selimhartavi.com

TAZMİNAT DAVALARINDA CEZA ZAMANAŞIMININ UYGULANMASI

TAZMİNAT DAVALARINDA CEZA ZAMANAŞIMININ UYGULANMASI

ANLATIM DÜZENİ :
I. İLGİLİ YASA HÜKÜMLERİ
II. CEZA ZAMANAŞIMININ UYGULANMA KOŞULLARI
III.CEZA MAHKEMESİ KARARLARININ HUKUK MAHKEMESİNE ETKİSİ
IV.HUKUK HAKİMİNİN CEZA MAHKEMESİ KARŞISINDA DURUMU
V.CEZA DAVASI ZAMANAŞIMI SÜRELERİ
VI.KUSURA DAYANMAYAN SORUMLULUKTA CEZA ZAMANAŞIMININ UYGULANMASI
VII.CEZA ZAMANAŞIMININ BAŞLANGICI VE KESİLMESİ

KONUYA GENEL BAKIŞ

Haksız eylemlerle ilgili tazminat davalarında uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanmasının yasal dayanağı, Borçlar Kanunu 60/2. maddesi olup, bu uygulama, bazı ayrık durumlar dışında, çoğunlukla (suç sayılır) haksız eylemi işleyenler hakkındadır. Eylemi işleyenler, genellikle varlıksız ve ödeme gücü zayıf kişiler olduklarından, eylemden zarar görenlere, uzamış (ceza) zamanaşımı fazla bir yarar sağlamamaktadır.
Malca sorumlu (adam kullanan) özel ve tüzel kişilere uzamış (ceza) zamanaşımının uygulandığı iki yer vardır :
Bunlardan birincisi, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu hükümleridir. Yasanın çeşitli maddelerine göre “işleten, sürücü ve yardımcılarının kusurundan kendi kusuru gibi sorumlu” olduğundan, işleten, girişimci, araç sahibi ve işleten sayılanlar ile sigortacı ayrım gözetilmeksizin uzamış zamanaşımı süresi içerisinde dava edilebilmektedirler.
Uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanabildiği ikinci yer TCK. 465. maddesi olup, bu maddeye göre “Bir kimsenin veya bir şirketin hizmetinde bulunanlar tarafından görev ve hizmet sırasında işlenen TCK. 455-459. maddelerindeki suçlardan dolayı hükmedilecek tazminattan o kimse ve şirket malca sorumlu olur.” Yasanın bu hükmüne göre, suç sayılır eylemi işleyen “çalışanlar” ile malca sorumlu ” çalıştıranlar” hakkında aynı zamanaşımı (uzamış ceza zamanaşımı) süresinin uygulanması gerekir ise de, Yargıtay’ın (şimdilik) süregelen tutumu yüzünden TCK. 465. maddesine dayanılarak malca sorumlu olanlardan (ceza veya hukuk mahkemesinde) tazminat istemi, ceza davasının devamı süresine bağlı tutulmakta; ceza davası sonuçlandıktan sonra, (eylemi işleyenler hakkında ceza zamanaşımı etkinliğini korumakla birlikte), malca sorumlular hakkında artık bu süreden yararlanılamayacağı biçiminde bir uygulamada direnilmektedir. Böylece çalışan için ayrı, çalıştıran için ayrı zamanaşımı süreleri benimsenerek, yerleşik kararlardaki “ceza zamanaşımından yararlanılması için eylemin suç niteliği yeterli olup, ayrıca ceza kovuşturması yapılıp yapılmadığına ve ceza davası açılıp açılmadığına bakılmayacağı” biçimindeki görüşlere ters, çelişkili bir uygulama sürdürülmektedir.
Uzamış ceza zamanaşımının uygulanabileceği bir başka yer, son eğilimlere göre, organların suç sayılır eylemlerinden dolayı zarar görenlerin tüzel kişilere karşı açacakları tazminat davalarıdır.

Aşağıdaki bölümlerde uzamış (ceza) zamanaşımının yasal dayanakları, uygulanma koşulları, ceza mahkemesinin hukuk davalarına etkileri, hukuk hakiminin ceza mahkemeleri karşısında bağımsızlığının sınırları, ceza davası zamanaşımı süreleri, bu sürelerin başlangıcı ve kesilmesi, malca sorumlular hakkında uzamış (ceza) zamanaşımının hangi koşullarda uygulanabileceği, tüzel kişilerin organlarının ceza sorumlulukları gibi konular ayrıntılarıyla ve Yargıtay kararlarından örneklerle açıklanacak, incelenecektir.
Bu uzun yazı, uygulamada karşılaşılan zorlukları ve bilgi eksiklerini gidermek amacıyla hazırlanmış, ayrıntılara girilmiş, hemen her sorunun karşılığı verilmeye çalışılmıştır. Eğer, bir çok ülkede olduğu gibi, bizde de eskimiş yasa hükümleri çağın gereklerine uygun biçimde değiştirilmiş olsaydı, özellikle haksız eylemlerle ilgili zamanaşımı süreleri artırılsaydı, bu uzun yazıya ve bu yazı içindeki ayrıntıları anlamaya, kavramaya ve bunun için zaman harcamaya hiç gerek kalmayacaktı.

BİRİNCİ BÖLÜM
İLGİLİ YASA HÜKÜMLERİ

1- Borçlar Yasası 60/2. maddesi :
Haksız eylemden doğan tazminat davalarına ilişkin zamanaşımı süresi, Borçlar Yasası’nın 60. maddesi 1. fıkrasında “zarar görenin zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği günden başlayarak bir yıl ve zararı doğuran eylemin işlendiği günden başlayarak on yıl” olarak açıklandıktan sonra,2.fıkrada “Tazminat davası, ceza yasaları uyarınca daha uzun süreli zamanaşımına bağlı cezayı gerektiren bir eylemden doğmuşsa, kişisel davaya o zamanaşımı uygulanır.” hükmü yer almıştır.
Buna göre, haksız eylemin ceza yasaları gereğince suç niteliği varsa ve ceza yasaları bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüşse ve bu süreler Borçlar Yasası m.60/1’deki sürelerden daha uzun ise, tazminat davasına ceza yasasındaki veya özel yasalardaki daha uzun olan zamanaşımı süreleri uygulanacaktır.
Borçlar Yasası m.60/2.’de genel olarak “ceza yasaları” denilmesine göre, zararlandırıcı eylemlere uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanmasında, yalnızca Türk Ceza Kanunu hükümleri değil, başka özel yasalardaki suç niteliği taşıyan eylemlere uygulanacak hükümler de gözönünde bulundurulacaktır
Borçlar Yasası m.60/2 ‘deki hükmün anlam ve amacı, öğretide ve yargısal inançlarda, ceza sorumluluğunun hukuk sorumluluğundan daha ağır olduğu, haksız eylemi işleyenin daha ağır sorumluluğu sürerken daha hafif olan sorumluluğunun sona ermesinin doğru olmayacağı, haksız eylem Devletçe izlendiği sürece zarar gören kişilerin tazminat davalarının zamanaşımına uğramasının anlamsız olacağı; ceza davasına katılma yoluyla kişisel hak isteme olanağı bulunmasına göre, bu hakkın hukuk mahkemesinde açılacak tazminat davasında da korunması gerektiği biçiminde açıklanmış; Yargıtay 7.12.1955 gün 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında: ” Ceza davası devam ettiği sürece zarar görenin ceza mahkemesinden tazminat isteyebileceği ve haksız eylemin Devlet tarafından izlenmesi mümkün oldukça tazminat davasını kabul etmemenin anlamsız olacağı” görüşü yer almıştır.[1]
Yargıtay’ın yerleşik kararlarında belirtildiği ve öğretide de benimsendiği üzere, tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için, eylemi işleyen hakkında ceza kovuşturması yapılmış ya da hükümlülük kararı verilmiş bulunması gerekli olmayıp, yalnızca haksız eylemin suç niteliği taşıması yeterli görülmüştür.[2]
Eğer ortada ceza kararı yoksa, hukuk hakimi, haksız eylemin (aynı zamanda) suç olup olmadığını inceleyecek ve koşulları varsa Borçlar Yasası m.60/2. uyarınca uzamış (ceza) zamanaşımı sürelerini uygulayacaktır.[3]
Uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanma koşulları aşağıda ilgili bölümünde ayrıntılı olarak incelenecek ve açıklanacaktır.
2- 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu 109/2. maddesi :
2918 sayılı KTK.nun 109. maddesi 1. fıkrasında “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların giderilmesine ilişkin istemler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği günden başlayarak iki yıl ve herhalde kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.” denildikten sonra, 2.fıkrasında “Dava, cezayı gerektiren bir eylemden doğar ve ceza kanunu bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresini öngörmüş bulunursa, bu süre maddi tazminat istemleri için de geçerlidir.” hükmü yer almıştır.
Borçlar Yasası’nın 60/2. maddesine koşut ve onunla uyumlu KTK.109/2. maddesinin B.K. 60/2. maddesinden ayrı ve daha geniş bir uygulama alanı bulunduğu unutulmamalıdır. Şöyle ki :
a) Borçlar Yasası 60/2.maddesi (TCK.465. maddesindeki ayrık hüküm dışında) yalnızca haksız eylemi işleyenler hakkında uygulanır. [4]
b) Buna karşılık KTK.109/2. maddesi, yalnızca eylemi işleyenlere (sürücü ve yardımcılarına) değil, yasanın m.85/son hükmü gereği aracın işletilmesinden çıkar ve yarar sağlayan işleten, araç maliki, girişimci, onarımcı, aracı, satıcı v.b. ile yasanın 88. maddesi ile Sigorta Genel Şartları 17/2.maddesi nedeniyle sigortacıya da uygulanır. Kısaca 2918 sayılı KTK.m.109/2’deki uzamış (ceza) zamanaşımı motorlu araçlarla ilgili tüm sorumlular için geçerlidir.
3- Türk Ceza Kanunu 465. maddesi :
Borçlar Kanunu 55. maddesine oranla özel bir hüküm içeren TCK.465. maddesine göre “Bir kimsenin veya bir şirketin hizmetinde bulunanlar tarafından vazife ve hizmet sırasında işlenen 455. ve 459. maddelerde yazılı cürümlerden dolayı hükmedilecek tazminattan o kimse veya şirket malca sorumludur.”
Yasanın bu hükmü pek az bilinmekte, malca sorumlulara karşı açılacak tazminat davalarında, zarar görenlerin, B.K.m.60/1’deki bir yıllık süreden daha uzun bir süreden yararlanabilecekleri hususu gözden kaçırılmaktadır. Öte yandan 465. madde için söz konusu olanın bir uzamış (ceza) zamanaşımı mı, yoksa ceza davası süresince kullanılabilen bir hak mı, bir fırsat mı olduğu tartışılmakta ve henüz açıklığa kavuşmamış bulunmaktadır.
İleriki bölümlerde TCK. 465. maddesi enine boyuna incelenecek; özellikleri, uygulanma koşulları ve buna ilişkin görüşler, tartışmalar ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
4- Türk Ceza Kanunu 102. maddesi :
Borçlar Yasası m.60/2’deki “ceza yasaları uyarınca daha uzun süreli zamanaşımı” için kısaca “ceza zamanaşımı” denilmekte ise de, bu deyiş yanlıştır. Doğrusu “ceza davası zamanaşımı” olacaktır. Çünkü T.C.K.nun 102.maddesinde sözkonusu olan “ceza davası zamanaşımı”dır. Yasanın 112. maddesindeki “ceza zamanaşımı” ise cezaları ortadan kaldıran sürelerdir. Yargıtay 3.6.1942 gün ve 1941/36 E. 1942/15 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında belirtildiği üzere, 102. maddede çeşitli suçlara ilişkin “kamu davası açma süreleri” ve 112. maddede cezaları ortadan kaldıran süreler (hükmedilen cezaların zamanaşımına uğrama süreleri) gösterilmiştir.
T.C.K. 102. maddesinin ilk dört bendinde cürümlere ve son iki bendinde kabahatlere ilişkin cezalar bölümlendirilmiş ve kamu davasını ortadan kaldıran süreler sıra ile 20,15,10,5 yıl ve 2 yıl ile 6 ay olarak belirlenmiştir. Bu süreler, eyleme kişileştirme sonucu verilen ceza miktarına göre değil, eylemin uyduğu maddede öngörülen cezanın yukarı haddine göre belirlenecektir. Yukarda anılan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında “dava zamanaşımı, mahkemece belirtilen ve hükmolunan ceza miktarına göre değil, T.C.K. m. 102’nin her bendinde sıralandığı üzere cürümlerin ve kabahat eylemlerinin gerektirdiği cezalara göre hesaplanmalıdır.” denilerek cezaların üst sınırı (tavan) üzerinden hesaplanacağı vurgulanmıştır. [5]
Daha açık bir anlatımla, ceza davası zamanaşımı, mahkemece ağırlatıcı veya hafifletici nedenler dikkate alınarak hükmedilen (kişisel) ceza süresine göre değil, m.102’de ayrı ayrı gösterilen üst (tavan) süreler üzerinden hesaplanacaktır.
Ceza davası zamanaşımının başlangıcı ise, T.C.K. 103. maddesine göre suçun işlendiği gün olacaktır.[6]
Belirtelim ki, B.K. m. 60/2.’deki zamanaşımı bir hukuk kurumu olup, yalnızca süre açısından ceza kanunu ile ilgilendirilmiştir. Bunun dışında zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden T.C.K. m.102 ve 105/107 değil, B.K. m.132/137 uygulanacaktır.[7]

İKİNCİ BÖLÜM

CEZA ZAMANAŞIMININ UYGULANMA KOŞULLARI
Öğretide ve Yargıtay kararlarında benimsendiği üzere, tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için, haksız eylemin yalnızca suç niteliği taşıması yeterli görülmüş; ayrıca eylemi işleyen hakkında ceza kovuşturması yapılmış ve mahkumiyet kararı verilmiş olması koşulu aranmamıştır. [8]
Eğer suçun işlendiğine veya işlenmediğine ilişkin ceza mahkemesinin kesin bir kararı varsa, hukuk hakimi bu karara uyacak; böyle bir karar yoksa veya kanıt yetersizliği nedeniyle ya da suç kastı bulunmadığı gerekçesi ile aklama (beraat) kararı verilmişse, hukuk hakimi, haksız eylemin suç niteliğini doğrudan araştıracaktır.[9]
Borçlar Yasası 53. maddesine göre : “Hakim kusur bulunup bulunmadığına veya haksız eylemi işleyenin ayırtım gücüne sahip olup olmadığına karar vermek için, ceza hukukunun sorumluluk kurallarıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesince verilen aklama (beraat) kararıyla da bağlı değildir. Bundan başka, ceza mahkemesinin kararı, kusurun değerlendirilmesi ve zarar tutarının saptanması konularında da hukuk hakimini bağlamaz.”
Görüldüğü gibi, yasa hükmü ile hukuk hakimi, ceza mahkemesi kararları karşısında bağımsız kılınmış; ceza mahkemesince haksız eylemin suç niteliği saptanmamışsa, hukuk hakimine bunu kendiliğinden ve özgürce araştırma ve sonucuna göre karar verme yetkisi tanınmıştır.[10]
Hukuk hakiminin bu yetkisi ile ceza mahkemesi kararlarının tazminat davalarına etkisi ve buna göre uzamış ceza zamanaşımından yararlanma olanakları daha sonra incelenmek üzere, aşağıda Borçlar Yasası m.60/2. hükmüne göre ve Yargıtay kararlarından örneklerle ceza zamanaşımının uygulanma koşulları sırasıyla ele alınmıştır. Buna göre :
1- Uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanabilmesi için, haksız eylemin aynı zamanda suç niteliğinde olması gerekir.
B.K. m.60/2’de “cezayı gerektiren bir eylem” koşulu yer almıştır. Ceza zamanaşımının uygulanması için eylemin suç olması gerekmektedir. Suç niteliğinin araştırılmasında yalnız Türk Ceza Kanunu hükümleri değil, özel yasalarda yer alan ceza hükümleri de gözönünde bulundurulacaktır. Bu konuda ortaya çıkan sorun, eylemin suç olduğunun ceza hakiminin kararıyla mı saptanacağı, yoksa hukuk hakiminin de (ceza mahkemesi kararı bulunsa bile) ayrıca eylemin suç unsurunu araştırma ve değerlendirme yetkisi olup olmadığı, eylemin suç niteliğini araştırmada nasıl bir yol izleneceği ve ceza zamanaşımını uygulama koşullarının nasıl belirleneceğidir. B.K. 60/2. maddesinin yazılış biçimine göre bir kararla (ceza mahkemesi kararıyla) eylemin suç olduğunun saptanmış bulunmasına gerek yoktur. Eylem, objektif (nesnel) olarak cezayı gerektiriyorsa ceza zamanaşımı uygulanacaktır. Eylemi işleyen hakkında ceza verilmiş olması ya da ceza soruşturmasına başlanmış bulunması önemli değildir.[11]
2- Ceza zamanaşımı daha uzun süreli olmalıdır.
Ceza davası zamanaşımı süresi, B.K. 60/1. maddesindeki bir ve on yıllık süreden daha kısa ise, ceza zamanaşımından söz etmenin bir anlamı ve yararı olmayacaktır. Ceza zamanaşımı süresi bir yıllık süreden fazla on yıllık süreden az ise ceza zamanaşımı yalnız bir yıllık süreyi etkileyecek ve onu uzatacaktır. Örneğin ceza zamanaşımı süresi 5 yıl ise m.60/1’deki bir yıllık süre 5 yıl olarak kabul edilecek, ancak on yıllık süre aynı kalacaktır. Buna karşılık ceza zamanaşımı süresi on yıldan fazla, örneğin 15 yıl ise, her iki süre de 15 yıl olarak dikkate alınacaktır. Yargıtay 4. HD. 26.3.1990 gün 6349-2546 sayılı kararında denildiği gibi “Borçlar Yasası 60. maddesinin 2. fıkrasının uygulanabilmesi için tazminata konu eylemin suç teşkil etmesi yanında Ceza Yasası gereğince daha uzun bir zamanaşımına tabi bir cezayı gerektirmesi zorunludur.”[12]
3- Ceza davası zamanaşımının uygulanması için haksız eylemin yalnızca suç niteliğinde olması yeterli olup, eylemi işleyen hakkında ceza davası açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli değildir.
Zarar görenin, B.K. 60/2. maddesindeki uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanabilmesi için, haksız eylemin suç niteliğini taşımasının yeterli olacağı, ayrıca eylemi işleyen hakkında ceza kovuşturması yapılmış veya mahkumiyet kararı verilmiş olup olmaması koşulunun aranmayacağı öğretide ve yargısal inançlarda benimsenmiş, yerleşmiştir. Bu son derece doğaldır. Çünkü madde metninde, ceza mahkemesi kararı ve hükümlülükten söz edilmeyip “ceza yasaları uyarınca daha uzun süreli zamanaşımına bağlı cezayı gerektiren eylem” tanımı yapılmıştır. Mahkemenin ve davanın türü ne olursa olsun, görevli hakim, hükme esas alınacak yasa maddesini araştırmak ve uygulamakla yükümlüdür; bunun için ceza veya özel hukuk ayrımı yapılamaz (HMUK.m.76). Bu nedenle hukuk hakimi, incelemekte olduğu tazminat davasında eylemde suç niteliği görmüşse, kuşkusuz ceza yasasının ilgili hükmünü uygulayacak ve zamanaşımı savunması karşısında, eğer koşulları varsa, ceza kovuşturması yapılmış veya yapılmamış, ceza mahkemesinde dava açılmış veya açılmamış, hüküm verilmiş veya verilmemiş olmasına bakmayarak uzamış (ceza) zamanaşımını dikkate alacaktır.

Yargıtay’ın çeşitli kararlarında belirtildiği üzere:
Tazminat davalarına daha uzun süreli ceza davasına ilişkin zamanaşımının uygulanması için, eylemi işleyen hakkında ceza davasının açılmış veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli değildir; yalnızca cezalandırılabilir bir eylemin suç niteliğini taşıması yeterlidir. (Y.HGK. 18.11.1981 gün ve E. 1979/4-231, K.1981/744 ,52 yılı kararı, YKD.1982/6-766)
“Suç sayılan bir haksız eylemi işleyen kişiye karşı açılan tazminat davasına uygulanacak zamanaşımı Borçlar Yasasının 60. maddesinin 2. fıkrasında açıklandığı üzere ceza zamanaşımıdır. Bu nitelikteki eylemlere o maddenin 1. fıkrasında yazılı bir yıllık zamanaşımı uygulanmaz. Bu ana kuralın uygulanması için haksız eylemden sonra ceza davasının açılmış olup olmaması araştırılmaz. Yasanın bu kuralı salttır. Aynı zamanda, işlenmiş olan bu haksız eylemden ötürü Cumhuriyet Savcılığınca açılması gerekli ceza davasına katılınmadığı bildirilerek karar verilmiş olması da bu sonucu değiştirmez. Çünkü, cezayı gerektiren haksız eylemden dolayı kamu davası için hiçbir işlem yapılmaması dahi aynı sonucu doğurur.” (Y.4.HD. 6.1.1976 gün ve E.75/4858, K. 76/74 sayılı kararı,YKD.1977/2-190)
“B.K. nun 60/2. maddesinde öngörülen uzamış ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için, eylemi işleyen hakkında ceza davası açılmış olması şart olmayıp, sadece haksız eylemin ceza hukuku bakımından suç olması yeterlidir.” (4.HD.20.9.1979 gün ve 4725-9975 sayılı kararı ,YKD.1980/8-1082) [13]
“Tazminat davasının ceza kanunları gereğince süresi daha uzun zamanaşımına tabi cezayı gerektiren bir eylemden doğmuş olması halinde o zamanaşımının mutlak surette uygulanması gerekir. Ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için, haksız eylemin sadece suç niteliğinde bulunması yeterlidir.” (4.HD. 25.1.1990 gün 89/6101-90/285 sayılı kararı, YKD.1990/4-535)
4- Şikayete bağlı suçlarda belli süre içinde şikayette bulunulması veya hiç bulunulmaması şart değildir.
Takibi şikayete bağlı suçlarda (T.C.K. m.99 ve 108), şikayet süresinin geçirilmiş olması nedeniyle ceza davasının açılamaması, bu suça ait ceza zamanaşımının tazminat davasına uygulanmasına engel değildir. Çünkü şikayet, ceza kovuşturmasının bir şartıdır ve bir cezalandırılabilme şartı değildir. Kovuşturma şartı eksik olsa dahi yine suç vardır, ancak bir kovuşturma konusu olamayacaktır.[14]
Hiç şikayette bulunulmasa bile, eğer haksız eylem aynı zamanda suç niteliği taşıyorsa, açılan maddi ve manevi tazminat davasında hukuk hakimi, Borçlar Kanunu m.53 hükmü uyarınca, eylemin suç niteliğini araştıracak; koşulları varsa uzamış (ceza) zamanaşımını gözönünde bulunduracaktır.
Öte yandan C. Savcılığına verilen dilekçede, şikayetten vazgeçildiğinin bildirilmiş olması, kişisel haktan vazgeçildiği sonucunu doğurmaz. Yargıtay’ın bir kararında açıklandığı üzere:” Tutuklu bulunan sanıkların tahliyelerini kolaylaştırmak amacıyla “sanıklar hakkında şikayetçi olunmadığının” bildirilmesi, kişisel haktan vazgeçildiği anlamına gelmez. Davacı “müdahil” olarak davaya katılmayı sürdürdüğüne ve “kişisel haklarını saklı tuttuğunu” bildirdiğine göre hukuk mahkemesinde açılan tazminat davasının reddi doğru değildir. Öte yandan şikayetten vazgeçme bildirimiyle ceza davası düşmediğine göre olayda TCK. nun 111. maddesinin uygulanma olanağı yoktur. Bu nedenle işin esası incelenip istek doğrultusunda karar verilmesi gerekir.”[15]
5- C. Savcılığının takipsizlik kararı da ceza zamanaşımının uygulanmasına engel değildir.
İşlenmiş olan bir haksız eylemden ötürü Cumhuriyet Savcılığınca hiçbir işlem yapılmamış olması veya takipsizlik kararı verilmesi, suç niteliğinin araştırılmasına ve koşullar oluşmuşsa ceza zamanaşımının uygulanmasına engel değildir. Çünkü “Savcılıkça verilen takipsizlik kararı, nitelikçe suçun işlenmediği değil, işlenmiş olan suça göre açılacak davaya katılınmadığı ilkesine dayandığından, zamanaşımından davanın reddi ve uzamış (ceza) zamanaşımının gözardı edilmesi doğru değildir. [16]
Şunu da ekleyelim ki, C. Savcılığınca verilen takipsizlik kararları, teknik anlamda bir hüküm olmadığından, hukuk hakimini bağlamaz. Bu nedenle, açılan tazminat davasında eylemin suç olup olmadığını ve uzamış ceza zamanaşımının uygulanıp uygulanmayacağını hukuk hakimi değerlendirecektir.[17]
6- Ceza ehliyeti olmayanlar hakkında da uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır.
Ehliyetsizlik nedeniyle kamu davasının düşmüş olması, ceza ehliyeti olmayan hakkında uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanmasına engel değildir.
Yargıtay’ın bir kararının konusunu oluşturan olayda, haksız eylemi işleyen davalı küçüğün her ne kadar ceza ehliyeti yoksa da, işlemiş olduğu eylemin suç teşkil etmesi nedeniyle hakkında daha uzun olan ceza zamanaşımının uygulanması gerekeceği, hakkında B.K. 54. maddesi hükmü gözetilerek karar verileceği sonucuna varılmıştır.[18]
Bir başka Yargıtay kararında açıklandığı üzere “Orman yangınına sebebiyet vermek suçundan haklarında kamu davası açılan küçüklerin ayırtım gücü bulunmadığı anlaşılarak ceza uygulanamayacağı kararı verilmiş olmakla birlikte, haklarında TCK. m.54/1. uyarınca aynı yasanın 53. maddesi uygulanacağı sonucuna varılmış; daha sonra hukuk mahkemesinde açılan tazminat davasında, davalıların yangının çıkması ile ilgileri bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddedilmesi üzerine, karar şu gerekçelerle bozulmuştur:Sanıklar ayırtım gücünden yoksun olsalar bile, suç işlediklerine ilişkin yeterli kanıt varsa kamu davası açılması zorunludur.Kamu davasına bakan ceza hakimi, toplayacağı delillere göre, sanıkların kendilerine yüklenen eylemi işledikleri sonucuna varmış, ancak ayırtım gücünden yoksun olduklarını gözetip TCK. nun 54. maddesi 1. fıkrası uyarınca ceza uygulamasına gerek bulunmadığına karar vermiştir. O halde davalıların üzerlerine atılı eylemi işlediklerine ilişkin kesinleşmiş mahkeme kararı vardır. Bu karar Borçlar Kanununun 53. maddesi hükmüne göre hukuk hakimini de bağlar.[19]

