerlendirildiğinde; usule ilişkin hakkın özüne dokunan ihlal gerçekleşmediği takdirde kovuşturma aşamasından soruşturma aşamasına dönülemeyeceği ilkesi gözetilip diğer taraftan ilgili mevzuata göre en ağır yaptırım gerektiren fiili işlemiş olması nedeniyle görevden sürekli şekilde uzaklaştırılmış bulunan sanık hakkında tekrar soruşturma izninin verilmesini talep etmenin yargılamayı uzatacağı ve yasanın kamu görevlileri hakkında özel soruşturma usulü konulmasındaki amacına hizmet etmeyeceği açık olup bu nedenle yargılamanın durdurulmasına gerek görülmemiştir.
III)SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇUNUN HUKUKİ NİTELENDİRİLMESİ:
Yargıtayın yerleşik uygulaması ve öğretideki ağırlıklı görüşlere göre örgüt kurma, yönetme ve üyelik suçları;
Genel Olarak:
Yapılanma biçimi ne olursa olsun kanunlarda suç olarak tanımlanan fiillerin işlenmesi amacıyla oluşturulmuş örgütlere suç örgütü denmektedir.
Örgüt kurma ve yönetme suçunda genel hükümlerden ayrı olarak kanun koyucu hazırlık hareketlerini suç sayarak kamu düzeninin ve güvenliğinin korunmasını sağlamak amacıyla bağımsız bir suç düzenlemesi yapmıştır. Bu suç somut tehlike suçudur.
Düzenleme ile amaç suçtan bağımsız olarak, hazırlık hareketlerini cezalandıran bir suç tipine yer verilmiştir.
Devletin şahsiyetine karşı cürümlere müteveccih çok kişinin iradesinin birleşmesinin doğuracağı ağır tehlikeyi ve ciddi bir suçun işlenmesi ihtimalinin muhakkaklığını göz önünde bulundurarak bu kolektif suç tehlikesini müstakil suç olarak cezalandırmış ve icra hareketlerine geçilmeden bir fiilin cezalandırılmayacağı prensibinden ayrılmıştır.
Devletin şahsiyetine karşı suçların çoğu teşebbüs suçudur, teşebbüs dahi tamamlanmış suç gibi kabul edildiğinden, zaten tehlike suçudur; bu bakımdan hazırlık hareketlerinin cezalandırılması “tehlike tehlikesinin cezalandırılması” şeklinde kabul edilmektedir. (Manzini, 1950, 606, atfen, Özek, ege. s. 348)
Örgüt kurma:
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin, emir-komuta zincirinin hâkim olduğu yapılanmayı ifade eder. Böylece örgüt, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı mahiyetini kazanmaktadır. Bu bağlamda bir organize güç aracından, organize güç enstrümanından söz edilebilir.
Suç örgütünün varlığından söz edebilmek için belli bir amaç, maksat etrafındaki bir fiili birleşme yeterlidir. Bu örgütler mahiyetleri itibariyle devamlılık arz ederler. Bu itibarla belli bir suçu işlemek için bir araya gelme hâlinde bir suç örgütünün varlığından bahsedilemez.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, somut bir tehlike suçu olduğu için oluşturulan örgütün üye sayısı ve malzeme donanımı itibariyle güdülen amaçları gerçekleştirme açısından somut bir tehlike arzedip arzetmediği hâkim tarafından yapılacak değerlendirmeyle belirlenecektir. Somut zarar tehlikesini oluşturmaya uygunluk için “amacı gerçekleştirmeye yeterli üye”nin, “hiyerarşik örgüt yapısı”nın, “şiddete dayanan eylem programı”nın varlığını aramak gerekir.
Örgütün silahlı olup olmaması ve sahip olunan silahların cins, nitelik ve miktarı somut tehlikenin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Örgütün, silahlı örgüt vasfını kazanması için mensuplarının silah sahibi olmaları gerekmez. Silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının olması gerekli ve yeterlidir.
Örgüt yönetme:
Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda ve icrasında harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.
Örgüt yönetme, örgütün amaçları doğrultusunda örgütü idare etmeyi, emir ve direktif vermeyi, örgüt içinde inisiyatif ve karar verme gücüne sahip olmayı gerektirir. Örgütün varlığının, etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması, hedeflerinin belirlenmesi, program ve stratejilerinin saptanmasını ifade eder. Ancak örgütün faaliyetleri çerçevesinde sadece belirli bir suçun işlenmesini organize edenler bu suçun işlenmesini planlayıp yönetenler örgüt yöneticisi olarak kabul edilemez.
Geniş bir alanda faaliyet yürüten örgütlerin yöneticileri, örgüt yapılanması da dikkate alınarak somut olayın özelliklerine, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevlerine göre belirlenmelidir. Bu tür örgütlenmelerde her yöneticinin örgütün tamamını yönetmesi mümkün olmadığından, örgütün bölge, il, ilçe sorumlularının yönetici olup olmadıklarının sorumluluk sahalarındaki örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu da gözetilerek belirlenmesi gerekir.
Örgüt üyeliği:
Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir .Örgüt üyeliği; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ; canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemedeki ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır.
Bu ilkeler ışığında iç hukukumuzdaki düzenlemelere göz atıldığında;
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” aynı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu; “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi…” şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
TCK’nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için;
a) Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir.
b) Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun’un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve Devletin Anayasal düzenine veya güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.
c) Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK’nın İkinci Kitabının Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.
d) Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkanına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.
Türk halkı 40 yılı aşkın süredir etnik, ideolojik veya dini temellere dayalı çeşitli terör örgütleri tarafından yapılan saldırılara muhatap olmuş, binlerce insan hayatını kaybetmiş veya ağır şekilde yaralanmıştır. İnsanların refahı için harcanması gereken parasal kayıp hesap edilemeyecek boyuttadır. Örgütün baskısı yüzünden bazı insanlar en temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hâle gelmiş, yaşadıkları yerleri terk etmek ya da örgütün talimatları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmışlardır. Devlet, bu tehdidin devam ettiği zamanlarda dahi insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeleri imzalayarak kişisel hak ve özgürlükleri korumak iradesini ortaya koymuştur. Nitekim bu sözleşmelerdeki hakların, hiyerarşik olarak kanunlar üstü biçimde uygulanacağına dair Anayasal hüküm kabul edilmiş olması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisinin tanınması bu iradenin somut örneklerinden birisidir. 1991 yılında yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunu’nda 29 kez genel olarak özgürlükleri genişletme yönünde değişiklik yapılmıştır. Amaç suçlar bakımından tehlikelilik hâlinin somutlaşıp yakınlaşması durumunda halkta oluşan güvenlik kaygısının artmasına paralel kısıtlayıcı tedbirlere başvurulduğu görülmekle birlikte kişilerin barış ve güven içinde yaşama hakkına yönelik tehdidin azaldığı dönemlerde özgürlükleri genişleten düzenlemeler hız kazanmıştır.
Terörle Mücadele Kanunu’nun terör örgütlerini tanımlayan 7/1. maddesinde 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle yapılan değişiklik sonrası oluşan hukuki durumun değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. İlgili maddenin önceki hâli “Madde 7- “3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168. 169, 171, 313, 314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar” şeklindeki iken 2006 yılında yapılan değişiklik sonrası “7/1. cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hâlini almıştır.
Bu değişiklik karşısında; Terörle Mücadele Kanun’unda yapılan örgüt tanımı ile TCK’nın 314/1-2. maddesindeki örgüt tanımı çelişmekte midir; mevzuatta silahlı veya silahsız iki ayrı örgüt varlığını sürdürmekte midir soruları gündeme gelmektedir. Başka deyimle Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/1. maddesinin, TCK’nın 314. maddesine atfının unsur atfı mı yoksa ceza yaptırımına mı olduğu ortaya konulmalıdır. Silahlı terör örgütü suçunun unsurlarına TCK’nın 314. maddesinde yer verilmiştir. Yukarıda izah edildiği şekilde örgüt kurma, yönetme ya da üye olma, amaç suç bakımından hazırlık hareketi niteliğinde somut tehlike suçudur. Somut tehlike suçları zarar suçu niteliğinde olmayıp hazırlık hareketlerini cezalandıran istisnai düzenlemeler olması nedeniyle cebir ve şiddet içeren faaliyetlerde bulunma zorunluluğu yoktur, yeter ki cebre yönelik bir irade ortaya konulsun. Zira 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinin 1. bendinde örgüt kuran kişilerin, herhangi bir suç işlemeden örgütü dağıtmaları halinde cezai yaptırıma muhatap olmayacakları şeklindeki düzenleme bu görüşü doğrulamaktadır. Bu nedenle 3713 sayılı Kanun’un 7/1. maddesinde yapılan değişiklikle, failin örgüt üyesi olduğunun kabulü için cebir ve şiddet gerektiren fiili işlemesi zorunluluğu getirildiği ileri sürülemeyecektir. Bu değişiklik TMK’nın 1. maddesinde yazılı amaç suçların gerçekleştirilmesinde şiddetin gerekliliğini vurgulamanın yanında kurulan, yönetilen veya üyesi olunan örgütün cebir ve şiddeti araç olarak kullanma gerekliliğini ifade etmektedir. Aksi takdirde bu suçun tehlike suçu olma vasfını ortadan kaldırmış ve TCK’nın 220 ve 314. maddelerindeki unsurlarla çelişilmiş olacaktır.

Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi:
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün aşağıda açıklanan yapı ve görüntüsü itibariyle suçların manevi unsurunun tespiti bağlamında kusur ilkesi ve suçun kast unsurunun değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
5237 sayılı TCK’ya esas alınan suç teorisi üç ilkeye dayanmaktadır. Bunlar: kusur ilkesi, hukuk devleti ilkesi ve insanilik ilkeleridir.
Kusur ilkesi; kusursuz ceza olmaz prensibine dayanmaktadır. Failin işlemiş olduğu suçtan dolayı şahsen kınanabildiği hâllerde cezalandırılmasını ifade eder. İlke ile amaçlanan, cezanın kusuru gerektirdiği ve kusurlu hareket etmeyen kişinin cezalandırılmayacağıdır. Bu ilkeden çıkarılacak birinci sonuç, netice sorumluluğunun kaldırılmış olması; ikinci sonuç ise cezanın kusur derecesini aşmayacağı yani ceza hukukunda kusurla orantılı ceza tayininin esas alınacağıdır.
Hata (yanılma); genel olarak kişinin tasavvuru ve zihinden geçirdikleri ile gerçeğin birbirine uymaması anlamına gelen bir kavramdır. Hata kural olarak iradenin oluşum sürecine etki eder ve gerçeğin yanlış biçimde tasavvuru veya bilinmesi nedeniyle irade bozulmuş olarak doğar. Failin tasavvurunun konusu, dış dünyaya ait bir şeye ilişkin olabileceği gibi normatif dünyaya (kurallar alanına) dair de olabilir. Dış dünyayla ilgili şeyin olduğundan farklı bir biçimde algılanması hâlinde unsur yanılgısından (tipiklik hatası), normatif dünyaya ait gerçekliğin farklı biçimde değerlendirilmesi hâlinde ise yasak hatasından bahsedilir. Kısaca unsur hatası, bir algılama hatası olduğu hâlde; yasak hatası, bir değerlendirme hatasıdır.
Failin ceza sorumluluğuna gidilebilmesi için kusurlu olması şarttır. Kusur, kınanabilirliktir. Kusurun ifade ettiği değersizlik yargısı ile fail hukuka uygun davranmaması, haklı olan lehine karar verebilme ve hukuka uygun davranma imkanına sahip olmasına rağmen haksız olan davranışı tercih etmesi nedeni ile kınanmaktadır. Kusur yargısının temeli insanın özgür iradesidir. İnsan, özgür iradeye sahip bir varlık olması nedeniyle haklı olan davranış ile haksızlık arasında bir tercih yapma ve haklı olan davranış lehine karar verebilme, davranışlarını hukuk düzeninin gereklerine göre yönlendirebilme ve hukuk düzeninin yasakladığı davranışlardan sakınma yeteneğine sahiptir. Kusur yargısının temelini oluşturan irade özgürlüğü, haksızlık bilincinin varlığını gerekli kılar. Çünkü insanın haklı olan davranış ile haksızlık arasında tercih yapabilmesi için bunu bilmesi şarttır. Fail, haksızlık bilincine sahipse ve özgür iradesiyle haksız olan davranışı tercih ediyor ise kusurludur. Fakat yasak yanılgısı her zaman failin kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz. İnsan, hukuk toplumunun bir üyesi olarak hukuka uygun davranmak ve haksız olan davranışlardan sakınmak yükümlülüğü altındadır. Failin açıkça yasak olduğunu bildiği davranışlardan sakınması bu yükümlülüğü yerine getirdiği anlamına gelmez. Fail, aynı zamanda davranışlarının hukuk düzeninin gerekleri ile uyumlu olup olmadığını sorgulamakla yükümlüdür. Fail bu husustaki şüphesini tefekkür etmek veya bir uzmana danışmak yoluyla bertaraf etmek zorundadır. Ayrıca fail vicdan muhasebesi de yapmalıdır. Failden beklenen vicdan muhasebesinin ölçüsü, somut olayın koşulları ile onun sosyal ve mesleki çevresidir. Fail kendisinden beklenen vicdan muhasebesine rağmen davranışının haksızlığını idrak etmeye muktedir değilse yanılgısı kaçınılmazdır. Bu durumda fail kusurlu addedilemez. Buna karşılık fail kendisinden beklenen vicdan muhasebesiyle davranışının haksızlığını idrak edebilecek idiyse yasak yanılgısı kusurunu tamamen ortadan kaldırmaz; fail kusurludur, ancak kusuru azalmıştır.
Hata, kastı ortadan kaldıran veya kusurluluğu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılır. Suçun maddi unsurlarında (TCK’nın 30/1. maddesi), suçun nitelikli hâllerinde (TCK’nın 30/2. maddesi), hukuka uygunluk nedenlerinin maddi şartlarında (TCK’nın 30/1-3. maddesi) hata kastı kaldırır. Kusurluluğu ortadan kaldıran veya azaltan sebeplerin maddi şartlarında hata (TCK’nın 30/3. maddesi) ile haksızlık yanılgısı (yasak hatası) (TCK’nın 30/4. maddesi) kusurluluğu etkileyen hata şekilleridir. Kastı kaldıran hata türüne hukuka uygunluk nedenlerinin sınırındaki yanılgıyı da eklemek gerekmektedir. (TCK’nın 27/1. maddesi)
İlgisi nedeniyle suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı) üzerinde durmak gerekecektir.
TCK’nın 30/1. maddesinde “suçun kanuni tanımındaki maddi unsurlara ilişkin bilgisizliğin kastı ortadan kaldıracağı” belirtilmiştir. Unsur yanılgısının konusunu suçun maddi unsurları oluşturmaktadır. Unsur yanılgısı kastı ortadan kaldırdığına göre, böyle bir yanılgı ancak kastın kapsamında kalan konular hakkında olabilir. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilinmesini gerektirdiğinden, maddi unsurların bilinmemesi hâlinde kasten işlenen bir haksızlıktan bahsedilemez.
Unsur yanılgısı; haksızlığa temel teşkil eden, haksızlığı tipikleştiren objektif unsurlarda, yani suçun maddi unsurlarında yanılgıdır. Bu durumda haksızlığın kasten işlendiğinden söz edilemez. Fiilin taksirle işlenmiş şekli suç olarak tanımlanmış ise fail ancak taksirli suçtan sorumlu olur.
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olduğunu eylem ve söylemleriyle açıkça ortaya koyabileceği gibi legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri, kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yararlanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hâli de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK’nın 223. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.
Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararında da belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihaî amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” şeklinde örgütlenmesi ve Devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fetullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü ile ilgili dava dosyalarında yer alan belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihaî amacının açıkça ortaya konularak devleti ve hükûmeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması, Milli Güvenlik Kurulu’nun 30 Ekim 2014, 29 Nisan 2015 ve 26 Mayıs 2016 tarihli toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda sözde “hizmet hareketi” adlı legal görünümlü illegal yapının, paralel bir devlet kurma amacında olan, devletin varlığına ve Anayasal düzenine karşı ciddi tehdit oluşturan bir örgüt olarak kabul edilmesi, aynı tespit ve açıklamaların Devlet ve Hükûmet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.
IV) FETÖ/PDY SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ YAPILANMASI:
a) Genel olarak:
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı, 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı ile 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararları ve bu suçların temyiz incelemesi ile görevli 16. Ceza Dairesinin kararlarında ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; “Altın Nesil” adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.
İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü “gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkâr etmek” üzerine kuruludur.
FETÖ/PDY’nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT’e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY’nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY’nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY’deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Nitekim hiyerarşik ilişki bakımından sıkı bir disiplinin hâkim olduğu Türk Silahlı Kuvvetlerinde dahi FETÖ/PDY mensuplarının darbeye teşebbüs sırasında genel olarak öğretmenlerden oluşan mahrem imam olarak adlandırılan sivil kişilerden aldıkları talimatlara göre hareket ettikleri veya alt rütbedeki subayların emirlerine uydukları birçok dava dosyasında görülmüştür.
Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK’da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatları ile hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi öldürülüp yaralanmıştır.
Söz konusu terör örgütü, nihaî amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihaî hedefi bulunan FETÖ/PDY, söz konusu ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek amacıyla hareket etmektedir.
Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliğinin bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi içinde yapılanarak grup imamları tarafından emir talimat verilmesi ve üyeleri arasında haberleşmenin sağlanması için ByLock gibi haberleşme araçlarının kullanıldığı, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği, amaca ulaşabilmek için yeterli eleman, araç ve gerece sahip olduğu, amacının Anayasa’da öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükûmet ve diğer Anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla Emniyet, Jandarma, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi ve Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirdiği, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme ve Yargıtay kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında;
FETÖ/PDY, küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzere kurulan bir maşa olarak; Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kuruluşundan 15 Temmuz sürecine kadar örgüt lideri Fetullah Gülen tarafından belirlenen ideoloji doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek için hareket etmiştir. Gerçekleştirilen eylemlerde kullanılan yöntem, bir kısım örgüt mensuplarının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkânlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi hâlinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK’nın 314. maddesi kapsamında bir silahlı terör örgütüdür.
b) Örgütün Yargı ve Yargıtay Yapılanması, HSK ve Yüksek Mahkeme Üyelikleri Seçimleri:
Örgütsel kadrolaşma açısından; FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü tarafından kendi mensuplarına hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığı sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu, örgüt mensubu öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları hâlinde örgütün kendilerine referans olacağının söylendiği, mülakatı geçip staja başlayan örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcısı adaylarının Adalet Akademisi ve staj döneminde de yine örgüt tarafından koordine edildiği, söz konusu adayların örgüt mensubu olduklarının anlaşılmaması için kendi başlarına fakat örgütle irtibatı koparmayacak şekilde ev tutmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar halinde örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, bu kapsamda örgüt kurallarına göre iki evin irtibat halinde olmasının istendiği, bu evlere murakıp adı verilen örgüt mensubu kişilerin gelerek evde kalan adaylardan bilgi alıp tavsiyelerde bulundukları, bununla birlikte örgüte ait ışık evlerinin il bazında eyalet adı altında birden çok bölgeye ayrıldığı, her bölgenin sekiz ilâ on evi kapsadığı, bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi/ablası adı verildiği, örgütün Türkiye Adalet Akademisi stajındaki adayları staj dönemlerine göre ayırdığı, bazı örgüt mensubu adaylara Türkiye Adalet Akademisi yurdunda kalmaları tavsiye edilerek bu kişilerden, örgüt lehine ya da aleyhine konuşan aday arkadaşlarının bildirilmesinin istendiği, her dönemin sorumlu abisinin/ablasının bulunduğu, evlere gelen örgüt mensubu murakıpların adaylara dinsel ve sosyal davranışları açısından telkinde bulundukları, örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının T1, T2, T3, T4 ve T5 şeklinde kategorize edilerek taşra ve devre yapılanmasının oluşturulduğu, bu yapılanmalarda belirli aralıklarla organizasyon ve görüşmelerin gerçekleştirildiği,
Eski Yargıtay üyelerinin görev yapmakta oldukları hukuk ve ceza dairelerine göre gruplar oluşturulduğu, eski yüksek yargı üyelerinin kod isimleri dikkate alındığında (H1, H2, H3, C1, C2, C3, C4) şeklinde gruplandırıldıkları, eski Yargıtay üyelerinin görevde bulundukları zaman içerisinde görev yaptıkları Yargıtay Daireleri göz önünde bulundurulduğunda “H” kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Hukuk Dairelerinde, “C” kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Ceza Dairelerinde görev yaptıkları, isimlendirmelerde yer alan 0, 1, 2, 3 rakamlarının grup içerisindeki hiyerarşiye ilişkin sıralamayı, “0” ile kodlamanın ise grup sorumlusunu gösterdiği, harf ve rakam ile gruplandırmalardan sonra (C3, H2 vb.) bazı isimlendirmelerde kullanıcının adı ve soyadının baş harflerinin eklenmesi suretiyle kod adı oluşturulduğu anlaşılmıştır.
c) 15 Temmuz 2016 Tarihli Darbe Teşebbüsü:
Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 14.07.2017 tarih ve 2017/1443-4758 sayılı kararında açıklandığı üzere;
15 Temmuz 2016 günü Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasal düzeninin değiştirilmesi amacıyla, Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olan ve/veya bu örgütsel faaliyeti destekleyen 8.000’in üzerinde askeri personel tarafından savaş uçakları dahil 35 uçağın, 3 geminin, 37 helikopterin, 74’ü tank olmak üzere 246 zırhlı aracın ve 4.000’e yakın hafif silahın kullanılarak; Cumhurbaşkanına suikasta teşebbüs edilmiş, TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi başta olmak üzere birçok stratejik merkez bombalanmış, Başbakanın konvoyuna silahlı saldırı gerçekleştirilmiş, kalkışmaya karşı koyan güvenlik görevlileri ile sokaklara çıkan sivillere Devletin silahlı kuvvetlerine ait bu uçak, helikopter, tank ve silahlarla saldırılarak 4’ü asker, 63’ü polis ve 183’ü sivil olmak üzere toplam 250’den fazla kişi şehit edilmiş; 23’ü asker, 154’ü polis ve 2.558’i sivil olmak üzere toplam 2.735 kişi de yaralanmıştır.
Somut darbe teşebbüsü, TCK’nın 309. maddesinde sayılan amaçlara matuf zarar tehlikesi doğuran vahim eylem vasfını aşarak Anayasal düzeni doğrudan ortadan kaldırma neticesine yönelmiş, örgütün ülke genelindeki organik bütünlüğünden ve etkinliğinden istifade edilerek planlanıp uygulanmış, neticesi ve başarısı eş zamanlı, senkronize hareketlere bağlı hukuki anlamda tek bir fiil olarak ortaya çıkmıştır.

