selimhartavi.com

İŞ KAZASI NEDENİYLE MADDİ VE MANEVİ TAZMİNAT TALEBİ- İŞ KAZASI SONUCU UĞRANILAN MALULİYET ORANININ TESBİTİNİN UZUN SÜRMESİKISMİ DAVANIN ZAMANAŞIMINI DURDURMAMASI-ZAMANAŞIMI SÜRESİ VE BAŞLANGICI

T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E. 2000/21-1609
K. 2000/1699
T. 15.11.2000

ÖZET : Uyuşmazlık, görülmekte olan ve olay tarihinden yaklaşık 15 yıl sonra açılan davanın, zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusuna ilişkindir. Olumlu tespit davası, zamanaşımını keser. Ancak kısmi eda davasının, tespit davası olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Somut olayda, iş kazası sonucu beden gücü kaydı nedeniyle tazminat talep edilmiştir. Beden gücü kayıp oranının tartışmalı olması nedeniyle sorunun çözümü için adli tıptan görüş sorulmuş ve davacının son ve kesin durumu bu aşamadan sonra tespit edilmiştir.

Davacı ortaya çıkan bu yeni ve kesin olguya dayanarak dava açtığına göre davanın zamanaşımına uğradığının kabulü hatalıdır.

DAVA: Taraflar arasındaki “maddi-manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3. İş Mahkemesi’nce davanın kabulüne dair verilen 27.4.2000 gün ve 2000/261 E–299 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21. Hukuk Dairesi’nin 11.7.2000 gün ve 2000/4536–5588 sayılı ilamiyle; ( …Dava, nitelikçe iş kazası sonucu uğranılan beden gücü kaybı nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Zararlandırıcı sigorta olayı sonucu davacının %46,2.oranında sürekli iş göremezliğe maruz kaldığı, olayda davalının %60 oranında kusurlu olduğu, zararlandırıcı olayın 1.12.1985 tarihinde meydana geldiği, işbu davanın ise 3.3.2000 tarihinde açıldığı, yöntemince zamanaşımı definde bulunulduğu uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, Ankara 3. İş Mahkemesine, davacı tarafından açilan 1995/ 1061 sayılı davanın kısmi eda davası niteliğinde mi yoksa “olumlu tespit” davası niteliğinde mi, giderek, anılan davanın Borçlar Kanununun 133/2. maddesi gereğince zamanaşımını Ankara 3. İş Mahkemesi’ne açılan 2000/261 esasında kayıtlı iş bu dava yönünden de kesip kesmeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Gerçekten, olumlu tesbit davasının zamanaşımını keseceği hem öğretide, hem de yerleşik Yargıtay kararlarında kabul edildiği tartışmasızdır. Öte yandan, olumlu tespit davasının ise alacaklı tarafından açılan ve hukuki münasebetin varlığının saptanmasına yönelik olduğu “eda” istemini içermediği söz götürmez.

Somut olayda; davacının Ankara 3. İş Mahkemesi’ne açmış olduğu 1995/1061 sayılı davanın ikinci kısmi eda davası niteliğinde olduğu, olumlu tespit davası niteliğinde olmadığı, kesinleşen karar içeriğinden anlaşılmaktadır. Bundan başka, kısmi davalarda; Mahkeme, görevi gereğince davacının işverenden isteyebileceği tazminat miktarının tavanını belirlemekle yükümlü olduğu tartışmasızdır. Bütün bunlardan başka, kısmi davada, ayrıca tazminatın miktarının belirlenmesini istemek ve bu belirlemeye yönelik istemi, olumlu tespit davası olarak nitelemek “eda davası” açmak imkânı varken tesbit davası açılamaz” yolundaki kamu düzeni ile ilgili ilkeye aykırı olacağı açıktır.

Hal böyle olunca, davacının açmış olduğu ve kesinleşen davalar “kısmi dava” niteliğinde olup “olumlu tesbit” davası niteliğinde olmadığından 2000/261 sayılı dava yönünden, zamanaşımını kesmeyeceği, açık-seçiktir. Başka bir anlatımla, kısmi davalarda zamanaşımı, yalnızca dava edilen kısım için kesilir ve dava dışı bırakılan kısım için zamanaşımı işlemeye devam eder. Ek davanın zamanaşımı süresinde açılması gerekir.

Oysa, ek davanın Borçlar Kanununun 125. maddesinin öngördüğü 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığı ortadadır.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın ve özellikle kesinleşen kısmi davaları olumlu tesbit davası olarak nitelendirmek suretiyle iş bu ek davanın 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığı gözardı edilerek işin esasına girip yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle HUMK.’nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : 1- Davacı vekili önceki hükmü temyiz etmediğinden hakkındaki karar kesinleşmiş olup temyiz itirazının reddi gerekir.

