MAL REJİMİ TASFİYESİ- KADININ ALTINLARIYLA EV ALINMASI

TC
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
2022/1273 E. , 2023/1238 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
SAYISI : 2022/2 E., 2022/6 K.
KARAR : Kesinleşen konularda karar verilmesine yer olmadığına
ÖZEL DAİRE KARARI : Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 10.11.2021 tarihli ve 2021/5378 Esas, 2021/8372 Karar sayılı BOZMA kararı

Taraflar arasındaki mal rejiminden kaynaklanan alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesince istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

Bölge Adliye Mahkemesi kararı, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 2. Hukuk Dairesince yapılan inceleme sonunda bozulmuş, İlk Derece Mahkemesi tarafından Özel Daire bozma kararına karşı direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan gündem ve dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların 20.11.1982 tarihinde evlendiklerini, ortak bir çocuklarının bulunduğunu, Ankara 11. Aile Mahkemesinin 28.06.2013 tarihli ve 2012/920 Esas, 2013/845 Karar sayılı kararı ile boşanmalarına karar verildiğini, ve kararın 11.10.2013 tarihinde kesinleştiğini, müvekkiline düğünde takılan 5 adet üçlü burma bilezik, 7 adet gremse altın, 1 adet zincir, 1 adet 200 gram kelepçe tabir edilen bilezik, yüzük, kolye ve küpeden oluşan setin davalıya verildiğini, evlilik birliği içinde edinilen mallarda müvekkilinin de katkısının bulunduğunu ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla müvekkili adına kayıtlı olup sonrasında satılan Ankara …15150 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 4 nolu bağımsız bölüm için 2.000,00 TL, 2008 model … plakalı araç için 2.000,00 TL, Vakıfbank Çetin Emeç Şubesindeki altın hesabında yer alan 905 adet altın için 2.000,00 TL, davalı adına kayıtlı olan … 27874 ada 6 parseldeki 14 nolu bağımsız bölüm için 2.000,00 TL, müvekkiline ait ziynetler için 2.000,00 TL olmak üzere şimdilik 10.000,00 TL katkı, katılma ve değer artış payı alacağının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; tüm iddiaları inkârla, 15150 ada 1 parselde yer alan 4 nolu bağımsız bölümün müvekkilinin birikimleri, arkadaşlarından alınan borç para, müvekkilinin adına kayıtlı olan aracın satılması ve polis sandığından kredi çekmek suretiyle elde edilen paralarla satın alındığını ve davacı adına kaydedildiğini, sonrasında bu taşınmazın yine davacı tarafından satıldığını ve bedelin davacıda kaldığını, davacının elde ettiği bu parayla dava dilekçesinde belirttiği ziynetleri aldığını, artan paranın da davacıda kaldığını, sonrasında davalının babasından aldığı parayla ve kredi çekmek suretiyle 27874 ada 6 parseldeki 14 nolu bağımsız bölümü satın aldığını, bu evde davacının hiçbir katkısının bulunmadığını, 2008 model … plakalı aracın da müvekkiline ait olduğunu ve kendi geliri ile aldığını, sonrasında ihtiyaç nedeni ile satıldığını, ziynetlerin tamamının davacıda olduğunu, müvekkilinin hiçbir zaman 905 adet altının olmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin 12.12.2017 tarihli ve 2014/600 Esas, 2017/1046 Karar sayılı kararı ile; 11.10.2013 tarihinde boşanan eşler arasında 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı, başka mal rejimi seçmediklerinden bu tarihten boşanma davasının açıldığı tarihe kadar da yasal edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu, toplanan deliller ve alınan bilirkişi raporlarından kadının ev hanımı davalının ise emekli polis olduğu, 01.01.2002 öncesi dönemde eşlerden birinin evliliğe emek katkısının kendisine katkı payı alacağı hakkı vermediği, katkı payı alacağı için mutlaka para veya parasal bir değer ile malın edinilmesine katılmanın veya katkıda bulunmanın zorunlu olduğu, davacı adına …Sitesi Mah. 15150 ada 1 parsel 4 numaralı bağımsız bölümün (4 numaralı bağımsız bölüm) 04.04.1997 tarihinde alındığı, 29.05.2000 tarihinde satıldığı, davacı vekili tarafından “düğünde takılan altınların evin alımında kullanıldığı” ileri sürülmüş ve tanıklar da aynı yönde beyanda bulunmuşlar ise de davacı vekilinin sonraki dilekçelerinde “davacının düğünde takılan takılarının bu taşınmazın alımı sırasında satılan ve davalı adına kayıtlı olan … plakalı aracın alımında” kullanıldığının iddia edildiği, … plakalı araç ise davalı tarafından 05.02.1996 tarihinde alınıp 12.11.1997 tarihinde satıldığı, dolayısıyla evin alımından 7 ay 8 gün sonra aracın satılmış olması nedeniyle davacının iddiasını doğrulamadığı, takıların miktar ve cins yönünden araç alımında kullanıldığının belli olmadığı gibi vekilin beyanlarıyla davacı adına kayıtlı olup bilahare satılan 4 numaralı bağımsız bölümün alımında kullanılmadığının sabit olduğu, zira davacı vekili iddiasını “aracın alımında kullanıldı” şeklinde değiştirdiği, aracın ise taşınmazın alımından sonra satıldığı, ziynetlerin davacıda olduğu tanık olarak dinlenen ortak çocuk … tarafından ifade edildiği, takıların araç alımında kullanıldığı yönünde davacının soyut iddiası dışında delil bulunmadığı, böyle olunca 4 numaralı bağımsız bölümün 04.04.1997 tarihinde o dönem çalışmakta olan davalının birikimleriyle alındığı ve davacı adına tescil edildiği, bu konuda davacı yararına bağış iddiası ve ispatı bulunmadığından davalının kendi katkısıyla aldığı ve davacı adına tescil ettirdiği bu taşınmazın satış bedelini almasında bir sakınca bulunmadığı, aksi halde davalının bu bedeli dava yolu ile alma olanağı bulunduğu, ayrıca bu bedelin daha sonra başka taşınmazların alımında kullanılmış olmasının erkeğin kişisel malı olduğu özelliğini ortadan kaldırmayacağı, davalı tarafından davacı tanığı …’a yazdırılan ve 4 numaralı bağımsız bölümün alım bedelini ayrıntılı gösteren belgeden anlaşılacağı üzere davacının 300 DM taşınmazın alımında katkısının bulunduğu, 4 numaralı bağımsız bölümün satışından elde edilen parayla önce … Mah. 27871 Ada 1 Parsel 9 nolu bağımsız bölümün (9 numaralı bağımsız bölüm) 17.11.2000 tarihinde alındığı ve bedelinin ödendiği, daha sonra buranın beğenilmemesi nedeniyle müteahhide 09.10.2001 tarihinde iade edildiği ve sonrasında aynı şahıstan Çankaya Cevizlidere Mah. … Ada 6 Parsel 14 nolu bağımsız bölümün (14 numaralı bağımsız bölüm) 29.12.2003 tarihinde davalı adına alındığı, davalı tarafından 9 numaralı bağımsız bölüm ile ilgili satıcı …ile yapılmış olunan 28.04.2000 tarihli satış sözleşmesinin dosyaya sunulduğu, bu yerin tapu kaydının her ne kadar 17.11.2000 tarihli olduğu görünse de satış işleminin 28.04.2000 tarihinde gerçekleştiği, dolayısıyla davalının kişisel malı olduğu, aynı şekilde 14 numaralı bağımsız bölümün de 2002 öncesinde temelden girilmek suretiyle alındığı ancak tapu kaydının geç oluşturulduğu, 14 numaralı bağımsız bölüme ilişkin kat irtifakının 22.02.2001 tarihinde kurulduğu, yapı kullanma izninin 23.05.2005 tarihinde alındığı, kat mülkiyetine geçiş tarihinin ise 15.06.2005 olduğu, tüm bu tespitlerin davacı asılın 09.11.2016 tarihli oturumdaki beyanı ile de doğrulandığı, 4721 sayılı Kanun’un 220/4 üncü maddesi uyarınca kişisel mal yerine geçen değerlerinde kişisel mal sayılacağından gerek 4 numaralı bağımsız bölümün satış bedelinin, gerek 9 numaralı bağımsız bölümün satış bedelinin, gerekse 01.01.2002 tarihinden önce alındığı anlaşılan dava konusu 14 numaralı bağımsız bölümün davalı erkeğin kişisel malı olduğu, davacı sair iddialarını kanıtlayamadığından davacının katkı alacağının 300 DM karşılığı 3.949,80 TL olduğu, davacının taşınmazlarla ilgili başkaca bir hakkının bulunmadığı, Vakıfbank altın hesabına gelince; altın hesabının ilk olarak 22.11.2011 tarihinde bankaya 91.000,00 TL yatırılmak suretiyle açıldığı, hesaptan davalının 905 birim altın aldığı, 03.07.2012 tarihinde ise 864 birim altını bozdurup bedeli olan 79.626,24 TL’yi çekmek suretiyle hesabı kapattığı, buradaki birikimin davalı adına kayıtlı 24.10.2007 tarihinde alınıp 18.10.2011 tarihinde satılan ve edinilmiş mal niteliğindeki …plakalı sayılı aracın satışından elde edilen para ve emekli ikramiyesinden oluştuğu, yapılan hesaplamaya göre davacının araç bedelinden 12.740,20 TL, ikramiyeler nedeniyle de 14.437,78 TL olmak üzere toplamda 27.177,98 TL katılma alacağının bulunduğu, davacının dava dilekçesinde 4 numaralı bağımsız bölüm için 2.000,00 TL katkı payı alacağı, … plakalı araç için 2.000,00 TL katılma alacağı, altın hesabı için 2.000,00 TL katılma alacağı, 14 numaralı bağımsız bölüm için 2.000,00 TL katılma alacağı talep ettiği, taleple bağlılık ilkesi gereğince davacının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile 2.000,00 TL katkı payı, karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile 6.000,00 TL katılma alacağının davalıdan tahsiline, kanıtlanamayan ziynetlere ilişkin 2.000,00 TL istemin reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin 20.11.2018 tarihli ve 2018/387 Esas, 2018/1475 Karar sayılı kararı ile özellikle davacının düğünde takılan ziynetler bakımından talebinin soyut iddiadan ibaret olup ispatlanmadığına, kaldı ki davacının bu hususta önce ziynetlerin satılarak 4 numaralı bağımsız bölümün edinildiğini bildirdiği, daha sonra bu beyanını değiştirerek ziynetlerin satılarak … plakalı aracın alındığını açıkladığı, bu hususta tanık beyanlarının da davacıyı doğrulamadığı, buna göre ziynetler yönünden davacının iddiasının kabul edilemeyeceği gerekçesi ile davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.

VI. BOZMA VE BOZMADAN SONRAKİ YARGILAMA SÜRECİ
A. Bozma Kararı
1. Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunmuştur.

2. Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile;
“…1. Davacının tasfiye konusu araç ve banka hesabı yönünden temyiz itirazlarının incelemesinde;
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kadının itirazları yersizdir.
2. Davacının diğer mallara yönelik temyiz itirazlarının incelemesine gelince;
Somut olayda, mahkemece, kadının ziynetlerle 14 nolu bağımsız bölümün edinilmesine katkısını ispatlayamadığı gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmiş ise de, dosya kapsamındaki bilgi ve belgelere göre gerekçe hatalı olmuştur. Şöyle ki, davacının dava dilekçesi ve yargılama sırasındaki beyanlarında düğünde takılan ziynetlerin davalı adına edinilen malların alınmasında kullanıldığına yönelik beyanlarına, davalının cevap dilekçesindeki 4 nolu bağımsız bölümün alınmasına ve satışından elde edilen paranın kadın adına dava dilekçesinde belirtilen ziynet eşyalarının alındığına yönelik beyanları ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, kadının düğünde takılan takıları ile önce araç alındığı, bu aracın da satılarak 4 nolu bağımsız bölümün kadın adına satın alındığının hayatın olağan akışına uygun olarak kabulü gerekir. O halde, 1996 model aracın kadın adına edinilen 4 nolu bağımsız bölümün alınmasında kullanıldığı çekişmeli olmadığına, 4 nolu bağımsız bölümün satışından elde edilen para ile kadına ziynet eşyalarının alındığının mevcut delil itibariyle davalı tarafından ispatlanamadığına ve mahkemece 4 nolu bağımsız bölümün satışından elde edilen paranın 14 nolu bağımsız bölümün alımında kullanıldığına yönelik kabulü yerinde olduğuna göre, kadının 14 nolu bağımsız bölümün edinilmesine ziynetleriyle de katkı yaptığı kabul edilerek katkı payı alacağı hesaplanması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olmuş, bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle karar bozulmuştur.

