selimhartavi.com

İNANÇ SÖZLEŞMESİYLE DEVREDİLEN TAŞINMAZIN DEVRALANCA MUVAZAAYLA ÜÇÜNCÜ KİŞİYE DEVREDİLMESİ- TAPU İPTALİ VE TESCİLİ

T.C.
YARGITAY
1. HUKUK DAİRESİ
E. 2000/12988
K. 2000/13223
T. 30.10.2000

ÖZET : Eldeki davada, her ne kadar davacının, taşınmazlarını aldığı borç karşılığında davalılardan ikisine teminat maksadı ile devretmek zorunda kaldığı, bu iki davalının da öteki davalılara muvazaalı temliklerde bulundukları sabitse de, davacının karşılıklı edimleri içeren inanç sözleşmesine dayanarak inanç konusu taşınmazlarının tapu kayıtlarının iptalini ve adına tescilini isteyebilmesi için öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur. Buna göre; mahkemece aldığı borç para miktarını mahkeme veznesine depo etmesi için davacıya önel verilmeli, yatırdığı taktirde bu paranın verdikleri borç oranında davalılara ödenmesi koşuluyla, tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmelidir.

DAVA : Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan davada, mahkemece verilen karar süresinde temyiz edilmekle, dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:

KARAR : Davacı vekili dava dilekçesinde müvekkilinin davalılardan Seyfettin’den aldığı 39.000.000 lira borç karşılığında 253, 259 ve 261, Hüseyin’den aldığı 32.000.000 lira borca karşılık 249,257,263 parsel sayılı taşınmazlarını teminat amacıyla devrettiğini, Seyfettin ile yapılan 1.1.1986 tarihli sözleşmede 15.8.1986 tarihinde Hüseyin’le yapılan 5.1.1986 tarihli sözleşmede ise 30.8.1986 tarihinde borcunu ödemesi halinde adı geçen davalılann taşınmazlarını iade edeceklerini taahhüt ettiklerini, borcunu zamanında ödeyemediğini bunun üzerine davalı Seyfettin’in aldığı taşınmazları kardeşleri olan davalı Selahattin ve Mehmet’e Hüseyin’inde davalı Mehmet’e devrettiğini, davalılara paralarını iade edeceğini bildirip taşınmazlarını kendisine devretmelerini istemesine rağmen davalıların buna yanaşmadıklarını ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile müvekkili adına tesçilini istemiştir.

Bir kısım davalılar vekiti ise davacının borcunu kararlaştırılan süre içerisinde ödemediğini, çekişmeli taşınrnazların davalılar Seyfettin veHüseyin’in adına kayıtlı iken bir kısmını bu davalıların öteki davalılara devrettiklerini, satın alan davalıların iyi niyetli olduklarını MK.nun 638. maddesinde öngörülen on yıllık zaman aşımı süresinin geçtiğini davacının dayandığı sözleşmeler Noterlik Kanununun 60 ve 89, MK.nun 634 maddelerine uygun şekilde düzenlenmediğinden mülkiyetin davacıya devrine esas teşkil edemiyeceklerini esasen davacının borcunuda halen ödemediğini belirtip davanın reddini savunmuştur. Mahkemece taşınmazların alınan borç karşılığı temlik edildiği, tapuda satış şeklinde düzenlenen resmi sözteşmelerin muvazaalı olduğu daha sonra bir kısım taşınmazları devralan davalılarında iyi niyetli bulunmadıkları gerekçe gösterilerek tapu kayıtlarının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmiştir.

Toplanan delillere, taraflar arasında düzenlenen 1.1.1986 ve 5.1.1986 tarihli sözleşmelere tarafların iddia ve savunmalarına göre dava konusu taşınmazların ilk temliklerinin alınan borcun teminatı olarak yapıldığı sabittir. Esasen yanlar arasında bu hususta bir uyuşmazlık bulunmadığı gibi mahkemenin kabulüde bu yöndedir. Borcun teminatı olarak yapılan bu tür temliklerin inançlı işlem şeklinde nitelendirilmesi gerektiği gerek bilimsel alanda gerekse yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ortaklaşa kabul edilmektedir. İnançlı sözleşmeler inananın ( itimat edenin) bir hakkını belirli bir süre veya amaçla inanılana ( mutemede) geçirmeyi, inanılanın da inananın emir ve talimatlarına göre kullanıp amaç gerçekleşince veya süre dolunca hakkı tekrar inanana devretmeyi yüklendiği sözleşmeler olarak tanımlanabilir. İnançlı sözleşmelerdeki amaç gizlenmek, teminat, alacaklıdan mal kaçırmak, kanunların elverişsiz hükümlerinden kaçınmak, bir atacağın tahsili, malın idaresi, gibi nedenler olabilmektedir.