d) 15 Temmuz 2016 Tarihindeki Darbe Teşebbüsünün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü İle İlişkisi:
Anayasa Mahkemesinin 30.06.2017 tarihli ve 30110 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 20.06.2017 tarihli ve 2016/22169 başvuru numaralı kararında ayrıntılı olarak yapılan tespitler, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 03.03.2017 tarihli ve E.2017/7327 sayılı, E.2017/26 sayılı ve 2006/103583 soruşturma sayılı iddianamelerindeki belirlemelere göre; “Yurtta Sulh Konseyi” üyesi olan, “sıkıyönetim komutanı” olarak görevlendirilen, “sıkıyönetim mahkemeleri”ne ve “kritik önemdeki askerî ve sivil makamlara” ataması planlanan kişilerin büyük bölümünün FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubu olduğunun, bu görevlendirmelerin yapılmasında örgüt içindeki hiyerarşinin dikkate alındığının ve haklarında örgüte üye olma suçundan işlem yapılan bazı emniyet mensupları ile mülki idare yetkililerinin darbe girişimi sonrasında ilan edilecek sıkıyönetim döneminde atanacakları resmî devlet kuruluşlarına gittiklerinin saptandığına dair bulgular, tanık olarak dinlenen Genelkurmay Başkanı ile İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca dinlenen gizli tanıklar (Şapka ve Kuzgun)’ın anlatımları, şüpheli olarak dinlenen Deniz Piyade Tugay Komutanı Tuğamiral H. İ. Y., Genelkurmay Başkanı’nın emir subayı olan Yarbay L. T., Jandarma Genel Komutanlığında görev yapmakta olan Binbaşı H. H., Jandarma Komando Özel Asayiş Komutanlığında görev yapmakta olan Yarbay F. E., Yüzbaşı F. T. Ç., Müşterek İstihbarat Koordinasyon Merkezi Başkanlığında görev yapan Jandarma Yarbay A. K., Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Analiz Yönetim Başkanı Tuğgeneral G. Ş. S., Hava Kuvvetleri Komutanlığı Müşterek Hedef Üretim Analiz Merkezinde görev yapmakta olan Yüzbaşı A. P., Kara Kuvvetleri Tayin Daire Başkanlığında astsubay olarak görev yapmakta olan T. F. D., TSK’da pilot olarak görev yapan Yarbay İ. A., Akıncı 4. Ana Jet Üssü Komutanlığında pilot olarak görev yapan Teğmen M. M. gibi çok sayıda şüphelinin itiraf içeren beyanları, açık kaynak bilgileri, 15 Temmuz darbe kalkışması ile ilgili verilen mahkeme kararları, derdest bulunan dava dosyaları ve yürütülen soruşturmalar ile resmî kurumların tespitleri değerlendirildiğinde; 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünün, daha önce de bir çok kez yaşandığı üzere uluslararası güç odaklarının da desteğiyle, esas itibariyle Türk Silahlı Kuvvetlerine sızmış FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca gerçekleştirildiği, kalkışmaya başka unsurların da katılmış olma ihtimalinin darbe teşebbüsünün bu karakterini değiştirmeyeceği değerlendirilmiştir. (Yargıtay 16. CD’nin 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443-4758 sayılı kararı)
V) HÜKME ESAS ALINAN BAZI DELİLLERİN HUKUKİ NİTELİĞİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ:
A) BYLOCK İLETİŞİM SİSTEMİ:
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı ile 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
Gelişen teknolojiyle beraber hayatın her alanında kullanılan bilişim teknolojisi, muhakeme konusu olayların aydınlatılmasında etkin rol oynayan deliller arasında ön sıralarda yer almaktadır.
Kural olarak kişiler arasındaki haberleşme gizlidir. Ancak terör örgütlerinin yasa dışı amaçlarını gerçekleştirirken, mensuplarının ve faaliyetlerinin kolluk güçleri tarafından tespit edilememesi için çağın şartlarına uygun teknik olarak daha gelişmiş haberleşme sistemleri kullandıkları sıklıkla görülmektedir. Nitekim ByLock iletişim sistemi, global bir uygulama görüntüsü altında belli bir tarihten sonra yenilenen ve geliştirilen hâliyle münhasıran FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının kullanımına sunulmuş bir programdır. Benzer iletişim araçlarında olduğu gibi sisteme dahil olup kullanmak kişilerin istekleriyle değil örgüt yöneticilerinin inisiyatifi ile gerçekleşmiştir. Üyeler arasındaki haberleşmede zaman zaman gündelik işlerle ilgili mesajlar paylaşılsa da ağırlıklı olarak örgütsel talimatların iletildiği, faaliyetlerin değerlendirildiği, örgüt mensupları arasındaki bağlılığı artırıcı ve motive edici haberlerin paylaşıldığı bir sisteme dönüştüğü anlaşılmış olup ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacağı kabul edilmiştir.
ByLock sisteminin kullanılması için indirilmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerektiren, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenerek iletilmesine dayanan bir tasarıma sahiptir. Bu şifrelemenin, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir.
2014 yılı başlarında işletim sistemlerine ait uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olan ByLock’un, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra geliştirilen ve yenilenen sürümünün ancak örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve Bluetooth yoluyla yüklenildiği yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesajlar ve e-postalardan anlaşılmıştır.
ByLock iletişim sisteminin hukuki alt yapısı;
2937 sayılı MİT Kanunu’nun 6. maddesinin “g” bendinde; Telekomünikasyon kanallarından geçen dış istihbarat, millî savunma, terörizm ve uluslararası suçlar ile siber güvenlikle ilgili verileri toplayabileceği, 4. maddesinin “i” bendinde ise dış istihbarat, millî savunma, terörle mücadele ve uluslararası suçlar ile siber güvenlik konularında her türlü teknik istihbarat ve insan istihbaratı usul, araç ve sistemlerini kullanmak suretiyle bilgi, belge, haber ve veri toplamak, kaydetmek, analiz etmek ve üretilen istihbaratı gerekli kuruluşlara ulaştırmakla görevli olmanın yanında Devletin güvenliğini ilgilendiren ve suç işlendiği şüphesi doğuran somut verileri terörle mücadele konusunda görevli idari ve adli birimlere ulaştırmakla yükümlüdür. Nitekim, ByLock uygulamasına ait sunucular üzerindeki veriler hakkında düzenlenen teknik analiz raporu ve dijital materyallerin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına ve Emniyet Genel Müdürlüğüne ulaştırıldığı görülmektedir. Bu aşamadan sonra adli sürecin başlatılması ve bu noktadan sonra CMK hükümlerine göre soruşturma işlemlerinin yapılması zorunludur. Nitekim Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı ByLock ile ilgili dijital materyallerin teslim edilmesi üzerine 2016/104109 sor. ve 2016/180056 numara üzerinden başlattığı soruşturma kapsamında, CMK’nın 134. maddesine göre gönderilen dijital materyallerle ilgili 09.12.2016 tarihli ve 2016/104109 soruşturma sayılı yazısı ile Ankara 4. Sulh Ceza Hakimliğine Milli İstihbarat Teşkilatınca teslim edilen 1-1 adet Sony marka HD-B1 model, üzerinde bBW3DEK69121056 seri numaralı ve ön yüzünde 1173d7a09195cf0274ce24f0d69ede96 yazılı harddisk, 2-1 adet Kingston marka DataTraveler, uç kısmında DTIG4/8GB 04570- 700.A00LF5V 0S7455704 yazılı flash bellek üzerinde CMK’nın 134. maddesi gereğince inceleme yapılmasına, 2 adet kopya çıkartılmasına, kopya üzerinde kayıtların çözülerek metin haline getirilmesine karar verilmesini istendiği, Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğince bu talep kabul ederek 09.12.2016 tarihli ve 2016/6774 D. İş nolu karar ile dijital materyaller üzerinde inceleme yapılması, kopya çıkarılması ve kopya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılarak metin haline getirilmesine ve bir kopyasının Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar vermiştir.
Soruşturma aşamasında olayın aydınlatılması amacıyla el konulan veya talep edilen elektronik verilerden doğrudan suçla ilgili olanlar elektronik delil olarak kabul edilmektedir. Bir suçun işlendiği iddiasıyla başlatılan soruşturma kapsamında, dijital veri ve delil elde etmek amacıyla bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında, bilgisayar kütüğünde, bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütüklerinde ve çıkarılabilir donanımlarda arama yapılması gerekebilir. Bu konuda uygulanacak iki kural vardır. Birisi CMK’nın 134. maddesi, diğeri de 27.07.2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü hâl kapsamında çıkartılan 667 ve 668 sayılı KHK’larla Türk Ceza Kanunu’nun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü, beşinci, altınca ve yedinci bölümde tanımlanan suçlar, Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve bu suçlar kapsamına girip girmediğine bakılmaksızın, toplu yani en az üç kişinin iştiraki ile işlenen suçlarda uygulanabilecek 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendidir. Bu düzenleme, 6755 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler İle Bazı Kurum Ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendinde aynen yer almıştır. Bu sebeple bilgisayarda arama, kopyalama ve el koyma konusunda CMK’nın 134 ve 6755 sayılı Kanun’un 3. maddesinin 1. fıkrasının (j) bendi birlikte uygulanacaktır. Bu uygulama sırasında 6755 sayılı Kanun’un “soruşturma ve kovuşturma işlemleri” başlıklı 3. maddesinin 1. fıkrasında sayılan suçlar yönünden öncelik aynı Kanun’un 3/1-j maddesi olacak, burada hüküm bulunmayan hâlde CMK’nın 134. maddesine göre hareket edilecektir. Olağanüstü hâl kaldırıldığı anda bilgisayarda arama, kopyalama ve el koyma konusunda öngörülen istisnai tedbirin uygulaması son bulacaktır. Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoyma koruma tedbiri, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 134’üncü maddesinde düzenlenmiştir. Bu koruma tedbiri, CMK’nın 116 ve 123. maddelerinde düzenlenen “arama” ve “el koyma” koruma tedbirlerinin özel bir görünümünü oluşturmaktadır. Buna göre, bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme imkânının bulunmaması hâlinde Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına ve bu kayıtların çözülerek metin hâline getirilmesine hâkim tarafından karar verilir. Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması hâlinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için bu araç ve gereçlere el konulabilir. CMK’nın 134. maddesindeki “bilgisayar kütükleri” ifadesi teknik anlamda sadece masaüstü ve dizüstü bilgisayarlarda bulunanları değil; CD, DVD, flash disk, disket, harddisk vs. tüm çıkarılabilir bellekler, telefon vb. dijital tabanlı mobil cihazlarda dahil olmak üzere herhangi bir bilgi işlem veya veri toplama araç ya da gerecinde bulunabilecek tüm dijital dosyaları kapsamaktadır. Adli Ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin “bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma” kenar başlıklı 17. maddesinde el koyma sırasında zorunlu kılınan yedekleme işleminin, “bilgisayar ağları ve diğer uzak bilgisayar kütükleri ile çıkarılabilir donanımlar hakkında da” uygulanmasının dayanağı budur.
10 Kasım 2010 tarihinde Türkiye tarafından imzalanan, 22.04.2014 tarihinde ve 6533 sayılı “Sanal Ortamda İşlenen Suçlar Sözleşmesi” adı ile onaylanıp 02.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren ve Anayasa’nın 90. maddesi gereğince iç hukukumuzun bir parçası olarak kabul edilen Avrupa Siber Suçlar Sözleşmesi’nde bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında, bilgisayar kütüklerinde, bilgisayar ağları ve verilerin saklandığı depolarda ve uzak bilgisayar kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbirlerinin uygulanabileceği kabul edilmiştir. Bilgisayar kütükleri (computer files) yalnızca kullanıcının kendi bilgisayarında yer alan bir bilgisayar programı aracılığıyla kullanılabilen, verilerin saklandığı depolama araçlarıyla sınırlı değildir. Bunun yanında bir bilgisayar aracılığıyla ağ üzerinden ulaşılabilen gerek kullanıcıya ait gerekse kullanıcıya ait olmayıp ancak ortak paylaşıma ve kullanıma açık diğer bilgisayarlardaki veri depolama araçlarına ulaşabilmek mümkündür. CMK’nın 134/1. maddesinde “şüphelinin kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde” arama ve kopyalama işleminin yapılabileceği belirtilmiştir. Kanun koyucu, söz konusu maddede arama ve kopyalama işlemlerinin yapılacağı araçların şüpheliye ait olmasını aramamış, şüphelinin fiilen bu araçları kullanıyor olmasını yeterli görmüştür. Maddede özellikle “şüphelinin kullandığı” ifadesine yer verilmiştir; zira üzerinde arama ve kopyalama işlemi yapılacak bilişim sisteminin şüpheliye ait olması gerekmez. Şüphelinin maliki olduğu, kiraladığı, ödünç aldığı ya da ortak kullanıma açık bir bilgisayarı eylemini gerçekleştirirken kullanması bu tedbirin uygulanması için yeterlidir. Ancak delile ulaşmak için sadece failin kullandığı bilişim sisteminde arama yapılması yeterli değildir. Bilgisayarlarda, bilgisayar programları, bilgisayar kütükleri veya diğer araçlarda yapılacak aramanın konusu “elektronik veri”dir. Bu araçlarda arama işleminde amaç suçla bağlantılı her türlü elektronik veriye ulaşmaktır. Bu kapsamda bilgisayardaki mevcut klasördeki dokümanların tümü taranabilir. Bilgisayarda, şüpheli veya sanığın internet ortamında çeşitli programlar ya da sosyal iletişim siteleri (Msn Messenger, Facebook, Twitter vb.) vasıtasıyla gerçekleştirdiği iletişime ilişkin kayıtların aranması, CMK’nın 135. maddesine göre değil CMK’nın 134. maddesine göre yapılabilir. Zira CMK’nın 135. maddesinde düzenlenen telekomünikasyon yoluyla iletişimin denetlenmesi koruma tedbiri, teknik araçlarla iletişimin tespitini, dinlenmesini ve kayda alınmasını kapsamaktadır. CMK’nın 135. maddesine göre yapılan iletişimin dinlenmesi ve kaydı, geçmişe dönük olarak değil geleceğe dönük olarak yapılabilir. Diğer bir ifadeyle geçmişte gerçekleşen iletişimin dinlenebilmesi, kayda alınabilmesi mümkün değildir. Ancak internet ortamında gerçekleştirilen iletişime ilişkin kayıtlar, bilgisayar kütüğünde kayıt altına alındığından bu iletişim kayıtları hakkında CMK’nın 134. maddesindeki koruma tedbiri kapsamında arama, kopyalama ve elkoyma tedbirleri uygulanabilir. Bireyin e-posta, yazışma ve haberleşmeleri CMK’nın 135. maddesi kapsamında değerlendirilirken, bireyin kendisine e-posta ile gelen bir yazı, resim, görüntü veya ek dosyayı kullandığı bilgisayara veya taşınır belleğe kaydettiğinde, artık bu belge haberleşme hürriyetinin dolayısıyla iletişimin denetlenmesinden çıkıp CMK’nın 134. maddesi kapsamında bilişim cihazına kayıtlı bilgi ve belgeye dönüşecektir. Kriptolu haberleşme sonucunda silinmiş mesajların gerek bilgisayarda gerekse sistem üzerinde ele geçirilmesi de telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişim denetimi kapsamında olmayıp bu gibi hallerde CMK’nın 134. maddesinde düzenlenen bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma tedbiri söz konusu olabilir.
Sonuç olarak, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının dijital materyaller üzerinde CMK’nın 134. maddesi gereğince Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinden aldığı inceleme kopyalama ve çözümleme kararına istinaden Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı uzmanlarınca düzenlenen 18.02.2017 tarihli ByLock raporu, açık kaynaklar, dosyadaki diğer bilgi ve belgeler, yasa, Anayasa ve uluslararası sözleşmeler göz önüne alınarak yapılan tespit ve değerlendirmeler sonucunda; MİT tarafından yasal olarak elde edildiği kabul edilen dijital materyaller üzerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının talebi ile CMK’nın 134. maddesi gereğince Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğinden alınan “inceleme kopyalama ve çözümleme” kararına istinaden bilgisayardaki ve bilgisayar kütüklerindeki iletilerin tespiti işleminde herhangi bir hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Haklarında soruşturma işlemi başlamamış ya da soruşturması devam eden yüz binden fazla şüphelinin delil niteliğinde kişisel bilgisi bulunan Emniyet Genel Müdürlüğü KOM Daire Başkanlığı uzmanları tarafından üzerinde çalışma yapılan ByLock ana serverının, soruşturmanın selameti ve kişilerin masumiyet karinesinin korunması açısından sanıklara teslim edilmesi mümkün olmamış, ilgililer hakkında görevlilerin incelemesi sonucu ortaya çıkan raporlara yönelik somut itirazlar soruşturma ve kovuşturma aşamasında inceleme ve değerlendirmeye tabi tutulmuştur.
B) SABİT HATLARDAN ARAMA VE ARDIŞIK ARAMA YÖNTEMİ:
1) FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Askeri Mahrem Yapılanması:
Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 2017/956 Esas 2017/370 Karar sayılı kararı ile onanarak kesinleşen 16. Ceza Dairesinin ilk derece sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarihli ve 2015/3 Esas 2017/3 Karar sayılı ve aynı Dairenin temyiz mercii olarak verdiği 14.07.2017 tarihli ve 2017/1443 Esas 2017/4758 Karar sayılı kararlarında nitelikleri ve özellikleri açıklanan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü hakkında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele Daire Başkanlığı tarafından 2019 yılı Ocak ayında düzenlenen rapora göre;