B. İlk Derece Mahkemesince Verilen Direnme Kararı
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile önceki kararda yer alan gerekçenin yanında; davacının ziynet iddiasının kanıtlanmadığı, miktar ve cinslerinin bilinmediği, dolayısıyla hesaplamaya konu olması veya edilmesinin olanaklı olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

VI. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Direnme kararına karşı süresi içinde davacı vekili tarafından temyiz isteminde bulunulmuştur.

B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili temyiz dilekçesinde; Yargıtay bozma ilâmı doğrultusunda karar verilmesi istemiyle hükmün bozulmasını talep etmiştir.

C. Uyuşmazlık
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık somut olayda; eşler arasında mal ayrılığı rejimin geçerli olduğu dönemde edinildiği anlaşılan ve davalı erkek eş adına kayıtlı olan dava konusu 14 numaralı bağımsız bölümün edinilmesinde, davacı kadın eşin katkısını ispat edip edemediği noktasında toplanmaktadır.

D. Gerekçe
1. İlgili Hukuk
Medeni Kanun’un (743 sayılı Kanun) 147, 170, 181, 186, 191 ve 211 inci maddeleri ile
Türk Medeni Kanunu’nun (4721 sayılı Kanun) 202 ilâ 255 inci maddeleri.

2. Değerlendirme
1. Uyuşmazlığın çözümü bakımından ilgili yasal düzenleme ve kavramların açıklanmasında yarar görülmektedir.

2. Bilindiği üzere Türk Medeni Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un (4722 sayılı Kanun) 10 uncu maddesine göre; 4721 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten önce evlenmiş olan eşler arasında bu tarihe kadar tâbi oldukları mal rejimi devam eder. Eşler, Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak bir yıl içinde başka bir mal rejimi seçmedikleri takdirde, bu tarihten geçerli olmak üzere yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejimini seçmiş sayılırlar.

3. Türk Medeni Kanunu’nun 179 uncu maddesinde mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı olduğu rejime ilişkin hükümlerin uygulanacağı açıklanmıştır. Bu düzenleme gereğince 4721 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihinde evli olan eşlerin; önceki dönemde edindikleri mallarının tasfiyesi Medeni Kanun (743 sayılı kanun) hükümlerine göre, bu tarihten sonra edinilen malların tasfiyesi ise 4721 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılmalıdır.

4. Medeni Kanun’un “VII-Malların tasfiyesi: 1-Boşanma halinde” başlıklı 146 ncı maddesi ile “Karı koca, mallarının idaresi hakkında hangi usulü kabul etmiş olursa olsun boşanma vukuunda her biri kendi şahsi emvalini geri alır. Husule gelmiş olan ziyade, kabul ettikleri usulün hükümlerine tevfikan aralarında taksim olunur. Zuhur eden noksan, karısı tarafından sebebiyet verildiğini ispat etmedikçe kocaya aittir. Boşanan karı koca, birbirinin kanuni mirasçısı olamaz ve evlenme mukavelesi ile veya boşanmadan evvel yapılmış ölüme bağlı bir tasarruf ile temin olunan menfaatleri zayi eder” hükmü düzenlenmiştir. Aynı Kanun’un 170. maddesi ile de yasal mal rejimi olarak mal ayrılığı kabul edilmiştir. İlgili madde “Karı koca, evlenme mukavelenamesi ile kanunda muayyen diğer usullerden birini kabul etmedikleri takdirde veya kabul edipte kanunda gösterilen sebeplerden birinin hüdusu halinde, aralarında mal ayrılığı cereyan eder” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, eşler mal rejimi sözleşmesi ile seçimlik mal rejimleri olan 191 inci ve devamı maddelerde düzenlenen mal birliği rejimini veya 211 inci ve devamı maddelerde düzenlenmiş olan mal ortaklığı rejimini seçmemişlerse evlilik tarihinden 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimine tabi olacaklardır.

5. Medeni Kanun’un 186/1 inci maddesinde “Karı kocadan her birinin bütün mallarının mülkiyet ve idare ve intifa haklarını muhafaza etmesine, mal ayrılığı denir” denilmek suretiyle mal ayrılığı rejiminin kısa tarifi yapılmış, aynı Kanun’un 189 uncu maddesindeki “Karı kocadan her birinin mallarının geliri ve kazançları, kendisine aittir” düzenlemesiyle de, eşlerin gelirlerinin kendi kişisel malları olduğu belirtilmiştir.

6. Medeni Kanun’un mal ayrılığı rejiminin tasfiyesini düzenleyen 181 inci maddesi “Karı koca, mukavele ile başka bir usul kabul etmiş olupta evliliğin devamı esnasında akit veya diğer bir sebeple mal ayrılığı vukuunda alacaklıların hakları mahfuz kalmak şartiyle karı kocadan her biri kendi mallarını geri alır” hükmünü taşımakta olup; esasen her eşin kendi malını alarak evlilik birliğinden ayrılması düşüncesi benimsenmiştir. Eşlerin, birbirlerinin kişisel mallarına katkılarının söz konusu olduğu durumlarda ise tasfiyenin nasıl yapılacağına ilişkin herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu durumda, 743 sayılı Kanun’un 5 inci maddesi yollaması ve mülga Borçlar Kanunu’nun (818 sayılı Kanun) 544 üncü maddesi ve aynı yöndeki Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) ise 646 ncı maddesi uyarınca, 743 sayılı Kanun’un tamamlayıcısı olarak kabul edilen 818 sayılı Kanun’un genel hükümlerinden yararlanılarak tasfiye gerçekleştirilecektir. 818 sayılı Kanun’un 544 üncü maddesinde “Kanunu Medeninin müttemimi olan işbu kanun merbut tashihler ile beraber kabul edilmiştir” hükmüne, 6098 sayılı Kanun’un 646 ncı maddesinde ise “Bu Kanun, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun Beşinci Kitabı olup, onun tamamlayıcısıdır” hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenlemelere göre, Borçlar Kanunu, Medeni Kanun’un tamamlayıcısı olup, Medeni Kanun’da hüküm bulunmayan hususlarda, Borçlar Kanunu uygulanmalıdır. 743 sayılı Kanun’da mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme bulunmadığından, eşlerin yaptıkları katkının karşılığını evlilik sona erdiğinde alabilmeleri 818 sayılı Kanun’dan yararlanmak suretiyle Yargıtay içtihatlarıyla geliştirilen “katkı payı alacağı kavramı” ile mümkün kılınmıştır.

7. Katkı payı alacağı, 743 sayılı Kanun gereği mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde evlilik birliği devam ederken bir eşe ait mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına diğer eşin para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkısının karşılığı olmak üzere hesaplanan mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklı alacak türüdür. Kural olarak katkıda bulunan eş, diğer eşten katkısının karşılığı olarak sadece alacak isteğinde bulunabilir, ayın talep edemez. Çünkü; Yargıtay İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunun 07.10.1953 tarihli ve 1953/8 Esas, 1953/7 Karar sayılı kararı ve “mülkiyeti nakleden akitler resmi şekilde yapılmadıkça muteber olmazlar” yönündeki 743 sayılı Kanun’un 634 üncü maddesi hükmü gereği ayın talep edilebilmesi için eşler arasında akdi ilişkinin varlığı ve ispatı gerekir.

8. Katkı payı alacağına ilişkin olarak 743 sayılı Kanun’un yürürlükte olduğu dönemde belirlenip uygulanan ilke ve esasların benzeri, 4721 sayılı Kanun’un 227/1 inci maddesinde düzenlenen “değer artış payı” alacağı ile kanun hükmü hâline getirilmiştir. Ancak, katkı payı alacağı ile değer artış payı alacağı davaları arasında önemli farklılıkların bulunduğu da göz ardı edilmemelidir. Burada dikkat edilmesi gereken hususlar özellikle, katkının; mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine veya korunmasına yönelik olması, para ya da para ile ölçülebilen maddi bir değerle yapılması, hayatın olağan akışına göre eşlerin birbirlerine günlük hayatta yapmaları gereken basit katkı ölçüsünü aşan esaslı nitelikte olması, resmî evlilik akdi ile bir araya gelmiş eşler arasında mal rejiminin devamı süresince gerçekleşmesi ve uygun karşılığı alınmaksızın yapılması gerekmektedir.

9. Medeni Kanun’un 170 inci maddesi uyarınca geçerli olan mal ayrılığı rejiminde, eşlere ait mallar kendi kişisel malları olduğundan, katkının yapıldığına dair ispat yükü bunu iddia eden eşe aittir. Katkının; toplu para vermek suretiyle veya çalışma karşılığı elde edilen gelirlerle yapıldığı ileri sürülebilir. Toplu para vermek suretiyle yapılan katkıda öncelikle, iddia edilen miktarda paranın bulunduğu, kaynağı ve bunun katkıda kullanıldığı ispatlamalıdır. Toplu para ile katkı iddiasında bulunan eş, o dönemde iddia ettiği miktarda katkıda bulunabilecek ekonomik gücünün olduğunu ve tasfiyeye konu malın edinilmesinde, iyileştirilmesinde veya korunmasında kullandığını tanık dâhil her türlü delille ispat edebilir. Çalışma karşılığı elde edilen gelirle katkının gerçekleştirildiği ileri sürüldüğü takdirde ise öncelikle, davacı düzenli ve sürekli çalıştığını ispat etmelidir. Bu doğrultuda, eşin çalıştığı işe ve süresine ait maaş bordroları, sigorta kayıtları, işyerine ait diğer çalışma belgeleri, meslek ve sanat odaları ile ticaret ve sanayi odaları kayıtları, şirket ortaklık belgeleri, tanık beyanları da dâhil her türlü delilden yararlanılabilir. Düzenli ve sürekli çalışmanın varlığının kabulü için resmî kayıtlara mutlak suretle ihtiyaç duyulmaz, zira kayıt dışı çalışıldığı yönünde hâkimde yeterli kanaat uyandıracak şekilde ispatlanmışsa, düzenli ve sürekli çalışmanın varlığı kabul edilmelidir. Katkı iddiasında bulunan eş, anlatılan şekilde katkısının olduğunu ispatladığı takdirde, hayatın olağan akışı uyarınca elde edilen gelirin “katkıda kullanıldığı” fiili karine olarak kabulü gerekir. Bundan sonra gelirin başka yerde kullanıldığını iddia eden diğer eş, fiili karinenin aksini ispatlamalıdır. Diğer bir ifadeyle böyle bir durumda ispat yükü yer değiştirir. Zira, hayatın olağan akışı gereği olması gerekenin aksini iddia eden taraf ispat yükümlülüğü altındadır.

10. Eldeki davada; taraflar 20.11.1982 tarihinde evlenmiş, 13.07.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 11.10.2013 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Eşler arasındaki mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibariyle sona ermiştir. Eşler arasında sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden; evlilik tarihi olan 20.11.1982 tarihinden 4721 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı rejimi, bu tarihten mal rejiminin sona erdiği 13.07.2012 tarihine kadar ise 4721 sayılı Kanun’un 202/1 inci maddesi ile düzenlenen edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir. Davaya konu taşınmazın tapu tescil kaydı her ne kadar eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejimin geçerli olduğu 29.12.2003 tarihinde davalı eş adına oluşturulmuş ise de Özel Dairenin de kabulünde olduğu üzere, bu yerin ödemelerinin 2002 yılı öncesinde tamamlandığı, dolayısıyla talebin katkı payı alacağına konu olduğu hususu şüphesizdir.