7- Mirasçılara karşı açılan davada da uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır.
Eylemi işleyen hakkında kamu davasının açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli olmadığı gibi, sanığın mahkumiyet kararından sonra ölmüş olması durumu da ceza davası zamanaşımının uygulanmasına engel değildir. Çünkü mirasçılar ölenin külli halefidirler.
“Borçlar Yasasının m. 60/2. hükmü, tazminat davasının ceza kanunları gereğince süresi daha uzun zamanaşımına tabi cezayı gerektiren bir eylemden doğmuş olması halinde o zamanaşımının mutlak surette uygulanmasını öngörmektedir. Davaya konu olan olayda zararı doğuran eylem cezayı gerektirmekte ise uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanacaktır. Ancak, haksız eylemi işleyenin ölmüş bulunması karşısında üzerinde durulacak yön, daha uzun olan ceza zamanaşımının onun mirasçıları hakkında uygulanıp uygulanmayacağıdır. Yargıtay’ın çok sayıda, yerleşik kararlarında belirtildiği üzere, ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için haksız eylemin sadece suç niteliğinde bulunması yeterlidir. Eylemi işleyen hakkında kamu davasının açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli olmadığı gibi, sanığın mahkumiyet kararından sonra ölmüş olması hali de buna engel değildir. Çünkü mirasçılar ölenin külli halefidirler. Medeni Hukuk bakımından miras bırakandan daha iyi bir hukuki duruma malik değildirler.[20]
Haksız eylemi işleyenin daha başlangıçta ölmüş olması ve C. Savcılığınca “ölüm nedeniyle takipsizlik kararı” verilmesi ya da kovuşturma yapılıp dava açıldıktan sonra, ölüm nedeniyle kamu davasının düşmesi durumlarında da, hukuk mahkemesinde mirasçılara karşı açılan tazminat davasında, suç niteliğindeki haksız eylemden zarar görenler uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanabileceklerdir.

8- Kamu davasından vazgeçmenin hukuk mahkemesine etkisi :
Suçtan zarar gören “ kişisel haklarını saklı tutarak” ceza davasından vazgeçmiş ve bu yüzden kamu davası düşmüş ise, bu durum hukuk mahkemesinde açacağı tazminat davasını etkilemez ve uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanmayı engellemez. Bu konuyu yukarda şikayete bağlı suçlar yönünden inceledik. Burada kamu davası yönünden daha geniş biçimde ele almak istiyoruz. Yargıtay’ın çok sayıda kararlarından seçtiğimiz birkaç örnek aşağıda özetlenmiştir.Bu kararlara göre
“Davacının ceza dosyasındaki vazgeçmesi sadece sanığın cezalandırılmasını önlemeye yönelik olup, vazgeçme ile ceza davası düşmüş olsa dahi TCK. 111.maddesinin amacı itibariyle bu vazgeçme, tazminat istemi yönünden hukuki sonuç doğurmaz. Bir başka anlatışla, davacının isteyebileceği tazminat bakımından davalıyı ibra ettiği sonucuna varılamaz. Bu sebeple davanın esasına girilip hasıl olacak sonucuna göre bir karar vermek gerekir.” (Y.11.HD.20.12.1993 gün 2305-8526 sayılı kararı)
“Türk Ceza Kanununun 111. maddesine göre, kamu davasının düşmesi, cürümden zarar gören şahsın davadan vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada davacı “kişisel hakkını ayrıca saklı tutmamış ise” artık hukuk mahkemesinde dahi dava açamaz. Görülüyor ki, zarar görenin hukuk davası dışında vazgeçmesinin hukuki sonuç doğurabilmesi için hem “vazgeçme kamu davası açıldıktan sonra hakim önünde gerçekleşmeli” ve hem bu vazgeçmeyle kamu davası düşmelidir.” (HGK. 7.12.1988 gün ve E. 4/78, K. 992 sayılı kararı)
“Öte yandan, ceza davasındaki vazgeçmenin hukuk mahkemesinde açılan tazminat davalarına etkisi, 2918 sayılı KTK.nun 111. maddesi nedeniyle azaltılmıştır. Anılan maddeye göre “Karayolları Trafik Yasasından kaynaklanan hukuki sorumlulukları ortadan kaldıran ya da daraltan anlaşmalar geçersizdir.” Buna göre “ibraname başlıklı belge ve ceza davasında şikayetten vazgeçilmiş olması davacının tazminat istemini ortadan kaldırmaz.” 2918 sayılı KTK.nun 111. maddesinin yanı sıra”, TCK. 111. maddesine göre de ceza mahkemesindeki vazgeçmenin hukuk mahkemesindeki tazminat davasını etkilemesi, ancak iki şartın birlikte gerçekleşmesi ile mümkündür. Bunlardan ilki vazgeçme nedeniyle ceza davasının düşmüş olması, ikincisi de kişisel hakların saklı tutulması ya da tutulmamasıdır. Dava konusu somut olayda ceza davası vazgeçme ile düşer nitelikte bulunmadığına göre, ikinci şartın gerçekleşmesini (kişisel hakların saklı tutulup tutulmadığını ) aramaya gerek kalmamıştır.” (4.HD. 26.04.1999 gün 1970-3687 sayılı kararı)[21]
“Özellikle davacının ceza kovuşturması sırasında davalı hakkındaki şikayetinden vazgeçmesi kişisel hakkından feragat niteliğinde bulunmadığından davalının temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.” (19.HD. 13.4.1993 gün E. 92/18731, K. 93/2776 sayılı kararı)
“TCK. m.111 hükmüne göre kamu davasının düşmesi suçtan zarar gören kişinin davadan vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada davacı “kişisel haklarını” ayrıca saklı tutmamış ise, artık hukuk mahkemesinde dava açamaz.” (4.HD.20.6.1988 gün 4627-5626 sayılı kararı)
Buna karşılık , kişisel haklar saklı tutularak vazgeçilmişse, bu yüzden kamu davasının düşmesi, hukuk mahkemesinde açılacak tazminat davasında uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanmayı engellemeyecektir.[22]

9- Cezaların ertelenmesi veya özel af, uzamış (ceza) zamanaşımını etkilemez.
Genel af yasaları dışında, en son yürürlüğe giren 21 Aralık 2000 gün ve 4616 sayılı yasanın uygulanmasında olduğu gibi cezaların ertelenmesi veya özel af, hukuk mahkemesinde açılan maddi ve manevi tazminat davalarında uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanmasına engel değildir.

10- Ceza davasının sona ermesi, ceza zamanaşımının uygulanmasına engel değildir.
Çoğu kez, ceza zamanaşımından yararlanma ile ceza zamanaşımını “kesme” amacıyla kamu davasına katılıp “kişisel hak istenmesi” karıştırılmaktadır. Oysa yukardan beri gördük ki, zarar görenin hukuk mahkemesinde açacağı tazminat davasında uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanabilmesi için tek koşul “haksız eylemin suç niteliğini taşıması” olup, haksız eylemi işleyen hakkında hiç ceza kovuşturması yapılmamış, kamu davası açılmamış ve mahkumiyet kararı verilmemiş olması uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanmasına engel değildir.
Şu halde, ceza davasının sona ermiş bulunması da uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanmayı engellemeyecektir.
Yargıtay 4. HD. 11.3.1985 gün 1153-2000 sayılı kararında belirtildiği gibi: “Eylem suç niteliğinde olup davalı tedbirsizlik ve dikkatsizlikle yangına sebebiyetten ceza mahkemesinde hüküm giymiştir. Bu durumda, Borçlar Kanunu’nun 60/2. ve TCK. 102/4 maddeleri uyarınca olayda uygulanması gereken zamanaşımı beş yıllık ceza zamanaşımıdır. Bir yıllık sürenin geçtiğinden söz edilerek davanın reddedilmiş olmasında isabet bulunmamaktadır.”[23]
Borçlar Yasası 60/2. maddesi kesin bir kural içermektedir. Suç sayılan haksız eylem hakkında hiçbir işlem yapılmaması, herhangi bir nedenle C. Savcılığınca takipsizlik kararı verilmesi, kamu davası açılmaması, açılan davanın gene herhangi bir nedenle sonuçlandırılmaması, mahkumiyet kararı verilmemesi, bütün bunlar uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanmayı engellemediğine göre, kamu davasının karara bağlanması da ceza davasına katılmamış ve kişisel hak istememiş olan zarar göreni etkilemez. Yeter ki TCK. 102. maddesindeki ceza davası zamanaşımı süreleri geçirilmemiş olsun.

11- Af yasalarının ceza zamanaşımına etkisi :
Af yasalarını incelerken ikili bir ayrım yapmak gerekir: Genel Af, haksız eylemin cezalandırılabilme (suç olma) özelliğini kaybettirir; artık daha uzun ceza zamanaşımının uygulanması olanağı ortadan kalkar, hukuk zamanaşımının uygulanması gerekir.[24] Buna karşılık özel bir af ile sadece cezada bir indirime gidilmesi halinde, daha uzun ceza zamanaşımı uygulanmaya devam eder, zira bu halde fiil cezalandırılabilme (suç olma) özelliğini yitirmemektedir. Hukuk zamanaşımının uygulanmasının gerekli olduğu hallerde, ceza davası açılmış ve devam etmekte ise, af nedeniyle ceza davasının düşme kararının kesinleştiği günden başlayarak, henüz ceza davası açılmamış ise, af yasasının yürürlüğe girdiği tarihten başlayarak hukuk zamanaşımı süresi işlemeye başlar. [25]
Bu konuda Yargıtay HGK.18.11.1981 gün 1979/4-231 E. 1981/744 K. sayılı kararında şöyle bir ayrım yapılmıştır:
Af yasası kamu davası açılmadan önce çıkmış ise, BK. m.60/1’deki bir yıllık hukuk zamanaşımı süresi, Af Yasasının yürürlüğe girdiği tarihten itibaren;
Eğer Af Yasası kamu davasının açılmasından sonra çıkmış ise, bu takdirde de af nedeniyle ceza davasının düşmesine ilişkin kararın kesinleşmesi gününden itibaren işlemeye başlayacaktır.
Burada, suçtan zarar görenin kamu davasına katılmış olup olmadığının bir etkisi yoktur. Her iki halde de bir yıllık hukuk zamanaşımının uygulanması gerekir.[26]
Yineleyelim ki, eğer genel af değil de, özel af sözkonusu ise (TCK.98) ceza tümüyle kaldırılmış olsa bile, hukuk zamanaşımının değil uzamış zamanaşımının uygulanması gerekir.[27]

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
CEZA MAHKEMESİ KARARLARININ
HUKUK MAHKEMESİNE ETKİSİ

I- GENEL OLARAK :
Haksız eylemler çoğu kez ceza yasaları yönünden de bir “suç” oluşturur. Aynı eylem hakkında hem ceza davası ve hem hukuk davası açılmışsa, ayrı ayrı verilen kararlar birbirlerini ne ölçüde etkileyecektir.
Bilindiği gibi, Ceza hukuku suç oluşturan eylemin cezalandırılmasında kamu yararı arar. Özel hukuk ise haksız eylemin kişilere verdiği maddi ve manevi zararlarla uğraşır. Ceza hukukunda eylemin “kast” ve “taksir” öğeleri araştırılır. Tazminat davalarında ise “kusur” ve “sorumluluk” aranır. Bu nedenlerle, her iki hukuk düzeni birbirlerinden farklı hükümler içerirler ve farklı amaçlar güderler. Bununla birlikte çoğu yerde kesişirler ve birbirlerini etkilerler.[28]
Ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesine etkisi, B.K. m.53’te düzenlenmiş olup, bu maddede ceza-hukuk ilişkisinin tümü değil, yalnızca haksız eylemden doğan tazminat davaları yer almış bulunmaktadır.
Aşağıda, ceza mahkemesinin hukuk davalarına etkileri şu yönlerden incelenecektir :
1. Kesin hüküm yönünden,
2. Kesin kanıt olma yönünden,
3. Zamanaşımı yönünden,
4. Bekletici sorun olup olmayacağı yönünden,
5. Ceza mahkemesindeki bilirkişi raporunun hukuk davasına etkisi yönünden.

II- KESİN HÜKÜM YÖNÜNDEN :
Hukuk ve ceza davalarının konuları, tarafları ve amaçları farklı olduğundan, ceza mahkemesi kararları, hukuk davaları için (kural olarak) kesin hüküm oluşturmaz. Ancak (uygulamada pek başvurulmayan) bazı durumlarda, ceza mahkemesi kararı, hukuk mahkemesinde açılan davada “kesin hüküm” olabilir. Şöyle ki:
1- Ceza mahkemesinde tazminat istenmişse :
a) Ceza mahkemesi, zarar görenin tazminat istemini hüküm altına almışsa, hukuk mahkemesinde aynı konuda yeniden dava açılamayacağından, ceza mahkemesi kararı kesin hüküm niteliği kazanır.
b) Eğer, ceza mahkemesinde yalnızca manevi tazminat istenmişse, verilecek karar yalnızca bu yönden kesin hüküm olur; hukuk mahkemesinde ayrıca maddi tazminat davası açılabilir.
c) Suçtan zarar gören, ceza mahkemesinde tazminat isterken fazlaya ilişkin hakkını saklı tutmuşsa, saklı tuttuğu bölüm için hukuk mahkemesinde dava açılabilir.
d) Ancak manevi tazminat bölünemeyeceğinden, ceza mahkemesinde bir miktar manevi tazminata hükmedilmişse bu kesin hüküm halini alır; artık hukuk mahkemesinde ayrıca manevi tazminat istenemez.
e) Ceza mahkemesi tazminat istemini reddederse, bu ret kararı, aynı tazminat için aynı taraflar arasında açılan hukuk davasında kesin hüküm olarak ileri sürülebilir. (HMUK. m. 237)
f) Ceza mahkemesi, tazminat hakkında bir karar vermeyerek bu konuda hukuk mahkemesine başvurulabileceğine karar verirse (CMUK.m. 358/II), suçtan zarar gören hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilecektir.
g) Ceza mahkemesi, tazminat istemi hakkında olumlu veya olumsuz hiç bir karar vermemişse, bu durumda kesin hükümden söz edilemez ve suçtan zarar gören hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilir.
2- Sahtecilik davası hakkındaki ceza mahkemesi kararının kesin hüküm oluşturması durumu:
Ceza mahkemesi bir senedin sahte olduğunu saptayarak, suç işleyenler hakkında mahkumiyet kararı verirse, bu karar hukuk mahkemesinde kesin hüküm oluşturur. Buna karşılık, sahtecilik davası aklama ile sonuçlanırsa, bu karar hukuk mahkemesinde kesin hüküm olmaz; senet borçlusu hukuk mahkemesinde sahtecilik davası açabilir.
3- Yaş düzeltme hakkındaki ceza mahkemesi kararı (CMUK.m.255/IV), hukuk mahkemesinde kesin hüküm oluşturur ve hukuk mahkemesinde aynı kişinin yaşının düzeltilmesi için yeni bir dava açılamaz. Çünkü yaş düzeltme davaları ancak bir kez açılabilir. (Nüfus K.m. 46/3) [29]

III- KESİN KANIT OLMA YÖNÜNDEN :
B.K. 53. maddesine göre hukuk hakimi, ceza mahkemesinin kusura ve zarar tutarına ilişkin kararlarıyla bağlı değil ise de, yukarda sınırlı olarak sayılan kesin hüküm durumlarına uymak ve ceza davasının bazı kararlarını ”kesin kanıt” olarak dikkate almak zorundadır. Ayrıca, ceza davasında toplanan kanıtlar, özellikle eylemin hukuka aykırılığını ve nedensellik bağını saptayan maddi olgular hukuk hakimini bağlayacaktır.
Ceza hakimi, CMUK. hükümlerinden aldığı yetkilerle kanıtları özgürce toplama ve doğrudan araştırma olanağından yararlanır. Oysa hukuk hakimi, tarafların istem ve savunmalarının dışına kolay kolay

çıkamaz; istenmeyen ve ileri sürülmeyen bir hususu asla kendiliğinden dikkate alamaz ve onun araştırmasına girişemez. (HMUK. m.74 ve 75)
Hukuk hakiminin bu hareket kısıtlılığına karşılık, ceza hakiminin kanıt toplamadaki geniş olanakları, tazminat davalarında kusur ve sorumluluk derecelerinin doğru saptanmasına, kuşkusuz, katkı sağlayacaktır.
Ceza mahkemesi kararlarının Hukuk mahkemesinde “kesin kanıt” olacağı durumlar şunlardır :
1. Kesin mahkumiyet kararları,
2. Suçun sanık tarafından işlenmediğine ilişkin kesin aklama kararları,
3. Eylemin hukuka aykırılığını ve nedensellik bağını saptayan maddi olgular.
Bunlar aşağıda “Hukuk hakiminin ceza mahkemesi karşısında durumu” ve “Hukuk hakimini bağlayan kararlar” bölümünde inceleneceğinden burada belirtmekle yetiniyoruz.

IV- ZAMANAŞIMI YÖNÜNDEN:
Yukarda, tazminat davalarında uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanma koşullarını sıralarken, eylemi işleyen hakkında ceza kovuşturması yapılmış ve mahkumiyet kararı verilmiş olmasının gerekmediğini; yalnızca cezalandırılabilir bir suç işlenmiş olmasının, başka bir deyişle, haksız eylemin aynı zamanda suç niteliği taşımasının yeterli olacağını açıklamıştık.
Eğer eylem hakkında ceza kovuşturması yapılmış, ceza davası açılmış ve bir karar verilmişse, ceza mahkemesinin kararı, hukuk mahkemesinde açılan tazminat davasını ne ölçüde etkileyecektir. Hukuk hakimi bu karara uyacak mıdır.
Genel bir anlatımla şunları söyleyebiliriz :
Eğer ceza mahkemesince, suçun işlendiği veya işlenmediği kesinlikle saptanmış ve buna göre mahkumiyet veya aklama kararı verilmişse, hukuk hakimi buna uyacaktır.
Buna karşılık kanıt yetersizliği nedeniyle aklama kararı verilmişse ya da çeşitli nedenlerle kamu davası düşürülmüşse, hukuk hakimi, ceza mahkemesinin bu kararları ile bağlı kalmayacak, sorumluluğu gerektiren eylemin işlenip işlenmediğini, suç niteliği taşıyıp taşımadığını özgürce araştıracaktır. Hukuk hakiminin bu yetkisi Borçlar Yasası m.53 hükmünden güç almakta olup, aşağıda incelenecektir.
Tazminat davalarına uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanma koşullarını incelerken, ceza mahkemesi kararlarının etkilerini en sona bırakmıştık. Bu bölümde hangi kararların ceza zamanaşımından yararlanmayı olanaklı kılacağını, hangi kararların bu hakkı ortadan kaldıracağını gözden geçireceğiz.
Ceza mahkemesinin yargılama sonucu vereceği kararlar :
a) Mahkumiyet kararı,
b) Beraat (aklama),
c) Başka kararlar (ölüm, ehliyetsizlik, af, erteleme, vazgeçme v.b. nedenleriyle kamu davasının düşmesi gibi kararlar) olmak üzere üç bölüme ayrılabilir.
Ceza mahkemesi kararlarının tazminat davalarına ve dolayısıyla uzamış (ceza) zamanaşımına etkileri yönünden de şöyle bir ayrım yapabiliriz:
1- Uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanmasını gerektiren kararlar :
a) Kesin mahkumiyet kararları ,
b) Kanıt yetersizliği nedeniyle ceza mahkemesince aklama kararı verilmiş olup da, hukuk mahkemesinde suç niteliğinin saptanması durumu,
c) Suç kastı bulunmadığı gerekçesiyle verilen aklama kararı,
d) Ölüm nedeniyle kamu davasının düşmesi .(Bu durumda uzamış ceza zamanaşımı mirasçılara uygulanacaktır.)
e) Ceza erteleme kararları ve özel af uygulaması.(Bu durumda eylemin suç niteliği ortadan kalkmamaktadır.)
f) Kişisel hak saklı tutularak kamu davasından vazgeçilmesi;
g) Ehliyetsizlik nedeniyle kamu davasının düşmesi.
Bu durumlarda tazminat davalarına uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanacaktır.
2- Uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanma hakkını ortadan kaldıran kararlar :
a) Ceza mahkemesinin, suçun işlenmediğini kesin saptayan ve maddi olgulara dayanan aklama (beraat) kararı.
b) Afla ceza davasının düşmesi. (Bu durumda hukuk zamanaşımının nasıl işleyeceği yukarda “Af Yasalarının ceza zamanaşımına etkisi” bölümünde ayrıntılı olarak incelenmiştir.)
Bu iki durumda da uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanılamayacaktır.