Uygulamada kredi sağlayan kurum ve kuruluşların istenilen miktarda ve süratte kredi vermemesi ihtiyaç sahiplerini bu kurum ve kuruluşların dışında kredi teminine zorlamakta, öte yandan verilen krediyi teminat altına alacak kefalet ve ipotek, rehin gibi şahsi ve ayni teminatlar kredi veren kişi veya kişilerce yeterli görülmediğinden bu tür özel kişilerden alınan borç karşılığında taşınmazların teminat maksadıyle devredilmesi yoluna başvurulmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki, bilimsel alanda karma inançlı işlem olarak nitelendirilen teminat maksadıyla devirler öteki inançlı işlemler gibi mülkiyeti inanılana nakleden geçerli işlemler olup bu işlemle inanılan bir malikin hak ve yetkilerini kazanır ise de inanç sözleşmesinde kararlaştırılan yükümlülüklerini özellikle inançlı işlem sona erdikten başka bir anlatımla borç ödendikten sonra inanç konusunun, inanana iade etme borcunu yerine getirmesi gerekir. İnanılan en başta gelen bu yükümlülüğünü yerine getirmediği takdirde inanan, inanç sözleşmesinden doğan borcunu tamamen ödemek suretiyle inanç konusunun kendisine iade edilmesini her zaman isteyebilir.

İnananın inanç sözleşmesinden kaynaklanan bu kişisel hakkını ancak akidine karşı ileri sürebilmekte, inanç konusunun üçüncü kişilere devredilmesi halinde kural olarak onlardan isteyebileceği bir hakkı bulunmamaktadır. Ancak inanılan ile üçüncü kişi, inananın inanç borcunu tekrar alma hakkını ortadan kaldırmak amacıyla el ve düşünce birliği içerisinde muvazaalı bir işlem ( sözleşme) yapmaları halinde inananın söz konusu sözleşmenin muvazaa nedeniyle geçersiz olduğundan bahisle üçüncü kişi aleyhine dava açabileceği de kuşkusuzdur.

İnançlı işlem inanç sözleşmesine dayandığından sözleşmelere ilişkin zaman aşımı hükümlerinin inançlı işlemlere de uygulanacağı bu sürenin inançlı işlemin türüne göre kıyasen tatbik edilerek vekalet ve rehin hükümlerine göre belirleneceği gerek uygulamada gerekse doktirinde baskın görüş olarak benimsenmektedir. Nevarki zaman aşımı süresinin başlaması için inanç ilişkisi sona ermeli veya alacak muaccel hale gelmelidir. Bu itibarla inanç sözleşmesi sona ermediği inanç konusu inanılan da, alınan para inanan da kaldığı sürece zaman aşımı süresinin başlamasına olanak yoktur. Açıklanan kuralın doğal sonucu olarak taraflar borcun ödenmesi için bir süre kararlaştırmış ve, borç bu süre içerisinde ödenmemiş olsa dahi inanç ilişkisi devam ettiğinden inanç konusunun iadesi için dava açılabilir. İnanılan, kararlaştırılan sürenin geçtiğinden bahisle inanç konusunu iade etme yükümlülüğünün sona erdiğini ileri sürerek iade borcunu yerine getirmemezlik yapamaz. Keza kararlaştınlan süre içerisinde borcun ödenmemesi halinde inanç konusunun inanılana geçeceği, inananın dava açamıyacağı yönünde inananın müzayakasından yararlanılarak sözleşmeye konulan böyle bir koşul MK.nun 788 ve 863 maddelerinin buyurucu hükümlerine aykırı düşeceğinden geçersiz olup, sözleşme serbestisi kuralına dayanılamaz. Aksinin kabulü halinde borç veren borç alanın darda kalmasından yararlanarak daima inanç sözleşmelerine böyle bir hüküm koymak suretiyle söz konusu madde hükümlerinden kurtulma ve borç verdiği kişinin malını veya hakkını çok az bir bedel ile eline geçirme onu istismar etme olanağını elde etmiş olurki bu husus sözleşme hukukunun genel prensiplerine, ahlaka, kanun koyucunun amacına ters bir sonuç doğurur ve tefedliği teşvik eder. Nitekim böyle sözleşmelerin batıl olduğu BK.nun 19 ve 20. maddelerinde hükme bağlanmıştır. Somut olayda davacının dava konusu taşınmazlarını aldığı borç para karşılığı davalılardan Seyfettin ve Hüseyin teminat maksadı ile devretmek zorunda kaldığı, davalı Seyfettin’in kardeşleri olan davalı Hüseyin’in paydaş bulunan öteki davalılara muvazalı temliklerde bulundukları, 1.1.1986,15.9.1986 tarihli inanç sözleşmeleri toplanan tüm deliller ve belirlenen olgularla sabittir. Bu durumda mahkemece iptal ve tescile karar verilmesi doğrudur.