11. Somut olay yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler kapsamında değerlendirildiğinde; davacı kadın vekili, 05.05.2014 dava dilekçesinde “evlilik birliği içinde edinilen ve davalının hesabında olan altınlar ile müvekkilin kendisine düğünde takılan altınlarla, davalının mülkiyetindeki taşınmaz ve satılan otomobil, mal rejiminin devamı süresince edinilmiş mal niteliğindedir. Müvekkilin de edinilen bu mallarda katkısı olduğu aşikardır” demek suretiyle dava konusu taşınmazın edinilmesine ziynet eşyaları ile katkıda bulunduğunu ileri sürmüştür. Davacı vekili 25.03.2015 tarihli dilekçesinde ise “Düğünde …’ye takılan altınlar bozdurularak araba satın alınmıştır. Daha sonra bu araç satılarak Batıken’teki ev alınmıştır” beyanına yer vermiştir. Dolayısıyla davacının, ziynetlerle ilgili iddiasını değiştirdiğinden bahsedilmesi doğru olmamıştır. Davalı vekili 27.05.2014 tarihli cevap dilekçesinde; tarafların düğününde takılan ziynet eşyalarına ilişkin bilgi vermediği, ancak sonrasında 4 numaralı bağımsız bölümün müvekkilinin kendi birikimleri ile satın alarak eşi adına tescil ettirdiğini, buranın satılmasından elde edilen para ile kadının dava dilekçesinde cins ve miktarlarını belirttiği ziynet eşyalarını aldığını ve bu eşyaların da davacıda olduğunu beyan etmiştir.

12. Dinlenen davacı tanıklarından …’ın “düğünde takılan altınlarla davacı adına kayıtlı olan evin alındığı, sonrasında bu evin satılarak davalı adına kayıtlı olan evin alındığı” şeklinde beyanda bulunduğu, bu beyanı doğrular nitelikte tanık …’ın daha ayrıntılı olan beyanında “… evlendikten sonra kendisine takılan takıları bozdurarak Batıkent’teki evin alımına katkı sağladı. Ben aradan uzun süre geçtiği için tam hatırlamamakla beraber o tarihlerde 7-8 adet burma bilezik, üzerinde bir büyük ve bir miktar küçük altınlar olan zincirli set, sayısını hatırlamadığım çeyreklerini bozdurarak bu evin alımına katkı yaptı. Bu arada eşler bir miktar birikim yapmış ve araba almışlardı. Bu arabayı da satıp evin alımına kattılar. Ancak ben tam olarak altınların adet ve niteliğini, kaça satıldığını, arabanın kaça alınıp satıldığını ve Batıkent’teki evin kaça alındığını hatırlamıyorum. Sonrasında bu ev satıldı. Satım bedelini de bilmiyorum. Balgat’ta yine satın alma bedelini hatırlamadığım bir ev satın alındı. Batıkent’teki evin satış bedeli, Balgat’taki evin satış bedelini birebir karşılamadı, üstüne bir miktar kattılar, ancak ne kadar kattıklarını da bilmiyorum” dediği, dinlenen diğer davacı tanığı …’un da aynı yönde beyanlarda bulunduğu anlaşılmaktadır.

13. Dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; tarafların düğünlerinde takılan ziynet eşyaları ile ilk önce … plaka sayılı aracın satın alındığı ve 05.02.1996 tarihinde erkek eş adına tescil edildiği, erkeğin tayininin Ankara’ya çıkması nedeniyle eşlerin Ankara ilinden ev almak istedikleri, ilk olarak 4 numaralı bağımsız bölümün 04.04.1997 tarihinde satın alınarak kadın eş adına tescil edildiği, bu evin alımına ilişkin dosyada mevcut ve taraflarca doğruluğu kabul edilen …tarafından düzenlenen belgeye göre “evin borcundan kalan 50.000.000 ETL bedelin kiracı çıkınca ödeneceği” şeklinde açıklamaya yer verildiği, bu tarihten sonra erkek eş adına kayıtlı … plaka sayılı aracın 12.11.1997 tarihinde satıldığı, hayatın olağan akışına uygun olarak bu aracın satışından elde edilen parayla evin kalan borcunun ödendiğinin kabulünün gerektiği, sonrasında kadın adına kayıtlı olan 4 numaralı bağımsız bölümün 29.05.2000 tarihinde satılarak elde edilen para ile erkek adına kayıtlı 14 numaralı bağımsız bölümün alındığı, her ne kadar erkek eş tarafından 4 numaralı taşınmazın satılmasından elde edilen para ile kadına ziynet eşyası alındığı belirtilmişse de erkeğin bu iddiasına ilişkin ortak çocuk …’i dinlettiği, çocuğun 28.02.1999 doğumlu olup tarafların evlenmesinden 17 yıl sonra dünyaya geldiği, dolayısıyla davaya konu araç ve evlerin alımında henüz bebek olduğu, beyanında ziynetlerle ilgili “annemde yüzük, bilezik, küpe gibi ziynet eşyaları vardı ancak bunların da ne olduğunu bilmiyorum” dediği, bu beyandan hareketle erkeğin 4 numaralı bağımsız bölümün satışından elde edilen paranın 14 numaralı bağımsız bölümün alınmasında değil de kadının kendisine ziynet eşyası aldığına ilişkin iddiasını kanıtladığının kabul edilemeyeceği anlaşılmaktadır. Olağan olan, evlilik birliği içinde edinilen taşınmaza ev hanımı olan kadının var olan ziynetleri ile katkı yapmasıdır. Öyle ise kadının 14 numaralı bağımsız bölümün edinilmesine ziynetleriyle katkı yaptığı kabul edilerek katkı payı alacağı hesaplanması gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerektirmiştir.
14. Hâl böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
15. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
VII. KARAR
Açıklanan sebeple;
Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında açıklanan gerekçe ve nedenlerden dolayı 6100 sayılı Kanun’un 371 inci maddesi gereğince BOZULMASINA,

İstek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine,
Dosyanın 6100 sayılı Kanun’un 373 maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Ankara 2. Aile Mahkemesine gönderilmesine, 13.12.2023 tarihinde oy birliğiyle kesin olarak karar verildi.

PARANIN ALIM GÜCÜNÜN AZALMASI NEDENİYLE MADDİ TAZMİNAT MİKTARININ ARTIŞINA KARAR VERİLEBİLİR

T.C.
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ

Esas No: 2024/9327
Karar No: 2025/1307
Karar Tarihi: 11.02.2025

EVLİLİK BİRLİĞİNİN TEMELİNDEN SARSILMASI NEDENİYLE BOŞANMA
BOŞANMADA KUSUR
MADDİ TAZMİNAT
BEKLENEN MENFAAT

ÖZETİ: Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı -davalı kadın yararına takdir edilen maddî tazminat azdır. Türk Medeni Kanunu ilgili maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile Türk Borçlar Kanunu’nun ilgili hükümleri dikkate alınarak daha uygun miktarda maddî tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi bozmayı gerekmiştir.

SAYISI : 2023/1201 E., 2024/1243 K.

İLK DERECE MAHKEMESİ : Ankara 20. Aile Mahkemesi

SAYISI : 2020/1451 E., 2023/249 K.

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesince verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı -davalı kadın vekili tarafından kusur belirlemesi ve tazminatların miktarı yönünden; davalı -davacı erkek vekili tarafından ise kadının davasının kabulü, kusur belirlemesi, ret ve kabul edilen tazminatlar yönünden temyiz edilmiş olup kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlenerek dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:

1.Tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukuki nitelendirmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davalı-davacı erkek vekilinin tüm, davacı-davalı kadın vekilinin aşağıdaki paragrafın kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2.Tarafların tespit edilen ekonomik ve sosyal durumları, boşanmaya yol açan olaylardaki kusur dereceleri, paranın alım gücü, ihlâl edilen mevcut ve beklenen menfaat dikkate alındığında davacı -davalı kadın yararına takdir edilen maddî tazminat azdır. 4721 sayılı Kanun’un 4 üncü maddesindeki hakkaniyet ilkesi ile 6098 sayılı Kanun’un 50 nci ve 51 inci maddesi hükümleri dikkate alınarak daha uygun miktarda maddî tazminat takdiri gerekir. Bu yönler gözetilmeden yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerekmiştir.

KARAR

Açıklanan sebeplerle;

1.Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının kadın yararına hükmedilen maddî tazminat yönünden ORTADAN KALDIRILMASINA,

2.İlk Derece Mahkemesi kararının maddî tazminat miktarı yönünden kadın yararına BOZULMASINA,

3.Davalı-davacı erkek vekilinin tüm, davacı-davalı kadın vekilinin ise sair temyiz itirazlarının reddi ile temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozmanın kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise 6100 sayılı Kanun’un 370 inci maddesinin birinci fıkrası uyarınca ONANMASINA, Aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz eden Mesut’a yükletilmesine, Peşin alınan harcın istek halinde yatıran ….’ya geri verilmesine, Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, karardan bir örneğinin ilgili Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,11.02.2025 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

BOŞANMADAN FERAGAT NEDENİYLE REDDEDİLEN DAVADAN ÖNCEKİ OLAYLAR AFFEDİLMİŞ SAYILIR.

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi

2016/5703 E. , 2016/9289 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVACI-DAVALI : …
DAVALI-DAVACI : …
DAVA TÜRÜ : Karşılıklı Boşanma

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm, davacı-karşı davalı kadın tarafından kusur belirlemesi, velayet, tazminat taleplerinin reddi ve iştirak nafakası yönünden; davalı-karşı davacı erkek tarafından ise kusur belirlemesi ve tazminat taleplerinin reddi yönünden temyiz edilerek; temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması istenilmekle; duruşma için belirlenen 22.02.2016 günü duruşmalı temyiz eden davacı-karşı davalı … vekili Av. … ve karşı taraf temyiz eden davalı-karşı davacı … vekili Av. … geldiler. Gelenlerin konuşması dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı-karşı davalı kadının temyiz itirazları yersizdir.

2-Davalı-karşı davacı erkeğin temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Mahkemece, taraflar eşit kusurlu kabul edilerek her iki tarafın davası kabul edilip, boşanma kararı verilmiş ise de; toplanan delillerden, davacı-karşı davalı kadının 12.12.2011 tarihinde açtığı boşanma davasından 27.12.2011 tarihinde feragat ettiği. 02.07.2013 tarihinde ise eldeki boşanma davasını açtığı, feragat nedeniyle reddedilip kesinleşen davadan sonra tarafların barışıp bir araya gelmedikleri anlaşılmaktadır. Davacı-karşı davalı kadın, önceki boşanma davasından feragat etmekle, o davadan önceki olayları affetmiş en azından hoşgörü ile karşılamıştır. O davadan sonra davalı-karşı davacı erkekten kaynaklanan boşanmayı gerektirir somut bir olayın varlığı da kanıtlanmamıştır.

O halde, evlilik birliğinin sarsılmasına neden olan olaylarda birlik görevlerini yerine getirmeyen davacı-karşı davalı kadın tam kusurludur. Gerçekleşen bu durum gözetilmeden tarafların eşit kusurlu kabul edilmesi ve bu yanılgılı kusur belirlemesine bağlı olarak davalı-karşı davacı erkeğin maddi tazminat (TMK m. 174/1) talebinin reddedilmesi doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerin ise yukarıda 1.bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, duruşma için taktir olunan 1.350,00 TL. vekalet ücretinin duruşmalı temyiz eden …’dan alınıp…’e verilmesine, aşağıda yazılı temyiz ilam harcının temyiz eden …’ya yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 136.00 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran …’e geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 05.05.2016 (Prş.)

SAHTE PROFİL OLUŞTURUP PAYLAŞIMLARDA BULUNMAK- HUKUKA AYKIRI DELİL

T.C
YARGITAY
3. Hukuk Dairesi

2016/14742 E., 2017/2577 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :AİLE MAHKEMESİ

Taraflar arasında birleştirilerek görülen nafaka davalarının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, nafakanın kaldırılması istemli asıl davanın kabulüne, birleşen nafakanın arttırılması istemli davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı – birleşen dosyada davacı asil tarafından duruşma istemli temyiz edilmesi üzerine; davanın niteliği gereği duruşma isteğinin reddiyle, temyiz isteğinin incelemesinin evrak üzerinde yapılmasına karar verilerek dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

YARGITAY KARARI

Davacı vekili; müvekkili ile davalının Aile Mahkemesinin 2013/254 E. 2013/946 K. karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, mahkemece davalı lehine aylık 1.000 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiğini, ancak davalının Erkan isimli kişi ile fiilen evliymiş gibi yaşadığını, davalının internet ortamında yayınladığı resim ve videolarla fiili evliliğin tespit edildiğini ileri sürerek, davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı vekili; Nafakanın kaldırılması davasında davanın reddini dilemiş, birleşen 2015/715 Esas sayılı davada ise; yoksulluk nafakasının 1.500TL’ye artırılmasını talep etmiştir.