V. BEKLETİCİ SORUN YÖNÜNDEN :
Haksız eylem nedeniyle açılan tazminat davalarında, ceza davasının sonucunun beklenip beklenmeyeceği tartışmalıdır.
Kimi görüşler, hukuk mahkemesinin, ceza davasının sonuçlanmasını “bekletici sorun” yapmak zorunda olmadığı yönündedir. Mademki iki mahkemenin konuları ve amaçları farklıdır, o halde beklemek gereksizdir, denilmektedir. Kimine göre de, hukuk mahkemesindeki yargılama (ceza davasına oranla) daha

ileri bir aşamada ise, hukuk mahkemesi, ceza davasının sonucunu beklemeden davayı sürdürmelidir. Örneğin, hukuk mahkemesi senetle ilgili sahtelik davasında bilirkişi incelemesi yaptırmış ise, ceza davasının sonuçlanmasını beklememelidir.
Ancak çoğunluk görüşleri ceza davasının sonuçlanmasının beklenmesi gerektiği yönündedir. Bu görüştekiler şu iki ana nedeni ileri sürmektedirler :
Birincisi, B.K. m.53 gereğince hukuk hakimi, ceza mahkemesinin mahkumiyet kararıyla veya suçun işlenmediğine ilişkin kesin aklama kararıyla bağlıdır. Öte yandan, gene B.K. m.53’e göre, olayın ne yolda meydana geldiğine ilişkin ceza hakiminin saptamaları da hukuk hakimini bağlar. Tüm bu nedenlerle ceza davasının sonucu beklenmeli ve çıkacak sonuca göre karar verilmelidir.
İkincisi, ceza ve hukuk mahkemelerinin verecekleri kararlar arasında, aynı olay için, ayrı ayrı sonuçlar doğmasını önlemek, sonuç ve görüş birliğini sağlamak için “bekletici sorun”un kabulünde zorunluk vardır.[30]
Bu iki ana nedene şunu da ekleyebiliriz : Hukuk mahkemesi, ceza davasının sonuçlanmasını “bekletici sorun” yapmayıp, bir karar verir ve bu karar kesinleşirse, daha sonra verilen ceza mahkemesi kararının farklı olması durumunda, taraflardan biri, Usulün 445/1. maddesi hükmüne dayanarak hukuk mahkemesinde yargılamanın iadesi yoluna başvurabilir.[31]
Tüm bu görüşlere karşı, B.K. 53. maddesinin anlam ve amacına uygun olacağına inandığımız ortalama bir yol öneriyoruz. Şöyle ki :
1) Hukuk hakimi, ceza mahkemesinin mahkumiyet kararıyla ve eylemin hukuka aykırılığı ile nedensellik bağını saptayan maddi olgularla bağlı olduğuna göre, ceza davasındaki sorgulamaların tamamlanması, kanıtların toplanması ve bilirkişi raporlarının verilmesi aşamasına kadar beklenmeli; bu aşamada durum aydınlığa kavuşmuş olacağından, artık ceza davasının sonuçlanması ve hükmün kesinleşmesi beklenmemelidir.
2) Öte yandan, hukuk mahkemesinde tazminat davası açılmış ve ileri bir aşamaya gelinmiş olup da, ceza kovuşturması uzamış ve henüz ceza davası açılmamışsa veya türlü nedenlerle açılması gecikecek ise, artık beklemek söz konusu olmamak gerekir. Çünkü, yukardaki bölümlerde ceza zamanaşımının uygulanma koşullarını incelerken, Yargıtay kararlarından verdiğimiz örneklerle, haksız eylemin aynı zamanda cezalandırılabilir bir suç niteliğinde sayılması için ceza davası açılmış olmasının ve mahkumiyet kararı verilmiş bulunmasının şart olmadığını açıklamıştık. Ayrıca, aşağıda hukuk hakiminin “eylemin suç niteliğini doğrudan araştırma işlevi” ayrı bir bölümde incelenecek ve değerlendirilecektir.

VI- CEZA MAHKEMESİNDEKİ BİLİRKİŞİ RAPORUNUN HUKUK DAVASINA ETKİSİ YÖNÜNDEN :
Taraflar, ceza dosyası içerisindeki bilirkişi raporuna karşı herhangi bir itirazda bulunmayarak o raporun içeriğini aynen kabul ederlerse, o zaman hukuk hakimi, HMUK. 74 ve 75. maddeleri hükümleri çerçevesinde, tarafların talep etmediği bir hususu, kendi kendine yeniden inceleme konusu yapamaz.
Buna karşılık taraflar ceza mahkemesinde alınan kusur raporuna itiraz etmişlerse, hukuk hakimi, yeniden bilirkişi incelemesi istemlerini reddederek, ceza dosyasındaki bilirkişi raporunu “kesin delil” kabul edemez. Çünkü bu kabul şekli, hem B.K. 53. maddesine ve hem de HMUK. 283,284 ve 286. maddelerinde yer alan ilkelere aykırı bir uygulama şeklidir. Yargıtay HGK. 10.1.1975 gün E. 1971/T-406, K.1975/1 sayılı kararında açıkça belirtildiği üzere, ceza mahkemesinde alınan bilirkişi raporu hukuk hakimini bağlamayacağı gibi (B.K. m.53), böyle bir rapora taraflardan birinin itirazı üzerine de, hukuk hakimi, yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırmak zorundadır. Çünkü, ceza davasında yaptırılan bilirkişi incelemesi ile hukuk hakiminin yaptıracağı bilirkişi incelemesi, her iki dava türünün amaç ve ilkeleri bakımından birbirlerinden çok farklı bulunmaktadır.
Hukuk hakimini, kendisinin yaptırmadığı ve fakat başka bir amaçla ve başka bir görüş açısından yaptırılan inceleme sonunda elde edilen “kusur” ve derecesiyle bağlı saymak, hem yukarda değinilen yasa hükümlerine aykırı ve hem de tarafların haklarını ihlal edici bir görüşün ifadesidir. Aksi halde HMUK. 240. maddesinde yer alan (…hakim delilleri serbestçe takdir eder) hükmü ve bilirkişi incelemesi ile aynı kanunun 283. maddesinde yer alan (Hakim raporda eksik ve anlaşılmaz gördüğü yönleri tamamlatmak ve açıklatmak için bilirkişiye yeni sorular yöneltebilir. İki taraf dahi eksik ve anlaşılmaz yönler hakkında bilirkişiden açıklama alınmasını raporun kendilerine tebliği tarihinden başlayarak bir hafta içinde yargıçtan yazılı olarak isteyebilirler) ve onu izleyen 284. maddede yer alan (Gerçeğin ortaya çıkması için gerek görürse hakim önceki ve yeniden seçeceği bilirkişiler aracılığıyla yeniden inceleme yaptırabilir.) biçimindeki hükümlerine taban tabana zıt bir uygulama ortaya çıkmış olur. [32]
Bu nedenlerle, ceza mahkemesindeki bilirkişi raporuyla bağlı kalmaksızın, hukuk hakimi, tarafların istemlerini ve varsa yeni kanıtları da dikkate alarak (kesin bir sonuç alınıncaya kadar) bir veya birkaç kez bilirkişi incelemesi yaptıracaktır.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
HUKUK HAKİMİNİN CEZA MAHKEMESİ
KARŞISINDA DURUMU
I- GENEL OLARAK:
Borçlar Yasasının 53. maddesi, hukuk hakimine, ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin kuralları ya da ceza mahkemesinin mahkumiyet veya beraat kararları karşısında geniş bir bağımsızlık tanımıştır. Madde metni şöyledir :
“Hakim, kusur bulunup bulunmadığına veya haksız eylemi işleyenin ayırtım gücüne sahip olup olmadığına karar vermek için, ceza hukukunun sorumluluk kurallarıyla bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesince verilen aklama (beraat) kararıyla da bağlı değildir. Bundan başka, ceza mahkemesinin kararı, kusurun değerlendirilmesi ve zarar tutarının saptanması konularında da hukuk hakimini bağlamaz.”
Yasanın bu hükmüne göre , hukuk hakimi:
a) Ceza mahkemesinin sorumluluk kurallarıyla bağlı değildir. Bu nedenle:
aa) Kusuru ve derecesini (gerekli buluyorsa) ceza mahkemesinden ayrı ve bağımsız olarak yeniden değerlendirebilecektir.
bb) Haksız eylemi işleyenin ayırtım gücüne sahip olup olmadığını, ceza davasından ayrı ve Medeni Yasa hükümlerine göre yeniden araştıracak ve değerlendirecektir.
b) Eylemin hukuka aykırı olup olmadığını, ceza mahkemesince verilen aklama (beraat) kararı ile bağlı olmaksızın yeniden araştırıp saptayacaktır.
c) Eylem ile zarar arasındaki nedensellik bağını, ceza hukuku kuralları dışında, özel hukuk ilkelerine göre yeniden belirleyecektir.
d) Davalının, haksız eylemi işleyen kişi olup olmadığı ve eylemin suç niteliği taşımadığı (ceza mahkemesince kesinlikle saptanmamışsa) hukuk hakimi yeni topladığı kanıtlarla birlikte değerlendirecek ve suç niteliği varsa bunu ortaya çıkaracaktır.
e) Ve nihayet zararı ve tutarını doğrudan belirleyecektir.
Ancak, hukuk hakimine B.K. 53. maddesi ile tanınan bu yetkiler sınırsız değildir. Bu nedenle, ceza mahkemesi kararları :
1.Hukuk Hakimini bağlayan kararlar,
2.Hukuk Hakimini bağlamayan kararlar olarak ikiye ayrılmaktadır.
Aşağıda bu ayrıma göre açıklamalar yapılacak ve Yargıtay kararlarından örnekler verilecektir.

II- HUKUK HAKİMİNİ BAĞLAYAN KARARLAR :
Her ne kadar, Borçlar Yasasının 53. maddesi metninde, ceza mahkemesince verilen kararların hukuk hakimini bağlayacağına ilişkin açık bir hüküm yoksa da, bu maddenin genel yorumundan ve özellikle son cümlesinin karşı anlamından, ceza mahkemesince verilen mahkumiyet kararındaki, eylemin hukuka aykırılığını ve nedensellik bağını saptayan maddi olay konusundaki kabulünün hukuk hakimini de bağlayacağı hem bilimsel, hem de kökleşmiş içtihatlarla benimsenmiş bulunmaktadır. Esasen HMUK. nun kesin kanıta ilişkin 295. maddesinin 1.fıkrasının hükmü de Borçlar Yasasının 53. maddesi hükmünün bu biçimde yorumlanmasını gerektirmektedir.[33]
Ceza mahkemesinin, uyuşmazlık konusu bir olayın tespitine, başka bir deyişle, olayın varlığı ve bu olayın sanık tarafından işlendiğine ilişkin maddi nedensellik ilgisini tespit eden kesinleşmiş hükmü, hukuk mahkemesi yönünden de kesin hüküm demektir. Bunun nedeni, ceza yargılamasında ispat araçları bakımından, ceza hakiminin hukuktakinden çok daha elverişli bir durumda oluşudur. Bu nedenle, ceza mahkemesinin maddi nedensellik ilgisini tespit eden kesinleşmiş hükmünün, hukuk hakimini bağlamasına, B.K. 53. maddesi de engel değildir.[34]
Ceza mahkemesinde, haksız eylemin öğelerinden eylem, nedensellik bağı ve hukuka aykırılık yönleri saptanmış ve bunlar kesinleşmişse, bu üç öğe bakımından ceza mahkemesinin mahkumiyet ya da beraat kararı hukuk hakimini bağlayacaktır.[35]
Sonuç olarak ceza hakimi, suçun işlendiğini veya işlenmediğini kesinlikle saptamışsa, bu hukuk hakimini bağlayacaktır.[36]
Şunu da ekleyelim ki, ceza mahkemesinde saptanan maddi olgularla ve buna bağlı kesin mahkumiyet kararı ile bağlı olan hukuk hakimi, B.K. nun 53. maddesi hükmünce kusurun derecesini belirleme yönünden Ceza Hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleri ile bağlı değildir. Çünkü hukuka aykırılık haksız eylemin objektif, kusur ise sübjektif unsurunu oluşturur. Bu nedenle, hukuk hakimi ceza mahkemesinde belirlenen kusur oranı ile bağlı olmaksızın, gerekli görüyorsa yeniden kusur incelemesi yaptırır. Şu kadar ki, ceza mahkemesinin mahkumiyet kararına rağmen davalının kusursuz olduğu sonucuna varamaz.
Bunun gibi, ceza mahkemesinde suç sabit görülmüşse ya da bunun tersi hukuka aykırılık bulunmadığı saptanarak aklama kararı verilmişse, hukuk hakimi bu kararları yok sayarak davanın kabulüne veya reddine karar veremez. Bunu, Yargıtay kararlarından birbirinin tersi iki örnekle açıklayalım:
Birinci örnek : Davalının, ceza mahkemesinde, davacının kişilik haklarına saldırıda bulunduğu saptanarak hükümlülüğüne karar verilmiş olması durumunda, hukuk davası yönünden de, davacının kişilik değerlerine saldırıda bulunulduğu kabul edilmeli ve uygun miktarda manevi tazminata hükmedilmelidir.[37]
İlkinin tersi ikinci örnek : Ceza Mahkemesinin hukuka aykırılık bulunmadığı hususundaki kararı hukuk hakimini de bağlayıcı bir güç ve nitelik taşır. Ceza hakiminin, olayda TCK. nun 486.maddesindeki savunma hakkının aşılmadığı yolundaki kararı kesinleştikten sonra, hukuk hakiminin aynı olayı BK.49. maddesinin uygulanmasına olanak veren ağır kusurlu bir hareket olarak kabul etmesi doğru değildir.[38]
Ceza mahkemesinin hukuk hakimini bağlayan kararları, aşağıda birkaç bölümde ve Yargıtay kararlarından seçtiğimiz örneklerle daha bir açıklığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.

1-Mahkumiyet kararları ile bağlılık :
Ceza mahkemesinin mahkumiyet kararı ve o kararın dayanağı maddi vakıalar hukuk hakimini bağlar. Davalının ceza mahkemesinin kararıyla kesinleşen eylemlerinin vaki olmadığı, hukuk mahkemesinde tartışma konusu yapılamaz. Sadece bu eylemlerin ne oranda kusuru gerektirdiği incelenebilir. (10.HD.1.12.1981,5692/6273, Yasa HD. 1982/2-267,no:74)
Hukuk hakimi, ceza hakimini mahkumiyet kararına götüren olaylarla bağlıdır. O halde hukuk hakimi, artık olayların başka şekilde gerçekleştiğini benimseyemez ve zararın var olmadığını kabul edemez. (4. HD. 5.10.1987, 4123-7124, YKD.1987/12-1770)
B.K. nun 53. maddesi uyarınca ceza mahkemesinin sabit saydığı olaylar üzerine verdiği ve kesinleşen mahkumiyet kararı hukuk hakimini bağlar. (4. HD.4.2.1992, 90/12957-92/959, YKD.1992/5-693)
Davalının eylemi suç niteliğinde olup, ceza mahkemesinde görevi kötüye kullanma suçu nedeniyle hüküm giymiştir. Bu durumda Borçlar Kanununun 60/2 ve Türk Ceza Kanununun 102/4. maddeleri uyarınca olayda uygulanması gereken zamanaşımı beş yıllık zamanaşımıdır. (4.HD.04.04.1996, 2547-2787, Yasa H.D. 1996/10-1685, no:630)
Kamu davasında mahkum olan davalının davacının kişilik haklarına saldırdığı ortadaki bilgi ve belgelerden anlaşıldığına göre sorumluluğu yönünde hüküm kurulmalıdır. (HGK.29.11.2000, E. 4-1732, K. 1741, Yasa H.D. 2001/11-1387, no: 639)
Hukuk hakimi, ceza mahkemesinin belli bir olguyu saptayan mahkumiyet kararı ile bağlıdır. Bu nedenle, trafik kazasından kaynaklanan bir tazminat davasında, hukuk hakimi her ne kadar ceza dosyasındaki kusur oranı ile bağlı değil ise de, kesinleşen mahkumiyet kararı karşısında, davalının kusursuz olduğu kabul edilemez. (4.HD.5.2.2001, 2000/12024-2001/1003, YKD.2001/8-1334)
Ceza mahkemesince verilen hükümlülük kararındaki fiilin hukuka aykırılığı ve illiyet bağını belirleyen maddi olaylar konusundaki kabulü hukuk hakimini de bağlar. (4.HD. 19.3.2001, 2000/12073-2001/2587, YKD.2001/10-1509)
Yargılama sırasında sarfedilen sözlerin hakaret olduğu savıyla açılan ceza davası sonuçlanıp sanık mahkum olduktan sonra açılan manevi tazminat davasının, sözlerin savunma sınırında kaldığı gerekçesiyle reddi usule ve yasaya aykırıdır. (4. HD. 6.12.1988, 7505-10477, Yasa HD. 1989/2-263, no:137)
Bir ceza mahkemesinin, uyuşmazlık konusu bir olayın varlığı ve bu eylemin sanık tarafından işlendiğine ilişkin maddi sebebiyet ilgisini tespit eden kesinleşmiş hükmü, hukuk hakimini bağlar. (HGK. 16.9.1981, E. 1979/1-131, K. 1981/587, YKD. 1982/1-13) [39]

2- Suçun işlenmediğine ilişkin kesin aklama (beraat) kararı ile bağlılık :
Sanığın eylemi işlemediğinin anlaşıldığını belirleyen veya bir takım olayların belli bir biçimde gerçekleştiğini tespit eden beraat kararları hukuk yargıcını bağlar. Çünkü bu yoldaki karar hukuk yargıcı için kesin kanıt niteliğindedir. ( 4.HD. 28.11.1980, 11180-13789, Yasa H.D.1981/1-81, no:15)
Ceza hakiminin mahkumiyet kararı ile maddi vakıayı tespit eden beraat kararı hukuk hakimini bağlar. (B.K.53) Bu hükmün amacı, adalete güveni sağlamak ve çelişik hükümlerin çıkmasını önlemek ve kesin hükmün toplum vicdanındaki haklılığının sarsılmasına engel olmaktır.(2.HD. 30.6.1986,6295-6584, YKD.1987/3-384)
Mahkumiyet veya beraate ilişkin olmasında ayrım yapılmaksızın ceza mahkemesince verilen ve kesinleşen kararda saptanan olaylar hukuk hakimini bağlar. (4.HD. 26.4.1976,75/7635-76/4285, YKD. 1977/10-1376)
Davalı, dava konusu yazı nedeniyle yayın yoluyla hakaretten yargılandığı ceza mahkemesinde beraat ettiğine göre, davacı hakkındaki haber-yorumun, eleştiri mahiyetinde olduğunun kabulü ile hukuka aykırılık olgusunun yokluğu sonucuna varılmalıdır. (4. HD. 05.10.2000, 5218-8310, Yasa H.D. 2000/10-1352, no: 607)

3- Eylemin hukuka aykırılığını ve nedensellik bağını saptayan maddi olgularla bağlılık:
B.K. nun 53. maddesi metninde ceza mahkemesince verilen kararların hukuk hakimini bağlayacağına dair açık bir hüküm yoksa da, bu maddenin genel yorumundan ve özellikle son cümlesinin karşı anlamından ceza mahkemesince verilen mahkumiyet kararındaki fiilin hukuka aykırılığını ve illiyet bağını saptayan maddi olay (vakıa) konusundaki kabulün hukuk hakimini de bağlaması anlamı çıkmaktadır. 11. HD. 26.11.1984,5785-5810, YKD. 1985/3-379
Kural olarak hukuk hakimi, ceza hakiminin kusur tespitine ilişkin kararı ile bağlı değil ise de, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olgularla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” yolundaki kabulü ile bağlıdır. (4. HD. 13.3.1980, 1279-3256, YKD.1982/1-29)
Ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararında sabit saydığı olaylar hukuk hakimini bağlar. Hukuk Mahkemesi bunun hilafına bir inceleme sonucunu kabul edemez. B.K. 53. maddesi hükmü buna engeldir. (HGK.22.9.1965, E.172, K. 319 (YKD.1965/10-4055)
Bir olayın ne yolda meydana geldiği konusundaki ceza mahkemesi kararı, hukuk hakimini bağlar.(4.HD. 24.12.1965, 1964/10321 E. 7791 K. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi İçtihatları, 1966, İBD.eki, sf.69)
Kural olarak hukuk hakimi, ceza hakiminin beraat kararı ile bağlı değildir. Ancak, ceza ilamının maddi olayları saptayan kısmı hukuk hakimini bağlar. (HGK. 11.12.1985, 9-199 E. 1054 K., YKD.1987/6-821)
Ceza mahkemesi kararı, fiili olaylar (vakıalar) yönünden hukuk hakimini bağlar. (15.HD.20.5.1987,1532-2279, YKD. 1987/12-1803)
Ceza mahkemesince saptanan maddi olgular – kusur oranı hariç- hukuk hakimini bağlar.(10.HD.2.4.1990,89/9157-90/3084, Yasa H.D.1991/1-98, no:58)
Hukuk Mahkemeleri, ceza mahkemelerince verilen beraat kararları ile bağlı değil ise de, beraat kararıyla saptanıp kesinleşen maddi olguların hukuk mahkemelerini de bağlayacağı uygulamada ve öğretide kabul edilmektedir. (10.HD.31.5.1990, 4575-5223, YKD. 1990/11-1645)
Hukuk hakimi, ceza mahkemesinde alınan kusur raporu ile bağlı değilse de, ceza mahkemesinin kabul ettiği ve kesinleşen olgularla bağlıdır. (21.HD.10.6.1997, 2846-3939, Yargı Dünyası, 1998/4-110)
B.K. nun 53. maddesine göre hukuk hakimi, ceza mahkemesinin saptadığı maddi olgularla bağlıdır. (19. HD. 6.2.1998, 7211-536, Yargı Dünyası, 1998/7-72)
Hukuk mahkemesi, ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değil ise de, ceza mahkemesinin kesinleşen kararı maddi olgular yönünden hukuk mahkemesini bağlar. (4. HD. 11.11.1999, 9415-9746, Yasa H.D. 2000/10-1348, no:605)
Hukuk hakimi, ceza mahkemesince belirlenen kusur oranıyla bağlı değil ise de, saptanan ve kesinleşen maddi olgular hukuk hakimini de bağlar. (19.HD.2.3.2001, 2000/9165-2001/1679, YKD. 2002/7-1074)