2- Yerel mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık; görülmekte olan ve olay tarihinden yaklaşık on beş yıl sonra açılan bu davanın; zaman aşımına uğrayıp uğramadığı konusuna ilişkindir. Yerel Mahkeme; zamanaşımı süresi içerisinde açılan önceki davanın maddi zararın miktarı yönünden bir sorumluluğun tespiti davası niteliği taşıdığını ve tespit davalarının zaman aşımını keseceği görüşü ile maddi tazminat istemini kabul etmiş, Özel Daire ise, ortada bir kısmi eda davasının bulunduğunu, o nedenle davanın zamanaşımına uğradığını ve dinlenemeyeceği görüşü ile yerel mahkeme kararını bozmuştur.

Öncelikle belirtelim ki, kısmi eda davası olarak açılan bir davayı tesbit davası olarak nitelemek ve buna bağlı sonuç çıkarmak, Yargıtay’ın bu güne değin sürdürdüğü uygulamayla bağdaşmaz. Ne var ki, dava konusu olayın kendine özgü durumu özellikle davacının yeni bir olgu olarak ortaya çıkan, beden gücü kayıp oranı ve buna bağlı dava hakkı göz önünde tutulduğunda olumlu sonuca ulaşılması gerekir.

Gerçekten, davacının 18.10.1990 tarihinde %79 olarak kabul edilen beden gücü kayıp oranı; daha sonra Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Başkanlığı’nın 3 kişilik kurul raporu ile %100 olarak belirlenmiştir. Davacının, beden gücü kayıp oranının tartışmalı bulunması ve iyileşme gösterdiği iddia ve dava edilmesi üzerine bu kerre, sorunun çözümü için Adli Tıp Kurumundan görüş sorulmuş ve bu Kurum, davacının son ve kesin durumunu 22.9.1999 tarihinde %46,2 beden gücü kayıp oranı olarak saptamıştır. İşte davacı ortaya çıkan bu yeni ve kesin olguya dayalı olarak zamanaşımını kesmek amacıyla istemde bulunduğuna göre davanın zaman aşımına uğradığını kabul etmek mümkün değildir.

Belirtilen neden ve gerekçelerle yerel mahkemenin direnme kararı uygun bulunmakla; işin-esası incelenmek üzere dosya dairesine gönderilmelidir.

SONUÇ : 1- Davacı vekili önceki hükmü temyiz etmediğinden hakkındaki karar kesinleşmiş olduğundan temyiz itirazının REDDİNE, istek halinde temyiz harcının iadesine,

2- Yerel mahkemenin direnme kararı uygun bulunmakla işin esası incelenmek üzere dosyanın 21. HUKUK DAİRESİNE gönderilmesine, 15.11.2000 gününde ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

Karşı Oy Yazısı

Yakup’un vekilince davacı şirket aleyhine 16.7.1990 tarihli dava dilekçesi ile; müvekkilinin davalının Suudi Arabistan / Riyad şantiyesinde hizmet sözleşmesi ile çalıştığı sırada, 1.12.1985 tarihinde uğradığı iş kazasında felç olduğundan söz edilerek, fazlaya ilişkin hak saklı kalmak üzere şimdilik 1.000.000 maddi, 100.000 manevi tazminatın olay tarihi olan 1.12.1985’ten itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili için Ankara 6. İş Mahkemesi’nde açılan 1990/2281 esas sayılı davanın; izlenmemesi nedeniyle 30.12.1994 tarihinde HUMK.’nun 409. maddesine göre işlemden kaldırılmasına, 10.4.1995 tarihinde de davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir.

Yakup vekili 28.4.1995 tarihli yeni bir dava dilekçesi ile Ankara İş Mahkemesi’nde davalı şirket aleyhine yine fazlaya ilişkin hakları saklı tutarak, aynı nedenlere dayalı biçimde 1.000.000 maddi 200.000 milyon lira manevi tazminatın 1.12.1985 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili için yeniden dava açmıştır. Ankara 3. İş Mahkemesi’nin 1995/1061 esasına kaydı yapılan davanın devamı sırasında; davacı vekili bu dosya ile saptanan duruma göre, “Davamız 1995/1061 esasında ortaya çıkan .ve.talep dışında kalan tazminatın tahsiline ilişkindir” diyerek 3.000.000.000 TL maddi tazminat istemli ve “Davalının sorumluluğunun ve sorumlu olduğu maddi tazminat istemli ve “Davalının sorumluluğunun ve sorumlu olduğu maddi tazminat tutarının tesbitine” de karar verilmesini içeren 8.9.1995 tarihli dilekçe ile Ankara 3. İş Mahkemesi’nde 1995/2654 esas sayılı sayısını alan yeni bir ek dava daha açmış ve bu dava 19.10.1995 tarihinde 1995/3056 sayılı kararla aynı mahkemenin 1995/1061 esas sayılı dosyası ile birleştirilmiştir. Sonuçta da; mahkemece 1.12.1999 tarihinde 3.001.000.000 TL maddi ve 200.000 TL manevi tazminatın 1.12.1985 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsiline ve bunun yanı sıra “Davalının maddi tazminat açısından sorumluluk sınırının 19.487.307.791 TL olduğunun tesbitine” karar verilmiş ve temyizi üzerine de karar 20. Hukuk Dairesi’nin 1.2.2000 tarih ve 1999/9160-2000/482 sayılı ilamı ile onanınıştır.