Mahkemece; CD kayıtları ve dinlenen tanık beyanları ile nafaka alacaklısı olan davalının kısa bir süre de olsa evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraberlik yaşadığının ispatlandığı, TMK’nun 176/3. maddesinde yer alan koşulların oluştuğu gerekçesiyle; asıl davanın kabulü ile davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, birleşen davanın ise reddine karar verilmiş; hüküm, davalı – birleşen dosyada davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1-Asıl davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Nafaka yükümlüsü davacı, nafaka alacaklısı olan davalının evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraber yaşadığını ileri sürerek, nafakanın kaldırılmasını istemiştir.

Türk Medeni Kanunun 176/3. maddesi; “İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.” hükmünü içermektedir.

Öncelikle, mahkeme kararında gerekçe olarak dayanılan; davacı nafaka yükümlüsü tarafından (facebook ve WhatsApp’tan alındığı iddia olunan) görüntü kayıtlarından ibaret olan delilinin hukuken geçerli ve hükme esas alınabilecek bir delil niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

01.10.2011’de yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İspat hakkı” başlığını taşıyan 189/2. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamız.” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delilerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir.

Böylece Hukuk Yargılamasında da ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması, eş söyleyişle yasak delil niteliğinde olmaması esası getirilmiştir.

Anılan düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re’sen gözönüne alınması ve bu delillerin hukuken meşru yol ve yöntemlerle elde edildiği, delilin her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tesbiti halinde, diğer tarafça bu konuda itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece bu sunulan delillerin caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir.

Diğer taraftan, hukuka aykırı elde edilen delillerin yargılamada değerlendirilmesi konusunda 01.10.2011 tarihine kadar Medeni Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü olmadığı halde, gerek mülga 1412 sayılı CMUK’nda gerekse de 5271 sayılı CMK’nda açık düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412 sayılı CMUK’nun 254/2. maddesinde “Koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz.” denilmiş, 5271 sayılı CMK’nun 206/2-a maddesinde “ortaya konulması istenilen delilin, kanuna aykırı olarak elde edilmesi halinde reddolunacağı” düzenlendiği gibi Anayasa’nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlandığından ve bu Anayasal kural, her ne kadar, ceza yargısına ilişkin gibi görünse de, tüm yargı çeşitleri, bu arada adlî yargı bütünü içinde yer alan hukuk yargısı bakımından da geçerlilik taşıyan bir düzenleme konumunda olduğu, yargısal uygulamalarda kabul edilmiştir.

Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel hayata yapılan haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizliliği diye ifade edilen ve sadece bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale edilemez. Örneğin, kişinin özel hayatı cinsel yaşamı böyledir. Hayatın bu gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu kim, nasıl ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun sözonusu delil ceza mahkemesinde delil olarak kullanılamaz. Zira, hayatın gizli alanı bir delil elde etme yasağı teşkil eder.(Öztürk, B.Yeni Yargıtay Kararları Işığında Delil Yasakları, Ank.1995, s.116 vd.)

6100 sayılı HMK öncesindeki yargısal uygulamalarda somut olayın özelliğine göre farklı yaklaşımlar olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı olarak ele alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde yargılamada kabul edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil konusunda olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu görülmektedir. Ancak, Anayasanın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ilkesi ile Anayasanın 38/6. maddesindeki hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin hiçbir şekilde yargılamada kullanılamayacağı yolundaki düzenleme ve yukarıda açıklanan 6100 Sayılı HMK’ nun 189/2. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir. Dolayısıyla, hukuka aykırı (yaratılmış veya elde edilmiş) delillerin hiçbir şekilde ispat aracı olarak kullanımı artık mümkün değildir.

Bir delilin mahkemece kabul edilmesi için, o delilin usulsüz ve hukuka aykırı olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesi şarttır. Yasak delilin kapsamına hukuka aykırı bir şekilde yaratılan deliller ile hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen deliller girdiğinden artık bu kapsamda kabul edilen deliller hiç bir şekilde hukuka uygun ve meşru bir delil olarak kabulü olanaklı değildir.

Anılan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 15.02.2012 tarihli ve 2011/2-703 E-70 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Somut olayda, toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinden; nafaka alacaklısı olan davalının, tanık olarak dinlenen şarkıcı …’a ait şarkının klip çekimi nedeniyle Erhan K. isimli oyuncu ile birlikte yer aldığı çekim görüntülerinin, (klibin yayınlanmasından vazgeçilmesi üzerine) davacı nafaka yükümlüsü tarafından hukuka aykırı olarak elde edildiği sabittir.

Diğer taraftan, hukuka aykırı olarak elde edilen klip görüntülerinin, paylaşımlarının yapıldığı sosyal medya hesaplarının kendisine ait olduğu hususu da davalı tarafından kabul edilmediği gibi, davacı taraf sosyal medya hesaplarının (Facebook/WhatsApp) ve bu hesaplardaki paylaşımlarında davalı tarafından yapıldığı hususunu da ispatlayamamıştır.

Ayrıca, sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımların, ancak hesabın sahibi veya aynı paylaşım ortamında (facebook/WhatsApp) bulunan kişilerce delil olarak kullanımının mümkün olduğu düşünülebilecektir. Diğer bir anlatımla, sahte profil oluşturup paylaşımlarda bulunmak veya kişi profillerinde hesap sahibinin bilgisi, muvafakatı ve izni olmaksızın yapılan paylaşımların delil olarak sunulması halinde, bunların 6100 Sayılı HMK’nun 189/2. maddesi kapsamında hukuka aykırı delil kabul edilmesi gerekir.

Hal böyle olunca, mahkemece; davacı nafaka yükümlüsü tarafından sunulan delillerin bir bölümünün hukuka aykırı olarak elde edilmiş olduğu, diğer delillerin ise hukuka aykırı bir şekilde yaratılmış olduğu gözetilerek, dosya kapsamındaki diğer delillerle de ispat edilemeyen nafakanın kaldırılması davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

2- Birleşen davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Nafaka alacaklısı davacı, birleşen davada; boşanma davasında hüküm altına alınan yoksulluk nafakasının aradan geçen süreç içerisinde yetersiz hale geldiğini ileri sürerek, nafakanın artırılmasını istemiştir.
Bu durumda, mahkemece; birleşen davada taraflarca bildirilen delillerin usulünce toplanması ve ulaşılacak sonuca göre istem hakkında bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile birleşen davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davalı-davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 07.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi

AİLE KONUTUNUN EŞ RIZASI ALINMADAN DEVRİ

T.C
YARGITAY
2. HUKUK DAİRESİ

ESAS: 2016/16259
KARAR:2016/16213

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı aile konutu olarak özgülenen eşi adına kayıtlı taşınmazın diğer davalıya rızası dışında devredildiğini ileri sürerek davalılardan …adına olan tapu kaydının iptali ile davalı eşi adına tescili ve tapu kaydına aile konutu şerhi konulmasını talep etmiştir. Mahkemece davalı …’un kötüniyetli olduğunun kanıtlanamadığı ve dava konu taşınmazda davacının yılın belli aylarında ikamet ettiği bu sebeple aile konutu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden davacı ile davalı eşin dava konusu taşınmazın alt katında bir yıl süre ile birlikte oturdukları, davalı eşin 1995 yılında ortak konutu terk ederek başka bir kadınla yaşamaya başladığı, davacı kadının bu taşınmazın alt katında kalmaya devam ettiği, üst katında ise kiracının bulunduğu, ancak taşınmazın ısınma problemlerinin olması nedeniyle davacının kış aylarında çocuklarının yanında ….’da bulunduğu, yaz aylarında ise dava konusu taşınmaza gelerek kaldığı, dava konusu taşınmazın bulunduğu Ağın ilçesinde başka bir taşınmazın bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacının kış aylarında çocuklarının yanına gidip onlarla kalıyor olması aile konutu vasfını ortadan kaldırmayacağı gibi ,eşyaların halen dava konusu konutta bulunması ve taraflar arasında evlilik birliğinin devam etmesi karşısında taşınmazın aile konutu olduğunun kabulü gerekir. Aile konutunun, hak sahibi eş tarafından devri ve konut üzerindeki hakların sınırlandırılması, diğer eşin açık rızasına bağlıdır. (TMK m. 194). Türk Medeni Kanunu madde 194 hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır

… Davacı eşin taşınmazın devrine açık rızası bulunmamaktadır. O halde eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin “açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Gerçekleşen bu durum karşısında dava konusu taşınmazın alt katının aile konutu olduğu tanık beyanları ve mahkemece yapılan keşifle anlaşıldığına göre bu bölümün tapusunun iptali ile davalı eş adına tescilini ve bu bölüm üzerine aile konutu şerhi konulmasına karar verilecek yerde yazı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 20.12.2016 (Salı)

NİŞANLIYA “ISINAMADIĞI” İÇİN NİŞANIN BOZULMASI

T.C
YARGITAY
3.HUKUK DAİRESİ
ESAS NO:2016/11421
KARAR NO:2018/1662
KARAR TARİHİ:26.02.2018
MAHKEMESİ :AİLE MAHKEMESİ

Taraflar arasındaki nişan bozulması nedeni ile tazminat davasının mahkemece yapılan yargılaması sonucunda, davanın kısmen kabulüne yönelik olarak verilen hükmün, süresi içinde davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra, dosya içerisindeki kağıtlar okunup gereği düşünüldü:

KARAR

Davacı, davalı ile 24/05/2015 tarihinde nişanlandıklarını, nişan nedeniyle; 1 adet altın söz yüzüğü, 1 adet altın nişan yüzüğü, 1 çift altın küpe, 2 çift ayakkabı, 1 çift tellik, ve 3 takım nişan elbisesi aldıklarını, ayrıca düğün salonu için 2.000TL masraf yaptığını, ancak ortada hiç bir neden yokken davalının nişanı bozduğunu, nişan ve düğün hazırlıkları nedeniyle hem kendisinin hem de ailesinin yıprandığını, maddi ve manevi zarara uğradıklarını, davalı aleyhine 10.000 TL maddi ve 15.000 TL manevi tazminata hükmedilmesini, yapılan yargılama giderlerinin davalı üzerine bırakılmasını talep etmiştir.

Davalı, davacı ile görücü usulü ile tanıştığını, davacıya ısınamadığını, bir ay sözlü kaldıktan sonra nişan yapıldığını, davacının nişan için verdiği şeylerin tamamını davacıya iade ettiklerini, talep edilen tazminatı ödeyecek maddi imkanının olmadığını belirterek davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile, davacının nişan nedeniyle yaptığı 2.500,00 TL düğün salonukiralama gideri ve 900 TL nişanlık elbisesi gideri olmak üzere 3.400,00 TL maddi tazminat ile 1.000,00 TL manevi tazminatın davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş, hüküm süresi içinde davalı tarafça temyiz edilmiştir.

Dava nişanın bozulması nedeniyle maddi ve manevi tazminat talebine ilişkindir.

1-TMK’nın 122.maddesine göre, nişanlılık evlenme dışında bir nedenden dolayı sona ererse, nişanlıların birbirlerine vermiş oldukları, alışılmışın dışındaki hediyeler geri istenebilir. Nişanın bozulması nedeniyle mutad dışı hediyelerin geri alınmasına ilişkin davalarda kusur aranmaz.