III- HUKUK HAKİMİNİN CEZA MAHKEMESİ KARARLARI KARŞISINDA BAĞIMSIZLIĞI :
Borçlar Yasası’nın 53. maddesinde hukuk hakimine geniş bir bağımsızlık tanınmıştır. Ceza hakiminin, suçun işlendiğine ilişkin mahkumiyet veya işlenmediğine ilişkin kesin aklama (beraat) kararları ile bu kararlardaki eylemin hukuka aykırılığını ve nedensellik bağını saptayan maddi olgular dışında, hukuk hakimi, ceza mahkemesi kararlarıyla bağlı değildir. Yasa hükmüne göre bu bağımsızlık ilkesi başlıca şu hususları kapsamaktadır :
1- Delil yetersizliğine dayanan aklama (beraat) kararı hukuk hakimini bağlamaz.
Ceza mahkemesinde, suçun sanık tarafından işlenmediğinin saptanması nedeniyle verilen beraat kararının Hukuk Mahkemesine etkisi düşünülürse de, kesin delil bulunmaması nedeniyle beraat kararı verilmesi halinde bu nitelikteki kararın Hukuk Hakimini bağlayacağı söylenemez. (HGK. 30.1.1976, 1974/4-475 E. 1976/159 K., YKD.1976/9-1266)
Ceza mahkemesinden verilen beraat kararı maddi vakıanın tespitine ilişkin değildir. Davalı-sanık yargılandığı ceza davasında suçun unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle beraat ettirilmiştir. Ceza Mahkemesinin bu nitelikteki beraat kararı Hukuk Mahkemesini bağlamaz. (11.HD.22.4.1999, 1998/8330-1999/398, Yargı Dünyası, 1999/10-81)
Hukuk hakimi, ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değildir. Üstelik beraat kararı suçun öğelerinin eksikliği yüzünden verilmiştir. O nedenle kusura dayalı sorumluluğun öğelerinin gerçekleşip gerçekleşmediği araştırılarak oluşacak sonuç doğrultusunda hüküm kurulmalıdır. (4.HD. 25.10.1990, 1989/12558-1992/7848, Yasa H.D.1990/8-1152, no:689)
Hukuk hakimi ceza mahkemesinin kararıyla bağlı olmadığı gibi (B.K. m.53) olayla ilgili ceza mahkemesinin beraat kararı, kapsam bakımından hukuk hakimini bağlayıcı nitelikte değildir. Cezadaki kusur kavramı (yalnız kasta dayalı) ile hukuktaki kusur kavramı (kast-ihmal) aynı nitelikte değildir. (4.HD.5.7.1983,6025-6782)
Hukuk hakimi ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinin kusurun takdirine ilişkin kararı da hukuk hakimini bağlamaz. Ancak, ceza mahkemesi kararlarıyla bağlı olmamak, ceza dosyasındaki delilleri takdir etmesine ve ceza mahkemesi ile aynı sonuca varmasına engel değildir. (4.HD.9.11.1978,11083-12660, Yasa Hukuk D. 1979/1-126)
Görevliler hakkında açılan ceza davalarının beraatle sonuçlandırılması, B.K. nun 53. maddesi gereğince hukuk hakimini bağlamaz. Çünkü hukuk hakimi, kusur olup olmadığı hakkında ceza hukukunun sorumluluğa ilişkin hükümleriyle bağlı değildir. (15. HD. 2.2.1995, 404-479, YKD. 1995/11-1788)
2- Kusurun kast çeşidini esas alan ceza mahkemesi beraat kararı hukuk hakimini bağlamaz.
Bilindiği gibi kusur, kast ve ihmal olarak iki çeşittir. Hukuki sorumlulukta hem nicelik ve hem nitelik bakımından kusurun ihmal türü önemlidir. Zararlı sonucu istememekle birlikte bunun gerçekleşmemesi için gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi durumunda ihmalin var olduğu kabul edilir; dikkatsizlik ve özensizliğin varlığı, diğer unsurların bulunması koşuluyla, hukuki sorumluluk için yeterlidir. Bu nedenle, özellikle maddi olgu saptanmadan, kanıt yetersizliği nedeniyle verilen ve kusurun kast çeşidini esas alan ceza mahkemesi beraat kararı hukuk hakimini bağlamayacaktır. (B.K. m.53) (4.HD.31.3.1988, 59-3302,YKD. 1988/11-1504)
Haksız eylem sorumluluğu kusura dayalı sorumluluk olup, bu kusur, kasdi ya da ihmali eylem sonucu meydana gelir. Davalılar, ceza yasasında düzenlenmiş kasdi suçlardan olan zimmet ve görevi ihmal suçlarından mahkumiyetlerine yeter delil bulunmadığından beraat etmiş olmakla, hukuk mahkemesince olayda ihmal oluşturacak eylemler üzerinde durulmalıdır. Ceza mahkemesi davalıların kendi suçlarından beraat kararı verirken, belli bir maddi olguyu (eylemin davalılar tarafından işlenmediğini) saptamamıştır. Yeterli kanıt bulunmadığından beraat kararı verilmiş olmakla ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlamaz. (4. HD.28.3.1983, 1066-3329, YKD.1983/7-983)
Kamu davası sonunda davalının beraat etmiş olması hukuk hakimini bağlamaz. Çünkü ceza dosyası içeriğinden davalının eylemi işlemekte kastı bulunmadığından beraatine karar verildiği anlaşılmaktadır. (4. HD. 26.3.1987, 1655-2257, Yasa 19888/2-232, no:114)

3- Eylemin hukuka aykırılığını belirlemede bağımsızlık :
Ceza mahkemesince, eylemin hukuka aykırı olmadığı gerekçesiyle verilen beraat kararı hukuk hakimini bağlamaz. “Ceza hakiminin beraat kararı vermesi durumunda, hukuk hakiminin, eylemin hukuka aykırı olup olmadığını belirlemede de bağımsızlığı vardır. Ceza mahkemesinin topladığı deliller doğrudan doğruya mahkeme tarafından takdir edilerek, davalının hareketinin haksız eylem mahiyetinde olup olmadığının ve kusurlu bulunup bulunmadığının tayini gerekir.” (3. HD. 3.3.1959, 1455-1262) [40]

4- Ceza mahkemesinin nedensellik bağının bulunmadığına ilişkin kararı hukuk hakimini bağlamaz.
Ceza mahkemesinin nedensellik bağını saptayan kararı, hukuk hakimini bağlar ise de, nedensellik bağının bulunmadığına ilişkin kararı hukuk hakimini bağlamaz. Ceza hukukunda benimsenen nedensellik bağı ile özel hukuktaki “uygun nedensellik bağı” kavramları aynı nitelikte değildir. Ceza hukukunda oldukça dar tutulurken, hukuki sorumlulukta kolaylaştırma ve olasılığı önemli ölçüde artırma kavramlarıyla genişletilmiştir. Bu nedenledir ki, hukuk hakimi, ceza hakiminin nedensellik bağı bulunmadığına ilişkin kabulü ile bağlı değildir.[41]
Haksız eylemler, en önemli borç kaynaklarından biri olup, haksız eylemin unsurlarını : a) Eylem b) Hukuka aykırılık, c) Zarar, d)Kusur, e) Uygun nedensellik bağı oluşturur. Haksız eylem bir şeyi yapma biçiminde olabileceği gibi, yapmama biçiminde bir davranış da olabilir.
Eylem, nitelikçe olayların akışına ve genel yaşam deneylerine göre bir zarar oluşturmaya elverişli ise, o eylem ile zarar arasında “ u y g u n n e d e n s e l l i k b a ğ ı “ bulunduğundan söz edilir. Başka bir anlatımla, zararlı sonuç, oluş biçimine göre eyleme uygun ise, onun uygun sonucu olarak görülebiliyorsa, uygun nedensellik bağı var demektir.
Haksız eylemi işleyen kimse, uygun nedensellik bağı çerçevesine giren bütün zararlardan sorumludur.
Eylem ile zararlı sonuç arasında böyle bir bağın var olup olmadığı herşeyden önce mantık kurallarına göre belirlenir. Ancak mantık kuralları çerçevesinde nedensellik bağının kesin ve belirgin göründüğü her olayda eylemciyi o eylemin bütün sonuçlarından sorumlu tutmak her zaman adalet duygusuna uygun düşmeyebilir. O nedenle, sorumluluğun var olduğunu kabul edebilmek için, öğretide ve Türk ve İsviçre uygulamasında da kabul edildiği üzere, eylemin nitelikçe olayların doğal ve alışılmış akışına, yaşam denemelerine ve nesnel (objektif) olasılığa göre, oluşmuş zarar türünden bir zararı doğurmaya elverişli bulunması gerekir ki, buna “uygun nedensellik” denir. Eğer ortaya çıkan sonuç, yaşamın doğal akışına ve yaşam denemelerine göre beklenilmeyecek bir nitelikte ise, eylem ile sonuç arasında mantıksal açıdan bir nedensellik bulunsa bile, eylemi işleyen bu olağandışı, benzersiz ve nedensiz sonuçtan sorumlu tutulamaz. Bu gibi durumlarda, zararın gerçekte başka bir biçimde oluştuğu kanıtlanırsa nedensellik bağı kesilmiş olur. Ceza mahkemesinin olayda uygun nedensellik bağı bulunmadığına ilişkin kararı hukuk hakimini bağlamaz.[42]

5- Ayırtım gücünün saptanması yönünden bağımsızlık :
Önce hemen belirtelim ki, ceza yeterliği olmayanlar hakkında uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır. Örneğin, yaşının küçüklüğü nedeniyle cezalandırılamayan kişinin işlemiş olduğu eylemin suç oluşturması durumunda, hukuk mahkemesinde açılan tazminat davasında uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır.[43]
Hukuk hakimi, haksız eylemi işleyenin ayırtım gücüne sahip olup olmadığını belirlemede Ceza Hukuku kurallarıyla bağlı değildir. Ceza yasaları, bir çok suçlar için yalnızca “kast” arar; savsamayı (ihmali) kural olarak kusur saymaz. Oysa Medeni Hukukta durum farklıdır. Öte yandan Ceza Hukuku esaslarına göre küçükler belli bir yaşa gelmedikçe ayırtım gücünden yoksun sayılır. Medeni Hukukta ise ayırtım gücünün belirlenmesinde yaşın önemi yoktur. Öyleyse hukuk hakiminin, kusuru ve ayırtım gücünü saptarken Ceza Hukuku ölçüleriyle hareket etmesi beklenemez. Böyle olunca, ceza mahkemesi bir kimseyi kusursuz ya da ayırtım gücünden yoksun sayarak beraat kararı verirse, bu karar hukuk hakimini bağlamayacaktır.[44] Bu husus Borçlar Yasası 53. maddesi 1. fıkrasında çok açık biçimde belirtilmiş ve “Hakim, kusur bulunup bulunmadığına veya haksız eylemi işleyenin ayırtım gücüne sahip olup olmadığına karar vermek için, ceza hukukunun sorumluluk kurallarıyla bağlı değildir.” denilmiştir.
Borçlar Yasası 41. maddesine göre, hukuka aykırı ve kusurlu bir eylemle bir zarar verilirse, giderim borcu doğmuş olur. Şu var ki, kusur için eylemi yapanda, ayırtım (temyiz) gücü aranır ki buna, kusur yeteneği denir. Tersi durumda, haksız eylem sorumluluğundan söz edilemez. Bununla birlikte eylemi yapana zararın yükletilmesi, hakkaniyet düşüncesiyle uygun görülmüş ve B.K. m. 54/1 ile bu sorumluluk düzenlenerek kusura dayanmayan bir sorumluluk durumu öngörülmüştür. Böylece, ayırtım gücünden yoksun olanların eylemlerinden doğan zarar giderimi borcunun kaynağı, hakkaniyet olmuştur. Demek ki, burada, hakkaniyet düşüncesine dayanan bir sorumluluk söz konusudur. Oysa BK. m. 54/2 ile bir başka durum, kusur sorumluluğu olarak düzenlenmiştir.
Eylemi yapanın ayırtım gücünden yoksun olup olmadığı, M.K. m.13’e göre belirlenmek gerekir. Yaşının küçüklüğü veya akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı veya sarhoşluk ve bunlara benzer nedenlerden biriyle akla uygun davranma gücünden yoksun olmayan kişi sezgin (mümeyyiz) sayılmıştır. Buna karşılık küçükler, akıl hastalığı ya da akıl zayıflığı olanlar, alkolikler ayırtım gücünden yoksundurlar. İşte Borçlar Yasası 54/1. maddesi anlamında sorumluluk için zararlandırıcı davranışın, ayırtım gücünden yoksun olanlar tarafından yapılması gerekir. [45]

IV- HUKUK HAKİMİNİN KUSUR ORANLARINI BELİRLEMEDE BAĞIMSIZLIĞI :
Borçlar Yasası 53. maddesinde haksız eylemin “kusur” öğesi konusunda hukuk hakimine tanınan yetkiler iki bölüm olup, birincisi “kusur bulunup bulunmadığına”, öteki “kusurun derecesini ve zararın tutarını belirlemeye” ilişkindir.
Maddenin ilk cümlesine göre :”Hakim, kusur bulunup bulunmadığına karar vermek için, ceza hukukunun sorumluluk kurallarıyla bağlı değildir.”
Madde metninden çıkan anlama göre, bağlı olunmayacak olan yalnızca “ceza hukukunun sorumluluk kuralları”dır. Yoksa, yukardaki bölümlerde incelendiği üzere, suçun işlendiğine ilişkin hükümlülük kararları, ceza mahkemesinde toplanan kanıtlar, hukuka aykırılık durumları, nedensellik bağı ve maddi olgular hukuk hakimini bağlayacaktır. Öyleyse hukuk hakiminin “kusur bulunup bulunmadığına” karar vermedeki bağımsızlığı, sınırsız bir bağımsızlık değildir. Eğer ceza mahkemesinde hükümlülük kararı verilmiş ve haksız eylemi işleyen belli bir oranda kusurlu bulunmuşsa, hukuk hakimi artık bunu büsbütün yok sayamayacak; yeniden kusur oranı belirlerken, ceza mahkemesinde toplanan kanıtları ve maddi olguları gözönünde bulunduracaktır.
Maddenin ilk cümlesine göre “kusurun varlığını” araştırmada yetkileri sınırlı olan hukuk hakimi, maddenin ikinci cümlesine göre “kusurun derecesini ve zarar tutarını belirlemede” tam bağımsız kılınmıştır. Maddenin ikinci cümlesinde “Ceza mahkemesinin kararı, kusurun değerlendirilmesi ve zarar tutarının saptanması konularında hukuk hakimini bağlamaz.” denilmiştir. Görüldüğü gibi, hukuk hakiminin kusurun varlığını ya da yokluğunu belirlemede yetkileri sınırlı ve ceza mahkemesinin saptamalarıyla bağlı; buna karşılık kusurun derecesini ve zararın kapsamını değerlendirme yönünden yetkileri sınırsız ve kararlarında bağımsızdır. Hukuk hakiminin bu yöne ilişkin yetkileri, yazımızın konusu olan uzamış ceza zamanaşımının uygulanması sorunları ile doğrudan bağlantılı olmadığından ve ayrı bir incelemeyi gerektirdiğinden burada yer vermiyoruz.

IV- HUKUK HAKİMİNİN EYLEMİN SUÇ NİTELİĞİNİ ARAŞTIRMA İŞLEVİ:
Yukarda ceza zamanaşımına ilişkin koşulları incelerken gördük ki, eylemi işleyen hakkında ceza kovuşturması yapılmamış olsa bile, Borçlar Yasası m.60/2’deki ceza zamanaşımı uygulanabilecektir. Bunun için, haksız eylemin yalnızca “suç niteliği taşıması” yeterli görülmektedir. Buna göre:
1) Eğer ortada ceza kararı yoksa, hukuk hakimi, haksız eylemin (aynı zamanda) suç niteliği bulunup bulunmadığını araştıracak ve ceza yasaları yönünden cezalandırılabilir nitelikte bir suç öğesi saptamışsa, uzamış (ceza) zamanaşımı sürelerini göz önünde bulunduracaktır.
2) Bunun gibi, ceza davası açılmış olup da, kanıt yetersizliğinden aklama kararı verilmişse, ceza hakiminin eylemi suç saymamış olmasına karşın, hukuk hakimi yargılama sırasında toplanan kanıtlara göre haksız eylemin (aynı zamanda) ceza yasaları yönünden bir suç oluşturduğunu saptarsa, uzamış (ceza) zamanaşımını gözönünde bulundurması gerekecektir.
3) Takibi şikayete bağlı suçlarda da, haksız eylemden zarar görenin ceza mahkemesine başvurmadan doğrudan hukuk davası açması durumunda da , hukuk hakimi, eylemin suç niteliğini belirleyebilecek; koşulları varsa ve davalı zamanaşımını ileri sürmüşse, ceza zamanaşımı sürelerini dikkate alarak hüküm verecektir. Bir Yargıtay kararında denildiği gibi:” Tazminat davasına neden olan haksız eylemi işleyen hakkında ceza kovuşturması yapılmamış ise, BK.nun 60. maddesine göre zamanaşımı sorununu inceleyen hukuk hakiminin, haksız eylemin gerçekten cezayı gerektirir nitelikte olup olmadığını, gerektiriyorsa eylemin ceza hukuku bakımından daha uzun zamanaşımına tabi kılınıp kılınmadığını araştırması ve eylem daha uzun zamanaşımına tabi kılınmışsa bu (uzamış) ceza zamanaşımı süresini uygulaması gerekir. “ (Yarg.4,HD.20.09.1979, 4725-9975, YKD. 1980/8-1084)
Hukuk hakiminin, ceza mahkemesinden bağımsız olarak, eylemin suç niteliğini saptama işlevi yasal bir zorunluktur. HMUK.76. maddesine göre “Hakim, kendiliğinden Türk Yasaları gereğince karar verir.” Bu konuda “ceza kanunu-özel kanunlar” ayrımı yapılamaz. Genel olarak yasalar neyi gerektiriyorsa, onu yerine getirmek gerekir.
Burada şu soru akla geliyor : Ceza mahkemesinde kanıt yetersizliğinden aklama kararı verilmiş olup da, hukuk mahkemesindeki yeni kanıtlarla eylemin suç niteliği saptanmışsa, (ceza zamanaşımının uygulanmasının yanı sıra), eylemi işleyen kişi hakkında suç duyurusunda bulunulacak mıdır, yeniden ceza davası açılacak mıdır? Bizce bu bir görev ve yasal zorunluktur.
Yasalarımız, ceza hukuku ile medeni hukuk arasındaki ilişkiyi ve ceza mahkemesi kararları ile hukuk mahkemesi kararlarının birbirlerine etkilerini genel bir kural ile düzenlemiş değildir. Yer yer bazı yasa hükümlerinde bu etkiler yer almış olup, bunlardan en başta geleni Borçlar Yasası 53. maddesidir; bu bölümde incelediğimiz “hukuk hakiminin eylemin suç niteliğini doğrudan araştırma” yetkisi bu maddeden güç almaktadır.
Borçlar Yasasının 53. maddesine benzer bir hüküm HMUK.315. maddesinde yer almaktadır. Buna göre, bir senedin sahte olmadığına ilişkin ceza mahkemesinde aklama kararı verilmiş olsa, hukuk mahkemesinde sahteliğinin saptanması durumunda senet iptal edilebilir.
Burada Borçlar Yasası 54. maddesinden de söz etmeliyiz. Bilindiği gibi TCK. 46. ve 54. maddelerine göre ehliyetsizlik veya yaş küçüklüğü nedeniyle ceza verilemeyen kişiler, Borçlar Yasası 54. maddesine göre haksız eylemlerinden dolayı, hakkaniyet gerektiriyorsa, tazminat ödemekle yükümlü olurlar. Bu kişilerin ehliyetsiz ve küçük yaşta olmaları, eylemlerinin suç niteliğini ortadan kaldırmayacağından, bunlara karşı açılan davalarda uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır.

BEŞİNCİ BÖLÜM
CEZA DAVASI ZAMANAŞIMI SÜRELERİ

Haksız eylemin (aynı zamanda) ceza yasaları uyarınca suç oluşturması durumunda Borçlar Yasası m. 60/2’ye göre daha uzun süreli (ceza) zamanaşımının uygulanacağını; hukuk mahkemesinde açılan tazminat davalarında uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanabilmesi için, eylemi işleyen hakkında ceza kovuşturması yapılmış veya hükümlülük kararı verilmiş bulunması gerekli olmayıp, haksız eylemin yalnızca suç niteliğini taşımasının yeterli olacağını başlangıçta ve ilerleyen bölümlerde ayrıntılı olarak açıkladık; öğretiden alıntılar yaptık ve Yargıtay kararlarından örnekler verdik.
Gene yazımızın başlangıç bölümünde yasa hükümlerine değinirken, uzamış (ceza) zamanaşımından anlaşılması gerekenin Türk Ceza Kanunu 102. maddesinde yer alan ceza davası zamanaşımı süreleri, daha açık bir deyişle kamu davası açma süreleri olduğunu ve bunun 112. maddedeki cezaları ortadan kaldıran süreler ile karıştırılmaması gerektiğini açıklamıştık.
Aşağıda, süreler ve hesaplanması ile ilgili ayrıntılara girilecektir.
1. Türk Ceza Kanunu 102. maddesine göre “ceza davası zamanaşımı” süreleri :
Önce kısaca belirtelim ki, 102. maddenin ilk dört bendinde cürümlere ve son iki bendinde kabahatlere ilişkin cezalar bölümlendirilmiş ve kamu davasını ortadan kaldıran süreler ile 20,15,10,5 yıl ve 2yıl ile 6 ay olarak belirlenmiştir. Bu süreler, eyleme kişileştirme sonucu verilen ceza miktarına göre değil, eylemin uyduğu maddede öngörülen cezanın yukarı haddine göre belirlenecektir. Yargıtay 3.6.1942 gün 1941/36 E. 1942/15 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere, ceza davası zamanaşımı “mahkemece belirtilen ve hükmolunan ceza miktarına göre değil, T.C.K. m.102’nin her bendinde sıralandığı üzere cürümlerin ve kabahat eylemlerinin gerektirdiği cezalara göre hesaplanmalıdır.”
Daha açık bir anlatımla, ceza davası zamanaşımı, mahkemece ağırlatıcı veya hafifletici nedenler dikkate alınarak hükmedilen (kişisel) ceza sürelerine göre değil, m.102’de ayrı ayrı gösterilen üst (TAVAN) süreler üzerinden hesaplanacaktır.
T.C.K. 102. maddesindeki ceza davası zamanaşımı (tavan) süreleri (özetle) şöyledir :
1. fıkra : Ölüm ve yaşam boyu hapiste 20 yıl
2. fıkra : Yirmi yıldan yukarı hapiste 15 yıl
3. fıkra : Beş ile yirmi yıl arası hapiste 10 yıl
4. fıkra : Beş yıldan fazla olmayan hapiste 5 yıl
5. fıkra : Bir aydan fazla hapiste 2 yıl
6. fıkra : Kabahatlerde 6 ay
Tazminat davalarında ceza zamanaşımı uygulaması, ülkemizde daha çok trafik kazalarında söz konusu olduğundan, sürelerin daha iyi anlaşılması için şöyle bir örnek verebiliriz : Eğer kazada bir kişi ölmüş veya bir kişi yaralanmışsa, sanık hakkında T.C.K. m. 455/1. veya 459. maddelerine göre cezanın üst sınırı 5 yıl olduğundan m.102/4. uyarınca zamanaşımı (5) yıl olacaktır. Eğer, haksız eylem sonucu birkaç kişinin ölümüne veya bir kişinin ölümü ile bir veya birkaç kişinin yaralanmasına neden olunmuş ise, bu kez T.C.K. 455/2. maddesine göre cezanın üst sınırı (10) yıl olduğundan ceza zamanaşımı da m.102/3’e göre (10) yıl olacaktır.
2. T.C.K. 104. maddesine göre yarı artırımlı ek süreler:
a) TCK. nun 104. maddesinde zamanaşımını kesen nedenler açıklandıktan sonra, kesilme gününden yeniden işlemeye başlayan zamanaşımının, 102. maddedeki sürelerin yarısının eklenmesiyle ulaşacak süreyi aşmayacağı hükmü yer almıştır. Örneğin, TCK. 102/4. maddesindeki 5 yıllık sürenin yarısının eklenmesiyle 7,5 yıl ve 102/3. maddesindeki 10 yılın yarısının eklenmesiyle 15 yıl olacak; kesilmeden sonra zamanaşımı yeniden işlemeye başladığında bu 7,5 ve 15 yıllık süreler aşılamayacaktır.