Bu onama sonrasında davacı vekilince 3.3.2000 tarihli dava dilekçesi ile bu kez Ankara 3. İş Mahkemesi’nde 2000/647 esas sayı ile 1.12.1985 tarihinde meydana gelen iş kazasındaki cismani zarar nedeniyle bakiye 16.486.307.791 TL.’nin tahsili ve 1.12.1985 tarihinden itibaren, 3095 sayılı yaşanın 15.12.1999 tarih ve 4489 sayılı kanunla değişik hükümlerinde öngörülen en yüksek oranda ve tahsil tarihine kadar bu oranlarda meydana gelecek değişiklikleri kapsayacak şekilde faiz yürütülmesi için dava açılmış ve davalı vekilince bu davaya karşı zamanaşımı defınde bulunulmuşsa da, mahkemece zamanaşımı defı yerinde görülmeyerek 27.4.2000 tarihinde 2000/299 sayılı kararla davanın kabulüne ve 16.486.307.791 TL.’nin 1.12.1985 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiştir.

Temyiz üzerine 20. Hukuk Dairesince bu karar, metni yukarıya alınan gerekçe;ye göre özetle bu son davanın 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolmasından sonra açıldığından söz ederek bozulmuş; ancak mahkemece bozmaya karşı direnmeye karar verilerek dava Hukuk Genel Kurulunun önüne gelmiştir.

Yerel Mahkemenin direnme gerekçesi, önceki davanın yani 1995/1061 esaslı dava ile birleştirilen 1995/2654 esas sayılı dava ile istenen sorumluluğun tesbiti isteminin bir olumlu tespit davası olduğu ve bu niteliği itiban ile zamanaşımı kesmiş bulunduğudur.

Öğreti olumlu tesbit davalarının zamanaşımını kestiği kabul edilmektedir. ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt 2, 5. Baskı İstanbul 1990 sh: 1139 ). O halde burada üzerinde durulacak konu 1995/1061 sayılı ek dava ile birleştirilip Sonuçlandınlan 1995/2654 sayılı davayla vaki istemin olumlu bir tespit davası olup olmadığıdır.

Yine öğretiye göre en yalın tanımı ile “Bir hukuki ilişkinin mevcut olduğunun tespiti için açılan davaya müspet ( olumlu ) tespit davası denir.” ( Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 1, 5. Baskı İstanbul 1990, s. 933 )

Öğretide ve uygulamanın tespit davaları ile ilgili olarak ittifak ettiği bir diğer husus ta, eda davası açılması mümkün olan hallerde tespit davası açılamayacağı ilkesidir. Bu saptamalar ışığında safahatı yukarıda özetlenen davalara bakacak olursak; Davacının 1995/1061 esas sayılı dava devam ederken açtığı ve bu dava ile birleştirilen 1999/2654 esas sayılı dosyadaki 3.000.000.000 TL.’lik maddi tazminat istemi bir kısmi ( Ek ) davadır. Aynı dilekçe ile istediği davalının sorumluluğunun ve sorumlu olduğu maddi tazminat tutarının tesbitine ilişkin istemi ise bir hukuki ilişkiılin mevcut olduğunun saptanması niteliğinde olmadığından olumlu tespit davası olarak kabul değerlendirilemez. Hal böyle olunca da zamanaşımını kestiğinden söz edilemez.

Davacı vekili, 3.000.000.000 maddi tazminatı istediği gerekçelerle daha fazla maddi tazminatı da isteyebilirdi. Nitekim 1995/2654 esas sayılı davayı açarken, “Davamız 1995/1061 esasında ortaya çıkan ve talep dışında kalan tazminatın tahsiline ilişkindir” diyerek durumu açıkça ortaya koymuş ve bilinen olguya dayanarak saklı tuttuğu maddi tazminat isteminin ikinci aşamasını talep etmiştir. Davacı vekilinin istemde bulunmasına engel bir durum yoktur; eda davası daha fazla miktar için açılmasına mani bir halde bulunmamaktadır.

Bu nedenlerle Yüksek Özel Dairenin bozma gerekçesini aynen benimsediğimden sayın çoğunluğun onama yolundaki görüşüne katılamıyorum. Yerel Mahkeme kararının bozulması düşüncesindeyim.

Mehmet Handan Surlu – 14. Hukuk Dairesi Üyesi

Sosyal Medyada Paylaş

Leave a Comment