a) Genel Olarak Mahrem Hizmetler ve Mahrem Yapılanma:
Mahrem hizmetler, Devletin en kritik ve operasyonel birimlerine sızarak örgüt hesabına yürütülen gizli faaliyetleri ifade eder. Bu kurumlarda örgüt adına kadrolaşma, abinin veya imamın emrine göre organize hareket edip örgüt amacına yönelik verilen görevleri ifa etmektedir.
Mahrem hizmetlerde, Fetullah Gülen veya örgütün üst yönetim katından gelen talimatları, doğruluğunu veya akla uygunluğunu, dini, hukuki, ahlakiliğini sorgulamadan yerine getirecek “mutlak itaat ve teslimiyet gösteren özel seçilmiş” örgüt mensupları kullanılmaktadır.
Mahrem hizmetlerde istihdam edilecek örgüt mensuplarının, zihin kontrollerinin sağlanması, örgütün değerlerini ölümüne savunması, kör bir itaatkârlığa ulaşması zaman almaktadır. Bu nedenle örgüt, ağacın yaşken eğildiğinin bilincinde olarak, mahrem hizmetlerde ihtiyaç duyduğu tipte insanları, genellikle ortaokul/lise döneminden itibaren kazanmaya çalışmaktadır. Örgüt içinde en önemli iş; bu şahısların bulunması, örgüte kazandırılması, yetiştirilmesi, mahrem hizmetlere yönlendirilmesi ve yerleştirilmesidir.
Bu şekildeki bir sürecin ardından TSK içerisine sızdırılan örgüt mensubu sayısının zamanla artması ile birlikte FETÖ/PDY, TSK birimlerini yönlendirebilecek ve kontrol altında tutabilecek bir güce kavuşmuştur. Sözde TSK yapılanması, Emniyet ve MİT yapılanması ile birlikte örgütün “silahlı kanadı”nı oluşturmuştur.
15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi; örgütün, mensupları sayesinde TSK’nın her türlü imkan ve silah gücünü gerektiğinde çıkarları doğrultusunda kendi halkına ve halkının iradesine karşı kullanmaktan çekinmeyeceğini açıkça göstermiştir.
Örgüt dilinde mahrem yerler:
-TSK (Genelkurmay ve Kuvvet Komutanlıkları),
-Emniyet (EGM ve il emniyet müdürlükleri),
-Yargı (Adalet Akademisi, hâkimler/savcılar, HSK),
-MİT,
-Mülkiye (valiler/kaymakamlar),
-Bazı özel kurumları (TİB, ÖSYM, TÜBİTAK),
İfade eder.
Özel Hizmet Birimleri; TSK, Yargı, Emniyet, Mülkiye, MİT gibi kurumlardaki yapılanmadır. Örgüt asıl operasyonel gücünü bu birimlerden almıştır.
Örgütün gerek 17-25 Aralık 2013 öncesi ve sürecinde yapılan operasyonel faaliyetler gerekse 15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişiminin planlama ve uygulaması Özel Hizmet Birimleri tarafından yürütülmüştür.
Özel Hizmet Birimlerinde hücresel yapılanma söz konusudur. Bu birimlerin deşifre olmasını önlemek için uygulanan hücresel yapılanmada bir örgüt mensubunun, en fazla bir üst sorumlusunu ve/veya bir altında bulunan örgüt mensubunu tanıması amaçlanmaktadır.
b) Mahrem Yapılanmanın İşleyişi:
Örgüt için en önemli kurumlar olan TSK, Emniyet, MİT ve Yargı organlarına yerleştirilecek öğrenciler, “Talebe İmamları” tarafından belirlenmekte ve durumlarına göre sınıflandırılarak o yönde ders çalışmaları sağlanmaktadır.
Bu öğrenciler talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan “Özel Evlere” yerleştirilmektedir.
Evlere yerleştirilen öğrencilere kod isim verilmekte ve özel derslere tâbi tutulmaktadır.
Örgütün mahrem yapısı tarafından ele geçirilen Askeri Liselere Giriş ve Polis Koleji Giriş Sınav soruları Talebe İmamları aracılığıyla bu okullar için hazırlanan öğrencilere ezberletilerek sınavlarda başarılı olmaları sağlanmaktadır.
Bu okullara giriş için yapılan çalışmaların boşa gitmemesi için öğrencilerin sağlık durumları önceden örgüt tarafından incelenmekte ve engel hâli bulunmayanlar seçilmektedir.
Her şeye rağmen sağlık raporunda bir sorun çıkması hâlinde ilgili hastanelerdeki örgüt mensupları aracılığı ile uygun raporun verilmesi sağlanmaktadır.
1985 yılında örgüte mensup bazı öğrencilerin askeri liselerden atılması üzerine örgüt tarafından strateji ve sistem değişikliğine gidilerek, askeri liselere ve Polis Kolejine yerleştirilen öğrencilerin bu okullardaki öğrenimleri süresince de kendilerini bu okullara hazırlayan “Talebe İmamı” tarafından takibi sağlanmıştır.
Talebe İmamı, sorumlu olduğu öğrenciyi genelde on beş günde bir kez ziyaret etmekte, ziyaret gerçekleşmezse ikinci buluşmanın ne zaman ve nerede gerçekleşeceği mutlak surette belirlenmektedir. Bu görüşmeler, katı kurallarla belirlenmiş yüksek gizlilik içerisinde gerçekleştirilmektedir.
15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe girişimi sonrası TSK içerisindeki yapılanmaya yönelik yapılan soruşturmalar akabinde alınan ifadeler ve yapılan tespitler sonucu gün yüzüne çıkarılan bilgilere bakıldığında; “Örgütün TSK içerisinde farklı bir yapılanmaya gittiği, tamamen hücre tipi, birbirinden habersiz ve bağımsız üniteler oluşturulduğu, bu ünitelerin sivil abilerin/imamların sorumluluğunda üst düzey komutanlar (general, albay, yarbay, binbaşı), alt rütbede subaylar (yüzbaşı, üsteğmen, teğmen) ve astsubay gruplarından oluştuğu” tespit edilmiştir.
c) Kadrolaşma Süreci:
Örgüt tarafından seçilerek yetiştirilen elemanlar, örgütün hedefleri doğrultusunda kamu ve özel sektörde istihdam edilmektedir. Kamudaki örgütlenme anlayışı, herhangi bir cemaatin üyelerinin devletin kademelerinde yer almasının ötesindedir.
Devletin kamu kurumlarına yerleşme, her vatandaşın hakkı olarak görülse ve Fetullah Gülen tarafından bu hak kılıf olarak kullanılmaya çalışılsa da gizlenmeye çalışılan bir gerçek vardır. Bu gerçek; FETÖ/PDY’nin sınav sorularını çalması, kumpas davalarıyla örgüt mensubu olmayanları tasfiye etmesi ve örgütün devlette monopol olmaya çalışması, hizmet asabiyetinin sonucu olarak örgüt mensuplarının hizmet aidiyetini Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından üstün görmesi, sadakatin devlete değil örgüte sunulması, devlet hiyerarşisi yerine örgüt hiyerarşisinin konulması, emirlerin sivil örgüt imamlarından alınması gibi birçok somut olayda görülmektedir.
Bu gibi somut olaylar da göstermektedir ki FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensubunun devletin kamu kurumlarına yerleşmesi/yerleştirilmesi değil, sızması ve halk tabiriyle ayrık otu gibi bulunduğu yerleri işgal etmesi söz konusudur.
15.07.2016 tarihindeki darbe girişimini gerçekleştiren FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün Türk Silahlı Kuvvetleri içerisindeki yapılanmasının “Mahrem Hizmetler” olarak isimlendirildiği ve yapılanmada gizliliğe azami derecede riayet edildiği bilinmektedir.
Genellikle ortaokul/lise döneminde kazanılan ve örgütsel ideolojiye uygun olarak yetiştirilerek örgüt mensuplarınca özel bir sınavdan geçirilen bu şahısların, örgütün mahrem yapılanmasını oluşturan birimlerde istihdam edilmesine örgütün oldukça önem verdiği ve mahrem hizmetlerde kullandığı görülmektedir.
Askeri mahrem yapılanmada yer alan bir örgüt mensubunun hayatını dört evrede özetlemek mümkündür:
-Birinci evre; Işık evi,
-İkinci evre; Hususi/özel ev,
-Üçüncü evre; Askeri okullardaki eğitim süreci,
-Dördüncü evre; Birim yapılanması,
Çocuk yaşta örgüte kazandırılan öğrenciler, talebe evlerinden alınarak mahrem yapı dışındaki kişilerin bilmediği ve sadece mahrem hizmetlerde kullanılan özel evlere yerleştirilmektedir.
Örgüt mensupları, ortaokul ve lise dönemlerinden itibaren düzenli olarak örgüt liderinin ses veya görüntü kaydı hâline getirilmiş vaazlarını, kitaplarını sohbet toplantılarında dinlemekte, izlemekte ve okumaktadır. Sohbet toplantıları, örgüt tarafından masum dini faaliyetler gibi gösterilmeye çalışılarak ardındaki örgütsel fikir ve idealler gizlenmektedir. Oysaki bu toplantılarda, dini kılıf altında ya da buz dağının görünmeyen yüzünü oluşturan kısımlarında örgütsel bir bakış açısı kazandırılmaktadır.
Bir örgüt mensubunun bütün bu hayat evreleri, sohbet toplantılarına katılmakla geçer. Örgütün temel direği, olmazsa olmazı bu toplantılardır. Nitekim terör örgütü lideri bu konuda şunları söylemiştir:
“Evvela kendimiz bu hizmetin büyüklüğünü kabul edelim, başkalarına anlatmadan. Evet, yani bu öyle bir hizmettir ki bunu mütevelli toplantısındaki bir akşam bile hiçbir şeye feda edilemez. Ne kadar feda edilemez yani? Mesela annemiz babamız ölse feda edilemez. Gider geçer, belli bir fasıldan sonra başında durur kaldırırız. Ama buraya gelinir. Çünkü bir arkadaş iki arkadaş buraya gelmeyince gelenlere gelinmiyor olabileceği fikri verilir. Gelenlerin şevki söndürülür. Kuvveyi maneviye si kırılır. Biz her bir yerlerimiz şu cemaatin Kuvveyi maneviye sini takviye etmek üzere el ele tutup omuz omuza verme mecburiyetindeyiz. İhlası salesinde buna temas ediyor. Birisinin geriye durması diğer arkadaşları (…) sarsabilir. Allah’ta diyor, o fabrikayı katar karıştırır, o saatin çarklarını katar karıştırır diyor. Demek biz öyle fabrikanın çarkları öyle saatin çarkları hâline gelmişiz ki bu çarklardan bir tanesi dursa muvakkaten bu durgunluk, duraklama bütün çarklara sirayet ediyor. Birbirimizle çok bütünleşmişiz. Bu bütünleşmenin manevi keyfiyetini yani tablonun öbür yanını ben göremiyorum, tahminde edemiyorum. Fakat Allah bir araya gelmeyi böyle bu bütünleşme adına çok önemli sayıyor. Önemli kabul buyuruyorsa şayet bizim için bu çok önemli olmalıdır. Biz burada bir cemaat teşkil ediyoruz ve Allah’ın eli cemaatle beraberdir. (…) Arkadaşlarımız cennete giden yollardaki tıkanıklıkları açacak, herkesi gelmeye mecbur edecekler. (…) O zaman bu fedakâr arkadaşlarımıza bir gece gelmemeye bir şey takdir edelim. Bir gece mütevelliye gelmezse acaba ne takdir edelim? Bugünkünü muaf tutacağız. Mesela Nejat Bey yok, (X) yok, mesela Celal bey de yok. Başınız sağ olsun. O aksatmazdı da benim şeyimdi o, izin alması lazım giderken, manevi şeyin yanında bir şey takdir edelim. Veremezlerse ben vereyim onu. Öyle bir şey söyleyelim ki ben veremeyeyim onu. Mehmet Bey diyor ki bir senelik burs versin. (Konuşmalar) Bir kere atlatana bir senelik burs takdir edelim. Ne güzel şey yine cennete giden yolda tıkanıklık açılıyor.”
Sohbet toplantılarını, çeşitli alt başlıklar altında incelemek ve sınıflandırmak mümkündür. Ortaokul döneminde irtibata geçilen çocuk yaştaki kişilerin katıldığı sohbet toplantıları “keyfiyet” odaklıdır. Bu toplantı türünde, evlere gelenlere yoğun ideolojik eğitim programı uygulanmaktadır. Bunun haricinde sivil/bölge yapılanmalarında ve mahrem yapılanmalarda gerçekleştirilen toplantılar ise iki genel kısımdan oluşmaktadır. Birincisi keyfiyet denilen örgütsel bağ oluşumunu sağlayan, destekleyen ve geliştiren kısım, ikincisi ise örgüt idaresi ve stratejileri ile alakalı “iş/meslek” konularının görüşülmesi kısmıdır.
Keyfiyet odaklı toplantıların işleyişine bakıldığında;
-“Pırlantalar” olarak adlandırılan Fetullah Gülen’in kitaplarını okuma,
-Önceden kayda alınmış sesli ve görüntülü kayıtlarını dinleme ve izleme,
-Haftalık Bamteli sohbeti, Sızıntı, Çağlayan dergisi vb. yazılarını okuma/izleme,
-Örgüt mensubu yazarların kitaplarından ve yazılarından kesitler okunması, anlatılması,
Gibi faaliyetlerle örgütsel değerler aşılanmaktadır.
Daha önce de açıklandığı gibi bu faaliyetler rastgele değildir; belli bir plan ve sistem dahilinde zamana yayılarak ışık evlerine gelmesi sağlanan herkese uygulanmaktadır. Bu toplantıların belli bir takvime göre, önceden belirlenmiş hedeflere ulaşılacak şekilde ayarlandığı ele geçirilen belgelerde açıkça görülmektedir. Bir yıl içinde sohbet toplantılarına katılan kişilere örgütün temel değerlerinin hemen hemen hepsinin eğitiminin verildiği anlaşılmaktadır. Ondan sonraki süreçte de her yıl, yine belli bir plan ve program doğrultusunda bu değerler çerçevesinde “ideolojik örgüt eğitimi”nin verilmeye devam ettiği görülmektedir.
Sohbet toplantılarının fonksiyonlarına ve verilen ideolojik eğitimin içeriğine bakıldığında;
-Olağanüstü kişilik bilincinin aşılanması, (Fetullah Gülen’in insanüstü özelliklere sahip, ilahi irade tarafından seçilmiş ve özel bir misyonla dünyaya gönderilmiş, her dediği ilahi iradenin isteklerini yansıtan ve yanlış olması mümkün olmayan bir kişi olduğuna iman edilmesi)
-Kutsal dava fikrinin yerleştirilmesi, (Fetullah Gülen’in olağanüstülüğüne iman etmiş kişilerin, ona verilen kutsal görevleri, ona bağlanan kutsal ordusuyla başaracağına olan inanç)
-Ham olarak gelen hedef şahısların örgüt elemanına dönüştürülmesi, bu hedef şahıslara örgütün ideolojisi ile öğretilerinin empoze edilmesi,
-Toplantıya katılanların bireysel dönüşümlerinin sağlanması ve radikalleştirilmesi,
-Grup aidiyetinin keskinleştirilmesi,
-Dayanıklılık, katı disiplin ve mutlak itaatin sağlanması,
-Bağlılık, güven ve sadakatin oluşturulması,
-Birlik ruhunun sağlanması,
-Örgüt idealleri doğrultusunda mücadele ederken başa gelebilecek her türlü zorluk ve acıya (örgüt içinde imtihan olarak adlandırılır) karşı insanı kayıtsız kılan bir dayanıklılık kazanılması, psikolojik olarak önceden hazırlanılması,
-Hizmet uğruna ölmenin erdemi ve mükâfatının cennet olduğu bilincinin yerleştirilmesi,
-Moral değerlerin ve mücadele kapasitesinin yükseltilmesi,
Şeklinde olduğu görülmektedir.
Sohbet toplantılarının örgütün temellerinin dayandığı en önemli taşıyıcı sütun olması dolayısıyla gizlenmesi ve dış müdahalelere karşı çeşitli şekillerde korunması gerekmektedir. Örgüte hâkim olan gizlilik ilkesi, diğer uygulama ve faaliyetlerde olduğu gibi sohbet toplantılarının da koruyucu kalkanıdır. Bu toplantıların ne zaman, nerede yapıldığı açık ve şeffaf değildir. Özellikle mahrem hizmetler toplantılarının gizliliği için birçok tedbir uygulanmaktadır. Yine gizlilik ilkesi gereği bu toplantılar “dini faaliyet, dini sohbet” kılıfı altında hedef saptırma yöntemi kullanılarak ardındaki örgüt gerçekleri saklanmaya çalışılmaktadır.
Örgütün toplantılara bakışı gayet nettir. Elemanların örgüt içi değerinin toplantılara katılma durumuna göre belirlendiği örgütten ele geçirilen bütün belge ve dokümanlarda açıkça görülmektedir.
Toplantılara aksatmadan, düzenli katılanlar ele geçirilen bütün fişleme belgelerinde en sadık, en yüksek mertebede yer alan kişiler olarak nitelendirilmektedir. Ara sıra aksatanlar, bir alt basamakta yer almakta ve kendi içinde aksatma sıklığına göre sıralanmakta/sıralanabilmektedir. Aksatma sıklığı artanlar ve gelmemeye başlayanlar “Ümit” pozisyonuna düşürülmekte, bunlar da kendi içinde kategorilere ayrılarak tekrardan kazanılmak amacıyla özel stratejilerle yaklaşılmaktadır. Bu çabaların da sonuçsuz kalması ve kişinin irtibatı keserek toplantılara katılmaması örgütten çıkma anlamına gelmektedir.
Diğer terör örgütleriyle mukayese edilemeyecek ölçüde gizliliğe büyük önem veren FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün; yasa dışı faaliyetlerinin bilinmesinin önüne geçmek ve meçhulde kalmasını sağlamak, örgüt mensubunun güvenliğini gerçekleştirmek ve kriptolanması ile deşifre olmasını engellemek, yapılması planlanan eylemin veya yasa dışı faaliyetin başarıya ulaşmasını temin etmek, yasa dışı faaliyetlerin akabinde mümkün olduğunca az iz ve emare bırakmak amacına yönelik olarak kod ad kullanılmakta ve yine mahrem hizmetlerde kullanılan evlere yerleştirilen öğrencilere özellikle kod adı verilerek özel derslere tabi tutulmaktadır.
Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi gizlilik de istismar edilen dini kavramlarla kamufle edilmekte, örgüt jargonunda tedbir olarak adlandırılmaktadır.
d) Örgütsel Toplantılar İçin İletişim Kurma Yöntemleri:
Dünya genelinde 160 ülkede faaliyet gösteren ve binlerce mensubu olan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü açısından iç haberleşme; talimatların alınıp verilmesi, gelişmelerin güvenli ve zaman kaybetmeksizin aktarılması ve faaliyetlerin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi bakımından hayati öneme sahiptir.
Faaliyet alanlarının çeşitliliğine paralel olarak örgütün haberleşme yöntemleri de farklılık arz etmektedir. Örgütün neredeyse tüm uygulamalarında olduğu gibi haberleşme yöntemlerinde de gizlilik içerisinde iletişim sağlamaya özen gösterilmektedir.
Örgütün iletişimde kullandığı yöntemlerin;
-Yüz yüze/buluşma,
-Canlı kurye,
-Kriptolu IP hattı,
-Not ile haberleşme,
-Basın yayın üzerinden talimat verme,
-Sosyal medya (Facebook, Twitter vb.),
-Telefon (GSM, operasyonel hat, ankesör/büfe arama),
-İletişim/haberleşme programları (ByLock vb.),
Olduğu anlaşılmaktadır.
Canlı kurye kullanılması, en sağlıklı haberleşme yöntemlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Talimat almak ve faaliyetler hakkında bilgi vermek amacıyla doğrudan ABD/Pensilvanya’ya gidilerek örgüt lideri ile yüz yüze görüşülmekte ve talimatlar bizzat alınmaktadır. FETÖ/PDY elebaşısının “çok önemli hususların yüz yüze (Ru Be Ru) görüşülmesi” yönünde talimatlarının olduğuna dair bilgiler mevcuttur. Örgüt toplantılarında verilen talimatlar ufak kâğıtlara yazılmakta hatta bunların lüzumu hâlinde yok edilebilmesi için yenilebilir özellikte olması sağlanmaktadır.