Nişanın bozulması halinde alışılmışın dışındaki hediyeler aynen, mevcut değilse mislen geri verilir veya karşılığı sebepsiz zenginleşme kurallarına göre, geri istenir. Hediyelerin verildiği ve iade edilmediği hususu her türlü delil ile ispat edilebilir.
Alışılmış (mutad) hediyelerden kasıt; giymekle, kullanmakla eskiyen ve tüketilen eşyalardır. Kural olarak giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketilen (elbise, ayakkabı vs. gibi) eşyaların iadesine karar verilemez.
Somut olayda nişan kıyafetinin kullanılmakla giymekle, kullanılmakla eskiyen ve tüketilen eşya olduğu gözetilmeksizin bu masraf ve eşya yönünden maddi tazminat talebinin kabulü doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

2- 6100 sayılı HMK’nın 26. maddesinin 1. fıkrası “Hâkim, tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir.” hükmünü ihtiva etmektedir.
Yasanın bu açık hükmünden de anlaşılacağı üzere hâkim, iki tarafın iddia ve savunmaları ile bağlı olup talepten fazlasına veya başkasına hükmedemez.

Somut olay incelendiğinde, davacı dava dilekçesinde düğün salonu kira bedelini 2.000,00 TL olarak belirtmesi karşısında mahkemece taleple bağlılık kuralına aykırı biçimde, 2.500,00 TL düğün salonu kira bedelinin iadesine şeklinde talep aşılarak hüküm tesisi doğru görülmemiş, bu husus bozmayı gerektirmiştir.

3- Kişilik değerlerinde oluşan manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Objektif eksilmeden ise, sadece o kişi için değil; toplumdaki diğer bireylerin de aynı zarara(duruma) düşmeleri anlaşılmaktadır. 4721 sayılı Yasanın 23. ve devamı maddelerinde kişilik haklarının korunmasına yönelik hükümler düzenlenmiş olup ilgili yasal hükümlerle manevi tazminat verilebilecek olgular sınırlandırmıştır.

4721 sayılı TMK. nun 121.maddesine göre, nişanın bozulması yüzünden kişilik hakları saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevi tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.

Bilindiği üzere; manevi tazminat, haksız bir eylemin yarattığı üzüntünün, duyulan elem ve acıların giderilmesini amaçlayan bir ödencedir. Manevi zarar, mal varlığına dokunmayan, yaşam, sağlık, namus, sır, aile mahremiyeti gibi mal varlığı harici varlıklarda meydana gelen azalma olup, bu zarar manevi tazminatla giderilmeye, azaltılmaya çalışılmıştır.
Kişilik haklarının korunmasına ilişkin hükümlerin getiriliş amacı kişilik haklarına yönelik saldırıların bertaraf edilmesidir. Bu hali ile tek başına nişanın bozulması olgusu, manevi tazminata yol açan haksız fiilin eylemi kabul edilmeyecektir.

Ayrıca, nişanın bozulması ile oluşan doğal üzüntü ve menfaat ihlalinin tazminat bakımından yeterli görülmesi halinde tazminat yaptırımı tarafları evlenme akdi yapmaya yönelteceğinden, bu durum kişilerin evlenme sözleşmesine ilişkin irade serbestisini ortadan kaldırma sonucunu doğuracaktır. Bu bakımından manevi tamzinat giderimi yerine kişinin evlenme akdine yönelik irade özgürlüğüne değer atfetmek muhakkak ki daha doğru olacaktır.

Temyize konu uyuşmazlık konusunda; davalının sebep göstermeden nişanı bozduğu anlaşılmaktadır. Bu hali ile davalının, davacının kişilik haklarına saldırarak doğal üzüntüyü aşan şekilde manevi zarara(objektif zarar) yol açtığından söz edilemez. Bu itibarla manevi tazminat koşullarının somut olayda bulunmadığı gözetilerek bu istem bakımından red kararı verilmesi gerekirken kabulü doğru olmamış, bu husus da bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci, ikinci ve üçüncü bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davalı yararınaBOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun Geçici Madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 26.02.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.

AİLE KONUTU OLARAK KULLANILAN TAŞINMAZIN 3. KİŞİ ADINA TESCİLİNE YÖNELİK TALEP MUVAZAA VE İNANÇLI İŞLEM NİTELİĞİNDE OLDUĞUNDAN GÖREVLİ MAHKEME ASLİYE HUKUK MAHKEMESİDİR

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/4326
KARAR:2018/14564 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Tapu İptali ve Tescil

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Davacı dava dilekçesinde özetle; davalılardan … ile evli olduklarını, …’ın aile konutu olarak kullanılan taşınmazı 2010 yılında 310 bin TL bedelle satın aldığını, ancak borca batık olması ve ablası tarafından kredi çekilmiş olması nedeniyle ablası olan diğer davalı adına tapuda tescil ettirildiğini alındığı tarihten itibaren eşi olan davalının adına hiç kayıtlı olmadığını, aralarında boşanma davasının bulunduğunu, mal kaçırmak maksadıyla muvazaalı işlem yapılmış olduğundan tapu k…ın iptali ile öncelikle kendisi adına kayıt edilmesini, olmaz ise davalı eş adına tescilini; tapu iptal davasının kabul edilmemesi halinde şimdilik 10.000 TL tazminata hükmedilmesini talep etmiş, mahkemece tapu iptal tescil taleplerinin “davacı ile davalı …’ın yargılama devam ederken boşandıkları bu nedenle davanın konusu kalmadığı” gerekçesiyle karar verilmesine yer olmadığına, tazminat talebinin ise TMK 194. maddesinin konutun elden çıkması halinde tazminat isteme hakkı vermeyeceğinden “talebin reddine” karar verilmiştir.

Olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme hakime aittir. Davacının bu taşınmazla ilgili talebi, dava dilekçesi içeriğinden de anlaşıldığı üzere; Türk Borçlar Kanununda düzenlenen muvazaa ve inançlı işlem hukuki sebeplerine dayanmaktadır. Öyleyse, bu belirlemeye göre istek, Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine dair 4787 sayılı Kanunun 4 maddesinde yer alan aile hukukundan kaynaklanan dava ve işlerden değildir. İstek yönünden genel mahkemeler görevlidir. Görev, kamu düzenine ilişkin olup, hakim tarafından yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Bu bakımdan, mahkemece görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasının incelenmesi doğru bulunmamış ve bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 13.12.2018

AİLE KONUTUNUN FİNANSMANI İÇİN KULLANILAN “KONUT KREDİSİNİN” GÜVENCESİ OLARAK TESİS EDİLEN İPOTEK İÇİN KONUT ÜZERİNDEKİ “HAKLARIN SINIRLANMASINA” İLİŞKİN TASARRUF İŞLEMİ, DİĞER EŞİN AÇIK RIZASINA BAĞLI DEĞİLDİR

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/7329
KARAR:2018/14892

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İpoteğin Kaldırılması-Aile Konutu Şerhi Konulması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından, 09.03.2010 tarihli ipoteğin kaldırılması talebinin reddi ve kabul edilen ipotek davasındaki vekalet ücreti yönünden; davalı banka tarafından ise, 25.01.2006 tarihli ipoteğin kaldırılması talebinin kabulü ve ihtiyati tedbir talebi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı kadının 09.03.2010 tarihli ipoteğin kaldırılması talebinin reddine yönelik temyiz itirazları ile davalı bankanın aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Dava konusu 25.01.2006 tarihli ipotek, aile konutunun finansmanı için kullanılan “konut kredisinin” güvencesi amacıyla tesis edilmiştir. Bu halde, ipoteğin güvenceye aldığı borç konutun borcudur. Böyle bir durumda, konut üzerindeki “Hakların sınırlanmasına” ilişkin tasarruf işlemi, diğer eşin açık rızasına bağlı değildir. Çünkü, davalı bankanın sağladığı kredi ile konut temin edilmiştir. Ayrıca dava konusu ipotek bedelinin, dava tarihinden önce 11.06.2012 tarihinde ödendiği ve davanın konusuz kaldığı anlaşılmaktadır. Buna göre, konusuz hale gelen dava hakkında karar verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi, tarafların haklılık durumunun değerlendirilmesi, dava tarihindeki haklılık durumuna göre vekalet ücreti ve yargılama giderlerine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, bozma sebebine göre davacı kadının vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran Anadolu Bank A.Ş’ye geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 25.12.2018 (Salı)

AİLE KONUTU ŞERHİNİN BULUNMASA BİLE EŞLERDEN BİRİNİN AÇIK RIZASININ BULUNMAMASI DURUMUNDA İPOTEĞİN KALDIRILMASI GEREKTİĞİ

T.C
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS:2018/2063
KARAR:2018/15016

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk (Aile) Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İpoteğin Kaldırılması ve Aile Konutu Şerhi

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından, ipoteğin kaldırılması davasının reddi yönünden temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:
Dava, ipoteğin kaldırılması isteğine ilişkindir. Davacı malik olmayan eş, aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, malik olan davalı eş tarafından “açık rızası bulunmadan” ipotek ettirildiğini ileri sürerek, aile konutı üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.
Türk Medeni Kanunu madde 194 hükmü ile eşlerin fiil ehliyetine getirilen sınırlama aile konutuna şerhin konulması ya da konulmaması koşuluna bağlanmadığı gibi işlem tarafı olan üçüncü kişinin iyiniyetli olup olmamasının da herhangi bir önemi bulunmamaktadır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 194/1. maddesine göre, “Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.” Bu madde hükmü ile aile konutu şerhi “Konulmuş olmasa da” eşlerin birlikte yaşadıkları aile konutu üzerindeki fiil ehliyetleri sınırlandırılmıştır. Sınırlandırma aile konutu şerhi konulduğı için değil, zaten var olduğu için getirilmiştir. Bu sebeple tapuya aile konutu şerhi verilmese bile o konut aile konutu özelliğini taşır. Zira dava konusu taşınmaz şerh konulmasa dahî aile konutudur. Eş söyleyişle şerh konulduğu için aile konutu olmamakla aksine aile konutu olduğu için şerh konulabilmektedir. Bu nedenle aile konutu şerhi konulduğunda, konulan şerh “Kurucu” değil “Açıklayıcı” şerh özelliğini taşımaktadır.
Anılan madde hükmü ile getirilen sınırlandırma, “Emredici” niteliktedir. Dolayısıyla bu haktan önceden feragat edilemeyeceği gibi eşlerin anlaşmasıyla da ortadan kaldırılamaz ve açık rıza ancak “belirli olan” bir işlem için verilebilir.
Türk Medeni Kanunu madde 193. hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte Türk Medeni Kanunu 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlen özgürlüğü, “Aile birliğinin korunması” amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin “Açık rızası bulunmadıkça” aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunun ipotek edilmesi gibi “Tek başına” bir ayni hakla sınırlandıramaz. Bu sınırlandırma “Ancak diğer eşin açık rızası alınarak” yapılabilir.
Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak dahi verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “Açık” olması gerekir.
Her ne kadar ipotek doğrudan doğruya aile konutundan faydalanma ve oturma hakkını engellemiyorsa da, hak sahibi eşin kötüniyetli ve muvazaalı işlemleri ile aile konutunun elden çıkarılma tehlikesi nedeniyle ipotek işlemine diğer eşin “Açık rızası” şarttır.
Somut olayda, ipotek tesis edilirken davacı eşin açık rızası alınmamıştır.
Yukarıda açıklanan kurallar çerçevesinde eşin “Açık rızası” alınmadan yapılan işlemin “Geçerli olduğunu” kabul etmek imkansızdır. Eş söyleyişle eşin “Açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “Geçersiz olduğunu” kabul etmek zorundadır.
Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 13.12.2018 (Prş.)

MAL REJİMİNİN TASFİYESİ- KATKI PAYI ALACAĞI- MUVAZAALI SATIŞ-BEDELİ ÖDENEREK SATIN ALINAN TAŞINMAZIN TAŞINMAZIN OLARAK BAĞIŞ KABUL EDİLEMEYECEĞİ

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/19808
KARAR:2019/148

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
Katılma Alacağı

Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kabulüne birleşen davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davalı-birleşen davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.

..K. A R A R

Davacı-birleşen davada davalı … vekili, dava dilekçesinde belirtilen …’de 114 ada 30 parseldeki 6 nolu bağımsız bölüm ile …’de 1106 ada 1 parseldeki 7 nolu bağımsız bölümün edinilmiş mal olduğunu, söz konusu taşınmazların boşanma dava tarihinden önce son 1-2 ay içinde davacıdan mal kaçırma amacıyla satıldığını açıklayarak mal rejiminin tasfiyesi ile fazlaya ilişkin haklar saklı olmak üzere …’deki taşınmaz için 30.000 TL ve …’deki taşınmaz için 112.500 TL olmak üzere toplam 142.500 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş, 03.05.2016 tarihli dilekçesi ile talebini toplamda 336.450 TL’ye yükseltmiş, birleşen davanın reddini savunmuştur.