b) 104. maddede zamanaşımını kesen nedenler şöyle açıklanmıştır : “Kamu davasının zamanaşımı, mahkumiyet hükmü, yakalama, tutuklama, celp ve ihzar müzekkereleri, adli makamlar huzurunda sanığın sorguya çekilmesi, sanık hakkında son tahkikatın açılmasına ilişkin olan karar veya C. Savcısı tarafından mahkemeye yazılan iddianame ile kesilir.” denilmiştir.
Bu gibi durumlarda, zamanaşımı, kesilme gününden başlayarak yeniden işlemeye başlar. Eğer zamanaşımını kesen işlemler birden fazla ise, zamanaşımı bunların en sonuncusundan başlayarak yeniden işlemeye başlar. Ancak bu nedenler, zamanaşımı süresini, 102. maddede ayrı ayrı belirtilen sürelerin yarısının eklenmesiyle bulunacak süreden fazla uzatamaz.
c) 104. madde hükmüne göre, 102. maddedeki sürelerin yarı oranında artırılması durumunda, sanıklar hakkında artan ceza davası zamanaşımı sürelerinden hukuk mahkemesinde açılan tazminat davalarında da yararlanılması gerekir. Çünkü bu süreler içerisinde “haksız eylemin Devlet tarafından kovuşturulması olanağı” bulunmaktadır. 7.12.1955 gün 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında benimsendiği üzere “Ceza davası devam ettiği sürece zarar gören, ceza mahkemesinden tazminat isteyebileceğine göre, haksız eylemin Devlet tarafından izlenmesi olanağı bulunduğu sürece, hukuk mahkemesindeki davada da uzamış ve yarı oranında artırılmış ceza zamanaşımından yararlanılması doğru ve yerinde bir uygulama olacaktır.
Ancak ne var ki, öğretide ve yargısal inançlarda bu ayrıntı sezilememiş ve bir genelleme yapılarak “haksız eylemlerde ceza zamanaşımı uygulansa dahi, bu zamanaşımının kesilmesi, durması ve yeniden işlemeye başlaması Borçlar Yasası hükümlerine bağlı olacaktır.” denilmiştir. Buna karşılık Yargıtay 15. Hukuk Dairesi bir kararında TCK. m.104’deki artırımlı sürelerin hukuk davasına uygulanacağı görüşünü benimsemiştir. Sözkonusu karara göre: “Davalılara yüklenen ve mahkumiyetle sonuçlanan suçlara ilişkin TCK. 102/4. maddesinde öngörülen 5 yıllık zamanaşımı süresi davalıların ihzarı, sorguları ve tutuklanmaları vd. işlemler gözönünde alındığında, aynı yasanın 104/2. madde hükmü gereğince, yukarda sözü edilen zamanaşımı süresinin yarısının ilavesi ile 7,5 yıla ulaşacağından, işbu davada BK. 60/2. maddesinde yollama yapılan c e z a z a m a n a ş ı m ı süresinin olayda gerçekleşmemiş olmasına göre, davalıların temyiz itirazlarının reddine” karar verilmiştir. “ (Yarg. 15.HD. 14.2.1989 gün 261-585 sayılı kararı, Yasa H.D., 1989/8-1163, no:491)
3. TCK. 102. maddesindeki zamanaşımı sürelerinin hesabına esas TCK. 455-456. maddelerindeki ceza süreleri :
Ceza davası zamanaşımı uygulamada yoğunlukla kusura dayalı suçlarda söz konusu olduğundan, TCK. 102. maddesindeki zamanaşımı sürelerinin hesabına esas, TCK. 455-456. maddelerinin kısaltılmış ve sadeleştirilmiş birer özeti aşağıda verilmiştir :
m.455- Tedbirsizlik ve dikkatsizlik, meslek ve sanatta acemilik veya kurallara, emirlere, yönetmelik ve yönergelere aykırı davranışlar ile bir kimsenin ölümüne neden olan kişi iki yıldan beş yıla kadarhapse … mahkum olur.
Eğer eylem birkaç kişinin ölümü sonucunu doğurmuş veya bir kişinin ölümü ile birlikte bir veya birkaç kişinin de yaralanmasına neden olmuş ve bu yaralanmalar 456ncı maddenin ikinci fıkrasında açıklanan derecede bulunmuş ise dört yıldan on yıla kadar hapse… mahkum edilir.
m.456- Her kim öldürme kastı olmaksızın bir kimseye bedence acı verir veya beden, akıl ve ruh sağlığını bozarsa altı aydan bir yıla kadar hapsolunur.
Eylem : a) Havastan (duyum organlarından) veya azadan (el, ayak, kol, bacak, parmak vb. beden organlarından) birinin sürekli (zaafına)güçsüzlüğüne, b) Söz söylemekte sürekli zorluğa; c) Yüzde kalıcı ize (sabit esere), d) Yirmi gün veya daha fazla akıl veya beden hastalıklarından birine ve bu süre kadar iş ve güçten kalınmasına, e) Bu süre kadar yaşamsal tehlikeye, f) Gebe kadının zamanından önce çocuk doğurmasına neden olmuşsa ceza iki yıldan beş yıla kadar hapistir.
Eylem, kesin ve olası biçimde iyileşemeyecek derecede : a) Akıl veya beden hastalıklarından birine, b) Duyu organlarından veya el ve ayaklardan birinin yitimine, c) Söz söylemek yeteneğinin yok olmasına, d) Çocuk yapma yeteneğinin kaybına, e) Organlardan birinin işlevsiz kalmasına, f) Yüzün (çehrenin) kalıcı biçimde değişikliğine, g) Gebe kadının çocuğunu düşürmesine neden olmuşsa ceza beş yıldan on yıla kadar ağır hapistir.
Eğer eylem, hiçbir hastalığa neden olmamışsa veya iş ve güçten kalma sonucunu doğurmamışsa ve bu durumlar on günden fazla uzamamışsa, kovuşturma zarar görenin şikayetine bağlı olmak koşulu ile eylemi işleyen hakkında iki aydan altı aya kadar hapis veya … hükmolunur.
Bu eylem, 457 nci maddede yazılı araçlarla işlenirse, kovuşturma şikayete bağlı değildir.

ALTINCI BÖLÜM
KUSURA DAYANMAYAN SORUMLULUKTA CEZA ZAMANAŞIMININ UYGULANMASI

I- GENEL OLARAK :
Ceza davası zamanaşımı, kural olarak, ceza yasalarına göre suç niteliğindeki haksız eylemi işleyenlere uygulanır. Bunların dışında “malca sorumlu” olanlara ceza zamanaşımının uygulanması son derece sınırlı tutulmuştur.
Kusura dayanmayan “malca” sorumlulukta uzamış (ceza) zamanaşımı şu üç durumda uygulama yeri bulur :
a) 2918 sayılı Karayolları Trafik Yasasına göre işleten, araç maliki, girişimci, motorlu araçlarla ilgili meslek sahipleri, sigortacı v.b. haklarında, sürücünün kusur oranıyla sınırlı olarak uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır.
b) T.C.K. 465. maddesine göre “Bir kimsenin veya bir şirketin hizmetinde bulunanlar tarafından görev ve hizmet sırasında işlenen 455 ve 459uncu maddelerde yazılı suçlardan dolayı hükmedilecek tazminattan o kimse ve şirket malca sorumlu” olduklarından, haklarında (belli koşullarla sınırlı olarak) uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanabilir.
c) Suç sayılan haksız eylemi işleyenin ölümü halinde, kamu davası açılmamış ve mahkumiyet kararı verilmemiş olsa bile, mirasçıları ölenin külli halefi olduklarından, Yargıtay’ın yerleşik kararlarına göre, mirasçılara karşı açılan tazminat davalarında uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır. Bu konu, yukarda “ceza zamanaşımının uygulanma koşulları”nın ilgili bölümünde incelendiğinden ayrıntıya girmiyoruz.
Aşağıda, 2918 sayılı KTK. hükümlerine ve T.C.K. 465. maddesine göre “malca sorumlular” hakkında uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanma koşulları geniş biçimde ele alınacaktır.

II- KARAYOLLARI TRAFİK YASASINA GÖRE
UZAMIŞ (CEZA) ZAMANAŞIMININ UYGULANMASI
1- Yasa hükümleri :
2918 sayılı KTK.nun 109. maddesi 1. fıkrasında “Motorlu araç kazalarından doğan maddi zararların tazminine ilişkin istekler, zarar görenin, zararı ve tazminat yükümlüsünü öğrendiği tarihten başlayarak iki yıl ve herhalde, kaza gününden başlayarak on yıl içinde zamanaşımına uğrar.” denildikten sonra, 2. fıkrasında “ Dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre, maddi tazminat istekleri için de geçerlidir.” denilmiştir.
KTK.nun 109. maddesinin 2. fıkrası, Borçlar Yasası m.60/2’ye koşut bir hüküm içermektedir. B.K. m.60/2’ye göre : “Tazminat davası, ceza kanunları uyarınca daha uzun süreli zamanaşımına bağlı cezayı gerektiren bir eylemden doğmuş olursa, kişisel davaya da o zamanaşımı uygulanır.”
KTK. m. 109/2 ile B.K. 60/2’nin yollamasıyla TCK. 455-459 maddelerindeki kusura dayalı suç sayılır eylemlere uygulanan, aynı yasanın 102. maddesi 3. ve 4. bentlerindeki zamanaşımı sürelerine ulaşmaktayız.
2- Zamanaşımı süreleri :
Yukarda açıklanan yasa hükümlerine göre bir trafik kazası sonucu :
a) Bir kişi ölmüşse (TCK.m.455/1) veya bir kişi yaralanmışsa (TCK. m.456/2) ceza davası zamanaşımı süresi TCK. m. 102/4’e göre beş yıl’dır.
b) Eğer trafik kazası birkaç kişinin veya bir kişinin ölümü ile bir veya birkaç kişinin yaralanması ile sonuçlanmışsa (TCK. m.455/2) ceza zamanaşımı süresi TCK.m.102/3’e göre on yıl olacaktır.
c) Maddi hasarla sonuçlanan kazalarda zamanaşımı süresi KTK.m.109/1’e göre iki yıl ise de, maddi hasarın yanı sıra ölüm veya yaralanma varsa, bu durumda zarar gören kişi sayısına göre beş veya on yıl olan ceza zamanaşımı süreleri, maddi hasar isteğine ilişkin tazminat alacaklarına da uygulanır.
Trafik kazalarında ceza zamanaşımı sürelerine ilişkin Yargıtay kararlarından üç örnek aşağıda özetlenmiştir.
Örnek : 1.Trafik kazası nedeniyle uğranılan zararın giderimi davasında, 2918 sayılı KTK.nun 109/2. İle B.K. 60/2. ve TCK.nun 455/1, 102/4. maddeleri uyarınca, davaya konu olay “beş yıllık” zamanaşımına bağlıdır.(Yarg. 4. HD. 21.3.1996,1695-2128, YKD. 1996/6-956)
Örnek : 2. Bir kişinin öldüğü ve bir kişinin de yirmibeş gün iş ve güçten kalacak derecede yaralandığı trafik kazası nedeniyle açılan davada, Türk Ceza Kanununun 455/2. maddesi uygulanacağından ceza miktarına göre TCK. 102. maddesi 3. bendi gereği ceza davası zamanaşımı “on yıl”dır. (Yarg. 4. HD. 8.4.1999, 1163-3022 , YKD. 1999/9-1208)
Örnek : 3. Araç hasarından dolayı açılan tazminat davasında, dava dışı bir kişinin de yaralandığı gözetilerek KTK. 109/1. maddesindeki iki yıllık zamanaşımı değil, m.109/2’deki düzenleme gereği TCK. 459/2 ve 102/4. uyarınca beş yıllık zamanaşımı uygulanır.(Yarg. HGK. 10.10.2001, E. 2001/19-652, K. 2001/705, Yargı Dünyası 2002/1-20)[46]
3- Ceza zamanaşımının uygulanacağı tazminat sorumluları :
Trafik kazaları nedeniyle açılan davalarda, yasanın 109/2. maddesinde öngörülen ceza zamanaşımı sürelerinin uygulanacağı kişiler, yalnızca eylemi işleyen sürücü ve yardımcıları değil, motorlu taşıtlarla ilgili tüm gerçek ve tüzel kişilerdir. Yasanın 85/son maddesine göre, işleten ve araç işleticisi girişimci, araç sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurlarından kendi kusuru gibi sorumludur.
İşleten kavramı, 85. maddeye 17.10.1996 gün 4199 sayılı yasa ile yapılan eklemelerle genişletilmiş, araç sahibi ve işletenin yanı sıra “motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi halinde, motorlu aracın işleteni ile bağlı olduğu teşebbüsün sahibi” işleten sayılmıştır.
2918 sayılı KTK’nun son şekline göre, uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanacağı tazminat sorumlularını şöyle sıralayabiliriz :
a) İşleten, araç sahibi,girişimci : (m.85/Son)
Yasanın 85. maddesine göre, motorlu aracın bir teşebbüsün unvanı veya işletme adı altında veya bu teşebbüs tarafından kesilen biletle işletilmesi durumunda, motorlu aracın işleteni ve bağlı olduğu teşebbüsün sahibi, araç sürücüsünün veya aracın kullanılmasına katılan yardımcı kişilerin kusurundan kendi kusuru gibi sorumludur. Bu nedenle bunlar hakkında uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanacaktır.
b) Motorlu araçlarla ilgili mesleki faaliyette bulunan teşebbüsün sahibi : (m.104)
Gözetim, onarım, bakım, alım-satım, araçta değişiklik yapılması amacı ile ve benzeri bir amaçla kendilerine bırakılan bir motorlu aracın sebep olduğu zararlardan dolayı i ş l e t e n gibi sorumlu tutulurlar.
c) Yarış düzenleyicileri : (m.105)
Yarış düzenleyicileri, yarışa katılanların veya onlara eşlik edenlerin araçları ile gösteride kullanılan diğer araçların sebep olacakları zararlardan dolayı motorlu araç işleteninin sorumluluğuna ilişkin hükümler uyarınca sorumludurlar.
d) Devlet ve kamu kurumları : (m.106)
Kamu kurum ve kuruluşlarına ait motorlu araçların sebep oldukları zararlardan dolayı, haklarında işletenin hukuki sorumluluğuna ilişkin hükümler uygulanacağından, bunlar hakkında dahi uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır.
e) Motorlu aracı çalan veya gasbeden kişiler : (m.107)
Bir motorlu aracı çalan veya gasbeden kişiler işleten gibi sorumlu tutulurlar. Bu nedenle bunlar hakkında da uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır.
f) Sigorta Şirketleri (Zorunlu Trafik Sigortası) : (m.88 ve Genel Şartlar m.17/2.)
İşletenlerin yanı sıra, yasanın 88. maddesinde dayanışmalı sorumlular arasında sigortacıya da yer verildiğinden, onlar hakkında da ceza zamanaşımı uygulanacaktır. Ayrıca Trafik Sigortası Genel Şartlar m. 17/2’de “Dava, cezayı gerektiren bir eylemden doğar ve ceza kanunu bu eylem için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre tazminat istemleri için de geçerlidir.” hükmü yer almıştır.
g) İsteğe bağlı sorumluluk sigortası yapan sigortacı : (m.100)
Yasanın 100. maddesine göre “isteğe bağlı sorumluluk sigortası” yapan sigortacı hakkında da uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanır.
h) Garanti Fonu : (m.108)
Yasanın 98. maddesi 3. fıkrasına göre “Zarara sebep olan aracın bilinememesi veya geçerli bir zorunlu mali sorumluluk sigortasının bulunamaması veya sigortacının iflas etmesi veya çalınan aracın işleteninin sorumlu tutulamaması hallerinde” maddi zararlar ile tedavi giderleri Karayolları Trafik Garanti Sigortası Hesabı’ndan ödenir. 108. maddeye göre Garanti Fonu hakkında işletenin sorumluluğuna ilişkin kurallar uygulanır. Buna göre, başvuruların süresi, koşulları varsa, uzamış (ceza) zamanaşımı süresi kadardır.
4- Ceza zamanaşımının uygulanacağı tazminat türleri :
a) Ölümlü kazalarda, maddi destek tazminatları ve cenaze giderleri için açılan davalarda ;
b) Yaralanmalı kazalarda, sürekli veya geçici işgöremezlik zararları için açılan davalarda;
c) Tedavi ve tüm iyileşme giderleri isteklerinde;
d) Ölüm veya yaralanma ile birlikte araç hasarının da söz konusu olduğu durumlarda hasar bedeli için açılan davalarda;
e) Manevi tazminat isteklerinde de ceza zamanaşımı uygulanacaktır.
Manevi tazminatlar için zaman zaman yanılgıya düşüldüğünden, bu konunun altını çiziyoruz ve uyarıyoruz : Manevi tazminat istekleri için de ceza zamanaşımı uygulanır.
Bununla ilgili Yargıtay karar örnekleri :
Motorlu araç kazalarından doğan zararların tazminine ilişkin olarak, dava, cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve Ceza Kanunu bu fiil için, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununda belirtilenden daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, sözü edilen kanun uyarınca, bu süre maddi tazminat istekleri için de geçerlidir. Ayrıca, Yargıtay’ın uygulamaları, bu hükmün trafik kazalarında uğranılan manevi zararlar hakkında da geçerli sayıldığı yolundadır. (Yarg. 4. HD. 7.3.1996, 1033-1461, YKD. 1996/5-715)
Yaralanma nedeniyle manevi tazminat ve tedavi giderlerine ilişkin talepler 2918 sayılı yasanın 109/2 ve B.K. nun 60/2. maddeleri ile uzamış zamanaşımına tabi olup, fiil cezayı gerektirdiğinden, Ceza Kanunu’nun bu fiil için öngördüğü 5 yıllık zamanaşımına tabidir. ( Yarg.4. HD. 18.2.2001, 2000/10296-2001/1183, YKD. 2001/10-1504)
5- Araçtaki bakımsızlık ve teknik arıza durumunda zamanaşımı :
Fren ve lastik patlaması, rot çıkması, direksiyon kilitlenmesi v.b. gibi durumlar “teknik arıza” olarak nitelenmekte; buna bağlı kazalarda “sürücü kusuru” olmadığından KTK. 109/2. maddesindeki uzamış (ceza) zamanaşımı değil, 1. fıkradaki iki yıllık zamanaşımı uygulanmaktadır.
Oysa, teknik arıza olarak adlandırılan çoğu bozukluklar, beklenmeyen ve önceden tahmin edilemeyen durumlar değil, araçtaki bakımsızlıktan kaynaklanan işleten kusurlarıdır.
İşletenler, çok kere, düzenli (periyodik) bakım yaptırmamakta, frenleri kontrol ettirmemekte, aşırı yükle aracı yıpratmakta, hurdalaşmış bir durumda karayoluna çıkarmaktadırlar. Oysa KTK.29.maddesine göre “Araçların yapım ve kullanma bakımından karayolu yapısına ve trafik güvenliğine uyması zorunludur. 30.maddeye göre,araçların teknik şartlara uygun durumda bulundurulması zorunludur. Karayolları Trafik Yönetmeliği hükümlerine ve özellikle 38. maddeye uygun olmayan araçların karayoluna çıkarılmaları işletenler yönünden ağır kusur sayılmalıdır.
Trafik Yasası ve Yönetmelikteki araç bakımına ve teknik koşullara uymama durumları, TCK. 455-459. maddelerindeki “kurallara, emirlere, yönetmelik ve yönergelere aykırı davranışlar ile bir kimsenin ölümüne ve yaralanmasına neden olmak” hükümleriyle ilişkilendirildiğinde işletenlerin ceza hukuku yönünden sorumlulukları olabileceğinin ve bu nedenle (sürücü kusurunun olmadığı) bu gibi durumlarda işletenler hakkında uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanıp uygulanamayacağının tartışılması gerektiği düşüncesindeyiz.