Kiralık hatlar vasıtasıyla kriptolu IP telefon kullanılması, özellikle yurt dışındaki okullarla irtibatta kullanılan yöntemlerdendir.

En kolay ve önemli haberleşme araçlarından biri GSM hatlarıdır. Bu hatlar, genel olarak başkası adına kayıtlı ya da örgüt kontrolündeki kurum/kuruluş adına kayıtlı olan, abone bilgilerinin gerçek kullanıcısına kolaylıkla ulaşılamayan hatlardır. Genellikle yaklaşık 3 ayda bir yeni GSM hattı temin edilmekte ve eski hatla birlikte telefon cihazı da değiştirilmektedir. (Uygulanan tedbir şekline göre süre değişkenlik gösterebilir.)

Telefonların değiştirilmesi sürecinde eski telefonlar imha edilmekte ve parçalanarak farklı bölgelerdeki çöp kutularına atılmaktadır. Bu işlerin kamera olmayan yerlerde yapılmasına dikkat edilmektedir. Böylece tek numara ile görüşme yapan hat görüntüsünden uzaklaşılması ve örgütün kullandığı hatların tespitinin zorlaştırılması amaçlanmaktadır.

İletişimin telefonla kurulduğu dönemlerde (iletişim/haberleşme programlarının kullanılmadığı dönemlerde) telefonun akıllı olmaması ve internet bağlantısının bulunmamasına dikkat edilmiştir. Aynı zamanda mesaj atılması da istenmediği için yasaklanmıştır.

Örgüt mensuplarının kendi adlarına olmayan GSM hatları temin edip bunları belirli aralıklarla cihazlarıyla birlikte değiştirmeleri dahi legal olduğunu iddia ettikleri faaliyetlerinin illegal olduğunu ve bunları gizlemeye çalıştıklarını ortaya koymak açısından önemli bir veridir.

Türkiye’de Almanya, ABD ya da başka bir ülkeye kayıtlı GSM hatlarının kullanılması, örgütün üst düzey abilerinin kullandığı yöntemlerdendir. Abone bilgilerinden sadece hangi ülkeye ait olduğunun görülebilmesi nedeniyle zaman zaman tercih edilebilmektedir.

Örgüt mensupları, tedbir olarak haberleşme araçlarını değiştirdikleri gibi isim zikretmekten imtina ederek genel ifadeler kullanmaya özen göstermekte ve yaygın olarak “KOD İSİM” kullanmaktadırlar. Örgütsel görüşmeler sırasında “hizmet, şakirt, Gülen, cemaat” gibi kelimelerin telefonda zikredilmemesine özen gösterilmekte, buluşma yeri söyleneceği zaman şifreli ifadeler kullanılmasına önem verilmektedir.

Her ne kadar iletişimde esas olan usul “randevulaşma sistemi” olsa da örgütün mahrem sorumlularının, sevk ve idaresi altındaki askeri personel ile deşifre olmayı engellemek maksadı ile irtibat kurma yollarından birisinin de “Kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, iddia bayii ve lokanta gibi işletmelerde bulunan ve ücret karşılığı kullanılan sabit (kontörlü/voip) hatlar ile Türk Telekom’a ait ankesörlü telefon hatlar” olduğu tespit edilmiştir.

Örgüt tarafından bu yöntemin kullanılma sebepleri ise;
-Pratik ve kolay ulaşılabilir bir iletişim modeli olması, (Örneğin, operasyonel hat ile iletişim için gerekli olan 2. bir telefon, çevresi tarafından şahsın durumunu şüpheli hâle getirebilir)

-Anonim bir iletişim modeli olması, (Açıklamaya ihtiyaç duyulduğunda gönül ilişkisi vb. bahaneler ileri sürülebilir)

-Teknolojik imkânların güvenilir olmadığı, (ByLock serverlarının elde edilmesi vb. toplu deşifrasyon olmayacağı inancı)

-Arayan mahrem sorumlusunun kimliğinin deşifre olmayacağı, düşüncelerine dayanmaktadır.

e) Büfe/Ankesörlü Sabit Telefon Hatlarıyla İrtibat Kurma Yönteminin Özellikleri:
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü “sohbet” olarak adlandırdığı örgütsel toplantıları devam ettirmek için elzem olan askeri personel ile irtibatlarında gizliliğe çok önem verdiği hususuna yukarıda ayrıntılarıyla değinilmiştir.

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü kapsamında yürütülen soruşturmalardaki şüphelilerin hatları ile kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye ve lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesinde;

-Ardışık arama (Yakın zaman diliminde birbirini takip eden peşi sıra),
-Periyodik arama (Farklı tarih ve zaman diliminde belirli gün aralığı dahilinde),
-Tek arama,
Şeklinde iletişim gerçekleştirildiği ve irtibat sağlandığı saptanmıştır.

Birim içerisinde sorumlu düzeyde bulunan örgüt mensuplarının, kendilerine bağlı askerlere ait telefon numaralarını, telefonlarına farklı isimler kullanarak veya not kâğıtlarına GSM numaraları üzerinde belirli değişiklikler yaparak kaydettikleri, iletişim kurmak istedikleri zamanlarda ise kamuya açık ve birbirinden bağımsız market/büfe/lokanta vb. işletmelerde kurulu bulunan kontörlü/voip (sabit) hatlar ile Türk Telekom’a ait ankesörlü telefonları kullanmak suretiyle kendilerine bağlı askerleri aradıkları belirlenmiştir.

Yapılan soruşturma ve kovuşturmalar sırasında elde edilen bilgilerden, FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün “Mahrem Yapısı” içerisinde faaliyet gösteren örgüt mensuplarının, kendi sorumlulukları altında bulunan özellikle asker ve diğer mahrem hizmetteki sivil şahısların telefon numaralarını, deşifre edilmelerinin önlenmesi ve örgütsel faaliyetlerinin sürdürülebilir olması amacıyla şifreleme metotları kullanarak kaydettikleri de tespit edilmiştir.

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarınca kullanılan ve şu ana kadar tespit edilebilen bazı şifreli kaydetme yöntemlerinin;

1-On (10) Rakamına Tamamlama; Öğrencilerin telefon numaralarını telefona kaydetmek yasak olduğu için normal bir esnafın kartvizitinin arkasına veya herhangi bir kâğıda telefon numaralarının son dört rakamının her biri 10’a tamamlanarak kaydedilir. Yani kayıtlı telefon numarasının son dört rakamının her birini 10 sayısından çıkararak ortaya çıkan rakam yazılır. 10’a tamamlama sistemine örnek vermek gerekirse telefon numarasının son dört rakamı 46 05 ise not kâğıdına yazılan numaranın son dört rakama 64 05 olur. Bir başka örnekte ise telefon numarasının son dört rakamı 43 17 ise kartvizite yazılan numaranın son dört rakamı 67 93 olur.
2-Sondan İkili Rakam Bloklarını Çapraz Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan rakam bloklarının yerlerinin çapraz olarak değiştirilmesi yöntemidir. Örneğin, 0 xxx 345 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 345 44 62 olarak kaydedilir.

3-Rakam Bloklarını Ters Yazma; Telefon numarasının operatöre ait ilk 3 rakamları sabit kalmak şartıyla geri kalan rakamları ise rakam bloklarının kendi arasında ters yazılarak kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 345 62 41 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 543 26 14 olarak kaydedilir.

4-Sondan 4 üncü Rakamı Dört (4) Arttırma; Telefon numarasının sondan dördüncü rakamına dört eklenerek kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx xxx 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx xxx 02 44 olarak kaydedilir.

5-Sondan 2 nci ve 4 üncü Rakamı Yer Değiştirme; Telefon numarasının sondan ikinci ve dördüncü rakamlarının yerlerinin değiştirilerek kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx xxx 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx xxx 42 64 olarak kaydedilir.

6-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamlara Bir Ekleme Bir Çıkarma; Telefon numarasını oluşturan rakamlara soldan başlayarak sırasıyla bir ekleme bir çıkarma yapılarak kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 444 62 44 numaralı telefon kaydedilirken 0 xxx 535 53 35 olarak kaydedilir.

7-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Kredi Kartı Numarasına Benzetme; Telefon numarasını oluşturan rakamlarının başına, sonuna rakamlar ekleyerek veya 16 haneli kredi kartı numarası şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin, 0 xxx 444 62 44 telefon numarası 5410 xxx4 4462 4454 olarak kaydedilir.

8-Telefon Numarasını Oluşturan Rakamları Servis Sağlayıcı Operatör Kodunun İl Alan Koduna Değiştirme; Operatör kodunun herhangi veya faaliyet gösterdiği il kodu şeklinde kaydedilmesidir. Örneğin, 0 505 xxx xx xx numaralı telefon kaydedilirken 0 312 xxx xx xx olarak kaydedilir.

9-99’a Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 99‘a tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 45 32 şeklinde yazılması,

-100’e Tamamlama; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son iki hanesini 100’e tamamlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 45 33 şeklinde yazılması,

10-Çaprazlama metodu; Aranacak telefon numaraları doğrudan olarak değil son dört hanesinin ikili gruplar hâlinde kendi içinde çaprazlama yöntemiyle aranmasıdır. Örneğin 5XX 123 45 67 numarasının 5XX 123 76 54 şeklinde yazılması,
Şeklinde olduğu saptanmıştır.

Mahrem imamların, kendilerine bağlı muvazzaf askerlerin (öğrenci) telefon numaralarını ajandalarına kaydederken yukarıda açıklamaları verilen örnek şifreleme yöntemlerini kullanmakla birlikte “bazı mahrem imamların arama yapmadan önce numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten asker şahsı tekrar gerçek numarasından aradıkları da” sıklıkla gözlemlenmiştir.

Kolluk birimlerinin yapmış olduğu çalışmalar ve soruşturmalarda alınan ifadelerden;

“Mahrem imamların belirledikleri periyodik zaman diliminde grubunda bulunan askeri personelle sohbet adı altında örgütsel toplantıları düzenledikleri, bir sonraki toplantının yerinin-zamanının ve saatinin yapılan bu toplantılarda yüzyüze görüşülerek belirlendiği, toplantı günü ve saatinde değişiklik veya farklı bir gelişme olduğu zaman mahrem imam tarafından sabit hatlardan (ankesör-büfe-market vb.) askeri personelin cep telefonu aranmak suretiyle irtibatın gerçekleştirildiği, mahrem imam tarafından gerçekleştirilen bu görüşmelerin genellikle çok kısa tutulduğu ve şifreli olarak anlatılmak istenilenin söylendiği, bu telefon görüşmelerinin kısa tutulmasının sebebinin mahrem imamın ve sabit hatlardan aranan askeri personelin deşifre olmasını engellemek olduğu, askeri personelle mümkün olduğu kadar sabit hatlardan az irtibat kurulmaya özen gösterildiği, askeri personelin çok aranmasının o personelle ilgili bir sıkıntının yani toplantılara gelmeme, terör örgütü ile irtibatını koparmaya çalışma gibi etkenlere işaret ettiği, mahrem imam tarafından sürekli arama yapılarak askeri personelin ikna edilmeye çalışıldığı, askeri personelin az aranmasının ise o personelin toplantılara düzenli geldiğinin, gerçekleştirilen toplantılarda yüz yüze alınan kararlar sonucunda bir sonraki toplantıya düzenli katıldığının göstergesi olduğu, katalog evlilik yapan askeri personelin eşleri ile toplantılara katıldıkları örgüt imamlarının eşlerinin askeri personelin eşleri ile ilgilendikleri, bu şekilde mahrem imamlarca yapılan görüşmelerin 2017 yılına kadar devam ettiği, bu tarihten sonra sabit hatlardan askeri personelin aranmamasına dikkat edildiği, bunun sebebinin ise yapılan örgütsel faaliyetin deşifre olması ve mahrem imamların takip edilmesinden korku duyulmasından kaynaklı olduğu, bu süreçten sonra askeri personel ile görüşme yapılmak istenildiği zaman; lojmanlarda oturmayan ve FETÖ Silahlı Terör Örgütü içerisinde faaliyet gösteren askeri personelin evlerine gidilerek irtibat kurulduğu ya da asker şahsın mahrem imamın evine gitmesi şeklinde irtibat kurulmaya çalışıldığı, subay, astsubay veya askeri öğrenciler ile ilgilenen mahrem imamların birbirinden farklı olduğu, örneğin subay ve astsubayların aynı grup içerisine dâhil edilmediği”
Anlaşılmıştır.