Davalı-birleşen davada davacı … vekili, davanın reddini savunmuş, birleşen dava dilekçesinde belirtilen …’de 336 ada 2 parseldeki 6 nolu bağımsız bölümün 2002 yılından önce evlilik birliği içinde müvekkili tarafından alındığını, fakat Satiye adına tescil edildiğini ve Satiye tarafından muvazaalı olarak satıldığını açıklayarak, mal rejiminin tasfiyesi ile taşınmazın yarı oranındaki hissesinin birleşen davacı adına tesciline yahut birleşen davacının payına düşen bedelin iadesine karar verilmesini istemiş, dava değerini 10.000 TL olarak göstererek bu değer üzerinden peşin harç yatırmış, 19.11.2015 tarihli dilekçe ile talebini toplamda 165.000 TL’ye yükseltmiştir.

Mahkemece davacının davasının kabulüne 336.450 TL katılım alacağından 142.500 TL’sinin davalıdan tahsiline, 193.950 TL’sinin ise karar tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, birleşen davanın reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davalı-birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1. a) Davalı-birleşen davada davacı vekilinin tasfiyeye konu …’de 114 ada 30 parseldeki 6 nolu bağımsız bölüme yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 Sayılı HMK mad.33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.

Eşler, 24.01.1973 tarihinde evlenmiş, 05.10.2012 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK mad.225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden 4721 Sayılı TMK’nin yürürlüğe girdiği 01.01.2002 tarihine kadar mal ayrılığı (743 Sayılı TKM mad.170), bu tarihten mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar ise, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 Sayılı Yasa mad.10, TMK mad.202/1). Tasfiyeye konu 114 ada 30 parseldeki 6 nolu bağımsız bölüm, eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 11.03.2009 tarihinde satın alınarak davalı eş adına tescil edilmiş, boşanma dava tarihinden önce 31.08.2012 tarihinde 3.kişiye satılarak devredilmiştir. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK mad.179).

Mahkemece, taşınmazın devrinin muvazaalı olduğu, hükme esas alınan bilirkişi raporundan hareketle devir tarihindeki değeri olan 72.900 TL’nin edinilmiş mallara eklenmesi gerektiği gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmişse de, gerekçe dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Şöyle ki, tasfiyeye konu taşınmaz davalı eş adına kayıtlı iken boşanma dava tarihinden önce 31.08.2012 tarihinde 3.kişiye satılarak devredilmiş olup, davalı eş borçları nedeniye taşınmazı sattığını savunmuş ve 30.12.2014 tarihli yargılama oturumunda banka yazıları ve dekontları ile icra müdürlüğü yazıları olmak üzere muhtelif sayıda borç ödeme belgelerini dosyaya ibraz etmiştir. Ne var ki, Mahkemece söz konusu savunma üzerinde yeterince durulmamış, bu yönde yeterli inceleme ve araştırma yapılmamıştır. Mahkemece söz konusu savunmaya yönelik belgelerin getirtilerek dosya arasına konulması, hüküm kurulurken göz önünde bulundurulması, savunma üzerinde durulup tartışılıp değerlendirilmesi ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

b) Davalı-birleşen davada davacı vekilinin tasfiyeye konu …’deki 1106 ada 1 parseldeki 7 nolu bağımsız bölüme yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Mahkemece taşınmazın boşanma dava tarihi itibariyle davalının malvarlığında olup en son belirlenen sürüm değerinin tasfiye hesabında yer alacağı, bu değerin 600.000 TL olduğu gerekçesiyle yazılı şekilde karar verilmişse de, gerekçe dosya kapsamına uygun düşmemektedir. Şöyle ki, davacı vekili dava dilekçesinde, anılan taşınmazın davalı eş tarafından satıldığını, satışından elde edilen gelirin yarısının yasal olarak davacıya ait olduğunu iddia etmiş, davalı vekili ise cevap dilekçesinde, tasfiyeye konu taşınmazın birikmiş borçlardan kaynaklanan icra takiplerini sonlandırmak üzere davalı eş tarafından satıldığını savunmuştur. 2012/85 esas sayılı aile konutu şerhi konulması davasında mahkemece celp edilen 03.02.2012 tarihli tapu kaydı, dosya arasındaki 07.11.2014 tarihli değer raporu ekinde yer almakta olup, tasfiyeye konu taşınmaz davalı eş adına kayıtlı gözükmektedir. Taraflarca tasfiyeye konu taşınmazın satıldığı ileri sürülmesine rağmen mahkemece son maliki gösterir tapu kaydı ilgili Tapu Müdürlüğünden celp edilmemiştir. Mahkemece ilgili Tapu Müdürlüğünden son maliki gösterir tapu kaydı ile varsa tedavüle esas kayıtlar getirtilerek dosya arasına konulması ve hüküm kurulurken göz önünde bulundurulması gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

c) Davalı-birleşen davada davacı vekilinin tasfiyeye konu …’deki 336 ada 2 parseldeki 6 nolu bağımsız bölüme yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Mahkemece, her ne kadar birleşen davada davacı tarafından taşınmazın devrinin muvazaalı olduğu, mal kaçırma kastıyla yapıldığı, birleşen davada davalının geliri olmadığı, bu taşınmazın kendi çalışması karşılığında alındığı, birleşen davada davalı üzerine kaydedildiği iddia edilmiş ise de, … 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/495 E. sayılı dava dosyası ile bu konuda açılan muvazaa nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davasının muvazaa ispat edilemediğinden reddine karar verildiği, devirde muvazaa bulunmadığı kanaatine varıldığı, taşınmazın 14.09.1999 tarihinde satın alındığı, birleşen davacının iddiasına göre taşınmazın kendisi tarafından birleşen davalı üzerine kayıtlandığı, bu iddiaya göre taşınmazın birleşen davalıya hibe edildiğinin kabul edilmesi gerektiği, bu durumda da birleşen davalının kişisel malı olduğu ve tasfiyeye girmeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olup, bu gerekçe kısmen dosya kapsamı ile örtüşmemektedir.

Şöyle ki; 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 285. maddesine göre bağış (hibe), bağışlayanın sağlararası sonuç doğurmak üzere, mal varlığından bağışlanana karşılıksız olarak kazandırma yapması olarak tanımlanmıştır. Öğretide ise, bağışlayanın bir karşılık (ivaz) almaksızın, bağışlananın mal varlığında bir artış sağlamak, zenginleştirmek amacıyla mal varlığından belirli değerleri ona vermesi olarak tarif edilmiştir (Aydoğdu, Murat/Kahveci, Nalan: Türk Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, … 2013, s. 344, Yavuz, Cevdet: Türk Borçlar Hukuku Özel Hükümler, 6. B., … 2002, s. 222). Her somut olayın özelliklerine göre, bağış iradesi açıkça ortaya konulabileceği gibi gizli (örtülü) şekilde de yapılabilir. Bu nedenledir ki, bir kısım kazandırmalar, bağışa benzese de kazandırmanın salt bağışlama amacıyla yapılmaması nedeniyle bağışlama olarak nitelendirilemez. Ahlaki bir ödevin yerine getirilmesi de bağışlama sayılmaz (TBK mad.285/3).

Evlilik birliğinin ömür boyu süreceği inancının hakim olduğu düşünceyle, ortak yaşamı ve geleceği güvence altına almak amacıyla, beraberlikten doğan dayanışmayla ve karşılıklı güvene dayanarak, örf ve adete uygun olarak eşlerin birlikte yatırım yapmaları bağış olarak değerlendirilemez. Eşler arasında dayanışma, güven ve sadakat esastır. Gelecekte aile üyelerinin yararlanacakları beklentisiyle birlikte malvarlığı edinme çabaları, eşlerden birinin sebepsiz zenginleşmesiyle sonuçlanmamalıdır.

Bu açıklamalar nedeniyle, devredene ağır yükümlülük getiren kazandırmanın bağış olarak değerlendirilmesi için, bağış amacını taşıyan davranış ve iradenin duraksamaya yer vermeyecek şekilde olması gerekir.

Bağışlamanın yukarıda açıklanan öğeleri gözetildiğinde, bir eşin diğer eşe ait bir malvarlığına yaptığı her katkının ya da kazandırmanın bağışlama olmayacağı kabul edilmektedir (Gümüş, M. Alper: 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’na göre Borçlar Hukuku Özel Hükümler, C. 1, 3. B., … 2013, s. 205; Zeytin, Zafer:Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi ve Tasfiyesi, 2.B., … 2008, s. 144).

Somut olayda; birleşen davacı vekili dava dilekçesinde, birleşen davalının ev hanımı olup geliri bulunmadığını, tasfiyeye konu taşınmazın birleşen davacı tarafından satın alındığını, fakat tapuda birleşen davalı adına kaydettirildiğini iddia etmiştir. Dairemizin uygulamalarına göre, duraksamaya yer vermeyecek şekilde bağış iradesini ortaya koyacak beyan ve davranış yoksa, salt davacı tarafından bedeli ödenerek taşınmazın davalı adına tescil edilmesi işlemi tek başına bağış olarak kabul edilmesi için yeterli değildir. Bu itibarla eldeki davada davacının ve davalının beyanlarının bağış iradesini gösterir nitelik taşımadığı anlaşılmaktadır.
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 Sayılı HMK mad. 33). İddianın ileri sürülüş şekli ve taşınmazın 14/09/1999 edinme tarihine göre dava, katkı payı alacağı isteğine ilişkindir.

01.01.2002 tarihinden önce 743 Sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin (TKM) yürürlükte olduğu dönemde, eşler arasında yasal mal ayrılığı rejimi geçerliydi (TKM mad.170). TKM’de, mal rejiminin tasfiyesine ilişkin düzenleme mevcut olmadığından, eşlerin bu dönemde edindikleri mal varlığının tasfiyesine ilişkin uyuşmazlık, aynı kanunun 5.maddesi yollamasıyla Borçlar Kanunu’nun genel hükümleri göz önünde bulundurularak “katkı payı alacağı” hesaplama yöntemi kurallarına göre çözüme kavuşturulacaktır. Zira Borçlar Kanunu, Medeni Kanunun tamamlayıcısı olarak kabul edilmiştir (eBK mad.544, TBK mad.646).

Mal ayrılığı rejiminde; eşler kendi malları üzerinde tasarruf yetkisine ve intifa hakkına sahiptir ve mallarının idaresi kendisine aittir (TKM mad.186/1). Her birinin malları, geliri ve kendi kazançları yine kendilerine ait kişisel mallarıdır (TKM mad.189). Kadın veya kocanın, diğerinin mal rejiminin devamı sırasında edindiği mal varlığına katkısı nedeniyle katkı payı alacağı isteyebilmesi için, mutlaka para ya da para ile ölçülebilen maddi veya hizmet değeriyle katkıda bulunması gerekir. Bu katkı, ziynet, miras veya bağış yoluyla elde edilen başka mal varlıklarının kullanılması ile toplu olarak yapılabileceği gibi, çalışan eşin gelirleriyle de yapılması mümkündür. Çalışarak, düzenli ve sürekli gelire (maaş, gündelik, kar payı vb.) sahip eşin, aksi kanıtlanmadıkça diğer eşin sahip olduğu mal varlığına yapabileceği tasarruf oranında katkıda bulunduğunun kabulü gerekir. Yargıtayın ve Dairemizin devamlılık gösteren uygulamaları da bu yöndedir.

Mal ayrılığı rejiminin geçerli olduğu dönemde edinilen tasfiyeye konu mala, eşlerin, hem başka mal varlıkları (ziynet, miras, bağış vb.) kullanılarak, hem de çalışma karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının ileri sürüldüğü durumlarda; öncelikle, tasfiyeye konu malın edinildiği tarih itibarıyla başka mal varlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının, dava konusu malın bedelinin tamamı karşısındaki oranı saptanmalıdır. Bundan sonra da, kalan miktara her bir eşin çalışmaları ile elde ettikleri düzenli gelirleriyle katkıda bulunduklarının kabulü ile oranları ayrı ayrı belirlenmelidir.