III- TÜRK CEZA KANUNU 465. MADDESİNE GÖRE
MALCA SORUMLULARA CEZA ZAMANAŞIMININ UYGULANMASI

1- Yasa hükmü ve özellikleri :
Borçlar Yasası 55. maddesine oranla özel bir hüküm içeren TCK.465. maddesine göre :”Bir kimsenin veya bir şirketin hizmetinde bulunanlar tarafından vazife ve hizmet sırasında işlenen 455. ve 459. maddelerinde yazılı cürümlerden dolayı hükmedilecek tazminattan o kimse veya şirket malca sorumludur.”
Bu madde, kaynak İtalyan eski Ceza Kanunu’nda bulunmayıp, çalıştıranın sorumluluğuna açıklık kazandırmak amacıyla kanuna eklenmiş olduğu anlaşılmaktadır. Türk Ceza Kanunu, Medeni Kanun ve Borçlar Kanunu’ndan üç ay önce yürürlüğe girmiş ise de, Borçlar Kanunu’nun 55. maddesine oranla TCK. 465. maddesi özel bir hüküm olma niteliğini korumuştur. Maddenin özellikleri şöyle sıralanabilir :
a) TCK. 465. maddesi, bütün haksız eylemlere değil, yalnızca TCK. 455.ve 459. maddelerinde yazılı suçları oluşturan haksız eylemlere özgüdür.
b) Malca sorumlu olan bütün adam kullananlara uygulanmayıp, yalnızca “gerçek kişiler” ile “şirketler” için geçerlidir.
c) Bu özel hükümde Borçlar Yasası m.55’deki “sorumluluktan kurtulma” hükmü yer almadığına göre, T.C.K. m.465’deki koşullar gerçekleştiğinde, malca sorumlu gerçek kişi veya şirket, B.K. m.55/2’deki “kurtuluş kanıtı”ndan yararlanamayacaktır. Başka bir deyişle, TCK. m.465 anlamında adam çalıştıran gerçek kişi veya şirket, çalıştırdığı kişileri seçmekte, onları denetlemekte ve gerekli önlemleri almakta özen gösterdiğini ya da göstermiş olsa bile ve suçun işlenmesinin önüne geçemeyeceğini kanıtlasa dahi tazminatla yükümlü olacaktır.
2- TCK. 465. maddesine ilişkin öğretideki görüşler :
Suçtan doğan ceza ilişkisinin iki temel ve zorunlu tarafları Devlet ve suç işleyen kişi olup, aynı ilişki çerçevesinde yer alan hukuk ilişkisi iki grup kişiyi de karşı karşıya getirmektedir. Bunlardan biri malca sorumlu kişi ve diğeri suçtan zarar gören kişidir.
Malca sorumlu kişinin ceza ilişkisindeki durumunun, Borçlar Hukuku alanından farklı olup olmadığı tartışılabilir. Ceza Yasasının 465. maddesi “Bir kimsenin veya şirketin hizmetinde bulunanlar tarafından vazife ve hizmet sırasında işlenen 455. ve 459. maddelerde yazılı cürümlerden dolayı hükmedilecek tazminattan o kimse veya şirket malca sorumludur.” demektedir. Böylece 465. madde Borçlar Yasasının 55. maddesindeki hükmü tekrarlamakta ise de 55. maddede yer alan kurtuluş kanıtından söz etmemektedir. Bu durum karşısında, haksız eylemin TCK.455.ve 459. maddelerinde yazılı suçlardan birini oluşturması durumunda, malca sorumlu olan kimsenin kurtuluş kanıtından yararlanabilip yararlanamayacağı sorunu ortaya çıkar. Denebilir ki, TCK. 465. maddesi, BK.55’e oranla özel bir hüküm içermektedir. Çünkü :
a) Bütün haksız eylemlere değil, yalnızca 455. ve 459. maddelerde yazılı taksirle adam öldürme ve taksirle müessir fiil suçları şeklindeki haksız fiillere özgüdür.
b) Malca sorumlu olan bütün kişilere ilişkin olmayıp, yalnızca gerçek kişiler ile şirketlere özgüdür ve sonuç olarak dernekler ve vakıflar maddenin kapsamı dışında kalmaktadır.
c) Bu özel hükümde BK.55’deki sorumluluktan kurtulma hükmü tekrarlanmadığına göre, TCK. 465’deki şartlar gerçekleştikçe, malca sorumlu olan gerçek kişi veya şirket B.K.55/2’deki kurtuluş kanıtından yararlanamayacak; şu halde hizmetinde çalıştırdığı kişiyi seçmekte, gereken bilgileri vermekte ve gerekli denetimi yapmakta özen gösterdiğini ya da göstermiş olsa idi bile suçun işlenmesinin önüne geçemeyeceğini kanıtlasa da, tazminatla yükümlü olacaktır.
d) Ancak bunun için malca sorumlu ile suçtan zarar gören kimse arasında ceza ilişkisinin kurulması, yani tazminatın ceza mahkemesinde ve bir ceza davası dolayısıyla istenmiş olması ve bu istemin TCK. 465’e dayandırılması gerekir.
Bu yorumlara karşı bazı görüşler ileri sürülmektedir. Denilmektedir ki, TCK. 1 Temmuz 1926’da, Borçlar Kanunu ise 4 Ekim 1926’da yürürlüğe girmiştir, B.K. sonraki kanundur ve madde 55. hükmü ceza yasası yönünden de geçerlidir; bu nedenle TCK. 465’deki malca sorumlu olanlar kurtuluş kanıtından yararlanabilirler.
Ancak, BK. daha yeni olsa da, TCK.ya oranla genel kanun olma niteliğini koruyacağından ve TCK. m.465 özel bir hüküm olduğundan, sorun üzerinde tartışma yine de açık bulunmaktadır.[47]
3- T.C.K. 465. maddesine göre ceza zamanaşımının uygulanma koşulları :
Yasanın açıklanış biçimine göre, TCK. 455-459. maddelerindeki suçları işleyenlere uygulanacak ceza zamanaşımı, onları çalıştıran gerçek kişi ve şirketlere de uygulanacak; suçtan zarar görenlerin malca sorumlulardan tazminat istekleri, TCK. 102. maddesindeki süreler içerisinde ileri sürülebilecek veya dava edilebilecektir. Ancak ne var ki, 465. madde hükmünden ve bu çerçevede ceza zamanaşımından yararlanma koşulları, Yargıtay’a egemen olan görüşler nedeniyle, son derece dar ve sınırlı tutulmuştur.
a) Yargıtay’ın baskın kararlarına göre, TCK. 465. maddesindeki sorumluluğa uygulanacak uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanma koşulları şöyledir:
aa) Suçtan zarar gören ile malca sorumlular arasında ceza ilişkisi kurulmalı, başka bir deyişle tazminat isteği ceza davası ile bağlantılı olmalıdır.
bb) Zarar gören, ceza davası sonuçlanıncaya kadar CMUK. ilgili hükümleri uyarınca kamu davasına katılma yolu ile malca sorumlu olanlardan zararın ödetilmesini istemelidir.
cc) Veya ceza davasına katılmak yerine, ceza davası sonuçlanıncaya kadar geçecek süre içinde, hukuk mahkemesinde (malca sorumlu olanlara karşı) tazminat davası açmalıdır.
dd) Ceza davası sonuçlandıktan sonra, malca sorumlu olanlara artık uzamış zamanaşımı uygulanamayacak; B.K. m. 60/1’deki bir yıllık süre de geçmiş ise dava hakkı zamanaşımına uğrayacaktır.[48]
Yargıtay’ın yukardaki görüşleri nedeniyle, 2918. sayılı KTK. dan önceki 6085 sayılı yasa döneminde (araç maliki ve işletenler hakkında uzamış ceza zamanaşımının uygulanamaması yüzünden) suçtan zarar görenler pek çok hak kaybına uğramışlar, ekonomik yönden zayıf sürücülerle karşı karşıya bırakılmışlardır. Bizce, 6085 sayılı yasanın yerini alan 2918 sayılı KTK.nun 109/2. ve 85/son. maddeleri, TCK. 465. maddesine koşut, onunla uyumlu ve ondan esinlenmiş hükümler içermektedir. Burada yasakoyucunun amacı ve toplumun beklentileri (güçlüye karşı güçsüzü koruma istemleri) gözönünde bulundurularak, motorlu araç sahipleri ve işletenler ile diğer adam kullanan gerçek ve tüzel kişiler arasında eşitlik ve denge kurulmalı; bunun için de TCK. 465. maddesi geniş yorumlanarak B.K. 60/2.maddesindeki ceza zamanaşımı kavramına uygun biçimde, TCK. 102. maddesindeki ceza zamanaşımı süreleri (ceza davası ile ilişkilendirilmeksizin ve eylemin suç niteliği taşıması yeterli görülerek) koşulsuz ve sınırsız uygulanmalıdır.
TCK. 465. maddesinin uygulanmasıyla ilgili kimi Yargıtay kararlarında, ceza davası sonuçlandıktan sonra, BK. m. 60/1’deki bir yıllık sürenin işlemeye başlayacağı görüşü yer almış ise de, son kararlarda bundan da vazgeçildiği görülmektedir.[49]
b) Yargıtay’ın yukarda açıklanan ve TCK. 465. maddesinden yararlanmayı “ceza davasının devamı süresi” ile sınırlı tutan kararlarına karşı çıkan “Karşıoy” yazılarındaki görüşler, bizce (bir çok ülkede zamanaşımı sürelerinin alabildiğine artırıldığı günümüzde)[50] çağdaş teknolojinin yarattığı ürkütücü boyutlardaki tehlikelere ve toplumun beklentilerine yanıt verecek niteliktedir. Bu görüşlere göre :
aa)“TCK. 465. maddesi özel bir hüküm olup, ceza yasasının 455. ve 459. maddeleri ile sınırlıdır,yalnızca gerçek kişilere ve şirketlere özgüdür, kurtuluş kanıtı tanınmamıştır.
bb)Ceza davası sonuçlandıktan sonra kişisel hak istenemeyeceği görüşü, haksız eylemin aynı zamanda bir suç niteliğinde olması ve her nasılsa ceza davası açılmamış bulunması durumunda da çalıştıranlar hakkında uzamış (ceza) zamanaşımı sürelerinin uygulanacağı görüşü ile çelişmektedir.
cc) Bu nedenlerle, TCK. 465. maddesinde yer alan “malca sorumlu gerçek kişi ve şirketler” hakkında uzamış (ceza) zamanaşımı, ceza davasına bağlı kalınmaksızın, s u ç n i t e l i ğ i saptanarak, eylemi işleyen kişiye nasıl uygulanıyorsa, çalıştıranlara da aynı biçimde uygulanmalıdır. Çünkü fail için ayrı, çalıştıran için ayrı zamanaşımı düşünülemez.”[51]
Gerçekten, B.K. 60/2.maddesinin uygulanmasına ve TCK.102.maddesindeki sürelere ilişkin Yargıtay’ın yerleşik kararları gözden geçirildiğinde, tazminat davalarına uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanabilmesi için “Ceza davası açılmış ve mahkumiyet kararı verilmiş olması koşulu aranmayıp, yalnızca haksız eylemin s u ç n i t e l i ğ i taşıması yeterli görülmüştür.[52]
TCK. 465. maddesinin uygulanmasında 102. maddedeki dava açma ( ceza davası zamanaşımı) süreleri gözönünde bulundurulmak gerekeceğine göre, bu sürelerin haksız eylemi işleyen çalışanlara ayrı, çalıştırılanlara ayrı uygulanması Yargıtay kararları arasında çelişki oluşturmaktadır.
Öte yandan karşıoy yazılarında belirtildiği gibi :
“Tam ve eksik teselsülü düzenleyen B.K.50 ve 51. maddeleri, birlikte zarara neden olanların aralarındaki sorumluluk durumları ile rücu gibi genel nitelikle hukuksal sorunlarla ilgili olup, özel bir hüküm olan TCK.465. maddesi ile bağlantısı yoktur. Özel nitelikli hükümlerin, genel hükümlerden önce uygulanacağı bilinen bir olgudur.
Tüm bu durumlar birlikte değerlendirildiğinde, TCK. 465. maddesindeki özel düzenleme nedeniyle aynı yasanın 455 ve 459. maddelerinde yazılı cürümlerden dolayı hükmedilecek tazminattan ötürü fail ile birlikte çalıştıranlar da malca sorumlu kabul edilmiş olduklarından, uzamış zamanaşımının çalıştıran ve çalıştırılanlara aynı biçimde uygulanması yasa yapıcının amacına uygun düşecektir.” [53]
c) Hak aramada temel sorun “zaman” unsuru olmasına karşın, öğretide bu tür konulara yeterince eğilinmediği ve önemsenmediği kanısındayız. Buna karşılık uygulamadan gelen ve gereksinmeleri iyi bilen yazarlar, çözüm arayışlarına güç katmaktadırlar.Bunlardan birinin TCK. 465. maddesine ilişkin görüşleri şöyledir:
TCK. 455 ve 459’da yazılı suçlardan dolayı zarar görenin, bu yasa hükümleriyle sınırlı olarak malca sorumlu hakkında BK. m.60/2’deki uzamış zamanaşımından yararlanabilmesine ilişkin çözüm benimsenmeli; TCK. m.102’de yer alan kamu davasının yıllanma sürelerinin başlangıcı gününden işleyen uzamış ceza zamanaşımı içinde, zarar gören, çalışma yardımcısı (haksız eylemi işleyen çalıştırılan) hakkındaki ceza davasına katılmasa ya da ceza mahkemesince karar verilmiş olsa bile, hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilmeli ve böylece sorun uzamış ceza zamanaşımına göre çözüme bağlanmalıdır.[54]
d) Gene, uygulamadaki zorlukları yakından gözlemleyen ve toplumun beklentilerini iyi bilen Yargıtay’ın iki Sayın Üyesinin, Hukuk Genel Kurulu’nun 27.6.2001 gün, 4-472 E. 547 K. sayılı kararına koydukları “Karşıoy” açıklamalarındaki görüşlerini, son derece önemli, açık ve anlaşılır bulduğumuz için aynen aşağıya aktarıyoruz[55] :
“Zamanaşımı alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edebilme niteliğinden yoksun kalmaktır. Hakkın özü ve esası devam etmekle birlikte talep hakkı ortadan kalkmaktadır.
Zamanaşımı gerçekleşmiş olsa dahi, borçlunun serbest iradesi ile borcunu eda etmesi hallerinde bu geçerli bir ödeme niteliğindedir. Haksız fiillerle ilgili zamanaşımı süreleri BK.nun 60. maddesinde düzenlenmiştir.
Anılan maddenin ilk fıkrasına göre zarar ve failin öğrenme tarihinden itibaren bir yıl içinde ve her halükarda on yıl içinde dava açılması gerekir. Aynı maddenin ikinci fıkrasına göre ise haksız fiil aynı zamanda suç niteliğinde ve ceza kanunlarında dava açma süresi daha uzun ise tazminat davasında o zamanaşımı uygulanacaktır.
Bu kısa açıklamadan sonra somut olayın irdelenmesine gelince; uzamış zamanaşımı çalıştıranlar için de uygulanır mı? Uygulanmaz mı? Uygulanıyorsa , hangi hallerde uygulanır. Uzamış (Ceza) zamanaşımı ilke olarak fail hakkında uygulanır. Özel hüküm olmadıkça çalıştıranlar hakkında uygulanmaz. Örneğin Trafik Yasasının 109. maddesine göre aracın işleteni durumunda olan ve aynı zamanda çalıştıran niteliğini taşıyan hakkında uzamış zamanaşımı uygulanır, bu doğrultuda TCK.nun 465. maddesinde özel bir düzenleme yapılmıştır, bu madde uyarınca bir kimsenin veya şirketin hizmetinde bulunanlar tarafından vazife ve hizmet sırasında işlenen TCK. 455 ve 459. maddelerinde yazılı cürümlerden dolayı hükmedilecek tazminatlardan o kimse veya şirket malen sorumlu olup sorumluluk hukuku ile ilgili bir düzenlemenin ceza yasasında yer almış olmasının özel bir anlam ve amacının olması icap eder. Bu maddede çalıştıranların sorumluluğu sınırlı tutulmuştur. Sadece TCK.nun 455. ve 459. maddelerinde yazılı cürümlerden ötürü zarar görenlerin fail ile birlikte çalıştıranlar hakkında tazminat isteme haklarının mevcut olduğu kabul edilmiştir.
Bu özel hüküm nedeniyle, zarar görenlerin mağdur olmamaları için uzamış zamanaşımının hem çalışanlar ve hem de çalıştıranlar için uygulanması gerekir. Bu düzenleme ceza yasası içinde yer aldığına göre, fail için ayrı, çalıştıran için ayrı zamanaşımı süreleri düşünülemez. Sayın çoğunluğun görüşüne göre, zarar gören şayet ceza davasında müdahil olmuş ise bu takdirde ceza davasının kararlanmasına kadar tazminat isteminde bulunabilir. Ceza davasının bitiminden sonra artık kişisel hak isteminde bulunamaz. Ancak haksız fiil aynı zamanda bir suç niteliğinde olmasına rağmen her nasılsa ceza davası açılmamış olması hallerinde çalışanlar hakkında uzamış zamanaşımı sürelerinin uygulanacağı kabul edilmektedir. Bu bir çelişki değil midir? Tam ve eksik teselsülü düzenleyen BK.nun 50. ve 51. maddeleri; birlikte zarar ika edenlerin aralarındaki sorumluluk durumları ile rücu gibi genel nitelikli hukuksal sorunlarla ilgili olup özel bir hüküm olan TCK. 465. maddesi ile bağlantısı yoktur. Özel nitelikli hükümlerin, genel hükümlerden önce uygulanacağı bilinen bir olgudur.
Sanık hakkında açılan ceza davasında zarar görenin müdahale hakkı bulunduğu gibi, burada kişisel hak isteminde de bulunabilir. Ancak ceza mahkemelerinde müdahale yolu ile maddi tazminata ilişkin talepler için genellikle hukuk mahkemesine başvurmakta muhtariyetine biçiminde karar verilmektedir. Bu gibi durumlarda ceza mahkemesi kesinleştikten sonra ancak hukuk mahkemesine başvurulabilir. O halde ceza davası sonuçlanmış olmasına rağmen açıklanan nedenlerden ötürü kişisel hakların sağlanması zımnında hukuk mahkemesinde dava açma olanağı vardır. Uygulama bu doğrultuda olduğuna göre, uzamış zamanaşımın çalıştıranlara da uygulanacağı sonucuna varılmaktadır.
Tüm bu durumlar birlikte değerlendirildiğinde TCK. 465. maddesindeki özel düzenleme nedeniyle aynı Yasanın 455 ve 459. maddesinde yazılı cürümlerden dolayı hükmedilecek tazminattan ötürü fail ile birlikte çalıştıranlar da malen sorumlu oldukları kabul edilmiş olduğundan uzamış zamanaşımı da yine aynı şekilde çalıştıranlara da uygulanması yasa yapıcının amacına uygun düşmektedir.”

IV- TÜZEL KİŞİLERİN ORGANLARININ HAKSIZ EYLEMLERİNE
CEZA ZAMANAŞIMININ UYGULANMASI
1- Yasa hükmü :
Eski Medeni Kanunun 48. ve Yeni Medeni Kanunun 50. maddesi 1.fıkrasına göre : “Tüzel kişinin iradesi organları aracılığıyla açıklanır.” maddenin 3. fıkrasına göre de “Organlar, kusurlarından dolayı ayrıca kişisel olarak sorumludurlar.” [56]
2- Tüzel kişi ve organ kavramı :
Tüzel kişilerde organ, tüzel kişinin işlevlerini, yasaya ve tüzel kişinin ana sözleşmesine veya tüzüğüne göre, bağımsız olarak yerine getirmek üzere seçilen veya kendisine bu işlevleri bağımsız olarak yerine getirme yetkisi, dışardan belli olacak biçimde, verilen kişi ya da kişilerdir.[57]
Tüzel kişiler, yalnızca yürütme organları aracılığı ile değil, organları tarafından seçilen ve görev verilen “yardımcı kişiler” aracılığı ile de işlerini görürler.[58] Hizmet sözleşmesiyle dahi çalışsa tüzel kişinin organını oluşturan kişiler, özel sorumluluk hükmüne bağlı olup, haklarında B.K. 55.maddesi değil MK. 48. (YMK.50) maddesi uygulanır.[59]
Tüzel kişinin işlerini gören kişinin “yardımcı kişi” mi, yoksa “organ” mı olduğunun saptanması, haksız eylemler yönünden önemlidir. Çünkü tüzel kişi, organlarının işlem ve eylemlerinden M.K. (eski 48 ve yeni 50.) maddesi uyarınca sorumu olurken, yardımcı kişilerin eylemlerine (duruma göre) B.K. 55 veya 100. maddesi uygulanır.
Özel hukuk hükümlerine göre yönetilen kamu tüzel kişileri de, üçüncü kişilere karşı, özel hukuk tüzel kişisi gibi “organ” durumunda olan görevlilerinin haksız eylemlerinden dolayı M.K. 48.(50.) maddesi uyarınca ve yardımcı kişi niteliğindeki görevlilerin eylemlerinden dolayı da B.K. 55. veya 100. maddeleri uyarınca sorumlu olurlar.[60]
3- Tüzel kişi ve kusur :
Tüzel kişilerde kusur, eylemi işleyen organlarda aranır. Organın eylemi, tüzel kişinin eylemi sayılır. Çünkü organ,tüzel kişinin yaşam içinde varoluşunu ve eylemli olarak hukuk alanına katılmasını sağlayan kişi veya kişilerdir. Tüzel kişi, organın görevi sırasında işlediği haksız eylemlerden sorumlu tutulmuştur.
Tüzel kişiler, organlarının bütün eylemlerinden, özellikle zararlandırıcı eylemlerinden sorumludurlar. Bu sorumluluktan sıyrılmak için kurtuluş kanıtından yararlanamazlar. Her ne kadar yasa bu yönü açıkça belirtmiyorsa da, organın, kendi görev ve yetkilerini kullanırken bu yönde davrandığı varsayılır. Tüzel kişilerin sorumluluğu şu düşünceye dayanır: Organın eylemi (sözlük anlamında ehliyeti bulunmayan) tüzel kişinin eylemi demektir. Öyleyse tüzel kişi, organlarının eylemleri genel ilkelere göre B.K. m.41 ve sonraki maddeleri anlamında haksız bir eylem veya suç oluşturması ve özellikle zararlandırıcı sonuç doğurması durumunda, organlarının eylemlerinden dolayı sorumlu olur.[61]
Yasanın (48/50) 3.fıkrasına göre “Organlar, kusurlarından dolayı ayrıca kişisel olarak sorumludurlar.”
4- Tüzel kişinin organlarına BK. m. 60/2’deki uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanması :
Yargıtay’ın yıllardan beri süregelen görüşleri, tüzel kişiye ve organlarına uzamış (ceza) zamanaşımının uygulanmayacağı yönünde idi.[62] Ancak son dönemde bu görüşler değişmiştir. Örneğin, Yargıtay 11.Hukuk Dairesi’nin 25.2.2000 gün 417-3789 sayılı ve 17.11.2000 gün 8885-9015 sayılı kararlarında : “Tüzel kişilerin organlarının işledikleri haksız fiil aynı zamanda suç oluşturuyorsa ceza zamanaşımı süresi tüzel kişiye karşı açılan tazminat davasında da uygulanır.” denilmiştir.[63]
Öğretide de kimi görüşler bu yöndedir. Buna göre “Tüzel kişilerin organlarının işledikleri haksız eylem, aynı zamanda suç oluşturuyorsa, ceza zamanaşımı süresi tüzel kişiye karşı açılan tazminat davasında da uygulama alanı bulur. Çünkü organların eylemi, tüzel kişileri doğrudan doğruya tazmin yükümlüsü yapar.”[64]
İsviçre Federal Mahkemesinin 8.4.1986 tarihli bir kararında, tüzel kişi organının işlediği suç oluşturan haksız eylem nedeniyle tüzel kişiye karşı açılacak tazminat davalarının da daha uzun süreli ceza zamanaşımı süresine tabi olacağı, zira tüzel kişinin bir parçası olan organın eyleminin doğrudan tüzel kişinin eylemi sayılacağı İsviçre MK. m.54 ve 55’deki gibi başkası için bir eylemin varlığından söz edilemeyeceği ve bu sonucun İsviçre hukukundaki organ kavramına uygun düşeceği açıkça vurgulanmıştır.[65]

YEDİNCİ BÖLÜM
CEZA ZAMANAŞIMININ BAŞLAMASI, KESİLMESİ VE SONA ERMESİ

I- GENEL OLARAK :
Öğretide ve Yargıtay kararlarında benimsenen görüşler, B.K. 60/2’deki uzamış (ceza) davası zamanaşımının süresi ve başlangıç noktası bakımından Ceza Kanunu hükümlerine; işlemesi, kesilmesi ve durması bakımlarından ise Borçlar Kanunu hükümlerine bağlı olacağı yönündedir. B.K. 60/2’nin amacını ve ortaya çıkış nedenlerini temel alan yorumlara göre, eğer zamanaşımının kesilme ve durma nedenleri bakımından Ceza Kanunu hükümlerine bağlı olunursa, haksız eylemden zarar görenlere, ceza davası zamanaşımının bir kesilme nedeni olan ceza davasını açmak ve onu izlemek külfetini yüklemiş oluruz. Oysa, ceza zamanaşımının uygulanması için eylemin suç niteliği taşıması yeterli olup, ayrıca ceza kovuşturması yapılmış olması gerekmez. Bu nedenle, açılmış olan ceza davası, hukuk davası zamanaşımını kesmez. Buna karşılık, ceza davasına yöntemince katılma ve kişisel hak (tazminat) isteme, hukuk davası zamanaşımını keser.[66]
Yargıtay’ın çeşitli kararlarında açıklandığı üzere :”Borçlar Yasasının 60. maddesinin 2. fıkrası uyarınca cezayı gerektiren haksız eylemlere ceza zamanaşımının uygulanması gerekir ise de, yasanın bu hükmü yalnız s ü r e konusuna ilişkin olup, zamanaşımını kesen nedenleri kapsamaz. Zamanaşımını kesme konusunda yine Borçlar Yasasının 133,134,135. maddelerinin uygulanması gerekir.[67]
BK. 60/2’deki zamanaşımının “süre” yönünden ceza yasası hükümlerine bağlı olmasına karşın bir “hukuk kurumu” olduğuna ve zamanaşımını kesen nedenler yönünden ceza yasası hükümlerinin değil, B.K. m.132-137 hükümlerinin uygulanacağı görüşüne katılmakla birlikte, TCK. 104. maddesinin ayrık tutulacağı; her ne kadar 104. madde metninde zamanaşımının işlemesi ve kesilmesinden sözedilmiş ise de, maddenin “süre” açısından değerlendirilmesi gerekeceği kanısındayız. Çünkü, 104. maddeye göre, zamanaşımı süreleri, “sanığın aranması, yakalanması, tutuklanması, sorguya çekilmesi, son tahkikatın açılması” gibi işlemlerin uzaması durumunda, 102. maddedeki sürelerin yarısının eklenmesiyle artırılabilecek; böylece Devletin suçlu hakkında ceza davası açma ve bu davayı sürdürme hakkı, örneğin 5 yıl iken 7,5 yıl, 10 yıl iken 15 yıl olabilecektir. Bu süre artırımlarını, zamanaşımının işlemesi ve kesilmesi kavramlarıyla karıştırmak ve hukuk mahkemesinde bu süreleri dikkate almamak yanlış olur. Çünkü Yargıtay’ın 7.12.1955 gün 17/26 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararındaki : “Ceza davası devam ettiği sürece, zarar gören, ceza mahkemesinden tazminat isteyebileceğine göre, haksız eylemin Devlet tarafından izlenmesi olanağı bulundukça, hukuk mahkemesindeki tazminat davasını kabul etmemenin anlamsız olacağı” görüşü karşısında, TCK. 104. maddesine göre yapılacak yarı artırımlı sürelerden zarar görenin yararlandırılması doğru ve yerinde bir uygulama olacaktır.[68]