Sonuç olarak;

Yukarıda izah edilen açıklamalar, olgular ve FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütüne yönelik yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda alınan ifadeler bir bütün olarak değerlendirildiğinde;
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün, Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesine sızmış mensuplarının çok az kısmına kriptolu haberleşme programı Bylock ve Eagle gibi programlar yüklediği, geri kalan mensupları ile özellikle geçmiş yıllarda kullandıkları bir sistem olan büfe, market vb benzeri yerlerdeki ücretli telefonlar veya kontörlü telefonlar ile haberleştikleri, örgütsel irtibatta asıl olan iletişim metodunun yüz yüze görüşme olduğu ve bir sonraki görüşmenin tarih ve yerinin bu esnada belirlendiği, bu mümkün olmaz ise tedbir anlamında her asker şahsın farklı ankesör ya da sabit hatlardan (market-büfe-bakkal vb.) aranmak (GEZEREK) suretiyle örgütsel iletişimin kurulduğu, arama işleminin genellikle tek taraflı ve kısa süreli olduğu, sadece sorumlu şahısların ARAMA işlemini yaptığı (askeri şahıs tarafından karşı arama yapılmadığı, askeri personelin de çok sık olmamakla birlikte mahrem sorumlusuna ulaşmak istedikleri durumlarda aradığı), sorumlu şahıs tarafından aranan askeri personelin büyük kısmının rütbe/makam olarak genelde denk olduklarının tespit edildiği (Örneğin; aranan Astsubay ise ardışık aranan kişide Astsubay, Subay ise ardışık aranan da Subay gibi), aynı şekilde kuvvetlerin de denk olduğu (Örneğin; aranan jandarma ise ardışık Jandarma, aranan KKK personeli ise ardışık KKK personelinin arandığı gibi), genel olarak her sivil yöneticinin sorumluluğunda birden fazla hücre bulunduğu ve hücrelerin 2-3 asker şahıstan (askeri öğrenci ve/veya muvazzaf personel) oluştuğu, bu asker şahısların da aynı kuvvete mensup olup aynı rütbede bulundukları (istisnai olarak farklı rütbe ve/veya kuvvetlere mensup asker şahıslardan bir hücre oluşabildiği, örneğin; sivil sorumlunun astsubaylardan oluşan grubunun yanında astsubaylıktan subaylığa geçen askeri personelle de ilgilenebileceği), tek ankesör ya da sabit hattan (market-büfe-bakkal vb.) farklı asker şahısların aranmasının arka arkaya arama (ARDIŞIK ARAMA) şeklinde olması durumunda aramanın örgütsel olduğu kanısını güçlendirdiği, ayrıca aynı ankesör/sabit (büfe-market vb.) hattan arka arkaya (ARDIŞIK) arama yapılmasının mahrem sorumlu şahsın tedbirsizliği ve işin kolayına kaçmasından kaynaklandığı, daha çok gizliliğe uymayan mahrem imamlar tarafından yapıldığı, aramaların kısa olmasının nedeninin ise askeri personelin daha önceden yeri ve zamanı kararlaştırılan görüşmeye gelinmemesi gerektiği veya gelip gelemeyeceğinin teyit edilmesi ya da görüşmeye gelmeyen kişiye gelecek görüşme yer ve zamanının bildirilmesi veya daha önceden kararlaştırılan yer/tarihin değişmesinden dolayı yapılan aramalar olmasından kaynaklı olduğu, aramaların genellikle mesai saatleri dışında yapıldığı, sorumlu şahsın askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı alakasız kişileri de ankesörle arayarak hedefin kaybolmasını amaçladığı, genellikle on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez iletişime geçilerek buluşmaların/toplantıların gerçekleştirildiği, bu görüşmede bir sonraki buluşma tarihinin kararlaştırıldığı, bir aksaklık olmadığı müddetçe yeniden aramaya ihtiyaç duyulmadığı, bazen mahrem sorumlu tarafından sorumluluğundaki gruplarla ilgili grup içerisindeki tek şahsın arandığı ve bu şahıstan gruptaki diğer şahsa veya şahıslara bilgi vermesini istediği, aramanın sadece büfe, lokanta, market vs. kontörlü arama yapılabilen yerler olmadığı, ayrıca ankesörlü telefonlar ile kontörü olmadığından bahisle rica yolu ile iş yerlerinde mevcut sabit hattan da arama işlemi yapılabildiği, genel olarak yüzbaşı ve üstü rütbedeki subaylarda “birebir sorumluluk” esasının geçerli olmasından dolayı birden fazla asker şahsın oluşturduğu hücre sisteminin tercih edilmediği, mahrem yapı sorumlusunun kural olarak sorumlusu olduğu asker şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğu, istisnai olarak sözde TSK yapılanmasının bölge esaslı teşkilatlanması nedeniyle yakın ilde bulunan hatlarla da iletişim kurulabildiği, mahrem yapı sorumlusunun sorumlu olduğu örgüt mensubu asker şahısları aramasından sonra belirlenen buluşma yerinde aranılan hatların takılı bulunduğu cihazların götürülmemesi veya götürülse bile kapatılmasına yönelik tedbir uygulanmaya çalışıldığı, bu tedbirin ortak yer baz istasyonundan sinyal verilmesini ve/veya dinleme yapılmasını önleme amaçlı olduğu, daha önceden kararlaştırılan noktaya gelinmediği takdirde ya da mahrem imam il dışında ise ve periyodik zamanlarla bir araya geliniyorsa (2 haftada bir Cumartesi gibi) bir gün önce mahrem imamın arayarak çağrı bıraktığı, arama işlemi sonrasında gizlilik (son aradığı numaranın telefon hafızasında kalmasını önlemek) ve tedbir amaçlı olarak ilgisiz rastgele numaraların çevrildiği ve redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışıldığı, sivil yönetici unsurun sorumlusu olduğu asker şahsın numarasının son iki rakamını kendi telefon rehberinde “10”, “100” veya “99” rakamına tamamlayacak şekilde kayıt etmesinin en fazla başvurulan tedbir yöntemlerinden biri olduğu, bu nedenle yanlışlıkla numaraların şifrelenmiş hâliyle yapılan aramaların da gerçekleşebildiği, yapılanmada her yönetici sivil unsurun deşifre olmamak amacıyla kendi tedbir ve iletişim metodunu kendisinin belirlediği, (Bu metotlardan birisine örnek vermek gerekirse kısa süreli arama, cevapsız çağrı bırakma, aynı hattan parça parça kısa süreli arama vb.), mahrem yapı içerisindeki irtibatın ve şifreleme tekniğinin deşifre olmaması amacıyla çok sayıda şifreleme tekniğinin kullanıldığı,
Belirlenmekle;
Günümüzde iletişim aracı olarak cep telefonlarının kullanılmasının hayatın olağan akışına uygun ve kabul edilen bir gerçek olmasına karşın, kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat ve ankesörlü hatlar üzerinden asker şahıslarla GEZEREK ya da ARDIŞIK şekilde yapılan aramaların; örgütün “gizlilik” ve “deşifre olmama” kuralına uygun olarak Askeri Mahrem Yapılanmasının irtibat kurma yöntemlerinden biri olup FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün MAHREM İMAMLARI tarafından örgütsel amaçlı, örgütsel haberleşmeyi sağlamak amacıyla gerçekleştirildiği sonucuna varılmıştır.
2) Bir İletişim Aracı Olarak Ankesörlü/Sabit Hatlardan Periyodik Veya Ardışık Aramaların Hukuki Niteliği:
a) Ulusal ve Uluslararası Mevzuat:
Konuyla İlgili Ulusal ve Uluslararası Düzenlemeler;
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi:
Madde 8 – Özel ve aile hayatına saygı hakkı
(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.
(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası
Özel hayatın gizliliği ve korunması
Özel hayatın gizliliği
Madde 20- Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış mercinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili mercin kararı yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.

Haberleşme hürriyeti
Madde 22- Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.

İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.

Suç ve Cezalara İlişkin Esaslar
Madde 38- (6)- Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez.
Milletlerarası Andlaşmaları Uygun Bulma
Madde 90/5- Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 7/5/2004-5170/7 md.) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır.

Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre;

İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması

Madde 135 – (1) (Değişik: 21/2/2014–6526/12 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi (…) dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır. (Mülga son iki cümle: 24/11/2016-6763/26 md.)

(3) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.

(6) (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi belirtilir. (Ek cümleler: 24/11/2016-6763/26 md.) Cumhuriyet savcısı kararını yirmi dört saat içinde hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde kayıtlar derhâl imha edilir.

(8) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanunu’nda yer alan;

15. (Değişik: 2/12/2014-6572/42 md.) Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak (madde 302),
16. (Ek: 2/12/2014-6572/42 md.) Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
17. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları,

Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi

Madde 160 – (1) Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.

Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri
Madde 161 – (1) Cumhuriyet savcısı, doğrudan doğruya veya emrindeki adlî kolluk görevlileri aracılığı ile her türlü araştırmayı yapabilir; yukarıdaki maddede yazılı sonuçlara varmak için bütün kamu görevlilerinden her türlü bilgiyi isteyebilir.
(2) Adlî kolluk görevlileri, el koydukları olayları, yakalanan kişiler ile uygulanan tedbirler emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhâl bildirmek ve bu Cumhuriyet savcısının adliyeye ilişkin bütün emirlerini gecikmeksizin yerine getirmekle yükümlüdür.

(4) Diğer kamu görevlileri de, yürütülmekte olan soruşturma kapsamında ihtiyaç duyulan bilgi ve belgeleri, talep eden Cumhuriyet savcısına vakit geçirmeksizin temin etmekle yükümlüdür.
Delillerin Ortaya Konulması ve Reddi
Madde 206-(2) Ortaya konulması istenilen bir delil aşağıda yazılı hâllerde reddolunur:
(a) Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse.
..
Delillerin Takdir Yetkisi
Madde 217 – (2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.
Hükmün Gerekçesinde Gösterilmesi Gereken Hususlar
Madde 230 – (1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:

(b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
Hukuka Kesin Aykırılık Hâlleri
Madde 289 – (1) Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır:

(i) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması.
Şeklinde düzenlenmiştir.

b) Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Hukukiliği:

Çağımızda hukukun değişmez niteliği “Evrensel, herkes için, bağımsız, tarafsız, insan haklarına saygılı, eşitlikçi, özgürlükçü, adil, haksızlığa karşı vazgeçilmez” oluşudur.
Bir ülkede bu ilkelerin benimsenip güçlendirilmesi ve içselleştirilmesi için demokratik düzenin bütün kurum ve kuruluşlarıyla oluşturulması, demokratik hakların etkin biçimde kullanılması, devletin bütün işlemlerinin hukuk sınırları içinde ve hukuk devleti ilkelerine uygun olması kadar çağdaş bir ceza yargılamasının sağlanması da gerekmektedir.
İstikrar kazanmış yargı kararlarında vurgulandığı ve öğretide ifade edildiği üzere, ceza yargılamasının amacı maddi gerçeğin insan onuruna yaraşır biçimde araştırılıp bulunmasıdır. Nitekim, Ceza Genel Kurulunun 23.02.2016 tarihli ve 2014/5.MD-98 Esas 2016/83 sayılı ve 10.12.2013 tarihli ve 2013/359 sayılı kararlarına göre ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğin belirlenmesinde kullanılan yegane araç deliller olup nitekim 5271 sayılı CMK’nın ‘delillerin takdir yetkisi’ başlıklı 217. maddesinin 2. fıkrasında “yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” denilerek aynı amaca işaret edilmiştir. Bu açıklama ile ayrıca delillerin serbestliği ilkesine de vurgu yapılmaktadır. Buna göre, ceza muhakemesinde hangi hususu hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp yargılama yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak suretiyle sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır.

Ceza muhakemesinde maddi gerçek ortaya çıkarılırken, kişisel hak ve özgürlüklere saygı ile toplumsal düzenin sağlanması arasında bir denge kurulması temel amaçtır. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğretide ve uygulamada “delil yasakları” olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir. Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrasında, CMK’nın 206. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde, 217. maddesinin ikinci fıkrasında, 230. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde ve 289. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin esas alınamayacağı belirtilmiştir. Delilin hukuka aykırı bir yöntemle elde edilmiş olup olmadığına ise yargı makamı karar verecektir.

Delillerin yerindeliği incelemesi yapmayan ve bu konunun ulusal yargı organlarının takdirinde olduğunu belirten AİHM, elde edilen deliller dahil olmak üzere yargılamayı bir bütün olarak inceleyip bu çerçevede ilgilinin adil yargılanma hakkının ihlal edilip edilmediğine karar vermektedir (AİHM, Khan/Birleşik Krallık, 12.05.2000, B.No:35394/97, &34). AİHM, delillerle ilgili olarak, başvurucuya delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini esas almaktadır. (Bykov/Rusya, 10.03.2009, B.No:4378/02, & 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, 25.07.2013, B.No:11082/06, 13772/05, & 700).
Yargılama konusu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilir. Bu manada esas olan, delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaksızın, yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.
Görüldüğü gibi delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ulusal mahkemelerin takdirindedir.
c) Mukayeseli Hukuk ve AİHM Kararı Bağlamında Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi Delillerin Niteliği ve Hukukiliği:

Karşılaştırmalı hukukta iletişimin tespitine ilişkin düzenlemeler farklılık göstermektedir. Örneğin Fransa, İngiltere ve Avusturya’da iletişimin tespitine ilişkin bilgiler denetim kapsamında kabul edilmemekte ve herhangi bir sınırlamaya tabi bulunmadan bu bilgiler soruşturma ve kovuşturmada kullanılmaktadır.

Avrupa Birliğince (AB) 24.10.1995 tarihinde “Kişisel Verilerin İşlenmesinde Gerçek Kişilerin Korunması ve Serbest Dolaşımı”na ilişkin 95/46 nolu Yönerge kabul edilmiştir. Ancak söz konusu yönerge hükümlerinin savunma, kamu güvenliği veya ceza hukuku açısından uygulanmayacağı da belirtilmiştir. 95/46 nolu Yönerge temel alınarak düzenlenen telefon konuşmaları ve e-postaları da kapsayacak şekilde elektronik iletişimde özel yasanın gizliliği ve kişisel verinin korunmasına dair 2002/58 nolu Yönerge’nin amacı, Avrupa Birliğine üye ülkeler tarafından, haberleşmenin gizliliğine yetkisi bulunmayan kişilerce erişilmesini engellemek, kamu telekomünikasyon şirketleriyle ve kamuya açık telekomünikasyon servisleriyle sağlanan telekomünikasyon gizliliğini korumak amacıyla önlemlerin alınmasını sağlamaktır. (Hayrünisa Özdemir, Haberleşmenin Gizliliği ve Kişisel Veriler, Erzincan Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, C.13, S:1-2, 2009, s. 286) Bununla birlikte bu yönerge; devletlerin elektronik iletişimi, hukuka uygun denetleme veya AİHS’ye uygun olarak önlem alma imkânlarını etkilememektedir. (Saadet Yüksel, Özel Yaşamın Bir Parçası Olarak Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Gizliliğine Önleyici Denetimle Müdahale, Beta, 1. Baskı, 2012, s. 89-99)

AİHM, kişisel verilerin elde edilmesini her durumda özel yaşamın gizliliği hakkına bir müdahale olarak görmemekte ve kişisel verilere ilişkin AİHS’nin 8. maddesi çerçevesinde iki aşamalı bir değerlendirme yapmaktadır. Öncelikle müdahalenin yasal dayanağı olup olmadığı ve ulaşılabilirliği, daha sonra ise ulusal güvenlik gibi meşru bir amaç bağlamında müdahalenin demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını değerlendirmektedir. (Saadet Yüksel, a.g.e, s. 103)

Bu bakımdan AİHM devletlerin, ulusal güvenliklerini korumak amacıyla, yetkililere kamunun ulaşamadığı kişisel verileri barındıran kayıtlarda bilgi toplama ve kaydetme yetkisini veren kanuni düzenlemeler yapmasını uygun görmektedir. (Leander/İsveç, 26.03.1987, B.No: 9248/81, & 59)

Nitekim AB’nin 95/46 ve 2002/58 nolu Yönerge’leri doğrultusunda tanzim edilen 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun “İstisnalar” başlıklı 28. maddesinde de kişisel verilerin milli savunmayı, milli güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini sağlamak için kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşlar tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında veya soruşturma, kovuşturma, yargılama veya infaz işlemlerine ilişkin olarak yargı makamları veya infaz mercileri tarafından işlenmesi hâllerinde söz konusu kanun hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilmiştir.

AİHM, bir devletin terörle mücadele etmek için önlem almadan önce felaketin gelip çatmasını beklemesinin mümkün olmadığını vurgulamıştır. (A. ve Diğerleri/Birleşik Krallık, 19.02.2009, B.No: 3455/05, & 177)

Görüldüğü üzere AİHM, Sözleşme’nin 8. maddesinde herkesin kendi özel yaşamına saygı gösterilmesi hakkına sahip olduğunun açık bir şekilde belirtilmesine karşın terörle mücadele, terör saldırılarını engellemeye yardımcı olabilecek bilgilerin toplanması, terör şüphelilerinin yakalanıp yargılanması amacıyla özel gözetleme yöntemlerinin kullanmasına cevaz vermektedir.

d) Sabit/Ankesörlü Hatlardan Arama Sonuçlarının Delil Olarak Kabul Edilip Edilmeyeceğine İlişkin Hukuki Değerlendirme:

ByLock için yapılan değerlendirmeler ışığında; demokratik kurumlara, hukuk devletine, demokrasiye ve insan haklarına karşı 15.07.2016 tarihindeki darbe teşebbüsünü gerçekleştiren, pek çok insanın ölümüne ve yaralanmasına sebebiyet verip bir çok ağır suçu organize şekilde işleyen FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün çok büyük bir önem verdiği silahlı kanadını oluşturan askeri mahrem yapılanmasına yönelik yapılan soruşturmada, şüphelilere ve suç delillerine ulaşılması amacıyla Ankara merkezli ve diğer illerde Cumhuriyet Başsavcılıklarının yasal yetkisine dayanarak hâkim kararıyla geçmişe dönük elde ettiği “iletişimin tespiti (HTS)” kayıtlarının, hukuka uygun bir delil olarak hükme esas alınmasında herhangi bir hukuki isabetsizlik bulunmadığı, yapılan işlemin “demokratik bir ülkede gereklilik” ve “orantılılık” ilkelerine uygun olduğu, kanunda yazılı esas ve usullere göre bu tedbire başvurulmasının “iletişim özgürlüğü” hakkının özünü ortadan kaldırmayacağı kanaatine varılmıştır.

İçeriğine müdahale edilmeden, iletişim araçlarının diğerleri ile kurduğu iletişime ilişkin arama, aranma, yer bilgisi ve kimlik bilgilerinin tespitine yönelik işlem olması ve daha çok dış bağlantı verilerini ifade etmesi nedeniyle “iletişimin tespiti”, Cumhuriyet savcısının soruşturma yetkisini düzenleyen CMK’nın 160 ve 161. maddeleri kapsamında istenebilecek delillerdendir. Cumhuriyet savcısı, soruşturmanın ayıklayıcılık ve kişilerin lekelenmeme hakkı ilkelerini dikkate alarak, delil toplarken Anayasa’da ve yasada düzenlenen “orantılılık” ilkesini göz önüne almak durumundadır. İletişimin tespitinin istenmesi her zaman aleyhe sonuç doğurmaz. Bazen suça katılmayan kişilerin erkenden tespiti ile haklarında başkaca ceza muhakemesi tedbirine başvurmama imkanını da sağlayabilir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135/6. maddesindeki (Ek: 2/12/2014-6572/42 maddesi) şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Daha önce uygulamada Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160 ve 161. maddelerinde düzenlenen Cumhuriyet savcısının delil toplama yetkisi kapsamında iletişimin tespitinin yapıldığı, yapılan değişiklikle bu yetkinin hâkime verildiği, gecikmesinde sakınca olduğu hâllerde Cumhuriyet savcısının bu yetkiyi kullanabileceği düzenlenmişti.

Ancak yeni ceza yargılaması sisteminde soruşturma evresi, suç işlendiği izlenimini veren hâlin öğrenilmesi ile başlar ve iddianamenin kabulü kararı verilinceye kadar devam eder. Soruşturma evresi üç aşamada gerçekleşir. Bunlar: başlangıç soruşturması, kısa soruşturma ve ara soruşturma aşamalarıdır. İlk aşama, Cumhuriyet savcısının “araştırmalara” başlama kararı ile gerçekleşen “başlangıç soruşturması”dır. Bu aşamada, kural olarak henüz suçun kim tarafından işlendiği konusunda bir bilgi mevcut bulunmadığı için “şüpheli” de yoktur. Bu aşamada bir suç işlendiğine dair “basit şüphe” oluşmazsa kovuşturmama kararı verilecektir. Aksi takdirde soruşturmanın diğer aşamalarına geçilip ortaya çıkan şüpheli/şüphelilere ilişkin deliller toplanarak suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyorsa Cumhuriyet savcısı bir iddianame düzenleyecektir.