Buna göre, öncelikle toplu katkının satın alma tarihindeki parasal değeri ile tasfiyesi istenen malın hem edinme bedeli hem de dava tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri ayrı ayrı tespit edilmelidir.

Dava konusu mal varlığına, başka mal varlıklarından elde edilen toplu para ile yapılan katkının dışında kalan bölümüne eşlerin çalışmaları karşılığı elde edilen düzenli gelirlerle yapılan katkı oranının belirlenmesi bakımından ise; öncelikle evlenme tarihinden, malın edinildiği tarihe kadar, eşlerin çalışma sürelerine ve gelirlerine ilişkin belgeler bulundukları yerlerden eksiksiz olarak getirtilmelidir. Çalışma sabit olmasına rağmen, çalışılan bir kısım döneme ilişkin belgelere ulaşılamaması durumunda, ilgili meslek kuruluşlarından ve/veya bilirkişilerden o döneme ilişkin yaklaşık gelir durumu sorulup belirlenerek, malın edinildiği tarihe kadar ki eşlerin tüm gelirleri ayrı ayrı saptanmalıdır. Sonra, her bir eşin alışkanlıkları, ekonomik ve sosyal statüleri gözetilerek, kişisel harcamaları ile ayrıca kocanın 743 Sayılı TKM’nin 152. maddesi gereğince evi geçindirme yükümlülüğü nedeniyle yapabileceği harcama kendi gelirlerinden düşülerek ayrı ayrı yapabilecekleri tasarruf miktarları tespit edilmeli, daha sonra her bir eşin tespit edilen tasarruf miktarının birlikte gerçekleştirdikleri toplam tasarruf miktarı içindeki oranı belirlenmelidir. Bulunan bu oranlar, eşlerin çalışmaları karşılığı elde ettikleri düzenli gelirleriyle tasfiye konusu mal varlığına yaptıkları katkı oranını göstermektedir.

Yukarıda açıklanan yöntemlerden yararlanılarak ayrı ayrı tespit edilen toplu para ve düzenli gelirlerle yapılan katkı oranları, birleştirilmek suretiyle değerlendirilerek, tasfiyeye konu mal varlığının dava tarihindeki sürüm (rayiç) değeri ile çarpılarak her bir eşin katkı payı alacağı miktarı bulunur.

Açıklanan değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülmesi durumunda konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır. Tasfiyeye konu birden fazla malın bulunması durumunda, her biri için aynı yöntem uygulanır.

Tasfiyeye konu taşınmaz hakkında … 5.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/495 esas sayılı dava dosyası ile muvazaa nedeniyle tapu iptal tescil davası görülmekte ise de, anılan taşınmazın boşanma dava tarihinden önce satıldığı taraflarca ve bir kısım tanıklarca da beyan edilmektedir. Zira anılan taşınmaza ilişkin tapu kaydından taşınmazın 14.09.1999 tarihinde davacı-birleşen davada davalı kadın adına satın alındığı, boşanma dava tarihinden 11 gün önce 24.09.2012 tarihinde 3. kişiye satıldığı anlaşılmaktadır. Satış bedelinin 11 günlük süre içerisinde harcanması hayatın olağan akışına uygun olmadığı gibi birleşen davalı tarafça da bu durumun aksi kanıtlanamadığından mahkemece anılan taşınmazın mal rejiminin sona erdiği tarihte mevcut olduğu kabul edilerek tasfiyede göz önünde bulundurulması, iddia ve savunma çerçevesinde yukarıda belirtilen Daire ilke ve uygulamalarına göre tarafların katkı oranları belirlendikten sonra talep miktarı da gözetilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi de doğru olmamıştır.

SONUÇ: Davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının yukarıda (1-a), (1-b) ve (1-c) nolu bentte yazılı nedenlerle kabulüyle hükmün 6100 Sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 09.01.2019 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

İPOTEĞİN KALDIRILMASI- AİLE KONUTU ŞERHİ KONULMASI

TC
YARGITAY
2. Hukuk Dairesi
ESAS: 2017/6349
KARAR:2018/12283

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : İpoteğin Kaldırılması-Aile Konutu Şerhi Konulması

Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen, yukarıda tarihi ve numarası gösterilen hüküm davacı kadın tarafından ipoteğin kaldırılması davasına yönelik olarak temyiz edilmekle, evrak okunup gereği görüşülüp düşünüldü:

Dava aile konutu üzerindeki ipoteğin kaldırılması istemine ilişkindir. Davacı malik olmayan eş, aile konutu niteliğinde bulunan taşınmazın, malik olan davalı eş tarafından “açık rızası alınmadan” davalı kooperatif lehine ipotek ettirildiğini ileri sürerek, aile konutu üzerine konulan ipoteğin kaldırılmasını talep ve dava etmiştir.
Mahkemece ipotekten davacının haberi olduğu, açık rızanın bulunduğunun kabulü gerektiği ve koopeteratif’in kötü niyetinin ispatlanamadığı gerekçesiyle ipoteğin kaldırılması davasının reddine karar verilmiştir.

Türk Medeni Kanunu’nun 193. maddesi hükmü ile eşlerin birbirleri ve üçüncü kişilerle olan hukuki işlemlerinde özgürlük alanı tanınmış olmakla birlikte Türk Medeni Kanunu’nun 194. madde hükmü ile eşlerin aile konutu ile ilgili bazı hukuksal işlemlerinin diğer eşin rızasına bağlı olduğu kuralı getirilerek eşlerin hukuki işlem özgürlüğü “aile birliğinin korunması” amacıyla sınırlandırılmıştır. Buna göre, eşlerden biri diğer eşin “açık rızası bulunmadıkça” aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez ve aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz.

Bu cümleden hareketle, aile konutunun maliki olan eş, aile konutundaki yaşantıyı güçlüğe sokacak biçimde, aile konutunu devredemez. Bu işlem ” ancak diğer eşin açık rızası alınarak” yapılabilir.
Türk Medeni Kanunu’nun 194. maddesi yetkili eşin izni için bir geçerlilik şekli öngörmemiştir. Bu nedenle söz konusu izin bir şekle tabi olmadan, sözlü olarak da verilebilir. Ancak maddenin ifadesinden de anlaşılacağı üzere, iznin “açık” olması gerekir.

Bu açıklamalar ışığından somut olayda dosya kapsamından, davacı ile davalı eş … dava konusu taşınmazı aile konutu olarak kullandıkları, davalı …’ın davacı eşin “açık” razısı olmadan işbu taşınmaza diğer davalı lehine ipotek tesis ettirdiği anlaşılmaktadır. Hukuk Genel Kurulu’nun 15.04.2015 tarih ve 2013/2-2056 esas, 2015/1201 karar sayılı kararında açıkça ifade edildiği ve Dairemizce de aynen benimsendiği üzere eşin açık rızası alınmadan yapılan işlemin geçerli olduğunu kabul etmek imkansızdır.

Eş söyleyişle eşin “açık rızası alınmadan” yapılan işlemin “geçersiz olduğunu” kabul etmek zorunludur. Gerçekleşen bu durum karşısında yukarıda açıklanan yasal düzenleme ile ilkelere uygun değerlendirme yapılarak ipoteğin kaldırılmasına yönelik davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde ret hükmü kurulması usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 01.11.2018(Prş.)

EVLİLİK BİRLİĞİ DEVAM EDERKEN, ÜÇÜNCÜ KİŞİ İLE BİRLİKTE OLMA İDDİASINA DAYALI MANEVİ TAZMİNAT-ALDATILAN EŞE BİLEREK VE İSTEYEREK ZARAR VERMEYİ AMAÇLAMIŞ OLMASI KOŞULU

T.C
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/8844
KARAR:2019/290 K.

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 02/04/2015 gününde verilen dilekçe ile evlilik birliği devam ederken üçüncü kişiyle birlikte olma iddiasına dayalı manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 08/03/2016 günlü kararın Yargıtayca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava; evlilik birliği devam ederken, üçüncü kişi ile birlikte olma iddiasına dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalının, kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşiyle birlikte olduğunu, davacının bu nedenle eşinden boşandığını, kızından ayrı kaldığını, psikoloğa gidip tıbbi destek aldığını, işinin olumsuz etkilendiğini, ailesinin yüzüne bakamadığını ve davalının eylemi nedeniyle manevi çöküntü yaşadığını belirterek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece davalının, davacının eşinin evli olduğunu bilerek yaşadığı ilişki nedeniyle davacının boşanmasına neden olduğu, davalının ve dava dışı eşin bu eyleminin davacının kişilik haklarına saldırı niteliğinde bulunduğu ve davacının uğradığı zarardan davacının eski eşi ile birlikte davalının da müteselsilen sorumlu olduğu gerekçesiyle, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dava konusu uyuşmazlık, evlilik birliği devam ederken, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiden diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunup bulunmayacağı hususundadır.

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06/07/2018 tarihli ve 2017/5 E. – 2018/7 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; TMK 185/3 maddesinde düzenlenen sadakat yükümlüğü, evlilik sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, ihlal edilmesi durumunda yalnızca sözleşmenin taraflarının yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Yani mutlak bir hak mahiyetinde olmadığı için, herkese karşı ileri sürülemez.

Davacı, kişilik hakkı ihlallerini düzenleyen genel hükümlere yani TMK’nun 24-25 ve TBK’nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemesi olan 49/1 (BK. 41/1) ve kişilik değerlerinin zedelenmesine ilişkin TBK 58. (BK 49.) maddelerine de dayanamaz. Söz konusu yasa maddeleri gereğince haksız fiil sorumluluğundan söz edilebilmesi için, diğer şartların yanında ayrıca zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması yani emredici bir hukuk normuna aykırı olması gerekir. Somut olayda, eş olmayan davalı yönünden fiilin hukuka aykırılık şartı gerçekleşmemiştir.

Müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Zira, TBK’nun 61. (BK 50.) maddesinde birden fazla kişinin ortak kusurlu davranışları nedeniyle bir zarara yol açmaları durumunda müteselsil sorumluluğun söz konusu olacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda sorumluluğa gidilebilmesi için, aldatan eş ile birlikte olan davalının fiilinin de hukuka aykırı olması gerekir. Davalının dava dışı eş ile birlikteliği şeklindeki davranışı, aldatılan eş yönünden haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğinden müteselsil sorumluluk esasına göre de sorumluluğuna gidilemez.

Aldatılan eş yansıma yoluyla zarara uğradığını da iddia edemez. Zira, üçüncü kişinin aldatan eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı eylemi ve verdiği herhangi bir zarar bulunmadığından, yansıma yoluyla istenebilecek zarar da sözkonusu olamaz.

TBK’nun 49/2 (BK.41/2) maddeleri gereği, fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlaka aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, failin zarar görene zarar verme kastıyla yani somut olayda, davalının davacı aldatılan eşe bilerek ve isteyerek zarar vermeyi amaçlamış olması gerekir. Sadece birlikte olduğu eşin evli olduğunu bilmesi bu tür sorumluluk için yeterli değildir.

Şu durumda; açıklanan yasal düzenlemeler ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun yukarıda anılan kararı uyarınca yerel mahkemece, evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalıya karşı açılan davanın tümden reddedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenle davalı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 23/01/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

EVLİLİK BİRLİĞİ DEVAM EDERKEN, EŞLERDEN BİRİ İLE EVLİ OLDUĞUNU BİLEREK BİRLİKTE OLAN ÜÇÜNCÜ KİŞİDEN DİĞER EŞİN MANEVİ TAZMİNAT İSTEMİNDE BULUNUP BULUNAMAYACAĞI

.TC
YARGITAY
4. Hukuk Dairesi
ESAS:2016/10102
KARAR:2019/561

“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Asliye Hukuk Mahkemesi

Davacı … vekili Avukat … tarafından, davalı … aleyhine 31/10/2014 gününde verilen dilekçe ile kişilik haklarına saldırı nedeniyle manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kısmen kabulüne dair verilen 11/04/2016 günlü kararın Yargıtayca duruşmalı olarak incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne ve miktar itibarıyla duruşma isteminin reddine karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dava, kişilik haklarına saldırı nedeniyle uğranılan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, davalının kendisi ile evli olduğunu bildiği halde dava dışı eşiyle birliktelik yaşayarak evliliğinin bitmesine neden olduğunu, bu durumun kişilik haklarına saldırı teşkil ettiğini belirterek, manevi tazminat isteminde bulunmuştur.