II- CEZA ZAMANAŞIMININ BAŞLANGICI :
Öğretide ve Yargıtay kararlarında B.K. 60/2’deki ceza zamanaşımının başlangıcı konusunda şöyle denilmektedir : Ceza zamanaşımının başlangıcı TCK. m.103 gereğince saptanmalı ve “eylemin işlendiği gün” olmalıdır. B.K. m.60/1’deki “zararı ve sorumluyu öğrenme” günü başlangıç alınamaz. Çünkü ceza davası zamanaşımı, suç sayılır eylemin işlendiği günden işlemeye başlar. Öte yandan, suç tarihi değil de, zararı ve sorumluyu “öğrenme” günü başlangıç alınırsa, ceza davası zamanaşımı dolduktan sonra, hukuk davasında bu süreden yararlanılamaması gibi ters bir durum ortaya çıkar ve bu durum BK. m. 60/2’nin amacına aykırı düşer. Bu nedenlerle, ceza zamanaşımını TCK. m.103 uyarınca “olay gününden” veya “eylemin tamamlandığı günden” başlatmak bir zorunluktur.[69]
TCK. 103.madde metni şöyledir : “Zamanaşımının başlangıcı, tamamıyla işlenmiş suç ve kabahatler hakkında, eylem gününden ve teşebbüs olunan veya tamamlanamayan suçlar hakkında son eylemin işlendiği tarihten, süregelen ve zincirleme suçlar hakkında dahi süregelmenin ve zincirleme eylemlerin bittiği günden başlar.”[70]