Ayrıntıları ilgili bölümde açıklanan FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün iletişim yöntemi olarak ankesörlü/sabit hatlardan periyodik veya ardışık aramalar yaptıkları yönündeki tespitlerden sonra, soruşturma makamlarınca başlangıç soruşturması kapsamında ve CMK’nın 160/1. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yapılan araştırmalar sonucunda; FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü mensuplarının “sohbet” olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market, büfe vb. yerlerde kurulu bulunan ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatları özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmesi üzerine CMK’nın 135/6. maddesi gereğince sabit hat ve ankesörlü hatlara yönelik iletişimin tespiti kararları alınarak uygulamaya konulması, bu cümleden olarak şüpheli kişilerin hatlarıyla kamuya açık, birbirinden bağımsız büfe, market vb. yerlerde kurulu bulunan sabit veya ankesörlü hatların HTS kayıtlarının incelenmesi, üçüncü kişilere ait verilerin ayıklanması ile yapılan analizler sonucunda şüphelilere ulaşılmasında hukuka aykırı yöntemlerin kullanıldığı ileri sürülemeyeceği gibi ihlal edildiği iddia edilen hakka nazaran kamu güvenliğinin korunması ve suçla mücadele için sağlanan yararın üstünlüğünden de kuşku duyulmaması gerekecektir.

Şüphelinin/sanığın mahrem yapıda yer alıp sabit hat ve/veya ankesörlü telefonlar üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadığının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından; suçun ispatı açısından belirleyici nitelikte olması nedeniyle bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında taraflar huzurunda tartışılması ve savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.
Ayrıca bu delillerin teyidi açısından;

Mahrem imamların büfe/ankesörlü sabit telefon hattı ile hedef şahıslarla görüşmelerinde gizliliği sağlamak için genellikle kullandığı yöntem olarak belirlenen;
Hedef şahsın telefon numarasının deşifre edilmesinin önlenmesi amacıyla çeşitli şifreleme metotları kullanarak kaydedilmesi,

Bazı mahrem imamların arama yapmadan önce ajandada kayıtlı numaralara baktığında şifreleme yaptığını unutarak/kasten yazılı olan şifreli numarayı aradığı, daha sonra yanlış numara çevirdiğini fark ederek/kasten asker şahsı tekrar gerçek numarasından aramış olmaları,

Aramaların tek taraflı ve kısa süreli olması veya sadece çağrıdan ibaret bulunması,

Aranan askeri personel ise genellikle rütbe/makam olarak ve bağlı bulunduğu kuvvetlerin de denk olmaları,

Mahrem imamlar tarafından gerçekleştirilen arka arkaya aramanın (ardışık arama) örgütsel amaçlı olduğuna dair karine oluşturması,

Aramanın mesai saatleri dışında yapılması, sorumlu şahsın askeri personeli aradıktan sonra tedbir amaçlı alakasız kişileri de ankesörle arayarak bu bütün içerisinde hedeflerin kaybolmasını sağlama çabası,

Aramanın on beş gün, ayda veya iki ayda bir kez olmak üzere periyodik olması,

Mahrem imamın sorumlusu olduğu asker şahıs/şahıslarla aynı ilde ikamet ettiği ve aynı ildeki sabit hatlarla iletişim kurduğunun gözetilmesi,

Asker şahısların hatların takılı bulunduğu cihazların toplantı yerine götürülmediği veya götürülse bile kapalı tuttukları,

Mahrem imamlarca hedef şahıs arandıktan sonra ilgisiz rastgele numaraların çevrilerek redial (geri arama) tuşu ile son aranan kişinin tespitinin önlenmeye çalışılması,

Hususlarını da ortaya koyan, bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda yukarıda yapılan tüm açıklamalar ışığında kişiselleştirilmiş, emniyet birimlerince büfe/ankesörlü sabit telefon hatlarıyla irtibat kurma yöntemine ilişkin olarak düzenlenen ayrıntılı analiz raporunun temin edilerek dosyaya konulması,

-Emniyet kayıtlarının yanı sıra BTK’dan alınan baz istasyonunu gösterir HTS kayıtlarının “0” saniyeli çağrılar da dahil olmak üzere getirtilmesi,

-Şüpheli/sanığın görev yaptığı diğer şehirlerde ardışık aramalarının olup olmadığı araştırılarak sabit hat ve ankesörlü telefon kullandığına ilişkin analiz raporunun da istenmesi,
-Şüpheli/sanıkla ilgili sabit hat veya ardışık aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde tanık sıfatıyla dinlenilmeleri,

-Ardışık aramalar kapsamında diğer şahıslar hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya ibrazı sağlanarak değerlendirilmesi suretiyle maddi gerçeğin ortaya konulması,
Gerekmektedir.

Bu kapsamda;

Yukarıda açıklanan özellikler doğrultusunda; mahrem hizmetlerde görevlendirilen asker veya sivil şahsın, örgütün gizlilik ve deşifre olmama kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla kamuya açık ve birbirinden bağımsız market, büfe, kırtasiye, lokanta gibi sair işletmelerde kurulu bulunan, ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun bir delil olacağında kuşku yoktur.

C) HABERLEŞME İÇİN OPERASYONEL HAT KULLANILMASI:

FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün örgütsel toplantılar için iletişim kurma yöntemlerinden biri olan operasyonel (patates) GSM hatlarıyla görüşme yapıldığı yönünde şüphe oluşması durumunda soruşturma makamlarınca başlangıç soruşturması kapsamında ve CMK’nın 160/1. maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yapılan araştırmalar sonucunda örgüt mensuplarının “sohbet” olarak adlandırdıkları örgütsel toplantılara devam etmek için kamuya açık market ve büfe gibi yerlerde kurulu olup ücret karşılığı kullanılan sabit hat veya ankesörlü hatlar dışında operasyonel GSM hatlarını da özel yöntemlerle kullandıklarının tespit edilmesi hâlinde şüphelinin/sanığın askeri mahrem hizmetler yapılanmasında veya sivil şahıslardan olup örgütteki konumu itibariyle operasyonel hat üzerinden hücresel haberleşme ağına dahil olup olmadığının belirlenmesi ile soruşturma ve yargılama aşamasında şüpheli/sanığın hukuki durumunun ve konumunun kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi bakımından; özellikle suçun ispatında belirleyici delil niteliğinde olması hâlinde bu delilin elde edilişi, niteliği, kullanımı ve hukukiliği konusunda sabit hat veya ardışık arama için yapılan açıklamalar ışığında, taraflar huzurunda tartışılması ve savunma argümanlarının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Burada şüpheli/sanık tarafından kullanılan GSM hattı ile mahrem imam tarafından kullanılan hatlara ait HTS raporları karşılıklı mukayese edildiğinde her iki hattın ortak baz bilgileri bulunduğu, her iki GSM hattının da aynı tarih ve yakın saatler aralığında aynı yerde baz verdiği, görüşmelerin ağırlıklı olarak tek bir GSM numarasıyla olduğu hususlarının mevcudiyeti hâlinde başkası üzerine kayıtlı bu hattın operasyonel hat olarak kullanıldığının tespiti mümkün olabilecektir.

Bu kapsamda;

Sanığın FETÖ/PDY’nin operasyonel hat kullanmak suretiyle oluşturulan hücresel haberleşme ağında yer aldığının teknik verilerle belirlenmesi,

Sanığın kullandığı operasyonel hat ile örgüt mahrem imamının kullandığı hattın aynı baz istasyonunda sinyal alıp almadığının tespitinin yapılması,

Sanığın silahlı terör örgütünün mahrem imamları ve yöneticileriyle iletişim kurma yöntemleri, zaman aralıkları, çeşitlilikleri, sanığın asker mi sivil şahıs mı olduğu, irtibat kurduğu kişilerin örgütün mahrem imamı olup olmadıkları hususlarının tespiti,

Operasyonel hat olarak kullanılan telefon numarasının kimin adına, ne zaman, nerede alındığına ilişkin GSM operatörlerinden belgelerin getirtilerek belgelerin incelenmesi, bu hattın kim tarafından alındığına yönelik araştırma yapılıp gerekli tespitlerin yapılması,
Operasyonel hat olarak kullanılan GSM hattının faturalarının nerede, kim tarafından ve hangi yöntemlerle ödendiğine ilişkin tespitlerin yapılması,

Yine operasonel hattın kontürlu hat olarak kullanılması durumunda kontürlerin nerede, ne zaman, kim tarafından yüklendiği ve ücretlerinin nasıl ödendiğinin tespiti,

Operasyonel hat ile bu hattı kullanan askeri şahısların görüştüğü mahrem imamların GSM hatlarının HTS kayıtlarının ve diğer iletişim bilgilerinin getirilmesi,

Sanığın kullandığı operasyonel hat ile asker ve sivil imam şahısların kullandığı operasyonel hatların ortak bazlarının bulunup bulunmadığı ve mahrem imamlar tarafından kendisi gibi asker olan başka dosya şüphelileri ile farklı tarihlerde ardışık olarak aranıp aranmadığı, arama sayısı ve aramaların periyodik olup olmadığı, aramaların gerçekleştirildiği zaman, konuşma süreleri, sanığın farklı sabit hatlardan aranması, aranmaların makul görünüp görünmediği konusunda uzman teknik bilirkişiden inceleme raporu ve operasyonel hat/HTS veri analiz raporu alınması,

Gerektiğinde operasyonel hat ile mahrem imamın kullandığı hattın diğer iletişim bilgilerinden olan; abone ismi, adresi, abone kimlik bilgileri, telefon numarası, IMEI numarası sorgusu veya eşleştirmesi (IMEI numarasından kullanıcı, kullanım tarihi, kimlik ve adres bilgisi araştırması), IP sorgusu bilgileri, sim kart bilgisi ve eşleştirmesi, IMSİ bilgisi, PUK numarası bilgisi, kontör kartları bilgisi ve eşleştirmesi, Roaming bilgisi, telefonun açık olup olmadığı bilgilerinin temin edilmesi,

Sanıkla ilgili operasyonel hatla aramaya ilişkin varsa itirafçı beyanlarının dosyaya getirilmesi, gerektiği takdirde bu kişilerin tanık sıfatıyla dinlenmesi,

Operasyonel hat aramaları kapsamında diğer asker şahıslar (hücresel iletişim ağında yer alan) hakkında bir soruşturma veya dava olup olmadığı araştırılıp varsa ifade örneklerinin dosyaya getirilmesi,

Böylece elde edilen tüm bilgi ve belgelerin birlikte değerlendirilerek maddi gerçeğin ortaya çıkarılması, gerekmektedir.

Yukarıda yapılan açıklamalar ve tespitler doğrultusunda; sanığın, örgütün gizlilik ve deşifre olmamak kuralına riayetle, örgütün talimatı ile ve örgütsel irtibatı sağlamak maksadıyla operasyonel (patates) hatlar ile mahrem imam tarafından arandığı veya kendisinin aradığı her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak somut olgu ve teknik verilerle tespit edilmesi ve yargılama yapan mahkemenin de tam bir vicdani kanaate ulaşması hâlinde kişinin örgütle bağlantısını gösteren hukuka uygun bir delil olacağı kabul edilebilecektir.

D) TANIKLIK:

a) Genel Olarak:

Ceza Muhakemesinde önemli yer tutan tanıklık, yargılamaya konu fiilin fail tarafından işlenip işlenmediği ya da nasıl işlendiği konusunda yargılama makamının kanaate ulaşmasını sağlayan kanıtlardan birisidir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251 Esas 2013/454 Karar sayılı kararında da belirtildiği üzere tanık, kendisine karşı yürütülmeyen bir ceza soruşturmasında, olay hakkında beş duyu ile edindiği algılamaları ifadesiyle açığa vuran kişidir.

Kural olarak ceza muhakemesinde taraf sıfatı bulunanların tanık olarak dinlenmemesi gerekir. Bu nedenle davanın tarafı olan sanık ve şüphelinin tanık olarak dinlenmesini Ceza Muhakemesi Kanunu düzenlememiş ancak şeriklerin tanıklığına imkan sağlamıştır.

Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre, görülmekte olan davada yargılanan sanığın, suç ortağı hakkında tanık olarak dinlenilmesi mümkündür. CMK’nın 50. maddesinde soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar tanık olarak dinlenebilirler, ancak bu tanıkların yeminsiz olarak dinlenmeleri gerekmektedir. Suç ortağının vereceği ifade, kendisinin de suçlanması sonucunu doğuracaksa tanıklıktan çekinme olanağına sahiptir. CMK’nın 48. maddesinde temelini Anayasa’nın 38/5. maddesinden alan ve adil yargılanma hakkını güvenceye bağlayan bir düzenlemeye yer verilmiştir.

Çekinme hakkı hatırlatılmadan tanığa bu tür soruların yöneltilmesi sonucu alınan cevaplar hukuka aykırı biçimde elde edilen kanıt niteliğindedir, (CMK’nın 206/a ve 217/2. maddeleri) hukuka aykırı delil de hükme esas alınamaz. (Yargıtay CGK’nın 12.11.2013 tarihli ve 2013/1-251, 2013/454 sayılı kararı)

Sanığın kendisinin de katıldığı suçlarla ilgili tanık sıfatıyla dinlenmemesi, sanığın açıklamalarının delil niteliği taşımayacağı anlamına gelmemektedir. Örneğin, diğer örgüt üyeleri kabul etmediği hâlde örgüt üyelerinden birisinin suçu birlikte nasıl işlediklerini samimi olarak anlatması ve destekleyici kanıtların da bulunması hâlinde elbetteki bu beyan delil olarak değerlendirilecektir. Bu bakımdan bir anlatımın “tanık beyanı” veya “sanık beyanı” olarak adlandırılmasının çok önemi de bulunmamaktadır.

b) Çağrı ve dinleme:

Sanık duruşmaya tanık getirebileceği gibi mahkemeye davet de ettirebilir. (CMK’nın 179. maddesi)

Mahkeme tanığın dinlenmesi için belirlenen gün ve saati sanığa ve müdafisine bildirmelidir. (CMK’nın 181/1. maddesi)

Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise bu tanık duruşmada mutlaka dinlenir. Daha önce yapılan dinlenme sırasında düzenlenmiş tutanağın veya yazılı bir açıklamanın okunması dinleme yerine geçmez. (CMK’nın 210/1. maddesi)

Sanık ancak suç ortaklarının veya tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilmesi hâlinde, dinleme sırasında mahkeme salonundan çıkarılabilir, ancak tekrar getirildiğinde tutanaklar okunup ve gerektiğinde içeriği anlatılır. (CMK’nın 200. maddesi)

Tanıktan, tanıklık edeceği konulara ilişkin bildiklerini söylemesi istenir ve tanıklık ederken sözü kesilmez. Tanıklık edilen konuları aydınlatmak, tamamlamak ve bilgilerinin dayandığı durumları gereğince değerlendirebilmek için tanığa ayrıca soru yöneltilebilir. (CMK’nın 59. maddesi)

Tanık, bir hususu hatırlayamadığını söylerse önceki ifadesini içeren tutanağın ilgili kısmı okunarak hatırlamasına yardım edilir. Tanığın duruşmadaki ifadesiyle önceki ifadesi arasında çelişki bulunduğunda, evvelce alınmış ifadesi okunarak çelişkinin giderilmesine çalışır.
CMK’nın 201. maddesine göre, Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla duruşmaya katılan avukat; sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilir. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hâkim aracılığı ile soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin gerekip gerekmediğine mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer soru sorabilir. Heyet hâlinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hâkimler birinci fıkrada belirtilen kişilere soru sorabilir.

c) Gizli tanıklık:

Kovuşturmanın aleniliği, yargılamanın doğrudan doğruyalığı ve kovuşturma aşamasında tüm yargılama süjeleri huzurunda delillerin tartışılıp maddi hakikate ulaşılması ilkelerine aykırı olmakla beraber kanun koyucu, suç örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili yapılacak soruşturma ve kovuşturmalarda maddi gerçeğe ulaşmak adına bu prensiplerden vazgeçmeyi göze almıştır.

Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçların ortaya çıkarılması için başvurulabilecek tanıkların, muhatap oldukları tehlike nedeniyle temininde zorluk yaşanmaktadır. Bu nedenledir ki 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’nda ve CMK’nın 58/2-5. fıkralarında tanıkların korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiş ve gizli tanıklığın esasları düzenlenmiştir. Gizli tanıklığa başvurabilmek için CMK’nın 58/5. maddesinde tanıklığa konu eylemin bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş bir eylem olması aranırken örgütün faaliyeti dışında işlenen tüm suçlar kapsam dışı bırakılmıştır. Tanık Koruma Kanunu’nda örgütlü suçlar için cezanın alt sınırının iki yıl ve daha fazla olması şartı getirilmiştir. Sadece terör örgütünün faaliyetleri kapsamında değerlendirilen suçlar için alt sınır konulmamıştır. (TKK’nın 3/1-b maddesi) Bunun yanında örgüt kapsamında işlenmese bile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve alt sınırı on yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren tüm suçlar Tanık Koruma Kanunu kapsamında değerlendirilmiştir.
Tanığın taraflar huzurunda dinlenilmesi, tanık ya da yakınları adına ağır tehlike oluşturmalı ve bu tehlike başka türlü önlenemiyor olmalıdır. Tanık Koruma Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca tehlikenin ağır ve ciddi olması gerekmektedir. Tehlikenin niteliği, tanığın subjektif algılaması ile değil yetkili makamlarca her somut olayın özelliğine göre yapılacak değerlendirmeyle saptanmalıdır.

CMK’nın 58/2. maddesine göre gizli tanığın kimliğinin ortaya çıkmaması için mahkeme 5726 sayılı Tanık Koruma Kanunu’nun 9. maddesinde belirtilen tedbirlere başvurabilir.

Gizli tanık kovuşturma aşamasında, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan dinlenilebileceği gibi tarafların huzurunda ancak, duruşma salonunun dışında başka bir odada görüntü ve sesi salona aktarılarak gerektiğinde ses ve görüntüsü değiştirilerek ya da duruşma salonunda bulunmakla birlikte kabin, perde gibi tanınmasını engelleyecek şekilde tedbirler alınarak dinlenebilir.

Gizli tanık, tanıklık ettiği olayları hangi nedenle öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlü olduğu gibi bu bilgiyle de beyanının gerçeğe uygunluğu denetlenmeli, bunun yanında sanık ve tarafların tanığın kimliğini ortaya çıkaracak soru sorması engellenmelidir.

Tanık Koruma Kanunu’nun 9/8. maddesine göre gizli tanık beyanı tek başına hükme esas alınamaz. Özellikle mahkumiyet kararı, ek başka delil olmadıkça, yalnızca gizli tanık beyanı esas alınarak verilemez. Dinlenen gizli tanığın birden fazla olmasının da önemi yoktur. Delil türü olarak yalnızca gizli tanık beyanına dayanılarak mahkumiyet kararı kurulamaz.

Kovuşturma aşamasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak bu kanıtların aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulması gerekir. Bu kural istisnasız olmamakla beraber eğer bir mahkumiyet sadece veya belirleyici ölçüde, sanığın soruşturma veya kovuşturma aşamasında sorgulama ve sorgulatma olanağı bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise sanığın hakları AİHS’nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış olabilir. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bir tanığın ifadesine dayanılarak hüküm kurulacak ise bu tanık mutlaka duruşmada dinlenmeli ve taraflara soru sorma imkanı sağlanmalıdır.