Davalı, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dava konusu uyuşmazlık, evlilik birliği devam ederken, eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan üçüncü kişiden diğer eşin manevi tazminat isteminde bulunup bulunmayacağı hususundadır.

Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 06/07/2018 tarihli ve 2017/5 E. – 2018/7 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere; TMK 185/3 maddesinde düzenlenen sadakat yükümlüğü, evlilik sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, ihlal edilmesi durumunda yalnızca sözleşmenin taraflarının yani eşlerin birbirlerine karşı ileri sürebilecekleri nisbi hak niteliğindedir. Yani mutlak bir hak mahiyetinde olmadığı için, herkese karşı ileri sürülemez.

Davacı, kişilik hakkı ihlallerini düzenleyen genel hükümlere yani TMK’nun 24-25 ve TBK’nun haksız fiil sorumluluğuna ilişkin temel düzenlemesi olan 49/1 (BK. 41/1) ve kişilik değerlerinin zedelenmesine ilişkin TBK 58. (BK 49.) maddelerine de dayanamaz. sözkonusu yasa maddeleri gereğince haksız fiil sorumluluğundan söz edilebilmesi için, diğer şartların yanında ayrıca zarara sebep olan fiilin hukuka aykırı olması yani emredici bir hukuk normuna aykırı olması gerekir. Somut olayda, eş olmayan davalı yönünden fiilin hukuka aykırılık şartı gerçekleşmemiştir.

Müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümlerin de uygulanması mümkün değildir. Zira, TBK’nun 61. (BK 50.) maddesinde birden fazla kişinin ortak kusurlu davranışları nedeniyle bir zarara yol açmaları durumunda müteselsil sorumluluğun sözkonusu olacağı düzenlenmiştir. Bu kapsamda sorumluluğa gidilebilmesi için, aldatan eş ile birlikte olan davalının fiilinin de hukuka aykırı olması gerekir. Davalının dava dışı eş ile birlikteliği şeklindeki davranışı, aldatılan eş yönünden haksız fiil olarak nitelendirilemeyeceğinden, müteselsil sorumluluk esasına göre de sorumluluğuna gidilemez.

Aldatılan eş yansıma yoluyla zarara uğradığını da iddia edemez. Zira, üçüncü kişinin aldatan eşe karşı herhangi bir hukuka aykırı eylemi ve verdiği herhangi bir zarar bulunmadığından, yansıma yoluyla istenebilecek zarar da sözkonusu olamaz.

TBK’nun 49/2 (BK.41/2) maddeleri gereği, fiilin emredici bir norma değil de sadece ahlaka aykırı olması durumunda, sorumluluğa gidilebilmesi için, failin zarar görene zarar verme kastıyla yani somut olayda, davalının davacı aldatılan eşe bilerek ve isteyerek zarar vermeyi amaçlamış olması gerekir. Sadece birlikte olduğu eşin evli olduğunu bilmesi bu tür sorumluluk için yeterli değildir.

Şu durumda; açıklanan yasal düzenlemeler ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunun yukarıda anılan kararı uyarınca yerel mahkemece, evlilik birliği devam ederken eşlerden biri ile evli olduğunu bilerek birlikte olan davalıya karşı açılan davanın tümden reddedilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın yukarıda açıklanan nedenle BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine 11/02/2019 gününde oy birliğiyle karar verildi.

KREDİ İLE SATIN ALINAN EV – KATILMA ALACAĞININ HESAPLANMA YÖNTEMİ

T.C
YARGITAY
8. Hukuk Dairesi
ESAS: 2016/16546
KARAR:2018/20342
“İçtihat Metni”
MAHKEMESİ :Aile Mahkemesi
DAVA TÜRÜ : Katılma Alacağı
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş olup hükmün davacı vekili ile davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü.
K A R A R
Davacı … vekili, evlilik birliği içinde davalı adına 3 nolu meskenin satın alındığını, natamam olan bu meskenin içinin yaptırılmasında gerekli paranın ise davacının annesinin aldığı araç satılıp yerine alınan ikinci aracın satımından gelen meblağ ile karşılandığını açıklayarak, edinilmiş mal olan bu mesken yönünden mal rejiminin tasfiye edilerek, yarı değeri yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 50.000,00 TL alacağın faiziyle birlikte tahsilini talep etmiş, 24.04.2015 havale tarihli hesap raporuna karşı beyan dilekçesiyle 37.659,82 TL katılma alacağının faiziyle tahsili şeklinde talebini sınırlandırmıştır.
Davalı … vekili, meskenin banka kredisi ile alındığını, taksit ödemelerinin halen devam ettiğini, aracın, bedeli davalı tarafından ödenerek alınıp davacı adına tescil edildiğini, tamamen onun tasarrufunda olduğunu, davacının taşınmazın edinilmesinde hiçbir katkısı bulunmadığını ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, davalının 18.601,00 TL’yi dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle davacıya ödemesine, fazlaya dair istemin reddine, davacının değer artış payına ilişkin isteminin saklı tutulmasına karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1.Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı vekilinin ve davalı vekilinin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2.Davacı vekilinin ve davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince; Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK mad. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, katılma alacağı isteğine ilişkindir.
Tasfiyeye konu taşınmazın, bedelinin tamamının ya da bir kısmının kredi ile karşılanması durumunda, kredi veren kuruluşa yapılan geri ödemelerin isabet ettiği dönemden, miktarından ve taksit sayısından hareketle mal rejiminin tasfiyesi sonucunda eşlerin alacak miktarları belirlenir. 4721 sayılı TMK’nun 202/1.maddesi gereğince edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu dönemde yapılan ödemelerde, eşler lehine değer artış payı ve/veya artık değere katılma alacak hakları doğabilecektir. Kredi borcu ödemelerinin bir kısmının mal rejiminin devamı süresince, bir kısmının da daha sonraki tarihlerde yapılmasında, mal rejiminin geçerli olduğu dönemin sonrasına sarkan ödemeler, dava konusu taşınmazın borcu kabul edilerek tasfiye gerçekleştirilir.
Yukarıda açıklandığı gibi iki döneme yayılan kredi borcu ödeme tablosu mevcut olduğunda; öncelikle, mal rejiminin sona erdiği tarihte henüz vadesi gelmediği için ödenmemiş kredi borç miktarının, toplam kredi borcuna oranı bulunur. Sonra bulunan bu kredi borç oranının, taşınmazın toplam satın alım bedeli karşısındaki oranına dönüşümü gerçekleştirilir. Tespit edilen bu oranın, taşınmazın tasfiye tarihindeki(karara en yakın) sürüm(rayiç) değeri ile çarpılmasıyla borç miktarı belirlenir. Bu ilke ve esaslara göre saptanan taşınmazın borç miktarı, tasfiye tarihindeki sürüm değerinden düşüldükten sonra kalan miktar, artık değere katılma alacağı hesaplamasında göz önünde bulundurulur.
Buna göre; öncelikle, tasfiyeye konu taşınmazın satın alma bedeli, bunun kredi ile ve varsa kredi dışında eşlerin kendi imkanları ile karşıladıkları miktarlar ve oranları ile tasfiye(karara en yakın) tarihindeki sürüm(rayiç) değeri ayrı ayrı belirlenmelidir.
Açıklamalar doğrultusunda hesaplama yapılabilmesi için, iddia ve savunma çerçevesinde, taşınmazın satın alınmasına ilişkin akit tablosuyla birlikte tapu kaydı, kredi sözleşmesi ve kredi borcu ödeme tablosu dahil finans kuruluşu kayıtları, ihtiyaç duyulması halinde eşlerin malın alınmasında katkı olarak kullandıklarını ileri sürdükleri malvarlıklarına ilişkin sair belgeler bulundukları yerlerden getirtilerek uyuşmazlığın çözümünde göz önünde bulundurulmalıdır.
Uyuşmazlığın çözümünde kullanılabilecek belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden oluşan kuruldan da yardım alınmalıdır.
Somut uyuşmazlık incelendiğinde; taraflar 18.12.1998 tarihinde evlenmiş, 11.08.2008 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün 08.02.2012 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmıştır. Tasfiyeye konu edilen 3 nolu mesken eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 17.06.2005 tarihinde satış yolu ile davalı adına tapuda tescil edilmiştir. Dava dışı araç ise 23.03.2005 tarihinde davacı adına tescil edilmiş olup, 27.06.2005 tarihinde üçüncü şahsa devredilmiştir.
Mahkemece, davacının meskenin yapımında bedeli kullanılmak üzere satılan araç kişisel mal kabul edilmiş ve buna yönelik değer artış payına ilişkin hakkın saklı tutulmasına, katılma alacağı yönünden meskenin tasfiye tarihi itibariyle sürüm değeri 125.000,00 TL ile evlilik birliği içinde 25 adet taksit ödendiği kabul edilerek yapılan oranlamaya istinaden alacağa hükmedilmiş ise de gerekçe, dosya kapsamı ile örtüşmediği gibi yapılan hesaplama yöntemi de Dairenin yerleşik uygulamasına uygun düşmemektedir.
Dosya kapsamından, mesken satın alınırken davalı adına ……..sından 33.750,00 TL konut kredisi kullanıldığı, 84 ay vadeli kredinin 37 taksitinin evlilik birliği içine isabet ettiği ve mesken alındıktan sonra içinin yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Mahkemenin, evlilik birliği içinde 25 taksit ödendiğine dair kabulü hatalı olduğu gibi evin kredi ile alınıp daha sonra yaptırıldığı hususları da gözetilmeden evin bitmiş halinin sürüm değeri üzerinden hesaplama yapılması ve bulunan katılma alacağına dava tarihinden itibaren faiz işletilmesi yerinde olmamıştır.
Ayrıca davacı tarafın 24.04.2015 havale tarihli dilekçesinde “aracın edinilmiş mal statüsünde olduğu kabulümüzdedir” şeklinde kendilerini de bağlayıcı beyanlarına karşın, meskenin içi yaptırılırken satılarak bedeli kullanılan davacıya ait aracın kişisel mal olarak kabulü ve buna istinaden davacının değer artış payı hakkının saklı tutulması da dosya kapsamına uygun düşmemiştir.
Mahkemece yapılacak iş, teknik bilirkişi raporunda meskenin natamam halinin tasfiye tarihi itibariyle sürüm değeri olarak belirlenen 100.000,00 TL üzerinden yukarıda açıklanan ilke ve esaslara göre, çekilen kredinin 37 adet taksitinin evlilik birliği içine isabet ettiğine dikkat edilerek gerekli oranlamalar yapılıp, artık değer ve davacının katılma alacağı hesaplanmalıdır.
Bununla birlikte meskenin içi evlilik birliği içinde yaptırıldığına, aksi ispat edilemediğinden bunun edinilmiş mallardan karşılandığının kabulü gerekeceğine ve meskenin bitmiş halinin sürüm değeri 125.000,00 TL olarak belirlendiğine göre meskenin alındığı ve sonraki iki halinin değerleri arasında bakiye 25.000,00 TL artık değer üzerinde de davacının katılma alacağı bulunmaktadır. Mahkemece, hesaplamalar yapılıp, talep de gözetilerek, sonucuna göre davacının katılma alacağı isteği hakkında bir karar verilmeli, davacı lehine hükmedilecek katılma alacağına, TMK’nin 239/son maddesi, Yargıtay’ın ve Dairemizin kökleşmiş uygulamaları gözetilerek, tasfiye tarihi olan karar tarihinden itibaren faiz yürütülmelidir.
Açıklanan yönler gözetilmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup hükmün bu sebeplerle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda (2) nolu bentte gösterilen nedenlerle davacı vekili ve davalı vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’un 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, her iki taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının yukarıda (1). bentte gösterilen nedenle reddine, peşin harcın istek halinde temyiz edenlere ayrı ayrı iadesine, 18.12.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
Exit mobile version