III- CEZA ZAMANAŞIMININ KESİLMESİ :
Yukarda da belirttiğimiz gibi, BK. m.60/2’deki zamanaşımı tamamen hukuka ait bir kurum olup, zamanaşımını durduran ve kesen nedenler yönünden BK. 132-137 hükümleri uygulanır. Buna göre, zamanaşımını kesen nedenler şöyle sıralanabilir :
1. Hukuk mahkemesinde dava açılması :
Tazminat davasında istenen miktarla sınırlı olarak zamanaşımı kesilir; böylece kesilmiş olan zamanaşımı, her iki tarafın yargılamayla ilgili her işleminden ve hakimin her kararından sonra yeniden işlemeye başlar. (BK. m. 136/1)
Kısmi davanın tespite ilişkin bölümü için zamanaşımının kesilmeyeceği, ilerde tespite ilişkin bölüm için ek dava açıldığı ya da (yeni uygulamada) ıslah yoluna başvurulduğu sırada, zamanaşımı süresi dolmuş ise, davalının zamanaşımı savunması yapabileceği ve bunun sonucu tespite ilişkin bölüm hakkında ret kararı verileceği görüşlerinin, HMUK. 87/son maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından iptalinden sonra “ıslah uygulaması” yönünden değiştirilmesi gerekeceği kanısındayız. Çünkü, bize göre, süregelen davada “ıslah” yoluyla dava değerinin artırılması yeni bir dava, yeni bir istek değildir; BK. m.42 çerçevesinde zararın ve kapsamının belli olmasından sonra bir “harç tamamlama” işlemidir. Bu nedenle, başlangıçtaki davanın bir usul işlemi olan ıslah (ya da harç tamamlama) işlemi sırasında, zamanaşımı definde bulunulamaması ve zamanaşımının ilk dava dilekçesi ile (zararın tümü için) kesildiğinin kabulü gerekir.[71]
2. Ceza mahkemesinde tazminat istenmesi :
Uygulamada pek başvurulmamakla birlikte, kimi zaman ceza davasına katılınıp maddi ve manevi tazminat istenebilmektedir. Böyle bir yola başvurulduğunda da “istek tutarı” ile sınırlı olarak zamanaşımı kesilecektir. Genellikle Ceza mahkemeleri tazminat konusunda bir karar vermemekte ve zarar görenin hukuk mahkemesine başvurabileceğini belirtmekle yetinmektedirler.
Ceza davasının mahkumiyetle sonuçlanması veya kanıt yetersizliğinden aklama kararı verilmesi durumunda, zarar gören, hukuk mahkemesinde açacağı tazminat davasında, uzamış (ceza) zamanaşımından yararlanabilecektir.
3. Ceza davasının zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılması durumu :
Ceza davasının, zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılması durumunda, hukuk mahkemesinde açılacak tazminat davasının bağlı olacağı zamanaşımı süresi, iki ayrı duruma göre, şöyle olacaktır :
a) Eğer zarar gören, ceza davasına katılmamış veya katılıp da kişisel hak (tazminat) istememiş ise, süresi dolmuş olan ceza davası zamanaşımından yararlanması artık olanaksızdır. Böyle bir durumda, olay doğrudan haksız eylem ise B.K. m.60/1’deki bir yıllık süre, trafik kazası ise KTK. m. 109/1’deki iki yıllık süre sözkonusu olacak ve bu süreler “zararı ve tazminat sorumlularını öğrenme” gününden işlemeye başlayacaktır. Veya işlemeye başlamış olup da süreler dolmuş ise, zarar gören (davacı), davalının zamanaşımı savunmasıyla hak kaybına uğrayacaktır.
b) Eğer zarar gören, kişisel hak istemiyle ceza davasına katılmış ve bu dava zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmış ise, ceza hakiminin buna ilişkin kararı ile kesilen zamanaşımı yeniden işlemeye başlayacağından, (örneğin beş yıllık veya on yıllık) ceza zamanaşımı süreleri içerisinde hukuk mahkemesinde tazminat davası açılabilecektir. [72]
4. Zincirleme sorumlulukta zamanaşımının kesilmesi :
a) Kavramlar ve yasa hükümleri :
Birden çok kimseler birlikte ve ortaklaşa kusurlarıyla bir zarara neden olurlarsa, zarar görene karşı sorumlulukları, tek hukuksal nedene dayanır ve tam zincirleme sorumlu olurlar. (BK. m.50) Zarar gören, zararının tümünü zincirleme sorumluların yalnız birinden isteyebileceği gibi, hepsine karşı açacağı tek dava ile de isteyebilir. (BK.m.142)[73]
Birden çok kimseler, ortaklaşa kusurlarıyla değil de, değişik nedenlerle, aynı yasa veya değişik yasa hükümlerine göre sorumlu olurlarsa, buna da eksik zincirleme sorumluluk adı verilir. (BK. m.51) Burada da zarar gören, BK. 142. maddesi hükmünden yararlanarak, zincirleme borçluların birinden veya hepsinden zararın tamamını isteyebilir. Ancak, yasanın 141. maddesine göre, eksik zincirleme sorumlulukta (m.51), tam zincirleme sorumluluktan farklı olarak (m.50), zarar gören, zincirleme ödetme isteğinden yararlanmakta özgür kılınmış olup, onun bu hakkı kullanmaması durumunda, yargıcın bunu doğrudan gözönüne alarak zincirleme sorumluluk kurallarını uygulama olanak ve yetkisi bulunmamaktadır. (HMUK.m.74)
Tam zincirleme sorumlulukta, birden çok kişilerin ortak “kusurlu” eylemleri söz konusudur. Örneğin,iki aracın çarpışması olayında sürücülerin sorumlulukları aynı nedenlere ve aynı hukuksal temellere dayanır. (m.50)[74]
Eksik zincirleme sorumlulukta ise, adam kullananın sorumluluğu ile çalıştırdığı kişinin haksız eyleminden dolayı sorumluluğu, farklı nedenlere ve ayrı hukuksal temellere dayanır. (m.51)
Adam kullananın “eksik zincirleme” sorumluluğunun ayrığı, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu olup, işleten ve diğerleri için “tam zincirleme sorumluluk” kuralı benimsenmiştir.[75] Yasanın 85/son maddesine göre “işleten, sürücü ve yardımcılarının kusurundan kendi kusuru gibi sorumlu” olup, 88. madde nedeniyle dayanışmalı sorumlular arasında sigortacı da yer almış, yasanın çeşitli maddelerinde motorlu araçlarla ilişkilendirilenlerin tümü “işleten” sayılmış; zamanaşımı ile ilgili 109. maddenin 3. fıkrasında “Zamanaşımı tazminat yükümlüsüne karşı kesilirse, sigortacıya karşı da kesilmiş olacağı gibi, sigortacı bakımından kesilen zamanaşımı, tazminat yükümlüsü bakımından da kesilmiş sayılır.” denilmiştir.[76]
b) Zincirleme kazalar :
Zincirleme sorumlular ile zincirleme kazalar karıştırılmamalıdır. Çünkü, zincirleme kazalarda, her kaza, kendi içinde değerlendirilir. Buna göre, bir önceki kaza, bir sonraki kaza ile ilişkilendirilmekle birlikte, her iki kazayı yapanların sorumlulukları “ortaklaşa ve zincirleme” değildir.[77]
c) Tam zincirleme sorumlulukta zamanaşımının kesilmesi :
Tam zincirleme borçlulardan birine karşı kesilen zamanaşımı, diğerleri bakımından da kesilmiş olur. (BK. m.134/I) [78]
d) Eksik zincirleme sorumlulukta zamanaşımının kesilmesi :
Adam kullanan hakkında B.K. m.134 uygulanmaz. Çünkü, zincirleme borçlulardan biri hakkında kesilen zamanaşımının diğerleri hakkında da kesileceğine ilişkin hüküm, BK.50. maddesinin düzenlediği tam zincirleme sorumluluk için sözkonusu olup, eksik zincirleme sorumlulukta (m.51) uygulanmaz. Başka bir deyişle, haksız eylemi işleyen hakkında kesilen zamanaşımı, onu çalıştıran (adam kullanan) kişiyi etkilemez.[79]
e) Trafik kazalarıyla ilgili davalarda, zamanaşımı, tüm sorumlular hakkında kesilir :
Genel olarak BK.55’deki adam kullananlardan farklı olarak, 2918 sayılı KTK.nun 85/son, 88. ve çeşitli maddeleri ile zamanaşımı hakkındaki 109. maddenin 3.fıkrasına göre, işletenler ile sigortacının sürücü ile birlikte “tam zincirleme sorumlu” sayıldıklarını, bunlardan biri hakkında kesilen zamanaşımının tümü hakkında da kesilmiş olacağını yukarda belirtmiştik.
f) TCK. 465. maddesi yönünden zamanaşımının kesilmesi :
Bu konuda Yargıtay’ın henüz değişmeyen görüşleri, zarar görenin uzamış ceza zamanaşımından yararlanabilmesi için, ceza davası sürerken katılma yoluyla tazminat istemesi veya ceza davası sonuçlanıncaya kadar geçecek süre içerisinde hukuk mahkemesinde ayrı bir dava açması gerektiği biçimindedir. Ceza davası sonuçlanmış ise, bu görüşe göre, artık zarar gören uzamış zamanaşımından yararlanamayacaktır.
Bizim de katıldığımız karşıoylara göre, zarar görenin uzamış ceza zamanaşımından yararlanabilmesi için haksız eylemin suç niteliği taşıması yeterli olup, ayrıca ceza kovuşturması yapılması ve hükümlülük kararı verilmiş bulunması gerekmez. Öte yandan TCK. 465. maddesindeki özel düzenleme nedeniyle, eylemi işleyen (çalışan) ile birlikte onu çalıştıran dayanışmalı sorumludur. Eylemi işleyen için ayrı, çalıştıran için ayrı zamanaşımı süreleri 465. maddenin anlam ve amacına aykırıdır. Bu nedenlerle, eylemi işleyen hakkındaki zamanaşımı süresi, bu sürenin işleyişi ve kesilmesi aynen çalıştıran için de geçerli olmak gerekir.
SONUÇ
Birçok ülkede çağın gereksinimleri düşünülerek alabildiğine artırılan haksız eylemlerde zamanaşımı süresinin bizde hâlâ bir yıl oluşu; bu yetmezmiş gibi yargının çok ağır işlemesi nedeniyle, bir yılda davaların bitirilmesi şöyle dursun, doğru dürüst bir ilerleme bile sağlanamaması karşısında, uzamış(ceza) zamanaşımı, haksız eylemden zarar görenlere bir cankurtaran simidi olmaktadır. Ancak ne var ki, Borçlar Yasası 60/2. maddesi, daha çok ekonomik durumu ve ödeme gücü zayıf (haksız eylemi işleyen) kişilere uygulanabilmekte; malca sorumlu varlıklılar (adam kullananlar) yönünden koşullar son derece sınırlı tutulmaktadır.
Uzamış (ceza) zamanaşımının malca sorumlulara uygulandığı iki alandan biri 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu, öteki Türk Ceza Kanunu 465. maddesidir.
Trafik Yasasına göre, işletenler ve sigortacı, sürücü ve yardımcıları gibi sorumlu sayıldıklarından, tümü hakkında uzamış ceza zamanaşımı sınırsız ve hemen hemen koşulsuz uygulanabilmektedir.
Buna karşılık TCK. 465. maddesindeki malca sorumlulara ceza zamanaşımının uygulanması, Yargıtay’ın katı ve kısıtlayıcı görüşleri yüzünden ceza davası süresi ile sınırlandırılmaktadır. Oysa, yukarda değindiğimiz gibi, çağın gereklerine uyulmalı, bir çok ülkede otuz yıla kadar artırılan zamanaşımı sürelerine bakılarak yorumlar yumuşatılmalı, uygulama alanları genişletilmeli, dahası bir çok konuda yasa boşluklarından yararlanılıp sürelerin artırılması yönünde çözümler üretilmelidir,diyoruz.
Elbette kesin çözüm, bir çok hükümleri eskimiş ve çağın gerisinde kalmış Borçlar Yasasının yeniden düzenlenmesidir. Özellikle haksız eylemlerde zamanaşımı süresi (en azından ve hiç olmazsa) on yıla çıkarıldığında, bu uzun yazıya gerek kalmayacak; ayrıntıları öğrenmek ve anlamaya çalışmak sıkıntısından kurtulunmuş olunacaktır.
DİPNOTLAR
________________________________________
[1] Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararları Hukuk Bölümü, Cilt :IV, sf.654 – Ö. Faruk Karacabey, Haksız Fiillerde Zamanaşımı, Yargıtay Dergisi, 1979, sayı :1,sf.87 – Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku,1993,sf.722 – F.Eren, Borçlar Hukuku,1998, C.I.,sf.827 – K.Tunçomağ, Borçlar H.,1972,sf.321 – Yargıtay HGK. 18.11.1981 gün 1979/4-231 E. 744 K. sayılı kararı, YKD.1982/ 6-763 – 4.H.D. 21.5.1992, 3538-6776, YKD.1992/7-1036
[2] Yarg.HGK.18.11.1981 günlü kararı dışında 4. HD. 6.1.1976 gün 75/4858-76/74 sayılı (YKD.1977/2-191), 25.1.1990 gün 89/6101-90/285 sayılı (YKD.1990/4-535), 20.9.1979 gün 4725-9975 sayılı (YKD.1980/8-1082), 8.7.1986 gün 4736-5453 sayılı (YKD.1986/11-1621) kararları.
[3] YKD. 1982/6-763’de yayınlanış biçimine göre, HGK. 18.11.1981 gün 79/4-231 E. 744 K. sayılı kararının özet başlığı 3. bendi-HGK.30.1.1976 gün 74/4-475 E. 76/159 K. ,YKD. 1976/9-1266, 4.HD. 11.10.2001 gün 5007-9346 sayılı kararı, Yargı Dünyası, 2002/2-46.
[4] TCK. 465. maddesindeki “malca sorumlu” kişilere ve şirketlere uygulanacak ceza zamanaşımı konusu aşağıda ilgili bölümlerde ayrıntılı olarak incelenecektir.
[5] Ö.Faruk Karacabey, Haksız Fiillerde Zamanaşımı, Yargıtay Dergisi, 1979, sayı:1, sf.87 – Erhan Günay, Dava ve Ceza Zamanaşımı, 1998, sf. 26-30 – Yargıtay İçt. Bir. Kararları, Yargıtay Yayını, Ceza Bölümü, C.II,sf.194-210
[6] Yarg.4.HD.1.11.2001 gün 5890-10660 sayılı ve 8.2.2001 gün 10138-1232 sayılı kararlarında, ceza davası zamanaşımının başlangıç tarihinin T.C.K. 103.maddesi uyarınca olayın gerçekleştiği tarih olacağı açıklanmıştır. (YKD. 2002/2-191 ve Yargı Dünyası 2001/9-66)
[7] Karacabey,a.g.m.,sf. 87 –Karahasan a.g.e.,sf.471
[8] Y.HGK. 18.11.1981 gün1979/4-231 E. 1981/744 K. sayılı (YKD.1982/6-763), 4.HD. 6.1.1976 gün 75/4858-76/74 sayılı (YKD.1977/2-190), 4.HD.20.9.1979 gün 4725-9975 sayılı (YKD.1980/8-1082), 4.HD. 8.7.1986 gün 4736-5453 sayılı (YKD.1986/11-1621), 4.HD. 25.1.1990 gün 89/6101-90/285 sayılı (YKD.1990/4-535) kararlarına göre :”Ceza zamanaşımının uygulanabilmesi için haksız eylemin sadece suç niteliğinde bulunması yeterlidir. Eylemi işleyen hakkında kamu davasının açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli olmadığı gibi, sanığın mahkumiyet kararından sonra ölmüş olması hali de buna engel değildir.”
[9] Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,a.g.e.,sf.722-724; Y.HGK. 18.11.1981 gün 1979/4-231 E. 1981/744 K. göre: “Hukuk hakimi, ceza tertibine ilişkin olarak ceza hakimince verilen ve suçun işlendiğini ya da işlenmediğini kesinlikle tesbit eden bir hüküm varsa, bununla bağlıdır. (B.K. m.53) Ancak, ceza hakimi eylemin suç olup olmadığı üzerinde durmaksızın delil yetersizliği nedeniyle beraat kararı vermiş olursa, hukuk hakimi bununla bağlı olmayarak haksız eylemin suç niteliğini taşıyıp taşımadığını araştırır.” (YKD.1982/6-763)
[10] Y.4. H.D. 20.9.1979 gün E. 1979/4725,K. 1979/9975 sayılı kararından: “…tazminat davasına neden olan haksız eylemin faili hakkında ceza kovuşturması yapılmamış ise, B.K.nun 60. maddesine göre zamanaşımı meselesini inceleyen hukuk hakiminin, haksız eylemin gerçekten cezayı gerektirir nitelikte olup olmadığını, cezayı gerektiriyorsa, eylemin ceza hukuku bakımından daha uzun zamanaşımına tabi kılınıp kılınmadığını araştırması ve eylem daha uzun zamanaşımına tabi kılınmışsa bu uzamış ceza zamanaşımı süresini uygulaması gerekir.” (YKD.1980/8-1084) – Y.4.HD. 11.5.1973 gün E. 1972/7158, K. 5969 sayılı kararından :” …Haksız eylemin suç niteliğini taşıdığı takdirde hukuk hakiminin ceza hakimi kadar sınırsız yetkiye sahip olduğu Hukuk Genel Kurulunun 25.11.1964 gün ve 1021/677 sayılı kararında belirtildiği gibi, dairemizin yerleşmiş uygulaması da bu yoldadır.”(İst.Bar.Der. 1973, sayı :7-8,sf.832) – HGK.18.11.1981 gün 1979/4-231 E. 1981/744 sayılı kararının YKD. 1982/6’daki yayınlanmış biçimine göre sayfa:766, ilk paragraf, son cümle :”Bunun gibi ortada böyle bir hükmün bulunmaması halinde de hukuk hakimi, cezai sorumluluğu gerektiren bir eylemin işlenmiş olup olmadığını serbestçe inceleyip takdir eder ve olaya uygulanacak zamanaşımını belirler.” – Y.4.HD. 11.10.2001 gün 5007/9346 sayılı kararından: “Davalı her ne kadar ceza yargılamasında beraat etmişse de, B.K. nun 53. maddesindeki düzenleme itibariyle, kanıt yetersizliğine dayanan beraat kararı hukuk hakimini bağlamaz. Mevcut deliller ile birlikte serbestçe değerlendirmek suretiyle farklı sonuca ulaşabilir. (Yargı Dünyası, 2002/2-46)- 4. HD. 6.1.1976, 75/4858-76/74 (YKD.1977/2-190) Cezayı gerektiren haksız eylemden dolayı kamu davasının hiç açılmamış olması veya C. Savcılığınca takipsizlik kararı verilmesi; 4.HD. 20.9.1979,4725-9975 ( YKD.1980/8-1082) Takibi şikayete bağlı suçlarda şikayet süresinin geçirilmiş olması nedeniyle ceza davası açılamaması; 11.HD.2.4.1997,98/8330-99/3098 (Yargı Dünyası,1999/10-82)-4.HD. 25.10.1990,89/12558-7848 (Yasa 1990/12-689) Suçun öğelerinin eksikliği yüzünden beraat kararı verilmiş olması; 4.HD.19.10.1998,4220-7898 (YKD.1999/2-173) Suç kastı bulunmadığı gerekçesiyle verilen beraat kararı verilmesi; 4.HD. 17.11.1988, 6907-9827 (Uygur,sf.976) Ceza ehliyeti bulunmaması nedeniyle beraat kararı verilmesi durumunda hukuk hakiminin inceleme ve değerlendirme yetkisi çerçevesinde uzamış (ceza) zamanaşımı uygulanacaktır.
[11] Ö. Faruk Karacabey, Yargıtay Dergisi,1979,sayı:1’deki inceleme yazısı.sf.88 ve dip not 27’deki kaynaklar :
Belgesay, Kanunlarımızdaki Müddetler,1946,sf.31-K. Tahir Gürsoy, Haksız Fiilden Doğan Talep Hakkı ve Bu Hakkın Diğer Talep Haklarıyla Yarışması, A.Ü.H.F. Der. C.XXXI, 1974, sayı :1-4, sf.163 –A. Kılıçoğlu, Haksız Fiillerden Sorumlulukta Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk İlişkisi, A.Ü.H.F. Der.C.XXIX, 1973,sayı:3-4, sf.211 – F.Arık, Ceza Zamanaşımının Haksız Fiil Zamanaşımına Tesiri, SBF.Der.,1950, sayı:1-4, sf.303- Von Tuhr, Borçlar Hukuku, C.I-2, sf.414-H. Becker, Borçlar Kanunu, Adalet Bak. Yayını,1967, sf.359- H. Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku,1961, sf.362- HGK.16.6.1976 , 75/4 – 797 E. 76/2228 K. – 4. HD.6.1.1976,75/4858 E. 76/74 K. – 2.2.1976, 75/2276 E. 76/1067 K.
[12] Erhan Günay.a.g.e.,sf.96
[13] Aynı konuda 4. HD. 21.5.1980,4356-6805 “Ceza zamanaşımının uygulanması için ceza davasının açılmış olması şart değildir.” (T.Uygur,a.g.e.,sf.977) – 4.HD. 8.7.1986,4736-5453 “Ceza davası zamanaşımının uygulanması için haksız eylemin sadece suç niteliğinde olması yeterlidir. Bu zamanaşımının uygulanabilmesi için eylemi işleyen hakkında ceza davasının açılmış olması veya mahkumiyet kararı verilmiş bulunması gerekli olmadığı gibi, sanığın mahkumiyet kararından sonra ölmüş olması hali de buna engel değildir. (YKD. 1986/11-1621)-HGK.22.2.1984, E. 4-633, K.126 “Haksız eylemin davalı tarafından işlenip işlenmediği üzerinde durulmak ve işlendiğinin anlaşılması halinde cezayı gerektiren bir eylem olup olmadığını incelemek gerekir. Şayet eylem davalı tarafından işlenmiş ve cezayı da gerektirmiş ise bu takdirde davada B.K. nun 60. maddesinin 2. fıkrası hükmünce daha uzun olan ceza yasasının öngörmüş bulunduğu zamanaşımının uygulanması gerektiğinin düşünülmesi gerekir. (Uygur,a.g.e.,sf.977) – 4.HD. 11.11.1999,7534-9756 “Davalının davacı hakkında başka kişilerle de ilişkisi olduğunu ileri sürmesi, madde tayini suretiyle hakaret nitelikli olup, haksız eylem aynı zamanda suç oluşturduğundan Borçlar Kanunu’nun 60/2. maddesi gereğince olayda ceza zamanaşımının uygulanması gerekir. Türk Ceza Kanununda hakaret eylemi beş yıllık zamanaşımına tabi olup, dava konusu olaya zamanaşımının uygulanması için ceza davasının açılmış olması şart değildir. (Yasa H.D. 2000/9-1230,no:543)
[14] F.N. Feyzioğlu, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 1976, C.I.,sf.715-H.Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, 1961, sf.346-HGK.18.11.1981, E. 1979/4-231 K. 1981/744 (YKD. 1982/6-766) – HGK.3.6.1953, E. 4/71, K.77.-4.HD. 20.9.1979, 475-9975 (YKD. 1980/8-1082)- 4.HD. 23.6.1983, 5841-6468, E.Günay, a.g.e., sf.102
[15] 4.HD. 29.5.1997 gün 2257-5785 sayılı kararı.(Yasa HD. 1977/6-758, no:302)- TCK. 111. maddesine göre:Kamu davasının düşmesi, suçtan zarar gören kişinin davadan vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada davacı kişisel haklarını ayrıca saklı tutmamış ise, artık hukuk mahkemesinde dava açamaz ve tazminat isteyemez.”
[16] 4. HD. 6.1.1976 gün E. 1975/4858, K. 1976/74 (YKD.1977/2-190)
[17] Karacabey,a.g.m., sf.84-F.Erem, Ceza Usulü Hukuku,1964, sf. 446-448
[18] 4.HD.17.11.1988 gün 6907-9827 sayılı kararı, T.Uygur, Borçlar ,Kanunu,1990, Cilt:I.,sf.976
[19] 4.HD.19.2.1987 gün 352-1016 sayılı kararı.(Karahasan,a.g.e., sf.1003)
[20] 4. HD. 25.1.1990, E. 1989/6101, K.1990/285 (YKD.1990/4-535)- Ayrıca 4. HD.nin 25.12.1981 gün 11922-13786 sayılı (Karahasan, a.g.e. sf.474), 8.7.1986 gün 4736-5453 sayılı (YKD.1986/11-1621), 24.12.1985 gün 8979-10275 sayılı kararlar. (Yasa HD. 1986/11-1528,no:629)
[21] Yasa H.D. 2000/7-966, no:406
[22] Karar örnekleri O.Kadri Keskin, a.g.e., sf.504-511’den alınmıştır. – T.C.K. 111. maddesi için 18. no.lu dip nota bakınız.
[23] T.Uygur.a.g.e., sf.981
[24] Yar.7.12.1955 gün 17/26 sayılı İçt.Bir. Kararı : “Haksız eylemlerin Af Kanunuyla cezai niteliklerini yitirmeleri durumunda, bu eylemlerden doğan ödence davalarında B.K. 60 md.sinde belirlenen hukuk zamanaşımının uygulanması gerekir.”
[25] Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop,a.g.e. sf.724
[26] YKD.1981/6-767; M.R. Karahasan, a.g.e., sf.494-496
[27] Y.4.HD. 11.12.1978,12356/13942 ve 3.3.1976,5652/2246 sayılı kararları-Karacabey, a.g.e, sf.90
[28] İsmail Doğanay, Hukuk Hakimi Ceza Mahkemesinin Hangi Nevi Kararları ile Bağlıdır.,Yargıtay Dergisi, 1975, sayı :2, sayfa : 21-31
[29] Prof. Dr. B.Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, 2001, Cilt:V, sf.5103-5109
[30] Yargıtay 4. HD. 19.4.1965, 4159-2061, M.R.Karahasan, Tazminat Davaları, 1973, sf.1002-1003
[31] Prof.Dr. B.Kuru, a.g.e., 6. baskı, C.V,2001, sf.5151, Dip not: 111
[32] ( İ. Doğanay, adıgeçen makale, Yargıtay Dergisi, 1975, sayı : 2, sayfa : 31-35)
[33] 4.HD. 19.3.2001 gün 2000/12073 E. 2001/2587 sayılı kararı (YKD.2001/10-1509) – 11. HD.26.11.1984 gün 5785-5810 sayılı kararı (YKD.1985/3-379)- HGK.16.5.1973 gün E. 1970/4-577, K. 427 sayılı kararı (İKİD.1973/2305) – HGK.11.10.1989 gün E. 11/373 K,472 sayılı kararı (Uygur,a.g.e, sf.852) –HGK.11.12.1985 gün E.9/199-1054 (YKD.1987/6-821) – 4..HD. 4.2.1992, 12957/959 (YKD.1992/5-693), 5.10.1987, 4123/7124 (YKD.1987/12-1770), 5.10.1982, 72112/8488 (Uygur,849), 264.1976,7635/4285 (YKD.1977/10-1377)- 11.HD. 26.11.1984, 5785/5810- 13.HD. 31.5.1990,7987/3953 (YKD.1991/4-585)- 2. HD.29.9.1998,7363/9606 (YKD.1989/4-481)
[34] HGK.16.9.1981 gün E. 979/1-131, K. 1981/587 (YKD.1982/1-13)
[35] 4. HD. 27.10.1981 gün 9167-11779 sayılı kararı (Yasa HD. 1981/12-1644,no:439)
[36] T.Uygur,a.g.e.,sf.849-852- Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, a.g.e,sf.711-716 – Karahasan,a.g.e, sf.438 v.d. – K. Oğuzman/T. Öz., Borçlar Hukuku, 2000, sf.530-533- S. Olgaç, Borçlar Hukuku, 1976, C.I.,sf.899-916-V. Tuhr, Borçlar Hukuku, sf.412-K. Tunçomağ, Borçlar Hukuku, C.I.,sf.530.
[37] 4. HD. 12.4.2001 gün 2000/12669-2001/3722 sayılı kararı (YKD.2002/5-705)
[38] 4.HD. 8.7.1982 gün 5856-7022 sayılı kararı (Yasa, 1982/10-1378,no:456)
[39] Başka kararlar için bakınız : HGK. 22.9.1965, 172-319 (İKİD. 1965/10 – 4054) ; HGK. 23.1.1985, 83/10-372 E. 85/21 K. (YKD.1985/9-1286)-4.HD.13.3.1980,1279-3256 (YKD.1982/1-29), 27.10.1981,9167-11779 (Yasa,1971/12-1644, no:439), 12.12.1989, 6461-9571 (Yasa, 1990/8-1155, no:478), 11.11.1999, 9415-9746 (Yasa, 2000/10-1348, no:605) – 11.HD.26.11.1984, 5785-5810 (YKD.1985/3-379)- 15. HD. 20.5.1987, 1532-2279, YKD. 1987/12-1808
[40] 13.HD. 13.1.1986 gün 7196-7158 sayılı kararına göre :”Ceza mahkemesinin beraat kararı, senedin sahtelik sebebiyle hukuk mahkemesince iptaline karar verilmesine engel değildir. Sahtelik hususunda ceza mahkemesinin beraatine dair kararı hukuk mahkemesini bağlamaz. Bu nedenle mahkemenin sahtelik hususunda gerekli soruşturmayı yapması ve delilleri değerlendirmesi gerekir. (YKD. 1987/1-76) – HGK. 19.9.2001 gün E. 2001/13-550, K. 2001/596 sayılı kararına göre de “Ceza mahkemesinin beraat kararı hukuk hakimini bağlamaz. Bu nedenle davalının sahtelik savunmasının her yönüyle incelenmesi ve bilirkişi incelemesi yaptırılması gerekir.” (Yargı Dünyası, 2001/12-10)
[41] M.R. Karahasan, Tazminat Davaları ve Yargılama Usulü, 1996, sf.441-443
[42] Turgut Uygur, Borçlar Kanunu, 1990, Cilt:I, sf.302. Yargıtay HGK. 28.11.2001 gün 2001/11-1103 E. 2001/1084 K. sayılı kararına göre :” Ceza mahkemesi nedensellik bağı yönünden araştırma yapmadan delil yetersizliğinden beraat kararı vermişse, hukuk hakimi nedensellik bağı bulunup bulunmadığını araştırmalıdır. Kararın içeriğine göre :”Somut olayda, Ceza Mahkemesinde sanıkların et pişirmek için ızgara yaktıkları ateşle yangın arasında illiyet bağı yönünden araştırma yapılmadan delil yetersizliğinden beraat kararı verilmesine karşı yerel mahkeme, ceza davasında olayla yangın arasında illiyet bağı yokluğundan dolayı beraat kararı verildiğinden söz ederek davayı reddetmiştir. Açıklanan bu durum karşısında, olayla yangın arasında illiyet bağı bulunup bulunmadığı yönünden hukuk hakimi tarafından araştırma yapılmalıdır. (Yargı Dünyası, 2002/2- sayı :74, sf.22-24)
[43] T.Uygur, a.g.e., sf. 976’da 4. H.D. 17.11.1988 gün 6907-9827 sayılı kararı.
[44] S.S. Tekinay, Borçlar Hukuku, 1979, sf.546
[45] M.R. Karahasan, Sorumluluk Hukuku, 1995, sf.481-482
[46] Bu konuda 4. HD.nin 18.02.2001 gün 2000/10296-2001/1183 sayılı kararına Sn. Bilal Kartal’ın karşıoy yazısında şöyle denilmiştir :” Davalının davacıya karşı işlediği haksız eylem tektir. O da, davacı aracına çarparak davacının yaralanmasına ve araç hasarına neden olmasıdır. Davalının bu eylemindeki zamanaşımını, yaralanma için ayrı, araç hasarı için ayrı düşünmek olanaksızdır. Çünkü, ceza hukuku bakımından da, trafik kazası sonucunda meydana gelen ölüm veya yaralanma olayından dolayı, olayın özelliğine göre sanık, TCK.nun 455 ve 459 maddelerine göre cezalandırılmakta ve ayrıca aynı yasanın 565. maddesi uygulanmamaktadır. Bu madde, olayın özelliğine göre 455 veya 459 maddesinde eritilmekte ve böylece sonuca gidilmektedir. Ayrıca davacı, davalının eylemi sonucu, birden fazla kalemleri içeren zararlara uğramıştır. Bu zararlar davalının tek eylemi ile meydana gelmiştir. Her kalem talep için ayrı zamanaşımının öngörülmüş olması hukuki kargaşalığa neden olacaktır. (YKD.2001/10-1504) – Yargıtay 11. Hukuk Dairesi de 15.11.2001 gün 5934 –9015 sayılı kararında aynı görüşü benimsemiştir. Karara göre, sigorta şirketinin açtığı araç hasarına ilişkin rücu davasında, maddi hasarın yanı sıra yaralanma da mevcut olduğundan, iki yıllık zamanaşımının değil, KTK.109/2’deki ceza zamanaşımının uygulanacağı sonucuna varılmış; “2918 sayılı KTK.nun 109/2. maddesi hükmü gereğince, dava cezayı gerektiren bir fiilden doğar ve ceza kanunu bu fiil için daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre daha uzun bir zamanaşımı süresi öngörmüş bulunursa, bu süre maddi tazminat talepleri (araç hasarları) için de geçerlidir.” denilmiştir. ( Ankara 10. Asliye Hukuk Mah. 2000/598 esas no.lu dosyasından alınmıştır.)
[47] Dönmezer/ Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, 12. bası, Genel Kısım, C. II, sf.399, Dip not :39- Sayman/Elbir, T. Borçlar Hukuku I/1, 422-425- A. Polat Gözübüyük, Türk Ceza Kanunu Açıklaması, C.IV, 3. bası, sf.426
[48] 4. HD. 2.6.1986, 3749/4461 – 4. H.D.12.5.1986, 3201/4010-4. HD. 21.11.1974, 8361/16061 (T. Uygur, Borçlar H. C.I, sf.985/986- 4. HD. 8.3.1982, 1693/2349 (Arşiv) – 4. HD. 31.5.1999, 2079/5098 (Kartal 2. A.H. 96/440 dosyası) – 4. HD. 03.10.2000, 7360/8220 (YASA 2000/10-1239. no: 555) – 4. HD. 23.10.2000, 5922/9039 (YKD. 2001/3-333) – Ve nihayet HGK. 27.6.2001, 4-472 E. 547 K. (YKD. 2001/11-1649)
[49] 4. HD. 31.1.2000, 99/10753 E. 2000/610 K. (YKD. 2000/8-1196)- 4.HD. 11.4.2000, 538/3351 (Üsküdar 5. A.H. 98/306)- 4. HD. 23.10.2000, 5922/9039 (YKD. 2001/3-333) Bu son kararın yayınlanan özet başlığında ceza davası sonuçlandıktan sonra açılan tazminat davasının bir yıllık zamanaşımı süresine tabi olduğu açıklanmış ise de, karar dikkatle okunduğunda içeriğinin farklı olduğu görülecektir. Sayfa : 334, 2/a, paragraf :3’te “Ceza hukuku açısından suçun faili olmayan kişilere ceza zamanaşımı uygulanamayacağı, malca sorumlular için B.K. m.60/1’deki bir yıllık sürenin geçerli olduğu, bu sürenin TCK. m.465 gereğince ceza davası sonuçlanana kadar uzayabileceği, ceza davası karara bağlandıktan sonra, bir yıllık süre içinde tazminat davası açılabileceğine ilişkin hukukumuzda bir düzenleme ve yasa maddesi bulunmadığı” görüşleri yer almış ve yerel mahkeme kararı bu nedenlerle bozulmuştur. – Sn. Bilal Kartal bu karara katılmamış ve karşıoy yazısında şu görüşleri savunmuştur : TCK. 465. maddesi yalnızca suçu işleyenin değil, çalıştıranın da hukuki sorumluluğunu düzenleyen, B.K. 55. maddesine koşut, ancak ondan farklı özel bir hükümdür. B.K. 55. md.si varken TCK. 455-459. maddeleri ile sınırlı olarak çalıştıranın hukuki sorumluluğunu düzenleyen böyle bir maddenin TCK.nda yer almasının anlam ve amacı gözönünde bulundurulmalıdır. Bu özel durumun varlığı nedeniyle, çalıştıranın da çalışanla aynı zamanaşımı süresine, yani ceza zamanaşımına tabi olması gerekmektedir.
[50] Fransa’da 1983 yılında haksız eylemlerde zamanaşımı süresi (30) yıla, Almanya’da ve Avusturya’da 1991 yılında (3) ve (30) yıla çıkarılmıştır.
[51] Yargıtay HGK. 27.6.2001 gün 4-472 E.547 K. sayılı kararında Sn. üyeler Yüksel Acun ve Mustafa Kıcalıoğu’nun karşıoy yazıları (YKD. 2001/11, sf. 1654-1656) – Yarg. 4.HD. 23.10.2000 gün 5922-9039 sayılı kararda Sn. Bilal Kartal’ın karşıoy yazısı. (YKD.2001/3-333)
[52] Bakınız yukarda: Ceza zamanaşımının uygulanma koşulları başlıklı II. bölüm
[53] Yargıtay 4. Hukuk Dairesi üyeleri Sn. Yüksel Acun ve Sn. Mustafa Kıcalıoğlu’nun Yarg. HGK. 27.6.2001 gün 4/472 E. 547 K. sayılı kararındaki karşıoy yazılarının sonuç bölümü. (YKK.2001/11-1656)
[54] M. Raşit Karahasan, Tazminat Davaları ve Yargılama Usulü, 1996,sf.479
[55] Sayın üyeler Mustafa Kıcalıoğlu ve Yüksel Acun’un karşıoy yazıları (YKD. 2001/11-1654/1655)
[56] Öte yandan Türk Ticaret Yasasında da, özel hukuk tüzel kişisi olan şirketlerin sorumluluğunu düzenleyen hükümlere yer verilmiştir. TTK. m.321/V’e göre : “Temsile ve yönetime yetkili olanların görevlerini yaptıkları sırada işledikleri haksız fiillerden anonim şirket sorumlu olur.” Bu hüküm, kooperatif şirketlere (Koop. K. m. 59/III) ve sermayesi paylara bölünmüş komandit şirketlere de (TTK.m.481) uygulanır. TTK. m. 542/II’de yer alan “görevlerini yapmaları dolayısıyla müdürlerin işlemiş oldukları haksız fiilden şirket sorumlu olur.” yolundaki hükümle limited şirketin haksız eylem yeteneği kabul edilmiştir. Kollektif şirkette, TTK. m. 177/II’ye göre, “Bir ortağın şirkete ait görevleri yapması dolayısıyla işlediği fiillerden şirket de doğrudan doğruya sorumludur.” Bunun gibi “Bir tasfiye memurunun görevini yaptığı sırada işlediği haksız fiillerden şirket” sorumlu tutulmuştur. (TTK.m.219/IV) Yukarda anılan madde, komandit şirketlere de uygulanır. (TTK.m.256) (M.R. Karahasan, Sorumluluk Hukuku, 1995, sf.551 vd.)
Ekleyelim ki, TTK. m. 138’e göre :”Her şirket türüne özgü hükümler saklı kalmak koşuluyla Medeni Kanunun 45,47,48,49 uncu maddeleri, her şirket türünün niteliğine uygun olduğu oranda, ticaret şirketleri hakkında da uygulanır.”
[57] Özsunay,Tüzel Kişiler, 1982, sf. 169- T. Uygur, Borçlar Kanunu, C.I., sf. 304
[58] Özsunay,a.g.e.,sf.75 – Uygur, age. Sf. 304
[59] Oğuzman/Öz, Borçlar H. 2000, sf.575
[60] Uygur, age.sf.304- Y.4.HD.22.1.1975, 11399-903
[61] A. Von Tuhr, Borçlar H., Yargıtay Yayınları, sf. 397-398
[62] Yargıtay 4. HD.15.1.1979, 1978/12904 E. 1979/146 K. sayılı kararında :”…Kural olarak uzamış (ceza) zamanaşımı, haksız eylemi işleyen kişilere karşı açılan davalarda uygulanabilir. Buna karşılık Medeni Hukuk yönünden sorumlu olan üçüncü kişiler hakkında B.K. 60/2. maddesi hükmünün uygulanabilme olanağı yoktur.” denilmiştir. (YKD. 1979/4-498/499) – Ayrıca 4. H.D. 24.9.1990, 11300-6723 (YKD. 1990/II-1621), 12.5.1986, 3201-4010 sayılı, 5.3.1984, 1671-2104 sayılı kararlar (Uygur. C.I., sf.985-987) – 4. HD. 7.3.1979, 11151-2990 (YKD. 1979/8-1134) . (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, sf. 725, Dip not :9)
[63] İstanbul 7. Asliye Ticaret Mah. 1996/989-1998/2037 dosyası
[64] Prof. Dr. Fikret Eren, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, 6. Bası, 1998, sf.829
[65] Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, sf. 725 ve Dip not : 9a
[66] Ahmet M. Kılıçoğlu, Haksız Fiillerden Sorumlulukta Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk İlişkisi, A.Ü.H.F. Dergisi, 1973, C. XXIX, sayı :3-4, sf. 215-217
[67] 4. HD. 25.1.1968, 11315-968 sayılı, 10.6.1971, 3582-5712 sayılı kararları. (M.R. Karahasan, Tazminat Davaları ve Yargılama Usulü, 1996, sf. 488)
[68] Yukarda IV. Bölümde ceza davası zamanaşımı sürelerini incelerken TCK. 104. maddesine bir kez daha değinmiştik.
[69] A. Kılıçoğlu, agm. sf. 216- Karacabey, agm. 2. Bölüm, sf. 86- Oğuzman/ Öz,age., 2000 baskı, sf. 526-Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, age, sf. 725-Yarg.4. HD. 1.11.2001 gün 5890-10660 sayılı kararı (YKD. 2002/2-191)
[70] Yarg. 9.CD. 7.2.2002 gün 119-261 sayılı kararı :” TCK. nun 383. maddesinde belirtilen suçta umumi tehlike yaratan tahribat ve musibat halinin oluştuğu an suç tarihi olup, zamanaşımı süresinin bu tarihten başlaması gerekir.” (YKD.2002/7-1118) Yarg. 4. HD. 6.7.1988, 2801-6928 “Ceza zamanaşımı başlangıcı “tamamen icra olunmuş cürüm ve kabahatler için” fiilin vukuu günüdür – 4. HD. 14.9.1987, 2641-6505 “Ceza zamanaşımı eylem gününden işlemeye başlar.” – 4.HD. 15.10.1985, 6799-8233 “Ceza zamanaşımı olay gününden işlemeye başlar. Ne var ki, BK. 130 hükmünce zamanaşımının başladığı gün hesaba katılmaz.” (Karahasan, age., sf. 1069-1078)
[71] Bu konuda ayrıntılı görüş ve açıklamalar için bkz :Çelik Ahmet Çelik, Tazminat Davalarında Dava Değerinin Artırılması – Islah ve Uygulama Sorunları, Baro Dergisi, 2002, sayı :3
[72] Karahasan,a.g.e., sf. 492-493
[73] Yarg. HGK. 24.6.1983, 1981/9-533 E. 1983/724 K. (YKD.1984/6-839) ve HGK. 15.05.1996, 1996/21-104 E. 1996/341 K. (Yasa, 1996/7-1110, no: 413) – 4.HD. 30.09.1997,4351-8967 (Yasa, 1998/2-207, no:68) – M. Yaşar Aygün, Haksız Eylemlerde Tam Zincirleme Sorumluluk ile Eksik Zincirleme Sorumluluk, Yargıtay Dergisi. C. IV., Ekim 1978 ve C.V, Ocak 1979)
[74] Yarg. 4. HD. 4.11.1986, 6633-7528 (Yasa, 1987/6- 878, no:344) – Yarg. 11. HD. 01.10.1992, 91/2392-92/9394 (YKD. 1992/12-1877)- Yarg. 4. HD. 30.09.1997, 4351-8967 (Yasa, 1998/2-207, no: 68) – Yarg.11. HD.27.04.1989, 88/5361 –89/2636 (Yasa, 1990/6-874, no:338)- Yarg. 9.HD. 26.05.1988,6120-5838 (Arşiv)
[75] Yarg. 4. HD. 3.4.2001 gün 12549-3270 sayılı kararı : “2918 sayılı Kanun uyarınca, motorlu aracın neden olduğu zararlarda işleten sorumludur. Bu hüküm BK.55. maddesine göre daha özel bir nitelik taşır.” (YKD.2002/1-27)
[76] Yarg. 19.HD. 2.4.1993, 92/8679 – 93/2410 (YKD.1993/11-1702)
[77] Yarg. 19.HD. 19.3.1993, 92/7821-93/2193 (YKD. 1993/9-1382) – Yarg. 4. HD. 29.5.2001gün 1994-5661 sayılı kararında :”Kazanın üç aracın çarpışması sonucu meydana geldiği anlaşıldığı takdirde, Mahkemece eylemin aynı anda mı, yoksa iki aşamalı mı oluştuğu araştırılmalı; olay aynı anda meydana gelmişse zincirleme sorumluluğa; iki aşamalı meydana gelmişse her olayın oluş biçimine ve buna bağlı olarak her davalının kusur durumuna ve meydana gelen zararın kapsamına göre ayrı ayrı sorumluluğa karar verilmelidir. (YKD. 2001/12-1827)
[78] Yarg.3.HD. 06.10.1998,8352-10335 (Yasa,2000/8-1100, no:473)
[79] Yarg. 4. HD. 16.3.1981, 251-3247 (Yasa, 1981/6-791, no:174)- Yarg. HGK.27.6.2001 gün 4-472 E. 547 K. sayılı kararında denildiği gibi “Tam teselsül ile eksik teselsülün sonuçları farklıdır. Nitekim,aralarında tam teselsül bulunanlardan biri hakkında zamanaşımının kesilmesi, diğeri hakkında da zamanaşımının kesilmesi sonucunu doğurduğu halde, eksik teselsül durumunda bu kesilme diğerini etkilememektedir. (BK. 134) (YKD. 2001/11-649)
Yarg. HGK. 23.2.2000 gün 4-103 E. 124 K. sayılı kararında da şu fark vurgulanmıştır :”Tam teselsülde, zararı tazmin eden müteselsil borçlu, diğer borçlulara karşı, alacaklının sahip olduğu zamanaşımı süresinden yararlandığı halde, eksik teselsülde rücu hakkını kullanan kişinin zamanaşımı süresi haksız fiillerdeki genel hükümlere tabidir.” (YKD.2000/8-1179)

Sosyal Medyada Paylaş

Leave a Comment