AİHS’nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi sanığa, aleyhte ifade veren tanığın beyanlarına, tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha sonraki bir aşamasında itiraz imkanı tanınması gerektiğine işaret etmektedir. (Sadak ve diğerleri/Türkiye; B. no;29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, s.67)

Yargılama makamları, yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri gereği gibi incelemek zorundadır. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dahil olmak üzere delillerini sunma ve inceletme noktasında da uygun imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi zorunludur. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli husus, tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dahil dermeyan ettikleri delillerin değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi hâlinde yargılama makamınca bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir. (AİHM Vidal/Belgium, B.No. 12351/86, 22/04/1992)

d) Etkin Pişmanlık Hakkından Yararlanan Sanıkların Tanıklığı:

Örgütsel faaliyetlerin büyük bir gizlilik içinde yürütülmesi nedeniyle örgüt mensuplarının ve eylemlerinin tespitinde önemli zorluklar yaşanmaktadır. Bu suçların ispat araçlarından birisi de bizzat örgüt mensuplarının beyanlarıdır. Uygulamada itirafçı olarak adlandırılan bu tanıklar suçların aydınlatılması açısından önemli bir kaynaktır. Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 08.04.2008 tarihli ve 9-18-78 sayılı kararında; etkin pişmanlık hükümlerinin amacı, bir yandan terör ve örgütlü suçlarla mücadele bakımından stratejik önemi nedeniyle en etkili bilgi edinme ve mücadele araçlarından olan örgütün kendi mensuplarını kullanmak, diğer taraftan da suç işlemeyi önlemek, mensup olduğu yasa dışı örgütün amaçladığı suçun işlenmesine engel olanları ve işlediği suçtan pişmanlık duyanları cezalandırmayarak ya da cezalarında belli oranlarda indirim yaparak yeniden topluma kazandırmaktır şeklinde açıklanmıştır.

Örgüt mensubu olup etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak amacı ile tanıklık yapanların hukuki durumlarının değerlendirilmesi gerekecektir.

CMK’nın “Kendisi veya yakınları aleyhine tanıklıktan çekinme” başlıklı 48. maddesi “Tanık, kendisini veya 45 inci maddenin birinci fıkrasında gösterilen kişileri ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir. Tanığa cevap vermekten çekinebileceği önceden bildirilir” şeklinde hükümler içermektedir.

Tanıklıktan çekinmede, bütün hâlinde tanığın çekinme hakkı gündeme gelmekte; burada ise tanık, kendisine sorulan sorulardan kendisi ya da sayılan yakınlarını ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olanlar bakımından cevap vermeme takdirine sahiptir. Bu kapsam dışında kalan hususlarda tanığın, salt bu madde uyarınca çekinme hakkı bulunmamaktadır.
Diğer yandan, CMK’nın “Yemin verilmeyen tanıklar” başlıklı 50. maddesinde;

“(1) Aşağıdaki kimseler yeminsiz dinlenir:

a) Dinlenme sırasında onbeş yaşını doldurmamış olanlar.

b) Ayırt etme gücüne sahip olmamaları nedeniyle yeminin niteliği ve önemini kavrayamayanlar.

c) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar” şeklinde hüküm altına alınmıştır.

Doktrinde genel kabul gören görüşe göre örgütlü suçlar, anlaşma suçlarının bir türü olup çok failli suçlardandır. Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olmak da genel iştirak hükümlerinin ötesinde örgüt kurmak ve yönetmekten ayrı bir suç olarak düzenlenmiş ve cezai yaptırıma bağlanmıştır. Dolayısıyla, bu suç tipi açısından müşterek faillik suretiyle iştirak söz konusu olamayacaktır.

Bu bağlamda, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olduğu iddiasıyla farklı yürütülen bir muhakemenin şüpheli ya da sanık sıfatıyla süjesi olan failin, aynı örgüte üye olduğu iddiasıyla yargılanan diğer kişilerin varsa örgüt içerisindeki konumlarının ve örgütsel faaliyetlerinin tanığı konumunda olup bu kişiler hakkında görülmekte olan davalarda tanık sıfatıyla dinlenmesinde bir sakınca bulunmadığı gibi diğer sanığa atılı örgüt üyeliği suçuna müşterek fail sıfatıyla iştiraki de mümkün olmadığından, bu kişilerin eylemlerine ilişkin tanıklık yaptığı noktada tanıklıktan ve yeminden çekinme hakkı da söz konusu olmayacaktır.
Diğer yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Etkin pişmanlık” başlıklı 221. maddesinde; suç işlemek amacıyla örgüt kurma, yönetme veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olma suçlarını işledikten sonra soruşturma veya yargılama aşamasında etkin pişmanlık gösteren failler hakkında şahsi cezasızlık veya cezada indirim yapılmasını gerektiren hâller olarak kabul edilmiştir.

05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun, 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun ve 29.07.2003 tarihli 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu’na benzer şekilde 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde yapılan düzenlemeyle; kanun koyucu, örgütlerle etkin mücadele edebilmek için, örgütleri ortaya çıkarıp dağıtmayı, örgüt elemanlarını devletin yanına çekerek bir yandan zayıflatıp diğer yandan da örgütlerin deşifre olmasını sağlayarak örgüt bünyesinde faaliyet gösteren failleri yakalamayı, “etkin pişmanlık” hükümlerinden yararlanan sanıkları topluma kazandırmayı, örgüt bünyesinde gerçekleştirilen eylemleri açığa çıkarmayı ve benzer suçların tekrar işlenmesini önlemeyi amaçlamaktadır.

Etkin pişmanlık hükümleri kanunda failin cezasının kaldırılmasını veya cezada indirim yapılmasını öngören bir şahsi hâl olarak düzenlendiğinden, örgütlü suçluluk kapsamında savunmasının alınması sırasında kişiye bu hükümlerin hatırlatılması CMK’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “kanuna aykırı bir vaat” niteliğinde olmadığı gibi kişinin de kendi iradesiyle bu hükümlerden yararlanmayı kabul ederek ifade vermesinde ve bu ifadenin başka kişiler hakkında görülmekte olan davalarda adil yargılanma hakkına uygun olarak o davaların sanığına etkin itiraz yolları tanınması suretiyle delil olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.

Dosyanın incelenmesinde; beyanları hükme esas alınan tanıkların kendi haklarında yürütülen soruşturmalarda müdafileri huzurundaki ifadelerinde kendi iradeleriyle beyanda bulunmuş olmaları, aşamalarda herhangi bir kimse tarafından kendilerine kanuna aykırı vaatte bulunulduğuna ya da bu yönde zorlandıklarına dair delile dayanan somut iddialarının bulunmaması, kovuşturma aşamasındaki oturumlarda ayrıntıları SEGBİS kayıtlarından da anlaşılacağı üzere söz konusu tanıkların sanığa atılı suça ilişkin beyanda bulunmaları ve bu suça müşterek fail sıfatıyla iştirak etmemeleri nedeniyle tanıklıktan ve yeminden çekinme haklarının bulunmaması, bununla birlikte sanık ve müdafisinin de hazır olduğu ortamda beyanda bulunan tanıklara karşı sanık ve müdafisine tanıklara soru sorma ve bu beyanlara karşı savunma yapma haklarının etkin şekilde tanınmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde tanıkların dinlenilme usulleri ve bu beyanların değerlendirilerek hükme esas alınması açısından mahkeme hükmünün hukuka aykırı delile dayanmadığı anlaşılmaktadır.

Bazı hâllerde müdafisi huzurunda veya yargılandığı mahkemede etkin pişmanlık kapsamında beyanda bulunan şüpheli veya sanıklar, tanık sıfatıyla başka mahkemelerde dinlendiğinde, örgütten korkması veya değişik sebeplerle önceki anlatımından vazgeçtiği görülmektedir. Bu durumda hâkim önünde verilmiş bulunan ifadenin delil değeri yargılamayı yapan mahkemece tartışılıp değerlendirilmelidir.

Diğer delillerin ibrazında olduğu gibi beyan delili niteliğindeki tanıklar; kanuna aykırı olarak elde edilmiş ise, delille ispat edilmek istenen olayın karara etkisi yoksa veya istem sadece davayı uzatmak maksadıyla yapılmışsa mahkemece reddedilebilecektir. (CMK’nın 206/2. maddesi)

Delilin ortaya konulması istemi, bunun veya ispat edilmek istenen olayın geç bildirilmiş olması nedeniyle reddedilemez. (CMK’nın 207/1. maddesi)
Somut olayda, bir kısım tanıkların dinlenilmesinin reddedilmesi, ispatı gereken olayın karara etkisi bulunmadığından hukuka aykırı görülmemiştir.

E) BANK ASYA:

BDDK’nın 29.05.2015 tarihli kararı ile temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimi Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na devredilen ve 22 Temmuz 2016 tarihli kararı ile de 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 107. maddesinin son fıkrası gereğince faaliyet izni kaldırılıncaya kadar yasal bankacılık faaliyetlerine devam eden, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile iltisaklı Asya Katılım Bankası A.Ş.’de gerçekleştirilen mutat hesap hareketlerinin örgütsel faaliyet ya da örgüte yardım etme kapsamında değerlendirilemeyeceği gözetilerek, örgüt liderinin talimatı üzerine örgütün amacına hizmet eden ve bankanın yararına yapılan ödeme ve sair işlemler, örgüte üye olma suçu bakımından örgütsel faaliyet tek başına ise örgüte yardım etme olarak kabul edilebilecektir. Bununla birlikte, örgütün mahrem yapısında yer alanların örgüt talimatına binaen kendileri yerine eşi veya yakın akrabaları vasıtasıyla bu kapsamda hesap açtırıp işlem yaptıkları gözden uzak tutulmamalıdır.

VI) HÜKMÜN İSABETLİ OLUP OLMADIĞI HUSUSUNDA MADDİ HUKUKA İLİŞKİN YAPILAN TEMYİZ İNCELEMESİ:

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

33224 sicil numarası ile Bulanık hakimi olarak göreve başlayan sanığın sırasıyla Meriç, Kütahya ve Konya hakimliği görevlerinde bulunduğu, 24.02.2011 tarihinde Yargıtay Üyesi olarak seçildiği,

Tanık …’un özetle; sanığı şahsen tanımadığını, Konya hakimi olduğu 2011 yılında Yargıtay üyeliği seçimleri sırasında isminin gündeme geldiğini, o vesileyle sicilinden ve evraklardan sanığı hatırladığını, sanığın 2011 yılındaki bu seçimlerde Yargıtay üyesi seçildiğini, 2011’deki 160 üyenin seçildiği seçimlerde HSYK’nın yüksek yargıdan gelen üyeleri dışındaki 17 üyenin kendi aralarında değerlendirmeler yapmak üzere anlaştıklarını, Bakanın ve Müsteşarın isteğinin o yönde olduğunu, bu sebeple herkesin çalışmasını ve seçilmesini istediği isimlerle ilgili değerlendirmelerini yaptığını, kendilerini de Kuruldaki sekiz üyenin Genel Sekreter Mehmet Kaya’nın evinde toplantıya davet ettiklerini, bu üyelerin kendilerine çalışma yaptıklarını, hazırladıkları isimleri göstermek istediklerini, bunların arasından seçmeleri halinde birlik beraberlik içinde hareket edebileceklerini, Yargıtay Başkanlığı, Başsavcılığı gibi kritik seçimlerde birlikte hareket etmenin önemini anlattıklarını, bu çerçevede yaklaşık 350 kişilik bir listeleri olduğunu, bu liste içinden seçim yapılmasının uygun olacağını söylediklerini, kendilerinin üyelerin tamamının bu listeden seçilmesinin mümkün olmadığını, kendi adayları da olacağını, Bakan ile Müsteşarın ve diğer arkadaşların da önerecekleri isimler olduğunu, bu nedenle listedeki isimleri değerlendirerek içinde uygun isimler olması halinde bunların seçilmesine destek olabileceklerini belirttiklerini, bunun üzerine listeye bakılarak mutabık kalacakları isimleri değerlendireceklerini söylediklerini, bu 350 ismin sicil bilgilerine bakarak olabilir yahut olamaz diye bir tasnif yaptıklarını, o gün ilk etapta olabilir diye kabul ettikleri yaklaşık 80 isim belirlendiğini, bu görüşme sırasında Kuruldaki sekiz üyenin bu listeden olabildiğince çok insanın üye seçilecekler arasına girmesine, kendilerinin ise listeyi olabildiğince düşürmeye çalıştıklarını, bu çerçevede 80 isim çıkınca sekiz üyenin itiraz ettiklerini, sayının çok az olduğunu, o listeden daha fazla kişinin seçilmesi gerektiğini, aksi takdirde Yargıtayda istenen sonuçların alınamayacağını, birlik beraberlik havasının yakalanamayacağını söylediklerini, hatta Ahmet Berberoğlu’nun sayının en az 140 olması gerektiğini söylediğini, o gün kendilerinin bunun mümkün olamayacağını söyleyerek ayrıldıklarını, sanığın da orada ilk gündeme gelen isimler arasında bulunduğunu, fakat hatırladığı kadarıyla ilk 80’e girmediğini, zira kendilerinin Konya’da komisyon başkanı ile diğer ağır ceza başkanları gibi seçilebileceğini düşündükleri daha kıdemli isimler bulunduğunu düşündüklerini, sanığın hatırladığı kadarıyla aile mahkemesi hakimi olduğunu, ilk etapta buna itiraz ettiklerini, fakat sanığın sicilleri ve terfilerinin iyi olduğunu, bir sıkıntısı olmadığını, arkadaşların da Konya’dan Halil Özdemir’in seçilmesini istediklerini, Halil Bey gündeme gelince sanığın da kıdemi Halil Bey’le yakın olduğundan “Aynı kıdemli birini seçiyorsak o zaman Yahya Bey de olsun.” denilip, daha sonraki görüşmelerde Kuruldaki sekiz üyenin isteğiyle sanığın listeye alındığını, sonuç itibarıyla sekiz üyenin istediği 350 kişilik listeden 110 civarında ismin üye olarak seçildiğini, kendilerinin getirdiği isimlerden de 50 civarında üye seçilmesi ile Yargıtay üyelik seçiminin neticelendiğini, sanığın Kuruldaki sekiz üyenin önerdiği ve ısrarla istedikleri isimlerden biri olduğunu, Yargıtayda nerede çalıştığını bilmediğini, 2013 yılında kendilerinin cemaat mensubu olmayan üyeleri bir araya getirmek için yemekler düzenlediklerini, o yemeklere sanığı çağırmadıklarını, kimlerin gelebileceği hususunda yaptıkları değerlendirmelerde gelsin denen arkadaşlar arasında sanığın isminin olmadığını, çağırmadıkları kişilerin cemaatle yakınlığı ya da irtibatı olabileceğini düşündükleri isimler olduğunu,

Tanık …’in özetle; sanığı 2011’de yapılan Yargıtay üyeliği seçimlerine kadar şahsen tanımadığını, söz konusu seçimlerden önce HSYK Genel Sekreterinin daveti üzerine seçimlerle ilgili bir öngörüşme yapmak üzere Genel Sekreterin evine gittiklerini, burada yaklaşık 350 civarında seçilebilecek ismin gündeme geldiğini, sanığın da o isimlerden birisi olduğunu, hatırladığı kadarıyla sicili ve kıdemi itibariyle seçilmesine engel bir durumu olmadığını, bu seçimler sonucunda da Yargıtaya üye olarak seçildiğini, cemaate mensup diye bilinen Kurul üyeleri tarafından ismi gündeme getirilen hakimlerden bir olduğunu, bu seçimden sonra bu yapıya mensup kişilerin Yargıtayda ve Danıştayda salt çoğunluğu elde etmiş gibi organize hareket etmek suretiyle sonuçlar elde etmeye başladıklarını, bunun da yapıya mensup olmayan arkadaşlar arasında rahatsızlıklar meydana getirdiğini, henüz Yüksek Seçim Kurulu üyeliği süreci başlamadan bazı adayların çıkıp aday olduklarını deklare etmeye başladıklarını söyleyen arkadaşlar olduğunu, kendisine bunu söyleyen şahsa “Bu durumu bu arkadaşlara iletin. Mesela Aydın Boşgelmez Bey Genel Sekreter, gidin görüşün kendisiyle. Niye bizimle istişare etmiyorsunuz deyin.” dediğini, bir süre sonra aynı arkadaşla tekrar görüştüklerinde bir görüşme yapamadıklarını öğrendiğini, bu şekilde toplu seçim nedeniyle yeni seçilen üyelerin birbirlerini tanımadıklarını, bu nedenle de aralarındaki iletişimsizlikten istifade eden diğer grubun organize hareket ettiğini, yönetim ve seçim işlerinde etkili olduklarını anladıklarını, bunun üzerine arkadaşlarla bir araya gelerek neler yapılabileceğini konuşmak, bu yapıya mensup olmayan üyeleri birbirleri ile tanıştırmak istediklerini, bu sebeple 25-30 civarında Yargıtay üyesi ile Hakimevinde buluştuklarını, bu durumları görüşüp sıkıntıları paylaştıklarını, bunun üzerine kimleri çağırabileceklerini tespit etmek için bütün Yargıtay listesini gözden geçirdiklerini, sanığın da bu yapıyla birlikte hareket ettiği şeklinde bir algı ifade edildiği için çağırmadıkları kişilerden birisi olduğunu,

Tanık …’in özetle; sanığı Yargıtay üyeliğinden önce tanımadığını, sanığın Yargıtayda yanılmıyorsa 2. Hukuk Dairesinde görevli olduğunu, cemaatle somut bir ilişkisinin olup olmadığını bilmediğini, fakat yayınlanan bir liste olduğunu, bu listede yanılmıyorsa sanığın isminin de yer aldığını, o sıralarda yapılan konuşmalarda sanığın da cemaat üyesi olduğunun söylenmekte olduğunu, onun dışında somut bir bilgisinin bulunmadığını,

Tanık …’un Cumhuriyet savcılığında şüpheli sıfatıyla müdafi huzurunda alınan ifadesinde özetle, kendi dönemindeki Fethullah Gülen cemaati mensubu olup Osman Yurdakul’un organize ettiği piknik ve yemeklere katılan şahıslar arasında sanığın da ismini bildirdiği, kovuşturmada alınan beyanında özetle, sanıkla dönem arkadaşı olduklarını, 1992 yılında kura çektiklerini, eğitim merkezi döneminde birkaç defa piknikler yaptıklarını ancak bunları cemaat organizasyonu kapsamında etkinlikler olarak hatırlamadığını, uzun süre geçtiği için bunlarda sanığın bulunup bulunmadığını hatırlamadığını, kura çektikten sonra sanıkla hiç görüşmediklerini, ancak 2011 yılında üye seçildikten sonra görüştüklerini, 2011 yılı Mart ayında 33 bin sicilliler olarak Hacıbaba’da bir yemek verdiklerini, bunu da Osman Yurdakul’un organize ettiğini, burada sanığın da bulunduğunu, bunun tüm 33 bin sicillilerin katıldığı genel bir yemek olduğunu, bunlar dışında sanıkla bir özel cemaat toplantısında veya başka yerde karşılaşmadıklarını,