Ancak, davacının karşılıklı edimleri içeren inanç sözleşmesine dayanarak inanç konusu taşınmazların tapu kayıtlarının iptalini ve adına tescilini isteyebilmesi için Borçlar Kanununun 81. maddesi uyarınca öncelikle kendi edimini yerine getirmesi zorunludur.

Hal böyle olunca, davacıya aldığı borç para miktarının mahkeme veznesine depo etmesi için önel verilmesi, yatırdığı takdirde bu paraların verdikleri borç oranında davalılardan Seyfettin ve Hüseyin ödenmesi koşuluyla tapu kayıtlarının iptal ve davacı üzerine tesciline karar verilmesi gerekirken, Borçlar Kanununun 81. rnaddesinin göz ardı edilmesi suretiyle yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davalıların temyiz itirazlan değinilen nedenle yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan sebebe hasren sonuçta oybirliği, gerekçede oyçokluğu ile ( BOZULMASINA), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 30.10.2000 tarihinde karar verildi.

KARŞI OY YAZIS1

İnanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın inanılan tarafından inanana geri verme ( iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder. Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek, rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır. Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikteri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunca bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana ( alacaklıya) geçmiştir.

Taşınmazda inanarak satanın ( borçlu) mülkiyet hakkı kalmadığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez. Bu durumda; gayrimenkul rehni bakımından geçerliliği olan MK.nun 788. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşünce Hukuk Genel Kurulunun 23.5.1990 gün ve 1990/1-202-315 sayılı kararında da aynen benimsenmiştir. Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. ( Borçlar Kanunu mad. 81) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredile hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler.

Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akid hükümleri de Borçlar Kanunu 19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etrnediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için, dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ifa uğruna edim” olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi ; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir.

Eldeki davada, geçerli bir inanç sözleşmesi bulunduğu, anılan sözleşmenin 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı Içtihatları Birleştirme Kararında öngörülen ispat koşulunu içerdiği tartışmasızdır.

Ayrıca, sözleşmeyle borç için ödeme zamanı belirlendiği, vadede borcun ödenmediği de sabittir. O halde alacağını tahsil edemeyen alacaklının, yukarda değinildiği üzere, teminat için temlik edilen şeyi “ifa” uğruna “edim” olarak alıkoyma hakkının doğduğu kabul edilmelidir. Kuşkusuz, şeyin değerinin alacaktan fazla olması halinde, artan miktar veya değer yönünden iade borcu doğacağı muhakkaktır.

Taraflar arasında düzenlenen inanç sözleşmesinde belirlenen sürede uygulama yeri olan Borçlar Kanunun 81. maddesi hükmünün, sözleşmeyle öngörülen zamandan 10 yılı aşkın bir süre geçtikten ve çekişmeli taşınmazlar birçokkez el değiştirdikten sonra uygulanırlığını kâbul etmek olanaksızdır.

Açıklanan nedenlerle, yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle Sayın Çoğunluğun bozma gerekçesine katılmıyoruz.

Sosyal Medyada Paylaş

Leave a Comment