Tanık …’ın Cumhuriyet savcılığında şüpheli sıfatıyla müdafi huzurunda alınan ifadesinde özetle, eğitim merkezinde …, Mehmet Kaya, Osman Yurdakul, Salih Sönmez, Bekir Özenir, Bilal Karadağ, Hüsamettin Uğur, Hüseyin Sabri Ömeroğlu, İbrahim Kır, İbrahim Tufan Ataman, Mesut Kundakçı, Muzaffer Özdemir, Ali Yıldız, Salih Çelik ve sanık ile tanıştığını, bu şahısların o dönem üçerli dörderli gruplar halinde sohbet yaptıklarını, kendisinin bu sohbetlere bir iki kez katıldığını fakat adı geçen şahısların bu yapıya mensup olduklarını o dönemden bildiğini, kovuşturmada alınan beyanında özetle sanıkla aynı dönem staj yaptıklarını, 1991-1992 yıllarında Eğitim Merkezine devam ettiklerini, kendisinin Eğitim Merkezinin yurdunda değil, ailesiyle birlikte kaldığını, Kerim, Osman Yurdakul, Mehmet Kaya’nın isimler söyleyerek “Bunlar bizim arkadaşlarımız” dediklerini, kendisinin daha önceden bu isimleri bilmesinin mümkün olmadığını, adaylık döneminden sonra Yargıtaya gelinceye kadar sanıkla herhangi bir yerde birlikte çalışmadıklarını, Yargıtayda da kendisi ceza dairesinde iken sanığın 2. Hukuk Dairesinde olduğunu, Eğitim Merkezinde iken 1991 yılı sonlarında Kerim’in, Osman’ın düzenlediği ve an itibarıyla görevde olan arkadaşların da katıldığı geniş katılımlı bir piknik organize edildiğini, orada beraber bulunduklarını, ayrıca 2008 ya da 2009 yılında biraz daha dar çerçeveli bir pikniğin de Abant’ta yapıldığını, kendisinin buraya günübirlik gidip döndüğünü, bu piknikte dönem arkadaşlarından cemaate ilgi, sempati duyan arkadaşların da bulunduğunu, kitap okunup sohbet edildiğini, sanığı da bu pikniğe katıldı diye hatırladığını,

Tanık …’ın özetle; özellikle 17-25 Aralık 2013’ten sonra örgüt içerisinde olan üst yapıdan aşağıya doğru örgütün çöken moral motivasyonunu yükseltme adına o dönemde hemen hemen her birimde ekstra sohbetler ve etkinlikler düzenlendiğini, bu etkinlik ve sohbetler içerisinde yargı üyeleri veya örgütün kuvvetli olduğu diğer birimlerden emniyet, bakanlıklar gibi yerlerde 2014 yılı içerisinde sohbetler yaptığını, sanığı da bu sohbetlere katılmış olan kişiler arasından yer almasından hatırlayıp tanıdığını,

Tanık …’ın özetle; sanığı Ankara’ya Yargıtay üyesi olarak gittiği tarihten sonra tanıdığını, sanığın cemaat mensubu olarak Yargıtaya o dönemde seçilen üyeler arasında olduğunu bildiğini, bu bilgiye de Ankara’da vakıf olduğunu, cemaat mensubu olduğunu bilmekten başka sanık ile ilgili ortak bir zaman geçirme veya faaliyetlerinin olmadığını, sanığı çok yakından tanımadığını,

Tanık …’in özetle, hakimlik stajını Yargıtay 2. Hukuk Dairesinde yaptığını, burada stajyerlerle ilgilenen üye olan sanığın kendisini HSYK seçimi döneminde arayarak Teoman Gökçe’nin arkadaşı olduğunu söyleyip seçimde ona oy verip veremeyeceğini sorduğunu,
Tanık …’ın Cumhuriyet savcılığında şüpheli sıfatıyla müdafi huzurunda alınan ifadesinde özetle, Yargıtay stajı sırasında devam ettiği daire üyelerinden olan sanığın kendisini arayarak HSYK seçimlerinde bağımsız adaylardan ismini hatırlayamadığı iki ya da üç kişiye oy vermesi yönünde talepte bulunduğunu, kovuşturmada alınan ifadesinde özetle, sanığı Yargıtayda staj gördüğü dairede üye olarak görevli olması nedeni ile tanıdığını, stajyerler ile Başkanın görevlendirmesi nedeniyle sanığın ilgilendiğini, stajını bitirip hakimlik görevine başladıktan sonra görev sırasında karşılaştığı birtakım sorunları zaman zaman sanığa danıştığını, Yargıtayda görev yaptığı süre boyunca sanığın Fetö ile bir ilgisi olup olmadığına şahit olmadığını, zaten böyle bir durumu görmüş olsaydı kürsüye atandıktan sonra karşılaşmış olduğu durumları sanığa danışmayacağını, HSYK seçimleri döneminde sanığın kendisini arayarak ismini hatırlamadığı bir veya iki kişiyi belirterek bu kişilerin dostu ve çalışma arkadaşları olduklarını söylediğini, bunlara oy vermesi hususunda ricada bulunduğunu, ancak verdiği isimleri kesinlikle hatırlamadığını, bu isimlerin Yargıda Birlik’in desteklediği adaylardan mı, Fetö’nün desteklediği bağımsız adaylardan mı yoksa diğer bağımsız adaylardan mı olduğunu bilmediğini, sanığın Fetö ile bir ilgi ve alakasının olduğuna ilişkin bilgisi olmadığını,

Beyan ettiği anlaşılmıştır.

Sanık ve müdafisi, tanık beyanlarının aşamalarda farklılık gösterdiği ve çelişkiler içerdiğini iddia etmişlerse de soruşturmada alınan beyanların mahkemece açıklattırılması nedeniyle ortaya çıkan bu durumun beyanlar arasında farklılık ve çelişki olarak değerlendirilemeyeceği, soruşturmalarda alınan beyanlar ile mahkeme huzurundaki ifadelerin birbirleriyle uyumlu ve istikrarlı olduğu, bu beyan ve ifadelerin sanığın FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü içerisindeki konumuna ve geçmişine yönelik bilgiler içerdiği görülmüştür.

Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı Adli Bilişim Şube Müdürlüğünün 02.10.2017 tarihli Teknik İnceleme ve Export (İçerik Çıkartma) Raporunda sanığı iş yeri aramasında el konulan Lenova marka dizüstü bilgisayardan çıkan Seagate marka 5VC95N2H seri numaralı HDD’nin alınan imaj içeriğinde yapılan kelime taramasında ”bylock” ile alakalı gelen sonuçlar incelendiğinde, path(yol) bilgisi pagefile.sys işletim sistemi ram(bellek) dosyası olan, imaj içeriğindeki bilgisayara usb portundan takılmış olabileceği değerlendirilen “Tarik Memiş Galaxy S4” isimli telefon içeriğinden geldiği değerlendirilen “bylock-Downloads” isimli kalıntılara rastlanıldığı belirtilmiştir.

Dosya içerisindeki 13.11.2017 tarihli Bilirkişi Kurulu Raporunda, sanığın evinde yapılan aramada el konulan dijital materyallerin incelenmesinde, içeriklerinde 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimini yöneten “yurtta sulh konseyine” ait yazışmaların görüntüleri ve terör örgütü lideri Fetullah Gülen’e ait fotoğraflarının, web kayıtları incelemesinde de “herkul.org” isimli internet sitesine dair kayıtların bulunduğunun, fotoğrafların ziyaret edilen web sitelerinden otomatik olarak “temporary internet files” klasörüne kayıtlanmış resim dosyalarından ibaret olduğunun bildirildiği anlaşılmıştır.

Sanığın savunmasında özetle; cemaatçi olduğu için Yargıtay üyeliğine seçildiği iddiasını kabul etmediğini, HSYK üyelerinden İsmail Aydın’ın hemşehrisi ve liseden arkadaşı, HSYK üyelerinden Bülent Çiçekli ve Ali Aydın ile HSYK Genel Sekreteri Mehmet Kaya’nın fakülteden sınıf arkadaşları olduğunu, Yargıtay üyeliğine, mesleki çalışmaları ve HSYK üyelerinin kendisini şahsi ve mesleki olarak tanıyıp tasvip etmeleri nedeniyle seçildiğini düşündüğünü, Yargıtay üyeliğine seçilmesi konusunda kendisini destekleyen bazı HSYK üyelerinin cemaatçi olmasının kendisinin de cemaat listesinden seçildiği ve cemaatçi olduğu anlamına gelmeyeceğini, ailesinin milliyetçi muhafazakar, kendisinin de imam hatip mezunu ve muhafazakar bir insan olduğunu, dolayısıyla arkadaş çevresinin de milliyetçi ve muhafazakar insanlardan oluştuğunu, hem öğrencilik hem de meslek yaşamı boyunca milliyetçi muhafazakar arkadaşlarının düzenledikleri sosyal amaçlı yemek, piknik ve organizasyonlara katıldığını, bu organizasyonlardan bazılarının o tarihte cemaat tabir edilen yapının okul ve dershanelerinde olduğunu, o tarihlerde bu tür kurumların sosyal etkinliklerine siyasetçiler, sanatçılar ve toplumun aydın kesiminin de katıldığını, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz olaylarından sonra bu örgüt yapısının gerçek yüzünün ortaya çıktığını, bu aşamadan sonra bu örgütle ilişkilerini tamamen kestiklerini, herhangi bir etkinliğine de katılmadıklarını, sonuç olarak milliyetçi ve muhafazakar bir insan olması ve milliyetçi muhafazakar insanlarla görüşüp konuşması nedeniyle bu insanların kendisini, gruplarına yakın görmüş ve bu şekilde değerlendirmiş olabileceklerini, ancak ne FETÖ’ye ne de başka bir örgütsel yapıya mensubiyeti olduğunu, suç teşkil eden bir örgütsel eyleminin söz konusu olmadığını, kesinlikle örgüt talimatıyla hareket edip örgüt adayları için oy talep etmediğini, Yargıtaya üye seçildikten sonra taşradan bazı arkadaşların yaşadıkları sorunlar konusunda kendisinden zaman zaman yardım talep ettiklerini, onlara elinden geldiği ölçüde yardımcı olmaya çalıştığını, kendilerine bu şekilde yardımcı olduğu meslektaşlardan ve daha önce tanıdığı meslektaşlarından arayıp HSYK adaylarından tanıdığı kimse olup olmadığını soranlar olduğunu, bu kişilere adaylardan şahsen tanıdığı ve güvendiği birkaç ismi bildirdiğini, hiçbir meslektaşına, örgütün üyelerine, örgütün adaylarına, örgütün listesine oy vermeleri şeklinde bir telkin ve tavsiyede bulunmadığını, nitekim dinlenen tanıkların da “Bize bir iki kişinin ismini söyledi” diyerek bu hususu teyit ettiklerini, ayrıca meşru bir seçime katılmalarına devletçe de izin verilen kişiler hakkında görüş ve düşünce açıklamanın suç kabul edilemeyeceğini, tanık ifadelerinin gerçekleri yansıtmadığını, hatalı, zan, tahmin ve yoruma dayalı çelişkili beyanlar olduğunu, beyanlarının CMK’nın 148 ve devamı maddelerine aykırı olarak elde edildiğini, belirli internet sitelerine girmek ya da darbeyle ilgili haberleri okumanın suç unsuru kabul edilmesinin mümkün olamayacağını, inceleme ve bilirkişi raporlarında da ilgili fotoğraf ve görüntülerin otomatik olarak bilgisayara indirilen materyaller olduğunun belirtildiği, hakkında yapılan soruşturma ve yargılamada usul hükümlerine uyulmadığını, Yargıtay Kanunu 18/4 ve 46. maddelerinin gözetilmediğini, Yargıtay üyesi olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulunda yargılanması gerekirken suç tarihinden sonra çıkartılan 680 sayılı KHK ile yargılama görevinin 9. Ceza Dairesine bırakıldığını, bu şekilde tabii hakim ilkesinin ve adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, arama, el koyma, yakalama ve tutuklama kararlarının usule aykırı olduğunu, hakkında lehe olan hiçbir delilin toplanmadığını, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olduğu, örgütün faaliyetlerine ve amacına uygun hareket ettiği iddia edilmiş ise de de örgütle nerede, ne zaman, kimler vasıtasıyla organik ilişki kurduğu, örgüt içindeki konumu, örgütsel eylem ve faaliyette bulunduğunun kanıtlanmış olmadığını, üzerine atılı suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığını,

İfade ettiği görülmüştür.

Tüm bu hususlar birlikte değerlendirildiğinde;

Sanığın, silahlı terör örgütünde örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında Yargıtay üyeliğine yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyonla hareket ederek örgüt adına faaliyetlerde bulunduğu, bu suretle FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği anlaşılmaktadır.

Suç tarihi itibarıyla FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanığın kanuni yönden sorumlu tutulmasına engel teşkil etmeyecektir. Ayrıca örgüt piramidi içindeki konumu itibarıyla “mahrem alan” yapılanmasında yer alması, sanığın eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi ve tecrübeleri ile örgütteki konumu itibarıyla bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olduğu anlaşıldığından; sanık hakkında TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hata hükmünün uygulanma olanağı bulunmamaktadır.

Bu sebeplerle, sanık yönünden TCK’nın 314/2. maddesi kapsamında silahlı terör örgütüne üye olma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğunun kabulü gerekmektedir.

Bu itibarla, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde sayılan hukuka kesin aykırılık hâlleri ile sanık ve müdafisinin temyiz itirazları doğrultusunda incelenmesi sonucunda, yargılama sürecindeki işlemlerin yasaya uygun olarak yapıldığı, delillerin gerekçeli kararda gösterilip tartışıldığı, vicdanî kanının dosya içindeki belge ve bilgilerle uyumlu olarak kesin verilere dayandırıldığı, eylemin sanık tarafından gerçekleştirildiğinin saptandığı, eyleme uyan suç tipi ile yaptırımların doğru biçimde belirlendiği, sanığın örgütte kaldığı süre ve örgütsel eylemlerinin çeşitliliği itibarıyla suç kastının yoğun olması, örgütün mahrem yapılanmasında ve bu yapılanmanın da Yargıtay gibi örgüt tarafından büyük önem taşıyan Anayasal bir kurum içerisindeki örgütlenmesinde yer alması, bu örgütlenme içerisinde tanık beyanları ve diğer delillerle ispatlandığı şekilde örgütsel saikle hareket ettiği, gerçekleştirdiği eylemlerin vahameti karşısında işlediği suçla meydana gelen tehlikenin ağır olması birlikte değerlendirildiğinde temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak tayin edilmesi dosya kapsamına uygun olup TCK’nın 3. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “orantılılık” ilkesine aykırılık oluşturmadığı, TCK’nın 62. maddesi uyarınca cezanın indirilmesi esnasında belirlenen takdiri indirim oranının yerinde olduğu anlaşılan Özel Daire kararı isabetli bulunmuştur.
Açıklanan nedenlerle;
1)Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 07.02.2019 tarihli ve 49 – 6 sayılı; sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkumiyet hükmünün ONANMASINA, oy birliğiyle,
2) Dosyanın, Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 06.07.2021 tarihinde yapılan müzakerede karar verildi.

TEHDİT-BERAAT

TC
YARGITAY
4. Ceza Dairesi

2013/23132 E. , 2015/35918 K.

“İçtihat Metni”
Tebliğname No : 4 – 2012/70765

MAHKEMESİ : Edremit(Kapatılan) 1. Sulh Ceza Mahkemesi
TARİHİ : 07/06/2011
NUMARASI : 2011/5 (E) ve 2011/607 (K)
SUÇ : Tehdit

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği suç tarihine ve temyiz dilekçesinin kapsamına göre dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede; başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.

Ancak;

Sanığın, müştekiye hitaben söylemiş olduğu “Buldun mu yeni patronlar, buldun mu kendine ha? Kocasından ayırmak için yeni patronlar buldun mu kendine ha? Ucuz Fahişe, seni ucuz fahişe, Ben konuşuyorum hiç bir şey yapamazsın, oteli dolandırıp kaçıp giderken düşünseydin, Bir sürü eleman var şahit, Biliyormusun senin gibi o.ospu hiçbir şey yapamaz, Otuz beş yaşından sonra artık dolandırıcılığa mı başladın, Yapacak hiçbir şey kalmadı da karısının gözünün önünde elli yaşındaki adamı mı baştan çıkartmaya kalktın sen, Küçük çocuğun gözü önünde, Bundan sonra sen nasıl iş bulacaksın, Ben seni internete vermiyecekmiyim dolandırıcıdır, hırsızdır diye, Kırışık, kırışık, kırışık gözlü, o suratına git de bak da ondan sonra başka kadınların kocalarını baştan çıkartmaya çalış, beyaz elbiseler içine siyah don giyerek, poponu da sağa sola kıvırarak adamların önünde, belki para kazanmaya çalışabilirsin ama en azından adam evliyse … , Bundan sonra bu sana bir hayat dersi olsun evli adamlara inanma ve güvenme” biçimindeki sözlerinin tehdit suçunu oluşturmayacağı gözetilmeden, beraati yerine kanuni olmayan gerekçeyle mahkumiyetine karar verilmesi,

Kanuna aykırı ve sanık E.. P.. müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnameye uygun olarak HÜKMÜN BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 19/10/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

VERİ HAZIRLAMA VE KONTROL İŞLETMENİNE TEBLİĞ

TC
YARGITAY
16. Hukuk Dairesi
2017/6196 E. , 2021/5266 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :KADASTRO MAHKEMESİ

Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen hükmün Yargıtay’ca incelenmesi istenilmekle; inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu,

GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:
Aleyhine hüküm verilen davacı Hazine adına tebliğe çıkartılan gerekçeli kararın tebliğine ilişkin tebligat mazbatasından, gerekçeli kararı mahkeme kaleminde tebellüğ eden VHKİ ünvanlı …’nın davacı Hazine adına tebligatı almaya yetkili olup olmadığı ve buna bağlı olarak yapılan tebligatın usulüne uygun olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Bu nedenle, belirtilen hususun araştırılması, davacı Hazine’ye yapılan tebligatın usulüne uygun olmadığı sonucuna varılması halinde; gerekçeli kararın, davacı Hazine’ye Tebligat Kanunu ile Tebligat Kanununun Uygulanması Hakkında Yönetmelik hükümlerine uygun şekilde tebliğ edilerek temyiz süresinin beklenilmesi, bundan sonra temyiz incelemesi yapılmak üzere gönderilmesi için dosyanın Mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 11.06.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi.

Exit mobile version